text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/10/1999 tarihinde tapu iptali ve tescil ile bedel tahsili davası açmıştır. Bu davaya karşılık olarak başvurucu aleyhine sözleşmenin feshi ile eksik işler ve diğer giderlerin tazminine yönelik dava açılmış, anılan davalar Gebze Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1999/603 sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Mahkeme 13/5/2008 tarihli kararı ile başvurucunun açtığı davanın reddine karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/6/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 29/5/2014 tarihli karar ile başvurucunun davasının kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine dosya Yargıtaya gönderilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9702 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/39151 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali için açılan davada kanun yolu incelemesinin yanlış yargı yerinde yapılması ve gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle kanuni hâkim güvencesi ile gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adana ili Seyhan ilçesi İhsan Sabancı Kız Teknik ve Meslek Lisesinde müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken hakkında bir öğrencisini taciz ettiği iddiasıyla idari soruşturma açılması sonucu 29/8/2012 tarihli işlem ile aynı ilçede bulunan Sadıka Sabancı Ortaokulunda din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni olarak görevlendirilmiştir. Hakkında uygulanan işlemin iptali istemiyle başvurucunun Adana Valiliğine karşı Adana İdare Mahkemesinde 24/10/2012 tarihinde açtığı dava 29/3/2013 tarihli kararla kabul edilmiş ve işlem başvurucunun yöneticilik görevinden alınması yönünden iptal edilmiştir. Kararda; soruşturma sonucu düzenlenen raporlarda belirtilen hususlar, raporlar arasındaki birtakım çelişkilerin giderilmemiş olması ile tacize uğradığı ileri sürülen öğrencinin Adana Cumhuriyet Savcılığında verdiği ifade irdelenmiştir. Bu değerlendirmeler ışığında idari işlemin sebebi olarak gösterilen eylemin kesin olarak gerçekleştiği veya başvurucunun yöneticilik görevinden alınmasını gerektirecek nitelikte bir davranışta bulunduğu hususları şüpheye yer bırakmayacak bir biçimde kanıtlanmadan, varsayım yoluyla görevden alınmasının kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olmadığı belirtilerek iptali istenen işlemin yöneticilik görevinden alınmaya ilişkin kısmının mevzuata ve hukuka uygun olmadığı belirtilmiş ancak soruşturma konusunun niteliği ve soruşturma raporlarında belirtilen diğer hususlar yönünden başvurucunun eski görev yerinde yıprandığı ve görev yeri değişikliğinin hizmetin sağlıklı ve düzenli olarak işlemesi için gerekli olduğu sonucuna varılmıştır. Bu yönden ise işlemin davacının görev yerinin değiştirilmesine ilişkin kısmında kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. İlk derece mahkemesinin iptal kararına karşı davalı idare tarafından itiraz edilmiştir. Yapılan inceleme sonucu Adana Bölge İdare Mahkemesi 11/12/2013 tarihli kararı ile itiraza konu kararın bozularak kaldırılmasına ve davanın reddine hükmetmiştir. Kararda; mevzuat hükümleri ile memurların naklen atanmaları konusunda idareye takdir yetkisinin tanındığının açık olduğu, bu yetkinin ancak kamu yararı ve hizmet gerekleri gözardı edilerek kullanıldığının kanıtlanması ya da idari yargı merciince saptanması hâlinde dava konusu idari işlemin neden ve amaç yönlerinden hukuka aykırılığı nedeniyle iptalinin gerektireceğinin yerleşmiş yargısal içtihatlarla kabul edilmiş olduğu belirtilmiştir. Bu doğrultuda idari soruşturma dosyalarında başvurucuya isnat edilen eylemlerin sübuta erdiği sonucuna varıldığı ifade edilmiş ve iptali istenen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı kanaatine varılmıştır. İtiraz sonucu verilen karara karşı başvurucu 27/2/2014 tarihli dilekçesi ile karar düzeltme talebinde bulunmuş, dilekçesinde esasa ilişkin hususların yanında dava konusu işlemin Adana Valiliği tarafından gerçekleştirilen görev ve unvan değişikliği niteliğinde olduğunu, bu durumda 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu'nun ilgili hükümleri uyarınca olayda bölge idare mahkemesinin itiraz incelemesi yetkisi bulunmadığını, dava dosyasının temyiz incelemesi için Danıştaya gönderilmesi gerektiğini belirtmiştir. Yapılan inceleme sonucu Adana Bölge İdare Mahkemesi 16/5/2014 tarihli kararı ile karar düzeltme isteminin reddine hükmetmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam başvurucuya 4/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 25/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2577 sayılı Kanun'un 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun ile değiştirilen ve olay tarihinde yürürlükte bulunan "İtiraz" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: " İdare ve vergi mahkemelerinin; ...b) Valilik, kaymakamlık ve yerel yönetimler ile bakanlıkların ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının taşra teşkilâtındaki yetkili organları tarafından kamu görevlileri hakkında tesis edilen geçici görevlendirme, ikinci görev, vekaleten atama, görev ve unvan değişikliği içermeyen il içi naklen atama, görevden uzaklaştırma, yolluk, lojman ve izinlerine ilişkin idari işlemlerden, ... kaynaklanan uyuşmazlıklarla ilgili olarak verdikleri nihaî kararlar ile tek hâkimle verilen nihaî kararlara, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi mahkemelerin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine itiraz edilebilir." 2577 sayılı Kanun'un "Kararın düzeltilmesi" kenar başlıklı maddesi, 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un maddesiyle kaldırılmadan önceki hâliyle şöyledir:" (Değişik birinci cümle: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca;a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması,b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,d) (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmışolması,Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulları ile bölge idare mahkemeleri, kararın düzeltilmesi isteminde ileri sürülen sebeplerle bağlıdırlar. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/24 md.) Kararın düzeltilmesi istekleri esas kararı vermiş olan daire, kurul ve bölge idare mahkemesince incelenir. Dosyanın incelenmesinde tetkik hakimliği yapanlar, aynı konunun düzeltme yoluyla incelenmesinde bu görevi yapamazlar." Danıştay İkinci Dairesinin 17/1/2013 tarihli ve E.2012/11943, K.2013/1 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... 2577 sayılı Yasa'nın,2012 günlü, 28344 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 6352 sayılı Yasa'nın maddesiyle değişik "itiraz" başlıklı maddesinin fıkrasının (b) bendinde, idare ve vergi mahkemelerinin, valilik, kaymakamlık ve yerel yönetimler ile bakanlıkların ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının taşra teşkilatındaki yetkili organları tarafından kamu görevlileri hakkında tesis edilen geçici görevlendirme, ikinci görev, vekaleten atama, görev ve unvan değişikliği içermeyen il içi naklen atama,görevden uzaklaştırma, yolluk, lojman ve izinlerine ilişkin idari işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklarla ilgili olarak verdikleri nihai kararlar ile tek hakimle verilen nihai kararlara, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi, mahkemelerin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine itiraz edilebileceği hükme bağlanmış; 2577 sayılı Yasa'nın, 4577 sayılı Yasa ile değişik maddesinde de, idare ve vergi mahkemelerinin itiraz yolu açık olan kararlarının temyiz edilemeyeceği belirtilmiştir. Diğer taraftan, 1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi ile 1992 günlü, 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesine dayanılarak hazırlanan ve 2009 günlü, 27318 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girenMilli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Atama ve Yer Değiştirmelerine İlişkin Yönetmeliğin, "Kapsam" başlıklı maddesinde, bu Yönetmeliğin, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı eğitim kurumları yöneticiliklerini ikinci görev olarak yürütecek personeli kapsayacağı belirtilirken, "Tanımlar" başlıklı maddesinde de atamanın, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı eğitim kurumları yöneticiliklerine, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun maddesine göre ikinci görev kapsamında yapılan görevlendirmeyi ifade edeceği kurala bağlanmış olup,190sayılıGenel Kadro Usulü Hakkında Kanun HükmündeKararname'de ise, eğitim kurumları yöneticilikleri için herhangi bir kadronun tahsis edilmediği görülmekle, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı eğitim kurumları yöneticiliklerinin ikinci görevle yürütüldüğü açıktır. Olayda, Ç. İli, İ. Lisesi Müdürü olarak görev yapan davacı tarafından, hakkında düzenlenen ... . günlü, ... . sayılı İnceleme ve Soruşturma Raporu'na istinaden aynı İl, B. İlçesi, B. Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezi'ne Öğretmen olarak atanmasına ilişkin Ç. İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün ... . günlü, ... . sayılı işleminin iptali istemiyle açılan davada; Çanakkaleİdare Mahkemesi'nce verilen ... . günlü, ... . sayılı kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmiş ise de; davacının üzerinden alınan müdürlük görevinin ikinci görev niteliğinde olduğu dikkate alındığında, işlemi tesis eden makam ve işlemin konusu bakımından uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasa'nın maddesinin 1/b fıkrası kapsamında olması nedeniyle, temyizen Danıştay'da incelenmesine olanak bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin görev yönünden reddine ve 2577 sayılı Kanun'un değişik maddesinin fıkrası uyarınca dosyanın Edirne Bölge İdare Mahkemesi'ne gönderilmesine..." B. UluslararasıHukuk İlgili uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Kemal Demir, B. No: 2014/17141, 6/7/2017, §§ 42- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10728 | Başvuru, idari işlemin iptali için açılan davada kanun yolu incelemesinin yanlış yargı yerinde yapılması ve gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle kanuni hâkim güvencesi ile gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör saldırısı sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini talebiyle açılan tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde 11/5/2013 tarihinde biri belediye binası önünde, diğeri postane binasının yakınlarında olmak üzere bomba yüklü iki aracın infilak ettirilmesi suretiyle terör saldırısı gerçekleştirilmiştir. Saldırı sonucu 51 kişi yaşamını yitirmiş, 222 kişi yaralanmıştır. Başvurucunun annesi F.Z. ile kız kardeşi Z. de söz konusu saldırıda hayatını kaybetmiştir. F.Z. ve Z.nin mirasçısı olan başvurucunun 22/5/2013 tarihinde Hatay Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna yaptığı başvuru üzerine 21/6/2013 tarihinde sulhname imzalanmış, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca 685,90 TL tutarında maddi tazminat başvurucuya ödenmiştir. Söz konusu terör saldırısıyla ilgili olarak İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği tarafından düzenlenen 2/4/2014 tarihli ön inceleme raporunda özetle Hatay Emniyet Müdürlüğüne olay öncesi konuyla ilgili çok sayıda ihbar geldiği, istihbarat birimleri tarafından araç plakası, şahıs isimleri gibi bilgilerin de belirtilmesi suretiyle Hatay Emniyetine bilgi sunulduğu, patlamanın meydana gelmesinde önlem almayan emniyet birimlerinin hizmet kusuru olduğu, ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesi gerektiği belirtilmiştir. İlgili emniyet görevlileri ile mülki idare amirleri hakkında Hatay Valiliği tarafından soruşturma izni verilmesi üzerine Hatay Cumhuriyet Başsavcılığınca 30/12/2014 tarihinde görevi kötüye kullanma suçundan iddianame düzenlenmiş ve iddianamenin kabulü ile Hatay Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde 19/1/2015 tarihinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu 18/11/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığına sunduğu dilekçe ile yakınları F.Z. ve Z.nin ölümü nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların ödenmesi için talepte bulunmuştur. Talebinin 24/11/2015 tarihli işlemle reddedilmesi üzerine başvurucu 25/1/2016 tarihinde, 5233 sayılı Kanun hükümleri kapsamında idare ile imzalanan sulhnamenin iptal edilmesi ile maddi ve manevi zararlarının ödenmesi talepleriyle tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, patlamanın ve ölümlerin yaşanmasında idarenin kusuru olduğunu, istihbarat bilgisi bulunmasına karşın önlem alınmadığını ileri sürmüş; dava açma süresine ilişkin açıklama yaparak 5233 sayılı Kanun'dan ayrı olarak kusur sorumluluğu temelinde dava açtığını vurgulamıştır. Hatay İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 17/2/2016 tarihli kararıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, sulhnamenin iptali ve maddi tazminat talepleri bakımından sulhnamenin imzalandığı 21/6/2013 tarihinden itibaren en geç altmış gün içinde dava açılması veya aynı süre içinde idareye başvurulup başvuru neticesinde tesis edilecek işlemin sonucuna göre işlemin tebliğinden itibaren geri kalan dava açma süresi içinde, manevi tazminat talebi bakımından ise 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca olay tarihinden itibaren bir yıl içinde en geç 12/5/2014 günü idari başvuru yapılarak sonucuna göre otuz gün içinde dava açılması gerektiği belirtilmiştir. Bu bağlamda olayın üzerinden uzun süre geçmesinin ardından dava açma süresini canlandırma imkânı olmayan 18/11/2015 tarihli idari başvuru üzerine verilen ret cevabının ardından 25/1/2016 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 14/11/2018 tarihli kararıyla süre ret kararını bozmuştur. Kararın gerekçesinde; 2577 sayılı Kanun'da tam yargı davaları için öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı andan itibaren hesaplanmasının şart olduğu, somut olayda ise başvurucunun eylemin idariliğini 19/1/2015 tarihinde açılan ceza davası ile öğrendiğinin kabulü gerektiği, bu nedenle de ceza davasının açılmasından itibaren bir yıl içinde 18/11/2015 tarihinde yapıldığı anlaşılan idari başvuru üzerine açılan davanın süresinde olduğu ifade edilmiştir. Daire, gerekçesinde ayrıca sulhname imzalandıktan sonra idarenin sorumluluğunun hizmet kusuru ilkesi uyarınca çözülebileceğini belirterek sulhnamenin iptali talebinin de tazminat talepleri ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme talebi üzerine Daire, bozma kararını kaldırarak İdare Mahkemesinin 17/2/2016 tarihli süre ret kararını 19/10/2020 tarihinde onamıştır. Başvurucu, nihai kararı 22/1/2021 tarihinde öğrenmesinin ardından 12/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/5135 | Başvuru, terör saldırısı sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini talebiyle açılan tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 25/7/2008 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli)10/9/2008 tarihli iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olmak, 6/10/1983 tarihli ve2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlarından hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 29/1/2013 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetine, 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçu yönünden yapılan kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 21/4/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16354 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kanunda kabahat olarak sayılmayan bir fiilden dolayı idari para cezası uygulanması nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında 26/1/2021 tarihinde saat 45 sıralarında sokağa çıkma yasağını ihlal ettiği gerekçesi ile Yayladağı İlçe Emniyet Müdürlüğünün 26/1/2021 tarihli 2021/12 numaralı İdari Yaptırım Karar Tutanağı ile 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nun maddesi uyarınca 469 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu, idari para cezası yaptırımına karşı Yayladağı Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) başvurmuştur. Hâkimlik, idari yaptırım kararına yapılan başvuruyu 5/3/2021 tarihinde reddetmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, Hatay Sulh Ceza Hâkimliğinin (itiraz mercii) 31/3/2021 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 6/4/2021 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup 29/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Komisyon, suçta ve cezada kanunilik ilkesi dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/20089 | Başvuru, kanunda kabahat olarak sayılmayan bir fiilden dolayı idari para cezası uygulanması nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun uzun sürmesi, tutukluluğun devamına ilişkin verilen kararların gerekçelerinin yeterli olmaması ve tutukluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması nedenleriyle Anayasa’nın maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/3/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 31/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular 6/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş yazısı 17/4/2014 tarihinde başvuruculara bildirilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 9/5/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve Batman Sulh Ceza Mahkemesinin 11/5/2006 tarihli ve 2006/984 Değişik İş sayılı kararı ile “PKK terör örgütü üyesi olmak, PKK terör örgütü adına molotof kokteylli saldırıda bulunmak ve eylem hazırlığında olmak” suçlarından tutuklanmışlardır. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şu şekildedir: “...müsnet suçun vasıfve mahiyeti, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması ve kaçacakları, saklayacakları delilleri yok edip gizleyecekleri hususunda kuvvetli şüphenin bulunması, ayrıca suçun 5271 sayılı CMK.nun maddesinde belirtilensuçlardan oluşu nedenleriyle TUTUKLANMALARINA [karar verilmiştir.]” Başvurucularla birlikte dört sanık hakkında, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 26/7/2006 tarihli ve E.2006/489 sayılı iddianamesi ile 5/5/2006 tarihinde yasa dışı PKK terör örgütü adına Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Batman il binasına yapılan molotof kokteylli saldırıyı gerçekleştirdikleri iddiası ve “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, mala zarar verme ve patlayıcı madde kullanmak suretiyle genel güvenliği kasten tehlikeye sokma” suçlarını işlediklerinden bahisle kamu davası açılmıştır. İddianamede suça ilişkin deliller olarak şüphelilerin ikrarları, zapt edilen suç eşyaları, ekspertiz raporları, görüntü kayıtları, görüntü kaydı çözüm tutanakları, olay yeri tespit tutanakları ve telefon kayıtları gösterilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 5/9/2006 tarihli ilk duruşmada “sanıklara isnat edilen suç yönünden kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması ve sanıklara isnat edilen suçun CMK 100/3 maddesinde belirtilen suçlardan bulunması” gerekçeleriyle başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 15/5/2007 tarihli ve E.2006/228, K.2007/222 sayılı kararıyla başvurucuların, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , , , ve maddeleri uyarınca toplam 9 yıl 33 ay 20 gün hapis ve 100 TL adli para cezası ile ayrı ayrı cezalandırılmalarına ayrıca sanıklara verilen ceza miktarı ve tutuklulukta geçirilen süre dikkate alınarak tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 15/5/2007 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/6/2008 tarihli ve E.2008/741, K.2008/7572 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında yapılan yargılamada Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde dört celse duruşma yapılmış ve başvurular hakkında “sanıklara isnat edilen suç yönünden kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması ve sanıklara isnat edilen suçun CMK 100/3 maddesinde belirtilen suçlardan bulunması” gerekçeleriyle tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 20/1/2009 tarihli ve E.2008/430, K.2009/24 sayılı kararıyla başvurucuların yeniden 5237 sayılı Kanun’un , , , ve maddeleri uyarınca toplam 9 yıl 33 ay 20 gün hapis ve 100 TL adli para cezası ile ayrı ayrı cezalandırılmalarına ve sanıklara verilen ceza miktarı ve tutuklulukta geçirdikleri süreler dikkate alınarak tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 30/10/2012 tarihli ve E.2010/9947, K.2012/11775 sayılı ilamı ile Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 20/1/2009 tarihli kararı yeniden bozulmuştur. Bozma sonrası Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2/1/2013 tarihli tensip ara kararıyla başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiş, başvurucu Lokman Gönül’ün itirazı üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 11/1/2013 tarihli ve 2013/4 Değişik İş sayılı kararıyla, başvurucu Mehmet Emin Girgin’in itirazı üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 12/2/2013 tarih ve 2013/30 Değişik İş sayılı kararıyla dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde itirazların reddine karar verilmiştir. Bozma kararı sonrasında yapılan ilk duruşmada Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2013 tarihli ve E.2013/1, K.2013/49 sayılı kararıyla başvurucuların 5237 sayılı Kanun’un , ve maddeleri uyarınca toplam 6 yıl 9 ay 20 gün hapis cezası ile ayrı ayrı cezalandırılmalarına ve verilen ceza miktarı ile tutuklulukta geçirdikleri süre dikkate alınarak tahliyelerine karar verilmiştir. Başvurucular 25/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi şöyledir:“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), (4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. (4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık derhâl serbest bırakılır.(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü Madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir.…(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2254 | Başvuru, tutukluluğun uzun sürmesi, tutukluluğun devamına ilişkin verilen kararların gerekçelerinin yeterli olmaması ve tutukluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması nedenleriyle Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari yargı kolunda açılan icra memuru eylemine dayalı tazminat davasının görev yönünden reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon tarafından aynı kararla başvurucunun adli yardım talebinin de kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, üçüncü kişilere olan borcu nedeniyle ilamsız takip başlatılmıştır. Başvurucunun Almanya'da ikamet ediyor olmasından dolayı babasının ikamet ettiği eve tebligat yapılmış ve aynı adreste Bolu İcra Müdürlüğü görevlileri tarafından haciz gerçekleştirilmiştir. Başvurucu; Bolu İcra Müdürlüğü görevlilerinin kasıtlı olarak zarar verici eylemde bulunduklarını, hukuka aykırı işlem yaptıklarını ileri sürerek haciz nedeniyle uğramış olduğu zararların tazmini için Sakarya İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 14/10/2010 tarihli kararıyla, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun maddesinde İcra ve İflas Dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan tazminat davalarına adliye mahkemelerinde bakılacağının hüküm altına alındığına vurgu yapmıştır. Mahkeme, icra dairesi görevlilerinin eylemlerinden kaynaklanan zararın tazminine ilişkin bulunan uyuşmazlığın 2004 sayılı Kanun'un açık hükmü uyarınca adli yargı kolunda görüleceğini tespit etmiş ve davayı görev yönünden reddetmiştir. Söz konusu karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 19/2/2013 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 28/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa'nın "Hak arama özgürlüğü" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun idari dava türlerini belirleyen maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "İdari dava türleri şunlardır: a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlôl edilenler tarafindan açılan iptal davaları b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar. " 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun'un idare mahkemelerinin görevini belirleyen maddesi şöyledir: " İdare mahkemeleri, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştavda çözümlenecek olanlar dışındaki: a) İptal davalarını,b) Tam yargı davalarını, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklardan hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları, d) Diğer kanunlarla verilen işleri,Çözümler. Özel Kanunlarda Danıştayın görevli olduğu belirtilen ve İdari Yargılama Usulü Kanunu ile idare mahkemelerinin görevli kılınmış bulunduğu davaları çözümler. " 2004 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir; " İcra ve İflas Dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan tazminat davaları, ancak idare aleyhine açılabilir. Devletin, zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan görevlilere rücu hakkı saklıdır. Bu davalara adliye mahkemelerinde bakılır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14739 | Başvuru, idari yargı kolunda açılan icra memuru eylemine dayalı tazminat davasının görev yönünden reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, psikolojik tacizde bulundukları ve yürütülen idari soruşturmada başvurucunun siyasi ve dinî görüşünü sorguladıkları ileri sürülen kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul ili Kadıköy ilçesinde bulunan bir aile sağlığı merkezinde hemşire olarak görev yapmaktadır. Başvurucu hakkında; birlikte görev yaptığı hemşire Y. ve aile hekimi Z.nin beyanları üzerine hastalar arasında ayrımcılık yaptığı, ırkçı söylemlerde bulunduğu, başbakana hakaret ettiği iddiaları çerçevesinde 2012 yılında idari soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu; Y. ve Z. tarafından tehdit edildiğini ve işten ayrılmaya zorlandığını, ayrıca bu kişilerin kendisi hakkında ileri sürdükleri asılsız ithamlar ve iftiralar neticesinde açılan idari soruşturmada görevli sağlık başdenetçisi G. tarafından etnik kökeninin, siyasi ve dinî görüşünün sorgulandığını belirterek İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu 22/1/2015 tarihli dilekçesinde; belirtilen kişilerin özel hayatını araştırdıklarını, hukuk dışı soruşturmalar yaptıklarını, üzerinde baskı oluşturarak işi bırakmasını amaçladıklarını ve bu suretle görevlerini kötüye kullanma suçunu işlediklerini ileri sürmüştür. Başsavcılık tarafından Y., Z. ve G. hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca 26/1/2015 tarihinde soruşturma izni talep edilmiştir. Söz konusu kişiler hakkında hazırlanan ön inceleme raporu neticesinde, Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığının 27/5/2015 tarihli kararıyla soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Kararda; iddiaların kanıtlanmasına yönelik bilgi ve belge bulunmadığı, tanık beyanlarının çelişkiler içerdiği, bu nedenlerle eldeki bilgi ve belgelerle iddiaların sübuta ermediği ifade edilmiştir. Başvurucu, söz konusu karara karşı itirazda bulunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunun 27/10/2015 tarihli kararıyla ön inceleme raporu ve eki belgelerde yer alan tespitlerin isnat edilen eylemden dolayı Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlilikte olmadığı gerekçesiyle itiraz reddedilmiştir. Nihai karar 23/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4483 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir. Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Görevi kötüye kullanma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. ..." | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19948 | Başvuru, psikolojik tacizde bulundukları ve yürütülen idari soruşturmada başvurucunun siyasi ve dinî görüşünü sorguladıkları ileri sürülen kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir gösteri sonrası göz yaşartıcı gaz kapsülünün isabet etmesi neticesinde yaralanma iddiasıyla açılan tam yargı davasının kabul edilmemesi ve bu karara karşı istinaf talebinin kesin olarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1987 yılı doğumlu olan başvurucu, Ankara'da yaşamaktadır. Anlatımına göre başvurucu, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen ve ülke geneline yayılan protesto eylemlerinin 31/5/2013 tarihinde Ankara'da gerçekleşen kısmına katılmış; eylem alanından ayrılmasının ardından saat 00'de arkadaşlarıyla birlikte Kızılay Meydanı'na doğru yürürken kolluk görevlileriyle karşılaşmış; kolluk görevlilerinin gaz fişeği kullanması nedeniyle gazdan kaçarken gaz fişeği kapsüllerinden birinin sol gözüne isabet etmesi neticesinde yaralanmıştır. Olaydan sonra ilk önce Çankaya Hastanesine ardından Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülerek tedavisi yapılan başvurucu, iki ameliyat geçirdiğini ve on beş gün hastanede yatarak tedavi olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu 13/6/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) başvurarak kendisini yaralayan kolluk görevlileri ile Ankara Valisi, Ankara İl Emniyet Müdürü, üst düzey kolluk amirlerinden şikâyetçi olmuştur. Başsavcılık tarafından başvurucunun şikâyetiyle ilgili olarak başlatılan soruşturma (2013/79638) 10/7/2013 tarihinde başka bir soruşturmayla (2013/83171) birleştirilmiş, kolluk görevlileriyle ilgili yapılan soruşturma 27/9/2013 tarihinde bu soruşturmadan ayrılarak farklı bir soruşturma numarası (2013/118920) üzerinden yürütülmüştür. Soruşturmaların birleştirme ve ayrılma aşamasında başkaca işlem yapılmamıştır. Başsavcılıkça başvurucunun bildirdiği tanıkların ifadesi alınmak üzere davetiye yazısı düzenlenmiş ise de bu davetiyelerin tanıklara tebliğ edildiği veya tanıkların ifadesinin alındığına ilişkin bilgi soruşturma dosyasında mevcut değildir. Başvurucunun şikâyet ve delillerinin tespitine yönelik 11/2/2014 tarihinde ifadesi alınmıştır. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:" ... Kızılay istikametine doğru yaya olarak giderken Amerikan Büyükelçiliği ile Ankara Sanayi Odası arasında polisler tarafından bize doğru gaz bombası atıldı. Gaz bombaları eğik atışla atılmıyordu. Doğrudan kalabalık üzerine hedef gözetilerek atılıyordu. Bu gaz bombası fişeklerinden bir tanesi önce benim yanımdan geçti. İkincisi de başıma isabet etti. O anda şoka girmem nedeniyle sonrasını hatırlamıyorum. ... Şikayetçiyim." Adli Tıp Kurumu Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğü (Adli Tıp Kurumu) tarafından başvurucu hakkında rapor düzenlenmiştir. 11/2/2014 tarihli rapor şöyledir:"Yusuf Murat Özdemir'in yapılan muayenesinde ve Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesinin Uzman Dr ... imzalı 31/10/2013 tarih ve bla sayılı raporu, Numune Eğitim Araştırma Hastanesinin 31/05/2013 tarih ve 3541 no.lu raporunun tetkikinde;Gözüne yabancı cisim atılma ifadesiyle başvurduğu, sol gözde konjektivanın hiperemik, kemotik, korneal yüzeyel laserasyonlar ve totale yakın boya tutan epitel defekti, düzensizlik ve ödem olduğu, travmatik midriyazis, hifema, ÖK ayrıntıları seçilemediği, limbusta saat 7'den başlayan skleral şüpheli penetrasyon alanı olduğu, fundusul sağda doğal olduğu solda aydınlanmadığı kayıtlı olup yapılan muayenesinde sol gözün sağa göre küçük ve hiperemik olduğu, irisin seçilemediği tespit edilmiş şahıs halen sol gözünde ışığı dahi hissedemediğini görmenin olmadığını belirtmiş olup;Kesin raporunun tedavisinin yapıldığı Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesi Göz Kliniğince şahsın muayenesinin yapılarak tedavisinin tamamlanıp tamamlanmadığı tamamlanmış ise sol gözde görme derecelerini gösteren rapor ile birlikte şahsın muayene edilmek üzere Şube Müdürlüğümüze gönderilmesinden sonra verileceğini bildirir ön rapordur." Başsavcılık tarafından soruşturma 15/5/2014 tarihinde daimî aramaya alınmış, üç ayda bir aramayla ilgili kolluk biriminden bilgi talep edilmiştir. Daimî arama kararında şüpheli, meçhul sanık; suç, görevi kötüye kullanma olarak belirtilmiştir. Diğer taraftan başvurucu, gaz fişeği kapsülüyle yaralandığını iddia ederek İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğüne (İdare) yapmış olduğu başvurusunun 8/10/2013 tarihli işlemle reddi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) İdare aleyhine manevi tazminat ödenmesi istemiyle dava açmıştır. İdare Mahkemesince 28/12/2016 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Dava dosyasının incelenmesinden, ... davacı Yusuf Murat Özdemir'in bu toplantı ve gösteri yürüyüşüne aktif olarak katıldığı, adı geçen tarafından verilen şikayet dilekçesi üzerine 'kamu adına soruşturma ve kovuşturma yapılmasına gerek olmadığına' karar verildiği anlaşılmıştır.Bu durumda, protesto eyleminin yukarıda belirtilen gelişimi dikkate alındığında kolluk görevlilerince asayişin sağlanması için eyleme müdahale etme, göstericilerin dağıtılması ve gözaltına alınmasına ilişkin olarak mevzuatta öngörülen zor kullanma yetkisinin kullanımına dair şartların oluştuğu, kaldı ki davacının yaralanması ile ilgili olarak doktor raporundaki bulguların kolluk görevlilerince yapılan müdahale sırasında meydana geldiğine ilişkin hiçbir bilgi, belge, görüntü ya da delilin dava dosyasında yer almadığı, bu bakımdan yaralanma olayı ile idarenin eylemleri arasında herhangi bir illiyet bağı kurulmasının hukuken mümkün olmadığı, öte yandan idarenin eylemi ile yaralanma olayı meydana geldiği kabul edilse dahi, bu yaralanmanın kolluk görevlilerince defalarca yapılan ikazlara rağmen dağılmayan ve asayişi bozan eylemcilere karşı yapılan müdahalenin istenmeyen neticesi niteliğinde olduğu sonucuna varıldığından; davalı idarenin tazmin sorumluluğunu gerektiren unsurları taşımayan olayla ilgili olarak davacıların tazminat istemlerinin kabulüne olanak bulunmamaktadır." Başvurucunun istinaf talebi, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 4/10/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Ret kararını 28/11/2017 tarihinde tebliğ aldığını belirten başvurucu 15/12/2017 tarihinde istinaf kararını temyiz etmiştir. Başvurucu 19/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun temyiz istemi, başvurunun inceleme tarihi itibarıyla Danıştay da değerlendirme aşamasındadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40475 | Başvuru, bir gösteri sonrası göz yaşartıcı gaz kapsülünün isabet etmesi neticesinde yaralanma iddiasıyla açılan tam yargı davasının kabul edilmemesi ve bu karara karşı istinaf talebinin kesin olarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltında kötü muamele iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 24/11/2009 tarihinde hırsızlık şüphesiyle yakalanmıştır. 24/11/2009 tarihinde saat 45'te düzenlenen Yakalama Tutanağı'na göre başvurucunun durumundan şüphelenilmesi üzerine ring görevi ifa eden polis memurlarınca başvurucu takip edilmiştir. Başvurucunun on dakika kadar konuştuğu bir diğer kişiye sırtındaki çantayı uzatması ve diğer kişinin de başvurucuya para uzatması üzerine polis memurlarınca "Dur polis!" denilerek seslenilmiş, kişilerin kaçması üzerine yaklaşık on beş dakikalık bir kovalamanın ardından başvurucu yakalanmış, akabinde gözaltına alınmıştır. 24/11/2009 tarihinde saat 40'ta düzenlenen adli muayene raporunda başvurucuda darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. 25/11/2009 tarihinde saat 20'de düzenlenen adli muayene raporunda ise dorsa lomber bölgede 4 ve 5 cm'lik çizgi şeklinde iki morluk, sol kalça üzerinde 15 cm uzunluğunda, 3 mm genişliğinde kızarıklık tespit edilmiştir. Başvurucu 26/11/2009 tarihinde vekili aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe ile gözaltında nezarethaneden çıkarılarak bodrum kata götürüldüğünü ve burada darbedildiğini ileri sürmüştür. Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumundan rapor talep edilmiş, başvurucunun ve ilgili polis memurlarının beyanları alınmıştır. Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporda başvurucunun tespit edilen yaralanmalarının kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu bildirilmiştir. Bir kısım polis memuru başvurucunun gözaltı sürecinde görevli olmadığını beyan ederken diğer polis memurları herhangi bir darp ve cebir eylemini reddetmiştir. İlk rapor düzenlenirken yaralanmaların gözden kaçmış olabileceği ya da başvurucunun kendi kendini yaralamış olabileceği polis memurlarının bir kısmı tarafından ileri sürülmüştür. Başvurucunun beyanı ise şöyledir:"...1 gün Sarıyer asayiş büroda nezarette kaldım. Nezaretten beni çıkarıp bodrumda bir yere götürdüler. Beni orada dövdüler. Tekme tokat vurdular. Görevliler 6, 7 kişi vardı. İsimlerini bilmiyorum. Ben 24 Kasım 2009 saat: 18:00 sıralarında Sarıyer asayiş büroya gelmiştim. Tahminime göre beni saat 21:30 , 22:00 sıralarında dövdüler.... Beni dövenlerin hepsi sivildi. Beni dövenler hakkında şikayetçiyim." Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığı 16/7/2010 tarihinde on bir polis memurunun kasten yaralama suçundan cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulüyle açılan kamu davasında başvurucunun tutulduğu nezarethaneye ilişkin kamera kaydı görüntüleri dosyaya getirtilmiş ve görüntülere ilişkin bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişi raporunda, görüntülerin 24/11/2009 tarihi saat 30'da başladığı, başvurucunun gözaltı giriş anının bulunmadığı, bunun yanı sıra görüntülerin saatine ilişkin bilgilerin manuel olarak girilmiş olduğu, yaklaşık bir saatlik görüntünün eksik olduğu belirtildikten sonra teslim edilmiş görüntüler içinde herhangi bir darp olayına rastlanmadığı belirtmiştir. Sarıyer Asliye Ceza Mahkemesi 17/2/2015 tarihinde sanıkların tümü hakkında beraat kararı vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Bir kısım sanıkların Sarıyer İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliğinde görevli oldukları, bir kısım sanıkların ise olay tarihinde herhangi bir görevlerinin bulunmadığı, müştekinin bir hırsızlık olayından dolayı 24/11/2009 tarihinde Kasımpaşa polis merkezinden alınarak Sarıyer Asayiş Büro Amirliğine getirildiği, aynı gün alınan raporunda darp cebir izine rastlanmadığına dair rapor alındığı, müştekinin gözaltına alındığı ve 25/11/2009 tarihinde tekrar rapor alındığı raporda belirtildiği üzere müştekinin Dorsa Lomber bölgede 2 adet çizgi şeklinde morluk sol kalçası üzerinde kızarıklığın olduğu ve bu şekilde basit tıbbı müdahale ile iyileşecek şekilde yaralandığının anlaşıldığı, olay günü Sarıyer Asayiş Büro Amirliğinde bulunan kamera kayıtlarının bilirkişi marifetiyle incelenmesinde müştekinin darp edildiğine dair herhangi bir görüntünün bulunmadığı, müştekinin vücudundaki basit yaraların sanıklar tarafından meydana getirdiğine dair herhangi bir delil bulunmadığı, bu kadar basit yaraların rahatlıkla müşteki tarafından da yapılabileceğinin ihtimal dahilinde olduğu, Karakollara rahat bir şekilde girip çıkan ve eski kulağı kesik suçluların kendilerini cezadan kurtarmak ve kendilerini yakalayan kolluk güçlerinden intikam alabilmek için bu tür iddialarda bulunabildikleri kanaatine varılmakla müsnet suçtan sanıkların CMK'nun 223/2-e maddesi uyarınca ayrı ayrı beraatlerine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Anılan karar, Yargıtay ilgili dairesince 21/6/2018 tarihinde onanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31207 | Başvuru, gözaltında kötü muamele iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, makul sürede yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvurucunun maaşının azaltılmasına ve geriye yönelik borçlandırılmasına ilişkin idari işlemin iptali istemiyle 6/8/2013 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı davayla ilgili yargılama 20/11/2018 tarihinde sonuçlanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11790 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/6606 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/6606 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6606 | Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, yargılama devam ederken yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'na göre uyuşmazlığın çözümlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Elektrik tesisat ustası olarak çalışmakta iken 28/7/1999 tarihinde beşinci kattan düşerek vefat eden müteveffanın mirasçıları tarafından 10/9/2004 tarihinde açılan maddi ve manevi tazminat davası sonucunda Antalya İş Mahkemesinin 18/12/2009 tarihli kararıyla başvurucunun tazminat ödemesine karar verilmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay tarafından 25/2/2019 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 13/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 14/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12938 | Başvuru, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, yargılama devam ederken yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'na göre uyuşmazlığın çözümlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumu idaresinin işlemine karşı yapılan şikâyetin, uyuşmazlık teşkil eden konu hakkında yargı makamlarınca değerlendirme yapılmaksızın reddedilmesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) silahlı terör örgütüne üye olma suçundan İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/1/2017 tarihli kararı ile tutuklanmış ve Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu/Kurum) 25/1/2017-18/12/2020 tarihleri arasında tutuklu olarak bulunmuştur. İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu/Kurul) 3/9/2018 tarihli ve 2018/261 sayılı Kurumda Uygulanacak Eğitim ve İyileştirme Kararı ileİnfaz Kurumuna kitap kabulüne ve hükümlü/tutuklulara teslimine ilişkin kuralları belirlemiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün dışarıdan gönderilen hediyeleri kabul etme hakkı başlıklı Maddesinin a bendinde; ".. Hükümlü hediye olarak ancak kitap veya giyim eşyası kabul edebilir," hükmü yer almış ayrıca; T. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün.... Sayılı yazısı; gereğince odalarda fazla miktarda kitap, gazete, eşya gibi yanıcı maddelerin bulundurulmamasına, var ise mevzuat uyarınca işlem yapılarak yeterli sayıda tutulması hükme bağlanmıştır. Buna istinaden özellikle odalarda kitapların biriktirilmemesi ve yeterli sayıda bulundurulmasının ısrarla belirtilmesine dayanarak; 1)Kurumumuza kitap kabulünün sadece kargo yoluyla yapılmasına; 2) Hükümlü/tutuklu ziyaretçileri tarafından getirilen kitapların kuruma kabul edilmemesine; 3) Kurumumuzda barındırılan her bir hükümlü/tutuklunun üzerindeki kayıtlı yayın sayısının (Kutsal kitaplar, Kuran-ı Kerim, Kuran-ı Kerim Meali, İncil, Tevra [t], Zebur, ders kitapları ve TCK, CMK, ANAYASA kitapları hariç olmak üzere) 5 yayın (dergi dahil) ile sınırlandırılmasına; 4) Yıpranmış, işaretli, renklendirilmiş, not tutulmuş, deforme olmuş, cildi ile oynanmış, fotokopi olarak çoğaltılmış, spirallenmiş veya matbaada ciltlendirilmiş kitapların hükümlü/tutuklulara teslim edilmemesine; 5) Hükümlü/tutukluların üzerinde kayıtlı kitapları, kargo yoluyla veya ziyaretçilerine teslim ederek göndermeden, kuruma gelen kitapların hükümlü/tutuklulara tesliminin yapılmamasına; hükümlü/tutuklular tarafından kitap gönderimi yapılmaması durumunda kargo yolu ile gelen kitapların depoda daha fazla tutulmadan kargo yoluyla veya ziyaretçilerine teslim edilerek resen gönderimlerinin yapılacağına; 6) Hükümlü/tutukluların tahliye, sevk vb. Kurumdan ayrılışlarında kendilerine kayıtlı kitapları koğuştan çıkarmaları gerektiğine; 7) Kargo yoluyla gelen kitapların kurum kütüphanesinde olmaması koşuluyla hükümlü/tutukluya teslimine; 8) Diyanet İşleri Başkanlığınca onaylanmamış olan Kur'an-ı Kerim'lerin hükümlü/tutukluya teslim edilmemesine; ...'' Başvurucu 18/7/2019 tarihinde İnfaz Kurumuna başvurmuş ve söz konusu Kurul kararından tarafına bir suret/fotokopi verilmesini talep etmiştir. Kurum idaresince söz konusu talebinin reddedilmesi üzerine 19/7/2019 tarihli dilekçeyle Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) itiraz eden başvurucu; gerekirse fotokopi ücretini karşılayabileceğini de ifade ederek 3/9/2018 tarihli Kurul kararının bir örneğinin tarafına verilmesini istediği hâlde bu talebinin kabul görmediğini belirtmiş, anayasal bazı hak ve ilkeleri de dayanak göstererek İnfaz Hâkimliğinden söz konusu kararın bir suretinin tarafına verilmesi yönünde karar almasını talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği 2/8/2019 tarihli kararıyla itiraza konu 3/9/2018 tarihli Eğitim Kurulu kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir. İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı başvurucu, 22/8/2019 tarihinde Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) itirazda bulunmuştur. Başvurucu itiraz dilekçesinde; henüz Eğitim Kurulunun 3/9/2018 tarihli kararına itiraz etmediğini, yalnızca bu kararın bir örneğini idareden talep ettiğini, kararın içeriğine dair bir hususa değinmediğini, ancak İnfaz Hâkimliğinin bu talebi değerlendirmeksizin gerekçesiz bir karar verdiğini, bu durumda Kurul kararının içeriğine de itiraz etme zorunluluğunun oluştuğunu belirtmiş; buna istinaden Kurul kararına yönelik hukuka aykırılık iddialarına da yer vererek anılan karardan bir suretin tarafına verilmesi gerektiği yönündeki talebini de yinelemiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 5/9/2019 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Kurum dışından gelen kitaplarda gizli haberleşmeye yönelik olarak şifreli yazılar olabileceği, ışığa ya da ısıya tutulmasıyla yazıların ortaya çıkacağı veya görünmez kalemle yazılan yazıların olabileceği, bu yazıyla kurumda aynı kitapta varsa öncelikle kurumdan temini gerektiği aksi halde güvenlik zaafiyeti ve örgütsel haberleşmenin önlenemeyeceği, verilen karar ve alınanın önlemin orantılı olduğu anlaşıldığından, itirazın reddine..'' Anılan kararın 5/9/2019 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 2/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, oybirliği sağlanamaması nedeniyle başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Bakanlığın görüş yazısı ekinde gönderilen Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 11/2/2021 tarihli yazısından başvurucunun, İnfaz Hâkimliğince itirazının reddedilmesinden sonra İnfaz Kurumundan tekrar talepte bulunması üzerine söz konusu Eğitim Kurulu kararının 19/12/2019 tarihinde -bireysel başvuru yapıldıktan sonra-kendisine tebliğ edildiği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34523 | Başvuru, ceza infaz kurumu idaresinin işlemine karşı yapılan şikâyetin, uyuşmazlık teşkil eden konu hakkında yargı makamlarınca değerlendirme yapılmaksızın reddedilmesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucuya tedavisine ilişkin belgelerin verilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Osmaniye 1 No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan başvurucu; kan tahlilinin sonucuna ilişkin belgelerin verilmesi için Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığına (Kurul) müracaat etmiştir. Başvurucunun talebi reddedilmiştir. Ret kararının gerekçesinde; ceza infaz kurumunun yapısı itibarıyla koğuşta çok sayıda evrak bulunmasının yangın çıkmasına veya çıkarılmasına sebebiyet verebileceği belirtilerek ilgili kurum kuruluşlar veya mahkemeler tarafından istenilmesi durumunda bu belgelerin ivedi olarak istenilen yere gönderilebileceği ifade edilmiştir. Başvurucu, Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) müracaat ederek kan tahlili sonuçlarını istemesine rağmen İnfaz Kurumu tarafından verilmediğini belirtmiş ve mağduriyetinin giderilmesini talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği 1/7/2019 tarihinde İnfaz Kurumunun gerekçeleri doğrultusunda şikâyetinin reddine karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz da Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 20/8/2019 tarihinde öğrendikten sonra 29/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30974 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucuya tedavisine ilişkin belgelerin verilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılama aşamasında savunma hakkının kısıtlanması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 18/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK mülga maddeyle görevli) yürütülen bir soruşturma kapsamında 13/2/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddeyle görevli) 16/2/2010 tarihli kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmışlardır. Başvurucular, sorgu sırasında üniversite öğrencisi olduklarını ifade etmişlerdir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 4/6/2010 tarihli iddianamesi ile başvurucuların "tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda patlayıcı madde kullanma, silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, terör örgütlerine yardım etme, mala zarar verme, görevi yaptırmamak için direnme" suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle Adana Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga maddeyle görevli) kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucular da dâhil olmak üzere toplam 26 sanığın cezalandırılması talep olunmuştur. Dava, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/137 sayılı dosyası üzerinden başvurucular bakımından tutuklu olarak görülmüştür. Mahkeme 14/1/2014 tarihinde resen yaptığı inceleme sonunda başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucular, 15/1/2014 tarihinde karara itiraz etmişler; Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2014 tarihli kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucular, anılan kararı 6/2/2014 tarihinde öğrendiklerini bildirmişlerdir. Başvurucular 18/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Öte yandan 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile CMK mülga maddeyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 11/3/2014 tarihli kararı ile dosya, Adana Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/190) devredilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi, 8/5/2014 tarihinde yapılan duruşmada başvurucuların tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2249 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılama aşamasında savunma hakkının kısıtlanması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Samsun Valiliğinin 19/3/2019 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında sınır dışı etme kararı tesis edilmiştir. Başvurucu 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile 6458 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek doğrudan bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, anılan sınır dışı işleminin iptali istemiyle Samsun İdare Mahkemesinde iptal davası açmış; Mahkemenin 29/11/2019 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Anılan karar 29/1/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 11/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 3/12/2020 tarihli ve 2016/43088 numaralı bireysel başvuru dosyasında başvurucu hakkında kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ve kamu makamları tarafından yeniden bir değerlendirme yapılıncaya kadar başvurucunun sınır dışı edilmemesine karar vermiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5478 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; hukuka aykırı olarak idari gözetim altına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına karşı yapılan itirazın esastan incelenmemesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı başvurucu, ailesi ile birlikte Türkiye'ye yasal yollardan giriş yapmıştır. Ülkeden çıkış yapmak istedikleri sırada pasaportlarında bulunanAlmanya vizesinin sahte olduğunun anlaşılması üzerine haklarında sınır dışı kararı verilmiş ve idari gözetim altına alınmışlardır. Başvurucunun idari gözetim kararına karşı yaptığı ilk itiraz Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince itirazı yapan vekilin dosya içinde vekâletnamesi ya da baro tarafından görevlendirildiğine ilişkin bir belge bulunmadığı gerekçesiyle 3/1/2020 tarihinde reddedilmiştir. Anılan ret kararına karşı yapılan itiraz da 8/1/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun idari gözetim kararına karşı yeniden itiraz dilekçesi vermesi üzerineAnkara Sulh Ceza Hâkimliği, idari gözetime ilişkin kararı esastan inceleyerek 13/1/2020 tarihinde idari gözetim kararının kaldırılması talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki idari gözetim kararı 10/4/2020 tarihinde idarecekaldırılmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2173 | Başvuru, hukuka aykırı olarak idari gözetim altına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına karşı yapılan itirazın esastan incelenmemesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı hâlde basmakalıp gerekçelerle tutukluluğunun devam ettirilmesi ve tutukluluğa ilişkin itiraz incelemesi sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi ile görgü tanıkları dinlenilmeden ve olay yerinde keşif yapılmadan delillerin yanlış değerlendirilmesi sonucunda hüküm kurulması nedenleriyle Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/9/2013 tarihinde Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/03/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından 9/4/2013 tarihinde, başvurucunun şikâyetlerine benzer şikâyetlere ilişkin daha önceden yapılan başka başvurularda, incelemede göz önüne alınacak kriterlere ilişkin görüş bildirildiğinden bu başvuru yönünden görüş sunulmasına gerek duyulmadığı belirtmiştir. Yapılan incelemede 2015/2029 numaralı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2013/6942 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga maddesi ile görevli bölümü) 2008/2994 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında 1/9/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 4/9/2009 tarihli ve 2009/103 sorgu sayılı kararıyla “suç örgütüne üye olma, tefecilik, birden çok kez adam öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet” suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 24/11/2009 tarihli ve E.2009/1126 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında “silahlı suç örgütüne üye olma, adam öldürme, adam öldürmeye teşebbüs, yağmaya teşebbüs, tefecilik ve 6136 sayılı Yasa’ya muhalefet” suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 15/3/2013 tarihli ve E.2013/319, K.2013/51 sayılı kararı ile başvurucunun “suç örgütüne üye olma, adam öldürme, adam öldürmeye teşebbüs, yağmaya teşebbüs, tefecilik ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet” suçlarından toplamda yaklaşık 66 yıl 55 ay 15 gün hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve başvurucunun “tutuklulukta geçen süreleri, verilen ceza miktarları ve haklarında mahkûmiyet konu suçların CMK 100/3 maddesinde belirtilen suçlardan olması da dikkate alınarak” tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Anılan karar başvurucuya duruşmada tefhim edilmiştir. Başvurucu, hüküm ile birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına karşı itiraz yoluna başvurmadığını bildirmiştir. Başvurucu, mahkûmiyet kararını temyiz etmiş olup Yargıtay Ceza Dairesinin 17/11/2014 tarihli ve E.2014/4982, K.2014/5266 sayılı ilamı ile eksikliklerin giderilmesi amacıyla dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar verilmiştir. 21/02/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un mülga maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/459 sayısına aktarılmıştır. Başvurucu, 16/12/2014 tarihinde Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak tahliye talebinde bulunmuş ancak Mahkemenin 24/12/2014 tarihli ve E.2009/459, K.2013/426 sayılı kararı ile başvurucunun talebi reddedilmiştir. Başvurucu 31/12/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 6/1/2014(5) tarihli ve 2015/7 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu anılan kararı 16/1/2015 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu; 2013/6942 numaralı bireysel başvurusunu 6/9/2013 tarihinde, 2015/2029 numaralı bireysel başvurusunu ise 3/2/2015 tarihinde yapmıştır. Dava dosyası, İlk Derece Mahkemesince Yargıtay Ceza Dairesi kararında belirtilen eksiklikler tamamlandıktan sonra 10/2/2015 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş olup inceleme tarihi itibarıyla temyiz aşamasındadır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten öldürme” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Nitelikli yağma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Yağma suçunun; ... c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, d) (Değişik: 18/6/2014-6545/64 md.) Yol kesmek suretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde, ... f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla, ... İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” 5237 sayılı Kanun’un “Tefecilik” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),... (Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),... Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),...” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6942 | Başvuru, kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı hâlde basmakalıp gerekçelerle tutukluluğunun devam ettirilmesi ve tutukluluğa ilişkin itiraz incelemesi sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi ile görgü tanıkları dinlenilmeden ve olay yerinde keşif yapılmadan delillerin yanlış değerlendirilmesi sonucunda hüküm kurulması nedenleriyle Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, ulusal ölçekte yayın yapan haftalık Aksiyon Dergisinde yayımlanan bir makalede kullanılan ifadelerin kişilik haklarını zedelediğini, şeref ve itibarının korunması hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir. Başvuru, 15/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Feza Gazetecilik A.Ş. bünyesinde ulusal düzeyde haftalık yayımlanan Aksiyon Dergisinin 2-8/11/2009 tarihli nüshasının sayfasında “Plan Uygulamaya Çoktan Geçti Komutanım” başlığı altında yayın yapılmıştır. Dergide yayımlanan haberin dava konusu edilen bölümü şöyledir:“Erzincan'da 23 şubatta İsmailağa Cemaatine dönük bir operasyon başladı. Suç çocuklara Kur'an öğretilmesiydi. Ancak operasyonun boyutu bu iddianın çok ötesine geçiyordu. Erzincan Cumhuriyet Savcısı İlhan Cihaner'in talimatıyla başlayan operasyonda 22 ilde teknik takip yapılmıştı. Hatta teknik takibe alınan kişiler arasında bir bakan, AK Partinin önemli bir belediye başkanı ve bir gazetenin sahibi de vardı. Soruşturmayı ise Jandarma yürütüyordu. Erzincan şehir merkezinde polis nezaretinde yapılması gereken baskınlar sadece Jandarma tarafından gerçekleştirildi. 26 kişi hukuka aykırı usullerle gözaltına alındı. Bu kişilere psikolojik harekât uygulandı. 4,5 aylık hamile bir kadın 48 saat aç ve susuz bırakıldığı için çocuğunu düşürdü...” Başvurucu 27/10/2010 tarihli dilekçesi ile yukarıda belirtilen haberin gerçeğe aykırı olup asılsız ve çirkin ithamlarla suçlandığını, bu haberle bağlantılı olarak hakkında gerçek dışı yayınlar yapıldığını belirterek basın yoluyla kişilik haklarına saldıran davalıların manevi tazminat ödemelerine karar verilmesini talep etmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, 27/9/2011 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“...Davalı şirket tarafından yayımlanan Aksiyon Dergisindeki 'Plan Uygulamaya Çoktan Geçti Komutanım' yazısının içeriği bir bütün olarak göz önüne alındığında Erzincan'da bir cemaate yönelik operasyon ile Kayseri'de bir astsubayın ifadesinin alınması olayları birlikte değerlendirerek yorum yapıldığı, bu yorum içerisinde davacının talimatıyla yürütülen soruşturmadaki usulsüzlüklerin okuyucuya aktarıldığı, davacının talimatıyla yürütülen soruşturmada bir takım usulsüzlüklerin bulunduğu hususunun Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının 24/9/2009 tarihli yazısı ekinde yer alan soruşturma izni verilen 17/7/2009 tarihli soruşturma raporu içeriğinde de yer aldığı, dolayısıyla davacının Erzincan Başsavcılığı görevini yürütürken verdiği talimatla yürütülen soruşturmada izlenen yöntemin usul ve kanuna aykırı olduğu hususunda davacının bağlı olduğu Bakanlığın Teftiş Kurulu Başkanlığınca da soruşturma yürütülmüş olması karşısında davalı yazarın belirttiği hususların kesinleşmiş gerçek olmamakla birlikte yayımlandığı tarih itibarıyla güncel olup, kamuoyunu ilgilendiren bir konuda basın özgürlüğü çerçevesinde yorum yapılmak suretiyle yayınlanmış bir yazı olduğu, haber içeriğinde davacının kişilik haklarına ve kişiliğine yönelik saldırının bulunmadığı, manevi tazminat isteminin şartlarının oluşmadığı anlaşıldığından davanın reddine (karar vermek gerekmiştir.)” Anılan karar, başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/12/2012 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 14/5/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar, 17/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 15/7/2013 tarihinde yapılmıştır. B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı maddesinin şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5298 | Başvurucu, ulusal ölçekte yayın yapan haftalık Aksiyon Dergisinde yayımlanan bir makalede kullanılan ifadelerin kişilik haklarını zedelediğini, şeref ve itibarının korunması hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir. | 0 |
