text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 19/12/2000 tarihinde hükümlü olarak Üsküdar E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktayken meydana gelen olaylar sonucunda Cezaevindeki çok sayıda tutuklu ve hükümlü hayatını kaybetmiş veya yaralanmıştır. (Kapatılan) Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun da aralarında bulunduğu 405 kişi hakkında soruşturma başlatılmış ve şüphelilerin adam öldürme suçuna iştiraki, Cezaevini tahrip etmek ve Cezaevi idaresine karşı toplu olarak ayaklanmak suçlarından tutuklanmaları talebi üzerine 25/12/2000 tarihinde 405 kişinin gıyaben tutuklanmalarına karar verilmiştir. (Kapatılan) Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığının 23/3/2001 tarihli iddianamesi ile kamu davası açmıştır. (Kapatılan) Üsküdar l. Ağır Ceza Mahkemesince 9/4/2001 tarihli kararla Mahkemenin görevsizliğine, dava dosyasının görevli İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. İstanbul 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesince 30/4/2001 tarihinde görevsizlik kararı verilmesi üzerine dava dosyası Yargıtaya gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 6/6/2001 tarihli kararıyla (kapatılan) Üsküdar l. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararı kaldırılmıştır. Mahkemece yargılamaya devam edilmiş, Mahkemenin kapatılması üzerine yargılamaya İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkemenin 22/1/2016 tarihli kararıyla başvurucunun bir kısım suçtan beraatine, başvurucu hakkında bir kısım suçtan açılan davanın ise zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Hüküm temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17424 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 23/2/2009 tarihinde icra memurunun kusurundan kaynaklanan zararın tazmini talebiyle dava açmıştır. Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi 28/1/2010 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/12/2011 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 7/6/2012 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/2/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 28/4/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Karar başvurucuya 26/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9359 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, "müstehcen görüntü içeren ürünlerin üretiminde çocuğu kullanma" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 31/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 11/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Viranşehir Sulh Ceza Mahkemesinin 27/10/2008 tarih ve 2008/114 Sorgu sayılı kararı ile başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve diğer iki şüpheli hakkında, Viranşehir Cumhuriyet Başsavcılığının (5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ile yetkili) 3/11/2008 tarih ve E.2008/844 sayılı iddianamesi ile "müstehcen görüntü içeren ürünlerin üretiminde çocuğu kullanma" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava Viranşehir Asliye Ceza Mahkemesinin (Çocuk Mahkemesi sıfatıyla) E.2008/557 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Viranşehir Asliye Ceza Mahkemesi, 20/1/2009 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkemece, 1/6/2010 tarih ve E.2008/557, K.2010/336 sayılı karar ile başvurucunun, "müstehcen görüntü içeren ürünlerin üretiminde çocuğu kullanma" suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup, İlk Derece Mahkemesi kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 20/1/2015 tarih ve E.2013/11032, K.2015/386 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucu, 31/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12435 | Başvurucu, "müstehcen görüntü içeren ürünlerin üretiminde çocuğu kullanma" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, İnternet haber sitesindeki köşe yazısı nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1972 yılından itibaren Balıkesir ilinin Bandırma ilçesinde gazetecilik yapmaktadır. Başvurucu, sürekli basın kartı sahibidir. Başvurucu, meslek yaşamı boyunca gazetecilik faaliyetleri nedeniyle hakkında hiçbir ceza veya hukuk davası açılmadığını ifade etmektedir.Başvurucu 14/3/2013 tarihinde, Bandırma Manşet isimli İnternet gazetesinde, Bandırma ilçesinde kurulu Eti Maden İşletmeleri Bandırma Bor ve Asit Fabrikası İşletme Müdürü R.Ş. (müşteki) hakkında "Gözlerim Yaşardı Doğrusu" başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Söz konusu yazıda başvurucu şu ifadelere yer vermiştir:"... Törende Mehmet Akif'in Çanakkale Destanını dile getiren çok duygusal şiirler dile getiriliyor. Sevgili müdürüm Şekerci'ye bakıyorum gözleri sulanmış! Ona bakarak ben de duygulanıyorum. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Şekerci'nin gözleri çakmak çakmak, gel de duygulanma.İşte ülkeyi sevmek böyle olur Recep müdürüm. Devlet memurluğu çalışma saatlerin bile bir yana bırakıp koşarak gelmiş törene. İyi ki 7 CHP'li milletvekilinin Bandırma fabrikasını ziyaret için geldikleri günde olduğu gibi aniden bir kent dışı görevi çıkmamış. Yoksa bu töreni nasıl izleyecekti.Ne diyelim Allah herkesin gönlüne Recep Şekerci gibi vatan ve ulus sevgisi versin, amin!" Başvurucu, müştekinin seçimler öncesinde bir siyasetçi gibi davrandığını ve seçimlerde aday adayı olması nedeniyle de birçok törene katıldığını gözlemlemiştir. Başvurucuya göre bir kamu görevlisi olan müşteki, taraflı davranmaktadır. Zira ana muhalefet partisinin milletvekillerinden yedisi müştekinin müdürü olduğu fabrikayı ziyarete geldiğinde mazeret bildirerek onları karşılamadığı hâlde başka toplantı ve törenlere katılmıştır. Başvurucu, ayrıca törende şiir okunması sırasında müştekinin gözlerinin yaşarmasını hicvetmiştir. Müşteki, başvurucunun kaleme aldığı yazıda kendisi hakkında asılsız iddialarda bulunması nedeniyle itibarının zedelendiğini ileri sürerek 21/3/2013 tarihinde Bandırma Asliye Hukuk Mahkemesinde manevi tazminat davası açmıştır. Müşteki, İnternet gazetesine bir cevap metni göndermiş ve bu metin 2/4/2013 tarihinde gazetede yayımlanmıştır. Bandırma Asliye Hukuk Mahkemesi, söz konusu yazının müştekiyi tahkir ettiğine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, demokratik bir toplumda ifade ve basın özgürlüklerinin önemine dikkat çekilmiş ve Anayasa'da yer alan kurallara atıf yapılmıştır. Mahkeme ayrıca, başvuruya konu yazının bazı bölümlerinde hiciv ve mizah unsurlarının yer aldığını tespit etmiştir. Mahkemeye göre hiciv, bir kimseyi incitmeden yapılan "ince alay"dır. İlk Derece Mahkemesi bu açıklamalarının ardından müştekinin şiir okunması sırasında gözlerinin yaşarmasına getirilen eleştirinin mizah sınırlarını aşarak aşağılayıcı ve alaycı bir anlam kazandığını değerlendirmiştir. Mahkemeye göre kişilerin duygularını dışa vurma biçimlerinin alay konusu yapılması kişilik haklarına haksız saldırı oluşturmaktadır. Mahkeme, başvurucu aleyhine 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Yargıtay, başvurucunun temyiz talebini 19/2/2014 tarihli ilamı ile reddetmiştir. İlam, başvurucuya 27/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“ Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar... Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, (...) için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre maddenin paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976 § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre -her ne kadar başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de- basının görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102). AİHM, Radio France/Fransa (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) davasında basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir:"Mahkeme "görev ve sorumluluklar"ın, ifade özgürlüğünün doğasından kaynaklandığını yineler. madde tarafından kamusal yararlara ilişkin meselelerin aktarılması içingazetecilere sağlanan güvencenin şartı, gazetecilik etiğine uygun olarakonların kesin ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda iyi niyet sahibi olmalarıdır (örneğin bkz.Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 65;Colombani ve diğerleri/FransaB. No: 51279/99,25/06/2002, §65). Ne var ki basın özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya (provocation) izin verir (bkz. özellikle, Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 59)..." AİHM, bir gazete makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara karşı bir kimsenin itibarının korunması hakkını özel yaşam kapsamında görmektedir (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, §§19, 30). AİHM'e göre kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007, § 35; Axel Springer AG/Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). AİHM, ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin çatışması hâlinde şöhret ve itibarı söz konusu olan kişi bir siyasetçi ise ilke olarak ifade özgürlüğü lehine bir değerlendirme yapmaktadır. AİHM, Lingens/Avusturya (B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 42) kararında politikacıların kendilerine yöneltilen ağır eleştirilere tahammül etmek durumunda olduğunu vurgulamıştır:"... Basın özgürlüğü, halka siyasal liderlerinin düşünce ve davranışlarını tanıma ve onlar hakkında fikir oluşturma imkanı verir. Daha genel olarak siyasal tartışma özgürlüğü Sözleşme'ye hakim olan demokratik toplum anlayışının tam da merkezinde yer alır.Bir siyasetçiyle ilgili eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahısla ilgili eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar. Siyasetçi kendisine yönelik eleştirilere karşı daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır..." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6009 | Başvuru, İnternet haber sitesindeki köşe yazısı nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun hükümlerine göre eşinin soyut ifadeleri ile başvurucu hakkında tedbir kararı verilmesi suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi 9/7/2014 tarihinde Aile Mahkemesine başvurarak 6284 sayılı Kanun kapsamında tedbir talebinde bulunmuştur. Karşıyaka Aile Mahkemesinin 10/7/2014 tarihli kararı ile 6284 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (b), (c), (e) ve (f) bentleri uyarınca 3 ay süreli önleyici tedbir kararı verilmiştir. Anılan karara başvurucunun itirazı Karşıyaka Aile Mahkemesinin (Mahkeme) 18/8/2014 tarihli ve E.2014/176, K.2014/177 Değişik İş sayılı kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 20/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16526 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun hükümlerine göre eşinin soyut ifadeleri ile başvurucu hakkında tedbir kararı verilmesi suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; bir ceza soruşturması sırasında el konulan dizüstü ve tablet bilgisayarların, ceza yargılaması neticesinde beraat kararı verilmesi ve izinsiz ithalat yapılması kabahati eyleminden ithalatçı firmanın sorumlu olduğu belirtilmesine rağmen iade edilmemesi nedenleriyle mülkiyet hakkı ile suçta ve cezada kanunilik ve cezaların şahsiliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/7/2014 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 8/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş bildirilmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Bilişim A.Ş., ağırlıklı olarak İnternet üzerinden elektronik ürünlerin perakende satışını yapmakta olan bir ticaret şirketidir. Başvurucu ise başvuru formu ekinde sunulan belgelere göre beş ortaklı bu Şirketin %40 payı ile en büyük ortağıdır. Başvurucu tarafından ibraz edilen 2/12/2009 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde, başvurucunun bu Şirketin yönetim kurulu başkanı olduğu ve her türlü yetkiyi haiz olarak Şirketi münferit imzası ile birinci dereceden, en geniş şekilde temsil ve ilzama yetkili kılındığı duyurulmuştur. Geçersiz ve sahte bandrollerle televizyon satışı yapıldığı ihbarı üzerine Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/35952 Soruşturma sayılı dosyasında Şişli Sulh Ceza Mahkemesinin 10/8/2010 tarihli ve 2010/1692 Değişik İş, Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinin 10/8/2010 tarihli ve 2010/145 Değişik İş, Fatih Sulh Ceza Mahkemesinin 10/8/2010 tarihli ve 2010/1630 Müt. sayılı arama kararları uyarınca 11/8/2010 tarihinde İstanbul Bilişim A.Ş.nin adreslerinde aramalar yapılmış, bu aramalar neticesinde toplam 161 adet kolinin üzerilerinde "refurbished" (defolu) ve "reconditioned" (tamirli) ibareleri bulunan notebook, netbook ve tablet bilgisayarlar tespit edilmiş; bu bilgisayarlardan sekizine inceleme için el konulmuş; geri kalanlar ise başvurucunun ortağı olduğu şirkete yediemin olarak teslim edilmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün talebi üzerine İstanbul Sanayi Odası tarafından görevlendirilen ekspertizlerce düzenlenen 25/8/2010 tarihli rapor şöyledir:"... Tüm ürünlerde ana kart üzerinde su yolu tashihi, barnikel (kısa devre köprüsü) gibi versiyon değişikliği ile farklı renkli lehim adacığı, reçine sıçraması gibi komponent değiştirme sonucu oluşan tamir izlerine rastlanmamıştır. Plastik kasa ve ekran yüzeyleri, tuş takımları, iletken pin yüzeyleri yeni intibahı verse de paket içeriği ve aksesuar adetleri dikkate alındığında kullanılmış kanaati oluşmuştur.Özetle tüm bu netbooklar, tabloid pc ve notebookların garanti sırasında müşterilerden geri dönen ya da mağazalarda depolarda beklerken arıza gösteren ürünlerin parça (kart ve modül) değiştirilerek tamir ve test edilmesiyle oluşturulan ürünler oldukları, ana kart üzerinde komponent seviyesinde tamir işlevi uygulanmadıkları kanaatine varılmıştır." Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 1/11/2010 tarihli kararı ile söz konusu bilgisayarlar ile ilgili olarak Kaçakçılık Kanunu'na muhalefet suçundan dosyanın tefrik edilerek 2010/49281 Soruşturma sayılı dosyada verilen 25/2/2011 tarihli karar ile herhangi bir izin almaksızın suça konu ikinci el bilgisayarların yurda sokulması eylemi bakımından suç yeri itibarıyla yetkisizlik kararı verilerek dosya Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Yetkisizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/25132 Soruşturma sayılı dosyasında, eylemin kabahat oluşturduğu gerekçesiyle 14/9/2011 tarihinde evrak Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Kabahatler Bürosuna gönderilmiştir. Cumhuriyet Savcısının yediemine teslim edilen ve el konulan söz konusu eşyaların gümrük müdürlüğüne teslim edilmesi talimatı doğrultusunda polis memurlarınca iş yerine gidildiğinde bu eşyaların üzerilerinde ikinci el olduğuna dair delil oluşturan yazıların sökülerek orijinal kutuların değiştirildiğine ilişkin eylem yönünden iseBakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 20/9/2011 tarihli ve 2011/9993 sayılı kararı ile yetkisizlik kararı verilerek dosya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. a) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 26/4/2012 tarihli ve 2012/10296 sayılı iddianamesi ile başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçundan cezalandırılması talep olunmuştur. b) İddianame kabul edilerek görülen kamu davasında yapılan yargılama neticesinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 13/11/2012 tarihli ve E.2012/535, K.2012/967 sayılı kararı ile başvurucunun beraatine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Yapılan yargılama sonucunda; değiştirildiği iddia edilen ve bir soruşturma konusu olan bilgisayar malzemelerinin incelenen teslim tutanağına göre sanık dışında başka isimlere teslim edildiği, ayrıca [5237 sayılı Kanun'un] 281/ maddesi uyarınca kişinin kendi hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin olarak delil değiştirme veya yok etme suçu nedeniyle ceza verilemeyeceği gibi, sanığın atılı suçu işlediği yolunda cezalandırılmasını gerektirir delil bulunmadığından aşağıdaki hüküm kurulmuştur."c) Bu karar, temyiz edilmeksizin 1/12/2012 tarihinde kesinleşmiştir. a) Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/3667 Kabahat sayılı dosyasında verilen 19/12/2011 tarihli ve 2011/3559 sayılı kararı ile bilgisayarların izinsiz ithal edilmesi eylemini işledikleri gerekçesiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu kabahatlilerin 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 28/3/2013 tarihli ve 6455 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki maddesinin (11) numaralı fıkrasına göre 660 TL idari para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"El konulan notebook cinsi eşyanın İstanbul Sanayi Odası Başkanlığına gönderildiği, inceleme neticesinde düzenlenen ekspertiz raporunda eşyaların tamir gördüğünün anlaşıldığının belirtildiği ve söz konusu notebookların ithalinin belli kuruluşların vereceği izne tabi olmasından dolayı kabahatlilerin eylemlerinin 5607 sayılı Kanun'un 3/ maddesine aykırı eylem oluşturduğu, evrak arasında mevcut kaçak eşyalara mahsus tespit varakaları ve beyannameler muhteviyatına göre kaçak eşyaların gümrüklenmiş değerinin 464 TL olup [Kanun'un] 3/ maddesinde gümrüklenmiş değerinin iki katı olan 298 TL idari para cezasını öngördüğü ve kabahatli sayısının üç kişi ve daha fazla oluşu nedeniyle [bu] Kanun'un 4/ maddesinde idari para cezasının yarı oranında arttırılacağı belirtildiğinden her bir kabahatlinin toplam 660 TL idari para cezası ile cezalandırılmasına... [karar verildiği tebliğ olunur.]"b) Başvurucunun anılan karara karşı 7/2/2012 tarihinde 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi kapsamında yaptığı başvuru, Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinin 8/1/2013 tarihli ve 2012/531 Değişik İş sayılı kararı ilesüre aşımı yönünden reddedilmiştir.c) Başvurucu bu karara itiraz etmiş, Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinin 21/1/2013 tarihli ve 2013/153 Değişik İş sayılı kararı ile süre aşımı bulunmadığı gerekçesiyle başvurucunun itirazı kabul edilmiştir.d) Başvurucunun itirazının kabulü üzerine dosyayı yeniden inceleyen Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesi 30/4/2013 tarihli ve 2012/531 Değişik İş sayılı kararı ile başvurunun kabulüne ve başvuruya konu 19/12/2011 tarihli idari yaptırım kararının iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"İtirazın süresinde olmamasına rağmen bu yöndeki kararımız Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kaldırıldığından ve karar kesin olduğundan dosya arasında bulunan bilirkişi raporu doğrultusunda itirazın kabulüne karar vermek gerekmiş[tir]."e) Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 13/5/2013 tarihinde bu karara itiraz edilmiş, Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinin 17/5/2013 tarihli ve 2013/253 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. a) Başvurucu 12/12/2013 tarihinde, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunarak, ceza soruşturması sırasında el konulan bilgisayarların tarafına iade edilmesi talebinde bulunmuştur.Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 17/12/2013 tarihli derkenar kararı ile "el koyma işleminin kabahat evrakı ile ilgili olmadığı, soruşturma işlemleri sırasında mahkemenin arama ve el koyma kararına istinaden yapıldığı, soruşturma evrakı yönünden durumun araştırılarak mahkemesinden talepte bulunulabileceği" belirtilerek başvurucunun talebinin reddine karar verilmiştir.b) Başvurucu, bunun üzerine 23/12/2013 tarihinde söz konusu bilgisayarların iade edilmesi için bu defa ceza yargılamasının görüldüğü Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesine başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 23/12/2013 tarihli ve E.2012/535 sayılı ek kararı ile dava dosyasındaki suç kapsamında el konulan eşya bulunmadığı, kaçakçılık suçu ile ilgili evrakın Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Kaçakçılık ve Mali Suçlar Bürosunun 20/09/2011 tarihli kararı ile Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Kabahatler Bürosuna gönderildiği belirtilerek el konulan bilgisayarların iadesi hususunda bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.c) Başvurucu, anılan karara itiraz etmiş; Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2014 tarihli ve 2014/48 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. a) Anılan kararlar sonrasında başvurucu bu defa el konulan bilgisayarların iade edilmesi için 25/4/2014 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.b)Mahkeme 29/4/2014 tarihli ve 2014/423 Değişik İş sayılı kararında "... Mahkememizin 10/08/2010 tarihli ve 2010/145 Değişik iş sayılı kararının sorgu nöbeti kapsamında verildiği, 25/04/2014 tarihli talep edenin talebinin değerlendirilmesinin sorgu işlemlerinin yürüten mahkeme tarafından değerlendirilmesi gerektiği ..." gerekçeleriyle başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir.c) Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz ise Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinin 15/5/2014 tarihli ve 2014/320 Değişik İş sayılı kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Dosya içindeki serbest dolaşıma giriş beyannameleri ve eklerinin, numuneler üzerinde İstanbul Sanayi Odası tarafından düzenlenmiş olan ekspertiz raporunun, idari yaptırım kararına itiraz üzerine, Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/93 İş sayılı dosyasında bilirkişiler ...'ın düzenledikleri rapor içeriği ve tüm dosya kapsamına göre, olaya konu notebook cinsi bilgisayarların garanti sırasında müşterilerden dönen ya da mağazalarda depolarda beklerken arıza gösteren ürünlerin parça (kart ve modül) değiştirilerek, tamir ve test edilmesi ile oluşturulan ürünler oldukları, ithallerinin kullanılmış olarak beyan edilmesi ve Dış Ticaret Müşteşarlığının iznine tabi olduğu, ancak beyannamelerin hepsinde eşyaların hanede ve kullanılmamış olarak beyan edilmiş olduğu, dolayısıyla, olayda ithalatçının sorumlu tutulacağı, 'eşyanın ithali, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olduğu halde uygunluk ve yeterlilik belgesine tabi değilmiş' gibi ithal kabahatinin oluşmuş olduğu,Bu kabahatin olay tarihinde yürürlükte olan 5607 sayılı Kanun'un 3/ maddesinde düzenlendiği, aynı Kanun'un maddesi gereğince eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesinin gerektiği, 11/04/2013 tarihinde yürürlüğe giren değişikliklere göre ise, aynı eylemin 4458 sayılı Kanun'un 6455 sayılı Kanun ile değişik 235/1-c maddesinde düzenlendiği, aynı maddenin 235/ maddesi gereğince de, eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesinin gerektiği,Bu durumda, itiraz edenin ithalatçı olmaması nedeniyle cezai bir sorumluluğu bulunmasa da, olaya konu 161 adet notebook cinsi eşyanın, mülkiyetinin kamuya geçirilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmış olmakla, itirazın reddine karar verilmesi gerekmiş[tir]." Nihai karar 6/6/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5607 sayılı Kanun’un28/3/2013 tarihli ve 6455 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilmeden önceki "Suçlar ve kabahatler" kenar başlıklı maddesinin (11) numaralı fıkrası şöyledir: "İthali, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tâbi olan eşyayı, aldatıcı işlem ve davranışlarla ithal eden kişiye, eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı idarî para cezası verilir. Eşyanın değersiz, artık veya atık madde olması durumunda, idarî para cezası; dökme halinde gelen eşya için ton başına beşbin Türk Lirası, ambalajlı gelmesi halinde kap başına yüz Türk Lirası olarak hesaplanır." 5607 sayılı Kanun’un 6455 sayılı Kanun'un maddesi ile ilga edilen "Mülkiyetin kamuya geçirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) 3 üncü maddenin onuncu ve onbirinci fıkralarında tanımlanan kabahatlerin konusunu oluşturan eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir. Bu Kanunun arama ve elkoyma ile müsadereye ilişkin hükümleri, bu kabahatlerin işlenmesinde kullanılan veya kullanılmak üzere hazırlanan eşya ve taşıma araçları ile ilgili olarak da uygulanır." 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nun 6455 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik maddesinin ilgili bölümü şöyledir:" Serbest dolaşıma giriş rejimine tabi tutulan eşyaya ilişkin olarak, yapılan beyan ile muayene ve denetleme veya teslimden sonra kontrol sonucunda;...c) Eşyanın ithali, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olduğu halde uygunluk ve yeterlilik belgesine tabi değilmiş veya belge alınmış gibi beyan edildiğinin tespit edilmesi halinde, eşyanın gümrük vergilerinin yanı sıra, eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı idari para cezası verilir. ... Birinci fıkranın (a) ve (c) bentlerinde belirtilen eşyaya el konularak mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir ve eşya 177 ila 180 inci madde hükümlerine göre tasfiyeye tabi tutulur...." 5326 sayılı Kanun'un "Mülkiyetin kamuya geçirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kabahatin konusunu oluşturan veya işlenmesi suretiyle elde edilen eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine, ancak kanunda açık hüküm bulunan hallerde karar verilebilir.(2) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar, eşyanın;a) Kullanılmaz hale getirilmesi,b) Niteliğinin değiştirilmesi,c) Ancak belli bir surette kullanılması,Koşullarından birinin yerine getirilmesine bağlı olarak belli bir süre geciktirilebilir. Belirlenen süre zarfında koşulun yerine getirilmemesi halinde eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir.(3) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar kesinleşinceye kadar ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından eşyaya elkonulabileceği gibi; eşya, kişilerin muhafazasına da bırakılabilir.(4) Eşyanın mülkiyeti, kanunda açık hüküm bulunan hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşuna, aksi takdirde Devlete geçer.(5) Eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilebilmesi için fail hakkında idarî para cezası veya başka bir idarî yaptırım kararı verilmiş olması şart değildir.(6) Kaim değerin mülkiyetinin kamuya geçirilmesine de karar verilebilir.(7) Mülkiyeti kamuya geçirilen eşya, başka suretle değerlendirilmesi mümkün olmazsa imha edilir.(8) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar, kesinleşmesi halinde yerine getirilir." 5326 sayılı Kanun'un "İdari yaptırım kararı verme yetkisi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kabahat dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye ilgili kanunda açıkça gösterilen idarî kurul, makam veya kamu görevlileri yetkilidir.(2) Kanunda açık hüküm bulunmayan hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşunun en üst amiri bu konuda yetkilidir.(3) İdarî kurul, makam veya kamu görevlileri, ancak ilgili kamu kurum ve kuruluşunun görev alanına giren yerlerde işlenen kabahatler dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.(4) 2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun yer bakımından yetki kuralları kabahatler açısından da geçerlidir." 5326 sayılı Kanun'un "Cumhuriyet savcısının karar verme yetkisi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.(2) Bir suç dolayısıyla başlatılan soruşturma kapsamında bir kabahatin işlendiğini öğrenmesi halinde Cumhuriyet savcısı durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirebileceği gibi, kendisi de idarî yaptırım kararı verebilir.(3) Soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde Cumhuriyet savcısı bu nedenle idarî yaptırım kararı verir. Ancak, bunun için ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından idarî yaptırım kararı verilmemiş olması gerekir." 5326 sayılı Kanun'un "Mahkemenin karar verme yetkisi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kovuşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde mahkeme tarafından idarî yaptırım kararı verilir." 5326 sayılı Kanun'un "Başvuru yolu" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî yaptırım kararı kesinleşir....(5) (Değişik: 6/12/2006-5560/34 md.) İdarî yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde, bu karara karşı ancak itiraz yoluna gidilebilir.(6) (Ek: 6/12/2006-5560/34 md.) Soruşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde; kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı başvuru da bu itiraz merciinde incelenir.(7) (Ek: 6/12/2006-5560/34 md.) Kovuşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde; fiilin suç oluşturmaması nedeniyle verilen beraat kararına karşı kanun yoluna gidildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı itiraz da bu kanun yolu merciinde incelenir." 5326 sayılı Kanun'un "Başvurunun incelenmesi" kenar başlıklı maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:"Mahkeme, son karar olarak idarî yaptırım kararının;a) Hukuka uygun olması nedeniyle, "başvurunun reddine",b) Hukuka aykırı olması nedeniyle, "idarî yaptırım kararının kaldırılmasına",Karar verir." 5326 sayılı Kanun'un "İtiraz yolu" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Mahkemenin verdiği son karara karşı, Ceza Muhakemesi Kanununa göre itiraz edilebilir. Bu itiraz, kararın tebliği tarihten itibaren en geç yedi gün içinde yapılır.(2) İtirazla ilgili karar, dosya üzerinden inceleme yapılarak verilir.(3) Mahkeme, her bir itirazla ilgili olarak “itirazın kabulüne” veya “itirazın reddine” karar verir...." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11503 | Başvuru, bir ceza soruşturması sırasında el konulan dizüstü ve tablet bilgisayarların, ceza yargılaması neticesinde beraat kararı verilmesi ve izinsiz ithalat yapılması kabahati eyleminden ithalatçı firmanın sorumlu olduğu belirtilmesine rağmen iade edilmemesi nedenleriyle mülkiyet hakkı ile suçta ve cezada kanunilik ve cezaların şahsiliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, mahkeme kararları ile hüküm altına alınan alacağın geç ödenmesi ve faiz oranının enflasyon oranının altında kalması nedeniyle Anayasa’nın , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 17/12/2013 tarihinde Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 29/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular tarafından, Gaziantep ili, Nizip ilçesi, Aşağı Çardak köyünde bulunan 103 ada 1233 parsel sayılı, 106 ada 416 parsel sayılı 106 ada 452 parsel sayılı taşınmazlarına takdir edilen kamulaştırma bedellerinin arttırılması için Nizip Asliye Hukuk Mahkemesinde üç ayrı dava açılmıştır. Mahkemenin 15/12/1999 tarihli kararları ve 30/12/1999 tarihli kararı ile davaların kısmen kabulüne karar verilmiş, kararların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/4/2000, 10/4/2000 ve 22/5/2000 tarihli kararları ile onanarak kesinleşmiştir. Mahkeme tarafından hükmedilen kamulaştırma bedellerinin 731,14 TL'lik kısmı (yasal faiziyle birlikte) başvuruculara 8/11/2001 ve 7/11/2002 tarihlerinde ödenmiştir. Başvurucular, geriye kalan alacaklarının tahsili amacıyla Nizip İcra Dairesine başvurarak ilamlı icra takibinde bulunmuş, takip üzerine başvuruculara 22/12/2009 tarihinde alacağın son kısmı olarak 826,65 TL ödenmiştir. Başvurucular, yukarıda belirtilen Mahkeme kararında adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirterek, faiz başlangıç tarihinin kararın kesinleşme tarihi esas alınarak yıllık enflasyon oranlarında belirlenmesi gerekirken yasal faize hükmedilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi zarara karşılık 000 Avro, kararın geç icra edilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü manevi zarara karşılık 000 Avro ve yaptığı yargılama giderleri nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zarara karşılık 000 Avro tazminatın ödenmesi istemiyle 1/3/2010 tarihinde 16097/10 başvuru numarasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapmışlardır. 9/1/2013 tarih ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından Hatice Yıldırım dışındaki başvurucular, 7/3/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Komisyon) başvuru yaparak, AİHM başvuru formuna atıfla, aynı taleplerinin 6384 sayılı Kanun hükümlerine göre sonuçlandırılmasını istemişlerdir. Komisyon, 11/9/2013 tarih ve K.2013/475 sayılı kararıyla, başvurucuların “kesinleşmiş mahkeme kararının süresinde icra edilmesini isteme hakkının” ihlal edildiğinin anlaşıldığı, buna göre, AİHM’in konuya ilişkin yerleşik içtihatları göz önünde bulundurularak, hakkaniyet ölçüsünde ve taleple bağlı kalınarak takdiren toplam 700 TL’nin 6384 sayılı Kanun'un maddesi gereğince tazminat olarak ödenmesine, Komisyonun 6384 sayılı Kanun'un kapsamını düzenleyen maddesi gereğince, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve mahkeme kararlarının icra edilmemesi veya geç ya da eksik icra edilmesine yönelik iddiaları incelemekle yetkili olduğu belirtilerek, başvurucular tarafından dilekçede yer verilen diğer ihlal iddiası ve talepleri yönünden yetkisizlik nedeniyle “karar verilmesine yer olmadığına” karar vermiştir. Yine Hatice Yıldırım dışındaki başvurucular bu karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiş ve AİHM’e yaptığı başvurudaki taleplerini yinelemişlerdir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 6/11/2013 tarih ve İ.2013/132, K.2013/137 sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Karar, başvuruculara 5/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bunun yanında başvurucuların 16097/10 sayılı başvurusuyla birlikte 645 başvurunun da karara bağlandığı kararında AİHM, Mahkeme kararlarının geç icra edilmesi hakkında yapılan şikâyet hakkında 6384 sayılı Kanun ile kurulan Komisyona başvurulması gerektiğine, yasal faizin enflasyon oranı karşısında yetersiz kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği şikayeti hakkında gerçek bir değer kaybı bulunmadığından bahisle açıkça dayanaktan yoksun olduğuna ve Devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizin borçlara uygulanmaması şikayeti hakkında ise Mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde başvurulmadığından bahisle süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir (Mahmut EREN ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 3950/08, 17/9/2013).B. İlgili Hukuk 6384 sayılı Kanun’un , , , , ve maddeleri şöyledir:“Amaç MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir.KapsamMADDE 2 – (1) Bu Kanun;a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği,iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar.(2) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları doğrultusunda Ülkemiz aleyhine verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate alınmak suretiyle, Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal alanları bakımından da Bakanlar Kurulu kararıyla bu Kanun hükümleri uygulanabilir.(3) İdari nitelikteki soruşturmalardan kaynaklanan başvurular hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz.…Komisyon ve çalışma esaslarıMADDE 4 – (1) Bu Kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere Bakanlığın merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak dört kişi ile Maliye Bakanı tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak bir kişiden oluşan toplam beş kişilik bir Komisyon kurulur. Komisyon Başkanı bu üyeler arasından Adalet Bakanı tarafından seçilir.(2) 9 uncu madde hükmü saklı kalmak üzere Komisyon üyelerine, müracaatlar sonuçlandırılıncaya kadar başka bir görev verilmez.(3) Komisyon, üye sayısının salt çoğunluğuyla toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla karar verir.(4) Komisyonun sekretarya hizmetleri Bakanlık tarafından yürütülür.(5) Kamu kurum ve kuruluşları ile yargı mercileri, Komisyonun görevi kapsamında ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi ve belgeyi gecikmeksizin Komisyona göndermek zorundadır.…Müracaatın reddi MADDE 6 – (1) Komisyon;a) Müracaat konusu başvurunun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığını,b) Komisyona süresinde müracaat edilmediğini,c) Müracaat edenin hukuki menfaati olmadığını,ç) Müracaatın 2 nci madde kapsamına girmediğini, tespit ederse müracaatı reddeder.Müracaat hakkında karar ve karara itirazMADDE 7 – (1) Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır.(2) Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir.(3) Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.(4) Ödenmesine karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde Bakanlık tarafından ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır.Kararın ilgili adli veya idari mercie bildirimiMADDE 8 – (1) Komisyona yapılan müracaat sonucunda Komisyonun kesinleşen kararlarının bir örneği müracaata konu işlemin yapıldığı adli veya idari mercie gönderilir.(2) Müracaata konu işlem henüz sonuçlandırılmamışsa ilgili adli veya idari merci tarafından bu işlem ivedilikle sonuçlandırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9793 | Başvurucular, mahkeme kararları ile hüküm altına alınan alacağın geç ödenmesi ve faiz oranının enflasyon oranının altında kalması nedeniyle Anayasa’nın 35. , 36. ve 138. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuşlardır. | 0 |
Başvurucu, kadastro çalışmaları neticesinde adına tescil edilen taşınmazın tapusunun, Hazine tarafından açılan dava sonucunda iptal edildiğini ve taşınmazın yayla vasfıyla özel siciline tesciline hükmedildiğini belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 7/1/2013 tarihinde Ödemiş Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 11/3/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından, İzmir ili Ödemiş ilçesi Artıcak köyü 130 ada 5 parsel (kadastro çalışmaları sonucu verilen ada ve parsel numarasıdır) sayılı taşınmazın satın alma ve zilyetlik olgularına istinaden adına tescili talebiyle Ödemiş Asliye Hukuk Mahkemesine tescil davası açılmıştır. Mahkemenin 27/5/1997 tarih ve E.1996/313, K.1997/187 sayılı kararı ile taşınmazın başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Bahse konu karar temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/11/1997 tarih ve E.1997/11513, K.1997/11994 sayılı kararı ile dava konusu taşınmazın orman veya yayla vasfının bulunup bulunmadığı hususlarını içermeyen araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli olmadığı belirtilerek bozulmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak yürütülen yargılama neticesinde 24/1/2000 tarih ve E.1998/38, K.2000/2 sayılı karar ile taşınmazın başvurucu adına tapuya tesciline hükmedilmiştir. Karar temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/5/2000 tarih ve E.2000/3989, K.2000/4910 sayılı kararı ile Mahkemece uyulmasına karar verilen bozma ilamı gereğinin yerine getirilmediğinden bahisle bozulmuştur. Mahkemece bozma kararı üzerine yürütülen yargılama neticesinde, dava konusu taşınmazın başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiş ve ilk derece mahkemesi kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/10/2001 tarih ve E.2001/7092, K.2001/7874 sayılı kararı ile onanmıştır. Hazine vekili tarafından yapılan karar düzeltme başvurusu üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/2/2002 tarih ve E.2002/269, K.2002/976 sayılı kararı ile dosya kapsamı uyarınca dava konusu taşınmazın yayla vasfında olduğu gerekçesiyle Dairenin onama kararının kaldırılmasına ve ilk derece mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Ödemiş Asliye Hukuk Mahkemesince bozma ilamına uyularak 6/6/2002 tarih ve E.2002/106, K.2002/260 sayılı karar ile başvurucunun tescil talebinin reddine hükmedilmiştir. İlk derece Mahkemesi kararı kanun yollarından geçerek kesinleşmiştir. Başvuruya konu taşınmaz daha sonra başlayan kadastro tespit çalışmaları kapsamında, kazandırıcı zamanaşımına elverişli zilyetliğe istinaden başvurucu adına tespit görmüş, yapılan tespit, askı ilan süresi içinde kadastro mahkemesine dava açılmadığı belirtilerek 27/1/2006 tarihinde kesinleşmiştir. Hazine tarafından, yukarıda bahsedilen Mahkeme kararları ile taşınmazın yayla vasfında olmakla zilyetlikle kazanılamayacağına ve bu suretle başvurucunun tescil isteminin reddine hükmedildiği belirtilerek, kesinleşen Mahkeme kararları nazara alınmaksızın başvurucu adına yapılan tescilin iptali ile taşınmazın yayla vasfıyla özel siciline tesciline karar verilmesi istemiyle dava açılmıştır. Ödemiş Asliye Hukuk Mahkemesinin 30/3/2012 tarih ve E.2011/285, K.2012/176 sayılı kararı ile dava konusu taşınmazın kadimden beri yayla olduğunun ve bu niteliği itibariyle zilyetlikle kazanılamayacağının daha önceki kesinleşen Mahkeme kararlarıyla sabit olduğu ve belirtilen kararlardaki taşınmazla miktar ve hudut itibariyle aynen örtüştüğünün keşfen belirlendiği belirtilerek, davanın kabulü ile taşınmazın tapu kaydının iptaline ve yayla vasfıyla özel siciline tesciline karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/6/2012 tarih ve E.2012/7272, K.2012/7938 sayılı kararı ile yargılama giderleri yönünden bozulmuş, Yargıtay Hukuk Dairesinin karar düzeltme talebinin reddine dair 17/10/2012 tarih ve E.2012/11503, K.2012/12002 sayılı kararı ile bozma kapsamı dışında kalan taşınmazın tapu kaydının iptaline ve yayla vasfıyla özel siciline tesciline dair ilk derece mahkemesi hükmü kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun ve maddeleri, 25/2/1998 tarih ve 4342 sayılı Mera Kanunu’nun maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/382 | Başvurucu, kadastro çalışmaları neticesinde adına tescil edilen taşınmazın tapusunun, Hazine tarafından açılan dava sonucunda iptal edildiğini ve taşınmazın yayla vasfıyla özel siciline tesciline hükmedildiğini belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1974 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu gerçek usulde katma değer vergisi mükellefidir. Beylikdüzü Vergi Dairesi Müdürlüğünün 30/11/2017 tarihli yazısıyla, hakkında olumsuz tespitler bulunan Ü. Limited Şirketinden 2015 ve 2016 yıllarında yapılan alışların yansıtıldığı beyannamelerin on beş gün içinde düzeltilmesi hâlinde kendisiyle ilgili olarak özel esasların uygulanmayacağı başvurucuya ihtar edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 2015/Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Ekim, Kasım ve Aralık dönemlerine ait katma değer vergisine ilişkin olarak 12/12/2017 tarihinde ihtirazi kayıtla düzeltme beyannameleri vermiştir. Düzeltme beyannamelerine dayanılmak suretiyle anılan dönemlere ilişkin olarak başvurucu adına katma değer vergisi tarh edilmiş ve kayba uğratılan verginin yarısı oranında vergi ziyaı cezası uygulanmıştır. Başvurucu 13/12/2017 tarihinde söz konusu tahakkuk işlemlerine karşı İstanbul Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, vergi idaresinin hiçbir inceleme yapmadan tehditle düzeltme beyannamesi verdirmesinin hukuka ve Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme 6/7/2018 tarihli kararıyla davayı kabul etmiş ve tarhiyatı iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde;i. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasında mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları kurala bağlanmakla birlikte 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmü dikkate alındığında ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere karşı dava açılabileceği vurgulanmıştır. ii. Mükelleflerin 213 sayılı Kanun'un maddesi hükmünde yazılı koşullarla kendiliklerinden pişmanlık dilekçesi ile yeni bir beyanname vermeleri söz konusu olmakla birlikte çoğunlukla idarenin baskısı sonucu ikinci bir beyanname verildiği durumlarla da sık sık karşılaşıldığı, hatta verilen beyannameye dava açma hakkını saklı tutan ihtirazi kayıt konulmasına idarece izin verilmediği, aksi hâlde beyannamenin kabul edilmediğinin gözlemlendiği belirtilmiştir. iii. Vergi idaresinin vergilendirme yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerini, Anayasa ve kanunların özünü ve ruhunu, yargı içtihatlarını ve idari gelenekleri dikkate almak durumunda olduğu ifade edilmiştir. Hukukun üstünlüğü için kanunların varlığının yeterli olmadığı, o kanunların adalete ve hakkaniyete de uygun olması gerektiği açıklanmıştır. Vergilendirme yetkisinin temel hak ve özgürlüklerle olan yakın ilgisi nedeniyle, bireylerin devlet müdahalelerinden önceden haberdar olmasının ve geleceğe ilişkin planlarını buna göre yapabilmelerinin hukuk güvenliğinin bir gereği olduğu belirtilmiştir. iv. İdare hukukunda özel hukuktan farklı olarak idarenin tek taraflı irade beyanı hukuki sonuç doğurmaya yeterli olsa da olayda olduğu üzere mükelleflerin özgür irade beyanı üzerine vergi tarh ve tahakkuk ettirilmesi gibi idari işlemlerin tesis edildiği durumlarda bu irade beyanlarının her türlü sakatlıktan, iradeyi bozucu etkenlerden uzak şekilde oluşması gerektiği vurgulanmıştır. İrade beyanını sakatlayıcı durumların söz konusu olması hâlinde bu beyana dayanılarak tesis edilen idari işlemin hukuka uygun olduğundan söz edilemeyeceğine değinilmiştir. v. Uygulamada vergi dairelerinin olumsuz mükellefler listesine girmiş bir mükelleften mal ve hizmet alan diğer mükellefleri yazılı ya da sözlü olarak bu mükelleflerden alınan faturaları beyannamelerinden çıkarmaları yolunda uyardıklarının görüldüğüne işaret edilmiştir. Birçok firmanın incelemeye maruz kalmamak için idarenin bu talebini yerine getirdiğinin ve ilave vergi tahakkukunu faiziyle birlikte ödemek zorunda kaldığının altı çizilmiştir. Vergi idaresinin bu uygulamasının kod listesine alınan mükelleflerden mal ve hizmet alan tüm mükellefleri de etkileyen bir sonuç ortaya çıkardığı vurgulanmıştır. vi. Olayda katma değer vergisi beyannamelerini veren başvurucunun daha sonra ihtirazi kayıt konulmak suretiyle ikinci bir beyanname daha vererek ilk beyannamede yer alan indirime konu bazı faturaların beyannameden çıkarılmasının sağlandığı belirtilmiştir. Bu durumun başvurucunun iradesiyle ortaya çıktığı iddia edilse de ticari hayatın olağan koşulları altında bir yükümlünün bu yönde bir eylemde bulunması olağan sayılamayacağı için davacının verdiği ikinci beyannamenin özgür iradeyle oluştuğundan söz edilemeyeceği ifade edilmiştir. vii. Davalı idarece başvurucunun indirim veya iade konusu yaptığı bazı faturaların sahte olduğunun ileri sürüldüğü durumlarda bu hususun vergi incelemesine konu yapılarak açıkça ortaya konulması gerektiği kaydedilmiştir. Başvurucu hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisinin ve fatura düzenleyicilerinin işlemleri her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan düzeltme beyannameleri üzerine yapılan tarh işleminde ve kesilen vergi ziyaı cezalarında hukuka uyarlık görülmediği kabul edilmiştir. viii. Davalı idarenin 30/11/2017 tarihli yazısıyla ismi belirtilen mükelleften yapılan mal ve hizmet alımları sebebiyle indirim konusu yapılan katma değer vergilerinin tenzil edilmemesi hâlinde mükellefin özel esaslar listesine alınacağı bildirildiği için davacının süresinden sonra verdiği düzeltme beyannamesini serbest iradeyle verdiğinden söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Süresinden sonra serbest iradeye dayanmayan ve davalı idarenin zorlamasıyla verilen beyannameye ihtirazi kayıt konulabileceği kabul edilmiştir. İhtirazi kaydın hangi süre içinde verileceğine ilişkin kanuni bir sınırlamanın olmadığı hususunun Anayasa Mahkemesinin 14/6/2017 tarihli ve E.2017/24, K.2017/112 sayılı kararında da vurgulandığı dikkate alındığında başvurucunun tahakkuk ettirilen vergilere dava açabilmesine engel bir durumun mevcut olmadığı sonucuna varılmıştır. ix. Davalı idarenin gönderdiği yazının başvurucunun iradesini sakatladığı hususu gözetilmeden ve somut olay dikkate alınmadan salt süresinden sonra verilen beyanname sonucu tarh edilen vergilere dava açılamayacağı şeklindeki bir yaklaşımın başvurucunun hak arama hürriyetinin ihlaline sebep olacağı kanaati açıklanmıştır. Davalı idare bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesi 26/11/2018 tarihli kararıyla mahkeme kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde;i. 213 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında konusunu tarh edilen vergilerin oluşturduğu vergi davalarının esasının incelenmesine, mükelleflerin kendi beyan ettikleri matrahtan kaynaklanan kısım yönünden sınırlama getirildiği belirtilmiştir. Beyan üzerinden alınan vergilerde beyannamenin kabulü üzerine derhâl tahakkuk fişi düzenlenerek verginin aynı tarihte tahakkuk ettirildiği ifade edilmiş ve bu şekilde tarh edilen ve tahakkuk ettirilen vergiye karşı dava açılamayacağı vurgulanmıştır. Mükelleflerin düzenleyerek imzalarıyla onayladıkları beyannameler üzerinden tarh edilen vergilere karşı vergi davası açılmasına hukuken olanak bulunmadığı açıklanmıştır. ii. 2577 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce Danıştayın mükelleflerin beyannamede yazılı matrahın tümünün veya bir kısmının ihtirazi kayıt koyarak beyan edilmesi hâlinde buna karşı dava açabilmelerine olanak tanıyan yerleşik içtihadının 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmüyle yasal temele kavuşturulduğuna işaret edilmiştir. Mükelleflerin beyannamelerinde bildirdikleri matrahlara veya bildirilen matrahlar üzerinden tarh ve tahakkuk ettirilen vergilerin ihtirazi kayıt konulan kısmına karşı vergi davası açabilmelerinin ancak yasal süresi içinde verilen beyannameler üzerine tahakkuk ettirilen vergiler için geçerli olduğu belirtilmiştir. iii. Başvurucu tarafından beyanname verme süresi geçirildikten sonra ilgili dönemlere ait katma değer vergisi düzeltme beyannamelerine konulan ihtirazi kaydın, süresinden sonra verilen beyanname üzerine tahakkuk ettirilen vergiye dava açılmasına olanak sağlayan bir çekince olarak kabulüne olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu durumda süresi geçtikten sonra ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi verilmesi üzerine tesis edilen ve incelenebilir nitelikte olmayan tarh işlemleri ile geç tahakkuk ettirilen vergiler nedeniyle gerçekleştirilen ceza kesme işlemlerine karşı açılan davanın kabulü yönündeki kararın kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Nihai karar 21/12/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Arbay Petrol Gıda Turizm Taşımacılık Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve Arbay Turizm Taşımacılık İthalat İhracat İnşaat ve Organizasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi [GK], B. No: 2015/15100, 27/2/2019, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2677 | Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensubu olan başvurucunun Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) şikâyet dilekçesi vermesinden dolayı disiplin cezası ile cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün; uzman olmadığı alanlarda çalıştırılması nedeniyle angarya yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 21/9/2016 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, TSK’da astsubay olarak görev yapmaktadır. Yaklaşık yirmi yıl Genelkurmay Başkanlığı Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı birliklerinde çalıştıktan sonra 1/1/2012 tarihinde Edirne Mekanize Piyade Tugayı Muhabere ve Elektronik Bilgi Sistemleri (MEBS) Bölüğüne ikmal astsubayı olarak atanmıştır. Başvurucu, atandığı yerdeki ikmal astsubaylığı görevinin yanında tugayda bulunan notebookların sorumluluğu (BİLMAY), kışladaki bina, arazi ve ağaçların sorumluluğu (EMAKİN), askerî lojman kreşinde bulunan LCD televizyon, mühimmat, benzinlik, kazan dairesi, jeneratör, bulaşıkhane ve yakıt alım-sarf sorumluluklarının kendisine adil olmayacak bir şekilde tevdi edildiğini iddia etmektedir. Ayrıca başvurucu, bilgi yönünden yetersiz olduğu bir alanda çalıştırılması sebebiyle birçok defa ceza aldığını ve bu durumdan dolayı psikolojisinin bozulduğunu belirtmektedir. Başvurucu; yeni görevinde yaşadığı sıkıntıları, mazeretleri, hakkında verilen cezalardan önce verdiği savunmalarında, savunmaya itiraz dilekçelerinde ve Kara Kuvvetleri Tayin Dairesine verdiği tayin istek formlarında belirtmesine rağmen bu başvurularından bir kısmına cevap alamaması, bir kısmına da olumlu cevap alamaması üzerine 27/1/2014 tarihinde BİMER’e başvurmuştur. Başvuru içeriğinin bir kısmı şöyledir:“26 Eylül 2013 tarihinde 815043 numarası ile BİMER’e başvurdum. Yaklaşık dört ay geçmesine rağmen kurumumdan cevap alamadım. Sadece bölüğümün bağlı olduğu Tugay Komutanlığı şikâyetlerimin bir kısmı ile ilgili olarak bölük komutanıma sorarak cevap göndermiştir. Bana veya bölükte başka bir personele konu ile ilgili bir soru sormamışlardır. Kısaca benim şikâyet ettiğim bölük komutanımın cevapları yine bölük komutanım tarafından bana tebliğ edilmiştir. … Üstelik sorularımın büyük bir kısmına kurumum tarafından cevap hala gelmedi. Cevap olarak sadece şu an üzerimdeki baskı ve eziyet giderek artmaktadır. Boyun fıtığı ameliyatı olmam nedeniyle uzun bir aradan sonra mesaiye katıldığımın ilk günü sabah yoklamasına sivil olarak katıldığım için savunma ve devamında da uyarı cezası aldım. Söylediğim gibi uzun bir aradan sonra mesaiye geldiğimde odamın kapısını açamadım. Çünkü odamın kapısının anahtarı benim bilgim dışında değiştirilmişti. Uzun süre aramama rağmen bulamadım, buna şahit olan personel de var. Bunu bölük komutanıma belirtmeme rağmen bana savunma ve ceza verdi, üstelik aynı gün başka bir personel mesaiye geç geldi. Ayrıca bölük komutanımın kendisi de öğlen içtimasına geç geldi. Bunu niye buraya yazıyorum? Çünkü bölük komutanımın bana ayrımcılık yaptığını, eziyet ettiğini düşünüyorum. Tugay’ın verdiği cevaplardan birinde ceza kararlarına itiraz haklarımı kullandığım ikinci amir tarafından onaylandığı belirtiliyor. Savunma ve itiraz haklarımın tamamen prosedürden ibaret olduğunu düşünüyorum. Benim savunmalarıma verdiğim cevapların hepsinde haklı gerekçeler olduğunu düşünüyorum. 20 yıldır ben iyiyim de son iki yıldır mı kötüyüm? Bana verilen cezaların taraflı olarak verildiğini düşünüyorum. Bir insan hiç mi haklı olmaz? Ben, 20 yılda doğru düzgün bir tane cezam yok, son iki yılda kaç tane olduğunu sayamadım. O zaman savunma ve itiraz hakları da kaldırılsın. Ya bir insan hiç mi haklı olmaz. İki yıldır savunma alıp da ceza almadığım hiçbir konu yok. Ceza sebeplerim, tekmil vermedin, hastane sonucunu bildirmedin, malzemeyi zamanında almadın, askeri nezaket kurallarına uymadın, bu ceza sebeplerinin bahane olduğunu düşünüyorum. İşte son olarak da, ameliyat sonrası mesaiye katıldığımın daha ilk gününde, mesaiye sivil katılmak. İki yıldır mutsuz, gergin, sinirli ve sık sık kendimi düşünürken buluyorum. Çıkış yolu bulamıyorum, kafama takmamaya, ruhsal halimi eve, eşime, çocuklarıma yansıtmamaya çalışıyorum. Fakat ne kadar uğraşsam da farkında olmadan onları da etkiliyorum. Bölük komutanım bana taraflı davranıyor ve eziyet ediyor. Ruhsal sağlığım bozuldu. Aldığım cezalar için yazdığım savunmaları boşuna yazdım. Çünkü daha savunmam istenirken cezalandırılacağımı biliyorum. Bir insan hiç mi haklı olmaz. Tamam, öyle olmadığını düşündüğüm halde, bütün cezaların hepsinde ben hatalı olsam dahi, ben eğitimin ve kursunu almadığım bu görevde çalışmak istemiyorum. 2012 Ocak ayına kadar 20 yıl boyunca Genelkurmay GES Komutanlığında (Edirne Birlik) çalışıyordum. Fakat birdenbire hiçbir açıklama yapılmadan ve sebep bildirilmeden 2012 Ocak ayında tayinim şu an Edirne’de bulunan Tugay’da MEBS Bölüğü İkmal Astsubaylığına çıktı. Defalarca Kara Kuvvetleri ile görüşmeme rağmen tayinimin çıkma sebebi hakkında tarafıma bir açıklama yapılmadı. Tayin olduğum branşın eğitimini ve kursunu almadım. Tugay, ikmal astsubaylığı yaptığımı söylüyor fakat ben GES Komutanlığında ikmal astsubaylığına atanmama rağmen GES Komutanlığında kendi branşımda çalıştım. İkmal astsubaylığı yaptığıma dair herhangi bir evrak bulamazlar, ben ikmal astsubaylığı yapmadım. 21 yıldır ben bu orduya hizmet veriyorum. Bana basit sebeplerle ceza verilmesi, üstelik hiç istemediğim ve sebebini bile bilmeden tayin olduğum bir görevden (ayrıca bu görevle ilgili bir eğitim almadığım halde) dolayı üst üste cezalar verilmesini benim aklım almıyor. Asıl sebepten ceza verme imkânı olmadığı zaman askerlikte hemen başka sebepler yaratıldığı kanaatindeyim.Ben, Pazar günü, hafta sonu mesaiye çağrıldığımda araç istedim (mesaiye ulaşım imkânı sıkıntılı olduğu için) diye hiçbir görevim ve işim olmadığı halde sırf cezalandırılmak için 5 gün boyunca tatbikata götürüldüm. Tugay (Bölük Komutanım), bu soruma tamamen farklı cevap vermiştir. Adli bir olay için depolara gelmemden bahsediliyor. Ben yazdığım dilekçede bu konudan hiç bahsetmedim bile. Ayrıca tüm diğer birlik tatbikatta iken benimde katılmamın doğal olduğu belirtiliyor. Ben, tatbikata neden katılıyorum gibi herhangi bir şikâyette bulunmadım. Ben mesaiye çağrıldığımda birlik zaten tatbikatta idi ve bir malzeme vermem için çağrıldım ve tekrar ediyorum, sırf araç istedim diye tatbikata götürüldüm. Çünkü iki yıldır, ben sadece o tatbikata katıldım, diğer tatbikatlara katılmadım. Ayrıca tatbikat sırasında da yaklaşık bir hafta boyunca tatbikatta bana herhangi bir görev verilmedi, boş boş durdum. Tatbikata katılan bütün birlik personeline sorulabilir, bir tanesi de benim orada bir iş yaptığımı söyleyemez. Fakat burada sadece bölük komutanıma soruluyor, onun cevabı bana aynen yine bölük komutanım tarafından tebliğ ediliyor. 2013 senesinde aldığım cezalardan birisi, nöbet konusunda idi. Fakat verilen görevlerin tamamının tam anlamıyla yapılması imkânsızdı. Bunu da savunmada belirtmiştim, fakat sonuç değişmedi. Sorumluluklar veriliyor, yapılması mümkün olmadığı halde, bir olay olduğunda bundan sen sorumlusun, ver savunmanı, al cezanı, deniliyor. Tugay, buna cevap olarak devamlı emirler muhtırasını gösteriyor. Fakat verilen görevlerin tamamının yapılması imkânsız. Görev dağılımında adil davranılmıyor. Bir insan aynı anda iki yerde birden olamaz. Bir insan aynı anda hem devriye atıp hem bölüklerle (iki bölük, bir takım) ilgilenip hem araç komutanlığı yapması mümkün değildir (bu arada yemek yeme, dinlenme gibi insani ihtiyaçlarımı hiç saymıyorum, çünkü bana insan olarak bakıldığını düşünmüyorum). Benim bu bölükte çalıştırılmaya devam edilirse başıma gelen her şeyden amirlerim sorumludur.Mesai dışında çalışan diğer memurlar, ek ücret veyahut yaptıkları mesai karşılığında izin kullanıyorlar. Fakat TSK’da böyle bir uygulama yok. Bırakın ek ücret almayı, devamlı nöbet, gece eğitimi, mesai, ekstradan çalıştıklarım gözönünde bulundurulmadığı gibi bunun bir ceza aracı olarak da kullanıldığını düşünüyorum. Eşit işe eşit ücret kapsamında diğer kamu görevlileri göze alındığında TSK mensubu olarak şahsıma adil davranılmadığını düşünüyorum. Üstelik nöbet sonrası mesaiye devam etmem fiziki olarak yıpranmama, yorgun ve bitkin düşmeme sebep olmaktadır. Bu konuyla ilgili bir cevap alamadım.… Artık ne yapacağımı şaşırdım. İşin içinden çıkamıyorum. Psikolojim bozuldu. En son BİMER başvurumdan sonra üzerimdeki baskılar ve eziyetler arttı. Zaten bana verilen görevleri yetiştiremiyorken üzerine devamlı yenileri ekleniyor. Mesaiye katıldığım ilk gün bana savunma (otomatik olarak ceza) veriliyor. Benim, bu bölükte çalışmaya devam edersem, benim buradan sağlıklı çıkmam mümkün değil. Başıma gelecek her şeyden amirlerim sorumludur. İki yıldır bir sürü sağlık problemim çıktı. MEBS Bölüğünde çalışmak istemiyorum. Tekrar ediyorum, ben işlerin kursunu ve eğitimini almadım. Bir insan her işi yapabilir mi? Astsubay olarak, bana bu şekilde bakıldığı kanaatindeyim. Her şeyden önce ben şuan yaptığım işi sevmiyorum. Bir insan sevmediği bir işi asla tam anlamıyla yapabileceğine inanmıyorum. Ben okuyup kursunu gördüğüm ve 20 yıl görev yaptığım Genelkurmay GES Komutanlığının Edirne’deki birliğine yani eski görev yerime tekrar tayin olmayı istiyorum. Saygılarımla.” Başvurucu, Edirne Mekanize Piyade Tugay MEBS Bölük Komutanlığının 1/7/2014 tarihli kararıyla üst amiri tarafından uyarma cezası ile cezalandırılmıştır. Kararın gerekçesi şöyledir:“27 Ocak 2014 tarihinde (77003 sayılı) BİMER'e başvuruda bulunmanız, TSK 6413 sayılı Disiplin Kanunu'nun 15 (1)-e maddesine göre usulsüz müracaat ve şikâyette bulunmak disiplinsizliği kapsamına girdiğinden sizi uyarma cezası ile cezalandırıyorum.” Başvurucunun anılan cezanın iptal edilmesi talebiyle bir üst amirine yaptığı itiraz, Mekanize Piyade Tugay MEBS Komutanlığının 3/7/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“İlgili dilekçenizde belirtilen konuların incelenmesi neticesinde:…211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 13’üncü maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet olarak tanımlanmakta ve askerliğin temelinin disiplin olduğu belirtilmektedir. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere, askeri disiplinin temel amacı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurumsal düzeninin korunmasıdır. Bu bağlamda, 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanununun yasakladığı fiillerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurumsal düzenine yönelik olması gerektiği açıktır.…Söz konusu eyleminizin, yukarıda yer verilen anayasal ve yasal hükümler birlikte değerlendirildiğinde 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu 15-1/e maddesine aykırı olduğu, 27 Ocak 2014 tarihli ve 77003 sayılı BİMER başvurunuz ile sabit olup size verilen 1 Temmuz 2014 tarihli itirazınızın uygun olmadığı değerlendirilmektedir.” Başvurucu, anılan uyarma cezasına karşı 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu uyarınca mahkemeye başvurma hakkı olmadığını belirtmektedir. Başvurucu 17/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Şikâyetler” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Her asker, gerek hizmete ve gerek zati işlerine ait kanun ve nizamların kendisine vermiş olduğu hak ve salahiyetler her hangi bir surette haksız olarak ihlal edilirse veya ihlal edildiğini zannederse şikâyet etmek hakkını haizdir.” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Şikâyet söz veya yazı ile en yakın amire yapılır. Eğer bu amirden şikâyet olunacaksa bir derece üstündeki amire yapılır. Ve bunun gibi her şikâyet edilen amir geçilir. Sözle yapılan şikâyetler bir zabıtla tesbit olunur.” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Şikâyet reddedildiği takdirde, şikâyetçiye bu yüzden ceza verilmez. Ancak şikâyet ederken şikâyetçi bir suç işlemiş veya bir disiplin tecavüzünde bulunmuşsa ayrıca mesul olur.” 6413 sayılı Kanun'un “Uyarma cezası gerektiren disiplinsizlikler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir: “Uyarma cezasını gerektiren disiplinsizlikler şunlardır: …e) Usulsüz müracaat veya şikâyette bulunmak: Türkiye Büyük Millet Meclisine yapılan müracaatlar hariç olmak üzere, kanun ve nizamlarla belirlenmiş usul ve kurallara riayet etmeden yazılı, sözlü veya elektronik olarak müracaat veya şikayette bulunmaktır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun vazgeçilmez temel taşlarından, toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biri olduğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda ifade özgürlüğünün sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen “bilgi” ve “düşünceler” için değil aynı zamanda devlet veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu, demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülüğün bunu gerektirdiğini ifade etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 24/9/1976, § 49). AİHM’e göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinde ifade özgürlüğünün istisnaları bulunmaktadır. Ancak bu istisnalar dar yorumlanmalı ve kısıtlama ihtiyacının bulunduğu inandırıcı bir şekilde ortaya konulmalıdır (Lingens/Avusturya, B. No: 9812/82, 8/7/1986, § 41). AİHM, şikâyet konusu müdahalelere olayın bütünlüğü içinde bakarken müdahalenin izlenen meşru amaçla orantılı olup olmadığına ve müdahaleyi haklı kılmak için ulusal makamlar tarafından gösterilecek gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığına; ifade özgürlüğü ile ilgili ilkelere uyumlu standartların maddi olaylara kabul edilebilir ölçüde uygulanıp uygulanmadığına dikkat etmektedir (Jersild/Danimarka, B. No: 15890/89, 23/9/1994, § 31). Bunu yaparken de demokratik bir toplumda gerekliliği tartışılmaz olan durumlarda ordu, emniyet veya başka bazı alanlarda siyasi ve toplumsal faaliyetlere sınırlamalar getirilmesinin mümkün olduğunu gözetmektedir (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, § 52; Vogt/Almanya, B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53). Ayrıca AİHM; Sözleşme’nin maddesinin kışlanın kapısında durmayacağını, başka bir deyişle anılan maddenin devletin egemenliği altındaki diğer insanlara uygulandığı gibi asker kişilere de uygulanacağını özellikle vurgulamaktadır. Bununla birlikte silah altındakilerin askerî disiplini zayıflatmalarını önlemek amacıyla düzenlenmiş hukuk kuralları bulunmadan bir ordunun gereği gibi görev yapabileceğini düşünmek mümkün olmadığından askerî disipline karşı gerçek bir tehdidin bulunması hâlinde ifade özgürlüğüne kısıtlamalar getirilebileceği belirtilmektedir (Vereinigung Demokratischer Soldaten Österreichs ve Gubi/Avusturya, B. No: 15153/89, 19/12/1994, § 36). Dolayısıyla silahlı kuvvetlerin iç düzeni ve hiyerarşik yapısını düzenleyen özel kuralların varlığının kaçınılmaz bir durum olduğu AİHM tarafından da kabul edilmektedir (A./Türkiye, B. No: 29986/96, 22/12/2005, § 21; Pulatlı/Türkiye, B. No: 38665/07, 26/4/2011, § 20). Ancak AİHM, ifadeler bir kurum olarak ordunun kendisine karşı yöneltilmiş olsa bile ulusal makamların ifade özgürlüğünün içini boşaltmak amacıyla bu tür kısıtlayıcı kurallara dayanamayacağını da eklemektedir (Grigoruades/Yunanistan, B. No: 24348/94, 25/11/1997, § 45). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12143 | Başvuru, Türk Silahlı Kuvvetleri TSK) mensubu olan başvurucunun Başbakanlık İletişim Merkezine BİMER) şikâyet dilekçesi vermesinden dolayı disiplin cezası ile cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün; uzman olmadığı alanlarda çalıştırılması nedeniyle angarya yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 18/3/2014 ve 25/8/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/14692 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2014/3726 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2015/14692 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2014/3726 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: A. 12/1/2009 Tarihinde Gerçekleştirilen Mülakata İlişkin Süreç Yönünden Başvurucu, Kocaeli Barosuna kayıtlı avukat olarak çalışmakta iken Avukatlar İçin Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylığı Seçme Sınavı'nın yazılı aşamasında başarılı olduğunu, 12/1/2009 tarihinde gerçekleştirilen mülakat aşaması sonrasında başarısız sayıldığını beyan etmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen işlem aleyhine 26/2/2009 tarihinde iptal davası açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 30/9/2009 tarihli ve E.2009/276, K.2009/1256 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun yürütmenin durdurulması istemli temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 29/5/2012 tarihli ve E.2009/9303, K.2012/3722 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 23/12/2013 tarihli ve E.2012/10772, K.2013/12424 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 25/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. 5/4/2010 Tarihinde Gerçekleştirilen Mülakata İlişkin Süreç Yönünden Başvurucu tarafından açılan ilk davada (bkz. § 10) davanın reddi kararının, yürütmesinin durdurulması istemli temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesince 13/1/2010 tarihinde 12/1/2009 tarihli mülakatın yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiş; bu karar akabinde başvurucu 5/4/2010 tarihinde tekrar mülakata alınmış, bu mülakat aşaması sonrasında da başvurucu başarısız sayılmıştır. Başvurucu tarafından belirtilen işlem aleyhine 24/5/2010 tarihinde iptal davası açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 16/2/2011 tarihli ve E.2010/761, K.2011/247 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 5/12/2013 tarihli ve E.2011/6062, K.2013/9712 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 17/6/2015 tarihli ve E.2015/8934, K.2015/3851 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 20/8/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3726 | Başvurular, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kaçak elektrik kullanımı iddiasıyla ilgili olarak tahakkuk ettirilen borca ilişkin menfi tespit davasında aboneliğin sonlandırılması yönünden aboneye ölçüsüz külfet yüklenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle başvurucu 2/1/2003-24/5/2004 tarihleri arasında emlakçılık yaptığı adreste kiracı olarak bulunmuş ve 15/1/2003 tarihinde işyeri elektrik aboneliğini gerçekleştirmiştir. Başvurucu, söz konusu işi bırakarak işyerinden 24/5/2004 tarihinde ayrılmıştır. Başvurucu, işyerinden ayrılırken elektrik aboneliğini iptal ettirmeyi unuttuğunu belirterek daha sonra vekili (aynı zamanda damadı) olan Ö.E.nin 6/7/2005 tarihinde, üstünde "Abone Fesih Kâğıdı" yazan ve "Toroslar Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi Adana Müssesesi ... Şefliğine" hitaben hazırlanan matbu dilekçe şeklindeki belgeyi imzalamıştır. Sayacın numarasının ve son endeksinin yazılı olduğu belgede şirket çalışanı T.S.nin de imzası bulunmakta ve imza tarihi olarak 8/7/2005 yazmaktadır. Söz konusu işyerinde ilki 14/12/2005 tarihli olmak üzere kaçak kullanıma ilişkin tutanaklar tutulmuştur. Yaklaşık iki yıl sonra Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş. (Şirket) tarafından kaçak elektrik kullanımına ilişkin borcu bulunduğu gerekçesiyle başvurucu adına icra takibi başlatılmıştır. Bunun üzerine başvurucu, böyle bir borcu olmadığının tespitine ve haksız takipte bulunan davalının alacağın en az %40'ı oranında icra inkâr tazminatı ödemesine karar verilmesi talebiyle Adana Asliye Hukuk Mahkemesinde 13/3/2008 tarihinde dava açmıştır. Dava değeri 663,46 TL olup daha sonra ıslah edilmiştir. Başvurucu; davada kendisinden sonra aynı yerde faaliyette bulunan diğer kişilerin zaman zaman kaçak elektrik kullandıklarını ve bundan dolayı kendisinin takibe alındığını, takip yapılmaması için menfi tespit davası açtığını ifade etmiştir. Davalı Şirket ise abonenin usulüne uygun olarak kesilmiş enerjiyi yükümlülüklerini yerine getirmeden kullandığını tespit ettiğini, yedi adet Kaçak Elektrik Kullanma Tespit Tutanağı düzenlediği, kaçak elektrik kullanımından doğan borçtan kullanan ile birlikte abonenin de müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu, başvurucunun kendileriyle yaptığı sözleşmeyi ihmali neticesinde feshetmediğini, sonuçlarına katlanması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Adana Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) kaçak elektrik kullanımından veya normal tüketimden elektrik abonesinin kullananlarla birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olacağına dair Yargıtay kararlarına atıfla başvurucunun devam eden aboneliği üzerinden yapılan kaçak kullanımın ve tüketimin bedelinden elektriği kullanan kişiler ile müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu gerekçesiyle 25/9/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, başvurucu vekilinin temyiz dilekçesi ekinde müvekkilinin aboneliğe konu işyerinde elektriği kestirdiğine dair abone fesih belgesini ibraz ettiğini belirterek öncelikle belgenin geçerli olup olmadığının tespitine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle 18/11/2009 tarihinde hükmü bozmuştur. Mahkeme; bozma kararına uyarak davalıdan söz konusu aboneliğin sona erdirildiğine dair tutanağın aslının gönderilmesini istemiş ve davalı, aboneliğin sona erdiğine dair bir belgenin mevcut olmadığını Mahkemeye bildirmiştir. Bunun ardından Mahkeme, bozma ilamına göre başvurucunun abone fesih belgesinin geçerli olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle 9/11/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 1/6/2011 tarihinde kararı ikinci defa bozmuştur. Gerekçede; ilk bozma gereklerinin tam olarak yerine getirilmediğini zira davalı tarafından gönderilen cevapta çelişki bulunduğunu, başvurucunun sorumlu olup olmadığının saptanabilmesi için 6/7/2005 tarihli abone fesih kâğıdının davalı idarenin kayıtlarına işlenip işlenmediği hususunda araştırma ve inceleme yapılıp anılan belgeyi imzalayan görevli T.S.nin tanık olarak ifadesine de gerektiğinde başvurulmak suretiyle davalı idarenin cevap yazısındaki çelişki giderildikten sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir karar verilmesinin lüzumlu olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, bozma kararına uyarak abone fesih kâğıdında imzası bulunan T.S.yi 11/6/2013 tarihinde tanık sıfatıyla dinlemiştir. T.S. "...belgedeki imza bana aittir, abone Tedaş'a taşınacağına dair beyanda bulunuyor, bunun üzerine Tedaş tarafından abonelik elektriğinin kesilmesi için o gün ben görevlendirilmişim, ben gidip elektriği kesip son endeksi abone fesih kağıdına yazdım ve imzaladım, imza benimdir, benim yaptığım bu işlem doğrudur, ben son endeksi aldım, bu kağıda yazdım, ondan sonra abonenin elektriği kestim..." şeklinde beyanda bulunmuştur. Mahkeme; T.S.nin ifadesiyle de teyit ettiği 8/7/2005 tarihli abone fesih kâğıdına bizzat kendisinin son endeksi yazdığının anlaşıldığı, icra takip tarihleri itibarıyla son endeks ve tahakkuk dönemlerinin elektriğin kesildiği ve abone fesih tarihinden sonraki dönemi ihtiva ettiği, diğer tanık ifadelerinden de başvurucunun 2005 yılında işyerini kapattığının ve dükkânı boşalttığının anlaşıldığı, icra dosyalarında kaçak elektrik kullanıldığı belirtilen dönemlerde başvurucunun taşınmazla fiilen ilgisini kesmiş olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, başvurucunun borçlu olmadığının tespitine karar vermiştir. Kararın temyiz incelemesi, bu kez Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından yapılmış ve 9/4/2014 tarihinde karar bozulmuştur. Bozma kararında; abone fesih kâğıdını imzalayan ve davalı Şirketin görevlisi olan tanık T.S. başvurucunun aboneliğini feshettirmek için Şirkete başvurduğunu, kendisinin davaya konu işyerinde elektriği keserek bu belgeyi düzenlediğini ifade etmiş olsa da davalının cevabi yazısıyla, anılan abone fesih belgesinin Şirket arşivlerinde olmadığı ve başvurucunun aboneliğinin devam ettiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Uyuşmazlığın fiilî kullanıcının eyleminden doğan kaçak kullanım bedelinden aboneliğini iptal ettirmeyen abonenin de fiilen kullananla birlikte müteselsilen sorumlu olup olmayacağı noktasında toplandığına dikkati çeken Yargıtay Hukuk Dairesi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27/4/2011 tarihli ve E.2011/19-104 K.2011/239 sayılı ilamına atıfla kaçak kullanımdan abone ile fiilî kullanıcının müteselsilen sorumlu olduğunu ifade etmiştir. Daire sonuç olarak aboneliğini iptal ettirmeyen abonenin fiilî kullanıcının eyleminden doğan kaçak elektrik bedelinden müteselsilen sorumlu olacağı gözetilmeden karar verildiğini belirtmiştir. Mahkeme, yeniden bozma kararına uymuş ve 9/2/2015 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde aboneliğini iptal ettirilmedikçe fiilî kullanıcının eyleminden doğan kaçak elektrik bedelinden başvurucunun da kullananla birlikte müteselsil sorumlu olması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/9/2017 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme talebinin 20/9/2018 tarihinde reddiyle de kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 28/11/2018 tarihinde öğrendikten sonra 28/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37889 | Başvuru, kaçak elektrik kullanımı iddiasıyla ilgili olarak tahakkuk ettirilen borca ilişkin menfi tespit davasında aboneliğin sonlandırılması yönünden aboneye ölçüsüz külfet yüklenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamulaştırmasız el atma bedelinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular nihai hükmü 11/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 10/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15144 | Başvuru; kamulaştırmasız el atma bedelinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, emlak vergisine esas asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin yüksek belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Filiz Freifrau Von Thermann ve İnci Sieber sırasıyla 1955 ve 1958 doğumlu olup Almanya Federal Cumhuriyeti'nin Münih şehrinde ikamet etmektedir. Başvurucular, Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde bulunan 244 ada 1, 2, 8, 9, 10, 25, 26 ve 32 parsel numaralı taşınmazların malikidir. Başvurucular anılan taşınmazlar üzerinde kamp işletmeciliği işiyle iştigal etmektedir. 