text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, başvuruculara ait taşınmazların imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/34582, 2017/34804 ve 2017/34916 numaralı başvuru dosyalarının 2017/34914 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucuların müşterek maliki olduğu, başvuruya konu Samsun'un Bafra ilçesi Peskeller Köyü 818 parsel numaralı taşınmaz mevzi imar planıyla 1995 yılında okul alanı vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Anılan taşınmazın 1/3 hissesi başvuruculardan Z. Banu Güler tarafından 24/2/2009 tarihinde, 2/3 hissesi ise diğer başvurucu Halim Erdoğdu tarafından 25/10/2011 tarihinde satın alınmıştır. Başvurucular imar plan değişikliği talebiyle Bafra Belediyesine (Belediye) başvuruda başvurmuşlar fakat Belediye Meclisinin 14/11/2011 tarihli kararıyla talep reddedilmiştir. Başvurucular bunun üzerine anılan ret işleminin iptali istemiyle Belediye aleyhine İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; taşınmazın üzerinde bulunan okulun 2/1/2009 tarihli Valilik oluru ile kapatıldığı ve aynı okula 250 metre mesafede 16 derslikli yeni bir okulun yapıldığı vurgulanmıştır. Bafra İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünün 5/4/2012 tarihli yazısında okul alanının serbest bırakılmasının uygun bulunduğu belirtilerek taşınmazın eğitim alanları için Yönetmelik'te geçen büyüklüğün altında olduğu ifade edilmiştir. Dilekçede son olarak Belediyeden mülkiyet hakkı üzerindeki kısıtlamayı ortadan kaldıracak bir plan değişikliğinin talep edildiği belirtilmiştir. Mahkeme 12/6/2012 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvuruculara ait taşınmazın bulunduğu alanın ve çevresinin planlı bir alan olduğu, planlı bir alan içerisinde bulunan söz konusu taşınmazın çevresinde bulunan taşınmazlar için belirlenen fonksiyonlar gözönünde bulundurularak plan bütünlüğü içerisinde fonksiyonunun yeniden değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Mahkeme, başvuruculara ait taşınmazın çevresi dışında yer alan alanların plansız olmasının başvurucular tarafından yapılan imar planı değişikliği teklifinin bu yönüyle değerlendirilmesine engel teşkil etmeyeceğini belirterek dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucuların formda belirttiğine göre kullanılmayan okul binasının kaldırılması istemiyle Samsun İl Millî Eğitim Müdürlüğüne 27/12/2012 tarihinde başvuruda bulunulmuş, 12/3/2013 tarihli olur yazısı üzerine taşınmaz üzerindeki okul binası başvurucular tarafından yıkılmıştır. Yine başvurucuların ifadesine göre yargı kararının uygulanması talebiyle 18/9/2014 ve 30/7/2015 tarihlerinde Belediyeye başvurulmasına rağmen kendilerine herhangi bir cevap verilmemiştir. İlk derece mahkemesince verilen hüküm Danıştay Altıncı Dairesince 31/12/2014 tarihinde onanmış, karar düzeltme istemi ise yine aynı Dairece 25/2/2019 tarihinde reddedilmiştir. B. Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucular yargı kararının uygulanmaması nedeniyle Millî Eğitim Bakanlığı ve Belediye aleyhine Samsun İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmışlardır. Dava dilekçesinde açılan iptal davasının Danıştay Altıncı Dairesince onanarak kesinleştiği ifade edilmiştir. Arsa üzerinde hazırlanan projeye göre altı dükkan üstü stüdyo daire ve ofis olmak üzere yapılacak inşaatın bağımsız bölümlerinin kiraya verilmesi suretiyle veya satılarak elde edilecek gelirden taşınmaz üzerine konulan haksız şerh ve bu şerhin iptaline ilişkin Mahkeme kararının uygulanmaması nedeniyle mahrum kaldıklarını belirten başvurucular zarara uğradıklarını öne sürerek tazminat isteminde bulunmuşlardır. Mahkeme 13/6/2016 tarihinde muhtemel zararın idare hukuku ilkeleri çerçevesinde tazminine olanak bulunmadığı, başvurucular tarafından taşınmazın okul alanı olarak işlevlendirilmesine karşın kamulaştırılmaması nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle idareye başvurulabileceği ve dava açılabileceği gerekçeleriyle davanın reddine karar vermiştir. Verilen hükme başvurucular tarafından itiraz edilmiştir. Samsun Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 9/12/2016 tarihinde itiraz isteminin reddine ve ilk derece mahkemesi kararının farklı gerekçe ile onanmasına karar vermiştir. Daire kararının gerekçesinde ilk derece mahkemesinin davayı İdare Mahkemesi kararının uygulanmaması nedeniyle tazminat olarak niteleyerek hüküm tesis ettiği vurgulanmıştır. Ancak Daire, dosyada taşınmaz üzerine konulan okul alanı şerhi ve taşınmazın okul alanı olarak kullanılması nedeniyle tazminat isteminde bulunulduğunu açıklamıştır. Daire, taşınmazda bulunan okulun 2/1/2009 tarihli Valilik oluruyla kapatılarak eğitime son verilmesi nedeniyle bu tarihten itibaren taşınmazın Millî Eğitim Bakanlığınca fiilen okul alanı olarak kullanıldığından söz edilemeyeceğini belirterek iptal davasının açıldığı 2011 yılından davanın açıldığı tarihe kadar olan dönemde taşınmazın okul alanı olarak kullanıldığından bahisle tazminat isteminin kabulüne olanak bulunmadığı kanaatine varmıştır. Daire ayrıca 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesinde yer alan sürenin başvuruculardan Halim Erdoğdu yönünden dolmadığını belirterek bu başvurucu açısından mülkiyet hakkının uzun süreli ve belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanması durumunun oluşmadığını ifade etmiştir. Daireye göre tazmini istenen zarar, her iki başvurucu yönünden de muhtemel zarar kapsamındadır. Daire bu gerekçelerle tazminat isteminin kabulüne olanak bulunmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemi ise Dairece 9/5/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvuruculara 18/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 18/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal (B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-29) kararı. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34914 | Başvuru, başvuruculara ait taşınmazların imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 1-12/2004 dönemi için tarh edilen vergi ziyaı cezalı gelir vergisinin tahsili için düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada, Anayasa’nın , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 2/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 8/4/2014 tarihide kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Bakanlık görüşünü 8/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 16/10/2014 tarihinde bildirilmiş, başvurucu görüşe cevap vermemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, çalıştığı firmanın işleri nedeniyle 2004 yılında Ankara ilinde ikamet ettiği dairesini satarak, Adana iline taşınmıştır. Ankara Defterdarlığı İhbarlar ve Denetim Koordinasyon Gelir Müdürlüğünün 1/6/2005 tarihli yazısına ekli liste ve formlar ile Seğmenler Vergi Dairesinin 1/2/2006 yazısına ekli listede aralarında başvurucunun da bulunduğu değer artışı kazancı elde eden kişiler hakkında Başkent Vergi Dairesince gerekli işlemlerin yapılması istenmiştir. Başkent Vergi Dairesi, başvurucunun dairesini satışından dolayı elde ettiği gelirin matrahının takdiri için dosyayı Takdir Komisyonuna sevk etmiş ve Komisyonun kararına istinaden 10/10/2006 tarihli vergi ceza ihbarnamesiyle başvurucu adına 1-12/2004 dönemi için vergi ziyaı cezalı gelir vergisi tarh etmiş, düzenlenen vergi ceza ihbarnamesini, başvurucu tarafından dairenin satın alınması sırasında doldurulan bilgi formunda ve daha sonra dairenin satışı sırasında düzenlenen resmi senette beyan edilen Çetin Emeç Bulvarı Cadde No:35/1 Çankaya/ANKARA adresine göndermiştir. 13/10/2006 tarihli adres tespit tutanağından başvurucunun belirtilen adreste tanınmadığı ve muhtarlık kayıtlarında başvurucuya rastlanılmadığı tespit edilmiş, bunun üzerine ihbarname 9/10/2009 tarihinde yayınlanan gazete ilanıyla ilanen tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 2/3/2012 tarihinde Başkent Vergi Dairesinden, dairesinin alış fiyatına ilişkin olarak düzeltme talebinde bulunmuş, Başkent Vergi Dairesi 5/3/2012 tarihinde düzeltme fişi düzenlemiş ve 6/3/2012 tarihli ödeme emri ile alacağın tahsilini istemiştir. Başvurucu, ilanen tebliğin yapıldığı tarihte Adana ilinde ikamet ettiğini, nüfus kayıtları sorgulansa idi adresine ulaşılabileceğini, diğer taraftan 1999 yılından beri aynı şirkette çalıştığını, çalıştığı yerden sorgulama yapılsa idi yine adresine ulaşılabileceğini belirterek vergi ziyaı cezalı ihbarnamenin usulüne uygun tebliğ edilmeksizin düzenlenen ödeme emrine konu alacağın kaldırılması istemiyle yürütmeyi durdurma talepli olarak Ankara Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Ankara Vergi Mahkemesi dava dilekçesini tebligata çıkarmış, Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı 15/5/2012 tarihinde kayda giren dilekçesi ile savunmasını sunmuş, bu savunma 14/6/2012 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu 16/7/2012 tarihinde savunmaya cevap dilekçesini Mahkemeye sunmuş, Mahkeme aynı gün E.2012/535, K.2012/1433 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir: “Dava dosyasının incelenmesinden; dava konusu ödeme emri içeriği vergi ve cezaya ilişkin ihbarnamenin 2006 tarihinde davacının bilinen adresinde ilgilinin adreste tanınmadığından tebliğ edilemediği, bu durumun ilgili mahalle muhtarı beyanıyla doğrulandığı ve tutanak altına alındığı, tebligat yapılamadığı gerekçesiyle yerel gazete ve vergi dairesi ilan listesinde ilanen tebligat yoluna gidildiği, ilan listesinin ayrıca ilgili mahalle muhtarlığına bu yazının gönderildiği görülmüştür.Olayda; dava konusu ödeme emri içeriği vergi ve cezaya ilişkin ihbarnamenin usulüne uygun olarak ilanen tebliğ edildiği ve amme alacağının usulüne uygun olarak kesinleştiğinden kesinleşen alacak için davacı şirket adına ödeme emri düzenlenmesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine…” Başvurucu, bu karara karşı yaptığı itiraz başvurusunda, davalı idarenin savunmasına süresinde cevap vermesine rağmen bu dilekçesinin tebliğe çıkarılıp dava dosyasının tekemmül ettirilmesi gerekirken aynı gün davanın karara bağlanmasının usul hatası olduğunu, ihbarnamenin adrese tebliğinin ve ilanen tebliğinin usulüne uygun yapılmadığını, yeterli araştırma yapılmış olsaydı tebliğ adresinin belirlenebileceğini belirterek, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasını istemiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 21/1/2013 tarih ve E.2012/10269, K.2013/975 sayılı kararı ile itirazı reddetmiştir. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusuna ait dilekçede de itiraz dilekçesinde yer alan hususlar belirtilmiş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 13/6/2013 tarih ve E.2013/9599, K.2013/10553 sayılı kararıyla bu talebi de reddetmiştir. Karar başvurucuya 9/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir:“ Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur. Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir. Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez.…” 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Bilinen adrese gönderilen mektuplar posta idaresince muhatabına teslim edildiği tarihte tebliğ edilmiş sayılır.” 213 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu kanuna göre bilinen adresler şunlardır: Mükellef tarafından işe başlamada bildirilen adresler; Adres değişikliğinde bildirilen adresler; İşi bırakmada bildirilen adresler; Vergi beyannamelerinde bildirilen adresler; Yoklama fişinde tesbit edilen adresler; Vergi mahkemesinde dava açma dilekçelerinde ve cevaplarında gösterilen adresler; Yetkili memurlar tarafından bir tutanakla tesbit edilen adresler (İlgilinin tutanakta imzası bulunmak şartiyle); Bina ve arazi vergilerinde komisyonlarca tahrir varakalarında tesbit edilen adresleri.Mektupların gönderilmesinde bu adreslerden tarih itibariyle tebligat yapacak makama en son olarak bildirilmiş veya bu makamca tesbit edilmiş olanı nazara alınır.” 213 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Aşağıda yazılı hallerde tebliğ ilan yoliyle yapılır. Muhatabın adresi hiç bilinmezse; Muhatabın bilinen adresi yanlış veya değişmiş olur ve bu yüzden gönderilmiş olan mektup geri gelirse; Başkaca sebeplerden dolayı posta ile tebliğ yapılmasına imkan bulunmazsa; Yabancı memleketlerde bulunanlara tebliğ yapılmasına imkan bulunmazsa.” 21/7/1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur.Türk Ceza Kanununun para cezalarının tahsil şekli ve hapse tahvili hakkındaki hükümleri mahfuzdur.” 6183 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası ise şöyledir:“Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5949 | Başvurucu, 1-12/2004 dönemi için tarh edilen vergi ziyaı cezalı gelir vergisinin tahsili için düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada, Anayasa’nın 2. , 1 , ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, kuduz hastalığının yayılmasının engellenmesi amacıyla alınan karantina tedbirleri kapsamında hayvansal ürünün imha edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1955 doğumlu olup Manisa'da ikamet etmektedir. Manisa'nın Gördes ilçesindeki başvurucuya ait işletmede bulunan bir büyükbaş hayvanın kuduz hastalığı nedeniyle öldüğü tespit edilmiştir. Gördes Hayvan Sağlığı Zabıta Komisyonu (Komisyon) 30/3/2016 tarihinde, hastalığın yayılmasının önlenmesi amacıyla kuduz risk alanı içinde yer alan başvurucuya ait işletme ile başka hayvancılık işletmelerinin bulunduğu mahalleyi karantina altına almıştır. Komisyon, karantina tedbirleri kapsamında başvurucuya ait hayvanların sütlerinin imha edilmesine karar vermiştir. Başvurucu da belirtilen tedbirleri uygulayacağını taahhüt ederek ilgili tutanağı imzalamıştır. Başvurucu 12/4/2016 tarihinde Gördes İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğüne (Müdürlük) müracaat etmiştir. Başvurucu, karantina nedeniyle günlük 200 litre sütü imha etmek zorunda kaldığını belirterek 11/6/2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Yem ve Gıda Kanunu'nun maddesi gereğince maddi zararının giderilmesini talep etmiştir. Müdürlük 20/4/2016 tarihinde, 18/1/2012 tarihli ve 28177 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Kuduz Hastalığından Korunma ve Kuduz Hastalığı ile Mücadele Yönetmeliği'nin (Kuduz Yönetmeliği) maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince imhasına karar verilen sütler için tazminat ödenmesinin 5996 sayılı Kanun ile 6/3/2013 tarihli ve 28579 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hayvan Hastalıklarında Tazminat Yönetmeliği (Tazminat Yönetmeliği) hükümleri uyarınca uygun olmadığını belirterek talebi reddetmiştir. Komisyon 5/5/2016 tarihinde yaptığı yeniden inceleme sonucunda kuduz risk alanının başvurucunun işletmesi ile sınırlandırılmasına ve diğer hayvancılık işletmelerinin kuduz risk alanından çıkarılmasına karar vermiştir. Ayrıca Komisyon; başvurucuya ait işletmede hastalık çıkan hayvanla temasta bulunan sürüde hastalık kısıtlamalarının uygulanmasının devam edeceğini, diğer sürülerde ise kısıtlamaların uygulanmayacağını belirtmiştir. Komisyon incelemesinde başvurucuya ait işletmede bulunan hayvanlarda kuduz hastalığının bulunup bulunmadığına dair bir tespite yer vermemiştir. Başvurucu 20/6/2016 tarihinde Müdürlüğün ret işleminin iptali için dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; karantina nedeniyle günlük 200 litre sütü imha etmek zorunda kaldığını, 5996 sayılı Kanun hükümlerine rağmen uğramış olduğu zararın Tazminat Yönetmeliği hükümleri dayanak gösterilerek tazmin edilmemesinin hukuka aykırı olduğunu ve karantinanın ortaya çıkmasında herhangi bir kusurunun bulunmadığını ileri sürmüştür. Manisa İdare Mahkemesi (Mahkeme) 27/4/2017 tarihinde oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. Kararının gerekçesinde, halk sağlığının korunması amacıyla kuduz hastalığı şüphesiyle hayvanların altı ay boyunca masrafları sahibine ait olmak üzere karantinaya alınabileceği ve hayvansal ürünlerin imha edilebileceği belirtilmiştir. 5996 sayılı Kanun ve Tazminat Yönetmeliği hükümlerine göre karantina süresince imha edilen hayvansal ürünler için tazminat ödenmeyeceğinin açık olduğunu belirten Mahkeme, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Karşıoy gerekçesinde ise uğranılan zararın 5996 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca karşılanması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu 4/7/2017 tarihinde mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, karantina nedeniyle imha edilen süt bedelinin 5996 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca tazmin edilmesi gerekmesine rağmen Tazminat Yönetmeliği hükümlerinin esas alınarak davanın reddedilmiş olmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 7/11/2017 tarihinde mahkeme kararının hukuka uygun olduğunu ve kaldırılmasını gerektirir bir sebep bulunmadığını belirterek istinaf başvurusunu kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 28/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5996 sayılı Kanun'un "Bulaşıcı hayvan hastalıklarının kontrolü ve yükümlülükler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:"Bakanlık, ihbarı mecburî bir hastalığın ortaya çıkması veya ortaya çıkma şüphesinin varlığı hâlinde, koruma ve gözetim bölgelerinin oluşturulması, hastalığın araştırılması ve hastalığın yayılmasının önlenmesi için gerekli kontrol, numune alma, teşhis ve diğer incelemeleri yapmaya, aşılama, hayvanların izole edilmesi veya itlaf ve imha edilmesi, hayvanların veya insanların hareketlerinin kısıtlanması veya yasaklanması amacıyla kordon konulması, suni tohumlama ve ıslah çalışmalarının durdurulması, hastalığın yayılmasına sebep olabilecek hayvansal ürün, yem, alet, ekipman ve bunun gibi bulaşık materyalin imhası da dâhil her türlü tedbiri almaya yetkilidir." 5996 sayılı Kanun'un "Hayvan hastalık tazminatı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hayvanlarda herhangi bir tazminatlı hastalık tespit edilmesi sonucu resmî veteriner hekim veya yetkilendirilmiş veteriner hekim gözetiminde mecburî kesime tâbi tutulan veya itlaf edilen hayvanlar ile mezbahalarda tespit edilen tazminatlı hastalık nedeniyle imha edilen hayvanların bedelleri Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen oranlarda, hastalık nedeniyle imha edilen hayvansal ürünlerin, yem, madde ve malzemelerin bedelleri ile imha, nakliye ve dezenfeksiyon masrafları Bakanlık tarafından sahiplerine tazminat olarak ödenir. Bakanlık her yıl, bütçe imkânları, hastalıklarla ilgili bilimsel veriler ile eradikasyon ve kontrol programlarına göre, tazminatlı hastalıklardan hangilerine tazminat ödemesi yapacağını, ödeme yapılacak yerleri ve uygulama zamanını belirler.... (5) Bu maddenin uygulanması ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Tazminatların ödenmesine ilişkin usul ve esasların belirlenmesinde Maliye Bakanlığının görüşü alınır." Kuduz Yönetmeliği'nin "Hastalık teyit edildikten sonra alınacak önlemler" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Hastalık teyidi yapıldıktan sonra kuduz risk alanı içinde teyit edilen vaka ile teması tespit edilen işletmelerdeki hayvanlar işletme dışına çıkamaz, bu işletmelere yeni hayvan getirilemez. Hastalık teyit edilen hayvanlar ile bu hayvanın ait olduğu işletmedeki hayvanların sütleri imha edilir. Hastalık teyit edilen işletmenin dışındaki hayvanlardan elde edilen sütler, pastörizasyon veya sterilizasyon işlemlerinden birine tabi tutularak pastörize süt veya sterilize süt olarak tüketime sunulur." Tazminat Yönetmeliği'nin "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Yönetmeliğin amacı; hayvan hastalıklarıyla mücadele kapsamında, 25/11/2011 tarihli ve 2011/2489 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Tazminatlı Hayvan Hastalıkları ve Tazminat Oranlarına Dair Yönetmelik’te yer alan hayvan hastalıklarından hangilerine tazminat ödeneceğini, ödeme yapılacak yeri ve uygulama zamanını belirlemektir." Tazminat Yönetmeliği'nin "Hayvansal ürün, yem, madde ve malzemelerin tazminatı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Tazminat verilecek hastalık tespit edilmesi durumunda hayvansal ürün, yem, madde ve malzemelerin imhası, ilgili hastalığın korunma ve mücadele yönetmelikleri doğrultusunda gerçekleştirilir. Hayvansal ürün, yem, madde ve malzemelerin bedelleri ile imha, nakliye ve dezenfeksiyon masraflarının tamamı, yerel kıymet takdir komisyonu tarafından belirlenen miktarlar üzerinden, aşağıda açıklandığı şekilde sahiplerine tazminat olarak ödenir.a) Ruam, sığır vebası, at vebası, kuş gribi, hastalıkları nedeniyle imha edilen hayvansal ürünlerin, yem, madde ve malzemelerin bedelleri ile imha, nakliye ve dezenfeksiyon masraflarının tamamı,b) Şap, sığır tüberkülozu, sığır brusellozu, koyun ve keçi brusellozu hastalıklarında süt hariç, imha edilen diğer hayvansal ürünlerin yem, madde ve malzemelerin bedelleri ile imha, nakliye ve dezenfeksiyon masraflarının tamamı,c) Kuduz hastalığında, imha edilen yem, madde ve malzemelerin bedelleri ile imha, nakliye ve dezenfeksiyon masraflarının tamamı,tazminat olarak ödenir. (2) Kuduz hastalığından şüpheli sığırlar altı ay, koyun ve keçiler üç ay, masrafları sahibine ait olmak üzere karantinaya alınır ve karantina süresi içerisinde elde edilecek hayvansal ürünler halk sağlığının korunması için imha edilir ve tazminat ödenmez."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Pinnacle Meat Processors Company ve diğerleri/Birleşik Krallık (B. No: 33298/96, 21/10/1998) kararında deli dana hastalığı nedeniyle başvurucu şirketlerin et işletmesi alanında yürüttüğü birtakım faaliyetlerin yasaklanması şikâyet konusunu oluşturmuştur. AİHM hastalık nedeniyle bazı sektörlerde faaliyetlerin yasaklanmasının salgın hastalıklarla mücadele amacını taşımasını ve başvuruculara tazminat ödenmiş olmasını gözönüne alarak mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. AİHM'nin Bio D'ardennes/Belçika (B. No: 44457/11, 12/11/2019) kararına konu olayda brusella hastalığı bulaşmış 253 baş sığırın zorunlu olarak kesilmesi nedeniyle başvurucu şirketin uğramış olduğu zararın tazminat istemi kamu makamlarınca reddedilmiştir. AİHM, hayvan sağlığına ilişkin mevzuatta birçok aykırılıkların bulunduğu gerekçesiyle başvurucu şirketin tazminat talebinin iç hukukta keyfî olmayan bir kararla reddedildiğini tespit etmiştir. AİHM ulusal otoritelerin kamu sağlığı ile gıda güvenliğinin korunmasında, yine sağlık mevzuatına uyulmamasından dolayı ortaya çıkan risklere bağlı olarak ve hayvan hastalıklarını ortadan kaldırmak üzere öngörülmüş düzenlemelerin doğası gereği cezaların belirlenmesinde belirli bir takdir yetkisi bulunduğunu ifade etmiştir. Bu kapsamda benzer hastalıkları önlemenin devletler için önemini ve bu alandaki geniş takdir yetkisini gözönüne alan AİHM, tazminat ödenmeden sığırlarının kesilmesi nedeniyle başvurucu şirkete kişisel ve aşırı bir külfet yüklenmediğini, dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edilmediğini ifade etmiştir (Bio D'ardennes/Belçika, §§ 50-58). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/737 | Başvuru, kuduz hastalığının yayılmasının engellenmesi amacıyla alınan karantina tedbirleri kapsamında hayvansal ürünün imha edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet ve özel hayata saygı haklarının, idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait Karaman ili, Ermenek ilçesi, Çavuş köyü, 104 ada ve 37 parselde kayıtlı taşınmazın da bulunduğu Ermenek ilçesinde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 10/4/2002 tarih ve 1572 sayılı tasdikli projesi kapsamında Ermenek Barajı ve Hidroelektrik Santrali Tesisleri Projesi ve göl sahası inşaatı yapılması planlanmış ve 13/7/2006 tarihinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce (İdare) kamu yararı ve kamulaştırma kararı alınmıştır. Bakanlar Kurulunun Baraj ve Hidroelektrik Santrali Projesi'ne ilişkin 2009/14599 sayılı acele kamulaştırma kararı 31/1/2009 tarihli ve 27127 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. İdare, 10/2/2009 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinden (Mahkeme) başvurucuya ait taşınmaza acele kamulaştırma yoluyla el konulması ve kamulaştırma bedelinin tespiti talebinde bulunmuştur. Mahkeme 21/4/2009 tarihli kararı ile bilirkişi raporuna dayanarak el koyma bedelini 250,43 TL olarak belirleyip bedelin başvurucuya ödenmesine ve bahsedilen taşınmaza acele el konulmasına karar vermiştir. İdare tarafından 5/5/2010 tarihinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davasında Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bilirkişilertaşınmazın özelliklerini gözeterek ve net gelir yöntemine göre 2010 yılı fiyat, masraf ve verim verilerini kullanarak taşınmazın toplam değerini 292,30 TL olarak belirlemiştir. Mahkeme 22/2/2012 tarihli kararıyla; taşınmazın kamulaştırma bedelinin 292,30 TL olarak tespitine, acele kamulaştırma yoluyla el koyma dosyasında tespit edilen bedelin mahsubu ile bakiye kalan 958,13 TL'nin başvurucu tarafça İdarenin bankada açtırdığı hesaptan paranın çekildiği tarihe kadar varsa işlemi olan mevduat faizi ile birlikte davacı İdareye iadesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, mezkûr taşınmazın tamamının ise baraj gölü içinde kalması nedeniyle tapu kaydının iptali ile tapudan terkinine karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 16/10/2012 tarihinde bozulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 21/3/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Mahkeme, bozma kararına uyarak 7/3/2014 tarihli kararıyla; taşınmazın kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen 229,50 TL'den önceki aşamalarda başvurucuya ödenen 250,43 TL'nin mahsubu ile bakiye kalan ve başvurucu adına bankaya yatırılan 979,07 TL'nin 5/9/2010 tarihinden 7/3/2014 tarihine kadar yasal faiz işletilerek başvurucuya ödenmesine, mezkûr taşınmazın başvurucu adına kayıtlı olan tapu kaydının iptali ile davacı İdare adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesi'nin 30/9/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 14/9/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir.Nihai karar, başvurucuya 27/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18779 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet ve özel hayata saygı haklarının, idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iddianamenin düzenlenmesinden sonra ortaya çıkan esaslı değişikliklerin başvurucuya bildirilmemesi ve savunma yapması için gerekli zamanın tanınmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu başka bir suçtan Bursa ilindeki bir ceza infaz kurumunda bulunmaktayken hakkında Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının 23/11/2009 tarihli iddianamesi ile kredi kartının kötüye kullanılması suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede, önceden başvurucuyla aynı şirkette çalışan şikâyetçinin rızası olmaksızın kredi kartının birçok kez kullanıldığı iddia edilmiştir. Başvurucu hakkındaki yargılamaya, Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesinde başlanmış; anılan Mahkemenin 24/11/2010 tarihli duruşmasında, başvurucunun savunmasının ve iddianamede belirtilmeyen tekerrür hükümlerinin uygulanması ihtimaline binaen ek savunmasının istinabe suretiyle Bursa Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesince alınmasına karar verilmiştir. Bu arada Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 13/12/2010 tarihinde, Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesinin faaliyetinin durdurulmasına ve dava dosyalarının Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesine devrine karar vermiştir. Başvuruya konu dosya 21/12/2010 tarihinde Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Anılan istinabe talebi doğrultusunda Bursa Asliye Ceza Mahkemesince 28/1/2011 tarihinde yapılan duruşmada, başvurucuya iddianame ve ekleri ile Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesinin yazısı okunmuş; savunma yapmak için duruşmaya ara verilmesini talep etme hakkı dışındaki yasal hakları hatırlatılarak savunması alınmıştır. İstinabe Mahkemesince duruşma öncesinde başvurucuya iddianame tebliğ edilmemiştir. Başvurucu, tekerrür hükümlerinin aleyhine uygulanması ihtimaline binaen ek savunmasının sorulması üzerine bu konudaki savunmasını hazırlamak için uygun bir süre verilmesini talep etmiştir. Talep edilen süre, istinabe Mahkemesince verilmemiştir. Başvurucu ayrıca yargılamasının hangi mahkemenin kaç numaralı dava dosyasında yapıldığı ile duruşmasının ne zamana ertelendiği hususlarında bilgi verilmesini istemiştir. İstinabe Mahkemesi, Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesinin E.2009/6 dosyasında yargılandığını ve duruşmanın 24/3/2011 tarihine ertelendiğini başvurucuya bildirmiştir.Bu arada başvurucu 22/3/2011 tarihinde, Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesine bulunduğu Ceza İnfaz Kurumu aracılığıyla dilekçe göndererek avukat tutmak ve savunma yapmak için süre talebinde bulunmuştur. Anılan dilekçe -Ceza İnfaz Kurumu kayıtlarında olmasına karşın- dosya içinde bulunamamıştır. Başvuruya konu dava, Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/575 esasına kaydedilerek yargılamaya bu Mahkemece devam olunmuştur. Anılan Mahkemece başvurucunun ek savunmasının alınması ve yargılamayı yapan mahkemenin değiştiğinin başvurucuya bildirilmesi yönünde herhangi bir işlem yapılmamıştır. Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesinin 24/3/2011 tarihli duruşması başvurucunun yokluğunda yapılmıştır. Mahkemece, istinabe yazısının başvurucunun savunmasının ve ek savunmasının alınması suretiyle ikmalen iade edildiğinden bahisle iddia makamının esas hakkındaki mütalaası alınmıştır. Esas hakkındaki mütalaada, başvurucunun müsnet suçtan cezalandırılması ile birlikte -iddianamede belirtilmediği ve savunması alınmadığı hâlde- tekerrür hükümlerinin uygulanması da talep edilmiştir. Aynı tarihli duruşmada, başvurucunun müsnet suçtan cezalandırılmasına ve tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 24/3/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucu, anılan ilamdan 9/5/2014 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu 12/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İddianamenin sanığa tebliği ve sanığın çağrılması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) İddianame, çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliğ olunur. (...)(4) Yukarıdaki fıkralar gereğince, çağrı kâğıdının tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerekir.” 5271 sayılı Kanun’un “Ara verme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir.(2) 176 ncı maddede belirlenen süreye uyulmamış ise duruşmaya ara verilmesini istemeye hakkı olduğu sanığa hatırlatılır.” 5271 sayılı Kanun’un “Ara verme” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı söyledir:“Sanık, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. (...) Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur.” Yargıtay Ceza Dairesinin 17/2/2016 tarihli ve E.2015/10137, K.2016/1379 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"[D]uruşma gününü bildiren çağrı kağıdı ile birlikte iddianamenin suça sürüklenen çocuklara tebliğ edilmemesi suretiyle kendilerine yüklenen suçu öğrenme hakkından yoksun bırakılmaları; 2015 ve 2015 tarihli oturumlarda, 5271 sayılı Kanunun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca suça sürüklenen çocuklara verilmesini isteme hakları hatırlatılmayarak, savunmalarını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakları ellerinden alınarak savunma haklarının kısıtlanması suretiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6, Anayasanın 36, CMK'nın 176 ve maddelerine muhalefet edilmesi [bozmayı gerektirmiştir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 21/4/2016 tarihli ve E.2015/4672, K.2016/2330 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"CMK'nın maddesinde, iddianamenin ve soruşturma evraklarının mahkemeye verildikten itibaren 15 gün süreyle incelenmesi gerektiği, maddesinin fıkrasında ise (iddianame örneği içeren) çağrı kağıdının tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerektiği -yani savunmanın hazırlanması için en az bir hafta süre verilmesinin zorunlu olduğu- düzenlenmiştir.AİHS'nin 6/3 (b) maddesine göre hakkında suç isnadı olan kimse "savunmasını tamamlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak" hakkına sahiptir. Bu bendin ihlali silahların eşitliği bakımından da ihlale neden olabilmektedir.AİHM'ce duruşmaların başlamasından iki hafta önce 000 sayfalık dava dosyasını edinebilmeleri, silahların eşitliği ilkesiyle birlikte 6/3 (b) maddesinin de ihlali olarak nitelendirilmiştir.Tüm bu açıklamalardan, düzenlenen iddianamenin mahkemece onbeş gün içinde incelenebilecek, sanık yönünden ise okunup bir hafta içinde savunma hazırlanabilecek bir hacme sahip olması gerektiği, ancak davanın kapsamına göre savunma süresinin artırılabileceği sonucuna varılabilecektir. AİHM'nin içtihatlarında ise binlerce sayfalık iddianameler için ihlal bulunduğu kabul edilmiştir. Bu kadar uzun ve çok sayıda eki olan bir iddianame karşısında, sanık ya da müdafiine iddianameyi okuyup, delilleri inceleyip, buna göre etraflıca bir savunma hazırlamakolanağı verilmemesi, adil yargılanma hakkının ihlali olarak görülmüştür."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (3) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir: “ Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir. … Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir: ... b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;”Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendi kapsamında yeterli bir savunmanın hazırlanmasının bunun için gerekli kolaylık ve zamana sahip olma yönünde iki unsurunun olduğuna dikkat çektikten sonra, zaman unsurunun soyut olarak değerlendirilmesinin olanaklı olmadığına, her davanın koşullarına göre ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. AİHM, savunmanın hazırlanması için gerekli zamanın uzunluğunu değerlendirirken yalnızca davanın karmaşıklığını dikkate almamakta, tüm zamanını ilgili davaya hasretmesini gerektirecek şekilde çalışma programını değiştirmesi beklenemeyecek olan savunmayı hazırlayan müdafiin mutad iş yükünün de dikkate alınacağı hususuna ayrıca dikkat çekmektedir. Ancak davanın özellikleri bunu gerektiriyorsa savunma avukatının çalışma programının hangi kısmında yoğunlaşacağı hususunda bir ölçüde değişiklik yapmasının beklenmesinin de makul olduğunu belirtmektedir (Mattick/Almanya, B. No: 62116/00, 31/3/2005). Sanığa savunmasını hazırlaması için yeterli bir sürenin tanınıp tanınmadığı hususu değerlendirilirken yargılamanın niteliğine olduğu kadar davanın karmaşıklığına ve yargılamanın hangi aşamada bulunduğuna da özel bir önem verilmesi gerekir (Gregacevic/Hırvatistan, B. No: 58331/09, 10/07/2012, § 51). AİHM'e göre sanık, savunmasını uygun bir şekilde hazırlama ve hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın, yargılamanın sonucunu etkileyebilecek şekilde ilgili olan tüm hususlarda davayı gören mahkemenin önüne savunmasını ortaya koyabilme olanağına sahip olmalıdır (Gregacevic/Hırvatistan,§ 51). AİHM, savunma için gerekli kolaylıklara sahip olmanın, kendisine bir suç isnat olunan herkesin savunmasını hazırlayabilmesi için yargılama süresi boyunca yapılan soruşturmaların sonuçlarından haberdar olma olanağını içerdiğini belirtmekte; şüpheliye/sanığa sağlanacak kolaylıkların savunma için yardımcı olan veya olabilecek olanaklarla sınırlı olduğuna vurgu yapmaktadır (Padin Gestoso/İspanya (k. k.), B. No: 39519/98, 8/12/1998). Sanığa sağlanan zamanın ve kolaylıkların yeterli olup olmadığı hususu, her bir davaya özgü koşullara göre değerlendirilmelidir (Huseyn ve diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/... 36085/05, 26/7/2011,§ 175). Diğer yandan AİHM, yargılama sürecinde ortaya çıkan ve mahkemenin kararını esaslı bir şekilde değiştirebilecek hususlarda/olaylarda savunma için ek sürenin tanınması gerektiğini ifade etmektedir (Miminoshvili/Rusya, B. No: 20197/03, 28/6/2011, § 141). Bu tür “olaylar”, iddianamede yapılan değişiklikleri (Pelissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No: 25444/94, 25/3/1999, § 62), iddia makamının yeni deliller sunmasını (G.B./Fransa, B. No:44069/98, §§ 60-62) veya yargılama esnasında bilirkişi görüşündeki ani ve esaslı değişiklikleri (G.B./Fransa, §§ 69, 70) içerebilir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6971 | Başvuru, iddianamenin düzenlenmesinden sonra ortaya çıkan esaslı değişikliklerin başvurucuya bildirilmemesi ve savunma yapması için gerekli zamanın tanınmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, icap nöbetine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 15/3/2018 tarihinde öğrendikten sonra 4/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10630 | Başvuru, icap nöbetine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tanınmış bir siyasetçi ve eşi hakkında ulusal bir gazetede yaptığı haber nedeniyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Cumhuriyet gazetesinde (gazete) muhabir olarak çalışmaktadır. Müştekilerden İ.G uzun yıllardan beri aktif olarak siyaset hayatı olan bir kişidir. İ.G 2011 yılından beri ve hâlen Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) milletvekili olup olayların meydana geldiği dönemde çevre ve şehircilik bakanı olarak görev yapmaktadır. Diğer müşteki ise İ.G.nin eşidir. Başvurucu, gazetenin internet sitesinde 22/3/2015 tarihinde müştekilerin fotoğraflarına da yer vererek bir haber yapmıştır. Başvurucunun "Bakan'dan Eşine VIP Havuz" başlığı ile yaptığı haber şöyledir:" Sinema, restorantı, plaj, sahil derken AKP iktidarı, olimpik yüzme havuzunu da kişiye özel kullanım amacıyla kapattı.Türkiye’ye olimpik sporcu yetiştirmek için oluşturulan 12 TOHM (Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezi) tesisinden biri olan Ankara Eryaman’daki olimpik yüzme havuzu Çevre-Şehircilik Bakanı [İ.G.nin] tesettürlü eşinin yüzme öğrenmesi için özel kullanıma tahsis edildi.Spor Bakanı [A.Ç.K.nın] adını kullanıp, 'Spor Genel Müdürlüğü’nün bilgisi dahilinde' denilerek Bakan'ın eşi [F.G.nin] kullanımına açılan havuzdan, bu olay yaşanana kadar sadece gelecek vaat eden ve yetişme çağındaki sporcular yararlanabiliyordu. Ayrıca Ankara’da kamp yapan senkronize yüzme ve yüzme milli takım sporcularının antrenmanlarını gerçekleştirdiği olimpiyat standardındaki havuzun, ‘sivil kullanıma’ açılması, AKP iktidarının, VIP uygulamalarından bir yenisi olarak gösterildi. [F.G.nin] tesise girdikten sonra özellikle erkek personelin ortalarda gözükmemesi istendiği öğrenilirken, Bakan’ın eşinin, tahsis edilen saatlerde kadın eğitmen eşliğinde özel yüzme dersleri aldığı belirtildi.Sporcuların çalışması aksıyorŞahsa özel bu uygulamanın, hem tesis işletme giderleri konusunda ek masrafa neden olduğu, hem de olimpiyat adayı sporcuların antrenman programın aksattığı sızan bilgiler arasında. Olay, kamuoyundan ve spor teşkilatından saklanmak istendiyse de, Spor Bakanlığı koridorları, bu skandalla çalkalandı. Teşkilat ve THOM organizasyonunu rahatsız eden bu gelişmenin güvenlik kamera görüntülerince doğrulandığı da öğrenildi." Anılan haber üzerine müştekiler gerçek olmayan isnatlarla zan altında bırakıldıklarını belirterek iftira suçunu işlediği gerekçesiyle başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun iftira suçundan cezalandırılması talebiyle 7/12/2015 tarihli iddianame düzenlemiştir. Yargılamayı yapan Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 9/3/2016 tarihli celsesinde başvurucunun beyanı özetle şöyledir:"... ben kesinlikle hakaret yada iftira kastıyla bu haberi yapmadım, bence müşteki [F.G.nin] sözü edilen havuzu kullanması her iki müşteki açısından da herhangi bir şekilde suç yada kabahat teşkil edecek bir durum değildir, ben biraz da hicvetmek maksatıyla bu şekilde haber yapmıştım, haber kaynağım bir dönem Gençlik ve Spor Bakanlığında çalışan ancak ismini açıklamak istemediğim bir kişidir, elimde başka bir delil yoktur,...yaptığım haberin ve savunmamın arkasındayım, iftira kastım yoktur, Katılan [F.G.nin] iletişim kayıtlarından ya da o tarihlerde havuzun yanına gidip gitmediğini emniyet kayıtlarından sorgulanabilir..." Mahkeme 9/3/2016 tarihinde başvurucunun iftira suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şu şekildedir:" .... Kamu davasına konu edilen olayın doğru olup olmadığının ve Katılan [F.G.nin] sözü edilen tesisten yararlanıp yararlanmadığının tespiti için Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü'ne yazılan müzekkeremize verilen ... yazı cevabından, Eryaman Olimpiyat Hazırlık Merkezi Kapalı Yüzme Havuzu'nun Spor Genel Müdürlüğü'nün 2016 yılında gerçekleştirilecek olan RİO Yaz Olimpiyat Oyunlarına hazırlık kapsamında ... sayılı oluru ile hizmete açıldığı, açıldığı günden itibaren ülkemizi olimpiyatlarda temsil edecek olan olimpik ve paralimpik sporcuların çalışma yaptığı, kapalı yüzme havuzunda kamera sistemi bulunmadığı, milli takımlar ve yüzme federasyonu proje çalışması kapsamında antrenman programı dahilinde çalışma yaptıklarından giriş/çıkış defterinin tutulmadığı, Eryaman Olimpiyat Hazırlık Merkezi bünyesinde yer alan kapalı yüzme havuzundan Katılan [F.G.nin] yararlanmasının söz konusu olmadığı hususlarının anlaşıldığı ;Katılan [İ.G.nin] haber tarihi itibarıyla Çevre ve Şehircilik Bakanı olması nedeniyle nüfuzunu kullanarak eşi olan Katılan [F.G.yi] halkın kullanımına açık olmayan ve üstelik antrenman yapan sporcuların antrenmanlarını engelleyecek biçimde bu havuzdan yararlandırması halinde hakkında TCK'nın 257/ maddesinde tanımlanan Görevi Kötüye Kullanma suçundan dolayı hakkında adli soruşturma ve yine görevi nedeniyle idari soruşturma yapılması ve bu şekilde bir haber yapılmakla adli ve idari makamların re'sen harekete geçmesi mümkün olduğundan kamu davasına konu edilen eylemin Katılan [İ.G] açısından iftira suçunu oluşturduğunun kabulü gerektiği, dolayısıyla Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü'nün bir üst paragrafta belirtilen yazı cevabı doğrultusunda gerçek olmadığı anlaşılan ve Sanık tarafından ismini açıklamak istemediği haber kaynağı dışında başkaca bir delilinin bulunmadığı ifade olunan bu olayla ilgili olarak Emniyet Müdürlüğü'ne müzekkere yazılmak suretiyle araştırma yapılmasının ve bu şekilde olayın doğrudan doğruya gerçekleştiği iddia olunan tesisten sorumlu devlete ait kurumun böyle bir olayın vuku bulmadığına ilişkin açık cevabi yazısına rağmen yine devlete ait başka (ve olayla doğrudan ilgisi bulunmayan) bir kuruma bunu teyit ettirmenin dosyaya yenilik katmayacağı, yine bu hususta 5271 Sayılı CMK'nın 135/ maddesi uyarınca Katılanın iletişim kayıtlarının ve sinyal bilgilerinin tespitinin de yasal olarak mümkün olmadığı, kovuşturmanın genişletilmesine ilişkin taleplerin bu gerekçelerle yerinde olmadığı;... açıklanan haliyle gerçek olmadığı anlaşılan ve TCK'nın 267/ maddesinde tanımlanan suç tipine uyan bu eylemin ve haberde kullanılan ifadelerin haber yapma, eleştiri ve ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilemeyeceği, ... Anayasamızın 28 ve devamı maddelerinden alan haber verme ve eleştirme hakkının kabulü için, açıklama veya eleştiriye konu olan haberin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamu ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekliyle konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, yine eleştiri/haber yapma hak ve görevinin kötüye kullanılmaması, yazıda/haberde küçültücü, incitici ve gerçek olmayan sözlerden kaçınılması gerektiği, aksi halde haber verme ve eleştiri hakkından söz edilemeyeceği ve eylemin hukuka aykırı olacağı... kanaatine ulaşılmıştır" Başvurucunun bu karara itirazı Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 8/4/2016 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı 20/4/2016tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "İftira" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Yargıtay İçtihadı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 7/2/2017 tarihli ve E.2014/9-205, K.2017/61 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"iftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp; ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir." Yargıtay Ceza Dairesinin 2/11/2020 tarihli ve E.2019/29863, K.2020/13554 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır....Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenlerine dair Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/2/2007 tarihli, E. 2007/7-28- K. 2007/34 sayılı kararında;'Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme ,yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır.Temelini Anayasa’nın vd. maddelerinden alan ve 5187sayılıBasın Yasasınınmaddesindedüzenlenenbuhaklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Cihan Öztürk/Türkiye (B. No: 17095/03, 9/6/2009, §§ 28-30) kararında gazetecinin yayımladığı makalede şeref ve itibar hakkının ihlal edilip edilmediğini değerlendirmiştir. Somut olayda gazeteci, yerel bir postane binasında gerçekleştirilen restorasyon projesini eleştirmiş ve proje için ödenen paranın bazı insanların daha da zenginleşmesini sağladığını iddia etmiş, bu iddialarda katılan kamu görevlisini sorumlu tutmuştur. AİHM, yaptığı değerlendirmede ifade özgürlüğü hakkının başkalarının itibar ve haklarının korunması için sınırlamalara tabi tutulabileceğini belirtmekle birlikte kamu görevlilerine yönelik haklı eleştirileri veya kamu görevlilerinin görevi suistimallerinin veya yolsuzluklarının açığa çıkmasını önlemeyi amaçladıkları takdirde hakaret davalarının haklı görülemeyeceğini belirtmiştir. AİHM, kamu görevlilerine yapılan hakaretlere karşı dava açma hakkının kolaylıkla suiistimal edilebileceğini ve kamu yararı ile kamuya ait paranın harcanmasıyla ilgili konuların açık ve özgür bir biçimde görüşülmesini engelleyebileceğini vurgulamıştır. AİHM'e göre somut olayda başvurucunun kamu menfaatini korumak amacıyla iyi niyetle hareket ettiği yönündeki iddiasını makamlar hiçbir şekilde dikkate almamış, bunun yerine masum sayılma hakkının tehlikede olduğu gerekçesiyle emekli bir kamu görevlisinin itibarının korunmasına gereksiz bir önem atfetmişlerdir. AİHM devamla yerel mahkemelerin başvurucuyu tazminat ödemeye mahkûm etmek yerine özür sunma veya ifadelerin iftira niteliği olduğu yönündeki kararın yayımlanması gibi başka yaptırımlar düşünebileceğini ve müşteki tarafından gönderilen düzeltme mektubunun yayımlanması yönündeki kararın söz konusu dava koşullarında yeterli bir çözüm olabileceğini değerlendirerek ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9398 | Başvuru, tanınmış bir siyasetçi ve eşi hakkında ulusal bir gazetede yaptığı haber nedeniyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, sosyal denge yardımının ödenmemesi nedeniyle 2006 yılında İstanbul İdare Mahkemesinde açtığı iptal ve tam yargı davasının reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, sendikaya üye olmama özgürlüğü, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 12/7/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 24/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 23/1/2014 tarihli ara kararı gereğince, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 25/3/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu vekili, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Fatih Belediye Başkanlığı (Belediye) ile Belediye ve Özel İdare Çalışanları Birliği Sendikası (BEM-BİR-SEN) arasında, 1/5/2005 ilâ 31/12/2006 tarihleri arasında geçerli olmak üzere “Sosyal Yardım Sözleşmesi” düzenlenmiştir. Fatih Belediyesi Zabıta Müdürlüğünde büro memuru olarak çalışan başvurucu, Belediyeye başvurarak, sosyal denge yardımı adı altında diğer çalışanlara verilen ücretin kendisine de ödenmesini talep etmiştir. Belediye, 15/5/2006 tarih ve 261 sayılı yazı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu, 2006 yılı Haziran ayında Belediye aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde açtığı davada; 15/5/2006 tarih ve 261 sayılı işlemin iptalini ve yoksun kaldığı sosyal denge yardımının ödenmesini talep etmiştir. Mahkemece, 25/1/2008 tarih ve E.2006/2120, K.2008/121 sayılı kararla; Anayasa'nın maddesi ile 25/6/2001 tarih ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun maddesine göre, kamu görevlileri sendikalarına, üyeleri adına toplu görüşmelere katılma hakkı tanınmakla birlikte üyeleri adına idarelerle toplu sözleşme yapma hakkı tanınmadığı, 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi gereği, memurlara kanun, tüzük ve yönetmeliklerin ve amirlerin tayin ettiği görevler karşılığında bu Kanun’la sağlanan haklar dışında ücret ödenemeyeceği, hiçbir yarar sağlanamayacağı, dolayısıyla kamu görevlileri sendikalarına, üyeleri adına toplu sözleşme yapma hakkı verilmediğinden, yasaların memurlara tanımış olduğu haklar dışında ne ad altında olursa olsun herhangi bir ödeme yapılması olanağı bulunmadığından dava konusu işlemde mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onuncu Dairesinin 14/9/2011 tarih ve E.2008/10256, K.2011/335 sayılı ilamıyla; karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek mahiyette görülmediğinden temyiz isteminin reddi ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 9/5/2013 tarih ve E.2012/622, K.2013/4277 sayılı ilamıyla; kararın düzeltilmesi dilekçesinde ileri sürülen hususların 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Karar, 25/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 12/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 2577 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“ İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. (Değişik bent: 10/06/1994 - 4001/5 md.) Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” 2577 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5447 | Başvurucu, sosyal denge yardımının ödenmemesi nedeniyle 2006 yılında İstanbul 5. İdare Mahkemesinde açtığı iptal ve tam yargı davasının reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, sendikaya üye olmama özgürlüğü, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, ulusal radyo yayın lisansı talebinin idare tarafından reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/5/2011 tarihli dilekçesiyle Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan (RTÜK), yerel radyo yayın lisansının ulusal radyo yayın lisansına dönüştürülmesi talebinde bulunmuştur. RTÜK tarafından cevap verilmemesi üzerine başvurucu, talebinin yanıt verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 1/2/2012 tarihinde başvurucunun davasını reddetmiştir. Mahkeme, RTÜK tarafından ilgili kanunda öngörülen sıralama ihalesi yapılana kadar yayında olan kuruluşların izin verilen yerleşim yerleri ile sınırlı olarak yayınlarına devam etmelerine imkân tanındığından başvurucunun ulusal radyo yayın lisansı talebinin reddedilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmediğini belirtmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay 31/1/2014 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Danıştay başvurucunun karar düzeltme talebini de 24/12/2014 tarihli kararıyla reddetmiştir. Ret kararı 5/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3369 | Başvuru, ulusal radyo yayın lisansı talebinin idare tarafından reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör saldırısı sonucu yakınlarından bazılarının ölümü bazılarının ise yaralanması nedeniyle yaşam hakkının; söz konusu saldırı nedeniyle yerleşim yerinden göç etmek zorunda kalmaları ve böylece mülklerine ulaşamamaları nedeniyle mülkiyet hakkının; meydana gelen zararların tazmini istemiyle başvurulan idari ve yargısal sürecin uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesi Tilkiler köyünde 21/12/1992 tarihinde meydana gelen terör saldırısı sonucunda başvurucuların yakınları olan S.S. ile R.S. ölmüş, başvuruculardan Ali Serindağ ve Hüseyin Serindağ yaralanmıştır. Başvurucular olay sonrası köylerini terk ederek Gaziantep'e yerleşmişler ancak 15/4/1996 tarihinde yine terör saldırısında başvurucuların yakını olan K.S. öldürülmüştür. Başvurucular 21/12/1992 tarihinde meydana gelen olaylar nedeniyle (S.S. ile R.S.nin ölümü, Hüseyin Serindağ ile Ali Serindağ'ın yaralanmaları, köylerini terk etmek zorunda kalmaları, evlerinin zarar görmesi ve fıstık bahçelerini işleyememeleri) 2005 yılında Kahramanmaraş Valiliği, Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) müracaat etmişlerdir. Komisyon tarafından, 13/10/2009 tarihli ve 7 sayılı kararla olaydan hemen sonra 23/12/1992 günü ödenen miktara yeniden değerleme oranları uygulanarak bulunan 000 TL'nin mahsubu sonucu kalan 914 TL'nin ödenmesine karar verilmiştir. Söz konusu Komisyon kararı üzerine 11/1/2010 tarihli sulhname başvurucular vekili tarafından dava açma hakkının saklı olduğunun belirtilmesi suretiyle imzalanmıştır. Başvurucular ölüm olayına ilişkin zararların Komisyon tarafından kısmen karşılandığını belirterek, yaralanma ve ölüm olaylarına ilişkin karşılanmayan zararları ve ayrıca ev ile fıstık bahçelerinde meydana gelen zararları nedeniyle toplam 000 TL maddi tazminat ödenmesi talebiyle Gaziantep İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmışlardır. Mahkeme, Komisyon tarafından belirlenen miktarın başvurucular tarafından kabul edilmemesi hâlinde uyuşmazlık tutanağının düzenlenmesi gerekirken Komisyon tarafından belirlenen miktarın kabul edilip zararın tamamının kabul ve taahhüt edilerek sulhnamenin imzalandığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca gerekçesinde Komisyon kararında, başvurucuların köyde bulanan mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan tazmin istemi yönünden davacıların Tilkiler köyünü terk etmesine rağmen ilgili jandarma ekipleri tarafından tutulan tutanaklardan köyde diğer insanların gündelik yaşamlarına devam ettiği, olayın münferit bir terör olayı olduğu, köyün boşaltılmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle reddine; Ali Serindağ ve Hüseyin Serindağ'ın yaralanmasından kaynaklanan tazmin istemi yönünden yaralanan kişilerin kaç gün iş ve güçlerinden ayrı kaldıklarını gösterir rapor istenilmesine rağmen ibraz edilemediği gerekçesiyle reddine; S.S. ve R.S.nin ölümünden kaynaklanan tazmin istemi yönünden ise daha önce ödenen 000 TL'nin mahsubu sonucu kalan 914 TL'nin ödenmesine karar verildiğinin belirtildiği vurgulanmıştır. Ayrıca Mahkeme gerekçesinde, Komisyon kararı gereğince düzenlenen sulhnamede belirtilen tutarın başvuruculara ödendiği belirtilmiştir. Başvurucular Mahkeme kararına karşı, Ali Serindağ ve Hüseyin Serindağ'ın yaralanmalarına ilişkin olan belgelerin dosyaya ibraz edildiğini, dosyanın adli tıbba gönderilmesi gerektiğini, terör saldırısının sadece başvuruculara karşı yapılmış olması sebebiyle diğer köylülerden köyü boşaltmalarının beklenemeyeceğini, ölüm sebebiyle sadece 914 TL ödendiğini, 000 TL gibi bir ödemenin olmadığı ileri sürerek Danıştay Onbeşinci Dairesinde (Daire) temyiz talebinde bulunmuşlardır. Daire temyiz isteminin reddi ile mahkeme kararının onanmasına karar düzeltme yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemlerinin Daire tarafından reddine karar verilmiştir. Nihai karar 8/3/2016 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 7/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 16 ncı maddeye göre belirlenen zararı, 21 inci maddeye göre hesaplanan yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerindeki nakdî ödeme tutarını, 20 nci maddeye göre ifa tarzı ile 23 üncü ve 24 üncü maddelere göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği (EK-E) davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.Davet yazısında, hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde, bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır. " Yönetmelik'in "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.Bakanlık, ellibin Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya nakdî ödemelerin Bakan onayı ile yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.(Değişik üçüncü fıkra: 4/6/2018-2018/11862 K.) Devlet, ödeme nedeniyle genel hükümlere göre sorumlulara rücu eder ve rücu istemine ilişkin zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır." Yönetmelik'in "Nakdî ödemenin şekli ve tutarı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.…'' | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7060 | Başvuru, terör saldırısı sonucu yakınlarından bazılarının ölümü bazılarının ise yaralanması nedeniyle yaşam hakkının; söz konusu saldırı nedeniyle yerleşim yerinden göç etmek zorunda kalmaları ve böylece mülklerine ulaşamamaları nedeniyle mülkiyet hakkının; meydana gelen zararların tazmini istemiyle başvurulan idari ve yargısal sürecin uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, 15/3/1974 ve 3/2/1983 tarihlerinde Kadirli Kadastro Mahkemesinde aleyhlerine açılan kadastro tespitine itiraz davalarının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 2/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 29/1/2014tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 26/2/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Kadirli ilçesinde 1972 yılında yapılan kadastro tespit çalışmaları sonunda 25 parsel numaralı taşınmaz başvurucuların murisi Ahmet Güvel ile Hasan Dede Güvel adlarına, 108 parsel numaralı taşınmaz Ahmet Güvel adına tespit edilmiştir. Maliye Hazinesi ve Metin Erdoğan, tespit maliki Ahmet Güvel mirasçıları olarak başvurucular ve Hasan Dede Güvel aleyhine 15/3/1974 tarihinde Kadirli Kadastro Mahkemesinde açtıkları kadastro tespitine itiraz davasında, 25 parsel numaralı taşınmazın kadastro tespitinin iptali ile adlarına tapuya tescilini talep etmişler, dava dosyası Mahkemenin E.1974/28 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Metin Erdoğan, Hamza Güler ve Mustafa Güler tarafından başvurucular aleyhine 3/2/1983 tarihinde Kadirli Kadastro Mahkemesinde açılan davada, 108 parsel numaralı taşınmazın kadastro tespitinin iptali ile adlarına tescili talep edilmiş, dava dosyası Mahkemenin E.1983/79 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Kadirli Kadastro Mahkemesince 11/3/2009 tarih ve E.1983/79, K.2009/47 sayılı kararla; Mahkemenin E.1974/28 sayılı dava dosyası ile E.1983/79 sayılı dava dosyası arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1974/28 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. Kadirli Kadastro Mahkemesi, 13/1/2012 tarihli kararla dava dosyalarının ayrılmasına karar vermiş, 108 parsel numaralı taşınmaza yönelik dava Mahkemenin E.2012/16 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. 108 parsel numaralı taşınmaza ilişkin Kadirli Kadastro Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda, 5/3/2014 tarih ve E.2012/16, K.2014/37 sayılı kararla davanın kabulüne karar verilmiştir. Anılan karar temyiz edilmiş olup, temyiz inceleme safhası devam etmektedir. 25 parsel numaralı taşınmaza ilişkin yargılama aynı Mahkemenin E.1974/28 sayılı dosyasında devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun , , , , , ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8695 | Başvurucular, 15/3/1974 ve 3/2/1983 tarihlerinde Kadirli Kadastro Mahkemesinde aleyhlerine açılan kadastro tespitine itiraz davalarının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru; yapılmak istenilen bir basın açıklamasının kolluk görevlilerince gereksiz ve orantısız güç kullanılarak engellenmesinin, başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayın Arka Plan Bilgisi Batman Valiliğinin aynı tarihli oluru ile uygun bulunan Batman İl Emniyet Müdürlüğünün21/5/2020 tarihli ve 55 sayılı "etkinliklerin izne bağlanması" konulu talebinin ilgili kısmı şöyledir: "...Bu nedenle protesto amaçlı etkinlikler düzenlenebileceği bu etkinlilderin marjinal gruplarca toplumsal şiddet hareketlerine dönüştürülebileceği, kargaşa ortamı çıkarılmaya çalışılabileceği, terör örgütünün propagandasına dönüşebileceği, kamu düzenini bozarak halkın can ve mal emniyetini tehlikeye düşürebilecekleri karşıt gruplar arasında çatışma olabileceği, yasal olarak başlayacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin amacı dışına çıkarak toplum al olaylara dönüşebileceği değerlendirilmektedir. Bu kapsamda 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun maddesinin (A) fıkrasında, "Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenrnesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirler getirmekle yükümlüdür. (C) fıkrasında "İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır." hükmü amirdir.Bu çerçevede, ilimizde milli güvenliğin ağlanması, kamu düzeni ve güvenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, temel hak ve özgürlükler ile başkalarının hak e özgürlüklerinin ve genel asayişin korunması ile şiddet olaylarının yaygınlaşmasının önlenmesi amacıyla ilimiz merkezinde 2020-2020 tarihleri arasında resmi kamu kurum ve kuruluşlarının yapacağı resmi toplantı, tören, şenlik, karşılama stant açma, uğurlama gibi etkinlikler hariç olmak üzere; 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamındaki her türlü miting, kapalı ve açık yer toplantıları ile gösteri yürüyüşlerinin, basın açıklaması, çadır kurma, stant açma, oturma eylemi, anma töreni vb. türdeki eylem ve etkinlikler ile 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu Ek- maddesi kapsamındaki oyun tern il e çeşitli şekillerdeki gösteri ve etkinliklerin ticari kimliği bulunan özel hukuk tüzel kişilerinin ticari faaliyetleri hariç olmak üzere el ilanı dağıtılmasının ve pankartJafış asılmasının mülki idare amirinin İZNiNE BAGLANMASINl, ... ".B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası genel sekreteridir. Başvurucunun beyanına göre, koruyucu ekipmanlar olmadan çalışmayı reddeden bazı sağlık çalışanlarının farklı illere atamalarının gerçekleştirilmesi nedeniyle on kişilik bir grup, Batman ilinde bulunan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü (İl Müdürlüğü) binası önünde basın açıklaması yapmak istemiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 29/5/2020 tarihli tutanağa göre Batman Valiliğinin (Valilik) 21/5/2020 tarihli oluru ile toplantı ve gösterilerin izne bağlandığı hâlde katılımcıların izin almadan basın açıklaması yapmak istemeleri nedeniyle toplantıya müdahale edilmiş olup, olayların gelişimi şöyledir:- 29/5/2020 tarihi saat 30'da KESK'e bağlı sendika üyelerinin İl Müdürlüğü binası önünde basın açıklaması yapacağı yönünde bilgi üzerine kolluk görevlileri saat 30 'da tedbir almıştır.- Valiliğin kararına aykırı olarak (bkz. § 5) basın açıklaması yapmak için izin almaması nedeniyle katılımcılara kamuya açık bir alanda bu etkinliğe izin verilmeyeceği bildirilmiştir. Bu doğrultuda müzakereci kolluk görevlisi ile katılımcılar arasında görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Katılımcılar, az sayıda olduklarını (on kişi) ve sadece kısa sürecek bir basın açıklaması yapıp akabinde dağılacaklarını, bunun demokratik hakları olduğunu belirtmiştir.- Görüşmelerin sonuç vermemesi ve grubun cadde üzerindeki yolu tamamen kapatarak toplanmaya başlamaları üzerine polis, ses yükseltici cihaz ile"... Yapmış olduğunuz eylem izinsizdir. Lütfen dağılın, dağılmadığınız takdirde müdahale yapılacak hakkınızda adli ve idari işlem yapılacaktır" şeklinde üç kez uyarı anonsu yapılmıştır. İkazlara uymayan grup "Hukuksuz Sürgünler Durdurulsun - KESK" ibaresinin olduğu pankart açmıştır.- Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Şube Başkanı T.nin basın açıklaması yapmaya başlaması üzerine polis, ses yükseltici cihaz ile gruba eylemin izinsiz olduğunu belirterek dağılmaları aksi halde müdahale edileceğine dair uyarı yapmış akabinde grubun dağıtılması amaçlı müdahalede bulunmuştur. - Aralarında HDP milletvekillerinde olduğu kimlik bilgileri tespit edilen sekiz kişi uyarılara rağmen dağılmaması, basın açıklamasına devam etmek istemeleri, bir şahsın grubu çembere alan polisi itmesi ve grup tarafından "baskılar bizi yıldıramaz" şeklinde slogan atılması üzerine il emniyet müdür yardımcısı İ.S tarafından katılımcıların gözaltına alınması talimatı vermiştir. Gruptan sekiz kişi gözaltına alınmış, aralarında başvurucunun da olduğu bazı şahıslar gözaltı sırasında polise direnç göstermiştir (ne şekilde direnç gösterildiği tutanaktan anlaşılamamaktadır). Kolluk görevlilerince düzenlenen Görüntü İzleme Çözüm ve Şahıs Tespit Tutanağı'na göre; İl Müdürlüğü binası önüne üzerlerinde "İş Ücret İşyeri Güvencesi- Sağlık Sosyal Hizmetler Emekçileri Sendikası" yazılı yelekler ve KESK ibareli şapka takan on kişinin gelmesi üzerine güvenlik görevlileri, basın açıklamasının izinsiz olduğunu ve dağılmaları gerektiğini bildirmiştir. Grup basın açıklaması yapmakta ısrar etmiş akabinde polis ses yükseltici cihazla etkinliğin yasal olmadığı ve dağılmaları gerektiği yönünde uyarıda bulunmuştur. Grup, yolu araç trafiğine kapatarak "Hukuksuz Sürgünler Durdurulsun- KESK" yazılı pankart açması üzerine ikinci uyarı, basın açıklamasına başlanması üzerine ise üçüncü ve son uyarı yapılmıştır. Görüntülerde basın açıklamasına katılan on iki kişi tespit edilmiştir. Başvurucunun kolluk görevlisini itekleyerek direndiği ve görevini yapmasına engel olduğunun gözlemlendiği belirtilmiştir. Başvurucu; basın açıklaması, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile sendikal haklarının kullanımının ihlal edildiğini, gruba ölçüsüz şekilde müdahale edildiğini belirterek kendisine müdahale eden kolluk güçleri ile sorumlu olan güvenlik şube amiri hakkında zor kullanma yetkisinde sınırın aşılması, işkence, eziyet, kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma suçlarından soruşturma başlatılması talebiyle 5/6/2020 tarihinde Batman Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) başvurmuştur. Şikâyet dilekçesi ekine sağlık raporu ile olay anına ilişkin görüntü kayıtlarını da eklemiştir. Başvurucunun gözaltına alınması öncesi alınan sağlık raporuna göre basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde, sol omuz üstünde abrazyon (sıyrık, hafif ezici alet yarası) sol omuz arka yüzünde kızarıklık tespit edilmiştir. Başvurucu tarafından bireysel başvuru ekinde sunulan harici bellekte yer alan 44 saniyelik görüntü Anayasa Mahkemesince incelenmiştir. Bu kayıttaki görüntüye göre, İl Müdürlüğü binası merdivenleri önünde yaklaşık 10-15 kişinin bir pankart arkasında basın açıklaması yapmak istedikleri, basın açıklamasına başlanması ( saniye) ile -eş zamanlı olarak- polis memurları ses yükseltici cihaz ile grubun dağılması yönünde uyarıda bulunmuş ve hemen akabinde ise müdahalede bulunmuştur. Grup "baskılar bizi yıldıramaz" şeklinde slogan atmaları üzerine yakalama ve gözaltı işlemine başlanmıştır. Görüntülerde, katılımcıların yolu tamamen araç trafiğine kapattıkları gözlemlenememiştir. Başsavcılık 12/6/2020 tarihinde kolluk görevlileri hakkında işlem yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararda; polis memurlarının grubu müdahalesinin 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi kapsamında meşru ve ölçülü olduğunu değerlendirmiştir. Ayrıca başvurucunun basit nitelikte yaralanmasının, grubun dağıtılması esnasında yaşanan kargaşa nedeniyle oluştuğunu ve ölçülülük ilkesinin ihlal edilmediğini belirtmiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itirazı Batman Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 30/6/2020 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Hâkimlik kararında; itiraza konu kararda bir hukuka aykırılık ve isabetsizlik bulunmadığını belirtmiştir. 