Başvuru; Danıştay üyeliği görevinin kanunla sona erdirilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun'la 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu ve 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nda değişiklikler yapılmıştır. Buna göre Yargıtay ve Danıştayın daire ve üye sayısı azaltılmış, Yargıtay ve Danıştay üyeliği 12 yıl ile sınırlandırılmıştır. Yargıtayın 516 olan üye sayısı 310; Danıştayın 195 olan üye sayısı da 116'ya düşürülmüştür. 6723 sayılı Kanun 23/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Başvurucunun Danıştay üyeliği 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle kendiliğinden sona ermiştir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulu 6723 sayılı Kanun'la görevi sona eren Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından yaptığı seçimde bunların bir kısmını 25/7/2016 tarihinde yeniden Yargıtay ve Danıştay üyesi olarak seçmiştir. Başvurucu, HSYK tarafından yeniden Danıştay üyesi seçilmemiştir. 27/7/2016 tarihinde tutuklanan başvurucu 24/8/2016 tarihinde HSYK'nın 2016/426 sayılı kararı ile meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu kanunla görevine son verilmesi nedeniyle herhangi idari ve yargısal merciye başvurmaksızın 29/5/2018 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17755 | Başvuru; Danıştay üyeliği görevinin kanunla sona erdirilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltında fiziksel ve sözlü şiddete maruz kalma şikâyetinin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı ve uzun süre tutuklu kalması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılandığı ceza davası sürecinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulü ile kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1984 yılında doğan ve vergi müfettişi olarak görev yaptığını beyan eden başvurucu, Fettuhlahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında hakkındaki yakalama kararına istinaden 30/6/2017 tarihinde İstanbul'daki evinde arama yapılmasının ardından gözaltına alınmıştır. Başvurucu, gözaltına alınırken başvurucunun eşi K.G. de evde hazır bulunmuştur. Ertesi gün başvurucu Şanlıurfa'ya götürülerek kolluk görevlilerine teslim edilmiştir. Şanlıurfa Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde (Kolluk Merkezi) on dört gün gözaltında tutulan başvurucu 14/7/2017 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) alınan ifadesinden sonra Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliğince (Sulh Ceza Hâkimliği) yapılan sorgusunun ardından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanarak aynı ildeki ceza infaz kurumuna yerleştirilmiştir. Başvurucunun gözaltı süresince hakkında alınan raporlarda darp ve cebir izi bulunmadığı tespit edilmiştir. Raporlar şöyledir:- İstanbul Esenyurt Necmi Kadıoğlu Devlet Hastanesi tarafından 30/6/2017 tarihinde düzenlenen adli sağlık raporu- Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Eğitim ve Araştırma Hastanesi) tarafından 1/7/2017 tarihinde düzenlenen adli sağlık raporu- Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından 4/7/2017 tarihinde03 ve 46 (geçici yer değiştirme nedeniyle) saatlerinde düzenlenen iki adli sağlık raporu- Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından 6/7/2017 tarihinde düzenlenen adli sağlık raporu- Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından 9/7/2017 tarihinde düzenlenen adli sağlık raporu- Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından 14/7/2017 tarihinde 19 (adli merciye sevk nedeniyle) ve 28 (ceza infaz kurumuna teslim nedeniyle) saatlerinde düzenlenen iki adli sağlık raporu Gözaltında tutulurken başvurucunun avukatıyla 3/7/2017 ile 11/7/2017 tarihlerinde iki kez görüşme yaptığı tutanaklara yansımıştır. Başvurucunun avukatının hazır olduğu Başsavcılıkta alınan ifadesinde veya Sulh Ceza Hakimliğince yapılan sorgusunda gözaltındayken şiddet gördüğüne ilişkin bir söylemi bulunmadığı gibi yargı makamlarınca da bu yönde bir gözlem yapılmamıştır. Başvurucu, bulunduğu ceza infaz kurumu aracılığıyla 27/11/2017 tarihinde Başsavcılığa şikâyette bulunarak gözaltı süresince fiziksel ve sözlü şiddete maruz kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu şikâyet dilekçesinde gözaltına alındığı andan itibaren hakaret ve tehditlere maruz kaldığını, konuşmazsa evine dönemeyeceğinin söylendiğini, Şanlıurfaya getirildikten sonra Kolluk Merkezinde kafasına çuval geçirildiğini, üç kişi tarafından tekme ve yumruklarla bir saat darbedildiğini, bildiklerini anlatması için zorlandığını, bayılıncaya kadar fiziksel şiddet gördüğünü, on üç gün boyunca işkenceye maruz kaldığını ileri sürmüş; korktuğu için avukatına olanları anlatmadığını, avukatıyla görüşürken kolluk memurlarının da olduğunu belirterek kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Başsavcılık, başvurucunun yakalanması ve gözaltı sürecine ilişkin olarak kolluk tarafından düzenlenen tutanakları, başvurucu hakkında alınan doktor raporlarını ve diğer belgeleri Kolluk Merkezinden temin ederek yaptığı inceleme sonucunda 16/3/2018 tarihinde somut bulgu veya delil olmaması gerekçesiyle kolluk görevlileri (meçhul sanık) hakkında işkence yapma suçundan kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılık kararı başvurucuya 26/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun Başsavcılık kararına itiraz ettiğine ilişkin olarak UYAP'ta bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte başvuru formunda başvurucunun esas karar numarasını bildirdiği itiraz değerlendirme kararının bu şikâyetle ilgili olmadığı, başvuru formuna itiraz değerlendirme kararının da eklenmediği anlaşılmıştır. Başvurucu 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında yapılan ceza yargılaması sonunda Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) 28/6/2018 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verildiği görülmüştür. Başvurucunun hükmen tutukluluk kararına itirazı Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinin4/7/2018 tarihli kararıyla reddedilmiş, ret kararı başvurucuya 11/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Diğer taraftan Yargıtay Ceza Dairesinin (Ceza Dairesi) 1/6/2021 tarihli kararıyla başvurucu hakkında verilen anılan mahkûmiyet hükmünün bozulduğu, Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 4/10/2021 tarihinde başvurucunun 8 yıl 9 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, bu mahkûmiyet hükmünün aşamalardan geçerek en son Ceza Dairesinin 3/3/2022 kararıyla onandığı UYAP'taki kayıtlardan anlaşılmıştır. Başvurucunun aynı yargılamaya ilişkin ihlal iddialarını içeren başvurusu (B.No: 2022/46472) Anayasa Mahkemesinin 14/11/2022 tarihli kararıyla kabul edilemez bulunmuştur. Başvurucunun anılan başvurusunda isnat edilen eylemler nedeniyle cezalandırılmasının suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği, gözaltına alındığı andan itibaren avukat yardımından yararlanamadığı, yasa dışı delil olan ByLock kullandığına ilişkin delilin hükme esas alınması nedeniyle yargılama sonucunun hakkaniyete uygun olmadığı şikayetlerinin de bulunduğu görülmüştür. Başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin benzer yöndeki şikâyeti bakımından eldeki başvurunun inceleme aşamasında olduğu dikkate alınarak değerlendirme yapılmamıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26098 | Başvuru, gözaltında fiziksel ve sözlü şiddete maruz kalma şikâyetinin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı ve uzun süre tutuklu kalması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılandığı ceza davası sürecinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/14604 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, gayrimenkul değerleme uzmanlığı lisans belgesi alma talebiyle 1/8/2008 tarihinde Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşlar Birliğine yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 17/11/2008 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde açtığı davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının, maddesinde güvence altına alınan eğitim ve öğrenim hakkının ve maddesinde güvence altına alınan çalışma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvuru, 25/12/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 7/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Defterdarlığında Milli Emlak Müdür Yardımcısı Vekili olarak görev yapmakta iken Sermaye Piyasası Kurulunun açmış olduğu gayrimenkul değerleme uzmanlığı lisanslama sınavına katılmak için başvuruda bulunmuştur. Anılan başvuru üzerine başvurucunun sınava katılmak amacıyla sunduğu diplomasında mezun olduğu okulun üç yıllık olduğu ve sınava katılmak için en az dört yıllık eğitim veren yüksekokul ya da fakülte mezunu olma şartı arandığı belirtilerek, başvurucudan bu konuya ilişkin mezun olduğu okuldan ayrıntılı belge sunması istenilmiştir. Başvurucunun mezun olduğu Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünün eğitim süresinin üç yıl, Fakültenin Türkçe Öğretmenliği Bölümünün eğitim süresinin ise dört yıl olduğunu belirten Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Dekanlığının 14/4/2005 tarihli yazısını sunmasının ardından başvurucu 29/5/2005 tarihinde anılan sınava katılmıştır. Sınavda başarılı olan başvurucu, 1/8/2008 tarihli dilekçeyle Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşlar Birliğine lisans belgesi alma talebiyle başvurmuştur. Başvurucunun talebi, ilgili Kurumun 23/9/2008 tarihli yazısıyla, başvurucunun lisans belgesi alabilmesi için asgari dört yıllık üniversite mezunu olma koşulunu taşımadığından bahisle reddedilmiştir. Başvurucunun, anılan işlemin iptali istemiyle 17/11/2008 tarihinde açtığı dava, İstanbul İdare Mahkemesinin 28/9/2009 tarihli ve E.2008/2004, K.2009/1569 sayılı kararıyla; başvurucunun lisans alabilmek için gerekli olan dört yıllık üniversite mezunu olmak koşulunu taşımadığı, dava konusu idari işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu tarafından yürütmenin durdurulması istemiyle karar temyiz edilmiş, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 1/3/2010 tarih ve E.2010/243 sayılı ilâmıyla yürütmenin durdurulması talebinin reddine karar verilmiş olup, temyiz incelemesi halen devam etmektedir. Başvurucu, 25/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi (bkz. B. No: 2013/8905, 8/9/2014, §§ 10-13). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/36 | Başvurucu, gayrimenkul değerleme uzmanlığı lisans belgesi alma talebiyle 1/8/2008 tarihinde Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşlar Birliğine yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 17/11/2008 tarihinde İstanbul 2. İdare Mahkemesinde açtığı davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının, 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim ve öğrenim hakkının ve 49. maddesinde güvence altına alınan çalışma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat ödenmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, mayına basılması sonucu yaralanma sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle yaşam ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/7/2013 tarihinde Silopi Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 6/1/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Bilişim Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 22/4/1992 tarihinde Şırnak ili Silopi ilçesi Kapılı köyü yakınlarında odun topladığı sırada mayına basması sonucu sağ ayağını diz altından kaybederek yaralanmıştır. Başvurucu 1/4/2005 tarihinde, yaralanması nedeniyle uğradığı zararın karşılanması için 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırılması istemiyle Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 17/2/2006 tarihli 2006/204 sayılı kararı ilebaşvurunun reddine karar vermiştir.İlgili gerekçe şöyledir:"... Silopi Cumhuriyet Başsavcılığının 1992/622 Hazırlık ve 1992/650 nolu Takipsizlik yazılarında "Bölgenin mayınlı olduğu Jandarmaca köylerine ilan edildiği ayrıca tarlada çalıştıkları esnada nöbetçi askerler tarafından mayınlı bölgenin gösterilerek oraya girmemeleri gerektiği uyarısına rağmen mayınlı bölgede odun toplamaya çalışırken mayına basmaları neticesinde yaralandığı" belirtilmekte olduğundan Komisyonca Emine TOSUN'nun mayına basması sonucu yaralanarak sakatlanmasının kendi kusuru ve ihmalinden olduğu..." Başvurucu, yaralanma olayının 5233 sayılı Kanun kapsamına girdiğini belirterek yapılan başvurunun reddine ilişkin Komisyonun 17/2/2006 tarihli ve 2006/204 sayılı kararının iptali ile maddi ve manevi tazminat istemiyle Şırnak Valiliği (İdare) aleyhine 23/5/2006 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi 8/9/2006 tarihli ve E.2006/1270, K.2006/1340 sayılı kararıyla davanın yetki yönünden reddine, dosyanın yetkili Mardin İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Mardin İdare Mahkemesinin 5/3/2008 tarihli ve E.2006/637, K.2008/374 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:"...olayın 1992 günü ... Kapılı Köyü Kasrik Mevkiinde 33-34 nolu sınır taşları arasında meydana geldiğinin olay yeri krokisi ve tutanak ile tespit edildiği, davacının olay yerine köy halkı ile birlikte odun toplamaya gittiğini, yolda askerlerce gittikleri yerin mayınlı olduğu konusunda uyarıldıklarını, buna rağmen gittikleri söz konusu mevkiide mayına basması sonucu ayağını diz altından kaybettiğini ifade ettiği, Türkiye ve Irak arasındaki sınırda yer alan nöbet kulübesindeki askerler tarafından, köylülerin bölgenin mayınlı olduğu, tarladan çıkmamaları gerektiği konusunda uyarıldıkları, Habur Jandarma Sınır Bölük Komutanlığınca, sınır bölgesine ve sel sularıyla gelen mayınların bulunması nedeniyle nehir kenarına inilmemesi hususu bütün tarla sahiplerine ve köyde ikamet eden vatandaşlara bildirildiği, Silopi İlçe Jandarma Komutanlığı'nın 1992 tarihli yazısından, patlayan mayının menşeinin ve Türkiye veya Irak Devletlerinden hangisi tarafından sınıra döşendiğinin bilinmediğinin rapor edildiği, olay nedeniyle Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 1992/622 Hazırlık ve 1992/650 nolu kararıyla, bölgenin mayınlı olduğunun Jandarmaca köylerinde ilan edildiği, ayrıca tarlada çalıştıkları esnada nöbetçi asker tarafından mayınlı bölgenin gösterilerek oraya gitmemeleri gerektiği uyarısına rağmen mayınlı bölgede odun toplamaya çalışırken mayına basmaları neticesinde meydana gelen olayda kimseye atfı kabil kusur bulunmadığından ve mağdurelerin de şikayetinin bulunmadığından bahisle takipsizlik kararı verildiği anlaşılmıştır.Yukarıda belirtilen hususlar birlikte değerlendirildiğinde, davacının yaralanmasına sebebiyet veren olayın Türkiye ile Irak sınırı arasında yer alan ve terörü engellemek amacıyla değil sınır güvenliği amacıyla komşu Devletlerden herhangi biri tarafından döşendiği anlaşılan mayının patlaması sonucu meydana geldiği, diğer bir ifadeyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren bir eylem veya terörle mücadele kapsamında yürütülen bir faaliyet nedeniyle meydana gelmediği anlaşıldığından..." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/2/2013 tarihli ve E.2011/9332, K.2013/1587 sayılı ilamıyla hüküm onanmasına karar verilmiştir. Karar, başvurucuya 13/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar'ın maddesi (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-24). 5233 sayılı Kanun'un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. ... Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5465 | Başvuru, mayına basılması sonucu yaralanma sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle yaşam ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kapalı ceza infaz kurumunda hükümlü iken açık ceza infaz kurumuna nakledilen başvurucunun uzaktan öğretim programı kapsamında internet erişimli bir bilgisayar vasıtasıyla ders takibi yapma talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1981 doğumlu olan başvurucu, başvuru tarihinde uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçundan hükümlü olarak Bartın Açık Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Olayların meydana geldiği tarihte başvurucu ayrıca Selçuk Üniversitesi Akşehir Meslek Yüksekokulu Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümünde (Yüksekokul) öğrencidir. Başvurucu, daha önce kapalı ceza infaz kurumunda hükümlü statüsünde bulunurken 14/4/2020 tarihli ve 7242 sayılı Kanun'un (bkz. § 14) maddesiyle yapılan değişiklik üzerine 2/6/2020 tarihinde açık ceza infaz kurumuna ayrılmıştır. Akabinde başvurucu 4/9/2020 tarihinde Yüksekokula kaydını yaptırmıştır. Başvurucu, 8/10/2020 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne başvuru yaparak öğrencisi olduğu bölümün derslerinin uzaktan öğretim yoluyla verildiğini belirtmiş; bölüm derslerine çevrim içi katılma talebinde bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı (İdare ve Gözlem Kurulu) 9/10/2020 tarihli kararla başvurucunun talebini reddetmiştir. Ret kararında; başvurucunun açık ceza infaz kurumunda bulunmasına karşın hukuken kapalı ceza infaz kurumu hükümlüsü statüsünde olduğunu ve kapalı ceza infaz kurumundaki hükümlülerin örgün eğitimden yararlandırılmasının söz konusu olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumunun kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Bartın İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 22/10/2020 tarihinde başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında İnfaz Hâkimliği; örgün eğitimin uzaktan eğitim yöntemiyle yapılmasının örgün eğitime yaygın eğitim vasfı kazandırmadığını, kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutukluların mevzuat uyarınca örgün eğitime devam etmesinin mümkün olmadığını, kapalı ceza infaz kurumunda bulunan ve hukuken kapalı ceza infaz kurumu hükümlüsü/tutuklusu statüsünde bulunan açık ceza infaz kurumu hükümlülerinin de örgün eğitime devam etmesinin mevzuat uyarınca mümkün olmadığını belirtmiştir. Devamında İnfaz Hakimliği, hukuken kapalı ceza infaz kurumu hükümlüsü statüsünde bulunan ve açık ceza infaz kurumu hükümlüsü olan başvurucunun talebinin mevzuat uyarınca mümkün olmadığını belirterek talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Bartın Ağır Ceza Mahkemesi 23/11/2020 tarihinde "kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 10/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan Ceza ve Tevkifleri Genel Müdürlüğü 29/9/2020 tarihinde tüm ceza infaz kurumlarına bir yazı göndererek başvuru konusu hakkında bir bilgilendirme yapmıştır. Söz konusu yazının içeriği şöyledir: "İlgi sayılı yazıda, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un Geçici 9/6'ncı maddesi gereğince açık ceza infaz kurumuna gönderilen hükümlülerin örgün eğitimden yararlanabileceği belirtilmiş olmasına karşın,Bazı kurumlarca, bahse konu mevzuat hükmü gereğince açık ceza infaz kurumuna gönderilen hükümlülerin kapalı ceza infaz kurumu hükümlüsü statüsünde olduğundan bahisle örgün eğitime devam taleplerine ilişkin matbu ret kararları verildiği görülmekte olup söz konusu tereddütün giderilmesi ve uygulama birliğinin sağlanması amacıyla bazı hatırlatmalarda bulunma zarureti hasıl olmuştur.Bu kapsamda; Kanun'un Geçici 9/6'ncı maddesi uyarınca açık ceza infaz kurumuna gönderilen hükümlülerin öğrenim hakları bakımından açık ceza infaz kurumu hükümlüleriyle aynı statüde olduğunun hatırda tutulması, Somut bir gerekçe gösterilmeden, kapalı ceza infaz kurumu hükümlüsü statüsünde olduğundan bahisle matbu ret kararı verilmemesi, somut bir gerekçe olmadan örgün eğitime devama ilişkin olumsuz değerlendirilen kararların yeniden ele alınması, Örgün eğitim taleplerine ilişkin diğer hususların ise 27/07/2007 tarihli ve "Genç ve Yetişkin Hükümlü ve Tutukluların Eğitim ve İyileştirilme İşlemleri ve Diğer Hükümler" konulu 46/1 No.lu Genelge uyarınca idare ve gözlem kurulunca değerlendirilmesi," 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Açık ceza infaz kurumları" kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:"(1) Açık ceza infaz kurumları, hükümlülerin iyileştirilmelerinde, çalıştırılmaları ve meslek edindirilmelerine öncelik verilen, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır.... (3) (Değişik:14/4/2020-7242/18 md.) Hükümlülerin kapalı ceza infaz kurumundan açık ceza infaz kurumuna ayrılmalarına 89 uncu madde uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda karar verilir. (4) (Değişik:14/4/2020-7242/18 md.) Toplam on yıl ve daha fazla hapis cezasına mahkûm olanlar ile terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar, kasten öldürme suçları, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarından mahkûm olanların kapalı ceza infaz kurumundan açık ceza infaz kurumuna ayrılmalarına ilişkin idare ve gözlem kurulu kararları, infaz hâkiminin onayından sonra uygulanır." 7242 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 5275 sayılı Kanun'un geçici maddesinin altıncı fıkrası şöyledir:"(6) Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar hariç olmak üzere, toplam hapis cezası on yıldan az olanlar bir ayını, on yıl ve daha fazla olanlar ise üç ayını kapalı ceza infaz kurumunda geçirmiş olan iyi hâlli hükümlülerden ilgili mevzuat uyarınca açık ceza infaz kurumlarına ayrılmalarına bir yıl veya daha az süre kalanlar, talepleri hâlinde açık ceza infaz kurumlarına gönderilebilirler. Bu hükümlüler, açık ceza infaz kurumlarında barındırılır. İlgili mevzuat uyarınca açık ceza infaz kurumlarına ayrılmaya, beşinci fıkrada belirtilen süreler içinde hak kazandıkları takdirde beşinci fıkra uyarınca izinli sayılırlar. Beşinci fıkrada belirtilen sürenin tamamlanmasından sonra ise açık ceza infaz kurumlarına ayrılmaya hak kazanıp kazanmadıklarına bakılmaksızın, 95 inci maddede düzenlenen izin hakkından yararlanırlar. Bu fıkra hükmü 31/12/2020 tarihine kadar uygulanır.” 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlünün radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(3) Kapalı ve açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitimevlerinde ancak, eğitim ve iyileştirme programları çerçevesinde kurum yönetimince belirlenen yerlerde görsel ve işitsel eğitim araç ve gereçlerinin kullanımına izin verilebilir. Eğitim ve iyileştirme programları gerekli kıldığı takdirde denetim altında internetten yararlanılabilir. Hükümlü, odasında bilgisayar bulunduramaz. Ancak, Adalet Bakanlığının uygun görmesi hâlinde eğitim ve kültürel amaçlı olarak bilgisayarın ceza infaz kurumuna alınmasına izin verilebilir. (4) Bu haklar, tehlikeli hâlde bulunan veya örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir." 5275 sayılı Kanun'un "Eğitim Programları" başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Ceza infaz kurumlarında bulunduğu süre içinde hükümlüye, kişiliğini geliştirecek, eğitimini güçlendirecek, yeni beceriler elde etmesini, suç işleme eğilimini yok etmeyi sağlayacak ve salıverilme sonrasına hazırlayacak programlar uygulanır. (2) Hükümlünün yaş, ceza süresi ve yeteneklerine öncelik verilerek ekonomik ve kültür durumuna uygun biçimde düzenlenen eğitim programları; temel eğitim, orta ve yüksek öğretim, meslek eğitimi, din eğitimi, beden eğitimi, kütüphane ve psiko-sosyal hizmet konularını kapsar." 5275 sayılı Kanun'un "Öğretimden Yararlanma" başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitimevlerinde bulunan hükümlülerin örgün ve yaygın, kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlülerin yaygın öğretimden yararlanmaları sağlanır. (2) Bu maddenin uygulanmasına ve sınavlara ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir." 29/3/2020 tarihli ve 3103 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Öğretimden yararlanma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "MADDE 89- (1) Açık kurumlar ile çocuk eğitimevlerinde bulunan hükümlülerin örgün ve yaygın, kapalı kurumlarda bulunan hükümlülerin yaygın öğretimden yararlanmaları sağlanır." Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü tarafından 5275 sayılı Kanun gereğince ceza infaz kurumlarında genç ve yetişkin hükümlü ve tutuklulara uygulanacak eğitim ve iyileştirme çalışmalarına ilişkin usul ve esasları göstermek, mevzuatın uygulanmasını kolaylaştırmak, uygulamada ortaya çıkan sorunları gidermek amacıyla hazırlanan 27/7/2007 tarihli ve 46/1 sayılı Genelge'nin (Genelge) "Eğitim ve Öğretim Çalışmaları" başlıklı Dördüncü Bölümü'nde yükseköğretimin de tutuklu ve hükümlülerin yararlanabileceği bir öğretim çeşidi olarak kabul edildiği ve "Yüksek Öğretim Çalışmaları" başlığı altında düzenlendiği görülmektedir. İlgili kısım şöyledir:"(1) Herhangi bir yüksek öğretim kurumuna devam ederken tutuklanan veya hüküm giyen öğrencilerin ya da ceza infaz kurumundayken üniversite sınavını kazanan hükümlü ve tutukluların kapalı ceza infaz kurumlarından, okullarının kabul etmesi durumunda, dış güvenlik görevlisi muhafazasında, açık ceza infaz kurumlarından iç güvenlik görevlisi nezaretinde ara, yıl sonu, bütünleme ve mazeret sınavlarına katılmaları sağlanacaktır. Talebi olması hâlinde okullarının kabul etmesi koşuluyla kayıt dondurma işlemi yapılması için girişimlerde de bulunulacaktır.(2) Öğrencinin sınava gireceği yere sevk edilmesi için gerekli süre de dikkate alınarak, sınavdan en az on gün önce akademik takvim, öğrenci belgesi ve öğrencinin dilekçesi bir üst yazıyla Genel Müdürlüğün Eğitim Birimine fakslanacaktır....(4) Açık ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler, kurumla aynı Büyükşehir belediyesi veya belediye sınırları içinde olan herhangi bir yüksek öğretim kurumunda okuma hakkını kazandıklarında, okullarının kabul etmesi hâlinde, talepleri doğrultusunda, okullarına devam etmeleri ve örgün eğitimden yararlanmaları sağlanacaktır. Açık ceza infaz kurumu hükümlülerinin okullarına devam etmeleri sağlanırken aşağıdaki kurallara uyulacaktır:...(5) Uzaktan eğitime katılacak öğrenciler, personel nezaretinde internetten yararlandırılacaklardır." 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (u) bendinin ilgili kısmı şöyledir:"u) Yükseköğretim Eğitim Türleri: Yükseköğretimde eğitim - öğretim türleri örgün, açık, dışarıdan (ekstern) ve yaygın eğitimdir.(1) Örgün Eğitim: Öğrencilerin, eğitim - öğretim süresince ders ve uygulamalara devam etme zorunluluğunda oldukları bir eğitim - öğretim türüdür.(2) Açık Eğitim: Öğrencilere radyo, televizyon ve eğitim araçları vasıtasıyla yapılan bir eğitim - öğretim türüdür....(4) Yaygın Eğitim: Toplumun her kesimine ve değişik alanlarda bilgi ve beceri kazandırma amacı güden bir eğitim - öğretim türüdür." 2547 sayılı Kanun'un maddesinin (e) bendinin ilgili kısmı şöyledir:"e. Yükseköğretim Kurulu kararı üzerine yükseköğretim kurumlarında; öğretim elemanı ve öğrencilerin aynı mekânda bulunma zorunluluğu olmaksızın, bilgi ve iletişim teknolojilerine dayalı olarak öğretim faaliyetlerinin planlandığı ve yürütüldüğü önlisans, lisans ve lisansüstü uzaktan öğretim programları açılabilir. Uzaktan öğretim programlarının açılabileceği alanlar, uzaktan öğretim yoluyla verilecek dersler ve kredi miktarları, ders materyallerinin hazırlanması, sınavlarının yapılma şekli, yükseköğretim kurumları arasında bu amaçla yapılacak protokoller ile uzaktan öğretime ilişkin diğer hususlar, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenir." | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/4607 | Başvuru, kapalı ceza infaz kurumunda hükümlü iken açık ceza infaz kurumuna nakledilen başvurucunun uzaktan öğretim programı kapsamında internet erişimli bir bilgisayar vasıtasıyla ders takibi yapma talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Mersin Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde sözleşmeli eskrim antrenörü olarak çalışan başvurucuya emekli olmasına rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet, çalışma ve sosyal güvenlik hakları ile eşitlik ilkesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu nihai hükmü 22/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 19/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29212 | Başvuru; Mersin Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde sözleşmeli eskrim antrenörü olarak çalışan başvurucuya emekli olmasına rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet, çalışma ve sosyal güvenlik hakları ile eşitlik ilkesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından Demokratik Modernite dergisinin (dergi) bazı sayfalarının çıkartılarak hükümlü olan başvurunun dergiye erişiminin engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ve anılan işleme karşı başvurulan kanun yollarında etkin bir savunma imkânı verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 3/12/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/5/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde, başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 25/5/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda 21/7/2015 tarihinde görüş sunulmasına gerek duyulmadığını Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi, ekleri ile başvuruya konu dosya içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Diyarbakır Gümrük Müdürlüğü, yurt dışından gelen kolilerin kontrolü esnasında on yedi yayının yasak olabileceğini değerlendirerek bunları Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, on yedi kitaptan on dört tanesi hakkında toplatma ve yasaklama kararı bulunduğunu tespit ederek hakkında karar bulunmayan üç kitabın 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) maddesi ile görevli Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Cumhuriyet Savcılığının (TMK madde ile görevli) “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak-Beşinci kitap)” (kitap) ve “İlk Konuşmalar (Belgeler zafer kazanan tarzın özdilidir)” isimli PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan tarafından yazılan iki ayrı kitaba ilişkin yaptığı inceleme sonucunda kitaplarda sürekli KCK/PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı, terör örgütünden ve terör örgütü mensuplarının yaptığı eylemlerden övgüyle bahsedildiği, KCK/PKK terör örgütünün bundan sonra izleyeceği yolun nasıl olması gerektiğinin belirtildiği ve bu bağlamda kitapların 3713 sayılı Kanun’un maddesine ve 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun maddesine muhalefet ettiği değerlendirilerek her iki kitaba el konulmasına ve toplatılmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Diyarbakır 3 No.lu Hâkimliği (TMK madde ile görevli), Cumhuriyet Savcılığının yaptığı değerlendirmeyle aynı yönde gerekçelerle 4/10/2012 tarihli ve 2012/102 Değişik İş sayılı kararı ile anılan kitaplara el konulmasına ve bu kitapların toplatılmasına karar vermiştir. Hâkimliğin anılan kararından sonra evrak Cumhuriyet Savcılığına gönderilmiş ve 2012/3121 sayılı soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Savcılığı, soruşturma sonucunda 29/11/2012 tarihli kararı ile kitapların yurt dışından geldiği ve kitapları basanın tespit edilemediği, kitapların gönderildiği kişinin olaydan haberdar olmadığına dair savunmasının aksine bir delil bulunmadığı gerekçesiyle olayla ilgili kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, karar ile birlikte Diyarbakır 2 No.lu Hâkimliğinden (TMK madde ile görevli) kitapların müsaderesini talep etmiştir. Hâkimlik, 30/11/2012 tarihli ve 2012/290 Değişik İş sayılı kararı ile kitapların müsaderesine karar vermiştir. Kitaplar 11/3/2014 tarihinde yakılarak imha edilmiştir. Anılan kitaplardan “Kürdistan Devrim Manifestosu, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunma)” isimli kitabın, İstanbul 2 No.lu Hâkimliğinin 21/9/2012 tarihli ve 2012/156 sayılı kararı ile toplatılmasına ve bu kitaplara el konulmasına ilişkin kararına karşı yapılan bireysel başvuru konusunda Anayasa Mahkemesi, Abdullah Öcalan ([GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014) kararında Anayasa’nın maddesinde tanımlanan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Bunun üzerine Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği, 2/9/2014 tarihli ve 2014/467 Değişik İş sayılı kararı ile Diyarbakır 3 No.lu Hâkimliğinin 4/10/2012 tarihli toplatma ve el koyma kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucuya gelen Demokratik Modernite dergisinin 2013 yılı sayısında, Diyarbakır 3 No.lu Hâkimliğinin 4/10/2012 tarihli kararı ile el konulmasına ve toplatılmasına karar verilen kitabın bazı bölümleri yayımlanmıştır. Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) 9/10/2013 tarihli ve K.3013/159 sayılı kararında, anılan kitabın bölümlerinin yayımlandığı derginin ilgili sayfalarının başvurucuya verilmesini uygun görmemiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Kurumumuzda yukarıda isimleri yazılı hükümlü/tutuklulara gelen "Demokratik Modernite (Demokratik Çözüm ve Özgür Yaşam) dergi Eylül- Ekim- Kasım sayı:7" dergi incelenmek üzere Ceza İnfaz Kurumumuz Eğitim Kuruluna gelmiştir. Derginin incelenmesi neticesinde 6-19 sayfalar arası, Abdullah Öcalan'ın yazdığı, Diyarbakır 3 Nolu Hakimliğinin 4/10/2012 tarih ve 2012/102 İş sayılı "El Konulması ve Toplatılmasına" kararı bulunan Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak) Beşinci Kitabın 442-465 sayfalar arasından birebir alıntılar olduğu tespit edilmiş olup, söz konusu dergi sahibi hükümlülerin dilekçesi ile talep etmesi halinde, derginin ve sayfalarının çıkarılarak kendisine verilmesine, herhangi bir talebi olmaması halinde derginin kütüphane deposuna kaldırılmasına, 5275 sayılı Kanun'un 62/3 ile Tüzük'ün 87/3 maddeleri gereğince, karara tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde Sincan İnfaz Hakimliğine itiraz edebileceğinin tebliğine oy birliği ile karar verilmiştir. " Başvurucu, anılan karara karşı Sincan İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Şikâyeti inceleyen Hâkimlik 25/10/2013 tarihli ve K.2013/5266 sayılı kararı ile başvurucunun şikâyetinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, Hâkimliğin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Sincan Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliği kararının "... usul ve yasaya uygun olduğu ..." gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 15/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa Mahkemesinin 8/4/2015 tarihli ve B. No: 2013/3614 sayılı kararında belirtilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9395 | Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından Demokratik Modernite dergisinin (dergi) bazı sayfalarının çıkartılarak hükümlü olan başvurunun dergiye erişiminin engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ve anılan işleme karşı başvurulan kanun yollarında etkin bir savunma imkânı verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, avukat olan başvurucunun duruşma salonunda sarf ettiği sözler nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/5/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Öğretim üyesi ve avukat olan başvurucu, üç dönem İstanbul Barosu başkanlığı da yapmıştır. Olayların geçtiği tarihte gazeteci HrantDink'in avukatı olarak bulunduğu duruşma salonunda kendisine ve müvekkiline yönelik eylemli ve sözlü saldırılar sırasında kullandığı sözler nedeniyle hakaret suçundan cezalandırılması için başvurucu hakkındakamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda suçun unsurlarının oluşmadığından bahisle başvurucunun beraatine karar verilmiş, İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 9/4/2013 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu hakkında duruşma salonunda sarf ettiği sözler nedeniyle İstanbul Barosu Başkanlığına da şikâyette bulunulmuştur. İstanbul Barosu Yönetim Kurulu tarafından disiplin kovuşturması açılmasına yer olmadığına karar verilmiş, söz konusu karara karşı yapılan itiraz Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulunun kararı ile reddedilmiştir. TBB Yönetim Kurulunun anılan kararına karşı Ankara İdare Mahkemesine dava açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesi ceza davasındaki sonuç ne olursa olsun avukat hakkında disiplin kovuşturması açılması gerektiğini belirterek TBB Yönetim Kurulu kararını iptal etmiştir. İdare Mahkemesi ayrıca başvurucunun eyleminin disiplin cezası gerektirdiğine de karar vermiştir. Yargı kararı ile işlemin iptali üzerine İstanbul Barosu Yönetim Kurulunun 22/04/2010 tarihli kararı ile başvurucu hakkında disiplin kovuşturması açılmıştır. Disiplin kovuşturması devam ederken Ankara İdare Mahkemesinin kararı, temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmiş ve nihai karar 14/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.Başvuru 12/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurudan sonra İstanbul Barosu Yönetim Kurulu 9/11/2015 tarihinde, başvurucu hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. İstanbul Barosu Yönetim Kurulunun bahsi geçen kararında, Ankara İdare Mahkemesinin iptal, Danıştay Dairesinin onama ve karar düzeltme isteminin reddi kararları ile başvurucu hakkındaki İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin beraat ve Yargıtay Ceza Dairesinin onama kararlarına işaret edildikten sonra "...şikayetli avukatın eylem ve işlemlerinde 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarına aykırılık tespit edilmediğinden şikayetli avukat Yücel Sayman hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına..." karar verildiği anlaşılmaktadır. Bahse konu karara itiraz edilmediğinden karar kesinleşmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6497 | Başvuru, avukat olan başvurucunun duruşma salonunda sarf ettiği sözler nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39448 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamayı yürüten mahkemenin Yargıtay bozma ilamına aykırı şekilde kararlar vermesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında 29/6/2004 tarihinde gözaltına alınmış ve 1/7/2004 tarihinde tutuklanmıştır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 28/10/2004 tarihli iddianamesi ile bir kısım suçtan cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Dava, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) E.2004/384 sayılı dosyası üzerinden ve başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürülmüştür. Yargılama aşamasında Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin ve Saruhanlı Asliye Ceza Mahkemesinin bazı dosyaları, başvurucunun yargılandığı İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2004/384 sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. Dava, çıkar amaçlı suç örgütü kurup üye olma, teşekkül hâlinde esrar ticareti yapma, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, teşekkül hâlinde silahticareti yapma, şartlı tehdit, hırsızlık ve ruhsatsız av tüfeği bulundurma suçları temelinde görülmüştür. Davada yargılanan sanık sayısı dokuz olup ayrıca on beş de mağdur/müşteki bulunmaktadır. Başvurucu, yargılandığı davada 16/2/2010 tarihinde tahliye edilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 28/5/2010 tarihli sayılı kararı ile teşekkül hâlinde esrar ticareti yapma ve teşekkül hâlinde silah ticareti yapma atılı suçlarından başvurucunun beraatine, nitelikli yağmaya teşebbüs ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından ise mahkûmiyetine karar verilmiştir. Anılan karar, sanıkların yanı sıra Cumhuriyet savcısı tarafından da temyiz edilmiş; Yargıtay Ceza Dairesinin 20/6/2012 tarihli ilamı ile usule ilişkin birtakım hükme riayet edilmediği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma ilamı sonrası E.2012/165 sayılı dosya üzerinden devam olunan yargılamada İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 19/4/2013 tarihli kararı ile başvurucunun müşteki E.K.ye yönelik nitelikli yağmaya teşebbüs suçundan 2 yıl 8 ay 15 gün hapis, müşteki E.K.ye yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 3 yıl 4 ay hapis, müşteki Ş.A.S.ye yönelik nitelikli yağma suçundan 10 yıl 10 ay hapis, müşteki Ş.A.S.ye yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 3 yıl 4 ay hapis, müşteki S.ye yönelik nitelikli yağma suçundan 10 yıl 10 ay hapis, müşteki S.ye yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 3 yıl 4 ay hapis, müşteki A.ya yönelik nitelikli yağma suçundan 10 yıl 10 ay hapis, müşteki A.ya yönelikkişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 3 yıl 4 ay hapis, müşteki Ö.S.ye yönelikkişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezalarıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme hükümle birlikte "verilen cezaların süresi ve mahiyeti dikkate alınarak kaçma şüphesi oluştuğu" gerekçesiyle tutuklanmak üzere başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Başvurucu, yakalama emri doğrultusunda Saruhanlı Sulh Ceza Mahkemesinin 4/9/2013 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu 29/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 19/4/2013 tarihli mahkûmiyet kararı başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 6/4/2014 tarihli ilamı ile başvurucu hakkında müştekiler Ş.A.S., S. ve A.ya yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından verilen (toplam 9 yıl 12 ay hapis cezasına ilişkin) mahkûmiyet hükümlerinin onanmasına; diğer mahkûmiyet hükümlerinin ise bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, kesinleşen 9 yıl 12 aylık hapis cezası yönünden Bandırma Ağır Ceza Mahkemesinin 26/1/2015 tarihli kararı ile (gözaltında ve tutuklulukta geçirdiği süreler mahsup edilerek) 11/7/2014 tarihi itibarıyla koşullu olarak salıverilmiştir. Kararda, başvurucunun anılan mahkûmiyeti kapsamında hak ettiği tahliye tarihinin 2/7/2020 olduğu belirtilmiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile CMK mülga maddeyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, Yargıtay bozma ilamı sonrası İzmir Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/261 sayısı ile devredilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 11/7/2014 tarihli kararı ile davaya bakma hususunda Manisa ağır ceza mahkemelerinin yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik kararı verilmiştir. Aynı kararda başvurucunun -Yargıtay bozma ilamına konu suçlardan- tahliyesi yönünde de Mahkemece hüküm tesis edilmiştir. Manisa Ağır Ceza Ceza Mahkemesinin E.2014/241 sayılı dosyası üzerinden devam olunan yargılama, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1247 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamayı yürüten mahkemenin Yargıtay bozma ilamına aykırı şekilde kararlar vermesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, dava konusu tutarın temyiz sınırının altında kaldığı gerekçesiyle temyiz talebinin incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, vergi inceleme raporu uyarınca hakkında düzenlenen 2011/8-9-10-12 dönemlerine ait üç kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatlarının iptali talebiyle İzmir Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu Şirket dava dilekçesinde davaya konu ihbarnameleri şu şekilde göstermiştir: Tarih Sayısı Dönem Vergi Türü Vergi TL Ziyaı Cezası TL27/10/2016 ...094 2011/08-08 KDV 304,61 913,8327/10/2016 ...104 2011/09/09 KDV 864,17 592,5127/10/2016 ...096 2011/10-10 KDV 474,33 422,9927/10/2016 ...100 2011/12-12 KDV 026,99 469,79 Mahkeme 25/5/2017 tarihli kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Davalı İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından yapılan istinaf başvurusu sonucunda, İzmir Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesi 22/2/2018 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun kabulü ile davanın reddine Danıştaya temyiz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Başvurucunun temyiz talebinde bulunması üzerine Danıştay Dokuzuncu Dairesi 9/5/2018 tarihli kararıyla başvuruya konu davanın kanunda belirtilen temyiz sınırının altında kaldığı gerekçesiyle temyiz talebinin incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Nihai karar başvurucuya 22/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, aynı tarihte başvurucu tarafından bireysel başvuruda bulunulmuştur. 6/1/1982 tarihli 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Danıştay dava dairelerinin nihai kararları ile bölge idare mahkemelerinin aşağıda sayılan davalar hakkında verdikleri kararlar, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştayda, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde temyiz edilebilir:a)...b) Konusu yüz bin Türk lirasını aşan vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemler hakkında açılan davalar.…” 2577 sayılı Kanun'un ek maddesi şöyledir:"Bu Kanunda öngörülen parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların, o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların bin Türk lirasını aşmayan kısımları dikkate alınmaz." 2577 sayılı Kanun'un 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un maddesiyleeklenen geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunla idari yargıda kanun yollarına ilişkin getirilen hükümler, 2576 sayılı Kanunun, bu Kanunla değişik 3 üncü maddesine göre kurulan bölge idare mahkemelerinin tüm yurtta göreve başlayacakları tarihten sonra verilen kararlar hakkında uygulanır. ..." 11/11/2016 tarihli ve 29885 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 474 sıra No.luVergi Usul Kanunu Genel Tebliği'nin ilgili kısmı şöyledir:"...yeniden değerleme oranı 2016 yılı için % 3,83 (ondört virgül kırkyedi) olarak tespit edilmiştir." 11/11/2017 tarihli ve 30237 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 484 sıra No.luVergi Usul Kanunu Genel Tebliği'nin ilgili kısmı şöyledir:"...yeniden değerleme oranı 2017 yılı için % 14,47 (ondört virgül kırkyedi) olarak tespit edilmiştir." 7/11/2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bölge Adliye Mahkemeleri ve Bölge İdare Mahkemelerinin Tüm Yurtta Göreve Başlayacakları Tarihe İlişkin Karar'da göreve başlama tarihinin 20/7/2016 olduğu belirtilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20215 | Başvuru, dava konusu tutarın temyiz sınırının altında kaldığı gerekçesiyle temyiz talebinin incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma ve hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, maliki olduğu taşınmazın genel yola bağlantısı bulunmadığını ileri sürerek davalılara ait taşınmazlardan geçit hakkı kurulması talebiyle 19/3/2007 tarihinde dava açmıştır. Şarkışla Sulh Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 24/8/2010 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 8/4/2011 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda 25/10/2011 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar, Dairenin 14/6/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 11/6/2013 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Dairenin 18/3/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Davalı tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş, Dairece 23/10/2014 tarihinde karar düzeltme dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Başvurucu Şarkışla Sulh Hukuk Mahkemesinde geçit hakkı kurulması talebiyle açtığı davada yargılamayı yürüten hâkimlerin kasıtlı olarak davanın uzun sürmesine neden olduklarını ileri sürerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna (HSYK) şikâyette bulunmuştur. HSYK Üçüncü Dairesince 28/2/2013 tarihli karar ile hâkimler hakkında soruşturma izni verilmemiştir. Başvurucu Şarkışla Sulh Hukuk Mahkemesinde geçit hakkı kurulması talebiyle açtığı davada taşınmazlara ilişkin raporları düzenleyen bilirkişiler hakkında görevi kötüye kullanmasuçunu işledikleri iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Şarkışla Cumhuriyet Başsavcılığı 19/12/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun itirazı, Tokat Ağır Ceza Mahkemesinin 2/2/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7493 | Başvuru, makul sürede yargılanma ve hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gecekondunun/yapının tazminatsız olarak yıktırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvuru konusu gecekondu/yapı 11/9/2015 tarihinde idare tarafından yıkılmıştır. Bunun üzerine başvurucu taşınmazına kamulaştırılmaksızın el atılmış olduğu ve böylece mülkiyet hakkının belirsiz bir süre kısıtlandığından bahisle maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle Altındağ Belediye Başkanlığı (Belediye) aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Mahkemece 25/4/2017 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; yıkım kararının iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde açılan davada yapının kaçak ve ruhsatsız olarak yapıldığı, gecekondunun bir kısmının park ve imar yolunda kaldığı bu hâliyle ruhsata bağlanma imkânı bulunmadığı gerekçesiyle 29/5/2015 tarihinde davanın reddine karar verildiğine değinilmiştir. Ardından yapının kaçak ve ruhsatsız olduğu, gecekondunun park alanı içerisinde kaldığı, başvurucunun mülkiyet hakkına sahip bulunmadığı, mülkiyetten kaynaklanan haklara sahip olamayacağı gibi mülkiyet hakkına dayalı taleplerde de bulunamayacağı belirtilmiştir. Kanun yolundan geçen karar 21/5/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Mahkemenin ret kararına gerekçe olarak gösterdiği Ankara İdare Mahkemesinin 29/5/2015 tarihli kararı Danıştay Ondördüncü Dairesinin 12/6/2018 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararı üzerine Ankara İdare Mahkemesi 12/10/2018 tarihinde bozma kararına uyarak davanın kabulüyle yıkım işleminin iptaline hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvuru konusu parsel üzerinde imar affı başvurusu yapılan yerlerin bulunup bulunmadığının araştırılması ve başvurucu tarafından yapılan af başvurusunun değerlendirilerek sonuçlandırılması ve buna göre işlem tesis edilmesi gerekirken, af başvurusu sonuçlandırılmadan alınan yıkım kararında hukuka uyarlık bulunmadığı ifade edilmiştir.B. Başvuru Konusu Dava Süreci Yıkım işleminin iptaline karar verilmesi üzerine başvurucu 8/2/2019 tarihinde tam yargı davasında yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir. Mahkeme, yargılamanın yenilenmesi talebini kabul etmiş ve bir kez daha davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Ankara İdare Mahkemesinin 12/10/2018 tarihli iptal kararı doğrultusunda başvurucunun imar affı kapsamında yaptığı başvurunun incelenerek yeni bir işlem tesis edildiği, tesis edilen bu yeni işlem ile başvurucunun başvuru konusu gecekondu için usulüne uygun başvuru yapmadığından reddedildiği vurgulanmıştır. Buna göre gecekondunun kaçak ve ruhsatsız olduğu ve park alanı içerisinde kaldığı, başvurucunun mülkiyet hakkına sahip bulunmadığı, mülkiyetten kaynaklanan haklara sahip olamayacağı gibi mülkiyet hakkına dayalı taleplerde de bulunamayacağı belirtilmiştir. Kararın taraflarca istinaf edilmesi üzerine 17/12/2019 tarihinde kesin olarak istinaf başvurunun reddine karar verilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 7/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 3/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7956 | Başvuru, gecekondunun/yapının tazminatsız olarak yıktırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan maddi tazminat başvurusunun kabul edilmemesi üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 3/12/2013 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 2013/8766 başvuru numaralı dosyanın konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/8765 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/8765 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular; murisleri Z.E. ve S.E.nin terör örgütü mensupları tarafından 8/8/1993 tarihinde Şırnak'ın İdil ilçesi Yörük köyüne yapılan baskında öldürüldüğünü, bu özel durumundan kaynaklı güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Komisyon 5/2/2007 tarihli kararlarında S.E.nin mirasçılarına ölüm nedeniyle 444,75 TL, Z.E.nin mirasçılarına 903,10 TLtazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucular ayrıca mal varlığı zararları için Komisyana başvurmuş ve Komisyon tarafından 18/2/2011 tarihli kararlar ile jandarma tutanaklarına göre köy boşaltılmadığından taleplerin reddine karar verilmiştir. Başvurucular tarafından belirtilen ret işlemleri aleyhine Mardin İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Mardin İdare Mahkemesinin 28/12/2011 tarihli kararları ile davaların reddine hükmedilmiştir. Kararların gerekçesinde Yörük köyünün güvenlik gerekçesiyle boşaltılan köylerden olmadığı vurgulanmış ve köyde sürekli olarak yaşayan bir nüfusun bulunduğuna işaret edilmiştir. Köyde olağan yaşamın devam ettiğinin altını çizen Mahkeme, başvurucuların mal varlıklarına erişmesine engel teşkil eden bir durumun mevcut olmadığını belirtmiştir. Mahkeme, sonuç olarak başvurucuların tazmini gerektiren bir zararlarının bulunmadığı kanaatini açıklamıştır. Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 6/11/2012 tarihli kararları ile Mahkeme kararlarının usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 10/9/2013 tarihli kararları ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvuruculara 4/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 3/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 5233 sayılı Kanun’un , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu kararı eki kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır: a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar. b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri. c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8765 | Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan maddi tazminat başvurusunun kabul edilmemesi üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 8/10/2019 tarihinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş; başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, en son Sayıştay uzman denetçisi olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsü sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 19/10/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi 26/10/2016 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğünde alınmıştır. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle ilkokulu ve ortaokulu memleketi olan Erzurum'da devlet okulunda okuduğunu, başarısı nedeniyle Yamanlar Kolejinde ücretsiz okuma ve burs teklifi aldığını, maddi durumu kötü olduğundan teklifi kabul ettiğini, bu sırada kolejin cemaat okulu olduğunu bilmediğini, okurken bu durumu öğrendiğini, kolejin kendisini zorunlu olarak Körfez Dershanesine yazdırdığını, derece öğrencisi olduğu için dershanenin kendisine burs verdiğini söylemiştir. Başvurucu; üniversite eğitimi dönemine ilişkin ise 1998 yılında Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünü kazandığını, Başbakanlıktan, okuduğu üniversiteden ve özel şirketlerden burslar kazandığını, okuduğu sürece okulunun yurdunda kaldığını, cemaatin kendi yurtlarında kalmasına yönelik teklifte bulunduğunu ancak aldığı burslardan dolayı kimseye ihtiyacı kalmadığından teklifi reddettiğini, cemaate ihtiyacı olmadığından cemaatle bağının kalmadığını, 2002 yılında mezun olduğunu dile getirmiştir. Başvurucu ayrıca mezun olduktan bir süre sonra Sayıştay sınavını kazandığını, 2007 yılında Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsünde yüksek lisansa, 2012 yılında ise aynı Enstitüde doktoraya başladığını, hâlen burada öğrenci olduğunu, 2013 yılında Sayıştay tarafından NATO Savunma Kolejine gönderildiğini beyan etmiştir. Başvurucu son olarak kazandığı sınavları kendi bilgi ve çabasıyla kazandığını, kimsenin kendisine yardım etmediğini, işe yerleşme sürecinde örgütün bir ilgisi olmadığını, himmet ya da başka bir isimle para vermediğini, para toplamadığını, herhangi bir örgüt toplantısına katılmadığını, herhangi bir görsel ve yazılı yayınlara aboneliğinin bulunmadığını, FETÖ/PDY'ye ait herhangi bir banka ya da finans kuruluşuyla ilgisi ve irtibatı olmadığını, yakın ve uzak akrabalarından bu örgütle ilgili işlem yapılan kimse olmadığını, darbe girişimine ilişkin haberleri televizyondan öğrendiğini, FETÖ/PDY ile hiçbir bağlantısının olmadığını ve suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir. Başvurucu, Savcılık tarafından üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 27/10/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 27/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgudaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Barış Kartalı projesini ben denetliyordum. Suç duyurusu bulunması gereken unsurlara rastladım. Bu projede ikinci teklifi veren firma teknoloji transferi vermesine rağmen o zamanın Genelkurmay Başkanı Başkanı olan Y.B.nin baskısı ile B. firmasına verilmiştir, bu ülkemizin zararına olmuştur, ben bunu üzerine gittim, burada bulunmamı buna bağlıyorum. Benim suç duyurum Saykep proğramı çalışıyor ise orada duruyor olması lazım, ancak bildiğim kadarıyla Sayıştay Başkanlığı bunu işleme koymadı. Ben görevimi en iyi şekilde yapmaya çalışıyordum, bir kısım etkin kişileri rahatsız etmiş olmalıyım ki buraya gelmeme sebep oldu. Hastayım. Sürekli tedavi altında olmam gerekmektedir. İlaçlarla gezmekteyim. Tutuklu olmam halinde hastalığım daha yüksek seviyeye çıkacaktır. Kaçma şüphem yoktur. Sabit ikametim vardır. Vatanıma ihanet etmedim. Elimden geldiği kadar bu vatana hizmet ettim. Suçsuzum. Serbest bırakılmak istiyorum." Başvurucu, Hâkimlikçe yapılan sorgusunun ardından 27/10/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, şüphelilerin kaçma şüphesi altında olduğunu gösteren somut olguların bulunması, delilleri yok etme gizleme değiştirme ihtimalini gösteren olguların bulunması ve süphelilere isnat edilen suçun niteliği, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde öngörülen suçlardan oluşu ve atılı suç ile tutuklama tedbirinin orantılı bir tedbir niteliğini taşıması dikkate alınarak şüpheliler ... ve [Ş.B.'ye] isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ayrı ayrı tutuklanmasına... [karar verildi.]" Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, itirazı inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 9/11/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Soruşturma süresi içinde değişik tarihlerde farklı hâkimliklerce tutukluluk durumu değerlendirilen başvurucunun son olarak Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/5/2017 tarihli kararıyla tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiş ve bu karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 13/7/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu karardan 20/7/2017 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 7/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 21/9/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Tahliye kararının ilgili kısmı şöyledir: "Soruşturmanın geldiği aşama, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın şüphelinin Bylock kullanmadığına dair yazısı, Masak raporuna göre FETÖ/PDY bağlantılı vakıf, dernek üyeliğinin ve Bank Asyada hesabının bulunmaması, dosya kapsamı itibariyle aleyte beyan olmaması, mevcut delil durumu, şüphelinin sağlık durumu da dikkate alınarak tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu kanaatine varılmakla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 21/9/2017 tarih ve 2016/115532 soruşturma sayılı talebinin kabulü ile; Şüpheli [Ş.B.] hakkındaki atılı TCK 314/2 maddesi uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Ankara (Kapatılan) Sulh Ceza Hakimliği'nin 27/10/2016 tarih ve 2016/494 sorgu sayılı tutuklama kararının kaldırılarak şüpheli başka suçtan tutuklu ya da hükümlü değilse atılı suçtan serbest bırakılmasına, Şüpheli [Ş.B.nin] adli kontrol altına alınması gerekli ve yeterli görüldüğünden CMK 109/3-a maddesi uyarınca soruşturma süresince adli kontrol altına alınmasına, Şüpheli [Ş.B.nin] CMK 109/3-a maddesi uyarınca soruşturma süresince yurt dışına çıkışının yasaklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu hakkındaki soruşturma bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; A., B. No: 2016/63999, 9/1/2020, §§ 33- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30993 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmaz üzerine konulan ihtiyati tedbirin kaldırılmasının davanın kısmen reddine neden olması ve dava değerinin hatalı belirlenmesi suretiyle yüksek miktarda aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Kooperatif, Eskişehir'in Sazova mahallesindeki taşınmazının 39204/183900 hissesini genel kurul kararına istinaden Sınırlı Sorumlu B. Konut Yapı Kooperatifine (B. Konut Yapı Kooperatifi) 30/12/1993 tarihinde satmıştır. Başvurucu 14/5/1995 tarihinde B. Konut Yapı Kooperatifi aleyhine Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesinde ( Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açmıştır. Bu davada başvurucu, taşınmazın satışına dayanak olan olağan genel kurul kararının hukuka aykırı olması nedeniyle geçersiz olduğunu ve iptali için ayrı bir dava açıldığını belirterek taşınmazdaki B. Konut Yapı Kooperatifi adına oluşturulan tapu kaydının iptalini ve başvurucu adına tescilini talep etmiştir. Yargılama sırasında belirlenemeyen bir tarihte davaya konu taşınmaz üzerine ihtiyati tedbir konulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu Yönetim Kurulu tarafından başvurucu Denetim Kurulu aleyhine 9/8/1996 tarihinde Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesinde ( Asliye Hukuk Mahkemesi) açılan diğer davada ise genel kurul kararının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptali talep edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesinin 9/4/1997 tarihli Duruşma Tutanağı'nda taşınmaz üzerine yapılan inşaatın ihtiyati tedbir yoluyla durdurulması yönündeki talebin reddine karar verildiği ifade edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 25/5/2004 tarihinde, davalının genel kurulun usulüne uygun yapılıp yapılmadığını bilmesinin ve bunu araştırmasının mümkün ve gerekli olmadığı, zarar oluşursa iç ilişkide talep edilebileceği, diğer davanın sonucunun bu davayı etkilemeyeceği, her ne kadar davalı B. Konut Yapı Kooperatifi Başkanı'nın başvurucunun yedek yönetim kurulu üyesi olduğu anlaşılsa bile başvurucuyu temsil etmeye yetkisi olmadığı, satış işleminde davacı başvurucuyu temsil etmediği ve bu durumun davalının iyi niyetli olmadığını göstermeyeceği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Kararla birlikte 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi uyarınca taşınmaz üzerindeki tedbirin kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Yargıtay Dairesi) 22/9/2005 tarihinde genel kurul kararının iptali için açılan davanın bekletici mesele yapılması suretiyle bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi 9/5/2006 tarihinde önceki kararında direnmiştir. Yapılan temyiz talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) 15/11/2006 tarihinde Yargıtay Dairesi bozma kararında belirtilen gerekçelerle direnme kararının bozulmasına karar vermiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 19/7/2005 tarihinde usulsüz şekilde toplantıya iştirak edenler dışında toplantı yeter sayısına ulaşılamadığı gerekçesiyle başvurucu kooperatifin 13/6/1993 tarihli genel kurul kararının mutlak butlan ile batıl olduğunun tespitine karar vermiştir. Karar kanun yollarından geçerek 25/4/2008 tarihinde kesinleşmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, HGK bozma kararı sonrası 15/2/2007 tarihinden itibaren yargılamaya devam etmiş ve başvurucu vekili 22/1/2008 tarihli duruşmada daha evvel kaldırılan ihtiyati tedbir kararının tekrar uygulanmasını talep etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi aynı duruşmada talebin kabulüne, taşınmazın 39204/183900 hissesi üzerine ihtiyati tedbir konulmasına karar vermiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, 23/10/2008 tarihinde davanın kabulüne, imar görerek başka parsel numarası alan taşınmazların tapu kayıtlarının davalı hissesi yönünden iptaline ve başvurucu adına tesciline karar vermiştir. Ayrıca Asliye Hukuk Mahkemesi, taşınmaz için 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun maddesi gereğince tapu müdürlüğüne müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Dairesi 18/1/2011 tarihinde tapu kayıtlarında yer alan çelişkilerin giderilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuş, yapılan karar düzeltme talebini de 27/5/2011 tarihinde reddetmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi bozma ilamına uymuş, yargılama sırasında dava konusu taşınmazların bir kısmı üzerine bina inşa edilerek kat mülkiyeti kurulması sonrasında üçüncü kişilere yapılan devirlerin olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 7/5/2012 tarihinden sonra sunduğu farklı tarihli dâhilî dava dilekçeleriyle devralan bağımsız bölüm maliklerini davaya dâhil etmiş ve bu dilekçelerde bağımsız bölüm maliklerinin iyi niyetli üçüncü kişi olmadıklarını ileri sürerek dâhilî davalılar adına kayıtlı taşınmazların tapu kaydının iptal edilmesini ve adına tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Ayrıca dâhilî dava dilekçelerinde 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi uyarınca seçimlik hakkını kullandığını ve taşınmazların bir kısmını devralanlara karşı davaya devam etmek istediğini ifade etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucunun bazı taşınmazların kamulaştırılması nedeniyle kamulaştırma bedelleri üzerine ihtiyati tedbir konulmasına ilişkin 30/7/2012 tarihli talebini 2/8/2012 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu 18/2/2013 tarihinde dava konusu taşınmazlar üzerine ihtiyati tedbir konulması talebini içeren yeni bir dilekçe sunmuş, taşınmazın ferdileşmesi esnasında ve imar uygulaması sonucu değişen duruma göre yeni maliklerin davaya dâhil edildiğini belirterek bu maliklerin taşınmazlarının satış ve devrinin önlemesi için tapu kayıtlarının üzerine ihtiyati tedbir konulmasını ya da "Davalıdır." şerhi verdirilmesini talep etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi bu talebi kabul etmiş ve 20/2/2013 tarihinde 136 bağımsız bölüm üzerine ihtiyati tedbir konulmasına karar vermiştir. Bazı bağımsız bölüm malikleri 20/2/2013 tarihli karara itiraz etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 20/9/2013 tarihinde 52 bağımsız bölüm yönünden itirazı kabul etmiş ve bu bağımsız bölümlerin devir alındıkları tarihlerde üzerinde tedbir olmadığına işaret ederek ihtiyati tedbirin kaldırılmasına karar vermiştir. 9/4/2013 tarihli duruşmada başvurucu tarafa keşifte belirlenen bedel üzerinden eksik harcın ikmali için süre verildiği ve başvurucunun 14/6/2013 tarihinde 463 TL tamamlama harcı yatırdığı anlaşılmaktadır. Son olarak bir bağımsız bölüm malikinin tedbirin kaldırılması talebi 7/11/2014 tarihinde reddedilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/11/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüne, bir kısım parseller açısından davalı B. Konut Yapı Kooperatif hisselerinin iptali ile başvurucu adına tapuya kayıt ve tesciline, dâhilî davalıların devraldıkları kalan parseller yönünden ise davanın reddine karar vermiştir. Ayrıca kabul edilen kısım yönünden 701,87 TL dava değeri üzerinden yapılan hesaplama sonucu 068,07 TL nispi vekâlet ücretinin davalı B. Konut Yapı Kooperatifinden alınarak başvurucuya verilmesine, reddedilen kısım yönünden dâhilî davalıların paylarına isabet eden toplam 688 TL dava değeri üzerinden hesaplanan 366,88 TL nispi vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak dâhilî davalılara verilmesine karar verilmiştir. Bunun yanında Asliye Hukuk Mahkemesi, kabul edilen kısım yönünden alınması gereken 588,15 TL nispi karar ve ilam harcının peşin alınan 88 TL ve 463 TL tamamlama harcından mahsubu ile hazineye gelir kaydına, bakiyesi 882,73 TL'nin karar kesinleştikten sonra davacı başvurucuya iadesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle:i. Taşınmazdaki hisseyi satış yoluyla devralan davalı B. Konut Yapı Kooperatifi ile yüklenici S.S.Ö. Kent Konut Yapı Kooperatifi arasında düzenleme şeklinde kat karşılığı inşaat yapım ve satış vaadi sözleşmesi imzalandığı, ayrıca davalı B. Konut Yapı Kooperatifinin aynı bölgede bulunan arsa malikleri N.E. ve H.A.S. ile de ayrı bir kat karşılığı inşaat yapım ve satış vaadi sözleşmesi imzaladığı, yüklenicinin sözleşme gereği 138 villayı arsa sahibi B. Konut Yapı Kooperatifine teslim ettiği belirtilmiştir. Arsa sahibi B. Konut Yapı Kooperatifinin sözleşme gereği kendisinde kalması gereken 43 villa haricinde mülkiyetini devretmeyi taahhüt ettiği 95 villanın kat irtifakı tapularını yükleniciye satış yolu ile 28/10/2005 tarihinde devrettiği, ayrıca arsa maliklerinden N.E. ve H.A.S.ye sözleşme kapsamında villaların kat irtifakı tapularının devredildiği ifade edilmiştir.ii. Davalı B. Konut Yapı Kooperatifinin maliki olduğu ve imar görerek farklı parsel numaraları alan taşınmazlardaki hisseler yönünden genel kurul kararının iptali ile tescil yolsuz hâle geldiğinden davanın kabulüne karar verildiği ifade edilmiştir. Ayrıca bu kısımlar hakkında kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açıldığı ve davaların kesinleştiği ancak tapuda işlem yapılmadığı, kamulaştırma bedelinin kime ödeneceği hususunun ise dava konusu olmadığı belirtilmiştir.iii. Geriye kalan parseller yönünden ise davalı B. Konut Yapı Kooperatifi ile yüklenici kooperatifin kuruluşlarından itibaren yönetim kurulu ve denetim kurulu üyeleri ile ortaklarının ayrı olduğuna, aralarında bir menfaat birlikteliği bulunmadığına, dahili davalıların iyi niyetli üçüncü kişi olduklarına ve kötüniyetli olduklarının ispat edilemediğine vurgu yapılmıştır.iv. 28/5/2015 tarihli bilirkişi heyeti tarafından dava konusu parsellerin ve 138 villanın belirlenen bedeli üzerinden davanın kabul edilen ve reddedilen miktarlarına göre harç, yargılama gideri ve vekâlet ücretine hükmolunduğu ifade edilmiştir. Yargıtay Dairesi yapılan temyiz taleplerini 19/4/2018 tarihinde reddederek kararı onamış ve karar düzeltme istemlerini de 16/9/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 31/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 28/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyon 12/9/2023 tarihinde başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden kabul edilebilirlik hususunun karara bağlanmasının Bölüm kararını gerektirmesi nedeniyle Bölüme gönderilmesine karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39103 | Başvuru, taşınmaz üzerine konulan ihtiyati tedbirin kaldırılmasının davanın kısmen reddine neden olması ve dava değerinin hatalı belirlenmesi suretiyle yüksek miktarda aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 28/3/2013 tarihinde açtıkları davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucular, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35717 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olduğunu ve adil yargılanmadığını belirterek Anayasa'nın ve maddelerinde koruma altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 12/5/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 14/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile UYAP üzerinden elde edilen belgelerde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kartal Sulh Ceza Mahkemesinin 2005/308 Sorgu sayılı kararı ile "Nitelikli Yağma, Bir Suçu Gizlemek veya Başka Bir Suçun Delillerini Gizlemek ya da Yakalanmamak Amacıyla Öldürme, Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte Yağma" suçlarını işlediği iddiasıyla 28/11/2005 tarihinde tutuklanmıştır. Kartal Ağır Ceza Mahkemesinin 24/2/2011 tarih ve E.2009/425, K.2011/83 sayılı kararı ile başvurucunun hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Kartal Ağır Ceza Mahkemesinin 24/2/2011 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 24/6/2013 tarih ve E.2013/1485, K.2013/4575 sayılı kararı ile bozulmuştur. Yargılamasına devam edilen başvurucunun İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 28/3/2014 tarih ve E.2013/196, K.2014/95 sayılı kararı ile suç işlenmesini kolaylaştırmak ve yakalanmamak için kasten insan öldürmek suçundan müebbet hapis ve nitelikli yağma suçundan ise 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince 28/3/2014 tarihli tutukluğun devamına ilişkin verilen karar başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu duruşmada tefhim edilmiştir. Başvurucunun talebi üzerine gerekçeli karar başvurucuya 24/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun, UYAP üzerinden elde edilen belgelerden 27/6/2014, 30/6/2014 ve 15/7/2014 tarihlerinde uzun tutukluluk nedeniyle İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine hitaben tahliye talebinde bulunduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, hakkında verilen kararı 2/4/2014 tarihinde temyiz etmiştir. Dava dosyası Yargıtay aşamasında derdesttir. Başvurucu, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 28/3/2014 tarih ve E.2013/196, K.2014/95 sayılı gerekçeli kararın tebliğ tarihi olan 24/4/2014 tarihini, tebliğ ve öğrenme tarihi olarak belirtmiştir. Başvurucu 12/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6721 | Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olduğunu ve adil yargılanmadığını belirterek Anayasa'nın 19. ve 36. maddelerinde koruma altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; hukuka aykırı idari gözetim ve sınır dışı etme kararı nedeniyle adil yargılanma hakkı, etkili başvuru hakkı, kötü muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Nevşehir İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 4/1/2024tarihli kararıyla başvurucunun idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun idari gözetim kararına yaptığı itiraz 19/2/2024 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, itirazın reddi kararını 21/2/2024 tarihinde öğrendikten sonra 6/3/2024 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 16/4/2024 tarihli dilekçeyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini açıkça bildirmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2024/16358 | Başvuru, hukuka aykırı idari gözetim ve sınır dışı etme kararı nedeniyle adil yargılanma hakkı, etkili başvuru hakkı, kötü muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, söz konusu rahatsızlığın tamamının Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde meydana gelmesi nedeniyle de ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuru formu ve eklerindeki tıbbi belgelere göre başvurucuların 13/6/1997 tarihinde dünyaya gelen müşterek çocukları J.B. belli bir dönem subakut sklerozan panensefalit (SSPE) hastalığı kapsamında tedavi görmüş ancak kurtarılamayarak 27/4/2007 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Başvurucular, çocuklarının SSPE hastalığına yakalanmasında ve bu nedenle hayatını kaybetmesinde hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek 27/6/2007 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır. Başvurucuların dilekçesi üzerine Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün talebi doğrultusunda Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü tarafından konu ile ilgili olarak bir inceleme başlatılmıştır. Diyarbakır 9 No.lu Sağlık Ocağı, bu inceleme kapsamda kayıtlarını tetkik etmiş ve "... form 012/A'da [J.B.nin] kardeşinin kaydının olduğu ancak kendisinin kaydına rastlanılmadığı, 1997 doğumlu olmasıyla kaydının düşülmüş olabileceği..." açıklamasını içeren 8/8/2007 tarihli yazıyı Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğüne göndermiştir. Bu inceleme kapsamında ayrıca J.B.nin 12/12/2003 tarihinde Şair Nesimi İlköğretim Okulunda kızamık aşısı olduğu saptanmıştır. Diyarbakır 9 No.lu Sağlık Ocağı ekipleri tarafından başvurucu Mansure Baydemir ile bir görüşme gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmede Mansure Baydemir, oğlu J.B.ye ait aşı kartının olmadığını, oğlunun 15 aylıkken kızamık hastalığı geçirdiğini, 2003-2004 eğitim-öğretim yılında, birinci sınıfta oğluna aşı yapıldığını, ayrıca bebek iken oğluna gezici sağlık ekipleri tarafından aşı yapıldığını ancak hangi aşıların yapıldığını bilmediğini ifade etmiştir. Başvurucular, Sağlık Bakanlığına yaptıkları müracaatın zımnen reddedildiğini belirterek 10/11/2007 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmış ve 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle oğullarının 13/6/1997 tarihinde dünyaya geldiğini, oğullarının dünyaya geldiği dönemde kızamık aşısının tek doz yani eksik doz olarak uygulandığının bilinen bir gerçek olduğunu, SSPE hastalığına yakalananların neredeyse tamamının bu dönemde dünyaya geldiğini, oğullarının ölümünde Sağlık Bakanlığının kusurunun bulunduğunun açık olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular, oğulları J.B.nin yaklaşık bir buçuk yaşında iken kızamık hastalığı geçirdiğini, bunun üzerine Diyarbakır 9 No.lu Sağlık Ocağına götürülen oğullarına kızamık aşısı yapıldığını ifade etmişlerdir. Başvurucular, oğullarının SSPE hastalığı döneminde gerek manevi gerekse maddi yönden büyük sıkıntılar çektiklerini ifade etmişlerdir. Başvurucular, SSPE hastalığının kesin bir tedavisinin olmadığını, Avrupa'da yapılacak bir tedavi ile sadece yaşam süresinin uzatılmasının mümkün olduğunu, SSPE hastalarına doktorlar tarafından önerilen bir ilacın Türkiye'de satılmayan bir ilaç olduğunu, yeşil kart dışında bir güvencelerinin olmaması nedeniyle oğullarına yazılan bu ilacı temin edemediklerini, bu durumun hem maddi hem manevi olarak kendilerini yıktığını belirtmişlerdir. Başvurucular son olarak devletin düzenli aşı kampanyaları yapmakla yükümlü olduğunu, yirmi beş yıldır Diyarbakır 9 No.lu Sağlık Ocağına yakın bir yerde oturmalarına rağmen yeterli doz aşı uygulamasının bu yere ulaştırılamamış olmasının kabul edilemez olduğunu ileri sürmüşlerdir. Sağlık Bakanlığı, sunulan koruyucu sağlık hizmeti ile ortaya çıkan netice arasında uygun illiyet bağı bulunmadığını savunmuştur. Sağlık Bakanlığı, dava tarihinden önce Sağlık Bakanlığı onanıyla oluşturulmuş ve SSPE hastalığı hakkında çeşitli araştırmalar yapmış olan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonunca (Komisyon) hazırlanan rapordaki verilere dayanarak dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmadığını savunmuştur. Başvurucular; oğulları J.B.nin ölümü ile neticelenen olayda hizmet kusuru bulunduğunu, J.B.ye kızamık aşısı yapılmadığı yönündeki idarenin savunmasına itibar edilmesi hâlinde bile gerekli organizasyonu kuramaması ve oğullarına kızamık aşısını ulaştıramaması nedenleriyle idarenin sorumluluğunun bulunduğunu belirterek Sağlık Bakanlığının savunma dilekçesine karşı beyanda bulunmuşlardır. Yukarıda da belirtildiği üzere Sağlık Bakanlığı, SSPE Komisyonunca hazırlanan rapordaki verilere dayanarak olayda hizmet kusuru bulunmadığını savunmuştur. Dava dosyasında da bir örneği bulunan bu rapor, 1970 yılından itibaren Türkiye'de uygulanan kızamık aşısı ile SSPE hastalığı arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Sağlık Bakanı'nın 1/7/2005 tarihli ve 6888 sayılı oluru ile kurulan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Bu Komisyon, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. S.T. ile Doç. Dr. A., aynı Üniversitenin Çocuk Nörolojisi Bilim Dalında görevli Prof. Dr. S.A. ile Prof. Dr. B.A., yine aynı Üniversitenin Çocuk Enfeksiyonu Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. , ayrıca Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. U.B. ile bu Üniversitenin Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalında görevli F.A. ve İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsünde görevli Prof. Dr. G.G.den oluşmaktadır. Komisyon rapor hazırlamadan önce diğer bazı araştırmaların yanı sıra Dünya Sağlık Örgütü tarafından yıllara göre önerilen kızamık aşı takvimini ve uygulamalarını incelemiş, dünyada tek doz kızamık aşısı uygulanan ülkelerdeki SSPE görülme sıklığını araştırmış, ayrıca Türkiye'deki üniversite ve eğitim hastanelerinde takip/tedavi edilen SSPE olgularının sayısını tespit etmeye çalışmıştır. Komisyon, toplam üç toplantı yaparak 5/4/2006 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Raporda;i. Kızamık hastalığının bulaşıcılığı yüksek olan çocukluk çağı hastalıklarından biri olduğu, bildirilen kızamık olgularının yaklaşık %30'unda bir ya da daha fazla komplikasyonun ortaya çıktığı, bu komplikasyonlardan birinin de SSPE hastalığı olduğu belirtilmiştir.ii. Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesinin incelenen tüm SSPE olgularında vahşi kızamık suşlarının saptandığını açıkladığı ifade edilmiştir. Rapora göre Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesi, kızamığın kontrol altına alındığı ülkelerde SSPE'nin azalmasını veya hiç görülmemesini dikkate alarak SSPE hastalığına kızamık aşısının neden olmadığını açıklamıştır.iii. SSPE hastalarında moleküler tanı yöntemleri ile yapılan incelemelerde daima vahşi kızamık virüs suşlarının saptandığı, kızamık aşı virüsünün hiçbir zaman saptanmadığı belirtilmiştir.iv. Kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.v. Türkiye'de kullanılan aşıların Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen ve onaylanan iyi üretim uygulamaları (good manufacturing practices) kurallarına göre üretilmiş ve uluslararası referans laboratuvarlarında test edilmiş aşılar olduğu belirtilmiştir. Rapordaki bilgilere göre aşılar kullanıma sunulmadan önce Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde test edilmekte ve uygun olduğu kanıtlanan aşıların kesin kabulü yapılmaktadır. Rapora göre aşılar üretici firmadan alınıp aşılanacak kişiye uygulanana kadar tüm sağlık kuruluşlarında soğuk zincir sistemi içinde, uygun ısı aralığında korunmakta ve sistem sürekli olarak izlenmektedir.vi. Türkiye'deki aşı uygulamalarının, hastalıkların görülme sıklığı ve dağılımı değerlendirilerek Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerilerine göre düzenlendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 1970 yılı sonlarında Dünya Sağlık Örgütü tarafından bebeklik çağında yapılması gereken aşılar arasına alınmıştır. Yine rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları arasında dokuzuncu ayda ve tek doz olarak önermiş; 1993 yılında ise kızamık eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, 1998 yılında da dokuzuncu ayda tek doz önerisini devam ettirmiştir. Rapora göre Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılında ise dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık aşısına ek olarak çocuklara ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş, 2003 yılında da bu önerisini tekrar etmiştir.vii. Kızamık aşısı uygulamasının ülkemizde de Sağlık Bakanlığı tarafından 1970 yılında başlatıldığı belirtilmiştir. Türkiye'deki rutin kızamık aşı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü ifade edilmiştir. Aşılanma oranının 1987 yılından bu yana giderek artış gösterdiği, bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60,7, 1991-1994 yılları arasında %73,7, 1995-1998 yıllarında ise %76'ya ulaştığı belirtilmiştir. 1999-2002 yılları arasında %81,7 aşılama oranına ulaşıldığı, kızamık hastalığının en düşük düzeye indirilmesi amacıyla 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Kızamık Eliminasyon Programı başlatıldığı, 2003-2005 yılları arasında uygulanan kızamık aşı günleri ile on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapılarak %95 oranının aşıldığı, 2003-2004-2005 yıllarında rutin kızamık aşı oranlarının ise sırasıyla %75, %87,4 ve %91 olarak gerçekleştiğiifade edilmiştir.viii. İlkokullarda görülen kızamık salgınlarının önlenmesine yönelik olarak 1998 yılında Bağışıklama Danışma Kurulu kararı ile kızamık aşısının dozunun ilköğretim birinci sınıf aşı takvimine eklendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 2006 yılından itibaren on ikinci ayda uygulanmış, ilkokul sınıfta yapılan kızamık aşısına da devam edilmiştir.ix. Türkiye'deki SSPE olgularının sayısı ile ilgili olarak yapılan araştırmada toplam altmış bir eğitim ve araştırma hastanesi ile üniversite hastanesinden bildirim yapıldığı, bu bildirimlere göre 1995 yılından bu yana tedavi/takip amacıyla hastaneye başvuran SSPE olgularının sayısının 131 olduğu belirtilmiştir. Raporda, bu olguların %56'sının kızamık hastalığı geçirdiğinin, %11'inin ise kızamık hastalığı geçirmediğinin bildirildiği, %33'ü ile ilgili bilgiye ulaşılamadığı, yalnızca %29'unda kızamık aşısı yapıldığının bildirildiği ifade edilmiştir.x. Dokuzuncu ayda uygulanan kızamık aşısının etkinliğinin %80-85 olduğu, Türkiye'deki SSPE olgularının toplumsal bağışıklığın %60 olduğu dönemlerden kaynaklandığı, bu bağlamda önemli olan hususun zamanında aşılanma oranının %95'lerin üzerinde tutulması olduğu ifade edilmiştir. Aşılanma oranının tek dozla bile %100'e yaklaşması hâlinde o toplumda kızamık olgularının çok aza inebileceği, bunun en uygun örneğinin Çin olduğu, aşılanma oranı ülke düzeyinde yüksek olduğu ve salgın oluşturacak, aşısı eksik bir nüfus bulunmadığı için dokuzuncu ay aşılaması ile kızamık olgularının ve buna bağlı SSPE olgularının Çin'de belirgin şekilde azaldığı ifade edilmiştir.xi. Epidemiyolojik verilerin kızamık aşısının kızamık hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına karşı koruyucu olduğunu gösterdiği belirtilmiştir. Komisyon tarafından hazırlanan raporda sonuç olarak aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:"Sonuç olarak;Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı tarafından GBP kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden kullanıcıya soğuk zincir sistemi içerisinde ulaştırılmaktadır. Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kızamık aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek her zaman tek doz uygulanmıştır, bu süre içerisinde iki dozdan tek doza geçildiği bir dönem olmamıştır. 1998 yılında okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek amacıyla ilköğretim sınıfta doz uygulaması başlatılmıştır. Ülkemizde geçmişte uygulanmış ve halen uygulanmakta olan kızamık aşılama şemaları başta DSÖ olmak üzere uluslararası uygulamalarla ve bilimsel bulgularla uyumludur. SSPE hastalığı kızamık aşısının değil kızamık hastalığının komplikasyonudur. SSPE olgularından kızamık hastalığı virüsü sorumludur. Ülkemizde aşılanma oranları göz önüne alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok farklı olmadığı görülmektedir. Ülkemizde SSPE olguları aşılama oranlarının ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu dönemlerde gorülen kızamık olgularından kaynaklanmaktadır.Öneriler; Çocukların rutin aşılanma oranlarını ülke genelinde ve her il düzeyinde arttırmaya yönelik çalışmalar sürdurülmelidir. Aşı konusunda toplumu doğru bilgilendirmeye yönelik halk eğitim çalışmaları yapılmalı, aşı uygulamalarında toplum katılımının sağlanmasına çalışılmalı, aşının güvenli olduğu konusunda bilgilendirme yapılmalı ve bu konuda yazılı ve görsel medya ile işbirliğine gidilmelidir. Kızamık ve SSPE sürveyans ve bildirim sistemi güçlendirilmelidir. İlgili dallardan uzmanların katılımıyla, SSPE olgularının tanı ve tedavi protokollerine yönelik bir komisyon oluşturulmalı, bu komisyonca uygun görülen tedavi giderleri sosyal güvence kapsamında olmalı ve bakım giderleri desteklenmelidir. Konuyla ilgili uzmanlar tarafından bu konularda yapılacak açıklamaların bilimsel gerçekler doğrultusunda ve özenle seçilmiş ifadelerle bilimsel etik ve sorumluluğun gereği olarak yapılması önerilir. (...)" Diyarbakır İdare Mahkemesi, 29/4/2009 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"(...)Davada herşeyden önce davacıların çocuklarının bebeklik döneminde davalı idareye bağlı ekiplerce aşılanıp aşılanmadığı ya da aşılama yapıldı ise söz konusu aşılar içerisinde kızamık aşısının bulunup bulunmadığı, başka bir deyişle ortada idarenin bir filinin bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. Bu konuda dosya içerisinde bulunan belgelere göre anılan durumla ilgili bir belgenin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu açıdan idareye bağlı ekiplerce aşı yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise içlerinde kızamık aşısının bulunup bulunmadığı, dolayısı ile ortada idarenin bir fiilinin bulunduğu belirlenememektedir.Söz konusu aşının yapıldığının kabul edilmesi halinde bile aşının bahsi geçen hastalığa sebep olup olmayacağını, başka bir deyişle idarenin fiilinin kusurlu olup olmadığını ortaya koymak gerekmektedir. Davacılar tarafından hastalığın tek doz ve/veya bayat kızamık aşısından kaynaklandığı iddia edilmektedir. SSPE hastalığı kızamık hastalığından sonra ortaya çıkan bir hastalıktır. Davalı idareye bağlı olmayan ve çeşitli üniversitelerde görev yapan akademisyenlerce hazırlanan 2006 tarihli rapora göre SSPE hastalığı kızamık aşısının değil kızamık hastalığının bir komplikasyonudur. Bu açıdan hastalığın yapıldığı iddia edilen aşıdan kaynaklandığı hususu bilimsel olarak kabul edilemeyecek niteliktedir. Yine söz konusu rapora göre Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden kullanıcıya dek soğuk zincir sistemi içerisinde güvenle ulaştırılmaktadır. Bu açıdan aşının kendisinde bir bozukluk olması hususu da kabul edilemeyecek bir durumdur. Aşının iki doz yerine tek doz yapılması hususuna gelince, hem raporun hem de savunma dilekçesinin incelenmesinden kızamık aşısının 1998 yılına kadar tek doz bu yıldan sonra iki doz yapıldığı görülmektedir. Ancak bu husus davacıların iddialarını kanıtlar nitelikte değildir. Zira yapılması gereken ikinci doz hemen ilk dozun ardından değil bu aşıdan yıllar sonra sınıf çağındayapılmaktadır. Dosya içerisindeki belgelere göre de davacının bebeklik döneminde kızamık aşısının yapıldığının kabulü halinde ikinci doz aşı birinci dozun hemen ardından yapılamayacağından eksik doz aşıdan bahsedilemeyecektir. Kaldı ki dosya içerisinde bulunan belgelere göre davacıların çocuklarına sınıf çağında kızamık aşısının yani ikinci doz aşının yapıldığı anlaşılmaktadır.Bunların dışında, idarece sunulan aşı uygulaması hizmeti, kamu yararının sağlanmasına yönelik hizmetler olup, asıl olarak anne-babalar tarafından çocuklarının aşı takibinin yapılması gerekmektedir. İdarece yapılmış olan bir aşı var ise ancak bu aşının bozuk olması durumunda kusurlu olduğunun, bunun dışında aşı yaptırılıp yaptırılmama açısından ise asıl sorumluluğun ailelerde bulunduğunun kabulü zorunludur. Dava konusu olayda ise eğer bir aşı yapılmış ise bu aşının bozuk olma ihtimalinin bulunmadığını yukarıda açıklamıştık. Ayrıca yine kızamık aşısı yapılmış olsa bile davacıların çocuklarının kızamık hastalığına yakalanması durumunda bu hususun bahsi geçen kişinin yeterli bağışıklık düzeyine ulaşamamasından kaynaklanacağının kabulü gerekeceğinden, bu konuda da idareye atfedilecek bir kusur bulunmamaktadır.Belirtilen açıklamalar ışığında SSPE hastalığına genel olarak kızamık hastalığına yakalanılmış olmasının sebep olduğu, davacıların çocuklarının da 15 aylık iken kızamık hastalığına yakalandığı, bu hastalığa yakalanılmasında da idarenin bir kusuru bulunmadığı, zira öncesinde aşı yapılmasına rağmen kızamığa yakalanılmış ise bunun davacıların çocuklarının bünyesinden kaynaklandığı, aşı yapılmamış ise bunda asıl sorumluluğun ailelerde bulunduğu sonucuna varılmaktadır.Bütün bu nedenlerle, davacıların çocuklarının davalı idareye bağlı ekiplerce aşılandığının kanıtlanamaması, aşı yapılmış olsa bile SSPE hastalığına yakalanılmasında kızamık aşısının sebep olamayacağı, hastalığa ancak kızamık hastalığı virüsünün neden olabileceği, aşının bozuk olma ihtimalinin bulunmadığı,ikinci doz aşınında birinci sınıf çağında yapılacağı, bu nedenle aynı andaçift doz aşı yapılması gibi bir uygulamanın söz konusu olmaması karşısında ortada idareye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığından davacıların maddi ve manevitazminat taleplerinin kabulüne olanak bulunmamaktadır." Başvurucular; ilk derece mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğunu, SSPE hastalığının nedeninin kızamık aşısının yanlış uygulanması -tek doz ve bayat aşı- olduğunu belirterek kararı temyiz etmişlerdir. Başvurucular ayrıca oğullarına kızamık aşısı yapılmadığının kabul edilmesi hâlinde bile idarenin sorumluluğunun bulunduğunu çünkü Sağlık Bakanlığı görevlilerinin gerekli takibi yaparak eksik olan aşıları tamamlamakla yükümlü olduğunu ifade etmişlerdir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 25/4/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 11/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 3/2/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 4/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir." 1593 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti bütçeleriyle muayyen hatlar dahilinde olarak aşağıda yazılı hizmetleri doğrudan doğruya ifa eder: (...)3 -Memlekete sari ve salgın hastalıkların hulülüne mümanaat.4 - Dahilde her nevi intani, sari ve salgın hastalıklarla veya çok miktarda vefiatı intaç ettiği görülen sair muzır amillerle mücadele. (...)6 - ilaçları ve bütün zehirli müessir ve uyuşturucu maddelerle yalnız hayvanlar için serumlar ve aşıları murakabe hariç olmak üzere her nevi serum ve aşıları murakabe." 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi -paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı)- bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağiişevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummairacia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir." 1593 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur: (...)2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı. (...)" 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince 57 nci maddede zikredilen hastalıkların her birine karşı yapılacak mücadele tedbirlerini ve tathirat ve tephirat ve itlafı haşerat ve hayvanat usullerini ve tathirata tabi binalar ve eşya ve sairenin ne zamanlarda ve ne suretle tephir ve tathir edileceklerini mübeyyin bir nizamname neşrolunur." 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Türkiye dahilinde her fert çiçek aşısı ile mükerrenen aşılanmağa mecburdur. Bu aşının, icrası tarzı ve vesikaların ne suretle ita olunacağı ve aşılarının fennen geri bırakılması icap eden kimseler 87 nci maddede yazılan nizamnamede zikredilir." 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Sari hastalıklara karşı kullanılan her nevi serum ve aşılar Hükümet tarafından ihzar edilir. Hariçten getirilenlerin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tayin olunan vasıf ve şartları haiz olmaları mecburidir. Dahilde beşeri serum ve aşı imali Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin müsaadesine ve murakabesine tabidir. Bu müesseselerin vasıfları ve şartları Vekaletçe tayin olunur." 1593 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi sıhhi meseleler hakkında halkı tenvir için kitap, levha, risale neşreder, sıhhi propaganda müessesatı yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema filimleri gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen vasıtaları haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil olunur." 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun "Temel esaslar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının "k" bendinin ilgili kısmı şöyledir: “Sağlık hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır: (...)k) Koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde kullanılan ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik maddelerin üretiminin ve kalitesinin teşvik ve temini esas olup, her türlü müstahzar, terkip, madde, malzeme, farmakopemamülleri, kozmetikler ve bunların üretiminde kullanılan ham ve yardımcı maddelerin ithal, ihraç, üretim, dağıtım ve tüketiminin, amaç dışı kullanılmak suretiyle fizik ve psişik bağımlılık yapan veya yapma ihtimali bulunan madde, ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik maddeler ile diğer terkiplerin kontroluna, murakabesine ve bunların yurt içinde ve yurt dışında ücret karşılığı kalite kontrollerini yaptırmaya, özel mevzuata göre ruhsatlandırma, izin ve fiyat verme işlerini yürütmeye Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yetkilidir. (...)” 5/1/1961 tarihli ve 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın sosyal adalete uygun bir şekilde ifasını sağlamak maksadiyle tababet ve tababetle ilgili hizmetler bu kanun çerçevesinde hazırlanacak bir program dahilinde sosyalleştirilecektir." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sosyalleştirme: Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile amme sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılan tahsisat karşılığı herçeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine yapılan masrafın bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır.Sağlık ocağı: Takriben 5000 - 10000 kişinin köyler grubu veya bir kasaba veya şehir ve büyük kasabalardaki mahalle grupları bir sağlık ocağını teşkil eder. Bunların il içinde idari taksimata uyması icabetmez." 224 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti teşkilatı: Sağlık evleri sağlık ocakları, sağlık merkezleri ile hastaneleri, çeşitli koruyucu hekimlik teşekkülleri, sağlık hizmeti hususiyet arzeden yerler için kurulmuş sağlık teşekkülleri, sağlık müdürlükleri, bölge hastaneleri, bölge laboratuvarları, sağlık personeli yetiştiren eğitim müesseseleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı merkez teşkilatı ve diğer Bakanlık ve kurumlarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile işbirliği yapmak üzere kurulmuş olan dairelerden teşekkül eder." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bir sağlık ocağının hizmeti en az bir hekim ve yeter sayıda yardımcı sağlık personelinden teşekkül eden bir ekip tarafından yürütülür. Köylerde bu ekibe yardımcı olarak tesis edilen sağlık evlerinde yardımcı sağlık personeli vazifelendirilir.Sağlık ocakları ve evleri her türlü koruyucu hekimlik hizmetleri, hastaların muayene ve tedavisi ile, sağlık ocağına kayıtlı şahısların sağlık sicillerini tutmakla mükelleftir. Ocak hekimleri yalnız kendi ocakları içinde adli tabiplik vazifesi görürler." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği yerlerdeki her ilçede en az bir sağlık ocağı bulunur.Sağlık merkezlerindeki sağlık personeli, ocaklarda çalışan personelin her türlü koruyucu hekimlik ve tedavi hekimliği hizmetlerinde onlara rehber ve yardımcıdır. Bu hizmetlerden kendi uhdelerine verilenleri de bizzat ifa ederler. Sağlık merkezleri başhekimi kendisine bağlı sağlık ocaklarında çalışan personelin faaliyetlerini de denetler." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinden faydalanmak istiyen, acil vakalar hariç, evvela sağlık evine veya sağlık ocağına başvururlar. Köylük bölgelerde sağlık ocağı hekimleri tedavi edemedikleri vakaları, güç olması muhakkak bulunan doğumları sağlık merkezine, hastaneye sevki gereken acil vakaları hastaneye yollarlar, Sağlık ocağında hekim bulunmadığı hallerde yardımcı sağlık personeli hastaları -kendi selahiyetleri dahilinde olan müdahaleyi mütaakıp gerekirse- sağlık merkezine veya hastaneye sevkedebilir. Sağlık merkezinde tedavisi mümkün olmıyan hastalar veya mütehassıs müdahalesini icabettiren doğumlar hastanelere veya doğumevlerine sevkedilir." Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık Bakanlığının görevleri şunlardır:a) Herkesin hayatını bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam iyilik hali içinde sürdürmesini sağlamak için fert ve toplum sağlığını korumak ve bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve programlar yapmak, uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbiri almak, gerekli teşkilatı kurmak ve kurdurmak,b) Bulaşıcı, salgın ve sosyal hastalıklarla savaşarak koruyucu, tedavi edici hekimlik ve rehabilitasyon hizmetlerini yapmak,c)Ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile planlaması hizmetlerini yapmak,d) İlaç, uyuşturucu ve psikotrop maddelerin üretim ve tüketimini her safhada kontrol ve denetlemek; farmasötik ve tıbbi madde ve müstahzar üreten yerlerin, dağıtım yerlerinin açılış ve çalışmalarını esaslara bağlamak, denetlemek,e) Gerekli aşı, serum, kan ürünleri ve ilaçların üretimini yapmak, yaptırmak ve gerekirse ithalini sağlamak, (...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık Bakanlığındaki anahizmet birimleri şunlardır:a) Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, (...)c) İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü, (...)e) Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, (...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:a) (Değişik bent: 08/06/1984 - KHK - 210/1 md.) Toplum sağlığını ilgilendiren her türlü koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesini sağlamak, bu hizmetlere halkın katkı ve iştirakini temin etmek,b) Bulaşıcı, salgın, sosyal ve dejeneratif hastalıklarla mücadele ile aşılama ve bağışıklık hizmetlerini yürütmek, (...)f) Zehirli ve uyuşturucu maddelerle, tıbbi ve hayati müstahzarları, insan sağlığında kullanılan her cins serum ve aşıları, bunların yapıldığı ve satıldığı yerleri denetlemek, (...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır :a) Sağlık hizmetlerinde kullanılacak ilaçların imalini, ithalini ve piyasaya arz şekillerini izne bağlamak, ilaçların kaliteli olarak uygun fiyatlarla ve sürekli bir şekilde halka ulaşmasını sağlamak, bu amaçla gerekli kontrolleri yapmak, (...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi şöyledir:"Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:a) Ana Çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetleri ile ilgili hedefleri belirlemek, bu hedefler doğrultusunda çalışma plan ve programları hazırlamak ve uygulamaya koymak,b) Annenin ve çocuğun beden ve ruh sağlığının korunmasını ve evli kadınların doğum öncesi ve sonraki bakımlarını sağlamak,c) Bakanlıkça verilen benzeri görevleri yapmak." 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık Bakanlığının bağlı kuruluşları şunlardır: (...)c) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı." Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan 30/12/1940 tarihli ve 3959 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine bağlı, Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebinden ibaret olmak üzere teşkil edilen (Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi) bu kanunda yazılı işleri yapmakla mükelleftir." 3959 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hıfzıssıhha Enstitüsü Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekilliğince muhtelif ihtisas şubelerine ayrılır.Bu müessese vekaletçe gösterilecek lüzum üzerine:A) Halk Hıfzıssıhha şartlarının ıslah ve inkisafına ve her nevi hastalıklarla mücadeleye yarayacak sıhhi ve fenni araştırmaları ve incelemeleri yapmak,B) Vekaletçe nevileri tayin edilen serum ve aşıları ve sair biyolojik ve kimya maddelerini hazırlamak,C) Hususi kanunlarına tevfikan yerli veyahut yabancı müstahzarların, serum ve aşılarla sair hayati terkip veya kimyevi maddelerin kontrollerini yapmak, (...) E) Umumi ve içtimai hıfzıssıhhaya ve sair sıhhi mevzulara ait konferanslar tertip etmek ve neşriyat yapmakla mükelleftir." 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin maddesi şöyledir:"Çocuk, küçük iken ana ve babasının velayeti altındadır; kanuni sebep olmadıkça, ana ve babadan alınamaz. Hakim, vasi tayinine lüzum görmedikçe hacredilen çocukları dahi, ana ve babanın velayetine tabidirler." 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Çocuk, ana ve babasına riayete mecburdur. Ana ve baba, kudretlerine göre çocuğu yetiştirmekle ve çocuk alil veya aklı zayıf ise haline münasip bir terbiye vermekle mükelleftirler." 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Ana ve baba, velayeti icra hakkını haiz oldukları nisbette çocuklarının kanuni mümessilidirler. Bu sıfatla hareketlerinde hakimin reyine ihtiyaçları yoktur." 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Ana ve baba, vazifelerini ifa etmedikleri takdirde hakim, çocuğun himayesi için muktazi tedbirleri ittihaz ile mükelleftir." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan alınamaz." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir." Sağlık Bakanlığının 13/8/1993 tarihli ve 09762 sayılı Genelgesinin aşılama hizmetlerinin uygulanması sırasında dikkat edilmesi gereken hususları düzenleyen ve tüm valiliklere gönderilen ekinin "Aşı Takvimi" başlıklı kısmı şöyledir:"AŞI TAKVİMİ: 1) BİR YAŞ ALTI (0-11 ay) BEBEKLERE • Ayın bitiminde ( 8 haftalık ) : BCG DBTPOLİO• Ayın bitiminde ( 12 haftalık ) : DBTPOLİO• Ayın bitiminde ( 16 haftalık ) : DBTPOLİO• Ayın bitiminde ( 36 haftalık ) : KIZAMIK2) RAPEL DOZ • 1,5 yaşında ( 16-24 aylık ) : DBT POLİO3) OKUL AŞILAMALARl• İlköğretim sınıfta : DTPOLİOBCG (Bir skarı olan çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)•İlköğretim sınıfta : TTBCG (İki skarı olan çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)• Lise l. sınıfta : TT • Lise sınıfta : BCG (Üç skarı olan çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)" Anılan Genelge'nin "Aşı Uygulamalarında Genel Prensipler" başlıklı kısmı şöyledir:"[Aşı Uygulamalarında Genel Prensipler:]* Sağlık kurumuna herhangi bir nedenle başvuran her bebek, çocuk ve gebenin aşılanma durumunu kontrol ediniz, aşı takvimine göre aşılanması gerekenleri ve eksik aşı1ıları tespit edip, aşılamak için her fırsatı değerlendiriniz. * Bir daha gelemeyecek ise, bir bebek, çocuk ya da gebe için bir ampul/flakon açınız.* Aşı uygulamalarından önce aşı üzerindeki etiketi ve son kullanma tarihini kontrol ediniz, etiketi olmayan ya da son kullanma tarihi geçmiş aşıları kullanmayınız. İlk olarak miadı önce dolacak aşıyı kullanınız.* Her aşı için ayrı ve steril bir enjektör kullanınız.* Ailelere bir sonraki aşı için gelmeleri gereken zaman ve uygulanan aşının yan etkileri hakkında bilgi veriniz ve anladığından emin olunuz. (...)- Aşı uygulamalarını, ilgili tüm formlara zamanında, tam ve doğru olarak kaydediniz." Anılan Genelge'nin "Kızamık Kontrolü" başlıklı kısmı şöyledir:"Kızamık aşı ile korunulabilir hastalıklar içinde en çok görülen ve en çok öldürenidir.Kızamık bulaşıcılığı çok yüksek olan bir hastalıktır. Bu nedenle tek bir kızamık vakası, yeterince bağışık olmayan bir toplumda bir salgına neden olabilir ve salgın hızla yayılır.Kızamık Hastalığını Kontrol Altına Almak İçin Temel Stratejiler: Her il ve sağlık ocağı seviyesinde kızamık aşılama oranlarının yükseltilmesi ve devamının sağlanması. Vakaları ve salgınları önlemenin tek yolu, uygun yaşta aşılama ile yüksek aşılama oranlarına ulaşmaktır. Ülkemizde olduğu gibi, kızamığın endemik olduğu durumlarda ilk olarak aşılanması hedeflenen grup 1 yaş altı bebeklerdir. 1 yaş altı bebekleri yüksek oranda aşılama ile; hasta1ığa hassas kişiler daha yavaş ve daha az sayıda birikecek ve ayrıca hastalığın ve komplikasyonlarının daha ağır seyrettiği bu yaş grubu kızamığa karşı korunmuş olacaktır.Kızamık aşılama çalışmalarında, hastalık yönünden riskli bölgelere (aşılama oranı düşük bölgeler, gecekondu bölgeleri, nüfusun yoğun oldugu bölgeler vb.) öncelik verilmelidir.Aşı oranlarının yükseltilmesine yönelik çalışmalar GBP'nin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Hastalık sürveyansının güçlendirilmesiStandart Vaka Tanımı:- 3 gün veya daha uzun süren jeneralize makülopajüler döküntüve- 38 derece veya daha yüksek ateş hikayesive- Öksürük, nezle ve konjunktivit bulgularından en az birinin varlığıYukarıdaki tanıma uyan bir vakanın tespit edilmesi halinde;- Başkavakalar araştırılmalıdır.Bunun için aktif vaka araştırması; bölgede ev ev araştırma, vakaların ve yakınlarının araştırılması, tüm sağlık birimlerinin (resmi ve özel) hastalık ihbarı konusunda uyarılmaları ve hastane kayıtlarının incelenmesi ile yapılabilir.- Vakaların; adı, soyadı, cinsiyeti, yaşı, hastalığın başlangıç tarihi, aşılanma durumu, aşılanma yaşı ve adresleri tespit edilerek “Bildirimi Zorunlu Hastalıklar Tespit Fişi” (form 016) ne kaydedilmelidir.- Tespit edilen vaka sayısı önceki yılların ( son 5 yıl)vaka sayıları ile karşılaştırılarak, bir salgın olup olmadığı belirlenmelidir.Mevcut vaka sayısının daha önceki epidemi olmayan yılların aynı dönem vaka sayılarından ya da vaka sayısı ortalamasından fazla olması halinde olay bir epidemi olarak kabul edilmelidir.- Vakalar hastalığın başlangıcı, buna imkan yoksa tespit tarihleri esas alınarak zaman grafiğine işlenmeli, haftalık ve aylık grafikler ile olay takip edilerek, alınan önlemlerin yeterli olup olmadığı izlenmelidir.- Tespit edilen vakaların kişi ve yeri özelliklerine göre (harita üzerinde işaretleme ile belirlenir) riskli bölge ve nüfuslar tespit edilmelidir.- Bölgenin aşılama durumu tespit edilerek, riskli bölge ve gruplardan başlamak üzere aşısız ve hastalığı geçirmemiş hassas nüfusun aşılanmasına başlanmalıdır.-Tüm vakalar yakından izlenmeli ve komplikasyonların erken teşhis ve tedavisi için gereken önlemler alınmalıdır.Sürveyansın güçlendirilmesinde en önemli konulardan biri; tüm sağlık kurumlarının düzenli, tam ve zamanında bildirim yapmalarıdır. Bildirim yapılması kadar, sağlık kurumlarına düzenli geri bildirim yapılması da çok önemlidir. Ayrıca, sağlık kurumları yanı sıra, eczaneler, okullar, kreşler, aileler vb. toplumsal kurumlara bilgi verilerek, şüpheli gördükleri vakaları en kısa sürede bir sağlık kurumuna göndermeleri teşvik edilmelidir. Anılan Genelge'nin "Soğuk Zincir" başlıklı kısmı şöyledir:"Soğuk zincir, bir aşının potensini üretiminden kişiye verilene kadar koruyan ve ihtiyacı olanlara yeterli miktarda ulaşmasını sağlayan insan ve malzemeden oluşan sistemdir. Zamanında ve istenilen miktarda aşı temin edilemezse aşı uygulamaları aksayacak, kullanılan aşılar etkin değilse de, %100 aşılama oranlarına ulaşılsa bile, bağışık bir toplum oluşturma açısından hiçbir yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle soğuk zincir Genişletilmiş Bağışıklama Programının can alıcı komponentlerinden biri olarak büyük önem taşımaktadır. Bilindiği gibi tüm aşılar sıcaklığa hassastır, aynca BCG ve Kızamık aşıları ultraviyole ışınına da hassastır. Aşıları tahrip eden, ısının kümülatif etkisidir. Yani bir kerede çok yüksek ısıya maruziyet kadar, bir çok kereler daha az ısılara maruziyet de aşıyı aynı derecede bozabilir. Bir kez aşının etkinliği kaybolur ya da azalırsa, aşılar eski haline döndürülemez, bu yüzden soğuk zincir süreklilik gerektirir. Öte yandan bazı aşılar dondurulabilirken, DBT, DT, Td aşılarının hiçbir zaman donmaması gerekir.İl düzeyinde soğuk zincir uygulamaları aşağıdaki kurallara göre düzenlenir: - Her Sağlık Müdürlüğünde, il aşı ve soğuk zincir malzemesi ihtiyacının belirlenmesi, aşıların soğuk zincire uygun olarak merkezden temini, il deposunda saklanması ve perifere dağıtımı ile sorumlu, bir soğuk zincir sorumlusu ve yardımcısı olmalıdır.- Aşıların dağıtımında son kullanma tarihleri mutlaka göz önüne alınarak, miadı önce dolacak aşıların önce kullanımı sağlanmalı ve miadı dolmuş olanlar vakit geçirilmeden imha edilmelidir. - Merkezden illere 3 ayda bir yapılan aşı sevkiyatında kullanılan frigo-rifik kamyonların soğutucu üniteleri ilde bulunduğu süre içerisinde elektrikle çalıştırılmalı, bunun için de kamyonun park edeceği yere sanayi cereyanı = 380 volt trifaze elektrik hattı çekilmiş olmalıdır.- Ankara merkez depodan kurye ile sevkiyat yapılması gereken hallerde, yalnızca uzun ömürlü aşı nakil kabı kullanılmalıdır.- İllerden sağlık ocaklarına aylık olarak yapılan aşı sevkiyatlarında 4 saate kadar olan mesafelere askılı tip aşı nakil kabı kullanılabilir.- Her yıl tekrarlanmak üzere ilin soğuk zincir malzemesi mevcudu, periyodik bakım ve tamir gerektirenler ile yeni malzeme ihtiyacı belirlenmeli, onarımı/temini sağlanmalıdır.- Her sağlık ocağında aşılar buzdolabında saklanmalı, buzdolabından sorumlu biri asil, biri yedek olmak üzere iki kişi belirlenmelidir.- Buzdolaplarında mutlaka bir termometre bulundurulmalı, bozulan veya kırılanın yerine hemen yenisi konmalı ve dolabın ısısı +2 ila +8 dereceler arasında korunmalıdır.- Buzdolabının kapısına bir ısı izlem çizelgesi yapıştırılarak, dolabın ısısı sabah ve akşam bu çizelgeye kaydedilmelidir.- Buzdolabı gölge, ancak kışın ısıtılan odalardan birinde, duvardan 10-15 cm uzaklıkta düz bir zemine yerleştirilmelidir.- Buzdolabının yerleştirilmesinde şunlara dikkat edilmelidir:•Aşıları yalnızca buzdolabı raflarında tutunuz.•Aşı kutu/şişeleriarasında yeterli bir hava dolaşımına izin verecek kadar mesafe bırakınız.•Aşı yerleştirilmesinde miadı yakın bir süre sonra dolacak olan aşıların en kolay alınabilecek sol ön kısımda bulunmasına çok dikkat ediniz.•Dolap kapağına hiçbir şey koymayınız.•Buzdolabına asla aşı dışında yiyecek maddeleri vs.koymayınız.•Buzlukta aralıklı olarak dizilmiş buz aküleri bulundurunuz.•Buzluğun 5 cm’den fazla buzlanmamasına dikkat ediniz.•En alt kısıma (sebzelik) dolap ısısının sabit tutulmasına yardımcı olmak üzere su şişeleri yerleştiriniz.•Buzdolabının sık sık açılmasını engellemek için kapağını kilitli tutunuz.- Olabilecek elektrik kesintilerinde buzluktaki buz aküleri buzdolabı kapağına yerleştirilmeli ve kapak açılmamalıdır. Bu yolla aşılar 48 saat süreyle bozulmazlar.- Buzdolabı temizliği yapılırken ve saha uygulamalarında aşılar aşı nakil kabı ile nakledilmeli ve korunmalıdır.- Donduğundan şüphelenilen DBT, DT ve TTaşıları donma-çalkalama testi ile değerlendirilmeden kullanılmamalıdır.- Aşı uygulamaları esnasında; kızamık aşısı sulandırıldıktan 4 saat sonra, polio aşısı açıldıktan 8 saat sonra atılmalıdır." Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün tüm valiliklere gönderdiği 10/2/1998 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:"(...) 1998 yılından itibaren bütün illerde ilkokul sınıflarda doz kızamık aşısı uygulamasına başlanacaktır."B. Uluslararası Hukuk Türkiye tarafından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin maddesi şöyledir: “(1) Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar. (3) Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:" Taraf Devletler, çocuğun olabilecek en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak uygulanmasını takip ederler ve özellikle:a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının düşürülmesi;b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek sağlanması;c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen tekniklerin kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması yoluyla ve çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun bakımın sağlanması:e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;f) Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya rehberliğini, aile plânlaması eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi; amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her türlü önlemi alırlar. Taraf Devletler, bu maddede tanınan hakkın tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı olarak söz verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri özellikle gözönünde tutulur." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmışöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur(...)" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07, 27/1/2015, § 67). Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye, B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 81). AİHM, sağlık hizmeti alanındaki kamusal kaynakların tahsisi gibi meselelerde, taraf devletlerin yetkili makamlarının, AİHM'e göre daha elverişli konumda olduklarını belirtmektedir (Lopes De Sousa Fernandes/Portekiz [BD], B. No: 56080/13, 19/12/2017, § 175). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3919 | Başvuru, kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, söz konusu rahatsızlığın tamamının Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde meydana gelmesi nedeniyle de ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 3/12/2007 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 16/3/2010 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulünekarar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/3/2011 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/588 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 4/3/2014 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/1/2015 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.2015/404 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10561 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi ve söz konusu karara karşı yapılan karar düzeltme isteminin mükerrer olduğu gerekçesiyle incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde jandarma astsubay olarak görev yapmaktayken 22/12/2006 tarihli sağlık kurulu raporuyla konulan nevrotik bozukluk teşhisine istinaden hakkında "TSK'da görev yapamaz." kararı verilmiştir. Söz konusu sağlık raporunun kesinleşmesinin ardından 15/7/2007 tarihinde sağlık nedeniyle başvurucunun TSK'dan ilişiği kesilmiştir. Başvurucu psikiyatrik rahatsızlığı nedeniyle Bünyan Sulh Hukuk Mahkemesinin 31/7/2009 tarihli kararıyla vesayet altına alınmış ve babası Sait Bozkurt başvurucuya vasi olarak atanmıştır. Başvurucuya vesayeten Sait Bozkurt (vasi) tarafından, başvurucunun askerlik mesleğinin sebebi ve etkisiyle söz konusu rahatsızlığa yakalandığı, başkasının yardımı olmadan yaşamını sürdüremediği belirtilerek başvurucunun bu sebeple uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açılmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 16/9/2010 tarihli kararıyla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Vasi tarafından söz konusu karara karşı karar düzeltme yoluna müracaat edilmiştir. Mahkeme 2/7/2014 tarihli kararıyla karar düzeltme istemini kabul ederek eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle 16/9/2010 tarihli kararını kaldırmış; ardından incelemeye kaldığı yerden devam ettiğini belirterek elde ettiği bilgi ve belgelere göre davayı yine süre aşımından reddetmiştir. Vasi söz konusu karara karşı karar düzeltme yoluna müracaat etmiştir. Mahkeme 17/9/2014 tarihli kararıyla karar düzeltme yoluna bir kez başvurulabileceğini belirterek mükerrer olduğu gerekçesiyle karar düzeltme istemini reddetmiştir. Nihai karar 23/10/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu adına vasi tarafından 18/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18050 | Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi ve söz konusu karara karşı yapılan karar düzeltme isteminin mükerrer olduğu gerekçesiyle incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Üçüncü Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların kabul edilemez olduğuna, başvurunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası bakımından Bölüme gönderilmesine ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında bu kapsamda Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış ve Sivas Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/7/2016 tarihli kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Tokat Sulh Ceza Hâkimliği 10/8/2016 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Devam eden soruşturma sürecinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 8/3/2017 tarihli kararı ile başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucu 7/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Sivas Cumhuriyet Başsavcılığının 29/8/2016 tarihli yetkisizlik kararı ile dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 10/1/2019 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Mahkeme 26/2/2020 tarihinde başvurucunun atılı suçtan beraatine hükmetmiştir. Başvurucu hakkındaki beraat hükmü istinaf edilmeksizin 5/3/2020 tarihinde kesinleşmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a)Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarındakovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21784 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, orman kadastrosu sonucu orman sınırları içinde olduğu tespit edilen taşınmazın tapusunun iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru konusu taşınmazın bulunduğu bölgede 8/2/1937 tarihli ve 3116 sayılı mülga Orman Kanunu'na göre 22/6/1943 tarihinde kesinleşen orman tahdidi çalışmaları yapılmış ve başvuru konusu taşınmaz 1088 sayılı Çekmeköy orman parseli sınırları içerisinde kalmıştır. İstanbul'un Çekmeköy ilçesine bağlı Ömerli beldesinde kâin 950 m² yüz ölçümündeki çalılık vasfındaki başvuru konusu taşınmaz, 8/9/1960 tarihli tapu kaydına göre K.A., H.E. ve H.E.E. adına kayıtlıyken 25/6/1968 tarihinde başvurucuların murisi tarafından 000 TL'ye satın alınmıştır. Taşınmaz, anılan tarihte başvurucuların murisi adına tescil edilmiştir. Başvuru konusu taşınmazın bulunduğu bölgede 1973 yılında yapılan tapulama çalışmasında, taşınmazın orman sınırları içerisinde yer alması nedeniyle başvuru konusu tapu kaydı işleme tabi tutulmamış ve revizyon görmemiştir. Sonrasında başvuru konusu bölgede 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2/B maddesi kapsamında yapılan çalışma 21/8/1991 tarihinde kesinleşmiştir. Bu çalışma neticesinde, 1088 sayılı orman parselinin bir kısmı ifraz edilerek 3122 parsel numaralı taşınmaz 22/6/1995 tarihinde arazi vasfıyla Maliye Hazinesi adına tescil edilmiştir. Ardından 3122 parsel numaralı taşınmazın 496,58 m² büyüklüğündeki bölümü 97 ada 1 parsel numarası altında Maliye Hazinesi adına tescil edilmiş ve tapu kaydına başvurucuların murisi adına kullanım şerhi verilmiştir. 496,58 m² büyüklüğündeki 97 ada 1 parsel sayılı taşınmaz, kullanım şerhine istinaden Maliye Hazinesi tarafından yapılan satış işlemi neticesinde 15/9/2000 tarihinde başvurucuların murisi adına tescil edilmiştir. Başvurucuların murisi 8/9/1960 tarihli tapu kaydına göre satın aldığı 950 m² yüz ölçümündeki tapulu taşınmazın -496,58 m²'lik kısmı dışında kalan- 453,42 m²'lik bölümünün bir kısmının ağaçlandırıldığı bir kısmının da yol olarak kullanıldığını belirterek 15/1/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Maliye Hazinesi aleyhine 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca tazminat davası açmıştır. Başvurucuların murisi tarafından 1/6/2015 tarihinde Orman Genel Müdürlüğü aleyhine açılan dava da Mahkeme dosyasıyla birleştirilmiştir. Mahkemece 18/12/2018 tarihinde Maliye Hazinesine yönelik açılan davanın kısmen kabulü ile 187 TL maddi tazminata hükmedilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 14/5/2019 tarihinde Mahkeme kararını kaldırarak davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvuru konusu taşınmazı da kapsayan bölgede yapılan orman kadastrosunun 1943 yılında yapılarak kesinleştiği, başvurucunun dayandığı eski tapu kaydının hukuki değerini yitirdiği, işleme tabi kayıt niteliği kalmadığı belirtilmiştir. Buna göre hukuki değerini yitiren ve işleme tabi kayıt niteliği bulunmayan eski tapu kaydına dayalı olarak mülkiyet hakkının doğmayacağı ve tazminat talep edilemeyeceği ifade edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı 26/11/2019 tarihinde Yargıtay Hukuk Dairesince onanarak kesinleşmiştir. Başvurucular nihai hükmü 21/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 9/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1728 | Başvuru, orman kadastrosu sonucu orman sınırları içinde olduğu tespit edilen taşınmazın tapusunun iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Hatay Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı emrinde zorunlu askerlik hizmetini ifa ederken katıldığı tatbikat sırasında kayalıklardan düşmesi neticesindeher iki omzu çıkmıştır. Hastanede yapılan tedavisinin ardından taburcu edilen başvurucunun askerlik hizmeti süresince muhtelif tarihlerde iki kez sağ omzu, bir kez de sol omzu yeniden çıkmıştır. Söz konusu rahatsızlıkları üzerine Antakya Devlet Hastanesi ve İskenderun Asker Hastanesinde tedavi gören başvurucu anılan hastaneler tarafından düzenlenen sağlık kurulu raporlarıyla omuz çıkığı tanısına istinaden 5/10/2012-3/11/2012, 21/3/2012-19/4/2012, 17/2/2012-17/3/2012 tarihleri arasında istirahatli sayılmıştır. İstirahatlerinin bitmesinin ardından yeniden birliğine katılan başvurucu 22/2/2013 tarihinde askerlik hizmet süresini tamamlayarak terhis edilmiştir. Terhisinden sonra da aynı şikâyetleri devam eden başvurucu sol omzunun tekrar çıkması nedeniyle 28/8/2014 tarihinde Tokat Devlet Hastanesine müracaat etmiş, burada da kendisine omuz eklem çıkığı teşhisi konularak buna uygun tedavi uygulanmış ve ayrıca manyetik rezonans (MR) çekilmiştir. Başvurucunun 17/9/2014 tarihli MR sonuç raporunda humerus başı posterolateral bölümde yaygın kemik iliği ödeminin dikkat çektiği tespitine yer verilmiştir. Başvurucu 16/10/2014 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (MSB) başvurmuştur. Başvuru dilekçesinde sol omzunun yeniden çıkması üzerine Tokat Devlet Hastanesinde yapılan muayenesinde tekrarlayan çıkıklara bağlı olarak omzunda yaygın kemik iliği ödemi geliştiğinin tespit edildiğini ifade eden başvurucu; yaralanmaya bağlı olarak oluşan omuz çıkığı vakıalarının sıklıkla yinelenebileceğinin söz konusu muayenesi sırasında doktorlar tarafından kendisine söylendiğini, bu suretle rahatsızlığının kalıcı olduğunu öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucu, sebzecilik yaparak geçimini sağladığını ancak omzundaki sakatlık nedeniyle işinin gereği olan ağır yükü kaldıramadığından çalışamaz hâle geldiğini ifade etmiş; askerlik hizmeti sırasında yaralanmasına bağlı olarak çalışma gücünü kaybetmesi nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların karşılanmasını talep etmiştir. Başvurucu söz konusu başvurusunun cevap verilmemek suretiyle reddi üzerine 29/12/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 4/3/2015 tarihinde oyçokluğuyla verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun zarar doğurucu eylemi en geç terhis edildiği 22/2/2013 tarihinde öğrendiği, dolayısıyla bu tarihten itibaren 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca bir yıl içinde zorunlu idari başvuruda bulunması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun ise bu süreyi geçirdikten sonra 16/10/2014 tarihinde idareye yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine 29/12/2014 tarihinde açtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca, terhis edildikten sonra başvurucu hakkında Tokat Devlet Hastanesi tarafından 28/8/2014 tarihinde düzenlenen sağlık raporunun terhisten hemen sonra müracaatı hâlinde de düzenlenebileceğine dikkat çekilmiş; bu itibarla söz konusu raporundava açma süresine bir etkisinin bulunmadığı vurgulanmıştır. Karşıoy gerekçesinde ise başvurucunun terhis edildikten sonra da tedavisi devam ettiğinden ortada kesinleşen bir zarar bulunmadığı ifade edilmiş, dolayısıyla davanın süresinde olduğu ve esasının incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Mahkemenin 11/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 1/12/2015tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır. İlgili hukuk için bkz. İlker Yılmaz, B. No: 2015/19041, 24/5/2018, §§ 25- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/20072 | Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, maddi ve manevi zararın karşılanması talebiyle açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 24/7/2013 tarihinde dava açmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucu, idare mahkemelerinde açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 20/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21736 | Başvuru, maddi ve manevi zararın karşılanması talebiyle açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 7/2/2005 tarihinde menfi tespit davası açmıştır. Anamur Asliye Hukuk Mahkemesi 15/2/2008 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/11/2009 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 23/5/2014 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/11/2015 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş olup bu talebe ilişkin inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6088 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14423 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca adli yardım talebinin geçici olarak kabulüne ayrıca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 20/5/2015 tarihinde -başvurucunun yaşamına ya da maddi ve manevi varlığına yönelik güncel, kişisel ve ciddi bir risk bulunmaması gerekçesiyle- tedbir talebinin reddine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1987 doğumlu olup Afganistan İslam Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucu hangi tarihte, ne şekilde Türkiye'ye giriş yaptığına ilişkin bir bilgi sunmamıştır. Başvurucu, uluslararası koruma talebinde bulunarak Sinop'ta yaşamaya başlamıştır. Başvurucu tarafından sunulan belgelerden başvurucuya 19/3/2013 tarihinde 19/2/2014 tarihine kadar geçerli ikamet tezkeresi verildiği görülmektedir. İzmir'in Menderes ilçesinde meydana gelen göçmen kaçakçılığı suçundan başvurucu hakkında adli işlem yapılmış; daha sonra başvurucu, geri gönderme merkezinde tutulmaya başlanmıştır. Başvurucuya 30/5/2015 tarihinde, en kısa sürede Sinop İl Emniyet Müdürlüğüne müracaat etmesi gerektiğine ilişkin ihtarlı tebligat yapılmış ve aynı tarihte başvurucu salıverilmiştir. İzinsiz ikametini terk etmesi ve on beş gün içinde sevk edildiği ile gitmemesi sebebiyle Sinop Valiliğinin 9/10/2015 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendi uyarınca başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan kararın iptali için Samsun İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açılmıştır. Dava dilekçesinde özetle uluslararası koruma talebinde bulunan başvurucu hakkında verilen sınır dışı etme kararının hukuka ve usule aykırı olduğu, ülkesine döndüğü takdirde Afganistan'daki şartlar ve imkânlar nedeniyle kötü muamele görme ihtimali emniyet birimlerine bildirilmesine rağmen yeterli araştırma yapılmadan sınır dışı etme kararı alındığı belirtilmiştir. İdare Mahkemesinin 2/4/2015 tarihli kararıyla başvurucunun açtığı dava kesin olarak reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Dosyanın incelenmesinden, Afganistan uyruklu olan davacının, 2013 yılı içinde Edirne Uzunköprü İlçesinde yakalanarak Sinop İline yerleştirildiği, İzmir Menderes İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından göçmen kaçakçılığı suçundan hakkında adli işlem yapıldığı ve hakkında yapılan inceleme sonucu, 2014-2014 tarihleri arasında geçerli davalı idare tarafından verilmiş uluslararası koruma başvuru kayıt belgesi ile 2014 tarihine kadar geçerli ikamet tezkeresi bulunduğunun anlaşılması üzerine 2014 tarihli tutanağın tutularak en kısa süre içinde Sinop İline giderek İl Emniyet Müdürlüğüne müracaat etmesi gerektiğinin kendisine anlayacağı dilde tercüman aracılığıyla anlatıldığı ve davacının bu tutanağı imzaladığı, bunun üzerine aynı gün salıverildiği ancak davacının Sinop İline hiç gelmediği, tutanak tarihinden itibaren 4 aydan fazla süre geçmesine karşın Sinop İline gelmeyen ve halen nerede olduğu bilinmeyen davacının 6458 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca uluslararası koruma başvurusundan vazgeçmiş sayılarak aynı Kanun'un 54/i maddesi uyarınca sınır dışı edilmesine ilişkin dava konusu işlemin tesis edildiği, bu işlemin adresinin bilinmemesi ve kendisinin bulunamaması nedeniyle davacıya tebliğ edilemediği, davacının Sinop Barosundan adli yardım talep etmesi üzerine davacı hakkındaki işlemlerin davalı idareden istenildiği, işlemlerin gönderilmesi üzerine de sınır dışı etme kararının iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.28 Temmuz 1951 tarihinde imzalanan ve 05/09/1961 günlü, 10898 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmak suretiyle taraf olduğumuz ve Anayasanın maddesi uyarınca iç hukukumuzun bir parçası haline gelen 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesinin maddesinde; "Her mültecinin, bulunduğu ülkeye karşı, özellikle yasalara, yönetmeliklere ve kamu düzeni için alınan önlemlere uymayı öngören yükümlülükleri vardır." kuralı getirilmiştir.Bu durumda, 6458 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca Sinop İlinde ikamet etmekte olan davacının, bu ilden habersiz bir şekilde ayrılarak gittiği İzmir İli Menderes İlçesinde yakalandığı ve hakkında göçmen kaçakçılığı kapsamında adli işlem yapıldığı, yapılan araştırma sonucu Sinop İlinde ikamet tezkeresi bulunduğunun anlaşılması üzerine ise tutanak tutularak en kısa sürede Sinop İline giderek İl Emniyet Müdürlüğüne başvurması gerektiğinin anlayabileceği bir dilde ve tercüman vasıtası ile kendisine anlatılmasına karşın 4 ay gibi uzun bir süre geçmesine rağmen Sinop İline giderek İl Emniyet Müdürlüğüne başvurmadığı açık olduğundan, ülkenin egemenlik hakları kapsamında göçmenlere yönelik olarak belirlediği ve taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olmayan ve doğrudan kamu düzeni ile ilgili olduğu kuşkusuz bulunan barınma ve kabul merkezlerinde veya gösterilen herhangi bir yerde ikamet zorunluluğuna ilişkin kurala uymayan davacının, yakalanması üzerine kendisine verilen süre içinde de ikamet ettiği il resmi makamlarına başvurarak adresini beyan etmediği ve halen adresinin bilinmediği gözetildiğinde, bu kapsamda 6458 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca uluslararası koruma başvurusundan vazgeçmiş sayılarak aynı Kanun'un 54/i maddesi uyarınca sınırdışı edilmesine ilişkin dava konusu işlemde anılan mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Öte yandan, davacı vekili tarafından, davacının sınır dışı edilmesi halinde insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye ve işkenceye maruz kalabileceği bir ülkeye gönderileceği, bu nedenle sınır dışı edilmesine olanak bulunmadığı belirtilmekle birlikte, Afganistan'da yaşanan genel kargaşa ve asayiş ortamı dışında davacının özellikli konumundan kaynaklı insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye ve işkenceye maruz kalabileceğine ilişkin ciddi bir emarenin dosya kapsamında yer almadığı, her Afgan kadar risk altında bulunmanın doğrudan insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye ve işkenceye maruz kalabileceği şeklinde yorumlanmasına olanak bulunmaması nedeniyle anılan davacı vekili iddiası yerinde bulunmamıştır.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Verilen karar başvurucuya 13/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve 30/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yusuf Ahmed Abdelazim Elsayad, (B. No: 2016/5604, 24/5/2018, §§ 37, 38), A.A. ve A.A. ([GK], (B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-38); Abdolghafoor Rezaeı (B. No: 2015/17762, 6/12/2017, §§ 20-31) kararları. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8021 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruculara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle başvurucuların başvuru dosyalarının 2017/9060 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/9060 | Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, eşinin trafik kazası sonucu hayatını kaybetmesi üzerine 8/7/2004 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Gebze Asliye Hukuk Mahkemesi 24/7/2009 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/12/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 25/4/2014 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/10/2015 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebinde bulunulmamış olup anılan karar 2/3/2016 tarihinde kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8348 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketinin (TAŞ) yetkisiz olarak devlet iç borçlanma senedi satışında devletin sorumluluğunun bulunması ve zararın tazmini için açılan davanın dava devam ederken çıkarılan kanuna dayanılarak reddedilmesi ile vekâlet ücretinin düşürülmesinin bu kanunda öngörülen giderim yolunun zararları tam olarak karşılamaması nedenleri ile adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/8/2013 tarihinde Aydın Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıylayapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/72015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 20/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 23/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye İmar Bankası TAŞ’tan (Banka) başvuru formunda belirtilmeyen bir tarihte 595,96 TL tutarında devlet iç borçlanma senedi (DİBS) satın alma işlemi yapmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Bankanın Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından 21/11/1990 tarihinde aracılık faaliyetlerinin durdurulmasına ve borsa üyelik belgesi iptal edilmiş olmasına rağmen çeşitli gazete ve televizyonlarda ilan ve reklamlar vererek bono ve tahvil piyasası işlemleri yapmaya devam ettiğini, çifte kayıt tuttuğunu ya da DİBS işlemlerini kayıtlarına yansıtmadığını, özellikle 2002 yılından sonra yoğun olarak müşterilere satılan DİBS’lerin neredeyse tamamının karşılıksız çıktığını ve açığa satılmış olduğunu tespit ederek 3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı kararı ile 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun maddesinin 3 numaralı fıkrası uyarınca adı geçen Bankanın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinlerini kaldırmış; Bankanın yönetim ve denetimini de TMSF’ye intikal ettirmiştir. Bu gelişmeler üzerine başvurucu, Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açarak BDDK tarafından yönetimine el konularak TMSF'ye devredilen Bankadan satın aldığı 595,95 TL tutarındaki DİBS tutarının hesaplanacak faiziyle birlikte hizmet kusuru işlemek suretiyle zararın oluşmasına yol açtığını iddia ettiği davalı idareler olan BDDK ve SPK'dan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir. Yapılan yargılama sonunda Ankara İdare Mahkemesi 25/12/2006 tarihli ve E.2005/278, K.2006/2904 sayılı kararıyla davanın kabulüne ve DİBS işlem tutarı olan 595,95 TL’nin davanın açıldığı 2003 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte hizmet kusurları saptanan davalı idareler tarafından yarı yarıya davacıya ödenmesine hükmetmiş; başvurucuya Avukatlık Asgari Ücret Tarifesince (AAÜT) hesaplanan 927,68 TL vekâlet ücretinin davalı idarelerden yarı yarıya alınarak ödenmesine karar vermiştir. Ankara İdare Mahkemesinin bu kararına karşı davalı idareler tarafından temyiz kanun yoluna başvurulmuş dosya temyiz aşamasında iken 24/5/2007 tarihli ve 5667 sayılı Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesi Hakkında Kanun ve 13/7/2007 tarihli ve 2007/12398 sayılı Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesine İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Karar (BKK) yürürlüğe girmiştir. Temyiz incelemesi sonucunda Danıştay Onüçüncü Dairesinin 3/2/2010 tarihli ve E.2008/791, K.2010/885 sayılı ilamıyla adı geçen banka aracılığıyla satın alınan devlet iç borçlanma senetlerinin ödenmelerine dair yeni yasal düzenleme ve Bakanlar Kurulu kararı dikkate alınarak yeniden bir karar verilmek üzere kararı bozulmasına ve yeniden bir karar verilmek üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine hükmedilmiştir. Öte yandan başvurucu tarafından 27/3/2010 tarihinde 5667 sayılı Kanun ve 2007/12398 sayılı karar uyarınca ilgili idareye müracaatta bulunulması üzerine başvurucuya Banka nezdinde dava veya icra takibi konusu olsun veya olmasın karşılığı bulunmayan DİBS'lerden kaynaklanan her türlü alacağını tüm asıl ve ferîleri ile birlikte T. Ziraat Bankası A.Ş. aracılığıyla tahsil ettiği, herhangi bir hak ve alacağı kalmadığı beyan ve kabulünü içeren ibraname imzalaması sonucunda iç borçlanma senedi karşılığı olarak 24/5/2010 tarihinde 130,02 TL ödeme yapılmıştır. Danıştay Onüçüncü Dairesinin 3/2/2010 tarihli bozma ilamına uyan Ankara İdare Mahkemesi 15/4/2010 tarihli ve E.2010/511, K.2010/470 sayılı kararıyla yasal düzenleme ile giderilecek olan zararın tazmini istemiyle açılan davanın konusu kalmadığı gerekçesiyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiş; başvurucuya AAÜT uyarınca 500 TL vekâlet ücretinin davalı idarelerden yarı yarıya alınarak ödenmesine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi sonucu Danıştay Onüçüncü Dairesi 31/10/2011 tarihli ve E.2010/2928, K.2011/4814 sayılı ilamıyla onamaya hükmetmiş; karar düzeltme istemini de 4/7/2013 tarihli ve E.2012/1422, K.2013/2045 sayılı ilamıyla reddetmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam, başvurucuya 1/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince 9/2/2016 tarihinde TMSF Başkanlığına müzekkere yazılarak başvurucunun 5667 sayılı Kanun uyarınca talepte bulunup bulunmadığı hususun bildirilmesi ile talepte bulunulmuş ise ödeme yapılıp yapılmadığı hususunun bildirilmesi istenmiştir. TMSF Başkanlığınca Anayasa Mahkemesine gönderilen 1/3/2016 tarihli cevap yazısında başvurucunun 5667 sayılı Kanun kapsamında 27/3/2010 tarihinde talepte bulunduğu ve bu talep doğrultusunda 21/5/2010 tarihinde Ziraat Bankası A.Ş. Aydın Şubesine 130,02 TL tutarında ödeme yapıldığı ilgili Şube tarafından da bu ödemenin 24/5/2010 tarihinde başvurucuya ödendiği bildirilmiş, yazı ekinde bu işlemlere ilişkin bilgi ve belgeler sunulmuştur.B. İlgili Hukuk 4389 sayılı mülga Kanun’un ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir: “Madde 10 ... ... b) Tasarruf mevduatı, gerçek kişiler tarafından bu nam altında açtırılan ve ticari işlemlere konu olmayan mevduattır. ... … 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin rehinlere ve 1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanununun alacağın devir ve temlikine ilişkin hükümleri ile diğer kanunların verdiği yetkiler ve koyduğu yükümlülükler saklı kalmak şartıyla, mevduat sahiplerinin mevduatlarını geri alma hakları hiçbir suretle sınırlandırılamaz. Mevduat sahibi ile banka arasında vade ve ihbar süresi hakkında kararlaştırılan şartlar saklıdır.” “Madde 16 ... Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankada mevduat sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik tedbirleri alır. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankanın 17 nci maddede sayılan ilgililerinin mal, hak ve alacaklarına Fonun talebi üzerine mahkeme tarafından teminat şartı aranmaksızın ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz konulabilir. Bu şekilde alınan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karar tarihinden itibaren altı ay içinde dava ve icra-iflas takibine konu olmaz ise kendiliğinden ortadan kalkar. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırıldığı tarihten itibaren bankanın alacaklıları, alacaklarını temlik edemez veya bu sonucu doğurabilecek işlemleri yapamazlar. Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankadaki sigortalı mevduatı doğrudan veya ilan edeceği başka bir banka aracılığı ile ödeyerek, mevduat sahipleri yerine bankanın doğrudan doğruya iflasını ister. Bu görev ve yetki münhasıran Fona aittir...” 5667 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “(1) Mülga 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı Kararı ile bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketi tarafından, Banka bünyesinde karşılığında Devlet iç borçlanma senedi bulunmamasına rağmen ikincil piyasada Devlet iç borçlanma senedi satışı adı altında toplanan tutarlar, başvuru halinde bu Kanunda belirlenen esaslar çerçevesinde Hazine Müsteşarlığınca ihraç edilecek özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri kullanılmak suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu aracılığıyla ödenir. (2) Bu Kanun uyarınca yapılacak ödemelerde; hak sahipliğinin tespitinde Müflis Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketinin kayıtları esas alınır. Hak sahiplerinden talep toplanması, talep toplamanın şekli ve süresi, hak sahipliğinin ispatında aranacak belgeler, ödemeye aracı olacak bankanın tespiti, nakden ve defaten yapılacak ödemenin şekli ve süresi ile kesinleşmiş idarî yargı kararlarına veya bu nitelikteki kararlara dayalı icra takiplerine ilişkin her türlü ödemeler, uygulanacak faiz oranı ile faizin başlangıç tarihi, hak sahiplerine yapılacak ödeme nedeniyle istenebilecek ibraname ve diğer belgelerin içeriği ile ödemelere ilişkin diğer usûl ve esaslar Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir. (3) Bu Kanun kapsamında yapılacak ödemelerde, Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketine Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla yatırılan tutarları ifade eden işlem tutarları esas alınır.” 5667 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketine yatırılan tutarlar nedeniyle idarî yargı mercilerinde açılan davalar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun uygulanacağı haller" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır ..." 5667 sayılı Kanun'un maddesine göre Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan 2007/12398 sayılıBKK'nın , ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir: "MADDE 1- (1) Bu Kararın amacı; bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet iç borçlanma senedi satışı adı altında toplanan tutarların ödenmesine ilişkin esas ve usullerin düzenlenmesidir.”“MADDE 3-1) Banka tarafından toplanan işlem tutarları ve bu Kararın 4 üncü maddesinin altıncı fıkrası uyarınca işleyecek faizleri, bu Karar hükümlerine göre başvuran hak sahiplerine, ekte yer alan taahhütname ve ibraname ödeme sırasında Ödeme Bankası tarafından alınmak kaydıyla, Fon aracılığıyla ödenir. Fon tarafından, bu fıkra kapsamında aktarılan tutarlara ilişkin bilgiler yazılı ve elektronik ortamda BDDK, SPK ve Müsteşarlığa bildirilir.(2) Bu Karar kapsamında kesinleşmiş idari yargı kararlarına dayanan her türlü ödemeler; hak sahiplerinin kesinleşme şerhli ilam ve aşağıdaki belgelerle birlikte BDDK ve SPK'ya ayrı ayrı yapacakları yazılı başvuru üzerine, anılan idarelerin Fona yapacakları ortak bildirimini müteakip, Fon tarafından ödeme tarihine kadar hesaplanacak faizleri ile birlikte Ödeme Bankasına altmış gün içinde aktarılır....”"MADDE 4-(1) 3 üncü maddenin birinci fıkrası kapsamında ödeme talep edenkişiler tarafından, bu Kararın yayımı tarihinden itibaren yirmi gün içinde, iadeli taahhütlüposta yolu ile veya özel şirketler aracılığıyla imza karşılığı teslim suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu adına başvuru merkezi olarak belirlenen “Büyükdere Caddesi Bentekİşhanı No:47 K:1Mecidiyeköy 34387 Şişli – İstanbul” adresine başvurulur....(6) Bu madde kapsamındaki ödemelerde anapara olarak işlem tutarı esas alınır. Söz konusu tutara, 19/1/2004 tarihinden bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru süresinin son gününe kadar, Türkiye İstatistik Kurumunca bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru süresinin son günü itibarıyla açıklanmış olan en son Tüketici Fiyat Endeks sayısının, tahakkuk dönemi başlangıç tarihinde açıklanmış en son Tüketici Fiyat Endeks sayısına bölünmesi ile bulunan oran üzerinden faiz tahakkuk ettirilir....(10) Bu maddenin birinci fıkrasında yer alan yirmi günlük sürenin bitiminden sonra yapılacak başvurular ile süresi içerisinde yapılmış olmakla birlikte bu maddenin dördüncü fıkrası hükmü saklı kalmak kaydı ile evrakı eksik olan başvurulara ilişkin ödemeler, gecikmeli talebin Fona ulaştığı veya eksik bilgi ve belgelerin tamamlanarak Fona ulaştırıldığı tarihten itibaren altmış gün içinde Fon tarafından, altıncı fıkra çerçevesinde hak sahiplerine ödenmek üzere Ödeme Bankasına aktarılır." 24/12/2009 tarihli ve 27442 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 2010 yılı Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Ücret Tarifesi'nin ikinci kısım ikinci bölümünün bendi şöyledir:" İdare ve Vergi Mahkemelerinde takip edilen davalar içina) Duruşmasız ise 500,00 TL..." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6827 | Başvuru, Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketinin TAŞ) yetkisiz olarak devlet iç borçlanma senedi satışında devletin sorumluluğunun bulunması ve zararın tazmini için açılan davanın dava devam ederken çıkarılan kanuna dayanılarak reddedilmesi ile vekâlet ücretinin düşürülmesinin bu kanunda öngörülen giderim yolunun zararları tam olarak karşılamaması nedenleri ile adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, darp iddiasıyla yürütülen yargılamanın zamanaşımından düşme kararıyla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru,16/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1986 doğumlu olan başvurucu, Nazilli’de ikamet etmektedir. Başvurucu, babası İ.A. ve erkek kardeşi E.A. 22/5/2005 tarihinde akşam saatlerinde evlerinde iken yanında suça sürüklenen çocuk K. ve sanık K.K. olan şüpheli E.K., başvurucunun evinin önündeki duvara idrarını yapmıştır. Bunu gören başvurucunun babası İ.A. ile şüpheliler arasında tartışma yaşanmıştır. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi sonucunda müştekiler bıçakla yaralanmıştır. Nazilli Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 27/5/2005 tarihli iddianamesiyle failler hakkında kasten yaralama suçundan kamu davası açılmıştır. İstanbul Adli Tıp Kurumunun 1/7/2009 ve 19/3/2010 tarihli raporlarında başvurucunun sol ön kolda tanımlanan yüzeysel yumuşak doku seyirli, iki adet kesici delici alet yaralanmasının her birinin ayrı ayrı ve birlikte kişinin hayatını tehlikeye maruz kılmadığı, beş gün iş ve gücüne engel teşkil edeceği, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahaleyle giderilebileceği, sol alt göğüs bölgesinde tanımlanan ve sol akciğer lezyonuna neden olduğu bildirilen kesici delici alet yaralanmasının kişinin hayatını tehlikeye maruz bıraktığı, iş ve gücüne yirmi beş gün engel teşkil ettiği, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahaleyle giderilemeyeceği, söz konusu yaraların bıçak ile meydana getirilmiş olabileceği gibi benzer özellikte başka bir kesici aletle de oluşturulabileceği belirtilmiştir. Nazilli Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 30/12/2010 tarihli kararıyla sanıklar ile suça sürüklenen çocuğun başvurucuya yönelik kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Sanık K.K.nın hayati tehlike geçirecek şekilde başvurucuyu yaralamaktan 2 yıl 8 ay hapis, bu suça yardım etmekten suça sürüklenen çocuk K.nın 600 TL adli para, sanık E.K.nın ise 1 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Hükümlerin taraflarca temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 22/5/2012 tarihli ilamıyla sanık K.K. yönünden hükmün onanmasına, suça sürüklenen çocuk K. ve sanık E.K.nın eylemlere asli fail olarak iştirak ettikleri gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir. Bozmadan sonra yapılan yargılama sonucunda Mahkeme 10/1/2013 tarihinde 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ikinci ve maddesinin birinci fıkralarına göre, suça sürüklenen çocuk K. ve sanık E.K. hakkındaki suçların 7 yıl 6 aylık dava zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düşmesine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 1/10/2014 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Anayasa Mahkemesinin Tuncay Alemdaroğlu (B. No: 2012/827, 15/10/2014, §§ 19-22) ve Bilal Çiçek (B. No: 2014/29, 13/7/2016, §§ 34, 35) başvurularında 765 sayılı Kanun ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili maddelerine yer verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1033 | Başvuru, darp iddiasıyla yürütülen yargılamanın zamanaşımından düşme kararıyla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, eşin görev yaptığı yerden başka yere yapılan atama işlemi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 9/12/1991 tarihinde Kars Merkez İlçe Seçim Kuruluna seçim müdürü olarak atanmıştır. Başvurucu, Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığının (YSK) 18/3/2018 tarihli kararı ile 30/11/2017 tarihli 7062 sayılı Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile 18/2/2018 tarihli ve 30336 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan YSK Memur Sınav, Atama, Yer Değiştirme ve Nakil Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) yer değiştirmeye tabi seçim müdürlerinin bulunduğu yerde altı yıldan fazla çalışamayacağına ilişkin düzenlemeleri gerekçe gösterilerek Sinop Ayancık İlçe Seçim Kuruluna seçim müdürü olarak atanmıştır. Başvurucu, atama işlemine karşı 20/3/2018 tarihinde Erzurum İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde eşinin 29/3/2009 tarihli seçimden itibaren Kars Merkez Mahallesi muhtarlığı görevini yürütmekte olması nedeniyle atandığı yere gelemeyeceğini, anılan işlemin aile birliği gözetilmeksizin gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 2/10/2018 tarihinde davanın kabulü ile atama işleminin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 7062 sayılı Kanun'un atamaya tabi personelin aynı yerde altı yıldan fazla görev yapamayacağına ilişkin maddesinin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun atamalarda aile birliğinin de gözetilmesi gerektiğini öngören maddesiyle birlikte değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilmiştir. İdarenin istinaf başvurusu üzerine Erzurum Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince (Bölge İdare Mahkemesi) 20/2/2020 tarihinde, anılan kararın kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; 7062 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca aynı yerde altı yıldan fazla görev yapan seçim müdürlerinin bölgeler arası yer değiştirme suretiyle farklı bir yere atanmasının gerektiği, bu hususta herhangi bir istisnaya yer verilmediği, başvurucunun da 1991 yılından itibaren aynı yerde görev yaptığı belirtilmiştir. Başvurucu anılan kararı 12/4/2020 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 5/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, başvuru tarihinden sonra 26/4/2022 tarihinde yaş haddinden emekliye ayrılmıştır. 7062 sayılı Kanun’un "Personele ilişkin hükümler" kenar başlıklı maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir: " Seçim müdürü ve seçim müdür yardımcıları, nüfusa kayıtlı oldukları ilçelerde görev yapamazlar; geçici görevde geçen süreler de dâhil aynı yerde altı yıldan fazla çalışamazlar. Ancak bu süreyi dolduranlar, ihtiyaç duyulması hâlinde Başkanın kararıyla en fazla bir yıl daha aynı yerde çalışabilirler." Yönetmelik'in "Zorunlu yer değiştirme suretiyle atamaya tabi personel, hizmet bölgeleri ve çalışma süreleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Seçim müdürü ve müdür yardımcıları zorunlu yer değiştirme suretiyle atamaya tâbi personeldir. Seçim müdürü ve müdür yardımcılarının yer değiştirme suretiyle atanacakları yerler, bu Yönetmelik ekinde belirlenen beş bölgeye ayrılır. Zorunlu hizmet süreleri, beşinci ve dördüncü bölgelerde üç yıl, üçüncü bölgede dört yıl, ikinci bölgede beş yıl, birinci bölgede altı yıldır. " Yönetmelik'in "Bölgeler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Seçim müdürü ve müdür yardımcıları bölge esasına göre çalışırlar. Bölge esasına göre yer değiştirmeye tâbi olanlar;a. Kendisinin nüfusa kayıtlı olduğu ilçelere,b. Altı yıldan fazla görev yaptıkları yerlere, atanamazlar" Yönetmelik'in "Zorunlu yer değiştirme suretiyle atamada uygulanacak esaslar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Zorunlu yer değiştirme suretiyle atamaya tabi personel geçici görevde geçen süreler de dâhil, aynı yerde altı yıldan fazla çalışamazlar. Ancak bu süreyi dolduranlar, ihtiyaç duyulması halinde Başkanın kararıyla en fazla bir yıl daha aynı yerde çalışabilirler. Zorunlu yer değiştirme suretiyle yapılacak atamaların beşinci bölgeden başlanmak suretiyle yapılması esastır. Ancak, herhangi bir sebeple bu bölgeye ataması yapılmayıp da, diğer bölgelere ataması yapılmış olanlar, bu bölgelerdeki zorunlu hizmet süresini tamamladıktan sonra alt bölgelere atanırlar. Bu Yönetmelikte belirtilen istisnalar dışında, hizmet bölgelerindeki zorunlu çalışma süresini tamamlayan personelin daha önce görev yapmadığı veya zorunlu çalışma süresini tamamlamadığı başka hizmet bölgesine atanması esastır. Ancak alt bölgelerdeki hizmet süresini tamamlayanlar talepleri halinde ve kadro durumunun zorunlu kıldığı hallerde aynı hizmet bölgesi ya da daha alt hizmet bölgesinde çalıştırılabilirler. Bulunulan hizmet bölgesinde herhangi bir nedenle zorunlu hizmet süresinden fazla geçen süreler, çalışılmayan veya zorunlu hizmet süresi tamamlanmamış olan bir üst bölgedeki zorunlu çalışma süresinden sayılır. Ancak, üst bölgelerdeki zorunlu çalışma süreleri tamamlanmış ise görev yaptığı hizmet bölgesinde fazladan çalışılan süreler bir alt bölgedeki zorunlu hizmet süresinden sayılır." 657 sayılı Kanun'un "Yer değiştirme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Kurumlarda yer değiştirme suretiyle atanmalar; hizmetlerin gereklerine, özelliklerine, Türkiyenin ekonomik, sosyal, kültürel ve ulaşım şartları yönünden benzerlik ve yakınlık gösteren iller gruplandırılarak tespit edilen bölgeler arasında adil ve dengeli bir sistem içinde yapılır. Yeniden veya yer değiştirme suretiyle yapılacak atamalarda; aile birimini muhafaza etmek bakımından kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanarak memur olan diğer eşin de isteği halinde ataması, atamaya tabi tutulan memurun atandığı yere 74 ve 76 ncı maddelerde belirtilen esaslar çerçevesinde yapılır. Yer değiştirme suretiyle atanmaya tabi memurun atandığı yerde eşinin atanacağı teşkilatın bulunmaması ya da teşkilatı olmakla birlikte niteliğine uygun münhal bir görev bulunmaması ve ilgilinin de talebi halinde, bu personele eşinin görev süresi ile sınırlı olmak üzere aşağıdaki şartlarda izin verilebilir...." 25/6/1983 tarihli ve 18088 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmelik'in (Devlet Memurları Yönetmeliği) "Aile Birliği Mazeretine Bağlı Yer Değişikliği" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Aile birliği mazeretine dayanarak yer değişikliği memurun; ...e. Milletvekili, belediye başkanı, muhtar veya noter olan eşlerinin bulunduğu yere, atanması suretiyle yapılabilir.... " Danıştay İkinci Dairesinin 22/11/2021 tarihli ve E.2020/343, K.2021/4377 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" ...Karayolları Genel Müdürlüğü Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği'nin 5 ila maddeleri incelendiğinde, görevde yükselme eğitimi ve sınavına ilişkin sürecin boş kadroların ilanı ile başladığı, bu boş kadrolar için başvuruların yapıldığı, eğitimin ve sınavın atanmak istenilen boş kadroya ait görevin alanı ve niteliğine göre düzenlendiği, sınava girilen kadroya atama yapıldığı ve atama yapılacak boş kadroların farklı hizmet bölgelerinde olması halinde ilgililerin tercihlerinin esas alındığı görülmektedir. Dolayısıyla, görevde yükselme sınavı ve eğitimine katılacak kişiler tarafından, atanabilecekleri boş kadrolar ve yerleri önceden bilinmektedir. Atanılacak yerler ve kadrolar önceden bilindiğine ve görevde yükselme eğitimi ve sınavına girildiğine göre, sınavdan sonra gerçekleştirilen atamanın ve atanılan yerde belli bir süre ile çalışma zorunluluğu getirilmesinin aile birliğinin korunması ilkesine aykırı olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır.Bu durumda, kamu görevlilerinin eş durumuna ilişkin özürleri ile hizmetin yeterli personelle aksamadan yürütülmesini dengeli bir şekilde bir arada dikkate almak zorunda olan idarenin, görevde yükselme sınavı sonucunda atanılan yerde belli bir süre ile çalışma zorunluluğu getirmesinde kamu yararına ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmadığı sonucuna varıldığından dava konusu Yönetmelik kuralında hukuka aykırılık görülmemiştir...." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/11/2018 tarihli ve E. 2016/3431, K. 2021/4377 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" ... Dosyanın incelenmesinden, Afyonkarahisar ili, Sandıklı ilçesi, Başağaç Kasabası İlköğretim Okulunda sınıf öğretmeni olarak görev yapan davacının, eşinin Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunda enerji uzman yardımcısı olarak görev yapması ve Ankara dışında başka bir ilde görev yapma olanağının bulunmadığından bahisle Ankara iline atanma başvurusunda bulunduğu, 'boş kontenjan bulunmadığı' gerekçesiyle, davacının tercihleri alınmamak suretiyle başvurusunun reddedildiği anlaşılmaktadır.Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri gereğince, öğretmenlerin özür durumuna bağlı yer değiştirme isteklerinde aile birliğinin gözetileceği açık olmakla birlikte, söz konusu isteklerin değerlendirilmesinde hizmet gereklerinin dikkate alınması gerekmektedir.Bu durumda, davacının, dava konusu işlem tarihi itibarıyla alanında norm kadro fazlalılığı bulunan Ankara iline atanma talebinin, anılan ilde 'boş kontenjan bulunmadığı' gerekçesiyle reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık, işlemin iptali yolunda verilen Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir. ..." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/14045 | Başvuru, eşin görev yaptığı yerden başka yere yapılan atama işlemi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/33820 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/33820 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/33820 | Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işe iade istemiyle açılan davanın karar verilmesine yer olmadığına dair bir hükümle sonuçlanması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvurudan Önceki Süreç Başvurucu, En-Ka Temizlik San. ve Tic. Ltd. Şti.nin işçisi olarak Van Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü Çocuk Evleri Koordinasyon Merkezi Müdürlüğünde (Kurum) çocuk bakım elamanı olarak çalışmaktayken hakkında yapılan güvenlik soruşturması kapsamında terör örgütleri ile irtibatı, iltisakı, örgütlere mensubiyeti ve aidiyeti olduğu gerekçesiyle 5/5/2017 tarihinde iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu 11/5/2017 tarihli dilekçesiyle iş akdinin geçerli bir nedene dayanılmadan feshedildiğini belirterek asıl işveren ve alt işveren aleyhine işe iade istemiyle dava açmıştır. Van İş Mahkemesi 19/7/2017 tarihli karar ile kamu kurumu niteliğindeki bir işyerinde işçi statüsüyle çalışmakta olan başvurucunun iş sözleşmesinin 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hükümlerine dayalı olarak feshedildiği ve 2/1/2017 tarihli ve 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında KHK hükümleri uyarınca davayı inceleme yetkisinin Olağanüstü Hal İşlemlerini İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) ait olduğu gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına ve dosyanın OHAL Komisyonuna gönderilmesine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 24/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 21/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç Başvurucu, karara karşı 22/11/2017 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 22/3/2018 tarihli kararıyla istinaf başvurusunu reddetmiştir. Daire gerekçesinde; Mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı, karar verilmesine yer olmadığına yönelik verilen karara ilişkin süresinde istinaf talebinde bulunulmadığı gibi yargılamanın yenilenmesi şartlarının da oluşmadığı, dosyanın gönderilmesine karar verilen OHAL Komisyonunun görevsiz olduğuna karar vermesi durumunda dosyanın mahkemesine iadesine karar verebileceğini belirterek istinaf talebini reddetmiştir. OHAL Komisyonunun 6/6/2018 tarihli kararında, başvurucu hakkında KHK kapsamında herhangi bir işlem tesis edilmediği, dolayısıyla OHAL Komisyonunca yapılacak işlem bulunmadığı belirtilerek dosyanın Mahkemeye iadesine karar verilmiş, dosya ile ilgili olarak Mahkemece herhangi bir işlem yapılmamıştır. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri Karar tarihinde yürürlükte bulunan 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.'' 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) İş mahkemeleri;a) 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemiadamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına,...ilişkin dava ve işlere bakar." 22/5/2003 tarihli 4857 sayılı İş Kanunu'nun ''İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:a) İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması.b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması. c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması.d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması, işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması. e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.f) İşçinin, işyerinde, yedi günden fazla hapisle cezalandırılan ve cezası ertelenmeyen birsuç işlemesi.g) İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki iş günü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç iş günü işine devam etmemesi.h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması." 4857 sayılı Kanun'un ''Derhal fesih hakkını kullanma süresi'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"24 ve 25 inci maddelerde gösterilen ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan hallere dayanarak işçi veya işveren için tanınmış olan sözleşmeyi fesih yetkisi, iki taraftan birinin bu çeşit davranışlarda bulunduğunu diğer tarafın öğrendiği günden başlayarak altı iş günü geçtikten ve her halde fiilin gerçekleşmesinden itibaren bir yıl sonra kullanılamaz. Ancak işçinin olayda maddi çıkar sağlaması halinde bir yıllık süre uygulanmaz.'' 4857 sayılı Kanun'un ''Sözleşmenin feshinde usul'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.'' 4857 sayılı Kanun'un ''Feshin geçerli sebebe dayandırılması'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.'' 667 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen;...f) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinde belirtilenler hariç diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgisine göre ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır,g) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır." 685 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Anayasanın 120 nci maddesi kapsamında ilan edilen ve 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla onaylanan olağanüstü hal kapsamında, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur.'' 685 sayılı KHK'nın geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bu dosyalar hakkında yargı mercilerince karar verilmesine yer olmadığına ve tarafların yaptıkları masrafların üzerlerinde bırakılmasına dosya üzerinden kesin olarak karar verilir, vekâlet ücretine hükmedilmez. Bu dosyalar, yeni bir başvuru şartı aranmaksızın incelenmek üzere Komisyona gönderilir.” Yargısal Kararlar Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/3/2018 tarihli ve E.2017/24765, K.2018/6824 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacı, davalı işyerinde çalışırken FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisakının bulunduğu şüphesiyle 667 sayılı KHK’nın maddesinin fıkrasının g bendi gereğince işten çıkartılmıştır. Aynı KHK’nın maddesinin fıkrasının ise ' fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler' hükmüne yer verilmiş ise de fesih işlemine karşı yargı yolu açık olduğuna göre yargı makamları işten çıkartılmış olan işçinin FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakına dair delil durumunu değerlendirerek sonucuna göre karar vermelidir.Somut olay bakımından davacının FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakı bakımından dosyaya 667 sayılı KHK’nın maddesinin fıkrasının g bendindeki usule göre işten çıkarıldığı hususu dışında hiçbir delil sunulamamış, ayrıca davacı hakkında adli veya idari soruşturma da yapılmamıştır. Açıklanan delil durumuna göre davacının FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğuna dair somut hiçbir delil gösterilemediğinden davanın kabulü gerekirken işverenin feshinin geçerli olduğunu kabul eden Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozularak ortadan kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/10/2017 tarihli ve E.2017/43277, K.2017/25144 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş sözleşmesinin feshi 667 sayılı KHK'nın maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı idare tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla iş sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde İş Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının iş akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence tam olarak ibraz edilememiştir. Davacının iş akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de -maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında- mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32292 | Başvuru, işe iade istemiyle açılan davanın karar verilmesine yer olmadığına dair bir hükümle sonuçlanması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Anadoluda Vakit gazetesi köşe yazarı olan Sibel Eraslan’ın yazdığı bir köşe yazısında kullandığı ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 12/3/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 6/11/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 15/1/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 27/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği, başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliği yapmıştır. Başvurucu halen Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır. Anadoluda Vakit isimli günlük gazetenin 26/7/2009 tarihli nüshasında Sibel Eraslan imzası ile “Halk olmak suçunu işleyen bizler...” başlıklı bir yazı yayınlanmıştır. “İnsanın soluğu kesiliyor... Kan revan içinde hafızalara kazınmış bir ölüm parolası gibi: “Hayata Dönüş Operasyonu”... Ardından Çin Seddi gibi derin ve uzun duvarlarla yapılandırılmış, içinde çirkinliklerin ve adaletsizliklerin sürüp gittiği “Adli Tıp”ın yapılandırılması süreci... Sonra herkesi şok eden Özdemir Sabancı suikastı ve zanlı Mustafa Duyar’ın Nuriş Çetesine öldürtülmesi mevzu... Bu kirli işlerin hepsi, şu anda HSYK üyesi Ali Suat Ertosun´un Ceza ve Tevkif İşleri Genel Müdürü olduğu döneme denk geliyor her ne hikmetse... Devlette kariyer yapmak dediğimiz hadisenin yaşayan bir örneği Ertosun... Şimdilerde görülmekte olan Ergenekon davalarının savcı ve hakimlerinin farklı yerlere atanması konusunda HSYK’yı kilitlediği söyleniyor... Feci bir kariyer! Tabii bunların hepsi, “hakkındaki iddialar”dandır..Hakkındaki iddiaları en kısa zamanda aydınlatmasını isterim şahsen. Hatta ayağa kalkarak bağıra çağıra isyan ederek, bu iddiaların gerçek dışı olduğunu söylemesini... Kendisini ve aslında hepimizi ağartabilmek adına ciddi bir performans sergilemesini... İsterim. Bu “denk gelişlerin”, hakkında üreyen bu negatif bilgilerin aslında doğru olmadığını ispat etmesini isterim... Çünkü bu iş, artık kişisellikten çıktı, salt kendisini temizleme eforu olmaktan çıkmış boyutta bu iş... Böyle gider ve çorap söküğü gibi çözülmeye başlarsa kirli işlerin tümü... Toplumu oluşturan tüm küçük ve gerçek adamlar olarak hepimiz...Aklımızı kaybedeceğiz... Hasta düşeceğiz...Devlet, sahip olduğu mutantan gücüyle, hepimizi asfalt döken bir silindir gibi ezip geçiyor bu süreçte... Farkında mısınız? Generaller, rektörler, yargıçlar, medya patronları, polis şefleri, sermaye sahipleri... Neyi paylaşamadınız? Sahip olamadığınız neydi? Halka karşı özenle bileylenmiş bu nefreti nasıl biriktirdiniz, niçin biriktirdiniz? Devlete hizmetten madalyalar almış adamların, kiralık katil tutup adam öldürtmeye dayalı kariyerlerini, ister gerçek isterse yalan olsun, her sabah ve her akşam dinliyor olmak... Bu kirli, şaibeli durumların yol açtığı zihin sarsıntısını yaşamak... Alın terimizden kesilen vergilerle onları müthiş kariyerleriyle bugünlere taşımış olmak... Bindiğiniz otobüs veya alışveriş yaptığınız marketlerin birazdan havaya uçurulacağı bilgisi... Telefonlarınızdan, bilgisayarlarınıza kadar kiralık gözetleyicilerce izleniyor olduğunuzu bilmek... Bahçenizdeki ağaçların altından veya yüzerken ayağınıza takılan yosunların arasından her an çıkabilecek lav silahları... Irmak kenarlarında veya uzak otlaklarda üzeri örtük ölüm mezarlıklarında bulunmayı bekleyen kırık kemik parçaları... Yakılmış köyler, kesik kafalar, bombalanmış mezralar... Hemen her zuladan çıkan ölüm listelerinde inşallah benim adım yoktur diye tırnak yiyişleriniz... Katillerin ceplerinden sarkan suikast krokileri... Kan gölleri, kan gölleri.. Bunların hepsi bizi hasta ediyor. Hayatı, umudu, varoluşu kesip yok ediyor... Bunları niçin yaptınız?Bu berbat cinayetleri niçin işlediniz ve işlettiniz?Hepsi ama hepsi, berbat bir kariyer saplantısının, güç sahibi olmanın patetik, hastalıklı tezahürleri... Ve işin trajikomik yönü, sizler zaten başından beri “güçlü ve kariyer sahibi”ydiniz... Kime karşı açılmış bir savaştır bu? Yoksul muydunuz? Güçsüz müydünüz? Vatansız mıydınız? Sizin çocuklarınızı mı öldürmüştü kafasına kurşun sıktırttığınız bu insanlar? Yok ettiğiniz veya yok etmeyi planladığınız insanlardan niçin bu kadar nefret ediyordunuz? Suçları neydi imha ettiğiniz, ettirdiğiniz kişilerin? Ve bizim suçumuz neydi, halk olmaktan başka, sizin nazarınızda? Bu sorular cevaplansa da, cevaplanmasa da, bizlerin hayatını kararttınız... Devlet, hiç bu kadar suçüstü yakalanmamıştı...” Başvurucu, söz konusu yazı nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 26/7/2010 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde ilgililer aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. İlk Derece Mahkemesi 14/12/2010 tarihli kararla manevi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesinin gerekçesi şöyledir:“Toplanan delillerin takdiri ve değerlendirilmesi neticesinde, davacı vekili davalı şirketin yayımladığı Anadoluda Vakit Gazetesinin 26/07/2009 tarihli nüshasında ‘Halk olmak suçunu işleyen bizler…’ başlıklı yazıyı yazan Sibel Eraslan'ın yazısından dolayı davalı şirket ile Sibel Eraslan aleyhine müvekkilinin kişisel haklarına saldırı olduğundan bahisle manevi tazminat davası açmıştır. Manevi tazminata hükmedilebilmesi için kişisel haklara saldırının olması, bu saldırının hukuka aykırı olması, kişinin haksız olan eylemden dolayı bir manevi zarar görmesi gerekir. Basın özgürlüğünün sınırı da gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi, konu ile düşünce arasındaki düşünsel bağlılık temel kuralları ile sınırlı bulunmaktadır. Dava konusu yazıda her ne kadar davacı vekilince kişisel haklarına saldırı olduğu belirtilmiş ise de yazının tamamında düşüncelerin açıklandığı, eleştiri sınırlarında kaldığı ve davacı tarafın kişisel haklarına her hangi bir saldırı olmadığı kanaatine varıldığında davacının açmış olduğu manevi tazminat davasının reddine karar vermek gerekmiştir.” Kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 16/4/2012 tarihli ilamıyla usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama kararına karşı yapılan düzeltme başvurusu, aynı dairenin 16/1/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararını, vekiline 13/2/2013 tarihinde tebliğ edilmesiyle öğrenmiştir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, 12/3/2013 tarihinde yapılmıştır. B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesinin şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1967 | Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Anadoluda Vakit gazetesi köşe yazarı olan Sibel Eraslan’ın yazdığı bir köşe yazısında kullandığı ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun hükümlerine göre delil toplanmadan koruma kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ve anılan Kanun'un iptaline karar verilmesi gerektiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 5/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 5/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 15/6/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 16/6/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eski eşi N.Ö.nün şikâyeti üzerine başvurucu hakkında, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) E.2014/77662 sayılı dosyasında soruşturma başlatılmıştır. N.Ö.nün soruşturma kapsamında alınan 23/5/2014 tarihli beyanı şöyledir:"Dilekçemi tekrar ederim. Ç. boşandığım eşimdir, daha önce beni tehdit etmiş hakarette bulunmuştu kendisini şikayet etmiştim uzaklaştırma kararı verilmişti, süresi dolmuştur.Ben halen yukarıdaki adreste ailemin yanında kalırım, 28,29/4/2014 ve 22/5/2014 tarihlerinde eski eşim oturduğum evin bulunduğu yerde karşıma çıktı, konuşmadı birşey yapmadı ama yürürkende beni takip etti, ben bundan rahatsız oldum, kendisinden şikayetçiyim uzaklaştırma kararı verilmesini istiyorum dedi. 6284 Sayılı Kanunun maddesinde düzenlenen koruma tedbirlerini istiyorum 6284 Sayılı Kanunun ve maddelerinde düzenlenen önleyici tedbirleri istiyorum." Savcılığın 23/5/2014 tarihli ve 2014/77662 Soruşturma sayılı yazısı ile İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinden (Mahkeme) 6284 sayılı Kanun kapsamında tedbir talep edilmiştir. Mahkeme 26/5/2014 tarihli ve E.2014/285, K.2014/299 Değişik İş sayılı kararı ile 6284 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (c), (e) ve (f) bentleri uyarınca önleyici tedbir kararı vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Tedbir isteyen davacının kolluk kuvvetlerindeki beyanı dikkate alınarak ve atılı eylem tarihinden, mahkememize yapılan ihbar tarihine kadar geçen süre gözetilerek 6284 Sayılı Kanunun lafzı ve içeriği kapsamında aşağıdaki hüküm kurulması uygun görülmüştür.6284 S.K.'nun aileyi koruyucu, şiddete uğrayan veya şiddete uğraması tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin korunması kapsamında Aile Mahkemesi Hakimi tarafından resen alınması gereklidir. Hakim mağdurların şiddete uğramaması ihtimaline binaen araştırma yapılmaksızın karşı taraf ve tanıkları dinlemeksizin karar verebilecektir.Olağan hayat akışında toplumun sosyal, kültürel boyutu dikkate alındığında şiddete maruz kalanın davacı olduğu aşikar olup maddi olayda davacının beyanı, Yüksek Yargıtay Hukuk Dairesinin içtihatları, 6284 sayılı yasa uygulanış şekli ve kanun maddeleri göz önünde tutularak aşağıda gösterilmiş olan tedbirlerin alınması gerektiği vicdani kanaatine varılmıştır...." İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinin 17/6/2014 tarihli ve E.2014/331, K.2014/331 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...