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu'nun ve maddelerine göre Türkiye sınırları içinde bulunan binalar, arsalar, araziler bina ve arazi vergisine tabidir. Söz konusu Kanun'un ve maddeleri uyarınca bina ve arazi vergisi; bina ve arazinin maliki, varsa intifa hakkı sahibi, her ikisi de yoksa bina veya araziye malik gibi tasarruf edenler tarafından ödenir. Anılan Kanun'un ve maddelerine göre bina ve arazi vergisi, ilgili belediye tarafından dört yılda bir defa olmak üzere takdir işlemlerinin yapıldığı yılı takip eden bütçe yılının ocak ve şubat aylarında vergi değeri esas alınarak yıllık olarak tarh olunur. Bu suretle tarh olunan vergiler, tarh edilen tarihte tahakkuk ettirilmiş sayılır. Yapılan tarh ve tahakkuku takip eden yıllarda vergi değeri üzerinden hesaplanan bina ve arazi vergisi, her bütçe yılının başından itibaren o yıl için tahakkuk ettirilmiş sayılır. 1319 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca arsa ve arazilerin vergi değeri 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin hükümlerine göre takdir komisyonlarınca "arsalar için her mahalle ve arsa sayılacak parsellenmemiş arazide her köy için cadde, sokak veya değer bakımından farklı bölgeler (turistik bölgelerdeki cadde, sokak veya değer bakımından farklı olanlar ilgili valilerce tespit edilecek pafta, ada veya parseller), arazide her il veya ilçe için arazinin cinsi (kıraç, taban, sulak) itibarıyla takdir olunan birim değerlere göre'' belirlenmektedir. Binaların vergi değeri ise bina metrekare normal inşaat maliyetleri ile arsanın değeri esas alınarak hesaplanmaktadır. Vergi değeri, dört yılda bir yeniden takdir edilmekte ve takip eden üç yıl için ise bir önceki yıl vergi değerinin 213 sayılı Kanun hükümleri uyarınca aynı yıl için tespit edilen yeniden değerleme oranının yarısı nispetinde artırılması suretiyle bulunmaktadır. Başvurucular söz konusu taşınmazların maliki olması sebebiyle Burhaniye Belediyesinde (Belediye) emlak vergisi mükellefidir. Başvurucuların taşınmazlarının emlak vergisine esas metrekare birim değeri 2017 yılında 393,54 TL'dir. Takdir Komisyonu 2017 yılı genel takdir döneminde başvurucuların taşınmazlarının bulunduğu mahal yönünden 2018 yılı için asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerini 780 TL olarak tespit etmiştir. Başvurucular, Takdir Komisyonu kararının iptali istemiyle 28/7/2017 tarihinde Balıkesir Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucular, Takdir Komisyonunun belirlediği 780 TL asgari ölçüde metrekare birim değerinin gerçeği yansıtmadığını ve yüksek olduğunu belirtmiştir. Dilekçede; taşınmazlarının konut yapımına izin verilmeyen nitelikte olduğunu, buna rağmen çevresindeki çok değerli ve müşteri çekmekte sıkıntı yaşamayan villalarla aynı kefede değerlendirilmesinin adil olmadığını ifade etmiştir. Takdir Komisyonunun belirlediği değer esas alındığında aşırı vergi yüküne maruz kaldıklarını dilekçede ileri süren başvurucular ayrıca bu durumun kendilerini arsayı satmaya zorladığını ve mülkiyet hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir. Vergi Mahkemesi 4/8/2017 tarihinde, davanın usulüne uygun olarak açılmaması sebebiyle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucular 14/9/2017 tarihinde dava dilekçesini yenilemiştir. Yenilenen dilekçede, önceki dilekçede ileri sürdükleri iddialara ek olarak Takdir Komisyonu kararının Takdir Komisyonunca taşınmazlarının kendine özgü durumunun dikkate alınmaması sebebiyle Anayasa'ya aykırı olduğunu belirtmiş; Takdir Komisyonu kararının dayanağını teşkil eden kuralların iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmasını talep etmiştir. Yargılama devam ederken 28/11/2017 tarihli ve 7061 sayılı Kanun'un maddesiyle 1319 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde yürürlüğe girmiştir. Anılan maddeye göre takdir komisyonlarınca 2017 yılı genel takdir döneminde 2018 yılı için takdir edilen asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin 2017 yılı için uygulanan birim değerlerinin %50’sinden fazlasını aşması durumunda 2018 yılına ilişkin bina ve arazi vergi değerlerinin hesabında 2017 yılı için uygulanan asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin %50 fazlasının esas alınması öngörülmüştür. Vergi Mahkemesi 20/3/2018 tarihinde konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. 1319 sayılı Kanun'un maddesine göre vergi değeri takdir komisyonlarınca takdir olunan birim değerlere göre hesaplanmaktadır. Ancak 7061 sayılı Kanun'un maddesiyle 1319 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeyle, 2018 ve takip eden 2019, 2020, 2021 yılları için uygulanmak üzere farklı bir usul öngörülmüştür. Buna göre takdir komisyonlarınca 2017 yılı genel takdir döneminde 2018 yılı için takdir edilen asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin 2017 yılı için uygulanan birim değerlerinin %50’sinden fazlasını aşması durumunda vergi değerinin hesabında artık anılan takdir komisyonu kararı uygulanmayacak, 2017 yılı için uygulanan asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin %50 fazlası esas alınacaktır. Bu durumda Takdir Komisyonunca 2018 yılı için takdir edilen asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerleri kanunen hükümsüz hâle gelmiştir.ii. Olayda taşınmazların bulunduğu yere ilişkin olarak Takdir Komisyonunca 2018 yılı için 780 TL birim değeri takdir edilmiştir. Taşınmaz için 2017 yılında uygulanan birim değeri ise 393,54 TL'dir. Bu itibarla 2018 yılı için takdir edilen birim değerin 2017 yılında uygulanan birim değerin %50'sinden fazlasını aştığı görülmüştür. Bu durumda 7061 sayılı Kanun'un maddesiyle 1319 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde uyarınca, Takdir Komisyonunca takdir edilen değerin yerine kanun hükmü gereğince belirlenen değerin uygulanacak olması karşısında konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.iii. Ayrıca emlak vergisine esas birim değerin 7061 sayılı Kanun hükmü ile belirlenmesi sebebiyle artık bu husustaki hukuka aykırılık iddialarının Anayasa Mahkemesi nezdinde ileri sürülmesi gerekmektedir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 13/7/2018 tarihinde Vergi Mahkemesinin kararını kaldırmış ve işin esası hakkında karar verilmek üzere dava dosyasının Vergi Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 7061 sayılı Kanun'un maddesiyle 1319 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddede 2018 yılına ilişkin asgari ölçüde metrekare birim değerlerini belirleyen takdir komisyonu kararlarında değişiklik yapılmasını öngören herhangi bir hüküm bulunmadığı ve bu maddenin görülmekte olan davalara ilişkin olarak da bir düzenleme içermediği belirtilmiştir. Kararda, 26/12/2017 tarihli ve 30282 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 72 Seri Numaralı Emlak Vergisi Kanunu Genel Tebliği'nde (72 Seri Numaralı Genel Tebliğ) takdir komisyonlarınca 2018 yılı için takdir edilen asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerine karşı açılan davalar neticesinde de 7061 sayılı Kanun'un maddesiyle 1319 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddedeki esaslar doğrultusunda hareket edileceğinin hükme bağlandığı vurgulanmıştır. Kararda sonuç olarak takdir komisyonu kararlarının hukukiliğinin denetlenmesi gerekirken anılan madde hükmünün takdir komisyonu kararlarında değişiklik yaptığı kabul edilerek işin esasına ilişkin bir irdeleme ve inceleme yapılmamasının hukuka uygun olmadığı belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin kaldırma kararı üzerine yeniden yargılamaya başlayan Vergi Mahkemesi keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. İki harita mühendisi ve bir inşaat mühendisinden oluşan bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan 23/11/2018 havale tarihli raporda, taşınmazların değerini olumlu ve olumsuz yönde etkileyen faktörler sıralanmıştır. Buna göre taşınmazların değerini olumlu yönde etkileyen faktörler turizm bölgesinde bulunup denize yakın olması, altyapı hizmetlerinin bulunması, düz bir konumda olup ulaşımının kolay olması; olumsuz faktörler ise gelişmişlik düzeyinin düşük olması, son on yılda değerini artıran bir gelişmenin yaşanmaması ve yakın konumda yer alan taşınmazlardaki yapılaşmanın istenen seviyeye ulaşmaması olarak sayılmıştır. Raporda, bu hususlar gözetilmek suretiyle taşınmazların metrekare piyasa rayiç değeri 600 TL şeklinde belirlenmiştir. Vergi Mahkemesi 7/2/2019 tarihinde bilirkişi raporunu esas alarak Takdir Komisyonu kararının başvurucuların taşınmazına ilişkin kısmını iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde; bilirkişi raporundaki tespitlerin makul bulunduğu belirtildikten sonra yakın yerlerdeki taşınmazların metrekare birim değerlerine de yer verilerek bilirkişi heyeti tarafından takdir edilen değerin 600 TL olması sebebiyle 780 TL olarak yapılan takdirde hukuka uygunluk bulunmadığı ifade edilmiştir. Taraflar, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucular, Belediyeye ait taşınmazları kamp işletmeciliğinde kullanılmak üzere metrekaresi 3 TL'den kiraya verdiğini, bilirkişinin belirlediği tutara göre hesaplama yapıldığında metrekare başı ödedikleri emlak vergisinin ise 2,4 TL olduğunu vurgulamış; Belediyeye ait taşınmazlardan Belediyenin elde ettiği kira bedeline yakın bir miktarda emlak vergisi ödemekle yükümlendirilmelerinin takdir edilen emlak vergisine esas birim değerin hakkaniyetsiz olduğunu gösterdiğini belirtmişlerdir. İstinaf dilekçesinde, tahsil edilen emlak vergisinin deniz kıyısına bitişik 250 villanın emlak vergisine eşit olduğunu iddia etmiş; kamp işletmeciliğinden elde ettikleri gelirin de turistik otellere göre çok daha az olduğuna işaret etmişlerdir. Taşınmazların değerini farklılaştıran unsurların dikkate alınmadığını ileri süren başvurucular, ilk derece mahkemesinin Anayasa'ya aykırılık iddialarına cevap vermediğinden yakınmıştır. Başvurucular istinaf dilekçesinde ayrıca takdir edilen tutarın mali güce göre vergilendirme ilkesine uygun olmadığı gibi ölçülülük ilkesini de ihlal ettiğini savunmuş, taşınmazları üzerindeki işletmenin ekolojik bir işletme olmasının dikkate alınmamasının da Anayasa'nın maddesine aykırı olduğunu öne sürmüştür. Bölge İdare Mahkemesi 28/6/2019 tarihinde başvurucuların istinaf istemini incelenmeksizin reddetmiş, Belediyenin istinaf istemini ise kısmen kabul ederek Vergi Mahkemesi kararının Takdir Komisyonu kararının 600 TL metrekare birim değerine tekabül eden kısmı yönünden davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuların istinaf istemi yönünden maddi hata bulunmadığı sürece ilk derece yargı merciinden lehe olarak verilmiş iptal kararına karşı istinaf yoluna başvurulmasının aleyhe bozma yasağına ters düşeceği, bu nedenle başvurucuların istinaf başvurusunun incelenmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Kararda, Belediyenin istinaf istemi yönünden ise Vergi Mahkemesince Takdir Komisyonu kararının 600 TL'yi aşan kısmının (180 TL'ye isabet eden bölümünün) hukuka aykırı olduğu tespit edildiğinden Takdir Komisyonu kararının tamamının iptal edilmesinin isabetli olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 11/9/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. 1319 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Türkiye sınırları içinde bulunan binalar bu kanun hükümlerine göre Bina Vergisine tabidir." 1319 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bina vergisi, ilgili belediye tarafından;a) Dört yılda bir defa olmak üzere takdir işlemlerinin yapıldığı yılı takip eden bütçe yılının Ocak ve Şubat aylarında,...29 uncu maddeye göre hesaplanan vergi değeri esas alınarak yıllık olarak tarh olunur. Bildirim posta ile gönderilmiş ise vergi, bildirim verme süresinin son gününü takip eden yedi gün içinde tarh olunur. Bu suretle tarh olunan vergiler, tarh edilen tarihte tahakkuk etmiş sayılır ve mükellefe bir yazı ile bildirilir.Yapılan tarh ve tahakkuku takip eden yıllarda, 29 uncu maddeye göre tespit edilen vergi değeri üzerinden hesaplanan bina vergisi, her bütçe yılının başından itibaren o yıl için tahakkuk etmiş sayılır...." 1319 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Türkiye sınırları içinde bulunan arazi ve arsalar bu kanun hükümlerine göre Arazi Vergisine tabidir." 1319 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Arazi vergisi, ilgili belediye tarafından;a) Dört yılda bir defa olmak üzere takdir işlemlerinin yapıldığı yılı takip eden yılın Ocak ve Şubat aylarında,...29 uncu maddeye göre hesaplanan vergi değeri esas alınarak yıllık olarak tarh olunur. Bildirim posta ile gönderilmiş ise vergi, bildirim verme süresinin son gününü takip eden yedi gün içinde tarh olunur. Bu suretle tarh olunan vergiler, tarh edilen tarihte tahakkuk etmiş sayılır ve mükellefe bir yazı ile bildirilir.Yapılan tarh ve tahakkuku takip eden yıllarda, 29 uncu maddeye göre tespit edilen vergi değeri üzerinden hesaplanan arazi vergisi, her bütçe yılının başından itibaren o yıl için tahakkuk etmiş sayılır...." 1319 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: "Vergi değeri;a) Arsa ve araziler için, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin hükümlerine göre takdir komisyonlarınca arsalar için her mahalle ve arsa sayılacak parsellenmemiş arazide her köy için cadde, sokak veya değer bakımından farklı bölgeler (turistik bölgelerdeki cadde, sokak veya değer bakımından farklı olanlar ilgili valilerce tespit edilecek pafta, ada veya parseller), arazide her il veya ilçe için arazinin cinsi (kıraç, taban, sulak) itibarıyla takdir olunan birim değerlere göre,b) Binalar için, Maliye ve Bayındırlık ve İskan bakanlıklarınca müştereken tespit ve ilân edilecek bina metrekare normal inşaat maliyetleri ile (a) bendinde belirtilen esaslara göre bulunacak arsa veya arsa payı değeri esas alınarak 31 inci madde uyarınca hazırlanmış bulunan yönetmelik hükümlerinden yararlanılmak suretiyle,Hesaplanan bedeldir.Vergi değeri, mükellefiyetin başlangıç yılını takip eden yıldan itibaren her yıl, bir önceki yıl vergi değerinin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca aynı yıl için tespit edilen yeniden değerleme oranının yarısı nispetinde artırılması suretiyle bulunur. " 7061 sayılı Kanun'un maddesiyle 1319 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şöyledir:"Takdir komisyonlarınca 2017 yılında 2018 yılı için takdir edilen asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerleri, 2017 yılı için uygulanan birim değerlerinin %50’sinden fazlasını aşması durumunda, 2018 yılına ilişkin bina ve arazi vergi değerlerinin hesabında, 2017 yılı için uygulanan asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin %50 fazlası esas alınır. Takip eden 2019, 2020 ve 2021 yıllarında 29 uncu madde kapsamında bina ve arazi vergisi matrahları ile asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerleri bu şekilde belirlenen değerler üzerinden hesaplanır.Emlak vergi değeri veya asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerleri esas alınarak uygulanan vergi, harç ve diğer mali yükümlülükler için de birinci fıkra hükümlerine göre belirlenen değerler dikkate alınarak uygulanır.Bu maddenin uygulamasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir." 7061 sayılı Kanun'un maddesiyle 1319 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddenin gerekçesi şöyledir:"Madde ile, 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununa geçici madde eklemek suretiyle takdir komisyonlarınca 2018 yılı için takdir edilen asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin, 2017 yılında uygulanan birim değerlerin belirli bir yüzdesini geçmemesi sağlanmaktadır. Takip eden 2019, 2020 ve 2021 yıllarında da bina ve arazi vergi değerlerinin hesabında 2018 yılı için esas alınan birim değerleri üzerinden işlem yapılması amaçlanmaktadır." 72 Seri Numaralı Genel Tebliğ'in maddesi şöyledir:"(1) Takdir komisyonlarınca 2018 yılı için takdir edilen asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerine karşı açılan davalar neticesinde, mahkemelerce takdir komisyonu kararlarıyla belirlenen metrekare birim değerlerin;a) İptal edilmesi sonucu takdir komisyonları tarafından yeni bir değer belirlenmesi,b) Kısmen iptal ve kısmen tasdik edilmesi,c) Tasdik edilmesi,halleri sonucu oluşan bu değerler 2017 yılında uygulanan birim değerlerin %50’sinden fazlasını aşıyorsa, 2018 yılına ilişkin bina, arsa ve arazi vergi değerlerinin hesabında, 2017 yılında uygulanan asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin %50 fazlası esas alınarak emlak vergi değerleri ilgili belediyelerce bu Tebliğde açıklanan esaslar çerçevesinde hesaplanacaktır. (2) Arsa veya arazinin herhangi bir sebeple takdir dışı kalması veya yeni cadde ve sokak oluşması gibi nedenlerle 2017 yılına ait birim değerin bulunmaması halinde bu arsa ve araziler için 2018 yılına ilişkin takdir komisyonlarınca belirlenen birim değerler esas alınacaktır. (3) Emlak vergi değeri veya asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerleri esas alınarak uygulanan vergi, harç ve diğer mali yükümlülükler için de 1319 sayılı Kanunun geçici 23 üncü maddesine göre hesaplanan değerler esas alınacaktır." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/33855 | Başvuru, emlak vergisine esas asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin yüksek belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucunun yurt dışına çıkmasının yasaklanması sonucu yurt dışındaki akademik birtakım olanaklardan yararlanamaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Anayasa Mahkemesi başvurucunun imza verdiği bildiriye ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına daha önce Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri ([GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 9-14) kararında yer vermiştir.B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu, başvuru tarihinde Düzce Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde yardımcı doçent öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Başvuruya konu bildirinin yayımlanmasından sonra başvurucu hakkında terör örgütünün propagandasını yapma ve Türk milletini, Cumhuriyeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılama suçlarından Düzce Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmış, ev ve işyerinde arama yapılmış, yakalama emri çıkarılmış ve başvurucu 15/1/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı ifadesini aldıktan sonra başvurucuyu tutuklama istemiyle Düzce Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Düzce Sulh Ceza Hâkimliği 15/1/2016 tarihinde başvurucunun sorgusunu yaparak tutuklanması istemini reddetmiş ve yurt dışına çıkışının yasaklanması suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"Şüpheli savunması, dosyada mübrez 'bu suça ortak olmayacağız' başlıklı yazı içeriğinden atılı suçların işlendiğine ilişkin kuvvetli suç şüphesi bulunmakta ise de, delillerin toplanmış olup karartılma ve gizleme ihtimalinin bulunmaması, atılı suçların vasıf ve mahiyetleri, soruşturmanın devam etmekte oluşu dikkate alınarak tutuklama tedbirinin ölçülü olmayacağı kanaatine varıldığından şüpheli hakkında tutuklama talebinin reddi ile CMK.nın maddesi gereğince adli kontrol altına alınmasına,Adli kontrol süresince; şüphelinin CMK 109/3-a maddesi gereğince yurt dışına çıkışının yasaklanmasına, şüphelinin geçerli bir mazereti olmaksızın adli kontrol hükümlerine uymadığı takdirde tutuklanabileceğinin ihtarına (ihtar yapıldı)..." Başvurucu, adli kontrol kararına karşı itiraz etmiş ancak itirazı Bolu Sulh Ceza Hâkimliğince "atılı suçun niteliği, dosya kapsamı ve mahkeme adli kontrol kararındaki gerekçeler yerinde" görülerek 2/2/2016 tarihinde reddedilmiştir. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı 11/2/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu adli kontrol kararının kaldırılmasını talep etmiş ancak talebi bu kez İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince "şüphelinin üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, atılı suçların yasada ön görülen cezanın alt ve üst sınırı, şüphelinin üzerine atılı suçları işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren" delillerin bulunması gerekçeleriyle 11/5/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin bahse konu ret kararına karşı 9/6/2016 tarihinde itiraz etmiştir. Başvurucu itirazında; adli kontrol kararı verilmesi için aranan şartların olayda mevcut olmadığını, yurt dışı yasağı nedeniyle 2/5/2016-6/5/2016 tarihlerinde Paris Dauphine Üniversitesinde yapılan ve konuşmacı olarak çağrıldığı seminere katılamadığını, ayrıca Goethe Üniversitesinden post doktora araştırma bursu almaya hak kazandığını, bu bursun 1/7/2016-30/6/2018 tarihleri arasında kullanılacağını ancak yurt dışı yasağı nedeniyle eğitimi ve kariyeri açısından önemli olan bu bursu kaybetme riski ile karşı karşıya olduğunu, bunun kendisi açısından orantısız sonuçlar doğurduğunu belirtmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 14/6/2016 tarihinde "verilen kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı" gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucu 10/8/2016 tarihinde aynı gerekçelerle bir kez daha adli kontrol kararının kaldırılmasını talep etmiş ancak talebi İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince "verilen adli kontrol kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararların gerekçelerine göre yerinde oldukları" gerekçesiyle 25/8/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu bu karara 9/9/2016 tarihinde itiraz etmiş ancak itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince "kararının usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle 22/9/2016 tarihinde reddedilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı başvurucuya 27/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 4/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 4/1/2019 tarihinde kamu davası açılmıştır. Düzce Ağır Ceza Mahkemesi yaptığı yargılama sonucunda Anayasa Mahkemesinin Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri kararına atıf yaparak 12/9/2019 tarihinde başvurucunun atılı suçtan beraatine hükmetmiş, yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol tedbirinin ise karar kesinleşinceye kadar devamına karar vermiştir. Beraat hükmünün kesinleşmesiyle birlikte başvurucu hakkındaki yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol tedbiri 25/9/2019 tarihinde kaldırılmıştır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:a) Yurt dışına çıkamamak...." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir.(2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), alınan bir tedbir sonucu bir kimsenin pasaport gibi bir seyahat belgesinden yoksun bırakılmasın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 4 No.lu Protokol'ün maddesinde güvence altına alınan serbest dolaşım özgürlüğünün kullanılmasına yönelik bir müdahale olarak değerlendirmektedir (Baumann/Fransa, B. No: 33592/96, 22/5/2001, § 62; Sissanis/Romanya, B. No: 23468/02, 23/1/2007, § 63). Ancak AİHM, anılan Protokol hükümlerinin Protokol'e taraf olmayan ülkeler ile ilgili davalarda uygulanamayacağına dikkat çekerek bu durumda serbest dolaşıma ilişkin şikâyetlerin konu bakımından Sözleşme'yle bağdaşmayacağına karar vermiştir (Riener/Bulgaristan B. No: 28411/95, 11/4/1997, § 2; Paşaoğlu/Türkiye, B. No: 8932/03, 8/7/2008, § 41). Öte yandan AİHM, Sözleşme'nin madde hükümlerinin 4 No.lu ek Protokol'ün maddesi ile değiştirilemeyeceğine dikkat çekerek Protokol maddesi hükmüyle madde arasında sıkı bir bağ olduğunu kabul etmiştir. Bu bağlamda AİHM; serbest dolaşımın ve özellikle sınır ötesi serbest dolaşımın özel hayatın geliştirilmesi açısından esas olarak değerlendirildiği bir çağda, başka ülkede ailevi, mesleki ve ekonomik bağlara sahip olan kişiler söz konusu olduğunda herhangi bir gerekçe göstermeksizin bu özgürlüğü reddetmesinin Sözleşme'ye taraf devlet açısından yükümlülüklerin ciddi ihlalini teşkil edeceğini ifade etmiştir (İletmiş/Türkiye, B. No: 29871/96, 6/12/2005, § 50; Paşaoğlu/Türkiye, § 42). Bu bağlamda AİHM, Türkiye'nin ek Protokol'ü imzalamasına rağmen onay sürecinin tamamlanmadığını tespit ettiği iki kararında serbest dolaşım/seyahat özgürlüğüne ilişkin şikâyetleri giriş yapılmak istenen ülkede kişisel, ailevi ve ekonomik bağların olması ölçütünü uygulayarak özel hayata saygı hakkı kapsamında incelemiştir. İletmiş/Türkiye (aynı kararda bkz. §§ 8-15) kararında eşi ve iki çocuğu ile Almanya'da ikamet eden ve bu ülkede çalışan başvurucu, Türkiye'ye ziyarete geldiği sırada 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen yabancı ülkede millî menfaatlere zarar verici faaliyette bulunmak suçundan yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınmış, ifadesi alınarak serbest bırakılmasına rağmen pasaportuna el konulmuş, pasaportu ise on beş yıl süren yargılama sonunda verilen beraat kararı sonrası iade edilmiştir. Anılan kararda; başvurucunun uzun süredir Almanya'da yaşadığı, tüm ailesinin ve işinin bu ülkede olduğu, dolayısıyla gitmek istediği ülke ile sıkı kişisel bağlarının mevcut olduğu kabul edilerek pasaporta el konulması ve uzun süre iade edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkına müdahale edildiği sonucuna varılmıştır. AİHM'e göre hiçbir gelişme göstermeden yargılama uzadıkça ve başvuran aleyhine kanıt yokluğu devam ettikçe önleyici tedbirin meşru amacına bağlı yarar, zamanla ağırlığını yitirecektir. Bu bağlamda AİHM, başvurucu hakkında yurt dışı çıkış yasağını öngören bir mahkeme kararının mevcut olmadığını, idari makamların yasağı gerekçelendiremediğini belirttikten sonra alınan tedbirin belirsiz bir şekilde uzun süre devam ettirilmesinin kaçınılmaz sosyal bir ihtiyaç olmadığı ve izlenen müdahalenin Sözleşme'nin maddesinde verilen amaçlarla orantılı olmadığı sonucuna ulaşmıştır (İletmiş/Türkiye, §§ 42-50). Paşaoğlu/Türkiye kararında ise başvurucu, eşi ve çocuğuyla Yunanistan'da ikamet etmektedir. Başvurucunun 18/10/1999 yılında yaptığı pasaport süre uzatım talebi Selanik Başkonsolosluğu tarafından ülke güvenliği açısından sakıncalı olduğu gerekçesiyle hakkında düzenlenen tahdit fişi nedeniyle reddedilmiştir. AİHM; öncelikle başvurucu hakkında uygulanan idari tasarrufun bir ceza mahkûmiyeti ya da ceza soruşturmasından kaynaklanmadığını, İçişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen tahdit fişine dayandığını tespit etmiştir. AİHM; önleyici tedbirlerin meşru amacına bağlı yararın zamanla ağırlığını yitirebileceğini, dört yılı aşkı bir süre devam eden idari süreç boyunca başvurana yöneltilen iddialarla ilgili bir ithamda bulunulmadığını vurgulayarak gizli bakanlık verilerine dayanan belirginlikten yoksun tedbirin uzun süre devam ettirilmesinin başvuranın hayatında yol açtığı belirsizlik ve sarsıntının hesaba katılması gerektiğini ifade etmiştir (Paşaoğlu/Türkiye, §§ 44-48). Son olarak AİHM'in Parmak ve Bakır/Türkiye (B. No: 22429/07 ve 25195/07, 3/12/2019) kararında ikinci başvuran, hakkında uygulanan yurt dışına çıkış yasağı tedbirinin haksız olduğundan ve bunun sonucunda özel hayatına yapılan müdahalenin orantısız olduğundan şikâyet etmiştir. İkinci başvuran ayrıca, yakalanmadan önce tüm hayatı boyunca Almanya’da kaldığını ve Türkiye’de kendini idame ettirecek bir geliri, ikameti veya sağlık güvencesi olmadığını belirtmiştir. Somut davada AİHM; seyahat yasağının ikinci başvurana, tutukluluk yerine önleyici tedbir olarak 21/1/2003 tarihinde tahliye edilmesinin ardından konulduğunu ve cezasını çektikten sonra talebi üzerine 24/6/2009 tarihinde kaldırıldığını tespit etmiştir. AİHM; ikinci başvuranın yargılama süresince, her defasında söz konusu tedbirin yerleşik bulunduğu Almanya’yla olan kişisel ve mesleki bağlarını sürdürmesine engel olduğunu belirterek ve kefalet gibi daha uygun bir tedbir uygulamasını isteyerek yasağın kaldırılması talebiyle yerel mahkemelere yedi kez başvuruda bulunduğunu ancak mahkemelerin her defasında, devam eden kısıtlamanın belirli bir zamanın geçmesinden sonra davanın kendine özgü koşullarında halen orantılı olup olmadığını değerlendirmeksizin sadece yargılamanın bulunduğu aşamaya işaret etmek suretiyle bu başvuruları incelememiş ya da onlara bir yanıt vermemiş olduğunu ifade etmiştir (Parmak ve Bakır/Türkiye, § 93). Anılan kararda AİHM; bir bireyin seyahat özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaya başlangıçta izin verilse dahi bunun uzunca bir süre otomatik şekilde devam ettirilmesinin bireyin haklarını ihlal ederek orantısız bir tedbir hâline gelebileceğini belirterek somut davada yerel mahkemelerin ikinci başvuranın mükerrer başvurularına karşın söz konusu seyahat yasağının haklılığını yeniden değerlendirmemeleri ve söz konusu tedbiri otomatik bir şekilde onayladıklarını ifade etmiş ve Sözleşme’nin maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Parmak ve Bakır/Türkiye, § 94). İlgili diğer ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, §§ 46-57; Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/50822 | Başvuru, bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucunun yurt dışına çıkmasının yasaklanması sonucu yurt dışındaki akademik birtakım olanaklardan yararlanamaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, nitelikli yağma suçunu işlediği iddiasıyla 3/2/2007 tarihinde yakalanmış ve (kapatılan) Şişli Sulh Ceza Mahkemesinin 5/2/2007 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu vekili tarafından Şişli Sulh Ceza Mahkemesince verilen tutuklama kararına itiraz edilmiş, (kapatılan) Şişli Asliye Ceza Mahkemesinin 9/2/2007 tarihli kararı ile itiraz reddedilmiştir. İsnat edilen suç ile ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 7/3/2007 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 23/6/2008 tarihli duruşmada, başvurucuya isnat edilen suçun niteliği, tutuklama tarihi ve delillerin büyük bir bölümünün toplanmış olması göz önünde bulundurularak başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 24/12/2008 tarihli kararı ile başvurucunun, isnat edilen suçu işlediğine dair kesin ve inandırıcı delil elde edilmediği gerekçesiyle beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 13/5/2014 tarihli kararıyla bozulmuştur. Mahkemece26/11/2014 tarihinde direnme kararı verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24/5/2016 tarihli kararıyla bozulmuştur. Mahkemenin 18/4/2017 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19950 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, haksız hükümlülük ve tutukluluk dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında hırsızlık ve konut dokunulmazlığını ihlal etme suçlarından 25/3/2011 tarihinde kamu davası açılmıştır. İddianamede; başvurucunun müştekiye ait evde hırsızlık yapmak istediği, müştekinin oğlu tanık Ö.K.nın evin içinde başvurucuyu gördüğü, başvurucunun müştekiye ait eve girip bir şey çalmak için araştırma yaptığı sırada henüz bir şey çalamadan yakalandığı, suçun teşebbüs aşamasında kaldığı ileri sürülmüştür. Yapılan yargılamada 5/12/2011 tarihinde talimatla alınan ifadesinde başvurucu, üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini, nüfus cüzdanını 2003-2004 yılları arasında kaybettiğini, kimliğini kullanan şahsın başka yerlerde de bu tür suçlara karıştığını, daha önce de hakkında bu nedenle takipsizlik kararı verildiğini, fotoğrafını Savcılığa ibraz ettiğini belirtmiştir. Başvurucunun nüfus cüzdanının fotokopisi alınıp talimat evrakına eklenmiştir. 7/2/2012 tarihli duruşmada Mahkeme, başvurucunun talimatla alınan ifadesinde fotokopisini ibraz ettiği nüfus cüzdanının müşteki ve tanık Ö.K.ya gösterilip olay günü evlerinin kapısında gördükleri kadınlardan birinin başvurucu olup olmadığının tespiti amacıyla kolluk birimine müzekkere yazmıştır. 5/6/2012 tarihli duruşmada kolluğa yazılan müzekkereye cevap gelmiştir. Cevapta başvurucuya ait kimlik fotokopisinin müştekilerden Ö.K.ya gösterildiği ve Ö.K.nın olay günü apartman içinde gördüğü şahsın kendisine kimlik fotokopisinde gösterilen kişi olduğunu ifade ettiği belirtilmiştir. Şanlıurfa Asliye Ceza Mahkemesi 5/6/2012 tarihli kararı ile başvurucunun hırsızlık suçundan 1 yıl, konut dokunulmazlığını ihlal suçundan ise 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararı 11/9/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 2/7/2013 tarihinde kimlik belgesinin ve kimlik bilgilerinin bir başkası tarafından kullanıldığı ve yüklenen suçun kendisi tarafından işlenmediği gerekçesiyle yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Şanlıurfa Asliye Ceza Mahkemesi başvurucuya ait nüfus cüzdanı suretinin talimat evrakına eklendiğini, talimat evrakı ekindeki nüfus cüzdanındaki fotoğraf ile başvurucunun Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/4657 ilamat sayılı talep dosyasındaki nüfus cüzdanındaki fotoğrafın karşılaştırıldığını, her iki nüfus cüzdanındaki fotoğrafın birbirinin aynı olduğunun görüldüğünü belirterek yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu kesinleşen mahkûmiyet hükmü kapsamında 22/2/2015 tarihinde gözaltına alınmış ve cezasının infazına başlanmıştır. Başvurucu 2/3/2015 tarihinde bir kez daha yeniden yargılama talebinde bulunmuştur. Dilekçesinde başvurucu, daha önce de suçun başkası tarafından işlendiğinin tespit edilmesi nedeniyle hakkında verilen mahkûmiyet kararının infazının durdurulduğunu, kimliğinin yengesi tarafından kullanılarak değişik illerde çok sayıda hırsızlık suçunun işlendiğinin tespit edildiğini, yengesi hakkında soruşturma açılıp iddianame düzenlendiğini belirtmiştir. Başvurucu suçsuz olduğunu ve infazının durdurularak tahliye edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucunun kimliğini çaldığını ileri sürdüğü yengesi hakkında düzenlenen iddianamede başvurucunun mahkûm edildiği davada tanık olarak beyanı alınan Ö.K.nın hırsızlık yapmaya çalışan kadının şüpheli P.B. olduğunu gösterilen fotoğraflardan teşhis ettiği, ayrıca şüpheli P.B.nin olay günü karakolda kendisini Gurbet İrge olarak tanıttığını beyan ettiği, Şanlıurfa E Tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün göndermiş olduğu müzekkerede 3 kez ceza infaz kurumuna girip tahliye olduğu belirtilen Gurbet İrge'ye ait fotoğrafların gönderildiği, Gurbet İrge'ye ait olduğundan bahisle gönderilen fotoğrafın şüpheli P.B.ye ait olan fotoğrafla karşılaştırıldığında iki fotoğrafın da aynı kişiye ait olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Sonuç olarak iddianamede şüpheli P.B.nin Şanlıurfa'da işlemiş olduğu suç sırasında kendisini Gurbet İrge olarak tanıtarak Gurbet İrge'nin hapis cezası ile cezalandırılmasına neden olduğu ve bu suretle iftira suçunu işlediği ileri sürülmüştür. Şanlıurfa Asliye Ceza Mahkemesi 5/3/2015 tarihinde; dilekçede belirtilen hususların yargılamanın yenilenmesini gerektirecek nitelikte olmadığı, nitekim dilekçede ileri sürülen hususların yargılama aşamasında dile getirildiği, yeni olaylar veya yeni delillerin ileri sürmediğinin açık olduğu gerekçesiyle yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu; kimliğini kullanan yengesi hakkında ceza davası açıldığını, bu iddianamede suçun yengesi tarafından işlendiğinin tespit edildiğini, bir an önce infazının durdurularak tahliye edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. İtirazı inceleyen Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi 18/3/2015 tarihinde başvurucunun yengesi hakkında düzenlenen iddianameye atıf yaparak yargılanmanın yenilenmesi yönündeki taleplerin kabule şayan olduğuna, hapis cezasının infazının durdurulmasına karar vermiştir. İnfazın durdurulması kararına istinaden başvurucu 18/3/2015 tarihinde serbest bırakılmıştır. Yargılanmanın yenilenmesi sonucunda Şanlıurfa Asliye Ceza Mahkemesinin 20/6/2016 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar verilmiş ve karar 6/9/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, haksız olarak gözaltına alınıp özgürlüğünden mahrum bırakıldığı 24 günlük süre için 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca tazminat istemiyle Hazine aleyhine dava açmış; 800 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Dilekçesinde başvurucu; maddi tazminata ilişkin olarak işlemediği bir suçtan dolayı 25 gün hükümlü hâle geldiğini, bu süreçte çalışamadığından kazanç kayıplarının olduğunu, çocuklarına eşinin bakmak zorunda kaldığını, bu nedenle eşinin de çalışamadığını, yargılandığı davada kendisini avukatla temsil ettirdiğinden 800 TL vekâlet ücreti ödediğini, eşinin ve çocuklarının ceza infaz kurumuna gelirken yol masrafı yaptığını belirtmiştir. Manevi tazminata ilişkin olarak 25 gün küçük çocuğuyla ceza infaz kurumunda kaldığını, bakıma muhtaç diğer çocuklarından da ayrı kaldığını, bu nedenle manevi anlamda sıkıntılar yaşadığını belirtmiştir. Manavgat Ağır Ceza Mahkemesi 15/6/2017 tarihinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca başvurucuya 759,36 TL maddi ve 800 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde, işlemediği bir suçtan dolayı anne sevgisine muhtaç 5, 12 ve 15 yaşlarındaki çocuklarından koparılarak bebeğiyle 25 gün ceza infaz kurumunda kalmak zorunda bırakıldığını, ceza infaz kurumu sürecinin hem kendisinin hem de çocuklarının hafızasında kötü ve silinmez anılar bıraktığı hâlde bu hususun mahkemece görmezden gelinerek manevi tazminat miktarının az takdir edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca dosyaya sunulan serbest meslek makbuzunun 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu gereğince avukatların serbest meslek faaliyetleri nedeniyle tahsil ettikleri vekâlet ücretine istinaden düzenlemek zorunda oldukları makbuz olduğu hâlde Mahkemece bu husus dikkate alınmayarak maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 29/11/2017 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 10/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili ulusal hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22- 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Yeniden duruşma sonucunda verilecek hüküm" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararlar bu Kanunun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümlerine göre tazmin edilir." Yargıtay Ceza Dairesinin 16/6/2015 tarihli ve E.2014/19450, K.2015/10874 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dairemizin yerleşik içtihatlarına göre; 5271 sayılı CMK'nın maddesinde 'suç soruşturması ve kovuşturması sırasında' gerçekleşen koruma tedbirlerindeki hukuka aykırılıklar yönünden bu kanun hükümlerine göre tazminat istenebileceği ve madde metninde bu aykırılıkların tahdidi şekilde sıralandığı, infaz aşamasında meydana gelen hukuka aykırılıkların madde kapsamında bulunmadığı bu yöndeki hukuka aykırılıkların idari yargı görev alanında kaldığı ve bu mahkemeler önünde tazminat isteminde bulunulabileceği kabul edilmiş ise de, Uyuşmazlık Mahkemesinin 26/1/2015 tarih, 2015/9 Esas - 2015/17 Karar sayılı ilamında, Cumhuriyet savcısınca düzenlenen müddetnamenin adli yargı tarafından verilen ve kesinleşen mahkumiyet ilamının infazına ilişkin bir takım bilgiler içerdiği ve adli yargı mercii tarafından icra edilen işlemler silsilesinin bir parçası olduğu, müddetname düzenlenmesi işleminin ve mahkemelerce verilen şartla tahliye kararının idari bir işlem olarak kabulünün mümkün olmadığı, adli bir işlem olduğunun belirtilmesi karşısında, davacının tazminat talebinin bu kapsamda olduğu değerlendirilerek kısmen kabulüne karar verilmesinde isabetsizlik görülmemiştir." Aynı Dairenin 7/1/2019 tarihli ve E.2018/5630, K.2019/100 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...İnfaz aşamasında Cumhuriyet Başsavcılıkları ve mahkemeler tarafından şartla tahliyeye ilişkin olarak verilen karar ve yapılan işlemler ile müddetname tanzimi ve benzeri işlemlerin idari bir işlem olarak kabulünün mümkün olmadığı, adli bir işlem olduğu ve CMK’nın 141 vd maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, bu kapsamda davacının bihakkın tahliye tarihinden fazla yatıp yatmadığı, yakalanarak tutuklandığı 21/6/2014 tarihi ile tahliye olduğu 15/9/2014 tarihi arasındaki sürenin silahlı gasp suçundan verilen hapis cezasından ya da diğer bir mahkumiyetinden fiilen mahsup edilip edilmediği, 2014 tarihinde tahliye olduktan sonra davacı hakkında verilen şartla tahliye kararının geri alınmasına karar verilip verilmediği ve kararın kesinleşip kesinleşmediği araştırılarak bu hususların sonucuna göre davacının tazminat talep etme hakkının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]" Benzer yönde bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin 16/6/2015 tarihli ve E.2015/4058, K.2015/10871 sayılı; Yargıtay Ceza Dairesinin 11/9/2017 tarihli ve E.2016/2232, K.2017/6114 sayılı kararları.B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;..." Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün "Haksız mahkumiyet halinde tazminat hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bir suçtan dolayı kesin bir kararla mahkum olup yeni veya yakın zamanda ortaya çıkarılan bir hususun adli hata yapılmış olduğunu kesinlikle göstermesi nedeniyle hakkındaki mahkumiyet kararı kaldırılmış ya da affedilmiş ise, bilinmeyen hususun zamanında açıklanmasının kısmen veya tamamen söz konusu kişiye atfedilebileceğinin ispatlanması hali dışında, böyle bir mahkumiyet sonucu ceza çekmiş kişiye ilgili devletin kanunları veya uygulamasına uygun olarak tazminat ödenir." Sözleşme’ye ek (7) No.lu Protokol'ün açıklayıcı raporu İnsan Hakları Yürütme Komitesi tarafından hazırlanmış ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine sunulmuştur. Bu rapor, protokolde yer alan hükümlerin anlaşılmasını kolaylaştıran bir niteliği olmasına karşın protokol metninin emredici yorumunu düzenleyen bir belge değildir. Ancak AİHM kararlarında bu belgeye atıf yapıldığı görülmektedir. Bu raporun ilgili kısmı şöyledir:"Madde 3: Bu madde, adli bir hata mağduruna bazı koşullarla tazminat ödenmesini öngörmektedir. Öncelikle, ilgili kişinin nihai bir kararla suçlu olduğuna karar verilmiş olmalı ve bu kişi mahkûmiyet kararından sonra ceza çekmiş olmalıdır. Caydırıcı Kararların Uluslararası Değerine ilişkin Avrupa Sözleşmesi’nin açıklayıcı raporundaki tanıma göre, bir karar, kesin hüküm gücünü haiz ise nihai karar haline gelmiştir. Durum, bu kararın, geri alınamaz, yani, olağan hukuk yollarıyla itiraz edilemez olması veya tarafların, bu yolları tüketmiş veya kullanmayarak süreyi geçirmiş olmaları halinde böyledir. Buna göre, verilen bir karar kanunun davanın yeniden açılmasına izin verdiği müddetçe nihai olarak görülemez. Aynı şekilde, bu madde suçlamanın geri alınmış olması veya suçlanan kişinin ilk derece mahkemesi tarafından veya yüksek bir mahkeme tarafından istinaf/temyiz yoluyla beraat etmiş olması halinde uygulanmamaktadır... İkinci olarak, madde yalnızca yeni veya yeni keşfedilmiş bir hususun adli bir hata olduğunu kesin olarak gösterdiği yani mahkûm olan kişiye karşı önemli peşin hüküm içeren yargısal süreçteki ciddi eksikliklerin olduğu hallerde kişinin mahkûmiyetinin iptal edilmesi veya affedilmesi durumunda uygulanır. Sonuç olarak, bu madde gereğince başka gerekçelerle mahkûmiyetin iptal edilmiş olması veya af çıkmış olması halinde tazminat ödenmesi gerekli değildir. Diğer yandan, bu maddede adli hatanın kanıtlanması için izlenmesi gereken prosedürün türüne ilişkin olarak hiçbir kural bulunmamaktadır. Bu sorun, ilgili devletin iç hukuku veya uygulamasına bağlıdır. 'Ya da affedilmişse' ifadeleri bazı hukuk sistemlerinde mahkûmiyetin gözden geçirilmesine ilişkin bir hukuki prosedürden ziyade affın bazı durumlarda nihai bir karardan sonra uygun başvuru yolu olması nedeniyle eklenmiştir. Bilinmeyen hususun zamanında ortaya çıkarılmamasına kısmen veya tamamen mahkûm edilen kişinin neden olmuş olması durumunda bu hüküm kapsamında bir tazminat hakkı söz konusu olmayacaktır. Bu ön şartların yerine getirildiği bütün davalarda, tazminat ilgili Devletin kanunları ve uygulamasına göre ödenecektir. Bu, iç hukukun veya uygulamanın böyle bir tazminat için hiçbir hüküm içermemesi durumunda hiçbir tazminat ödenemeyeceği anlamına gelmez. Bunun anlamı, Devletin kanunları ile uygulamasının maddenin uygulandığı bütün durumlarda tazminat ödenmesini sağlaması gerektiğidir. Amaç, Devletlerin ilgili kişinin açıkça masum olduğunun kabul edilmiş olması anlamında sadece açık adli hata davalarında kişilere tazminat ödemekle yükümlü olmasıdır. Madde, tüm ön koşulların yerine getirilmediği - yani örneğin bir istinaf/temyiz mahkemesinin, sanığın suçuna ilişkin makul bir şüphe uyandıran ve yargılamayı yapan yargıç tarafından göz ardı edilen bazı gerçekleri keşfettiği için mahkûmiyeti bozduğu- durumlarda tazminat hakkı vermeyi amaçlamamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol’ün maddesinin amacının, adli hata neticesinde verilen mahkûmiyetin yeni veya yakın zamanda keşfedilmiş bir husus nedeniyle bozulması hâlinde kişilere tazminat imkânı sunmak olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol’ün maddesi mahkûmiyet hükmü bozulmadan uygulama alanı bulamayacaktır (Poghosyan ve Baghdasaryan/Ermenistan, B. No: 22999/06, 12/6/2012, § 49). AİHM’e göre bu hüküm ilgili devletin kanunu veya uygulamasına uygun olarak bir tazminatın ödenmesini güvence altına alsa da bu husus, iç hukuk veya uygulamanın öngörmemesi durumunda hiçbir tazminatın ödenmeyeceği anlamına gelmeyecektir. Ayrıca bu hükmün amacı sadece haksız bir mahkûmiyetten kaynaklanan maddi kaybı telafi etmek değil adli bir hata nedeniyle mahkûm edilen bir kişiye sıkıntı, üzüntü, acı veya yaşam kalitesinin düşmesi gibi manevi zararları için tazminat ödenmesini de sağlamaktır (Poghosyan ve Baghdasaryan/Ermenistan, § 51). AİHM'e göre kararın yeni veya yakın zamanda keşfedilmiş bir husus nedeniyle değil de delillerin yeniden değerlendirilmesi nedeniyle bozulması durumunda Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün maddesi uygulanamayacaktır (bu kapsamda verilen konu bakımından yetkisizlik kararı için bkz. Matveyev/Rusya, B. No: 26601/02, 3/7/2008, §§ 40-45). Ayrıca mahkûmiyet hükmünün kesin olmaması hâlinde de bu madde uygulanamayacaktır (Savcılığın zamanaşımı nedeniyle iddianameyi geri çektiği için ceza yargılamasının durdurulduğu bir başvuruda verilen konu bakımından yetkisizlik kararı için bkz. Bajraktarov/Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti, B. No: 34112/02, 12/6/2006, § 4). AİHM Matveyev/Rusya kararında bu hükmün mahkûmiyet bozulmadan uygulanamayacağını belirttikten sonra başvurucunun mahkûmiyetinin Rusya açısından Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün yürürlüğe girdiği tarihten sonra bozulması nedeniyle zaman bakımından yargı yetkisi koşulunun sağlandığı sonucuna ulaşmıştır (Matveyev/Rusya, § 38). Poghosyan ve Baghdasaryan/Ermenistan başvurusunda da başvurucunun mahkûmiyet hükmünün bozulması ve tazminat davası açması Ermenistan açısından Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün yürürlüğe girdiği tarihten sonra gerçekleştiğinden zaman bakımından yargı yetkisi şartının sağlandığı sonucuna varılmıştır (Poghosyan ve Baghdasaryan/Ermenistan, § 50). İlgili uluslararası hukuk için ayrıca bkz. A.A., §§ 34- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2174 | Başvuru, haksız hükümlülük ve tutukluluk dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, İcra Müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 18/10/2021 tarihinde öğrendikten sonra 11/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/353 | Başvuru, İcra Müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tapu iptali ve tescil davasının yargılaması sırasında taşınmaz üzerine konulan ihtiyati tedbirin kaldırılmasına ilişkin kararın uygulanmaması ve ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. K., başvurucu Şirketin de aralarında bulunduğu davalılar aleyhine 23/8/1999 tarihinde Trabzon Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) tapu iptali ve tescil talebiyle dava açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 6/5/2010 tarihinde davaya konu olan ve Trabzon'un Çarşı mahallesinde bulunan taşınmazın kişilere devir ve temlikinin önlenmesi için taşınmaza ihtiyati tedbir konulmasına karar vermiştir. Başvurucu ve davalı A.nin vekilinin 19/9/2017 tarihli ihtiyati tedbirin güvence karşılığında kaldırılması talebi Asliye Hukuk Mahkemesinin aynı tarihli ara kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu ara kararı aleyhine istinaf başvurusunda bulunmuştur. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 23/11/2017 tarihinde, etkili deliller toplanmadan ve duruşma açılmadan karar verilmesi nedeniyle istinaf başvurusunun kabulüne, ara kararının kaldırılmasına, dosyanın davanın yeniden görülmesi için kararı veren Asliye Hukuk Mahkemesine iadesine karar vermiştir. Başvurucu 26/12/2017 tarihli duruşmada Bölge Adliye Mahkemesinin ara kararının kaldırılmasına ilişkin kararının uygulanarak tedbirin kaldırılmasını talep etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi bazı dava dosyalarının beklenmesine, bu dosyaların sonuçlanmasından sonra talebin değerlendirilmesine karar vermiştir. Başvurucu 9/1/2019 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesine başvurmuş ve Asliye Hukuk Mahkemesince kararın uygulanmadığını belirterek Bölge Adliye Mahkemesi kararının ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasını gerektiren bir karar olup olmadığının tavzih yoluyla açıklanmasını talep etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 26/2/2019 tarihinde tavzih talebini, şartları oluşmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu, tavzih talebinin reddi kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 11/6/2019 tarihinde, geçici hukuki koruma kararlarından olan ihtiyati tedbir hakkındaki kararın temyiz edilemeyen kararlardan olduğu gerekçesiyle temyiz dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, temyiz dilekçesinin reddine ilişkin kararın 15/7/2019 tarihinde kendisine tebliğinden sonra 2/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru süresi içinde yapılmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 1/6/2023 tarihinde ihtiyati tedbirin kaldırılmasına karar vermiş, 10/10/2023 tarihinde de davayı usulden reddetmiştir. Kanun yolu açık olarak verilen kararın henüz taraflara tebliğ edilmediği anlaşılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27145 | Başvuru, tapu iptali ve tescil davasının yargılaması sırasında taşınmaz üzerine konulan ihtiyati tedbirin kaldırılmasına ilişkin kararın uygulanmaması ve ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işkence yapıldığı mahkeme kararı ile sabit olduğu hâlde failler tespit edilemediğinden işkence suçunun cezasız kalması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının, bu kapsamda ortaya çıkan manevi zararların tazmini için açılan davanın reddedilmesi nedenliyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 10/6/2013 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 5/6/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 10/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 26/8/2015 tarihinde bildirilmiş; başvurucu, süresi içinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ceza Soruşturması Başvurucu 12/11/1999 tarihinde, kamuoyunda “Adnan Hocacılar” adıyla bilinen gruba yönelik yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınmıştır. Başvurucu, bu süre zarfında kendisine bir kısım kolluk görevlileri tarafından fiziksel işkence uygulandığını iddia etmiştir. Başvurucunun anılan fiiller nedeniyle şikâyeti üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda ilgili kolluk görevlileri hakkında, “efrada suimuamele” suçunu işledikleri iddiası ile 22/9/2004 tarihli ve E.2004/21585 sayılı iddianame ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Yargılama sonucunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/12/2005 tarihli ve E.2004/367, K.2005/517 sayılı kararı ile sanıkların delil yetersizliği nedeniyle beraatlarına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“...İddia, sanıkların aşamalardaki birbirleri ile uyumlu anlatımları, tanık beyanları, tutanaklar, adli rapor formları ve adli tıp şube müdürlüğü raporları ve tüm dosya içeriğine göre; katılan Emre Çalıkoğlu’nun suç tarihinde cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak suçundan yapılan bir soruşturma nedeni ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şubesinde gözaltına alındığı ve bu süre içinde katılana fiziki işkence yapıldığı anlaşılmakta ise de; bunun yargılanan sanıklar tarafından yapıldığını gösterir somut kanıtlara ulaşılamadığı ve şüphe halinden sanıkların yararlanması gerektiği ciheti ile tüm sanıkların bera(a)tlerine karar verilmesi gerektiği sonuç ve vicdani kanaatine varılmıştır....” Temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Ceza Dairesinin 9/5/2007 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesinin beraat kararı onanmıştır. Tazminat Davası Başvurucu, 7/10/2011 tarihinde ilgili idareye başvuruda bulunarak maruz kaldığı işkence nedeniyle uğradığı zararların tazminini talep etmiştir. Tazmin talebine olumsuz cevap verilmesi üzerine başvurucu, maruz kaldığı işkence fiili nedeniyle İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde idare aleyhine 22/11/2011 tarihinde manevi tazminat davası açmıştır. Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararı ile 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası (birinci cümlenin Anayasa’ya aykırı olduğu, ikinci ve üçüncü cümlelerin ise uygulama olanağının kalmadığı gerekçeleriyle) iptal edilmiştir. Anılan Anayasa Mahkemesi kararı üzerine, İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/7/2012 tarihli ve E.2011/386, K.2012/359 sayılı kararı ile “yargı yolunun caiz olmadığı” gerekçesiyle başvurucunun davası reddedilmiştir. Başvurucu, maruz kaldığı işkence olayına ilişkin olarak İstanbul İdare Mahkemesinde 27/7/2012 tarihinde yeniden tazminat (tam yargı) davası açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi Hâkimliğinin 10/8/2012 tarihli ve E.2012/1327, K.2012/1520 sayılı kararı ile başvurucunun davasının, “2577 sayılı Kanun’un 14/3-e ve 15/1-b maddeleri uyarınca süre aşımı nedeniyle” reddine karar verilmiştir. Başvurucu, İdare Mahkemesi Hâkimliği kararına karşı Bölge İdare Mahkemesine itiraz yoluna başvurarak kararın bozulmasını talep etmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 27/12/2012 tarihli ve E.2012/30535, K.2012/22706 sayılı kararı ile başvurucunun itirazının, 19/4/2013 tarihli ve E.2013/5019, K.2013/6254 sayılı kararı ile de başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine dair karar, başvurucuya 9/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk İlgili Mevzuat 6100 sayılı Kanun’un, Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararı ile iptal edilen maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır.” 6100 sayılı Kanun’un “Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.(2) Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Görevli olmayan yerlere başvurma” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ (Değişik: 5/4/1990 - 3622/2 md.) Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir.” 2577 sayılı Kanun’un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir. Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“… Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:…e) Süre aşımı,…Yönlerinden sırasıyla incelenir. Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.…” 2577 sayılı Kanun’un “İlk inceleme üzerine verilecek karar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;…b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,…Karar verilir.…” İlgili Yargı Kararlarıa. Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararı şöyledir:“…İptali istenen kuralla, idari işlemler ve idari eylemler ile idarenin sorumlu tutulabildiği diğer durumlarda vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalarda asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu öngörülmektedir.Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasında, 'İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır'; maddesinin birinci fıkrasında ise 'Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar' hükmü yer almaktadır.Anayasa Mahkemesinin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa'da adlî ve idarî yargı ayrımına gidilmiş ve idarî uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idarî yargı, özel hukuk alanına giren konularda adlî yargı görevli olacaktır. Bu durumda idarî yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idarî yargının denetimine bağlı olması gereken idarî bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde yasakoyucu tarafından adlî yargıya bırakılabilir.Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idarî yargıda bir bölümünün adlî yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir. Esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramları, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlardır. İdare hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakârlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkündür. Özel hukuk alanındaki kusursuz sorumluluk halleri ise belirli konular için düzenlenmiş olup sınırlıdır. İdarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idarî yargı yerlerinde görülmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı idari eylem, işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden olduğu söylenemez.Öte yandan, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un maddesine göre, Mahkemenin, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya aykırılığı hususunda ileri sürülen gerekçelere dayanma zorunluluğu yoktur. Mahkeme, taleple bağlı kalmak şartıyla başka gerekçeyle de Anayasaya aykırılık kararı verebilir. Bu nedenle iptali istenen kural Anayasa'nın maddesi yönünden de incelenmiştir. Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasında, 'Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.' hükmü yer almaktadır. Anayasa'nın maddesi gereğince asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar, adli yargının değil; askeri idari yargının yani Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görev alanına girmektedir. İptal konusu kural ile, vücut bütünlüğünün kısmen ya da tamamen yitirilmesine yol açan eylem veya işlem, bir askeri hizmete ilişkin olsa ve bir asker kişiyi ilgilendirse bile, bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar asliye hukuk mahkemesinin görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların kanunla adli yargının görev alanına sokulması Anayasa'nın maddesine de aykırılık oluşturur.Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa'nın , ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.…B- İptal Sonucu Yasa'nın Diğer Hükümlerinin Uygulama Olanağını Yitirip Yitirmediği Sorunu…6100 sayılı Kanun'un maddesinin birinci cümlesinin iptal edilmesi sonucu kalan bölümünün uygulama kabiliyeti kalmadığından, 6216 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca maddenin kalan bölümünün de iptali gerekir.…” b. Danıştay Kararları Danıştay Onuncu Dairesinin 5/5/2008 tarihli ve E.2006/4068, K.2008/3140 sayılı içtihadı şöyledir:“…Dava, davacının adam öldürmeye azmettirmekten ötürü tutuklanarak hakkında tahkikat yapıldığı sırada işkenceye maruz kaldığından bahisle 000,-YTL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.… İdare Mahkemesince; tazminata konu işkence eyleminin 1995 tarihinde gerçekleştiği, dolayısıyla, eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde idareye başvurularak bu eylemden ötürü uğranıldığı ileri sürülen maddi veya manevi zararların tazmininin istenilmesi, bu isteğin kısmen veya tamamen reddi halinde ret işleminin tebliğ tarihinden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde bir cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği günden itibaren dava süresi içinde dava açılması gerekirken, eylem tarihinden itibaren beş yıl geçtikten sonra ilk olarak 2005 tarihinde açılan ve dilekçe ret kararı ile yenilenen bu davanın süresinde bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.Davacı tarafından, davada süreaşımı olmadığı ileri sürülerek Mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.Dava ve temyiz dosyasının incelenmesinden; davacının 1995 tarihinde adam öldürmeye azmettirmek suçundan dolayı tutuklandığı, … Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 2003 tarih ve … sayılı kararının sayfasında, tüm sanıkların ifadelerinin Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 135/a maddesine aykırı olarak yasak sorgu yöntemleri kullanılarak alındığı hususuna yer verildiği ve davacının hazırlık soruşturmasını yapan zamanın … İlçe Jandarma Komutanı ile diğer kolluk kuvvetlerinin davacıya işkence yaptıklarından bahisle ilgililer hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulmasına, davacının da beraatine karar verildiği, anılan kararın Yargıtay …nin 2005 tarihli kararı ile onanması ve davacının beyanına göre bu kararın adı geçene 2005 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 2005 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13 üncü maddesinde; idari eylemler nedeniyle hakları ihlal edilen ilgililerin, eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde idareye başvurup haklarının yerine getirilmesini isteyebilecekleri; bu isteklerin reddi üzerine altmış günlük dava açma süresi içerisinde dava açabilecekleri hükme bağlanmıştır.Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak gene de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu; yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.Bu itibarla, 2577 sayılı Yasanın 13 üncü maddesinde öngörülen sürenin görev kusurunun ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun dava konusu olayda idarenin kusurunun ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.Tazmini istenen zarar idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğranılan zarar olduğuna göre, işkence olayında idarenin personelinin kusuru bulunup bulunmadığının belirlenmesine bağlıdır.Olayda, davacının dilekçesinde işkence gördüğünü belirttiği tarih olan 1995 tarihi, eylemin ortaya çıktığı tarih olarak kabul edilebilirse de, Yasada öngörülen idari eylemin ortaya çıktığı tarihin bu tarih olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır.İdarenin hizmet kusuru, davacının yargılanması sırasında, adı geçenin hazırlık soruşturmasını yapan zamanın … İlçe Jandarma Komutanı ile diğer kolluk kuvvetlerinin davacıya işkence yaptıklarının tespitine ilişkin … Ağır Ceza Mahkemesi kararının Yargıtay Birinci Ceza Dairesince onanmasıyla 2005 tarihinde kesinlik kazanmıştır.Bu durumda, olayda eylemin idariliğinin kesin olarak öğrenildiği tarih, Yargıtay Birinci Ceza Dairesinin … Ağır Ceza Mahkemesi kararını onadığı tarih olduğundan, davacının, … Ağır Ceza Mahkemesi kararının, Yargıtay Birinci Ceza Dairesinin 2005 tarihli onama kararıyla kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde idareye başvurup haklarının yerine getirilmesini istemesi mümkün olduğundan, bu tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde açıldığı anlaşılan davanın süresinde olduğu açıktır. Öte yandan; idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari yargıda dava açmadan önce ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini talep etmeleri gerekmektedir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde idari yargıda dava açılması imkanı tanınmıştır. Bir başka ifadeyle idari yargıda dava açabilmek için ilgilinin idareye başvurup ön karar alma şartı getirilmiştir. Bu şart yerine getirilmeksizin dava açılmasının tek istisnası görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi olup, bu halde idareye başvuru şartı aranmamaktadır. Bu istisnanın dışında idareye başvurmadan dava açılması halinde idari yargı mercii tarafından dava dilekçesinin görevli idare merciine tevdiine karar verilip ön karar alınması gereklidir.Bakılan davada ise, davacının, 000,-YTL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi için 2577 sayılı Yasanın maddesi uyarınca ilgili idare olan İçişleri Bakanlığı'na bir başvurusunun bulunup bulunulmadığı anlaşılamamaktadır. Belirtilen nedenle, İdare Mahkemesince bu husus araştırılarak, bir başvuru yapılmaksızın doğrudan dava açılması durumunda dava dilekçesinin ilgili idareye tevdi yoluna gidilmesi, başvurunun olması durumunda ise uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerekmektedir.Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüne, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi uyarınca … İdare Mahkemesinin 2006 tarih ve … sayılı kararının BOZULMASINA, dava dosyasının yeniden bir karar verilmek üzere anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine 2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” Danıştay Onuncu Dairesinin 12/12/2011 tarihli ve E.2008/9143, K.2011/5581 sayılı kararı şöyledir:“…Dava, davacılardan A… Ö… eşi, M… Ö… ve M… Ö… un babası İ… Ö… ile M… Ö… un 1999 tarihinde … Jandarma Komutanlığınca küçükbaş hayvan hırsızlığı yaptıkları iddiasıyla usulsüz gözaltına alındıkları, işkenceye uğradıkları ve bu yapılanlara dayanamayan İ… Ö… un intihar ettiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle, Jandarma Komutanlığının kimi personelinin hürriyeti tahdit ve işkence suçlarından mahkumiyeti yolunda … Ağır Ceza Mahkemesince verilen 2007 tarihli … karardan sonra yapıldığı anlaşılan başvurunun reddine ilişkin 2007 tarihli işlemin iptali ile davacıların, İ… Ö… un usulsüz gözaltına alınması, işkenceye uğraması ve bu yapılanlara dayanamayarak intihar etmesi nedeniyle 000,00’er TL; M… Ö… un kendisinin usulsüz gözaltına alınması ve işkenceye uğraması nedeniyle ayrıca 000,00 TL manevi ve A… Ö… un eşinin desteğinden yoksun kalması nedeniyle 000,00 TL maddi zararın 1999 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.… İdare Mahkemesince, ölüm olayının gerçekleştiği 1999 tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın maddesinde belirtilen 1 ve 5 yıllık süreler içinde idareye başvurulmadığı, Ağır Ceza Mahkemesi kararından sonra yapılan başvuruya verilen 2007 tarihli cevap üzerine 2007 gününde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.Davacılar tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülen İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenmektedir.2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu(’)nun maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.İdari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olan tam yargı davalarının açılabilmesi, eylemin idariliğinin ve zararın bilinmesine bağlıdır.İdari eylem, idarenin faaliyetleri sırasında yaptığı bir hareketi, aldığı bir tutumu, başka anlatımla, öncesinde bir idari işlem bulunmayan salt maddi tasarrufları veya gerçekleşen bir olayı anlatır.Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara aykırılık taşıması nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun(’)un maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.Dosyanın incelenmesinden, davacılardan A… Ö… un eşi, M… Ö… ve M… Ö…’un babası İ… Ö… ile M… Ö…’un 1999 tarihinde … Jandarma Komutanlığınca küçükbaş hayvan hırsızlığı yaptıkları iddiasıyla usulsüz gözaltına alındıkları, işkenceye uğradıkları ve bu yapılanlara dayanamayan İsmail ...’un intihar ettiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle Jandarma Komutanlığının kimi personelinin hürriyeti tahdit ve işkence suçlarından mahkumiyeti yolunda ... Ağır Ceza Mahkemesince verilen karardan sonra yapıldığı anlaşılan başvurunun 2007 tarihli işlemle reddi üzerine 2007 tarihinde dava açıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, eylemin idariliğinin ... Jandarma Komutanlığının kimi personelinin hürriyeti tahdit ve işkence suçlarından mahkumiyeti yolunda verilen 2007 günlü ... Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen kararıyla ortaya çıkabileceği dikkate alındığında, bu tarihten sonra yapıldığı anlaşılan başvurunun 2007 tarihli işlemle reddi üzerine 2007 tarihinde açılan davada süre aşımı, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen Mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulu Kanunu'nun maddesine uygun bulunan temyiz isteminin kabulüne, ... İdare Mahkemesinin 2008 tarihli, … sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine 2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4686 | Başvuru, işkence yapıldığı mahkeme kararı ile sabit olduğu hâlde failler tespit edilemediğinden işkence suçunun cezasız kalması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının, bu kapsamda ortaya çıkan manevi zararların tazmini için açılan davanın reddedilmesi nedenliyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza ve hukuk davalarının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, etkili başvuru hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 12/7/2013 tarihinde İzmir Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığa başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 15/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 23/7/2006 tarihinde eğlence amacıyla gittiği bir mekânda kendisine servis edilen içki ve suyu içmesinden sonra hayati tehlike geçirdiğini ve basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde zehirlendiğini belirterek olayda sorumluluklarının bulunduğunu ileri sürdüğü üç kişi hakkında şikâyette bulunmuş; şikâyet üzerine ilgililer hakkında Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığının 28/3/2008 tarihli iddianamesi ile Çeşme Asliye Ceza Mahkemesinde “taksirle yaralama” suçundan kamu davası açılmış, başvurucu söz konusu yargılama sürecinde müşteki sıfatıyla yer almıştır. Başvurucu, aynı olay nedeniyle sorumlu olduklarını düşündüğü üç kişi aleyhine, 11/1/2008 tarihinde İzmir Tüketici Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Çeşme Asliye Ceza Mahkemesi yargılama sonunda, 20/3/2012 tarihli ve E.2008/194, K.2012/161 sayılı kararı ile şikâyet edilen iki sanık hakkında atılı suçtan mahkûmiyetlerine hükmetmiş ve cezalarının ertelenmesine karar vermiştir. Çeşme Asliye Ceza Mahkemesinin kararı, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 1/4/2013 tarihli ve E.2013/3203, K.2013/8080 sayılı ilam ile onanmıştır. Başvurucu, Yargıtay Ceza Dairesinin onama ilamından 14/6/2013 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu, İzmir Tüketici Mahkemesinde açtığı tazminat davasında yargılama devam ederken 12/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İzmir Tüketici Mahkemesi bakmakta olduğu tazminat davasında, Çeşme Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davayı bekletici mesele yapmış; Çeşme Asliye Ceza Mahkemesi kararının kesinleşmesinin ardından 18/7/2013 tarihli ve E.2008/16, K.2013/655 sayılı karar ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. İzmir Tüketici Mahkemesinin kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/9/2014 tarihli ve E.2013/27216, K.2014/27750 sayılı ilamı ile onanmıştır. Davalının karar düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/45353, K.2015/22728 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi. 23/2/1995 tarihli ve 4077 sayılı mülga Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak çıkacak her türlü ihtilaflara tüketici mahkemelerinde bakılır. Tüketici mahkemelerinin yargı çevresi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.Tüketici mahkemeleri nezdinde tüketiciler, tüketici örgütleri ve Bakanlıkça açılacak davalar her türlü resim ve harçtan muaftır. Tüketici örgütlerince açılacak davalarda bilirkişi ücretleri, 29 uncu maddeye göre kaydedilen bütçede öngörülen ödenekten Bakanlıkça karşılanır. Davanın, davalı aleyhine sonuçlanması durumunda, bilirkişi ücreti 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre davalıdan tahsil olunarak 29 uncu maddede düzenlenen esaslara göre bütçeye gelir kaydedilir. Tüketici mahkemelerinde görülecek davalar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun Yedinci Babı, Dördüncü Faslı hükümlerine göre yürütülür.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5709 | Başvuru, ceza ve hukuk davalarının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, etkili başvuru hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15/9/2008 tarihinde polis memurunun kusurundan kaynaklanan zararın tazmini talebiyle dava açmıştır. Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesi 27/3/2014 tarihli kararı ile maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/4/2016 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.2016/316 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10550 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, murisleri tarafından 1974 yılında açılan hukuk davasının halen ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğunu beyan ederek, Anayasa’nın maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğrakları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvurular, 27/6/2013 tarihinde Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölümün Birinci ve İkinci Komisyonlarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından, başvurucularca makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına konu edilen yargılamanın aynı dava dosyasına ilişkin olduğu anlaşıldığından, 2013/4977 numaralı dosyanın, 2013/4687 başvuru numaralı dosya ile birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 10/10/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 11/11/2013 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisleri Mehmet Çetiner ve Resul Çetiner tarafından 25/3/1974 havale tarihli dilekçe ile bir kısım davalılar aleyhine, Diyarbakır ili Eğil ilçesi Balaban köyünde kain iki parça taşınmaza yapılan müdahalenin meni talebiyle dava açılmıştır. Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1974/209 sırasına kaydı yapılan davanın yargılaması neticesinde, Mahkemenin 21/11/1974 tarih ve E.1974/209, K.1974/538 sayılı kararı ile, taşınmaza ilişkin kadastro tespit çalışmaları yapıldığından bahisle görevsizlik kararı verilerek, dosya Diyarbakır Kadastro Mahkemesine gönderilmiştir. Diyarbakır Kadastro Mahkemesinin E.1975/10 sırasına kaydı yapılan davada, Mahkemenin 7/3/1978 tarih ve E.1975/10, K.1978/46 sayılı kararı ile, işbu dosyanın aralarındaki irtibat nedeniyle Mahkemenin E.1977/108 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Diyarbakır Kadastro Mahkemesinin E.1975/8, E.1976/2, E.1978/852, E.1978/853 sayılı dosyalarının da, Mahkemenin E.1977/108 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Diyarbakır Kadastro Mahkemesinin E.1977/108 sayılı dosyasında yürütülen yargılama neticesinde, Mahkemenin 1/12/1992 tarih ve E.1977/108, K.1992/135 sayılı kararı ile, Eğil ilçesinde adli teşkilat kurularak faaliyete geçtiği ve dava konusu taşınmazların bulunduğu Balaban Köyünün de Eğil ilçesine bağlı olduğundan bahisle, Mahkemenin yetkisizliğine ve dosyanın yetkili Eğil Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Belirtilen dava dosyası Eğil Kadastro Mahkemesinin E.1995/8 sırasına kaydedilmiş olup, hâlihazırda ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar, Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir. Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir: “Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4687 | Başvurucular, murisleri tarafından 1974 yılında açılan hukuk davasının halen ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğunu beyan ederek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğrakları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, tutukluluk incelemeleri ile bu incelemeler sonucunda verilen kararlara yapılan itirazların hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın değerlendirilmesi ve tahliye talepleri ile tutukluğun devamına dair kararlara yapılan itirazların geç karara bağlanıp geç tebliğ edilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başlatılan bir soruşturma kapsamında Başsavcılığın talimatıyla 5/2/2019 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 6/2/2019 tarihinde başvurucuyu kasten öldürmeye teşebbüs suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 6/2/2019 tarihinde başvurucunun kasten öldürmeye teşebbüs suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Soruşturma evresinde başvurucunun tutukluluk incelemeleri 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvurucu ve/veya müdafii dinlenilmek suretiyle en geç otuz günde içinde yapılmış ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu kapsamda son inceleme İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 3/1/2020 tarihinde başvurucu müdafiinin dinlenilmesi suretiyle yapılmıştır. Başsavcılık 21/1/2020 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında kasten öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 24/1/2020 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2020/18 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 4/2/2020 tarihinde yaptığı tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, tutukluluk durumunun 3/3/2020 tarihinde dosya üzerinden incelenmesine ve ilk duruşmanın 2/4/2020 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucunun tutukluluk incelemesi alınan karar gereğince 3/3/2020 tarihinde dosya üzerinden yapılmış ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkeme, ilk duruşma günü olarak belirlediği 2/4/2020 tarihinde dosyayı tarafların yokluğunda resen ele alarak salgın hastalık nedeniyle alınan tedbirler kapsamında duruşmanın 16/6/2020 tarihine ertelenmesine, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve tutukluluk incelemesinin 30/4/2020 ve 29/5/2020 tarihlerinde dosya üzerinden yapılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun 19/3/2020 ve 30/3/2020 tarihli tahliye taleplerini de reddetmiştir. Mahkemenin 2/4/2020 tarihli tutukluluk hâlinin devamı kararına başvurucu tarafından yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dosya üzerinden incelenerek 14/4/2020 tarihli kararla reddedilmiştir. Mahkeme daha önce alınan karar gereği başvurucunun tutukluluk durumunu 30/4/2020 ve 29/5/2020 tarihlerinde dosya üzerinden inceleyerek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu kararlara yaptığı itirazlar da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dosya üzerinden incelenerek 15/5/2020 ve 15/6/2020 tarihli kararlar ile reddedilmiştir. Başvurucu 1/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemenin 16/6/2020 tarihinde yaptığı ilk duruşmaya başvurucunun müdafii bizzat, başvurucu ise Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yoluyla katılarak davanın esasına ve tutukluluğa ilişkin savunmalarını ileri sürmüştür. Mahkeme, duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 29/9/2020 tarihli üçüncü duruşmada başvurucunun kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. Başvurucu ayrıca tutukluluk hâlinin uzun süre mahkeme önüne çıkarılmaksızın devam ettirildiği gerekçesiyle 29/7/2020 tarihinde İstanbul Ağır Ceza MahkemesininE.2020/145 sayılı dosyası üzerinden koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 19/11/2020 tarihinde "Korona virüs (Covid 19) sebebiyle alınan tedbirler, İstanbul Adliyesinde mahkemelerin derdest dosya sayısının çokluğu, buna bağlı olarak iş yükünün ağırlığı hususları birlikte değerlendirildiğinde yargılamada geçen sürenin makul olduğu, davacının yargılandığı dosyada yargılamaya ilişkin tutukluluğun devamı ve itirazların değerlendirilmesine ilişkin tutanaklar ve ekleri incelenmesinde mahkemece yapılan iş ve işlemlerde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı" gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kararın kesinleşmesinin ardından ayrıca bireysel başvuru yoluna müracaat edeceğini bildirmiştir. İlgili hukuk için bkz. Kadir Ayhan, B. No: 2020/20083, 10/3/2021, §§ 20- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15818 | Başvuru, tutukluluk incelemeleri ile bu incelemeler sonucunda verilen kararlara yapılan itirazların hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın değerlendirilmesi ve tahliye talepleri ile tutukluğun devamına dair kararlara yapılan itirazların geç karara bağlanıp geç tebliğ edilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında katılan sıfatıyla yer alınmasına rağmen beraat kararıyla birlikte aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilkişkindir. Başvuru 14/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine Görele Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 24/6/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu kendisine karşı hakaret ve tehdit iddiasıyla üç sanık hakkında Görele Sulh Ceza Mahkemesinde açılan ceza davasına müdahil olmuştur. Mahkeme, 18/2/2010 tarihinde atılı suçların işlendiğinin sabit olmadığı gerekçesiyle sanıkların beraatine karar vermiştir. Beraat kararı ile birlikte sanıklar lehine ve başvurucu aleyhine vekâlet ücretine de hükmedilmiştir. Başvurucu 17/3/2010 tarihinde söz konusu kararı temyiz etmiş ve beraat kararı ile birlikte vekâlet ücretine ilişkin kararın da bozulmasını talep etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 19/9/2013 tarihinde kararı usul ve yasaya uygun bularak onamıştır. Yargıtayın onama kararı başvurucuya 17/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/574 | Başvuru, ceza davasında katılan sıfatıyla yer alınmasına rağmen beraat kararıyla birlikte aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilkişkindir. | 0 |