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (C) bendi şöyledir:"İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir." | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22603 | Başvuru, yapılmak istenilen bir basın açıklamasının kolluk görevlilerince gereksiz ve orantısız güç kullanılarak engellenmesinin, başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanarak davanın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve çalışma hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1999 yılından itibaren itibaren çeşitli taşeron şirketler (Şirket) bünyesinde Uşak Belediyesinde (Belediye) işçi statüsünde çalışmakta iken 22/7/2016 tarihinde iş sözleşmesi feshedilmişdir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 11/8/2016 tarihinde dava açmıştır. Uşak İş Mahkemesi (Mahkeme) 19/11/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olmak suçundan dolayı açılmış derdest ceza davası olduğu belirtilmiştir. İddianame içeriği ile dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde işverende iş ilişkisini sürdürmesi beklenemez derecede şüphe meydana geldiği ifade edilmiştir. İşverenin iş sözleşmesini feshinin şüphe geçerli nedenine dayandığı kanaatine varıldığı söylenmiştir. Öte yandan iş akdinin feshinin haklı nedene dayanıp dayanmadığının taraflar arasında daha sonra görülecek alacak davası yargılaması sırasında ceza davası da dikkate alınarak tespit edilebileceğine vurgu yapılarak ceza davasının sonucunun beklenmesine gerek olmadığı aktarılmıştır. Başvurucu, karara karşı 18/12/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucu hakkında Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 18/6/2020 tarihinde istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Kararda, başvurucunun Uşak Ağır Ceza Mahkemesinde görülen silahlı terör örgütüne üye olma suçuna yönelik yargılamanın hâlen derdest olduğu bilgisine yer verilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianame içeriğinde başvurucunun 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) ile kapatılan Çağlayan İşçiler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin 13/44/2014-20/11/2015 tarihleri arasında üyesi olduğu, derneğe 600 TL ve 150 TL olmak üzere iki kez bağış yaptığı, buna ilişkin iki adet belgenin dosyaya celp edildiği, ayrıca başvurucunun 459911 IB numarası ile ByLock programı kullanıcısı olduğunun ve kullanıcı adının ismailunal164 olduğu tespitlerine yer verildiği aktarılmıştır. Yargılama aşamasında dosyaya celp edilen tüm bilgi ve belgelerden davacının fesih tarihi öncesinde FETÖ/PDY ile ilgisinin bulunduğuna dair bir kısım kayıtların elde edildiği dikkate alındığında mevcut bulgular itibarıyla işverence yapılan feshin şüphe feshi kapsamında kaldığı ifade edilmiştir. Nihai karar başvurucuya 26/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında 27/9/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda 7/8/2019 tarihli iddianame düzenlenmiş ve anılan iddianame Uşak Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından 9/8/2019 tarihinde kabul edilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuyu 2/2/2021 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan dolayı 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Kararda, başvurucunun 459911 ID numarası ve ismailgünal64 kullanıcı adıyla Bylock programını kullandığı belirtilmiştir. Başvurucunun ID numarası ile 276039 ID numaralı kullanıcısı arasında "yarın her şey normale dönecek inşallah" şeklinde yazışma içeriğinin bulunduğu bilgisine yer verilmiştir. Öte yandan başvurucunun örgütle iltisaklı olduğu ve 667 sayılı KHK ile kapatılan Çağlayan İşçiler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinde 13/4/2014 tarihinden 20/11/2015 tarihine kadar üyelik kaydı bulunduğu ifade edilmiş ve başvurucunun derneğe 600 TL ve 150 TL olmak üzere iki kez bağış yaptığı ifade edilmiştir. Başvurucunun HTS analiz raporu itibarıyla sanığın örgütle iltisaklı kişi ve kurumlarla irtibatının bulunduğunun tespit edildiği aktarılmıştır. Başvurucunun örgütün en önemli finans kaynaklarından biri olan Bank Asyada kendisine ait 1868805 No.lu hesap hareketi içermeyen hesabının bulunması karşısında başvurucunun FETÖ/PDY'nin öğretmen yapılanması içerisinde yer aldığının sabit olduğu kanaatine varılmıştır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bakınız Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 43- Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2018/3181, K.2018/14806 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davacının iş sözleşmesinin 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi sonrası illegal yapılarla ilişki içinde olan emir talimat alanlarla ilgili her türlü takibat soruşturma ve kovuşturma başlatıldığı bu kapsamda kuruma ulaşan bilgiler ışığında 2016 tarihinde 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/ maddesi kapsamında sonlandırıldığı bildirilerek feshedilmiştir.Davalı Belediye fesih bildiriminde davacının illegal yapılarla ilişki içerisinde olduğunun değerlendirmesi kapsamında davacının darbe girişimi öncesi ve sonrası bir kısım sosyal medya paylaşımlarını sunmuşsa da ilgili sosyal medya paylaşımlarında hakaret, tehdit içeren bir ifade olmadığı, davacının eleştiri kapsamında kendi düşüncelerini açıkladığı, davacı hakkında adli yönden herhangi bir terör soruşturması bulunmadığı gibi davalı Kurum içi idari bir soruşturmasının da bulunmadığı, davacının ... irtibatının bulunduğunun kanıtlanmadığı, Anayasa’nın maddesi ve siyasi görüşün fesih için geçerli sebep oluşturmayacağına dair 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin fıkrasının d bendi dikkate alındığında davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedene dayanmadığı açık olduğundan davanın kabulü yerine reddi hatalıdır.4857 sayılı İş Yasasının 20/3 maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/9/2017 tarihli ve E.2017/36442, K.2017/18738 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, veri kayıt personeli olarak çalışan davacının iş sözleşmesi, 20/07/2016 günü anayasal düzeni bozucu darbe girişimi ile ilgili olarak sosyal medyada devlet ve hükümet aleyhine yazılı ve görsel paylaşımlar yapması nedeniyle Sağlık Bilimleri Üniversitesi... Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından Hastane Yöneticisi, Baştabip Yardımcısı, İdari ve Mali İşler Müdür Yardımcıları ile Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürü imzasıyla diğer davalı ...'ne gönderilen 19/07/2016 tarih ve 3 sayılı kararı gereği feshedildiği, sosyal medya paylaşımlarının dosyada belgelendiği dikkate alındığında, davacının dosyaya sunulan sosyal medya paylaşımları içeriğinde eleştiri sınırlarını aştığı, paylaşımlar içeriğine göre davalı işverenin iş ilişkisini sürdürmesi beklenemeyeceği, güvenin yıkılması veya ağır biçimde zedelenmesi nedeniyle işverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı iş sözleşmesinin feshedildiği kanaatine varılmaktadır. Zira en azından artık iş ilişkisinin sürdürülmesinin davalı-işveren açısından önemli veya makul ölçüler içerisinde beklenemeyeceği, bu durumda 4857 sayılı Kanun'un maddesi gerekçesi ve 158 sayılı İLO sözleşmesinin maddesi uyarınca işverenden savunma almasının beklenemeyeceği ve işveren feshinin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının demokratik toplumda önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamaktadır (Airey/İrlanda, B. No: 6289/73, 9/10/1979, § 24). AİHM'e göre hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirlilik Sözleşme'nin bütün maddelerinde mündemiçtir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Adil yargılanma hakkı hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine uygun olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda hakkın tesliminden kaçınma (denial of justice) yasağı bu ilkelerin başında gelmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 35). AİHM iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu ifade etmektedir. AİHM bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak AİHM keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da adaleti hiçe sayacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğine işaret etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25260 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanarak davanın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve çalışma hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, akciğer kanseri olan başvurucunun tedavisinde gerekli ilaç bedelinin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından karşılanması amacıyla yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. A. Bireysel Başvuru Süreci 60 yaşında olan başvurucuya 15/5/2020 tarihinde yaygın evre küçük hücreli akciğer karsinomu tanısı konulmuştur. Başvurucunun tedavi gördüğü hastanedeki doktoru tarafından endikasyon dışında atelizumab etken maddeli Tecentriq isimli ilacı reçete edilerek, ilacın endikasyon dışında kullanım izni verilmesi için Sağlık Bakanlığına bağlı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna (TİTCK) müracaat edilmiştir. TİTCK'nın 30/6/2020 tarihli yazısında, başvurucunun atezolizumab etken maddeli ilacı kullanımının altı ay süreyle uygun olduğu, başvuru için gerekli bilgilerin kurumun web sitesinde bulunduğu bildirilmiştir. Başvurucunun tedavi gördüğü hastanede üç hekim tarafından 16/6/2020 tarihinde tanzim olunan sağlık kurulu raporunda; bronş veya akciğer malign neoplazmı hastası olan başvurucunun TİTCK'nın altı aylık endikasyon dışı onayına istinaden atezolizumab etken maddeli ilacı 200 mg/gün olmak üzere 21 günde bir 4 kür kullanmasının uygun olduğu bildirilmiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Ankara Bahçelievler Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezine (SSGM) verdiği dilekçe ile Tecentriq isimli ilaç bedelinin kesinti yapılmaksızın karşılanmasını talep etmiştir. Bahçelievler SSGM, Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) ekindeki listelerde yer almaması nedeniyle Tecentriq isimli ilaca ait bedelin karşılanamayacağını 9/7/2020 tarihli yazıyla başvurucu vekiline bildirmiştir. Başvurucu, bunun üzerine adı geçen ilaç bedelinin SGK tarafından karşılanması için ihtiyati tedbir talepli olarak 13/7/2020 tarihinde Ankara İş Mahkemesine (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 13/7/2020 tarihinde "dava konusu somut uyuşmazlığı çözecek şekilde ve idarenin yerine geçerek idareyi bağlayıcı tedbir kararı verilemeyeceği" gerekçesiyle tedbir istemini reddetmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 10/9/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai kararı 25/9/2020 tarihinde öğrenen başvurucu 19/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.B. Bireysel Başvuru Sonrasındaki Süreç10 Anayasa Mahkemesi 9/11/2020 tarihinde, başvurucunun tedbir talebinin kabulü ile başvurucunun maddi bütünlüğüne yönelik ciddi tehlikenin ortadan kaldırılması konusunda SGK tarafından gerekli tedbirlerin derhâl alınmasına ayrıca başvurucunun tedavisine yönelik Tecentriq isimli ilaç bedelinin tedavi süresi boyunca ödenmesinin derhâl sağlanmasına karar vermiştir. Başvurucunun 31/5/2023 tarihinde vefat ettiği belirlenmiştir. Mahkemece 28/5/2024 tarihinde davanın kabulüne karar verildiği, kararın henüz kesinleşmediği anlaşılmıştır. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32284 | Başvuru, akciğer kanseri olan başvurucunun tedavisinde gerekli ilaç bedelinin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından karşılanması amacıyla yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali için açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığınca 21/3/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan yazıda başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilerek kendilerine gönderilmesi hâlinde görüş sunulabileceği bildirilmiştir. Başvuru, avukat aracılığı ile yapılmış ancak 11/2/2016 tarihinde bireysel başvuru dosyasına azilname örneği sunulmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu Şirket, bireysel başvuruya konu olaylar tarihi itibarıyla İstanbul'un Bakırköy ilçesinde bulunan bir alışveriş merkezini otoparkı ile birlikte işletmektedir. Bu sırada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) 30/1/2007 tarihinde İstanbul genelindeki alışveriş ve ticaret merkezi gibi yerlerin binaya ait otoparklarına gelen müşterilerden ilk üç saat için otopark ücreti alınmamasına karar vermiştir.B. Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu tarafından 12/4/2010 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) açılan iptal davasında, UKOME'nin 30/1/2007 tarihli kararının iptal edilmesi istenmiştir. Davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından ilk derece mahkemesine 2/7/2010 tarihinde sunulan savunma dilekçesinde, esasa ilişkin hususlar yanında iptali istenen işlemin başvurucuya şirket kaşesi ve imza karşılığında 25/12/2007 tarihli tebellüğ ilmuhaberi ile tebliğ edildiği, dolayısıyla davanın süre aşımından reddedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Başvurucu tarafından da bireysel başvuru dosyasına sunulan 25/12/2007 tarihli söz konusu tebellüğ ilmuhaberinde, iptali istenen UKOME kararının bulunduğu; başvurucu Şirketin açık adresinin yer aldığı; "tebellüğ eden" kısmında başvurucu Şirketin kaşesinin, A.T.K. isminin, bu kişinin doğum yeri ve yılının, baba adının, işletme müdürü ibaresinin ve imzasının bulunduğu görülmektedir. Belgenin "tebliğ edenler" kısmında ise Zabıta Memuru A.K. ismi ve imzası ile Zabıta Komiser Yardımcısı H.A. ismi ve imzasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece yapılan değerlendirme sonucunda 28/7/2010 tarihli karar ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde UKOME'nin dava konusu kararının 25/12/2007 tarihinde davacı Şirkete tebliğ edildiği ancak aynı kararın Bakırköy Kaymakamlığının yazısı ile davalı Şirkete tekrar tebliğ edilmesi üzerine dava açıldığı belirtilmiştir. Mahkeme, bu durumda ilk tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde açılmayan davanın süre aşımı nedeniyle incelenmesi olasılığı olmadığını açıklamıştır. Başvurucu, davanın reddi kararı üzerine temyiz talebinde bulunmuş; 8/11/2010 tarihli temyiz dilekçesinde, davanın reddine dayanak oluşturan UKOME kararının 25/12/2007 tarihinde tarafına tebliğ edildiği kabulünün gerçeği yansıtmadığını belirtmiştir. Başvurucu dilekçesinin devamında ilk derece mahkemesine sunulan 25/12/2007 tarihli tebliğ ilmühaberi incelendiğinde şirket kaşesinin basılı olduğunu, tebellüğ eden hanesinde işletme müdürü unvanıyla A.T.K. isminin ve bu isimli şahsın imzasının bulunduğunu ancak bu şahsın 10/12/2007 tarihinde işe girerek 13/1/2008 tarihinde işten ayrıldığını, bu kısa süre içinde işletme müdürü olarak yetkilendirilmediğini ifade etmiştir. Ayrıca A.T.K.nın 24-25-26 Aralık 2007 tarihlerinde mazeret izni aldığını, dolayısıyla Şirket yönetimine bu konuda herhangi bir tebligatın ulaşmadığını, iptali istenen karardan ancak Bakırköy Kaymakamlığının yazısı ile haberdar olduğunu, sonuç olarak 25/12/2007 tarihli tebligat geçersiz olduğundan davanın süresi içinde açıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu; temyiz dilekçesinin ekinde A.T.K. isimli şahsın işe giriş ve işten çıkış bildirgesini, izin formu örneğini, şirket izin defteri örneğini sunmuştur. Temyiz talebi Danıştay Sekizinci Dairesince incelenmesi sonucu 17/9/2013 tarihli karar ile reddedilmiş, ilk derece mahkemesi kararı onanmıştır. Başvurucu, onama ilamı üzerine karar düzeltme isteminde bulunmuş; 15/1/2014 havale tarihli dilekçesinde, daha önce temyiz dilekçesinde itiraz olarak ortaya koyduğu hususları tekrarlamıştır.Karar düzeltme incelemesi sonucu Danıştay Sekizinci Dairesi 14/4/2014 tarihli kararı ile istemi reddetmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam başvurucuya 3/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 11/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir: " Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. Bu süreler; a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı, ... Tarihi izleyen günden başlar." 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun "Hükmi şahıslara ve ticarethanelere tebligat" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hükmi şahıslara tebliğ, salahiyetli mümessillerine, bunlar birden ziyade ise, yalnız birine yapılır. ..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9474 | Başvuru, idari işlemin iptali için açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, gizlilik kararı nedeniyle hakkındaki belgeleri inceleyememesi, tutukluluk kararına karşı yaptığı itirazların geç değerlendirilmesi ve alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi, tutukluluk kararının bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olarak oluşturan hâkimlikçe karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; aramanın hukuki olmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; gözaltı sürecinde kamu görevlilerinin davranışları ile gözaltı koşullarının insani olmaması ve sağlık durumuna rağmen ceza infaz kurumunda tutulması nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca tutukluluk hâlinin sonlandırılarak tedbiren tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 6/12/2016 tarihinde Sincan 1 Numaralı L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan müzekkerelere verilen cevaplar sonrasında İkinci Bölüm tarafından 30/12/2016 tarihinde -sağlık hizmetlerine erişim imkânı bulunduğu görülen başvurucunun ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulmasının yaşamına, maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik bir tehlike oluşturduğuna dair derhâl tedbir kararı verilmesini gerektirir bir durum bulunmadığı gerekçesiyle- tedbir talebinin reddine karar verilmiştir. Tedbire ilişkin kararda ayrıca başvurucunun tutulma koşullarının iyileştirilmesi yönünde idari ve yargısal makamlardan talepte bulunduktan sonra koşullarında değişiklik olmaması hâlinde her aşamada yeniden tedbir talebinde bulunabileceği hususuna yer verilmiştir. Başvurucunun tutulma koşullarının iyileştirilmesine ilişkin bir talebi olduğuna veya talebin idari ve yargısal makamlar tarafından reddedildiğine ilişkin bir belge başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Türk yargı organları, yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvuruya İlişkin Süreç Yargıtayda hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 17/7/2016 tarihinde evinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu nezarethanede gözaltında tutulduktan sonra 20/7/2016 tarihinde Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya FETÖ/PDY ile bağlantısı olup olmadığını aydınlatmaya yönelik sorular sorulmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle eğitim ve meslek hayatı boyunca söz konusu örgüt yapılanması içinde yer almadığını, bu yapının amaçları doğrultusunda herhangi bir faaliyette bulunmadığını, sosyal medya hesabında darbeye tepkisini dile getirdiğini, isnat edilen suçlamanın asılsız olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle yedi kişiyle birlikte Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmiştir. Başvurucu, Hâkimliğin 21/7/2016 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Şüpheliler ... Hasan Mutlu...'nin üzerlerine atılı bulunan Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında delillerin bulunması, yakın ve somut bir tehdidin halen devam ediyor olması, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağından CMK’nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında, isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK.nun 101 maddeleri uyarınca şüphelilerin AYRI AYRI TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.]" Başvurucu, tedavi gördüğünü ve 26/8/2016 tarihinde ameliyat olması gerektiğini de belirterek tutuklama kararına itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 12/8/2016 tarihinde -verilen kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı- gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Karar başvurucunun avukatına 24/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 4/5/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açmıştır. İddianamede FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamenin başvurucunun işlediği iddia olunan suça ve örgüt bağlantısına ilişkin kısmı şöyledir: "...Yargıtay Tetkik Hâkimi olarak görev yapmakta iken, HSYK'nın [Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu] 16/07/2016 tarihli ve 345 sayılı kararı ile görevden uzaklaştırılıp, 24/08/2016 tarihli ve 426 sayılı karardaki, '667 sayılı KHK’nın 3'üncü maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında FETÖ/PDY örgütü ile iltisak ve irtibatlarının olduğu sabit görüldüğünden, 23/07/2016 tarih ve 29779 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 667 s. Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname m.3 meslekte kalmalarının uygun olmadığına' gerekçesi ile meslekten çıkarılmış olan, [..8] sicil ve [..8] T. kimlik nolu, şüpheli HASAN MUTLU ALTUN hakkında yürütülen soruşturma işlemleri sırasında, 1) Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Uyuşturucu ile Mücadele Şube Müdürlüğünce, düzenlenen şühelinin [..97] nolu GSM hattına ilişkin HTS analiz raporunda, şüphelinin FETÖ/PDY terör örgütüne üye oldukları isnadı ile soruşturulan diğer şüpheliler ile yaptığı görüşmelerin belirtildiği, 2) Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Uyuşturucu ile Mücadele Şube Müdürlüğünce, düzenlenen 21/04/2017 tarihli müzekkere ekindeki Bylock sorgulama raporunda, şüphelinin [..2] IMEI numaralı cihazla [..7] nolu GSM hattı ile 14/08/2014 tarihinde bylock uygulamasını kullandığının belirtildiği, 3) Yapılan adli arama işlemleri neticesinde şüphelinin zilyedliğinde ele geçirilen ve el konulan eşyalara ilişkin el koyma kararının Ankara Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/3773 d.iş nolu kararı ile onandığı ve dijital cihazlar üzerinde 5271 s. CMK m. 134 kapsamında arama işlemi yapılmasına karar verildiği; şüpheliden ele geçirilen silah ve şarjörlerin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Emanet Memurluğunca 2016/15348 sayılı makbuz ile muhafaza edildiği; Ankara İl Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen 58604142-85207-(63044)- 201/25665 sayılı ve 04/2017 tarihli cevap müzekkeresinde şüphelinin zilyedliğinde iken el konulan ve dijital cihazların gerekli arama işlemleri yapılmak üzere Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne teslim edildiğinin belirtildiği, (CMK m.134'de belirtilen arama işlemlerinin tamamlanması sonrasında ilgili soruşturma tutanakları ayrıca Mahkemeye sunulacaktır.)4) R. Ü.'nün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/104109 nolu soruşturma kapsamında şüpheli sıfatı ile alınan 21/10/2016 tarihli ifadesinde (sf. 4) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi olduğunu bildiğini beyan ettiği; B.S.nin Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/1083 nolu soruşturma kapsamında tanık sıfatı ile alınan 26/08/2016 tarihli beyanında (sf. 7-8) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi HSYK adayı için kendisinden telefonla arayarak oy istediğini beyan ettiği; A.nın Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/11506 nolu soruşturma kapsamında tanık sıfatı ile alınan 16/01/2017 tarihli beyanında (sf. 7) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi HSYK adayı için düzenlenen yemeğe katıldığını beyan ettiği; F.B.nin Denizli Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/4808 nolu soruşturma kapsamında şüpheli sıfatı ile alınan 16/11/2016 tarihli ifadesinde (sf. 7-8) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi olduğunu bildiğini beyan ettiği; R.T.nin Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2016/3674 nolu soruşturma kapsamında şüpheli sıfatı ile alınan 19/07/2016 tarihli ifadesinde (sf. 3) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi HSYK adayı için kendisinden oy istediğini beyan ettiği; Gizli tanık Defne'nin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında alınan 06/10/2016 tarihli beyanında (sf. 1) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi olduğunu bildiğini beyan ettiği; Tanık 4'ün Anayasa Mahkemesinde alınan 26/09/2016 tarihli beyanında (sf.1) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi olduğunu bildiğini beyan ettiği; Tanık 5'in Anayasa Mahkemesinde alınan 27/09/2016 tarihli beyanında (sf.1) şüpheli Hasan Mutlu Altun'un örgüt üyesi olduğunu bildiğini beyan ettiği,5) Şüphelinin 20/07/2016 tarihli müdafi huzurunda alınan ifadesinde, isnat olunan terör örgütü üyeliği suçlamasını reddettiğini, [.7] nolu GSM hattın kendisine ait olduğunu, belirttiği, sorgusunda da ifadesi ile benzer şekilde isnat olunan suçlamaları reddettiği..." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/491 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, 25/5/2017 tarihinde yapılan tensip incelemesinde Mahkeme "atılı suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçen süre, atılı suçlar için yasada öngörülen ceza miktarları, tüm delillerin toparlanmamış olması, örgütün gizli haberleşme ağı olan bylock isimli uygulamayı kullandığı, tanık beyanları, hts ve baz kayıtları ile atılı suçun CMK 100/3-a maddesindeki suçlardan oluşu, masak raporlarına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut deliller bulunması dikkate alındığında adli kontrol kararının yetersiz kalacağı, tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı olduğu" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Mahkemede derdesttir ve 8/2/2018 tarihli beşinci duruşmada başvurucunun adli kontrol şartıyla tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu 25/9/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu ek dilekçesinde özetle daha önce bireysel başvuru formunda belirttiği bir kısım iddiayı tekrar etmiş, ayrıca ByLock uygulamasına ilişkin olarak hazırlanan bilirkişi raporunu dilekçesine ekleyerek bu hususun tutuklanmasına gerekçe yapılmasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca dilekçesinde, sağlığı için açık havada kalması zorunlu olduğu hâlde tutulduğu yerin havalandırma koşullarının yetersizliğinden bahsetmiştir. Başvurucunun Sağlığına ve Sunulan Sağlık Hizmetlerine İlişkin Bilgiler Başvurucu, tutuklanmadan önce bazı sağlık sorunları yaşadığını belirterek tıbbi geçmişine ilişkin birtakım belgeler sunmuştur. Başvurucunun bireysel başvuru formu ekinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ile Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesinde çeşitli tarihlerde düzenlenmiş laboratuvar sonuçlarını, hasta izlem formları ile sinüs tomografisi sonucunu, uyku bozukluğuna ilişkin test sonuçlarını ve hasta yatış randevu kartı suretlerini ibraz ettiği görülmüştür. Başvurucunun tutulduğu Ceza İnfaz Kurumunun tedbir talebinin değerlendirilmesi için yazdığı cevap (bkz. § 6) içeriğinde başvurucuya sunulan sağlık hizmetlerinden bahsedilmektedir. Buna göre;- 2/10/2016 tarihinde Kurum revirinde muayene edilen başvurucuya gerekli ilaçlar reçete edilmiş, başvurucunun göğüs hastalıkları ve psikiyatri polikliniğine sevki planlanmıştır. - Başvurucu 5/10/2016 tarihinde Sincan Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğine sevk edilmiş, yapılan kan tetkikinin sonucu 7/10/2016 tarihinde kontrol edilmiş, sonrasında hematolojiye ve Sanatoryum Hastanesi Uyku Polikliniğine sevk edilmiştir.- 11/10/2016 tarihinde Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Polikliniğinde muayene edilen başvurucu tetkik sonuçları çıktıktan sonra kontrole çağrılmıştır.- 13/10/2016 tarihinde Sanatoryum Hastanesi Uyku Polikliniğinde muayene edilen başvurucuya uyku testi için randevu verilmiştir.- 17/10/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Kampüs Devlet Hastanesi Dahiliye ve Psikiyatri Polikliniklerinde muayene edilen ve ilaçları reçete edilen başvurucu on beş gün ve bir ay sonra ilgili polikliniklerde yeniden kontrole çağrılmıştır.- 28/10/2016, 4/11/2016 ve 28/11/2016 tarihlerinde Kampüs Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde kontrol edilen başvurucuya ilaçları reçete edilmiştir.- Başvurucu 8/11/2016 tarihinde Sincan Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğinde muayene edilmiş, tetkikleri değerlendirilerek tedavisi sonlandırılmıştır.- 18/11/2016 ve 25/11/2016 tarihlerinde Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Polikliniğinde kontrol edilen başvurucu bir ay sonra kontrole çağrılmıştır.- 2/12/2016 tarihinde Sincan Devlet Hastanesi Göz Polikliniğinde muayene edilen başvurucuya gözlük reçete edilmiştir.- 4/11/2016 ve 1/12/2016 tarihlerinde Kurum revirine müracaat eden başvurucuya ilaç kullanımı konusunda önerilerde bulunulmuştur. Cevap yazısında ayrıca başvurucunun can güvenliğinin sağlanması amacıyla tekli odada tutulduğu, acil sağlık hizmetlerinden her zaman faydalanabildiği ve odasında acil çağrı butonu bulunduğu belirtilmiştir. Yazıda ayrıca 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesi kapsamında sağlık sorunları nedeniyle Adli Tıp Kurumundan rapor tanzim edilmesi talebi olmadığı belirtilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56 ile Fatma Müge Tekin ve Özge Tekin, B. No: 2014/2504, 20/3/2019, §§ 26- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/30823 | Başvuru, hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, gizlilik kararı nedeniyle hakkındaki belgeleri inceleyememesi, tutukluluk kararına karşı yaptığı itirazların geç değerlendirilmesi ve alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi, tutukluluk kararının bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olarak oluşturan hâkimlikçe karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; aramanın hukuki olmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; gözaltı sürecinde kamu görevlilerinin davranışları ile gözaltı koşullarının insani olmaması ve sağlık durumuna rağmen ceza infaz kurumunda tutulması nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, temyiz yolu açık olduğu hâlde kararın kesin olarak verilmesinden dolayı kanun yoluna başvuru imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve bazı anayasal hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Şikâyetçi vekili tarafından Dinar İcra Ceza Mahkemesine (Mahkeme) hitaben hazırlanan 13/11/2018 tarihli şikâyet dilekçesi ile başvurucunun şirket yetkilisi olarak keşide ettiği iddia edilen çekin karşılığını bankada bulundurmadığı ve "karşılıksızdır" işlemi yapılmasına sebebiyet verdiğinden bahisle 14/12/2009 tarihli ve 5941 sayılı Çek Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince cezalandırılması talep edilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda Mahkeme, çekin bankaya ibraz edildiği tarihte başvurucunun çek hesabının tanımlı olduğu şirketin yetkilisi olmadığı, bu nedenle atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu gerekçesiyle 5/2/2019 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Şikâyetçi vekili tarafından bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Konya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire), dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda başvurucunun üzerine atılı suçun sabit olduğunu değerlendirmiştir. Ancak tespit edilen bu hukuka aykırılığın yeniden duruşma açılmaksızın düzeltilmesini mümkün gören Daire, Mahkemece verilen hükme ilişkin fıkradan başvurucunun beraatine ilişkin ifadenin kaldırılmasına, bu ifade yerine başvurucunun 5941 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince 400 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına dair ifadenin eklenmesi suretiyle 12/3/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararda, kararın 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca kesin olmak üzere verildiği ifade edilmiş ancak kararın kesin olduğuna dair değerlendirmenin 5271 sayılı Kanun'un anılan maddesinin hangi fıkrasına ve bendine dayandığı açıklanmamıştır. Başvurucu, Daire kararına karşı 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca itirazda bulunulmasını Konya Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığından talep etmişse de bu talep 10/4/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu Daire kararına karşı başka herhangi bir kanun yoluna başvurmaksızın 26/4/2019 tarihinde doğrudan bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15001 | Başvuru, temyiz yolu açık olduğu hâlde kararın kesin olarak verilmesinden dolayı kanun yoluna başvuru imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve bazı anayasal hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş mahkemesinde görülen alacak davasında yargılama makamlarınca hatalı değerlendirmeler yapılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 16/9/2008 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesinde işçi ve işeveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında başvurucu, davalı işyerinde çalışmakta iken kendisine işin bittiğinin bildirilerek iş akdinin feshedilmesi üzerine yasal haklarının ödenmesini istediğini ancak davalı şirketinhiçbir ödeme yapmadığını, bu durum karşısında Bakırköy İş Mahkemesinin 2006/2417 esas sayılı dosyası ile işe iade davası açtığını, yargılama sonunda feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verildiğini kararın Yargıtayca onanarak kesinleştiğini ancak işe iadenin yapılmadığını belirterek işe başlatmama tazminatı ve ilave bir kısım işçilik alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Yargılama kapsamında tarafların tanıkları dinlenmiş, bilirkişi raporu ve ek rapor aldırılmış, yapılan değerlendirme sonucu 23/3/2011 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş, karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/10/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili kısımları şöyledir:"... Bu nedenlerle, işçinin süresi içinde işe iade yönünde başvurusunun ardından, işverenin daveti üzerine işe başlamamış olması halinde, işçinin gerçek amacının işe başlamak olmadığı kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla, işçi işverene hiç başvurmamış gibi sonuca gidilmelidir. Bu durumdaişverence yapılan fesih, 4857 sayılı Kanun'un21/ maddesine göre geçerli bir feshin sonuçlarını doğurur. Bunun sonucu olarak da, işe iade davasında karara bağlanan işe başlatmama tazminatı, boşta geçen süreye ait ücret alacağı talebi mümkün olmaz. Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmaksızın davacının boşta geçen süreye ait fark ücret, işe başlatmama tazminatı alacağının kabulünekarar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozma sebebidir. ... Kabule göre, dosya içerisinde bulunan ve hükme esas alınan bilirkişi raporunda hesaplamaya esas ücrete ve hesaplama şekline göre tespit edilen işçilik alacakların miktarlarına yargılama aşamasında davalı vekilitarafındanitirazdabulunulmuşolup, mahkemece bu itiraz karşılanmamıştır. Dosya içerisinde bulunan2005 tarihli personel hareket formu içeriğine göre davacının ücretinin 750 USD olarak belirlenmesine ilişkin genel müdür imzalı fotokopi evrakına karşı davalı yandan diyecekleri sorularakücrete yönelik somut itiraz karşılanmak üzereyeniden rapor alınarak bir karar verilmelidir. ... Mahkemece davalınınitirazı kapsamında yeniden bilirkişiraporu alınmalıve taraflardan rapora karşı diyecekleri sorularak bu yönde usulüişlemler tamamlandıktan sonra birkarar verilmelidir. Eksikincelemeyle hüküm kurulmasıhatalı olupkararın bu yönden debozulması gerekmiştir. ..." Bozma ilamı doğrultusunda yeniden yapılan yargılama kapsamında tarafların tanıkları dinlenmiş, bilirkişi raporu ve ek rapor aldırılmış, Bakırköy İş Mahkemesinin 19/12/2013 tarihli kararı ile dava kısmen kabul edilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesince 8/4/2014 tarihinde onanmış ve yargılama sona ermiştir. Onama ilamı başvurucuya 5/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 7/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11776 | Başvuru, iş mahkemesinde görülen alacak davasında yargılama makamlarınca hatalı değerlendirmeler yapılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan kurumdan yapılan taşınmaz alış işleminin muvazaalı olduğu gerekçesiyle taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40660 | Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan kurumdan yapılan taşınmaz alış işleminin muvazaalı olduğu gerekçesiyle taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | 0 |
Başvuru, düzenli aralıklarla disiplin cezası verilmesi ve disiplin puanının tüketilmesi sonucu askerî okul ile ilişiğinin kesilmesi işlemi nedeniyle maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ve ilişik kesme işlemine karşı açılan davada verilen kararın hukuka aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hava Astsubay Meslek Yüksek Okulunda (Yüksek Okul) öğrenci iken disiplin cezası puanının belli bir oranı geçmesi neticesinde Yüksek Okul Yüksek Disiplin Kuruluna çıkarılmış ve sonrasında 25/1/2011 tarihli kurul kararıyla başvurucu hakkında okuldan uzaklaştırma kararı verilmiştir. Hava Kuvvetleri Komutanlığınca anılan kararın 9/2/2011 tarihinde onaylanması üzerine başvurucunun okul ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu anılan işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 21/11/2011 tarihli kararı ile ilişik kesme işleminin iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucunun okuldan çıkarılması sonucuna ulaşan cezalandırılma işlemlerinde ölçülülük ilkesinin ihlal edildiği, yapılan işlemle kişi yararı ve kamu yararı arasında denge gözetilmediği kanaatine varıldığı belirtilmiştir.Başvurucunun okula geri dönmesinden sonra aldığı disiplin cezaları neticesinde ceza puanının belli oranı geçtiği gerekçesiyle Yüksek Disiplin Kurulunun 14/6/2012 tarihli kararıyla okul ile ilişiğinin kesilmesine karar verilmiş, Hava Kuvvetleri Komutanlığınca anılan karar onaylanmıştır. Başvurucu ilişik kesme işleminin iptali istemiyle AYİM’de dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 27/11/2013 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; okuldan çıkarılma sebebi olan disiplin cezalarının tümünün yetkili disiplin amirlerince mevzuata uygun olarak verildiği, başvurucuya savunma hakkının tanınıp kendisinin savunmasının alındığı, disiplin notunun kırılması ve notların toplanmasında maddi hata yapılmadığı belirtilmiştir. Başvurucuya kasti olarak ceza verildiğine ilişkin başvurucunun iddialarından başka ceza kararlarını ağır derecede sakatlayacak ve hukuken yok hükmünde sayılmalarını gerektirecek somut bilgi ve belgenin bulunmadığı, başvurucunun davranışlarına dikkat etmesi hususunda sıralı amirlerince uyarıldığı, bu konuda ailesine bilgi verildiği vurgulanarak başvurucunun okulla ilişiğinin kesilmesi işleminin hukuka aykırı olmadığı ifade edilmiştir. Karar düzeltme talebi AYİM İkinci Dairesinin 14/5/2014 tarihli kararı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen nedenlerin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 4/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. 17/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu, bireysel başvuruda bulunduktan sonra Anayasa Mahkemesine verdiği 18/10/2016, 27/2/2017 ve 13/4/2017 tarihli dilekçelerinde FETÖ/PDY mensuplarınca okul ile ilişiğinin kesilmesi için kasıtlı olarak haksız şekilde kendisine disiplin cezası verildiğini ve disiplin cezası veren komutanlarının çoğu hakkında FETÖ/PDY üyeliği nedeniyle işlem yapıldığını belirtmiştir. 11/4/2002 tarihli ve 4752 sayılı Astsubay Meslek Yüksek Okulları Kanunu’nun Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:‘’Astsubay meslek yüksek okullarına alınan her öğrenciye bir disiplin notu verilir. Disiplin notundan hangi cezalar için ne kadar not düşüleceği yürürlüğe konulacak yönetmelikte belirtilir. Astsubay meslek yüksek okullarında öğrenim gören öğrenciler aşağıdaki hallerde okuldan çıkarılırlar:a) Bu Kanun hükümlerine göre çıkarılacak yönetmelik gereğince verilen disiplin notunu kaybedenler.b) Yönetmelikte belirtilecek esaslar dahilinde öğrencilik niteliğini kaybettiklerine dair yüksek disiplin kurulunca hakkında karar verilenler.’’ | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9157 | Başvuru, düzenli aralıklarla disiplin cezası verilmesi ve disiplin puanının tüketilmesi sonucu askerî okul ile ilişiğinin kesilmesi işlemi nedeniyle maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ve ilişik kesme işlemine karşı açılan davada verilen kararın hukuka aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yapılmak istenen basın açıklamasının etkinliklerin ertelenmesine ilişkin idari karar olduğu gerekçesiyle engellenmesinin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/7/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Koronavirüs salgın hastalığının ortaya çıkması ve Dünya Sağlık Örgütünün bu hastalığı pandemi olarak ilan etmesiyle birlikte İçişleri Bakanlığı, hastalığın yayılmasının engellenmesi amacıyla genelgeler yayımlamış, umumi hıfzıssıhha kurulları da aynı amaçla bazı kısıtlayıcı tedbirler içeren kararlar vermiştir. Bu kapsamda İçişleri Bakanlığının internet sayfasından yayımladığı 27/11/2020 tarihli ve "81 İl Valiliğine Geniş Katılımlı Etkinliklerin Ertelenmesi Konulu Genelge Gönderildi" başlıklı Genelge'nin ilgili kısmı şöyledir: "Koronavirüs salgınında yaşanan artış nedeniyle, derneklerin genel kurulları, sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, birlikler ve kooperatifler tarafından düzenlenecek etkinlikler (genel kurul toplantıları dahil) 3 ay süreyle tekrar ertelendi.Bakanlığımız, 81 İl Valiliğine Geniş Katılımlı Etkinliklerin Ertelenmesi konulu genelge gönderdi. Genelgede, koronavirüs salgınının toplum sağlığı ve kamu düzeni açısından oluşturduğu riski yönetme, sosyal izolasyonu temin, fiziki mesafeyi koruma ve hastalığın yayılım hızını kontrol altında tutma amacıyla Sağlık Bakanlığı ve Koronavirüs Bilim Kurulunun önerileri, Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda birçok tedbir kararı alınarak uygulamaya geçirildiği belirtildi.Bu kapsamda, Sağlık Bakanlığı tarafından Bakanlığımıza gönderilen yazıda, 'COVID-19 Bilimsel Danışma Kurulunca fiziksel mesafenin korunmasının zor olacağı sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, birlikler veya kooperatiflerin geniş katılımlı toplantılarının yapılmamasının ve ileri tarihe ertelenmesinin önerildiği' belirtildi.Sağlık Bakanlığının yazısı ve Koronavirüs Bilim Kurulunun tavsiye kararı doğrultusunda, mevsimsel etkiler de göz önünde bulundurularak, 2020 tarihinden itibaren 2020 tarihine kadar sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, birlikler ve kooperatifler tarafından düzenlenecek olan etkinliklerin ertelenmesi hususunun valiliklere bildirildiği hatırlatıldı.Gelinen aşamada son dönemde koronavirüs salgınının yayılımında tüm dünyada ve özellikle Avrupa’da hızlı bir artış yaşandığı ve ülkemizde de vaka ve hasta sayılarında yükseliş görüldüğü ifade edilerek, Sağlık Bakanlığı tarafından Bakanlığımıza yeni yazı gönderildiği belirtildi.Yazıda 'Dünyada halen COVID-19 vaka artışları devam etmektedir. Ülkemizde de Covid-19 vakalarının devam etmekte olması, her ne kadar vaka sayıları belirli bir düzeyde kontrol altına alınmış olsa da önümüzdeki kış aylarında tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de özellikle damlacık yolu ile bulaşan solunum yolu hastalıklarının görülme sıklığının artış gösterebilmesi beklenmektedir. Bu kapsamda Bakanlığımız bünyesinde oluşturulan COVID-19 Bilimsel Danışma Kurulu, fiziksel mesafenin korunmasının zor olacağı sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, birlikler veya kooperatiflerin geniş katılımlı toplantılarının yapılmayarak 3 (üç) ay sonraya ertelenmesini önermiştir.' denildi. Bu doğrultuda;17 Kasım 2020 tarihli ve 31307 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7256 sayılı Kanunla; derneklerin genel kurul toplantılarının ertelenmesine dair İçişleri Bakanı'na yetki veren 7244 sayılı kanunun 2/ç