İtiraz eden Şüpheli Ç.'ın 16/6/2014 tarihli dilekçesindeki beyanında özetle; eşi Mağdur N.Ö.nün talebi üzerine uzaklaştırma kararı verildiği, eşin iddia ettiği tarihler dahil kendisini ne gördüğünü nede rastladığını, kendisine ilişkin iddia edilen zarar verme kastının hiçbir zaman olmadığını, İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinin 2014/285 İş esas 2014/299 İş kararı ile verilen 6284 sayılı yasa gereğince verilen karara itiraz etmiştir. İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinin 26/5/2014 tarihli ve 2014/285 İş esas 2014/299 İş karar sayılı dosyasının yapılan incelemesinde; tedbir isteyen N.Ö., karşı taraf Ç. olduğu, istemin kabulü ile şüphelinin (6 ay) süre ile 6284 sayılı yasa gereğince karar verildiği görülmüştür. Tüm dosya kapsamına göre; davalının İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinin 2014/285 İş esas 2014/299 İş karar sayılı dosyasında verilen 6284 sayılı yasaya göre koruma kararının yasaya uygun olduğundan ve itiraz edenin itirazının yerinde görülmediğinden itirazın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur. ..." Ret kararı 31/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, 11/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 6284 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir: a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması. b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi. c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması. ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması. d) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması. e) Korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi. f) Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi. g) Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi. ğ) Silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi. h) Korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması.” 6284 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.” 6284 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Bu Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir. (2) Hâkim tarafından verilen tedbir kararlarına itiraz üzerine dosya, o yerde aile mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde aile mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye hukuk mahkemesine, aile mahkemesi hâkimi ile asliye hukuk mahkemesi hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde ise en yakın asliye hukuk mahkemesine gecikmeksizin gönderilir. (3) İtiraz mercii kararını bir hafta içinde verir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.” 6284 sayılı Kanun’un maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:“Tedbir kararının ilgililere tefhim veya tebliğ edilmemesi, kararın uygulanmasına engel teşkil etmez.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12971 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun hükümlerine göre delil toplanmadan koruma kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ve anılan Kanun'un iptaline karar verilmesi gerektiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iskân kapsamında verilen taşınmazın tapu kaydının iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucular, Vedat Necip Hüveydani ve eşi Kadriye Hüveydani'nin mirasçılarıdır. Cemil oğullarından Münir oğlu Vedat Necip Hüveydani ve eşi Kadriye Hüveydani ile çocukları Aysel, Günsel, Erten ve Münir İcra Vekilleri Heyetinin 4/8/1936 tarihli kararıyla zorunlu iskâna tabi tutularak Diyarbakır'dan Sinop'a nakledilmiştir. Sonrasında ise İcra Vekilleri Heyetinin 18/5/1944 tarihli kararıyla Denizli'ye nakledilmişlerdir. Sinop'un Merkez ilçesine bağlı Ada Mahallesi 105, 106 ve 107 parsellerde kayıtlı taşınmazların 23/7/1942 tarihinde tevfikan iskân hakkı olarak on yıl süreyle satılmaması şartıyla Münir oğlu Vedat Necip Hüveydani ve eşi Kadriye Hüveydani'ye satılarak adlarına tescil edildiği anlaşılmıştır.B. Başvuru Konusu Dava Süreci Başvurucular, murisleri adlarına tescil edilen anılan taşınmazlara ilişkin kayıtların 1952 yılından sonra kaybolduğunu belirtmiştir. Bu nedenle öncelikle var ise tapuda üçüncü kişiler adına kayıtların iptali ile murislerin mirasçıları adına tescili, bu talebin reddi hâlinde tazminata hükmedilmesi talebiyle 26/4/2010 tarihinde Sinop Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) terditli olarak tapu iptali ve tescil davası ile tazminat davası açmışlardır. Mahkemece başvuru konusu taşınmazlara ait tapuların geldi ve gittileri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. 16/1/2015 tarihli bilirkişi raporunun sonuç kısmı şöyledir:"...söz konusu parsel 2510 sayılı kanun hükümlerine tevfikan iskan hakkı olarak 300,00 lira üzerinden harçlandırılmak üzere ve ileride çıkacak fazlalık hazineye ait olmak üzere 10 yıl müddetle satmamak kaydıyla Mümir oğlu Necip Hüveydani karısı Kadriye Hüveydani'nin iken Bakanlar Kurulu'nun 15/5/1944 gün ve 131-3 sayılı kararı ile serbest iskana tabi tutularak Sağlık ve Sosyal Bakanlığının 3/6/1944 gün ve İskan Müdürlüğü'nün 1021 sayılı emirleri ile Denizli vilayetine nakledilmiş olmalarından 4062 sayılı Kanunun maddesinin dördüncü fıkrası mucibince istirdat suretiyle Maliye Hazinesi namına tashihen tescili il yüce katının 26/6/1944 gün ve Sağlık Sosyal Yardım Müdürlüğü'nün 2780/42 sayılı yazıları ile bildirilmiş olmakla tashihen tescil edildiği anlaşılmıştır." Mahkemece başvuru konusu taşınmazlar üzerinde keşif yapılıp bilirkişi raporları alındıktan sonra 8/10/2015 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde;i. Anılan taşınmazların başvurucuların murislerine Hazine tarafından verildiği ve sonrasında murislerin Denizli'ye gönderildikleri ve 14/6/1934 tarihli ve 2510 sayılı mülga İskân Kanunu'nun maddesi uyarınca anılan taşınmazların tapularının iptal edilerek istirdat yoluna gidildiği ifade edilmiştir. ii. Ayrıca davanın esasını oluşturan kayıtların geçerliliğini yitirdiği açıklanmıştır. Öte yandan başvurucuların murislerinin taşınmazlar üzerinde zilyetliklerinin olmadığı ve şehri dolayısıyla zilyetliği terk ettikleri belirtilmiştir. iii. Netice itibarıyla tapu kayıtlarının açıklanan içeriğine göre tazminatı gerektiren bir keyfîliğin söz konusu olmadığı vurgulanmıştır. Taraflarca temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 4/10/2016 tarihinde onanmıştır. Tarafların karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 6/2/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 7/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 5/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığından (Arşiv Başkanlığı) Diyarbakır, Sinop ve Denizli illerine ait iskân kayıt defterlerinin tetkik edilerek Hüveydani ailesine ait bütün bilgi, belge ve kayıtların gönderilmesi istenmiştir. Arşiv Başkanlığının 5/9/2019 tarihli yazısı ekinde sunulan Dahiliye Vekâletinin 22/4/1944 tarihli yazısında;i. Münir oğlu Vedat Necip Hüveydani'nin Denizli'ye yerleştirilen eniştesi K.nın vefat etmesi üzerine kız kardeşi F.K. Dahiliye Vekâletine müracaat ederek kardeşi Vedat Necip Hüveydani'nin Sinop'tan Denizli'ye naklini istemiştir.ii. Münir oğlu Vedat Necip Hüveydani ise noter senediyle Denizli'ye nakline ve orada yerleşmelerine müsaade edildiği taktirde yol masrafı ve Denizli'de iskân yardımı istemeyeceklerini taahhüt etmiştir.iii. Buna göre Münir oğlu Vedat Necip Hüveydani'ye Sinop'tan Denizli'ye kadar yol masrafı ve gideceği yerde hiçbir suretle iskân yardımı istememek ve Sinop'ta verilen taşınmazların 4062 sayılı Kanun'un dördüncü fıkrası mucibince istirdat edilmek kaydıyla Münir oğlu Vedat Necip Hüveydani ve ailesinin Denizli'ye yerleşmesine izin verilmiştir. 2510 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"A: Hükümetçe iskân edilen muhacirler, mülteciler, göçebeler ve 1 numaralı mıntakada Hükümetçe yerleştirilen kimseler yerleştirildikleri yerde en az on yıl oturmağa mecburdurlar. Bunlar Dahiliye Vekilliğinin izni olmadıkça başka yerlerde yurt tutamazlar. Başka yerlere izinsiz gidip yurt tutanlar ve tutmak istiyenler yerleştirildikleri yere döndürülürler. " 2510 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"I: 1 ve 2 numaralı mıntakalarda 12 ve 13 üncü maddelere mutabık olarak Hükümetçe iskân edilmiş veya edilecek muhacirlere, mültecilere, göçebelere ve naklolunanlara 885 numaralı kanun hükümlerine göre verilmiş veya bu kanun hükümlerine göre verilecek olan iskân haddi dahilindeki mütedavil sermaye, sanat ve ziraat alât ve edevatı, hayvanlar, koşum ve araba takımları, tohumluklar ve 1 numaralı mıntakalardakilere iskân haddi içinde verilmiş veya verilecek toprak ve yapılar parasızdır. Bunlardan önce borçlanmış olanlardan tahsil edilmiyen taksitler tahsil olunmaz ve tahsil edilenler de geri verilmez.Tevzi cetvelinin üçüncü bendine göre verilen topraklar da parasızdır.II: 2 numaralı mıntakada 885 numaralı kanun hükümlerine göre iskân edilmiş veya bu kanun hükümlerine göre iskân edilecek muhacirlere, mültecilere, göçebelere ve naklolunanlara verilmiş veya verilecek yapılar ve topraklar borçlanmağa tâbidir.Borçlanma muameleleri Dahiliye; tahsilat, Tahsili Emval kanununa göre, Maliye Vekâletince yaptırılır.III: Borçlanma: İskânın sekizinci yılının eylülünden başlamak ve yirmi yılda ve kırk müsavi taksitte ödenmek üzere yapılır. Borç yirmi sekizinci yıl sonunda tamamen tahsil edilmiş olur.Peşin verenlerin borçlarının yarısı affolunur.Bu kanundan önce iskân edilmiş olan muhacirlere, mültecilere, nakledilenlere ve göçebelere borçla iskân haddi içinde verilmiş olan topraklar ve yapıların bedeli iskân edildikleri tarihten sonra sekizinci yılın eylülünden başlamak üzere yirmi yılda kırk müsavi taksitte tahsil olunur. " 9/6/1941 tarihli ve 4062 sayılı İskân Kanunu'nun 39 uncu Maddesinin Tadili Hakkında Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"2510 sayılı Kanunun 29 uncu maddesinde yazılı müddet içinde bilâ mezuniyet iskân yerini terk veya gaybubet ederek iki sene sonunda mürettep yerlerine avdetle yerleşmemiş veya aynı yerlere iadeleri mümkün görülmemiş olanlarla iskân olunduğu yerden Hükümetçe naklen başka yere iskân olunanlara, evvelce iskân edilmiş iken bilâhare serbest iskâna tâbi tutulanlara, eski yerlerinde verilen gayrimenkuller tapuda namlarına tescil edilmiş olsa bile Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâletinin işarı üzerine vali ve kaymakamlar tarafından tapuları iptal ve verilen gayrimenkullar istirdat olunur. Bunlardan bilâ mezuniyet iskân yerini terk veya gaybubet edenlerin iskân hakları sakıt olur." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20168 | Başvuru, iskân kapsamında verilen taşınmazın tapu kaydının iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Şırnak'ın İdil ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve takip eden süreç nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Türkiye'de, PKK terör örgütünün neden olduğu şiddetin sona erdirilmesi amacıyla 2012 yılında başlatılan, yaklaşık üç yıl devam eden ve demokratik açılım olarak adlandırılan sürecin ardından -güvenlik güçlerinin raporlarına göre- anılan süreçte terör örgütünün bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapması sonucu 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet eylemleri özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş; patlayıcılar yerleştirilmiş ve bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Terör ve şiddet olaylarına, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen ve başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlarla müdahale edilmiştir. Terör örgütü mensuplarının yakalanması, halkın can ve mal güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması için yapılan operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında 2015 yılının ikinci yarısından başlamak üzere değişen tarihlerde sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazı yerleşim birimleri geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla getirilen sokağa çıkma yasakları güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından kaldırılmıştır. Gerçekleşen geniş çaplı operasyonlarda beş yüze yakın güvenlik görevlisi şehit olmuş, iki binin üzerinde terörist etkisiz hâle getirilmiştir (sürece ilişkin detaylı aktarım ile operasyonlar ve olaylara ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019; Seyid Narin [GK], B. No: 2018/20156, 18/5/2022; Gülser Yıldırım (2), B. No: 2016/40170, 16/11/2017). Yukarıda özetlenen operasyonların gerçekleştirilip sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde, İdil Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) kararına istinaden 23/2/2016 tarihinde yapılan bir arama sırasında İdil ilçesi, Atakent Mahallesi, 434 sokak, Alhan Apartmanı No:3'te bir erkek cesedi bulunmuştur. Cesedin bulunduğu apartman güvenlik güçleri tarafından K-414 olarak belirtilmiştir. Bulunan ceset cenaze aracıyla İdil Devlet Hastanesine nakledilmiştir. Cesedin bulunmasını takiben Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturma kapsamında aynı gün olay yerinde fotoğraf, video çekimi gerçekleştirilip tutanağa bağlanmış, ilgili emniyet birimlerine gereken delillerin toplanması için talimat verilmiştir. Aynı gün düzenlenen Olay Yeri İnceleme Tutanağı'na göre ikametin terör örgütü mensuplarınca gasbedilip odaların ve eşyaların darmadağın edilerek çeşitli hasarların verildiği değerlendirilmiş ve SIM kartları takılı iki cep telefonu, bir dizüstü bilgisayar, içinde nüfus cüzdanı, ehliyet, banka kartları olan cüzdan tespit edilmiştir. Söz konusu deliller, el koyma kararı verilerek muhafaza altına alınmıştır. Güvenlik güçlerince düzenlenen tutanaklara göre (Telsiz Kayıtları Çözümlemesi ve Olay Yeri İnceleme Tutanakları) K-414 koduyla belirtilen bina operasyonlar sırasında terör örgütü mensuplarınca kullanılmış, güvenlik güçlerine bu binadan da ateş açılmış ve çatışmalar yaşanmıştır. 23/2/2016 tarihinde olay yerinde bulunan (daha sonra başvurucuların yakını olduğu anlaşılan) ceset üzerinde ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılabilmesi için ceset Cumhuriyet savcısı tarafından Mardin Adli Tıp Kurumuna sevk edilmiştir. Bununla birlikte İdil Devlet Hastanesinde düzenlenen ölü muayene raporunda cesedin iki elinin içinden ve üstünden svap, kıyafetten de numuneler alındığı belirtilmiştir. Cesetten alınan tüm svaplarda ve kazağında atış artıklarında bulunan antimon (Sb) elementi tespit edilmiştir. 24/2/2016 tarihinde otopsi işlemi yapılmıştır. Bu işlemin ardından cesedin S.B.ye ait olduğu anlaşılmıştır. S.B.nin kardeşi O.B.ye de teşhis işlemi yaptırılmıştır. Tamamlanan otopsi işlemi neticesinde S.B.nin güvenlik güçlerince yapılan operasyon sırasında penetran cisim yaralanmasının yol açtığı burun kemiği, kot kırıkları ile müterafik iç organ yaralanmasının yol açtığı iç kanama nedeniyle öldüğü tespit edilmiştir. Çatışmaların devam ettiği bölgede güvenlik güçleri tarafından yapılan araştırma sonucu olay yerini gören ve kayıt yapan kamuya ya da özel şahıslara ait kamera ve/veya tanık tespit edilemediği görülmüştür. 7/5/2016 tarihli Telsiz Çözümleme Tutanağı'na göre operasyon kapsamında 29 numaralı telsiz kanalında geçen muhabere kayıtlarında güvenlik güçleri arasında 21/2/2016 tarihinde bir terör örgütü mensubunun imha edildiği, karşı daireden hâlâ sesler geldiği, uzun namlulu otomatik tüfek atışı yapıldığı için roketle karşılık verildiği şeklinde konuşmalar yapılmıştır. Soruşturma sonunda 2/1/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçede özetle, elde edildiği açıklanan (ölenden alınan tüm svaplarda atış artıklarına rastlanması, cesedin bulunduğu, K-414 olarak belirtilen adrese ilişkin telsiz kayıtlarında adresten güvenlik güçlerine ateş edildiği bilgisinin yer alması, S.B.nin İdil ilçesinde kalmasına rağmen bildirimde bulunmadığı için İdil ilçesinde kalanlar listesinde adının geçmemesi) deliller dikkate alınarak S.B.nin terör örgütü üyesi olduğunun, silahlı faaliyet gösterdiğinin tespit edildiği belirtilmiştir. Kararda; güvenlik güçlerinin terör örgütüne yönelik operasyonlarda ve belirtilen amaçlar doğrultusunda, yetkili merciden aldıkları hukuka uygun emrin yerine getirilmesi esnasında kendilerine, diğer güvenlik güçlerine ve sivil halka örgüt mensuplarınca yöneltilen, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız saldırıları o anda hâl ve koşullara göre, saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunda olduklarının, meşru müdafaa hakkı kapsamında hareket ettiklerinin değerlendirildiği, meşru müdafaa sınırının aşıldığına dair herhangi bir delil elde edilemediği ifade edilmiştir. Söz konusu karara yönelik itiraz Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 6/4/2018 tarihinde reddedilmiştir. Ret gerekçesinde operasyonların arka planına ve güç kullanımına ilişkin mevzuata dair geniş kapsamlı bir açıklama yapılarak güvenlik güçlerinin terörist grupla silahlı çatışma yaşanırken terörle mücadele çerçevesinde aldıkları emri yerine getirdikleri sırada terör örgütü mensubu olduğu tespit edilen S.B.yi kanunun verdiği yetkiyi kullanarak etkisiz hâle getirdikleri sonucuna ulaşıldığı ve bu bağlamda Başsavcılık kararında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda başvurucuların etkin soruşturma yapılmadığına dair itirazı da incelenmiş ve resmî bir soruşturmanın başlatıldığı, soruşturmanın suça karışmış olma ihtimali olan kişilerden bağımsız olarak yürütüldüğü, haber alınır alınmaz ivedilikle harekete geçildiği, otopsi, olay yeri inceleme, ifade alma ve diğer soruşturma işlemlerinin yapıldığı, bunlara bağlı olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve devamı maddelerindeki görev ve yetkilerin kullanıldığı, delilerin toplandığı, müştekilerin soruşturmaya dâhil edilmesi suretiyle etkili başvuru hakkının gereklerine uygun davranıldığı, soruşturmanın makul sürede yapıldığı ve etkin soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edilmediği sonucuna ulaşıldığı tespit edilmiştir. Başvurucular, nihai hükmü 17/4/2018 tarihinde öğrenmelerinin ardından 17/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/16141 | Başvuru, Şırnak'ın İdil ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve takip eden süreç nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, alacak istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 28/1/2009 tarihinde asliye hukuk mahkemesinde açtığı davada verilen görevsizlik kararı üzerine idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 26/2/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15483 | Başvuru, alacak istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 4/10/2010 tarihinde Bolu İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasının kısmen reddedildiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 5/2/2014 tarihinde Bolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 15/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 4/10/2010 tarihinde Yıldırım Sitesi Yöneticiliği aleyhine Bolu İş Mahkemesinde açtığı davada, Şubat 2002 ilâ 9/7/2010 tarihleri arasında davalı sitede apartman görevlisi olarak çalıştığını, iş akdinin davalı tarafından feshedildiğini, ancak ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini ileri sürerek, ihbar tazminatı ve işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Mahkemece, 24/5/2012 tarih ve E.2010/585, K.2012/169 sayılı kararla; davanın kısmen kabulüne, ihbar tazminatı ve fazla çalışma ücreti alacaklarının tahsiline, hayatın olağan akışı ve yaşam gereği bir işçinin hastalık, mazeret izni ve benzeri nedenlerle çalışma yapmadığı günler için fazla çalışma ücreti alacaklarından %30 oranında indirim yapılmasına, davalının zamanaşımı savunması dikkate alınarak, 4/10/2005 tarihinden önceki süreler için fazla çalışma ücreti alacaklarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/5/2013 tarih ve E.2012/22927, K.2013/10580 sayılı ilamıyla; davalı yönetim kurulu karar defterinin 30/6/2008 tarihli kararında, başvurucunun geçmiş yıllık izinleri kullandığına dair imzalı beyanının bulunduğu dikkate alınarak yıllık izin alacağının hesaplanması gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak, 22/8/2013 tarih ve E.2013/313, K.2013/281 sayılı kararla; ilk kararda belirtilen gerekçelerle ve yeniden hesaplama yapılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/12/2013 tarih ve E.2013/24707, K.2013/20866 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme yolu kapalı olan hüküm 3/12/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Karar, 7/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir Başvurucu, 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” 5521 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.” 5521 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu Kanunda sarahat bulunmayan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1512 | Başvurucu, 4/10/2010 tarihinde Bolu İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasının kısmen reddedildiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvurucu, yonca üretimi için sağlanan destek ödemesinin geri istenilmesine dair işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın , ve maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 11/7/2013 tarihinde Bayındır Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 9/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 8/9/2014 tarihli görüş yazısı 16/9/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 29/9/2014 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Hayvancılığın desteklenmesi projesi kapsamında yonca üretimi yapacağına dair taahhüt vermesi üzerine başvurucuya 389,12 TL yonca destekleme primi ödenmiştir. İzmir İl Tarım Müdürlüğünce yapılan denetimde, başvurucu tarafından yonca yerine buğday ekildiğinin tespit edilmesi üzerine 13/7/2006 tarihli işlemle başvurucuya ödenmiş olan 389,12 TL’nin iadesi istenmiş, ayrıca işlemde gecikme zammının hesaplanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, hayvancılığın desteklenmesi hakkındaki 2000/467 sayılı Bakanlar Kurulu kararı gereğince ödenen yonca destekleme priminin geri istenilmesine ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğunu, ödenen primlerden yalnızca kendisinin sorumlu olmadığını, dayanak 2000/467 sayılı Bakanlar Kurulu kararının 24/2/2005 tarihinde yürürlükten kaldırıldığını, ödenen desteğin amme alacağı niteliğinde olmadığını, sözleşmeye uygun olarak yonca ekildiğini ancak şartların imkansız olduğu aşamada davalı idareye başvuruda bulunulduğunu, şüpheli alacağın vadesi konusunda bir açıklık bulunmadığını, ekimi yapılan yoncanın 50 dönüm kadarının halen mevcut olduğunu ileri sürerek, iptali istemiyle dava açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi 7/12/2007 tarih ve E.2006/1563, K.2007/1982 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Dosyanın incelenmesinden, davacının imzaladığı 2003 tarihli taahhütnamede, gayrimenkuller üzerinde, "Hayvancılığın Desteklenmesi Kararı" kapsamında desteklemeden faydalanacağını, destekleme kapsamında bulunan yonca üretimi projesini destekleme şartlarına uygun olarak tesis edeceğini, proje kapsamında yeralan menkul ve gayrimenkulleri amacı dışında kullanmayacağını, kararnamede ve projede belirtilen tüm hususlara uyacağını, uymadığı takdirde 2000/467 sayılı Kararın maddesine göre ödenen destekleme miktarını yasal faizi ile birlikle ödeyeceğini taahhüt ettiği, yonca üretin projesinin 2003 tarihinde onaylanması üzerine adına 000 TL hak ediş miktarı ödendiği, davacı tarafından 2005 tarihli başvuru ile, 2005 yılı Mayıs ayında aşırı yağış ve sel nedeniyle söz konusu yerlerde erozyon olduğu, yonca köklerinin söküldüğü, taşındığı ve kalan yonca bitkisinin ise aşırı su birikintisi ile kök çürüklüğünün olduğu, yoncanın ekonomik olarak son bulduğunu beyan ettiği, bunun üzerine 2005 tarihinde İzmir İl Tarım Müdürlüğü elemanlarınca yapılan denetimde, destekleme projesi kapsamındaki taşınmazların bir kısmının birleştirilerek tek parsel haline getirildiği, bu yerlere buğday ekiminin yapıldığının tespit edildiği ve geçirgenliği iyi olan söz konusu tarımsal ayanlarda herhangi bir su birikintisi ve sel tahribatının olmadığı, tarım arazilerinin ekili veya ekime hazır halde birinci sınıf tarım arazileri olduğunun tespit edildiği, öte yandan 2006 tarihinde destekleme projesine ilişkin yapılan denetimde ise, proje kapsamında bulunan on bir adet parselin dokuzunda yonca ekimi yapılmadığı ve bu yerlere buğday ekildiğinin tespit edildiği, 2006 tarih ve 487 sayılı Bayındır Kaymakamlığı Olur’u ile davacının yonca projesini taahhüt ettiği süreler boyunca devam ettirmediği nedeniyle proje kapsamında ödenen miktarların tahsili amacıyla Vergi Dairesine intikal ettirildiği, dava konusu işlem ile davacıya ödenen 389,12- YTL yonca destekleme projesinin 6183 sayılı Yasanın maddesi uyarınca bir ay içerisinde ödenmesinin talep edildiği, bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.Olayda, yukarıda belirtilen Kanun hükmü ve açıklamalar uyarınca kamu alacağı niteliğinde bulunan yonca üretimi projesini destekleme ödemesinin, İzmir İl Tarım Müdürlüğü elemanlarınca yapılan iki ayrı denetimde, Hayvancılığın Desteklenmesi Hakkında Karar'ın maddesinde belirtildiği üzere, desteklenmeye konu taşınmazlarda destekleme şartlarına aykırı olarak yonca ekimi yerine buğday ekildiğinin tespit edilerek ödemenin haksız yapıldığının anlaşılması üzerine, geri istenilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Davacı tarafından, destekleme projesi kapsamındaki taşınmazlarda kendisi dışında sekiz kişinin ekim yaptığı, bu nedenle ödemenin yalnızca kendisinden istenilmeyeceği ileri sürülmekte ise de; dava konusu destekleme ödemesinin, davacı tarafından imzalanan 2003 tarihli taahhütname üzerine doğrudan kendisine yapıldığı anlaşıldığından bu iddiaya itibar edilmemiştir. Ayrıca, davacı tarafından, yonca ekim şartlarının imkansız olduğu aşamada davalı idareye başvuru yapıldığı belirtilmekle ise de; desteklemeye ilişkin projenin yoncaya ilişkin olduğu, ekim şartlarının imkansız olduğu durumda, projenin yerine getirilmediğinden bahisle yapılan ödemenin geri verilmesi yerine desteklemeye konu taşınmazlarda buğday ekildiği anlaşıldığından bu iddia esası etkiler nitelikte görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, davanın REDDİNE, “ Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 22/11/2011 tarih ve E.2008/7750, K.2011/5055 sayılı kararıyla onanmıştır. Başvurucu, bu karara karşı yaptığı karar düzeltme başvurusunda amme alacağı dışında 907,22 TL gecikme faizi de istenildiğini, anılan faizin yasal dayanağının bulunmadığını belirtmiş, Daire 7/5/2013 tarih ve E.2012/2206, K.2013/4152 sayılı kararıyla karar düzeltme talebini reddetmiş, karar başvurucuya 18/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. 11/7/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 21/7/1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur....” 6183 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Maliye Bakanlığınca tespit ve ilan edilecek vergiler hariç olmak üzere belediye sınırları dışındaki köylerde tahsildarlar tarafından tahsil olunan amme alacakları ödeme süresi içinde ödenmediği takdirde bunlar için yalnız % 10 gecikme zammı uygulanır.Ödeme müddeti geçmiş olmasına rağmen tahsildarların gidemediği köylerdeki borçlulara bu zam, tahsildarın ilk uğradığı zaman içinde borçlarını ödemedikleri takdirde tatbik olunur.” 10/5/2000 tarih ve 24045 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2000/467 sayılı Bakanlar Kurulu kararının maddesi şöyledir:“Haksız ödendiği tespit edilen destekleme ödemeleriyle ilgili alacaklar ödemenin yapıldığı tarih itibarıyla, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre ilgililerden tahsil edilmek üzere ilgili vergi dairelerine intikal ettirilir.” 24/2/2005 tarih ve 25737 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2000/8503 sayılı Bakanlar Kurulu kararının maddesi şöyledir:“Bu Karar, 2005-2010 yılları arasında 6 yıl süre ile uygulanacak olup hayvancılığın desteklenmesi ile ilgili hususları kapsar.” 2000/8503 sayılı Karar’ın maddesi şöyledir: “Haksız ödendiği tespit edilen destekleme ödemeleriyle ilgili alacaklar ödemenin yapıldığı tarih itibarıyla, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre ilgililerden tahsil edilmek üzere ilgili vergi dairelerine intikal ettirilir.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun (mülga) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" (Değişik birinci cümle: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca;a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması,b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,d) (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmış olması,Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5565 | Başvurucu, yonca üretimi için sağlanan destek ödemesinin geri istenilmesine dair işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2. , 45. ve 14 maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, mektubun bazı kısımlarının çizilerek gönderilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Hükümözlü olarak Ereğli (Konya) T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunan başvurucunun eşine ve çocuklarına göndermek istediği mektup şifreli haberleşme olabileceği gerekçesiyle alıkonulmuştur. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 27/8/2019 tarihli kararında anılan mektupta yer alan ifadelerin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeleri ile haberleşme niteliği taşıdığı, maddeler halinde yazılan dua, hadis, buyruk şeklindeki yazıların üyelerin motivasyonlarını yükseltme çabası içerdiği kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Başvurucu anılan kararın yasal dayanağının bulunmadığını, mektubun hangi kısmında şifreli haberleşme olduğunun belirtilmediğini ifade ederek Ereğli (Konya) İnfaz Hâkimliğine itirazda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 22/10/2019 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını kısmen kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde mektuptaki bazı yerlerin başladığı ve bittiği kelimeler vurgulanarak mektubun bunlar dışındaki kısmının gönderilmesine karar verilmiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz Ereğli (Konya) Ağır Ceza Mahkemesi tarafından İnfaz Hâkimliği kararının usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 3/12/2019 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 2/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2782 | Başvuru, mektubun bazı kısımlarının çizilerek gönderilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında, kesin bir mahkûmiyet hükmü ile sonuçlanmayan ceza yargılamasının esas alınması ve gerekçeli kararda suçluluğu ima eden bazı ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/8/2015 tarihinden itibaren çeşitli taşeron şirketler bünyesinde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı bünyesinde basın yayın biriminde sözleşmeli bir şekilde çalışmakta iken 17/10/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 3/11/2017 tarihinde dava açmıştır. Diyarbakır İş Mahkemesi (Mahkeme) 20/6/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan dolayı verilen 10 ay hapis cezasının hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı ve kararın kesinleştiği bilgisine yer verilmiştir. Başvurucunun 667 sayılı KHK kapsamında iş sözleşmesinin feshedildiği ifade edilmiştir. Başvurucu karara karşı 19/9/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 14/2/2019 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek Mahkeme kararını gerekçe yönünden düzelterek yeniden hüküm kurmak üzere ortadan kaldırılmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Alt işveren yönünden ise davacının PKK Terör Örgütü ile bağlantılı olduğu, davacı hakkında terör örgütü propagandası yapmaktan mahkûmiyet hükmü bulunduğu görüldüğünden davacının iş sözleşmesinin en azından şüphe feshi kapsamında feshedildiğinin kabulü ile davanın reddi gerekecektir. Aynı şekilde alt işveren yönünden yine Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından kamu asıl işverenince 667 sayılı KHK kapsamında alt işveren işçisinin işten çıkarılmasını istenmesi durumunda bu durumun alt işveren bakımından zorunluluk oluşturduğu ve alt işverence yapılan feshin geçerli olacağı belirtildiğinden (Yarg. Hukuk Dairesi, 2017/5151-4850 E. K. Sayılı karar) işverence yapılan fesih yine geçerli olacaktır.Görüldüğü gibi feshin haklı neden boyutu ileride açılması muhtemel alacak davalarında tartışılmak üzere fesih en azından geçerli olduğundan mahkemece ulaşılan sonuç bu gerekçelerle yerinde görülmüştür." Nihai karar başvurucuya 4/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, karara karşı 28/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından 21/9/2010 tarihinde PKK silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan dolayı 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve başvurucu hakkında yeniden suç işlemeyeceği hususunda olumlu kanaat oluşması nedeniyle hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. A. Ulusal Hukuk İlgili mevzuat için bakınız Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, masumiyet karinesi ile sağlanan güvencenin iki yönünün bulunduğu ifade edilmiştir. Ceza yargılamasının yürütülmesine ilişkin usule dair güvence ile -sonucunda mahkûmiyet kararı dışında bir hüküm kurulan ceza yargılaması ile bağlantılı olan durumlarda- daha sonra yürütülecek yargılamalar boyunca kişinin masumiyetine saygı gösterilmesinin sağlanması amaçlanır. Bu usule ilişkin yön kapsamında masumiyet karinesi ilkesi, ceza yargılamasının adil olmasını sağlayacak usule ilişkin güvence olarak kamu görevlilerinin davalının suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklar. Ancak bu husus, cezai meselelerde usule ilişkin güvence ile sınırlı değildir. Bu kapsam daha geniştir ve devletin hiçbir temsilcisinin mahkeme ile suçluluğu ispatlanıncaya kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu söylememesini gerekli kılar. Bu kapsamda sadece ceza yargılaması kapsamında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza gerektiren bir suçla suçlandığı süreye ilişkin iken masumiyet karinesi güvencesinin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43). Bu bağlamda Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının sağladığı korumanın ikinci yönüne göre sanığın beraatiyle veya davanın düşmesiyle sonuçlanan ceza yargılamaları sonrasında, söz konusu kişiye masumiyetine uygun bir muamelede bulunulması gerekir. Bu ikinci yönde maddenin genel amacı; bir suçtan beraat eden bireyleri veya ceza yargılaması düşen kişileri, itham edildiği suçu işlediğini düşünen kamu görevlileri ve makamlarına karşı korumaktır. Bu davalarda masumiyet karinesi, adil olmayan bir cezai hükmün önlenmesi için bu karineyle sağlanan usule ilişkin güvencenin çeşitli koşullarının yargılamada uygulanması suretiyle hayata geçirilmiştir. Beraat veya herhangi bir düşme kararına riayet edilmesi hakkının korunmaması hâlinde Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasında yer alan adil yargılanma güvenceleri teorik ve hayalî olma riskiyle karşı karşıya kalabilir (Seven/Türkiye, § 54). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19294 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında, kesin bir mahkûmiyet hükmü ile sonuçlanmayan ceza yargılamasının esas alınması ve gerekçeli kararda suçluluğu ima eden bazı ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığınagönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun engelli eşi T. 16/10/2017 tarihinde ikamet ettiği Konya/Taşkent ilçesi Çeşmi Mahallesi'nin Sarıyar mevkii civarında, o alanda bulunan arı kovanlarını kontrole gelen N.A. ve H.S.A. tarafından bulunmuş ve yapılan kontroller sonucunda T.nin hayatını kaybettiği anlaşılmıştır. Hadim Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından olay hakkında resen ve derhâl soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet savcısı tarafından aynı gün olay yerine gidilerek bazı incelemeler yapılmıştır. Düzenlenen Olay Yeri Keşif Tutanağı'nda yalnızca T.nin sol tarafına yatar vaziyette olduğu belirtilerek ölü muayene ve otopsi işlemi için Devlet Hastanesine doğru yola çıkıldığı ifade edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı gün adli tıp uzmanı doktor eşliğinde gerçekleştirilen ölü muayenesi ve otopsi sonucunda düzenlenen tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"... Elbiselerde kavga ya da mücadeleyi andıracak yırtık sökük görülmedi. Ateşli ateşsiz silaha ait hasara rastlanılmadı. Pantolon ve cekette kurumuş ot kalıntıları olduğu görüldü. Elbiselerinden arındırılan çıplak haldeki cesedin 153 cm boyunda, 65-70 yaşları görünümünde, 60-65 kg tahmini ağırlıkta,... ölü katılığının kol ve bacaklarda orta şiddette devam ettiği, ölü lekelerinin sırt üstü yatış pozisyonuna uygun olarak sırtta ve mutat bölgelerde bası görmeyen alanlarda koyu mor renkte basmakla solacak tarzda teşekkül etmiş olduğu izlendi. Baş ve yüz bölgesi konjeksiyonlu ve siyanotik görünümde olup, her iki parmak tırnak yatakları, dudak uçları, kulak sayvanları, siyonetik bulundu. Avuç içleri çimento, ağız ve burun delikleri çevresi toprak kalıntıları içermekte idi. Göğüs sol tarafı deforme görünümünde olup, elle muayenede kaburga kırıklarına ait krepitasyon hissi alındı. Cesette başkaca travmatik ve patalojik özellik gözlenmedi. Darp cebir izi ateşli- ateşsiz silah yarası, elle bağla boğma izi ası telemi görülmedi. Anüs ve dış genital organlar doğal gözlendi. Alkol ve toksik madde koku hissi alınmadı. İç muayenede; BAŞ AÇILDI: Saçlı deri kaldırıldı. Saçlı deri altının yaygın noktasal kanamalar ihtiva ettiği gözlendi. Travmatik lezyon izine rastlanılmadı. Her iki temporal adale grubu doğal görünümde olduğu görüldü. Kafa kubbe kemikleri sağlam bulundu. Kafatası açıldı. Beyin, beyincik çıkartıldı. Yüzeylerinde BOS Drenajının bozulmasına bağlı buğulu cam görünümü olduğu, kesitlerinin hiperemik olduğu, yüzeylerinin ödemli olduğu izlendi. Sol frontal de 5*5 cm'lik sahada SAK alanı mevcut idi. Beyin dokusu içerisinde kanamaya ya da yer kaplayan lezyona rastlanılmadı. Vertebrobaziller Arterler ve Karotistlerde yaygın ateron plağı içermekte idi. venöz sünüslerden az miktarda akıcı kıvamda kan gelmekteydi. Duramater ve kaide kemikleri sağlam bulundu. GÖĞÜS AÇILDI: Göğüs cildi kaldırıldı. Cilt cilt altı ve yumuşak sert dokuları incelendiğinde, sternumun 2-3 kaburga hizasından ayrıklı kırık olduğu, göğüs sol tarafta 2-7 kaburganın sağda 3-5 kaburganın orta klavuka çizgisinden ekimozlu kırık olduğu, göğüs sol tarafının yassılaşmış görünümde deforme olduğu izlendi. her iki tarafta pnömotoraks testi negatif bulundu. Sternal kapak kaldırıldı. Sağ göğüs boşluğundan 600 cc kan boşaltıldı. Sol akciğer hilusü kanamalı idi. Her iki akciğer alt lopları kontizyonlu görünümde izlendi. Solda 3-8 kaburga ayrıklı arka koltuk altı çizgisi hizasından 7-8 kaburga ayrıca ön koltuk altı çizgisi hizasından ekimozlu kırık idi. T 10 - 11 hizasından ayrıklı kırık olduğu, omurga sütununun yaygın kanamalı olduğu görüldü. Perikart kesesi doğal gözlendi. Kalp doğal görünümünde olup yüzeylerde süt lekeleri mevcut idi. Sağ ventrikül duvar kalınlığı 0,5 cm, sol ventrikül duvar kalınlığı 1,6 cm, triküspit kapak 13 cm, Pulmoner kapak 7 cm, mitral kapak 10 cm, aorta 7,5 cm ölçüldü. Koroner arterler çıkışları az miktarda aterom plakları ihtiva etmekteydi. Dönen dalda lumeni kalsifiye idi. tam tıkayan trovbüs olduğu görüldü. Koronerler kurşun buluş şeklinde kalsifik idi. BOYUN ORGANLARININ İNCELENMESİNDE: Hyoid kemik, troid kıkırdak boyun omur ve yumuşak dokuları sağlam bulundu. Trakea ve ana bronşlar köpüklü ödem mai ile dolu bulundu. Özefagus lümeni boş bulundu. Lariks lümeni konjeksiyonlu idi. BATIN AÇILDI: Batın boşluğunda dalak çevresinde ve pelvis boşluğunda sol tarafta kan sızıntıları olduğu, dalağın diyefragma altından lasera olduğu, sol pubis kolunun kırık olduğu, sol böbrek çevresinin kanamalı olduğu izlendi. Karaciğer kenarları keskin yüzeyleri düzgün, kesitleri soluk bulundu. Her iki böbrek yüzeyleri düzgün kesitleri soluk bulundu. Pankreas ve pelvis organları doğal gözlendi. Mide içerisinde 500 CC krem renkli sindirilmemiş gıda artıkları mevcut idi. Alkol ve toksik madde koku hissi alınmadı. İnce ve kalın bağırsaklar doğal bulundu. SONUÇ: 2017 Taşkent ilçesi Çetmi mahallesi, Kuzan mevkiinde erozyon önlemek için başlatılan duvar işinde çalışan [T.] isimli şahsın çalışma alanına yakın arazide yanında patlamış halde çimento torbası da olduğu halde ölü olarak bulunduğu ... yapılan otopsisinde elde edilerek yukarıya kaydedilen bilgi ve bulgular ışığında;1-Kişinin ölümünün künt göğüs ve batın travmasına bağlı çok sayıda kaburga kırığı, sternum, T 10-11 omurga ve sol pubis kolu kırıkları ile müterafik iç organ hasarı, iç kanama ve omurilik hasarı neticesinde meydana geldiği, lezyonların sol tarafta yoğunlaştığı, solda ön ve arka kısımlarda seri kaburga kırıkları ve sol pubis kolu kırığı mevcut olduğu dikkate alındığında, göğüs ve karnın sıkışması ve ağırlık altında kalma neticesinde oluşmuş olabileceği, 2- Ölümün otopsi bitiş saati olan saat 21:55 itibariyle 6-8 saatlik bir zaman dilimi öncesinde meydana geldiği görüş ve kanaatimi bildiririm..." Hadim İlçe Jandarma Komutanlığı (Komutanlık) tarafından olay yeri incelemesi yapılmış, olay yerinin fotoğrafları çekilip basit krokisi çizilmiştir. Olay yeri inceleme raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...Olayın meydana geldiği yerin Taşkent ilçesi Çetmi mahallesinin Sarıyar mevkiinde bulunan ... Çetmi mahallesine 500 m uzaklıkta bulunan %30-40 eğimli toprak ve taşlı zeminden oluşan kısmen ağaçlıklı arazi kesitinin olduğu tespit edildi. ...Çetmi mahallesine 500 m mesafede bulunan ve toprak kaymasını önlemek maksadı ile set çalışmasının yapıldığı bölgenin 50-60 m doğusunda bulunan ve [N.A.ya] ait fenni arı kovanlarının bulunduğu yerde başı kuzeyi, ayakları güneyi gösterir şekilde sol yanı üzerine yatmış vaziyette üzeri battaniye ile kapatılmış 65-70 yaşlarında bir erkek şahsın ölü olarak bulunduğu,... tespit edilmiştir. ...Müteveffanın 60 cm uzağında üst kısmından yırtılmış vaziyette 50 Kg ağırlığında standart çimento torbasını bulunduğu tespit edildi. Müteveffanın harici kontrolünde ellerinde ve vücudunun ön yüzey bölümünün çimento ve toz ile kirlenmiş vaziyette olduğu, ateşli ve ateşsiz silah izi, delici yada kesici herhangi bir silah izi, boğulma izi ile darp yada bereleyici herhangi bir ize rastlanılmamış olup herhangi bir elbise bütünlüğünde yırtılmanın ya da deformasyonun bulunmadığı tespit edildi. Cesedin bulunduğu alan ve çevresinde boğuşma vb. şüpheli bir bulguya rastlanılmamış olup, ceset olay yerinde hazır bulunan cenaze nakil aracı ile ölü muayene ve otopsi işlemlerinin yapılması için Taşkent Devlet Hastanesine sevk edilmiş olup, olay yeri çevresinde yapılan iz ve emare araştırmasında şüpheli herhangi bir bulguya rastlanılmamıştır. ..." Başvurucunun başvuru formu ekinde sunduğu iki fotoğrafta; bir tane patlamış kâğıt çimento çuvalı, büyük tekerleklere ait tekerlek izi ve bu izin üzerinde iki ayakkabı izi olduğu görülmüştür. Kepçe operatörü K.nın Komutanlık nezdinde şüpheli sıfatıyla alınan 16/10/2017 tarihli tanık beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Taşkent Belediyesinde Kepçe operatörü olarak görev yapmaktayım. Çetmi Mahallesinden Belediyeye müracaat eden şahısların kepçe ile işlerinin olduğu tarafıma söylenmesi üzerine sabah saat 30 sıralarında Çetmi Mahallesine gittim. Sarıyar diye tabir edilen bölgede [T.] ve [İ.A.] isimli şahısların yaptırmış olduğu bahçe sulama borularının üzerini kapatmak için olay yerine gittim. Ve yaklaşık 40 dakika çalışarak işimi bitirdim ve [İ.A.ya] söyleyerek oradan ayrıldım. Bu esnada [T.] [İ.A.] birliktelerdi. Benim yanımda gelen kimse olmadı. Vefat eden [T.] isimli şahsı tanımam. Kendisi ile bu iş sebebiyle tanıştım..." K.nın Komutanlık nezdindeki 3/11/2017 tarihli şüpheli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Ben yaklaşık olarak 40 dakika kadar burada çalıştım. Bu çalışma esnasında kepçeye herhangi bir kimse inip binmedi. Benim işim saat 00 gibi bittikten sonra [İ.A.ya] kepçe üzerinden kornaya basarak işimin bittiğini söyledim. Kepçe üzerinden inmeden çalışma yapılan bölgeden aracıma kimseyi almayarak Çetmi Yaylasına doğru devam ettim. Ben oradan ayrılırken [İ.A.] ve [T.] çalışmaya devam ediyordu. [T.] engelli aracı ile bahçeye gelmiş. Muhtemelen de engelli aracı ile bahçeden ayrılacaktı. Benimle, sürmüş olduğum kepçeyle herhangi bir yere gelmedi. Bahçeden ayrıldığım esnada da sorumlumuz olan [B.yi] arayarak bilgi verdim ve Çetmi Yaylasında bulunan diğer bir işimi halletmek için o bölgeden ayrıldım..." K.nın Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şüpheli sıfatıyla alınan 6/4/2018 tarihli şüpheli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Ben olay günü [İ.A.] ve [T.nin] Çetmi mahallesi, Sarıyer mevkinde bulunan arazilerindeki sulama borularının arazilerinden geçme işi için Taşkent Belediyesinde çalışan [B.] tarafından görevlendirildim. Ben olay yerinde kanal içerisinde bulunan boruların üzerini toprakla kapatma işimi yaklaşık 40 dakikada bitirdikten sonra olay yerinden tek başıma Çetmi mahallesi, Çetmi yaylasında [K.A.] ve ismini [K.] olarak bildiğim soyadını [B.] olarak hatırladığım kişilerin kanal açma işlerini yapmak için ayrıldım ve saat yaklaşık 10:00 - 10:15 sıralarında Çetmi Yaylasına vardım. Ben kesinlikle kepçenin küreğine ne [T.yi] ne de başka bir şahsı bindirmedim. Ayrıca kepçenin küreğine [T.yle] birlikte bindirdiğim iddia edilen söz konusu çimento torbası yerde bulunmaktaydı. Ben yukarıda anlattığım gibi [İ.A.nın] Sarıyer mevkinde bulunan işini bitirdikten sonra sabah saat 09:00 sıralarında olay yerinden tek başıma ayrıldım. Zaten olay yerinde işimin bittiği konusunda Çetmi Mahallesi sorumlusu olan [B.ye] işimin bittiğini ve olay yerinden ayrılacağımı söyledim. Benim [T.nin] ölümü olayı ile ilgili herhangi bir alakam yoktur. Zaten ben [T.nin] ölümünü saat 18:00 sıralarında [B.den] telefonda öğrendim..." Müteveffayı bulan şahıslar N.A.nın ve H.S.A.nın Komutanlık nezdinde tanık sıfatıyla alınan 16/10/2017 tarihli beyanları benzer şekilde olup N.A.nın beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...17:30'da arıların bulunduğu yere geldiğimizde köylümüz olan [T.] yerde hareketsiz olarak yatmaktaydı. ... herhangi bir tepki vermemesi üzerine köyde bulunan akrabalarına haber verdik, daha sonra da 112'yi arayarak yardım istedik. Kendisi arılarımızın bulunduğu yerin 50 m yakınında bulunan köye giderek su borularının geçtiği güzergahta bugün sabah saatlerinde kepçeci [K.] ve [İ.A.] ile birlikte çalışmışlar. Daha sonra neden burada kaldığını... bilmiyorum. Kendisinin yanında açık bir şekilde bir torbada çimento bulunmaktaydı. Bu torbayı taşırken muhtemelen elinden düşürmüş... Bildiğim kadarıyla kendisinin belirgin bir rahatsızlığı yoktu fakat camide birkaç kez bayıldığını biliyorum..." Olay tarihinde müteveffayla birlikte çalışan İ.A.nın Komutanlık nezdinde tanık sıfatıyla alınan 16/10/2017 tarihli beyanın ilgili kısmı şöyledir:"...[T.] bacanağım olur. Kendisi ile aynı zamanda komşuyuz. Bahçelerimize gelecek olan sulama borularını araziden geçirmek maksadıyla kepçe çağırarak Sarıyar mevkinde bulunan yerde 30 dakika kadar sabah saat 09:00 sıralarında çalıştık. Boru yerlerinin üstü kapandıktan sonra [T.] kepçeye binerek köye doğru gitti. Ben de yaya olarak eve gittim. Sabah saat 9:30'dan sonra kendisini hiç görmedim... bildiğim kadarıyla herhangi bir rahatsızlığı yoktu, fakat son zamanda birkaç kez camide bayılmış. [T.nin] herhangi bir husumetlisi de yoktur..." İ.A.nın Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde tanık sıfatıyla 5/4/2018 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...bacanağım olmaktadır. Olay günü maktul ile birlikte müşterek olarak malik olduğumuz miras kalan Taşkent ilçesi, Çetmi mahallesi, Sarıyer mevkinde bulunan arazimizde yaklaşık 40 dakika çalıştık. Çalışma amacımız bahçelerimize gelecek olan sulama borularını arazimizden geçirmekti. Çalıştığımız yere 4 torba çimento getirdik. Çimento torbalarından bir adedi arttı. Artan çimento torbasını [T.] yanına alarak oğlum [Y.A.nın] köyde bulunan evine götürmek amacıyla olay yerinde çalışan Taşkent Belediyesine ait iş makinesinin kepçesine bindi. Kepçe hareket ettikten sonraki ben bulunduğum yer çukur olması sebebiyle görmedim. Ancak, [T.nin] kepçeye binerek çimento torbasını oğlum olan [Y.A.nın] evine götüreceğini biliyordum. Ama kepçe [T.yi], oğlumun evine götürmedi ve kepçesinde [T.nin] bulunduğu iş makinesi normalde çimento torbasını oğlum [Y.A.nın] evine bırakıp geri getireceği halde bir daha çalıştığımız araziye gelmedi. Bu sebeplerden dolayı kepçe şoförü olan şahsın iş kazası neticesinde [T.yi] iş makinesinden düşürerek ... ölümüne sebebiyet verdiğini düşünmekteyim. Her ne kadar jandarmada verdiğim ifadede sadece [T.nin] iş makinesinin kepçesine bindiğini beyan etmişsem de, jandarmadaki ifademde rahat bir şekilde ifade veremedim. Olayın aslı anlattığım gibidir. Yani [T.] yanına bir adet çimento torbasını alarak iş makinesinin kepçesine bindi. [T.nin] ölümü ile ilgili tüm bildiklerim bundan ibarettir..." Müteveffanın oğlu Y.T. Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 1/11/2017 tarihli dilekçesinde; dayısına yardım amacıyla babasının yapılmakta olan duvar yapımında çalışmak üzere olay yerine yakın bahçeye gittiğini, iş bitiminde belediye kepçe operatörü köye geri döneceğinden dayısının kalan bir adet çimento torbasını köye götürmesini operatörden istediğini, babasının çimento torbasını kepçenin kürek diye tabir edilen kısmına koyduğunu, babasının da kepçenin bıçağına binerek köye gittiğini, duvar inşaatının yapıldığı yer ile köye inişte bir rampa olduğunu, kepçe köye giderken kepçenin ağzında bulunan bıçaktan bir şekilde düşerek öldüğünü, kepçe operatörünün de telaşla babasını alıp bir yere koyup olay yerinden hızla ayrılmış olduğunu tahmin ettiğini belirtmiştir. Y.T. dilekçesinde; olayın kasıtlı gerçekleştirildiği iddiasının bulunmadığını ancak bilmeyerek ölüme sebebiyet vermesi nedeniyle kepçe operatörünün korkudan babasını olay yerine bırakıp gitmiş olabileceğini, babasının bulunduğu yerde kepçeye ait olabilecek tekerlek izlerinin bulunduğunu, olay günü bu izler alınmış olsaydı izlerin belediyenin kepçesine ait olduğunun ortaya çıkacağını ifade etmiştir. Soruşturma ile ilgili bazı ihmallerin olduğunu, babasının otopsisi sonucu edinilen bulguların normal bir düşmeyle ölümün gerçekleşmesinin mümkün olmadığını gösterdiğini belirten Y.T., olayların aydınlığa kavuşturulması için soruşturmanın derinleştirilip gerekli tüm bilgi ve belgelerin Adli Tıp Kurumuna gönderilerek otopside elde edilen bulgulara göre çimento torbasının düşmesi sonucu bu ölümün gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespit edilmesini talep etmiştir. Y.T. Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 12/12/2017 tarihli bir başka dilekçeyle, çimento torbasından ve babasının cenazesinin 10 metre ilerisindeki iki inşaat küreğinden parmak izi örneği alınmasını talep etmiştir. Ayrıca babasının cenazesinin bulunduğu toprak yolda kepçeye ait olabilecek tekerlek izi üzerindeki ayakkabı izinin fotoğrafının çekilip ayak izinin incelemeye alınıp alınmadığını, babasını bulanlardan N.A.nın yolda ayak izleri olduğunu, çimento torbasının ezik olduğunu söyledikten sonra susturulup uzaklaştırıldığını ileri sürdüğünü, bu iddianın araştırılıp araştırılmadığını sormuştur. Y.T. dilekçesinde; çimento torbasının yerde düz bir şekilde durduğunu, babasının kucağından düşürmüş olması hâlinde çimento torbasının düzgün bir şekilde yere düşemeyeceğini, yine çimento torbasının bir insanın üstüne düşmesi hâlinde patlamayacağını, patladığı varsayılsa bile çimento torbasının üzerinin ezik olmayacağını, dışa doğru yığılmış bir şekilde duracağını ve torbanın üzerinde kepçenin lastik izi bulunduğunu belirterek bu hususların şüphe oluşturduğunu belirtmiştir. Devamında Y.T., babasının çalıştığı yere yaklaşık 200 metre mesafede olan Y.A.nın evine çimento torbasını kucağında tek başına götürmesinin mantıksız olduğunu, kucağında götürecek olsa bile dayısı İ.A. ile beraber ya da el arabası ile babasının veya 15 metre aşağıda kendisine ait olan akülü engelli arabası ile götüreceğini, 15 metre mesafede araç varken 100 metrelik yolu dolanarak 200 metreye çıkarmasının ve çimento torbasını kucağında götürmesinin mantığa aykırı olduğunu ifade ederek bu hususların araştırılmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun talimatla beyanının alınması talebi üzerine başvurucunun kolluk nezdinde verdiği 16/3/2018 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...