Başvurucu, beyin ve sinir cerrahi uzmanı olarak Tunceli Devlet Hastanesinde iki ay süreyle geçici olarak görevlendirilmesine ilişkin 31/3/2006 tarihli idari işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde açtığı iptal davası sonucunda aleyhine avukatlık ücretine hükmedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur. Başvuru, 26/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ankara Gazi Devlet Hastanesinde beyin ve sinir cerrahi uzmanı olarak görev yapmakta iken İdarenin 30/3/2006 tarihli işlemiyle Tunceli Devlet Hastanesinde iki ay süreyle geçici olarak görevlendirilmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkemenin 23/11/2006 tarihli ve E.2006/954, K.2006/2293 sayılı kararıyla; başvurucunun ihtiyaç nedeniyle Tunceli Devlet Hastanesinde iki ay süreyle geçici olarak görevlendirildiği, söz konusu ihtiyacın hizmetin niteliği itibarıyla geçici görevlendirme yoluyla değil, atama yoluyla giderilmesi mümkün iken, herhangi bir nesnel ölçüt gözetilmeden görevlendirmede başvurucunun tercih edilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilerek idari işlemin iptaline karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 19/10/2009 tarihli ve E.2007/4681, K.2009/5507 sayılı ilâmıyla; dava konusu işlemde kamu yararı ve sağlık hizmetlerinin gerekleri yönünden hukuka aykırılık bulunmadığı, dava konusu işlemin sebep ve maksat yönlerinden de hukuka uygun olduğu belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 21/6/2011 tarihli ve E.2010/1259, K.2011/3432 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılamada; dava konusu geçici görevlendirme işleminde hukuka aykırılığın bulunmadığı belirtilerek davanın reddine ve 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 550,00 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı İdareye verilmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Beşinci Dairesinin 17/4/2013 tarihli ve E.2012/4643, K.2013/3145 sayılı ilâmıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 6/11/2013 tarihli ve E.2013/8270, K.2013/7447 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 27/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 26/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2523 | Başvurucu, beyin ve sinir cerrahi uzmanı olarak Tunceli Devlet Hastanesinde iki ay süreyle geçici olarak görevlendirilmesine ilişkin 31/3/2006 tarihli idari işlemin iptali istemiyle Ankara 3. İdare Mahkemesinde açtığı iptal davası sonucunda aleyhine avukatlık ücretine hükmedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1982 doğumlu olan başvurucu, 2/12/2010 tarihinden itibaren Merkezi Kayıt Kuruluşu A.Ş. (Şirket) nezdinde uzman olarak çalışmaya başlamış; 11/8/2016 tarihinde ise başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Şirket; fesih ihbarnamesinde iş akdinin sonlandırılmasına ilişkin olarak işletme maliyetlerinin azaltılarak tasarruf sağlanması, verimliliğin artırılması ve diğer idari gereklilikler nedeniyle mevcut insan kaynaklarında yeniden düzenlemeye ihtiyaç duyulduğunu gerekçe göstermiştir. Şirket sermaye piyasası araçlarının fiziki olarak basılmadan, aynı nitelik ve hakları taşıyacak şekilde elektronik ortamda kayıtlı şekilde izlenmesine ilişkin işlemleri gerçekleştirmek, bu araçları ve bunlara bağlı hakları elektronik ortamda, üyeler ve hak sahipleri itibarıyla kayden izlemek ve saklamasını yapmak üzere faaliyet gösteren özel hukuk tüzel kişiliğine sahip anonim bir şirkettir. Öte yandan Borsa İstanbul Anonim Şirketi, İstanbul Takas ve Saklama Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği, Şirketin kurucu ortakları arasında yer almaktadır. Şirket -nezdinde tutulan kayıtlar gözetildiğinde- sermaye piyasasının en kritik kurumlarından biridir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Şirket aleyhine 15/8/2016 tarihinde dava açmış; İstanbul İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde feshin usule aykırı olduğunu, savunması alınmadan iş akdinin feshedildiğini, feshin somut bir gerekçeye dayanmadığını ileri sürmüştür. Davalı Şirket cevap dilekçesinde, başvurucunun iş akdinin 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünün akabinde meydana gelen ihtiyaçlar gözetilerek işletmesel bir kararla feshedildiğini belirtmiş; fesih ihbarnamesinde yer alan hususları tekrar etmiştir. Buna mukabil cevaba cevap dilekçesinde başvurucu, işveren Şirketin fesih sebebi ile bağlı olduğunu, darbe teşebbüsü ve sonrasında yaşanan olağanüstü hâl (OHAL) durumunun dikkate alınması talebinin hukuki olmadığını belirtmiştir. Şirket ise ayrıca sunduğu 14/12/2016 tarihli ek beyan dilekçesinde, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından iletilen bilgide başvurucunun Bank Asyada aktif hesabının bulunduğunu ifade etmiş, OHAL döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) kapsamında kapatılan derneğe bağış yapıp yapmadığının araştırılmasını istemiştir. Mahkeme 28/12/2016 tarihli duruşmada, tarafların iddia ve itirazlarını dinlemiştir. Bu kapsamda işveren Şirket, darbe teşebbüsü sonrasında risk odaklı bir değerlendirme yapıldığını ve başvurucunun da bu kapsamda iş akdine son verildiğini belirtmiş; başvurucu ise iş akdinin hangi nedenle feshedildiğinin netleştirilmesi gerektiğini, Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasıyla (FETÖ/PDY) iltisak nedeniyle iş akdi sonlandırılmış ise buna ilişkin delillerin, idari gereklilikten dolayı iş akdi feshedilmişse buna ilişkin delillerin sunulmasını talep etmiştir. Duruşmanın akabinde işveren Şirket sunduğu beyan dilekçelerinde, başvurucunun Bank Asyada aktif hesap kaydının olduğunu, KHK ile kapatılan derneğe bağış yaptığını belirtmiş; iş akdinin şüphe feshi kapsamında FETÖ/PDY ile iltisaklı olduğu gerekçesiyle feshedildiğini ifade etmiştir. Başvurucu ise söz konusu iddialara ilişkin beyan dilekçesinde şüphe feshinin işbu dava nedeniyle işveren tarafından uydurulan bir savunmadan ibaret olduğunu, yazılı fesih beyanında şüpheden bahsedilmediğini, hakkında herhangi bir adli ve/veya idari soruşturma bulunmadığı gibi dosyaya bu yönde herhangi bir delil de sunulmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) ile İl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet) müzekkere yazarak başvurucu hakkında bilgi/belge toplama yoluna gitmiştir. Bu kapsamda Başsavcılık, cevabi yazıda başvurucu hakkında FETÖ/PDY üyesi olma isnadıyla soruşturma yürütüldüğünü ve soruşturmanın derdest olduğunu bildirmiştir. Başvurucu 29/11/2017 tarihli duruşmada, soruşturmanın FETÖ/PDY ile iltisak nedeniyle iş akdi feshedildiği için başlatıldığını, yürütülen soruşturma gizli olduğu için içerik konusunda bilgi sahibi olamadığını belirtmiş; Şirketin ileri sürdüğü işletmesel karar denetimi yönünden dosyanın bilirkişi incelemesine gönderilmesini talep etmiştir. Mahkeme 29/11/2017 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Yargıtay Hukuk Dairesi'nin 28/03/2017 tarih ve 2017/19203 Esas 2017/5147 Karar sayılı kararında açıklandığı üzere 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin Maddesi kapsamında iş akdinin sona erdirilmesi durumunda 4857 sayılı İş Kanunu'nun ve devamı maddeleri uyarınca geçersizlik koşulları aranamayacağından davacının iş akdinin geçerli nedenle feshedildiği kabul edilerek davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıda yazılı olduğu şekilde hüküm kurulmuştur..." Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; istinaf dilekçesinde terör örgütü ile iltisakın nasıl kurulduğu hususunun gerekçeli karardan anlaşılamadığını, bu yöndeki tek bilginin davalı Şirketin cevap dilekçesinde ileri sürdüğü iddialardan ibaret olduğunu, her ne kadar hakkında soruşturma olduğu ifade edilmişse de bu soruşturmanın Şirket tarafından 26/10/2016 tarihinde yapılan ihbarla başladığını, kendisinin ise 10/2/2017 tarihinde soruşturmaya dâhil edildiğini fakat hakkında şu ana kadar herhangi bir işlem yapılmadığını belirtmiştir. Başsavcılığa yapılan ihbarda kendisi hakkında iltisak bilgisi olarak Bank Asya hesabının aktif olduğu, müzahir derneğe bağış yaptığı açıklaması yer almakla birlikte iş sözleşmesinin feshine ilişkin yazılı bildirim ve ekinde belirtilen sebeplerin tamamen farklı olduğunu ifade eden başvurucu; ilgili mevzuat hükümleri kapsamında işverenin fesih sebebi ile bağlı olduğunu, bu yönde birçok mahkeme kararı bulunduğunu belirtmiş ve davanın reddini talep etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 13/6/2019 tarihli kararı ile istinaf talebinin esastan reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosya içeriğindeki belgelerden, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından düzenlenen 01/08/2017 tarihli yazı ile davacı Ramazan Ayyıldız hakkında silahlı terör örgütüne üye olma (FETÖ/PDY) suç isnadı ile 2017/130801 nolu soruşturmada şüpheli sıfatı ile soruşturmasının devam ettiği belirtilmiştir.Bu halde, davalı savunmasına göre davacının (FETÖ/PDY) ile ilgi, iltisak ya da irtibatı bulunduğu konusuna davalı iş veren açısından şüphe feshini gerektirir yeterli delil olduğu, terör örgütü ile irtibatı ya da iltisakı bulunduğuna dair şüphe bulunan bir işçiyi çalıştırmaya devam etmenin davalı iş verenden beklenemeyeceği, feshin şüphe feshinin şartlarını taşıdığı ve geçerli nedene dayandığı anlaşılmakla, ilk derece mahkemesi kararı isabetlidir, Yargıtay'ın uygulaması da bu yönde gelişmiştir.İlk derece mahkemesi kararı usul ve yasaya ve dosya içeriğine uygundur, aksine itirazların hiçbirisi yerinde görülmemiştir.Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, İlk Derece Mahkemesinin objektif, mantıksal ve hayatın olağan akışına uygun, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile İlk Derece Mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiştir." Nihai karar 5/8/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir. ...Davacının hakkında derdest bulunan ecza yargılamasında, "mor beyin" uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32156 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 1960 yılında açılan kadastro davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarıyla ilgilidir. Başvuru, 4/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Anayasa Mahkemesince yapılan incelemede, başvuruculardan Aynur Doğan ve Mehmet Ali Şimşek’in, bireysel başvuruya konu edilen yargılamanın tarafları olduklarına dair herhangi bir bilgi veya belgeye ulaşılamamıştır. Anayasa Mahkemesince anılan başvuruculara gönderilen 13/5/2014 tarihli yazı ile başvuruculardan, başvuru konusu davanın tarafları olduklarına dair herhangi bir belge ya da mirasçı olduklarını gösterir veraset ilamı sunmaları istenmiş, başvuruculara 28/5/2014 tarihinde tebliğ edilen söz konusu yazıya karşı herhangi bir beyanda bulunulmamıştır. 4/5/2015 tarihinde aralarında konu bakımından hukuki bağlantı bulunan 2013/7424, 20137425, 2013/7426, 2013/7427, 2013/7428, 2013/7429, 2013/7430, 2013/7431, 2013/7432 numaralı başvuru dosyalarının 2014/7423 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2013/7424, 2013/7425, 2013/7426, 2013/7427, 2013/7428, 2013/7429, 2013/7430, 2013/7431, 2013/7432 numaralı bireysel başvuru dosyalarının kapatılmalarına; incelemenin 2013/7423 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından 29/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esasın incelenebilmesi için dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/11/2015 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 6/11/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Mersin ili Mut ilçesi Fakırca Köyü Bük mevkiinde kain 31 ve 32 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin olarak başvurucuların murisi tarafından 23/3/1960 havale tarihli dilekçe ile el atmanın önlenmesi ve tazminat davası açılmıştır. İlgili yargı çevresinde Kadastro Mahkemesi kurulması nedeniyle Mut Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 30/12/1975 tarihli ve E.1960/114, K.1975/362 sayılı görevsizlik kararı üzerine dosyanın Mut Kadastro Mahkemesinin E.1976/46 sırasına kaydı yapılmış, Kadastro Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda verilen 23/6/1981 tarihli karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/9/1983 tarihli ve E.1983/9133, K.1983/13506 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Mut Kadastro Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde verilen 31/2/2002 tarihli ve E.1984/19, K.2002/9 sayılı karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/3/2004 tarihli ve E.2004/575, K.2004/1189 sayılı ilamı ile ikinci defa bozulmuştur. Mut Kadastro Mahkemesince ikinci bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda verilen 18/5/2012 tarihli ve E.2006/137, K.2012/171 sayılı karar ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiştir. Başvurucular, 4/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/7/2015 tarihli ve E.2015/10372, K.2015/9515 sayılı ilamı ile düzeltilerek onamıştır. Onama ilamının yargılamanın taraflarına tebliğ edilmesi işlemleri devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7423 | Başvuru, 1960 yılında açılan kadastro davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarıyla ilgilidir. | 1 |
Başvurucu, açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 20/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı olarak görev yapmakta iken kendisine yönelik “Yönetim Görevinden Ayırma” cezası uygulanmasına ilişkin 8/3/2002 tarih ve 4 oturum sayılı Yüksek Disiplin Kurulunun işlemi hakkında Antalya İdare Mahkemesinde yürütmeyi durdurma talepli iptal davası açmış, Mahkeme 14/11/2002 tarih ve E.2012/1217 sayılı kararı ile Yüksek Disiplin Kurulu kararında cezanın verilmesi veya verilmemesi doğrultusunda kullanılan oyların kararda yer almadığı, karara katılmayan üyelerin görüşlerinin karara yazılmadığı ve bu üyeler tarafından kararın imzalanmadığı, bu sebeplerle Kurul kararının şekil şartlarına uymadığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı vermiş, daha sonra 23/9/2003 tarih ve E.2002/1217, K.2003/999 sayılı kararı ile işlemin iptaline ve mahrum kalınan parasal hakların en yüksek yasal faizi ile birlikte hesaplanarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Antalya İdare Mahkemesince verilen yürütmeyi durdurma kararı üzerine Mahkeme kararında belirlenen eksiklikler giderilerek başvurucuya 7/3/2003 tarih ve 2003/1 sayılı kararı ile yeniden “Yönetim Görevinden Ayırma” cezası verilmiştir. Başvurucu tarafından bu cezanın iptali istemiyle açılan davada Antalya İdare Mahkemesi, 10/3/2004 tarih ve E.2003/482, K.2004/272 sayılı kararı ile işlemin iptaline karar vermiştir. Antalya İdare Mahkemesinin kararına karşı davalı idare temyiz yoluna başvurmuş, Danıştay Sekizinci Dairesi, 11/3/2005 tarih ve E. 2004/3438, K. 2005/1110 sayılı kararı ile başvurucu vekilinin Çankaya Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapması münasebetiyle incelenen davadaki temsil yetkisinin araştırılması gerekirken ilk derece mahkemesi tarafından eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle bozma kararı vermiştir. Danıştay Sekizinci Dairesinin bozma kararına uyan Antalya İdare Mahkemesi 15/12/2005 tarih ve E.2005/739, K.2005/1901 sayılı kararı ile başvurucunun vekilinin yükseköğretim kurum ve kuruluşlarına karşı dava takip yetkisinin bulunmadığı, bununla birlikte davayı temsil eden vekile ilişkin Mahkemeye azilname yahut vekaletten çekilme dilekçesi de teslim edilmediği gerekçesiyle usulüne uygun yeniden dava açılmak üzere 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu uyarınca dilekçe ret kararı vermiştir. Başvurucu, Antalya İdare Mahkemesinin dilekçe ret kararı üzerine Mahkemeye 9/2/2006 tarihli yenileme dilekçesi ibraz etmiş, bu sırada Isparta İdare Mahkemesinin faaliyete geçmesi ve dava konusunun da bu Mahkemenin yetki alanına girmesi nedeniyle Antalya İdare Mahkemesi yetkisizlik nedeniyle dosyanın Isparta İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Isparta İdare Mahkemesi, 24/5/2007 tarih ve E.2007/975, K.2007/760 sayılı kararı ile davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Mahkeme gerekçesi şöyledir;“ ….. söz konusu cezanın 5525 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun kapsamında olduğu, davaya devam edilmesine yönelik 10/7/2006 tarihli iki nüsha dilkeçenin 11/6/2006 tarihinde mahkeme kaydına geçtiği, ancak söz konusu dilekçelerin imzasız olması nedeniyle geçerli bir talep olarak dikkate alınmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda; 5525 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içersinde anılan disiplin cezasına karşı açılan davaya devam edilmesi yönünde hukuken geçerli bir talep olmadığından 5525 sayılı Kanun kapsamında olan “Yönetim Görevinden Ayırma” cezasının iptali istemiyle açılan davanın 5525 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, ayrıca 5525 sayılı Kanun’un maddesinin fıkrasında yer alan “Disiplin cezalarının affı ilgililere geçmiş süreler için özlük hakları ve parasal yönden herhangi bir talep hakkı vermez” hükmü uyarınca dava konusu disiplin cezasının af kapsamında kalmasının davacıya parasal yönden herhangi bir hak kazandırmayacağı açıktır.Açıklanan nedenlerle davanın, esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına…” Isparta İdare Mahkemesinin kararına karşı başvurucu temyiz yoluna başvurmuş ancak Danıştay Sekizinci Dairesi, 29/12/2008 tarih ve E.2007/6342, K.2008/8631 sayılı kararı ile kararın onanmasına karar vermiş, ardından başvurucunun karar düzeltme talebi de 17/5/2010 tarih ve E.2009/3681, K.2010/2651 sayılı karar ile reddedilmiştir. Bunun yanında, başvurucu, bahse konu disiplin cezalarının iptal edilmesinin ardından Antalya İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmış, Mahkeme, 2/2/2005 tarih ve E.2004/1721, K.2005/95 sayılı kararı ile dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanun’un ve maddelerine uygun hazırlanmadığı gerekçesiyle usulüne uygun hazırlanmış dilekçelerle her iki disiplin cezasından dolayı uğradığını ileri sürdüğü zararlar için ayrı dava açılmak üzere dilekçenin reddi kararı vermiştir. Başvurucu, dilekçe ret kararı üzerine yeniden dava dilekçesi hazırlamış ve dilekçesinde Antalya İdare Mahkemesince iptal edilen davalı idare işlemi nedeniyle mahrum kaldığı 000,00 TL maddi ve iptal edilen disiplin cezaları nedeniyle 000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Antalya İdare Mahkemesince dava hakkında yetkisizlik kararı verilmiş ve dava dosyası Isparta İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Isparta İdare Mahkemesi ise 31/1/2008 tarih ve E.2007/274, K.2008/78 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Bu durumda, davacıya verilen disiplin cezasının iptali istemiyle açılan davada, Mahkememiz tarafından davaya devam edilmesi yönünde hukuken geçerli bir talep olmadığı kanaatine varılarak anılan disiplin cezasının 5525 sayılı Yasa kapsamında görüldüğü, bu nedenle davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığı yolunda karar verildiği ve 5525 sayılı Yasa’nın maddesinin son bendinde, disiplin cezalarının affının ilgililere geçmiş süreler için özlük hakları ve parasal yönden herhangi bir talep hakkı vermeyeceği hükme bağlandığından, davacının maddi ve manevi tazminat isteminin hukuki dayanağı bulunmadığı kanaatine varılmıştır.” Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuş, Danıştay Sekizinci Dairesi, 17/4/2012 tarih ve E.2008/7923, K.2012/1757 sayılı kararı ile temyiz talebini reddetmiştir. Başvurucu tarafından bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 9/11/2012 tarih ve E.2012/6957, K.2012/8887 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 21/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir:“İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” Aynı Kanun’un maddesi şöyledir:“ Danıştay dava daireleri ile idare ve vergi mahkemelerinin nihai kararları, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştayda temyiz edilebilir. (Değişik:10/6/1994-4001/20 md.) Özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde,Danıştay dava daireleri ile idare ve vergi mahkemelerinin nihai kararlarına karşı tebliğ tarihini izleyen otuz gün içinde Danıştayda temyiz yoluna başvurulabilir. “ Aynı Kanun’un maddesi şöyledir:“ (Değişik birinci cümle: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca;a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması, b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması, c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması, d) (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmış olması, Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulları ile bölge idare mahkemeleri, kararın düzeltilmesi isteminde ileri sürülen sebeplerle bağlıdırlar. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/24 md.)Kararın düzeltilmesi istekleri esas kararı vermiş olan daire, kurul ve bölge idare mahkemesince incelenir. Dosyanın incelenmesinde tetkik hakimliği yapanlar, aynı konunun düzeltme yoluyla incelenmesinde bu görevi yapamazlar.” 22/6/2006 tarih ve 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu Kanun kapsamına giren ve 23/4/1999 tarihinden 14/2/2005 tarihine kadar işlenmiş fiillerden dolayı verilmiş olan disiplin cezalarına karşı bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce idarî yargı mercilerine başvurmuş olanlardan, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde dosyanın bulunduğu yargı merciine müracaat etmek suretiyle davaya devam etmek istediklerini bildirmeyenlerin davaları hakkında, görülmekte olan davalarda davayı gören mahkemece, karar temyiz edilmiş ise Danıştayca, karar verilmesine yer olmadığına ve tarafların yaptıkları masrafların üzerlerinde bırakılmasına karar verilir, vekâlet ücretine hükmedilmez. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde davaya devam etmek istediklerini bildirenlerin davalarının görülmesine devam olunur. Ancak, davanın davacının aleyhine sonuçlanması halinde bu Kanunla getirilen af hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1474 | Başvurucu, açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, taşınmaza kamulaştırmasız el atılması, kamulaştırmasız el atma bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi ve maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Çiftçi olan başvurucu 1963 doğumlu olup Mardin'in Midyat ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucunun, Mardin ili Midyat ilçesi Barıştepe Köyünde bulunan 112 ada 818 parsel sayılı tarım arazisi vasfındaki taşınmazının 290,44 m²lik kısmı üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın Karayolları Genel Müdürlüğünce (İdare) yol geçirilmiştir. Başvurucu 29/5/2012 tarihinde İdare aleyhine kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde; kamulaştırma işlemleri yapılmadan taşınmaza el atıldığı, taşınmazın değerli bir muhitte yer aldığı ve taşınmazdan arta kalan kısımların işe yaramaz hâle geldiği belirtilerek ortaya çıkan zararın giderilmesi için tazminat ödenmesi talep edilmiştir. Midyat Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 12/4/2013 tarihinde, net gelir yöntemine göre kamulaştırma bedelinin hesaplandığı bilirkişi raporunu hükme esas alarak davanın kabulüne ve 141,34 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca dava konusu taşınmazın 290,44 m²lik kısmının başvurucu adına olan tapu kaydının iptaline, İdare lehine tapuda yol olarak terkinine ve avukatlık asgari ücret tarifesi uyarınca hesaplanan 199 TL nispi vekâlet ücretinin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Tarafların temyiz başvurusunu inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi, 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik geçici maddesi gereğince vekâlet ücretinin maktu olarak hüküm altına alınması gerektiğini belirtmiş ve Mahkeme hükmünden "199 TL nisbi" ibaresinin çıkarılarak yerine "320,00 TL maktu" ibaresinin yazılması suretiyle kararın düzeltilerek onanmasına 18/12/2013 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu vekiline 27/2/2014 tarihinde reddiyat makbuzu ile dosya masraf iadesine ilişkin ödeme yapılmıştır. Başvurucu kesinleşen Mahkeme kararına istinaden Midyat İcra Müdürlüğünde İdare aleyhine 26/3/2014 tarihinde toplam 632,79 TL üzerinden ilamlı icra takibi başlatmıştır. Ödeme emri İdareye 1/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. İdare, başvurucuya 8/2/2016 tarihinde 951,16 TL tutarında ödeme yapmıştır. Başvurucu vekili 8/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İdare 30/6/2016 tarihinde başvurucuya 583,14 TL tutarında bir ödeme daha yapmıştır. İlgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4970 | Başvuru, taşınmaza kamulaştırmasız el atılması, kamulaştırmasız el atma bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi ve maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvuruda itiraz merciinin kararının gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Maliki olduğu işletmede gece 00’den sonra alkollü içecek satışı yapıldığı gerekçesiyle başvurucu hakkında kolluk tarafından 26/5/2014 tarihli tutanak düzenlenmiştir. Söz konusu tutanağa istinaden Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunun 10/8/2015 tarihli kararıyla başvurucunun 000 TL idari para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun anılan idari para cezasının iptali talepli başvurusu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/10/2015 tarihli yetkisizlik kararıyla Ankara Batı Sulh Ceza Hakimliğine gönderilmiştir. Ankara Batı Sulh Ceza Hakimliğinin (Hâkimlik) 4/2/2016 tarihli kararıyla başvurucunun başvurusunun reddine karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı ise Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/2/2016 tarihli kararıyla gerekçede herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından, kararın usul ve yasaya uygun olduğundan reddedilmiştir. Karar 9/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6621 | Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvuruda itiraz merciinin kararının gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/10/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin bu ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 15/10/2021 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 1959 doğumlu olan başvurucuya over malign neoplazmı (yumurtalık kanseri) tanısı konulmuştur. Başvurucunun tedavisini planlayan hekimin olaparip etken maddeli Lynparza isimli ilacın kullanımını uygun görmesi sonrasında başvurucunun Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna başvurusu üzerine söz konusu ilacın kullanımının ve ithalinin uygun görüldüğü bildirilmiştir. Başvurucunun SGK'ya ilaç bedelinin ödenmesi talepli başvurusunun reddi üzerine başvurucu, ret işleminin iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açıp idari işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini de talep etmiştir. İdare Mahkemesi 23/9/2021 tarihinde dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Başvurucu, ilaç bedelinin bu ilacın ithalinde yetkili kuruluşa ödenmesi için SGK'ya yeniden başvurmuştur. SGK'ca ilacın fatura asılları ve kullanılan ilaca ait boş kutuların ibraz edilmesi hâlinde işlem yapılacağı bildirilmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 15/10/2021 tarihinde tedbir talebini kabul etmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede, İdare Mahkemesi tarafından 2/2/2022 tarihinde davanın kabulüne ve işlemin iptaline karar verildiği anlaşılmıştır. Karara karşı SGK vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuş olup istinaf incelemesi devam etmektedir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/42562 | Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu dava ve soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Harita Genel Komutanlığı (Ankara) emrinde asker iken 29/9/2012 tarihinde ateşli silahla yaralanan ve uzun süre tedavi görmesine rağmen kurtarılamayarak 1/7/2013 tarihinde yaşamını yitiren 1992 doğumlu Ş.Z.nin annesidir.A. Ş.Z.nin Askerlik Süreci ve Ölümü Başvurucunun oğlu Ş.Z. askerlik hizmetine başlamadan önce bağlı olduğu aile sağlığı merkezince sağlık muayenesinden geçirilmiştir. Bu muayene neticesinde askerliğe elverişli olduğu değerlendirilen Ş.Z. 23/5/2012 tarihinde askere sevk edilmiş ve 25/5/2012 tarihinde Piyade Eğitim Tugay Komutanlığına (Sivas) teslim olmuştur. Sevk belgesinde ayrıca başvurucunun oğlunun tahsilinin "ilköğretim" olduğu belirtilmiştir. Ş.Z., eğitim birliğine teslim olması üzerine 30/5/2012 tarihinde Bölük Komutanı İ.Ö. ile bir görüşme gerçekleştirmiştir. Ş.Z. bu görüşmede üst ranzada yatma sorununun bulunduğunu ve iki yıl önce madde kullandığını ifade etmiştir. Ş.Z., Piyade Eğitim Tugay Komutanlığında 31/5/2012 tarihinde yapılan Psikososyal Risk Faktörü Tarama Anketi'nde "Daha önce ruhsal (psikolojik) bir rahatsızlık geçirdiniz mi? Son birkaç yıl içerisinde ruhsal (psikolojik) bir rahatsızlık geçirdiniz mi? Son zamanlarda kendinizi öldürmeyi düşündünüz mü?" gibi sorulara "Hayır" cevabını vermiştir. Ş.Z., 31/5/2012 tarihli Personel Bilgi Formunda ise "Ailesinde ve yakın akrabalarında intihar ya da intihara teşebbüs eden var mı?" sorusuna "Evet" cevabını vermiştir. Bunu üzerine Ş.Z. ile aynı gün bir görüşme gerçekleştiren Pisikolojik Danışman F.E., Ş.Z.de herhangi bir psikolojik problem gözlenmediğini belirtmiş ve Personel Bilgi Formu'nu bu şekilde doldurmuştur. Sivas'taki askerlik eğitimini tamamlayan Ş.Z., Harita Genel Komutanlığındaki birliğine teslim olmuştur. Birliğe katılış işlemleri sırasında 6/7/2012 tarihinde yapılan Kayıt-Kabul Muayenesi İlk Değerlendirme Anketi'nde Ş.Z. "Daha önce psikiyatrik/ruhsal/psikolojik bir rahatsızlık geçirdiniz mi? sorusuna "Hayır", "Yakın aile bireylerinde (anne, baba, kardeşler, eş, çocuk) önemli bir sağlık sorunu var mı?" sorusuna ise "Evet" cevabını vermiştir. Bunun üzerine Harita Genel Komutanlığı Rehberlik ve Danışma Merkezinde (RDM) görevli Psikolog Ş., 9/7/2012 tarihinde Ş.Z. ile bir görüşme gerçekleştirmiştir. Görüşme neticesinde hazırlanan Danışma Özet Formu'ndaŞ.Z.nin herhangi bir sıkıntısı olmadığını ifade ettiği belirtilmiştir. Askerlik dosyasına göre Ş.Z., gerek eğitim birliğinde gerekse Harita Genel Komutanlığındaki birliğinde atış eğitimi almıştır. Ş.Z. ayrıca "Tüfeğime emredilmedikçe şarjör takmayacağım.", "Emir verilmeden tam dolduruş yapmayacağım.", "Tam dolduruşta iken tüfeğimi devamlı emniyette bulunduracağım." şeklinde açıklamalar içeren Tek Er İçin Emniyet ve Kaza Önleme Talimatı'nı imzalayarak tebellüğ etmiştir. Ş.Z., 9/8/2012 tarihinde bir baygınlık geçirmiş; bu olaydan sonra birlik revirinde muayene olmuş ve nöroloji polikliniğine sevk edilmiştir. Bunun üzerine Genelkurmay Başkanlığı Mevki Asker Hastanesi Nöroloji Polikliniğinde muayene edilen ve elektroensefalografisi (EEG, beyindeki sinir hücreleri tarafından hem uyanıklık hem de uyku hâlindeyken üretilen elektriksel faaliyetin kâğıt üzerine beyin dalgaları hâlinde yazdırılması işlemi) çekilen Ş.Z.nin bulguları normal olarak değerlendirilmiş ve bayılmasına şahit olan biri ile hastaneye tekrar sevki istenmiştir. Başvuru formu ve eklerinde Ş.Z.nin bu rahatsızlıkla ilgili olarak tekrar muayene olduğuna ilişkin bir bilgi ve belge tespit edilememiştir. Danışmanlık Kartı'na göre Ş.Z. 21/8/2012 tarihinde P.Kd.Başç. K.G. ile bir görüşme gerçekleştirmiş ve bu görüşmede kendisinin herhangi bir sıkıntısının olmadığını ve görev yerinden gayet memnun olduğunu ifade etmiştir. Ş.Z. 29/9/2012 tarihinde 30 ile 30 saatleri arasında nöbetçi olduğu Harita Genel Komutanlığı giriş nizamiyesi (1) numaralı nöbetçi kulübesine gitmiştir. Saat 20 sıralarında Ş.Z.nin nöbetçi olduğu yerden bir ses duyulmuş, bu sesin geldiği yere gidilmesi üzerine Ş.Z.nin nöbet kulübesinin içinde baş bölgesinden vurulmuş bir vaziyette olduğu görülmüştür. Bunun üzerine Ş.Z., olay yerine gelen ambulansla Gülhane Askerî Tıp Akademisine (GATA) götürülmüştür. Ş.Z. burada uzun süre tedavi görmüş ancak kurtarılamayarak 1/7/2013 tarihinde yaşamını yitirmiştir.B. Ceza Soruşturması Süreci Olay hakkında bilgilendirilen Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) nöbetçi savcısı olayın, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerden olduğunu değerlendirerek resen soruşturmaya başlanmasına karar vermiştir. Askerî savcı, saat 40 sıralarında olay yerine varmıştır. Askerî savcının talimatları doğrultusunda olay yerinde bulunan 68 G 5043 seri numaralı piyade tüfeği, 1 adet 62 mm çapında mermi kovanı, 1 adet kısmen deforme olmuş mermi çekirdeği ile tepe noktasında delik bulunan bir adet çelik miğfer muhafaza altına alınmıştır. Askerî savcının talimatları doğrultusunda ayrıca, olay yerinden GATA'ya götürülen Ş.Z.nin el ve yüz svapları ile parmak izleri alınmıştır.Askerî savcı, Ş.Z.yi vurulmuş vaziyette ilk gören Er Ö.nin ifadesini almıştır. Er Ö. ifadesinde özetle nöbet yeri olan 1 No.lu nizamiyeyesaat 00'de gittiğini, Ş.Z.nin bu sırada dışarıda normal bir vaziyette nöbet tuttuğunu gördüğünü, Ş.Z. ile herhangi bir şey konuşmaksızın doğrudan nöbet yerine gittiğini ifade etmiştir. Er Ö., Ş.Z.nin bir ara 1 No.lu nöbet kulübesinin içine geçtiğini ve yaklaşık 1,5 saate yakın nöbet kulübesinden çıkmaması üzerine onu merak edip yanına gittiğini, kapıyı açtığında Ş.Z.nin yere çömelmiş vaziyette durduğunu gördüğünü, bu sırada silahının da elinde olduğunu ancak çelik başlığın başında olmadığını, Ş.Z.nin bu esnada çok sıkıntılı ve bunalımlı bir hâli olduğunu belirtmiştir. Er Ö. devamında Ş.Z.nin kendisini görünce ayağa kalktığını ve silahını gerisine doğru saklamaya çalıştığını, kendisinin herhangi bir şeyden şüphelenmediğini, Ş.Z.ye "Ne oldu, niye sıkıntılı bir halin var?" diye sorduğunu, Ş.Z.nin ise "Yok bir şey." dediğini, bu cevaba şaşırdığını çünkü Ş.Z.nin daha candan cevaplar vermesine alışkın olduğunu, akabinde ise buradan ayrılarak kendi nöbet bölgesine geçtiğini ifade etmiştir. Er Ö., nöbet yerine geçmesinden yaklaşık on dakika sonra nöbet kulübesinden tok bir ses geldiğini, kendisinin bu sese anlam veremediğini, içeride silahın ya da çelik başlığın düşmüş olabileceğini değerlendirip 1 No.lu nöbet kulübesine gittiğini, kapıyı açtığında Ş.Z.yi kapının olduğu taraftaki sol duvara yaslanmış, dizlerinin üzerinde yarı oturur pozisyonda gördüğünü, Ş.Z.nin silahının dipçiğinin yerde, namlusunun yukarı bakar vaziyette olduğunu, alnının ortasında yara izi olan Ş.Z.nin zor nefes alıp verdiğini belirtmiş; bu manzarayı görünce korkup hemen bağırmaya başladığını, nöbet kulübesinin içine girmediğini, akabinde olay yerine diğer kişilerin geldiğini ve Ş.Z.nin olay yerine gelen ambulansa bindirilerek hastaneye götürüldüğünü ifade etmiştir. Askerî savcı, Ş.Z.nin ağabeyi Z.nin ifadesini almıştır. Z. ifadesinde özetle toplam sekiz kardeş olduklarını, babalarının on üç yıl önce kanserden yaşamını yitirdiğini, annelerinin ise yaşlı biri olduğunu, maddi durumlarının iyi olmadığını, kardeşinin sivildeyken mevsimlik işçi olarak çalışıp ailesinin bütçesine katkı sağlamaya çalıştığını ifade etmiştir. Z., kardeşini sorunsuz bir şekilde askere gönderdiklerini, kardeşinin askerlik yaptığı süre içinde en çok kendisiyle telefon görüşmesi yaptığını, kardeşinin olaydan bir gece önce saat 00 sıralarında cep telefonuyla kendisini aradığını, kardeşinin sesinin biraz neşesiz gelmesi üzerine herhangi bir sıkıntısının olup olmadığını sorduğunu, onun da "Arkadaşlarımı rahatsız etmemek için sessiz konuşuyorum." dediğini, bu konuşmanın sıradan şeyler üzerine olduğunu, kardeşinin bayramda izne geleceğini, on günlük izni olduğunu söylediğini, kardeşine bir problemi olup olmadığını sorduğunda "Yok." dediğini, telefonu bu şekilde kapattıklarını, ertesi gün ise olayı öğrendiğini belirtmiştir. Z., kardeşinin kendisine askerlikle, komutanlarıyla ya da birlikte görev yaptığı arkadaşlarıyla ilgili bir sıkıntısı olmadığını söylediğini, bu olayın nasıl gerçekleştiğini hâlâ aklının almadığını zira kardeşinin neşeli, güler yüzlü, şakacı biri olduğunu ifade etmiştir. Z. ayrıca kardeşinin sağlık durumunun çok iyi olduğunu, herhangi bir hastalığının olmadığını, psikolojik herhangi bir sorununun da bulunmadığını, bu konuda hiç tedavi görmediğini belirtmiştir.Olay hakkında yürütülen idari tahkikat kapsamında başvurucunun oğlu Ş.Z. ile birlikte olayın yaşandığı sabahın gecesinde 00-00 saatleri arasında nöbet tutan Er A.S.nin ifadesi alınmıştır. Er A.S. ifadesinde özetle Ş.Z.yi yaklaşık üç aydır tanıdığını, Ş.Z. ile çok fazla samimiyetinin olmadığını, Ş.Z. ile en son olayın olduğu sabahın gecesinde 00-00 saatleri arasında 15 No.lu kulede birlikte nöbet tuttuklarını, bu nöbetin Ş.Z. ile ikinci defa tuttuğu nöbet olduğunu ifade etmiştir. Er A.S. devamında nöbetin ilk yarım saatinde Ş.Z. ile herhangi bir konuşmasının olmadığını, Ş.Z.nin bir süre sonra çok yorulduğunu ve oturmak istediğini söylediğini, kendisinin de bu hareketin yanlış olduğunu, yakalanması hâlinde tutanak tutulabileceğini söylediğini ancak Ş.Z.nin her şeyi göze alarak oturacağını ifade ettiğini, Ş.Z.nin yaklaşık beş dakika bu şekilde oturduğunu belirtmiştir. Er A.S., Ş.Z.ye bir sıkıntısının olup olmadığını sorduğunu, Ş.Z.nin ise sıkıntısının olmadığını, babasını özlediğini, babasının yanına gitmek istediğini söylediğini, bunun üzerine kendisinin de vakti geldiğinde herkesin ailesine kavuşacağını söyleyerek ona moral vermeye çalıştığını ifade etmiştir. Er A.S., Ş.Z.ye ayrıca çarşı izninin olup olmadığını sorduğunu, Ş.Z.nin ise izninin olduğunu ancak izinde dışarıya alıştığı için geri dönüşün zor olduğunu, hem parasının da kısıtlı olduğunu beyan ederek izne çıkmayacağını söylediğini belirtmiştir. Er A.S. ayrıca nöbet esnasında Ş.Z.nin askerlikten sıkıldığını, her şeyin üzerine üzerine geldiğini, yorulduğunu, uyuyup ve bir daha uyanmak istemediğini söylediğini, bunun üzerine kendisinin de Ş.Z.ye üç beş gün izne gitmesinin doğru olacağını söylediğini, Ş.Z.nin ise izin kullanmadan askerliğini bitirmek istediğini söylediğini ifade etmiştir. Er A.S. belli bir süre sonra Ş.Z.nin şarjör takılı olmayan silahı hafifçe kendisine doğrultarak "Seni de vurayım, kendimi de vurayım, ikimiz de alıp başımızı gidelim." diye şaka yaptığını, kendisinin de silah boş olsa dahi şakasının bile hoş olmadığını söylediğini belirtmiştir. Askerî savcı, Ş.Z.nin asker arkadaşları ile rütbeli diğer bazı kişilerin de ifadelerini almıştır. Askerî savcı tarafından ifadesi alınan kişiler genel olarak Ş.Z.nin sessiz, sakin, disiplinli ve çalışkan bir asker olduğunu belirtmişlerdir. Tanık olarak ifadesi alınan kişiler ayrıca Ş.Z.nin komutanlarından ya da arkadaşlarından şiddet ve kötü muamele gördüğüne şahit olmadıklarını ifade etmişlerdir. Tanık olarak dinlenen kişiler genel olarak Ş.Z.nin maddi durumunun kötü olduğu yönünde beyanda bulunmuştur. Askerî Savcılık 9/4/2013 tarihinde hastanede tedavi gören Ş.Z.nin de ifadesini almak istemiş ancak şuuru kapalı olan Ş.Z.nin ifade veremeyeceği ilgili tabip tarafından belirtilmiştir. Askerî Savcılık, olay yerini gören kamera kayıtlarını incelemiş; olay günü nöbet kulübesine şüphe oluşturacak herhangi bir girişin ve çıkışın olmadığı tespitlerinde bulunmuştur. Olay yeri incelemesi neticesinde muhafaza altına alınan Ş.Z.ye ait 68 G 5043 seri numaralı tüfek ve şarjör ile namlu atım yatağından çıkartılan bir adet 62x39 çapındaki fişek, bir adet 62x39 mm çapındaki mermi kovanı ve bir adet 62 mm çapındaki deforme olmuş mermi çekirdeği gerekli tetkiklerin yapılması amacıyla Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı Balistik İnceleme Laboratuvarına gönderilmiştir. Balistik İnceleme Laboratuvarının 12/11/2012 tarihli uzmanlık raporunda; 68 G 5043 seri numaralı silahın ateş etmesine mâni mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığı, incelenmesi için gönderilen 62x39 mm çap ve tipindeki bir adet mermi kovanı ile mermi çekirdeğinin 68 G 5043 seri numaralı silahla atılmış olduğu, bir adet fişek üzerinde yapılan incelemede ise mukayeseye elverişli karakteristik bir iz bulunamadığı tespitleri yapılmıştır. Olay yerinde bulunan piyade tüfeği ile şarjör üzerinde yapılan parmak izi incelemesi neticesinde mukayeseye elverişli iz olmadığı tespit edilmiştir. Ş.Z.nin el ve yüz bölgesinden atış artığı transfer kitiyle alınan svaplar üzerinde Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı Kimyasal İnceleme Laboratuvarı görevlileri tarafından atış artığı analizi yapılmıştır. Kimyasal İnceleme Laboratuvarı görevlileri tarafından hazırlanan 15/11/2012 tarihli uzmanlık raporuna göre Ş.Z.nin sağ el dış, sol el dış ve sol el iç bölgelerinden alınan svaplarda atış artığı tespit edilmiştir. Olay yeri incelemesinde muhafaza altına giysiler üzerinde yapılan atış artığı analizi sonucunda ise Ş.Z.ye ait pantolon ve parka üzerinde atış artığı tespit edilmiştir. Ş.Z.nin 1/7/2013 tarihinde yaşamını yitirmesi üzerine otopsi işlemi yapılmıştır. Otopsi raporunda, bir adet mermi çekirdeğinin başvurucunun oğlu Ş.Z.nin kafatasının frontal ön bölgesinden kafatasına girdiği ve verteksten kafatasını terk ettiği belirtilmiştir. Otopsi raporunda mermi çekirdeğinin seyrinin önden arkaya ve hafif aşağıdan yukarıya doğru olduğu ifade edilmiştir. Otopsi raporunda ayrıca, mevcut yaranın iyileşmesi nedeniyle atış mesafesinin berlirlenemediği belirtilmiş; son olarak kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafa, kubbe ve yüz kemik kırıkları ile karakterli beyin doku harabiyeti, beyin kanaması ve bunlara bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu ifade edilmiştir. Askerî Savcılık, soruşturma kapsamında elde ettiği tüm verileri değerlendirerek Ş.Z.nin ölümünde herhangi bir kişiye atfı kabil kusur ve ihmal bulunmadığı, ölümün intihar sonucu meydana geldiği kanaatine varmış; 11/10/2013 tarihli ve E.2013/83, K.2013/79 sayılı karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık; Ş.Z.nin bir gece önceki nöbetinde uyuyup bir daha uyanmak istemediğini diğer nöbetçi arkadaşına ifade ettiğini, bu nöbet esnasında "Seni de vurayım, kendimi de vurayım." şeklinde sözler söylediğini, olay günü tutulan nöbette ise Ş.Z.nin çok sıkıntılı, bunalımlı bir hâlinin olduğunun diğer nöbetçi P.Er Ö. tarafından da tespit edildiğini dikkate alarak Ş.Z.nin gün içinde belli bir sürece doğru giden bir intihar fikri hazırlığı içinde olduğu sonucuna ulaşmıştır. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Genelkurmay Başkanlığı Askerî Mahkemesinin (Askerî Mahkeme) 25/11/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu, maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle Millî Savunma Bakanlığına (İdare) müracaat etmiş; İdare, dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek başvuruyu zımnen reddetmiştir. Başvurucu, zımni ret üzerine 20/1/2014 tarihinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) İdare aleyhine tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle her ne kadar oğlunun intihar ettiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş ise de bu durumun İdarenin kusurunu ortadan kaldırmadığını, meydana gelen ölüm olayında İdarenin kusurlu olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu; neşeli, çalışkan ve disiplinli bir asker olan oğlunun intihar etmesi için hiçbir neden bulunmadığını, bununla birlikte oğlunun intihar ettiği düşünülecek olsa dahi oğlunu bu psikolojiye iten nedenlerin askerlikten kaynaklandığını, verilen emir ve talimatların oğlunu askerlikten soğutacak derecede ağır olduğunu, oğlunun gördüğü baskı ve kötü muameleler sonucu canına kıymayı bile göze aldığını belirtmiştir. Başvurucu, Danışmanlık Kartı'nda oğlunun herhangi bir sorununun bulunmadığı belirtilmiş iken tanık beyanlarında oğlunun askerlikten bıktığının belirtilmiş olmasının bir çelişki olduğunu, bu durumun oğlunun psikolojik durumunun yeterince araştırılmadığını gösterdiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca oğlunun şahsi dosyasında bulunan bilgilerin çelişkiler ihtiva ettiğini, Danışmanlık Kartı'nda oğlunun iki yıl önce madde kullanmış olduğu belirtilmesine rağmen bu hususla ilgili olarak hiçbir önlem alınmadığını, bayılması üzerine hasteneye sevk edilen oğlunun daha sonra takibinin yapılmadığını, P.ÜsteğmenN.A.nın ifadesinde oğlunun okuma yazma bilmediği ifade edilmesine rağmen önemli talimatların oğluna yazılı olarak tebliğ edildiğini, oğlunun bazı formlarda "Ailesinde ve yakın akrabalarında intihar ya da intihara teşebbüs eden var mı?" sorusuna "Evet" cevabını vermiş iken bazısında "Hayır" cevabını verdiğini, bu kayıtların birbiri ile çelişkili olmasının oğlu hakkında yeterince araştırma yapılmadığını gösterdiğini ifade etmiştir. Başvurucu; oğluna yeterli eğitim verilmeden silahlı nöbet görevi verilmesinin de İdarenin kusurunu gösterdiğini, oğlunun yanlış ve eksik verilen atış eğitimi nedeniyle yaralanmış olmasının da kuvvetle muhtemel olduğunu belirtmiştir. Başvurucu son olarak gece 00-00 saatleri arasında nöbet tutan oğluna sabah 30-30 saatleri arasında da nöbet yazılmasının oğlunun psikolojik ve fiziksel durumunun dikkate alınmadığını gösterdiğini, son nöbette oğlunun bir buçuk saat hiç kontrol edilmemesinin idarenin kusuruna işaret ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu bu iddialarla söz konusu olayda İdarenin hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürmüş ve 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Davalı İdare ise başvurucunun oğlunun intihar ettiğinin soruşturma dosyasında bulunan bilgi ve belgelerden anlaşıldığını, Ş.Z. ile askerlik süresince ilgilenildiğini, bir sıkıntısının olup olmadığının araştırıldığını, bu kapsamda Ş.Z.nin psikologla da görüştürüldüğünü, Ş.Z.nin kötü muameleye maruz kalmasının da söz konusu olmadığını, başvurucunun iddialarının asılsız olduğunu belirterek davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.AYİM İkinci Dairesi 4/3/2015 tarihli karar ile başvurucunun dilekçelerini, ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasında bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak oyçokluğuyla davanın reddine karar vermiştir. AYİM, olayla ilgili olarak yürütülen adli soruşturma neticesinde de tespit edildiği üzere Ş.Z.nin tamamen kendi iradesi ile hareket ettiği, meydana gelen ölüm olayında zararlı sonucu doğuran eylem ile hizmet arasında illiyet bağının bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. AYİM ayrıca başvurucu vekilinin de intihar olayına ilişkin olarak İdarenin kusurlu ya da kusursuz sorumluluğunu doğuracak herhangi bir somut delil ortaya koyamadığını ifade etmiştir. Karara katılmayan iki üye ise 31/5/2012 tarihli Personel Bilgi Formu'nda "Ailesinde ve yakın akrabalarında intihar ya da intihara teşebbüs eden var mı?" sorusuna "Evet" cevabını veren ve soruşturma kapsamında ifadesi alınan bazı tanıkların beyanına göre "uyuyup bir daha uyanmak istediğini" beyan eden Ş.Z.nin intihara meyilli olduğu, bu durumun tespit edilerek Ş.Z.nin asker hastanesi psikiyatri polikliniğinde tedavi ettirilmesi ve daha yakından takibe alınması gerekirken bunun yapılmadığını belirterek davanın kısmen kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.Başvurucu genel olarak dava dilekçesinde belirttiği hususları yineleyerek karar düzeltme isteminde bulunmuş ve eksik inceleme sonucu kurulan hükmün kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talebi, AYİM İkinci Dairesinin 18/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan kararın 2/12/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmesiyle 29/12/2015 tarihli mevcut başvuru yapılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Kumrişan Akkuş ve Sefer Akkuş, B. No: 2014/14672, 1/2/2017, §§ 45- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/20152 | Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ateşli silahla öldürme olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 17/2/2015 ve 24/6/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/12422 numaralı başvuru dosyasının 2015/3160 numaralı başvuru dosyasıyla birleştirilmesine, bu dosyanın kapatılmasına ve incelemenin 2015/3160 numaralı başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerine göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Mukaddes Akay, Metin Akay, Evin Akay, Ayşe Akay ve Abdulhakim Akay, 7/11/1995 tarihinde cesedi bulunan A.nın sırasıyla eş ve çocuklarıdır. 7/11/1995 tarihinde saat 00 sıralarında Şırnak'ın İdil ilçesinden Cizre ilçesine gitmekte olan güvenlik güçleri, İdil-Cizre arasındaki kara yolunu Deştadara köyü yoluna bağlayan yerde ana yol kenarında yüzüstü duran bir erkek cesedi görüp durumu İdil Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) bildirmişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığı, ölüm olayı hakkında derhâl soruşturma başlatmıştır. İdil Jandarma Komutanlığı (Jandarma Komutanlığı) görevlilerince aynı gün düzenlenen tutanakta; cesedin gözlerinin siyah bir ceketle bağlandığı, cesette sol kulak üzerinde iki, boyun bölgesinde bir ve sağ bacakta bir olmak üzere toplam beş ateşli silah yarası bulunduğu, cesedin çevresinde 7,62 mm çapında uzun namlulu bir tüfeğe ait dokuz boş kovan bulunduğu ve bu kovanların Cumhuriyet Başsavcılığınca muhafaza altına alındığı belirtilmiştir. Jandarma Komutanlığı görevlilerince olay yerinin basit bir krokisi çizilmiştir. Ölü muayenesi işlemi, olay yerinde Cumhuriyet savcısının huzurunda bir hekimce yapılmıştır. Bu işleme dair tutanakta cesedin sol kulağındaki, boynundaki, göğsündeki ve bacağındaki ateşli silah yaraları tarif edilmiş; ölü muayenesi yapılan kişinin tahminen 4-6 saat kadar önce öldürüldüğü belirtilmiş ve ölümün baş bölgesindeki ateşli silah yarasına bağlı sebeplerle gerçekleştiği açıklanarak kesin ölüm nedeninin tespit edilmesi nedeniyle ölü muayenesi işlemine son verildiği ifade edilmiştir. Tutanağa göre ölü muayenesi işlemi sırasında cesedin fotoğrafları çekilmiştir. Komutanlık görevlilerince ceset yoldan geçen kişilere ve köy halkına gösterilmiş ancak cesedin kime ait olduğu saptanamamıştır. Cesedi gören Cizre Emniyet Amirliğinde görevli polisler, cesedin Cizre'de lokanta işleten A.ya ait olduğunu söylemişlerdir. Bu hususu, A.nın akrabaları olan H. ile S.A. da doğrulamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının istinabe talebi üzerine Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı, Cizre Jandarma Komutanlığına bir müzekkere yazarak 6/11/1995 tarihinde ölenin veya şüpheli kişilerin araçla gece geç saatlerde Düzova köyünden geçip geçmediğinin öğrenilerek sonucun bildirilmesini istemiştir. Bu müzekkereye verilen cevaptan, güvenlik nedeniyle Düzova köyünden geçişlerin akşam 00'den sabah 00'ya kadar engellendiği ve bildirilen tarihte herhangi bir aracın geçmediği öğrenilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının isteği üzerine İdil Emniyet Amirliğince yapılan araştırmada, ölenin ilçe halkından herhangi biriyle ticari ilişki içinde bulunmadığı ve ilçe merkezinde, öleni tanıyan bulunmadığı gibi ölenin herhangi bir yakının da ikamet etmediği tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, istinabe yoluyla ölenin babası Ş.A.nın, kardeşi İ.A.nın ve birlikte çalıştığı A.nin ifadesini almıştır.i. Ş.A. ifadesinde, oğlunun her gün saat 00 sıralarında işyerinden çıkıp eve geldiğini, cesedin bulunmasından bir gün önce oğlu eve gelmeyince A.yı telefonla aradıklarını, oğlunun saat 00 sıralarında işyerinden çıktığını A.dan öğrendiklerini, Cizre'de oğlunu aradıklarını ancak bulamadıklarını, oğlunun kimler tarafından öldürüldüğünü bilmediğini söylemiştir. ii. A., A.nın olaydan bir gün önce saat 00 sıralarında işyerinden ayrılarak eve gittiğini, saat 00 sıralarında kendisini telefonla arayan A.nınannesininA.nın eve gelmediğini söylediğini, durumu Emniyet Müdürlüğüne haber verdiklerini, ayrıca Cizre'de A.yı aradıklarını, en son saat 00 sıralarında Cizre Belediye Parkı'nda elinde bir ilaç torbası ile görüldüğünü tespit ettiklerini ve A.nınkimseylehusumet içinde olmadığını beyan etmiştir.iii. İ.A. "durumun Emniyet Müdürlüğüne bildirildiği" kısmı hariç A. ile aynı yönde beyanda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığının isteği üzerine, olay yerinden elde edilen sekiz boş kovanı inceleyen Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü (Kriminal Laboratuvar) düzenlediği 28/11/1995 tarihli uzmanlık raporunda, tek bir silahtan atıldığı tespit edilen inceleme konusu kovanların faili meçhul olaylar arşivi sırasına kaydedilerek geçici olarak alıkonulduğunu belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının isteği üzerine ölenin Deştadara köyü veya Elcani mezrasıyla herhangi bir ilişkisinin olup olmadığını araştıran Jandarma Komutanlığıgörevlileri,A.nın Sulak köyü Elcani mezrasında tanınmadığını tespit etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, fail/faillerin tespit edilemediği gerekçesiyle 2/4/1996 tarihinde daimî arama kararı vermiştir. Bu kararda dava zamanaşımı süresinin 7/11/2015 tarihinde dolacağı belirtilmiştir. Daimî arama kararının Jandarma Komutanlığına gönderilmesi sonrasında zamanaşımı süresi doluncaya kadar geçen süreçte belli aralıklarla düzenlenen faillerin tespit edilemediğine ve araştırmaların devam ettiğine dair tutanaklar Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca yaptırılan incelelemede farklı tarihlerde dört farklı olay yerinden elde edilen kovanları olay yerinden ele edilen kovanlarla karşılaştıran Kriminal Laboratuvar 14/9/1998 tarihli uzmanlık raporuyla kovanlar arasında herhangi bir irtibat kurulamadığını bildirmiştir. Başvurucular 7/6/2005 tarihinde vekilleri aracılığıyla soruşturma evrakının bir fotokopisini almışlardır. 25/3/2009 tarihinde A.nın ölümü ile ilgili olarak Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe veren başvurucu Mukaddes Akay, eşinin ölmeden önce anlattığına göre Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele (JİTEM) mensuplarınca çevreden soruşturulduğunu, öğrendiğine göre eşinin 6/11/1995 tarihinde dört kişi tarafından beyaz renkli bir araçla Cizre Jandarma Komutanlığına götürüldüğünü, bir süre sonra Cizre Jandarma Komutanlığındançıkarken görüldüğünü ancak Cizre Belediye Parkı civarında yeniden aynı araca bindirildiğini, kaybolduğunun aynı akşam kolluk birimlerine bildirildiğini, cesedinin bulunmasından sonra eşinin ortağı olan ve siyasi olaylara karışan A.nın yurt dışına kaçtığını, İdil'e kadar iki askerî arama noktası olduğunu ve kimlik kaydı yaptırmadan eşinin bu arama noktalarından geçemeyeceğini, olay tarihinde Cizre ilçe jandarma komutanının T. olduğunu, eşinin ölümünden T. ve onun emrindeki kişilerin sorumlu olduğunu iddia etmiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı 9/12/2009 tarihinde 2009/430 sayılı soruşturma kapsamında başvurucu Mukaddes Akay'ın beyanını almıştır. Başvurucu Mukaddes Akay ifadesinde, eşinin kimler tarafından götürüldüğüne dair elinde kesin bir delil bulunmadığını, taziyeye gelen insanlardan dilekçede yazılı hususları duyduğunu ve bu nedenle T.den şüphelendiğini söylemiştir. Başvurucular vekili 22/7/2014 tarihinde soruşturma evrakının fotokopisini almıştır. Başvurucular vekili Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 25/11/2014 tarihli dilekçede A.nın ölümü hakkında yürütülen soruşturmanın özensiz ve etkisiz olduğunu belirterek soruşturmadaki bazı eksikliklere dikkat çekmiş ve bazı taleplerde bulunmuştur. Bu talepler şunlardır:i. Ölü muayenesinde çekildiği belirtilen fotoğrafların dosya arasına alınmasıii. Olay yerinde bulunan kovanların Kriminal Laboratuvarca arşivdeki tüm kovanlarla karşılaştırılmasıiii. 1995 yılı Kasım ayında Cizre-İdil arasında kaç kontrol noktası olduğunun ve geçişlerin nasıl kontrol edildiğinin araştırılmasıiv. İ.A. ve A.nin beyanlarının yeniden alınmasıv. Eski soruşturma numarası 2009/430 olan soruşturma dosyasında yer alan A. ile ilgili belgelerin istenmesi ve bu soruşturma dosyasının akıbetinin öğrenilmesi Cumhuriyet Başsavcılığı 26/11/2014 ve 13/1/2015 tarihlerinde Kriminal Laboratuvara bir müzekkere yazıp daha önce incelenen kovanların yeniden incelenerek söz konusu kovanları ateşleyen silahın başka olaylarda da kullanılıp kullanılmadığının tespit edilmesini istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 26/11/2014 tarihinde Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına bir müzekkere yazarak A.nın ölümüyle ilgili herhangi bir soruşturmanın bulunup bulunmadığını sormuş ve ilgili soruşturma evrakının bir suretini istemiştir. Bu müzekkereye verilen cevaptan Cizre Cumhuriyet Başsavcılığında A.nın ölümü ile ilgili herhangi bir kayda rastlanmadığı anlaşılmıştır. Öte yandan soruşturma evrakı arasında başvurucu Mukaddes Akay'ın Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe ile başvurucu Mukaddes Akay'ın beyanlarını içerir tutanağın bulunduğu görülmüştür. Kriminal Laboratuvar 13/1/2015 tarihli raporunda olay yerinden elde edilen kovanlar ile silahı tespit edilemeyen olaylar arşivinde kayıtlı kovanlar arasında irtibat bulunmadığı ve irtibat kurulması hâlinde bilgi verileceği belirtilmiştir. Vekilleri aracılığıyla Kriminal Laboratuvarı raporunun bir örneğini 30/1/2015 tarihinde alan başvurucular, ilk bireysel başvurularını 17/2/2015 tarihinde yapmışlardır. Soruşturma kapsamında daha önce ifadesi alınan A.nin kendisine mektup gönderdiğini iddia eden başvurucular vekili, Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 8/4/2015 tarihli dilekçeyle mektupta bahsi geçen kişilerin kimlik bilgilerinin tespit edilmesini ve bu kişilerin dinlenilmesini talep etmiştir. Başvurucu vekilinin dilekçesine eklediği mektupta; A.nin kamu görevlilerinin kötü muamelelerine maruz kaldığı ve Almanya'ya kaçtığı,A.nın ölümünden sonra lokantanın eski müşterisi olup bir siyasi partinin Uludere ilçe teşkilatı başkanı olan Ö.A.nın kaymakam, emniyet müdürü, yüzbaşı ve ilçe emniyet amiriyle birlikte A.den yemek yapmasını istediği ve yüzbaşı olan kişinin A.ye "A. nerede? A.yı öldürdüler. Sana 15 gün mühlet... O şimdi bulutlarda senin için yer arıyor. Yakında seni bulutlarda yüzdüreceğiz..." dediği iddia edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 16/6/2015 tarihinde Ö.A.nın tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. Ö.A. ifadesinde, A.nın kim tarafından öldürüldüğünü bilmediğini, onu ve A.yi tanımadığını, 1996 yılında Albay S. ile iki kez görüştüğünü ancak bu görüşmelerin faili meçhul olaylarla bir ilgisinin olmadığını beyanetmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, kasten öldürme suçu için suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan ve kim olduğu tespit edilemeyen şüpheli/şüphelilerin lehine olan 1/3/1626 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nda öngörülen 20 yıllık dava zamanaşımı süresinin 7/11/2015 tarihinde dolduğu gerekçesiyle 10/12/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar (KYO kararı) vermiştir. Başvurucular; etkili soruşturma yürütülmediğini, suç failleri ile delillerin doğru bir şekilde tespit edilemediğini ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşme hükümleri ile suç tarihinden uzun yıllar sonra yürürlüğe giren 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu uyarınca insanlığa karşı işlenen suçların dava zamanaşımı süresine tabi olmadığını belirterek vekilleri aracılığıyla KYO kararına itiraz etmişlerdir. Başvurucuların itirazı Midyat Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/5/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 26/5/216 tarihinde tebliğ edilmiş ve 24/6/2016 tarihindebaşvurucular ikinci defa bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Sultani Acar, B. No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 29- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3160 | Başvuru, ateşli silahla öldürme olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kişilik haklarını ihlal ettiği ileri sürülen internet içeriklerine erişimin engellenmesi yönündeki taleplerin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 2016-2021 yılları arasında çeşitli tarihlerde yapılmıştır. 2018/15622, 2018/27671, 2019/13276, 2020/26969 ve 2021/15227 numaralı başvurular daha eski 2016/14513 numaralı başvuruyla birleştirilmiştir. 2016/14513 numaralı başvuru verilen kesin süre içinde bildirilen eksikliklerin giderilmediği gerekçesiyle idari yönden reddedilmiş, Komisyonca başvurucunun itirazı hususunda incelemenin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. 2016/14513 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Birinci başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Antalya Barosuna kayıtlı olarak serbest avukatlık faaliyeti yürütmektedir. Ulusal ölçekte yayın yapan Hürriyet gazetesinin internet haber sitesinde 27/2/2000 tarihinde başvurucu hakkında "İmdat çığlıkları" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Başvurucunun fotoğrafına ve ismine de açık olarak yer verilen haberde "Kadın avukat, dayakçı avukat kocasından kurtulmak için korunma istedi. Antalyalı avukat [Ö.S.], avukat eşi [İ.] aleyhine boşanma davası açtı." ifadelerine yer verilmiştir. Haberde ayrıca boşanma davasının son duruşmasının çıkışında davalının davacı ve yanındakilere saldırdığı, polis ve meslektaşlarının önünde davacıyı saçlarından tutarak dövdüğü, benzer olayın daha önce de duruşma hâkiminin önünde yaşandığı ileri sürülmüştür. Yine aynı gazetenin internet haber sitesinde 1/3/2000 tarihinde başvurucu hakkında "Dayakçı avukata cezaevi yolu açıldı" başlıklı bir haber daha yayımlanmıştır. Başvurucunun fotoğrafına ve ismine de açık olarak yer verilen haberde "Antalya Barosu avukatı [İ.nin], meslektaşı ve eşi [Ö.S.yi] sürekli dövdüğü ve Sulh Hukuk Mahkemesinin Aileyi Koruma Kanunu'na göre verdiği 'Altı ay evden uzaklaştırma cezası'nı ihlal ettiği gerekçesiyle, 6 ay hapis cezası gündeme geldi." ifadelerine yer verilmiştir. Haberde ayrıca başvurucunun kayıtlı olduğu baronun eşini dövdüğü için üç kez disiplin soruşturması geçiren İ. ile ilgili yeni bir soruşturma başlattığı ve soruşturmanın devam ettiği ileri sürülmüştür. Yine aynı gazetenin internet haber sitesinde 16/10/2000 tarihinde yayımlanan "Adliyeden çaldılar" başlıklı haberde, avukat Ö.S.nin aracını, bir süre önce ayrıldığı eski eşi avukat İ.nin çalmış olabileceğini iddia ettiği yer almıştır. Ayrıca kadın avukatın aracının avukat araçlarına tahsisli, demir parmaklıklı ve bekçisi olan adliye otoparkından çalınmasının şaşkınlıkla karşılandığı ifade edilmiştir. Başvurucu 26/8/2005 tarihinde Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunarak hakkında yapılan yayınların asılsız olduğunu ileri sürmüş, anılan yayınların yazarı gazeteci ile gazete yöneticilerinin cezalandırılmasını talep etmiştir. Başvurucu; dilekçesinde ayrıca arama motorlarına ismini yazdığında bahsi geçen haberlerin listelendiğini, aynı haber içeriklerinin ve fotoğrafının kullanılarak başka kişilerce de benzer şekilde kötü niyetli yayınlar üretildiğini, bu durumun şeref ve itibarına zarar verdiğini belirtmiş, URL adreslerini verdiği bu yayınların resen durdurulmasını talep etmiştir. Başsavcılık 29/6/2007 tarihinde "kişilerin saygınlığını koruma açısından bu tür haberlerden dolayı hakaretten cezalandırma yoluyla yapılan müdahalenin gerekli olmadığı ve orantılılık ilkesine aykırı olduğu ancak yapılan haberlerin ve yazıların; içeriği itibarıyla yapılan ağır eleştiri nedeniyle müştekinin tazminat hukuku çerçevesinde haklarını koruma yoluna gitmesi gerektiği" sonucuna varmış, şikâyetin yasal süresi içinde yapılmadığını da belirterek kamu adına kovuşturma yapmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde ayrıca arama motorlarına düşen haberlerin silinmesinin teknik olarak mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu ayrıca 12/7/2005 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde internet yayınının durdurulmasına yönelik tedbir talepli tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, bahsi geçen haberleri yapan gazeteci ile daha önceye dayalı husumetlerinin olduğunu, gazetecinin intikam almak amacıyla kendisi hakkında sürekli gerçeğe aykırı haber yaptığını, bu haberler nedeniyle hakkında bağlı bulunduğu barodan atıldığına ve ceza infaz kurumuna girdiğine dair çeşitli spekülatif haberlerin yayıldığını, serbest avukat olduğunu, aynı zamanda bazı şirketlerin hukuk müşavirliği görevini üstlendiğini, bazı gazetelerde köşe yazarlığı ve hukuk danışmanlığı yaptığını, internet ortamında süreklilik arz edecek şekilde yayımlanan haberler nedeniyle şeref ve itibarının önemli ölçüde zarar gördüğünü ileri sürerek maddi ve manevi tazminatla birlikte internet yayınının durdurulması ve içeriğin internet ortamından tamamen çıkarılması konusunda tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 25/9/2007 tarihinde, davalı gazete hakkında internet yayınının durdurulması, maddi ve manevi tazminat istemleri ile açılan davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davacı taraf, dava konusu edilen yayınların gazetede yayınlanmasına değil, bu yayınların internet ortamında yer almasının davalılar tarafından engellenmemesine dayanarak işbu davayı açmış ve internet ortamında yer alan haberlerin kaldırılmasını ve bu haberlerin internet ortamında yer almasından kaynaklanan maddi ve manevi zararın giderilmesini istemiştir.