fıkrasına ekleme yapılarak erteleme yetkisinin üçer aylık sürelerle üç defaya kadar kullanılabileceği hükmü doğrultusunda derneklerin genel kurul toplantıları şubat ayı sonuna kadar ertelendi.Dernek genel kurullarının ertelenmesine ilişkin durum doğrultusunda; daha önceden 2020 tarihine kadar yapılmaması kararlaştırılan, sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, birlikler ve kooperatifler tarafından düzenlenecek etkinliklerin (genel kurul toplantıları dahil) 2021 tarihine kadar ertelenmesi gerektiği değerlendirildi. Vali ve kaymakamlarca yukarıda belirtilen esaslar doğrultusunda Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 27’nci ve 72’nci maddeleri uyarınca İl/İlçe Umumi Hıfzıssıhha Kurulları kararları ivedilikle alınacak. Uygulamada herhangi bir aksaklığa meydan verilmeyecek.Alınan kararlara uymayanlara Umumi Hıfzıssıhha Kanununun ilgili maddeleri gereğince idari işlem tesis edilecek ve konusu suç teşkil eden davranışlara ilişkin Türk Ceza Kanunu'nun 195'inci maddesi kapsamında gerekli adli işlemler başlatılacak." Bu çerçevede Ankara Valiliğinin resmî internet sitesinden yayımlanan, Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulunun etkinliklerin ertelenmesine ilişkin 28/11/2020 tarihli ve 2020/84 sayılı kararı, 15/12/2020 tarihli ve 2020/88 sayılı kararı ile 21/3/2020 ve 3/4/2020 tarihli kararlarının ilgili kısmı şöyledir:-15/12/2020 Tarihli Karar:"Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu 2020 tarihinde 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun ve maddelerine göre, Ankara Valisi ...başkanlığında olağanüstü toplanarak gündemindeki konuları görüşüp aşağıdaki kararları almıştır.Koronavirüs (Covid19) salgınının toplum sağlığı ve kamu düzeni açısından oluşturduğu riski yönetme, sosyal izolasyonu temin, fiziki mesafeyi koruma ve hastalığın yayılım hızını kontrol altında tutma amacıyla, içerisinde bulunduğumuz kontrollü sosyal hayat döneminin temel prensipleri olan temizlik, maske ve mesafe kurallarının yanı sıra hayatın her alanına yönelik uyulması gereken kurallar ve önlemler; Sağlık Bakanlığı ve Koronavirüs Bilim Kurulunun önerileri, Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda belirlenerek uygulamaya geçirilmektedir.Bu çerçevede 2020 tarihli 2020-85 sayılı İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu Kararı ile yeni bir karar alınıncaya kadar hafta içi 00 00 saatleri arasında, hafta sonu ise Cuma günleri saat 00’de başlayacak, Cumartesi ve Pazar günlerinin tamamını kapsayacak ve Pazartesi günleri saat 00’de tamamlanacak şekilde sokağa çıkma kısıtlamalarını da içeren bir dizi önlemler hayata geçirilmiştir.A-2020 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında toplanan Cumhurbaşkanlığı Kabinesinde, Covid19 salgınıyla mücadelede gelinen aşamanın değerlendirilmesi sonucunda, İçişleri Bakanlığı’nın 2020 tarihli ve 20856 sayılı genelgesi doğrultusunda;...C- 2020 tarihli ve 2020-84 sayılı İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu Kararı ile 1 Mart 2021 tarihine kadar genel kurul dahil etkinlikleri ertelenen kurum ve kuruluşlara (sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, birlikler ve kooperatifler) sendikaların yapacağı genel kurul dahil etkinliklerin de eklenmesine,...Kaymakamlarımız ve ilgili Kurumlarımızca konu hakkında gerekli hassasiyetin gösterilerek uygulamanın yukarıda belirtilen çerçevede eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesinin sağlanmasına, tedbirlere uymayanlarla ilgili Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 282’nci maddesi gereğince idari para cezası verilmesine, aykırılığın durumuna göre Kanunun ilgili maddeleri gereğince işlem yapılmasına, konusu suç teşkil eden davranışlara ilişkin Türk Ceza Kanununun 195’inci maddesi kapsamında gerekli adli işlemlerin başlatılmasına,..."-28/11/2020 Tarihli Karar:"Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu 2020 tarihinde 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun ve maddelerine göre, Ankara Valisi ... başkanlığında olağanüstü toplanarak gündemindeki konuları görüşüp aşağıdaki kararları almıştır....'İçişleri Bakanlığının 2020 tarih 16230 sayılı Genelgesi ile Sağlık Bakanlığının 2020 tarih ve 13588366/149/1604 sayılı yazısı, Koronavirüs Bilim Kurulunun tavsiye kararı ve İl Hıfzıssıhha Kurulunun 2020 tarih 2020-76 sayılı Kararı doğrultusunda, mevsimsel etkiler de göz önünde bulundurularak, 2020 tarihinden itibaren 2020 tarihine kadar sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, birlikler ve kooperatifler tarafından düzenlenecek olan etkinlikler ertelenmişti.Gelinen aşamada son dönemde Koronavirüs salgınının yayılımında tüm Dünya’da ve özellikle Avrupa’da hızlı bir artış yaşandığı ve Ülkemizde de vaka ve hasta sayılarında yükseliş görüldüğü kamuoyunun malumudur.Bu çerçevede Sağlık Bakanlığınca İçişleri Bakanlığına iletilen 2020 tarih ve 149 sayılı yazıda da; 'Dünyada halen COVID19 vaka artışları devam etmektedir. Ülkemizde de Covid19 vakalarının devam etmekte olması, her ne kadar vaka sayıları belirli bir düzeyde kontrol altına alınmış olsa da önümüzdeki kış aylarında tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de özellikle damlacık yolu ile bulaşan solunum yolu hastalıklarının görülme sıklığının artış gösterebilmesi beklenmektedir. Bu kapsamda Bakanlığımız bünyesinde oluşturulan COVID19 Bilimsel Danışma Kurulu, fiziksel mesafenin korunmasının zor olacağı sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, birlikler veya kooperatiflerin geniş katılımlı toplantılarının yapılmayarak 3 (üç) ay sonraya ertelenmesini önermiştir.' denilmektedir. Bu doğrultuda ilimiz genelinde; Sivil toplum kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, barolar, meslek odaları, birlikler, kooperatifler ile kat malikleri tarafından düzenlenecek etkinliklerin (genel kurul toplantıları dahil) 2021 tarihine kadar ertelenmesine..."-3/4/2020 Tarihli Karar:"... Gelinen noktada Koronavirüs salgınının yayılım hızı göz önüne alındığında; ülke geneli için bugüne kadar alınan tedbirlere ilave olarak yeni tedbirlerin alınması ve bazı şehirlerimiz için ek tedbirlerin planlanması/uygulanması gerektiği değerlendirilmektedir.Bu çerçevede Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulunun önerileri, Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda, İl İdaresi Kanununun 11/C maddesi ile Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 27 nci ve 72 nci maddesi kapsamında İlimizde aşağıdaki ek tedbirlerin alınması gerektiği değerlendirilmiştir;...B- Sokağa çıkma, şehir içi hareketliliğin azaltılması, maske kullanımı ve sosyal mesafenin korunması kapsamında:...4- İlimiz genelinde meydanlarda sokak ve caddelerde; vatandaşların sosyal mesafeyi gözetmeden toplu olarak yürümelerine veya bulunmalarına izin verilmemesine, yan yana yürüyen vatandaşlarımızın ise yine sosyal mesafeyi gözeterek yürümeleri hususunda her türlü araç ve yöntemlerle uyarılmalarına...."-21/3/2020 Tarihli Karar:"...Dünyayı tehdit etmeye devam eden ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak nitelendirilen Coronavirüs (COVID-19) salgınına yönelik ülkemizdeki ve dünyadaki gelişmeler ve Sağlık Bakanlığınca oluşturulan Bilim Kurulunun değerlendirmeleri ve kararları hassasiyetle takip edilmekte olup, T. Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulunun tavsiyeleri doğrultusunda Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 27 nci, 64 üncü, 65 inci, 66 ncı, 67 nci, 68 inci, 69 uncu ve 72 nci maddesi, Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği, kapsamında;...4) Kamu hizmet sunumu ve hizmetinden yararlanmada güvenli mesafe korunarak dezenfekte edilen hijyen şartları sağlanmış fiziki alan ve altyapının oluşturulmasına, başta sağlık, sosyal hizmet ve diğer kamu hizmetlerinin uygulanmasında bulaşma riski oluşturmayacak güvenli mesafenin korunmasına, her türlü sosyal, kültürel, sanatsal ve ticari etkinliklerde sosyal mesafeyi ortadan kaldıracak şekilde kalabalık oluşumlarının önlenmesine ve risk oluşturan kalabalıkların oluşması durumunda müdahale edilmesine,..."B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu, olay tarihinde Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası eş başkanıdır. Başvurucu 17/12/2020 tarihinde, KESK'e bağlı HABER-SEN (Basın Yayın İletişim ve Posta Emekçileri Sendikası) genel sekreterinin sırf sendikal faaliyetlerden dolayı Zonguldak’tan Akçakale’ye (Şanlıurfa) sürgün edilmesi nedeniyle Ankara PTT Genel Müdürlüğünün önünde yapılacak basın açıklamasına katılmak istemiştir. Başvurucunun beyanına göre polis, sırf sendika üyesi olması nedeniyle basın açıklaması yapılacak yere gitmesini engellemiş ve maske takmasına rağmen bu kurala uymadığı gerekçesiyle para cezası düzenlemek için kendisini Anafartalar Polis Karakoluna götürmüştür. Bununla birlikte başvurucu, idari para cezasına ilişkin herhangi bir tutanağın tarafına tebliğ edilmediğini iddia etmiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 17/12/2020 tarihli tutanağa göre olayların gelişimi şu şekildedir:- Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulunun salgın hastalık riski oluşturan kalabalıklara müdahale edilmesine ilişkin 21/3/2020 tarihli kararı, il genelinde kişilerin sosyal mesafeyi gözetmeden toplu şekilde yürümelerine ve birlikte bulunmalarına izin verilmemesine ilişkin3/4/2020 tarihli kararı, sivil toplum kuruluşlarının her türlü faaliyetlerinin 1/3/2021 tarihine kadar ertelenmesine ilişkin 2/10/2020 ve 28/11/2020 tarihli kararları ile İçişleri Bakanlığının 15/12/2020 tarihli Genelgesi HABER-SEN yetkililerine bildirilmiştir. Buna karşın Sendika, PTT Genel Müdürlüğü önünde (Şehit Teğmen Kalmaz Caddesi No: 2) bir çalışanın sendikal faaliyetleri nedeniyle bir başka yere sürgün edilmesini protesto etmek amacıyla bir faaliyet organize etmiştir. Bu durumu öğrenen kolluk görevlileri, anılan yerde emniyet tedbirleri almıştır.- Saat 30'da PTT Genel Müdürlüğü önünde üç kişinin beklediğini gören kolluk görevlileri, idareye önceden bildirimde bulunulmadığı, eylem yapılmak istenen alanın dar ve işlek bir cadde olması nedeniyle sosyal mesafe kuralına uyulamayacağı, COVID-19 hastalığının yayılmasına neden olunacağı yönünde ihtarda bulunmuştur. Yapılan uyarılara karşın gruptakilerin kaldırımda beklemeye devam etmeleri üzerine kaldırımın üçüncü kişilerin kullanımına tekrar açılması ve toplum sağlığına yönelik tehdidin engellenmesi amacıyla katılımcılar Atatürk Bulvarı-Ulus Atatürk Heykeli istikametine doğru yönlendirilerek katılımcıların bulundukları yerden ayrılmaları sağlanmıştır.- Saat 40'ta aralarında HABER-SEN yetkililerinin de olduğu dört kişinin anılan mekâna yakın bir yere gelmesi üzerine kolluk görevlileri, Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu kararları ve İçişleri Bakanlığı genelgesiyle sendikaların etkinliklerinin ertelendiğini belirterek bu kişilere dağılmaları yönünde ihtarda bulunmuştur. PTT Genel Müdürlüğü önünde basın açıklaması yapmalarına kolluk görevlilerince izin verilmemesi üzerine bu şahıslar plastik flamayla polislere vurmuştur. Akabinde şahıslar, kolluk görevlilerinin talebiyle bulundukları yerden ayrılmıştır.- Saat 45'te aralarında başvurucunun da olduğu beş kişinin Şehit Teğmen Kalmaz Caddesi ile Atatürk Bulvarı'nın kesiştiği yerde etkinlik yapmak için diğer katılımcıları beklediğini gören kolluk görevlileri, idarenin etkinliklerin ertelenmesine ilişkin kararları olduğunu hatırlatarak bu beş kişinin bulunduğu alandan ayrılmasını istemiştir. Ayrıca kolluk görevlilerinin planlanan eylemin sendika binasında yapabileceğini söylemesine rağmen başvurucunun da aralarında olduğu şahıslar beklemeye devam etmiştir.- Yapılan görüşme esnasında başvurucu, maskesini burnunu kapatacak şekilde takmaması nedeniyle kolluk görevlilerince maskeyi uygun şekilde kullanması yönünde uyarılmıştır. İhtara rağmen maskesini uygun şekilde takmaması nedeniyle kolluk görevlileri başvurucuyu, hakkında İdari Yaptırım Karar Tutanağı tanzim etmek için polis merkezi amirliğine götürmüştür. Diğer şahıslar ise uyarılar sonrası alandan ayrılarak Sendika binasında etkinliklerini gerçekleştirmiştir (Tutanak ve bireysel başvuru dosyası kapsamından başvurucuya idari para cezası uygulandığı tespit edilememiştir). Başvurucu 7/1/2021 tarihinde, basın açıklaması yapılmak istenen yere gidilmesini hukuka aykırı ve gerekçesiz olarak engellemek suretiyle ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal eden ve maske takmasına rağmen sırf basın açıklamasının yapılacağı alana yürümek istediği için hakkında işlem yapan kolluk görevlilerinin tespit edilmesi, sorumluların görevi kötüye kullanma ve iftira suçlarından cezalandırılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı 25/6/2021 tarihinde kolluk görevlileri hakkındaki şikâyetin 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanun'un maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları uyarınca işleme konulmamasına kesin olarak karar vermiştir. İçişleri Bakanlığının 27/11/2020 tarihli ve 89780865¬153-19961 sayılı kararı ile Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulunun 17/12/2020 tarihli ve 2020/4-17-76-84-88 sayılı kararı şikâyetin işleme konulmaması kararına dayanak yapılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı kararda, idarenin salgın hastalık nedeniyle geniş katılımlı etkinlikleri 1/3/2021 tarihine ertelediğini ve bu kararlara ilişkin bildirimin yapıldığını, bu nedenlerle müdahalenin usul ve yasaya uygun olduğunu değerlendirmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Ankara İl Emniyet Müdürlüğünden talep edilen izahata verilen cevabi yazıda; '2020 tarihinde Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu'nun almış olduğu 2020/4-17-76-84-88 sayılı kararlan, yine İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünün 2020 tarih ve 89780865¬153-19961 sayılı yazılan ile 'Geniş Katılımlı Etkinliklerin' 2021 tarihine kadar ertelendiği yönünde almış olduğu karar basın ve yayın organları aracılığı ile kamuoyuna ilan edilmiştir. İçişleri Bakanlığı ve İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu tarafından alman ve kamuoyuna basın yayın ve görsel medya aracılığı ile bildirilen kararlar 2020 tarihinde bahse konu sendika yetkilileri telefon ile aranarak kendilerine bilgi verilmiştir. Yapılan bilgilendirmelere rağmen KESK'e bağlı Haber-Sen organizesinde, '[İ.] isimli şahsın Zonguldak İlinde Çalışırken Sendikal Faaliyetlerinden Dolayı Şanlıurfa/Akçakale ye Sürgün Edilmesini' protesto etmek amacıyla PTT Genel Müdürlüğü önünde eylem yapacakları yönünde bilgiler elde edilmiştir.2020 tarihinde İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu tarafından alınan karar ve İçişleri Bakanlığının Sendikal faaliyetlerin ertelendiğine dair Genelge hakkında bahse konu Sendika görevliler tarafından telefon ile aranılarak bilgilendirilme yapılmasına rağmen 2020 tarihinde Şehit Teğmen Kalmaz Caddesi üzerinde eylem/etkinlik gerçekleştirmek amacıyla sendikaya üye şahısların geldikleri ve diğer katılımcıları bekledikleri görülmüştür. Şahıslara eylem/etkinliklerini yapmak istedikleri alanın dar ve işlek bir cadde olduğundan dolayı sosyal mesafe kuralına uyulamayacağı. Dünya genelinde ve ülkemizde hızlı bir şekilde yayılan Covid-19 olarak tanımlanan ölümcül hastalığın yayılmasına neden olacağı bu nedenle eylem etkinliklerini sendika binalarında yapmaları İçin ayrılmaları yönünde görevliler taralından bahse konu şahıslara defaatle uyanlar yapılmıştır. Yapılan uyarılara rağmen şahısların kaldırım üzerinde beklemekte ısrar etmeleri üzerine, yaya kaldırımının tekrar vatandaşın kullanımına açılması ve toplum sağlığına yönelik tehdidin önüne geçilmesi amacıyla Atatürk Bulvarı-Ulus Atatürk Heykeli istikametine doğru yönlendirilerek şahısların bulundukları alandan ayrılmaları sağlanmıştır.Akabinde Selma ATABEY’in de aralarında bulunduğu şahısların Şehit Teğmen Kalmaz Caddesi- Atatürk Bulvarı kesişimine gelerek bekledikleri görülmüştür. Bunun üzerine görevliler tarafından bu şahıslara da İçişleri Bakanlığı'nın geniş katılımlı etkinliklerin 2021 tarihine kadar ertelendiği yönünde yayınlamış olduğu genelge ve İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulunun almış olduğu kararların sendikanın telefonla aranarak bilgi verildiği, eylem/etkinlik yapmak için kendilerinden önce gelen diğer şahısların yapılan uyarılar sonrası eylem/etkinliklerini sendika binasında yapmak amacıyla ayrıldığını, kendilerinin de ayrılarak eylem/etkinliklerini sendika binaları içerisinde yapabilecekleri belirtilmiştir.Yapılan görüşme esnasında Selma ATABEY isimli şahsın maskesini Dünya genelinde ve ülkemizde hızlı bir şekilde yayılan Covid-19 olarak tanımlanan ölümcül hastalığın yayılmasına neden olacak şekilde burun kısmının tamamen açık halde taktığı görülmesi üzerine kendisine burnunu kapatacak şekilde maskesini takması yönünde defalarca uyarılar yapılmıştır. Yapılan uyarılara rağmen şahsın maskesini belirtilen şartlara uygun şekilde takmamakta ısrar etmesi üzerine, idari yaptırım karar tutanağı düzenlenmek amacıyla ilgili Polis Merkez Amirliğine götürülmüştür....Bu arada kaldırım üzerinde bekleyen diğer şahıslar yapılan yönlendirme sonrası bulundukları alandan ayrılarak SES Sendikası binasının bulunduğu Necatibey Caddesi No:82 sayılı adrese gelerek burada eylem/etkinliklerini gerçekleştirerek ayrılmışlardır." şeklindeki hususların bildirildiği,...Yapılan inceleme ve değerlendirmede; olay tarihinde İçişleri Bakanlığı'nın ve Ankara İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu'nun geniş katılımlı etkinliklerin salgın hastalık nedeniyle 01/03/2021 tarihine kadar ertelendiğine dair kararlarının olduğu, söz konusu kararların basın yayın kuruluşları aracılığıyla kamuoyu ile paylaşılmasının yanı sıra bu kararların sendika yöneticileri telefonla aranarak ayrıca kendilerine de bildirildiği, bu nedenle izinsiz şekilde yapılan eyleme polis memurlarının usul ve yasaya uygun olarak müdahale ettikleri, öte yandan müştekiye maske takmadığı gerekçesiyle hukuka aykırı olarak idari para cezası verildiği iddiasının Sulh Ceza Hâkimliğinde itiraz yoluyla ileri sürülmesinin gerektiği, dolayısıyla bu iddianın da suç soruşturmasına tabi tutulmasının mümkün olmadığı, müştekinin yasal mevzuat hükümlerinin öngördüğü itiraz ya da dava yoluyla hakkını aramasının gerektiği, dolayısıyla suç duyurusunun soyut ve genel nitelikte olduğu anlaşıldığından dilekçenin 4483 sayılı Kanunun maddesinin ve fıkraları uyarınca İŞLEME KONULMAMASINA,..." Başvurucu, şikâyetin işleme konulmamasına dair Cumhuriyet Başsavcılığı kararını 29/6/2021 tarihinde öğrenmesi üzerine 29/7/2021 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun derneklerin genel kurul toplantılarının sürelerine ilişkin düzenlemeler içeren , ve maddeleri şöyledir: madde:"Dernekler, 60 ıncı maddenin son fıkrası gereğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde ilk genel kurul toplantılarını yapmak ve zorunlu organlarını oluşturmakla yükümlüdürler." madde: "Genel kurul, tüzükte belirtilen zamanda yönetim kurulunun çağrısı üzerine toplanır. Olağan genel kurul toplantılarının en geç üç yılda bir yapılması zorunludur." madde: "Genel kurul, yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hâllerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı başvurusu üzerine, yönetim kurulunca olağanüstü toplantıya çağrılır.Yönetim kurulu, genel kurulu toplantıya çağırmazsa; üyelerden birinin başvurusu üzerine, sulh hâkimi, üç üyeyi genel kurulu toplantıya çağırmakla görevlendirir." 17/4/2020 tarihli ve 7244 sayılı Yeni Koronavirüs (COVID-19) Salgınının Ekonomik ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesinin (ç) fıkrası şöyledir:"4/11/2004 tarihli ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu ve 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununa göre dernekler tarafından verilecek bildirim ve beyannameler ile dernek genel kurul toplantıları 31/7/2020 tarihine kadar ertelenir. Bu süre, üçer aylık sürelerle üç defaya kadar İçişleri Bakanınca uzatılabilir. Ertelenen genel kurul toplantıları, ertelemenin sona erdiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılır. Mevcut organların görev, yetki ve sorumlulukları erteleme süresi sonrasında yapılacak ilk genel kurula kadar devam eder ." 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nun maddesi şöyledir: “Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir. ” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Her vilayet merkezinde bir umumi hıfzıssıhha meclisi toplanır. Bu meclis mahalli sıhhat ve içtimai muavenet müdürü, nafıa mühendisi, maarif, baytar müdürü, mevcutsa sahil sıhhiye merkezi tabibi, bir hükümet ve belediye tabibi ve hastane baştabibi ile garnizon ve kıt'a bulunan yerlerde en büyük askeri tabip ve serbest sanat icra eden bir tabip ve bir eczacıdan ve belediye reisinden mürekkeptir. Meclis valinin veya valiye bilvekale sıhhiye müdürünün riyaseti altında içtima eder. Valinin tensip edeceği bir zat kitabet vazifesini ifa ve zabıtları tanzim eder.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Umumi hıfzıssıhha meclisleri mahallin sıhhi ahvalini daima nazarı dikkat önünde bulundurarak şehir ve kasaba ve köyler sıhhi vaziyetinin ıslahına ve mevcut mahzurların izalesine yarayan tedbirleri alırlar. Sari ve salgın hastalıklar hakkında istihbaratı tanzim, sari ve içtimai hastalıklardan korunmak çareleri ve sıhhi hayatın faideleri hakkında halkı tenvir ve bir sari hastalık zuhurunda hastalığın izalesi için alınan tedbirlerin ifasına muavenet eylerler.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Umumi hıfzıssıhha meclislerinin mukarreratından mahalli vazifeler ve salahiyetler arasında bulunan işler vali veya kaymakam tarafından icra olunur ve istizana muhtaç olanlar kaymakamlıkça vilayetten ve vilayetçe Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinden sorulur.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi - paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı) - bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağii şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “57 nci maddede zikredilenlerden başka her hangi bir hastalık istilai şekil aldığı veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir hastalık şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi olduğunu neşrü ilâna ve o hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti salahiyettardır.” 