[T.] benim eşimdir. Hadim Çetmi Kasabasında bulunan Sarıyer Mevkiindeki bahçemize sulama borularının geçirilmesi amacıyla kepçe çağırmıştık. Olay... tarihinde eşim [T.] çalışmak amacıyla söz konusu bahçeye gitmişti. Eniştem olan [İ.A.nın] da aynı yerde bahçesi olduğundan o da belirtilen yerde çalışmakta idi. Eniştem [İ.] işler bittikten sonra kepçe arabasına bir torba çimento koymuş yanına da eşimi bindirerek kepçeyi kullanan şahsa evimizi tarif etmiş ve eşimi evin önünde indirmesini söylemiş. Ancak eşimi eve getiren kimse olmadı. Daha sonra akşam beni arayarak eşimin vefat ettiğini söylediler. Eşimin yeğenleri olan [H.S.A.] ve [N.A.] olay günü kovanlarına bakmaya gittiklerinde eşimin orada yerde hareketsiz bir şekilde yattığını ve yanında da patlamış bir çimento torbası bulunduğunu görmüşler ve hemen 112'yi arayarak ambulans çağırmışlar. Bu olaylardan benim sonradan haberim oldu. Eşimin [İ.A.nın] bindirmiş olduğu kepçeden düşerek yaralandığını ve müdahale eden kimse olmadığı için orada vefat ettiğini düşünmekteyim. Eşimi kepçeden düşürdüğünü düşündüğüm kepçeyi kullanan şahıstarı davacı ve şikayetçiyim..." Cumhuriyet Başsavcılığı 9/11/2017 tarihli müzekkereyle müteveffanın olay tarihinde ve bir gün öncesinde cep telefonundan yaptığı iletişimin bilgilerinin iletilmesini Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığından talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 6/4/2018 tarihinde taksirle ölüme neden olma suçundan şüpheli kepçe operatörü K. hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Bilgi sahibi olarak ifadesi alınan [İ.A.] ifadesinde özetle,...Bilgi sahibi olarak ifadesi alınan [H.S.A.] ifadesinde özetle;...Bilgi sahibi olarak ifadesi alınan [N.A.] ifadesinde özetle;...Müteveffanın eşi olan Ümmü Tunç'un talimat ile alınan ifadesinde özetle; ...Dosyanın tek şüphelisi olan kepçe operatörü şüpheli [K.] Cumhuriyet Başsavcılığımızda alınan ifadesinde özetle; ...... otopsi tutanağında 'Kişinin ölümünün künt göğüs ve batın travmasına bağlı çok sayıda kaburga kırığı, sternum, t10-11 omurga ve sol pubis kolu kırıkları ile müterafık iç organ hasarı, iç kanama ve omurilik hasarı neticesinde meydana geldiği, lezyonların sol tarafta yoğunlaştığı, solda, ön ve arka kısımlarda seri kaburga kırıkları ve sol pubis kolu kırığı mevcut olduğu dikkate alındığında, göğüs ve karnın sıkışması ve ağırlık altında kalma neticesinde olmuş olabileceği şeklinde tespitlerde bulunulduğu, Yukarıda ayrıntılı bir şekilde anlatılan olay ile ilgili her ne kadar şüpheli[K.] hakkında müteveffanın ölümüyle ilgili taksirle ölüme sebep olma suçundan adli soruşturma başlatılmışsa da, bilgi sahibi olarak ifadesi alınan [İ.A.] ve müşteki Ümmü Tunç'un ifadelerindeki müteveffanın olaydan evvel şüphelinin sevk ve idaresindeki kepçenin küreğine bindiğini destekleyecek nitelikte soyut müşteki ve bilgi sahibi beyanlarından başkaca somut herhangi bir delil ya da emarenin mevcut olmadığı, kaldı ki, müteveffanın olaydan evvel kepçe küreğine bindiği düşünülse bile bu hususun tek başına müteveffanın kepçe küreğinden düşerek öldüğünü ispatlamayacağı, zira Hadim İlçe Jandarma Komutanlığı OYİ ekiplerince yapılan olay yeri incelemesinde müteveffanın harici kontrolünde ellerinde ve vücudunun ön yüzey bölgesinin çimento ve toz ile kirlenmiş vaziyette olduğu, ateşli ve ateşsiz silah izi, delici ya da kesici herhangi bir silah izi, boğulma izi ile darp ya da bereleyici herhangi bir ize rastlanılmadığı ve ayrıca elbise bütünlüğünde yırtılmanın ya da deformasyonun bulunmadığının tespit edildiği, olay yeri incelemesindeki söz konusu tespitlerin de müteveffanın, şüphelinin sevk ve idaresindeki kepçeden düşerek vefat ettiği iddialarını desteklemediği anlaşılmış olup,Açıklanan hususlar doğrultusunda, tüm dosya kapsamı incelendiğinde, iddia makamımızda, şüphelinin üzerine atılı taksirle ölüme sebep olma suçunu işlediği yönünde hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek düzeyde yeterli şüphe oluşmadığı anlaşılmakla;..." Başvurucu 8/5/2018 havale tarihli dilekçeyle söz konusu karara itiraz etmiştir. Başvurucu itirazında, eşinin K.nın kullanmış olduğu kepçenin küreğine binerek Çetmi kasabasındaki evine doğru yola çıktığına dair İ.A.nın tanık beyanına rağmen Başsavcılık tarafından verilen kararda bu hususun dikkate alınmadığını, otopsi raporlarında göğüs çevresinde çoklu kaburga kırığı, omurga ve omurilik kırığı, iç organlarda oluşan ağır hasarlar neticesinde oluşan iç kanama ile ölümün gerçekleştiğinin belirtildiğini, tek bir çimento torbası taşıyan kişinin düşmesi sonucu bu kadar ağır şekilde kırıkların ve hasarın oluşamayacağını, belirli bir hızla ve belirli bir yükseklikten düşme/düşürülmesinin buna sebebiyet vereceği noktasında olay ile otopsi raporu arasında illiyet bağı kurulmadığını, şüphelinin olay saatlerinde yaptığı telefon görüşmeleri, diğer randevularına gidip gitmediği, gittiyse görev esnasındaki davranışlarının şüphe olup olmadığının araştırılmadığını dile getirmiştir. İtiraz Konya Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/7/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...toplanan delillere, alınan ifade beyanlarına, yapılan araştırmaya ve tüm dosya kapsamına göre soruşturmaya konu eylemin mevcut deliller kapsamında değerlendirilmesinin ve hukuki nitelendirilmesinin dosya kapsamına uygun olup bir isabetsizlik görülmemesi ve özellikle olaya ilişkin tüm delillerin toplanarak etkin yapılan soruşturma sonucuna göre karar verilmesi, araştırılacak başka bir hususun kalmaması ve mütevaffanın kasten öldürüldüğü veya taksirle ölümüne neden olunduğuna ilişkin iddiadan öte delil elde edilememiş olmasına ve ölümün maktülün kendi tedbirsizlik ve dikkatsizliği nedeniyle düşmesi sonucunda meydana gelmiş olduğunun anlaşılmış olması..." Ret kararı başvurucuya 24/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 27/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk Anayasa Mahkemesinin Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 87, 91-95) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27524 | Başvuru, ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yükseköğretim öğrencisi olan başvurucunun üniversite içinde katıldığı gösteri nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğrencisi olup Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı Yunus Emre Yurdunda kalmaktadır. Başvurucu 17/3/2016 tarihinde Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü içinde düzenlenen nevruz kutlamasına katılmıştır. Anılan gösteride çeşitli sloganların atılması, yer yer şiddet olaylarının yaşanması üzerine yurt idaresi tarafından başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu ifadesinde; memleketinde her sene nevruzu kutladıklarını, halay olduğunu görünce gösteriye katıldığını, etkinliğin yasa dışı olduğunu bilmediğini, bu durumu öğrendiği anda olay yerini terk ettiğini belirtmiştir. Soruşturma sonucunda başvurucunun 3/1/1999 tarihli ve 23572 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan mülga Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Yurt İdare ve İşletme Yönetmeliği'nin (3/1/1999 tarihli Yönetmelik) maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f) bentleri uyarınca yurttan süresiz çıkarma cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali talebiyle idare mahkemesine (mahkeme) başvurmuştur. Mahkeme, güvenlik güçlerinin uyarılarına rağmen başvurucunun uzunca bir süre olay yerini terk etmediği ve polisle karşı karşıya gelen grupta yer almaya devam ettiği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusu bölge idare mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 25/5/2018 tarihinde öğrendikten sonra 25/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20407 | Başvuru, yükseköğretim öğrencisi olan başvurucunun üniversite içinde katıldığı gösteri nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ithal edilen malların liman işletmesince teslim edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Dava Öncesi Süreç Başvurucu, Ege Serbest Bölgesi'nde demir-çelik sektöründe faaliyet gösteren bir şirkettir. Başvurucu Şirket; Çin’de bulunan bazı şirketlerden akreditif yoluyla mal satın almıştır. İthal konusu mallar 24/11/2009 tarihinde İzmir Limanı'na ulaşmış ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarının (TCDD) Gümrük Müdürlüğü adına işlettiği ve gümrüklü saha olan geçici eşya depolama alanına teslim edilmiştir. Konşimentoların orijinali ile İzmir Gümrük Müdürlüğüne meşru hak sahibi olarak yapılan başvuru üzerine anılan eşya başvurucu Şirket adına 26/11/2009 tarihinde Müdürlükçe tescil edilerek Ege Serbest Bölgesi'ne sevk edilmiştir. Gümrük işlemlerinin tamamlanması üzerine aynı gün geçici antrepoya konulan eşyanın teslimi amacıyla TCDD Liman İşletmesi Müdürlüğüne konşimento alıcı nüshaları ve diğer gerekli belgeler ibraz edilmesine rağmen bu eşya başvurucuya teslim edilmemiştir. Eşyanın teslim alınamaması üzerine TCDD'ye noterlikler vasıtasıyla sırasıyla 4/12/2009 tarihli ihtarname gönderilip eşyanın teslimi için gerekli olan şartların neler olduğu sorulmuştur. TCDD'nin cevabı üzerine de istenenler yerine getirilip eşyanın teslimi için tekrar başvurular yapılmış olmasına karşın teslimat talepleri yine reddedilmiştir. Liman idaresi ise talep konusu malların tesliminden kaçınmasına gerekçe olarak; yapılan kontroller sonucunda konşimento üzerinde yer alan geminin işletme kaydında bulunmamasını göstermiştir. Başvurucu ise anılan gemi işletme kayıtlarında bulunmasa bile bedelini ödediği malın tarafına ait olduğu hususunun konşimento, faturalar ve Gümrük Müdürlüğünün tescili ile belgelendiğini ve malın mülkiyeti hususunda herhangi bir ihtilafın bulunmadığını ileri sürmüştür. B. Dava Süreci Başvurucu Şirket, eşyanın teslim edilmesi veya ticari faizi ile birlikte maddi ve manevi tazminata karar verilmesi istemleriyle 18/6/2009 tarihinde İzmir Asliye Ticaret Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme, başvurucu tarafından açılan ve tamamen aynı içerikte olan diğer iki davayı (Mahkemenin E.2009/365 ve E.2009/742 sayılı dosyaları) başvuru konusu dava dosyası ile birleştirmiştir. Başvurucu Şirket dava dilekçesinde;i. Davalı liman işletmesinin 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nun maddesi gereğince ardiyecilik görevi yaptığını, tasdikli özet beyan karşılığında gümrüklü eşyayı zimmetine alıp gümrük işlemleri bitince sahibine teslim etmekle mükellef olmasına ve geçici antrepoya konulan eşyanın teslimi amacıyla davalı işletmeye konşimento alıcı nüshaları ile diğer gerekli belgelerin verilmesine rağmen eşyanın teslim edilmediğini belirtmiştir.ii. Davalı işletmece gönderenleri, taşıyıcıları, gümrük idaresi ve alıcı kayıtlarında herhangi bir yanlışlık veya eksiklik bulunmayan eşyanın bu şekilde teslim edilmemesinin hukuki bir dayanağının bulunmadığını ve 4458 sayılı Kanun'un maddesi gereğince gümrük idareleri ile muhatap olan kişilerin kanun, tüzük ve yönetmeliklere uymakla mükellef olduğunu ileri sürmüştür.iii. İdarenin, dava konusu teslimden kaçınma şeklindeki haksız fiili sonucu emtianın piyasa satış bedeli olarak yüksek miktarlarda kâr mahrumiyetinin oluştuğunu iddia etmiştir. Dava dosyası daha sonra İzmir Asliye Ticaret Mahkemesine (Mahkeme) devredilmiştir. Mahkeme 15/4/2013 tarihinde asıl ve birleşen davaların reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle şu hususlara yer verilmiştir:i. Taşıyanlar ve acenteleri, yükleme limanında tanzim edilen konşimentoları ibraz eden yetkili hamillere malları teslimle yükümlü olup bu işlemi konşimentoların ibraz edilmesi ve konşimentoların sahte olup olmadığını inceleyerek yapacaktır.ii. Gönderilen konşimentoları, taşıyan acentelerine ibraz ederek taşıyanlardan aldığı belgeler ile (teslim talimatnamesi-muvafakatnamesi) malları teslim alabilecektir. Bu durumda yüklerin konşimentolarda bunları teslim almaya yetkili gönderilen dışında üçüncü bir kişiye teslim edilmesi hâlinde taşıyanlar sorumlu olacaklardır.iii. Gümrük idaresinin hâlihazırda eski uygulamalarından farklı olarak antrepo hizmeti vermemesi nedeni ile ordino talep etmediği, gümrük idaresinin sadece malın gümrükle ilgili pozisyonunu, tarifesini, ithalinin serbest olup olmadığını ve gümrük vergisinin ödenip ödenmediğini araştırdığı, diğer hususların yetki alanı dışında olduğu, malların alıcıya teslim edilip edilmemesi hususunun gümrük idaresinin yetkisinin dışında kaldığı açıktır.iv. Gemilerden tahliye edilen ancak henüz alıcıya teslim edilmemiş mallar üzerinde tasarruf hakkının taşıyanlarda bulunması nedeni ile alıcının bu konşimentoları doğrudan liman idaresine ibraz ederek malların teslimini isteyemeyeceği belirlenmiştir. Yine limanın buradaki hukuki durumunun taşıyanların ifa yardımcısı olduğu, taşıyanların varma limanında zilyetliği nakil sureti ile yüklerin vasıtalı veya vasıtasız zilyetliğinin gönderilene geçmesini sağladığı, dolayısıyla taşıyanların iradeleri olmaksızın tek taraflı teslim yapılamayacağı açıklanmıştır.v. Bu durumda taşıyanların talimatı olmadan liman idaresinin yükü teslim edemeyeceği hukuki gerçeği dikkate alındığında başvurucu Şirketin söz konusu taleplerini hak sahibi olduğunu ispat ederek taşıyanlara karşı ileri sürmesi gerekirken onun ifa yardımcısı konumundaki liman idaresine dava açması kabul edilemeyecektir.vi. Taşıyanların, alacaklarını tahsil edemedikleri takdirde yük üzerinde hapis haklarını kullanabilmeleri ancak malların kendi talimatları ile teslim edilmesine bağlıdır. Aksi takdirde, taşıyanlar bu alacaklarını tahsil edemeyeceklerdir. Eşyayı taşıyanın rızası dışında teslim eden liman idaresinin de bu hâlde hukuki ve cezai sorumluluğu bulunmaktadır. Bu itibarla taşıyanların onayları olmadan taşıyanların menfaatlerini koruma yükümlülüğü bulunan ve teslim emri olmaksızın teslimatı gerçekleştiremeyecek olan liman idaresinin sorumluluğu söz konusu olacaktır. Sonuç olarak liman idaresinin ancak taşıyanların talimatına rağmen haksız olarak yükü teslim etmekten kaçınması hâlinde başvurucunun haksız fiil niteliğindeki bu eylem nedeniyle liman idaresine karşı dava açabilmesi hakkı doğabilecektir.vii. Taşıyanın yardımcısı konumundaki liman idaresi eşyanın gönderilene teslimini yaptığı andan itibaren taşıyıcıların sorumlulukları sona erecektir. O hâlde eşyanın teslimi taşıyanlar adına liman idaresince yapılmaktadır. Liman işletmesi taşıyanlardan aldığı talimat doğrultusunda malları kime teslim etmesi gerekiyorsa ona teslim edecektir.viii. Sonuç olarak başvurucu Şirket, TCDD Liman İşletmesine karşı açmış olduğu davalarda haklı bir hukuki sebebe dayanmamaktadır. Diğer bir deyişle başvurucu Şirket, konşimentoyu ibraz etmeden konşimentoyu temsil eden malların kendisine teslimini isteyemeyecek ve bu nedenle tazminat talebinde bulunamayacaktır. Temyiz edilen hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Daire karar düzeltme istemlerini de 16/6/2015 tarihinde reddetmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 9/7/2015 tarihinde tebliğ edilmişlerdir. Başvurucu Şirket 7/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. İnter Metal Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. Başvurusu, B. No: 2015/13518, 3/7/2018, §§ 22- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13547 | Başvuru, ithal edilen malların liman işletmesince teslim edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Başvurucu Vedat Kaya, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/8 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/8 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davalarının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile bir kısım yargılama yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, ekli tablonun (D) sütununda yer alan kurumlar ve/veya bu kurumlara hizmet veren özel şirketlerde (şirket) işçi olarak çalışmakta iken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduğunun bildirilmesi üzerine iş sözleşmeleri feshedilmiştir. Başvurucular ekli tablonun (E) sütununda belirtilen mahkemeler nezdinde işe iade talebiyle davalar açmıştır. Bu kapsamda yapılan incelemelerde 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname veya 1/9/2016 tarihli ve 29818 ( mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde yasal yetkiye istinaden iş sözleşmelerinin feshedildiği, bu kapsamda geçerlilik koşullarının aranmayacağı gerekçesiyle davaların reddi yönünde hüküm kurulmuştur. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14727 | Başvurular, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davalarının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile bir kısım yargılama yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltında cinsel saldırı, hakaret ve tehdit nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: A. Genel Olarak Başvurucu Gezi Parkı olayları kapsamında Ankara Dikmen Semti’nde 26/6/2013’te yapılan gösteriye katılmıştır. Saat 00 sıralarında TOMA ve AKREP olarak tabir edilen zırhlı araçlarla yapılan müdahalede kullanılan basınçlı su ve biber gazından etkilenerek olay yerinden uzaklaşmaya çalışan başvurucu, ara sokaklardaki polis müdahalesinden korunmak için bir kıraathanenin önünde beklemeye başlamıştır. Başvurucunun yanında, arkadaşının on yedi yaşındaki oğlu olan K. isimli bir gösterici vardır. Başvurucunun beyanına göre göstericiler dağıldıktan sonra başvurucunun beklediği yere gelen polis, başvurucuyu gözaltına almıştır. Başvurucu; polislerin ekip aracına bindirirken ve araç içinde göğüs, kalça ve cinsel organına dokunmak suretiyle kendisine cinsel saldırıda bulunduklarını, araç içinde ellerini kelepçelediklerini, başına vurduklarını, kucağına bir polisin oturarak cinsel saldırıyı sürdürdüğünü öne sürmüştür. Bir saat kadar sonra AKREP olarak tabir edilen başka bir araca bindirildiğini, kendisine sigara ve su verilmediğini, tehdit edildiğini öne sürmüştür. 27/6/2013 günü saat 30’da yakalanan başvurucu hakkında Yakalama Tutanağı düzenlenmiştir. Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinin 27/6/2013 tarihli raporuna göre başvurucunun sol dirsek iç yüzünde 6 cm2lik ekimotik alan mevcuttur. 27/6/2013 günü saat 00’de on beş polis memuru ve amiri tarafından Olay Tutanağı tanzim edilmiştir. Tutanakta olay günü Ankara’nın çeşitli bölgelerinde yapılan gösterilerle ilgili bilgiler yer almaktadır. Dikmen Caddesi Polisevi Kavşağı'nda meydana gelen olaylarla ilgili açıklamalar şöyledir: “Saat: 30’da Dikmen-Sinan Caddesi Mimar Sokak üzerinde toplanan ve aralarında Halkevlerine müzahir şahısların bulunduğu yaklaşık (400) kişilik grup yolu araç trafiğine kapatmış ve yola barikat kurarak beklemeye başlamıştır. Saat 10'da Sinan Caddesi ve Mimar Sokak üzerinde bulunan herkesin duyabileceği şekilde ses yayın aracı vasıtasıyla görevlilerimiz tarafından yolu araç trafiğine kapatan gruba hitaben “Yaptığınız eylem 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa aykırıdır. Yolu Trafiğe Açınız ve dağılınız. Lütfen Çevreyi Rahatsız Etmeden buradan ayrılınız. Aksi takdirde su ve gaz kullanılmak suretiyle ve gerekirse zor kullanılarak dağıtılacaksınız." şeklinde ikazda bulunulmuştur. Yapılan ikazlara rağmen dağılmamakta direnen gruba Çevik Kuvvet Personeli tarafından orantılı olarak ve grubun dağılmasını sağlayacak ölçüde gaz ve TOMA aracı vasıtası ile su sıkılmak suretiyle müdahale edilerek grubun büyük kısmının dağılması sağlanmıştır. Yapılan ikazlara ve kendilerine verilen makul süreye rağmen dağılmamakta direnen ve polis ekiplerine taşlarla saldıran [Eylem Karadağ ve K.] isimli şahıslar ise saat: 30 da Dikmen Caddesi Üzerinden zor kullanılarak ve dirençlerini kıracak ölçüde müdahale edilerek Asayiş Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından yakalanmış,grubun diğer kısmı ise saat 45’te cadde üzerinden çeşitli yönlere ayrılmıştır. Yakalanan şahısların yüzlerine karşı "2559 Sayılı PVSK ve Yakalama, Gözaltına alma ve İfade alma yönetmeliğinin maddesi" hükümlerinde belirtilen yasal hakları okunmuştur. Yukarıda kimlik bilgileri bulunan şüpheli şahıslar hakkında gerekli adli işlemlerin yapılabilmesi amacıyla Ankara Emniyet Müdürlüğüne intikal ettirilmişlerdir.” Kolluk tarafından 27/6/2013 günü saat 45’te Adli Kolluk-Cumhuriyet Savcısı Görüşme Tutanağı düzenlenmiştir. Anılan tutanağın İhbar Edilen Olay kısmında Gezi Parkı eylemleri sırasında Dikmen Caddesi üzerinde saat 30 sıralarında barikat kurup yolu kapatarak trafiği engelleyen ve güvenlik kuvvetlerine taş vb. sert cisimlerle saldırmak suretiyle 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan yakalanan on kişi hakkında savcının talimatlarının alındığı kaydedilmiştir. Şüphelilerin yakalanıp Emniyet Müdürlüğüne intikal ettirilerek gözaltına alınması, görüntülerin incelenerek Tespit ve Teşhis Tutanağı tanzim edilmesi, şüphelilerin savunmalarının alınması savcının talimatları arasında yer almaktadır. 27/6/2013 günü saat 00’da ikinci kez Adli Kolluk-Cumhuriyet Savcısı Görüşme Tutanağı düzenlenmiştir. Bu tutanakta görüntü kayıtlarının detaylı biçimde izlenmesi, olaya aktif olarak karıştığı görüntülerden tespit edilen şüphelilerle ilgili olarak tekrar talimat alınması, olaya karıştığı tespit edilemeyen şüphelilerin ifadeleri alınarak serbest bırakılması talimatı verilmiştir. 28/6/2013 tarihinde Emniyet Müdürlüğü 2911 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan fezleke hazırlayarak Savcılığa göndermiştir. Başvurucu, savcının talimatıyla 27/6/2013 günü saat 30’da 2911 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan gözaltına alınmıştır. Aynı gece müdafi huzurunda başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında yakalama sırasındaki cinsel saldırı, hakaret ve tehdit iddialarını gündeme getirerek şikâyetçi olmuştur. Başvurucu vekili ayrıca 2/7/2013 tarihinde yazılı olarak suç ihbarında bulunmuştur. Bu dilekçe üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/87564 numarası üzerinden soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun şikâyet dilekçesi üzerine açılan soruşturma kapsamında Savcılık 5/7/2013 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne şu talimatları vermiştir: “1- 27/06/2013 gecesi saat 01:30 sıralarında Dikmen Caddesi ve civarında meydana geldiği iddia edilen olayla ilgili olarak polis tarafından herhangi bir toplumsal olaya müdahale edilip edilmediği, müşteki hakkında herhangi bir adli evrak tanzim edilip edilmediği, edilmiş ise onaylı bir suretinin Başsavcılığımıza gönderilmesi, 2- Olay tarih ve saatinde olay mahalline ilişkin kurumunuzda kamera kaydı var ise buna ilişkin örneğin CD ortamında gönderilmesi, 3- Olay tarih ve saatinde olay mahallini kapsayacak diğer kamu kurumları ile özel işyerlerine ait kamera görüntüleri var ise (özellikle şikayet dilekçesinde belirtilen olayın meydana geldiği yer olarak açıklanan 'kıraathane' civarının) temin edilerek CD ortamında Başsavcılığımıza gönderilmesi, 4- Emniyet Müdürlüğü bahçesinde bekletildikleri sırada kendisine polis memurları tarafından hakaret ve tehdit edildiğinin müşteki tarafından ileri sürülmüş olması karşısında, anılan olayı gösteren kamera kaydı varsa buna ilişkin örneğin CD ortamında gönderilmesi, 5- Müşteki Eylem KARADAĞ hakkında yakalama işlemini yapan polis görevlilerinin, müştekinin gözaltına alındığı akrep tabir edilen araçta ve ardından bindirildiği polis aracında görevli polis memurlarının kimlik ve telefon bilgilerinin gönderilmesi.” Başvurucunun cinsel saldırı iddiaları basında yer alınca Ankara Emniyet Müdürlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü 1/7/2013 tarihinde basın açıklaması yapmıştır. Açıklama metni şöyledir: “Son günlerde bazı yazılı basın organlarında Gazi Parkı sebebiyle kanunsuz gösterilerde, gözaltı işlemleri esnasında Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde görevli Polis Memurları hakkında asılsız iftiralarda bulunan Eylem K. isimli eylemcinin, 2013 günü 'Hatay İli Reyhanlı İlçesinde meydana gelen olayları protesto etmek' amacıyla gerçekleştirilen kanuna aykırı eylemlerde bulunduğu, 2013 günü 'Gezi Parkı’nda Meydana Gelen Olaylara Destek Vermek' amacıyla Çankaya İlçesi Dikmen Caddesi üzerinde toplanan ve yolun her iki yönünü de araç trafiğine kapattıktan sonra barikat kurmak ve barikatı ateşe vermek suretiyle gerçekleştirilen kanuna aykırı eylemlerde bulunan 400 kişilik grup arasında da bulunduğu tespit edilmiştir. Cumhuriyet Savcısının talimatları doğrultusunda gözaltına alınan 6 şüpheliden biri olan Eylem K.’nın belirtilen olaylarla ilgili 3 defa gözaltına alındığı, her 3 ifadesinde de benzer taciz iddialarında bulunması hususu oldukça manidar olup, bahse konu iddialar gerçeği yansıtmamaktadır. Ankara Emniyet Müdürlüğü olarak vatandaşın ırz, can ve mal güvenliğini korumakla görevli teşkilatımız Gezi Parkı protestoları nedeniyle gözaltına alınan eylemciler içerisinde daha öncede bayanlar olmasına rağmen bu tarz iddialarla ilk kez karşılaşılmaktadır. Kamuoyuna ve Basınımıza duyurulur.” Basın açıklaması üzerine başvurucu vekili 22/8/2013 tarihinde Ankara İl Emniyet Müdürü hakkında görevi kötüye kullanma, iftira ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüsten suç ihbarında bulunmuştur. Savcılığın 2013/107071 numarası üzerinden başlatılan soruşturma 12/9/2013 tarihinde 2013/87564 No.lu soruşturmayla birleştirilerek tüm soruşturmalar birlikte sürdürülmüştür. Emniyet Müdürlüğünden temin edilen üç DVD üzerinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde başvurucunun iddiasına konu eylemlerle ilgili herhangi bir görüntü ve ses kaydı tespit edilememiştir. B. Başvurucunun Beyanları Başvurucu 27/6/2013 günü saat 30’da şüpheli sıfatıyla kollukta, 15/7/2013 tarihinde Savcılıkta müşteki olarak ifade vermiştir. Başvurucunun dilekçeleri ve ifadelerindeki iddiaları şöyledir: - 26/6/2013 tarihinde Topçu Kışlası’nın yapılmasını protesto etmek amacıyla Gezi Parkı olayları kapsamında Ankara Dikmen Ziraat Bankası Kavşağı'nda düzenlenen protesto etkinliklerine katılmıştır. Yanında bir arkadaşının on yedi yaşındakioğlu K. da vardır. Saat 00’te hiçbir uyarı yapmadan polis, gösteriye gaz bombası ve basınçlı suyla müdahale etmiştir. Kendilerini (başvurucu ve K.) korumak için İlk Adım Parkı’na yönelmişlerdir. Bu arada ortaya çıkan karmaşa sonucunda ayrı düşmüşler, daha sonra parkın karşısındaki bir kıraathanede bir araya gelip beklemeye başlamışlardır. Bu sırada polisler gelmiştir. Sivil polisler kafasına, K.nın da sırtına vurup onları AKREP'e götürmüştür. Araca binerken eğilmiş vaziyetteyken polislerden biri göğsüne, diğeri cinsel organına değmiş; bir başkası da kalçasını sıkmıştır. - Araca bindirildikten sonra eşkâlini verdiği bir polis “A… koyun bunların, ezin, altınıza alın.” demiş, ellerini kelepçelemiş, solunda oturan polis boyun ve göğsüne dirseğiyle dokunmuş, kucağına oturmuştur. Yirmi sekiz yaşında olduğunu tahmin ettiği bu polisin eşkâlini verememiştir. Yanında bulunan K.nın bu eylemlerden olumsuz etkilenmemesi için sesini çıkarmamıştır. - Ara sokaklarda araçla gezdikten sonra başka bir polis otosuna alınmıştır. Bu araçta elleri kelepçeli, tanımadığı bir kadın gösterici daha bulunmaktadır. Burada bir kadın polis kendisinin fotoğrafını çekmek istemiştir ama o, buna izin vermemiştir. - Bu araçta bir saat kadar bekledikten sonra Emniyet Genel Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğüne götürülmüştür. Araçta bekledikleri sırada polislerden biri “Alanda bağırıyorsunuz, burada korktunuz mu? Biz burada size bir şey yapmıyoruz ama TEM’e götürüldüğünüzde neler yapacaklarını biz biliyoruz.” diyerek kendisini tehdit etmiştir. Genel Müdürlük bahçesinde kelepçeli olarak bir süre oturmuşlardır. Burada otururken eşkâlini verdiği polislerden biri yanındaki polise “Bunlar şerefsiz, vatan haini, bunları erkeksiz bırakmayacaksın.” diyerek hakaret etmiştir. - Olaydan sonra psikolojik tedavi görmüştür. - Ankara Emniyet Müdürlüğünün basın açıklamasına cevaben önceden katıldığı eylemlerle ilgili olarak alınan ifadelerinin bir suretini ibraz etmiş; önceki ifadelerinde cinsel taciz iddiasının yer almadığını, şüphelilerin disiplin amiri konumundaki Emniyet Müdürlüğünün bu açıklamasının soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığına gölge düşürerek etkisizleştirme amacı taşıdığını belirtmiştir. Cinsel saldırı iddialarının gerçeği yansıtmadığının altının çizildiği Emniyet Müdürlüğü açıklaması yargı organlarını etkileme gayesiyle yapılmıştır. Tanık K.nın Beyanları ve Şüpheli Polislerin Savunmaları Tanık K. 30/5/2014 tarihinde Savcılıkta ifade vermiştir. Polislerin kendilerini yakalamaları üzerine döverek AKREP'e götürdüklerini, araçta karşılıklı oturttuklarını, ellerinin kelepçelendiğini, araçta altı polis bulunduğunu, küfrettiklerini, o araçtan indirildikten sonra farklı araçlarla emniyete götürüldüklerini söylemiştir. Cinsel saldırı iddiaları konusunda tanığın bir anlatımı bulunmamaktadır. Savcılıkta savunmaları alınan şüpheli polisler suçlamaları kabul etmemiştir. Soruşturma Neticesinde Verilen Karar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 14/4/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: “… Soruşturma kapsamında müştekinin gözaltı işlemlerine ilişkin elde edilen güvenlik kamera kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş olup, yapılan inceleme sonucu düzenlenen 21/11/2013 tarihli raporda; dosya içerisinde bulunan DVD'ler üzerinde yapılan incelemede iddia konusu eylemlerle ilgili herhangi bir görüntü ve ses kaydının tespit edilemediği belirtilmiştir.… Yargıtay içtihatlarında; cinsel saldırı suçu şüphelisinin görgü tanığı bulunmayan olaylarda, kendisini suçtan kurtarmaya yönelik olarak inkarda bulunabileceği düşünülerek şüpheli savunması yerine, mağdurenin saptanabilen başka bir amacı bulunmadığı, ifadelerinin çelişkili olmadığı, samimi ve inandırıcı olduğu durumlarda, mağdurenin genç ve bekar bir kız olduğu da göz önüne alınarak, kendi iffetine zarar verecek şekilde yalan söylemeyeceği değerlendirilerek ifadesine itibar edileceği hususları önemle vurgulanmaktadır. Dosyanın bir bütün olarak değerlendirilmesi sonucu müştekinin gezi olayları olarak isimlendirilen ve pek çok ilde aynı anda gerçekleştirilen şiddet eylemlerine dönüşen gösterilerden biri olan Dikmen Caddesindeki izinsiz gösteriler sırasında yakalandığı, müştekinin kendisini yakalayan polislere karşı cinsel içerikli suçlayıcı beyanlarda bulunarak savunmaya dönük olarak olayı başka yöne çekmeye çalıştığı, ifadesinin bu nedenle samimi, tutarlı ve inandırıcı kabul edilemeyeceği değerlendirilmiştir. Diğer taraftan Ankara Emniyet Müdürü [K.A.] hakkında atılı olayla ilgili olarak basın açıklaması yapmak suretiyle iftira, görevi kötüye kullanma ve adil yargılamayı etkileme suçlarından dolayı da şikayet dilekçesi verilmiş ve bu dosya ile birleştirilmişse de; Müşteki vekilinin ibraz ettiği basın açıklaması çıktısından da açıkça görüleceği üzere söz konusu basın açıklamasının şüpheli emniyet müdürü tarafından yapılmayıp Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğünce yapıldığı, basın açıklamasının içeriğinde ise müşteki Eylem Karadağ'ın karıştığı olaylarla ilgili olarak kamuoyuna bilgi verildiği, bildirinin herhangi bir suç unsuru içermediğinin tespit edildiği, Yürütülen soruşturma kapsamında toplanan deliller ve dosya kapsamı nazara alındığında şüpheliler hakkında kamu davasının açılması için gerekli, yeterli ve inandırıcı maddi delil elde edilemediği ve atılı suçların unsurlarının oluşmadığı anlaşılmakla, şüpheliler hakkında KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA [karar verilmiştir.]” Bu karara başvurucunun yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 4/6/2015 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesinin Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38) ve Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45) kararlarında ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması açıklanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12060 | Başvuru, gözaltında cinsel saldırı, hakaret ve tehdit nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 10/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 22/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/21125 | Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü nedeniyle adil yargılanma hakkı ile suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında açılan kamu davası sonucunda atılı suçtan başvurucunun 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince esastan reddedilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi mahkemenin mahkûmiyet hükmüne yönelik olarak verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararını 12/12/2018 tarihinde onamıştır. Başvurucu, nihai kararı 11/3/2019 tarihinde öğrendiğini belirterek 25/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9886 | Başvuru, terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü nedeniyle adil yargılanma hakkı ile suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucuya esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanda bulunmak için süre verilmeden mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun diğer şüphelilerle iştirak hâlinde müştekinin ev ve cep telefonlarını arayarak kendisini Başkomiser O. olarak tanıtıp banka hesabına 000 TL para havale etmesini sağladığı ve bu parayı çekerek diğer şüphelilerle paylaştığı gerekçesiyle iddianame düzenlemiş ve iddianamenin kabulüyle başvurucu hakkında dolandırıcılık suçundan kamu davası açılmıştır. Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamada 11/12/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda başvurucunun ve diğer sanıkların istinabe yoluyla yeniden beyanlarının alınması için Diyarbakır Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine müzekkere yazılmasına, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (BTK) müzekkere yazılarak sanıkların kullandığı hattı 1/7/2014 ve 20/7/2017 tarihleri arasını kapsayacak şekilde arayan, bu hattan aranan, mesaj atan ve mesaj alan numaralar ile hattın sinyal aldığı baz istasyonlarının çıkarılarak gönderilmesinin istenmesine ve duruşmanın 12/3/2018 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. İstinabe talebi üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 26/1/2018 tarihinde yapılan duruşmaya başvurucu ve müdafii birlikte katılmıştır. Duruşmada iddianame okunmuş, başvurucu savunmasını yapmış, aynı zamanda duruşmadan bağışık tutulmayı talep etmiştir. Müşteki ve vekilinin hazır bulunduğu 12/3/2018 tarihli celseye başvurucu katılmamış, müdafii ise aynı gün ve saatlerde başka duruşmaları bulunduğu gerekçesiyle mazeret bildirmiş, Mahkemeden mesleki mazeretinin kabulü ile duruşma gününü Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) öğrenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme başvurucu müdafiinin mesleki mazereti ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapmamıştır. Duruşmaya katılan müşteki ve vekili Mahkemece dinlenmiş, duruşmada BTK'dan gelen cevap ve sanıkların istinabe yoluyla alınan ifadeleri okunmuştur. İddia makamınca esas hakkında mütalaanın sunulmasından sonra müşteki ve vekiline mütalaaya karşı diyecekleri sorulmuş ve hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun dolandırıcılık suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucu; istinaf kanun yoluna başvuru dilekçesinde, müdafiinin mazeret bildirmesine rağmen mazeret konusunda bir karar verilmeden yokluklarında tek celsede karar verildiğini ve esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma hakkının elinden alındığını ileri sürmüştür. İstinaf kanun yolu incelemesinden geçen hüküm Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 27/2/2020 tarihli esastan ret kararı ile kesinleşmiştir. Başvurucu 30/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20852 | Başvuru, başvurucuya esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanda bulunmak için süre verilmeden mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucuların yakınlarının Hidro Elektrik Santrali (HES) göleti içinde kalan enerji nakil hattı direklerinde meydana gelen arızanın onarımına giderken geçirdikleri iş kazasında, HES projesinin geçici kabul işlemlerini yapan kişiler,ilgili elektrik şirketi idarecileri ve belediye başkanının ihmali nedeni ile hayatlarını kaybetmeleri ve ölüm olayında ihmali bulunan kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedenleriyle Anayasa'da güvence altına alınan yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/10/2013 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. 18/2/2014 tarihinde Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 6/11/2015 ve 25/1/2016 tarihlerinde, aynı başvurucular tarafından yapılan 2014/1943, 2014/994, 2014/6892, 2014/6893 ve 2014/14064 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/7418 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, diğer dosyaların kapatılmasına, incelemenin 2013/7418 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/11/2015 tarihinde, başvurunun bir örneğinin bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından 13/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvuruculara 14/1/2016 tarihinde bildirilmiş; başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri, ilgili soruşturma ve yargılama dosyası içeriği ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların, Aras Elektrik Dağıtım Anonim Şirketinin (Aras EDAŞ) hizmet alımı sözleşmesi ile bölgedeki elektrik dağıtım şebekelerinin arıza onarım ve bakım işlerini devrettiği şirkette teknisyen olarak çalışan yakınları Ahmet Sait Turan ve Şahin Baykal, 3/4/2012 tarihinde Erzurum ili Aşkale ilçesi Karasu-2 HES göleti (HES göleti) içinde yer alan enerji nakil hattı direklerinde meydana gelen arızanın onarımı için yola çıkmışlar; saat 00 sularında göl içinde kullandıkları plastik deniz bisikletinin alabora olması sonucu araç içindeki diğer üç teknisyenle birlikte suya düşmüşlerdir. Olaya tanık olan bir kişi takriben 17’de 155 ve 112 No.lu telefonlara acil yardım çağrısında bulunmuş; olay 21’de İl Jandarma Komutanlığına, 30’da Valilik Kriz Merkezine bildirilmiştir. 35’te olay yerine intikal eden İlçe Jandarma Komutanı biri ayrı yerde 4 kişinin su üzerinde buza tutunmuş vaziyette gördüğünü bildirmiş, 39’da Valilik Kriz Merkezine olay yeri için helikopter ihtiyacı olduğu bildirilmiş, 55’te Valilik arama kurtarma ekibi Aşkale ilçesine hareket etmiş, İlçe Jandarma Komutanı 10’da suda ayrı duran şahsın, 20’de de diğer üç şahsın artık görünmediğini bildirmiştir. Kazazedeler kısmen buz tutmuş gölette yaklaşık 1,5 saat kurtarılmayı beklemiş ancak kendilerine ulaşılamayınca suda kaybolmuşlardır. Yaşamını kaybeden teknisyenlerin cesetlerine arama kurtarma ekiplerinin sonraki iki gün yapılan çalışmaları sonucunda ulaşılmıştır. Başvurucular yakınlarının ölümünden sorumlu olanlar hakkında soruşturma başlatılması için Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) şikâyette bulunmuşlardır. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmıştır. Başvurucular, ayrıca 2/5/2012 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına sundukları dilekçede, yakınlarının üç saat su yüzeyinde kalmayı başardıklarını ve yaşam mücadelesi verdiklerini ancak yetkililerce hiçbir şey yapılmadığını belirterek, kurtarma çalışmalarında ihmalleri olduğunu düşündükleri Erzurum Valisi, Aşkale Kaymakamı, Aşkale Belediye Başkanı, Aşkale İlçe Emniyet Müdürü, İlçe Jandarma Komutanı ve kurtarma çalışmalarında ihmali bulunan diğer tüm sorumlulardan şikâyetçi olduklarını belirtmişlerdir. Bunun üzerine Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu kişiler yönünden dosyayı işçilerin ölümüne ilişkin yürütülen E.2012/195 sayılı dosyadan tefrik etmiş ve Cumhuriyet Başsavcılığının E.2012/283 sayılı soruşturma sırasına kayıt etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 17/5/2012 tarihinde, şikâyet edilen kişilerin olay tarihinde yürüttükleri görev nedeniyle isnat edilen suç açısından soruşturma yapmanın kendi görevi kapsamına girmediğinden bahisle görevsizlik ve dosyanın yetkili ve görevli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi kararı vermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, ön inceleme istemiyle dosyayı İçişleri Bakanlığına göndermiş ve anılan Bakanlıktan 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca verilecek karar, dayanağı belgeler ile birlikte gerekçeli raporun gönderilmesini istemiştir. Anayasa Mahkemesinin daha önce karara bağladığı 2013/2075 numaralı başvuruya konu edilen soruşturmada İçişleri Bakanlığı, ilgili kişiler hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiş ve anılan karara yapılan itiraz Danıştay Birinci Dairesince reddedilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, yine 2012/195 numaralı soruşturma kapsamında, 16/4/2012 tarihinde, yaşanan kazadan sorumlu olduğu düşünülen diğer kişilerin yanı sıra, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında (Enerji Bakanlığı)görevli Karasu-2 HES projesi geçici kabul heyeti üyeleri hakkında da soruşturma izni talep edilmiştir. Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından anılan Bakanlığa gönderilen talep yazısında, iş kazasının meydana geldiği Karasu-2 HES projesi ile ilgili geçici kabul işlemlerinin yapıldığı, ancak enerji yüklü nakil hatlarının Karasu-2 HES gölet alanında kaldığı halde geçici kabul tutanağında bu hususa ilişkin çekince konulmadığı ve diğer sebeplerle görevin kötüye kullanıldığından bahisle geçici kabul tutanağında imzaları bulunan kişiler hakkında soruşturma izni talep edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 24/4/2012 tarihinde, söz konusu kişiler yönünden dosyayı, işçilerin ölümüne ilişkin yürütülen E.2012/195 sayılı dosyadan tefrik etmiş ve Cumhuriyet Başsavcılığının E.2012/215 sayılı soruşturma sırasına kaydetmiştir Enerji Bakanlığının 25/5/2012 tarihli kararında, konuya ilişkin geçici kabul heyeti üyelerinin görüşlerinin ve "HES Projelerinin DSİ ile Enerji Bakanlığı Tarafından Proje Onayı, Denetim ve Kabul İşlemlerinin Yapılmasına Dair Protokol"ün ek olarak yer aldığı "Ön İnceleme Raporu" esas alınarak Karasu-2 Regülatörü ve HES projesinin inşaatı tamamlandıktan sonra göletin su alma yapısı, iletim kanalı, cebri boru ve yükleme havuzu ile ilgili kontrol ve kabul işlemlerinin Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce (DSİ) yapıldığı, Enerji Bakanlığı teknik heyetinin sadece elektrik üretimi ile alakalı kısımların kontrol ve kabul işlemlerini gerçekleştirdiği belirtilerek, söz konusu HES projesinin geçici kabulü ile görevlendirilen teknik heyetin elektrik hatlarının gölet alanı içinde kalması ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapma görev ve sorumluluğu bulunmaması nedeniyle soruşturma izni verilmesine gerek bulunmadığına karar vermiştir. Başvurucular bu karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itirazda bulunmuşlardır. Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 9/1/2013 tarihli ve E.2012/484, K.2013/11 sayılı kararında "ön inceleme raporu ve eki belgelerde yer alan tespitlerin isnat edilen eylemden dolayı Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlikte olmadığı anlaşıldığından, adı geçen hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı itirazın reddine" karar verilmiştir. İtirazın Ankara Bölge İdare Mahkemesi tarafından reddi üzerine, Cumhuriyet Başsavcılığı, 26/11/2012 tarihli ve Soruşturma No:2012/215, K.2012/364 sayılı kararında Enerji Bakanlığı yetkililerine ilişkin başlamış bir soruşturma bulunmadığından inceleme yapılmasına yer olmadığına "itiraz yolu kapalı olmak üzere", kamu görevlisi olmayan diğer şüpheliler hakkında üzerlerine atılı suçun unsurları oluşmadığından kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ise itiraz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Bu karara başvurucular 2/1/2013 tarihli dilekçeleri ile itiraz etmişlerdir. Oltu Ağır Ceza Mahkemesi 28/1/2013 tarihli ve 2013/17 Değişik İş sayılı kararında yapılan soruşturmanın olaya göre oldukça yetersiz olduğu ifade edildikten sonra "maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde tespiti açısından şüphelilerin taksirle adam öldürme suçunu işleyip işlemediğinin tespiti için geçici kabul heyetinin Karasu 2 HES projesi ile ilgili yaptıkları geçici kabulün gölet içerisinde kalan direkleri kapsayıp kapsamadığını, kapsıyorsa geçici kabul tutanağında bu hususa ilişkin çekince koymadıklarından ve "Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği" kapsamında ifade edilen can ve mal emniyeti ile ilgili şartlar sağlanmadığı da göz önüne alınarak sonuca göre şüphelilerin hukuki durumlarının tayini gerekirken KYOK verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu anlaşıldığından itirazın kabulü ile KYOK kararının kaldırılmasına" karar verilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair (KYO) kararın kaldırılması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı, Enerji Bakanlığı yetkilileri hakkında 2013/36 sayılı dosya üzerinden taksirle adam öldürme suçundan soruşturmaya devam etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, bu soruşturma kapsamında 14/5/2013 tarihinde Ankara Talimat Bürosuna hitaben yazdığı talimatnamede, Enerji Bakanlığı yetkilileri hakkında verilen KYO kararının Oltu Ağır Ceza Mahkemesince ilgili kişiler hakkında taksirle ölüme neden olmak suçundan da soruşturma yürütülmesi gerektiği gerekçesiyle kaldırıldığı, buna bağlı olarak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 2012/195, 2013/36 ve 2012/213 sayılı soruşturma dosyalarının gönderildiği belirtilmiştir. Söz konusu yazıda,2013/36 sayılı dosya ile ilgili olarak daha önce verilmiş bilirkişi raporu da incelenmek suretiyle içinde ceza hukuku uzmanı da bulunan yeni bilirkişi heyetinin özellikle olayın oluş şekli ve şüpheliler ile illiyet bağı hususunun irdelenerek taksirle ölüme neden olma suçunun oluşup oluşmadığı hususunda rapor düzenlenmesi istenmiştir. Yazının devamında aynı bilirkişi heyetince 2012/213 sayılı dosya ile ilgili olarak DSİ personeli hakkında taksirle ölüme neden olma suçunun oluşup oluşmadığı hususunda yine illiyet bağı hususu irdelenerek rapor düzenlenmesi ve ayrıca DSİ personeli hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Kanun bağlamında soruşturma izni verilmiş olması nedeniyle görevi kötüye kullanma suçunun oluşup oluşmadığı hususunda rapor düzenlenmesi talep edilmiştir. Bireysel başvuruya konu olayla ilgili olarak olayın sorumlusu olduğu iddia edilen diğer kişiler yönünden Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından E.2013/2229, Soruşturma No: 2013/4607 sayılı dosya kapsamında 29/4/2013 tarihinde iddianame hazırlanmıştır. Söz konusu iddianamede "olayda kusuru bulunanların tespiti amacıyla 2/5/2012 ve 24/7/2012 tarihli bilirkişi raporlarının alındığı, 24/7/2012 tarihli bilirkişi raporu ile, İdeal Enerji şirketinde proje müdürü olarak çalışmakta olan (A.K.nın) baraj göletinde su tutulacağı aşikar olduğu ve direklerin deplase edilmesi için hazırlanan proje onaylandığı halde gerekli deplaseyi yaptırmamış olması nedeniyle, Aras Elektrik Şirketinde bakım müdürü olarak görev yapan (T.Y.nin) gölet alanında kalan dört direğin relokasyonunun takibini yapmamış olması ve uzun süredir direklerin yer değiştirilmesi işlemi gerçekleştirilmediği halde gerekli girişim ve eylemde bulunmamış olması nedeniyle, Temel Elektrik Şirketinin sahibi olan (F.T.) ve aynı şirkette koordinatör mühendis olarak görev yapan N.G.nin elektrik bakım, onarım ve tamir işlerinin yapımında sorumlu kişiler olarak onarım işine giden işçilerin uygun olmayan şartlarda ve uygun olmayan ekipmanlarla arıza mahalline gitmelerini önlememiş ve bununla ilgili işyerinde iş disiplinini oluşturmamış olmaları nedeniyle, Aras Elektrik Şirketi personel müdürlüğüne olay tarihinde vekâleten bakan (Ş.T.nin) eğitim için Erzurum'a giden Aşkale işletme şefi (Y.T.nin) yerine bir yetkili görevlendirmemiş olmaları nedeniyle, Aras Elektrik Şirketinde il müdürü olarak görev yapan Z.Ö.nün ise il müdürlüğü bünyesinde yapılan çalışmalarda gerekli organizasyonu yapmamış ve iş disiplinini sağlamamış olması nedeniyle kusurlu olduğunun belirtildiği, şüpheliler açısından alınan bilirkişi raporunun somut olaya, oluşa ve toplanan delillere uygun bulunduğu" belirtilerek haklarında taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olmak suçundan Erzurum Ağır Ceza Mahkemesine dava açılmıştır. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi 21/5/2013 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş olup E.2013/121 sayılı dosya üzerinden yargılamaya devam edilmiştir. Başvurucular, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 9/1/2013 tarihli ve E.2012/484, K.2013/11 sayılı Enerji Bakanlığının soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararına yapılan itirazın reddine ilişkin kararının 13/2/2013 tarihinde kendilerine tebliğinden itibaren süresi içinde 14/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Söz konusu başvuru 2013/1942 başvuru numarası ile kayda alınmıştır. Başvuru hakkında Anayasa Mahkemesinin 4/12/2013 tarihli ve 2013/1942 numaralı kararı ile başvurucuların devletin yaşam hakkını koruma ve etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün yerine getirilmediği yönündeki iddialarının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvurucuların, yaşanan iş kazasında kurtarma faaliyetlerinden sorumlu olan yetkililerin ihmali nedeni ile hayatlarını kaybettiklerinden ve ölüm olayında ihmali bulunan sorumluların gerekli izin verilmediği için yargılanamadıklarından bahisle 22/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine yapmış oldukları ikinci başvuruda (2013/2075) ise yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün yerine getirilmediği yönündeki iddialarının yine başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan soruşturma yükümlülüğü açısından yaşam hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiştir. Başvurucular, yukarıda karara bağlandığı belirtilen iki başvurunun (2013/1942 ve 2013/2075) yanı sıra aşağıda ayrıntısı verilen ve 2013/7418 numaralı başvuruda birleştirilen altı ayrı bireysel başvuruda daha bulunmuşlardır.a. 2013/7418 Numaralı Başvuruya Konu Soruşturma Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığı, haklarında iddianame düzenlenenlerin (bkz. § 21) dışında, ilgili elektrik şirketlerinde çalışan diğer 7 kişi hakkında 1/4/2013 tarihli ek KYO kararı vermiştir. Söz konusu 7 kişi hakkında verilen KYO kararının gerekçesinin "şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmış ise de adı geçen şüphelilerin her iki bilirkişi raporunda da kusurlular arasında gösterilmedikleri, böylece şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair yeterli delil elde edilemediği" olduğu ifade edilmiştir. Başvurucuların anılan karara karşı Oltu Ağır Ceza Mahkemesine yaptıkları itiraz, anılan Mahkemenin 17/6/2013 tarihli ve 2013/330 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Anılan karar üzerine başvurucular 3/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine üçüncü bir başvuruda bulunmuşlardır. b. 2014/994 Numaralı Başvuruya Konu Soruşturma Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığı, yürüttüğü soruşturma kapsamında ayrıca Aşkale Belediye Başkanı için "belediye itfaiye teşkilatının müdahale için yeterli donanıma sahip olması hususuna önem vermemek" ve "Belediyeye ait deniz bisikletini resmi belge düzenlemeden kişilere kullandırtmak" eylemleri nedeniyle İçişleri Bakanlığından soruşturma izni talep etmiştir. İçişleri Bakanlığının 1/7/2013 tarihli ve Kont. Bşk. 2013/219 sayılı kararı ile izin talebi reddedilmiştir. Başvurucuların bu karara yaptıkları itirazı inceleyen Danıştay Birinci Dairesi 26/11/2013 tarihli ve E.2013/1440, K.2013/1528 sayılı kararı ile "Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, olayla ilgili olarak düzenlenen 2012 ve2012 tarihli bilirkişi raporları ile 2012 tarihli Elektrik Mühendisleri Odası raporunda, olayın meydana gelmesinde ve olaya müdahale edilmesinde Belediye görevlilerinin sorumluluğunu gerektirir bir tespite yer verilmediği, olayın haber alınması üzerine itfaiyeye ait aracın olay yerine intikal ettiği, fakat olaya müdahalede bot ve dalgıç gerektiği için girişimde bulunulamadığı, müdahalenin İlçe Kriz Merkezince yürütüldüğü, hayatını kaybeden ve eski bir Belediye çalışanı olan bir işçinin inisiyatifiyle Belediyeye ait deniz bisikletinin olayda kullanıldığı, bu nedenlerle ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından" bahisle soruşturma izni verilmemesine ilişkin yapılan itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucular 26/12/2013 tarihinde öğrendikleri bu karar üzerine süresi içinde 24/1/2014 tarihinde dördüncü bir başvuruda bulunmuşlardır. c. 2014/1943 Numaralı Başvuruya Konu Soruşturma Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığı, Enerji Bakanlığı yetkilileri hakkında taksirle ö1üme neden olmak suçundan yürüttüğü soruşturma (bkz. § 20)kapsamında 8/11/2013 tarihli ve Soruşturma No:2013/36, K.2013/314 sayılı kararında: "...Olayın Karasu 2 Hes sulama göleti içinde kalan elektrik direğinin arıza yapması nedeniyle, arızayı gidermek üzere deniz bisikleti ile hareket eden 5 kişinin bindiği deniz bisikletinin alabora olması sonucu meydana geldiği ve olayda ölüm sebebinin suda boğulma olarak tespit edildiği, ceza hukukuna göre sorumluluğun doğabilmesi için eylem ve sonuç arasında illiyet bağının bulunması gerektiği, olayda ölümün şüphelilerin geçici kabul tutanağını hazırlama aşamasındaki eylemleri ile ilişkilendirilebilecek bir şekilde doğrudan doğruya gölet alanı içerisinde kalan direkten veya bu direklerde yüklü bulunan elektrikten kaynaklanmadığı, ölüm sebebinin suda boğulma olduğu ve şüphelilerin eylemi ile ilişkilendirilebilir bir yönünün bulunmadığı, buna göre bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere ölüm olayı ile şüphelilerin eylemi arasında illiyet bağı bulunmadığı, buna bağlı olarak şüphelilerin üzerlerine atılı taksirle ö1üme neden olmak suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı anlaşılmakla, şüpheliler hakkında taksirle ölüme neden olmak suçundan 15 gün içinde Oltu Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itirazı kabil olmak üzere kovuşturmaya yer olmadığına ... görevi kötüye kullanmak suçu açısından ise kamu görevlisi olan şüpheliler ... hakkında soruşturma izni verilmemiş olması nedeniyle ... başlamış bir soruşturma bulunmadığından itiraz yolu kapalı olmak üzere inceleme yapılmasına yer olmadığına ... " karar vermiştir. Başvurucular, kendilerine 14/1/2014 tarihinde tebliğ edilen karara karşı, süresi içinde, 13/2/2014 tarihinde, beşinci bir başvuru yapmıştır. d. 2014/6892 Numaralı Başvuruya Konu Soruşturma Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığı, Devlet Su İşleri geçici kabul komisyonu üyeleri hakkında yürüttüğü soruşturma (bkz. § 20)kapsamında, 8/11/2013 tarihli ve Soruşturma No:2012/213, K.2013/313 sayılı kararında: "...Olayın Karasu 2 Hes sulama göleti içinde kalan elektrik direğinin arıza yapması nedeniyle, arızayı gidermek üzere deniz bisikleti ile hareket eden 5 kişinin bindiği deniz bisikletinin alabora olması sonucu meydana geldiği ve olayda ölüm sebebinin suda boğulma olarak tespit edildiği, ceza hukukuna göre sorumluluğun doğabilmesi için eylem ve sonuç arasında illiyet bağının bulunması gerektiği, olayda ölümün şüphelilerin geçici kabul tutanağını hazırlama aşamasındaki eylemleri ile ilişkilendirilebilecek bir şekilde doğrudan doğruya gölet alanı içerisinde kalan direkten veya bu direklerde yüklü bulunan elektrikten kaynaklanmadığı, ölüm sebebinin suda boğulma olduğu ve şüphelilerin eylemi ile ilişkilendirilebilir bir yönünün bulunmadığı, buna göre bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere ölüm olayı ile şüphelilerin eylemi arasın da illiyet bağı bulunmadığı, buna bağlı olarak şüphelilerin üzerlerine atılı taksirle ölüme neden olmak suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı anlaşılmakla, … şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına…" karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz Oltu Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2014 tarihli, 2014/219 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucular, kendilerine 17/4/2014 tarihinde tebliğ edilen karara karşı, süresi içinde, 20/5/2014 tarihinde altıncı bir başvuru yapmıştır. e. 2014/6893 Numaralı Başvuruya Konu Soruşturma Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığı, Enerji Bakanlığı yetkilileri hakkında yukarıda değinilen 2013/36 sayılı dosya üzerinden taksirle adam öldürme suçundan devam eden soruşturmada da 2014/6892 sayılı başvuruya konu soruşturma kapsamında verilen karardakine (bkz. § 32) benzer gerekçelerle kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz Oltu Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2014 tarihli ve 2014/218 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucular, kendilerine 17/4/2014 tarihinde tebliğ edilen karara karşı, süresi içinde 20/5/2014 tarihinde yedinci bir başvuru yapmıştır. f. 2014/14046 Numaralı Başvuruya Konu Soruşturma Başvurucular tarafından aynı olay nedeniyle Aşkale Belediye Başkanının "görevi kötüye kullanma" suçundan yargılanması talebiyle yaptıkları şikâyet sonrasında Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 2013/26 numaralı soruşturma sonucunda18/6/2014 tarihli ve 2014/219 sayılı kesin nitelikteki karar ile "suç isnadında bulunulan Belediye Başkanı hakkında soruşturma izni verilmesine gerek bulunmadığına karar verildiği, buna ilişkin yapılan itirazın da Danıştay tarafından reddedildiği" gerekçesiyle "inceleme yapılmasına yer olmadığına" karar verilmiştir. Başvurucular 23/7/2014 tarihinde tebliğ edilen karara karşı,süresi içinde 22/8/2014 tarihinde sekizinci bir başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk Başvuru konusu olayda şikâyet konusu yapılan “taksirle öldürme” ve “görevi kötüye kullanma” suçlarına ilişkin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hükümleri şöyledir:“Taksirle öldürme MADDE – (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.…Görevi kötüye kullanma MADDE - (1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar." Bununla birlikte memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri izne tabi olup izin vermeye yetkili merciler ve izlenecek usul 4483 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. 4483 sayılı Kanun’un “Hazırlık soruşturmasını yapacak merciler” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılır. Ancak Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri, müsteşarlar ve valiler ile ilgili olarak yapılacak olan hazırlık soruşturması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili, kaymakamlar ile ilgili hazırlık soruşturması ise il Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili tarafından yapılır.” 4483 sayılı Kanun’un “İzin vermeye yetkili merciler” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi ile son fıkrası şöyledir: “Soruşturma izni yetkisi…e) (Değişik : 17/7/2004-5232/1 md.) Bakanlar Kurulu kararı ile veya Başbakanlık ve bakanlıklar ile bağlı kuruluşların merkez teşkilâtında görevli olup, ortak kararla atanan memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında ilgili bakan veya Başbakan,…Ast memur ile üst memurun aynı fiile iştiraki halinde izin, üst memurun bağlı olduğu merciden istenir.” 4483 sayılı Kanun’un “Ön inceleme” başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Ön inceleme, izin vermeye yetkili merci tarafından bizzat yapılabileceği gibi, görevlendireceği bir veya birkaç denetim elemanı veya hakkında inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu görevlilerinden biri veya birkaçı eliyle de yaptırılabilir. İnceleme yapacakların, izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya kuruluşunun içerisinden belirlenmesi esastır. İşin özelliğine göre bu merci, anılan incelemenin başka bir kamu kurum veya kuruluşunun elemanlarıyla yaptırılmasını da ilgili kuruluştan isteyebilir. Bu isteğin yerine getirilmesi, ilgili kuruluşun takdirine bağlıdır.” 4483 sayılı Kanun’un “Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor” başlıklı maddesi şöyledir:“Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur.” 4483 sayılı Kanun’un “İtiraz” başlıklı maddesi şöyledir:“Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir. Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür. İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı maddesi şöyledir:“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi şöyledir:“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” 2000 tarihli ve 24246 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren “Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği”nin “Amaç ve Kapsam” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Yönetmelik, elektrik kuvvetli akım tesislerinin kurulmasının, işletilmesinin ve bakımının can (insan hayatı) ve mal emniyeti bakımından güvenlikle yapılmasına ilişkin hükümleri kapsar.” Söz konusu Yönetmeliğin “Kuvvetli akım tesislerinin güvenliği” başlıklı maddesi şöyledir: “Kuvvetli akım tesisleri her türlü işletme durumunda, cana ve mala herhangi bir zarar vermeyecek ve tehlike oluşturmayacak bir biçimde yapılmalıdır.Herhangi bir kimsenin dikkatsizlikle de olsa yaklaşabileceği uzaklıktaki kuvvetli akım tesislerinin gerilim altındaki bölümlerine (aktif bölümler) dokunulması olanaksız olmalıdır ve ilerideki bölümlerde belirtilen emniyet mesafeleri ile koruma önlemleri sağlanmalıdır.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7418 | Başvuru, başvurucuların yakınlarının Hidro Elektrik Santrali HES) göleti içinde kalan enerji nakil hattı direklerinde meydana gelen arızanın onarımına giderken geçirdikleri iş kazasında, HES projesinin geçici kabul işlemlerini yapan kişiler, ilgili elektrik şirketi idarecileri ve belediye başkanının ihmali nedeni ile hayatlarını kaybetmeleri ve ölüm olayında ihmali bulunan kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedenleriyle Anayasa da güvence altına alınan yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, naklen atama işleminin iptali istemiyle açılan davada verilen iptal kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden başvuruya konu yargılama dosyasına ilişkin tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığında Teknik İşletme Daire Başkanı olarak görev yapmakta iken bu görevden alınarak iletişim uzmanı olarak atanmıştır. Başvurucunun, anılan işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemi ile açtığı davada, Ankara İdare Mahkemesinin 13/3/2014 tarihli ve E.2014/328 sayılı kararıyla, başvurucunun atanmasına ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğu ve uygulanması hâlinde telafisi güç zararlar doğuracağı gerekçesiyle, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi gereğince yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir. İdarenin karara karşı yapmış olduğu itiraz, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 26/3/2014 tarihli ve Y. İtiraz 2014/1614 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 29/5/2014 tarihli ve E.2014/328, K.2014/853 sayılı kararıyla dava konusu işlemi iptal etmiştir. Anılan iptal kararı üzerine idare, 22/8/2014 tarihli işlem ile 6/3/2014 tarihli ve 28933 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi gereği Teknik İşletme Daire Başkanı kadrosunun dolu olduğu gerekçesiyle daire başkanlığı kadrosuna ilişkin mali ve sosyal haklarını ödeyerek başvurucuyu tekrar iletişim uzmanı olarak atamıştır. Başvurucu 11/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra Danıştay Beşinci Dairesinin 21/12/2015 tarihli ve E.2014/6570, K.2015/10698 sayılı kararıyla dava konusu atama işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle Ankara İdare Mahkemesinin anılan iptal kararı bozulmuştur. Ankara İdare Mahkemesi 26/5/2016 tarihli ve E.2016/2118, K.2016/1739 sayılı kararıyla bozmaya uymuş ve atama işleminin iptali istemiyle açılan davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu anılan kararı temyiz etmiş ise de temyiz isteminde süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle istem reddedilmiştir. 2577 sayılı Kanun'un "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin (1) sayılı fıkrası, yürütmenin durdurulması kararı üzerine İdarece uygulama yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan şekliyle şöyledir: "Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. (İptal cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 10/7/2013 tarihli ve E.: 2012/107 K.: 2013/90 sayılı Kararı ile.)