İnternetteki yayınlar nedeni ile yapılacak işlem konusunda henüz yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Oysa mahkeme kararının bağlayıcı sonucunun gerçekleşebilmesi için kararın infaz edilebilir olması ve böylece yaptırımının da uygulanması gerekmektedir. Bu aşamada internette yapılan bir yayının internetten çıkartılması veya yayının durdurulması konusunda yasal bir düzenleme bulunmadığından bu bakımdan verilen kararın infaz edilebilme ve sonuçsuz kalma olgusu tartışılabilecek bir durum arz ettiğinden ve bu da yargı kararının etkisiz kalması ve böylece tartışılabilir hale gelmesi sonucunu doğuracağından davacının internet ortamındaki yayının durdurulması ve internet ortamından kaldırılmasına ilişkin talebin reddi gerekmiştir.Dava konusu edilen her üç haberin de görünürdeki gerçeğe uygun olduğu ve gerçek olaylara dayandığı, dosyaya katılan belge ve karar örneklerinden ve incelenen delil dosyaların kapsamından anlaşılmış olmakla; davacının gerçek olaylara dayanan bu yayınlara ve söz konusu yayınlarda yer alan kendisine yönelik ağır eleştirilere katlanması gerektiği düşünce ve yargısına varılmış ve davacının maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkin taleplerinin de reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu 7/6/2011 tarihinde temyiz yoluna başvurmuş; gazetenin fotoğrafını ve hakkında yaptığı haberi izni ve rızası olmaksızın internet ortamında yayımladığını, davalılara yaptığı ihtara rağmen söz konusu yayınların internet ortamından kaldırılmadığını, bir çocuğu olduğunu, hakkındaki asılsız iddiaların özel ve mesleki yaşamını olumsuz etkilediğini, 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un yürürlüğe girmesi ile internet yayınının durdurulması yönündeki talebinin reddinde ilk derece mahkemesinin dayandığı gerekçenin ortadan kalktığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 22/4/2013 tarihinde oyçokluğuyla ilk derece mahkemesi kararının internet yayınının durdurulması talebinin reddine ilişkin kısmının bozulmasına hükmetmiştir. Yargıtay ilamının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşmazlık, internet sitesinde kişilik haklarına saldırı teşkil eden yayının tedbir yoluyla içerikten çıkarılması isteminin tek başına ya da tazminat istemiyle birlikte talep edilmesi halinde genel yetkili mahkemece değerlendirilip değerlendirilemeyeceği noktasında toplanmaktadır....5651 sayılı yasa, internet ortamındaki yayınlar nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğraması durumunda hangi usul ve esaslara göre mücadele edileceğini düzenlemekte olup bu yönüyle 4721 sayılı Medeni Kanuna göre özel yasa durumundadır. Özel yasada bir düzenlemenin varlığı halinde öncelikle uygulanacağı da hukukun genel kuralıdır. Kaldı ki özel yasa somut olaya ilişkin görev yönünden özel bir düzenleme de içermektedir.Şu halde, 5651 sayılı yasadaki özel düzenleme gözetildiğinde bu konuda görevli mahkemenin sulh ceza mahkemesi olduğu anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece, davalı şirkete ait internet sitesindeki yayının kaldırılması talebi yönünden görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde internet yayınının durdurulması talebinin reddine karar verilmiş olması doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir." Anılan ilamda karşıoy yazısının ilgili kısmı şu şekildedir: "Öğretide belirli bir olayı düzenleyen iki ayrı kanun aynı zamanda yürürlükte olduğu durumlarda yasaların olayı düzenleyen hükümleri arasında bir çelişki yoksa sorun da yoktur. Davacı dilerse 5651 sayılı kanun gereğince Sulh Ceza Mahkemesine müracaat edebileceği gibi dilerse MK. hükümlerine göre Asliye Hukuk Mahkemesine başvurabilecektir. Kaldı ki 5651 sayılı yasada belirlenen 15 günlük hakdüşürücü süreyi kaçıran davacının her zaman genel hükümlere göre mahkemeye dava açması da mümkündür. Davacı açıkça dilekçesinde MK.'nun ve maddelerine dayanmıştır. Davacının hak arama özgürlüğünü engellercesine 5651 sayılı yasadan bahisle davanın reddi kararı yerinde değildir." Başvurucunun karar düzeltme istemi de Dairenin 4/12/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bozma üzerine Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi 22/4/2014 tarihinde başvurucunun internet yayınının durdurulması yönündeki talep ve itirazlarının sulh ceza hâkimliğinin görevi içinde kaldığı gerekçesiyle görev yönünden reddine, maddi ve manevi tazminat taleplerinin de esas yönünden reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Daire 12/11/2014 tarihinde, maddi ve manevi tazminat talebi ile ilgili husumet yönünden hükmün kesinleştiği gözetilmeden yeniden hüküm kurulduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma üzerine Mahkeme 4/6/2015 tarihinde başvurucunun hem maddi ve manevi tazminat talepleri hakkında hem de internet yayınının durdurulması talebi hakkında yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar Daire tarafından 25/11/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Dairenin 16/6/2016 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Başvurucu ayrıca internet yayınının kaldırılması talebiyle (kapatılan) Antalya Sulh Ceza Mahkemesine başvurmuş, başvurucunun talebi her ne kadar Mahkemece 18/12/2013 tarihinde kabul edilmişse de anılan karara yapılan itirazın söz konusu yayının basın özgürlüğü ve toplumun haber alma hakkı kapsamında kaldığı gerekçesiyle Antalya Asliye Ceza Mahkemesince kabul edilmesine 17/1/2014 tarihinde kesin olarak karar verilmiştir.B. 2018/15622 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Sinema yönetmeni olan ikinci başvurucu ile başka bir sinema yönetmeninin yaşadıkları evlilik dışı ilişki ve bunların müşterek çocukları hakkında yapılan "Yönetmen Çiftin Nafaka Kavgası" ve "Hayat Filmi" başlıklı iki haber ulusal ölçekte yayın yapan Takvim ve Sabah gazetelerinin internet sitelerinde yayımlanmıştır. Başvurucu 28/3/2018 tarihinde sulh ceza hâkimliğine başvurarak söz konusu haberlerin özel hayatını ilgilendiren konulara ilişkin olduğunu, henüz küçük yaşta olan çocuğunun okumayı öğrendiğinde arama motorlarından anne ve babasının ismini yazarak yaşadıkları evlilik dışı ilişkiyi öğrenebileceğini, bu durumun çocuğunun sosyal çevresinde de sorun yaratabileceğini, küçük yaşında annesi ile babasının evlilik dışı ilişkisini öğrenmesinin ahlaki, psikolojik ve fiziksel olumsuz etkilerinin de olacağını belirterek tolere edilmesi gereken eleştirel haberlerden olmayan, çocuğun üstün yararı hesaba katılmamış içeriklerin yer aldığı iki URL adresine erişimin engellenmesini talep etmiştir. Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği 28/3/2018 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Hâkimliğin gerekçesi şöyledir:"Tüm bu açıklamalar ışığında somut olayımızda döndüğümüzde başvuruya konu haberde, başvuranın sıfatı da göz önüne alınarak eleştirel yaklaşımın daha da tolere edilebilir olarak ele alınması gerektiği, haberde kamu yararının şüphesiz bulunduğu, görünüşte ya da en azından sorgulanabilir gerçekliğin bulunduğu, haberde toplumsal ilgi oluşturacak görüşlerin bulunduğu, haber konusunun güncel nitelik taşıdığı, bu sebeple başvuruya konu haberin Basın Özgürlüğü kapsamında yapılan haberlerden olduğu görülmekle talebin reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucunun anılan karara itirazı, Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin kararının usul, yasa ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 11/4/2018 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. 2018/27671 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Üçüncü başvurucu, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta iken 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hakkında soruşturma başlatılmış ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun , , maddeleri ile maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 5237 sayılı Kanun'un , ve maddeleri uyarınca isnat edilen suçlardan beraat etmiş ve beraat kararı kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında anılan Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında yapılan yargılama devam etmektedir. Başvurucu, darbeye teşebbüs suçundan hakkındaki beraat kararına rağmen ulusal ölçekte yayın yapan Takvim gazetesinin internet sitesinde "Darbeci hakime rekor ceza!" başlıklı bir haber yapıldığını belirtmiş; beraat kararının çarpıtılarak mahkûmiyet gibi verilmesi ve toplumda darbeci olarak gösterilmesi nedeniyle kişilik haklarının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasıyla anılan habere erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 13/7/2018 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Hâkimliğin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...burada üzerinde durulması gereken en önemli noktanın haberin kişilere mi, bir vakıanın ortaya konulmasına mı yönelik olduğu; haberin FETÖ ile mücadelede güncellik ve toplumsal ilgi unsurlarını içermekte olduğu, amacın kişilerin ön plana çıkarılması değil, atlatılan darbe teşebbüs ve tehdidi, ülkede yaşanan huzursuzluk hali nedeniyle kamuoyunun büyük ciddiyet ve hassasiyet gösterdiği FETÖ silahlı terör örgütü ile mücadele konusunda açıklanan bu vakıaların ortaya konulması olduğu, konu aktarımı veya eleştirinin verilişinde, sözcüklerin seçiminde doğrudan aşağılayıcı, küçük düşürücü, incitici bir nitelik görülmediği; buna göre, yukarıya kısmen aktarımı yapılan haliyle ve haberin ele alınış biçimine göre basının bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma hakları kapsamına girdiği, temelini Anayasanın vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının maddesinde düzenlenen bu hakların, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturduğu, bu nitelikteki haberler için tekzip kararı verilmesinin basının işlevsiz kılınması, görevini yerine getirirken çekingen davranmasına yol açacağı, konunun gerçek duruma uygun olup olmaması ile genelinde basın organının olayı abartarak sunması karşılıklı tartıya konulduğunda yayının mevcut hali itibariyle basın özgürlüğü sınırlarında kaldığı sonuç ve hukuki kanaatine varılmış..." Başvurucunun anılan karara itirazı, Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğinin kararının usul, yasa ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 24/7/2018 tarihinde Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. 2019/13276 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Dördüncü başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte ve hâlen milletvekilidir. Gazete İpekyol ve Ajansurfa isimli internet haber sitelerinde "DEDAŞ CHP'yi de bağladı" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Anılan haberde başvurucu hakkında şunlara yer verilmiştir:"Şanlıurfa'nın da aralarında bulunduğu Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak'ın elektrik dağıtımından sorumlu olan DEDAŞ'ın tahsilat dosyalarından bir kısmını CHP'li Sezgin Tanrıkulu'nun avukat yeğenine verdiği ortaya çıktı. Bölgenin en önde gelen muhalif milletvekillerinden Tanrıkulu'nun DEDAŞ'ın bu jestinden sonra Diyarbakır'ın ve bölgenin elektrik sorununu gündeme getirmediği iddia ediliyor..." Başvurucu, anılan haberin gerçeği yansıtmadığı, bu nedenle kişilik haklarını ihlal ettiği iddiasıyla erişimin engellenmesi talebinde bulunmuş; Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 26/3/2019 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Hâkimliğin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...talep edenin vekilinin dilekçesinde belirtilen URL adreslerinde yer alan haber içeriklerinin yayınlarında kullanılan dil, seçilen kelimeler, haberini sunuş şekli hep birlikte değerlendirildiğinde; salt kişilik haklarını ihlal etmek kastı ile hareket edildiğine dair bir kanaat oluşmadığı..." Başvurucunun anılan karara itirazı, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin kararının usul, yasa ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 27/3/2019 tarihinde Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir.E. 2020/26969 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Beşinci başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde kurmay albay rütbesiyle görev yapmakta iken 15 Temmuz darbe girişiminin ardından görevinden çıkarılmış olup kamuoyunda Genelkurmay Başkanlığı Çatı davası olarak bilinen davada tutuklu olarak yargılanmaktadır. Darbe girişiminin ardından ulusal ölçekte yayın yapan gazetelerin internet siteleri ile bazı internet haber sitelerinde başvurucu hakkında çeşitli haberler yayımlanmıştır. Başvurucu, kendisini "darbeci" ve "hain" olmakla suçlayan bazı haberlerin hakkında yürütülen yargılamanın gidişatını olumsuz etkilediğini ve masumiyet karinesini ihlal ettiğini, yargılamanın devam ettiğini, haberlerde belirtilen hususların doğruluğu kanıtlanmadığı gibi darbeci olarak nitelendirilebileceği herhangi bir eyleminin olduğuna yönelik de bir kanaate varılmadığını, anılan haberler nedeniyle kamuoyunda aleyhine bir algı yaratılmaya çalışıldığını ileri sürerek kişilik haklarının ihlal edildiği yirmi dört URL adresine erişimin engellenmesini talep etmiştir. Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği 3/7/2020 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Hâkimliğin gerekçesi şöyledir:"5651 sayılı Yasanın maddelerinde belirtildiği üzere; erişimin engellenmesi taleplerinin kişiliklerin haysiyeti ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması halinde yapılabileceği, talebe konu haberdeki yayının gerçeklik, kamu yararı, toplumsal ilgi, güncellik, konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık kuralları ile çizilmiş ve belirlenmiş haber verme fonksiyonu ve serbestliği dahilinde olduğu, yapılan açıklamaların basın özgürlüğü kapsamında bulunduğu, eleştiri ve haber sınırlarını aşacak mahiyette olmadığı hususları dikkate alınarak, talebin reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir." Başvurucunun anılan karara itirazı, Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğinin kararının usul, yasa ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 13/7/2020 tarihinde Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir.F. 2021/15227 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Altıncı başvurucu, TikTok isimli sosyal medya platformu kullanıcısıdır. Başvurucu, anılan sosyal medya platformunda TikTok fenomeni olduğunu belirttiği A. isimli bir şahıs ile canlı yayına katılmıştır. Başvurucuya göre Kürt olduğunu bilen A.canlı yayında kendisine eliyle kurt işareti yapmış ve bu yayını "[A.] PKK'lı Şahısa Ayar Veriyor" notuyla anılan platformda paylaşmış, yine video üzerine "Yüksek beğeni ve istek gelirse tamamını part part yayınlayacağım" yazmıştır. Başvurucu, kendisinin "PKK'lı şahıs" olarak itham edildiği söz konusu paylaşımın sosyal medya platformunda 000 gösterim, 902 beğeni, 40 yorum ve 15 paylaşıma ulaştığını, bu sayıların sürekli arttığını ve anılan içerik sebebiyle tehdit mesajları aldığını belirterek içeriğe erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 17/2/2021 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Hâkimliğin gerekçesi şöyledir:"5651 sayılı Kanun gereği erişimin engellenmesi taleplerine yönelik kararın 24 saat içinde verilmesi gerekli olduğundan talep dosya üzerinden çekişmesiz bir şekilde değerlendirilmekte olup, çekişmesiz bir dava sonucunda erişimin engellenmesi kararı verilebilmesi ancak hukuka aykırılığın ve kişilik haklarına müdahalenin ilk bakışta anlaşılacak kadar belirgin olması ve iddia olunan zararın süratle ve vakit geçirmeksizin giderilmesinin zorunlu olması halinde mümkündür.Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda; somut olaya konu dosyada bulunan talep, ekran görüntüleri ve dosya kapsamına göre; kişilik haklarına saldırıldığını iddia eden ve erişimin engellenmesini talep eden kişinin çelişmeli bir dava yoluna başvurmadan gecikmesinin ve süratle ortadan kaldırılması ihtiyacını ortaya koymadığı ve söz konusu talebin çekişmesiz bir dava yoluyla uygulanmasını gerektirecek ağırlık ve nitelikte olmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde; erişimin engellenmesini talep eden kişinin çelişmeli yargı yoluna başvurması gerekmekte olup, Anayasa Mahkemesinin bu konuda son zamanlarda vermiş olduğu (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, 26/10/2017 tarih ve 2014/5552 başvuru numarası ile 30/10/2018 tarih ve 2015/14758 başvuru numarası) kararlar da dikkate alındığında talebin reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." Başvurucunun anılan karara itirazı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin kararının usul, yasa ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 2/3/2021 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 5651 sayılı Kanun'un ilgili maddelerine ilişkin ulusal mevzuat için bkz. Keskin Kalem Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri ( [GK], B. No: 2018/14884, 27/10/2021, §§ 58, 59). 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.Manevî tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez.Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin oybirliği ile verilen 15/9/2009 tarihli ve E.2009/8571, K.2009/9921 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Yerel mahkeme 5651 sayılı Yasa'nın Maddesi gereğince yayından çıkarma ve cevaba ilişkin istemlerin içerik sağlayıcısı veya olmazsa yer sağlayıcısına başvurularak yerine getirilmesinin istenebileceği, istemin reddedilmiş sayılması durumunda kişinin yerleşim yeri Sulh Ceza Mahkemesine başvurması gerektiği gerekçesiyle mahkemenin görevsizliği yönünde karar vermiştir.Davacı, dava ve cevaba cevap dilekçesinde davanın özel hukuka dayalı olduğunu ve kişilik haklarının korunmasına ilişkin düzenlemelere göre açıldığını ve davalıların eyleminin haksız eylem niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Medeni Yasa'nın maddesinde kişilik hakkının korunması için açılacak davalara yer verilmiştir. Buna göre davacı, yargıçtan saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini ve bu davalarla birlikte düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanmasını isteyebilir. Bu tür istemlerle açılan davaların görülme yeri de genel mahkemelerdir. Şu durumda davacı istemi gözetilerek işin esasının incelenerek varılacak sonuca göre karar vermesi gerekirken yerinde olmayan hukuki niteleme ile görevsizlik kararı verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir." Dairenin davacının karar düzeltme talebi üzerine onama ilamının kaldırılmasına ve ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına oybirliği ile karar verdiği 22/2/2016 tarihli ve E.2015/13252, K.2016/2190 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: “Dava, hukuka aykırılığın tespiti, durdurulması ve üçüncü kişilere bildirilmesi istemlerine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, temyiz istemi üzerine dairemizin 04/06/2015 gün ve 2015/6149-7354 sayılı ilamı ile onanmıştır.İnternet ortamında yapılan yayınlar nedeniyle açılan davada mahkemece, hukuka aykırılığın tespitinin istenilmesinde hukuki yarar bulunmadığı; yayınların kaldırılması yönünden ise, 5651 sayılı Yasa uyarınca sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu gerekçeleriyle ret kararı verilmiştir.Davanın dayanağı, TMK'nın ve maddeleri olup; hukuka aykırılığın tespiti, ayrıca ve açıkça düzenlenmiştir. Yasanın özel düzenlemesi karşısında, tespit davalarına ilişkin genel kurallar uyarınca hukuki yarar yokluğundan söz edilemez. Mahkemenin, bu yöne ilişkin gerekçesi yerinde görülmemiştir.Diğer yandan, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ile; yalnızca cezai sorumluluk ve yaptırımlar öngörülmüş; hukuki sorumluluk konusunda, bir düzenleme yapılmamıştır.Yasal düzenlemeler gözetildiğinde 5651 sayılı Kanun'un TMK'nun ve maddelerini ortadan kaldırdığı kabul edilemez. Davacı kişilik haklarının saldırıya uğradığı gerekçesiyle hukuki veya cezai korunma yollarının seçiminde özgür olup sadece cezai veya sadece hukuki korunma isteminde bulunabilir. Bu konudaki seçimlik hak davacıya ait olup davacı genel hükümlere göre tesbit, durdurma isteminde bulunmuştur. Davacı temyize konu bu işte hukuki himaye isteminde bulunulmuş olup; TMK'nun ve maddeleri hükümleri çerçevesinde istem incelenerek işin esası hakkında hüküm kurulması gerekir. Mahkemece talebe uygun olmayan gerekçelerle davanın reddi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.” Ayrıca Yargıtay Hukuk Dairesinin oybirliğiyle alınan 17/11/2014 tarihli ve E.2014/11219, K.2014/15371; 27/9/2016 tarihli ve E.2016/7331, K.2016/9068 sayılı kararları da yukarıda verilen kararlar ile aynı yöndedir. Yargıtay Hukuk Dairesi oyçokluğu ile aldığı 13/6/2012 tarihli ve E.2012/6581, K.2012/10331 sayılı kararında ise yukarıda zikredilenlerden farklı olarak kişilik haklarına 5651 sayılı Kanun ile yapılan müdahalelerde görevli mahkemenin sulh ceza mahkemesi olduğuna karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"5651 sayılı Yasa, internet ortamındaki yayınlar nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğraması durumunda hangi usul ve esaslara göre mücadele edileceğini düzenlemekte olup bu yönüyle 4721 sayılı Medeni Kanuna göre özel yasa durumundadır. Özel yasada bir düzenlemenin varlığı halinde öncelikle özel yasanın uygulanacağı hukukun genel kuralıdır. Kaldı ki özel yasa somut olaya ilişkin görev yönünden mahsus bir düzenleme de içermektedir. Şu halde, 5651 sayılı Yasadaki özel düzenleme gözetildiğinde bu konuda görevli mahkemenin Sulh Ceza Mahkemesi olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun bulunmadığından kararın bozulması gerekmiştir." Daire aynı yöndeki görüşünü 29/1/2013 tarihli ve E.2012/2045, K.2013/1218, 27/5/2013 tarihli ve E.2013/7417, K.2013/10004 sayılı, 12/3/2014 tarihli ve E.2014/2231, K.2014/4277 sayılı kararlarında oyçokluğuyla; 28/3/2013 tarihli ve E.2013/4447, K.2013/5761; 31/10/2013 tarihli ve E.2013/15321, K.2013/16805 sayılı, 10/12/2018 tarihli ve E.2016/12634, K.2018/7778 sayılı, 14/3/2019 tarihli ve E.2016/15622, K.2019/1452 sayılı kararlarında ise oybirliği ile sürdürmüştür.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Savcı Çengel/Türkiye (B. No: 30697/19, 18/5/2021) kararında, hukuka aykırılığın ve kişilik haklarına müdahalenin ilk bakışta anlaşılacak kadar belirgin olmadığı ve zararın süratle giderilmesinin zaruri olmadığı başvuru konusu olayda daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili başvuru yollarına başvurmadığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvurusu reddedilen başvuranın AİHM'e yaptığı başvuruyu, iç hukuk yollarını tüketmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur. AİHM'in anılan başvuruya yönelik tespitleri şöyledir: "(40) AİHM, davaya özgü koşullarda, tartışmalı içeriklerde başvuran hakkında yayınlanan iddiaların özel hayata saygı hakkını ihlal teşkil ettiği sonucuna prima facie ulaşılamayacağından, 5651 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca istisnai olarak acil bir şekilde dosya üzerinden ve çekişmesiz olarak yürütülecek olan bir yargılama sürecinin, ulusal yetkililere bu iddiaların asılsız olduklarını tespit etme olanağı sunmayacağı kanaatindedir. AİHM’in bu husustaki içtihadında belirlenen ölçütler doğrultusunda, çakışan menfaatler arasında bir denge kurmak suretiyle söz konusu iddiaların gerçek olup olmadıklarını ve başvuranın itibarın korunması hakkını ihlal edip etmediğini tespit etmek amacıyla, nitelikleri ve içerikleri itibariyle iddiaların, çekişmeli bir yargılama kapsamında yürütülecek detaylı bir soruşturmaya konu olmalarının daha uygun olacağı kanaatindedir (Tarman/Türkiye, B. No: 63903/10, § 38, 21/11/2017). (41) Bu bağlamda, AYM ile benzer bir şekilde AİHM, Türk hukukunda öngörüldüğü gibi bir internet içeriğine erişimin süresiz olarak engellenmesi yönündeki tedbirin, pek çok durumda basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğünü orantısız bir şekilde ihlal edeceğinin altını çizerek, söz konusu tedbirin özel hayata saygı hakkına saldırı teşkil ettiği açık bir şekilde ortada olan ve ilk bakışta tespit edilebilen durumlar gibi belirlenmiş koşullarda istisnai olarak uygulanması gerektiği hususunda da yüksek yargının görüşüne katılmaktadır. Uygulamada da, ifade özgürlüğünün bu şekilde kısıtlanması sonucunda ortaya çıkan risklerin ciddiyeti, AİHM’in bu davaları incelerken son derece titiz davranmasını gerektirecek ölçüdedir (Association Ekin/Fransa, B. No: 39288/98, § 56, AİHM 2001-VIII). Dolayısıyla, bu kısıtlamaların, uygulamada sınırlarının kati olarak belirlendiği ve kötüye kullanılmaları ihtimaline karşı yargı denetimi sağlayacak etkinlikte bir yasal çerçeve dahilinde düzenlenmeleri gerekmektedir (RTBF/Belçika, B. No: 50084/06, § 105, AİHM 2011 (özetler)). (42) Sonuç olarak AİHM, işbu davada, Türk Medeni Kanunu’nun ve maddelerinde ve Türk Borçlar Kanunu’nun maddesinde öngörülen – ve her iki taraf için sürece ilişkin güvencelerin bütünüyle sağlandığı – hukuk davasının, çakışan menfaatler arasında uygun bir dengenin kurulmasını sağlayacak ve gerekli olması halinde başvurana, dava konusu içeriklerden kaynaklı olarak itibarın korunması hakkının ihlal edilip edilmediğini tespit ettirme ve tekzip yayınlanması veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi gibi tedbirlerle ihlali sonlandırma (bu bağlamda, Oktar/Türkiye (k.k.), B. No: 59040/08, §§ 8-16, 30/1/2018) ve ayrıca telafi elde etme imkanı sağlayacak nitelikte olduğu görüşündedir. Buna göre, AİHM, AYM’nin bireysel başvurusunu incelerken benimsediği tüm hukuk yollarının tüketilmesi gerektiği görüşüne katılmaktadır." | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14513 | Başvuru, kişilik haklarını ihlal ettiği ileri sürülen internet içeriklerine erişimin engellenmesi yönündeki taleplerin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sınır dışı kararı nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 15/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 15/11/2019 tarihli kararıyla ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işlemin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri, ilgili kurumlardan ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: 1991 doğumlu Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucu, iç savaştan kaçarak Türkiye’ye gelmiştir. 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca kamu düzeni ve güvenliğini bozduğu gerekçesiyle İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 1/11/2019 tarihli kararıyla başvurucunun sınır dışı edilmesine ve idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Sınır dışı kararına karşı başvurucu vekili 15/11/2019 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açılmıştır. İdare Mahkemesi 21/2/2020 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün 14/9/2021 tarihli yazısına göre başvurucunun Anayasa Mahkemesine ve İdare Mahkemesine başvuru yapıldığı tarihten önce 8/11/2019 tarihinde gönüllü geri dönüş kapsamında Hatay Cilvegözü Kara Hudut Kapısı'ndan ülkesine çıkış yapmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37382 | Başvuru, sınır dışı kararı nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması ve bu incelemelerde alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutukluluk dolayısıyla siyasi faaliyetlerin yerine getirilememesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 29/3/2009 tarihinde yapılan yerel seçimlerde Karlıova Belediye Meclis Üyeliğine seçilmiştir. Başvurucu, 28/7/2011 tarihinde Bingöl ili Karlıova ilçesinde bir korucunun silahla öldürülmesi olayına ilişkin olarak Karlıova Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 13/9/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve Karlıova Sulh Ceza Mahkemesinin 16/9/2012 tarihli kararı ile "silahlı terör örgütüne üye olma ve kasten insan öldürme" suçlarından tutuklanmıştır. Başvurucu hakkındaki soruşturma dosyası, Karlıova Cumhuriyet Başsavcılığının 21/9/2012 tarihli fezlekesiyle eylemin terör suçu niteliğinde bulunması nedeniyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK mülga maddeyle görevli bölümü) gönderilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 10/4/2013 tarihli iddianamesi ile başvurucunun "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, kasten insan öldürme" suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (TMK mülga maddeyle görevli) E.2013/138 sayılı dosyası üzerinden, başvurucu bakımından tutuklu olarak görülmüştür. Mahkeme 5/12/2013 tarihli celsede başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiş; Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (TMK mülga maddeyle görevli) 13/12/2013 tarihli kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 15/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesi ile TMK mülga maddeyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 11/3/2014 tarihli kararı ile dosya, Bingöl Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/137 sayılı dosyası üzerinden devam olunan yargılamada 17/9/2014 tarihli celsede başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesindeki serbest seçim hakkını, "yasama organı"nın seçimi ya da bu organın iki meclisi varsa en azından bir meclisin seçimi ile sınırlı olarak değerlendirmektedir (Gorizdra/Moldova (kk.), B. No: 53180/99, 2/7/2002, hukuk kısmı, § 2; Cherepkov/Rusya (kk.), B. No: 51501/99, 25/1/2000, hukuk kısmı, § 1). AİHM, serbest seçim hakkının kapsamını, yasama yetkisine sahip olmayan yerel yönetimlerin seçimlerini içerecek kadar genişletmemiş ve yerel seçimlerin, ulusal yasaları yerel düzeyde uygulayarak parlamentonun desteklenmesi işlevine sahip olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca, belediye seçimlerinin (Cherepkov/Rusya (kk.)), bölgesel seçimlerin (Malarde/France (kk.), B. No: 46813/99, 5/9/2000), il genel meclisi seçimlerinin (Santoro/Italy, B. No: 36681/97, 16/1/2003), belediye ve ilçe meclisi seçimlerinin (Mółka/Poland (kk.), B. No: 56550/00, 11/4/2006) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde belirlenen serbest seçim hakkının kapsamında olmadığına karar vermiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/973 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması ve bu incelemelerde alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutukluluk dolayısıyla siyasi faaliyetlerin yerine getirilememesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işe iade davasında feshe dayanak yapılan sosyal medya paylaşımlarının bildirilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) veri kayıt işletmeni olarak çalışmaktadır. Başvurucu, Hastanenin bir kısım işçilik hizmetini yürüten iki şirket ortaklığından (H. Ltd. Şti. ve İ. Ltd. Şti.) H. Ltd. Şti.nin (taşeron Şirket) çalışanıdır. Başvurucu, Twitter isimli sosyal medya hesabından şu paylaşımları yapmıştır:"...Kendileri yazdılar kendileri oynadılar...bir darbe düşünün başbakanı vekilleri tv lerde canlı yayında...olan yine gariban asker ve polise oldu birbirlerini vurdular bizde seyrettik...kim için oldu bunlar bir kişinin mutlak iktidarı icin. o kadar şehit verildi ama hiç biri için ülke genelinde sela okunmadi. bugün okunan selalar ise Cumhuriyet'in vefati içindi...Darbe oyunu bitti şimdi sırada olanlar ,demokrasi kahramanı ilan edilmek sonrasında başkanlık için gereken referandum...iyi uykular Türkiye'm..." Hastane tarafından başvurucunun "anayasal düzeni bozucu darbe girişimi ile ilgili olarak sosyal medyada devlet ve Hükûmet aleyhinde yazılı ve görsel paylaşımlar yaptığı" gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi taşeron Şirketten talep edilmiştir. Taşeron Şirket tarafından 20/7/2016 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu tarafından davalılar H. Ltd. Şti. ve İ. Ltd. Şti. ile Sağlık Bakanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu (idare) aleyhine feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemli dava açılmıştır. UYAP üzerinden yapılan incelemeye göre davalı idarenin cevap dilekçesi 4/10/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Ayrıca başvurucunun 16/12/2016 tarihli beyan dilekçesinde "...cevap dilekçesinin ekinde yer alan sosyal medya çıktısından da görüleceği üzere müvekkilimizin paylaşımında ne devlet büyüklerine ne de herhangi birine karşı hiçbir hakaret bulunmamaktadır..." şeklinde ifadelerin yer aldığı görülmektedir. Yapılan yargılama neticesinde İzmir İş Mahkemesinin (Mahkeme) 21/12/2016 tarihli kararı ile başvurucunun işe iadesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Davaya konu fesih yazısı dikkate alındığında yerleşik Yargıtay uygulamalarına göre fesih sebebinin açık ve kesin olarak belirtilmediği, davacı ile ilgili somut fesih sebebinin işverence ispatlanamadığı anlaşılmakla davanın kabulü ve davacının davalı [H. Ltd. Şti. ve İ. Ltd. Şti. ortaklığı] işyerindeki işine iadesi gerektiği kanaatiyle aşağıdaki hüküm kurulmuştur..." Karara karşı davalı idarece yapılan istinaf başvurusu, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 12/4/2017 tarihli kararı ile Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere esastan reddedilmiştir. Davalı idarenin temyiz istemi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 19/6/2017 tarihli kararla istinaf ve ilk derece mahkemesi kararlarının bozularak ortadan kaldırılmasına, davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/II numaralı bendinde; ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller sıralanmış ve belirtilen durumlar ile benzerlerinin varlığı halinde işverenin iş sözleşmesini haklı fesih imkanının olduğu açıklanmıştır. Yasadaki haller sınırlı sayıda olmayıp genel olarak işçinin sadakat borcuna aykırılık oluşturan söz ve davranışları işverene fesih imkanı tanımaktadır. İş ilişkisinde işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşçinin bir suç işlediğinden veya sözleşmeye aykırı davranışta bulunduğundan şüphe ediliyor ve bu yüzden taraflar arasında iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin yıkılması veya ağır biçimde zedelenmesi nedeniyle iş sözleşmesini feshediyorsa şüphe feshinden söz edilmektedir. Şüphe, fesih anında mevcut belirli objektif vakıa ve emarelere dayanmalıdır. Somut olayda, veri kayıt personeli olarak çalışan davacının iş sözleşmesi, 2016 günü anayasal düzeni bozucu darbe girişimi ile ilgili olarak sosyal medyada devlet ve hükümet aleyhine yazılı ve görsel paylaşımlar yapması nedeniyle Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından Hastane Yöneticisi, Baştabip Yardımcısı, İdari ve Mali İşler Müdür Yardımcıları ile Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürü imzasıyla diğer davalı [H. Ltd. Şti.ne] gönderilen 2016 tarih ve 3 sayılı kararı gereği feshedildiği, sosyal medya paylaşımının dosyada belgelendiği dikkate alındığında, işverence işçinin PDY-Fetö ile bağlantısından şüphe edildiğinden, güvenin yıkılması veya ağır biçimde zedelenmesi nedeniyle işverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı iş sözleşmesinin feshedildiği kanaatine varılmaktadır. Zira en azından artık iş ilişkisinin sürdürülmesinin davalı-işveren açısından önemli veya makul ölçüler içerisinde beklenemeyeceği, bu durumda 4857 sayılı Kanun'un maddesi gerekçesi ve 158 sayılı İLO sözleşmesinin maddesi uyarınca işverenden savunma almasının beklenemeyeceği ve işveren feshinin haklı nedene dayandığı kabul edilmelidir. Davacı vekili de, 2016 tarihli beyan dilekçesinde söz konusu paylaşımın ne devlet büyüklerine ne de herhangi birine karşı hakaret içermediğini ifade etmiş ise de, yukarıdaki tespitler doğrultusunda bu savunmaya katılmak mümkün olmamıştır..." Yargıtay kararı 5/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve 26/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır." 4857 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır." 4857 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:a) İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması.b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması.c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması.d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması (Değişik ibare: 6331 - 2012 / m.32/b / Yürürlük / m.38/c) “, işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması” .e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.f) İşçinin, işyerinde, yedi günden fazla hapisle cezalandırılan ve cezası ertelenmeyen bir suç işlemesi.g) İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç işgünü işine devam etmemesi.h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35260 | Başvuru, işe iade davasında feshe dayanak yapılan sosyal medya paylaşımlarının bildirilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 22/5/2009 tarihinde açtığı dava 10/10/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 22/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34682 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. A. Genel Bilgiler, Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Başvuruya konu olaylara ilişkin genel bilgiler ile olağanüstü hâl ilanı ve bu süreçte uygulanan tedbirler için bkz. B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, §§ 11-B. Başvuru Konusu Olaya ilişkin Süreç Başvurucu, Ceyhan hâkimi olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun 31/8/2016 tarihli kararıyla Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantısı bulunduğu gerekçesiyle 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesine dayanılarak meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle 14/3/2018 tarihinde Gaziantep Barosuna (Baro) başvurmuştur. Başvurucunun talebi, Baro Yönetim Kurulunun 5/4/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, Baro tarafından talebinin reddedilmesi üzerine anılan karara karşı 9/5/2018 tarihinde Türkiye Barolar Birliğine (TBB) itiraz etmiştir. TBB Yönetim Kurulu 1/6/2018 tarihli kararı ile itiraza konu Baro kararını uygun bulmuş ve başvurucunun itirazını reddetmiştir. İtirazın reddine ilişkin kararda, başvurucu hakkında Adana Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan kamu davası açıldığı belirtilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suçun 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen avukatlığa kabulde engel hâllerden olduğu gerekçesiyle itirazın reddedilmesi gerektiği ifade edilmiştir. TBB'nin söz konusu kararı Bakanlığın 11/8/2018 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur. Kararda, TBB kararında belirtilen gerekçelerin yanı sıra başvurucunun meslekten çıkarıldığı ve başvurucu hakkında HSYK'da disiplin dosyasının bulunduğu vurgulanmıştır. Başvurucu, baro levhasına yazılma isteminin reddedilmesi işleminin iptali talebiyle 2/11/2018 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkeme) TBB ve Bakanlık aleyhine iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; itirazının reddedildiği TBB kararının hukuka aykırı olduğuna, gerekçe olarak dayanılan 1136 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde söz konusu suçlardan mahkûmiyet şartının arandığına dikkat çekmiştir. Başvurucu, hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen ön yargı ile hareket edilerek verilen kararda ceza yargılamasına yönelik süreçle ilgili olarak adli mercilerden önce yargılama yapılıp karar verildiğini ifade etmiştir. İdare Mahkemesi 28/6/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı Ceza Mahkemesi tarafından 7/2/2019 tarihinde 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edildiği ve kararın istinaf aşamasında olduğu belirtilmiştir. Başvurucu hakkında belirtilen bu sürecin 1136 sayılı Kanun'a göre avukatlığa kabule engel olan durumlar arasında olduğu ifade edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Bu durumda, davacının Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E:2017/94 sayısında görülen ceza yargılamasında 'Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak' suçundan 8 yıl 1 ay 15 hapis cezasına mahkum edilmesi nedeniyle 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 'avukatlığa kabulde engeller' arasında sayılan 5/1-(a) maddesindeki şartı taşımadığından, Ankara Barosu nezdinde staj listesine yazılma talebinin reddine ilişkin Gaziantep Barosunun2018 tarih ve 16 sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Türkiye Barolar Birliğinin 2018 tarih ve 2018/571 sayılı kararında hukuka aykırılık bulunmamıştır...." Başvurucunun istinaf başvurusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 9/1/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 4/2/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Hakkındaki Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı Ceza Mahkemesi tarafından 7/2/2019 tarihli kararla 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda 12/2/2020 tarihinde başvurucunun etkin pişmanlıkta bulunduğu gerekçesiyle 5 yıl 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Dava, başvurucunun temyiz isteminde bulunması nedeniyle Yargıtayda inceleme aşamasındadır. A. Ulusal Hukuk 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığa kabul şartları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Avukatlık mesleğine kabul edilebilmek için:a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,b) Türk hukuk fakültelerinden birinden mezun olmak veya yabancı memleket hukuk fakültesinden mezun olup da Türkiye hukuk fakülteleri programlarına göre noksan kalan derslerden başarılı sınav vermiş bulunmak,c) Avukatlık stajını tamamlayarak staj bitim belgesi almış bulunmak,d) [mülga] e) Levhasına yazılmak istenen baro bölgesinde ikametgahı bulunmak,f) Bu Kanuna göre avukatlığa engel bir hali olmamak gerekir." 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığa kabulde engeller" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Aşağıda yazılı durumlardan birinin varlığı halinde, avukatlık mesleğine kabul istemi reddolunur : a) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak, ...Adayın birinci fıkranın (a) bendinde yazılı cezalardan birini gerektiren bir suçtan kovuşturma altında bulunması halinde, avukatlığa alınması isteği hakkındaki kararın bu kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebilir...."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Serdar Taşcı, B. No: 2016/517, 23/6/2020, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8344 | Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutuklamaya karşı itiraz hakkının etkin olarak kullanılamaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutuklama tedbirinin makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; bazı taleplerin dikkate alınmaması ve müdafi ile görüşmeye birtakım kısıtlamalar getirilmesi nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş verilmeyeceğini bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasının (PDY) yapılanması ve faaliyetleri öteden beri toplumda tartışma konusu olmuştur. Ancak bu yapılanmaya ve faaliyetlerine ilişkin olarak son yıllarda suç delillerini yok etme, devlet kurumlarının ve üst düzey devlet görevlilerinin telefonlarını dinleme, devletin istihbarat faaliyetlerini deşifre etme, kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarına ilişkin soruları önceden elde edip mensuplarına verme gibi eylemler temelinde çok ciddi soruşturma ve kovuşturmalar yürütülmüştür (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 27). 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde yüzlerce kişi hakkında tutuklama tedbirinin uygulandığı bu soruşturma ve kovuşturmaların genelinde FETÖ/PDY'nin bir terör yapılanması olduğuna değinilmiş ve haklarında dava açılan kişilerin diğer bir kısım suçun yanı sıra "silahlı terör örgütü kurma, yönetme veya üyesi olma" ve "Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs" suçlarından cezalandırılmaları talep edilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri,§ 28). Diğer yandan "Şemdinli", "Ergenekon", "Balyoz", "Askerî Casusluk", "Devrimci Karargâh", "Oda TV" ve "Şike" davaları gibi kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan birçok davanın -FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda- başta TSK olmak üzere farklı kamu kurum ve kuruluşlarındaki örgüt mensubu olmayan kamu görevlilerini tasfiye etmek ve farklı sivil çevrelerde örgütün çıkarlarına aykırı davrandığını düşündüğü kişileri etkisizleştirmek amacıyla kullanıldığı ileri sürülmüştür (Aydın Yavuz ve diğerleri,§ 29). Kamuoyunda bilinen ismiyle şike soruşturması sürecindeki (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aziz Yıldırım, B. No: 2014/1957, 23/7/2014, §§ 9-13) bazı eylemler dolayısıyla başvurucu da dâhil olmak üzere gazeteci, yapımcı ve emniyet görevlilerinin de aralarında olduğu çok sayıda şüpheli hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) bir soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılık 10/9/2015 tarihinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre şüphelinin ve müdafiinin dosya içindeki belgeleri incelemelerinin ve bu belgelerden örnek almalarının kısıtlanmasına karar verilmesini İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik, şüpheli ve şüpheli müdafileri ile diğer soruşturma süjelerinin soruşturma dosyasını incelemelerinin ve örnek almalarının soruşturmanın selametini tehlikeye düşüreceği gerekçesiyle 14/9/2015 tarihinde dosya içeriğinin incelenmesinin veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 21/4/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 22/4/2016 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında, ilk olarak Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasının (PDY) genel özelliklerine ilişkin birtakım bilgilere yer verilmiştir. Tutuklama talep yazısının devamında FETÖ/PDY'nin amaçlarından birinin de futbol dünyasında söz sahibi olmak olduğu, bu kapsamda önemli futbol kulüplerine yönelik olarak birtakım faaliyetlerde bulunulduğu, bu faaliyetlerin başında kamuoyunda şike soruşturması olarak bilinen soruşturmanın geldiği, bu soruşturmanın -tanık beyanlarından anlaşıldığına göre- FETÖ/PDY'nin üst düzey sorumluları tarafından kararlaştırıldığı ve örgütün amaçları doğrultusunda yürütüldüğü belirtilmiştir. Tutuklama talep yazısında ayrıca şike soruşturmasının başlaması ile birlikte başkaca delil yöntemlerine başvurulmadan öncelikle -ilgili mevzuata aykırı bir şekilde- iletişimin tespiti talebinde bulunulduğu, şüpheli olarak adı geçen herkese suç örgütü kurmak veya yönetmekten eylem isnat edilerek iletişim tespiti yoluna başvurulmasına ilişkin mevzuatta öngörülen yasağın aşıldığı, şike eyleminin ceza hukuku mevzuatımızda henüz suç olarak düzenlenmediği bir dönemde bu suçtan iletişim tespiti yapıldığı, içeriği suç oluşturmayan konuşmaların rapor hâline getirilerek iletişimin tespiti talebinde bulunulduğu, hakkında iletişimin tespiti talebinde bulunulduğu hâlde bir kısım kişilerin adına fezlekede yer verilmediği ifade edilmiştir. Tutuklama talep yazısında başvurucu yönünden yapılan değerlendirmede ise özetle başvurucunun bu soruşturmanın yürütüldüğü dönemde iletişimin tespiti ve kayda alınmasına dayanak oluşturan on adet raporda imzasının ve bir adet Savcılık üst yazısında parafının bulunduğu, ayrıca ilk iletişimin tespiti kararı talep yazısında ilgili raporları İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube müdürüne sunan kişi olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinde 23/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Savcılığın talep yazısı sorgu işlemi öncesinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında başvurucuya isnat edilen suçun anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...2010 aralıkta başladım Temmuz 2011 yılına kadar görev yaptım, benim fezlekede falan hiçbir şekilde parafım yoktur, ben Proje 3 bürosuna gittim, ordan silah mühimmat bürosuna gittim, sonra da infaz bürosuna gittim, Proje 3 te mahallelerdeki küçük çaplardaki örgütlerin tespiti yapılıyordu, orda fazla çalışmadım, sonra silah ve mühimmat bürosuna geçtim, sonra da infaz bürosunda çalıştım, benim mahkemeye yazılan hiçbir yazıda parafım yoktur, sadece şubeye sunulan O.A. grubu ile ilgili bir rapor var sadece orda bir parafım var, eğer benim yazmış olduğum bu raporların teknik büro tarafından değiştirilmeden aynı şekilde mahkemeye sunuldu ise benim bunda bir suçum yoktur, sadece içeriklerde bazı eksiklikler vardır, ben Artvin Botçka İlçe Emniyet müdürüyüm, salı günü operasyonu 2-3 saat sonra öğrenince telefonla emniyeti arayarak teslim olmak istediğimi söyledim, görev yaptığım yerden kaçmak istesem 2-3 saatte yürüyerek dış ülkelere kaçardım, 1400 km lik yolu karayolu ile katederek teslim olmaya geldim, eşim de hastadır ve tedavi görmektedir, hiçbir şekilde kaçmam gibi bir durum söz konusu değildir, serbest bırakılmayı talep ederim..." İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve haberleşmenin gizliliğini ihlal etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Lider, yönetici ve üyelerinin bir kısmının firari olduğu, bir kısmının da çeşitli soruşturmalardan tutuklu bulunduğu, FETÖ/PYD terör örgütünün her alanda var olma iradesi doğrultusunda bir kısım yöneticilerince futbol alanında da etkinliğe kavuşma adına sosyal, ekonomik olarak topluma etkisi büyük olan bir kulübü ele geçirmeye yönelik iradenin oluştuğu, bu irade doğrultusunda alınan karar ve talimatlar ile Türkiye Cumhuriyeti Yasalarında soruşturmaya başlandığı esnada henüz suç olarak tanımlanmayan ve iddia olunan şike eyleminden dolayı Fenerbahçe Spor Kulübünün Başkanının ve bir kısım yöneticilerinin, Futbol Federasyon Başkanının ve bir takım spor kulübü yöneticilerinin ve futbol camiasına ilişkin isimleri yasadışı yollarla silahlı örgüt lideri, yöneticileri kurduğu iddiasıyla teknik ve fiziki takibe maruz bırakıldığı, birbirleriyle doğrudan bağlantısı olmayan Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı ve Futbol Federasyon Başkanının silahlı suç örgütüyle ilişkiliymiş gibi gösterilerek söz konusu takibe ve silahlı örgüt iddialarına zemin hazırlandığı, hedeflerine aldıkları ve haklarında yeterli delil olmayan veya yasal olarak herhangi bir suç isnat edilemeyecek şahısları masumiyet karinesine muhalif olarak silahlı suç örgütü haline dönüştürmek ve bu doğrultuda yargılanmalarını sağlamak amacıyla gerekçesiz bir şekilde şüphe arzetmeyen görüşmeleri örgütsel bağlantı gibi gösterdikleri, herhangi bir şekilde doğrudan irtibatları olmayan O.A.P.'le kulüp başkanı A.Y.ı irtibatlı ve örgütsel bağlantılı kılmak adına, dönemin Federasyon Başkanıyla o dönem kulüp başkanlığı yapan şahısların hiçbir tape ve HTS kaydına dayanmayan ve iddiadan ibaret olan görüşmelerini soruşturmaya vasıta kıldıkları, sözde örgütsel bağlantıyı sağlayan dönemin Federasyon Başkanı Ö. hakkında takipsizlik kararının verildiği, 6222 sayılı yasa çıkmadan önce suç teşkil etmeyen eylemlere ilişkin yerel mahkemece CMK 223/2-a maddesi gereğince unsurların oluşmaması nedeniyle dolandırıcılık yönünden beraat kararı verildiği, bilahare İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince ilgili soruşturmaya yönelik beraat kararı verildiği,bir takım soruşturmalara konu olduğu ve kamuoyunca FETÖ/PYD'nin beyin organı olarak bilinen Taraf, Bugün, Zaman, Samanyolu TV gibi yayın organlarıyla bu operasyon doğrultusunda içlerinde firari örgüt yöneticilerinin de bulunduğu kişilerce soruşturmaya yönelik algı yönetimi yapıldığı, toplum nezdinde bu soruşturmaya meşruiyet kazandırılmaya çalışıldığı, firari E.'nın 2011 tarihli yazısında 'şike bir milattır ve herşey tepeden tırnağa yeniden şekillenir' içeriğiyle bu şike operasyonunun ve ardından örgütçe yapılacak diğer operasyonların imasını içerir yazı yazıldığı, bu doğrultuda sanıkların firari ve tutuklu olan diğer örgüt üyeleriyle fikir ve eylem birliği içeresinde hareket ettiği, müsnet suçlara yönelik kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu anlaşılmakla şüpheliler... Mustafa Okumuş ...'ın yukarda anlatıldığı üzere Organize Suçlar Şube Müdürlüğünde bu konuyla ilgili olarak etkin görevlerde bulundukları, çoğu dinleme raporlarına imza ve paraf attıkları, bu soruşturmanın genişletilmesine yönelik eylemlerinin aktif ve belirleyici olarak yer alması, bu doğrultuda müsnet suçları işlediklerine yönelik kuvvetli suç şüphesinin bulunması, müsnet silahlı terör örgütüne üye olma suçunun kanunda öngörülen ceza miktarı, suçun işleniş şekli nazara alınarak müsnet haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek ve silahlı terör örgütüne üye olmak suçlarından ...CMK.100 [Ceza Muhakemesi Kanunu] ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına...[karar verildi.]" İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 23/5/2016 tarihinde, Başsavcılığın talebi üzerine başvurucunun da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin tutukluluk durumunu incelemiş ve haberleşmenin gizliliğini ihlal etme suçundan tutukluluğun uzatılması talebinin reddi ile şüphelilerin bu suçtan tahliyelerine, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ise tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Tahliyeye ilişkin karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Her ne kadar şüpheliler ...Mustafa Okumuş, ...hakkında TCK [Türk Ceza Kanunu] 132/1-cümle uyarınca haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek suçundan tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesi talep edilmiş ise de, atılı suçun suç tarihi 2010 olup, TCK 'nın 132/1-cümlesindeki suçun anılan tarihte cezası 6 aydan 2 yıla kadar olup, CMK 100/son gereğince üst sınırı nazara alındığında tutuklama yasağı bulunduğundan bu nedenle tutuklama kararı verilemeyeceğinden tüm şüphelilerin haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek suçundan tutukluluğun uzatılması talebin reddi ile şüphelilerin bu suçtan ayrı ayrı tahliyesine...[karar verildi.]" İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin tutukluluğun devamına ilişkin kararının gerekçesinin ilgili kısmı ise şöyledir:"...İstanbul Sulh Ceza Hakimliği'nin 2016/135 ve 2016/145 sayılı sorgularındaki tutuklamaya ilişkin somut gerekçelerinin halen geçerli olduğu ve atılı suçun CMK 100 maddesindeki tutuklama nedenleri var kabul edilen suçlardan oluşu nedeniyle CMK 100 ve maddeleri gereğince şüphelilerin ayrı ayrı tutukluluk hallerinin devamına ...[karar verildi.]" İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, Başsavcılığın talebi üzerine 21/8/2016 tarihinde yaptığı inceleme sonucunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 29/8/2016 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 23/9/2016 tarihinde bu itirazı yerinde görmemiş ve itirazın değerlendirilmesi amacıyla dosyayı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine göndermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 26/9/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya bulunduğu ceza infaz kurumu tarafından 26/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/11/2016 tarihinde Başsavcılık aracılığıyla İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine başvurarak tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Başsavcılık da 17/11/2016 tarihinde aynı Hâkimlikten başvurucunun tutukluluk durumunun gözden geçirilmesi ve tutukluluğun devamına karar verilmesi isteminde bulunmuştur. Hâkimlik, başvurucunun ve Başsavcılığın taleplerini 17/11/2016 tarihinde birlikte değerlendirmiştir. Dosya üzerinden yapılan bu değerlendirme sonucunda tahliye talebinin reddi ile tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Hâkimliğin bu kararı başvurucuya bulunduğu ceza infaz kurumu tarafından 25/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/11/2016 tarihinde bu karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 2/12/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede bu kararın başvurucuya tebliğ edildiğine dair bir kayda rastlanmamıştır. Başvurucu 2/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın 1/12/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, resmî belgede sahtecilik, haberleşmenin gizliliğini ihlal etme, iftira, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinleme ve kaydetme, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, özel hayata ilişkin görüntü ve sesleri ifşa etme suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 9/12/2016 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2016/62 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Mahkeme 30/5/2019 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. B. İlgili Süreç Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda FETÖ/PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İlgili hukuk için bkz. Erdal Tercan (GK), B. No: 2016/15637, 12/4/2018, §§ 45- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17773 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutuklamaya karşı itiraz hakkının etkin olarak kullanılamaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutuklama tedbirinin makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; bazı taleplerin dikkate alınmaması ve müdafi ile görüşmeye birtakım kısıtlamalar getirilmesi nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, emekli tazminatı ödenmesine karar verilmesi talebi ile açılan davada davalı tarafın beyanına göre karar verilmesi ve aleyhe yüksek vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; tespit edilen bedelin güncel değerinde olmaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu süresi içinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu 30/8/1970 ve 30/4/1987 tarihleri arasında T. Emekli Sandığına tabi olarak çalışmış, sonrasında istifa ederek başka bir sosyal güvenlik kurumu olan Sosyal Sigortalar Kurumuna(SSK) tabi olarak çalışmaya başlamış ve 1996 yılında 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun uyarınca Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı hizmet süresi ile SSK'ya tabi olarak çalıştığı hizmet süresi birleştirilmek suretiyle SSK'dan emekliye ayrılmıştır. Başvurucunun emekli olduğu tarihte yürürlükte olan 2829 sayılı Kanun'un maddesinin "Son defa T. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve kendilerine bu Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlara, T. Emekli Sandığına tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen sürelerinin toplamı üzerinden, 5434 sayılı T. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenir." hükmü uyarınca en son SSK'ya tabi olarak çalışan başvurucuya, daha önce Emekli Sandığına tabi olarak geçirdiği çalışma süresi için emekli ikramiyesi ödenmemiştir. Anayasa Mahkemesi, norm denetimi sonucu verdiği 5/2/2009 tarihli ve E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararı ile 2829 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan "Son defa T. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve..." ibaresini Anayasa'nın ve maddelerine aykırı olduğundan bahisle iptal etmiştir. Başvurucu, norm denetimi sonucu verilen iptal kararının ardından 11/5/2009 tarihli dilekçesi ile Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı dönemler için kendisine emekli ikramiyesi ödenmesini talep etmiş; SGK 18/5/2009 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir.B. Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu, talebinin reddi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde SGK aleyhine dava açarak davalı idarenin 18/5/2009 tarihli işleminin iptal edilmesine ve kendisine 000 TL'nin emekli ikramiyesi tutarı olarak ödenmesine karar verilmesini istemiştir. Davalı idare başvurucunun dava talebine karşı cevabında, iptali istenen işlemde hukuka ve mevzuata aykırı bir yön bulunmadığını zira Anayasa hükümleri gereğince konuya ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının geriye yürümeyeceğini ileri sürmüş; davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Yargılama sürecinde ilk derece mahkemesi 17/12/2009 tarihli ara kararı ile davalı idareden, iptali istenen işleme dayanak teşkil eden tüm bilgi ve belgelerin bulunduğu işlem dosyasının örneğinin gönderilmesini; 8/6/2010 tarihli ara kararı ile de başvurucunun Emekli Sandığına tabi olarak geçen hizmetlerine karşılık başvurucuya emekli ikramiyesi ödenmesi gerekseydi bu ödemenin ne kadar tutacağının hesaplanmasını, ayrıca hesaplamaya ilişkin bilgi ve belgeler ile hesaplama tablosunun gönderilmesini talep etmiştir. Yargılama sonunda Ankara İdare Mahkemesi 31/12/2012 tarihli kararı ile dava konusu işlemin iptaline, emekli ikramiyesi miktarının hesaplanmasına ilişkin gönderilen bilgi ve belgelerin tetkik edilerek SGK tarafından hesaplanan 382,20 TL'nin başvurucuya -yasal faiz talebi bulunmadığından- faizsiz olarak ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca reddedilen tutar üzerinden başvurucu aleyhine 507,89 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Kararın başvurucu lehine hükmedilen tazminatın tespitine yönelik kısmı şöyledir: "... Mahkememizin 2010 günlü ara kararı ile davacıya ödenmesi gereken emekli ikramiyesi miktarının ne olduğunun sorularak, hesaplamaya ilişkin bilgi ve belgelerin istenilmesine karar verildiği, davalı idare tarafından gönderilen cevap ve eki belgelerden davacıya derece kademe intibakı ve 1600 ek gösterge rakamı esas alınarak 15 kıdem yılı üzerinden emekli aylığı bağlandığı 1996 tarihi itibariyle yürürlükte bulunan memur maaş katsayısı ile taban aylığı esas alınarak 5434 sayılı Kanuna tabi geçen (20) tam hizmet yılına karşılık ödenebilecek ikramiye tutarının 382,80-TL olduğu bildirilmiştir. ..." Kararın gerekçesinde ayrıca Anayasa Mahkemesinin iptal kararına atıfta bulunulmuştur. Mahkeme, Anayasa Mahkemesinin 5/2/2009 tarihli iptal kararından sonra kanun koyucu tarafından 19/9/2010 tarihli ve 5997 sayılı Kanun'un maddesi ile getirilen düzenlemenin de Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarihli ve E.2010/81, K.2011/78 sayılı kararı ile iptal edildiğini belirtmiştir. Kararda konuya ilişkin yasal düzenlemeler tartışılmış, bu çerçevede farklı sosyal güvenlik kurumlarına tabi hizmetleri birleştirilmek suretiyle aylık bağlanan ancak Emekli Sandığına tabi bir görevde iken emekliye ayrılmadığı için kendisine emekli aylığı bağlanmayan başvurucunun hukuksal durumunun Anayasa Mahkemesinin iptal kararları da gözetilerek yorumladığı belirtilmiştir. Sonuç olarak ilk derece mahkemesi, belirtilen hizmet süreleri ve emekli aylıklarının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar dikkate alınarak başvurucuya emekli ikramiyesi ödenmesi gerektiği kanaatine varmıştır. İlk derece mahkemesi kararına karşı taraflarca temyiz yoluna başvurulmuş; başvurucu 28/5/2013 tarihli temyiz dilekçesinde, lehine hükmedilen emekli ikramiyesi tutarının 1996 yılı değerleri esas alınarak hesaplandığını, bu durumun denkleştirici adalet ilkesine ve hakkaniyete aykırı olduğunu, hükmedilen tazminat tutarının çok daha fazlası vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldığını ifade etmiştir. İlk derece mahkemesi kararı Danıştay Onbirinci Dairesince yapılan inceleme sonucu 17/12/2013 tarihli ilam ile onanmıştır. Başvurucu, onama ilamı üzerine karar düzeltme talebinde bulunmuş; 31/1/2014 tarihli dilekçesinde, temyiz dilekçesinde itirazda bulunduğu hususlara ek olarak ilk derece mahkemesinin resen yapacağı araştırma ve inceleme sonucu karar vermesi gerekirken davalı Kurum tarafından yapılan hesaplamayı dikkate alarak karar vermesine de itirazda bulunmuştur. Karar düzeltme talebi de Danıştay Onbirinci Dairesince incelenmiş ve 30/5/2014 tarihli ilam ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam başvurucuya 26/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 24/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Nevriye Sağır ve Salim Sağır, B. No: 2014/6129, 20/5/2015, §§13, 14; Ferda Yeşiltepe, [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16078 | Başvuru, emekli tazminatı ödenmesine karar verilmesi talebi ile açılan davada davalı tarafın beyanına göre karar verilmesi ve aleyhe yüksek vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; tespit edilen bedelin güncel değerinde olmaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iddianamede yer verilen bilgiler nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu emekli Deniz Hâkim Albay olarak, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) başlatmış olduğu ve kamuoyunda İzmir askerî casusluk davası olarak adlandırılan davada mağdur olarak yer almaktadır. Başsavcılık tarafından düzenlenen iddianamede başvurucunun iş ve özel hayatına dair bazı ifadelere, açık ad ve soyadı bilgisine, ayrıca kimlik numarasına yer verilmiştir. Açılan bu davada verilen beraat kararı 21/10/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine dayalı olarak koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davasını 22/8/2017 tarihinde açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde özetle; söz konusu beraat kararından ve kesinleşmesinden bir başka arkadaşı vasıtasıyla haricen 4/7/2017 tarihinde haberdar olduğunu, üç aylık dava açma süresinin başlangıç tarihinin hükmün kesinleştiğinin tebliğ tarihi olduğunu, somut olayda kendilerine herhangi bir tebligat yapılmadığını ayrıca yine haricen öğrendiği duyumlarına göre de dosyanın sanıklarına herhangi bir tebligat yapılmadığını, iddianamede özel hayatına yönelik fişleme kayıtlarına yargılama açısından gerek olmadığı hâlde özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı olarak iddianamede açıkça yer verilmesi suretiyle alenileştirildiğini belirtmiş ve 000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılama sonunda davayı kabul etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, davanın açma süresine ilişkin olarak beraat kararı tebliğe çıkarılmamışsa da tazminat davasının 5271 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında her hâlükârda bir yıllık hak düşürücü süre dolmadan açıldığı değerlendirmesinde bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi özetle; söz konusu iddianamede belirtilen ve davayla ilgisi bulunmayan başvurucunun özel hayatına dair iddialar, mesleki konumu, toplum içerisindeki itibarı, iddianame ile aleniyet kazanılması, başvurucunun gerek mesleki çevresindeki gerekse toplumda itibarsızlaştırılmasına neden olması nazara alınarak manevi tazminat davasının kısmen kabulü ile 000 TL manevi tazminatın iddianamenin kabul tarihi olan 24/2/2014tarihindenitibaren yasal faizi ile birlikte davalı Hazine'den alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Karar İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) tarafından kaldırılarak süre yönünden ret kararı verilmiştir. Ceza Dairesinin gerekçesinde; kararların hakkında usulü işlemler yapılan kişiler yönünden, hükümlerin ise sadece davada yargılanan sanıklar yönünden kesinleşebileceği, 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasına ilişkin değişikliğin 28/6/2014 tarihinde yürürlüğe girdiği, 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince tüm tazminat davalarının bir yıllık hak düşürücü süreye tabi olduğu, iddianamenin kabul edildiği 24/2/2014 tarihi itibarı ile iddianamenin aleniyet kazandığı ve mağdur hakkındaki yargılama konusu ile ilgisi bulunmayan ve haksız fiil teşkil eden iddianame içeriğinin öğrenildiği, başvurucu ve vekilinin ilgili kişilerin de tazminat davası açmalarının mümkün hâle geldiği, 18/6/2014 tarihli ve6545 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 28/6/2014 tarihinden itibaren 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde davanın açılması gerektiği hâlde bu süre içinde davanın açılmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 11/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 1/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi' kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: ''Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.'' 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemenin koşulları'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:'' (1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.'' İlgili diğer mevzuat ve Yargıtay içtihatları için ayrıca bkz. Y., B. No: 2014/7149, 22/11/2017, § § 25- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26269 | Başvuru, iddianamede yer verilen bilgiler nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; haksız işgal tazminatı (ecrimisil) ödenmesi talebiyle açılan davada derece mahkemelerince delillerin hatalı değerlendirilerek tazminat bedelinin düşük belirlenmesi, yargılamanın makul bir sürede sonuçlanmaması ile hükmedilen tazminatın ödenmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve söz konusu davanın kapsadığı dönem sonrasına ilişkin haksız işgal tazminatı talebinin karşılanmaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Malatya'nın Doğanşehir ilçesi Karşıyaka Mahallesi'nde bulunan 114 ada 121 ve 123 parsel sayılı taşınmazları H.den 2/10/2001 tarihinde satın almıştır. Başvurucu, satın aldığı taşınmazlarda Tütün Mamülleri Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğünün (TEKEL) depolarının bulunması ve bu taşınmazların TEKEL tarafından kullanılması üzerine 25/9/2002 ile 25/9/2003 tarihleri arasındaki kullanıma ilişkin olarak haksız işgal tazminatı (ecrimisil) davası açmıştır. Doğanşehir Asliye Hukuk Mahkemesi 13/2/2014 tarihinde, daha önceden kesinleşen E.2001/250, K.2003/14 sayılı karar ile davalı kurumun uyuşmazlık konusu taşınmazlara yönelik müdahalesinin haksız olduğunun tespit edildiği ve bu karara rağmen taşınmazların ancak 3/2/2014 tarihinde başvurucuya tesliminin mümkün olduğu gerekçesiyle bilirkişi tarafından belirlenen 216,25 TL ecrimisil tazminatının 25/9/2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen hüküm, Yargıtay denetiminden geçerek 20/1/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai karar 13/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu da 20/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5052 | Başvuru, haksız işgal tazminatı ecrimisil) ödenmesi talebiyle açılan davada derece mahkemelerince delillerin hatalı değerlendirilerek tazminat bedelinin düşük belirlenmesi, yargılamanın makul bir sürede sonuçlanmaması ile hükmedilen tazminatın ödenmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve söz konusu davanın kapsadığı dönem sonrasına ilişkin haksız işgal tazminatı talebinin karşılanmaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kamulaştırma bedelinin artırılması davasında mahkemenin mevzuat ve yerleşik içtihatlara aykırı değerlendirme yaparak davanın açılmamış sayılmasına karar vermesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/12/2013 tarihinde Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 25/3/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Kayseri ili Melikgazi ilçesinde bulunan dava konusu taşınmazda hissedar olduklarını, taşınmazın bir kısım hissesinin davalı Kayseri Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldığını, taşınmazın değerinin düşük hesaplandığını belirterek eksik kalan bedelin davalı idareden tahsili istemiyle 9/6/2003 tarihinde dava açmışlardır. Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesi 10/2/2004 tarihli ve E.2003/515, K.2004/44 sayılı kararıyla davayı süre yönünden reddetmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/3/2005 tarihli ve E.2005/1578, K.2005/2320 sayılı ilamıyla davanın süresinde açıldığı, delillerin toplanarak esas hakkında karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma üzerine dosya E.2005/453 sırasına kaydedilmiş, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 29/7/2005 tarihli ve 70988 sayılı kararı ile faaliyetinin dondurulması üzerine Mahkeme 28/4/2006 tarihli ve K.2006/589 sayılı kararla dosyayı Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesine devretmiştir. Dosya, Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/439 sırasına kaydedilmiş; Mahkemece 11/12/2006 tarihli ve K.2006/708 sayılı kararla davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/5/2007 tarih ve E.2007/3156, K.2007/3784 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2007/377 sırasına kaydedilmiş; Mahkemece bozma ilamına uyularak yargılamaya devam edilmiştir. Yargılama sırasında8/12/2009 ve 31/5/2011 tarihli celselerde, başvurucuların mazeret talebi reddedilerek davanın yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar verilmiş; 4/1/2010 ve 9/6/2011 tarihli yenileme dilekçeleri üzerine davaya kaldığı yerden devam edilmiştir. HSYK'nın 10/07/2012 tarihli ve 1888 sayılı kararı ile dosya, bu defa Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesine devredilmiş ve E.2012/41 sırasına kaydedilerek yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme 6/12/2012 tarihli ve K.2012/55 sayılı kararıyla davanın üçüncü kez takipsiz bırakıldığını belirterek açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; dosyanın davacılar Ahmet Murat Cevizoğlu ile Aytül Cevizoğlu tarafından takip edilmediği, diğer davacılar yönünden de kez işlemden kaldırıldığı, 6/12/2012 tarihinde davacıların ve davacı vekilinin davasını takip etmediğinden, davalı vekili kendilerinin de davayı takip etmeyeceğini imzalı beyanı ile bildirdiğinden aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.KARAR: 1-Taraflarca takip edilmeyen ve daha önce 2 kez işlemden kaldırılmış olan davanın açılmamış sayılmasına,..." Başvurucuların temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/11/2013 tarihli ve E.2013/16623, K.2013/15437 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama ilamı 25/12/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, 31/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bu Kanundan doğan tüm anlaşmazlıkların adli yargıda çözümlenmesi gerekenleri, taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü ile görülür." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse, gelen tarafın talebi üzerine, yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir veya dosya işlemden kaldırılır. Geçerli bir özrü olmaksızın duruşmaya gelmeyen taraf, yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemez....İşlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilenmeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi hâlde dava açılmamış sayılır...." 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Oturuma çağrılmış olan tarafların hiçbiri gelmediği veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.......işlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilemeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi halde beşinci fıkra hükmü uygulanır."6100 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Basit yargılama usulüne tabi davalarda, işlemden kaldırılmasına karar verilmiş olan dosya, yenilenmesinden sonra takipsiz bırakılırsa, dava açılmamış sayılır."6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/84 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin artırılması davasında mahkemenin mevzuat ve yerleşik içtihatlara aykırı değerlendirme yaparak davanın açılmamış sayılmasına karar vermesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tek başına yapılması planlanan bir basın açıklamasının mülki amir tarafından tercih edilen mekânda yapılmadığı, idareye önceden bildirimde bulunulmadığı ve erteleme kararına rağmen yapıldığı gerekçesiyle kolluk görevlilerince engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/4/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 2021/41448 sayılı bireysel başvurunun mevcut başvuru ile birleştirilmesine Komisyonca karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, sağlık memuru olarak görev yaparken, 2016 yılında Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnamesiyle (OHAL KHK) kamu görevinden çıkarılmıştır.