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:1 - Hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenlerin ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenlerin fennen icap eden müddet zarfında ve sıhhat memurlarınca hanelerinde veya sıhhi ve fenni şartları haiz mahallerde tecrit ve müşahede altına vaz'ı.2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.3 - Eşhas, eşya, elbise, çamaşır ve binaların ve fennen intana maruz olduğu tebeyyün eden sair bilcümle mevaddın fenni tathiri.4 - Hastalık neşreden haşarat ve hayvanatın itlafı.5 - Memleket dahilinde seyahat eden eşhasın icap eden mahallerde muayenesi ve eşyalarının tathiri.6 - Hastalığın sirayet ve intişarına sebebiyet veren gıda maddelerinin sarf ve istihlakinin men'i.7 - Dahilinde sari ve salgın hastalıklardan biri zuhur eden umumi mahallerin tehlike zail oluncaya kadar set ve tahliyesi. ”1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "Sari ve salgın hastalıklardan birinin hüküm sürdüğü veya tehdit ettiği mahallerde Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin tasvibiyle bütün umumi mahallerde vuku bulacak içtimalar tahdit veya menolunabilir. Bundan başka hastalarla hastalığı şüpheli olanların ve hastalığın sirayet ve neşrine vasıta olabilecek eşyanın fenni tathiratile mahzur ve mazarratı izale edilmeksizin nakillerine ve bütün kara ve deniz ve hava nakil vasıtalarının fenni tathir ve tephire tabi tutulmadan seyrüseferlerine mümaneat edilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) Emin Huseynov/Azerbaycan (B. No: 59135/09, 7/1/2015) kararında, özel bir kafede Che Guevara’nın doğum gününü kutlamak için bir araya gelen gruba polisin müdahalesini ve gözaltına alma işlemini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin , ve maddeleri kapsamında incelemiştir. AİHM, somut olayda özel mülkiyete ait yerlerde düzenlenen bir toplantının dağıtılması için yasal dayanak oluşturabilecek herhangi bir iç hukuka veya hükme atıfta bulunulmadığını; ulusal hukuka göre müdahalenin yasal dayanağı olabilecek Toplanma Özgürlüğü Yasası'nda özel mülkiyete ait yerlerde toplantı yapılmasına ilişkin bir düzenleme olmadığının açık olduğunu; müdahalenin tek nedeninin toplantı hakkında şikâyette bulunulması olduğunu, dolayısıyla müdahalenin herhangi bir iç hukuk hükmüne dayanmadığını vurgulamıştır. AİHM sonuç olarak toplantı ve gösterilere ilişkin mevzuatta özel işyerlerinde düzenlenen toplanmalara yönelik herhangi bir yasal düzenleme olmaksızın polisin yaptığı müdahalenin hukukilik şartını karşılamadığı sonucuna ulaşmış, maddenin ikinci fıkrasının (meşru amaç ve müdahalenin gerekliliği) incelenmesine gerek görmemiştir (Emin Huseynov/Azerbaycan, §§ 96-101). | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/38893 | Başvuru, yapılmak istenen basın açıklamasının etkinliklerin ertelenmesine ilişkin idari karar olduğu gerekçesiyle engellenmesinin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ana taşınmazın bir bölümünün özel parselasyon sonrasında bedel ödenmeksizin yol vasfıyla tapudan terkin edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; davanın reddiyle birlikte aleyhe yargılama giderleri ve vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Başvurucular 17/8/2017 tarihinde vefat eden Hüseyin Poyraz'ın mirasçılarıdır. Bursa'nın Karacabey ilçesi Kurşunlu köyünde bulunan 175 m2 yüz ölçüme sahip 27 numaralı parsel 20/12/1969 tarihinde tapulama nedeniyle muris adına tescil edilmiştir. Taşınmaz 13/6/1970 tarihinde özel parselasyona tabi tutularak 36, 37, 38 ve 39 numaralı parsellere revizyon görmüştür. Bu parsellerden 375 m2lik 39 numaralı parsel 4/7/1970 tarihinde yeniden özel parselasyona tabi tutulmuş ve neticesinde 40 ila 55 numaralı toplam on altı parsel oluşmuştur. Özel parselasyon sonucu oluşan 52 ve 53 numaralı parseller davalı Karacabey Belediye Başkanlığı (Belediye) tarafından üzerine asfalt dökülmek suretiyle yol olarak kullanılmaktadır.B. Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucuların murisi 28/9/2006 tarihinde, adına kayıtlı bulunan 52 ve 53 numaralı parsellere Belediye tarafından el atılarak yol hâline getirildiği iddiasıyla fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 000 TL alacak talebiyle dava açmıştır. Muris 25/3/2011 tarihinde talebini 600 TL olarak ıslah etmiştir. Davalı Belediye 17/10/2006 tarihli karşı dava dilekçesiyle asıl davanın zamanaşımından reddine vemuris adına tescil edilen her iki parselin de yol vasfıylakamuya terk edilen yerlerden olması nedeniyle tapudan terkinine karar verilmesini istemiştir. Başvurucuların murisi, bu arada 52 ve 53 numaralı parsellerin on yılı aşkın bir süreden beri yol olarak kullanılması nedeniyle fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 000 TL tutarında ecrimisil istemiyle Belediye aleyhine yeni bir dava açmıştır. Aralarındaki fiilî ve hukuki bağlantı nedeniyle davalar birleştirilmiştir. Karacabey Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 2/5/2013 tarihinde 600 TL kamulaştırma bedeli karşılığında 52 ve 53 numaralı parsellerin tapusunun iptaliyle yol olarak terkinine, birleşen davanın kısmen kabulüyle 000 TL ecrimisil bedelinin murise ödenmesine ve karşı davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme, tapuda arsa vasfıyla muris adına kayıtlı taşınmazların muris tarafından yola terk edildiğine dair imzalı bir beyanının bulunmamasını esas almıştır. Hüküm, davalı Belediye vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 1/4/2014 tarihinde hükmü bozmuştur. Daire, 27 numaralı parselin ifrazından oluşan 39 numaralı parselin ifrazı sırasında dava konusu 52 ve 53 numaralı parsellerin diğer parsellere ulaşımı sağlamak üzere yol olarak bırakıldığı saptamasında bulunmuştur. Daire, bu saptamadan hareketle özel parselasyon sırasında yol ve meydan vasfı ile kamunun ortak kullanımına terk edilen yerlerin tapuda kişiler adına kayıtlı olmasının hukuki bir sonuç doğurmayacağı kanaatine varmıştır. Mahkeme, bozma kararına uymuş; 10/7/2014 tarihinde asıl ve birleşen davaların reddi ile karşı davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkeme 52 ve 53 parsel sayılı taşınmazların tapudan iptaliyle yol olarak terkini yönünde hüküm kurmuştur. Mahkeme ayrıca aynı karar ile davalı Belediye lehine üç ayrı dava için ayrı ayrı maktu vekâlet ücretine karar vermiş, başvurucuları yargılama giderlerinden sorumlu tutmuştur. Temyiz edilen hüküm, Dairenin 14/5/2015 tarihli kararı ile onanmış ve karar düzeltme isteği de aynı Yargıtay Dairesinin 11/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 3/11/2017 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 21/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi şöyledir:''İmar mevzuatı gereğince düzenlemeye tabi tutulan parsellerden düzenleme ortaklık payı karşılığı olarak bir defaya mahsus alınan yol, yeşil saha ve bunun gibi kamu hizmet ve tesislerine ayrılan yerlerle, özel parselasyon sonunda malikinin muvafakatı ile kamu hizmet ve tesisleri için ayrılmış bulunan yerler için eski malikleri tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamaz ve karşılığı istenemez.'' 9/7/1956 tarihli ve 6785 sayılı mülga İmar Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''İmar ve yol istikamet planları hududu içindeki binalıve binasız gayrimenkullerin; plana uygun şekilde inşaata elverişli hale getirilmesi için, gayrimenkul sahiplerinin muvafakatiaranmaksızın birbirleriyle ve yol fazlası ile veya sair belediye, amme hükmi şahıslarıyla amme müesseselerine ait yerlerle birleştirilerek plan icaplarına göre, müstakilenveya şüyulu olarak parsellere ayırmaya ve bu yerleri yüzde yirmi beşe kadar noksanıyla sahiplerine bu madde hükümleri dahilinde yer göstermeye belediyeler salahiyetlidir.'' | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37952 | Başvuru, ana taşınmazın bir bölümünün özel parselasyon sonrasında bedel ödenmeksizin yol vasfıyla tapudan terkin edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; davanın reddiyle birlikte aleyhe yargılama giderleri ve vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, Çankırı İli, Orta İlçesi, Büğdüz ve Dodurga Köyleri arasındaki yayla ve mera uyuşmazlığı ile ilgili davanın, yargılama ve kanun yolu incelemeleri sürecinde usul hükümlerinin yanlış uygulandığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 26/9/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine şahsen yapılmıştır. Belirlenen eksikliklerin tamamlanmasının ardından, dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Yabanabat (Kızılcahamam) Asliye Hukuk Mahkemesi, Büğdüz ve Dodurga Köyleri arasındaki yayla ve mera uyuşmazlığından kaynaklanan davayı, 23 Teşrinievvel 1927 tarih ve E.1927/504, K.1927/770 sayılı kararıyla Büğdüz Köyü Muhtarlığı lehine sonuçlandırmıştır. Dodurga Köyü Muhtarlığının yargılamanın yenilenmesi talebini kabul eden Orta Asliye Hukuk Mahkemesi, bu kez Dodurga Köyü Muhtarlığı lehine 8/5/1968 tarih ve E.1966/12, K.1968/39 sayılı kararı vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, temyizen incelediği Orta Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını 30/9/1968 tarih ve E.1968/5939, K.1968/6083 sayılı ilamıyla yetki yönünden bozmuştur. Dodurga Köyü Muhtarlığının karar düzeltme talebi üzerine aynı Daire, 31/12/1968 tarih ve E.1968/8637, K.1968/8507 sayılı ilamıyla bu kez Orta Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını onamıştır. Büğdüz Köyü Muhtarlığının onama kararına karşı karar düzeltme talebini de kabul eden aynı Daire, 14/7/1969 tarih ve E.1969/3309, K.1969/4545 sayılı ilamıyla Orta Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını tekrar bozmuştur. Orta Asliye Hukuk Mahkemesi, 29/4/1970 tarih ve E.1969/99, K.1970/56 sayılı kararı ile Dairenin bozma ilamına direnilmesine karar vermiş ve bu karar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14/6/1974 tarih ve E.1970/1–571, K.1974/697 sayılı ilamıyla onanmıştır. Büğdüz Köyü Muhtarlığının karar düzeltme isteğini kabul eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu kez 3/12/1975 tarih ve E.1974/1–838, K.1974/1558 sayılı ilamıyla onama kararını kaldırarak Orta Asliye Hukuk Mahkemesinin direnme kararını bozmuştur. Dodurga Köyü Muhtarlığının karar düzeltme istemini de kabul eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 19/11/1976 tarih ve E.1976/1–1919, K.1976/2945 sayılı ilamıyla Orta Asliye Hukuk Mahkemesince verilen direnme kararını onamıştır.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:“Mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.”…Merkezî idare, mahallî idareler üzerinde, mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idarî vesayet yetkisine sahiptir.” 18/3/1924 tarih ve 442 sayılı Köy Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Cami, mektep, otlak, yaylak, baltalık gibi orta malları bulunan ve toplu veya dağınık evlerde oturan insanlar bağ ve bahçe ve tarlalariyle birlikte bir köy teşkil ederler.” 442 sayılı Köy Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Köy gelirleri, köy işlerini gören köyün aylıklı adamlarının aylık ve yıllıklariyle köy sınırları içinde yapılacak mecburi köy işlerine yetmezse:En yüksek haddi yirmi lirayı aşmamak üzere herkesin hal ve vaktine göre köy ihtiyar meclisi karariyle köyde oturanlara ve köyde maddi alakası bulunanlara salma salınır”. 442 sayılı Köy Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Her köyde bir köy derneği, bir köy muhtarı, bir de ihtiyar meclisi bulunur. Köyde 24 üncü maddeye göre köy muhtarını ve ihtiyar meclisi azalarını seçmeğe hakkı olan kadın ve erkek köylülerin toplanmasına köy derneği derler. Köy muhtarı ve ihtiyar meclisi azaları doğrudan doğruya köy derneği tarafından ve köylü kadın ve erkekler arasından seçilir. Köy muhtarı ihtiyar meclisinin başıdır.” 442 sayılı Köy Kanunu’nun maddesi şöyledir: “…mecburi işleri yapmıyan köylüden ihtiyar meclisinin karariyle haline göre bir kuruştan yüz kuruşa kadar ceza alınır. …Cezaya mahküm olan adam o işten gene kaçarsa evvelki ceza iki kat olarak alınır.İhtiyar meclisince salınan parayı ödemiyenlerden iki katı (66) ncı maddeye göre tahsil olunur”. 25/2/1998 tarih ve 4342 sayılı Mera Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Mera, yaylak ve kışlakların kullanma hakkı bir veya birden çok köy veya belediyeye aittir. Bu yerler Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/22 | Başvurucu, Çankırı İli, Orta İlçesi, Büğdüz ve Dodurga Köyleri arasındaki yayla ve mera uyuşmazlığı ile ilgili davanın, yargılama ve kanun yolu incelemeleri sürecinde usul hükümlerinin yanlış uygulandığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; haksız yakalama ve gözaltı tedbiri nedeniyle açılan tazminat davasında yetersiz manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçu ile görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediği iddiasıyla kollukça yakalanıp Cumhuriyet savcısınca verilen karara dayanılarak gözaltında tutulmuş ve ifadesinin alınması sonrasında serbest bırakılmıştır. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başvurucu hakkında açılan kamu davasının yargılamasını yapan İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi, isnat edilen suçların oluşmadığı gerekçesiyle başvurucunun beraatine karar vermiş ve bu karar aleyhine kanun yoluna başvurulmaması nedeniyle 1/7/2020 tarihinde karar kesinleşmiştir. Başvurucu, hakkında uygulanan haksız koruma tedbiri nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun vd. maddeleri kapsamında tazminat davası açmış ve 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Yargılamayı yürüten İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) 29/12/2020 tarihinde, haksız gözaltı nedeniyle başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminat miktarının tazminat hakkını ortadan kaldıracak ölçüde düşük olduğu; davalı Hazine ise davanın reddedilmesi gerektiği ve hükmedilen tazminat miktarının fazla olduğu iddiasıyla istinaf başvurusu yapmıştır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Ceza Dairesi), manevi tazminat miktarını 300 TL olarak düzeltmek suretiyle istinaf başvurularını esastan reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 9/7/2021 tarihinde öğrendikten sonra 30/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/40309 | Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbiri nedeniyle açılan tazminat davasında yetersiz manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, haksız tutuklamadan kaynaklanan zararların tazmin edilmesi talebiyle açılan davada hükmedilen miktarın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, vali yardımcısı olarak görev yaparken başsavcılıkça yürütülen bir soruşturma kapsamında tutuklanmış ve 2/6/2008-24/12/2009 tarihleri arasında ceza infaz kurumunda tutulmuştur. Sonraki süreçte tahliye edilen başvurucu hakkında yargılandığı ağır ceza mahkemesince beraat kararı verilmiştir. Başvurucu, haksız tutuklamadan kaynaklanan maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi talebiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında 7/2/2017 tarihinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde; başarılı bir meslek hayatının olduğunu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) tarafından hedef gösterildiğini ve uydurma delillerle hakkında soruşturma açıldığını, FETÖ/PDY'nin Adapazarı Şeker Fabrikası arazisi üzerindeki planlarına engel olması nedeniyle söz konusu haksız ithamlarla karşı karşıya kaldığını belirtmiştir. Başvurucu; kendisi hakkındaki adli işlemleri yapan kişilerin 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kamu görevinden çıkarıldığını, gözaltı ve tutuklama sürecinde itibar suikastına kurban gittiğini, hakkında yapılan haberler nedeniyle katlanılamayacak derecede manevi sıkıntı çekmek durumunda kaldığını, tutuklu kaldığı süreçte gerek kendisinin gerek ailesinin birçok yönden maddi ve manevi zarara uğradığını ifade etmiştir. Mersin Ağır Ceza Mahkemesi; maddi zararların idare tarafından karşılandığını belirterek maddi tazminat talebinin reddine, başvurucunun haksız olarak tutuklu kaldığı süre içerisinde duyduğu elem ve kederin tazmin edilmesi gerektiği gerekçesiyle sosyal ve içtimai durumu ve tutuklulukta kaldığı süre gözönünde bulundurularak 000 TL manevi tazminat ödenmesine 28/12/2017 tarihinde karar vermiştir. Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 000 TL manevi tazminat miktarının 000 TL şeklinde düzeltilmesi suretiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. 24/4/2018 tarihinde verilen kararın gerekçesinde; manevi tazminatın başvurucunun sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklanmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre ve benzeri hususlar ile tazminat davasının kesinleşeceği tarihe kadar başvurucunun elde edeceği parasal değerin dikkate alınması gerektiği, belirlenen manevi tazminat miktarının anılan ölçütlere uymayacak şekilde fazla olduğu ifade edilmiştir. Temyiz talebi Yargıtay Ceza Dairesinin 27/5/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai kararın 25/7/2019 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmesinin akabinde 26/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30359 | 0 |
|
Başvuru, trafik kazası sonucu ortaya çıkan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle başvurucuların aleyhine açılan davada verilen kararın hukuka aykırı olması, başvurucular vekiline dava dosyasını incelemek ve beyanlarını sunmak üzere süre verilmemesi ile yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine, trafik kazası sonucu ortaya çıkan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle 23/1/2002 tarihinde dava açılmıştır. Yatağan Asliye Hukuk Mahkemesi 3/10/2011 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/10/2012 tarihli ilamı ile manevi tazminat miktarı yönünden bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 30/1/2013 tarihli karar ile manevi tazminat miktarı yeniden belirlenerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/6/2013 tarihli ilamı ile düzeltilerek onanmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırma neticesinde anılan ilamın başvuruculara 9/7/2013 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmıştır. Başvurucular vekili karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 13/3/2014 tarihli ilamı ile Mahkemece hükmedilen tazminat miktarı, karar düzeltme talebinin esastan incelenebilmesi için gerekli parasal sınırın altında kaldığından dilekçenin reddine karar vermiştir. Anılan ilam başvuruculara 17/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16587 | Başvuru, trafik kazası sonucu ortaya çıkan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle başvurucuların aleyhine açılan davada verilen kararın hukuka aykırı olması, başvurucular vekiline dava dosyasını incelemek ve beyanlarını sunmak üzere süre verilmemesi ile yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; gözaltı sırasında yakalama sebeplerinin bildirilmemesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 2014/6425 numaralı başvuru yönünden 7/5/2014; 2014/15423 numaralı başvuru yönünden ise 12/9/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuruların ön incelemesi neticesinde, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Konu bakımından irtibat bulunması nedeniyle başvuruların birleştirilmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 27/7/2008 tarihinde saat 30 sıralarında Bingöl Merkez Kültür Mahallesi'nde bulunan İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Ekipler Amirliği ve Çocuk Şube Müdürlüğüne ait binaya (iddiaya göre) PKK terör örgütü tarafından bombalı ve uzun namlulu silahlarla düzenlenen terör saldırısı sonrasında yaralı olarak kaçmaya çalışırken olay yerinin yakınında yakalanmış ve önce tedavisi yapılmak üzere hastaneye sevk edilmiştir. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında soruşturma başlatılmış ve başvurucu aynı gün (27/7/2008) gözaltına alınmıştır. Bingöl Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 1/8/2008 tarihinde sorgusu yapılarak başvurucunun "devletin birliğinive bütünlüğünü bozma, silahlıterör örgütü üyesiolma, yağma, adam öldürme, adam öldürmeye teşebbüs" suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığının 5/8/2008 tarihli görevsizlik kararı ile soruşturma dosyası, suçun işlendiği yer itibarıyla başvurucuya isnat edilen suçlarla ilgili soruşturmaları yapmakla görevli olması nedeniyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK mülga maddesiyle görevli bölümü) gönderilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 26/11/2008 tarihli iddianamesi ile başvurucunun "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik eylemlerde bulunma, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle adam öldürmeye tam teşebbüs, PKK terör örgütü üyesi olma,izinsiz patlayıcı bulundurma, ruhsatsız silah taşıma ve örgütün korkutucu gücünden yararlanarak yağma" suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun yanı sıra aynı saldırıya katıldığı belirtilen bir kişinin daha cezalandırılması talep edilmiş, olaya ilişkin on üç mağdura yer verilmiştir. Dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/627 sayılı dosyası üzerinden ve başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürülmüştür. İki ayrı kişi hakkında biri terör örgütü üyesi olma, diğeri terör örgütüne yardım etme suçlarından olmak üzere aynı Mahkemede görülen iki ayrı davanın 12/4/2010 tarihinde, irtibat nedeniyle başvurucunun yargılandığı dava ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Böylece davada yargılanan sanık sayısı dört olmuştur. Mahkemece 17/8/2011 tarihli celseye kadar (birleşen davalardan birinin sanığı olup hakkında yakalama emri bulunan bir kişi dışında) sanıkların savunmaları ile mağdurların beyanlarının alındığı, bu celsede Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünü mahkemeye sunduğu, daha sonra yapılan duruşmalarda başvurucunun da aralarında olduğu sanık müdafilerinin sürekli olarak esas hakkındaki savunmalarını bildirmek için süre istedikleri görülmektedir. Mahkeme 22/1/2013 tarihli duruşmada, diğer sanık müdafiinin esas hakkındaki savunmasını sunmak için yeniden süre verilmesi talebini reddederek başvurucunun dışındaki diğer üç sanık yönünden nihai kararını vermiş ve hastalığı nedeniyle duruşmaya katılmayan başvurucu hakkındaki davayı tefrik ederek yeni bir esasa (E.2013/35) kayıt etmiştir. Başvurucu hakkında E.2013/35 sayılı dosya üzerinden devam olunan yargılamada 18/4/2013 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünü Mahkemeye sunduğu görülmektedir. Başvurucu bu duruşmaya da hastalığı nedeniyle katılamamış, başvurucu müdafii esas hakkındaki savunmasını başvurucu ile birlikte yapmak üzere süre talep etmiştir. 