(…) (Ek cümleler: 21/2/2014-6526/18 md.) Kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekâleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının gereği; dava konusu edilen kadronun boş olması hâlinde bu kadroya, boş olmaması hâlinde ise aynı kurumda kazanılmış hak aylık derecesine uygun başka bir kadroya atanmak suretiyle yerine getirilir. Eski kadro ile atandığı yeni kadro arasında mali haklar bakımından bir fark bulunması durumunda, bu fark 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 91 inci maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen usul ve esaslar çerçevesinde ödenir.” Anayasa Mahkemesi, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde yapılan değişiklik ile kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekâleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının gereğinin, dava konusu edilen kadronun boş olması hâlinde bu kadroya, boş olmaması hâlinde ise aynı kurumda kazanılmış hak aylık derecesine uygun başka bir kadroya atanmak suretiyle yerine getirileceğine ilişkin kurala yapılan başvuru üzerine anılan düzenlemenin Anayasa’nın , , ve maddelerine aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir (AYM, E.2014/86, K.2015/109, 25/11/2015). Kararın ilgili kısmı ise şöyledir:“ Anayasa’nın maddesine göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Buna göre, idare bağlı yetkiye sahiptir. İdarenin, yargı kararlarını uygulayıp uygulamama konusunda takdir yetkisi bulunmamaktadır. Bunun yanında idare, yargı kararını uygulamayı herhangi bir koşula da bağlayamaz. Aksine bir yaklaşım, iptal kararı ile ortadan kaldırılan işlemin sonuçlarını geçerli kılmak anlamına gelir. İdare iptal kararının gereğine göre yeni bir işlem yapmak ve iptal edilen işlemden doğan sonuçları ortadan kaldırmakla görevlidir. İdarenin başkaca bir tercih ve takdir hakkı yoktur. Kuşkusuz, ilgililerin atama ve benzeri işlemlere karşı dava açmalarının nedeni, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmek ve yargı kararı ile dava konusu işlemin hukuka aykırılığının tespiti halinde önceki görevlerine dönebilmektir. Oysa itiraz konusu kurallarla yargı kararlarının uygulanması “kadronun boş olması” koşuluna bağlanmıştır. Uygulamada ise söz konusu kadroların boş bırakılmama, bu kadroların söz konusu işlemler sonrası diğer kamu görevlileriyle doldurulma ihtimali çok yüksektir. Bu durumda yargı kararıyla dava konusu işlemin hukuka aykırılığı tespit edilmiş olsa bile kadro boş olmadığından bu karar uygulanamayacaktır. Dolayısıyla yargı kararlarının uygulanmasının bu şekilde kadronun boş olması koşuluna bağlanmış olması hak arama özgürlüğünü etkisiz hale getiren ölçüsüz bir sınırlamadır. Kural idarenin yargısal denetimini ve hak arama özgürlüğünü etkisiz bırakacağından, hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturduğu gibi idarenin bütün işlemlerinin yargı yoluyla denetlenmesi ve yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkelerini de ihlal etmektedir.”. 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: "Kararın bozulması, kararın yürütülmesini kendiliğinden durdurur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14830 | Başvuru, naklen atama işleminin iptali istemiyle açılan davada verilen iptal kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltına alındığı ileri sürülen kişinin öldürülmüş hâlde bulunması olayının etkili soruşturulmaması ve açılan tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle, ayrıca Ulusal Yargı Ağı Projesi Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) ile Diyarbakır İdare Mahkemesinden (Mahkeme) temin edilen soruşturma ve yargılama dosyalarındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların eşi ve babası olan 1948 doğumlu R.A. 26/10/1995 günü arkadaşı F.A. ile birlikte yürürken başvurucuların iddiasına göre sivil giyimli, ellerinde telsiz bulunan polislerce kimlik kontrolü yapılmasından sonra arabaya bindirilmiş, 9/11/1995 tarihinde ise Diyarbakır il merkezine 5 km uzakta ölü olarak bulunmuştur.A. Ceza Soruşturması Süreci 9/11/1995 günü saat 15 civarlarında eski Mardin yolu çıkışında iki erkek cesedi bulunduğunun Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) bildirilmesi üzerine aynı gün olay yerine intikal eden kolluk görevlilerince tutulan Olay Yeri Tutanağı'na göre her iki şahsın elleri arkadan bağlıdır ve boğazlarında boğulma nedeniyle oluştuğu değerlendirilen izler bulunmaktadır. Durumun saat 30 sıralarında bildirildiği Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında resen soruşturma başlatılmış ve Cumhuriyet savcısı olay yerine saat 50 civarında intikal etmiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından da Olay Yeri Tespit Tutanağı düzenlenmiş, olay yerinin basit krokisi çizilmiş ve cesetler üzerinde aynı gün otopsi işlemi gerçekleştirmiştir. Otopsi işlemi sonucunda düzenlenen rapora göre R.A.nın vücudunun çeşitli yerlerinde ölümünden 12-18 gün öncesinde oluştuğu değerlendirilen ekimozlar ve yaralar bulunmaktadır ve kesin ölüm nedeni ası sonucu mekanik asfiksidir. Cumhuriyet Başsavcılığı 13/11/1995 tarihli müzekkeresiyle Emniyet Müdürlüğünden R.A.nın öldürülmesinin siyasi cinayet niteliğinde olup olmadığını sormuş, Emniyet Müdürlüğü olayın ideolojik amaçlı olduğuna dair herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığını bildirmiştir. Başvuruculardan Emine Ayhan, Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği 24/11/1995 tarihli beyanında özetle eşinin neden öldürüldüğünü net olarak bilmediğini fakat köyden göç edip gelmelerinden sonra kendilerini sevmeyen kişilerin eşini devlete ispiyonlamış olabileceğini, eşinin devlet karşıtı olduğu zannıyla götürülmüş olabileceğini ifade etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 1/12/1995 tarihli müzekkeresiyle Emniyet Müdürlüğünden olayın faillerinin sıkı bir şekilde araştırılarak R.A.nın önceden husumeti olan, ailesindeki ilgisi olabilecek şahısların ifadelerinin alınmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı R.A.nın 10/7/1995 tarihinde, kız kaçırma olayı nedeniyle arasında husumet bulunan B. tarafından bıçaklanması olayıyla ilgili soruşturma dosyasını temin etmiş ve B.nin olay nedeniyle yargılanarak mahkûm olduğunu tespit etmiştir. Emniyet Müdürlüğü, Cumhuriyet Başsavcılığının talebine istinaden bıçakla yaralama olayının faili olan B.nin ifadesini 4/12/1995 tarihinde almıştır. B. her ne kadar aralarındaki husumetten dolayı şahsı bıçaklasa da öldürme olayıyla hiçbir ilgisinin bulunmadığını söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 15/3/1999 tarihinde olay hakkında daimî arama kararı vermiştir. Bu aşamadan sonra Cumhuriyet Başsavcılığı ile Emniyet Müdürlüğü arasında olayın faillerinin araştırılmaya devam edilmesi talimatını içeren ve karşılığında olayın faillerinin araştırılmaya devam edildiği yönünde cevaplar içeren mutat yazışmalar yapılmıştır. Başvuru dosyasının incelenmesinden bu yöndeki son yazışma tarihinin 9/2/2015 olduğu anlaşılmıştır. Dosya kapsamında sunulan belgelerin incelenmesinden başvurucular vekili tarafından tutulan, 31/8/2001 tarihli bir tutanak tespit edilmiştir. Söz konusu tutanakta, başvurucu Emine Ayhan'ın 31/8/2001 günü bürosuna gelerek eşi R.A.nın devlet tarafından öldürüldüğünü beyan ettiği ve yanında tanık olarak başvuruculardan Emin Ayhan ile K.yı getirdiği yazılıdır. Tutanakta; Emin Ayhan'ın babasıyla kıraathanede oturduğunu, sonra babasının diğer maktul F.A. ile, kendisinin de K. ile yürümekteyken kırmızı, R. marka bir arabanın babasının yanına yanaştığını, içindeki şahısların kimlik kontrolü yaptıklarını, tanımadığı bu şahısların ellerinde telsiz ve silah olduğunu, her hâllerinden sivil polis olduklarının belli olduğunu, babasıyla F.A.yı arabaya bindirdiklerini, kendilerinin bu tür olayların yaşadıkları bölgede hayatlarının bir parçası hâline gelmesi nedeniyle babasını bir süre sonra bırakacaklarını düşündüğünü beyan ettiği, diğer tanık K.nın da Emin Ayhan'ın beyanlarını tasdik ettiği yazılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 2/10/2001 tarihli belge ile, başvurucuların vekili tarafından olay hakkında yürütülen soruşturma hakkında bilgi talep edilmesi üzerine kendisine faillerin yakalanması çalışmalarına devam edildiğini bildirmiştir. Başvuru dosyasının incelenmesinden başvurucular vekilinin bireysel başvuru tarihi olan 6/8/2015 tarihinden sonra 18/11/2015 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına olay hakkında yürütülen soruşturma hakkında bilgi talebi içeren dilekçe sunduğu, Cumhuriyet Başsavcılığının da aynı gün soruşturmanın derdest olduğu yönünde cevap verdiği görülmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı 19/11/2015 tarihinde olayın siyasi cinayet niteliğinde olduğuna dair herhangi bir bilgi ya da belge bulunmadığına da değinerek zamanaşımının dolduğundan bahisle kovuşturmaya yer olmadığına kararı vermiştir. Başvurucular 15/12/2015 ve 23/12/2015 tarihli dilekçelerle özet olarak R.A.nın var olduğu ileri sürülen Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele (JİTEM) tarafından öldürüldüğü yönünde belirtiler olduğunu, soruşturmanın daimî aramaya alınarak üç ayda bir mutat yazışma yapılmak suretiyle yirmi yıl boyunca etkisiz olarak yürütüldüğünü belirterek anılan karara itiraz etmiştir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 10/2/2016 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir.B. Tam Yargı Davası Süreci Başvuruculardan Emine Ayhan 28/10/2004 tarihinde, 27/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Zarar Tespit Komisyonu) başvurmuş ve eşinin gözaltına alındıktan sonra ölü olarak bulunduğunu, olay hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) de başvuruda bulunduğunu belirterek tazminat talep etmiştir. Dosyanın incelenmesinden başvuruculardan Emine Ayhan'ın AİHM nezdindeki başvurusunun R.A.nın cesedinin bulunduğu 9/11/1995 tarihiyle başvuru tarihi olan 14/11/2001 tarihi arasındaki süre gözetilerek yürütülen soruşturmanın etkisizliğinin önceden fark edilmiş olması gerektiği, dolayısıyla başvurucunun bu konuda özensiz davrandığı belirtilerek kabul edilemez bulunduğu anlaşılmıştır. Zarar Tespit Komisyonu 27/2/2006 tarihinde, olaya dair soruşturmanın Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca değil Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütüldüğü, faili meçhul öldürme olayının siyasi yahut terör amaçlı olduğuna ilişkin belge bulunmadığı, başvurucuların da böyle bir belge sunmadığı, dolayısıyla olayın ilgili kanun kapsamına girmediği gerekçesi ile talebi reddetmiştir. Başvurucular, söz konusu ret kararına karşı Mahkemede kararın iptali ve tazminat ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Mahkeme 28/12/2007 tarihli ara kararıyla olaya ilişkin soruşturma dosyasını Cumhuriyet Başsavcılığından temin ederek incelemiştir. Mahkeme 28/5/2008 tarihinde, olaya dair soruşturmanın derdest olduğu, soruşturmanın sonucuna göre şahsın ölümü nedeniyle 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanması gereken bir zarar bulunup bulunmadığının tespit edilmesi gerekirken Zarar Tespit Komisyonu tarafından talebin reddine karar verilmesinin hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle kararın iptaline, manevi tazminat talebinin de reddine karar vermiştir. Anılan karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Daire) 10/9/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesinde, olayın faili meçhul olması ve terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle gerçekleştiğinin somut olarak ortaya konulamamasından Zarar Tespit Komisyonu kararının hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme 30/5/2013 tarihli kararıyla Dairenin gerekçesini aynen benimseyerek davanın reddine karar vermiştir. Karar, Dairenin 25/12/2013 tarihli kararıyla onanmış olup karşıoyda; olayın terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin devletin etkin soruşturmayla ortaya çıkarması şeklindeki pozitif yükümlülüğü içinde olduğu fakat bu yükümlülüğün yerine getirilemediği gözetildiğinde ölüm olayı ile 5233 sayılı Kanun'un çıkarılış amacı arasında illiyet bağının bulunduğu, dolayısıyla davanın reddine karar verilmemesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi de Dairenin 21/5/2015 tarihli kararıyla karşıoyla reddedilmiştir. Nihai karar başvuruculara 8/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 6/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuka ilişkin bilgiler Anayasa Mahkemesinin Özeyir Kocakaya (B. No: 2014/1457, 14/11/2018, §§ 26-38) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13868 | Başvuru, gözaltına alındığı ileri sürülen kişinin öldürülmüş hâlde bulunması olayının etkili soruşturulmaması ve açılan tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ölüm olayından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen ölüm olayına ilişkin zararların karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 4/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından 2016/496 ve 2016/499 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/496 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi olan A.Ç. 13/1/2011 tarihinde askere sevk edilmiş, askerlik hizmeti devam ederken 7/2/2011 tarihinde vefat etmiştir. Ölüm olayı üzerine yapılan incelemede otopsi yapılması gerektiğine karar verilmiş, olayla ilgili Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Savcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında İzmir Adli Tıp Kurumunca otopsi yapılmıştır. Otopsi sonucunda ölüm nedeni 26/3/2011 tarihli raporla kalp damar hastalığı ve akciğer enfeksiyonu sonucu gelişen solunum yetmezliği olarak belirlenmiştir. Başvurucular tarafından otopsi raporunun talep edilmesi üzerine Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Savcılığının 6/9/2011 tarihli yazısıyla müteveffanın kardeşi olan başvurucu Kahraman Çeken'e rapor gönderilmiştir. Başvurucular 30/9/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığından tazminat talep etmiş, taleplerinin zımnen reddedilmesi üzerine 22/1/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmışlardır. Dava dilekçelerinde; murislerinin akciğerlerinden rahatsız olması ve askere elverişli olmamasına rağmen Kasım 2010 celp döneminde askere alındığını, askerlik hizmeti sırasında ağır eğitim faaliyetlerine tabi tutulduğunu, bu eğitime dayanamayan murislerinin 31/1/2011 tarihinde hastalandığını ve bu tarihten itibaren tedavisinin gecikmesi nedeniyle 7/2/2011 tarihinde vefat ettiğini ileri sürmüşlerdir. AYİM İkinci Dairesinin 8/4/2015 tarihli kararıyla dava süre aşımından reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucuların murisinin askerlik hizmeti sırasında hastalanarak yatırıldığı hastanede vefat ettiği ve vefat tarihi olan 7/2/2011'de bu durumdan başvurucuların haberdar olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte hastalığının ne olduğu ve hangi nedenlerin vefatına sebebiyet verdiği vefat tarihi itibarıyla bilinmemekle birlikte bu durumun müteveffanın askerlik hizmeti sırasında rahatsızlandığı gerçeğini değiştirmeyeceği belirtilmiştir. Bu sebeple 7/2/2011 tarihinden itibaren bir yıl içinde zorunlu idari müracaatta bulunulmadığı, bir yıllık süre geçirildikten sonra 30/9/2013 tarihinde yapılan idari müracaatın zımnen reddi üzerine 22/1/2014 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 11/11/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 4/12/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 4/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Şuayp Yüksekdağ, B. No: 2015/9921, 26/12/2018, § 22; Murat Dinç ve Rıza Dinç, B. No: 2015/65, 11/6/2018, § 25; Fatma Candaş ve diğerleri, B. No: 2015/18251, 7/2/2019, §§ 17- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/496 | Başvuru, ölüm olayından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen ölüm olayına ilişkin zararların karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararları verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar yönünden başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/5883 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5883 | Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru ceza infaz kurumunda mektup ve faks gibi yazılı haberleşme araçlarının kullanılmasının yasaklanması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanarak 19/7/2016 tarihinde Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 12/8/2016 tarih ve 2016/141 sayılı yazılı talimatı uyarınca Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının (Kurul) 30/11/2016 tarihli kararı ile FETÖ/PDY soruşturması kapsamında tutuklu bulunanlara olağanüstü hâl süresince dışarıdan gelen mektup, faks ve telgrafların verilmemesine, kendilerinin dışarıya göndermek istedikleri mektup ve faksların kabul edilmemesine karar verilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı Silivri İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği; 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca tutukluların yazılı haberleşmelerinin soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısınca kısıtlanabileceğinin düzenlendiği, başvurucunun mektuplaşmasının anılan mevzuat uyarınca Başsavcılığın talimatı doğrultusunda kısıtlandığı ve Kurul kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle şikâyeti reddetmiştir. Başvurucunun ret kararına karşı yaptığı itiraz ağır ceza mahkemesince; Kurul kararının Başsavcılığın 2/8/2016 tarih ve 2016/141 sayılı yazısına istinaden verildiği, infaz hâkimliğinin Başsavcılık kararını inceleme görev ve yetkisi bulunmadığı ve şikâyetin görev yönünden reddedilmesi gerektiği, bununla beraber infaz hâkimliği kararının sonuç kısmında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 3/4/2017 tarihinde öğrendikten sonra 26/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 2/5/2017 tarihinde Ceza İnfaz Kurumundan tahliye edilmiştir. Adli yardım talebinin kabulüne Komisyonca karar verilmiştir. Başvurucunun haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddialarının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiş, diğer ihlal iddiaları ise Komisyonca kabul edilemez bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22477 | Başvuru ceza infaz kurumunda mektup ve faks gibi yazılı haberleşme araçlarının kullanılmasının yasaklanması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/12953 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/12953 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/12953 | Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, özel güvenlik görevlilerince darbedilme ve olayın sorumluları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi suretiyle etkili ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. İstanbul Adliyesinde Güvenlik Önlemlerinin Artırılmasına Neden Olan Olaylar 31/3/2015 tarihinde İstanbul Adliyesinde görev yapan Cumhuriyet Savcısı S.K. makam odasında silahlı terör örgütünün mensubu oldukları iddia edilen silahlı iki kişi (Ş.Y., B.) tarafından önce rehin alınmış, ardından ateşli silahla yaralanarak hayatını kaybetmiştir. Bu olay ile ilgili olarak adli ve idari makamların yaptıkları açıklamalar ve basına yansıyan güvenlik kamera kaydı görüntülerine göre Ş.Y.nin avukatların Adliyeye giriş yapmakta kullandıkları, C kapısı olarak adlandırılan kapıdan binaya girdiği anlaşılmıştır. Ş.Y.nin elindeki avukatlık cübbesini silahı saklamak amacıyla kullanarak adliye binasına girdiği de ileri sürülen iddialar arasındadır. Cumhuriyet savcısının şehit edilmesi olayından önceki güvenlik protokolüne göre avukatlar, meslek kimliklerini güvenlik görevlilerine göstererek C kapısından içeri girmekte ve çanta dışında X-Ray aramasına tabi tutulmamaktadırlar. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) bu olaydan sonra güvenlik önlemleri artırılmış ve bu kapsamda Adliye girişinde avukatların üzerlerinin ve eşyalarının duyarlı kapı ile kontrol edilerek içeri alınmaları yönünde karar alınmıştır. Bu karar uyarınca avukatların üzerlerinin ve eşyalarının Adliye girişinde özel güvenlik görevlilerince X-Ray cihazı ile kontrolü işleminin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla avukatlar ve çeşitli barolar tarafından bir müddet ulusal basına da yansıyan protesto eylemleri yapılmıştır. 6/4/2017 tarihinde İstanbul Barosu (Baro) bir açıklama yaparak Cumhuriyet Başsavcılığı ile yapılan görüşme sonrası altı maddelik mutabakata varıldığını duyurmuştur. Bu mutabakata göre avukatların kendileri için tahsis edilen kapılardan çipli-akıllı meslek kimlik kartlarını turnikelere okutmak sureti ile binaya giriş yapacakları, çantalarını X-Ray cihazından geçirmek istemeyen avukatların sadece silah, patlayıcı ve benzeri ağır metallere müdahaleyi gerektirir tepki verecek surette ayarlanan duyarlı kapıdan çantası ile birlikte geçebileceği ancak geçiş sırasında çanta uyarı verdiğinde bu uyarıyı verebilecek olan cismin tanıtılması/gösterilmesinin kendisinden istenebileceği, bunun reddedilmesi hâlinde ise adliye binasına giriş yapılamayacağı belirtilmiştir. B. Başvurucu ile Özel Güvenlik Görevlileri Arasında Yaşanan Olaylar Başvurucu, İstanbul Barosuna bağlı olarak çalışan avukattır ve 7/4/2015 tarihinde İstanbul Adliyesine gitmiş; çipli-akıllı meslek kimlik kartını turnikeye okutarak binaya giriş yapmak istemiştir. Başvurucu güvenlik amaçlı bulunan duyarlı kapıdan geçtiği sırada kapının uyarı vermesi nedeni ile kendisinden çantasını X-Ray cihazından geçirmesi istenmiştir. Başvurucu, duruşmaya geç kaldığını belirterek çantasını X-Ray cihazından geçirmeyi reddetmiş ve güvenlik kısmını doğrudan geçip binaya girmeye çalışmıştır. Güvenlik görevlilerince başvurucunun binaya girişine mani olunmaya çalışılmış ve bu nedenle başvurucu ile güvenlik görevlileri arasında birtakım olaylar yaşanmıştır. Başvurucunun iddiasına göre Adliye binasına girmesine mani olmaya çalışan özel güvenlik görevlileri, çıkan arbedede kendisini kasten yaralamışlardır. Başvurucu, olay tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesi ile kendisini kasten yaraladığını iddia ettiği kişiler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı gün adli soruşturma açılmış ve başvurucunun adli raporu temin edilerek ifadesi alınmıştır. Başvurucunun şikâyette bulunduğu güvenlik görevlilerinin adli kolluk marifetiyle ifadeleri alınmıştır. Ayrıca güvenlik görevlilerince olayla ilgili olarak tutulan, başvurucunun çantasını X-Ray cihazından geçirmeksizin binaya giriş yapmaya çalıştığı yönündeki tutanak soruşturma dosyasına alınmış; olay anını gösteren güvenlik kamera kaydı temin edilmiş ve bu görüntülerin incelenmesi için bilirkişi tayin edilerek buna dair rapor alınmıştır. Güvenlik görevlileri verdikleri ifadelerinde; başvurucuya Cumhuriyet Başsavcılığı talimatı ve buna dair Baro ile varılan mutabakat uyarınca X-Ray aramasında uyarı veren çantasını detaylı X-Ray araması için cihaza koymasını teklif ettiklerini, başvurucunun "Başsavcı kim oluyor, başsavcı kanundan üstün mü, başlatmayın başsavcı ve baronun mutabakatına." şeklinde karşılık vererek X-Ray aramasına tabi tutulmayan çantasıyla Adliye binasına zorla girdiğini, görevleri gereği başvurucuya mani olmaya çalıştıklarını, bu esnada başvurucunun güvenlik amirini iki eliyle şiddetli şekilde ittiğini, güvenlik amirinin düşme tehlikesi atlattığını, başvurucuyu kasten yaralamadıklarını belirtmişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığınca güvenlik kamera kaydının incelenmesine dair alınan bilirkişi raporunda; başvurucunun avukat girişinden geçerek sırada beklediği esnada sağ elini uzatarak bir şeyler söylediği, kartını okutarak turnikeden geçtiği, çantası elinde bulunur hâlde duyarlı kapıdan geçtiği, güvenlik görevlilerince geçişinin engellenmeye çalışıldığı, başvurucunun takım elbiseli, hafif kır saçlı erkek şahsı (güvenlik amiri) iki eliyle sert bir şekilde ittiği, şahsın dengesini kaybettiği ve sendelediği sırada sol eli ile başvurucunun sağ elini tutmaya çalıştığı, şahsın yere düşüp düşmediğinin görülemediği, başvurucunun sağ eli havada, bağırarak bir şeyler söylediği, başvurucunun ilerlediği ve arkasından kadın güvenlik görevlisinin gittiği, erkek güvenlik görevlisinin tekrar gelerek başvurucu ile konuştuğu, başvurucunun tekrar ilerlemeye çalıştığı sırada kadın güvenlik görevlisince sol elinden tutulduğu ancak başvurucunun ilerleyerek arkasına dönüp bir şeyler söylediği, sonra görüntü alanından çıktığı yönünde tespitler yapılmıştır. Başvurucunun alınan adli raporunda; sağ el bileği parmak loju hizasında 0,5 cm'lik yatay çizik tarzında yara, sol el sırtı parmak köküne yakın kısımda aynı vasıfta 0,3 cm'lik yara izi olduğu, kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı ve basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde, hafif nitelikte olduğu tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun şikâyeti hakkında 19/6/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Yapılan soruşturmada müştekinin [başvurucu] sağ el bileğive sol el sırtında bulunan çizik tarzındaki yaranın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek derecede bulunduğu tespit edilmiş, İstanbul Adliyesinde Özel Güvenlik Görevlisi olarak görev yapan şüpheliler alınan beyanlarında ve olaya ilişkin tanzim ettikleri tutanakta, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı uyarınca İstanbul Adalet Sarayına girişlerde Avukat, personelve vatandaşların kapı detektörlerinden geçmeleri, çantalarını dax-ray cihazından geçirmeleri şeklinde uygulama yapıldığını, müştekinin suç tarihinde çantasını x-ray cihazından geçirmeden içeriye girmek istemesi üzerine, Güvenlik Amiri olan H.S. tarafından uyarıldığı, ancak müştekinin H.S. yi eliyle ittirerek, adliyeye girdiğini beyan etmişlerdir. Olay anına ilişkin güvenlik kamera kayıtlarının incelenmesinde de müştekinin elinde çanta bulunur bir halde, kartını okutarak duyarlı kapıdan geçtiği sırada H.S. tarafından uyarıldığı, bunun üzerine müştekinin H.S. yi iki eliyle ittirdiği, H.S. nin dengesini kaybederek sendelediği sırada sol eli ile Sedef Ünal'ın [başvurucu] sağ elini tutmaya çalıştığı, Sedef Ünal'ın ise sağ elini havaya kaldırarak bir şeyler söyleyerek içeri girdiği, bunun üzerine bayan güvenlik görevlisi Sedef Ünal'ın arkasından gittiği, Sedef Ünal'ın adliye içerisinde ilerlemeye çalışması üzerine güvenlik görevlilerinin Sedef Ünal'ın önünde durduğu, bayan bir güvenlik görevlisinin Sedef Ünal'ı sol elinden tuttuğu tespit edilmiş olup, Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 25/a maddesinde devletçe kamu hizmetine özgülenmiş bina ve her türlü tesislere giriş ve çıkışın belirli kurallara tabi tutulduğu hallerde söz konusu tesislere girenlerin üstlerinin veya üzerlerindeki eşyanın veya araçlarının aranmasında herhangi bir arama emri yada kararının gerekmediğinin belirtildiği, yine yönetmeliğin maddesinde özel güvenlik görevlilerinin, koruma ve güvenliğini sağladıkları alanlara girmek isteyenleri duyarlı kapıdan geçirme, bu kişilerin üstlerini dedektörle kontrol etme, eşyaları x-ray cihazından veya benzeri güvenlik sistemlerinden geçirme yetkilerinin bulunduğunun belirtildiği, 5188 sayılı yasanın 7/k maddesine göre özel güvenlik görevlilerinin Türk Medeni Kanununun 981 inci maddesine, Borçlar Kanununun 52 nci maddesine, Türk Ceza Kanununun 24 ve 25 inci maddelerine göre zor kullanma yetkilerinin bulunduğu,5188 sayıılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanunun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin maddesine göre; Özel güvenlik görevlileriningörev alanında, can ve mal güvenliğinin ve kamu düzenin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi, taşınması veya bulundurulması yasaklanmış her türlü silah, patlayıcı madde veya eşyanın tespit edilmesi amacıyla detektörle, x-ray cihazından geçirerek veya Kanunda belirtilen durumlarda gerektiğinde üst araması yapabilecekleri, ...bu haliyle 1136 Sayılı Yasanın maddesindeki düzenlemenin avukat hakkında, avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği yada Baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayıyapılan ceza soruşturmaları ile ilgili olduğu,Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler kapsamında, adliyelere girişde özel güvenlik görevlileri veya emniyet görevlilerinin, avukatları duyarlı kapıdan geçirme, bu kişilerin üstlerini detektörle kontrol etme, eşyaları x-ray cihazından veya benzeri güvenlik sistemlerinden geçirme yetkilerinin bulunduğu, kaldı ki bir örneği dosyanın içerisine konulanİstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2015 tarih 2015/6404 B.sayılı İstanbul Adalet Sarayı girişlerinde uygulanacak güvenlik tedbirlerine ilişkin çalışma talimatı ve esaslarında da 'İstanbul Adalet Sarayına giren avukat, vatandaş ve personelin can güvenliğinin sağlanması ve gerekse genel kamu güvenliği ve kamu düzeninin korunması açısından İstanbul Adalet Sarayına girişlerde, avukat, personel ve vatandaşların kapı dedektörlerinden geçmeleri, çantalarının da x-ray cihazından geçirilmesi' şeklinde uygulamanın yapılmasının belirtildiği, özel güvenlik görevlisi olan şüphelilerin, müştekinin adliyeye çantasını x-ray cihazından geçirmeden girmesini önlemeye yönelik kolundan tutma şeklindeki davranışlarının görev sınırları içerisinde kaldığı anlaşıldığından herhangi birsuç oluşturmadığı tüm soruşturma evrakı içeriğinden anlaşılmakla..." Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı itirazda bulunmuş ve itiraza bakan İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 5/8/2015 tarihli kararında kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile itirazı reddetmiştir. Ret kararı, başvurucuya 15/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 10/6/2004 tarihli ve 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun'un "Özel güvenlik görevlilerinin yetkileri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) Koruma ve güvenliğini sağladıkları alanlara girmek isteyenleri duyarlı kapıdan geçirme, bu kişilerin üstlerini dedektörle arama, eşyaları X-ray cihazından veya benzeri güvenlik sistemlerinden geçirme....c) (Değişik: 23/1/2008 – 5728/544 md.) Ceza Muhakemesi Kanununun 90 ıncı maddesine göre yakalama....g) Genel kolluk kuvvetlerine derhal bildirmek şartıyla, aramalar sırasında suç teşkil eden veya delil olabilecek ya da suç teşkil etmemekle birlikte tehlike doğurabilecek eşyayı emanete alma....j) (Değişik: 23/1/2008 – 5728/544 md.) Olay yerini ve delilleri koruma, bu amaçla Ceza Muhakemesi Kanununun 168 inci maddesine göre yakalama.k) (Değişik: 23/1/2008 – 5728/544 md.) Türk Medeni Kanununun 981 inci maddesine, Borçlar Kanununun 52 nci maddesine, Türk Ceza Kanununun 24 ve 25 inci maddelerine göre zor kullanma." 5188 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan "Görev alanı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu görevliler 7 nci maddede sayılan yetkileri sadece görevli oldukları süre içinde ve görev alanlarında kullanabilirler....Zor kullanma ve yakalama yetkilerinin kullanılmasını gerektiren olaylar en seri vasıtayla yetkili genel kolluğa bildirilir; yakalanan kişi ve zapt edilen eşya genel kolluğa teslim edilir." 5188 sayılı Kanun'un "Ceza uygulaması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Özel güvenlik görevlileri, görevleriyle bağlantılı olarak işledikleri suçlardan dolayı kamu görevlisi gibi cezalandırılır.Özel güvenlik görevlilerine karşı görevleri dolayısıyla suç işleyenler kamu görevlisine karşı suç işlemiş gibi cezalandırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi"kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür." 5271 sayılı Kanun'un "Kamu davasını açma görevi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:" (1) Kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir. (2) Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler." 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Soruşturmaya yetkili Cumhuriyet Savcısı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz...." 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Hâkimden önleme araması kararı alınması gerekmeyen hâller" kenar başlıklı maddesinin (a) fıkrası şöyledir:"a) Devletçe kamu hizmetine özgülenmiş bina ve her türlü tesislere giriş ve çıkışın belirli kurallara tâbi tutulduğu hâllerde, söz konusu tesislere girenlerin üstlerinin veya üzerlerindeki eşyanın veya araçlarının aranmasında," | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16581 | Başvuru, özel güvenlik görevlilerince darbedilme ve olayın sorumluları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi suretiyle etkili ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve bu karara karşı açılan davanın reddi nedeniyle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, insan haysiyetiyle bağdaşmayan koşullarda ve hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, özel hayata saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, yargılamanın yenilenmesi talebinin reddi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru formundaki anlatımına göre Tacikistan vatandaşı olan başvurucu 25/8/2015 tarihinde Türkiye'ye yasal yollardan giriş yapmış ve ikamet izni almıştır. İkamet kaydını uzatmak için 11/1/2017 tarihinde İl Göç İdaresine müracaatta bulunan başvurucu; işlem esnasında GöçNet Sistemi'nde, hakkında G-87 (genel güvenlik) ve M-26 (yasa dışı örgüt faaliyetleri) tahdit kayıtları bulunduğunun tespit edilmesi üzerine adli işlem yapılması için polis merkezine götürülmüştür. Daha sonra İstanbul Valiliğinin (İdare) 16/1/2017 tarihli kararıyla başvurucunun 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi gereği sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. İdare tarafından sınır dışı edilmesine karar verilirken aynı tarihli kararla bir ay süre idari gözetim altına alınmasına karar verilen başvurucu, Kırklareli Geri Gönderme Merkezine nakledilmiş; Kırklareli Valiliği tarafından başvurucu hakkında verilen idari gözetim kararı altı ay uzatılmıştır. Başvurucu, hakkında uygulanan idari gözetimin kaldırılması talebiyle Kırklareli Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuştur. Kırklareli Sulh Ceza Hâkimliği 17/8/2017 tarihli kararıyla ve "6458 sayılı Yasanın 57/3 maddesinde idari gözetim süresinin 6 ayı geçemeyeceği, ancak bu sürenin, sınır dışı etme işlemlerinin yabancının iş birliği yapmaması veya ülkesiyle ilgili doğru bilgi ya da belgeleri vermemesi nedeniyle tamamlanamaması hâlinde en fazla altı ay daha uzatılabileceği düzenlenmesi karşısında; FARRUKH SOLIEV'in işbirliği yapmadığına, ülkesi ile ilgili doğru bilgi ya da belgeleri vermemesi nedeniyle tamamlanamadığına dair somut bir verinin dosya içerisinde bulunmadığı, ayrıca itiraz eden hakkındaki G-87 genel güvenlik kodunun gerekçelendirilmediği ve terör örgütüne üye olduğuna ilişkin dosyada delil bulunmadığı" gerekçesiyle başvurucunun serbest bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucunun söz konusu sınır dışı işleminin iptali için İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı iptal davası, Mahkemenin 23/6/2017 tarihli kararıyla başvurucunun ülkesinde kötü muameleye maruz kalacağına ilişkin olarak somut bir iddiada bulunmamış olması ve ciddi emare oluşturacak bilgilerin bulunmaması gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucunun iptal davasını açmak için mahkemeye sunduğu dava dilekçesinin incelenmesi neticesinde ülkesine gönderilmesi hâlinde kötü muameleye uğrayabileceği iddiasına ilişkin olarak sadece zorla ülkesine gönderilmesi hâlinde zorlu şartlara maruz kalacağını ve ülkesinde hukuk diye bir kavramın neredeyse olmadığını ifade ettiği, ülkesinde kötü muameleye maruz kalmasına neyin sebep olacağına dair herhangi somut bir açıklamada bulunmadığı görülmüştür. Başvurucu 30/4/2018 tarihli dilekçesi ile mahkemeye başvurarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuş; yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak pasaport bilgilerinin isim benzerliği olan bir başkası tarafından kullanılarak hakkında gerçeğe aykırı kırmızı bülten çıkarılmasını ve bu bilginin karardan sonra ortaya çıkmasını göstermiştir. Başvurucunun yargılamanın yenilenmesi talebini içeren dilekçesinde ülkesine geri gönderilmesi hâlinde kötü muameleye maruz kalacağına ilişkin bir iddia ileri sürmediği görülmüştür. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi aşamasında, 15/10/2018 tarihli ek beyan dilekçesiyle ülkesine geri gönderilmesi hâlinde kötü muameleye maruz kalacağına ilişkin iddiasını ileri sürmüştür. Bu ek beyan dilekçesinde başvurucu, vatandaşı olduğu Tacikistan'ı can güvenliği nedeniyle terk etmek zorunda kalması sebebiyle yargılama aşamasında birtakım belgeleri temin edip iddiasına dayanak olarak mahkemeye sunma imkânı bulamadığını, yasaklı olan Tacikistan İslami Yeniden Doğuş Partisi üyesi olduğunu, bu üyeliğe ilişkin belgeleri ülkesinden uzakta olması, iletişiminin kısıtlı olması nedeniyle sonradan temin edebildiğini ifade ederek dilekçe ekinde 20/3/2016 tarihli İngilizce olarak yazılmış bir belge ve bu belgenin çevirisini Mahkemeye iletilmiştir. Başvurucunun yargılamanın yenilenmesi talebi Mahkemece şartların oluşmadığı gerekçesiyle 19/10/2018 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 22/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, sırf muhalif kişiliği nedeniyle ülkesine iadesi hâlinde adil yargılanmayacağını ve kötü muameleye maruz kalacağını belirterek 10/12/2018 tarihinde tedbir talepli bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun sunduğu bilgileri dikkate alarak sınır dışı işleminin 12/1/2019 tarihine kadar geçici olarak durdurulmasına karar vermiştir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve başvurucunun vekilinden tedbir talebini değerlendirmeye yarar tüm bilgi ve belgelerin Anayasa Mahkemesine gönderilmesi istenmiş; Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, başvurucunun 11/1/2017 tarihinde İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğüne kısa dönem ikamet izni müracaatı sırasında hakkında G-87 (genel güvenlik) ve M-26 (yasa dışı örgüt faaliyetleri) tahdit kayıtları bulunduğu tespiti üzerine başvurucunun adli işleme tabi tutulduğunu, ardından da sınır dışı edilmek üzere İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğüne teslim edildiğini belirtmiştir. Anılan cevabi yazıdan başvurucunun kırmızı bültenle uluslararası seviyede aranan yabancılardan olduğuna ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğü INTERPOL-EUROPOL Daire Başkanlığının 24/11/2016 tarihli yazısına istinaden başvurucu hakkında sınır dışı kararı tesis edildiği anlaşılmıştır. Başvurucu 46715/18 başvuru numarası ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapmış; AİHM'in önce 5/10/2018 tarihli kararı ile başvurucunun tedbiren 22/10/2018 tarihine kadar Türkiye'den sınır dışı edilmemesine, sonra da 22/10/2018 tarihli kararıyla sınır dışı işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verdiğini belirtmiştir. Başvurucu vekili 17/12/2018 tarihli dilekçeyle INTERPOL kaydında adı geçen kişinin başvurucu olmadığını, keza kayıttaki pasaport bilgilerinin başvurucunun bilgileri ile uyuşmadığını ileri sürerek iddiasını desteklediğini düşündüğü belgeleri dilekçesine eklemiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme neticesinde başvurucunun aynı sınır dışı işlemine ilişkin olarak Anayasa Mahkemesine yaptığı önceki tarihli altı başvuru daha olduğu görülmüştür. Bu başvuruların incelenmesi neticesinde başvurucunun;- 18/1/2017 başvuru tarihli, 2017/4840 numaralı ve 30/4/2018 başvuru tarihli, 2018/11315 numaralı bireysel başvurularda yasaklı olan Tacikistan İslami Yeniden Doğuş Partisi üyesi olduğunu ileri sürmediği, ülkesine geri gönderilmesi hâlinde kötü muameleye maruz kalacağına ilişkin olarak soyut ve genel ifadeler kullandığı,- 18/5/2018 başvuru tarihli ve 2018/13565 numaralı bireysel başvurusunda, bu başvuruyu takip eden diğer başvurularda ise yasaklı olan Tacikistan İslami Yeniden Doğuş Partisi üyesi olduğunu ileri sürdüğü görülmüştür. Başvurucunun aynı sınır dışı etme işlemine ilişkin olarak Anayasa Mahkemesine yaptığı bu başvurulara ilişkin olarak Anayasa Mahkemesince değişik tarihlerde verilen kararlarla dosyalar 2016/24615 ve 2017/20451 numaralı bireysel başvuru dosyalarında birleştirilmiş, bu iki dosyada da ihlal iddialarına ilişkin değerlendirme yapılması için zaruri nitelikteki bilgi ve belgeleri başvurucunun sunmaması nedeniyle işin esası hakkında bir değerlendirme yapılabilmesi mümkün görülmemiş, başvurularını azami dikkat ve özenle takip etmesi gereken başvurucunun ihtarata rağmen olması gerekenin dışında pasif bir tutum sergilediği anlaşıldığından başvuruların reddine karar verilmiştir (Alı Javıd ve diğerleri, B. No: 2017/20451, 20/4/2020, §§ 22-30). Birinci Bölüm tarafından tedbir talebi hakkında ara kararıyla adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35803 | Başvuru; kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve bu karara karşı açılan davanın reddi nedeniyle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, insan haysiyetiyle bağdaşmayan koşullarda ve hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, özel hayata saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, yargılamanın yenilenmesi talebinin reddi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aştığı ve yargılamanın adil olmadığı gerekçesiyle Anayasa’nın , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddiası hakkındadır. Başvuru, 14/8/2013 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; birden fazla kişi ile tehdit, cebir tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işlediği iddiasıyla Dinar Ağır Ceza Mahkemesince 4/11/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Dinar Ağır Ceza Mahkemesi, 10/2/2010 tarihli ve E.2008/77, K.2010/21 sayılı kararı ile başvurucunun, üzerine atılı suçlardan hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Anılan karar, temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 26/6/2014 tarihli ve E.2010/30688, K.2012/21647 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma kararı sonrası Dinar Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/1 sayılı esasına kaydedilen davanın 8/1/2013 tarihli tensip duruşmasında, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiş, yargılama devam ederken 6/2/2013 tarihli duruşmada başvurucu tahliye edilmiştir. Mahkeme, yapılan yargılama sonucunda 24/5/2013 tarihli ve E.2013/1, K.2013/57 sayılı kararıyla başvurucunun; cebir tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, birden fazla kişi tarafından işlenen gece vakti silahla yağma suçlarından hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiş ancak itirazı Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 24/6/2013 tarihli ve 2013/901 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 17/7/2013 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi, 24/3/2014 tarihli ve E.2013/28304, K.2014/5025 sayılı ilamıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “ Yağma suçunun; a) Silahla, … c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, …. h) Gece vaktinde, İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6573 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aştığı ve yargılamanın adil olmadığı gerekçesiyle Anayasa’nın 10. , 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvuru, kıymet takdirine itiraz talebiyle açılan davada keşif ve bilirkişi incelemesi için gereken gider avansının yatırılmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında borçlusu olduğu banka tarafından icra takibi başlatılmıştır. Söz konusu icra takibi kapsamında başvurucu adına kayıtlı taşınmazlar üzerine alacaklı bankanın talebine istinaden haciz konulmuş, satış için kıymet takdir raporu düzenlenmiştir. Başvurucu, taşınmaz için yapılan kıymet takdirinde taşınmazın değerinin çok düşük belirlendiği gerekçesiyle Denizli İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kıymet takdirine itiraz davası açmıştır. Mahkeme, dava dosyası üzerinden ve kesin olarak verdiği 18/5/2018 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; davanın açıldığı sırada 195 TL gider avansının yatırıldığı, söz konusu avansın genel tebligat ve yazışmalara yönelik olduğu, bilirkişi ve keşif incelemesine yönelik yatırılmış masraf olmadığı belirtilmiştir. Kararda, başvurucu tarafından 16/4/2018 tarihinde kıymet takdir raporunun öğrenilmesi üzerine davanın süresinde açıldığını ancak dava açılırken veya açıldıktan sonra yedi gün içinde gerekli masraf ve ücretlerin yatırılmadığı gerekçesiyle davanın reddedildiği vurgulanmıştır. Nihai karar başvurucuya 7/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun ''Harç ve avans ödenmesi'' kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: "Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır.Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: " Dava şartları şunlardır:...g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması....'' 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.'' 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun 128/a maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kıymet takdirinin tebliğ edildiği ilgililer, raporun tebliğinden itibaren yedi gün içinde raporu düzenleten icra dairesinin bulunduğu yerdeki icra mahkemesinde şikâyette bulunabilirler. Şikâyet tarihinden itibaren yedi gün içinde gerekli masraf ve ücretin mahkeme veznesine yatırılması hâlinde yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılabilir; aksi hâlde başka bir işleme gerek olmaksızın şikâyet kesin olarak reddedilir." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/1/2016 tarihli ve E.2015/31612 , K.2016/496 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Alacaklı tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan takibe karşı borçlunun sair fesih nedenleri yanında, kıymet takdirine itiraza ilişkin icra mahkemesinin ret kararının doğru olmadığını ileri sürerek ihalenin feshini istediği, mahkemece şikayetin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.İİK'nun 128/a maddesine göre; "Kıymet takdirinin tebliğ edildiği ilgililer, raporun tebliğinden itibaren 7 gün içinde raporu düzenleten icra dairesinin bulunduğu yerdeki icra mahkemesinde şikayette bulunabilirler. "Aynı maddenin son fıkrasına göre kıymet taktirine karşı yapılan şikayet hakkındaki icra mahkemesi kararı kesin olup temyiz edilemez.Kıymet takdirine itiraz üzerine mahkemece verilecek kararlar kesin olmakla beraber süresinde şikayet hakkının kullanıldığı hallerde icra mahkemesince itirazın incelemesiz reddedilmesi halinde, icra mahkemesi kararının, ihalenin feshinin istenmesi sırasında incelenmesi mümkündür. Ancak, kıymet taktirine süresinde itiraz etmeyerek yasanın öngördüğü bu olanağı kullanmayanlar, kıymet takdirine ilişkin hususları ihalenin feshi sebebi olarak ileri süremezler. İİK'nun 128/a- maddesi son cümlesinde ise; ''Şikayet tarihinden itibaren yedi gün içinde gerekli masraf ve ücretin mahkeme veznesine yatırılması halinde yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılabilir; aksi halde başka bir işleme gerek olmaksızın şikayet kesin olarak reddedilir...” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükmün uygulanabilmesi için borçlunun yatırması gereken miktarın mahkemece belirlenmiş olması gereklidir. Şikayetçi yasada yazılı olan ve gerekli masraf olarak ifade edilen miktar saptanmadan bu masrafı kendiliğinden belirleyip yatıramaz. Zira, hakimin emri olmadan vezneye paranın yatırılması mümkün değildir. Mahkeme heyetinin yasal yolluğunun belli olduğu düşünülse bile, kalan keşif gideri için ne miktar avans yatıracağını şikayetçi bilemez. 6100 sayılı HMK'nun ''Harç ve avans ödenmesi'' başlıklı maddesinin gerekçesinde ''...her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tutarın avans olarak davacı tarafından dava açarken yatırılması zorunluluğu getirilmiştir. Bu avansın yetmemesi durumunda ise tamamlanması için davacıya kesin süre verileceği hususu hüküm altına ..'' alındığı belirtilmiştir.Somut olayda; borçlunun İstanbul İcra Mahkemesinin 2014/1208 E., 2014/1284 K. sayılı dosyasında kıymet takdirine itiraz ettiği, dilekçenin ibraz edildiği 2014 tarihinde 40,70 TL'si harç olmak üzere toplam 180,70 TL gider avansı yatırdığı, dilekçe üzerine itiraz edene yatırması gereken bakiye masraflarla ilgili not yazılmadığı gibi muhtıra çıkarılarak noksan keşif ve bilirkişi ücretini yatırması için mehil verilmeden İİK'nun 128/a maddesi gerekçe gösterilerek 7 gün içinde masrafların yatırılmadığı gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verildiği görülmüştür.Borçlu, kıymet takdirine itiraz dilekçesini ibraz ederken HMK'nun maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere keşif ve bilirkişi ücretini de karşılamak üzere avans yatırmıştır. Mahkemece HMK'nun 115/ maddesi gereğince noksan ücret ve masrafların miktarı da belirtilerek mahkeme veznesine yatırılması için kesin mehil verilmeden itirazın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Bu nedenle kıymet takdir raporunun usulüne uygun olarak kesinleştiği kabul edilemez. ..." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/12/2020 tarihli ve E.2017/12-349, K.2020/1031 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:..." İİK’nın 128/a maddesinin fıkrasında yer alan şikâyet tarihinden itibaren 7 gün içinde gerekli masraf ve ücretin yatırılmasına ilişkin düzenleme HMK’da öngörülen gider avansının özel şeklidir. Bu hükmün uygulanabilmesi için itiraz edenin yatırması gereken miktarın mahkemece belirlenmiş olması gereklidir. İtiraz eden, yasada yazılı olan ve gerekli masraf olarak ifade edilen miktar saptanmadan bu masrafı kendiliğinden belirleyip yatıramaz. Zira, hâkimin emri olmadan vezneye paranın yatırılması mümkün değildir. Mahkeme heyetinin yasal yolluğunun belli olduğu düşünülse bile, kalan keşif gideri için ne miktar avans yatıracağını itiraz eden bilemez. ..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38). Ayrıca bu sınırlama, meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır; aksi takdirde bu sınırlama maddenin (1) numaralı fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985, § 57). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26844 | Başvuru, kıymet takdirine itiraz talebiyle açılan davada keşif ve bilirkişi incelemesi için gereken gider avansının yatırılmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi ve makul süreyi aşması, nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 16/9/2008 tarihinde gözaltına alınmış; 19/9/2008 tarihinde suç işlemek için örgüt kurmak ve uyuşturucu madde ticareti yapmak suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 18/11/2008 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında suç işlemek için örgüt kurmak ve uyuşturucu madde ticareti yapmak suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Davanın görüldüğü (CMK mülga madde ile görevli) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 17/1/2013 tarihli kararıyla; başvurucunun suç işlemek için örgüt kurma suçundan 1 yıl 8 ay hapis, uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 24 yıl 12 ay hapis ve 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Bu karar, duruşmada başvurucuya tefhim edilmiştir. Başvurucu hakkındaki hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 25/9/2014 tarihli ilamıyla suç işlemek için örgüt kurma suçu yönünden onanmış; uyuşturucu madde ticareti yapma suçu yönünden ise bozulmuştur. Başvurucu 24/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bozma kararı sonrasında dava dosyası, mahkemelerin (CMK mülga madde ile görevli) kapatılması üzerine Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi 5/2/2015 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Yapılan yargılama sonucunda Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi 2/6/2016 tarihli kararıyla, örgüt faaliyeti kapsamında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan başvurucunun 24 yıl 12 ay hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu karar temyiz edilmiş olup başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesi devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir: "Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16919 | Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi ve makul süreyi aşması, nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ahlaki durum gerekçe gösterilerek meslekten ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, tarafsız ve bağımsız olmayan bir mahkemede yargılamanın yapılması ve yargılamalarda hukuka aykırı delil kullanılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde psikiyatri uzmanı tabip subay olarak görev yapan başvurucu hakkında TSK'da görevli başka bir subay olan E.İ. tarafından ileri sürülen iddialar doğrultusunda iki disiplin amirinin teklifiyle idari tahkikat başlatılmıştır. İdareye 4/4/2014 tarihinde sunulan şikâyet dilekçesinde E.İ.; askerî hastanenin psikiyatri kliniğinde sivil memur (hemşire) olarak çalışan eşi Y.İ. ile aynı klinikte görev yapan ve evli olan başvurucu arasında bir süredir devam eden, meslek etiğine uymayan, yüz kızartıcı ve TSK'nın itibarını sarsacak düzeyde gayriahlaki bir ilişkinin bulunduğunu ileri sürmüş ve eşinin telefon kayıtlarını delil olarak göstermiştir. TSK Sağlık Komutanlığınca oluşturulan tahkikat heyeti; başvurucunun, sivil memur Y.İ.nin ve bir kısım personelin ifadelerine başvurmuştur. Bu kapsamda Y.İ. ile başvurucu arasında geçtiği belirtilen söz konusu telefon mesaj kayıtları incelenmiş ve buradan elde edilen çeşitli bilgiler teyit edilerek 10/6/2014 ve 21/5/2014 tarihlerinde idari tahkikat raporları düzenlenmiştir. Söz konusu raporlarda; başvurucunun makam ve memuriyet nüfuzunu kullanarak Y.İ. ile mesai arkadaşlığının ötesinde bir ilişki kurmak için çaba sarf ettiği, Y.İ.nin eşinin uzun süreli görevlere gitmesinden faydalandığı, bu girişimlerden sonra gayriahlaki ilişkinin başladığı, farklı tarihlerde muhtelif otellerde birlikte olduklarının anlaşıldığı, başvurucu ile Y.İ.nin nöbetlerini birlikte tutma gayretinde oldukları belirtilmiştir. Y.İ.nin 19/1/2014 tarihinde nöbetini değiştirdiği ve 25/2/2014 tarihinde başvurucu ile birlikte nöbet tuttukları ifade edilmiştir. Raporlarda; 10/2/2014-17/2/2014 tarihleri arasında başka bir ilde görevlendirilen başvurucunun sivil memur Y.İ.nin eşiyle Ankara Sıhhiye Orduevinde kaldığını öğrendikten sonra görevlendirildiği garnizondan izinsiz olarak 14/2/2014 tarihinde Ankara'ya gittiği, eşi ile birlikte kalan Y.İ.yi eşi uyurken kendi odasına davet ettiği ve başvurucu ile Y.İ.nin aynı tarihte birlikte uçak bileti aldığı yönünde tespitlerde bulunulmuştur. Ayrıca söz konusu ilişkinin Y.İ. ile başvurucu tarafından da kabul edildiği belirtilmiştir. İdari tahkikat neticesinde başvurucu ahlaki zayıflık şeklinde düzenlenen disiplin suçunu işlediği iddiasıyla Genelkurmay Başkanlığı Hava Kuvvetleri Komutanlığı Yüksek Disiplin Kuruluna (Yüksek Disiplin Kurulu) sevk edilmiştir. Başvurucuya 18/8/2014 tarihinde yapılan tebliğle hakkındaki isnatlarla ilgili hususlar bildirilmiş ve mevzuatta öngörülen süreler içerisinde yazılı savunmasını sunması gerektiği konusunda ihtarda bulunulmuştur. Savunma için ek süre talebinde bulunan başvurucunun bu isteği karşılanmış ve başvurucu 28/8/2014 tarihinde yazılı savunmasını sunmuştur. Savunmasında başvurucu; mesaj kayıtlarının gerçek dışı olduğunu, eklemeler yapıldığını, düzmece ve sahte delil mahiyetinde olduğunu, Y.İ.nin psikiyatrik bozukluğunun bulunduğu süreçte alınan ifadesine itibar edilmemesi gerektiğini, arkadaşlıktan öte bir ilişkisinin bulunmadığını belirtmiş ve iddiaları kabul etmemiştir. 21/10/2014 tarihinde gerçekleştirilecek Yüksek Disiplin Kurulu toplantısında sözlü olarak da savunma yapabileceği hususu başvurucuya 1/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Söz konusu toplantıda sözlü savunmada bulunan başvurucu vekili; telefon mesajlarının başvurucunun iç dünyasını yansıttığını, başvurucu tarafından içeriği kabul edilen bazı mesajların hasta-hekim ilişkisi içinde olduğunu, otel kayıtlarının ve mesajların delil olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Yüksek Disiplin Kurulu, elde edilen delillerden başvurucunun ahlaki zayıflık disiplin suçunu işlediğinin anlaşıldığını belirterek 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun maddesi gereğince başvurucu hakkında TSK'dan ayırma cezası vermiştir. 21/10/2014 tarihli kararda; her askerin ahlaki anlayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak olgusunun arzu edilir değil görevin başarıyla icra edilebilmesi için şart olduğu vurgulanmıştır. Askerî personelin eşi olan ve bu olay nedeniyle eşi tarafından hakkında boşanma davası açılan Y.İ. ile başvurucu arasındaki gayriahlaki ilişkinin varlığının tespit edildiği ifade edilmiştir. Yüksek Disiplin Kurulunun anılan kararı Hava Kuvvetleri Komutanı ile Millî Savunma Bakanlığı tarafından da onaylanmış ve 15/12/2014 tarihinde ayırma süreci tamamlanmıştır. Başvurucu, TSK'dan ayırma işlemine karşı 22/1/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; hakkındaki karara dayanak olarak gösterilen kayıtlarda hukuka aykırılıklar bulunduğunu, disiplin soruşturmasının konusunun mesleğine değil özel hayatına ilişkin olduğunu, iddia edilen ilişkinin var olduğu bir an kabul edilse dahi bu ilişkinin mahremiyet alanında gerçekleştiğini, mesleğine hiç bir şekilde yansımadığını ve bu hususun ortaya konulamadığını ileri sürmüştür. Delillere erişiminin engellendiğini ve özel hayatına ilişkin eylemler esas alınarak verilen cezanın ölçüsüz olduğunu belirten başvurucu, bahse konu TSK'dan ayırma cezasının iptal edilmesini talep etmiştir. Davalı idare tarafından sunulan 27/3/2015 tarihli savunma dilekçesinde, başvurucunun eylemlerinin TSK'nın itibarını sarsacak şekilde yüz kızartıcı, utanç verici ve toplumun genel ahlak yapısı ile meslek etiğine uymayan düzeyde gayriahlaki nitelikte olması nedeniyle tesis edilen dava konusu işlemin yetki, sebep, konu, şekil ve amaç yönlerinden hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. AYİM Başsavcılığının 23/6/2015 tarihli düşünce yazısında ise başvurucunun, kendisiyle aynı klinikte hemşire olarak görev yapan Y.İ. ile uzun süredir devam eden ve olağan sınırların ötesine geçen ilişkinin TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte olduğu, eylemlerin dış aleme yansıdığı ve tahkikat sürecinde başvurucuya savunma imkânının sağlandığı belirtilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği yönünde değerlendirmelerde bulunulmuştur. AYİM Birinci Dairesinin 23/2/2016 tarihli ara kararıyla dava dosyası kapsamında bulunan gizlilik dereceli belgelerin başvurucu tarafından incelenebileceğine karar verilmiştir. Bu karar doğrultusunda başvurucu vekili tarafından 6/4/2016 tarihinde söz konusu belgeler incelenmiş ve 12/4/2016 tarihinde yazılı beyanda bulunulmuştur. AYİM Birinci Dairesi, 27/4/2016 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinde; askerî personelin ahlaki anlayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiğine ilişkin açıklamalarda bulunulmuş ve TSK mensubu bir subay olan başvurucunun yine başka bir TSK mensubu personel ile evli olan ve kendisiyle aynı klinikte görev yapan Y.İ. ile yaşadığı ilişkilerin niteliği ve niceliği dikkate alındığında eylemlerin özel hayatın kapsamını aştığı ve mesleki faaliyet alanına yansıdığı yönünde değerlendirmelere yer verilmiştir. Söz konusu kişilerin nöbetlerini birlikte tutma, seyahat edip buluşma gayreti içinde oldukları ve muhtelif tarihlerde aynı otelde konakladıkları belirtilmiştir. Kararda, iddia edildiği gibi telefon mesaj kayıtları ve dökümlerde herhangi bir ekleme, çıkarma veya değişiklik yapıldığına ilişkin kanıt ya da bilginin olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun sosyal ve aile yaşantısına zarar vererek TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlaki zayıflıkta bulunduğu, ayırma cezasının objektif ölçütlerle, hizmet gereklerine uygun, kamu yararı birey yararı dengesi gözetilerek ve ölçülü şekilde kullanıldığı belirtilmiş ve işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Karar düzeltme yoluna başvurulmadan kesinleşen söz konusu karar 27/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30) ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka (Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26-33) yer vermiştir. 