(15 Temmuz darbe teşebbüsü nedeniyle OHAL ilan edilmesi sürecine ilişkin bilgi için bkz.Adnan Vural ve diğerleri [GK], B. No: 2017/36237, 10/3/2022, §§ 9-11). Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu 28/11/2020 tarihli kararıyla, Dünya Sağlık Örgütü tarafından da pandemi olarak ilan edilen koronavirüsü (COVID-19) hastalığının yayılmasının engellenmesi amacıyla sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, barolar, meslek odaları, birlikler, kooperatifler ile kat malikleri tarafından düzenlenecek etkinlikleri 1/3/2021 tarihine kadar ertelemiştir. 29/11/2020 tarihinde Ankara Valiliğinin internet sitesinden kamuoyuna duyurulan söz konusu kararın ilgili bölümü şöyledir:"Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu 2020 tarihinde 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun ve maddelerine göre, Ankara Valisi ... başkanlığında olağanüstü toplanarak gündemindeki konuları görüşüp aşağıdaki kararları almıştır.""...İçişleri Bakanlığının 2020 tarih 16230 sayılı Genelgesi ile Sağlık Bakanlığının 2020 tarih ve 13588366/149/1604 sayılı yazısı, Koronavirüs Bilim Kurulunun tavsiye kararı ve İl Hıfzıssıhha Kurulunun 2020 tarih 2020-76 sayılı Kararı doğrultusunda, mevsimsel etkiler de göz önünde bulundurularak, 2020 tarihinden itibaren 2020 tarihine kadar sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, birlikler ve kooperatifler tarafından düzenlenecek olan etkinlikler ertelenmişti.Gelinen aşamada son dönemde Koronavirüs salgınının yayılımında tüm Dünya’da ve özellikle Avrupa’da hızlı bir artış yaşandığı ve Ülkemizde de vaka ve hasta sayılarında yükseliş görüldüğü kamuoyunun malumudur.Bu çerçevede Sağlık Bakanlığınca İçişleri Bakanlığına iletilen 2020 tarih ve 149 sayılı yazıda da; “Dünyada halen COVID19 vaka artışları devam etmektedir. Ülkemizde de Covid19 vakalarının devam etmekte olması, her ne kadar vaka sayıları belirli bir düzeyde kontrol altına alınmış olsa da önümüzdeki kış aylarında tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de özellikle damlacık yolu ile bulaşan solunum yolu hastalıklarının görülme sıklığının artış gösterebilmesi beklenmektedir. Bu kapsamda Bakanlığımız bünyesinde oluşturulan COVID19 Bilimsel Danışma Kurulu, fiziksel mesafenin korunmasının zor olacağı sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, birlikler veya kooperatiflerin geniş katılımlı toplantılarının yapılmayarak 3 (üç) ay sonraya ertelenmesini önermiştir.” denilmektedir. Bu doğrultuda ilimiz genelinde; Sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, barolar, meslek odaları, birlikler, kooperatifler ile kat malikleri tarafından düzenlenecek etkinliklerin (genel kurul toplantıları dahil) 2021 tarihine kadar ertelenmesine ..." Başvurucu OHAL KHK'larıyla yapılan işten çıkarmaları protesto etmek amacıyla 4/1/2021, 11/1/2021, 18/1/2021 ve 25/1/2021 tarihlerinde, işten çıkarılmadan önce çalıştığı Çankaya Toplum Sağlığı Merkezi önünde "İşimizi geri istiyoruz" konusunda tek başına basın açıklaması yapmak istemiştir. Kolluk görevlileri, gerçekleştirilmek istenen basın açıklamasının mahallî mülki amir tarafından belirlenen yerler dışında olması, bildirim yapılmadan gerçekleştirilmesi ve Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulunun kararı ile6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun toplanmaya sınırlama getiren "yasak yerler" hükmüne aykırı olması nedenleriyle etkinliğe müdahale etmiştir. Başvurucu, yapılmak istenilen basın açıklamalarının koronavirüsü tedbirlerine aykırı olduğu gerekçesiyle kolluk görevlilerince engellendiğini -18/1/2021 tarihli eylem hariç olmak üzere- ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçundan işlem yapılmak üzere gözaltına alındığını ve hakkında adli işlem yapıldığını ifade etmiştir. Başvurucu, anılan işlemlerin sonucuna ilişkin bir belge sunmamış ve açıklama yapmamıştır. Ayrıca başvurucu, yanında bulunan B.K.nın sırf 11/1/2021 tarihli etkinliğin engellenmesine ilişkin görüntü kaydetmesi nedeniyle aynı suçtan gözaltına alındığını iddia etmiştir. Başvurucu, barışçıl nitelikte yapılmak istenilen basın açıklamasına hukuka aykırı şekilde müdahale edildiği ve keyfî şekilde gözaltına alındığı iddiasıyla kolluk görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma ve sendikal hakların engellenmesi suçları ile 2911 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca toplantı veya yürüyüşü engelleme suçundan, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurularında bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı şikâyetlerin 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanun'un Maddesinin son fıkrası uyarınca işleme konulmamasına karar vermiştir. Anılan kararlarda, gözaltına alınma işleminin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince icra edilmiş bir yasal soruşturma işlemi olduğu vesuç soruşturmasına tabi tutulmasının mümkün olmadığı değerlendirilmiştir. Ayrıca başvurucunun ihlal edildiğini iddia ettiği hakka yönelik olarak 5271 sayılı Kanun'un öngördüğü yasal yollara müracaat edilmesi gerektiği de vurgulanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şikâyetin işleme konulmaması kararlarının 13/3/2021 ve 13/7/2021 tarihlerinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu sırasıyla 5/4/2021 ve 4/8/2021 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Adalet Bakanlığından görüş istenilmesi sonrası Ankara İl Emniyet Müdürlüğü, Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğüne gönderdiği 5/8/2022 ve 30/9/2022 tarihli yazılarında müdahaleye ilişkin olarak;-Başvurucunun 27/2/2017 tarihinden itibaren her pazartesi günü, işten çıkarıldığı kurumun önünde kanuna aykırı olarak eylem yaptığı ve bu eylemlerin DHKP-C'nin yayın organları ve diğer sosyal medya platformlarında yayınlandığı, -Eylem yapılmak istenilen yerin COVID-19 testlerinin yapıldığı ve bu virüse yakalanan kişilerin yönlendirildiği bir yer olduğu ve dolayısıyla eylemin üçüncü kişilerin sağlığını tehlikeye düşürebilecek nitelikte olduğu, -Eylemlerin koronavirüsüyle mücadele amacıyla verilen Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu kararları ile Ankara Valiliğinin yasaklama kararlarına aykırı olduğu hatırlatılmasına karşın olay yerinden ayrılmaması üzerine başvurucunun hakkında 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçundan yakalama ve adli işlem yapıldığı,-Başvurucunun kendi isteğiyle 1/4/2017 tarihinde emekli olması nedeniyle hukuken kamu görevine iade edilmesi imkânı ve sendika adına faaliyet yürütme yetkisi olmamasına rağmen eylemlerine devam ettiği, Yüksel Caddesi ve Çankaya Halk Sağlığı Merkezi önünde yaptığı eylemlerinde üzerinde "İşimi geri istiyorum! 40 yıllık emeğimi gasp ettiğiniz. İki elim yakanızda Mahmut Konuk KESK" ifadeleri yazılı önlük giydiği, -Başvurucunun, 2017 yılından olay tarihine kadar birçok kez toplantı ve gösterilere katıldığı ve bu nedenlerle başvurucu hakkında on kez 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan, 329 kez de 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunması nedeniyle idari para cezası uygulandığı vurgulanarak başvurucunun amacının hak aramaktan ziyade tanınan hakkı kötüye kullanarak kamu otoritesini zayıflatmak, kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmak ve Anayasa Mahkemesinde tazminat talebinde bulunmak amacıyla yapıldığı ifade edilmiştir. 2911 sayılı sayılı Kanun’un "Tanımlar" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Bu Kanunda geçen deyimlerden;a) Toplantı; belirli konular üzerinde halkı aydınlatmak ve bir kamuoyu yaratmak suretiyle o konuyu benimsetmek için gerçek ve tüzelkişiler tarafından bu Kanun çerçevesinde düzenlenen açık ve kapalı yer toplantılarını,b) Gösteri yürüyüşü; belirli konular üzerinde halkı aydınlatmak ve bir kamuoyu yaratmak suretiyle o konuyu benimsetmek için gerçek ve tüzelkişler tarafından bu Kanun çerçevesinde düzenlenen yürüyüşleri, ...İfade eder. " 2911 sayılı sayılı Kanun’un"Toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergahı " kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İl ve ilçelerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak ve vatandaşların günlük yaşamını zorlaştırmayacak şekilde ... mahallin en büyük mülki amiri tarafından belirlenir..." 2911 sayılı sayılı Kanun’un "Düzenleme Kurulu" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanuna göre yapılacak toplantılar, fiil ehliyetine sahip ve onsekiz yaşını doldurmuş, en az yedi kişiden oluşan bir düzenleme kurulu tarafından düzenlenir..." 2911 sayılı sayılı Kanun’un"Bildirim verilmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Toplantı yapılabilmesi için, düzenleme kurulu üyelerinin tamamının imzalayacakları bir bildirim, toplantının yapılmasından en az kırksekiz saat önce ve çalışma saatleri içinde, toplantının yapılacağı yerin bağlı bulunduğu valilik veya kaymakamlığa verilir.... " 2911 sayılı sayılı Kanun’un "Toplantının yapılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Toplantı, 6 ncı madde hükümlerine uymak suretiyle bildirimde belirtilen yerde yapılır. Düzenleme kurulu, kendi üyelerinden başkan dahil en az yedi kişiyi toplantının yapıldığı yerde bulundurmakla yükümlüdür." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/21730 | Başvuru, tek başına yapılması planlanan bir basın açıklamasının mülki amir tarafından tercih edilen mekânda yapılmadığı, idareye önceden bildirimde bulunulmadığı ve erteleme kararına rağmen yapıldığı gerekçesiyle kolluk görevlilerince engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun resmî kurumlara yazdığı dilekçelerde yer alan ifadeleri nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak İskenderun T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, 18/7/2017 tarihinde Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesine tutukluluğuna itiraz dilekçesi yazmıştır. Ceza İnfaz Kurumu görevlileri el yazısı dilekçeyi incelemiştir. İnceleme sonucunda dilekçede mahkeme heyeti ile Cumhuriyet savcısına yönelik küçük düşürücü ve tehditvari cümlelere yer verildiği gerekçesiyle başvurucu hakkında bir disiplin soruşturması başlatılmıştır. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) disiplin soruşturması sonucunda 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde düzenlenen "mektuplarda tehdit, hakaret ve sövme gibi çirkin ifadeler kullanmak" eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucu hakkında kınama cezası verilmesine karar vermiştir. Disiplin Kurulu, başvurucunun kullanmış olduğu yukarıda belirtilen sözlerin anılan disiplin eylemi kapsamında olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı İskenderun İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurunun itirazını 29/11/2017 tarihinde reddetmiştir. İnfaz Hâkimliği, Disiplin Kurulu kararının usul ve yasaya uygun olduğunu ifade ederek itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiştir. İskenderun Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle itirazı 18/12/2017 tarihinde reddetmiştir. 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:"(2) Kınama cezasını gerektiren eylemler şunlardır:a) Mektuplarda tehdit, hakaret ve sövme gibi çirkin ifadeler kullanmak..." 5275 sayılı Kanun’un "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesinin olay tarihindeki hâli şöyledir:"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin gerekçesi şöyledir: "Birleşmiş Milletler Hükümlülerin İyileştirilmesi İçin Asgari Standart Kurallarının dış dünya ile irtibat kurma başlığını taşıyan 37 nci maddesinde, 'Gerekli gözetim altında hükümlülerin düzenli aralıklarla aileleri ve yakın arkadaşları ile haberleşmelerine olanak sağlanarak iletişim kurmalarına izin verilir.' denilmektedir.Avrupa Cezaevi Kurallarının 43 üncü maddesinde de benzeri tavsiye kuralı bulunmaktadır.Bu madde ile hükümlülere, kurum üst âmirinin veya varsa mektup okuma komisyonunun denetiminden geçen mektup, faks ve telgrafları göndermek veya kendilerine gelenleri almak hakkı verilmektedir.Yine Avrupa Cezaevi Kurallarının 42 nci maddesinin (3) numaralı bendi, 'her hükümlünün cezaevleri merkez idaresine, adlî makama veya diğer yetkili makamlara, kapalı zarfla, istek veya şikayette bulunmasına izin verilmesi' tavsiyesini içermektedir. Şüphesiz istek ve şikâyetlerin kurumun denetimine tâbi tutulması bu hakkı işlemez hâle getirebileceğinden kapalı zarfla istek ve şikâyette bulunmasına izin verilir denilmiştir.Maddenin dördüncü fıkrasında, hükümlünün resmî makamlara veya avukatına gönderdiği mektup, faks ve telgrafların denetime tâbi olmayacağı esası benimsenerek, savunma hakkı vurgulanmıştır.Cezaevinin güvenlik ve disiplini asıl olduğundan, asayiş ve güvenliği tehlikeye düşürecek haberleşmelere izin verilmeyecektir. Bu husus maddenin üçüncü fıkrasında yer alan hükümle sağlanmıştır." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü/Tüzük) "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir. Ancak, hükümlünün savunması için avukatına gönderilen mektup, faks veya telgraflar 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde, bu gönderiler hakkında da 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen esas ve usuller uygulanır." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4986 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun resmî kurumlara yazdığı dilekçelerde yer alan ifadeleri nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, "uyuşturucu madde ticareti yapmak amacıyla kurulan örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 15/7/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 31/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında 15/7/2008 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 18/7/2008 tarih ve 2008/92 Sorgu sayılı kararı ile başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu ve diğer otuz şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 24/11/2008 tarih ve E.2008/1449 sayılı iddianamesi ile "uyuşturucu madde ticareti yapmak amacıyla kurulan örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2008/280 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 16/4/2009 tarih ve E.2009/4, K.2009/65 sayılı kararı ile E.2009/4 sayılı dava dosyasının, aynı Mahkemenin E.2008/280 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamaya E.2008/280 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, 30/11/2010 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkemece, 16/4/2013 tarih ve E.2008/280, K.2013/78 sayılı kararla toplam kırk üç sanık hakkında hüküm kurulmuş, başvurucunun, "uyuşturucu madde ticareti yapmak amacıyla kurulan örgüte üye olma" suçundan 10 ay hapis, "örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma" suçundan 6 yıl 3 ay hapis ve 500,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi Yargıtayda devam etmektedir. Başvurucu, 15/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrası, maddesinin (2) numaralı fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12086 | Başvurucu, "uyuşturucu madde ticareti yapmak amacıyla kurulan örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, tutukluya babasının cenaze törenine katılması ve taziyeleri kabul etmesi için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucunun babası rahatsızlığı nedeniyle 23/1/2018 tarihinde özel bir hastaneye yatırılmıştır. Hastane tarafından başvurucunun babasının hayati riski olduğuna ilişkin 23/3/2018 tarihli uzmanlık raporu düzenlenmiştir. Bu raporu da ibraz eden başvurucu vekili, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinden başvurucunun babasını yoğun bakım ünitesinde ziyaret etmesi için 23/3/2018 tarihinde izin talep etmiştir. Mahkeme 29/3/2018 tarihli kararıyla, ilgili mevzuat gereği talep hakkında İnfaz Kurumunun en üst amirinin önerisi ve Cumhuriyet Başsavcılığının onayı gerektiğini belirtilerek talep ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına, talebin takdir ve ifası için İnfaz Kurumuna gönderilmesine hükmetmiştir. Bu arada başvurucu 30/3/2018 tarihinde İnfaz Kurumuna başvurarak babasının sağlık durumu hakkında bilgi alabilmek için ailesiyle telefonla görüşmek istemiştir. Başvurucu dilekçesinde; babasının hayati tehlikesinin olduğunu ve durumu hakkında bilgi almak için ailesiyle telefonla görüşmesinin sağlanmasını istediğini, iki dakikalık bir görüşmenin bile yeterli olacağını, bu görüşmenin bir sonraki telefonla görüşme hakkına sayılabileceğini ifade etmiştir. Ayrıca başvurucu, bu talebi kabul edilmezse bir kurum görevlisinin ailesini aramasını, babasının sağlık durumunun öğrenilerek kendisine bilgi verilmesini talep etmiştir. İnfaz Kurumu yetkilileri, böyle bir telefon görüşmesinin mevzuatta düzenlenmediği ancak telefonla görüşme hakkı kapsamında belirlenen günde görüşme yapabileceği bilgisini başvurucuya sözlü olarak bildirmiştir. Başvurucunun babası 4/4/2018 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun eşi aynı gün İnfaz Kurumuna başvurarak İstanbul'un Fatih ilçesinde 5/4/2018 tarihinde yapılacak cenaze törenine katılması ve taziyeleri kabul etmesi için eşine izin verilmesini talep etmiştir. İnfaz Kurumu müdürünün önerisi ile Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından güvenlik riskleri yönünden yapılacak araştırma sonucunun olumlu olması şartıyla cenazeye katılma ve taziye ziyareti için yol izni hariç 5 saat izin verilmesine karar verilmiştir. Ancak yapılan araştırma sonucu güvenlik yönünden risk tespit edildiği gerekçesiyle başvurucu cenazeye götürülmemiştir. Karar başvurucuya 11/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İnfaz Kurumunun başvurucuyla ilgili Anayasa Mahkemesine gönderdiği yazı ve ekleri incelendiğinde; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin başvurucunun hastanede babasını ziyaret etme talebine ilişkin verdiği karar ve ekinde İnfaz Kurumuna gönderdiği belgelerin içinde başvurucunun veya başvurucu yakınlarının hasta ziyareti ile ilgili olarak kuruma bir başvurularının olmaması ve başvurucunun babasının sağlık durumuna ilişkin sağlık kurulu raporunun bulunmaması nedeniyle İnfaz Kurumu tarafından bir karar alınmadığı belirtilmiştir. Ayrıca sağlık kurulu raporu ile belgelendirmesi hâlinde hasta ziyareti işlemlerine başlanabileceğinin başvurucu vekiline bildirildiğine ilişkin 30/3/2018 tarihli tutanak ibraz edilmiştir. Bunun yanında başvurucunun ailesiyle telefonla görüşme talebi hakkında, bu şekilde telefonla görüşmeye yönelik mevzuatta bir düzenleme olmadığı, telefon görüşme gününde telefon görüşmesi yapılabileceğinin başvurucuya bildirildiği belirtilmiştir. Yazı ekinde sunulan Silivri Ceza İnfaz Kurumu Sevk Tabur Komutanlığı tarafından düzenlenen güvenlik soruşturmasına ilişkin 5/4/2018 tarihli tutanakta; cenaze merasiminin yapılacağı caminin kalabalık bir meydanda olması, sokakların dar, binaların iç içe olması nedeniyle başvurucunun kaçabileceği şüphesinin bulunduğu ve cenaze olması gözetildiğinde alınacak tedbirlerde olumsuzluk yaşanabileceğinin ifade edildiği görülmüştür. İlgili hukuk için bkz. Rasul Kocatürk [GK], B. No: 2016/8080, 26/12/2019, §§ 13-25; Beşir Doğan, B. No: 2013/2335, 15/12/2015, §§ 12-16; Ahmet Çilgin, B. No: 2014/18849, 11/1/2017, §§ 16- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15011 | Başvuru, tutukluya babasının cenaze törenine katılması ve taziyeleri kabul etmesi için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltında kalınan sürenin hükmolunan cezadan mahsup edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 8/10/2018 tarihli kararı ile 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 12/10/2020 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Bu hüküm gereğince 18/11/2020 tarihinde düzenlenen müddetname başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/12/2020 tarihinde Kayseri İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurarak 19/1/2017 ile 1/2/2017 tarihleri arasında gözaltında kalmasına rağmen müddetnamede belirtilen gözaltı tarihlerinin 19/1/2017-26/1/2017 olarak -beş gün eksik- gösterildiğini ifade etmiş ve mahsup talebinde bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 12/1/2021 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Gerekçede; Mahkeme ile yapılan yazışma sonucunda başvurucunun 19/1/2017-26/1/2017 tarihleri arasında gözaltında kaldığının bildirildiği, anılan sürenin hâlihazırda mahsubuna karar verilmiş olması nedeniyle ret kararı verildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı üzerine Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi 2/2/2021 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 9/2/2021 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 12/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 13/7/2021 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu ek beyan dilekçesinde; gözaltı süresinin beş gün eksik hesaplandığı iddiasına delil olması amacıyla nezarethane kayıt defterini ibraz ettiğini bildirmiştir. Ekte yer alan nezarethaneye alınanların kaydına ait defter başlıklı belgede başvurucunun 19/1/2017 tarihinde saat 10'da gözaltına alındığı, gözaltından çıkış tarihinin ise 1/2/2021 33 olarak belirtildiği görülmüştür. Bakanlık 16/7/2021 tarihli görüş yazısının ekinde başvurucu hakkında düzenlenen 5/7/2021 tarihli müddetnameyi bireysel başvuru dosyasına sunmuştur. Anılan müddetnamede başvurucunun 19/1/2017 ile 1/2/2017 tarihleri arasında gözaltında kaldığı belirtilmiş ve bu sürelerin -başvurucunun talebine uygun olarak- hükmolunan cezadan mahsup edildiği anlaşılmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/10316 | Başvuru, gözaltında kalınan sürenin hükmolunan cezadan mahsup edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kapalı ceza infaz kurumunda bulunma nedeniyle lisansüstü eğitime devam edememenin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Maltepe Açık Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunduğu dönemde Beykent Üniversitesinde lisansüstü eğitimini sürdürmekte olan başvurucunun aldığı bir disiplin cezası nedeniyle kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı şikâyeti, İstanbul Anadolu İnfaz Hâkimliğinin 22/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara yönelik itirazı da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 13/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 23/10/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. AİHM, “hükümlüler”in bir mahkeme tarafından verilen mahkumiyetin infazı için tutuldukları süreye karşılık gelen süre boyunca (Epistatu/Romanya, B. No: 29343/10, 24/9/2013, § 62), “tutuklular”ın ise devam etmekte olan bir yargılama esnasındaki yasal tutukluluk süresi zarfında (Boltan/Türkiye [k.k.], B. No: 32777/09, 27/3/2012) tam zamanlı eğitime erişimlerinin engellenmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin birinci cümlesi kapsamında eğitimden yoksun bırakma olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Bu kapsamda AİHM, hükümlü veya tutukluların, cezaevinde bulundukları süre zarfında fiilen eğitimlerine devam edememelerinin eğitim hakkını ihlal ettiğine ilişkin başvuruları açıkça dayanaktan yoksun bulmaktadır (Durmaz, Işık, Unutmaz ve Sezal/Türkiye [k.k.], B. No: 46506/99, 46569/99, 46570/99, 4/9/2001). | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16310 | Başvuru, kapalı ceza infaz kurumunda bulunma nedeniyle lisansüstü eğitime devam edememenin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, infaz hâkimliğince yapılan incelemelerde başvurucunun duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının; başvurucunun koğuşta fotoğraf çektirme istemi üzerine önceki tarihte başka bir hükümlüye kötü muamelede bulunduğu iddiasıyla hakkında soruşturma yürütülen infaz koruma memurunun fotoğraf çekimi için görevlendirilmesi ve koğuşa gelmesi nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 8/9/2017, 10/5/2018 ve 11/5/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/16012 ve 2018/16018 numaralı başvuru dosyalarının kişi yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2017/34383 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/34383 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1969 doğumlu olan başvurucu, başvuru tarihleri itibarıyla anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçundan aldığı cezanın infazı kapsamında Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun üç farklı eylemi nedeniyle İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı tarafından verilen disiplin cezaları ile bu cezalara yönelik itirazlar sonucu verilen kararlar, kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle birleştirilen bireysel başvurulara konu edilmiştir. A. 2017/34383 Sayılı Bireysel Başvuruya İlişkin Süreç Başvurucunun 2/3/2017 tarihinde revir muayenesi sonrası koğuşuna dönmekte olduğu esnada diğer hükümlülerle birlikte "Baskılar bizi yıldıramaz, kitap yayın hakkımız engellenemez." şeklinde slogan atıp oturma eylemi yaptığı iddiasıyla disiplin soruşturması başlatılmıştır. Disiplin soruşturmasına konu belgelerden başvurucunun sözlü savunma verdiği anlaşılmaktadır. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığınca 13/3/2017 tarihinde başvurucu hakkında oturma eylemi yaparak slogan attığı gerekçesiyle, gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak disiplin suçundan bir ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası kararı verilmiştir. Başvurucu, süresi içinde Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) başvuruda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliğinin 13/4/2017 tarihinde düzenlediği tensip zaptında 23/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hakimliği Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasına 22/7/2010 tarihli ve 6008 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen cümle gereğince başvurucunun disiplin cezasına karşı savunmasının alınması gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun savunmasının alınması için duruşmada hazır edilmesine, Disiplin Kurulu kararı ile ilgili savunmasını vekâletnamesini ibraz etmesi suretiyle avukatı ile birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabileceği hususunun başvurucuya bildirilmesine ilişkin karar verilmiştir. Aynı gün İnfaz Kurumuna gönderilen müzekkerede ise başvurucunun beyanının Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile alınacağı belirtilmektedir. 27/4/2017 tarihli duruşmada SEGBİS odasında hazır bulundurulan başvurucu, Hâkimlik huzuruna getirilerek savunma yapmak istediğini beyan etmiştir. Hâkimlik; duruşmanın SEGBİS aracılığı ile yapılmasının ceza muhakemesi ilkelerinden yüz yüzelik ilkesine uygun olduğunu, bu yönde Anayasa Mahkemesi kararı bulunduğunu ve SEGBİS ile yapılan duruşmanın duruşma salonundakinden farklı olmadığını bildirmiştir. Başvurucunun duruşma salonunda bulunma talebi Hâkimlikçe reddedilerek duruşmaya SEGBİS ile devam edilmiştir. Duruşma sonunda başvurucunun avukatının da hazır bulunmasıyla ifade vermek için istediği sürenin başvurucuya verilmesine ve başvurucunun bir sonraki duruşmada SEGBİS aracılığı ile hazır edilmesine karar verilmiştir. Bir sonraki duruşmada SEGBİS odasında hazır bulundurulan başvurucu; İnfaz Kurumunda arkadaşlarıyla beraber işkence gördüğünü, baskı altında tutulduğu bir ortamda savunma yapamayacağını ileri sürerek Hâkimlik huzurunda avukatının da hazır bulunmasıyla savunma yapmak istediğini belirtmiştir. Hâkimlik, başvurucunun duruşmada hazır bulunma istemini reddetmiştir. Hâkimliğin 6/7/2017 tarihli kararı ile başvurucunun Disiplin Kurulu kararına yaptığı itiraz reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; Cumhuriyet savcısı mütalaası ile başvurucunun dosya kapsamındaki ifadeleri, olayın meydana geldiğine ilişkin tutanakta adları geçen tanık beyanları ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak başvurucunun eylemi nedeniyle hakkında verilen disiplin cezasının kanuna uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 21/7/2017 tarihli dilekçesi ile duruşma salonunda bizzat hazır bulunarak ifade vermek istediği hâlde SEGBİS ile duruşmaya katılmaya zorlandığını, duruşma salonunda savunma yapma hakkının kullandırılmadığını, tanıklara soru soramadığını, avukatlarına duruşma davetiyesi gönderilmediğini belirterek karara itiraz etmiştir. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 3/8/2017 tarihli kararıyla "Ceza İnfaz Kurumunda uyulması gerekli düzene aykırı davranışın yaptırımının olması gerektiği, cezanın niteliği ve süresinin makul ve orantılı olduğu vicdani kanaatine [varıldığı]" belirtilerek başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Başvurucu 8/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. 2018/16012 Sayılı Bireysel Başvuruya İlişkin Süreç Başvurucunun 25/5/2017 tarihinde götürüldüğü mahkemenin dönüşünde odasına gittiği esnada diğer hükümlülerle birlikte "İşkence bizi yıldıramaz, kimse bize işkence yapamaz, ölsek de devam edeceğiz." şeklinde slogan atıp oturma eylemi yaptığı iddiasıyla hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Disiplin soruşturmasına konu belgelerden başvurucunun kendisine tanınan süre içinde sözlü ya da yazılı savunma vermediği anlaşılmaktadır. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığınca 31/5/2017 tarihinde başvurucu hakkında oturma eylemi yaparak slogan attığı gerekçesiyle, gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak disiplin suçundan bir ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası kararı verilmiştir. Başvurucu, süresi içinde İnfaz Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliğinin 25/9/2017 tarihinde düzenlediği tensip zaptında, 4675 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasına 6008 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen cümle gereğince başvurucunun disiplin cezasına karşı savunmasının alınması gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun savunmasının alınması için duruşmada hazır edilmesine, Disiplin Kurulu kararı ile ilgili savunmasını -vekâletnamesini ibraz etmesi suretiyle- avukatı ile birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabileceği hususunun başvurucuya bildirilmesine ilişkin karar verilmiştir. Aynı gün İnfaz Kurumuna gönderilen müzekkerede ise başvurucunun beyanının SEGBİS ile alınacağı belirtilmektedir. 20/12/2017 tarihli duruşmada SEGBİS odasında hazır bulundurulan başvurucu; avukatının olduğunu, Hâkimlik huzuruna getirilerek ve avukatının da hazır bulunmasıyla savunma yapmak için süre istediğini söylemiştir. Ayrıca savunma dilekçesi hazırladığını beyan etmiş, bu dilekçenin Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden Hâkimliğe gönderildiği İnfaz Kurumunca tespit edilmiştir. Hâkimlik, başvurucunun süre istemini kabul etmekle birlikte bir sonraki duruşmaya yeniden SEGBİS aracılığı ile katılımının sağlanmasına karar vermiştir. Bir sonraki duruşmada, Adli Yargı Adalet Komisyonu tarafından İnfaz Hâkimliğinde başka bir hâkimin geçici olarak yetkilendirilmesi nedeniyle önce duruşma tutanağı okunmuştur. SEGBİS odasında hazır bulundurulan başvurucu, avukatı huzurunda ifade vermek istediğini ancak avukatının tutuklandığını söylemiştir. Hâkimlikçe başvurucuya barodan avukat yetkilendirilmesini isteyip istemediği sorulmuştur. Başvurucu ise Hâkimlik huzuruna getirilerek kendi avukatının da hazır bulunmasıyla ifade vermek istediğini söyleyerek süre verilmesini istemiştir. Hâkimlik, başvurucunun duruşmada hazır bulunma isteminin bir sonraki duruşma öncesinde müstemir yetkili hâkim tarafından değerlendirilmesine ve başvurucuya kendi avukatını seçmesi için süre tanınmasına karar vermiştir. Son duruşmada yeniden SEGBİS odasında hazır bulundurulan başvurucu, Hâkimlik huzurunda savunma yapma istemini yinelemiştir. Hâkimlik, duruşmanın SEGBİS aracılığı ile yapılmasının ceza muhakemesi ilkelerinden yüz yüzelik ilkesine uygun olduğu, bu yönde Anayasa Mahkemesi kararı bulunduğu ve SEGBİS ile yapılan duruşmanın duruşma salonundakinden farklı olmadığı gerekçesiyle başvurucunun duruşmada hazır bulunma istemini reddederek duruşmaya devam etmiştir. Başvurucu ise disiplin cezasına dayanak olarak tutanak içeriğinin gerçeği yansıtmadığını ileri sürerek disiplin cezasının kaldırılması isteminde bulunmuştur. Hâkimliğin 14/2/2018 tarihli kararı ile başvurucunun Disiplin Kurulu kararına yaptığı itiraz reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; Cumhuriyet savcısı mütalaası ile başvurucunun dosya kapsamındaki savunmaları ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak başvurucunun eylemi nedeniyle hakkında verilen disiplin cezasının kanuna uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 12/3/2018 tarihli dilekçesi ile duruşma salonunda bizzat hazır bulunarak ifade vermek istediği hâlde SEGBİS ile duruşmaya katılmaya zorlandığını, duruşma salonunda savunma yapma hakkının kullandırılmadığını, infaz koruma görevlilerinin kendisine kötü muamelede bulunduğunu, bu nedenle onların huzurunda savunma yapmak istemediğini, tanıklara soru soramadığını, savunması alınmadan ve hükme etki edebilecek deliller araştırılmadan karar verildiğini belirterek karara itiraz etmiştir. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 3/4/2018 tarihli kararıyla "Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa, itirazı değerlendiren hakimliğin inanç ve takdirine, inceleme konusu eylemin oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçe içeriğine göre hükümlünün [itirazının yerinde olmadığı]" belirtilerek başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Başvurucu 10/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2018/16018 Sayılı Bireysel Başvuruya İlişkin Süreç Başvurucunun fotoğraf çektirmek istediğine dair İnfaz Kurumuna dilekçe vermesi üzerine 15/6/2017 tarihinde fotoğraf çekimi için üç infaz koruma memuru başvurucunun kaldığı koğuşa gelmiştir. Bu esnada aynı koğuşta kalan bir hükümlünün bu memurlardan R.Ç.ye hitaben "Fotoğrafı bu adam mı çekecek, işkenceciyi fotoğraf çektirmeye gönderiyorlar." demesi üzerine başvurucunun diğer hükümlülerle birlikte bahçeye çıkıp anılan memura hitaben "İşkence yapmak şerefsizliktir." diyerek slogan attığı iddiasıyla hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Disiplin soruşturmasına konu belgelerden başvurucunun yazılı savunma verdiği anlaşılmaktadır. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığınca 21/6/2017 tarihinde başvurucu hakkında fotoğraf çekimi için gelen memur R.Ç.ye "işkenceci" ve "şerefsiz" diyerek hakaret ettiği gerekçesiyle, kurum görevlilerine hakaret veya tehditte bulunmak disiplin suçundan on bir gün hücreye koyma cezası kararı verilmiştir. Anılan kararda R.Ç.nin olay tarihinden önce 14/6/2017 tarihinde Adalet Bakanlığı İş Yurtları Kurumu Daire Başkanlığının uygun görmesi üzerine fotoğraf memuru olarak görevlendirildiği ve olay günü başvurucunun koğuşuna görevi gereği gittiği vurgulanmıştır. Başvurucu, süresi içinde İnfaz Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliğinin 25/9/2017 tarihinde düzenlediği tensip zaptında, 4675 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasına 6008 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen cümle gereğince başvurucunun disiplin cezasına karşı savunmasının alınması gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun savunmasının alınması için duruşmada hazır edilmesine, Disiplin Kurulu kararı ile ilgili savunmasını -vekâletnamesini ibraz etmesi suretiyle- avukatı ile birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabileceği hususunun başvurucuya bildirilmesine ilişkin karar verilmiştir. Aynı gün İnfaz Kurumuna gönderilen müzekkerede ise başvurucunun beyanının SEGBİS ile alınacağı belirtilmektedir. 20/12/2017 tarihli duruşmada SEGBİS odasında hazır bulundurulan başvurucu; avukatının olduğunu, Hâkimlik huzuruna getirilerek ve avukatının da hazır bulunmasıyla savunma yapmak için süre istediğini söylemiştir. Ayrıca savunma dilekçesi hazırladığını beyan etmiş, bu dilekçenin İnfaz Kurumunca UYAP üzerinden Hâkimliğe gönderildiği tespit edilmiştir. Hâkimlik, başvurucunun süre istemini kabul etmekle birlikte bir sonraki duruşmaya yeniden SEGBİS ile katılımının sağlanmasına karar vermiştir. Bir sonraki duruşmada Adli Yargı Adalet Komisyonu tarafından İnfaz Hâkimliğinde başka bir hâkimin geçici olarak yetkilendirilmesi nedeniyle önce duruşma tutanağı okunmuştur. SEGBİS odasında hazır bulundurulan başvurucu, avukatı huzurunda ifade vermek istediğini ancak avukatının tutuklandığını söylemiştir. Hâkimlikçe başvurucuya barodan avukat yetkilendirilmesini isteyip istemediği sorulmuştur. Başvurucu ise Hâkimlik huzuruna getirilerek kendi avukatının da hazır bulunmasıyla ifade vermek istediğini belirtip süre verilmesini istemiştir. Hâkimlik, başvurucunun duruşmada hazır bulunma isteminin bir sonraki duruşma öncesinde müstemir yetkili hâkim tarafından değerlendirilmesine ve başvurucuya kendi avukatını seçmesi için süre tanınmasına karar vermiştir. Son duruşmada yeniden SEGBİS odasında hazır bulundurulan başvurucu; Hâkimlik huzurunda savunma yapma istemini yinelemiştir. Hâkimlik, duruşmanın SEGBİS aracılığı ile yapılmasının ceza muhakemesi ilkelerinden yüz yüzelik ilkesine uygun olduğu, bu yönde Anayasa Mahkemesi kararı bulunduğu ve SEGBİS ile yapılan duruşmanın duruşma salonundakinden farklı olmadığı gerekçesiyle başvurucunun duruşmada hazır bulunma istemini reddederek duruşmaya devam etmiştir. Başvurucu ise, disiplin cezasına konu olan sözü ilgili memura hitaben söylemediğini savunarak disiplin cezasının kaldırılması isteminde bulunmuştur. Hâkimliğin 14/2/2018 tarihli kararı ile başvurucunun Disiplin Kurulu kararına yaptığı itiraz reddedilmiş ancak bu cezanın bir ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası olarak çektirilmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; Cumhuriyet savcısı mütalaası, başvurucunun dosya kapsamındaki savunmaları, olay tutanağı ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak başvurucunun eylemi nedeniyle hakkında disiplin cezası verilmesi gerektiği ancak bu cezanın bir ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası olarak çektirilmesinin kanuna uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 12/3/2018 tarihli dilekçesi ile duruşma salonunda bizzat hazır bulunarak ifade vermek istediği hâlde SEGBİS ile duruşmaya katılmaya zorlandığını, duruşma salonunda savunma yapma hakkının kullandırılmadığını, infaz koruma görevlilerinin kendisine kötü muamelede bulunduğunu, bu nedenle onların huzurunda savunma yapmak istemediğini, tanıklara soru soramadığını, savunması alınmadan ve hükme etki edebilecek deliller araştırılmadan karar verildiğini belirterek karara itiraz etmiştir. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 3/4/2018 tarihli kararıyla "Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa, itirazı değerlendiren hakimliğin inanç ve takdirine, inceleme konusu eylemin oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçe içeriğine göre hükümlünün [itirazının yerinde olmadığı]" belirtilerek başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Başvurucu 11/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk kaynakları için bkz. Emrah Yayla [GK], B. No: 2017/38732, 6/2/2020, §§ 28- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34383 | Başvuru, infaz hâkimliğince yapılan incelemelerde başvurucunun duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının; başvurucunun koğuşta fotoğraf çektirme istemi üzerine önceki tarihte başka bir hükümlüye kötü muamelede bulunduğu iddiasıyla hakkında soruşturma yürütülen infaz koruma memurunun fotoğraf çekimi için görevlendirilmesi ve koğuşa gelmesi nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; haksız yakalama ve gözaltı tedbirleri uygulanmasından dolayı açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ceza yargılamasının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğuna yönelik olarak 20/7/2016 tarihinde güvenlik güçlerine telefonla ihbarda bulunulmasının ardından silahlı terör örgütü üyeliği isnadıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatılmış ve gözaltı kararı verilmiştir. Gözaltına alınan başvurucu 31/7/2016 tarihinde salıverilmiştir. Dosyanın yer yönünden yetkisizlik kararıyla iletildiği Tokat Cumhuriyet Başsavcılığı 23/6/2020 tarihinde başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, hakkında uygulanan yakalama ve gözaltı tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine vurgu yapmış; kendisini ihbar edenin herhangi bir belgeye değil duyuma dayandığını bildirmesine rağmen soyut beyana itibar edilerek gece vakti evinde arama yapılıp yakalandığını, bir günlük gözaltı işleminin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Zile Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini belirtmiş ve başvurucunun gözaltına alınmasına neden olan olayın gelişimi, gözaltında kaldığı süre gözetilerek başvurucuya 150 TL manevi tazminat ödenmesine, maddi tazminat talebinin ise reddine karar vermiştir. Başvurucunun istinaf kanun yolu başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi tarafından kesin olarak esastan reddedilmiştir. Nihai kararın başvurucuya tebliğ edildiğine dair bir belgeye rastlanmamış olup başvurucu, nihai kararı 16/1/2021 tarihinde öğrendiğini bildirmiş; 10/2/2021 tarihinde de bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, ayrıca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/14222 | Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbirleri uygulanmasından dolayı açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ceza yargılamasının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya karşı 30/4/2010 tarihinde açılan davanın yargılaması 16/10/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37010 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/35682 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; devlet memurluğundan çıkarma disiplin cezasına karşı açılan davada, disiplin işlemine konu olan eylem için yapılan ceza yargılamasında beraat kararı verilmesine rağmen disiplin işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 28/11/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Yargılaması Süreci Zabıt kâtibi olarak görev yapan başvurucu hakkında 23/4/2008 tarihinde, gizlilik kararı alınmış dava dosyasının (kaçakçılık soruşturması) fotokopisini çektirmek suretiyle örneğini bir avukata verdiği iddiasıyla gizliliğin ihlali suçundan Nizip Asliye Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu ve olayla ilgili olan kişilerin ceza yargılaması sürecinde ifadeleri alınmıştır. Başvurucu, Ceza Mahkemesi kararında yer aldığı şekliyle hakkında gizlilik/kısıtlama kararı verilen soruşturma dosyasıyla hiçbir ilgisinin olmadığını, olay günü Nizip Asliye Ceza Mahkemesine ait 2007/70 Esas sayılı dava dosyasının fotokopisini çektirdiğini, Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/2932 numaralı soruşturma dosyasının (kısıtlama kararı verilen soruşturma dosyası) fotokopisini çektirmediğini ifade etmiştir. Fotokopi işleminin yapıldığı iddia edilen kırtasiyenin sahibi A.Ü. ifadesinde özetle 23/4/2008 günü öğle saatlerinde bir şahsın elinde bir dosyayla kırtasiyeye gelerek dosyanın fotokopisinin çekilmesini talep ettiğini, dosyanın fotokopisini çektiği sırada şahsın telefonunun çaldığını ve telefon konuşmasından sonra heyecanlanan şahsın fotokopiyi daha sonra alacağını belirterek dosyanın aslını alıp kırtasiyeden çıktığını belirtmiştir. A.Ü., aynı gün saat 30 sıralarında biri kısa diğeri uzun boylu iki kişinin kırtasiyeye geldiğini, bu kişilerden uzun boylu olanını öğle saatlerinde gelen kişiye benzettiğini, fotokopi çekme işleminin bitmesi üzerine bu kişilerin 10 TL fotokopi ücretini vererek dışarı çıktıklarını beyan etmiştir. A.Ü., bu kişilerin kendi aralarındaki konuşmalarından şüphelenmesi nedeniyle durumu polis olan arkadaşı ye bildirdiğini, nin daha sonra kırtasiyeye gelerek öğle saatlerinde çekilmiş olan fotokopiyi aldığını belirtmiştir. A.Ü., akabinde ise ifadesinin alınması amacıyla karakola götürüldüğünü, kendisinin karakoldan korktuğu için bu kişilerin adliyeden gelen şahıslar olduğunu belirttiğini ancak daha sonra bu kişilerin adliyeden gelen şahıslar olmadığını anladığını ifade etmiştir. Evrakın kendisine verildiği iddia edilen avukat A.O., olaydan bir sene kadar önce dosyanın bir suretini almak için mahkemeye dilekçe verdiğini ancak dosyanın 2007/69 Esas sayılı dava dosyasıyla karıştırılması nedeniyle anılan dönemde dosyanın bir suretini alamadığını, daha sonra dosyanın karara çıkma aşamasına gelmesi nedeniyle dosyanın bir suretini alma talebini yeniden mahkeme kalemine söylediğini, dosyayı talep ettiği sırada mahkeme personelinin yoğun olması nedeniyle 2-3 gün içinde dosyanın fotokopisinin çekilebileceğinin kendisine söylendiğini, olay günü saat 00 sıralarında başvurucunun kendisini aradığını ve dosyanın fotokopisini çektirdiğini söylediğini, bunun üzerine kırtasiyeye gidip dosyanın fotokopisini aldığını, ayrıca hakkında gizlilik kararı verilen Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/2932 numaralı soruşturma dosyası ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir. Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/2932 numaralı soruşturma dosyasında yaklaşık yirmi şüphelinin avukatlığını yapan S.Ç., çektirilen fotokopiyi kendisinin almadığını ifade etmiştir. Ceza Mahkemesinin A.Ü. ile başvurucuyu duruşma sırasında yüzleştirmesi üzerine A.Ü., hakkında kısıtlama kararı verilen dosyayı kırtasiyeye getiren kişinin başvurucu olmadığı yönünde beyanda bulunmuştur. Dava kapsamında ifadeleri alınan polis memurları, başvurucuyu hakkında gizlilik kararı verilen dosyayı fotokopi çektirirken bizzat görmediklerini belirtmişlerdir. Mahkeme, başvurucunun telefon kayıtlarını da incelemiş ancak başvurucunun Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/2932 numaralı soruşturma dosyasında şüpheli olarak bulunan kişilerle herhangi bir telefon görüşmesinin olmadığını tespit etmiştir. Sonuç olarak Nizip Asliye Ceza Mahkemesi 9/7/2008 tarihli kararıyla başvurucuya isnat edilen eylemin sübut bulduğunu ortaya koyacak nitelikte her türlü şüpheden uzak, somut ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle delil yetersizliğinden başvurucunun beraatine hükmetmiştir. Beraat kararı temyiz edilmeden 17/7/2008 tarihinde kesinleşmiştir. Ayrıca Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 19/2/2009 tarihli işlemi ile Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının beraat kararının kanun yararına bozulması talebini reddetmiştir. Diğer taraftan rüşvet alma ve verme, örgüte bilerek isteyerek yardım etme suçlarından da başvurucu hakkında soruşturma yapılmış ise de yeterli şüphe oluşturacak delilin bulunmadığı gerekçesiyle 20/6/2008 tarihinde Nizip Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. B. Disiplin Cezası ve İdari Yargı Süreci Gaziantep Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu (Komisyon) tarafından başvurucu hakkında aynı eylem nedeniyle 12/5/2008 tarihinde disiplin soruşturması başlatılmıştır. Tanık beyanları, polis ve jandarma tutanakları ile tespit edilen diğer belgeler uyarınca soruşturma sonucunda başvurucunun soruşturmaya konu, gizlilik kararı alınmış dava dosyasının fotokopisini çektirmek suretiyle örneğini bir avukata verme eylemini gerçekleştirdiği kanaatine ulaşılmıştır. Komisyon 12/6/2008 tarihli kararı ile 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin (D) bendinin (k) alt bendi uyarınca açıklanması yasaklanan bilgileri açıklama eyleminden başvurucuya kademe ilerlemesinin durdurulması disiplin cezası verilmesi önerisiyle dosyayı Adalet Bakanlığı Disiplin Kuruluna (Kurul) sunmuştur. Kurul 657 sayılı Kanun'un maddesinin (E) bendinin (g) alt bendi uyarınca eylemi, devlet memurluğundan çıkarma cezası gerektiren devlet memurluğu ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı, utanç verici hareketlerde bulunma fiili kapsamında değerlendirerek 13/1/2009 tarihli kararı ile dosyayı Yüksek Disiplin Kuruluna sevk etmiştir. Adalet Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu 3/3/2010 tarihli işlemiyle başvurucunun 657 sayılı Kanun'un maddesinin (E) bendinin (g) alt bendi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararda, 657 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca ceza kovuşturmasında mahkûm olunmamanın disiplin cezası uygulanmasına engel olmadığı belirtilerek olaya ilişkin tanık ifadeleri ile diğer bilgi ve belgelere göre değerlendirme yapılmıştır. Tanık ifadelerine detaylı olarak yer verilen kararda, kırtasiyeci A.Ü.nün adliyede çalıştığını bildiği kişilerin hafta sonu elinde evrakla fotokopi çektirmeye geldiğini, evraktan bir örnek çektirdikten sonra aslını alıp bir örnek daha çoğaltılmasını isteyip adliyeye doğru gittiğini, evraka bakıp jandarma operasyonuna ilişkin belge olması nedeniyle şüphelenip polis yi arayarak durumu bildirdiğini, nin talebi üzerine evraklardan bir fotokopi de kendisi için ayırdığını; polis memuru nin ise kırtasiyecinin kendisini arayarak şüpheli durumu bildirdiğini, bunun üzerine polis arkadaşı N.T.yi arayarak kırtasiyeyi takibe almasını istediğini, kısa bir süre sonra N.T.nin de telefonla geri arayarak kendisine kırtasiyeye ilgililerin girip çıktığını, akabinde adliyede çalışan diğer kişiye ait arabaya bindiklerini, ardından arabanın arka koltuğundan avukat A.O.nun evrakla indiğini, daha sonra kırtasiyeye girip A.Ü.den evrak örneğini aldığını ve evrakın jandarma operasyonuna ait olduğunu söylediğini ifade ettiği belirtilmiştir. Kararda, olayın diğer tanıklarının benzer ifadelerine yer verilerek Nizip Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tanıklar A.Ü., N.T. ve İ.A.ya başvurucuya ait fotoğraf teşhisi yaptırıldığı, başvurucunun sözlü savunmasının alındığı, bu savunmada başvurucunun iddiaları kabul etmediği, ceza verilecek ise iyi sicilinin gözetilmesi gerektiğini ve fotokopi çektirdiği dosyanın avukatın farklı bir dosyası olduğunu beyan ettiği ifade edilmiştir. Kararın değerlendirme kısmında, soruşturma dosyası içeriğindeki bilgi ve belgeler ile tanık beyanlarından yola çıkılarak "ilgililerin yapmış olduğu gerek sözlü gerekse yazılı savunmalarında ısrarla olay günü fotokopisini çektirdikleri dosyanın Avukat [A.O.nun] vekilliğini yaptığı 2007/70 sayılı dosya olduğunu söyledikleri, ancak bu dosyanın incelenmesinde adı geçen Avukatın talebini 18/04/2007 tarihinde havale ettirdiği, talebin yaklaşık 1 sene sonra hem resmi tatil günü ve hem de saat 19:00 civarlarında her iki ilgilinin birlikte yerine getirmesinin şüphe uyandırdığı, kaldı ki disiplin soruşturması sırasında dinlenen tanıkların beyanları, fotoğraf teşhis tutanağı, tanık kırtasiyeci [A.Ü.] tarafından kolluk güçlerine teslim edilen ilgililerce çektirilen dosyaya ait olduğu iddia edilen yaklaşık 75 sayfalık evrak suretinin Nizip Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/2932 sayılı soruşturma dosyası olması nazara alındığında, ilgililerin hakkında gizlilik kararı verilmiş ve henüz soruşturma aşamasında olan dosyanın fotokopisini gizlice çektirerek avukata verdiklerinin sabit olduğu, ilgililerin uzun süredir Devlet memuru olmaları nedeniyle bu şekilde bir eylemde bulunmaları halinde haklarında uygulanacak idari ve cezai tahkikatın neticesini bilmeleri nedeniyle herhangi bir menfaat temin etmeden yapmalarının hayatın olağan akışına ters olması nedeniyle savunmalara itibar edilmemiştir" denilmiştir. Ayrıca başvurucunun uzun süredir kamu görevi yürütüyor olmasına rağmen disiplinsiz davranışta bulunması, toplumun adalet kurumuna bakış açısı ve temiz toplum özlemi dikkate alınarak alt ceza uygulanmasına yer olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, devlet memurluğundan çıkarma cezasının iptali istemiyle 16/4/2010 tarihinde Gaziantep İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır. Mahkeme 30/9/2010 tarihli kararıyla işlemi iptal etmiştir. İptal gerekçesinde öncelikle her ne kadar gizliliği ihlal suçu isnadıyla yapılan yargılama sonucu beraat kararı verilmiş ise de bu durumun disiplin hukuku bağlamında değerlendirme yapılarak işlem tesis edilmesine engel teşkil etmediği, başvurucunun yapılan idari soruşturma sonucunda dosyadan fotokopi çektirip avukata verme eylemini gerçekleştirdiği hususunun ortaya konulduğu vurgulanmıştır. Bununla birlikte başvurucunun eyleminin kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren açıklanması yasak olan bilgi ve belgelerin açıklanması eylemi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek eylemin yanlış nitelenmesi ile tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı şeklinde iptal gerekçesi oluşturulmuştur. Söz konusu iptal hükmü Danıştay Onikinci Dairesinin 31/10/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: " ... adalet teşkilatında kalem hizmetinin bir ekip çalışmasını gerektirdiği, adalet dağıtılmasında aracı olan zabıt katiplerinin topluma ve beraber çalıştığı meslektaşları ile hakim ve savcılara sınırsız bir güven duygusu vermesinin zorunlu olduğu gözönüne alındığında, dava dosyasına sunulan belgeler ile sabit olan bir tatil günü mesai saati sonrasında hakkında gizlilik kararı alınmış bir soruşturma dosyasını hakimin odasından alarak adliyeye yakın bir kırtasiyede fotokopisini çektirmek suretiyle bir örneğini şüphelinin avukatına verme fiilinin 657 sayılı Kanunun maddesinin E bendinin (g) alt bendinde belirtilen 'Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak' fiili kapsamında olduğu açık olup, davacının eyleminin karşılığı olan ceza ile cezalandırılmasında hukuka aykırılık ...bulunmamaktadır." Mahkeme bozma kararına uymuş ve bozma ilamındaki gerekçeyi benimseyerek 23/5/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret hükmü Danıştay Onikinci Dairesinin 12/2/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme istemi ise Danıştay Onaltıncı Dairesinin 13/4/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan üyelerin karşıoy gerekçesinde özetle ceza yargılamasında olayın tek tanığı olan şahsın da başvurucuyu eylemin faili olarak teşhis edemediği dikkate alındığında başvurucuya isnat edilen eylemin her türlü şüpheden uzak ve somut bir şekilde ispatlanamadığı ifade edilmiştir. Başvurucu nihai kararı 30/6/2016 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 22/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...g) memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak" 657 sayılı Kanun'un "Cezai kovuşturma ile disiplin kovuşturmasının bir arada yürütülmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Aynı olaydan dolayı memur hakkında ceza mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olması, disiplin kovuşturmasını geciktiremez.Memurun ceza kanununa göre mahküm olması veya olmaması halleri, ayrıca disiplin cezasının uygulanmasına engel olamaz." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Gizliliğin ihlali" kenar başlıklı maddesinin uyuşmazlık konusu olay ve ceza yargılaması süresince yürürlükte bulunan hâli şöyledir:"Soruşturmanın gizliliğini alenen ihlal eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, soruşturma aşamasında alınan ve kanun hükmü gereğince gizli tutulması gereken kararların ve bunların gereği olarak yapılan işlemlerin gizliliğinin ihlali açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz. Kanuna göre kapalı yapılması gereken veya kapalı yapılmasına karar verilen duruşmadaki açıklama veya görüntülerin gizliliğini alenen ihlal eden kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır. Ancak, bu suçun oluşması için tanığın korunmasına ilişkin olarak alınan gizlilik kararına aykırılık açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz. Bu suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, ceza yarı oranında artırılır. Soruşturma ve kovuşturma evresinde kişilerin suçlu olarak damgalanmalarını sağlayacak şekilde görüntülerinin yayınlanması halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin iki boyutu bulunmaktadır. Buna göre ilk boyut, bir suç isnadında bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci güvence altına almaktadır. İkinci unsur ise mahkûmiyet hükmüyle sonuçlanmayan ceza yargılamalarıyla bağlantılı müteakip yargılamalar bağlamında kişinin masumiyetine saygı gösterilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Ceza yargılamasının devam ettiği sürece ilişkin ilk unsurun kapsamı sadece ceza yargılamalarının adilliğini temin etmek adına usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı değildir. Bu ilke daha geniş kapsamlı olup hiçbir devlet temsilcisinin kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirir. Masumiyet karinesi yalnızca ceza yargılamaları bağlamında değil ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer davalarda ya da disiplin incelemelerinde de ihlal edilebilecek niteliktedir. Bu bağlamda, masumiyet karinesinin korunmasına ilişkin ikinci boyut ceza yargılamaları mahkûmiyetten başka bir şekilde sonlandığı zaman devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetine ilişkin şüphe duyulmamasını gerektirir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43). Seven/Türkiye kararına konu olayda polis memuru olan başvurucu kendisinden yardım isteyen sarhoş bir konsomatrisi evine bıraktıktan sonra ona tecavüz ettiği suçlamasıyla yargılanmıştır. Yargılama sonucunda ceza mahkemesi cinsel ilişkinin rıza dışı gerçekleştiğine ilişkin yeterli delil bulunmadığı kanaatine vararak başvurucunun beraatine karar vermiştir. Bu arada başvurucu hakkında paralel bir şekilde disiplin soruşturması da açılmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucu tecavüz fiilini işlediği sabit görülerek meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucunun idari yargıda açtığı iptal davasında idare mahkemesi davayı reddetmiştir. İdare mahkemesinin, gerekçesinde, başvurucunun rıza dışı cinsel ilişkiye girdiğinin sabit olduğu belirtilmiştir. Mahkeme kararı Danıştay tarafından onanmıştır. Yargılama süreci karar düzeltme aşamasında iken başvurucu, ceza mahkemesince beraat ettirildiğine ilişkin kararı Danıştaya ibraz ederek iki yargı kolu arasında çelişki oluştuğuna işaret etmiştir. Ancak Danıştay bu kararla ilgili olarak hiçbir değerlendirme yapmadan kararın düzeltilmesi istemini reddetmiştir (Seven/Türkiye, §§ 7-31). AİHM buna ilişkin başvuruda masumiyet karinesinin her iki boyutunu da incelemiştir. Soruşturmanın ceza kanununda suç olarak nitelenen tecavüz fiili nedeniyle başlatıldığını hatırlatan AİHM şunları ifade etmiştir:- Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü'nün (Tüzük) maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendinde yasaklanan ve disiplin suçu olarak düzenlenen fiiller aynı zamanda cezai manada da suç teşkil etmektedir. Fakat mevzuatta idari makamların bu fiiller sebebiyle bu maddeye dayanarak disiplin yaptırımı uygulayabilmesi için ceza mahkûmiyeti kararının bulunmasının gerekip gerekmediğine ilişkin bir belirleme mevcut değildir. Kanunda bir açıklığın bulunmaması sebebiyle disiplin ve ceza sorumlulukları arasındaki çizgi, soruşturmanın başından beri bulanık hâle gelmiştir. - Ayrıca disiplin makamlarının ihraç kararında başvurucuyu sanık olarak, fiilini de cinsel saldırı olarak nitelendirdikleri gözetildiğinde bu değerlendirmenin disiplin alanıyla sınırlı tutulmasına dair herhangi bir şartın aranmaması disiplin otoritelerinin başvurucunun derdest ceza yargılamasıyla ilgili olarak masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna varılmasına yol açmıştır. Dahası Danıştay tarafından da onanan idare mahkemesi kararında başvurucunun fiili "rızası olmaksızın S.K. ile cinsel ilişkiye girme" şeklinde tanımlanmıştır. AİHM'e göre bu ifade başvurucunun tecavüz suçlusu olarak ilan edilmesi mahiyeti taşımaktadır. AİHM bu ifadenin başvurucuya suç atfedilmesi niteliğinde olmadığı hususunda Hükûmetle hemfikir değildir. Söz konusu ifadeler her zaman kendi bağlamı içinde değerlendirilmelidir. Başvurucunun ihracının kanuni temelini oluşturan Tüzük'ün maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendindeki fiillerden birinin tecavüz ve cinsel saldırı olduğu ve idare mahkemesinin olayları özetleme şekli gözetildiğinde disipline ilişkin bu davada kullanılan başvurucunun S.K. ile rızası dışında cinsel ilişkiye girdiği ifadesinin kararı, okuyanda başvurucunun S.K.ya tecavüz suçunu işlediği izleniminin oluşmasına yol açmaktadır (Seven/Türkiye, § 54). AİHM aynı olayda masumiyet karinesinin ikinci boyutunun da ihlal edildiğine hükmetmiştir. AİHM özetle şunları ifade etmiştir:- Olay tarihinde Danıştayın görevinin hem temyiz incelemesi yaparken hem de kararın düzeltilmesi talebini incelerken idare mahkemesi kararının hukuka uygunluğunu denetlemeyi ve tarafların uyuşmazlığın esasıyla ilgili iddialarının yeterince karşılanıp karşılanmadığını incelemeyi kapsadığı not edilmelidir. Başvurucu, ceza yargılamasında hakkındaki tüm suçlamalardan beraat ettiğini ve bu nedenle Tüzük'ün maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendine dayanılarak gerçekleştirilen ihraç işleminin artık hukuka uygun kabul edilemeyeceğini Danıştayda (karar düzeltme aşamasında) açık bir biçimde ileri sürmüştür. Bu arka plan gözetildiğinde Danıştayın -başvurucu ceza davasında beraat ettiği hâlde- disiplin makamlarının ve idare mahkemesinin değinilen gerekçelerinin neden hukuka uygun olmayı sürdürdüğünü açıklama yükümlülüğü bulunmaktadır. Başvurucunun şikâyet ettiği, iki çelişkili karar verildiği durumun ortaya çıkmasını önlemenin tek yolu budur. Danıştay sessiz kalmak suretiyle Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesini zedelediği tespit edilen önceki gerekçeyi düzeltme fırsatını kaçırmış ve başvurucunun masumiyetine gölge düşürmüştür (Seven/Türkiye, § 56). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13566 | Başvuru, devlet memurluğundan çıkarma disiplin cezasına karşı açılan davada, disiplin işlemine konu olan eylem için yapılan ceza yargılamasında beraat kararı verilmesine rağmen disiplin işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, müşterek çocukların velayetlerinin anneleri yerine babalarına verilmesi nedeniyle ebeveyn ve çocuğun menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulamadığından bahisle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve eşi İ.E., Denizli Aile Mahkemesinde anlaşmalı olarak boşanma davası açmışlardır. Tarafların 17/2/2006 doğum tarihli bir kız ve 22/2/2007 doğum tarihli bir erkek çocukları vardır. Boşanma davası devam etmekteyken anne ve babanın çocuklara bakacak durumda olmadıklarını beyan etmeleri üzerine 14/4/2011 tarihinde müşterek çocuklar Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) Denizli Çocuk Yuvasına (Kurum) yerleştirilmiştir. Denizli Aile Mahkemesinin 10/6/2011 tarihli ilamı ile taraflar anlaşmalı olarak boşanmışlar, çocukların velayetleri başvurucu anneye verilmiştir. Bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/4/2012 tarihli ilamı ile onanmıştır. Ancak başvurucu, geliri ve sosyal güvencesinin olmaması nedeniyle müşterek çocukları yanına alamamış, çocuklar Kurum gözetiminde kalmaya devam etmiştir.A. Tedbir Kararının Kaldırılmasına İlişkin Süreç Başvurucu 2/11/2011 tarihinde Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER) aracılığıyla İstanbul iline taşındığını ve bir başka kişiyle imam nikâhlı olarak evlendiğini, yaşamını düzene koyduğundan artık çocuklarını yanına almak istediğini belirten dilekçe sunmuştur. Kurum tarafından 2/2/2012 tarihinde Denizli Çocuk Mahkemesine (Mahkeme) başvurularak çocuklar hakkındaki bakım tedbirinin kaldırılması ve çocukların anneleri olan başvurucuya teslim edilmesi talep edilmiştir. Mahkemece, çocukların bakımı konusunda başvurucunun yaşadığı ev ve sosyal çevresinin uygun olup olmadığının değerlendirilmesi için sosyal inceleme raporu alınmasına karar verilmiştir. SHÇEK Genel Müdürlüğü Sultanbeyli Yıl Toplum Merkezi Müdürlüğü sosyal çalışmacı tarafından hazırlanan 9/1/2012 tarihli raporda, çocuklar hakkındaki tedbir kararının kaldırılarak çocukların anneleri olan başvurucuya tesliminin uygun olacağı kanaati bildirilmiştir. Raporda, başvurucunun imam nikâhlı olarak evlenmiş ve hamile olduğu, İ.E. ile olan boşanma davasının hâlen temyiz aşamasında devam etmesi sonucu resmî nikâhın henüz yapılamadığı belirtilmiştir. Raporda, başvurucunun ilkokul mezunu, ev hanımı olduğu, sık sık telefon yoluyla çocuklarıyla görüştüğü, onlardan ayrı olduğu için üzüldüğü, çocuklarını yanına almayı çok arzu ettiği ifade edilmiştir. Başvurucunun evlendiği kişinin asgari ücretle güvenlik görevlisi olarak çalıştığı, düzenli gelirinin bulunduğu, başvurucunun çocuklarını yanına almasını kendisinin de istediği, ayrıca oturdukları konutun kira olup bir ailenin temel gereksinimlerini karşılayabilecek yeterlikte olduğu bildirilmiştir. SHÇEK Genel Müdürlüğü Denizli Çocuk Yuvası Müdürlüğü sosyal çalışmacısı tarafından hazırlanan 25/1/2012 tarihli sosyal inceleme raporunda da çocukların annelerine tesliminin uygun olacağı belirtilmiştir. Raporda, hamallık ve inşaat işçiliği yaparak geçimini sürdüren baba İ.E.nin Denizli'de ikamet ettiği, her hafta çocukları ziyaret ettiği, çocuklarla yakından ilgilendiği vurgulanmıştır. Bununla birlikte babanın yalnız yaşamakta olması ve çalışması nedeniyle çocuklarını bırakabileceği veya bakımlarını yaptırabileceği imkânlara sahip olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun ise çocukların Kurum bakımına alındığı ilk zamanlarda eşinden boşanmış ve aile desteğinden yoksun olması, geliri ve sosyal güvencesinin olmaması nedeniyle çocuklarını düzenli olarak arayıp sormadığı, ancak İstanbul'da yeni bir yuva kurup düzenli yaşam sürmeye başladıktan sonra çocukları ile daha yakından ilgilendiği, üç dört defa ziyaretlerine geldiği, sık sık telefon ettiği, çocuklarını yanına almakta çok istekli olduğunun gözlendiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca çocukların yoğun ilgi, sevgi ve şefkate muhtaç bir dönemde oldukları, anne babanın her ikisinin de ilgilerinden çok mutlu oldukları, herhangi bir ayrım yapmadan onlarla birlikte yaşamak arzusu içinde oldukları belirtilmiş, çocukların anne yanında bakımlarının sürdürülmesinin daha uygun olacağı kanaati bildirilmiştir. Ayrıca, Mahkeme bünyesinde görev yapan pedagog uzmandan rapor istenilmiştir. 11/4/2012 tarihli raporda babanın beyan ettiği gelir doğru ise ev koşullarının çocukların kalması için yeterli olduğu ve kabul etmesi durumunda çocukların babaya teslim edilmesinin uygun olacağı; aynı şekilde çocukların anne yanına verilmelerinin de sağlıklı bir şekilde yetişmeleri açısından olumlu olacağı belirtilmiştir. Denizli Çocuk Mahkemesi, baba İ.E.nin beyanını dinlemiştir. Baba İ.E., yakında evleneceğini, çocukları aldığında kendi annesi ve babasının da yanına taşınacağını beyan etmiştir. Talimat yoluyla beyanı alınan başvurucu ve imam nikâhlı eşi, çocukları yanlarına almak istediklerini, ekonomik ve sosyal durumlarının da müsait olduğunu ifade etmişlerdir. Mahkeme ayrıca 1/6/2012 tarihli duruşmada çocukların da beyanlarını dinlemiştir. Çocuklar, annelerinin iki kez kendilerini görmeye geldiğini, babalarının işi olmayınca her gün kendilerini ziyaret ettiğini, babalarının yanında kalmak istediklerini, annelerine gitmek istemediklerini söylemişlerdir. Mahkeme, 13/7/2012 tarihli kararıyla çocuklar hakkındaki bakım tedbirinin kaldırılmasına ve çocukların babalarına teslim edilmesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinde, annenin çocuklarını bırakarak Denizli'den ayrıldığı, birlikte yaşadığı kişi ile evlenip evlenmeyeceğinin belli olmadığı, hamile olduğu dikkate alındığında kendi hayatını bir düzene koymamış bulunması dikkate alındığında çocukların belirsizliğe sürüklenmesinin gelişimlerini sekteye uğratacağı belirtilmiştir. Babanın çocukları yanına almak için evlenmek, köydeki ana babasını yanına getirmek gibi birtakım yeni çarelere başvurması ve çocukların da babalarının yanında yaşamak istediklerini beyan etmeleri karşısında çocukların isteği dikkate alınarak babalarına verilmelerinin uygun görüldüğü ifade edilmiştir. Ayrıca, bir yıl süreyle üçer aylık dönemlerde baba İ.E. hakkında sosyal inceleme raporu aldırılarak babanın söylediklerini yerine getirip getirmediğinin, çocukların bakımının gereği gibi yürütülüp yürütülmediğinin gözlenmesine hükmedilmiştir. Başvurucu karara itiraz etmiştir. Aydın Çocuk Mahkemesinin 24/9/2012 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilmiştir.B. Velayetin Değiştirilmesi Davasına İlişkin Süreç Müşterek çocukların babaları, çocukların velayetlerinin kendisine verilmesi için 28/5/2012 tarihinde Denizli Aile Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme tanık beyanları dinlemiş, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarını araştırmış, önceki davalara ait dosyaları incelemiştir. Ayrıca Mahkeme sosyal hizmet uzmanı ve psikologdan tarafların ve çocukların durumuna dair bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Uzman psikolog tarafından düzenlenen 6/11/2012 tarihli bilirkişi raporunda, çocukların babası İ.E.nin Denizli ilinde oturduğu, evde annesi babası ve iki çocuğu ile birlikte yaşadığı, evin dört odadan oluştuğu, çocuklar için düzenlenmiş özel bir odanın bulunduğu, ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde ev eşyalarının temin edildiği, eşyaların kullanışlı -rahat ve temiz- olduğu bildirilmiştir. Anılan rapora göre psikolog tarafından müşterek çocuklarla da görüşme yapılmıştır. Rapora göre çocuklar babalarıyla yaşamaktan mutlu olduklarını, babalarının kendilerine iyi davrandığını, ilkokul birinci sınıfa gittiklerini, okula bazen babalarının bazen de babaannelerinin götürdüğünü söylemişlerdir. Söz konusu raporda çocukların mevcut ortamında mutlu olduğu, herhangi bir ihmale maruz kalmadıkları, öz bakımlarının temiz olduğu, bakım ve gözetimlerinin baba İ.E. ve babaanneleri tarafından yeterli şekilde sağlandığı belirtilmiştir. Baba İ.E.nin velayeti almayı ve çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirmek için yoğun istek içinde olduğunun çocukların da babaları ile birlikte yaşamak istediklerinin gözlendiği ifade edilmiştir. Mahkemece görevlendirilen uzman pedagog tarafından çocukların annesi olan başvurucu ile yapılan görüşme sonucunda düzenlenen 4/1/2013 tarihli bilirkişi raporunda ise başvurucunun İstanbul ilinde iki oda bir salondan oluşan bir dairede oturduğu, evin bir ailenin temel gereksinimlerini karşılayabilecek yeterlilikte eşyaya sahip olduğu bildirilmiştir. Başvurucunun çocuklarını çok özlediğinin gözlemlendiği, çocukların velayetini almak konusunda kararlı bir tutum sergilediği belirtilmiştir. Başvurucunun çocukları konusunda her türlü fedakarlığa hazır bir anne profilinde olduğunun gözlemlendiği, ancak çocukların babalarının yanında olması sebebiyle anne ve çocuklar arasındaki iletişim ve etkileşim konusunda gözlem yapılamadığı ifade edilmiştir. Denizli Aile Mahkemesince verilen 21/5/2013 tarihli kararla davanın kabulü ile velayetin başvurucudan alınarak davacı babaya verilmesine hükmedilmiştir. Ayrıca başvurucunun kararda belirtilen tarihlerde çocuklarını yanına alarak görüşebileceği şekilde şahsi ilişki kurulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde tarafların boşanma davası sonucunda müşterek çocukların velayetinin başvurucuya verilmiş olduğu, ancak başvurucunun çocukları almadığı ve SHÇEK'ye yerleştirdiği, daha sonra Denizli Çocuk Mahkemesinin 13/7/2012 tarihli kararıyla çocukların davacı babaya teslim edildiği belirtilmiştir. Kararda, sosyal inceleme raporlarında her iki tarafın da velayet yönünden uygun olduğunun belirtildiği, ancak annenin velayeti tarafına verilen çocukları almadığı, annenin velayet görevini yerine getirmediği, çocukların da babalarının yanında kalmak istediklerini beyan ettikleri görüldüğünden velayetin başvurucudan alınarak davacı babaya verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/5/2014tarihli ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 22/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Söz konusu karar başvurucuya 24/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2007 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Hâkimin takdir yetkisi" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler. Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır." 4721 sayılı Kanun’un "Durumun değişmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması hâlinde hâkim, re'sen veya ana ve babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alır." 4721 sayılı Kanun’un "Kural" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Ana ve babadan her biri, velâyeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir." 4721 sayılı Kanun’un "Ana veya babanın yeniden evlenmesi hâlinde" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Velâyete sahip ana veya babanın yeniden evlenmesi, velâyetin kaldırılmasını gerektirmez. Ancak, çocuğun menfaati gerektirdiğinde velâyet sahibi değiştirilebileceği gibi, durum ve koşullara göre velâyet kaldırılarak çocuğa vasi de atanabilir."B. Uluslararası Hukuk AİHM'e göre anne-baba ve çocukların birlikte yaşama hakkı aile hayatının esaslı bir unsuru olup anne ve baba arasındaki ilişkinin sona ermesi durumunda, hukuksal düzenlemelerden kaynaklanan ve bu ilişkiyi kısıtlayan ya da engelleyen tedbirler, aile hayatına saygı hakkına bir müdahale oluşturur (Hoppe/Almanya, B. No: 28422/95, 5/12/2002, § 44; Johansen/Norveç, B. No: 17383/90, 7/8/1996, § 52; Elsholz/Almanya, B. No: 25735/94 13/7/2000, § 43). AİHM'e göre aile hayatına saygı hakkı kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırları kesin biçimde tanımlamak mümkün değildir. İlgili makamlar her iki yükümlülük çerçevesinde belirli bir takdir alanına sahiptir ve her iki yükümlülük kapsamında da benzer ilkelerin gözönünde bulundurulması, özellikle her iki durumda da kamusal makamlarca olayın bağlamı ve müdahalenin türüne göre birey menfaatleri ile toplum menfaatleri ve çocuk ile ebeveyn menfaatleri arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmesi gerekmektedir. AİHM'e göre bu dengenin tesisinde niteliği gereği çocuğun menfaatlerine özel bir önem verilmelidir (Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, § 55; Hoppe/Almanya, § 49). AİHM, ebeveynin çocuk ile birlikte yaşamaya devam etmesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin birinci paragrafı kapsamında aile hayatının temel bir unsurunu oluşturduğunu vurgulamaktadır. Sözleşme’nin maddesi, ebeveynin çocuğu ile yeniden birleşmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını talep etme hakkının yanı sıra ulusal makamların bu önlemleri alma yükümlülüğünü de kapsamaktadır. Bu husustaki belirleyici husus, ulusal makamların uygulamadaki mevzuat ya da mahkeme kararlarıyla ebeveyne tanınan velayet, ziyaret ya da birlikte yaşama hakkının icrasını kolaylaştırmada kendilerinden beklenilen bütün makul önlemleri alıp almadığıdır (Hokkanen/Finlandiya, § 55). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18685 | Başvuru, müşterek çocukların velayetlerinin anneleri yerine babalarına verilmesi nedeniyle ebeveyn ve çocuğun menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulamadığından bahisle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetinin Önlenmesine Dair Kanun hükümlerine göre verilen koruma kararına yapılan itirazda, ileri sürülen iddia ve delillerin kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/5/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 7/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinin 8/3/2013 tarihli ve E.2013/73, K.2013/75 Değişik İş sayılı kararı ile 6284 sayılı Kanun’un 5/ maddesinin a, c, d, f, g, ğ bentleri uyarınca önleyici tedbir kararı verilmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısmı şöyledir:“Dosyanın incelenmesinden, aleyhine tedbir istenilen Salih Söylemezoğlu hakkında 6284 sayılı Kanun'un 5/1-a, c, d, f, g, ğ maddeleri gereğince tedbir uygulanması gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3758 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetinin Önlenmesine Dair Kanun hükümlerine göre verilen koruma kararına yapılan itirazda, ileri sürülen iddia ve delillerin kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esasının incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 30/10/2001 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkilerinden kaynaklanan alacak davasında İlk Derece Mahkemesinin 28/9/2011 tarihli hükmü ile dava kısmen kabul edilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/4/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10883 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma, eşitlik ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 22/1/2014 tarihinde dava açmıştır. Danıştay Altıncı Dairesi 19/3/2019 tarihinde karar düzeltme talebinin kabulüne, davanın reddine ilişkin kararın onanmasına karar vermiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde açtığı davada iddiaları incelenmeden adil olmayan karar verilmesi, yargılamanın uzun sürmesi nedenliyle adil yargılanma, eşitlik ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 21/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22089 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma, eşitlik ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın başvurucu (sanık) tarafından sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Kırşehir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 9/9/2016 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede özetle; başvurucunun Asya Katılım Bankası A.Ş.de (Bank Asya) kendisi, eşi ve çocukları adına hesabının bulunduğu, Aktif Eğitimciler Sendikası (Aktif Eğitim-Sen) ile örgütle iltisakı nedeniyle kapatılan Cacabey Eğitimciler Derneğine üye olduğu belirtilerek atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. Kırşehir Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yürütülen yargılamada duruşmalar on altı celse sürmüştür. Tanık E.E.nin Mahkemeye başvuruda bulunarak yargılamanın -önceki oturumunda tarihi kararlaştırılan- bir sonraki oturumunda şehir dışında olacağını beyan etmesi üzerine bu tanığın ifadesi 12/5/2017 tarihinde açılan ve başvurucunun hazır bulunmadığı ara celsede alınmıştır. Tanık E.E. ifadesinde; kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen tarihten önce başvurucunun örgüt mensubu öğretmenlerden oluşan mütevelli heyetinde yer alıp köylerden sorumlu olarak görev yaptığını, bu bağlamda köylerde himmet ve öşür adı altında para toplanmasını sağladığını, irtibat kurduğu köylerdeki örgütsel toplantıları organize ettiğini ve başvurucunun örgüt içerisindeki bu görevi anılan süreçten sonraki tarihlerde de sürdürdüğünü duyduğunu beyan etmiştir. Tanığın ifadesi 2/6/2017 tarihli oturumda hazır bulunan başvurucu ve müdafiine okunmuş, başvurucu tanığı tanımadığını, söz konusu beyanların soyut nitelikte ve iftiradan ibaret olduğunu savunmuştur. Mahkemece başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkûmiyet kararı, iddianamede değinilen hususların yanı sıra başvurucunun hazır bulunmadığı oturumda dinlenen tanık E.E.nin aleyhe anlatımına dayandırılmıştır. Bunların yanı sıra başvurucunun terör örgütü üyeliğinden haklarında kovuşturma bulunan bazı kişilerle yoğun telefon irtibatı olduğuna dair HTS kayıtları da mahkûmiyet gerekçesi yapılmıştır. Gerekçeli kararda delil olarak kabul edilen tüm hususlar aynı zamanda başvurucunun cezasının bireyselleştirilmesi açısından atılı suç için öngörülen temel cezadan artırım yapılmasını gerektiren neden olarak da değerlendirilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı -diğerlerinin yanı sıra- tanık E.E.yi sorgulayamadığını da belirterek istinaf ve temyiz kanun yoluna başvurmuş, karar kanun yollarından geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu nihai hükmü 18/6/2021 tarihinde öğrendikten sonra 12/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve tanık sorgulama hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/36012 | Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın başvurucu (sanık) tarafından sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; psikolojik tacizden kaynaklanan zararların giderilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Cizre Devlet Hastanesinde eczacı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 4/11/2013 tarihli dilekçe ile Sağlık Bakanlığı Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlığına (Kurum) başvurarak maruz kaldığı psikolojik tacizin durdurulmasını ve manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvurucu, dilekçesinde psikolojik taciz iddiası ile ilgili olayları anlatırken baş eczacının bilgisi dâhilinde işe geç gelmesine rağmen hakkında tutanaklar düzenlendiğini, mevzuata aykırı olacak şekilde taşınır kayıt yetkilisi olmadan miadı geçmiş ilaçlarla ilgili sadece kendisinin görevlendirildiğini, bu görevlendirmeye itiraz ettiği için kendisine aylıktan kesme ve kınama cezası verildiğini, yıldırma amaçlı geçici görevlendirmeler yapıldığını vurgulamış ve maruz kaldığı uygulamalar nedeniyle depresif epizot ön tanısı ile ilaç kullanmaya başladığını belirtmiştir. Kurum 7/11/2013 tarihli cevabında iddialarla ilgili inceleme başlatıldığını, manevi tazminat talebinin reddedildiğini başvurucuya bildirmiştir. 7/3/2014 tarihli inceleme raporunda; başvurucuya psikolojik taciz uygulanmadığı, kendisine görev yetkilerinin dışında başka iş yaptırılmadığı, tebliğ edilen aylıktan kesme ve kınama cezalarının ise yapılan inceleme sonucu kaldırıldığı tespitlerine yer verilmiştir. Ayrıca yapacağı iş ve işlemlerde daha dikkatli olması amacıyla başvurucunun yazılı olarak uyarılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Kurumun tazminat talebini reddetmesi üzerine tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Kuruma başvuru dilekçesindeki iddialar yinelenmiştir. Mardin İdare Mahkemesi 9/7/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararda; i. Başvurucu hakkında stok imhasının yapılmadığı gerekçesiyle tutanak düzenlendiği, bu tutanağa istinaden aylıktan kesme cezası ile tecziye edildiği, başvurucunun itirazı üzerine Mahkeme tarafından aylıktan kesme cezasının iptal edildiği, aynı disiplin cezası ile ilgili olarak Şırnak Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliğinin 16/06/2014 tarihli yazılarında ise aylıktan kesme cezasının uygulanmadığının vurgulandığı belirtilmiştir.ii. 26/4/2013, 07/8/2013 ve 29/10/2013 tarihlerinde başvurucunun görev yerinde bulunmadığından bahisle 29/4/2013 ve 9/05/2013 tarihinde göreve gelmediği gerekçesiyle tutanak düzenlendiği, bu tutanaklardan 29/4/2013 tarihli tutanak nedeniyle kınama cezası ile cezalandırılarak savunmasının istenildiği ve daha sonra sözlü olarak uyarılmasına karar verildiği, bu disiplin olayına ilişkin olarak Şırnak Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliğinin 16/6/2014 tarihli yazısında kınama cezasının uygun görülmediği ve uygulanmadığının belirtildiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun 3/6/2013-7/6/2013 tarihleri arasında Silopi İlçe Devlet Hastanesine 10/6/2013-14/6/2013 tarihleri arasında İdil İlçe Devlet Hastanesine görevlendirildiği vurgulanmıştır.iii. Başvurucu hakkında düzenlenen tutanakların genelde hep aynı kişiler tarafından düzenlendiği ve bu tutanakların yukarıda belirtilen ikisi hariç diğer tutanaklar için herhangi bir işlem başlatılmadığı, soruşturma ve inceleme başlatılmak suretiyle isnat olunan fiillerin sübuta erip ermediği yönünde inceleme yapılmadığı belirtilerek davacının yaşanan bu olaylar karşısında kişilik haklarının ve manevi bütünlüğünün zarara uğratıldığı sonucuna varılmıştır. Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi 27/2/2015 tarihinde, anılan kararın bozulmasına ve davanın reddine oyçokluğu ile karar vermiştir. Kararda, başvurucu hakkında düzenlenen tutanaklar ile ilgili ikisi hariç işlem yapılmadığı, aylıktan kesme ve kınama cezalarının uygulanmadığı, geçici görevlendirme işlemlerinin ağır kusur olarak değerlendirilemeyeceği ifade edilmiştir. Bir üye, ilk derece mahkemesinin karar ve gerekçesinin hukuka ve usule uygun olduğu gerekçesiyle çoğunluk kararına katılmamıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 16/10/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 19/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin psikolojik taciz iddiasını içeren başvurulara ilişkin olarak daha önce verilmiş kararlarında ilgili mevzuata yer verilmiştir. Mehmet Bayrakcı, B. No: 2014/8715, 5/4/2018, §§ 30-45; Hüdayi Ercoşkun, B. No: 2013/6235, 10/3/2016, §§ 22- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19519 | Başvuru, psikolojik tacizden kaynaklanan zararların giderilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ByLock isimli program verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi ve mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak bu verilere dayanılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye'de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelendirilen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma süreç içinde "Cemaat", "Gülen Cemaati", "Fetullah Gülen Cemaati", "Hizmet Hareketi", "Gönüllüler Hareketi" ve "Camia" gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Anılan yapılanma süreç içinde özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş, bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 75). Buna karşılık hareket tarzı ve icraatları öteden beri toplumda tartışma konusu olan bu yapılanmanın örgütlenmesi ve faaliyetlerine ilişkin olarak özellikle 2013 yılı sonrasında pek çok soruşturma ve kovuşturma yürütülmüştür. Bu kapsamda bu yapılanmaya mensup kişilerin -yapılanmanın amaçları doğrultusunda- suç delillerini yok etme, devlet kurumlarının ve üst düzey devlet görevlilerinin telefonlarını dinleme, devletin istihbarat faaliyetlerini deşifre etme, kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarına ilişkin soruları önceden elde edip mensuplarına verme gibi eylemlerde bulundukları belirlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma belgelerinde, yapılanma Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 22, 27). Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım şüpheli hakkında FETÖ/PDY üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Öte yandan polis memuru olarak görev yapan başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü sonrasında kamu görevinden çıkarılmıştır. Soruşturma sonucunda Başsavcılığın 6/4/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun FETÖ/PDY tarafından kullanılan, örgüt üyelerinin aralarındaki haberleşmeyi sağlayan ve örgüt üyeleri haricindeki insanların temin edip kullanma imkânının olmadığı ByLock isimli programı kullanmak ve örgüte ait bankada hesap sahibi olmak suretiyle terör örgütüne üye olduğu iddiasına yer verilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığınca (EGM-KOM) başvurucu hakkında düzenlenip dosyaya sunulan 12/7/2017 tarihli ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'na göre başvurucu adına kayıtlı ve başvurucunun kullanımında olan söz konusu GSM hattı kullanılarak ByLock sunucusuna yapılan bağlantı sonucunda oluşturulduğu belirtilen veriler aşağıdaki şekildedir:i. user-ID numarası "150936", kullanıcı adı "alemdar63", şifre "St.6321", son online tarihi "2015, saat: 17".ii. "150936 ID'ye Bağlı İstatistik" başlığı altında "veri" ve "log" olarak kategorize edilen tespitlere göre yazışma durumunun aktif ve e-posta durumunun pasif olduğu, giriş sayısı 17 log, alınan e-posta sayısı 113 log, eklediği arkadaş sayısı 1 log, alınan mesaj sayısı 19 log, okunan e-posta sayısı 65 log, gönderilen mesaj sayısı 23 log ile silinen e-posta sayısının da 19 log olduğu görülmektedir. iii. "150936 ID'yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)" başlığı altında beş veri bulunduğu, gerçek kullanıcıları tespit edilen ve bu ID'yi listesine ekleyenlerden bir kısmının da başvurucu gibi polis memuru olduğunun belirtildiği, söz konusu user-ID'ye bir kısım kullanıcı tarafından "Slymn" şeklinde isim verildiği gözlemlenmiştir. iv. "150936 ID'nin Eklediklerine Verdiği İsimler (Roster)" başlığı altında dört veri bulunduğu, bu bölümde de user-ID numarası kendileriyle eşleştirilen kişilere ait user-ID, ad-soyadı, T. kimlik numarası ve meslek bilgileri ile henüz kime ait olduğu belirlenemeyen user-ID numaralarına yer verildiği, bu kişilerin bir kısmına başvurucu tarafından isimler verilerek kişi listesine eklendiğinin belirtildiği görülmüştür. v. "150936 ID'nin Katıldığı Gruplar ve Grupların Kişi Listesi" başlığı altında bir grup bulunduğu, bu grupta da gruba dâhil olan user-ID numaralarına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine, "150936 ID'ye Bağlı Kişi Listesi" başlığı altında üç user-ID numarasına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine yer verildiği anlaşılmaktadır. vi. "150936 ID'ye Bağlı IP Log Tablosu" başlığı altında Android işletim sistemli cihaz kullanılarak 12/11/2014 ile 17/5/2015 tarihleri arasında ByLock iletişim sistemine yapılan on yedi login işlemine; "150936 ID'ye Bağlı Tüm Log Tablosu" başlığı altında da 12/11/2014 ile 4/6/2015 tarihleri arasında ByLock iletişim sistemine yapılan toplam 156 login işlemine yer verildiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun kullanımındaki GSM hattının ByLock sunucusuna ait hedef IP numaralarına bağlanıp bağlanmadığına, bağlanmışsa bu süre içindeki baz istasyonu bilgilerinin neler olduğuna (CGNAT kayıtları) yönelik araştırma yapılmıştır. UYAP ortamına kaydedildiği şekliyle Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından tespiti yapılan veriler şöyledir:i. ByLock programına ait IP adresleri, başvurucu adına kayıtlı ve kendisinin kullandığını kabul ettiği hatta ilgili GSM operatörü tarafından tanımlanan her bir IP numarası tarafından yapılan bağlantı bilgileri (her bir bağlantı için ayrı ayrı olmak üzere genel IP, özel IP, hedef port, bağlantı yapılan cihazın IMEI numarası, tarih, saat ve baz istasyonu bilgilerini de içerecek şekilde)ii. Başvurucuya ait GSM hattına bağlı internet aracılığıyla 22/8/2014 tarihi ve 40 saati ile 18/12/2014 tarihi ve 17 saati arasında ByLock sunucusuna ait IP adreslerine toplam 917 bağlantı yapıldığı, söz konusu tarihler arasında hattın Özal Mah. ... Şanlıurfa, Abdioğlu Mah. ... Viranşehir/Şanlıurfa ve Kışla Mah. ... Şanlıurfa adreslerindeki baz istasyonları ile Şanlıurfa il merkezi ile Viranşehir başta olmak üzere bağlı ilçelerdeki baz istasyonlarının kapsama alanında kaldığı bilgileri (Başvurucu, Mahkemeye en son Viranşehir ilçesinde görev yaptığını ve Kışla Mah. ... Viranşehir/Şanlıurfa adresinde ikamet ettiğini beyan etmiştir.) Başvurucu hakkında Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yürütülen duruşma devresi beş celsede tamamlanmıştır. Başvurucu ilk celsede yaptığı savunmada suçlamayı kabul etmediğini, ByLock programını kullanmadığını ve salt Viranşehir KOM Grup Amirliğinde çalıştığı için yargılandığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca ByLock kaydı bulunan GSM hattını kendisinin kullandığını, ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nda kendisini ekleyen isimlerden bazılarını bildiğini, bu belgeyi hazırlayan görevlilerinin sicil ve imzalarının belgede mevcut olmadığını, aleyhe delilleri kabul etmediğini, kullandığı telefonun ByLock kullanmaya imkân veren özellikleri olmadığını, ByLock'a ilişkin bilirkişi incelemesi yaptırılması talebinin gerekçesiz olarak reddedildiğini beyan etmiştir. Başvurucu müdafii ise ByLock'a ilişkin verilerde ekleme ve çıkarma yapılmasının mümkün olması nedeni ile bu verilerin güvenilir olmadığını, IP çakışmasından kaynaklanan hatalar olabileceğini, MİT'in ByLock'a ilişkin teknik raporunun dosyaya getirilmediğini ve ByLock verileri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, Mahkemenin 16/1/2018 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkûmiyet kararında başlangıçta terör kavramının hukukumuzdaki yeri açıklanmış; sonrasında hem FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amaçları ve yapılanmasıyla ilgili olarak hem de ByLock iletişim programının örgütün kullanımına sunulmuş, örgütsel amaçlarla kullanılan bir program olduğuna dair açıklamalara yer verilmiştir. Mahkeme, başvurucunun ByLock isimli haberleşme programını kendisinin kullandığı telefon hattının takılı olduğu telefonuna yükleyerek 12/11/2014 tarihinden itibaren kullanarak silahlı terör örgütüyle organik bağ kurup örgütün hiyerarşik yapısı içinde yer aldığı gerekçesi ile mahkûmiyet kararı vermiştir. Anılan hükme yönelik istinaf başvurusu Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 23/3/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu, istinaf başvurusunun esastan reddi kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 15/1/2019 tarihinde temyiz isteminin reddi ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucu 18/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14228 | Başvuru, ByLock isimli program verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi ve mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak bu verilere dayanılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, 2007-2017 yılları arasında Batman Belediyesi (Belediye) bünyesinde alt işveren nezdinde işçi olarak çalışmakta iken 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname kapsamında başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, Batman İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde asıl işveren ve alt işverene karşı işe iade davası açmıştır. Mahkeme, İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığının yazısı uyarınca Batman İl Emniyet Müdürlüğü (Emniyet) tarafından Belediyede çalışan kişiler hakkında tevdi raporu düzenlendiğini, söz konusu raporda memur, kadrolu işçi, sözleşmeli ve hizmet alımı şeklinde çalıştırılanlardan PKK terör örgütü ile irtibat/iltisakı bulunanların isimlerine yer verildiğini, başvurucunun adının da bu listede yer alıp iş akdinin de bu kapsamda feshedildiğini belirtmiştir. Şüphe feshi doğrultusunda yapılan değerlendirmede güven ilişkisinin sarsılması nedeniyle işverenden iş akdini sürdürmesinin beklenemeyeceğine dikkat çeken Mahkeme, öte yandan alt işverenin fesih tarihi itibarıyla Türkiye genelinde aynı iş kolunda çalışan işçi sayısının otuzun altında olduğunu, aksi yönde dosya kapsamında herhangi bir delil bulunmadığını, dolayısıyla işe iade davası açmak için gerekli koşulların oluşmadığını belirtmek suretiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu, gerekçeli karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 4/4/2018 tarihli ve kesin nitelikli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İncelenen dosya kapsamına göre: Batman Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'nün 16/05/2017 tarihli yazısında davacının çalıştığı iş yerinde fesih tarihi itibari ile 30 dan az işçi çalıştırıldığı anlaşıldığından, işe iade davası açma hakkı olmadığından ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmesinde hatalı bir yön bulunmamaktadır.Davacının iş akdinin sona erdiği 18/01/2017 tarihli işten ayrılış bildirgesi ile iş veren [H.Ş.] tarafından SGK'ya bildirildiği anlaşılmıştır. Davalı Belediye'nin hazırlanan liste doğrultusunda alt iş verenden işlem yapmasını istemesi davalılar arasında muvaza olduğunun ispatına yeterli değildir.Yapılan inceleme sonunda istinaf başvurusunun yukarıdaki gerekçelerle reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." 2/10/2021 tarihinde nihai kararı öğrendiğini beyan eden başvurucu, 7/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/45204 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, nasıpları onaylanmamış astsubay/subay adaylarının temin faaliyetlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi (OHAL KHK'sı) ile iptal edilmesi üzerine açılan davaların Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) gönderilmek yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/36761 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2018/36761 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36761 | Başvurular, nasıpları onaylanmamış astsubay/subay adaylarının temin faaliyetlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi (OHAL KHK'sı) ile iptal edilmesi üzerine açılan davaların Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) gönderilmek yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, prime esas kazancın tespiti talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/3/2013 tarihinde dava açmıştır. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 5/3/2020 tarihli kararı sonrasında yargılama halen devam etmektedir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 24/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22194 | Başvuru, prime esas kazancın tespiti talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, köyün etrafında odun toplarken güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu başvurucunun babasının öldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/2/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Şırnak ili Güçlükonak ilçesi Fındık köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında babasının iki köylüsü ile birlikte köyün etrafında odun toplarken güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu öldüğünü ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 12/7/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 21/1/2011 tarihli ve 2011/3-147 sayılı kararında başvurucunun talebi Kanun kapsamına girmediğinden, jandarmadan alınan yazılar neticesinde köyün de boşaltılmadığı anlaşıldığından talebin reddine karar vermiştir. Komisyonun talebin reddi kararına karşı Mardin İdare Mahkemesinde başvurucu tarafından dava açılmıştır. Mardin İdare Mahkemesinin 30/12/2011 tarihli ve E.2011/894, K.2011/2748 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“...Dosyada yer alan bilgi ve belgelerden, davacının ikamet ettiği Fındık Köyü’ne ve köy halkına yönelik terör olaylarının meydana gelmediği, davalı idarece Mahkememize sunulan listeye göre Fındık Köyünün terör nedeniyle boşaltılan köyler ve mezralar arasında bulunmadığı, köyün terör olaylarından dolayı boşaltılmadığı, Köyde 1990-1997-2000 tarihlerinde Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığınca yapılan nüfus sayımında 1752-2583-2026 kişinin bulunduğu, köyde okulun açık olduğu ve eğitime devam edildiği,köyde olağan yaşamın sürdüğü, davacıların malvarlığına ulaşımını engelleyen bir durumun bulunmadığı, bu durumda terör olayları nedeniyle boşalmayan köyde davacıların terörden kaynaklanan herhangi bir zararının bulunmadığı, dolayısıyla, davacıların 5233 sayılı Yasaya göre ödenmesi gerekli bir zararının olmadığı anlaşıldığından, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre yaptıkları tazminat başvurusunun reddi yönündeki dava konusu işlemde yukarıda anılan mevzuat hükümlerine ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/11/2012 tarihli ve E.2012/5298, K.2012/10034 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 19/9/2013 tarihli ve E.2013/9595, K.2013/6004 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 7/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2355 | Başvuru, köyün etrafında odun toplarken güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu başvurucunun babasının öldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların babası olan murisin 1978 yılında Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davası, anılan Mahkemenin kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine devredilmiş ve dava hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2616 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak barındırılan başvurucunun Fransa'da yaşayan kardeşine göndermek istediği mektup 2/9/2019 tarihinde mektup okuma komisyonu tarafından incelenmiş ve mektup içeriğinde yer alan şiirlerde terör örgütünü öven ve devlete karşı isyan niteliğinde ifadelere yer verildiği belirtilerek söz konusu mektubun incelenmek üzere disiplin kurulu başkanlığına sunulmasına karar verilmiştir. Disiplin Kurulu Başkanlığı, mektubu tamamen sakıncalı bulmuş ve idarede muhafaza altında tutulmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde ilgili mevzuata yer verilmiş ve mektubun terör örgütü üyelerinin örgütsel amaçlı haberleşmesini sağlayacak nitelikte olduğu belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı infaz hâkimliğine şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği söz konusu uygulamanın ceza infaz kurumu kurallarına uygun olduğu ve mevzuata aykırı bir durumun bulunmadığı gerekçesiyle şikâyet başvurusunu reddetmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz ise ağır ceza mahkemesi tarafından kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 13/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 23/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1455 | Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; delillerin toplanmaması, kararın usul ve kanuna aykırı olması, suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1968 doğumlu olan başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçu ile başka suçlardan aldığı cezaların infazı kapsamında Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümözlü olarak bulunmaktadır. İnfaz Kurumunda 19/7/2018 tarihinde başvurucunun bilgisayar atölyesinde E. isimli şahsa ait flash belleği alarak kullandığının kamera görüntülerinden tespit edildiği iddia edilmiştir. Başvurucunun flash bellek vererek bilgisayar ortamında haberleşme sağladığı, bu eylemleriyle suç örgütünün faaliyetlerini gerçekleştirdiği iddiaları nedeniyle hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. 19/7/2018 tarihli Olay Tutanağı'na göre anılan tarihte başvurucunun mahkemenin verdiği CD/DVD incelemesi için bilgisayar atölyesine alındığı, E. isimli şahsın kendisine ait bir flash belleği sol tarafındaki başvurucunun önüne yerden attığı, başvurucunun da kendi flash belleğini sökerek yerdeki flash belleği alıp bilgisayarına taktığının görevli memurca görüldüğü ve başvurucuya sorularak belleğin E.ye ait olduğunun teyit edildiği, iki tutuklunun da eylemleri inkâr ettiği anlaşılmıştır. 19/7/2018 tarihli Görüntü İzleme Tutanağı'na göre anılan tarihte E.nin başvurucunun sağında oturduğu, aralarında alçak sesle bir şeyler konuştukları, başvurucunun flash belleğini bilgisayarından söktüğü, E.ye flash belleği bıraktığı, görevli memurları kontrol ettikleri, başvurucunun gidip yazıcıdan çıktıları aldıktan sonra yerine oturduğu belirtilmiştir. Başvurucu ve E.nin kendi aralarında tekrar konuştukları, E.nin masasından kalkarak yazıcının bulunduğu yere yürüdüğü, başvurucunun da E.yi seyrettiği, E.nin bölmenin altından elini uzatarak flash belleği geri vermeye çalıştığı, 39'da flash belleği yere attığı, başvurucunun da eğilerek flash belleği yerden aldığı ve bilgisayarına taktığı ifade edilmiştir. Memurlar yaklaşınca başvurucunun bilgisayarla uğraşmaya başladığı ve görevli memurun bilgisayardaki flash belleği söktüğü, başvurucunun da el kol hareketiyle E.nin gönderdiğini ima ettiği ve görevli memurun diğer görevlileri çağırdığı belirtilmiştir. Başvurucu 23/7/2018 tarihli yazılı savunmasında ve 24/7/2018 tarihli ifadesinde; olayın olduğu gün flash belleğini kimseye vermediğini, görevli memurların yanındaki bilgisayarda çalışan kişiyi de dışarı çıkarttıklarını, çıkartmadan önce de hem kendisinin flash belleğini hem de yanındaki kişinin flash belleğini kontrol ettiklerini, atölyenin E. ile irtibat kuramayacak şekilde dizayn edildiğini, diğer çalışanların ifadelerinden ve kamera kayıtlarından söylediklerinin doğru olduğunun tespit edilebileceğini, suçlamaları kabul etmediğini ileri sürmüştür. 25/7/2018 tarihli muhakkik raporunda özetle kamera görüntülerinden başvurucu ve E.nin kendilerine ait flash bellekleri birbirlerine vererek bilgisayar ortamında haberleşme sağladıkları belirtilmiştir. Bu şekilde 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (l) bendi uyarınca suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak veya yaptırmak eyleminden 11 günden 20 güne kadar hücreye koyma disiplin cezası ile cezalandırılmalarının uygun olacağı bildirilmiştir. 26/7/2018 tarihli ve 2018/280 sayılı İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) kararında başvurucunun bilgisayar dershanesinde bulunan diğer hükümlü/tutuklulara kötü örnek teşkil ettiği ve ceza infaz kurumunun huzur ve güvenliğini tehlikeye düşürebilecek davranışta bulunduğu belirtilerek suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapma veya yaptırma fiili gereğince 12 gün süreyle hücreye koyma disiplin cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucu, anılan karara karşı Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Şikâyet dilekçesinde başvurucu; kamera kayıtları incelendiğinde ve atölyede çalışan diğer hükümlüler/tutuklular dinlendiğinde suç isnadının gerçek dışı olduğunun anlaşılacağını, isnat edilen suçun herhangi bir bilgi ve belgeye dayanmadığını belirterek cezalandırma kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Hâkimlik 9/8/2018 tarihli Tensip Tutanağı'nda başvurucunun 2/10/2018 tarihinde duruşma salonunda bulundurulması için ceza infaz kurumuna müzekkere yazmıştır. Başvurucu 17/10/2018 tarihli dilekçesinde; ve Ağır Ceza Mahkemelerinde duruşmalarının olduğunu, bu nedenle İnfaz Hâkimliğinde yapılacak duruşmanın 30/11/2018 tarihinden sonraki bir tarihe talikini talep etmiştir. Hâkimlik 2/10/2018 tarihli celsesinde, başvurucunun dilekçesi doğrultusunda 13/11/2018 tarihinde yeni duruşma günü vermiş ve yeni duruşma gününde hazır edilmeleri için İnfaz Kurumuna müzekkere yazmıştır. Hâkimlik 13/11/2018 tarihli duruşmada; başvurucunun Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde duruşmada olduğunu, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinden duruşmada hazır edilmesinin istenildiğini ancak başvurucunun duruşmaya katılmak istemediğini belirterek duruşmaya son vermiştir. Hâkimlik 22/11/2018 tarihli gerekçeli kararında, başvurucu hakkında yapılan uygulamanın İnfaz Kurumu kurallarına ve mevzuata uygun olduğunu belirterek başvurucunun itirazını reddetmiştir. 4/12/2018 tarihli dilekçesinde başvurucu; 17/10/2018 tarihinde Batı İnfaz Hâkimliğine verdiği dilekçede duruşmanın tehirini talep ettiğini, duruşma gününe kadar talebine bir cevap alamadığını, bununla birlikte duruşma esnasında çağrılmakla avukatı olmadan duruşma yapılmasını istemediğini belirttiğini, flash bellek alışverişinin söz konusu olmadığını, tutanak ve görüntülerin kendisine izletilmesi ve tanıkların dinlenmesini talep ettiğini ancak Hâkimlikçe teknik bir inceleme yapılmadan delilsiz ve duruşmasız olarak kendisine suç örgütlerinin eğitim ve propagandasını yapma suçundan hücre cezası verildiğini ifade etmiş, bu nedenle hükmün kaldırılmasını talep etmiştir. Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi 17/12/2018 tarihli kararında, Hâkimliğin kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek itirazı oyçokluğu ile reddetmiştir. Karşıoy açıklamasında, hükümlülerin birbirlerine verdikleri iddia edilen flash bellekte ne olduğunun araştırılıp denetime imkân verecek şekilde tutanağa bağlandıktan sonra suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapıp yapmadıklarının değerlendirilmesi gerektiğinden çoğunluğun görüşüne iştirak edilmediği belirtilmiştir. Nihai karar 24/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendi şöyledir:"Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, veya diğer mevzuat hükümlerine aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Şikayet başvurusu, 5 inci maddede yazılı sürenin geçmesinden sonra veya infaz hâkimliğinin görev ve yetki alanı dışında kalan bir işlem veya faaliyete karşı ya da başvuru hakkı olmayan kimselerce yapılmışsa infaz hâkimi, başvuru dilekçesini esasa girmeden reddeder; şikayet başvurusu başka bir yargı merciinin görevi içerisinde ise o mercie gönderir.Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K/md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K/md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K/md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.İnfaz hâkimi, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre inceleme ve işlemlerini yürütür ve kararını verir.İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikayetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir.İtiraz, infaz hâkimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine ... yapılır. İnfaz hâkimi aynı zamanda bu mahkemenin üyesi olduğu takdirde itirazla ilgili karara katılamaz." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (l) bendi şöyledir:"Onbir günden yirmi güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:...l) Suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak veya yaptırmak."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: " Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir... Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır." Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinde yer alan "suç oluşturmayan eylem" ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini de Sözleşme'nin maddesinde yer alan "suç ile itham edilme" kavramına ilişkin ortaya koyduğu üç kıstas ile açıklamaktadır. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer bulan "suç ile itham edilme" kavramının taraf devletlerin iç hukuklarındaki karşılıklarından bağımsız, otonom bir yapıya sahip olduğunu vurgulamaktadır (Adolf/Avusturya, B. No: 8269/78, 26/3/1982, § 30). Yine AİHM'e göre tek başına itham kavramı da Sözleşme'nin anlamı dâhilinde anlaşılmalıdır. Bu kapsamda itham kavramı yetkili makamlarca bir kişiye suç işlediği iddiasının resmî olarak bildirimi şeklinde açıklanabilir. Böyle bir tanım aynı zamanda şüpheli kişilerin sonuçlarından büyük ölçüde etkilendikleri durumları da içine alır (Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980, §§ 42-46; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/7/1982,§ 73). AİHM, maddenin cezai boyutunu, Engel kriterleri olan üç kritere dayandırmaktadır. İlk kriter suçun ulusal hukuktaki nitelendirilmesi, ikinci kriter suçun niteliği ve üçüncü kriter ise ilgili kişiye verilebilecek olan cezanın ağırlığıdır (Ramos Nunes de Carvalho e Sá/Portekiz [BD], B. No: 55391/13, 6/11/2018, § 122). AİHM ayrıca cezanın niteliğini de değerlendirmiştir (Öztürk/Almanya [GK], B. No: 8544/79, 21/2/1984, § 50). AİHM'e göre birinci kriterin diğer kriterlere göre göreceli olarak ağırlığı olsa da değerlendirme için birinci kriter ancak bir başlangıç noktası oluşturur. Şöyle ki eğer taraf devletin iç hukuku bir eylemi suç olarak nitelendirmiş ise bu, maddenin kapsamının uygulanması bakımından belirleyicidir. Ancak eğer ulusal hukukta böyle bir nitelendirme yok ise AİHM yine de başvuru konusu edilen cezai sürecin ulusal sınıflandırmasının ötesine bakacak ve maddi gerçeği inceleyecektir (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 23/11/1976, § 81). Sözleşme'nin maddesinin kapsamının uygulanmasını belirleyecek daha önemli bir kriter olarak değerlendirilen (Jussila/Finlandiya [BD], B. No: 73053/01, 23/11/2006) suçun türü kriteri ise şu faktörlerin hesaba katılmasını gerektirmektedir:i. Başvuruya konu cezai sürecin doğrudan -örneğin bir meslek grubu gibi- belirli bir gruba mı yönelik olduğu yoksa herkes için bağlayıcılığı olan genel bir etki mi yarattığı (Bendenoun/Fransa, B. No: 12547/86, 24/2/1994, § 47)ii. Cezai sürecin kamu gücünü kullanan bir kamu otoritesi tarafından yürütülüp yürütülmediği (Benham/Birleşik Krallık [BD], B. No: 19380/92, 10/6/1996, § 56)iii. Cezai sürecin cezalandırıcı ya da caydırıcı bir amacının bulunup bulunmadığı (Öztürk/Almanya, § 53; Bendenoun/Fransa, § 47)iv. Cezai sürecin sonunda öngörülen cezanın uygulanmasının bir suç tespitine bağlı olup olmadığı (Benham/Birleşik Krallık, § 56)v. Benzer cezai süreçlerin diğer taraf devletlerin hukuklarında nasıl sınıflandırıldığı (Öztürk/Almanya, § 53) Üçüncü ve son kriter cezanın türü ve ağırlığı ise maddenin uygulanma kapsamının belirlenmesinde cezai sürecin sonunda öngörülen cezanın olası en yüksek miktarının da dikkate alındığını ortaya koymaktadır (Campbell ve Fell/Birleşik Krallık, B. No: 7819/77, 7878/77, 28/6/1984, § 72; Demicoli/Malta, B. No: 13057/87, 27/8/1991, § 34). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin cezai süreçler bakımından kapsamının belirlenmesinde Engel ve diğerleri/Hollanda başvurusuna ilişkin kararda altı çizilen ikinci ve üçüncü kriterlerin birlikte uygulanması gerekli değildir. Yine de her bir kriterin ayrı ayrı analizi üzerinden sonuca varılamayan durumlarda kriterlerin kümülatif olarak değerlendirilmesine ilişkin bir yaklaşım da benimsenebilir (Bendenoun/Fransa, § 47). AİHM’in Engel ve diğerleri/Hollanda kararına konu olayda, askerlik görevi yapan başvurucular hakkında disipline aykırı davrandıkları gerekçesiyle çeşitli cezalar verilmiştir. Mahkemece cezanın niteliği, ağırlığı ve etkisini göz önüne alarak iki gün ağır göz hapsi ile dört gün hafif gözaltı cezalarını ceza hukuku anlamında bir ceza olarak görmemiş ve bu cezalara maruz kalan başvurucular açısından Sözleşme'nin 6/- maddesini uygulamamıştır. Diğer başvurucular hakkında hükmedilen üç ile dört ay arasındaki sürelerle disiplin hapislerini, ceza hukuku anlamında bir ceza olarak görmüş ve bu başvurucular bakımından davada bir suç isnadının bulunduğu sonucuna varmıştır (Engel ve diğerleri/Hollanda, § 85). AİHM, mahkemeye saygısızlık ettiği gerekçesiyle verilen 5 günlük hapis cezasının alternatif bir tedbir olmadığını ve temel cezalandırma yöntemini oluşturduğunu tespit etmiştir. Azami cezanın on beş gün hapis cezası olmasına rağmen başvurana beş gün hapis cezası verildiğini, bu durumun yaptırımı cezai alana taşımak için yeterince ağır olduğunu ifade etmiştir. Öte yandan yine mahkemeye saygısızlık nedeniyle verilen 000 Avusturya Şilingi tutarındaki para cezasının, cezanın cezalandırıcı niteliği ve yüksek miktarını ve bunun duruşma güvencesi olmaksızın hapis cezasına çevrilebileceğini dikkate alarak 6/ madde bağlamında ceza olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (Gestur Jonsson ve Hagnar Halldor Hall/İzlanda [GK],B. No: 68273/14, 68271/14, 22/12/2020, § 83). | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2683 | Başvuru, delillerin toplanmaması, kararın usul ve kanuna aykırı olması, suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, askerde kan alma işlemi sonrasında gelişen rahatsızlık dolayısıyla askerliğe elverişsiz hâle gelme nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; mahkeme heyetinde hâkim sınıfından olmayan üyelerin yer alması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu acemi eğitimini tamamlamak üzere 26/5/2010 tarihinde Manisa/Kırkağaç'taki birliğine katılmıştır. Burada komando olabileceklerin tespiti için 07/6/2010-11/6/2010 tarihleri arasında muayene işlemi yapılmış, bu kapsamda sağ kolundan kan alınan başvurucunun kol ve elinde şişlik, ağrı ve ciltte renk değişimi şikâyetleri ortaya çıkmıştır. Başvurucu 9/6/2010 tarihinde artrit, 23/6/2010 ve 11/7/2010 tarihlerinde trombofilebit, 14/7/2010 tarihinde nörit ve 20/7/2010 tarihinde sağ elde kızarıklık teşhisi ile İzmir Asker Hastanesine sevk edilerek muayene ve tetkikleri yapılmıştır. Başvurucu 15/8/2010 tarihinde Tunceli/Çemişgezek/Akçapınar'daki birliğine katılması sonrasında rahatsızlığını beyan etmesi üzerine Elazığ Asker Hastanesine sevk edilmiş, sağ üst ekstremitede kronik venöz trombozu teşhisi konulmuş ve başvurucuya toplamda üç ay hava değişimi verilmiştir. Başvurucunun rahatsızlığının devam etmesi üzerine bu kez sağ el refleks sempatik distrofi teşhisi ile Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi tarafından 24/2/2011 tarihinden itibaren bir buçuk ay süreli üç ayrı hava değişimi verilmiştir. Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) tarafından sağ el refleks sempatik distrofi sendromu tanısı ile düzenlenen 20/9/2011 tarihli sağlık raporunda başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı belirtilmiş ve 28/10/2011 tarihinde terhis edilmiştir. Başvurucu, kan alımı ve sonrasındaki hatalı tıbbi işlemler nedeniyle sağ kolunu kullanamaz hâle geldiği iddiasıyla maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 29/6/2012 tarihli kararıyla uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle yargı yolu bakımından görevsizlik kararı vermiştir. Başvurucu, olaydan kaynaklanan maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Başvurucu dilekçesinde; askere alınmadan önce yapılan sağlık kontrolünde askerlik yapmaya elverişli olduğunun tespit edildiğini, kolundan kan alındıktan sonra rahatsızlandığını, doktorların bu durumu kan alımı sırasında enfeksiyon kapmış olmasına bağladıklarını, hastanede kapsamlı bir tedavi uygulanmadığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca rahatsızlığın kendi bünyesinden kaynaklanmadığını, tıbbi hata veya askeri eğitim sırasındaki zorlanma nedeniyle meydana geldiğini, her iki hâlde de idarenin tazmin sorumluluğunun bulunduğunu ifade etmiştir. AYİM İkinci Dairesince başvurucunun tüm tetkik ve tedavi belgeleri getirtildikten sonra bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. Daire bu kapsamda;- Başvurucunun askerliğe elverişsiz hâle gelmesine sebep olan algonörodistrofi (Sağ El Reflex Sempatik Distrofi Sendromu) (RSD) rahatsızlığın başvurucuda mevcut bünyesel bir durum ve hastalıktan mı yoksa başka bir sebepten mi kaynaklandığı, bünyesel değilse rahatsızlığın oluşumunda kan alımı esnasında yapılan enjeksiyonun ve askerlik hizmetinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı, başvurucunun kan alımı esnasında enfeksiyon kaptığı iddiasının doğru olup olmadığı,- Rahatsızlık bünyesel bir durum ve hastalıktan kaynaklanmış ise bu durumun tetiklenmesinde, ortaya çıkmasında veya artmasında kan alımı esnasında yapılan enjeksiyonun ve askerlik hizmetinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı,- Rahatsızlığın başvurucu askere alındığında mevcut olup olmadığı, askere alındığında mevcut ise bu durumun askere alma esnasında tespit edilip edilemeyeceği,- Hizmet kusurunun hizmetin kurulmasındaki ve işleyişindeki eksiklik, aksaklık veya bozuklukları ifade ettiği dikkate alınarak, başvurucunun rahatsızlığıyla ilgili olarak birliğinde ve birlik revirinde yapılan işlemler ile sevk edildiği askerî hastanelerde teşhis ve tedavilerde hata, eksiklik, ihmal, kusur ve gecikme bulunup bulunmadığı, rahatsızlığın daha önce tespit edilmesi durumunda hastalığın gelişiminin önlenip önlenemeyeceği veya sonuçlarının başvurucu yönünden daha az bir hasarla atlatılıp atlatılamayacağı hususlarının belirlenmesine yönelik olarak Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı ile Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalında görevli öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi kurulundan rapor istemiştir. 11/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda;- Hastanın öyküsünde daha önce de sağ el parmağında yara çıktığının bildirildiği, sağ el bileği seviyesinde 4x4 cm'likhiperemi saptandığı ancak bunun iğne giriş yeri ile ilişkisinden bahsedilmediği, - Kan alma sırasında hastaların mikrop kaparak tromboflebit olmalarının tıp disiplini içerisinde yer alan genel önlemler ve basit hijyen kurallarına dikkat edildiğinde beklenen bir durum olmadığı, kurallara dikkat edilmediğinde tek bir hastada değil yanlış uygulamanın yapıldığı hastaların çoğunda enfeksiyon ile karşılaşılmasının beklendiği ancak kişisel hassasiyetlere bağlı olarak (kanın hiperkoagülasyon eğilimi, buerger hastalığı, sigara içiciliği vb. nedenler) steril koşullarda iğne girişine bağlı tromboflebit rahatsızlığının çok nadiren de olsa görülebilecek bir durum olduğu, dosya bilgilerine göre hastanın günde yarım paket sigara kullandığı, başlangıçtaki tanı sterilite kurallarına uymamaktan kaynaklanan tromboflebit olsa bile uygun tedavi ile düzelebilecek bir durum olduğu, ayrıca hastanın 12/7/2010 tarihinde yapılan kontrol muayenesinde tromboflebit bulgularının devam etmediği ve herhangi bir sorun olmadığının kaydedildiği, bu tarihlerde yapılan kan tetkiklerinde RF ve ASO değerlerinin normalin üst sınırında bulunduğu ancak aktif enfeksiyon bulgusunun olmadığı,- Hastanın 4/2/2011 tarihli muayenesinde sağ el bileği ve avuç içinde kaşıntılı eritem ve kontakt dermatit tanıları ile devamlı cilt lezyonu olduğunun kaydedildiği, sağ el RSD rahatsızlığının sıklıkla kırıklar, ezilme gibi ciddi bir travmadan sonra travmanın şiddetinden de bağımsız mekanizma ile ortaya çıkan bir hastalık olduğu, kan alma işlemi sonrasında beklenen bir komplikasyon olmadığı, enfeksiyon kaynaklı olmayan tromboflebitlerin de doku yanıtı ile ilgili bir durum olup sıklıkla uygulamanın yapılışı ile ilişkilendirilmediği,- Sonuç olarak, kronik tromboflebitin bünyenin özelliklerinden kaynaklanan nedenlerle görülebildiği, başlatan nedenlerin çok çeşitli olabildiği, hastada kan almayla venöztromboflebit gelişiminin hiperkoagulasyona da bağlı olabileceği, bu süreçte tanı ve tedavinin uygun şekilde yapıldığı ve hastanın venöz trombozunun düzeldiği, RSD bünye özelliklerinin, hatta kişinin ruhsal durumunun bile etkisinin olduğu seyri iyi bilinen, pek çok başlatıcı nedene bağlı olabilen, tedavinin çok iyi bilinmediği bir hastalık grubu olduğu, hastanın önceki tromboflebitinin RSD'ye yol açtığına dair bir kanıt olmadığı, bu nedenlerle hastanın mağduriyetinin başlangıçta yapılan tetkikten kaynaklanmadığı, süreçte uygun tedavilerin yapıldığı, sorunun bünye özelliklerinden kaynaklandığı belirtilmiştir. Başvurucu tebliğ edilen bilirkişi raporuna karşı beyanlarını sunmuştur. Bu kapsamda, raporda muğlak ve çelişkili ifadelerin yer aldığını, şikâyetlerinin başlangıcı olan ve venöz trombozuna yol açan hatalı kan alma işleminin RSD'yi tetiklediğini, bünyesel yatkınlığı olsa bile kendi kusuru olmaksızın askerî hizmet sırasında yapılan müdahale sonrasında gelişen bir sekel ile malul olması nedeniyle idarenin kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince tazmin sorumluluğunun bulunduğunu ifade etmiştir. AYİM 19/11/2014 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinde; bilirkişi raporuna atıfla rahatsızlığın başvurucuda mevcut olan bünyesel durum ve hastalıktan kaynaklandığı, hastalığın ortaya çıkmasında ve tetiklenmesinde askerlik görevinin özellikle de kan alımının sebep ve tesirinin, başvurucuya uygulanan teşhis ve tedavilerde hata ya da gecikmenin bulunmadığı, dolayısıyla idarenin meydana gelen zararı tazminle sorumlu tutulamayacağı belirtilmiştir. Karara muhalif kalan Daire üyesinin görüşü ise şöyledir:"... Bu durumda her ne kadar davacının askerliğe elverişsiz hale gelmesine sebep olan refleks sempatik distrofi rahatsızlığı ile davacıdan kan alımı dolayısıyla askerlik hizmeti arasında doğrudan bir illiyet bağı bulunmamakla birlikte, bu rahatsızlığı davacının komando muayeneleri sebebiyle kan alımı sonucunda oluşan trombofilebit rahatsızlığının tetiklediği, bu sebeple oluşan zararla askerlik hizmeti arasında uygun illiyet bağının bulunduğu, dolayısıyla oluşan zararın davacının bünyesel yatkınlığı da dikkate alınarak kusursuz sorumluluk kuramı gereğince davalı idare tarafından karşılanması gerektiği kanaatinde olduğumdan ..." Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 25/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 14/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun "İdari davalar ve yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 89; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49). AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010). Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8095 | Başvuru, askerde kan alma işlemi sonrasında gelişen rahatsızlık dolayısıyla askerliğe elverişsiz hâle gelme nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; mahkeme heyetinde hâkim sınıfından olmayan üyelerin yer alması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, maluliyete sebep olan bedensel rahatsızlık nedeniyle meydana gelen zararların tazmini için açılan davada süre aşımı yönünden ret kararı verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde jandarma uzman erbaş olarak 2015 yılına kadar görev yapmıştır. Başvurucu 19/8/2012 tarihinde katıldığı bir operasyon sırasında terör örgütünün döşediği patlayıcının infilak etmesi sonucu yaralanmıştır. 2012 ve 2013 yıllarında tedavi süreci devam eden ve bu süre zarfında kendisine hava değişimi izinleri verilen başvurucu hakkında Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) tarafından düzenlenen 18/4/2013 tarihli raporda retina bozuklukları, uyum bozukluğu tanısına yer verilerek başvurucunun sınıfı görevine devam edebileceği belirtilmiştir. Bu süreci takiben psikolojik rahatsızlığı nedeniyle başvurucuya bir yılı aşkın bir süre hava değişimi izni verilmiştir. İznin bitmesini müteakip GATA tarafından düzenlenen 7/11/2014 tarihli raporda başvurucuya travma sonrası stres bozukluğu (kronik nitelik kazanmış) tanısı konularak başvurucunun TSK bünyesinde görev yapamayacağına karar verilmiştir. Söz konusu rapor 16/3/2015 tarihinde onaylanmış ve başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir. Ayrıca başvurucu, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından vazife malulü olarak kabul edilmiştir. Başvurucu 19/3/2015 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığına başvurarak gerek psikolojik gerek bedensel yönden rahatsızlanması ve malul hâle gelmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü000 TL maddi, 000 TL manevi zararının giderilmesini istemiştir. Talep, cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Başvurucu, zımnen ret kararının ardından 22/5/2015 tarihinde maddi ve manevi zararlarının ödenmesi istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 9/12/2015 tarihli kararıyla maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan tam yargı davasını süre aşımı yönünden reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin hükümlerine yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin şart olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği hatırlatılmıştır. Başvurucunun yaralanmanın meydana geldiği operasyonun ardından gerçekleşen tedavi süreci sonunda düzenlenen 18/4/2013 tarihli rapor ile eylem ve eylemden doğan zararı öğrendiği ifade edilmiştir. Bu noktadan hareketle başvurucunun 18/4/2013 tarihinden itibaren bir yıl içinde zararının tazmini istemiyle idareye başvurması gerekirken 19/3/2015 tarihinde yaptığı başvuru üzerine açtığı davanın süre aşımına uğradığı belirtilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur. Başvurucu nihai kararı 15/1/2016 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 22/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Tolgahan Orhon (B. No: 2015/11349, 14/11/2018, §§ 21-29) kararı. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1253 | Başvuru, maluliyete sebep olan bedensel rahatsızlık nedeniyle meydana gelen zararların tazmini için açılan davada süre aşımı yönünden ret kararı verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait Ordu'nun Kabataş ilçesine bağlı Merkez Mahallesi'nde bulunan sırasıyla 941,62 m² alana sahip 123 ada 45 parsel sayılı taşınmazın 820,39 m²lik kısmı, 665,50 m² alana sahip 123 ada 110 parsel sayılı taşınmazın 281,13 m²lik kısmı, 215,11 m² alana sahip 138 ada 2 parsel sayılı taşınmazın 16,70 m²lik kısmı ile 170 ada 2 parsel sayılı 143,44 m² alana sahip taşınmazın ise tamamının yol inşaatı ve emniyet sahası tesis etmek amacıyla Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) tarafından kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda KGM tarafından başvurucu aleyhine 18/7/2013 tarihinde Aybastı Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırma bedelinin tespiti ve tapunun iptali davası açılmıştır. Mahkemece bilirkişi heyeti marifetiyle 4/11/2013 tarihinde anılan taşınmazlar başında keşif yapılmıştır. 8/11/2013 tarihli Bilirkişi Kurulu raporunda kamulaştırma bedeli 955,72 TL olarak tespit edilmiştir. Tarafların rapora itiraz etmesi üzerine dosya, ek rapor düzenlenmesi için bilirkişi heyetine yeniden tevzi edilmiştir. 17/1/2014 tarihli ek raporda kamulaştırma bedeli bu defa 210,82 TL olarak tespit edilmiştir. Mahkemece ek bilirkişi raporuna itibar edildiği belirtilerek 16/5/2014 tarihinde davanın kabulü ile kamulaştırma bedelinin yasal faizi ile birlikte toplam 768,01 TL olarak tespitine ve tapu kaydının iptali ile yol vasfıyla tapudan terkinine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 14/11/2016 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 25/12/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 18/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucunun 8/8/2018 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5066 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 19/4/2011 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6354 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2018/22297 başvuru numaralı dosya 2018/22284 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22284 | Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/25327 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, el koyma tedbirinin haksız şekilde uygulanması ve uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/9/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.A. Bireysel Başvurudan Önceki Süreç Şüpheli A.A.nın sevk ve idaresinde olan başvurucu şirkete ait araçta 400 litre kaçak motorin ele geçirilmesi üzerine 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'na muhalefet suçundan yapılan soruşturma kapsamında söz konusu araca 15/7/2014 tarihinde Hatay Ağır Ceza Mahkemesi tarafından el konulmasına karar verilmiştir. Hassa Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/8/2014 tarihinde iddianame düzenlenerek şüpheli A.A.nın 5607 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan cezalandırılmasına ve ele geçirilen kaçak eşyanın taşınmasında kullanılan aracın müsaderesine karar verilmesi talebiyle kamu davası açılmıştır. Hassa Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından yapılan yargılama sonunda 24/3/2015 tarihinde sanık A.A.nın beraatine, el konulan başvurucu şirkete ait aracın müsaderesine yer olmadığına, aracın sahibine iadesine ve üzerindeki tedbir şerhinin karar kesinleştiğinde kaldırılmasına karar verilmiştir. Katılan Gümrük İdaresi vekili tarafından anılan karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulmuş, Yargıtayca temyiz incelemesi sonucunda 30/10/2019 tarihinde bozma kararı verilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yargılama devam etmekteyken başvurucu 10/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda 3/11/2020 tarihinde sanık A.A.nın mahkûmiyetine, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, el konulan başvurucu şirkete ait aracın müsaderesine yer olmadığına ve aracın üzerindeki tedbir şerhinin kaldırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar itiraz edilmeden 11/12/2020 tarihinde kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/31253 | Başvuru, el koyma tedbirinin haksız şekilde uygulanması ve uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 28/1/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Perihan Alantar'ın eşi ve diğer başvurucuların babası olan murisleri aleyhine 1937 yılında kadastro tespitine itiraz davası açılmış ve dava çeşitli aşamalardan geçtikten sonra hâlen karar düzeltme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13414 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından başvurunun yapıldığı gün sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Somali vatandaşıdır. Aydın Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 11/2/2017 tarihinde başvurucunun idari gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 19/6/6/2017 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir. Bölüm tarafından 11/4/2017 tarihinde feragat nedeniyle tedbir kararının sonlandırılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6337 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öğretmen olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın kararı uyarınca bir gün göreve gelmemesi nedeniyle hakkında açılan idari soruşturma sonucu görev yerinin değiştirilmesinin örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 22/10/2018 tarihinde öğrendikten sonra 21/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Örgütlenme özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34925 | Başvuru, öğretmen olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın kararı uyarınca bir gün göreve gelmemesi nedeniyle hakkında açılan idari soruşturma sonucu görev yerinin değiştirilmesinin örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ölüm olayının etkili şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 26/8/2013 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 16/5/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 27/5/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 8/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüşü başvuruculara tebliğ edilmiş olup başvurucu Neriman Şan bu görüşe karşı 30/7/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve ekleri ile onaylı suretleri Hozat Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından gönderilen başvuruya konu 691 sayfadan ibaret soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların oğlu olan 18/7/1977 doğumlu Ç. Ş. olay tarihinde evli ve bir çocuk babası olup Hozat İlçe Emniyet Amirliğinde emniyet amiri olarak görev yapmaktadır. Bu süreçte eşi ve kızı İstanbul ilinde ikamet eden Ç. Ş., aynı amirlikte komiser yardımcısı olarak görev yapan ile birlikte Hozat İlçe Emniyet Amirliği lojmanında kalmaktadır. Olay tarihinden bir süre önce ulusal basın ve yayın kuruluşlarında Hozat İlçe Emniyet Amirliği tarafından ilçede yaşayanlar hakkında “fişleme” diye tabir edilen özel bilgilerin toplandığı haberlerinin yayımlanması nedeniyle İçişleri Bakanlığınca bu konuda soruşturma yapmak üzere ilçeye mülkiye müfettişleri gönderilmiştir. Ç. Ş., ilçeye gönderilen mülkiye müfettişleri tarafından anılan iddialar kapsamında ve “hakkında araştırma yapılan” sıfatıyla sorgulanmıştır. Ç. Ş.nin eşi, mülkiye müfettişlerinin konu ile ilgili soruşturma yapmaya devam ettikleri 24/11/2012 tarihinde saat 00 sıralarında Ç. Ş.yi telefonla aramış ancak kendisine ulaşamayınca Emniyet Amirliği santralinden yi arayarak durumu anlatmış, bunun üzerine de yanına bir polis memuru alarak Ç. Ş. ile birlikte kaldıkları daireye gitmiştir. , söz konusu daireye vardığında kendisinde bulunan anahtar ile kapıyı açmaya çalışmış ancak kapının içeriden kilitli olması nedeniyle başarılı olamayınca olay yerine çilingir çağırmış, akabinde çilingirin kapı göbeğini kırması sonucu içeriye girilebilmiştir. içeriye girdikten sonra evi kontrol ettiğinde Ç. Ş.yi bir odada sağ şakağından silahla vurulmuş, çekyat diye tabir edilen yatak üzerinde ve sol kolu üzerine uzanır vaziyette bulmuştur. Ç. Ş.nin bu şekilde bulunması üzerine hemen sağlık ekiplerine haber verilmiş ancak olay yerine ulaşan ekipler Ç. Ş.nin ex (ölü) olduğunu bildirmiştir. Sağlık ekiplerinin kontrolleri sonrasında Cumhuriyet Savcısı durumdan hemen haberdar edilmiştir. Cumhuriyet Savcısı, olayın kendisine bildirilmesi üzerine vakit kaybetmeden olay yerine gitmiş, akabinde ölü muayene ve olay yeri inceleme işlemlerini yapmış ve cesedin, kesin ölüm sebebinin tespit edilebilmesi için klasik otopsi işleminin yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu Malatya Grup Başkanlığına (Adli Tıp Kurumu) gönderilmesine karar vermiştir. Adli Tıp Kurumunun 5/2/2013 tarihli otopsi raporuyla, “Ç.Ş.'ye ait cesede yapılan otopsiden ve otopsi sırasında alınan örneklerden yapılan toksikolojik ve histopatolojik tetkiklerden elde edilen bilgi ve bulgular birlikte değerlendirildiğinde, kanda alkol bulunmadığı, kan, idrar ve safra numuneleri üzerinde de uyarıcı- uyuşturucu maddelere rastlanmadığı, kişinin vücudunda bir adet ateşli silah giriş yarası olup, oluşturduğu yaralanmanın öldürücü nitelikte olduğu, ateşli silah yarası, cilt altı bulguları birlikte değerlendirildiğinde, atışın bitişik atış mesafesinden yapılmış olduğu, cesetten metalik cisim elde edilemediği, kişini ölümünün ateşli silah yaralanmasına bağlı kafatası kemiklerinde kırık, beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiği” belirtilmiştir. Olay yeri inceleme uzmanları tarafından yapılan çalışmalar sonucunda, Ç. Ş.nin ölü olarak bulunduğu çekyatın önündeki zemin üzerinde bir tabanca ve bu tabancaya ait şarjör ile tabancanın fişek atım yatağında bir, şarjöründe ise on üç olmak üzere toplam on dört tabanca fişeği, odanın penceresinin sol köşesindeki zemin üzerinde bir kovan, yerde bulunan bir çift terliğin sağ teki içinde bir deforme mermi çekirdeği nüvesi, çekyat üzerinde bulunan yorganın altında bir deforme mermi gömleği ile odanın girişine göre çekyatın dayalı olduğu ve ölenin bulunduğu konum itibarıyla baktığı yönde bulunan duvar kolonunda yerden yüksekliği 160 cm ve sağ yan duvara 47 cm mesafede bir mermi vuruş izinin bulunduğu belirlenmiştir. Ç. Ş.nin ölü olarak bulunduğu oda zemininde bulunan dizüstü bilgisayarın üzerinde siyah mürekkepli kalem ve el yazısıyla “Eşimi, kızımı, annemi babamı ve kardeşimi çok seviyorum. Onlara layık olamadım. Herkes hakkını helal etsin. Ölümümden kimse sorumlu değildir. Şerefli bir meslek hayatım oldu. Ama hak etmediğim bir durumdayım. Buna mecburum. Ç…Ş...” bir kâğıda yazılı ve altı imzalı bir not ve “Ev adresim...” yazılı başka bir not bulunmuştur. Ölenin ve nin el svapları alınmış, Kriminal Polis Laboratuvarı (Laboratuvar) tarafından alınan el svapları üzerinde yapılan incelemelerde ye ait örneklerde atış artıklarına rastlanılmamış, ölenden alınan sağ ve sol el üstü svaplarında ise atış artıklarında bulunan antimon (Sb) elementi tespit edilmiştir. Laboratuvar, Ç. Ş.nin ölü olarak bulunduğu oda zemininde bulunan notlar üzerinde yaptığı inceleme sonucunda söz konusu notlar ile karşılaştırmaya esas belgeler arasında “ortak harflerin tersimi, yuvarlak harflerin başlama ve bitim noktaları, imzanın genel şekli, başlangıç ve bitiriliş karakteristikleri, imza içerisindeki el hareketlerinin yapılışı, kaligrafik özellikler ve diğer itiyadı hususiyetler yönünden uygunluk görüldüğünü” ve “el yazıları ve imzanın aynı (tek bir) şahıs eli ürünü olduğunu” belirlemiştir. Aynı Laboratuvar, olay yerinde bulunan ve ateş etmesine mâni herhangi bir arızası bulunmadığını belirlediği tabanca üzerinde yaptığı inceleme sonucunda bir parmak izi tespit etmiş ancak karakteristik özellikler yönünden yetersiz olduğundan bu izle ilgili karşılaştırma ve arşiv araştırması yapamamıştır. Olay yeri inceleme uzmanları, üzerinde not yazılı bulunan kâğıtlarda yaptığı incelemelerde “Eşimi, annemi, kızımı...” notu yazılı kâğıtta on iki, diğer not kâğıdında ise bir parmak izi elde etmiş ve bu izlerden bir kısmı karakteristik özellikler bakımından yetersiz olmakla birlikte geriye kalanların ölenin sol el başparmağı, sol el işaret parmağı, sol el orta parmak, sol el yüzük parmağı izleri ile karakteristik özellikler yönünden aynı olduğunu belirlemişlerdir. Olay yerinden elde edilen bilgisayarın incelenmesinde ölüm olayıyla bağlantılı herhangi bir belge, not ve benzeri başka bir veriye rastlanılmamıştır. Lojmanlarda bulunan güvenlik kameraları görüntülerinin olay saatine ilişkin incelemeleri de yapılmış, bu görüntülerde lojmanlara temizlik için gelen bir kişinin görüntüsü haricinde şüpheli bir duruma rastlanılmamıştır. Kameralarda görüntüsüne rastlanan Y.nin tanık sıfatıyla ifadesi alınmış, adı geçenin ifadesinde özetle “İki yıldır lojmanlarda temizlik işi yaptığını, olay günü de saat 00-00 arasında lojmanlara geldiğini, bu zaman diliminde lojmanlara girip çıkan herhangi birini görmediğini, olağanüstü bir ses veya gürültü de duymadığını” beyan ettiği görülmüştür. Olay yeri inceleme ekipleri tarafından ölene ait iki cep telefonunun incelenmesinde telefonlardan birinin arama kayıtlarında ve kısa mesaj kutusunda şüpheli herhangi bir durum ile karşılaşılmamış, diğer telefonda ise o an için görüşmeye kapalı olması nedeniyle aynı şekilde bir inceleme yapılamamıştır. Akabinde olaydan bir hafta önceki dönemi kapsayan her iki telefona ait iletişim kayıtlarının ilgili operatörden istenilerek incelenmesi sonucunda ölenin görüşme yaptığı kişiler belirlenerek ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler ifadelerinde özetle “Ölen ile basın haberleri üzerine çıkan fişleme olayları ile ilgili konuştuklarını, idari yönden neler yapılması gerektiğini görüştüklerini, müteveffanın ölümü ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye de sahip olmadıklarını” beyan etmişlerdir. Olay tarihinde Hozat İlçe Emniyet Amirliğinde görevli olan polis memurlarının bir kısmı tanık sıfatıyla dinlenilmiş olup adı geçenler ifadelerinde özetle “16/11/2012 tarihinde Hozat ilçesinde basın haberleri üzerine başlatılan soruşturma sonrasında, ölenin psikolojik sıkıntılar yaşamaya başladığını, soruşturma öncesi ile kıyaslandığında, aşırı stresli ve düşünceli göründüğünü, onu intihara azmettiren, teşvik eden, intihar kararını kuvvetlendiren veya intiharına yardım eden herhangi bir kimse olup olmadığı ile ilgili olarak ise bilgi sahibi olmadıklarını” beyan etmişlerdir. Başvurucular, 3/12/2012 tarihinde şikâyetçi sıfatıyla verdikleri dilekçede fail veya faillerin araştırılmasını ve tespit edilmeleri durumunda haklarında kamu davası açılmasını talep etmişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığı, 18/4/2013 tarihli ve K.2012/224 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: “Ç,Ş.’nin lojman dairesinde beylik tabancası ile çekyat yatağında oturur vaziyette başının sağ şakak bölgesine doğru bitişik mesafeden bir el ateş ettiği, buradan giren merminin başının sol kulak üstü bölgesinden çıkış yaptığı ve bulunduğu odanın girişine göre çekyatın dayalı olduğu ve başının baktığı yönde bulunan duvar kolonunda yerden yüksekliği 160 cm., sağ yan duvara 47 cm. mesafede 1 adet mermi vuruş izi oluştuğu, bu şekilde Ç.Ş.'nin intihar etmiş olduğu, ölümünün baş bölgesinden aldığı ateşli silah yaralanmasına bağlı kafatası kemiklerinde kırık, beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiğinin otopsi raporundan anlaşıldığı; intihar eden müteveffayı intihara azmettiren, teşvik eden, intihar kararını kuvvetlendiren ya da intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kimse olduğu ile ilgili olarak kamu davası açmaya yeterli somut herhangi bir delil ve emare elde edilemediği (anlaşılmıştır).” Başvurucuların anılan karara itirazları, Erzincan Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 4/7/2013 tarihli ve 2013/312 Değişik İş sayılı kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: “İtiraza konu kararın incelenmesinde; ölen Ç.Ş.’ nin Hozat İlçe Emniyet Amiri olarak görev yaptığı ve 24/11/2012 günü saat 00 sıralarında evinde beylik tabancası ile intihar etmiş olarak bulunduğu, yapılan soruşturma sonucunda olay yerinden ele geçirilen tüm deliller, bu delilleri üzerinde yapılan incelemeler sonucunda düzenlenen tüm ekspertiz raporları, Ç.Ş.’ye ait el yazısı ile yazılan intihar notları, otopsi raporu, olay yeri inceleme raporu, güvenlik kamerası görüntüleri, iletişim kayıtları, tanık ifadeleri, tutanaklar ile tüm soruşturma dosyası kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, TCK.’nın maddesinde düzenlenen intihara yönlendirme suçu yönünden, öleni intihara azmettiren, teşvik eden, intihar kararını kuvvetlendiren ya da intiharına bir şekilde yardım eden herhangi bir kişi olduğuna dair herhangi bir delil veya emare elde edilemediği ve bu suça ilişkin olarak herhangi bir kimse hakkında kovuşturma yapılmasının mümkün olmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla, müştekilerin itirazlarının reddine dair hüküm kurulmuştur.” Bu karar 29/7/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup başvurucular, yasal otuz günlük süresi içinde 26/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı maddesinin 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Karar” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Kanunda yazılı haller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sora müdafi veya vekil dinlenir. (2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir. (3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir. (4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6801 | Başvuru, ölüm olayının etkili şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idarece önceden belirlenen yerler dışında basın açıklamasına katıldıkları gerekçesiyle emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Bir sendika, yapılacak olan toplu iş sözleşmesi hakkında bilgilendirme yapılması amacıyla stant kurmak için Mersin Valiliğine bildirimde bulunmuştur. Başvurucular da 24/7/2019 tarihinde kurulan stantta ilgili sendikanın Mersin şube başkanı olan Y.B.nin yaptığı basın açıklamasına katılmıştır. Valiliğin 9/1/2019 tarihli kararına aykırı olarak, önceden idarece belirlenen alanlar dışında yapılan bir basın açıklamasına katıldıkları gerekçesiyle başvurucular hakkında30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunmaktan 320 TL idari para cezası uygulanmıştır. İdari para cezalarına yapılan itirazları inceleyen ilgili sulh ceza hâkimlikleri, başvurucular hakkında uygulanan idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle farklı tarihlerde itirazları kesin olarak reddetmiştir. Hâkimlik itirazın reddine ilişkin gerekçesinde ayrıca başvuruya konu basın açıklamasının idarece basın açıklaması yapılmak için önceden belirlenen alanlarda yapılmadığını vurgulamıştır. Başvurucular, nihai hükümleri 7/1/2020 ve 10/1/2020 tarihlerinde öğrendikten sonra (27/1/2020 ve 10/2/2020 tarihlerinde) süresi içinde başvuru yapmıştır. 2020/7719 numaralı başvurunun 2020/4741 numaralı başvuru ile birleştirilmesine Komisyonca karar verilmiştir. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4741 | Başvuru, idarece önceden belirlenen yerler dışında basın açıklamasına katıldıkları gerekçesiyle emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu meydana gelen ölüm ve bu ölüme sebep olduğu iddia edilen bir sağlık merkezi yöneticisi hakkında men-i muhakeme kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kızı A.B., sağlığına ilişkin bazı şikâyetleri nedeniyle gittiği Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde (Hastane) 2/11/2008 tarihinde vefat etmiştir.Başvurucuya göre kızının ölümü bir dizi ihmalin sonucudur. A. Tam Yargı Davası İle İlgili Süreç Başvurucu, kızının ölümünde idarenin hizmet kusurunun bulunduğunu belirterek 29/9/2009 tarihinde Gazi Üniversitesi Rektörlüğünden (Rektörlük) 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Rektörlük, tıbbi bir ihmalin söz konusu olmadığı ve A.B.ye modern tıbbın gerektirdiği her türlü tedavinin uygulandığı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Başvurucu öz itibarıyla kızının tıbbi teşhis ve tedavideki ihmaller ve hatalı uygulamalar sonucu öldüğünü ancak bu durumun anlaşılmaması için tıbbi belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlendiğini, bazı tıbbi işlemlerin kayıtlara geçirilmediğini ve çekilen akciğer grafisinin ortadan kaldırıldığını iddia ederek Rektörlük aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmış ve 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu dava dilekçesinde özetle eşinin kızlarını epilepsi nöbeti, ateş, öksürük ve balgam şikâyetine istinaden 12/10/2008 tarihinde saat 30 sıralarında hastaneye götürdüğünü, genel durumu iyi olduğu için acil servise yürüyerek giden kızının saat 45 sıralarında gözlem altına alındığını, eşinin kızına refakat etmesine izin verilmediğini, kızının saat 00 sıralarında kustuğunu ve kusmuğun kızının akciğerlerine kaçtığını, buna rağmen kızına herhangi bir müdahalede bulunulmadığını, bu nedenle ARDS (yetişkin respiratuar distress sendromu/akut solunum sıkıntısı sendromu) ve septik şok geliştiğini, kızının ertesi gün saat 00 sıralarında yoğun bakıma alındığını, ARDS ve septik şok sebebiyle vefat ettiğini ileri sürmüştür. İdare Mahkemesince yapılan yargılamada, başvurucunun kızının ölümünde idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunda Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan (Kurul) rapor alınmıştır. Kurulun düzenlediği 15/9/2010 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir: “...Epikriz notunda, acil servise yeniden JKT geçiren hastaya fenitoin yüklemesi yapılmış, tekrar nöbet olmamış ancak takibinden takipnesi ve hipoksisi gelişen hasta elektif olarak entübe edilmiş, hipotansif ve taşikardi gelişen hasta İYE +aspirasyon pnömonisi+ septik şok ön tanılarıyla iç hastalıkları yoğun bakıma devralındığı, genel durumu kötü, bilinç açık, koopere oryente, ateş 36, nabız 76/dak, ss:33/dk, TA130/80mm Hg, her 2 hemitoraks solunuma eşit katılıyor, bilateral ral +RONKÜS+ olup parenteral beslendiği, hastanın almakta olduğu Dopamin infüzyon 8 mcgr/kg/dak'a düşürüldüğü, hastaya bugün de toplamda 4 kez picca kateteri ile ölçüm yapıldığı, takibinde ateşi subfebril devam eden hastaya antibiyotik değişikliği yeni yapıldığı için yeni değişim düşünülmediği, picco katerer ölçüm sonunda preload düşük saptandığı, 2500cc SF puşesi yapıldığı, picco kateter ile toplamda 5 ölçüm yapıldığı, akciğerde yüklenme bulgusu saptanınca Lasix infüzyonu yapıldığı, aspirasyon pnömonisi nedeniyle almakta olduğu tedaviye klacid 2x500 mg eklendiği, takibinde CVP 8-12 mmHg, santralven oksijen saturasyonu 70 in üzerinde tutulmaya çalışıldığı, Dopamin adrenalin ingüzyonu başlandığı, ARDS başlanması nedeniyle düşük tidal volume, yüksek PEEP uygulandığı, takipte adrenalin infüzyonu kesildiği, picco monitörizasyona geçildiği, 200[8]'de vasopresinler kesildiği, actinobakter pnömonisi gelişince kalitsin tedaviye yanıt alınamayınca tigoksiklin başlandığı, asidox nedeniyle hemofiltrasyon uygulandığı, ancak 2/11/2008'de eksitus olduğu, Epikrizinde 'hastanın şokunun giderek kötüleşmesi ve ARDS'sinin derinleşmesi üzerine hasta prone pozisyonunda takip edildi. Takibinde saturasyonu düzelen hastanın bradikardisi ve asidozu gelişmesi üzerine yeniden supin pozisyonuna alındı. Hastaya sol femoral kateter takıldı. CVVHDF'a başlandı. Takibinde asidotu geriledi. İnsülin infüzyonu almamasına rağmen hipoglisimileri olan hastada ciddi adrenal yetmezlik düşünülerek almakta olduğu Prednol dozu 3x25mg'a çıkarıldı, Hastaya 10 KS verildi. Hastadan ETA gönderildi. Gram (-) basil tespit edilmesi üzerine pseudomonas? ile aldığı tedaviye Meropenem ve Targocid eklendi. denildi[ği],4-Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Gazi [H]astanesi Başhekimliğine Acil Anabilim Dalı Başhekimliğinin 2009 tarihli yazısında; 2008'de hastaya 4 adet akciğer grafisi çekildi, grafilerin yoğun bakıma devredildiği belirtildiği,5-Aynı Hastanenin İç Hastalıkları Yoğun Bakımda Yard. Doç. Dr. [T.] yazısında; [y]atan hastalara genelde 1 kez radyolojik grafi çekildiği, taburcu edilen veya ölen hastaların tomografi, MR gibi özel tetkikler yakınlarına verildiği, düz grafileri talep edilmezse saklamaları mümkün olmadığından elde tutulmadığı belirtildiği kayıtlıdır.SONUÇ:Hipotriodi, ağır mental retardasyonu olduğu, evde nöbet geçirmesi sonrası 2008'de getirildiği acil serviste ateşi yüksek, taşikardik, takipneik olup, idrar yolu enfeksiyonu, aspirasyon pnömisi ön tanıları ile yoğun bakıma yatırıldığı, burada takip ve tedavi sonrası 2008 tarihinde öldüğü ve tıbbi kayıtlarında 21 yaşına olduğu belirtilen Ramazan kızı [A.B.] hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan veriler birlikte değerlendirildiğinde;1-Her ne kadar otopsi yapılarak iç organ değişimleri araştırılmamış olmakla birlikte tıbbi belgelere göre hipotiroidi, mental retardasyonu bulunan kişinin ölümünün febril konvülziyon sonrası gelişen aspirasyon pnömonisi ARDS sepsis ve gelişen komplikasyonlardan ileri geldiği,2- Her ne kadar dosyada hastaya ait çekilen grafiler mevcut olmamakla birlikte hastanın 12/10/2008 tarihli acil servise başvurusunda tutulan tıbbi kayıtlar, laboratuar tetkik sonuçları birlikte değerlendirildiğinde hastanın şikayetleri üzerine yatırılması, istenen konsültasyonlar, ayrıca konvülziyon geçirmesi üzerine yapılan müdahale ile yoğun bakımdaki takip ve tedavilerinin de tıp kurallarına uygun olduğu oybirliğiyle mütalaa olunur.” 11/1/2011 tarihinde İdare Mahkemesi; Kurulun hazırladığı raporu gözeterek ölümün davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklanmadığı, ölüm olayının bir komplikasyon olduğu, hastanın takip ve tedavisindeki uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu gerekçesiyle başvurucu tarafından açılan tam yargı davasının reddine karar vermiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi başvurucunun temyiz istemini 25/2/2014 tarihinde, karar düzeltme istemini ise 30/10/2014 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, dava dilekçesinde dile getirdiği hususlar yanında Kurulun gerçeğe aykırı düzenlenmiş tıbbi belgelere göre karar verdiğini, bu nedenle Kurulun tanzim ettiği raporun hükme esas alınmayacağını, ayrıca Kurulda nörolog ve göğüs hastalıkları uzmanının yer almadığını belirterek Anayasa'nın , ve maddelerinde güvence altına alınan yaşam, adil yargılanma ve sağlıklı bir çevrede yaşam haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 27/1/2015 tarihinde 2015/2105 numaralı bireysel başvuruyu yapmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine gönderdiği 19/7/2017 ve 6/4/2018 tarihli dilekçelerinde başka iddiaları yanında kızının yoğum bakım birimindeyken maruz kaldığı acinatobacter (Kurul raporu gözetilerek actinobacter bakterisinden aktinobakterilerin kastedildiği değerlendirilmiştir.) nedeniyle öldüğünü ileri sürmüştür. 19/7/2017 tarihli dilekçe ekinde yer alan ve Gazi Üniversitesine bağlı birimlerin 26/3/2010 tarihinde yaptıkları anlaşılan iç yazışmada A.B.nin ölüm nedeninin aspirasyon (emerek çekme) pnömonisi (zatürre) veya ARDS olmayıp acinotobacter (Kurul raporu gözetilerek actinobacter bakterisinden aktinobakterilerin kastedildiği değerlendirilmiştir.) enfeksiyonu olduğu ve yoğun bakıma yatışının onuncu gününde A.B.nin genel durumunda düzelme saptandığı belirtilmiştir. Zikredilen başvuruyu 19/11/2016 tarihinde sonuçlandıran, mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde yaşam hakkının maddi boyutu yönünden herhangi bir inceleme yapamayan Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edilmediğine karar vermiştir. Bu kararın işbu başvuruyu ilgilendiren kısmı şöyledir:“... ...Başvurucu bireysel başvuru yaptıktan sonra vermiş olduğu çok sayıda dilekçesinde de olay tarihinde hastanede ortaya çıkan mikrop nedeniyle kızının ölümünde sorumlulukları bulunan kişiler hakkında soruşturma izni verilmediğinden de şikâyetçi olmuştur. ... ...[S]omut olayda başvurucu, kızının ölümü ile sonuçlanan olay nedeniyle açtığı tam yargı davasının yeterli bir araştırma yapılmadan reddedildiği iddiasının yanı sıra kızına uygulanan tıbbi tedavinin de bu ilmin gereklerine aykırı olarak uygulandığını, verilen ilaçların kızının ölümünde etkisi olduğunu, ilk müdahalenin tecrübesiz personelce geç yapıldığını belirterek kızının yaşamının korunamadığı iddiasını ileri sürmüştür. Başvuru konusu olayda yaşam hakkının usul boyutu yönünden yapılan incelemede ayrıntılı bir şekilde ortaya konduğu üzere başvurucunun kızının yaşamının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı, yetkili makamların bu kişinin yaşamını korumak için kendilerinden makul olarak beklenebilecek her şeyi yapıp yapmadığı açık değildir. Bundan başka yukarıda özetlenen dava dosyalarının, ileri sürülen iddiaların değerlendirilmesine olanak verecek şekilde yeterli bilgileri içermediği ve meselenin de tıp kurallarına ilişkin karmaşık ve teknik hususlara ilişkin olduğu değerlendirilmiştir. Açıklanan gerekçelerle A.B.nin yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığı, yanlış tedavi uygulandığı veya bireysel başvuru yapıldıktan sonra ileri sürülen ve fakat bireysel başvuru konusu davanın esasına ilişkin olmayan diğer iddiaların Anayasa Mahkemesi tarafından bu aşamada incelenmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmiştir. Bu gerekçelerle başvurucunun iddiaları sadece yaşam hakkının usule ilişkin yükümlülüğü çerçevesinde incelenecektir....”B. Başvuruya Konu Edilen Soruşturmayla İlgili Süreç Başvurucu 5/1/2012 tarihinde hastanede görevli Prof. Dr. Y.K., Prof. Dr. H.T. ve Prof. Dr. B. hakkında ceza soruşturması açılmasını talep etmiş ancak bu talebe Rektörlükçe cevap verilmemiş; başvurucunun zımni ret işleminin iptali istemi ise Ankara İdare Mahkemesince 12/12/2012 tarihinde reddedilmiştir. Bu karar aleyhine herhangi bir başvuru yapılmamıştır. Başvurucu, Rektörlüğe verdiği 27/12/2016 tarihli dilekçesinde öz itibarıyla kızının 12/10/2008 tarihinde saat 30 sıralarında yürüyerek hastaneye gittiğini, acil serviste verilen öldürücü dozdaki ilaç tertibinin amonyak zehirlenmesine sebep olduğunu, saat 00 sıralarında kızının kustuğunu ve kızı baygın durumda olduğu için kusmuğun akciğerlerce emildiğini, kızının tıbbi durumuyla ilgilenilmemesi sonucu ARDS geliştiğini, hastanede ölümcül acinatobacter olduğu bilinmesine rağmen kızının yoğun bakım birimine alındığını, sözü edilen bakteri nedeniyle de öldüğünü, kızına septik şok altındayken aşırı dozda nörolojik ilaçlar verildiğini, yapılan tıbbi hataların ortaya çıkmaması için 12/10/2008 tarihinde saat 25'te çekilen akciğer grafisinin yetkilerce imha edildiğini, hastaneye müracaatından önce kızının nöbetler geçirmesi ve kusmuğunu akciğerlerinin çekmesi gibi bir durum yaşanmamasına rağmen buna dair yoğun bakım kabul notu oluşturulduğunu, hastanenin tıbbi belgeleri gerçeğe aykırı düzenlediğini, bu nedenle hastane tarafından hazırlanan tıbbi belgelere istinaden düzenlenen Adli Tıp Kurumu raporunun (Bu raporun tam yargı davasında alınan Kurul raporu olduğu değerlendirilmiştir.) da gerçeğe aykırı olduğunu ve sözünü ettiği bakterinin hastanedeki varlığının hastane yetkilerince bilindiğine E.U.nun tanık olduğunu iddia ederek gerçeğe aykırı inceleme raporu (Bu raporun hangi soruşturma kapsamında düzenlendiği belirtilmemiştir.) düzenleyen Y.K., H.T. ve B. ile bakterinin varlığına rağmen hastaneyi kapatıp hastanenin mevcut bakterilerden arındırılması için gerekli önlemleri almadan kızını hastaneye kabul eden Başhekim Vekili ve aynı zamanda Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. P. hakkında kasten öldürmenin ihmalî davranışla işlenmesi suçu yönünden kamu davası açılmasını talep etmiştir. Başvurucu anılan dilekçesinde E.U.nun Y.K.nın başka bir kişiyle yaptığı telefon görüşmesi sırasında muhatabına “Sakın hasta getirmeyin! Hastanede hastane mikrobu var.” dediğini duyduğunu iddia etmiştir. Şikâyet edilen konuların araştırılması için soruşturmacı olarak tayin edilen Prof. Dr. S. hazırladığı raporda özetle daha önce aynı nedenlere istinaden Y.K., H.T. ve B. hakkında soruşturma açılmasının istendiğini ancak başvurucunun zımni ret işleminin iptaline ilişkin talebinin Ankara İdare Mahkemesince reddedildiğini, başvurucu tarafından açılan tam yargı davasında alınan Kurul raporunda başvurucunun kızının tıbbi takip ve tedavilerinin tıp kurallarına uygun olduğunun açıklandığını, sözü edilen davanın reddine dair kararın kesinleştiğini ve Y.K., H.T. ve B. tarafından hazırlanan 20/9/2011 tarihli inceleme raporunun (Bu raporun kapsam ve mahiyeti tespit edilememiştir.) Kurul raporuyla uyumlu olduğunu belirterek Y.K., H.T. ve B. hakkında soruşturma başlatılmasının uygun olmadığını ifade etmiştir. S. tarafından hazırlanan raporda ayrıca 2/1/2008 tarihinde hastanede acinetobacter (bir çeşit bakteri) enfeksiyonu bulunmadığına ve Y.K.nın E.U. ile yüz yüze ya da telefonla görüşmediğine ilişkin yazılı beyanlara yer verilerek P.nin suç teşkil eden bir fiilinin olmadığı sonucuna varılmıştır. Rektör, bir rektör yardımcısı ve bir dekandan oluşan Ceza Soruşturma Kurulu, P.nin suç teşkil eden eyleminin bulunmaması nedeniyle 1/12/2017 tarihinde men-i muhakeme kararı vermiş, şikâyet edilen diğer kişiler yönünden ise bir değerlendirme yapmamıştır. Başvurucu men-i muhakeme kararının iptali için Danıştay Birinci Dairesine (Daire) başvurmuştur. Daire 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi uyarınca dekan hakkında son soruşturmanın açılıp açılmamasına rektörün başkanlığında rektörce görevlendirilen rektör yardımcılarından oluşacak üç kişilik bir kurulun karar vermesi gerektiği gerekçesiyle soruşturma dosyasını Rektörlüğe iade etmiştir. Dairenin kararı doğrultusunda oluşturulan yeni Ceza Soruşturma Kurulu daP. yönünden men-i muhakeme kararı verip şikâyet edilen diğer kişiler yönünden değerlendirme yapmamıştır. Başvurucu Rektörlüğe yazdığı 21/5/2018 tarihli dilekçe ile muhakemenin lüzumu kararı verilmesini istemiştir. Men-i muhakeme kararına 1/6/2018 tarihinde başvurucu tarafından itiraz edilmiştir. Başvurucu, Daireye sunduğu 21/6/2018 tarihli dilekçesinde kızının acinatobacter nedeniyle öldüğünün Kurul raporuyla sabit olduğunu ve olayda ağır hizmet kusuru bulunduğunu iddia ederek men-i muhakeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Daire 9/10/2018 tarihli kararıyla men-i muhakeme kararını onamıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/38015 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu meydana gelen ölüm ve bu ölüme sebep olduğu iddia edilen bir sağlık merkezi yöneticisi hakkında men-i muhakeme kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru konusu Mersin'in Toroslar ilçesi Çavuşlu köyünde kain 538 parsel sayılı taşınmazın hissedarıdır. Başvurucu, yol ve döner kavşak yapılmak suretiyle söz konusu taşınmaza el atıldığını belirterek 18/11/2011 tarihinde Mersin Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Mersin Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı (İdare) aleyhine kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davası açmıştır. Mahkemece 30/12/2013 tarihinde yapılan keşif sonrası alınan bilirkişi raporlarında, taşınmazın 1384 m²lik kısmının zeminde yol ve döner kavşak içerisinde kaldığı ve el atılan bu kısımdaki başvurucu hissesinin değerinin 536 TL, üzerindeki ağaçların değerinin 010 TL, taşınmazın el atmadan sonraki değer düşüklüğünün 708 TL olduğu belirtilerek toplam kamulaştırmasız el atma bedeli 254 TL tespit edilmiştir. Mahkemece 16/4/2014 tarihinde davanın kabulüne karar verilerek bu parsel yönünden 254 TL tazminata hükmedilmiştir. Ayrıca el atılan kısmın başvurucu hissesinin iptali ile İdare adına kayıt ve tesciline karar verilmiştir. İdare tarafından temyiz edilen kararın başvuru konusu parsele ilişkin kısmı Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 1/12/2015 tarihinde onanmıştır. Yine İdarenin karar düzeltme talebi de Daire tarafından 26/4/2018 tarihinde reddedilerek başvuru konusu parsel yönünden hüküm kesinleşmiştir. Kararın kesinleşmesinin ardından başvurucu, İdare aleyhine 7/6/2018 tarihinde Mersin İcra Dairesinin E.2108/6676 sayılı dosyasında ilamlı takip başlatmıştır. İdarenin takibe itiraz etmemesi nedeniyle icra takibi kesinleşmiştir. Müteakiben 15/11/2018 tarihinde başvurucu, bahse konu tazminatın tahsili amacıyla İdarenin bankalardaki hesaplarına haciz konulması talebinde bulunmuştur. Başvurucunun haciz talebini kabul eden İcra Müdürlüğü, 15/11/2018 tarihinde haciz ihbarnamesi göndermiştir. İdare, Mersin'in Taşucu köyünde kâin 8470 parsel sayılı taşınmaz üzerinden haciz ve takip işlemlerine devam edilebilecekken banka hesaplarına haciz konulmaması gerektiğini belirterek ve haczin kaldırılmasını talep ederek 20/11/2018 tarihinde Mersin İcra Hukuk Mahkemesinde (İcra Mahkemesi) haciz işlemini şikâyet etmiştir. Başvurucu 19/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İcra Mahkemesince taraflar uzlaşmaya davet olunmuş ve başvurucu vekili 19/6/2019 tarihli duruşmada davayı kabul ettiğini belirtmiştir. Bu nedenle İcra Mahkemesince 19/6/2019 tarihinde şikâyet kabul edilerek İdare aleyhine konulan hacizlerin kaldırılmasına karar verilmiştir. İdarenin yargılama gideri ve vekâlet ücretine ilişkin istinaf talebi üzerine kararın miktar itibarıyla istinaf yoluna başvurulabilecek kararlardan olmadığı gerekçesiyle 23/9/2019 tarihinde istinaf talebinin reddine karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre icra dosyasında 17/6/2019 tarihi itibarıyla 093,80 TL tutarında borcun bulunduğu görülmüştür. Bununla birlikte geçen süre zarfında da İdare tarafından başvurucunun alacağına ilişkin herhangi bir ödeme yapılmadığı anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9034 | Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, atama işlemine karşı açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Trabzon Emniyet Müdürlüğü bünyesinde istihbarat şube müdürü olarak görev yapmakta iken 8/7/2013 tarihli işlemle aynı il içinde eğitim şube müdürü görevine atanmıştır. Başvurucu söz konusu atama işleminin iptali istemiyle Trabzon İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 29/11/2013 tarihli kararıyla işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "Olayda, davacının mesleğinin başından itibaren farklı il emniyet müdürlüklerinin istihbarat şube müdürlüğü birimlerinde ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı'nda görev yaptığı, meslek hayatı boyunca herhangi bir disiplin soruşturması bulunmadığı gibi görevlendirildiği alan itibariyle belli bir uzmanlığa sahip olduğunu ortaya koyan bir çok sertifikası bulunduğu, bilgi birikimi ve mesleki tecrübesi nedeniyle istihbarat branşında katıldığı bir çok eğitim semineri ve başarılı çalışmalarından ötürü aldığı maaş taltifleri ve teşekkür belgesinin bu alandaki yetkinliğinin bir göstergesi olduğu dikkate alındığında, davalı idarece bu yönde bir değerlendirme yapılmaksızın, görevli olduğu birimde ihtiyaç fazlası istihdamın ortaya çıktığına ya da yeni görev yerinde hizmetine ihtiyaç duyulduğuna dair somut bir belirlemenin de yapılmadığı görüldüğünden, davacının sahip olduğu bilgi birikimi ve mesleki tecrübeden en etkin bir şekilde yararlanılabileceği branşın dışında başka bir göreve atanmasına yönelik dava konusu işlemin, sebep ve amaç unsurları yönünden hukuka uygun olmadığı gibi yukarıda yer verilen kamu personelinin istihdam ilkelerine de aykırılık teşkil ettiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca Emniyet Hizmetleri Sınıfı Branş Yönetmeliği'ne göre branş değişiklikleri için branştan çıkarmayı gerektirir hallerden birinin varlığı halinde ilgili birim amirinin gerekçeli teklifi üzerine branş komisyonunca alınan bir kararın bulunması gerekmekte iken, olayda davacı hakkında bu yönde alınmış birkararın da bulunmadığı görülmektedir. " Trabzon Bölge İdare Mahkemesi 8/4/2014 tarihli kararıyla Trabzon Valiliğinin itirazını reddederek iptal hükmünü onamıştır. Karar düzeltme aşamasında ise Trabzon Bölge İdare Mahkemesi 23/9/2014 tarihli kararıyla onama kararını kaldırmış ve Mahkemenin iptal kararını bozarak davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: " Kamu hizmetlerinin en etkin ve verimli şekilde yürütütülmesini sağlamakla yükümlü olan idareler, bu amaca yönelik olarak memurların naklen atanmaları konusunda takdir yetkisine sahip olmakla birlikte, gerek doktrinde gerekse de yargı içtihatlarıyla kabul edildiği üzere memurların atanması noktasında idareye tanınan bu yetkinin mutlak ve sınırsız olmadığı, ancak kamu yararı ve hizmet gerekleri doğrultusunda kullanılması gerektiği açıktır. Diğer yandan idarelerin takdir yetkisini kullanarak gerçekleştirdikleri atama işlemlerinin de sebep ve amaç unsurları yönünden yargı denetimine tabi olacağında şüphe bulunmamaktadır. Bu durumda, iptali istenilen 08/07/2013 tarihli işlemden önce bir branş değişikliği yapılmamış ve işlemin dayanağı net olarak ortaya konulamadığından işlemin yürütülmesinin durdurulması ve iptaline karar verilmiş ise de; dava devam ederken 11/11/2013 tarihinde denetleme ekibi tarafından yapılan denetimde, "İstihbarat Dairesi Haber Alma Ödeneği Sarf Mevzuatına aykırı olarak istihbarat hizmetlerinde kullanılan araçların kasko yaptırılarak iki personelin kredi kartlarından ödeme yapıldığı, buluşma gideri olarak yapılan harcamaların belgeyle tespitinin yapılmadığı, İstihbarat Dairesi Başkanlığı Merkez ve Taşra Birimleri Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliğinde tanımlanan İKK hizmetlerinin amacına uygun yapılmadığı, şube müdürü olan davacının etik kuralları personeline hatırlatmadığı, eğitim faaliyetlerini yapmadığı, istisna hallerde kullanılması gereken bazı teknik çalışmaların genel bir hak olarak algılanmasına neden olduğu, personelin şifreleri kendi özel mekanları veya aile çevresini denetleme amaçlı kullandığı, şube müdürü olarak davacının personelin başkanlık projelerine erişimi ve kullanımını denetlemediği, yine 04/11/2010 tarih ve 338478 sayılıİ-NET projesi konulu tamim gereğince İ-NET proje kullanıcılarının denetiminin yapıldığına dair tutanak ve denetim dosyası olmadığının subuta erdiğinden bahisle, yürütmenin durdurulması kararı üzerine eski görevine atanan davacının 20/11/2013 tarihli Emniyet Genel Müdürlüğü işlemi ile branştan çıkarılması sonucu Valinin 28/11/2013 tarihli işlemi ile yeniden Eğitim Şube Müdürlüğüne atandığı dikkate alındığında, dava konusu işlemde hizmet gerekleri ve kamu yararı yönünden hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır." Başvurucu, nihai kararı 17/11/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 15/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19511 | Başvuru, atama işlemine karşı açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmesine gerek olmadığını beyan etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvuru formundaki beyana göre başvurucu, çatışmaların yoğunlaşması üzerine 1995 yılında köyünü terk etmek zorunda kalmıştır. Hakkâri'ye bağlı Sikin köyü Hebabil mevkiinde bulunan ve 16/12/1943 tarihli ve 40 sayılı tapu kaydına göre başvurucunun hisse sahibi olduğu taşınmazda kadastro çalışmaları yapılmıştır. Kadastro çalışmaları sonrasında Hakkâri'nin Çaltıkoru köyünde bulunan, başvuru konusu 112 ada 9 ve 11 parsel sayılı taşınmazlar başvurucu adına tespit edilmiştir. Kadastro çalışmalarından önce başvurucu ve diğer müşterek malikler 30/6/2003 tarihinde Hakkâri Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Millî Savunma Bakanlığı aleyhine kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Mahkemece 16/12/2011 tarihinde dava konusu taşınmazın üzerinde yer alan birliğin Millî Savunma Bakanlığına bağlı bir askerî birlik olmayıp İçişleri Bakanlığına bağlı bir karakol olduğu gerekçesiyle davanın husumetten reddine karar verilmiştir.B. Başvuru Konusu Yargılama Süreci Başvurucu 11/9/2012 tarihinde aynı mahkemede bu kez İçişleri Bakanlığı ve İl Özel İdaresi aleyhine aynı taşınmazlarla ilgili olarak kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ve ecrimisil davası açmıştır. Başvurucu taşınmazlarına kamulaştırma yapılmaksızın el konulduğunu ve uzun zamandan beri jandarma karakolu tarafından kullanıldığını, karakol binası, eklentileri, gözetleme kuleleri ve diğer karakol eklentileri yapıldığını, etrafının çitlendiğini, tellerle çevrildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca taşınmazlarına girişinin engellendiğini ve davalı İl Özel İdaresi tarafından hem köye hem de karakola ulaşım sağlamak için yol geçirildiğini, taşınmazlarının tahrip edilerek kullanılamaz hâle getirildiğini ve kullanımının uzun zamandan beri engellendiğini ileri sürmüştür. Mahkemece 14/5/2013 tarihinde başvurucu ve vekilinin yokluğunda bilirkişiler marifetiyle taşınmazlarda keşif yapılmıştır. Keşif Tutanağı'nda; taşınmazların arasından yol geçtiği, kısmen tel içinde yer aldığı, yoldan geçişe engel bir barikatın bulunmadığı, eski barikatların yerinde mevcut olduğu fakat girişi engellemediği belirtilmiştir. Kadastro bilirkişi raporunda 112 ada 9 parsel sayılı taşınmazda el atılan alanın 766,30 m², 112 ada 11 parsel sayılı taşınmazda el atılan alanın 974,54 m² olduğu belirtilmiştir. Raporda el atmanın ne şekilde gerçekleştiğine ilişkin açıklamada bulunulmamıştır. Mülk bilirkişisi ile ziraat bilirkişileri tarafından hazırlanan 27/6/2013 tarihli bilirkişi raporunda; taşınmazlar üzerinde herhangi bir ürünün ekili olmayıp sulama arkı bulunmadığı ve taşınmaz üzerindeki mahsulün kuru çayır olduğu belirtilerek taşınmazın değeri ve ecrimisil hesabı yapılmıştır. Raporda el atmanın ne şekilde gerçekleştiğine ilişkin açıklamada bulunulmamıştır. Mahkemece 21/11/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvuru konusu taşınmazların eski karakol binasının yakınında yer aldığı, karakolun keşif anında kullanılmadığı, terk edilmiş olduğu, çevresinde kısmen tellerin olduğu ancak giriş çıkışı engeller durumda olmadığının gözlemlendiği açıklanarak kamulaştırmasız el atma olgusunun keşif günü itibarı ile gerçekleşmediği belirtilmiştir. Ecrimisil talebi yönünden ise taşınmazlara el koymanın ne zaman gerçekleştiği, el koymaya ne zaman son verildiği hususlarıyla ilgili delil sunulmadığı açıklanarak ecrimisil talebinin ispatlanamadığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 20/10/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 4/4/2016 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 7/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/1/2017 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun Kardeşinin Açtığı Benzer Dava Süreci Mahkemece 14/5/2013 tarihinde başvurucu ve vekilinin yokluğunda bilirkişiler marifetiyle taşınmazlarda keşif yapılmıştır. Keşif Tutanağı'nda; taşınmazların arasından yol geçtiği, kısmen tel içinde yer aldığı, yoldan geçişe engel bir barikatın bulunmadığı, eski barikatların yerinde mevcut olduğu fakat girişi engellemediği belirtilmiştir. Başvurucunun kardeşinin 112 ada 10, 12 ve 13 parsel sayılı taşınmazlarla ilgili olarak kamulaştırmasız el atma nedeniyle mahkemede açtığı tazminat ve ecrimisil davası da benzer gerekçelerle reddedilmiştir. Başvurucunun kardeşi tarafından temyiz edilen karar, Dairece 20/10/2014 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde yeniden keşif yapılıp Jandarma Genel Komutanlığından gelen yazı cevabı da dikkate alınarak gerekirse tanık da dinlemek suretiyle dava konusu taşınmazlara el atılıp atılmadığı, bu durum söz konusu ise hangi tarihte el atıldığı, taşınmazın fiilen kullanmasına engel bir durumun olup olmadığı, giriş çıkışın serbest olup olmadığı hususlarının araştırılıp sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkemece 6/7/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı aleyhine açılan davanın kısmen kabulüne, Hakkâri İl Özel İdaresi aleyhine açılan davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, kamulaştırmasız el atma nedeniyle başvuru konusu 112 ada 12 ve 13 parsel sayılı taşınmazlarda fiilî el atmanın sürdüğü ancak 10 parsel sayılı taşınmazda el atmanın söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Kararın gerekçesinde dava konusu 12 ve 13 parsel sayılı taşınmazların 10/10/2013 tarihli Jandarma Genel Komutanlığının cevap yazısına göre derece askerî güvenlik bölgesinde olduğu ve giriş çıkışın serbest olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca yapılan keşifte anılan parsellerin jandarma karakolunun hemen yanında olup üzerinde karakol güvenliği için muhtelif ve düzenli şekilde geçişi engellemek için dikenli tellerin bulunduğu, böylece fiilî el atmanın kalıcı bir şekilde taşınmazların tamamı üzerinde sürdürüldüğü ifade edilmiştir. Buna karşın söz konusu tutanakta da belirtildiği gibi 10 parsel sayılı taşınmaza giriş çıkışın serbest olduğu, bu durumun keşifte dinlenen mahallî bilirkişi beyanı ve yapılan gözlemle de doğrulandığı açıklanmıştır. Davalılar tarafından temyiz edilmeyip başvurucunun kardeşi tarafından temyiz edilen karar 30/5/2019 tarihinde onanmıştır. Davalı İçişleri Bakanlığı tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş olup dosya derdesttir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16522 | Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş akdi sona eren yabancı uyruklu öğretim görevlisine iş sonu tazminatı ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 12/3/2019 ve 19/6/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. 2019/21121 numaralı başvuru, incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Azerbaycan Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucular sırasıyla 1968 ve 1964 doğumlu olup Eskişehir'de ikamet etmektedir. Başvurucular Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarında (Üniversite) sırasıyla 1996 ve 1992 yıllarında yabancı uyruklu sözleşmeli öğretim elemanı olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucuların sözleşmesi 2016 yılı da dâhil olmak üzere her yıl yenilenmiş ve başvurucular 31/12/2016 tarihine kadar Üniversitede kesintisiz olarak çalışmıştır. Ancak hizmetlerine ihtiyaç bulunmadığı gerekçesiyle başvurucuların sözleşmesi 2017 yılının başında yenilenmemiştir. Başvurucular 6/1/2017 tarihinde Üniversiteye ayrı ayrı başvuruda bulunarak kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve yıllık izin alacaklarının ödenmesini talep etmiştir. Ancak Üniversite tarafından herhangi bir ödeme yapılmamıştır. Başvurucular işçilik alacaklarının ödenmesi için 17/1/2017 tarihinde sırasıyla Eskişehir İş Mahkemesi ve Eskişehir İş Mahkemesinde Üniversiteye karşı dava açmıştır. Anılan Mahkemeler 23/3/2017 ve 20/7/2017 tarihlerinde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle davaların görev yönünden reddine karar vermiştir. İş sonu tazminatı alacağının ödenmesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali ile iş sonu alacağının tazminine karar verilmesi istemiyle birinci başvurucu 17/5/2017 tarihinde Eskişehir İdare Mahkemesinde ( İdare Mahkemesi), ikinci başvurucu ise 13/9/2017 tarihinde Eskişehir İdare Mahkemesinde ( İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçelerinde başvurucular, sözleşmenin sebep gösterilmeksizin feshedilmesi nedeniyle iş sonu tazminatına hak kazandıklarını savunmuştur. Dilekçede ayrıca yirmi yıl boyunca kesintisiz bir biçimde çalıştıklarını ve iş sonu tazminatının ödenmemesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucular, Danıştay Onbirinci Dairesinin 27/2/2003 tarihli ve E.2000/11381, K.2003/959 sayılı; 27/12/2010 tarihli ve E.2010/4718, K.2010/11636 sayılı kararları ile Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/2/2004 tarihli ve E.2003/10722, K.2004/1793 sayılı; 7/6/2005 tarihli ve E.2004/24583, K.2005/20488 sayılı kararlarından alıntı yaparak yabancı uyruklu öğretim görevlilerinin kıdem/iş sonu tazminatına müstahak olduklarını ileri sürmüştür. Üniversite tarafından sunulan cevap dilekçelerinde 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun ile Bakanlar Kurulunun yabancı uyrukluların üniversitelerde çalışma esaslarını belirleyen ve 31/10/1983 tarihli ve 18207 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 14/10/1983 tarihli ve 83/7148 sayılı kararında üniversitelerde çalıştırılan yabancı uyruklulara iş sonu tazminatı ödeneceğine dair bir hükmün bulunmadığı, bu sebeple başvurucuların iş sonu tazminatı talep edemeyeceği belirtilmiştir. İdare Mahkemesi iş sonu tazminatının hesaplanması için bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi tarafından düzenlenen 22/5/2018 havale tarihli raporda birinci başvurucunun hak kazandığı iş sonu tazminatı brüt 666,35 TL olarak hesaplanmıştır. İdare Mahkemesi 17/7/2018 tarihinde iş sonu tazminatı yönünden davayı kabul etmiş, bilirkişi tarafından hesaplanan tutardan damga vergisi düşüldükten sonra kalan 275,72 TL iş sonu tazminatının yasal faiziyle birlikte birinci başvurucuya ödenmesine hükmetmiş, yıllık izin alacağı yönünden ise davayı reddetmiştir. İdare Mahkemesi ise ara kararıyla ikinci başvurucuya iş sonu tazminatı ödenmesi hâlinde bunun miktarının ne kadar olacağını idareye sorarak idarenin cevabını aldıktan sonra 21/6/2018 tarihinde davayı kabul etmiş, iş sonu tazminatı için 667 TL, yıllık izin alacağı için 938 TL olmak üzere toplam 605 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ikinci başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Kararların gerekçesinde, 2547 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca istihdam edilen sözleşmeli yabancı uyruklu öğretim görevlilerinin çalıştırılma esaslarını belirleyen 83/7148 sayılı Bakanlar Kurulu kararında, sözleşmeli yabancı uyruklu öğretim görevlilerine ikramiye ve ihbar/kıdem/iş sonu tazminatı niteliğinde bir ödeme yapılıp yapılmayacağına ilişkin bir düzenleme getirilmediği ve bunun eksik düzenleme mahiyetinde olduğu belirtilmiştir. Kararlarda, sözleşmeli personel arasında kıdem tazminatı niteliğindeki iş sonu tazminatı yönünden farklılıkların giderilmesi ve kamuda çalışan diğer personelle sözleşmeli çalışanlar arasındaki eşitsizliğin kaldırılması bakımından 83/7148 sayılı Bakanlar Kurulu kararında bu konuda bir düzenleme yapılmamış olmasının eşitlik ilkesine aykırı sonuç doğurduğu, bu nedenle başvuruculara iş sonu tazminatının ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kararda ayrıca Danıştay Onbirinci Dairesinin 27/12/2010 tarihli ve E.2010/4718, K.2010/11636 sayılı kararının da bu yönde olduğu vurgulanmıştır. Üniversitenin istinaf başvurularını inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 8/11/2018 ve 21/3/2019 tarihlerinde istinaf istemlerini kabul ederek İdare Mahkemeleri kararlarının başvurucular lehine olan hüküm fıkralarını kaldırmıştır. Kararların gerekçesinde, 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu'nda 2547 sayılı Kanun uyarınca sözleşmeli olarak çalıştırılacak yabancı uyruklu öğretim görevlilerine ödenecek olan ücretin Bakanlar Kurulunca belirlenecek esaslar dâhilinde Yükseköğretim Kurulunca tespit edileceğinin hükme bağlandığı vurgulanmıştır. Yabancı uyruklu öğretim görevlilerine ödenecek ücreti belirleyen 83/7148 sayılı Bakanlar Kurulu kararında kıdem tazminatı ödenebileceği yönünde bir düzenlemenin yer almadığı belirtilmiştir. Nihai kararlar 14/2/2019 ve 24/5/2019 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 2914 sayılı Kanun'un "Yabancı öğretim elemanlarına ödenecek ücretler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 34 üncü maddesine göre sözleşmeli olarak çalıştırılacak yabancı uyruklu öğretim elemanlarına ödenecek ücret, Cumhurbaşkanınca belirlenecek esaslar dahilinde Yükseköğretim Kurulunca tespit edilir." 2547 sayılı Kanun'un "Yabancı uyruklu öğretim elemanları" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir:"Yükseköğretim kurumlarında, sözleşme ile görevlendirilecek yabancı uyruklu öğretim elemanları, ilgili fakülte, enstitü veya yüksekokul yönetim kurulunun önerisi ve üniversite yönetim kurulunun uygun görüşü üzerine rektör tarafından atanırlar. Bunlar, öğretim görevleri bakımından, bu kanunda aylıklı öğretim elemanları için konulmuş olan hükümlere tabidirler.Yabancı uyruklu öğretim elemanlarının bu şekilde atanmaları veya görevlendirilmeleri, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun Cumhurbaşkanı kararını gerektiren hükümlerine tabi olmadan, Yükseköğretim Kurulunca verilecek ön izni müteakip Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından alınacak çalışma izni neticesinde ilgili üniversitesi ile sözleşmesi yapılır." Bakanlar Kurulunun 6/6/1978 tarihli ve 7/15754 sayılı kararıyla kabul edilen ve 28/6/1978 tarihli ve 16330 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların ilgili kısmı şöyledir:"Madde 1- (Değişik:22/11/2010-2010/1169) Bu Esaslar, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B) fıkrası hükmü uyarınca kamu idare, kurum ve kuruluşlarında mali yılla sınırlı olarak sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri hakkında uygulanır....Madde 7- (Değişik: 3/8/2005-2005/9245)Kamu kurum ve kuruluşlarının yurt dışı teşkilatlarında sözleşmeli olarak çalıştırılan yabancı uyruklu personel ile haftalık çalışma saati süresi 40 (kırk) saatin altında bulunan personel (Milli Eğitim Bakanlığında norm kadro sonucu ortaya çıkan öğretmen ihtiyacının kadrolu öğretmen istihdamıyla kapatılamaması hallerinde sözleşme ile çalıştırılacak öğretmenlerde 40 saat şartı aranmaz)(1) hariç olmak üzere, kurumunda(2)(3) fiilen, askerlik ve doğum dışında kesintisiz en az 2 hizmet yılını tamamlayanlardan;a) (Değişik:22/11/2010-2010/1169) 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gereğince sürekli tam iş göremezlik geliri, malûllük veya yaşlılık aylığı bağlanması veya toptan ödeme yapılması,b) Hizmetlerine gerek kalmadığı için sözleşmesinin feshedilmesi veya yenilenmemesi,c) İlgilinin ek 6 ncı maddenin ikinci fıkrası uyarınca sözleşmeyi feshetmesi,ç) İlgilinin işe alınma açısından gerekli olan niteliklerden herhangi birini sonradan kaybetmesi,d) İlgilinin ölümü,hallerinden birinin vuku bulmasından dolayı hizmet sözleşmesi sona erenlere, görev yapmakta olduğu pozisyon unvanı itibariyle, Devlet Memurları Kanununa göre girebilecekleri hizmet sınıfındaki aynı veya benzeri kadro unvanı esas alınarak hizmet yılı ve öğrenim durumu aynı olan emsali personele 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre bir hizmet yılı için ödenecek azami emeklilik ikramiyesi tutarını geçmemek üzere, kurumunda(2)(3) çalışılan her tam hizmet yılı için ayrılış tarihindeki hizmet sözleşmesinde yazılı aylık brüt ücret tutarında iş sonu tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de, tam yıl için hesaplanan miktardan o süreye isabet eden tutar kadar ödeme yapılır.Bu tazminatın ödenmesinde; daha önce iş sonu tazminatı, ikramiye ve kıdem tazminatı ile benzeri ödemelerde değerlendirilmiş süreler dikkate alınmaz. İş sonu tazminatı ödemesinde dikkate alınmış süreler kıdem tazminatı ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uyarınca ödenecek ikramiye hesabında değerlendirilmez. Ölüm halinde, yukarıdaki fıkra uyarınca hesaplanacak tutar, ölenin kanuni mirasçılarına ödenir.Kamu kurum ve kuruluşlarının yurt dışı teşkilatlarında sözleşmeli olarak çalıştırılan yabancı uyruklu personelden; hizmetlerine gerek kalmaması veya yaş haddi nedenleriyle sözleşmesi fesh edilen veya yenilenmeyenler, yerel sosyal güvenlik mevzuatına göre emeklilik, malûllük veya ölüm nedeniyle ayrılanların iş sonu tazminatı konusunda, yerel mevzuata uyulmasının zorunlu olmadığı durumlarda, Dışişleri ve Maliye Bakanlıklarının uygun görüşleri alınmak koşulu ile sözleşmelere hüküm konulabilir. Ancak bu yolla ödenecek iş sonu tazminatı tutarı aralıksız olarak çalışılan her tam yıl için son aylık sözleşme ücretinin %50'sini geçemez. Bir yıldan artan süreler için de, tam yıl için hesaplanan miktardan o süreye isabet eden tutar kadar ödeme yapılır.Bu statüde çalışanların sözleşme koşullarına uymaması nedeniyle kurum tarafından, sözleşme esasları dışında herhangi bir nedenle çalışanlar tarafından, sözleşmesinin feshedilmesi veya yenilenmemesi hallerinde, iş sonu tazminatı ödenmez.İş sonu tazminatı ödemelerinde emsal belirleme hususları ile uygulamada ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye Maliye Bakanlığı yetkilidir." Bakanlar Kurulunun 14/10/1983 tarihli ve 83/7148 sayılı kararında sözleşmeli yabancı uyruklu öğretim elemanlarına ödenecek sözleşme ücretleri düzenlenmiştir. Söz konusu kararda sözleşmeli yabancı uyruklu öğretim elemanlarına kıdem/iş sonu tazminatı ödeneceğine dair bir düzenleme yer almamaktadır. Yargı Kararları Danıştay Onbirinci Dairesinin 27/12/2010 tarihli ve E.2010/4718, K.2010/11636 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, Mersin Üniversitesi bünyesindeki Devlet Konservatuvarında 1996 - 2005 tarihleri arasında müzik teorisi-armoni ve kompozisyon öğretim görevlisi olarak istihdam edilen davacı tarafından, hizmet sözleşmesinin tazminatsız, bildirimsiz feshedildiğinden bahisle ikramiye ile ihbar-kıdem-iş sonu tazminatı karşılığı olan 483,00-TL'nin yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.Mersin İdare Mahkemesince; 2914 sayılı Yüksek Öğretim Personel Kanunu'nda 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu uyarınca sözleşmeli olarak çalıştırılacak yabancı uyruklu öğrenim elemanlarına ödenecek olan ve bir iş ya da menfaate karşılık ödenen bedel anlamına gelen 'ücretin' Bakanlar Kurulunca belirlenecek esaslar dahilinde Yüksek Öğretim Kurulunca tespit edileceğinin öngörüldüğü, anılan esasları belirleyen 1983/7148 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında, yüksek öğretim kurumlarında çalıştırılacak yabancı uyruklu öğretim elemanlarından sosyal güvenlik yönünden 506 sayılı Yasa uyarınca hastalık primi kesileceği ve hastalandıklarında kendilerine Türk uyruklu ve 506 sayılı Kanuna tabi olanlar eşiti işlem yapılacağı hususuna yer verildiği, söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı ile bu kapsamda Yüksek Öğretim Kurulunun olumlu görüşü ve Maliye Bakanlığının onayı ile yenilenen ve en son 2005 - 2005 dönemine ilişkin olarak idare ile davacı arasında akdedilen tip sözleşmede aylık sözleşme ücreti ile parasal haklar dışında ikramiye, ihbar-kıdem-iş sonu tazminatı ödenebileceği yönünde bir düzenlemenin yer almadığı, Mahkemenin ara kararına idarece verilen yanıtta, davacının öğretim görevlisi olarak görev yaptığı 1996 - 2003 tarihleri arasında kendisinden hastalık primi kesildiği, bunun dışında bir kesinti yapılmadığının belirtildiği, bu durumda iş mevzuatı hükümlerine tabi olmayan davacının hizmet akdinin yenilenmemesi nedeniyle ikramiye, ihbar-kıdem-iş sonu tazminatı alamayacağı sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir....2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun maddesi uyarınca istihdam edilen yabancı uyruklu öğretim elemanlarının çalıştırılma esaslarını belirleyen 1983 gün ve 83/7148 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının maddesinde, bu Kararın amacının, bu Karar kapsamına giren sözleşmeli yabancı uyruklu öğretim elemanlarının sözleşme esaslarını, ödenebilecek sözleşme ücretlerinin üst sınırlarını ve benzeri diğer hususları düzenlemek olduğu belirtildiği halde, sözleşmeli yabancı uyruklu öğretim elemanlarına ihbar-kıdem-işsonu tazminatı ve ikramiyenin ödenip ödenmeyeceği hususunda bir düzenlemeye yer verilmemiştir.Dava dosyasının incelenmesinden; Azeri uyruklu olan davacının Mersin Üniversitesi bünyesindeki Devlet Konservatuarında 1996 - 2005 tarihleri arasında müzik teorisi-armoni ve kompozisyon öğretim görevlisi olarak birer yıllık idari sözleşmelerle öğretim elemanı olarak görev yaptığı, yeni dönemde hizmetine ihtiyaç bulunmaması nedeniyle davacı ile yeniden sözleşme yapılmadığı, davacının, sözleşmenin bildirimsiz ve tazminatsız feshedildiğinden bahisle 2006 tarihli dilekçe ile ihbar ve kıdem tazminatı karşılığı olarak toplam 483,00 TL'nin ödenmesi istemiyle Mersin İş Mahkemesinde dava açtığı, anılan Mahkemece davanın görev yönünden reddi üzerine bakılan davanın açıldığı, davacının öğretim görevlisi olarak görev yaptığı 1996 - 2003 tarihleri arasında kendisinden hastalık primi kesildiği, bunun dışında bir kesinti yapılmadığı anlaşılmaktadır.2547 sayılı Yasanın maddesinde düzenlenen sözleşmeli yabancı uyruklu öğretim elemanı statüsü, belirli bir iş için uzmanlaşmış bir elemanı yüksek ücretle çalıştırarak işin en verimli şekilde yürütülmesini sağlamak ve iş bittikten sonra çalışan kişinin ilişiğini keserek Devlet bütçesine gereksiz yere yük olmasını önlemek için düzenlenmiştir. Ancak uygulamada sözleşmeli personel statüsünün bu amaçla kullanılmadığı da bilinen bir gerçektir. Zira Devletin yürütmekle görevli olduğu asli ve sürekli kamu hizmetlerinin tümünde sözleşmeli personel istihdam edilmekte, emekli olana kadar bu statüde çalıştırılmakta ve bir kısmı Sosyal Sigortalar Kurumu ile bir kısmı Emekli Sandığı ile ilgilendirilmekte, hizmet sürelerini tamamladıktan sonra emekliye ayrılmalarında ise Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgilendirilenlere herhangi bir toptan ödeme yapılmamaktadır. Halbuki bu kişiler memur statüsünde çalıştırılmış olsalardı bunlara emekliye ayrıldıklarında bir toptan ödeme yapılacağı kuşkusuzdur.Bunun yanında kamu veya özel sektörde çalışan işçiler, memurlar, kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kamu kurumlarında kapsam dışı personel statüsünde çalışanların tümü işten ayrıldıklarında kesenek ve prim karşılığı olmaksızın yalnızca çalışılan süreye bağlı olarak bir toptan ödeme almaktadırlar.Yargının işlevi hukuk düzeninin korunması amacıyla hukukun ne olduğunu belirleyip gösterirken toplum içinde barışın sağlanmasına katkıda bulunmak olduğundan, uyuşmazlığın çözümü esnasında yukarıda belirlenen saptamaların göz önüne alınması zorunlu gerekmektedir.2547 sayılı Yasanın maddesi uyarınca istihdam edilen sözleşmeli yabancı uyruklu öğretim elemanlarının çalıştırılma esaslarını belirleyen 83/7148 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında, sözleşmeli yabancı uyruklu öğretim elemanlarına ikramiye ve ihbar-kıdem-iş sonu tazminatı niteliğinde bir ödeme yapılıp yapılmayacağına ilişkin bir düzenleme getirilmediği ve uyuşmazlığın da bu eksik düzenleme nedeniyle ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.Çalışanların Anayasa ile güvence altına alınan sosyal güvenlik hakkının, bu konudaki diğer hukuksal düzenlemelerde de yer alması gerekmektedir. Dolayısıyla, diğer çalışanlara olduğu gibi, sözleşmeli yabancı uyruklu personele de ihbar-kıdem-işsonu tazminatı veya ikramiye ödenmesine ilişkin usul ve esaslara konuyu düzenleyen Bakanlar Kurulu Kararında yer verilmesi gerektiği açıktır.Bu itibarla; gerek sözleşmeli personel arasında kıdem tazminatı niteliğindeki iş sonu ödencesi ve ikramiye yönünden oluşan farklılığın giderilmesi, gerekse kamuda çalışan diğer personelle sözleşmeli çalışanlar arasındaki eşitsizliğin kaldırılması bakımından, 83/7148 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında bu konuda bir düzenleme yapılmamış olmasında, eşitlik ilkesine aykırılık olduğu gibi, Bakanlar Kurulu Kararında ve mevzuatta bu yönde bir düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle davacının ihbar-kıdem veya işsonu tazminatı isteminin reddi nedeniyle uğradığı zararın ödenmesi istemiyle açtığı davayı reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuka ilişkin olarak bkz. Nuriye Arpa, B. No: 2018/18505, 16/6/2021, §§ 25- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8334 | Başvuru, iş akdi sona eren yabancı uyruklu öğretim görevlisine iş sonu tazminatı ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. 13/11/2019 tarihinde Komisyon tarafından başvurunun özel hayata saygı hakkı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, kötü muamele yasağının kasıtlı uygulamalar ve gözaltında tutma koşullarına yönelik şikâyete ilişkin kısmının kabul edilemez olduğuna, kötü muamele yasağının ceza infaz kurumunda tutma koşullarıyla ilgili kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden tespit edilen şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olduğu gerekçesiyle 19/7/2016 tarihinde tutuklanmış ve Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucu, diğer bazı mahpusların da kaldığı odada (çoklu oda/koğuş) tutulmakta iken 9/9/2016 tarihinde tek kişilik odaya alınmış olup inceleme tarihi itibarıyla burada tutulmaktadır. Başvurucu, tek kişilik odaya alınmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek Silivri İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) bu uygulamayı şikâyet etmiştir. İnfaz Hâkimliği 24/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. İnfaz Hâkimliği gerekçesinde, tutukluların infaz kurumunun yüksek güvenlikli bölümünde tek veya üç kişilik odalarda barındırılabileceği gerekçesiyle tutuklu hakkında yapılan uygulamanın ceza infaz kurumu kurallarına ve mevzuata uygun olduğunu açıklamıştır. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz 17/1/2017 tarihinde Silivri Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 30/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun tek kişilik odada tutulduğu sürece ilişkin ayrıntılı bilgi talep edilmesi üzerine İnfaz Kurumu tarafından 15/10/2019 ve 28/1/2020 tarihlerinde gönderilen yazılı cevaba göre;i. Kurumda tek kişilik odalar 12,5 metrekare büyüklüğündedir. Odalarda havalandırma penceresi, duş ve tuvalet bulunmakta; mutfak bölümü bulunmamaktadır.ii. Başvurucu, Kurumda bulunduğu süreler içinde avukatı ve yakınları ile çok sayıda açık ve kapalı görüş gerçekleştirmiştir.iii. Kurumda bulunduğu süreler içinde başvurucunun süreli ve süresiz yayınlardan faydalanma hakkını kullanabildiği anlaşılmıştır.iv. Başvurucu, Kurumda bulunan diğer tutuklu/hükümlülerle birlikte havalandırma hakkından gün boyu her gün yararlanmıştır. v. Başvurucu, talebi üzerine psikolojik değerlendirmeye tabi tutulmuş; çeşitli hastalıklarından dolayı muayene edilmiş ve gerekli ilaç tedavilerine başlanmıştır. vi. Başvurucunun tek kişilik odada kalmasının ruhsal yönden sakıncası olup olmadığına ilişkin sağlık raporu bulunmamaktadır. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiayla ilgili hukuk için bkz. Raşit Konya, B. No: 2017/26780, 28/6/2018, §§ 15-30; Timur Demir, B. No: 2018/33190, 9/5/2019, §§ 14- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/71478 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, özlük haklarına ilişkin olarak açılan davanın reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ücretli öğretmen olan başvurucunun ders ücretlerine dair 19/2/2010 tarihinde açtığı dava aleyhine olarak 19/4/2018 tarihinde kesin hükme bağlanmıştır. Ret gerekçesinde ücretli öğretmenlerin ancak öğretmen sayısının yetersiz olması durumunda ek ders ücreti karşılığında ders okutmakla görevlendirildiği, ek ders okutmanın ücretli öğretmenlerin asli görevi olduğu ve ilgili mevzuat uyarınca ek ders ücretlerinin ancak kadrolu öğretmen veya yönetici olarak çalışmakla birlikte normal öğretim programı dışında görev yapan öğretmenlere ödenebileceği dikkate alındığında başvurucuya ek ders ücretinin %25 fazlasıyla ödenmesinin hukuki dayanağının bulunmadığı ifade edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24182 | Başvuru, özlük haklarına ilişkin olarak açılan davanın reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, İstanbul Büyükşehir Belediyesine ait bir şirket olan İstanbul Spor Etkinlikleri ve İşletmeciliği A.Ş. (İşveren) bünyesinde şoför olarak çalışmaktadır. İşveren, İnsan Kaynakları Müdürlüğünün 14/10/2016 tarihli "Fesih Bildirimi" başlıklı yazısıyla başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Fesih bildirimi ''2/2/2011 tarihinden itibaren şirketimizde çalışmakta olup şoför kadrosunda görev yapmaktasınız. 15 Temmuz 2016 tarihinde devletimizin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü, milli güvenliğini ve kamu düzenini tehdit eden hain darbe teşebbüsünü gerçekleştiren, ülke koruması için kendisine emanet edilen mühimmat ile sivil halkı dahi hedef alan, çok sayıda vatandaşımızı ve kamu görevlilerini şehit/gazi eden silahlı terör örgütü FETÖ/PDY ile iltisaklı ve irtibatlı olduğunuz kuvvetli şüphesi ile ihtiyaten iş sözleşmeniz İş Kanunu'nun md. 25/II-(e) bendi uyarınca 14/10/2016 tarihinde derhal ve haklı nedenle feshedilerek sona erdirilmiştir.'' şeklindedir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle İstanbul İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 31/1/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; İşverence, başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile irtibat ve iltisaklı olduğu kanaatine varıldığı ve iş sözleşmesinin feshedildiği belirtilmiştir. Kararda ayrıca; işveren açısından işçiden kaynaklı nedenlerle güven ilişkisinin sarsılmasına yol açıldığı ve artık iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğun ortadan kalktığı, bu durumun işveren yönünden katlanılması beklenemeyecek nitelikte olduğu anlaşıldığından fesih işleminin haklı ve geçerli nedenlerle gerçekleştiği vurgulanmıştır. Başvurucu; söz konusu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 20/11/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun Bank Asya hesabına 2014 yılının Şubat ayında 000 TL tutarında geliri ile orantılı olmayacak şekilde para yatırdığı, bu paranın kaynağının taşınmaz satışından kaynaklandığı ileri sürülse de bu durumun somut olarak kanıtlanamadığı belirtilmiştir. Kararda son olarak feshin geçerli nedene dayandığı ve banka hesap hareketlerine ilişkin kayıtların getirilmesine gerek bulunmadığı, ilk derece mahkemesi kararının hukuka uygun bulunduğu ifade edilmiştir. Başvurucu söz konusu karara karşı temyiz yoluna başvurmuş olup Yargıtay Hukuk Dairesi 18/9/2019 tarihinde, Bölge Adliye Mahkemesi kararının usul ve kanuna uygun olduğundan bahisle onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 13/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 6/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36800 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular haksız tutuklu kaldıkları iddiasıyla15/4/1999 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmışlardır. Mahkemenin 4/3/2004 tarihli kararıyla başvurucuların tazminat isteminin kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar bozulmuş, bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 18/9/2006 tarihli kararıyla dava kısmen kabul edilmiştir. Temyiz üzerine karar bozulmuş, bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 24/2/2010 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Anılan hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 28/11/2012 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmıştır. Kararın kesinleştirme işlemi 18/1/2013 tarihinde yapılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/514 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Dağıtım tarifeleri içinde yer alan, teknik olan ve teknik olmayan kayıp maliyeti şeklinde ifade edilen kayıp-kaçak elektrik, dağıtım sistemine giren toplam enerji ile tüketicilere fatura edilen enerji arasındaki farkı oluşturan elektrik enerjisidir. Bu kayıp, elektriğin dağıtımı sırasındaki teknik sorunlardan meydana gelebileceği gibi elektriğin mevzuata aykırı kullanılmasından da kaynaklanabilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179, 28/12/2017). Dağıtım faaliyetinin yürütülmesi sırasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bu kayıp-kaçak elektrik maliyetinin tüketicilere yansıtılmasından oluşan bedel de kayıp-kaçak bedeli olarak adlandırılmaktadır. Yargıtay, kayıp-kaçak bedeli ile bu bedel üzerinden tahsil edilen bedellerin kurallara uygun davranan abonelerden tahsilinin hukuk devleti ile bağdaşmayacağını kabul etmekte iken Danıştay, söz konusu bedelin tahsilinin dayanağı olan idari işlemin iptaline dair açılan davaları anılan bedelin elektrik piyasası faaliyetlerinin düzgün yürütülmesi, kaliteli ve sürekli bir elektrik hizmeti sağlanmasının teminini amaçladığı gerekçesiyle reddetmektedir. Başvurucunun elektrik aboneliği sonucunda kullandığı elektriğe ilişkin olarak düzenlenen faturalara, normal kullanımının dışında elektrik enerjisinin nakli sırasında meydana gelen veya başka kişilerin kaçak kullanımından kaynaklanan kayıplara ilişkin bedel yansıtılmıştır. Başvurucu 17/3/2015 tarihinde Samsun Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) kendisinden tahsil edilen kayıp-kaçak bedeli, dağıtım bedeli, personel satış hizmet bedeli, personel sayaç okuma bedeli, iletişim sistemleri bedeli, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) fonu kesintisi nedeniyle tazminat davası açmıştır. Mahkeme 15/3/2018 tarihli kararıyla başvurucunun davanın açıldığı tarihteki içtihatlara göre davayı açmakta haklı olduğunu fakat dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 4/6/2016 tarihli ve 6719 sayılı Kanun ile 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'na eklenen geçici maddenin aynı Kanun'un maddesine yaptığı gönderme uyarınca Türkiye Cumhuriyeti Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından onaylanan tarifelerin uygulanmasının zorunlu olduğu ve mahkemelerin denetim yetkisinin bedelin Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğu ile sınırlı olduğu gerekçesiyle davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. İstinaf başvurusu Samsun Bölge Adliye Mahkemesinin 5/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 13/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 13/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Aksaray Tır Nakliyat San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 1/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23788 | Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, zorunlu askerlik döneminde sağlık problemlerinin vaktinde tespit edilememesi üzerine engelli hâle gelindiği için açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının; yüksek miktarda vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmesi ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlık koşullarını taşamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın duruşma yapılmaksızın incelenmesi nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurucunun 2015/5224 ve 2015/15792 numaralı başvurularının hukuki irtibat nedeniyle 2014/2917 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/2917 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucunun Askere Alınması ve Rahatsızlığı 1992 yılı doğumlu olan başvurucu, Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinin 21/12/2004 tarihli raporuna göre epilepsi hastasıdır. Bu nedenle sürekli olarak ilaç kullanmaktadır. Başvurucu 2012 Ağustos er celp döneminde son yoklama için Siverek Askerlik Şubesine başvurmuştur. Askerlik Şubesi son yoklama muayenesi için başvurucuyu Siverek Sağlık Ocağına sevk etmiştir. Sağlık Ocağında görevli doktor tarafından verilen raporda başvurucunun askerliğe elverişli olduğu belirtilmiştir. Anılan rapor sonrası askerlik için sağlam olduğu değerlendirilen başvurucu 22/8/2012 tarihinde Manisa Kırkağaç'ta bulunan 6'ncı Jandarma Komando Alay Komutanlığına acemi eğitimi almak üzere sevk edilmiştir. 23/8/2012 tarihinde birliğine katılan başvurucu, giriş muayenesi olmuş ve epilepsi tanısıyla nöroloji polikliniğine sevki uygun görülmüştür. 2/9/2012 tarihinde sabah saatlerinde başvurucu epilepsi krizi geçirmiştir. Nöbetçi astsubayı ve görevli erler tarafından tutulan 2/9/2012 tarihli tutanağa göre başvurucu koğuşunun bulunduğu binada merdivenden çıkarken kendiliğinden yere düşmüş ve bilincini kaybetmiştir. Anılan tutanakta başvurucunun düşme esnasında kafasını ve vücudunun sağ tarafını yere çarpmış olabileceği düşünülerek olay yerine ambulans çağrıldığı belirtilmiştir. Başvurucu ambulansla önce alay revirine götürülmüştür. Bu esnada bilinci açılan başvurucuya nasıl olduğu sorulduğunda başvurucu epilepsi rahatsızlığı olduğunu belirtmiş; ayrıca ilaçlarının olmadığını ve bu durumu kimseye bildirmediğini ifade etmiştir. Revirde yapılan ilk müdahaleden sonra başvurucu, Kırkağaç Devlet Hastanesine götürülmüştür. Daha sonra Soma Devlet Hastanesine sevk edilen başvurucunun Nöroloji Yoğun Bakım Ünitesinde uyutularak tedavisine devam edilmiştir. Başvurucu 4/9/2012 tarihine kadar Soma Devlet Hastanesi Nöroloji Yoğun Bakım Ünitesinde kalmıştır. Tüm müdahalelere rağmen ateşi düşürülemeyen başvurucu bilinci kapalı şekilde ambulansla İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine gönderilmiştir. Başvurucu 4/9/2012-12/9/2012 tarihleri arasında Yoğun Bakım Ünitesinde kalmıştır. 12/9/2012 tarihinden itibaren Nöroloji Yoğun Bakım Ünitesinden çıkarılan başvurucunun tedavisine Serviste devam edilmiştir. 21/9/2012 tarihinde nefes darlığı ve damar tıkanıklığı nedeniyle başvurucu boğazından ve kolundan ameliyata alınmıştır. 22/9/2012 tarihinde Nöroloji Servisinden çıkarılan başvurucu, Kulak Burun Boğaz (KBB) Polikliniğine alınmıştır. 16/10/2012 tarihinde başvurucu nefes borusundaki darlık sebebiyle tekrar ameliyat olmuştur. Daha sonra 14/12/2012, 18/12/2012 ve 16/5/2013 tarihlerinde boğazından yeniden ameliyat olmuştur. Bu süreçte birçok kez kendisine rapor verilen başvurucu fiilen askerlik hizmetinde bulunmamıştır. Gülhane Askerî Tıp Akademisi Hastanesinin 1/7/2013 tarihli ve 7925 sayılı raporu ile başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı tespit edilmiştir.B. Ceza Soruşturması Süreci Başvurucu 25/2/2013 tarihinde zorunlu askerlik hizmetine alınmasında ve daha sonrasında rahatsızlığı ile ilgili ihmalleri olanlar hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuş, ayrıca başından ve kulağından yaralanmasından sorumlu olan kişilerin de cezalandırılmasını istemiştir. Anılan şikâyet üzerine başvurucunun 6/6/2013 tarihinde Siverek Cumhuriyet Başsavcılığında beyanı alınmıştır. Başvurucu rahatsızlığına ilişkin olarak askere alınması sürecinde rahatsızlığını belirtmesine rağmen askerî yetkililerin duyarsız davrandığını ileri sürmüştür. Beyanında kendisine yönelik fiziki saldırı olduğundan bahsetmemiş, bununla birlikte ilaçlarının kendisine verilmediğini belirtmiştir. Başvurucunun şikâyetinde belirttiği, askere alınma sürecindeki Siverek Sağlık Ocağındaki doktor ile Siverek Askerlik Şubesinde görevli asker ve sivil memurlar hakkında soruşturma yapmak için görevli ve yetkili yargı yerleri farklı olduğundan dosya tefrik edilmiştir. Bu kapsamda doktor hakkında Siverek Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma yürütürken Askerlik Şubesindeki görevliler hakkında 7'nci Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı soruşturma yürütmüştür. Askerî Savcılık başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak yaptığı soruşturmada başvurucunun beyanını almıştır. Başvurucu beyanında özetle okur yazar olmadığı için neden verildiğini bilmediği bir formu sağlık ocağına götürdüğünü, doktorun herhangi bir şey sormadan formu imzaladığını, burada doktora rahatsızlığına ilişkin herhangi bir bilgi vermediğini ve askerliğe elverişli olduğuna dair rapora da itiraz etmediğini ifade etmiştir. Başvurucu anılan raporu aldıktan yaklaşık on gün sonra rahatsızlığına ilişkin olarak Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinin raporunu vermediğini hatırlayarak Askerlik Şubesine raporu verdiğini ileri sürmüştür. Askerî Savcılık şikâyete ilişkin olarak alınan bilirkişi raporunu ve bu kapsamda başvurucunun rahatsızlığına ilişkin bilgileri yetkililere iletmediğini gözeterek Askerlik Şubesinde görevli personelin herhangi bir ihmal ve kusuru olmadığı kanaati ile 12/11/2013 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Anılan karara yapılan itiraz 2'nci Hava Kuvveti Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 31/1/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Siverek Sağlık Ocağında görevli doktor hakkında Siverek Cumhuriyet Başsavcılığı, isnat edilen suçun 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında kaldığı gerekçesiyle Siverek Kaymakamlığından soruşturma izni istemiştir. Siverek Kaymakamlığı İl İdare Kurulunun 23/9/2014 tarihli kararında doktor hakkında soruşturma izni verilmemesi sonucuna ulaşılmıştır. Kurul, kararında başvurucunun muayene olmadan önce kendisinin herhangi bir rahatsızlığının, sürekli kullandığı ilacının ve kronik rahatsızlığının olup olmadığı sorularına olumsuz cevap verdiğini vurgulamıştır. Kararda ayrıca başvurucunun "Askerliğe elverişlidir" kararına itiraz etmediği hatırlatılmıştır. Kurulun anılan kararına yapılan itiraz Gaziantep Bölge İdare Mahkemesinin 16/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu 16/7/2013 tarihli dilekçesi ile rahatsızlığına rağmen askere alınması ve askerî yetkililerinin ihmali nedeniyle bir dizi ameliyat geçirmek zorunda kalmasından dolayı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) maddi ve manevi tazminat istemiyle dava açmıştır. Davalı Millî Savunma Bakanlığı, savunmasında somut olayda başvurucunun da kusurunun bulunduğunu, başvurucunun epilepsi rahatsızlığına yönelik olarak askere alım sürecinde herhangi bir belge veya rapor vermediğini, sözlü beyanında rahatsızlığından bahsettiğinden acil sevk kapsamında değerlendirilmeyerek rutin kontrol sevk kapsamında hastaneye sevk edildiğini belirtmiştir. Ayrıca başvurucunun kriz geçirerek merdivenden düştüğü gün tutulan tutanakta başvurucunun kendisine sorulan sorulara cevap verdiği, ilaçları ile ilgili olarak kimseye bilgi vermediğini beyan ettiği ifade edilmiştir. AYİM Başsavcılığının sunduğu düşüncede öncelikle askere alım sürecinde başvurucunun askerliğe elverişli olduğu kararına karşı herhangi bir itirazda bulunmadığı gözetilerek idarenin hizmet kusurundan bahsedilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Öte yandan başvurucunun eğitim birliğine katılışından sonra yapılan ilk muayenesinde epilepsi rahatsızlığı nedeniyle Nöroloji Polikliniğine sevk edilmesini müteakip beş gün süre ile sevkin sağlanmadığı hatırlatılarak başvurucunun epilepsi gibi ciddi ve önemli rahatsızlığının katılış muayenesi ile belirlenmiş olmasına rağmen yetkili sağlık kuruluşlarına sevk edilmemesinin hizmet kusuru olduğu ve zararının tazmini gerektiği ileri sürülmüştür. AYİM İkinci Dairesi 17/9/2014 tarihli kararıyla başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine ve maddi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. AYİM davalı idare lehine 900 TL vekâlet ücretine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler ile davalı idare tarafından gönderilen savunma ekindeki belgelerden anlaşılacağı üzere, davacının, askere sevkinden önce 2011 tarihinde yapılan son yoklaması sırasında doldurduğu yükümlülere son yoklamada uygulanacak sağlık durumu hakkında bilgi formunda, 2004 yılında tanzim edilen %65 engelli olduğunu gösteren epilepsi rahatsızlığına ilişkin herhangi bir bildirimde bulunmayıp, askerliğe elverişli olduğu yönündeki sağlık raporunun kendisine tebliğini müteakip, aynı tarihte, 'rapora itiraz etmeyeceği' yönünde beyanda bulunmuş ise de, davacı vekilinin, davacının, askere sevki sırasında yetkili makamlara 'epilepsi' rahatsızlığını taşıdığı yönünde beyanda bulunmasına rağmen, bu beyanları dikkate alınmamak suretiyle askere sevk edildiği' yönündeki iddiası, davacının, askere sevkinden önce 2011 tarihinde sağlık durumu hakkında doldurduğu bilgi formundaki, Sağlık sorununuz var mı? sorusuna "evet", herhangi bir sağlık raporunuz var mı? sorusuna "evet", Devamlı kullandığınız bir ilaç var mı? sorusuna "hayır" Son üç yıldır hastanede yattınız mı? sorusuna "hayır" Sağlınızla ilgili bir endişeniz var mı sorusuna "hayır", Geçirdiğiniz hastalıkla ilgili belgeyi ekleyiniz bölümüne "hayır" işaretlemek suretiyle imzalı beyanda bulunması dikkate alındığında, yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri uyarınca davalı idarelerden Milli Savunma Bakanlığınca davacının askerliğe elverişli olup olmadığı konusunda diğer gerekli tetkik ve araştırmaların yapılmamasının hizmet kusuru teşkil ettiği, davacının askere katılır katılmaz yapılan katılış muayenesinde rahatsızlığının tespit edilmesi, hastaneye sevkine karar verilmesi, hastaneye sevkine karar verilmesiyle hastaneye sevki arasındaki sürenin kısalığı, araya 30 Ağustos Zafer Bayramının girmesi, rahatsızlığının nitelik ve mahiyeti dikkate alındığında arada geçen sürenin makul bir süre olup hizmet kusuru teşkil edip zarara neden olacak bir süre olmadığı, rahatsızlığı ile ilgili ilaç kullandığına ilişkin bir beyanı bulunmayan davacıya birlik komutanlığınca rahatsızlığın tespit edildiği andan itibaren gerekli yardımların yapıldığı, hastanede yanına uzman erbaş statüsünde bir refakatçi verildiği, bu durumda askere alınmaması gerekirken alınan davacının zararlarının hizmet kusur ilkesi gereğince karşılanması gerektiği, bu açıklamalar ışığında maddi tazminat istemine ilişkin yapılan incelemede, davacının askere gelmeden önce ve terhis edildikten sonra çalıştığına ilişkin bir belge bulunmadığı, askere katılır katılmaz rahatsızlığının tespit edilerek gerekli işlemlerin yapılarak hava değişimine gönderildiği, fiilen askere alınması nedeniyle kazanç kaybına uğrayacak bir süre askerlik yapmadığı, daha sonra hava değişiminde iken sevk edildiği Hastanelerde yol gideri ve refakatçi gideri altında harcama yaptığına ilişkin bir belge ibraz edilmediği, gerek bu giderlerin gerekse dava dilekçesinde belirtilen diğer giderlerin dava konusu işlem ve eylemden kaynaklanmadığı, epilepsi hastası olduğuna ve ilaç kullandığına dair bildirimde bulunduğunu gösteren bir kayıt veya beyanına rastlanılmayan, 2012 tarihinde acemi eğitimi amacıyla birliğine sevk edilen, acemi birliği olan 6'ncı J.Komd.Eğt.A.K.lığına 2012 tarihinde katılışından bir gün sonra 2012 tarihinde Giriş Muayenesi yapılarak Epilepsi tanısıyla Nöroloji Polikliniğine sevki uygun görülerek sevk işlemi başlatılan, 2012 Günü Saat 07:15 uralarında epilepsi krizi geçirmesi üzerine acil sağlık sevki gerçekleştirilen, yukarıda sıralanan sağlık safahatının sonunda Gülhane Tıp Akademisi Hastanesinin 7925 sayılı raporu ile 23/B/12/B/2, "Askerliğe Elverişli Değildir " raporu verilerek terhis edildiği davacının askerlik hizmetinde geçen süresinin hemen hemen tamamına yakınının sağlık kuruluşlarında veya hava değişiminde geçtiği davacı askere alınmasa da aynı sağlık süreçlerinin yaşayacağı dikkate alındığında davalı idarenin hizmet kusuru neticesinde maddi bir zarara uğramadığı, Siverek As.Ş.Bşk.lığı personeli hakkında yapılan şikâyetlerin ve iddiaların da tüm ayrıntıları ile 7'nci Kor.K.lığı As.Svc.Iığınca incelendiği ve 2013 tarihinde KYOK verildiği bu nedenle davacının maddi tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Anayasanın 72 nci maddesi gereğince ödev olmasının yanında, aynı zamanda bir hak olan askerlik hizmetinin, Türk gelenek ve göreneklerine göre de her Türk erkeğinin yapması gereken onurlu bır görev olduğu, ancak bu hususun sağlık yönünden bir problemi olmayanlar için geçerli olduğu, sağlığı elvermediği halde askerlik yükümlülüğünü çok kısa bir süre de olsa yerine getirmek zorunda kalan davacıya, olay sebebiyle duyduğu acı ve ıstırabını kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla olayın meydana geliş şekli ve tarihi, paranın alım gücü ve işletilecek yasal faiz dikkate alınarak askere sevk tarihi olan 2012 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte uygun miktarda manevi tazminat verilmesi kabul edilmiştir." Başvurucunun AYİM İkinci Dairesinin kararına karşı karar düzeltme talebi aynı Dairenin 3/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu yukarıda belirtilen süreçlerin her birinin kesinleşmesinden sonra süresinde 5/3/2014, 30/5/2015 ve 29/9/2015 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu başvurular 2015/2917 numaralı başvuruda birleştirilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/7/1972 tarihli ve (mülga) 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” (Mülga) 1602 sayılı Kanun’un maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen ve 30/4/2013 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren cümle şöyledir:"Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir." (Mülga) 1602 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hâsıl eder. Bu kararlar aleyhine, ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına başvurulabilir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, altmış gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Mahkeme ilamlarının icaplarına göre eylem ve işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılabilir. Tam yargı davaları hakkındaki kararlar, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.” 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) “Davalardaki temsilin niteliği ve vekâlet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dâhil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekâlet ücreti takdir edilir.”B. Uluslararası HukukAvrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler, askerlik hizmetini yerine getiren kişilerin sağlıklarının ve iyilik hâllerinin korunması ile bu kişilere gerekli tıbbi bakımın sağlanmasını gerekli kılar. AİHM'e göre yetkili makamlar, askerlik hizmeti sırasında gerçekleşen her türlü yaralanma ve ölüm olayına ilişkin makul bir açıklama sunma yükümlülüğü altındadır (Metin Gültekin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 17081/06, 6/10/2015, §§ 32, 33; Beker/Türkiye, B. No: 27866/03, 24/3/2009, §§ 41-43). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2917 | Başvuru, zorunlu askerlik döneminde sağlık problemlerinin vaktinde tespit edilememesi üzerine engelli hâle gelindiği için açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının; yüksek miktarda vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmesi ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlık koşullarını taşamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın duruşma yapılmaksızın incelenmesi nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, bir gösteri yürüyüşüne katılmaları veya düşünce açıklamaları nedeniyle terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan mahkûm edilen başvurucuların ifade özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, çeşitli tarihlerde yapılmıştır. Komisyon, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvurucular, çeşitli tarihlerde düzenlenen toplantılara katılmalarının veya yaptıkları düşünce açıklamalarının ceza kanunlarında yer alan suçları oluşturduğu ve ayrıca söz konusu suçları terör örgütü adına işledikleri iddialarıyla farklı ceza davalarında yargılanmıştır. Başvurucular, anılan fiillerinin ceza kanunlarında karşılığı olan suçlardan cezalandırılmış ve söz konusu suçları terör örgütü adına işledikleri kabul edilerek 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (6) numaralı fıkrası uyarınca çeşitli miktarlarda cezalara mahkûm edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Hamit Yakut [GK], B. No: 2014/6548, 10/6/2021, §§ 26- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5126 | Başvurular, bir gösteri yürüyüşüne katılmaları veya düşünce açıklamaları nedeniyle terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan mahkûm edilen başvurucuların ifade özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş akdi feshedilen başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 26/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1991 doğumlu olan başvurucu 8/6/2015 tarihinden itibaren Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (işveren) (TUSAŞ) nezdinde tasarım uzman mühendisi olarak çalışmaya başlamış, 24/1/2017 tarihinde ise iş akdi feshedilmiştir. İşveren tarafından başvurucuya gönderilen fesih bildiriminde, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/II maddesinin (e) bendi kapsamında işveren ile işçi arasındaki güven temelinin çökmesi nedeniyle iş akdinin 24/1/2017 tarihi ile sona erdirildiği belirtilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle işveren aleyhine 7/2/2017 tarihinde dava açmıştır. Kahramankazan Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, fesih bildiriminde feshin açık ve kesin sebebinin bildirilmediğini, savunmasının dahi alınmadan işine son verildiğini ileri sürmüştür. 