6413 sayılı Kanun'un "Silahlı kuvvetlerden ayırma cezasını gerektiren disiplinsizlikler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... b) Ahlaki zayıflık: Görevine, sosyal ve aile yaşantısına zarar verecek derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olmak veya Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde yüz kızartıcı, utanç verici veya toplumun genel ahlak yapısına aykırı fiillerde bulunmaktır. ..." 6413 sayılı Kanun'un "Takdir hakkının kullanımı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunla disiplin cezası vermeye yetkilendirilmiş kişi ve kurullar, disiplin cezası uygulanması ile ilgili takdir haklarını ölçülü, adaletli ve hakkaniyetli bir şekilde kullanırlar. (2) Takdir hakkı mutlaka gerekçeli olarak kullanılır. (3) Takdir hakkı kullanılırken;a) Disiplinsizliğin işleniş biçimi,b) Disiplinsizliğin işlendiği zaman ve yer,c) Disiplinsizliğin askeri hizmete olumsuz etkisinin ağırlığı,ç) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı,d) Disiplinsizlik yapan personelin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı,e) Disiplinsizlik yapan personelin daha önceki disiplin durumu,f) Disiplinsizlik yapan personelin samimi ikrarı ve gösterdiği pişmanlık,gibi hususlar göz önüne alınır. ..." 6413 sayılı Kanun'un "Disiplin soruşturması ve yetkiler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Maiyetinden birinin disiplinsizlik teşkil edebilecek bir fiilini veya mesleğe aykırı tutum ve davranışını herhangi bir şekilde öğrenen disiplin amirleri, olayın araştırılması gerektiğine kanaat getirirse, yazılı olarak görevlendireceği soruşturmacılar vasıtasıyla ya da şahsen disiplin soruşturması yapar. (2) Disiplin soruşturmacısı olarak tek bir kişi görevlendirilebileceği gibi en az üç kişiden oluşan bir heyet de görevlendirilebilir. (3) Disiplin soruşturması, Genelkurmay Başkanınca gerek görülmesi hâlinde, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde bu amaçla kurulmuş birimde görevli personel eliyle de yürütülebilir.... (5) Heyet başkanı hariç olmak üzere gerek görülmesi hâlinde, hakkında disiplin soruşturması yapılacak kişiden rütbe veya kıdemce daha aşağıda heyet üyeleri görevlendirilebilir. (6) Disiplin soruşturmacıları ve heyeti, kendilerini görevlendiren disiplin amiri adına; disiplin soruşturmasıyla ilgili bilgi ve belgeleri toplama, savunma alma, tanık dinleme, bilirkişi görevlendirme, keşif yapma, hâkim veya savcı kararı gerektirmeyen durumlarda kriminal inceleme yaptırma da dâhil olmak üzere her türlü inceleme yapma ve ilgili makamlarla yazışma yetkisini haizdir." 6413 sayılı Kanun'un "Disiplin cezaları" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"... Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezası yüksek disiplin kurulları tarafından verilir." 6413 sayılı Kanun'un "Silahlı kuvvetlerden ayırma cezası" kenar başlıklı maddesinin (3), (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:"(3) Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezası; disiplin amirlerinden en az ikisinin teklifi üzerine yüksek disiplin kurulları tarafından verilebileceği gibi, eldeki bilgi ve belgelere göre yüksek disiplin kurulları tarafından resen de verilebilir. Genelkurmay Başkanı veya Milli Savunma Bakanının eldeki bilgi ve belgelere ya da gerekli görmesi üzerine yaptırdığı disiplin soruşturması sonucuna göre hakkında bu cezanın verilmesine kanaat getirdiği personelin dosyaları bir karar verilmek üzere doğrudan yetkili yüksek disiplin kuruluna sevk edilir. (5) Yüksek disiplin kurulları; gerekli gördükleri takdirde, ilgilinin özlük dosyasını ve her nevi evrakı incelemeye, ilgili birlik, kurum ve karargâhlardan bilgi almaya, hâkim veya savcı kararı gerektirmeyen durumlarda kriminal inceleme yaptırma da dâhil olmak üzere her türlü inceleme yaptırmaya, tanık ve bilirkişi dinlemeye, keşif yapmaya veya yaptırmaya yetkilidirler. (6) Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezasının verilmesine ilişkin sürecin; disiplin amirlerinin teklifi ile başlatılması hâlinde süreci başlatan disiplin amiri tarafından, diğer durumlarda ise yetkili komutanlıklar vasıtası ile yüksek disiplin kurulları tarafından hakkında karar verilecek personelin savunması alınır. Yazılı savunma haricinde, yüksek disiplin kurulu tarafından gerek görülmesi veya personelin talepte bulunması hâlinde personel sözlü olarak da ifade vermeye çağrılabilir. Firar ve izin tecavüzü gibi ilgilinin bulunamaması nedeniyle savunma almayı imkânsız hâle getiren zorunlu hâller (…) (2) gereğince verilecek Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezasında savunma alınmaz." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11733 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek meslekten ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, tarafsız ve bağımsız olmayan bir mahkemede yargılamanın yapılması ve yargılamalarda hukuka aykırı delil kullanılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, alacak davasında sadece davacının beyanları esas alınarak hazırlanan bilirkişi raporu doğrultusunda hüküm kurulması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/7/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İlaç üretimi ve satışı alanında faaliyet gösteren bir şirket olan başvurucu ile Sosyal Sigortalar Kurumu arasında, anılan Kurumun sağlık tesislerinde ihtiyaç duyulan bir kısım ilacın temini konusunda 18/3/2002 tarihli sözleşme imzalanmıştır. Bu arada 5/7/2002 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 2002/4331 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile ilaç firmalarının yıllık toplam kârı için üst sınır getirilmiştir. 2003 yılında, Bakanlar Kurulunca kararlaştırılan kârlılık oranını aşmak suretiyle ilaç sattığı ve bu şekilde haksız kazanç temin ederek 110,04 TL kamu zararına sebebiyet verdiği iddiasıyla Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından Tuzla (İstanbul Anadolu ) Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 10/12/2009 tarihinde başvurucu aleyhine alacak davası açılmıştır. Başvurucu davaya cevabında davanın haksız olduğuna ilişkin başka itirazlarını ileri sürmekle birlikte esas olarak, davacı Kurum ile imzaladığı 18/3/2002 tarihli sözleşme gereğince Sağlık Bakanlığı tarafından onaylanmış imalatçı satış fiyatlarını aşmayan bedellerle ilaç sattığını, uyuşmazlığın çözümünde esas alınması gereken hukuki metnin Bakanlar Kurulu kararı değil anılan sözleşme olduğunu, bu sözleşmeye aykırı davranışının bulunmadığını savunmuştur. Yargılama sürecinde Mahkemece taraflara delillerini sunmak üzere süre verilerek sunulan delillere göre mali müşavir ve hukukçu bilirkişiden rapor alınmış; bu raporun yeterli görülmemesi üzerine bu kez yeminli mali müşavir, hukukçu ve eczacıdan oluşan üç kişilik bilirkişi kurulundan 20/6/2012 tarihli rapor alınmıştır. Söz konusu raporda, dava konusu alacakla ilgili dava dilekçesinde bahsi geçen teftiş raporlarının dosyada bulunmaması nedeniyle bu raporlarda yapılan hesaplamalar konusunda inceleme yapılamadığı ancak ilk bilirkişi raporuna karşı davacı vekili tarafından sunulmuş 24/1/2011 tarihli itiraz dilekçesinde davalı (başvurucu) Şirketin imal ettiği altı kalem ilaçla ilgili düzenlenmiş tabloda ilaç ismi, dönem başı ilaç tutarı, dönem içi toplam üretim, dönem sonu ilaç tutarı, satılan ilaç maliyeti ve net satış tutarı ile ilgili verilerin ayrı sütunlarda gösterildiği belirtilerek bu verilere göre yapılan hesaplamada başvurucu Şirketin Bakanlar Kurulu kararı ile öngörülen kâr oranını aşarak kazanç elde ettiğinin tespit edildiği ve bu kazancın 135,73 TL olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme 19/9/2012 tarihli ve E.2009/1457, K.2012/551 sayılı kararı ile dosya kapsamına uygun bulduğu 20/6/2012 tarihli rapora göre başvurucu Şirketin Bakanlar Kurulu kararında belirlenen kâr oranını aşmak suretiyle 2003 yılında haksız kazanç elde ettiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve 135,74 TL alacağın yasal faiziyle birlikte başvurucudan alınarak davacı Kuruma verilmesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“Bilirkişi kurulundan aldırılan 2010 tarihli raporda [bilirkişiler]; mevcut faturalar üzerinde yapılan incelemede taraflar arasında 2002 tarihinde akdedilen sözleşme uyarınca, liste fiyatlarını aşan faturalar tespit edilemediğini, davalının 2003 yılı gelir tablosu üzerinde yapılan incelemede, davalı firmanın 2003 yılı karlılık oranının % 3,17 olarak tespit edildiğini, söz konusu davada, davalı firma 2002 tarihli 4331 sayılı Bakanlar Kurulu kararının maddesinde belirtilen ve imalatçı firmalar için sınırlama getiren % 15 kârlılık oranından daha az bir kâr elde etmesi sebebiyle davalının davacıya bir borcu olduğu tespit edilemediğini belirtmişlerdir. Davacı kurumun itirazı üzerine dosya yeniden bilirkişi kuruluna tevdi edilmiş olup, bilirkişi kurulunun ibraz ettiği 2012 tarihli bilirkişi kurulu raporunda; davalı şirketin Sağlık Bakanlığınca onaylanmış bulunan imalatçı satış fiyatlarını aşmamak üzere ilaç verdiği sabit olmakla birlikte, davacı kurumun kayıtlarına göre Bakanlar Kurulu kararında belirlenen kârlılık oranlarını aşarak ilaç sattığı, davalı kurumun kâr oranını aşmak suretiyle 2003 yılında sağladığı kazancın toplam 135,73 TL olduğunu belirtmişlerdir. Dosya içindeki bilirkişi kurulu raporu dosya kapsamına uygun olduğundan davalı vekilinin itirazlarının ve yeniden rapor alınması talebinin reddine ve dosya içindeki 2010 tarihli bilirkişi kurulu raporunun geçersiz sayılmasına karar verilmiştir.Yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamına göre; davalı şirketin Bakanlar Kurulu kararlarında belirlenen kâr oranını aşmak suretiyle 2003 yılında sağladığı kazanç toplamının 135,74 TL olduğu anlaşıldığından davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerekmiş[tir].” Taraflarca temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/12/2013 tarihli ve E.2013/3723, K.2013/32738 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 2/5/2014 tarihli ve E.2014/9157, K.2014/14202 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 5/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 1/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Bir akdin mevzuu, kanunun gösterdiği hudut dairesinde, serbestçe tayin olunabilir.Kanunun kat'i surette emreylediği hukuki kaidelere veya kanuna muhalefet; ahlaka (adaba) veya umumi intizama yahut şahsi hükümlere müteallik haklara mugayir bulunmadıkça, iki tarafın yaptıkları mukaveleler muteberdir.” 818 sayılı mülga Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Bir şeyin yapılmamasına taalluk eyleyen borca muhalif surette hareket eden kimse mücerret muhalefet ile zarar ve ziyan tediyesine mecburdur.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10738 | Başvuru, alacak davasında sadece davacının beyanları esas alınarak hazırlanan bilirkişi raporu doğrultusunda hüküm kurulması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Konya Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamada 13/3/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 12/5/2017 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmaya katılımının sağlanması hususunda tutuklu bulunduğu Bandırma 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Duruşmanın ilk celsesine SEGBİS aracılığıyla katılan başvurucu, duruşmada bizzat hazır bulunmak istediğine ilişkin herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Muhtelif kurumlara yazılan müzekkerelere verilen cevaplarının okunduğu ve başvurucunun savunma yaptığı celsede iddia makamı esas hakkında mütalaasını sunmuştur. Mahkeme, başvurucu ve müdafiine esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma hazırlamak amacıyla talep ettikleri sürenin verilmesine ve duruşmanın 2/6/2017 tarihine ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucu müdafii UYAP sistemi üzerinden Mahkemeye 29/5/2017 tarihinde ilettiği aynı tarihli dilekçe ile SEGBİS'in ancak zaruri ve çok ivedi hususlarda uygulanabileceğini, yüz yüzelik ilkesi gereğince duruşmada bizzat hazır edilmesi gereken sanığın ifadesinin SEGBİS ile alınmasının adil yargılama hakkının ihlali olduğunu beyan etmiştir. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucunun duruşmada hazır bulunma talebi hakkında Mahkemece herhangi bir değerlendirmede bulunulmamıştır. Yargılamanın iki celsede tamamlandığı ve başvurucunun tüm celselere SEGBİS aracılığı ile katılımının sağlandığı anlaşılmıştır. Yargılama sonucunda başvurucunun anılan suçtan hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Başvurucunun duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılımının neden gerekli görüldüğü hususunda Mahkemenin ara kararları veya gerekçeli kararında herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Başvurucu, duruşmalarda bizzat hazır bulundurulmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirterek hükme karşı kanun yollarına müracaat etmiştir. Hüküm kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23616 | Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2014 tarihindeyapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 22/11/2011 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde açılan işe iade istemli tespit davasında İlk Derece Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli hükmü ile davanın kabulüne karar verilmiş, temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/5/2014 tarihli ilamı ile karar onanmış ve yargılama sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11675 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) evrak işlem kütüğünde yapılan inceleme sonucunda, nihai kararın başvurucu vekilince 9/3/2021 tarihinde görüldükten sonra 17/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu tespit edilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/13827 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, isim yazılarak yapılan araştırmada arama motorlarında listelenen ve internet haber arşivlerinde yer alan bazı haberler ile ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yönündeki taleplerin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 24/1/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların olduğu tarihten bu yana mankenlik ajansı sahibidir ve kendisi de eski bir mankendir. Başvurucunun sinema ve tiyatro alanında da çalışmaları bulunmaktadır. 2001 yılında Türkiye Yüz Güzeli seçilmiş ve başvurucunun sahibi olduğu mankenlik ajansına bağlı olarak çalışan bir manken, 2004 yılında aşırı dozda uyuşturucudan hayatını kaybetmiştir. Türkiye Yüz Güzeli seçilmesinin ardından tanınmışlık düzeyi oldukça artan mankenin ölüm nedeni ülke gündeminde geniş yer bulmuş, olay tarihi ve sonrasında birçok gazetede ve internet haber sitesinde konuyla ilgili haberler yapılmıştır. Haberlerde olayın oluş şekli, mankene uyuşturucuyu temin eden zanlılar, olaya ilişkin savcılık soruşturması ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Yine bu konuyla ilgili olarak başvurucunun bireysel başvuru konusu yaptığı haberlerden birinde yargılamayı yapan mahkeme tarafından mankenin çalıştığı ajansın sahibi olarak başvurucunun da tanık olarak dinlendiği bilgisi aktarılmıştır. Bir diğer haberde, ölen mankenin basına verdiği son röportajda içinde bulunduğu durumun sorumlusu olarak başvurucuyu gösterdiğinin öğrenilmesi üzerine başvurucunun adli makamlar tarafından uzun süre sorgulandığı belirtilmiştir. Haberlerde, ölen mankenin başvurucunun asistanı ile de ilişkisi olduğu ve ortak arkadaşları olan bir transseksüel ile hep birlikte para karşılığında cinsel ilişkiye girdikleri iddialarına yer verilmiştir. Haberlerde ayrıca yine kamuoyunda tanınmış bir kişi olan başvurucunun eşinin de yıllar önce aşırı dozda uyuşturucudan öldüğü bildirilmiştir. Başvurucu; yaşanan olaylarla bir ilgisi olmadığı hâlde arama motorlarına ismi yazıldığında hem ölen manken ile hem de ölen eşi ile ilgili haberlerin listelendiğini, bu haberler nedeniyle şeref ve itibarının zedelendiğini ileri sürerek internet içeriklerine erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 30/9/2014 tarihinde dava konusu haberlerin başvurucunun kişilik haklarına saldırı niteliğinde ve incitici mahiyette olmadığı, ayrıca haber içerikleri dikkate alındığında talebin kabulü hâlinde haber alma ve haber verme hürriyetinin sınırlandırılacağı gerekçesiyle erişimin engellenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 16/10/2014 tarihinde reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 11/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi HakkındaKanun’un "İçeriğin yayından çıkarılması ve erişimin engellenmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşlar, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması hâlinde yer sağlayıcısına başvurarak uyarı yöntemi ile içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini de isteyebilir.(2) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin talepleri, içerik ve/veya yer sağlayıcısı tarafından en geç yirmi dört saat içinde cevaplandırılır.(3) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik hakları ihlal edilenlerin talepleri doğrultusunda hâkim bu maddede belirtilen kapsamda erişimin engellenmesine karar verebilir.(4) Hâkim, bu madde kapsamında vereceği erişimin engellenmesi kararlarını esas olarak, yalnızca kişilik hakkının ihlalinin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL, vb. şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verir. Zorunlu olmadıkça internet sitesinde yapılan yayının tümüne yönelik erişimin engellenmesine karar verilemez. Ancak, hâkim URL adresi belirtilerek içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle ihlalin engellenemeyeceğine kanaat getirmesi hâlinde, gerekçesini de belirtmek kaydıyla, internet sitesindeki tüm yayına yönelik olarak erişimin engellenmesine de karar verebilir.(5) Hâkimin bu madde kapsamında verdiği erişimin engellenmesi kararları doğrudan Birliğe gönderilir. (6) Hâkim bu madde kapsamında yapılan başvuruyu en geç yirmi dört saat içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Bu karara karşı 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.(7) Erişimin engellenmesine konu içeriğin yayından çıkarılmış olması durumunda hâkim kararı kendiliğinden hükümsüz kalır.(8) Birlik tarafından erişim sağlayıcıya gönderilen içeriğe erişimin engellenmesi kararının gereği derhâl, en geç dört saat içinde erişim sağlayıcı tarafından yerine getirilir.(9) Bu madde kapsamında hâkimin verdiği erişimin engellenmesi kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin yayının (…) başka internet adreslerinde de yayınlanması durumunda ilgili kişi tarafından Birliğe müracaat edilmesi hâlinde mevcut karar bu adresler için de uygulanır. (10) Sulh ceza hâkiminin kararını bu maddede belirtilen şartlara uygun olarak ve süresinde yerine getirmeyen sorumlu kişi, beş yüz günden üç bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır."B. Uluslararası Hukuk Somut olayla ilgili uluslararası hukuk kuralları için Anayasa Mahkemesinin Ali Kıdık (B. No: 2014/5552, 26/10/2017, §§ 22-29) kararına bakılabilir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19685 | Başvuru, isim yazılarak yapılan araştırmada arama motorlarında listelenen ve internet haber arşivlerinde yer alan bazı haberler ile ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yönündeki taleplerin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, aile konutu üzerinde intifa veya oturma hakkı tesisi için açılan davada delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda adil olmayan bir karar verilmesi ve dosyaya sunulan sözleşmenin derece mahkemelerinin kararlarında tartışılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/1/2014 tarihinde Konya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 18/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi muris H.nin 31/7/2007 tarihinde ölümü üzerine Konya Noterliğinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu tüm mirasçıların katılımıyla 10/9/2007tarihli düzenleme şeklinde miras taksim sözleşmesi imzalanarak murise ait menkul ve gayrimenkuller mirasçılar arasında paylaşılmıştır. Bu taksim sözleşmesinde başvurucuya, murisin tarla vasfında bir taşınmazında 1/15 oranında hisse verilmesi, Konya ili Meram ilçesi Topraksarnıç Mahallesi'nde kain, üzerinde başvurucunun oturduğu bina bulunan ancak tapunun 2256 ada 88 parsel sırasında arsa vasfıyla kayıtlı olan (dava konusu) taşınmaz ile diğer taşınmazların mirasçılardan A., H.G. ve E.T.ye bırakılması kararlaştırılmıştır. Anılan sözleşmede "... murise ait olan menkul ve gayrimenkulleri aşağıda yazıldığı şekilde taksim ettik ... işbu miras taksim sözleşmesi ile, murisimizin bilumum menkul ve gayrimenkullerinin taksimi sebebi ile, birbirimizde hiçbir hak ve alacağımızın kalmadığını, birbirimizi karşılıklı olarak ibra ettiğimizi, kabul, beyan ve ikrar ederiz." şeklinde bir beyan bulunduğu görülmüştür. Öte yandan noter huzurunda yapılan miras taksim sözleşmesiyle aynı tarihte, tüm mirasçıların katılımıyla imzalanan "Sözleşmedir" başlıklı adi yazılı belge ile dava konusu taşınmazdaki dairelerin paylaşımı yapılmıştır. Sözleşmede, başvurucunun oturduğu zemin kattaki dairenin H.G. ve E.T. isimli mirasçılara ait olacağı kararlaştırılarak başvurucunun bu dairede ölünceye kadar kira ödemeden ikamet edeceği belirtilmiştir. Anılan sözleşmenin ilgili kısmı şöyledir:"Meskenin zemin katında murisin eşi Mürü[v]et Ceranoğlu oturmak[t]a olup ölünceye kadar bu meskende ikamet edecek bundan dolayı mirasçılar tarafından herhangi bir kira talebinde bulunulmayacak, ayrıca halen mesken içerisinde bulunan demirbaşlar aynen bulunduğu şekilde mirasçılar H.G. ve E.T.ye aynı şekilde teslim edilecektir" Dava konusu taşınmazın satılarak ortaklığının giderilmesi için 8/10/2007 tarihinde Konya Sulh Hukuk Mahkemesinde paydaşlar arasında davanın görülmeye başlanması üzerine başvurucu 20/5/2008 tarihinde, Konya Aile Mahkemesinde (Mahkeme) eşinin diğer mirasçıları aleyhine dava açarak eşi ile birlikte oturduğu konutun ölünceye kadar kendisine tahsisine karar verilmesini talep etmiştir. Dava kapsamında taraflarca bildirilen tanıklar dinlenmiş, dava konusu taşınmaz üzerinde keşif yapılarak bilirkişiden rapor alınmıştır. Mahkeme, başvurucu tarafından dosyaya sunulan "Sözleşmedir" başlıklı adi yazılı belgede imzası bulunan davalıları duruşmada dinleyerek belge hakkında beyanlarını almıştır. Yapılan yargılama sonunda Mahkeme 18/10/2012 tarihli ve E.2008/466, K.2012/1052 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli karar şöyledir:"Davacı vekili mahkememize vermiş olduğu dava dilekçesi ile müvekkilin eşi H.nin vefat etmiş olduğunu ve mirasçılarla müvekkilin sözleşme yaptığını ve eşi ile birlikte oturduğu ve halen kendisinin oturmuş olduğu konutun ölünceye kadar müvekkile tahsis edildiğini ve ölünceye kadarda kira talep edilmeyeceği belirtildiği ancak davalılar E. ve H.nin izaleişuyu davası açmış olduklarını bahse konu konutun satılma ihtimalinin bulunduğunu belirterek müvekkilin oturmuş olduğu konutun ölünceye kadar müvekkile tahsisine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. ... Davalılar A. ve davacının bahsetmiş olduğu sözleşmeyi kabulle davacının bahse konu konutta ölene kadar oturmasına karar verdiklerini sözleşmeyi birlikte imzaladıklarını ancak daha sonra bazı mirasçıların bundan vazgeçtiğini beyan etmişlerdir.K. 240 maddesine göre katılım alacağına mahsuben intifa veya oturma hakkı verilmesine dair açılan davada; ilgili taşınmaz[ın] muris ve davacı tarafça aile konutu olarak kullanıldığı sabit olup murisin ölümü sonrasında taşınmaz davacının da aralarında bulunduğu mirasçılara intikal etmiş olup ancak sonrasında 2007 tarihinde malikler arasındaki Noterde yapılmış miras taksim sözleşmesine göre paylaşılıp bu paylaşımda davacıda yer alıp bu sözleşme ile taraflar birbirlerinden miras nedeniyle ibrada bulunup diğer haklarından feragatlerini içerip, eldeki dava katılma alacağına dayalı K. 240 maddesi kapsamında olup, davacı yukarıdaki taksim sözleşmesi ile ilgili taşınmazdaki haklarından vazgeçerek bu taşınmazla ilgili katılma alacağınında söz konusu olmadığından talebinin gerekçesi ortadan kalkmakla davanın malik olan davalılar bakımından reddine, malik olmayan davalı bakımından husumetten reddine karar [verilmiştir]. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/5/2013 tarihli ve E.2013/432, K.2013/6665 sayılı ilamıyla "dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller Mahkemece takdir edilerek karar verildiğine göre takdirde bir isabetsizlik bulunmadığı" gerekçesi ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 9/12/2013 tarihli ve E.2013/14585, K.2013/18540 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 6/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Aile Konutu ve ev eşyası" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Sağ kalan eş, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için, ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklenmek suretiyle intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebilir; mal rejimi sözleşmesiyle kabul edilen başka düzenlemeler saklıdır.Sağ kalan eş, aynı koşullar altında ev eşyası üzerinde kendisine mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.Haklı sebeplerin varlığı halinde, sağ kalan eşin veya ölen eşin yasal mirasçılarının istemiyle intifa veya oturma hakkı yerine, konut üzerinde mülkiyet hakkı tanınabilir....” 4721 sayılı Kanun'un "Aile Konutu ve ev eşyasının sağ kalan eşe özgülenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Eşlerden birinin ölümü halinde tereke malları arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları konut varsa; sağ kalan eş, bunlar üzerinde kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.Haklı sebeplerin varlığı halinde, sağ kalan eşin veya mirasbırakanın diğer yasal mirasçılarından birinin istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınmasına da karar verilebilir....” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/582 | Başvuru, aile konutu üzerinde intifa veya oturma hakkı tesisi için açılan davada delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda adil olmayan bir karar verilmesi ve dosyaya sunulan sözleşmenin derece mahkemelerinin kararlarında tartışılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği ile tutukluluk nedeniyle siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iddia konusu suçlamalar döneminde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul il başkanlığı ile BDP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyeliği görevini yürüttüğünü ve ayrıca BDP İstanbul Bölge bağımsız milletvekili adayı olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 28/10/2011 tarihinde Mersin'de gözaltına alınmış; 1/11/2011 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince silahlı terör örgütü yöneticiliği ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianame ile silahlı terör örgütü yöneticisi olma, terör örgütünün propagandasını yapma, 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'na muhalefet etme suçlarından cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) E.2012/48 sayılı dosyası üzerinden yürütülen yargılama tutuklu olarak sürdürülmüştür. 20/12/2013 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 14/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 4/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) yapılan kanun değişikliğiyle kapatılması üzerine dosyanın yetkili ve görevli İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2014 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (E.2014/134) derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1545 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği ile tutukluluk nedeniyle siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yakınlarının askerlik görevini yerine getirdiği sırada intihar etmesine ilişkin yürütülen ceza soruşturmasından sonuç alınamaması sonrasında idare aleyhine açılan maddi ve manevi tazminat davasında AYİM tarafından verilen kararın yeni bir durum oluşturmasına rağmen ceza soruşturması kapsamında verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının kaldırılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/7/2013 tarihinde Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.Bakanlık, görüşünü 25/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 5/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 15/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların ikisinin çocuğu ve diğer yedisinin kardeşi olan Şaban Koçak, Iğdır ili Aralık ilçesi Hudut Taburu Hudut Bölüğü Komutanlığına bağlı Aşağı Çiftlik Karakol Komutanlığı emrinde piyade onbaşı olarak askerlik görevini yerine getirirken kendisine kalorifer kazan dairesinin zimmeti verilmiştir. Şaban Koçak, anne ve babasıyla yaptığı telefon görüşmelerinde kalorifer dairesinin zimmetinin kendisine verildiğini, bu görevi yapamayacağından korktuğunu ve yanlış bir şey yaparsa ailesinin mal varlığına el konulacağı tehdidi altında olduğunu ifade etmiştir. Şaban Koçak, başvuru konusu olayın gerçekleşmesinden on saat önce görevli asker S.den ısrarla silah ve mühimmat istemiş; bu talebe komutanın emriyle olumlu cevap verilmemiştir. Şaban Koçak, 2/5/2010 tarihinde kendi görev mahalli olan Karakolun kazan dairesinde diğer bir askerin hücum yeleğinden aldığı dolu şarjörü kendi silahına takarak kendisini vurmuş ve hayatını kaybetmiştir. Olayla ilgili olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) E.2011/120 numarasıyla soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sonucunda Askerî Savcılık, 28/1/2011 tarihli ve E.2011/120, K.2011/3 sayılı kararında intiharın Şaban Koçak’ın kendi iç dünyasından kaynaklanan ancak dışa yansıtmadığı şahsi, ailevi ve maddi sıkıntılar nedeniyle girmiş olduğu psikolojik bunalım sonucu gerçekleşmiş olduğunu ve başkasına atfedilebilecek bir suç unsuru bulunmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Piyade Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesi, K.2011/101 sayılı kararı ile yapılan itirazı reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucular 1/3/2011 tarihinde uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini amacıyla Millî Savunma Bakanlığına dilekçeyle başvurmuşlardır. Millî Savunma Bakanlığı dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek başvuruyu zımnen reddetmiştir. Başvurucular, zımni ret üzerine 31/5/2011 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine (AYİM) dava açmıştır. AYİM, 31/10/2012 tarihli ve E.2011/989, K.2012/1053 sayılı kararıyla Şaban Koçak’ın anne ve babası için toplam 100 TL maddi, davacıların tamamı için toplam 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Ayrıca davanın reddedilen kısmı üzerinden nispi olarak hesaplanan 624 TL vekâlet ücretinin davacı olan başvuruculardan alınarak davalı idareye ödenmesine karar verilmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:“Askeri Savcılık tarafından yürütülen soruşturma sırasında ifadelerine başvurulan tanıkların beyanlarından anlaşıldığı üzere, müteveffanın çürük raporu alma konusunda bazı asker arkadaşlarıyla konuşmalar yaptığı, keza anne ve babasının beyanlarına göre, onlara telefonda “kendisine senet imzalatıldığı, 000,00 TL ceza verileceği, tarlalarının elinden alınacağı” şeklinde sözler söylediği, ayrıca kazan dairesinin sorumluluğunun kendisine verilmesi ve zimmetine alması konusunda çekingen davrandığı, maddi problemleri bulunan müteveffanın, kazan dairesindeki cihazların arızalanması halinde kendisinden tazminat istenmesinden korktuğu, özellikle olay günü nöbetine yaklaşık 10 saatlik bir süre olmasına rağmen S. isimli asker arkadaşından silah ve mühimmat talep ettiği, ancak nöbetine henüz uzun bir süre olduğundan S.’nin bu talebi yerine getirmediği ve müteveffaya silah ve mermi vermediği, ancak müteveffa ısrarcı olunca S.’nin bu konuda karakol komutanını bilgilendirdiği, komutanın izin vermemesi üzerine silah ve mühimmat alamadığı hususları hep birlikte düşünüldüğünde, dava konusu vahim olayın meydana gelmemesi için davalı idare ajanlarınca gerekli ve yeterli her türlü tedbirin alındığının söylenemeyeceği, müteveffanın olaydan önce intiharı kafasına koyup tasarlamasına ve hiçbir sebep yokken üst ve amirlerinden silah ve mermi istemek suretiyle bu konudaki niyetini de belli etmesine (en azından şüpheli davranmasına) rağmen bunun fark edilemediği, dolayısıyla meydana gelen ölüm olayı ile idarenin kusurlu davranışları arasında uygun illiyet bağının mevcut olduğu ve oluşan zararın idarece karşılanması gerektiği, ancak ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu olması nedeniyle müteveffanın da müterafık kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır.” Anılan karar üzerine başvurucular karar düzeltme başvurusunda bulunmuştur. Söz konusu başvuru, AYİM’in 15/5/2013 tarihli ve E.2013/601, K.2013/584 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucuların AYİM'in kararı (bkz. § 14) sonrasında Anayasa Mahkemesine yaptıkları 22/1/2013 tarihli ve 2013/841 numaralı bireysel başvuru dosyasında, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünün 23/1/2014 tarihli ve 2013/841 sayılı kararıyla başvurunun, yaşamını yitiren şahsın yakınları tarafından ileri sürülen Anayasa’nın maddesinin ihlaline ilişkin şikâyetler yönünden mağdur sıfatının kalkması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin anılan kararında, Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan yaşamı koruma yükümlülüğü açısından yapılan incelemedenihai olarak şu değerlendirmelere yer verilmiştir:" Başvuru konusu olay açısından öncelikli olarak, AYİM’in kararında açık bir şekilde ihlal tespitinin yapıldığı ve buna dayalı olarak başvuruculara uğradıkları maddi ve manevi zararın karşılığı olarak yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporundan yararlanılarak toplam 100 TL maddi ve manevi tazminata hükmedildiği görülmektedir.... Belirlenen tazminat miktarları ile davanın koşulları ve başvurucuların uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in kararında bariz bir takdir hatası veya keyfilik tespit edilmediğinden Anayasa Mahkemesinin tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda AYİM’in takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz (B. No:2012/791, 7/11/2013, § 45). ... Bu durumda, Anayasa Mahkemesi açısından, AYİM’in idarenin yaşanan intihar eyleminden sorumlu olduğunu tespit etmesi ve kendi takdir ettiği ölçüler çerçevesinde tazminata hükmetmesi başvurucuların mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir. Ancak bu sonuca ulaşabilmek için bu konuda etkili bir ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediğinin belirlenmesi gerekmektedir (§ 83). " Anılan kararda Askerî Savcılığın yürüttüğü ceza soruşturmasına yönelik nihai olarak şu değerlendirmelere yer verilmiştir:" Bu çerçevede, başvuru konusu olayda yürütülen ceza soruşturmasındaki işlemlere (§ 24–39) bakıldığında, intihar eyleminin gerçekleştiği gün resen soruşturmanın başlatıldığı, soruşturma kapsamında detaylı olay yeri incelemesi yapıldığı, ölü muayenesi ve klasik otopsi işleminin uygulandığı, aynı gün silah sesi üzerine kazan dairesine giden askerlerin, müteveffanın samimi olduğu asker arkadaşlarının, komutanlarının, şarjörünü aldığı askerin, mağdur sıfatı ile başvuruculardan Fatma Koçak ile Sadık Koçak’ın ve tanık sıfatı ile Ali Koçak’ın ifadelerinin alındığı, silahın balistik incelemesinin yapıldığı,tüm bu hususlar değerlendirilerek Şaban Koçak’ın kendi iç dünyasından kaynaklanan ve dışa yansıtmadığı sorunlar nedeniyle geçirdiği psikolojik bunalım sonucunda intihar ettiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu karara karşı başvurucular tarafından Askeri Mahkemeye yapılan itirazın reddedildiği, akabinde AYİM’de açılan tam yargı davasında idarenin sorumluluğunun tespit edilerek tazminata hükmedildiği görülmektedir. Bütün bu hususlar dikkate alındığında, yaşanan intihar sonrasında yürütülen ceza soruşturmasında, yukarıda yer verilen ilkeler (§ 94–95) yönünden bir eksikliğin bulunduğu söylenemez. Mevcut başvuruda, gerçekleşen ölüme ilişkin başvurucuların ortaya koyduğu veya yürütülen idari ve ceza soruşturması kapsamında elde edilen bulgulardan müteveffanın ölümünün intihar sonucu gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bunun aksine bir durumdan “şüphe”lenilmesini gerektiren bir olgu da bulunmamaktadır. Bu durumda yukarıdaki paragrafta (§ 77) yer verilen ilkeler karşısında başvuru konusu olay kapsamında yaşam hakkı açısından ön soruşturma aşamasını aşan ve yargılamayı da içeren bir ceza soruşturması yürütülmesi zorunluluğu bulunduğu sonucuna varılamaz. Dolayısıyla, yürütülen ceza soruşturmasında yaşam hakkının usuli boyutunun ihlaline neden olabilecek bir yön bulunmamaktadır. Bu durumda, başvuru konusu olayda yaşam hakkına ilişkin şikâyetler açısından, kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmeden etkili bir idari dava yolu bulunmakta olup başvurucuların mağdur sıfatı ortadan kalkmıştır." Anılan kararda yaşam hakkı dışında diğer haklar kapsamında yapılan incelemede AYİM’in bağımsız ve tarafsız olmadığı ile duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialar yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, adil yargılanma hakkı kapsamında vekâlet ücretine ilişkin iddialar yönünden kabul edilebilir olduğuna ve başvurucular aleyhine hükmedilen nispi vekâlet ücreti nedeniyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine, başvurucuların AYİM tarafından hükmedilen tazminata ilişkin Anayasa’nın ve maddelerinin ihlali yönündeki şikâyetlerinin ise ayrıca incelenmesine gerek olmadığına hükmedilmiştir. Başvurucular, AYİM'in 31/10/2012 tarihli kararı sonrasında yeni delil ortaya çıktığını ileri sürerek Askerî Savcılığın 28/1/2011 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararının (bkz. § 12) kaldırılması talebiyle 22/3/2013 tarihinde tekrar Askerî Savcılığa başvurmuşlardır. Askerî Savcılık, 9/4/2013 tarihli kararıyla 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde yer alan "Askerî savcı tarafından verilip süresi içinde itiraz edilmeyen veya itiraz edilip de süresi içinde itiraz edilmediğinden veya sebep gösterilmediğinden hakkındaki itiraz reddolunmuş bulunan kovuşturmaya yer olmadığı kararı üzerine, Millî Savunma Bakanı soruşturmaya devam edilmesi veya kamu davası açılması hususlarında askerî savcıya emir verebilir." hükmü uyarınca başvurucuların kovuşturmaya yer olmadığı kararına sebep göstermeksizin itiraz ettiklerini belirterek gereğinin takdir ve ifası için dosyayı Millî Savunma Bakanlığına göndermiştir. Millî Savunma Bakanlığının 24/6/2013 tarihli kararıyla Milli Savunma Bakanlığının 14/5/2013 tarihli, 51393309-9010-2049-(31-31-11) sayılı ve "Kamu Davası Açılması Emri Verilmesi ve Kanun Yararına Bozma İşlemlerinin Reddi" konulu yazısına istinaden talebin reddedildiği bildirilmiştir. Anılan karar 1/7/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 30/7/2013 tarihinde yapılmıştır. B. İlgili Hukuk 353 sayılı Kanun'un "Milli Savunma Bakanının askeri savcıya emir vermesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(Değişik birinci fıkra: 29/6/2006-5530/37 md.) Askerî savcı tarafından verilip süresi içinde itiraz edilmeyen veya itiraz edilip de süresi içinde itiraz edilmediğinden veya sebep gösterilmediğinden hakkındaki itiraz reddolunmuş bulunan kovuşturmaya yer olmadığı kararı üzerine, Millî Savunma Bakanı soruşturmaya devam edilmesi veya kamu davası açılması hususlarında askerî savcıya emir verebilir.Kamu davasının açılması hususunda verilecek emir üzerine askeri savcı, soruşturma yapmaksızın iddianame ile kamu davasını açar." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5880 | Başvuru, yakınlarının askerlik görevini yerine getirdiği sırada intihar etmesine ilişkin yürütülen ceza soruşturmasından sonuç alınamaması sonrasında idare aleyhine açılan maddi ve manevi tazminat davasında AYİM tarafından verilen kararın yeni bir durum oluşturmasına rağmen ceza soruşturması kapsamında verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının kaldırılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, murislerine ait taşınmaza üzerine enerji nakil hattı çekilmek suretiyle kamulaştırmasız el atılması nedeniyle açtıkları tazminat davasında Yargıtay’ın bozma kararı doğrultusunda bedelin düşük belirlendiğini, Anayasa’nın maddesinde yer alan faiz yerine yasal faiz uygulandığını, davanın makul süreyi aşarak 9 yıla yakın bir zamanda sonuçlandığını belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 9/4/2013 tarihinde Küçükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanının 26/9/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisine (Hüseyin SAĞLAM) ait Kartal ilçesi, Samandıra mahallesi 1686 parsel sayılı 800 m² alanlı taşınmaz üzerinde kamulaştırma yapılmaksızın 1966 ve 1968 yıllarında enerji nakil hattı tesis edilmiştir. Samandıra Belediye Meclisinin 31/10/2003 tarih ve 2003/27 sayılı kararı ile 1/5000 ölçekli nazım imar planı ve 1/1000 ölçekli imar planı ile söz konusu taşınmaz ticari imarlı olarak planlanmış, ancak imar terkleri yapılmamıştır. Başvurucular, 15/6/2004 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazlarında meydana gelen değer düşüklüğü karşılığını tazmin talebiyle Kartal Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (idare) aleyhine tazminat davası açmışlardır. Mahkemece 16/7/2004 tarihinde bilirkişi eşliğinde taşınmazda keşif yapılmıştır. 11/10/2004 tarihli bilirkişi raporuyla emsal taşınmaz fiyatları karşılaştırılarak ve imar durumu değerlendirilerek dava tarihine göre 800 m² taşınmazın m² birim fiyatı 280,00 TL, toplam değeri 000,00 TL olarak belirlenmiş, enerji nakil hattı geçişi nedeniyle taşınmazın 465 m²’lik kısmında irtifak hakkı tesis edilmesi gerektiği ve bu durumun taşınmazın imar durumuna uygun kullanımını önemli ölçüde engellemekte olduğu gerekçesiyle değer düşüklüğü %30 ve bu değere göre karşılığı 200,00 TL olarak belirlenmiştir. Raporda Yargıtay içtihatları gereği taşınmaza el atıldığı tarihteki niteliği itibariyle dava tarihindeki değerinin belirlendiği, taşınmazın 1/1000 ölçekli imar planı içinde olmasına rağmen imar parseli olmayıp, kadastral parseli oluşunun dikkate alındığı belirtilmiştir. Mahkeme, 8/11/2004 tarih ve E.2004/496, K.2004/624 sayılı kararı ile 2942 sayılı Kanunun geçici maddesinde 20 yıllık hak düşürücü süre bulunsa da Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu maddeyi iptal etmesi nedeniyle hak düşürücü süreyi nazara almadığını belirterek davayı kabul etmiş ve bilirkişi raporu doğrultusunda 200,00 TL’nin başvuruculara ödenmesine ve taşınmaz üzerinde idare lehine 465 m² irtifak hakkı kurulmasına karar vermiştir. İdarenin temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi, 3/10/2005 tarih ve E.2005/5463, K.2005/10172 sayılı kararıyla Anayasa Mahkemesinin 10/4/2003 tarih ve E. 2002/112, K.2003/33 sayılı kararı ile Kamulaştırma Kanunu’nun maddesinin “Kamulaştırma yapılmış, ancak işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırma hiç yapılmamış iken kamu hizmetine ayrılarak veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmaz malın malik, zilyed veya mirasçılarının bu taşınmaz mal ile ilgili her türlü dava hakkı yirmi yıl geçmekle düşer. Bu süre taşınmaz mala elkoyma tarihinden başlar.” hükmünü iptal ettiği, ancak iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği gerekçesiyle idarenin talebini kabul ederek Mahkemenin kararını bozmuştur. Bu süreçte 18/6/2010 tarih ve 5999 sayılı Kanunla 2942 sayılı Kanun’da değişiklik yapılmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi, bu defa 12/7/2010 tarih ve E.2006/513, K.2010/14171 sayılı kararıyla 5999 sayılı Kanunla 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici maddeyi gerekçe göstererek bu talebi kabul etmiş ve yeni düzenlemeye göre işlem yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği farklı gerekçesiyle ilk derece Mahkemesi kararını bozmuştur. İlk Derece Mahkemesi davayı tekrar ele alarak kabul etmiş ve 19/1/2011 tarih ve E.2010/599, K.2011/6 sayılı kararı ile yine 200,00 TL’nin başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. Bu kararın da temyizi üzerine idarenin temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi, bu defa 19/9/2011 tarih ve E.2011/8914, K.2011/14141 sayılı kararıyla, taşınmazın geometrik durumu, yüzölçümü, henüz parsellenmemiş arsa niteliğinde olması ve enerji nakil hattının güzergâhı dikkate alınarak irtifak hakkı nedeniyle değer düşüklüğü karşılığının taşınmazın tüm değerinin %20’sini geçemeyeceği gözetilmeden yüksek oranda değer düşüklüğü tespiti yapan rapora göre hüküm kurulmasının doğru görülmediği gerekçesiyle Mahkemenin kararını bozmuştur. Mahkeme Yargıtay bozma kararı doğrultusunda 19/3/2012 tarihli yeni bilirkişi raporu aldırmıştır. Raporda m² birim fiyatı önceki rapordaki gibi 280,00 TL belirlenmiş, ancak Yargıtay’ın bozma kararı doğrultusunda taşınmazın üzerinden geçen enerji nakil hattı nedeniyle taşınmazın değer kaybının %20 olarak kabul edildiği ifade edilmiştir. Mahkeme Yargıtay’ın bozma kararına uyarak ve yeni bilirkişi raporunu esas alarak 17/5/2012 tarih ve E.2011/674, K.2012/275 sayılı kararı ile yine davanın kabulüne ve bu defa %20 değer kaybı karşılığı olarak 800,00 TL’nin başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. İdarenin temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi, 17/12/2012 tarih ve E.2012/19187, K.2012/26803 sayılı kararıyla Mahkemenin kararını onamıştır. Karar başvuruculara 11/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 9/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İdare, 7/3/2013 tarihinde asıl alacak karşılığı 800,00 TL, yasal faiz karşılığı 046,00 TL ile yargılama giderlerinden oluşan toplam 059,58 TL’yi İcra Müdürlüğü dosyasına ödemiştir. B. İlgili Hukuk 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “İrtifak Hakkı Kurulması” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Taşınmaz malın mülkiyetinin kamulaştırılması yerine, amaç için yeterli olduğu takdirde taşınmaz malın belirli kesimi, yüksekliği, derinliği veya kaynak üzerinde kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulabilir.” 2942 sayılı Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Kamulaştırma kararının alınmasından sonra kamulaştırmayı yapacak idare, bu Kanunun 11 inci maddesindeki esaslara göre ve konuyla ilgili uzman kişi, kurum veya kuruluşlardan da rapor alarak, gerektiğinde Sanayi ve Ticaret Odalarından ve mahalli emlak alım satım bürolarından alacağı bilgilerden de faydalanarak taşınmaz malın tahmini bedelini tespit etmek üzere kendi bünyesi içinden en az üç kişiden teşekkül eden bir veya birden fazla kıymet takdir komisyonunu görevlendirir.” 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.…Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar… Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.…” 2942 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet düşüklüğü gerekçeleriyle belirtilir. Bu kıymet düşüklüğü kamulaştırma bedelidir.” 2942 sayılı Kanun’a 18/6/2010 tarih ve 5999 sayılı Kanunla ilave edilen geçici maddenin 24/5/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanun’un maddesiyle değişmeden önceki birinci, ikinci ve altıncı fıkraları şöyledir:“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır. Tazminat müracaatı üzerine, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının malikin müracaat ettiği tarihteki tahmini değeri; bu Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre teşkil edilen kıymet takdir komisyonu marifetiyle, taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak ve bu Kanunun 11 inci ve 12 nci maddelerine göre hesaplanmak suretiyle tespit edilir. Tespitten sonra, bu Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre teşkil olunan uzlaşma komisyonunca, müracaat tarihinden itibaren en geç altı ay içerisinde 7201 sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilen bir yazı ile, tahmini değer bildirilmeksizin, talep sahibi uzlaşma görüşmelerine davet edilir.…İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.” 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/11/2011 tarih ve E.2011/5396, K.2011/22096 sayılı kararında şöyle denilmektedir:“…Kamulaştırmasız el atma davaları uygulamada sıklıkla karşılaşılan davalardan olmakla birlikte, yasa ile düzenlenmiş değildir. Bu konuya ilişkin tek yasal düzenleme olan 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun maddesi de 2003 tarih ve 2002/112 E. 2003/33 K. sayılı Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiştir. Uygulamada kamulaştırmasız el atma davaları; İBK, HGK ve Hukuk Dairelerinin içtihatlarıyla yön bulmaktadır. Konunun Dairemizi ilgilendiren yönü ise, bu nevi davalarda hükmedilen tazminatların zamanında ödenmemesi halinde uygulanacak faizin ne tür ve oranda olması gerektiği noktasındadır. Zira kamulaştırma yasası gecikme faizini öngörmemektedir. Bu cümleden olmak üzere, HGK kararları ve Dairemizin istikrar bulmuş içtihatlarında; “Kamulaştırma bedelinin arttırılması ilamlarında uygulanan T.C Anayasasının 4709 Sayılı Yasanın maddesi ile değişik 46/son maddesinde yer alan kamulaştırma bedelleri ile mahkemece kesin hükme bağlanan arttırma bedellerine, son fıkraya göre kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanacağı” hükmünden farklı olarak, “Kamulaştırmasız el atmanın hukuksal niteliği itibariyle bir haksız eylem olduğu, haksız eylemden doğan borçların, tazmini nitelikte olmaları nedeniyle uygulanacak faizin 3095 Sayılı Yasada belirlenen yasal faiz olduğu belirtilerek, uygulama bu güne kadar yasal faizin uygulanması şeklinde sürdürüle gelmiştir. Ancak, Anayasa'nın maddesi ile koruma altına alınmış olan mülkiyet hakkının, hak sahibinin rızasına bakılmaksızın kamulaştırmasız el atma nedeniyle ihlali halinde, toplumun genel menfaatleri ile bireyin temel haklarının korunması arasında adil bir denge gözetilmesi gerektiği düşüncesinden hareketle, mülkün gerçek değeriyle orantılı makul bir tazminat ödenmediği sürece, bir mülkten mahrum bırakılmanın genelde aşırı bir ihlal teşkil edeceği, yasal faiz oranında gecikme faizi ödenmesinin yeterli olmadığı görüşü gerek öğretide gerekse uygulamada ağırlık kazanmaya başlamıştır.Bu bağlamda mülkiyete saygı hakkının ihlalinin, mahkemelerin, kamulaştırmasız el atmaya maruz kalan kişiler lehine hükmettikleri tazminat tutarının tayininde, yargılama süresi ile enflasyon arasındaki etkileşim sonucu ortaya çıkan değer kaybını dikkate almalarına imkân sağlayan yasal bir düzenlemenin olmayışından da kaynaklandığı, bu nedenle adil tatmin taleplerinin karşılanması gerektiği hususu benimsenmeye başlanmıştır.Tüm bu açıklamalar ışığında idare, kendisine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri yasaya uygun bir biçimde kullanmaksızın taşınmaza el atarak kamulaştırma ilkelerine aykırı davranamaz. Anayasa'nın maddesinde öngörülen kamulaştırma, Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir sınırlama olmakla, Dairemizce içtihat değişikliğine gidilerek, özü ve vardığı hukuki sonuç itibariyle aynı nitelikler taşıyan kamulaştırmasız el atmaya ilişkin ilamlarda hüküm altına alınan tazminatlara da Anayasanın 46/son maddesinde düzenlenmiş olan kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır…” (Aynı yönde diğer bir karar için bkz. Yargıtay HD., 26/10/2011, tarih, E.2011/5698,, K.2011/20397) | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2511 | Başvurucular, murislerine ait taşınmaza üzerine enerji nakil hattı çekilmek suretiyle kamulaştırmasız el atılması nedeniyle açtıkları tazminat davasında Yargıtay’ın bozma kararı doğrultusunda bedelin düşük belirlendiğini, Anayasa’nın 46. maddesinde yer alan faiz yerine yasal faiz uygulandığını, davanın makul süreyi aşarak 9 yıla yakın bir zamanda sonuçlandığını belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır. | 1 |
Başvuru, tutuklama koruma tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu ile A.Y. hakkında 14 yaşındaki mağdur İ.A.ya yönelik olarak çocuğun cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından soruşturma yürütülmüştür. Mağdur İ.A. alınan ifadesinde, olay günü davet üzerine A.Y.nin evine gittiğini, A.Y. ve başvurucunun ısrarı üzerine önce A.Y. ile, sonrasında başvurucu ile ilişkiye girdiğini, başvurucu ile sürtünme şeklinde birlikte olduğunu beyan etmiştir. Kolluk görevlileri tarafından üçüncü kişilerden temin edilen ve başvurucu tarafından çekildiği ileri sürülen cinsel ilişki görüntüleri soruşturma dosyasına eklenmiştir. Olay tarihi itibarıyla 12 yaşında olan başvurucu 20/5/2022 tarihli savcılık ifadesinde, A.Y.nin tehdidi üzerine cinsel ilişkiyi kaydettiğini, mağdurun cinsel ilişki teklifini kabul ettikten sonra isnat edilen eylemi sadece sürtünme şeklinde gerçekleştirdiğini beyan etmiştir. Başsavcılık, başvurucuyu çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından tutuklanması talebiyle Malatya Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Hâkimlik, sorgunun ardından 20/5/2022 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz Malatya Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 26/5/2022 tarihinde reddedilmiştir. Başsavcılık tarafından başvurucunun çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından cezalandırılması talebiyle 3/6/2022 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava çocuk mahkemesi sıfatıyla Malatya Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) yürütülmüştür. Başvurucu, tutukluluğa itirazın reddi kararını 3/6/2022 tarihinde öğrendikten sonra 20/6/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme, duruşmanın 28/6/2022 tarihli ilk oturumunda başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Yargılama neticesinde Mahkeme, başvurucunun işlediği fiillerin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabilme ve sonuçlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmediğine dair rapora dayanarak 29/9/2022 tarihinde ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. İstinaf incelemesinden geçen hüküm 22/11/2023 tarihinde kesinleşmiştir. Komisyon, adli yardım talebinin kabulü ile başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/68208 | Başvuru, tutuklama koruma tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atma davasında hükmedilen tazminat bedelinin icra takibine rağmen tamamının ödenmemesi ve kararın kesinleşme tarihinden itibaren hükmedilen tazminata kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İstanbul'un Ataşehir ilçesi Y. Dudullu Mahallesi'nde bulunan 25/3 pafta 7314 parsel sayılı taşınmazın hisseli malikidirler. Başvurucular, maliki oldukları taşınmaza Karayolları Genel Müdürlüğü (Kurum) tarafından kamulaştırma işlemi uygulanmadan el atıldığını belirterek idare aleyhine 28/6/2012 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı olarak tazminat davası açmıştır. İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 7/5/2013 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar verilerek 924,70 TL tazminata hükmedilmiştir. Mahkeme ayrıca dava tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına da hükmetmiştir. İdarenin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 11/2/2014 tarihli kararı ile hüküm yeni yasal değişiklikler gözönüne alınarak vekâlet ücreti maktuya indirilmek suretiyle düzeltilerek onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 3/7/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucular ise temyiz yoluna müracaat etmedikleri gibi idarenin temyiz dilekçesine karşılık verdikleri cevap dilekçesinde kararın onanmasını talep etmiştir. Başvurucular bu arada mahkeme kararının kesinleşmesini beklemeden 27/5/2013 tarihinde İstanbul Anadolu İcra Müdürlüğünün E.2013/14219 sayılı dosyasında asıl tazminat miktarına ek olarak vekâlet ücreti, yargılama gideri, takip masrafı ve yasal faizden müteşekkil toplam 260 TL'lik alacak için ilamlı icra takibi başlatmıştır. Başvurucular bu takip kapsamında borçlu Kuruma 13/1/2014 tarihli icra emri göndermiştir. Borçlu Kurum tarafından icra dosyasına 23/2/2016 tarihinde 612,85 TL ve bireysel başvuru tarihinden sonraki bir tarihe tekabül eden 12/7/2018 tarihinde ise 818,16 TL yatırılmıştır. İcra takibi devam ederken dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi üzerine bu defa da İcra Müdürlüğünce 18/12/2014 tarihinde borçlu Kuruma muhtıra gönderilerek 594 TL'nin muhtıranın tebliğinden itibaren yedi gün içinde ödenmesi istenmiştir. Mahkeme ilamında yasal faize hükmedildiği hâlde ilamın kesinleşmesinin ardından Anayasa'nın maddesi uyarınca kamu alacakları için uygulanan en yüksek faiz oranlarının talep edildiği ve uygulandığı itirazını dile getiren borçlu Kurum ise İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesinde (İcra Hukuk Mahkemesi) başvurucular aleyhine icra memur muamelesinin şikâyeti davası açmıştır. İcra Hukuk Mahkemesi, yapılan yargılama sonucunda 30/1/2015 tarihli kararı ile İstanbul Anadolu İcra Müdürlüğünün 2013/14219 Esas sayılı dosyasından tebliğ edilen 8/12/2014 imza tarihli ilama aykırı muhtıranın iptaline hükmetmiştir. Mahkeme kararında mezkur ilamda yasal faize hükmedildiği gerekçesine dayanılmıştır. Başvurucular 21/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Başvurucuların anılan karara karşı temyiz yoluna başvurmaları üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 5/7/2018 tarihli ilamı ile İcra Hukuk Mahkemesinin kararının bozulmasına hükmetmiştir. İlamın gerekçesinde; takip dayanağı kararın kesinleşme tarihine kadar yasal faizin, kesinleşmeden itibaren ise muhtıra tarihi olan 8/12/2014 tarihine kadar Anayasa'nın maddesi kapsamında faizin uygulanacağı dikkate alınarak şikâyete konu muhtıra tarihi itibarıyla bakiye dosya borcunun belirlenmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ve eksik inceleme ile sonuca gidilmesinin isabetsiz olduğu ifade edilmiştir. UYAP vasıtası ile yapılan incelemede yargı sürecinin sona ermeyip devam ettiği görülmüştür. Mezkûr bozma kararını müteakiben yukarıda da belirtildiği üzere borçlu Kurum tarafından icra dosyasına 12/7/2018 tarihinde 818,16 TL yatırılmıştır. Başvurucular vekili 17/7/2018 tarihinde İcra Müdürlüğüne başvuruda bulunarak dosya hesabının yapılması talebinde bulunmuştur. İcra Müdürlüğünün aynı tarihli dosya hesabı uyarınca yekûn alacak miktarı 958,62 TL, borçlu tarafından yatırılan para miktarı 431,01 TL ve borçluya iade edilecek tutar da 472,39 TL olarak tespit edilmiştir. Dolayısıyla başvurucuların takip konusu alacak miktarını tahsil ettikleri görülmektedir. Sonuç olarak İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinin başvurucular lehine tazminat öngören kararında belirtilen takibe konu alacağın tamamı tahsil edilmiştir. Bireysel başvuru sonrasında, 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. İlgili hukuk için bkz. Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30373 | Başvuru, kamulaştırmasız el atma davasında hükmedilen tazminat bedelinin icra takibine rağmen tamamının ödenmemesi ve kararın kesinleşme tarihinden itibaren hükmedilen tazminata kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits
No saved queries yet
Save your SQL queries to embed, download, and access them later. Queries will appear here once saved.