9/2/2017 tarihli görevsizlik kararı üzerine dosya Ankara Batı İş Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmiştir. Davalı işveren sunduğu cevap dilekçesinde öncelikle kurumun öneminden bahsetmiş; TUSAŞ'ın hisselerinin %54,49’una Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSKGV), %45,45’ine T. Millî Savunma Bakanlığı Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM), %0,06’sına Türk Hava Kurumunun (THK) sahip olduğunu, bu şekliyle TSKGV’nin bağlı ortaklık, SSM’nin ise iştiraki konumunda bulunduğunu, yürütülmekte olan kırkın üzerindeki projenin önem derecelerine göre "gizli" ve "hizmete özel" nitelikte olduğunu belirtmiştir. Söz konusu nitelikler dikkate alındığında 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü sebebiyle personel hakkında Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) çerçevesinde inceleme başlatıldığını ifade eden işveren, başvurucunun eşi H.B.nin T. Başbakanlık Personeli olduğu, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesi uyarınca görevine son verildiği bilgisine ulaşıldığını, başvurucunun iş akdinin de bu kapsamda ve haklı nedenle feshedildiğini ileri sürmüştür. Mahkeme; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık), Başbakanlık Personel Genel Müdürlüğüne (Başbakanlık), Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet), Bank Asya Genel Müdürlüğüne ve Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT) müzekkereler yazarak başvurucu ve eşi hakkındaki bilgi ve belgelerin göndermesini talep etmiştir. Bu kapsamda gelen cevabi yazılarda MİT, başvurucunun eşi bünyelerinde istihbarat uzman yardımcısı kadrosunda meslek memuru olarak görevli iken FETÖ/PDY kapsamında başlatılan incelemeler neticesinde başvurucunun eşinin 667 sayılı KHK kapsamında kamu görevinden çıkarıldığı bilgisini vermiştir. Başsavcılıktan gelen cevabi yazıda ise başvurucu ve eşi hakkında FETÖ/PDY suçundan herhangi bir soruşturma kaydına rastlanmadığı belirtilmiş, başvurucunun eşinin ByLock kullananlara ilişkin listede yer almadığı bilgisine yer verilmiştir. Son olarak Bank Asyadan gelen müzekkere cevabında başvurucunun Bank Asyada hesap kaydına rastlandığı ifade edilmiş, hesap hareketlerine ilişkin ilgili doküman Mahkemeye gönderilmiştir. Buna göre başvurucunun eşi H.B.ye ait, 2006 yılında açılmış TL ve döviz cinsinden hesap kaydı olduğu, döviz cinsinden açılan hesapların 2012 yılında kapatıldığı, diğerinin ise açık olduğu, başvurucunun 16/5/2013 tarihinde 405,33 tutarında TL hesabı ve 408,24 TL tutarında altın hesabı açtırdığı, 13/1/2014 tarihinde her iki hesabı kapattığı görülmüştür. Mahkeme 19/6/2018 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"15/07/2016 tarihinde FETÖ/PDY terör örgütünün silahlı darbe kalkışmasından dolayı ülkemizde 20/07/2016 tarihinde olağanüstü hal ilan edilmiş olup halen devam etmektedir.Davacının FETÖ/PYD bağlantısının tespiti için yazılan yazılara verilen cevaplardan hakkında cezai soruşturma olmayıp bylock kullanıcısı da olmadığı, Bankasyada hesabının bulunduğu, eşinin MİT personeli iken fetö pdy irtibatı veya uzantıları olduğu yönünde tespit ve değerlendirmeler sonucu işten çıkartıldığı anlaşılmıştır.Davalı işyerinin hisselerinin %54,49'unun Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfına (TSKGV), %45,45'inin T. Milli Savunma Bakanlığı Savunma Sanayi Müsteşarlığına (SSM) ve 0,06'sının Türk Hava Kurumu'na (THK) ait olduğu, bu hisse yapısı itibariyle işyerinin TSKGV'nın bağlı ortaklık ve SSM'nin ise iştiraki olduğu açıktır.Mahkememizce toplanan tüm deliller ve yapılan yargılama sonucunda; mevcut tespitlere istinaden davacının durumu işverende güven şüphesi yaratmış olup davalının davacı ile iş akdini sürdürmesi beklenemez duruma geldiğinden, davalı tarafından yapılan feshin şüphe feshi olmakla geçerli olduğu anlaşıldığından davanın reddine karar vermek gerekmiş olup aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, gerekçeli karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; dava dilekçesi ve aşamalardaki savunmasını tekrar etmek suretiyle hem eşi hem de kendisi hakkında somut bir tespit yahut cezai bir takibatın bulunmadığını, bu kapsamda verilen davanın reddi kararının haksız ve hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüş; işveren ise cevap dilekçesinde feshin haklı nedenle yapıldığını, yargılama sürecinde ortaya konulan hususlar karşısında başvurucu ile çalışmaya devam etmesinin beklenemeyeceğini belirtmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 26/3/2019 tarihli kararı ile istinaf talebinin esastan reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Davacının davalı işyerinde insan kaynakları uzmanı olarak çalıştığı, iş akdinin davalı işveren tarafından 24/01/2017 tarihli fesih bildirimi ile 2017-01/23 sayılı 23/01/2017 tarihli kurul kararı ile 4857 sayılı İş Yasasının 25/II-e bendine göre işçi işveren arasında güven temelinin çökmesi nedeniyle sona erdiğinin bildirildiği, davacının eşinin Mit personeli iken Fetö/Pdy bağlantısı olduğu değerlendirilerek işten çıkarıldığı, bu nedenle davalı işveren tarafından savunma sanayi şirketi olarak ülkeye hizmet sağlayan işyerinde davacının çalışmasının sakıncalı olduğu, duyulan şüphe nedeniyle iş akdinin feshedildiği, Bank Asya yazı cevabına göre davacının da bir dönem banka hesabının bulunduğu, işverence iş akdinin geçerli nedenle feshedildiği anlaşılmakla davacı ve davalı tarafından ileri sürülen istinaf sebepleri yerinde değildir." Nihai karar 9/4/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/464, K.2018/6086 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; davacının iş sözleşmesinin feshine ilişkin hiçbir belgenin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tarafların iddia ve savunmaları dikkate alındığında Mahkemece öncelikle yapılacak iş; davacının banka kayıtları getirtilerek özellikle adı geçen Bank Asya da hesabının hangi tarihler arasında açık olduğu, bankaya toplu para yatırma ve çekme işlemlerinin yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise hangi tarihler arasında hangi sebeplerle yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve istihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi teknolojileri Kurumundan davacının hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili işlem yapılıp yapılmadığının emniyet veya diğer güvenlik güçlerinden sorularak gelen yazı cevaplarının dosyaya getirtilmesi gerektiği gibi, ayrıca, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin de araştırılarak toplanması gerekmektedir. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması için belirtilen yönlerden gerekli araştırmaya gidilmeli ve toplanacak deliller dosya içeriği ile yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14627 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş akdi feshedilen başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idarenin koronavirüs salgın hastalığının engellenmesi amacıyla verdiği kararlara uyulmayarak etkinliklere katılma gerekçesiyle idari para cezası uygulanması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Koronavirüs (COVID-19) olarak adlandırılan yeni tip bir virüsün tüm dünyayı etkilemesi nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü küresel salgın ilan etmiştir. Ülkemizin de salgından etkilenmesi nedeniyle İçişleri Bakanlığı ve/veya mahallî mülki amirlikler ya da umumi hıfzıssıhha meclisleri 2020 yılı Mart ayından 2021 yılı Haziran ayına kadar uzanan sürede salgınla mücadele etmek için bazı tedbirler almış ve bu muhtelif tedbirlere uymadıkları gerekçesiyle de ilgililer hakkında idari para cezaları düzenlemiştir. İçişleri Bakanlığı, mahallî mülki amirlikler ve/veya umumi hıfzıssıhha meclisleri koronavirüs salgın hastalığını önlemek için sokağa çıkma yasağı ve/veya sosyal mesafeye uyma kuralı ya da maske takma zorunluluğu şeklinde bazı tedbirler alınmasına yönelik kararlar vermiştir. Somut olayda Batman İl Emniyet Müdürlüğü 11/2/2021 tarihinde, koronavirüs hastalığının yayılmasının engellenmesi ile kamu düzeni ve güveliğine yönelik bazı gerekçelerle, il merkezinde on beş gün boyunca yapılacak eylem ve etkinliklerin -ceza infaz kurumu çevresindeki alanlarda yasaklanması- mülki amirinin iznine bağlanmasını Batman Valiliği oluruna sunmuştur. Aynı tarihte Valilik 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (A) ve (C) bentlerine dayanarak olur vermiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 16/2/2021 tarihli tutanağa göre Halkların Demokratik Partisi mensubu bazı yöneticilerin gözaltına alınması nedeniyle başvurucuların da aralarında olduğu bir grup, Parti il binası önünde basın açıklamasına katılmak istemiştir. Polis, Batman Valiliğinin etkinlikleri izne bağlama kararı olduğu gerekçesiyle basın açıklaması yapılmasına müsaade etmeyeceğini açıklamıştır. Ayrıca eylemde ısrar edilmesi hâlinde idari ve adli işlem yapacağını ihtar etmiştir. Grup, Parti il binası önünde yapılan basın açıklamasını dinlemiş ve slogan atmıştır. Bu süreçte grup, polis raporuna göre pandemi kurallarına riayet etmeden kamuya açık alanda beklemiş; akabinde toplantı kendiliğinden sona ermiştir. Batman Valiliği, sosyal mesafe kurallarına uymadan izinsiz yapılan basın açıklamasına katıldıkları gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun - veya maddeleri- farklı maddelerine dayanarak başvurucular aleyhine idari para cezası vermiştir. Başvurucular, haklarında uygulanan idari para cezalarına itiraz etmiştir. Başvurucuların itirazları Batman Sulh Ceza Hâkimliğince kesin olarak reddedilmiştir. Hâkimlik, basın açıklaması sırasında 3/4/2020 tarihli ve 2020/9 sayılı Batman İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu (Hıfzıssıhha Kurulu) kararıyla alınan sosyal mesafe tedbirinin ihlal edildiği gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucular nihai hükmü farklı tarihlerde (24/4/2021 ve 25/4/2021) öğrendikten sonra 18/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular Abdulaziz Boğa, Gülüstan Sönük, Hasan Arığtekin, İbrahim Erkul , İkram İrgi, Mehmet Emin Şahin, Ruken Zeryam Işık Yıldız, Serdar Batur, Şakir Can adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/24647 | Başvuru, idarenin koronavirüs salgın hastalığının engellenmesi amacıyla verdiği kararlara uyulmayarak etkinliklere katılma gerekçesiyle idari para cezası uygulanması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; askerlikten muaf olan kişiye askerlik yaptırılması sebebiyle zorla çalıştırma yasağının, tam yargı davasının hakkaniyete uygun olmayan değerlendirmeler yapılarak reddedilmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1994 doğumlu olup Bursa'da ikamet etmektedir. Başvurucu 2015 Kasım celp döneminde Kırıkkale Askerlik Şubesi tarafından gerekli işlemleri yapılarak askerliğe sevk edilmiştir. Başvurucu, yoklamada uygulanan sağlık durumu hakkında bilgi formunda yer alan "Genel Olarak Sağlığının Ne Durumdadır?" sorusuna "Çok iyi", "Sağlık Sorununuz Var Mı?" sorusuna "Hayır" ve "Sağlığınızla İlgili Bir Endişeniz Var Mı?" sorusuna "Hayır" şeklinde cevaplar vermiştir. Başvurucu 1/11/2015 tarihinde Manisa Er Eğitim Tugay Komutanlığında acemi eğitimine başlamıştır. Başvurucu 4/12/2015 tarihinde de Tunceli Ordu Komutanlığı Tugay Komando Tugay Komutanlığında usta birliğine başlamıştır. Başvurucu -kendi beyanına göre- bir kene ısırması vakasından sonra 12/7/2016 tarihinde Elâzığ Asker Hastanesine, oradan da Gülhane Askerî Tıp Akademisine (GATA) sevk edilmiştir. GATA tarafından 29/8/2016 tarihinde düzenlenen raporda sol agenetik böbrek (sol böbreğin doğuştan bulunmadığı) tanısı konularak başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı tespiti yapılmıştır. Başvurucu bu tarihte terhis edilmiştir. Başvurucu askerliğe elverişli olmamasına rağmen askere sevk edilmesi sebebiyle uğradığını öne sürdüğü zararın tazmini istemiyle 28/9/2016 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (İdare) başvurmuştur. Başvurucunun talebi, cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Başvurucu 6/12/2016 tarihini içeren dilekçeyle Askerî Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinde, İdareye karşı tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun sol böbreği olmadığı hâlde askerlik yaptırılması sebebiyle fiziksel ve psikolojik rahatsızlık yaşadığı belirtilmiştir. Başvurucu, bir böbreğinin bulunmadığının son yoklama sırasında tespit edilmesi gerektiğini, bu aşamadaki eksiklik sebebiyle askerlikten muaf olduğunun geç belirlendiğini iddia etmiş; İdarenin hizmet kusuru sebebiyle oluşan zararının karşılanmasının zorunlu olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edelin 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmıştır. Dava dosyası, Anayasa'nın geçici maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi uyarınca Kırıkkale İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Yargılamaya Kırıkkale İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) devam edilmiştir. İdarece sunulan savunma yazısında, 12/11/2015 tarihli ve 29530 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri Genel Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin (5) numaralı fıkrasına göre yükümlü tarafından beyan edilmeyen ya da fiziki muayene sınasında belirti ve bulgusuna rastlanmayan çeşitli hastalık ve arızaların ortaya konması veya taranması için laboratuvar veya görüntüleme tetkiki gibi ileri tetkiklerin yapılamayacağı belirtilmiştir. Yazıda, kişilerin doğuştan gelen hastalık veya arızalarının tespiti için tüm toplumun detaylı tetkikten geçirilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. İdare, herhangi bir sağlık sorunu bulunmadığını beyan eden başvurucunun askerlik sırasında yaşadığı bir rahatsızlıkla bağlantılı olarak yapılan tetkikler sırasında askerliğe elverişli olmadığının anlaşılmasında bir hizmet kusurunun bulunmadığını iddia etmiştir. İdare Mahkemesi 11/12/2018 tarihinde oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun askere sevk sırasında rahatsızlığı ile ilgili olarak hiçbir bilgi ve belge ortaya koymadığı ve rahatsızlığını beyan etmediği vurgulanarak İdareye atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda; hiçbir şikâyeti olmayan, muayene bulgusu vermeyen doğumsal hastalık sahibi kişilerin tanısı için tüm toplumu kapsayacak şekilde tetkik yapılması imkânının bulunmadığı, idareye bu derece ağır bir külfet yüklenemeyeceği vurgulanmıştır. Kararda ayrıca askerliğinin devam ettiği sırada askerliğe elverişli olmadığı anlaşılır anlaşılmaz başvurucunun derhâl terhis edildiğine işaret edilmiştir. Kararda son olarak başvurucunun askere gitmeden önce herhangi bir işte çalışmadığı belirtilmiş, askerlik yükümlülüğünü yerine getirirken katlanması gerekenin ötesinde elem, üzüntü ve acı yaşadığıyla ilgili olarak herhangi bir bilgiye rastlanılmadığı açıklanmıştır. Karara muhalif kalan mahkeme başkanı, son yoklama sırasında başvurucunun askerliğe elverişli olmadığının tespit edilememesi ve askerliğe elverişli olmayan birisinin askere alınması sebebiyle hizmetin kusurlu işlediğini belirtmiş; sağlığı elvermediği hâlde on ay süreyle askerlik gibi ağır bir yükümlülüğü yerine getirmek zorunda kalan başvurucuya tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 10/4/2019 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 9/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 21/6/1927 tarihli ve 1111 sayılı mülga Askerlik Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur." 1111 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Askerlik çağı her erkeğin nüfus kayıtlarında yazılı olan yaşına göredir ve yirmi yaşına girdiği yılın ocak ayının birinci gününden başlayarak kırk bir yaşına girdiği yılın ocak ayının birinci gününde bitmek üzere en çok yirmi bir yıl sürer. Bu süre, Cumhurbaşkanı kararıyla beş yıla kadar uzatılabilir veya kısaltılabilir." 1111 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir: "Her sene yoklamaları sonucunda askere elverişli oldukları tespit edilenler, Genelkurmay Başkanlığının teklifi üzerine Millî Savunma Bakanlığınca belirlenecek celp ve sevk esaslarına göre 21 yaşına girdikleri sene askere alınmak üzere çağrılırlar." 1111 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Askerlik yükümlülüğüne tabi tutulma ve bu yükümlülüğün nasıl yerine getirilmiş sayılacağına dair esaslar aşağıda gösterilmiştir.... Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliğine göre bedeni kabiliyeti askerliğe elverişli olmayanlar askerlik hizmetinden muaf tutulurlar...." 1111 sayılı mülga Kanun'un maddesinin yoklama tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir: "Yükümlülerin sağlık muayenelerinin yapılarak askerliğe elverişli olup olmadıkları, öğrenim durumları, meslekleri ve niteliklerinin belirlenmesi işlemine yoklama denir.Askerlik çağına gireceklerin kimlik bilgileri İçişleri Bakanlığınca her yıl ekim ayında Millî Savunma Bakanlığına bildirilir.Askerlik çağına girenler ile bunlarla işleme tabi olanların yoklaması, her yıl 1 Ocak günü başlar ve o yıl askerlik çağına giren doğumluların silah altına alınacağı ilk celp ve sevk tarihinin bitimine kadar devam eder.Yükümlülerin sağlık muayeneleri Türk Silahlı Kuvvetleri sağlık yeteneğine ilişkin yönetmelikte belirtilen usul ve esaslara göre yapılır. Bu muayeneler, askerlik şubesinin bulunduğu yerde öncelikle varsa kayıtlı olduğu aile hekimi tarafından, yoksa en yakın resmi sivil sağlık kuruluşunda veya asker hastanelerinde tek tabip tarafından yapılır. Aile hekimince veya resmi sivil sağlık kuruluşunca hakkında karar verilemeyenler en yakın asker hastanesine sevk edilirler.Yükümlüler hakkında ertesi yıla bırakma, sevk geciktirmesi veya askerliğe elverişli değildir kararlı sağlık raporlarını tanzim etmeye yetkili makam, asker hastanesi sağlık kuruludur. Ancak, yatalaklar ile gözle görülür rahatsızlığı bulunanlar hakkında ertesi yıla bırakma, sevk geciktirmesi veya askerliğe elverişli değildir kararlı sağlık raporları, askerlik şubesi başkanı veya vekili ile mülki amirliklerce görevlendirilen resmi iki sivil (varsa biri aile hekimi) tabipten teşkil edilecek geçici sağlık kurulunca verilebilir. Geçici sağlık kurulunca karar verilemeyen yükümlüler askerlik şubelerince en yakın asker hastanesine sevk edilirler.Yoklama döneminde düzenlenen her türlü sağlık kurulu raporu, Millî Savunma Bakanlığının onayını müteakip kesinleşir.Aile hekimi, resmi sivil sağlık kuruluşu veya asker hastanelerinde bu madde kapsamında yapılacak sağlık muayenelerinden herhangi bir ücret veya katkı payı alınmaz.Askere sevk edileceklerin sınıflandırma işlemleri, Millî Savunma Bakanlığı tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikte belirtilen usul ve esaslara göre yapılır." 1111 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Yoklamaları yapılanlar, askerliğe elverişli olanlar veya askerliğe elverişli olmayanlar olarak ikiye ayrılırlar. Askerliğe elverişli olmayanlar asker edilmezler." Yönetmelik'in maddesi şöyledir: "(1) 1111 sayılı Kanun gereğince yükümlülerin sağlık muayeneleri, askerlik şubelerinin bulunduğu yerlerde, öncelikle varsa kayıtlı olduğu aile hekimi tarafından, yoksa en yakın resmi sivil sağlık kuruluşunda veya asker hastanelerinde tek tabip tarafından aşağıdaki şekilde yapılır.a) Yükümlülerin tam bir fizik muayeneleri yapılır, boy ve ağırlıkları tespit edilir. Yükümlüler tarafından, içeriği askeralma yönergesinde belirlenen yükümlülere yoklamada uygulanacak sağlık durumu hakkında bilgi formu doldurularak imzalanır. Ayrıca aynı formda yer alan 'Aile Hekimi/Tek Tabip Değerlendirmesi' bölümündeki sorgu ve değerlendirmelere ilişkin bilgiler muayeneyi yapan tabip tarafından doldurulur. Muayene sonunda;1) Sağlamlar ile tespit edilen hastalık veya arızaları nedeniyle Hastalık ve Arızalar Listesinin (A) diliminden kod verilenler hakkında 'Askerliğe Elverişlidir' kararı,2) Tespit edilen hastalık ve arızası nedeniyle askerliğe elverişli olma durumu hakkında karar verilemeyenlerin ise en yakın asker hastanesinin ilgili birimine sevk edilmesi gerektiğine dair karar,yoklama belgesine yazılır. (2) Muayene sırasında yükümlünün rızası alınmak kaydıyla, varsa yükümlünün özgeçmişine ait tıbbi belgelerin birer suretleri de yükümlülere yoklamada uygulanacak sağlık durumu hakkında bilgi formuna eklenir. Askerlik şubeleri tarafından bu formun ve ekli belgelerin birer sureti askerlik şubesindeki dosyasında alıkonulur, birer sureti ise duruma uygun olarak yükümlünün birliğine ya da ileri tetkik için hastaneye sevk belgesine eklenerek yükümlüye teslim edilir. (3) Yükümlünün beyan ettiği hastalık veya arızası ya da fizik muayene ile saptanan bozuklukları nedeniyle muayene sonucunda karar verilemeyenlerle; gözlem altında bulunmaları, uzman tabip tarafından değerlendirilmeleri veya laboratuvar ya da görüntüleme gibi ileri tetkiklerle değerlendirilmeleri gerekenler, şayet aile hekimi ya da resmi sivil sağlık kuruluşunda görevli tek tabip tarafından muayene edilmiş ise askerlik şubesi tarafından ilgili uzman tabibin bulunduğu en yakın asker hastanesine sevk edilir. Yükümlü, asker hastanesinde tek tabip tarafından muayene edilmiş ise ilgili uzman tabibe yönlendirilir. (4) Yükümlüler hakkında 'Ertesi Yıla Bırakma', 'Sevk Geciktirme' veya 'Askerliğe Elverişli Değildir' kararlı sağlık raporlarını tanzim etmeye yetkili makam, asker hastanesi sağlık kuruludur. Ancak, yatalaklar ile gözle görülür rahatsızlığı bulunanlar hakkında 'Ertesi Yıla Bırakma', 'Sevk Geciktirme' veya 'Askerliğe Elverişli Değildir' kararlı sağlık raporları, askerlik şubesi başkanı veya vekili ile mülki amirliklerce görevlendirilen resmi iki sivil (varsa biri ilgilinin kayıtlı olduğu aile hekimi) tabipten teşkil edilecek geçici sağlık kurulunca verilebilir. Geçici sağlık kurulunca haklarında karar verilemeyen yükümlüler askerlik şubelerince en yakın asker hastanesine sevk edilir. (5) Yükümlü tarafından beyan edilmeyen ya da fizik muayene sırasında belirti ve bulgusuna rastlanmayan çeşitli hastalık ve arızaların ortaya konması veya taranması için laboratuvar veya görüntüleme tetkiki gibi ileri tetkikler yapılması gerekmez. Yükümlülerin bu şekilde gerçekleştirilen sağlık muayenelerinde askerliğe elverişli bulunmaları, kendilerinin muayene tarihinde tam sağlıklı olduklarını göstermez ve silahaltına alındıktan sonra saptanan hastalık ve arızalarının askerlik sırasında ortaya çıktığının kanıtı veya karinesini tek başına oluşturmaz. (6) Askerlik görevinin bitiminde erbaş ve erler hakkında birlik tabibi veya birliğin bulunduğu yerdeki resmi sivil sağlık kuruluşundaki tek tabip veya aile hekimi tarafından, içeriği askeralma yönergesinde belirlenen terhis öncesi uygulanacak sağlık durumu hakkında bilgi formu düzenlenir ve diğer formlarla birlikte askerlik şubesinde yükümlünün şahsi dosyası imha edilinceye kadar muhafaza edilir." Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Askerlik çağına giren yükümlüler, yoklamaları sonucunda aşağıda açıklanan askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere iki gruba ayrılır....b) Askerliğe elverişli olmayanlar: Hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin (B) ve (D) dilimlerine girenlerdir." Yönetmelik'e ekli "Hastalık ve Arızalar Listesi"nin ilgili kısmı şöyledir: "MADDE 53...D) ... Bir böbreğin çıkarılması ya da fonksiyon bakımından yok hükmünde olması...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Hiç kimse köle ya da kul durumunda tutulamaz. Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu çalışmaya tabi tutulamaz. Aşağıdaki haller, bu madde anlamında “zorla çalıştırma ya da zorunlu çalışma” sayılmaz:...b) Askeri nitelikli herhangi bir hizmet veya vicdanî reddin meşru sayıldığı ülkelerde, vicdanî reddi seçen kişilere zorunlu askerlik hizmeti yerine gördürülebilecek başkaca bir hizmet;..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin "zorla çalıştırma ve zorunlu çalışma"yı yasaklayan maddesinin ikinci fıkrasının demokratik toplumun temel değerlerinden birini düzenlediğini belirtmektedir. AİHM, diğer birçok maddi hükmün aksine Sözleşme'nin maddesinin herhangi bir istisnaya yer vermediğini ve bu maddede düzenlenen hakkın ulusal güvenliği tehdit eden olağanüstü durumlarda dahi Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasına göre askıya alınmasına izin verilen haklardan olmadığını vurgulamaktadır (Zarb Adami/Malta, B. No: 17209/02, 20/6/2006, § 43). AİHM, başvurucunun yapmakla yükümlü tutulduğu hizmetin "zorla çalıştırma ve zorunlu çalışma" yasağı kapsamına girip girmediğini tespit ederken maddede altı çizilen amaçların ışığında somut olayın tüm koşullarını dikkate almaktadır. AİHM, "zorla çalıştırma ve zorunlu çalışma" kavramının kapsamadığı hususların belirlenmesinde ikinci ve üçüncü fıkraların bir bütün olarak gözetilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Steindel/Almanya (k.k.), B. No: 29878/07, 14/9/2010). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin "zorla çalıştırma ve zorunlu çalışma" kavramını tanımlamadığına dikkat çektikten sonra bu kavramların anlamlandırılması ve kapsamının belirlenmesi için -neredeyse Avrupa Konseyine üye tüm devletlerce kabul edilen- 29 Numaralı Cebri ve Mecburi Çalıştırma Hakkında ILO Sözleşmesi'ne (29 No.lu Sözleşme) müracaat etmiştir (Van Der Mussele/Belçika [GK], B. No: 8919/80, 23/11/1983, § 32). 29 No.lu Sözleşme'nin maddesinde "cebri veya mecburi çalıştırma" ifadesinin herhangi bir kişinin ceza tehdidi altında ve bu kişinin tam isteği olmadan mecbur edildiği tüm iş veya hizmetleri ifade edeceği hükme bağlanmıştır. AİHM "zorla çalıştırma" (forced labour) kavramının maddi ya da manevi zorlamayı (cebri) akla getirdiğine işaret etmiş ve somut olayda maddi ve manevi cebir uygulanmasının söz konusu olmadığını ifade etmiştir. "Zorunlu çalışma" (compulsory labour) kavramına ilişkin olarak ise AİHM, bunun herhangi bir yasal yükümlülük ve zorunluluğa delalet etmediğinin altını çizmiştir. AİHM'e göre sırf taraflardan birinin diğerine çalışma edimi yüklemesi ve edim yükümlüsünün bağıtladığı bu edimini yerine getirmemesi durumunda müeyyideye maruz kalması, serbest iradeyle akdedilen bir sözleşmenin gereği olan çalışma yükümlülüğünün Sözleşme'nin maddesi kapsamında görülmesini gerektirmez. Bu anlamda AİHM ilk olarak 29 No.lu Sözleşme'de yapılan tanımda yer alan "ceza tehdidi altında" ibaresine vurgu yapmıştır. Buna göre zorla çalıştırmanın ceza tehdidi altında yapılması gerekmektedir. İkinci olarak Mahkeme "kişinin tam isteği olmadan" ibaresinden hareketle bu çalışmanın kişinin iradesine rağmen olması gerektiğini belirtmiştir (Van Der Mussele/Belçika, § 34). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendine göre askeri nitelikteki herhangi bir hizmetin ya da vicdani ret hakkını tanıyan ülkelerde zorunlu askerlik yerine ikame edilen hizmetin zorla çalıştırma ya da zorunlu çalışma olarak kabul edilemeyeceğini vurgulamıştır (Chitos/Yunanistan, B. No: 51637/12, 4/6/2015, § 80). Ancak AİHM Sözleşme'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendindeki istisnanın sadece zorunlu askerlik hizmetini kapsadığı, muvazzaf askerlik hizmetini içermediğini ifade etmiştir (Chitos/Yunanistan, §§ 83-87). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16896 | Başvuru, askerlikten muaf olan kişiye askerlik yaptırılması sebebiyle zorla çalıştırma yasağının, tam yargı davasının hakkaniyete uygun olmayan değerlendirmeler yapılarak reddedilmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; haksız arama, elkoyma, gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasında ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Öğretmen olan başvurucu 4/10/2017 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına üye olma suçlamasıyla gözaltına alınmış, altı gün gözaltında kaldıktan sonra 10/10/2017 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama kararında başvurucunun ByLock programını kullanmasına dayanılmıştır. Başvurucu 28/12/2017 tarihinde, ismi ByLock listesinden çıkarıldığı gerekçesiyle tahliye edilmiştir. Başvurucu yargılama sürecinde olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi ile meslekten çıkarılmıştır. Meslekten çıkarılmasına karşı yaptığı başvurunun kabul edilmesi üzerine 12/1/2018 tarihinde tekrar eski görevine iade edilmiş ve açıkta kaldığı tarihten itibaren ödenmesi gereken maaş ve diğer özlük hakları ilgili kurum tarafından 22/1/2018 tarihinde kendisine ödenmiştir. Yargılamayı yapan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 17/7/2018 tarihinde, kullandığı telefon hattının iradesi dışında ByLock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun saptandığı gerekçesiyle başvurucunun beraatine karar vermiştir. Savcılık beraat kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 19/4/2019 tarihinde istinaf başvurusunun reddine karar vermiş ve beraat kararı kesinleşmiştir. Başvurucu; beraat kararı kesinleştikten sonra haksız arama, elkoyma, gözaltı ve tutuklama tedbirleri nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, ByLock kullanıcısı olmadığının ortaya çıkması nedeniyle beraat ettiğini, hiçbir suçu olmadığı hâlde hakkında gözaltı ve tutuklama kararı verildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu maddi zararına ilişkin olarak 3 ay boyunca özlük haklarından mahrum kaldığını, ek ders ücreti alamadığını, yargılandığı dava nedeniyle özel vekâletnameli avukat tuttuğunu ve bu avukata ödeme yaptığını, bu koruma tedbirleri nedeniyle borçlarını ödeyemediğinden icra takibine maruz kaldığını, söz konusu icra takipleri nedeniyle fazladan yaptığı ödemelerin tazminat olarak ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucu manevi zararı kapsamında ise hiçbir suçu olmadığı hâlde tutuklu kalması nedeniyle büyük bir elem ve ızdırap çektiğini, tüm çevresi tarafından terörist olarak görüldüğünü, toplumsal baskıya uğradığını, komşuları önünde gözaltına alınması nedeniyle rencide edildiğini, tutuklandığı için mesleğe iadesinden sonra dahi sosyal çevresine suçsuz olduğunu kabul ettiremediğini öne sürmüştür. Tazminat talebini inceleyen İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi maddi tazminat talebinin reddine, 000 TL manevi tazminat ile 056 TL maktu vekâlet ücretinin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Maddi Tazminat Yönünden : Davacı vekili dilekçesinde söz konusu olay nedeniyle davacının maaşını ve ek ders ücretini alamadığı, ayrıca bu yüzden aleyhine birden fazla icra takibi yapıldığını, söz konusu icra takipleri nedeniyle fazladan yaptığı ödemelerin tazminat olarak ödenmesi gerektiğini bu nedenle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL maddi tazminata hükmedilmesini istemiş ise de, öğretmen olan davacının 12/1/2018 tarihinde tekrar öğretmenlik mesleğine döndüğü ve bu nedenle açıkta kaldığı dönemde alması gereken maaş ve diğer özlük haklarının ... İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünce ödendiği, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünce mahkememize gönderilen yazı ve ödeme belgelerinden anlaşılmakla davacının maddi tazminat istemi bu nedenle red olunmuş ayrıca bu yüzden bilirkişi incelemesi yaptırılmamıştır. Her ne kadar avukata haricen ödeme yaptığı gerekçesiyle vekalet ücreti miktar belirtilmeksizin istenilmiş ise de buna ilişkin herhangi bir belge ibraz edilmediğinden bu yöndeki istemde dikkate alınmamıştır.Manevi Tazminat Yönünden : ... davacının sadece ByLock haberleşme programını kullandığı bu nedenle FETÖ terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla 4/10/2016 tarihinde gözaltına alınıp 6 gün gözaltında kaldıktan sonra 10/10/2017 tarihinde FETÖ terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanması, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen 2017/179 esas 2018/132 karar sayılı kararı ile üzerine atılı FETÖ terör örgütü üyeliği suçunu işlemediği sabit kabul edilerek beraatine karar verilmiş olması nedeniyle 4/10/2017-10/10/2017 tarihleri arasında gözaltında kalan, 10/10/2017-28/12/2017 tarihleri arasında Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevinde tutuklu olarak yargılanan davacı lehine bu nedenle 000 TL manevi tazminat takdirinin somut olaya yasal düzenlemelere adalete ve hakkaniyete uygun düşeceği kabul edilerek aşağıdaki hüküm verilmiştir." Başvurucu, maddi tazminat talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu ve hükmedilen manevi tazminat ile vekâlet ücretinin düşük olduğunu belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu; açığa alındığından kredi borçlarını ödeyemediğini, icralık olduğunu, tutuklandığı için mesleğe iadesinden sonra dahi sosyal çevresine suçsuz olduğunu kabul ettiremediğini, hiç suçu olmadığı hâlde gözaltına alındığını ve tutuklandığını, yaşadığı haksızlık ve olumsuzluklar nedeniyle öğretmenliği bıraktığını ve yurt dışına gittiğini, tüm bu hususlar dikkate alındığında 000 TL manevi tazminatın çok az olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca gözaltına alındıktan sonra avukat hizmeti almak zorunda kaldığı için avukatına ödediği meblağın maddi tazminat kapsamında ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bölge Adliye Mahkemesi 17/3/2020 tarihinde yüksek olduğu gerekçesiyle000 TL olarak belirlenen manevi tazminat miktarını 000 TL'ye indirmiş, vekâlet ücretini de 440 TL şeklinde düzeltmiş ve istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19847 | Başvuru, haksız arama, elkoyma, gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasında ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yakalama ve gözaltı sırasında polis tarafından darbedilme iddiasıyla yapılan şikâyetle ilgili kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen, Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Soruşturmanın Başlaması Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ya da Kobani olayları olarak bilinen eylemlere katıldıkları iddiasıyla başvurucular hakkında Savcılıkça soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmalar kapsamında başvurucu Mesut Uçar 7/10/2014 tarihinde, başvurucu Ramazan Acar ise 8/10/2014 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvuruculardan Mesut Uçar'ın gözaltı giriş işlemleri için götürüldüğü Muradiye Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 7/10/2014 tarihli ve 52 saatli doktor raporunda her iki dirsekte sürüklenmeye bağlı abrazyon tespit edildiği bilgisi mevcuttur. Ramazan Acar hakkında gözaltı girişi öncesi Muradiye Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 8/10/2014 tarihli ve 14 saatli doktor raporunda ise sol göz altında zigomatik alan üzerinde hafif ödem, cilt renginde hafif kızarıklık ve sağ boyunda da yaklaşık 5 cm'lik yüzeysel abrazyon tespit edildiği belirtilmiştir. Gözaltı çıkışında başvurucular hakkında düzenlenen sağlık raporlarında darp bulgusu yer almamaktadır. Sırasıyla başvurucular 9/10/2014 ve 10/10/2014 tarihlerinde Muradiye Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklanmışlardır. Başvurucular, Savcılıkta şüpheli sıfatıyla vermiş oldukları ifadelerinde yakalama ve gözaltı sırasında görevli polisler tarafından darbedildiklerini ileri sürerek polislerden şikâyetçi olmuşlardır. Başvurucu Mesut Uçar'ın 9/10/2014 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Söz konusu polisler beni araca aldıktan sonra yüzümü bağlayarak fotoğraf çektiler ayrıca beni darp ettiler. Aracın içerisinde iki kişi vardı. Ayrıca beni araçtan indirdikten sonra 5-10 kişi sürükleyerek darp ettiler. Ben olay nedeniyle polis memurlarından şikayetçiyim. Polis memurlarını görsem tanırım. ..."Başvurucu Ramazan Acar'ın 10/10/2014 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Ben olaylar sırasında hep kaçtım olaylara müdahil olmadım. Beni polis memurları darp etti. Beni darp eden polis memurlarını görsem tanırım. Kendilerinden şikayetçiyim. ..." Başvurucular vekilinin 20/10/2014 havale tarihli dilekçesiyle yakalama ve gözaltına alma işlemlerinde görevli polis memurları ile başvurucuların raporlarını düzenleyen doktorlar hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine Savcılık soruşturmaya başlamıştır. Başvurucular vekili şikâyet dilekçesinde başvurucuların beyanlarına yer vermiştir. Buna göre başvurucu Mesut Uçar'ın beyanın bulunduğu ilgili kısım şöyledir:"...Ben 22 yaşındayım ve inşaat işçisi olarak çalışıyorum. Olay günü babamı köye götürdüm aracımızla ve sonra beni telefonla arayan amcam ilçe merkezinde olaylar çıktığını kendisini ilçe merkezinden almamı istedi. Arabayla ilçe merkezinde bulunan [] AVM adlı marketin arkasına gelip park ettikten sonra dışarı çıktığımda etrafta polisin attığı yoğun gaz bombaları vardı ve etkilenmemek Için yanımda bulunan atkım ile ağzımı burnumu kapattım. O sırada bana doğru gelen ve kaymakamın koruma polisleri olarak tanıdığım sivil giyimli 2 polis memuru bir anda beni tartaklayarak tekme tokat dövmeye başladı ve bir yandan da beni arkadan olacak şekilde ellerime plastik kelepçe taktılar. Bana hiçbir şey soylemeden bir anda beni dövmeye başlayan polisler beni yere yatırarak küfürler eşliğinde tekmelemeye devam ettiler. Sonra olay yerine başka bir ekip geldi ve arka kelepçeyi çıkarıp ellerimi önden kelepçelediler. Arabanın içine aldıktan sonra atkımı kullanarak yüzümü ve gözlerimi örtecek şekilde bağladılar ve bu halde fotoğraflarımı çektiler. Araba Hükümet Konağının karşısında durdu ve beni arabadan tekme tokatla indirip yerden sürükleyerek hükümet konağına kadar götürdüler. Beni oraya götürdüklerinde daha önceden ilçeden tanıdığım [U.] ve [O.A.nın] da orada olduğunu gördüm. Çay ocağının bulunduğu koridorda beni diz üstü çöktürüp yüzüm duvara gelecek şekilde tutmaya başladılar ve oraya gelen her polis beni tekmelemeye başladı. Bu pozisyonda akşam saatlerine kadar beni tuttular ve hareket etmeme izin vermediler.Akşam saatlerinde beni hastaneye götürdü polisler. Bayan bir doktoru çağırdılar ve içeriye beni götüren polisler de girdi. Polislerden biri doktorun masasının yanına oturdu ve diğer iki polis de koluma girdi. Doktora dövülüp yerlerde sürüklendiğimi söyledim ve kolumda yaralar olduğunu söylememe rağmen doktor beni muayene etmeden masa başında oturarak bir şeyler yazdı ve sonra beni odadan çıkardı. Rapora ne yazıldı bilmiyorum kimse bana bir şey okutmadı. Sonra beni buradan karakola götürdüler. Bir gece beni nezarete koydular ve yarım ekmek verdiler. Yakalanma anımdan cezaevine götürüldüğüm zaman içinde bana kuru yarım ekmekten başka yemek verilmedi.Beni savcılığa götürdüler ve ifadem alındıktan sonra tekrar oranın bodrum katına indirildim ve birkaç polis gelerek 'ulan orospu çocuğu hani taş atmamıştın' diyerek beni dövdüler ve tekmelediler.... " Başvurucu Ramazan Acar'ın beyanın bulunduğu ilgili kısım ise şöyledir:"...18 yaşındayım ve inşaat işçisi olarak çalışıyorum. ilçe merkezinde olaylar çıktığını görünce olay yerinden uzaklaştım ve Muradiye ilçe girişinde 3 tane çevik kuvvet polisi beni yakalayarak yumruklamaya başladılar. Polislerden biri beni yumrukladıktan sonra beni döndürmek istediği anda boynumda bir acı hissettim. Neyle vurduğunu bilmiyorum ama boynumda derin bir yarık olduğunu hissettim ve elimle dokunduğumda elime kan geldi. Ellerimi arkadan canımı acıtacak şekilde plastik kelepçe ile kelepçelediler ve beni adliyeye götürene kadar yolda dövmeye devam edip ağır sinkaflı küfürler ediyorlardı. Adliyede bile beni yumruklamaya devam ettiler. Her gelen polis bana vuruyordu. Sonra beni doktora götürdüler. Polisler doktor beni muayene ettiğinde içerdelerdi. Ne yazıldı bilmiyorum.Beni buradan nezarethaneye götürdüler. Benimle birlikte 4 kişiyi bir hücreye koydular ancak içeride 2 tahta nedir gibi şey vardı. Sığmadığımızdan birini başka yere aldılar. Nezarethanede battaniye yoktu ve bizi orada 3 gün tuttular, çok üşüdüm. Polisler beni ikinci kez doktora götürdüler. Polislerden biri doktora muayeneye gerek yok zaten ne varsa ilk raporda yazıldı, yeniden yazmanıza gerek yok dedi. Sonra da adliyeye tutuklandım.... "B. Soruşturma İşlemleri Savcılık ilk olarak başvurucular hakkında yürütülen soruşturma dosyalarından başvurucuların ifadelerinin ve doktor raporlarının suretlerinin temini için 21/10/2014 tarihinde Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazmıştır. Bu müzekkereye istinaden söz konusu belgeler soruşturma dosyasına dâhil edilmiştir. Savcılık 21/10/2014 tarihli müzekkereyle Muradiye İlçe Emniyet Müdürlüğünden (kolluk) başvurucuların iddialarına konu olayların geçtiği yerlere ait kamera görüntülerinin temin edilmesini istemiştir. Müzekkerenin ilgili kısımları şöyledir:"...08/10/2014 tarihinde Muradiye İlçesinde meydana gelen ve şiddet eylemleri ile sonuçlanan toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında, olay yerini gösteren tüm mobese kayıtlarının CD ortamında Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesi ile aşağıda açık kimlik bilgileri yazılı müştekiler Ramazan Acar, Mesut Uçar ve [B.nin] Muradiye Devlet Hastanesine götürülüp adli raporları alınacağı sırada varolan kamera kayıtlarının Muradiye Devlet Hastanesi Başhekimliği'nden temin edilmesi, bu kişilerin Adliyemiz içerisine mevcutlu getirildikleri sırada Muradiye Hükümet Konağının iç ve dış kamera görüntülerinin temin edilerek CD ortamında ve ayrı ayrı olacak şekilde Cumhuriyet Başsavcılığımıza İVEDİLİKLE gönderilmesi..." Kolluk 24/11/2014 tarihli yazısıyla Muradiye Devlet Hastanesi dışındaki kameraların çalışmadığını ve olaya ilişkin tanık tespit edilemediğini bildirmiştir. Müzekkerenin ilgili kısımları şöyledir:"...ilgi sayılı yazınız gereği, konuya ilişkin yapılan araştırmalarda 2014 tarihinde ilçemizde bulunan mobese kameralarının çalışmadığı ayrıca şahısların yakalandıkları anı ve sonrasmı gösterir herhangi bir güvenlik kamerası ile olaya tanıklık edecek herhangi bir kimse tespit edilememiş. Şahısların Başsavcılığına sevk edildikleri sıradaki görüntüler ile ilgili ise Hükumet Konağının iç ve dış tarafındaki güvenlik kameralarının gayri faal olduğuna dair ilgi (b) sayılı yazı ile şahısların darp cebir raporu alınmak üzere Muradiye Devlet Hastanesine götürüldükleri tarihlere ait güvenlik kamerası görüntüleri CD ortamına aktarılarak yazımız ekinde gönderilmiştir..." Kolluğun 24/11/2014 tarihli yazısının ekinde gönderilen, Muradiye Devlet Hastanesi güvenlik kameralarının çözüm ve izleme tutanağında ise başvurucuların hastaneye giriş ve çıkış saatleri görüntülere göre bildirilmiştir. Savcılık yine 21/10/2014 tarihinde başvurucuların müşteki sıfatıyla ifadelerinin alınması amacıyla tutuklu bulundukları yer soruşturma makamı olan Van Cumhuriyet Başsavcılığına talimat göndermiştir. Buna göre Savcılık başvurucuların şikâyetlerinin ve şikâyetlerine konu olayların detaylandırılmasının sağlanmasını istemiştir. Talimat müzekkeresinin ilgili kısmı şöyledir:"...Müştekilerin Cumhuriyet Başsavcılığınıza usulüne uygun celp edilerek bahsi geçen şikayet dilekçesi doğrultusunda müşteki sıfatı ile ayrıntılı ifadelerinin alınması, 1-Yakalandıkları anın ayrıntılı bir şekilde anlattırılması,2-Polis Memurlarının kendilerine hangi sözlerle hakaret ettiği hususunun açıkça sorulması,3-Polis Memurlarının kendilerine karşı ne şekilde kötü muamelede bulunduklarının sorulması,4-Kendilerini yakalayan Polis Memurlarının biliniyorsa açık kimlik bilgilerinin aksi halde açık eşgal bilgilerinin sorulması,5-Müşteki Mesut Uçar'a Kaymakam'ın Koruma Polisleri olarak tanıdığını iddia ettiği iki Polis Memurunun isimlerinin ve eşgal bilgilerinin sorulması,6-Muradiye Devlet Hastanesince düzenlenen adli raporlarda müştekilerin herhangi bir yaralanmalarının bulunmadığı belirtildiğinden, muayene edildikleri anın ayrıntılı bir şekilde sorulması,7-Yakalandıkları anı ve iddia edildiği üzere kötü muameleye maruz kaldıklarını gören kişiler varsa tanık olarak dinlenilmesi amacı ile bu kişilerin açık kimlik, adres ve iletişim bilgilerinin sorulması,8-Yazımız ekinde gönderilen adli raporlar doğrultusunda en yakın sağlık kuruluşuna sevklerinin sağlanarak müştekilerin (varsa) yaralanmalarının niteliğini belirtir adli raporun alınmasının sağlanması,9-Kendilerini darp ettiklerini iddia ettikleri Polis Memurlarını teşhis edip edemeyeceklerinin ve Polis Memurları ile haklarında adli rapor düzenleyen doktorlar hakkında şikayetçi olup olmadıklarının sorulması..." Savcılık 1/12/2014 tarihinde Muradiye İlçe Emniyet Müdürlüğüne bir müzekkere daha yazarak 8/10/2014 tarihinde meydana gelen toplumsal olaylar sırasında görev alan polislerin listesini ve görev bölgelerini istemiştir. Müzekkerenin ilgili kısmı şöyledir:"...08/10/2014 tarihinde Muradiye İlçesinde meydana gelen ve şiddet eylemleri ile sonuçlanan toplumsal olaylar sırasında görev alan Polis Memurlarının görev alanları da belirtilmek suretiyle liste halinde Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesi ..." Kolluk 16/1/2015 tarihli yazısıyla 8/10/2014 tarihinde meydana gelen olaylarda görev alan tüm polislerin listesini Savcılığa bildirmiştir. Savcılık soruşturma kapsamında başvurucular hakkında rapor tanzim eden doktorların kimlik bilgilerini tespit ederek savunmalarını almıştır. Şüpheli sıfatıyla ifade veren doktorlar tespit ettikleri bulgulara göre rapor düzenlediklerini belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Savcılık, soruşturma konusu olaya ilişkin olarak hiçbir polisin şüpheli sıfatıyla ifadesini almamıştır. Sağlık Raporları Başvurucu Mesut Uçar hakkında Van Adli Tıp Şube Müdürlüğü (Adli Tıp) tarafından düzenlenen 19/11/2014 tarihli adli raporda başvurucun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokmadığı ve basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu bildirilmiştir. Raporun ilgili kısımları şöyledir;"...Mesut Uçar adına düzenlenmiş olan Muradiye Devlet Hastanesi'nin okunamayan tarih ve 323 sayılı raporunda, herhangi bir lezyon saptanmadığı kayıtlıdır.Şahsın Şube Müdürlüğümüzde yapılan muayenesinde, sağ dirsek dış tarafta en büyüğü 1 cm olan 9-10 adet çevre dokudan açık renkte iyileşmiş yara skarı (7 ekim olaylarında oluştuğunu ifade etti), sol dirsek dışta 1,5x1 cm çevre dokuya göre açık renkte iyileşmiş yara skarı, sol iç malleol üzerinde sol krus 1/3 altta 1 cm iyileşmiş yara skarı, sağ ayak baş parmağı dışında 1 cm çaplı yara skarı olduğu görüldü...." Adli Tıp tarafından başvurucu Ramazan Acar hakkında düzenlenen 19/11/2014 tarihli adli raporda da başvurucun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokmadığı ve basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu bildirilmiştir. Raporun ilgili kısımları şöyledir:"...Ramazan Acar adına düzenlenmiş olan Muradiye Devlet Hastanesi'nin 10/10/2014 tarih ve 29 sayılı raporunda, herhangi bir lezyon saptanmadığı kayıtlıdır.Şahsın Şube Müdürlüğümüzde yapılan muayenesinde, sağ kulak memesi altında olaylarda olduğunu ifade ettiği 10 cmlik yüzeyel kesi skarı görüldü. ..." Başvurucu Beyanları Başvurucular vekilleri aracılığıyla suç duyurusunda bulunduktan sonra Savcılık tarafından başvurucuların ifadelerine yeniden başvurulmuştur. Başvurucu Mesut Uçar'ın 13/11/2014 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...olay tarihinde ben köyde bulunuyordum. amcam Bayram UÇAR beni telefonla arayarak beni alması gerektiğini söyledi, ben de kabul ettim. Daha sonra Muradiye ilçe merkezine geldim, geldiğimde olaylar vardı, olayların olduğunu bilmiyordum. Amcamı almaya gittiğim kalabalık bir grup bana doğru gelmeye başladı, bende kaçmaya başlamadım, daha sonra Kaymakamın evinin girişinde bulunan polislerden yardım istedim. Orada bulunan ve siamen tanıdığım ancak görsem tanıyabileceğim iki poli smemuru bana hitaben oruspu çocuğu ve hatırlayamadığım bir sürü hakaretlerde bulundular. Daha sonra bir grup polis daha geldi, beni orada darp etmeye başladılar, daha sonra aracın içine aldılar, burada da yine darp etmeye devam ettiler. Darp sonucu yaralandım. Halende izleri mevcuttur. Beni darp eden polis memurlarını görmem halinde kesin ve net olarak teşhis edebilirim. Daha sonra bizleri Muradiye Devlet Hastanesine götürdüler, burada bizleri muayene etmediler, hastanede ilaç deposunda tuttular, benim vücudumda darp izi olmasına rağmen, herhangi bir şeyin yok dediler. Beni darp eden Kaymakam ın koruma polisleri, diğer yakalayan polisler ve bizleri muayene etmeden rapor yazan doktorlardan davacı ve şikayetçiyim..."Başvurucu Ramazan Acar'ın 13/11/2014 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...2014 tarihinde Muradiye ilçesinde meydana gelen olayda ben olayların olduğu yerden 2 km uzaklıkta bulunmaktaydım, köye gitmek için minibüs bekliyordum. O esnada polisler beni yanına çağırdı, ben yanlarında gittiğimde görsem tanıyabileceğim polis memurları bana hitaben 'piç, şerefsiz, oruspu çocuğu' gibi sinfkaflı sözler kullanarak beni darp etmeye bağladılar, ben boynumdan yaralandım, halen izi mevcutttur. Daha sonra bizi Adliyeye sevk ettiler. Adliyeden sonra bizi Polis karakoluna götürdüler, oradan da Muradiye Devlet Hastanesine götürdüler, buradaki doktor bizleri muayene etti, beni darp eden polislerin açık kimlik bilgilerini bilmiyorum Ancak eşgal bilgilerini tam olarak hatırlamıyorum, görmem halinde tanırım. beni yakaladıklarında çevrede kimse yoktu. beni darp eden polislerden ve muayene eden doktorlardan şikayetçi değilim..." Başvurucu Ramazan Acar 12/12/2014 havale tarihli dilekçesiyle, alınan ifadesinde şikayetçi olmadığının yazılmış olduğunu fakat polislerden ve doktorlardan şikâyetçi olduğunu Savcılığa bildirmiştir. E. Soruşturma Neticesinde Verilen Karar Savcılık 5/11/2015 tarihli kararıyla şüpheliler hakkında kasten yaralama, hakaret, işkence ve kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Müşteki Ramazan Acar'ın 13/11/2014 tarihinde alınan ifadesinde özetle;Olay günü köye gitmek için otobüs beklediği sırada polislerin kendisini çağırdığını, kendisine hitaben 'piç, şerefsiz, o.çocuğu' diyerek hakaret ettiklerini ve darp etmeye başladıklarını, polislerden ve muayene eden doktorlardan şikayetçi olmadığını" beyan ettiği, 12/12/2014'te verdiği dilekçe ile şikayetçi olduğunu beyan ettiği,Müşteki Mesut Uçar'ın 13/11/2014tarihinde alınan ifadesinde özetleOlay günü ilçe merkezine geldiğinde olayların olduğunu gördüğünü, polislerden yardım istediğini, polis memurlarının kendisine hitaben "orospu çocuğu" ve hatırlayamadığım bir sürü hakaretlerde bulunduklarını, kendisini darp etmeye başladıklarını, polis memurları ve doktorlardan şikayetçi olduğunu beyan ettiği,Van Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 19/11/2014 tarihli raporlarında; [B.nin] herhangi bir darbe maruz kalmadığını ancak kalp hastası olduğu için fenalaştığını beyan ettiği, vücudunda herhangi bir travmatik lezyon tanımlanmadığının; Mesut Uçar ve Ramazan Acar'ın yaralanmalarının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğunun tespit edildiği,Kimlik bilgileri tespit edilemeyen polis memuru hakkındaki kasten yaralama, işkence yapma suçu yönünden; olay tarihinde ilçe merkezinde meydana gelen olaylar sırasında pek [çok] kişinin yakalanarak gözaltına alındığı, müştekilerin adli raporlarında belirtilen yaralanmalarının gözaltına alındıkları sırada boynundan tutulmak ya da diz çöktürmek suretiyle polisin zor kullanma yetkisi kapsamında orantılı güç kullanılması sonucu oluşma ihtimalinin yüksek olduğu, müştekilerin salt iddiası haricinde şüpheli hakkında üzerine atılı bulunan suçtan dolayı dava açılmasını ve soruşturmanın devamını gerektirecek nitelikte ve yeterlilikte somut bir delilin elde edilemediği;Kimlik bilgileri tespit edilemeyen polis memurları hakkındaki hakaret suçu yönünden; müştekilerin salt iddiaları haricinde şüpheliler hakkında üzerine atılı bulunan suçtan dolayı dava açılmasını ve soruşturmanın devamını gerektirecek nitelikte ve yeterlilikte somut bir delilin elde edilemediği,Müştekilerin muayenesini yapan şüpheli doktorlardan [E.G.] ve [nin] alınan ifadelerinde özetle;olay günü hastane acil servisinde eylemlere katılan şahışların muayene için getirilmeleri sebebiyle yoğunluğun olduğunu, bu sebeple muayene ettikleri müştekileri hatırlayamadıklarını, düzenledikleri adli raporları da usulüne uygun muayene sonrası düzenlediklerini beyan ederek üzerine atılı suçlamaları kabul etmedikleri, şüpheli [H.Z.nin] alınan ifadesinde özetle; müşteki [B.yi] kendisinin muayene ettiğini, hastanın o an herhangi bir şikayet tarif etmediğini, ilerleyen saatlerde göğüs ağrısı şikayeti ile yeniden başvurduğunu ve gerekli tedavinin uygulandığını beyan ederek üzerine atılı suçlamaları kabul etmediği, şüpheli [P.K.nın] alınan ifadesinde özetle; olay günü on on beş kişiyi muayene ettiğini, tespit ettiği bulguları raporlara yazdığını beyan ederek üzerine atılı suçlamaları kabul etmediği,Şüpheli doktorlar ve sağlık personelinin üzerine atılı resmi evrakta fikri sahtecilik eylemine yönelik olarak ise; bahsi geçen görevlilerin üzerlerine atılı bulunan suçtan dolayı dava açılmasını ve soruşturmanın devamını gerektirecek nitelikte ve yeterlilikte somut bir delilin elde edilemediği anlaşılmakla;Olay hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA,..." Bu karara yapılan itiraz, Erciş Sulh Ceza Hâkimliğince 15/12/2015 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucular 24/12/2015 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 14/1/2016 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz." 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1066 | Başvuru, yakalama ve gözaltı sırasında polis tarafından darbedilme iddiasıyla yapılan şikâyetle ilgili kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın şirketin ortaklar kurulu kararı olmaksızın ve muvazaalı olarak satışı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Kamil Darbaz, diğer başvurucu GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti.nin (Şirket) %50 payına sahiptir. Bu Şirketin diğer %50 payı ise Ö.Ş.ye aittir. Her iki ortak da Şirketi tek başına temsile yetkili kılınmıştır. Başvurucu Şirket, İstanbul ili Kadıköy ilçesi Sahrayıcedit Mahallesi'nde 838 ada 21 parsel sayılı arsa vasıflı bir taşınmaz üzerinde inşaat yapmak üzere -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- arsa sahipleriyle arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapmıştır. Söz konusu taşınmazın 152/000 payı arsa sahiplerince -üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi şerhi bulunmaksızın- bedeli karşılığında, 350/000 payı ise arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde tapuda başvurucu Şirkete devredilmiştir. Böylece taşınmazın toplamda 893/000 payı başvurucu Şirkete devredilmiştir. Başvurucu Şirket, bu taşınmaz ile ilgili olarak inşaat projesi hazırlamış ve proje üzerinden satış ve kira sözleşmeleri yapmıştır. Proje devam ederken başvurucu Şirketin diğer ortağı Ö.Ş. ile başvurucu arasında uyuşmazlık çıkmıştır. Ö.Ş. 6/7/2009 tarihinde başvurucu Şirketi temsilen dava konusu taşınmazdaki Şirket payını Ortaklar Kurulu kararı olmaksızın 000 TL bedelle E.S.ye satmıştır. Taşınmazın satışını öğrenen başvurucular Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinden Ö.Ş.nin zarar verici eylemlerinden dolayı haklı sebebe dayalı olarak müdürlükten azlini talep etmişlerdir. Mahkeme, konu hakkında Bilirkişi Kurulundan rapor almıştır. Bilirkişi Kurulunun 16/5/2011 tarihli raporunda, Şirkete ait taşınmaz payının satışının yapıldığı tarih itibarıyla gerçek değerinin 347,21 TL olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, bilirkişi raporunu hükme esas alarak ve satış değeri ile gerçek değer arasındaki fark nedeniyle davalının Şirket müdürlüğünden azli koşullarının gerçekleştiğini belirterek 13/9/2011 tarihinde Ö.Ş.nin idare müdürlüğü yetkisinin kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucular 20/7/2009 tarihinde Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinde (sonradan İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi) Ö.Ş. ve E.S. aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; ihtilaflı taşınmazın satışının Ortaklar Kurulu kararı alınmadan yapıldığı, davalıların iyi niyetli olmadıkları ve satışın muvazaalı olduğu iddia edilmiştir. Ö.Ş. dışındaki davalılar ise taşınmazın tapu kaydına konulan hacizler sebebiyle 800 TL daha ödediklerini, böylece taşınmaz için ödedikleri toplam tutarın 400 TL olduğunu savunmuşlardır. Mahkemece inşaat ve hukuk alanında bilirkişilerden oluşturulan heyetten alınan 28/12/2010 tarihli raporda, ödendiği bildirilen satış bedeli ile tespit edilen taşınmaz değeri arasında aşırı fark bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca bilirkişi raporunda, söz konusu taşınmaz payının kat karşılığı devredilmiş olması ve Şirketin bu payı avans olarak aldığının biliniyor olması karşısında davalı tarafın iyi niyetli kabul edilmeyeceği ve Şirketin tek taşınmazının Ortaklar Kurulu kararı olmaksızın satışının kanun gereği mümkün olmadığı görüşüne yer verilmiştir. Buna karşın 4/9/2012 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, davalı E.S.nin üçüncü kişi konumunda olduğu ve başvurucuların bu sebeple muvazaa iddialarını her türlü delille ispatlayabilecekleri belirtilmiştir. Ancak akrabalık veya yakın ilişkileri sebebiyle başvurucuların dinlenen tanıklarını hükme esas almayan Mahkeme, başvurucuların satış işleminin muvazaalı olduğunu ispatlayamadıkları sonucuna varmıştır. Bu kapsamda satış bedelinin Şirket kasasına girip girmediğinin üçüncü kişi davalıyı ilgilendirmediği tespitine yer verilmiştir. Mahkeme kararının diğer ilgili kısmı şöyledir:"Satışa konu hissenin keşifte belirlenen değerinin satış bedeli ile kıyaslandığında arada fark olduğu görülmekte ise de taşınmaz üzerinde birden fazla sayıda haciz bulunması bunun toplam borç tutarının 425,42 TL olduğu dikkate alındığında hissenin alımının riskli bir yatırım olduğu bu nedenle de bedelinin düşük olması da makul olarak değerlendirilmiştir.Davalının taşınmaz üzerindeki hacizlere ilişkin borçlarını temlik aldığı, dosyada bulunan belgelerden anlaşılmıştır. Davalının ödediği bedele ilaveten hazice konu icra dosyalarının da temlik alan sıfatıyla borçları üstlendiği görülmüştür.28/12/2010 Tarihli bilirkişi raporuna göre davalının kat karşılığı olarak devredilmiş payı satın alması nedeni ile yapılan işlemin muvazaa olduğu kanaati bildirilmiş ise de Mahkememizce şirkete devir yapılan hisseler üzerinde ayrıntılı olarak inceleme yapılması için Kadastro Mühendisi H.Ş. bilirkişi seçilmiş ve düzenlemiş olduğu ve hükme esas alınan raporunda belirttiği gibi, davalıya satıp devredilen hissenin, 14091152/65856000 hissesinin arsa sahiplerinin üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi şerhi bulunmaksızın bedeli karşılığında pay satışı olarak şirkete sattıkları pay olduğu, 3841350/65856000 hissenin ise arsa sahiplerinin kat karşılığı olarak sattığı hisseler olduğu anlaşılmıştır. Hisselerini kat karşılığı olarak devreden maliklerin davacı şirket ile yaptıkları kat karşılığı inşaat sözleşmesini fesh ettikleri, fesih protokolünde bu sözleşmeden dolayı hiç bir hak alacak talep etmedikleri, şirketi gayri kabili rücu ibra ettiklerini anlaşılmıştır.Davalının toplanan tüm delilerine göre tapu kaydına güvenerek davacı şirketin yetkili temsilcisinin yaptığı satış ile dava konusu hisselerin alımında iyiniyetli olduğu anlaşılmakla davalı adına kayıtlı hisselerin iptali talep edilemeyeceğinden davanın reddine dair karar vermek gerekmiştir." Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 3/6/2014 tarihinde usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle oybirliğiyle onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi ise aynı Daire tarafından 19/3/2015 tarihinde oyçokluğuyla reddedilmiştir. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere, davacıların muvazaanın varlığını ispatlayamamalarına, satılan taşınmaz üzerinde 425 TL tutarında haciz bulunmasına ve davalının icra dosyasındaki borçları üstlenmiş olmasına, nakten tahsil edilen bedelin şirket kasasına intikal ettirilmemesinin müdürün sorumluluğunu gerektirmesine ve 6762 sayılı Kanun'un 443/ maddesinin davacının iştigal konusu gözetildiğinde uygulanamayacak olmasına göre, davacı vekilinin HUMK’nın maddesinde sayılan hallerden hiçbirisini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir." Nihai karar, başvurucular vekiline 22/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun "Muvazaa" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.” 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "İyiniyet" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz.” Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun "Anonim Şirket" başlıklı Dördüncü Fasıl'ın "İdare Meclisi" başlıklı İkinci Kısım'ının "Temsil Salahiyeti" başlığı altında " Vüsat ve şümulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haizdirler. Temsil salahiyetinin tahdidi, hüsnüniyet sahibi üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmez. Ancak temsil salahiyetinin sadece merkezin veya bir şubenin işlerine hasrolunduğuna veya müştereken kullanılmasına dair tescil ve ilan edilen tahditler muteberdir.... Temsile salahiyetli olanlar tarafından yapılan muamelenin esas mukaveleye veya umumi heyet kararına aykırı olması, hüsnüniyet sahibi üçüncü şahısların o muameleden dolayı şirkete müracatına mani olamaz...." 6762 sayılı Kanun'un "Anonim Şirketlerin İnfisahı ve Tasfiyesi" başlıklı Yedinci Kısım'ının "Aktifleri satma salahiyeti" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Umumi heyet aksine karar vermiş olmadıkça tasfiye memurları şirketin aktiflerini pazarlık suretiyle de satabilirler. (Değişik: 16/6/1989 - 3585/6 md.) Aktiflerin toptan satılabilmesi için umumi heyetin kararı gereklidir. Bu karar hakkında 388 inci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları uygulanır." 6762 sayılı Kanun'un "Limited Şirket" başlıklı Yedinci Fasıl'ının"Şirketin Teşkilatı" başlıklı Üçüncü Kısım'ının "Salahiyetler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Umumi heyet aşağıdaki salahiyetleri haiz olup bunları başka bir organa devredemez: Şirket mukavelesini değiştirmek; Müdürleri tayin ve azletmek; Müdür olmıyan ortaklara bahşedilen kontrol hakları mahfuz kalmak şartiyle murakıpları tayin ve azletmek; Kar ve zarar hesabını ve bilançoyu tasdik ve safi karın kullanma şeklini tayin etmek; Müdürleri ibra etmek; Payların bölünmesi hakkında karar vermek; Kuruluş veya idare işlerinden dolayı şirketin kendi organlarına veya münferit ortaklara karşı haiz olduğu tazminat taleplerini dermeyan etmek. Şirket mukavelesinde aksine hüküm olmadıkça umumi heyet, ortakların koymayı taahhüt ettikleri sermayeye mahsuben ödiyecekleri paraların ödeme gününü tesbit ve ticari mümessillerle, bütün ticari işletmeyi idare hakkı verilen ticari vekilleri tayine salahiyetlidir." 6762 sayılı Kanun'un "İdare ve Temsil" başlığı altında "Müdürler"e ilişkin "Ortak olanlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Aksi kararlaştırılmış olmadıkça, ortaklar hep birlikte müdür sıfatiyle şirket işlerini idareye ve şirketi temsile mezun ve mecburdurlar. Şirket mukavelesi veya umumi heyet kararı ile şirketin idare ve temsili ortaklardan bir veya birkaçına bırakılabilir. Kuruluştan sonra şirkete giren ortaklar, bu hususta umumi heyetin ayrı bir kararı olmadıkça, idare ve temsile mezun ve mecbur değildirler. Limitet şirketin temsilcileri arasında bir hükmi şahıs bulunduğu takdirde, ancak o hükmi şahıs adına limitet şirketin temsil ve idaresini üzerine almış bulunan hakiki şahıs limitet şirketin temsilcisi olarak tescil ve ilan edilir." 6762 sayılı Kanun'un "Temsil Salahiyeti" başlığı altında düzenlenen "Şümulu" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Müdürlerin haiz oldukları temsil salahiyetinin şümul ve tahdidi hakkında, anonim şirketin idare meclisine dair olan 321 inci madde hükmü tatbik olunur.Vazifelerini ifa dolayısiyle müdürlerin işlemiş oldukları haksız fiillerden şirket mesul olur." 6762 sayılı Kanun'un "Anonim şirket hükümlerine yapılan atıflar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Şirketin kuruluşuna iştirak edenlerle şirketin idare veya murakabesine memur edilen kimselerin ve tasfiye memurlarının mesuliyeti, cezai mesuliyetler ve şirketin vekaletlerce murakabesi hakkında anonim şirketin bu hususlara mütaallik hükümleri tatbik olunur." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/1/2000 tarihli ve E.1998/8298, K.2000/19 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, Limited Şti. müdürünün görev ve yetkisini aşarak şirketin üzerinde faaliyetini sürdürdüğü tek taşınmazının satışının iptali istemine ilişkindir.Limited Şti.nin müdürlerinin yetkisi, TTK.nun maddesi yollaması ile aynı Kanun`un maddesi ile belirlenmiştir. Buna göre, "temsile selahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket adını kullanmak hakkını haiz oldukları" öngörülmüştür.Anılan kanun hükümleri uyarınca, şirket yönetim kurulu veya temsilcisi, ancak şirket maksat ve konusuna göre her nevi iş ve hukuki işlemleri şirket adına yapmaya yetkilidir. Şirket maksat ve konusu dışına çıkan bir işin veya hukuki işlemin yönetim kurulu veya temsilciler tarafından yapılabilmesi TTK.nun 443/2 maddesi uyarınca, ancak genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabilir. Ayrıca, genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetki verebilmesi için anılan Kanun hükmü gereğince, aynı Kanun`un maddesinin ve fıkralarındaki toplanma ve karar yeter sayısı olması da şarttır.Dava konusu şirketin ana sözleşmesinin 'amaç ve konusu' başlığı altında taşınmaz alım-satımı da düzenlenmiş ise de, burada söz konusu edilen taşınmazlar, şirketin olağan iştigal konusu ve faaliyetleri arasındaki işlere ilişkin taşınmazlar olup, şirketin üzerinde faaliyetini sürdürdüğü taşınmazın bu kapsamda olduğu düşünülemez.Yukarıda anlatılanlar karşısında dava konusu satış, Ltd. Şti.`nin tek malvarlığı olduğu iddia edilen ve üzerinde fabrika kurulu arsa satışına ilişkin olduğuna göre, dışardan atanan müdürün tek başına temsil yetkisine dayanarak bu taşınmazı ortaklardan birine satması TTK.nun maddesi yollaması ile aynı Kanun`un ve şirketin tüm malvarlığının elden çıkarılması da yine limited şirketlerde de uygulanması mümkün olan TTK.nun 443/ maddesi hükmü de dikkate alınarak inceleme yapılmak gerekirken, yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/10/2011 tarihli ve E.2011/2433, K.2011/14210 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Asıl davada, iki ortaklı limited şirkette ortaklardan birinin usulsüz olarak kendisini tam yetkili müdür tayin ederek, şirkete ait tek taşınmazı muvazaalı olarak satılması nedeniyle tapu iptali tescil, birleşen davada ise, daha sonra taşınmaz üzerinde bulunan otelin yıkılması nedeniyle, otelin içindeki malların değeri ile elde edilecek gelir ve manevi tazminatın tahsili talep edilmiştir. Mahkemece yukarda açıklanan gerekçeyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, mahkemeninsahte olduğu iddia edilen ortaklar kurulu kararının iptali istemli bir dava açılmaması nedeniyle ortaklar kurulu kararının geçerli olup olmadığının bu davada incelenemeyeceği yönündeki gerekçesi yerinde olmayıp, ortaklar kurulu kararının geçersizliği iddiasının işbu davada hadise şeklinde incelenerek sonuçlandırılması mümkün bulunmaktadır. Bir an için ortaklar kurulu kararının sahte olmadığı kabul edilse dahi Dairemizin yerleşmiş içtihatları uyarınca şirket müdürünün şirkete ait tek taşınmazı ortaklar kurulu kararı olmadan satması mümkün değildir. Bu nedenle mahkemenin bu gerekçesine itibar olunması mümkün değildir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/11/2012 tarihli ve E.2011/12391, K.2012/19288 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava, limited şirkete ait tek mal varlığı olan taşınmazın şatışından kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Mahkemece, satış işlemini yapan davalı İsmet Taş'ınşirket müdürlüğünün devam ettiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Dava konusu taşınmaz dava dışı S... Tic. Ltd. Şti'nin tek mal varlığı olduğu anlaşıldığından, şirketin tek mal varlığının satışı için ortaklar kurulu kararı gerekmektedir. Bu konuda satışla ilgili ortaklar kurulu kararı olmadan yapılan satış yok hükmündedir. Bu nedenle davanın kabulü gerekirken reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı yararına bozulması gerekmiştir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/1/2013 tarihli ve E.2012/18016, K.2013/876 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...dava konusu taşınmazınşirketinyetkilimüdürününimzasıylaveortakların4/3çoğunluğunun almış olduğu kararla [satıldığı]... satışı gerçekleştiren şirket ortağının, şirket ortaklar kurulunun aldığı karar ile şirketi temsil ve ilzama yetkili kılındığı, bu hususun ticaret sicilinde tescil ve ilan edildiği ve böylece bu işlemin yetki yönüyle TTK maddesi uyarınca yasaya uygun olarak gerçekleştirildiği, satış işlemi sırasında o tarih itibariyle şirketi temsil yetkisi taşıyan K.B.'un bu yetkisini belgeleyen imza sirküleri ve yetki belgesinin tapu sicil müdürlüğüne ibraz edildiği ve bu belgelerin satışa dayanak yapıldığı, satış işlemi ve sonuçları Limited Şirket ortaklarını doğrudan ilgilendirdiğine ve zarara uğramalarına neden olabileceğine göre şirket ortağının da münferit olarak dava açabileceği genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetkili verebilmesi için TTK'nun 443/ maddesi uyarınca genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabileceğini ve satış işlemi sırasında o tarih itibariyle şirketi temsil yetkisi taşıyan K.B.'un bu yetkisini belgeleyen imza sirküleri ve yetki belgesinin tapu sicil müdürlüğüne ibraz edildiği ve bu belgelerin satışa dayanak yapıldığı, satış işlemi ve sonuçları Limited Şirket ortaklarını doğrudan ilgilendirdiğine ve zarara uğramalarına neden olabileceğine göre şirket ortağının da münferit olarak dava açabileceği genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetkili verebilmesi için TTK'nun 443/ maddesi uyarınca genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabileceğini ve maddesi ve fıkralarındaki toplama ve karar yeter sayısının da olmasının gerektiği, somut olayda, dava dışı ve davalı K. ile birlikte hareket eden ortakların sermaye ve toplanma nisabının yasanın aradığı yeterlilikte olduğu, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir...Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir...." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/4/2011 tarihli ve E.2010/4-650, K.2011/67 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Limitet şirket müdürlerinin yetkisi, Türk Ticaret Kanunu'nun maddesi yollaması ile aynı Kanun'un maddesi ile belirlenmiştir. Anılan maddede, 'temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket adına kullanmak hakkına haiz oldukları' öngörülmüştür.Şirket maksat ve konusu dışına çıkan bir işin veya hukuki işlemin yönetim kurulu veya temsilciler tarafından yapılabilmesi TTK'nın 443/maddesi uyarınca, ancak genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabilir. Ayrıca, genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetkili verebilmesi için anılan Kanun hükmü gereğince, aynı Kanun'un maddesinin ve fıkralarındaki toplanma ve karar yeter sayısı olması da şarttır.Dava konusu şirketin ana sözleşmesinin 'amaç ve konu' başlığı altında taşınmaz alım- satımı da düzenlenmiş ise de, burada söz konusu edilen taşınmazlar, şirketin olağan iştigal konusu ve faaliyetleri arasındaki işlere ilişkin taşınmazlar olup, şirketin üzerinde faaliyetini sürdürdüğü taşınmazın bu kapsamda olduğu düşünülemez.Yukarıda anlatılanlar karşısında dava konusu satış, limited şirketin tek malvarlığı olan ve üzerinde petrol ofisi kurulu arsa satışına ilişkin olduğuna göre, şirket müdürünün tek başına temsil yetkisine dayanarak bu taşınmazı satması TTK'nın maddesi yollaması ile aynı Kanun maddesi ve şirketin tüm malvarlığının elden çıkarılması da yine limited şirketlerde de uygulanması mümkün olan TTK'nın 443/maddesi hükmüne aykırılık oluşturduğu açıktır.Diğer yandan, şirket müdürü ile kişi .. B… arasında satışa ilişkin düzenlenen protokol ile tapuda gösterilen değerler birbirlerinden farklı olup, tapuya tescil sırasında tarafların beyanlarının gerçek iradelerini yansıtmadığı da açıktır. Bu durumda, yerel mahkemece; tapuda yapılan satışın muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.O halde, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir...." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin temel amacı, devlet tarafından mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalelere karşı kişinin korunmasını sağlamaktır. Sözleşme'nin maddesi uyarınca her taraf devlet "kendi yetki alanı içinde bulunan herkesin, Sözleşme'de tanımlanan hakları ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama" yükümlülüğü altındadır. Bu genel nitelikli görevin yerine getirilmesi, Sözleşme ile güvence altına alınan hakların etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak için bazı pozitif yükümlülüklere yol açmaktadır (Ališić ve diğerleri/Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 60642/08, 16/7/2014, § 100; Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99, 25/7/2002, § 96). AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da bazı pozitif yükümlülükler içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre mülkiyet hakkının gerçekten etkili bir biçimde korunabilmesi, devletin müdahale etmeme görevi yanında ayrıca bazı pozitif tedbirler almasını da gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143). AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü içerdiğini kabul etmektedir. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında makul ve adil bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. Mahkeme, bu gerekliliğin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007, § 47). Bununla birlikte AİHM; iç hukukun yorumlanması ve uygulanması konusundaki görevinin sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarının yorumlanması bakımından sahip oldukları takdir hakkına açık bir keyfîlik veya bariz bir takdir hatası içermedikçe karışamayacağını belirtmektedir (Anheuser‑BuschInc./Portekiz, § 83). Diğer taraftan AİHM, her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45). AİHM ayrıca, usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiği vurgulanmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05,34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54). Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12563 | Başvuru, taşınmazın şirketin ortaklar kurulu kararı olmaksızın ve muvazaalı olarak satışı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No saved queries yet
Save your SQL queries to embed, download, and access them later. Queries will appear here once saved.