30/5/2013 tarihinde yapılan duruşmaya başvurucu hastalığı nedeniyle, başvurucu müdafii ise mazeretinin bulunduğunu belirterek katılmamıştır. Başvurucu ve müdafiinin 27/6/2013 tarihli duruşmada yeniden süre talebinde bulundukları, 17/7/2013 tarihinde yapılan duruşmaya başvurucunun hastalığı nedeniyle katılmaması üzerine başvurucu müdafiinin esas hakkındaki savunmasını başvurucu ile birlikte yapma talebini yinelediği, 10/10/2013 tarihinde yapılan duruşmaya ise başvurucunun hastalığı nedeniyle, başvurucu müdafiinin mazereti nedeniyle katılmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu esas hakkındaki savunmasını 23/1/2014 tarihli celsede Mahkemeye sunmuştur. Aynı celsede başvurucunun müdafii, esas hakkındaki savunmasını bildirmek üzere tekrar süre talebinde bulunmuşsa da Mahkeme bu talebi kabul etmeyerek davayı sonuçlandırmıştır. Mahkeme, başvurucunun "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis, "ruhsatsız silahı taşıma" suçundan 9 yıl hapis ve 675 TL adli para, "izinsiz patlayıcı madde bulundurma" suçundan 6 yıl 8 ay hapis ve 000 TL adli para, "(altı ayrı) kamu görevlisine yönelik öldürmeye teşebbüs" suçundan (toplam) 90 yıl hapis, "yağma" suçundan 18 yıl hapis cezaları ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemece "tayin olunan sonuç cezanın nevi ve miktarı, ceza süresi" gerekçe gösterilerek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar verilmiştir. Anılan karar, başvurucuya ve müdafiine duruşmada tefhim edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına karşı itiraz yoluna gidildiğine dair bilgi ve/veya belge sunulmamıştır. UYAP üzerinden yapılan incelemede de bu yönde bir kayda rastlanmamıştır. Başvurucu, kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin dolduğundan bahisle 10/2/2014 tarihinde tahliye talebinde bulunmuştur. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle CMK mülga maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosyanın aktarıldığı Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 12/3/2014 tarihli kararı ile başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu karara itiraz etmiş, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2014 tarihli kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 7/4/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu, 2014/6425 numaralı başvuru yönünden 7/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 23/1/2014 tarihli mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 23/6/2014 tarihli ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Yargıtay onama ilamının 4/9/2014 tarihinde tebliğ edildiğini bildirmiştir. Başvurucu, 2014/15423 numaralı başvuru yönünden 12/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6425 | Başvuru, gözaltı sırasında yakalama sebeplerinin bildirilmemesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ulusal bir gazetede çıkan bir dizi haber nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Arka Plan Bilgisi 1/1/2014 tarihinde Hatay'da ve 19/1/2014 tarihinde Adana'da içinde Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT) ait malzemelerin bulunduğu tırlar durdurulmuş ve bunların bir kısmı aranmıştır (anılan olaylara ilişkin ayrıntılı bilgiler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, §§ 12-50; Kadri Enis Berberoğlu, B. No: 2017/27793, 18/7/2018, § 8). Bu olaylardan sonra kamuoyunda söz konusu tırların içinde silah ve mühimmat olduğuna dair iddialar ileri sürülmüştür (ayrıntılı açıklama için bkz. Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 12). Bu kapsamda durdurulan ve aranan tırlarla ilgili olarak Cumhuriyet gazetesinin 29/5/2015 tarihli nüshasında "İşte Erdoğan'ın Yok Dediği Silahlar" başlıklı haber, 12/6/2015 tarihli nüshasında ise "Erdoğan'ın 'Var ya da Yok' Dediği MİT TIR'larındaki Silahlar Jandarmada Tescillendi-Jandarma 'Var' Dedi" başlıklı haber yayımlanmıştır. Her iki haberde de tırlarda bulunduğu iddia edilen silah ve mühimmata ilişkin fotoğraflara ve bilgilere yer verilmiştir (Erdem Gül ve Can Dündar, § 14). Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ilk haberden sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aynı tarihte (29/5/2015) yapılan basın açıklaması ile bu haberlere ilişkin olarak devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, siyasi ve askerî casusluk, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından soruşturma başlatıldığı duyurulmuştur (Erdem Gül ve Can Dündar, § 16). Soruşturma başlatıldığının kamuya duyurulmasından yaklaşık altı ay sonra 26/11/2015 tarihinde, haberleri yapan gazeteciler E.G. ve Can Dündar İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ifadeye çağrılmış ve kendilerine Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) örgütsel amaçları doğrultusunda terör örgütüne üye olmadığı hâlde örgüte yardım etme, devletin güvenliği veya iç/dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla temin etme ve bunları açıklama suçlamaları yöneltilerek tutuklanmaları talep edilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 26/11/2015 tarihinde anılan suçlardan şüphelileri tutuklamıştır (Erdem Gül ve Can Dündar, §§ 22-27). E.G. ve Can Dündar'ın bireysel başvuruda bulunmaları üzerine Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 25/2/2016 tarihli kararında; tutuklamanın hukuki olmadığı, ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği şikâyetlerine ilişkin olarak başvurucuların Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ve maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Erdem Gül ve Can Dündar, §§ 62-100).B. Somut Olay Bilgisi Başvurucu 1961 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni ve kamuca bilinen bir gazetecidir. Turkuvaz Gazete Dergi Basım A.Ş.de (Sabah gazetesi) farklı tarihlerde başvurucu hakkında birtakım haberler yapılmıştır. Söz konusu haberlerin yargılamaya konu içerikleri şöyledir:- 18/2/2016 Tarihli Haber"Can Dündar'ın Ankara'daki villasını, MİT TIR'larını durduran Tümgeneral 'nin avukatının ortağına fahiş fiyata sattığı ortaya çıktı. Rayiç bedelle aradaki farkı, FETÖ'nün Dündar'a 'ihanet manşeti'nin bedeli olarak ödediği iddia edildi.(…) Cumhuriyet gazetesinin MİT TIR'ları ile ilgili ihanet manşetinin perde arkasını araştıran savcılık, Can Dündar ile MİT TIR'larını durduran Tümgeneral H.C'nin avukatı S.A.'nın 5 milyon liralık ev satışını tespit etti.(…) Söz konusu sitede villalar 2 milyon TL'ye satılırken Dündar bu haberlerden sonra evini 5 milyon dolara satışa çıkarmıştı."-20/2/2016 Tarihli Haber"Can Dündar'ın MİT TIR'larıyla ilgili ihanet manşeti karşılığı fahiş fiyata sattığı evini alan avukat FETÖ liderine bizzat hizmet veren bir avukatla bacanak çıktı. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'ın ... Evleri'ndeki villasının Cumhuriyet gazetesinin 29 Mayıs'ta MİT Tır'ları ile ilgili manşeti ardından TIR'ları durduran Tümgeneral [H.C]. nin avukatlığını yapan S. A'nın ortak olduğu avukatlık bürosuna sattığı ortaya çıkmıştı. ...nin de aralarında bulunduğu 4 şüpheli avukat hakkında gözaltı kararı verilirken, ...'nin FETÖ ile bağı olan ve satışta etkin rol oynadığı gerekçesiyle gözaltına alınan diğer avukatlardan [A.T.Ç.]nin bacanağı olduğu öğrenildi. Gözaltına alınan [Ç.] hakkında yapılan incelemelerde ise avukatın FETÖ lideri Gülen'in yanında bizzat kalarak ona hizmet ettiği, İstanbul Altunizade'de bulunan FEM Dershanesi'nde çalıştığı ve çok sayıda bilirkişi ve profesörü yurtdışı gezisine götürerek örgütün akademik dünyayla da irtibatını sağlayan isimlerden birisi olduğu ortaya çıktı."- 21/2/2016 Tarihli Haber"Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'ın Ankara'da 2 yıldır satamadığı villasının FETÖ'nün finansmanı ile 29 Mayıs 2015 günlü ihanet manşeti karşılığı fahiş bir fiyatla alındığı iddiasıyla yürütülen soruşturmada, gözaltına alınan avukatlar [B.Y.] ve [A.T.Ç.] tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi."- 25/2/2016 Tarihli Haber"... MASAK’IN ULAŞTIĞI ŞOK DETAY – CAN DÜNDAR’a 5 MİLYON TL elden verildi. Can Dündar’ın iki yıldır alıcı bulamadığı Ankara’daki lüks villasını nasıl sattığının sırrı çözüldü. Cumhuriyet’in MİT TIR’ları manşetinin bedeli olarak Dündar’a 5 milyon TL elden verildi.... Savcılığın tespitlerine göre, Can Dündar, Eylül 2013'te evini 1 milyon 500 milyon dolara satışa çıkardı. Yani, yaklaşık 4 milyon 500 bin Türk Lirası'na... Villa yaklaşık 2 yıl satılamadı. MİT TIR'ları ile ilgili 29 Mayıs 2015 tarihli ihanet manşeti yayımlandıktan sonra Dündar'ın villası ile ilgili her şey hızlandı. 18 Haziran 2015'te Can Dündar eşi ...'e satış için vekalet verdi, 25 Haziran'da da satış gerçekleşti. Dündar'ın 2 yıl önce 4 milyon 500 bin lira istediği evi resmi kayıtlara göre 2015'te 1 milyon 500 bin liraya sattı. Dündar'ın 3 milyon lira düşük bedelle satması şüpheli bulundu. Adli kaynakların elindeki tespitlere göre, 5 milyon liralık satıştan kalan 5 milyon TL para Dündar'a kurye ile elden ödendi. Bu ödemede de Cumhuriyet'in 29 Mayıs 2015'teki MİT TIR'ları manşeti etkili oldu."- 29/2/2016 Tarihli Haber"İkinci haberdeki (20/2/2016) iddiaların yinelendiği belirtilmiştir." Söz konusu haberler nedeniyle başvurucu, kişilik haklarının zedelendiği iddiasıyla tazminat davası açmıştır. Davanın görüldüğü İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi (ilk derece mahkemesi) davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: "Dava dilekçesinde zikredilen haberlerin yayınlandığı uyuşmazlık dışıdır. Haberlerde özü itibariyle; davacının örgüt ile bağlantısının bulunduğu, MİTtırlarına ilişkin haberin bu çerçevedeve çıkar ilişkisi nedeniyle yapıldığı, örgütün davacının sahip olduğu evi rayiç bedelin çok üzerinde bir fiyata satın aldığı, paranın büyük bölümünün elden teslim edildiği, alışverişin içinde tır operasyonunda yer alan General [H.]nun da yer aldığı, örgütün bu fiyat farkını özellikle tır haberi nedeniyle ödediği ileri sürülmektedir. Bilindiği gibi Anayasamız basının hür olduğunu ve sansür edilemeyeceğini vurgulamaktadır. (Madde 28/1) Diğer yandan kişilik hakları saldırıya uğrayan herkes manevi tazminat talep edebilir. (4721 SY madde 25/3), 6098 SY madde 58/1). Dolayısıyla basın hürriyeti ile kişilik haklarının ne şekilde bağdaştırılacağı belirlenmelidir. Yerleşik kıstaslar; haberin mutlak doğru olmasa dahi görünür gerçekliğe uygun olması ve güncel nitelik taşımasıdır. Yayınlandığı tarih itibariyle haberin güncel olduğu kuşkusuzdur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/37 esas sayılı davasına sebep iddianamede davacı ile ilgili; FETÖ -PDY üyesi olmamakla beraber örgüte yardım, devleti ortadan kaldırmaya teşebbüs ve gizli bilgileri ifşa etme suçlarından dava açılmış birinci suçlama ile ilgili dava tefrik edilmiş, ikinci suçlama yönünden beraat cihetine gidilmiş, üçüncü suçlama yönünden ise davacı mahkum olmuştur. Karar halen temyiz aşamasındadır. Ayrıca davacının bir müddet tutuklu kaldığı akabinde tahliye edildiği anlaşılmaktadır. Anılan iddianame ve mahkumiyet göz önünde tutulduğunda, ayrıntılar noktasında bazı yanılgılar söz konusu olsa dahi davacının örgüt ile çıkar ilişkisi olduğu yönündeki anlatımların görünür gerçeklik ile örtüştüğü, ev alışverişinde elden para verilip verilmemiş olmasının haberin özünü değiştirmediği bu hali ile tazminat koşullarının oluşmadığı kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Karar için istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 24/5/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Davaya konu haberlerde, davacının kabulünde olduğu gibi MİT tırlarıyla ilgili yaptığı haber sonrasında davacının evinin satış bedeli ve bu satışta aracılık edenlerle ilgili haberler yapıldığı, kişilerle ilişkilendirildiği, elden para aldığı iddiasına yer verildiği görülmüştür. Yüksek Yargıtay Hukuk Dairesinin bir çok emsal kararında belirtildiği gibi, Basın özgürlüğü, Anayasa'nın maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu'nun ve maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içindeyaşadığıtoplumdameydanagelenvetoplumuilgilendirenkonulardabilgisahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasa'nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu'nun 24 ve maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.Davaya konu yazılar bir bütün olarak incelendiğinde, davaya konu yayınlarda kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu ileri sürülen isnatların, davacının kamuoyuna yansıyan eylem ve söylemleri nedeniyle ileri sürüldüğü de dikkate alındığında, yayının güncellik değeri taşıdığı ve kişinin toplum içindeki yeri, statüsü ve tanınmışlık durumuna göre yapılan eleştirilerin de o denli yoğun ve gerektiğinde ağır olabileceğinin kabul edilmesi gerektiği, davalı tarafından yapılan yayının kamuoyuna yansıyan bir kısım olaylar çerçevesinde eleştirileri dile getirmekten ibaret olduğu, değer yargısı içerdiği, basın özgürlüğünün belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtma da içerebileceği gözetildiğinde davaya konu yazıların basın özgürlüğü sınırlarını aşar ve kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı, bu nedenlerle ilk derece mahkemesi kararında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesi bakımından usul ve esas yönünden yasaya aykırı bir durum bulunmadığı anlaşıldığından davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK'nın353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar vermek gerekmiştir." Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 24/6/2020 tarihinde onama kararı vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 19/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 13/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22907 | Başvuru, ulusal bir gazetede çıkan bir dizi haber nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu nihai hükmü 11/4/2022 tarihinde öğrendikten sonra 27/4/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/50596 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olarak yargılanan sanığın (başvurucunun) resen görevlendirilen müdafi ile ceza infaz kurumunda görüşememesi nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve müdafi yardımından yararlanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ceylanpınar İlçe Emniyet Müdürlüğünde komiser olarak görev yapmaktayken 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü sonrasında kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle başlatılan soruşturma kapsamında 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 20/7/2016 tarihli kolluk ve Başsavcılık ifadelerini müdafii T.Ö. eşliğinde vermiştir. Başsavcılık tutuklanması talebiyle başvurucuyu 21/7/2016 tarihinde Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Hâkimlik, müdafii T.Ö. eşliğinde sorgusunu yaptığı başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu aynı gün Şanlıurfa 1 No.lu T Tipi Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Soruşturma neticesinde Başsavcılık tarafından başvurucun da aralarında bulunduğu birçok şüphelinin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 9/2/2017 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede; başvurucunun ByLock isimli kriptolu haberleşme programını kullandığı, örgüt yararına bankacılık işlemleri gerçekleştirdiği ve el konulan dijital materyallerinde örgütü övücü ve destekleyici kayıtlara rastlandığı iddialarına yer verilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından görülmeye başlanmıştır. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumu aracılığıyla gönderdiği 5/4/2017 tarihli dilekçe ile mali gücünün yeterli olmaması nedeniyle avukat tutamadığını, kendisine tayin edilen avukat ile ceza infaz kurumunda görüşmek istediğini Mahkemeye bildirmiştir. Başvurucu, duruşmanın 20/6/2017 tarihli ilk oturumunda müdafi talebinin bulunmadığını beyan ederek savunmasını yapmıştır. Başvurucu, isnat edilen suçu inkâr etmiştir. Başvurucu; Ceza İnfaz Kurumu aracılığıyla gönderdiği 2/10/2017 tarihli dilekçe ile kendisine müdafi tayin edilmesini, duruşma öncesinde atanan müdafinin Ceza İnfaz Kurumuna gelmesini ve kendisiyle görüştürülmesini talep etmiştir. Başvurucu; kendisine Mahkeme tarafından atanan Şanlıurfa Barosu (Baro) avukatlarından N.A.nın da hazır bulunduğu 20/10/2017 tarihli üçüncü oturumda dava dosyasına giren ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'na ilişkin beyanda bulunmuştur. Mahkeme anılan oturumda -diğerlerinin yanı sıra- dava dosyasının bir örneğinin başvurucuya gönderilmesine ve dosyanın başvurucu yönünden tefrik edilmesine karar vermiştir. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumu aracılığıyla gönderdiği 16/11/2017 tarihli dilekçe ile kendisine müdafi tayin edilmesini ve görevlendirilecek avukatın duruşma öncesinde Ceza İnfaz Kurumuna gönderilerek görüşmelerinin sağlanmasını talep etmiştir. Başvurucu, tefrik kararı sonrası duruşmanın 24/11/2017 tarihli ilk oturumuna Mahkeme tarafından müdafi olarak görevlendirilen E.A.S. ile birlikte katılmıştır. Başvurucu, savunmasında isnat edilen suçu kabul etmemiştir. Duruşmanın 21/12/2017 tarihli ikinci oturumuna müdafii E.A.S. ile birlikte katılan başvurucu, Mahkeme tarafından gönderilen CD'yi Ceza İnfaz Kurumunda açamadığı için inceleyemediğini, ekonomik durumu nedeniyle seçtiği bir müdafinin yardımından yararlanamadığını, bu nedenle savunmasını sağlıklı yapamadığını ve dosyadaki belgelerin bir örneği kendisine verildikten sonra savunma yapmak istediğini beyan ederek süre talebinde bulunmuştur. Mahkeme anılan oturumda -diğerlerinin yanı sıra- dava dosyasının bir örneğinin başvurucuya gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu 31/1/2018 tarihli dilekçe ile kendisine bir sonraki oturumda müdafi tayin edilmesini ve görevlendirilecek müdafinin oturum öncesinde Ceza İnfaz Kurumuna gönderilerek görüşmelerinin sağlanmasını talep etmiştir. Başvurucunun müdafii E.A.S. 21/2/2018 tarihli üçüncü oturum öncesinde Mahkemeye mesleki mazeret bildirmiş ve oturuma katılmamıştır. Anılan oturumda iddia makamı esas hakkında mütalaa sunmuştur. Başvurucu, mütalaaya karşı beyanda bulunmak üzere süre verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, başvurucunun süre talebinin kabulü ile duruşmaya ara verilerek yeni oturumun 20/3/2018 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu ve müdafii duruşmanın dördüncü ve son oturumunda esas hakkında mütalaaya karşı beyanda bulunmuştur. Anılan oturumda hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu ve müdafiinin bu karara karşı yaptığı istinaf kanun yolu başvurusu Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 13/7/2018 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Başvurucu ve müdafii bu karara karşı temyiz kanun yolu başvurusunda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 19/11/2018 tarihinde temyiz isteminin reddi ile hükmün onanmasına karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin görevlendirilmesi" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir. (2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. (3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafi ile görüşme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz. (2) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/3 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/3 md.) Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ile örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçları bakımından gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hâkim kararıyla yirmidört saat süreyle kısıtlanabilir; bu zaman zarfında ifade alınamaz. " 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin görevlendirilmesinde usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) 150 nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,Baro tarafından görevlendirilir.(2) Yukarıda belirtilen hâllerde müdafi soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir. (3) Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer." Yargıtay Ceza Dairesinin 21/4/2016 tarihli ve E.2015/4672, K.2016/2330 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"CMK'nın maddesine göre görevlendirilen müdafii, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir ya da görevini yerine getirmekten kaçınırsa, mahkeme derhal başka bir müdafii görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir. Bu madde ile müdafiin savunma faaliyetinin kısıtlanmasından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin pek çok kararında belirtildiği üzere ... mahkemeye müdafiin görevini gereği gibi yerine getirip getirmediğinin denetlenmesi zorunluluğunu da getirerek müdafii yardımından yararlanma hakkının önemi ortaya konulmuştur. Eğer yeni müdafii savunmasını hazırlamak için yeterli zaman olmadığını açıklarsa oturum ertelenir (CMK m.151/2) Nitekim Avukatlık Kanunu'nun maddesinde üstlendiği savunma görevinin gereklerini yerine getirmeyen veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun biçimde davranmayan müdafii hakkında disiplin soruşturması yapılarak disiplin cezası verileceği hükme bağlanmıştır." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20/6/2017 tarihli ve E.2016/16-639, K.2017/339 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Sanığın duruşmada hazır bulunma hakkını sanıktan kaynaklanan herhangi bir olumsuzluk olmaksızın, onun istemi dışında ortadan kaldıran ve zorunlu varesteliği öngören 1412 sayılı CMUK'nun maddesinin dördüncü fıkrasındaki; 'Duruşmadan vareste tutulmasını talep etmese bile, davanın görüldüğü yer mahkemesinin yargı çevresi dışında başka bir suçtan tutuklu veya cezası infaz edilmekte olan sanığın sorgusu bulunduğu yerdeki mahkeme aracılığı ile yaptırılabilir' şeklindeki düzenlemeye 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'da yer verilmemiştir.Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 12 Şubat 1985 tarihli Colozza ve Rubinat/İtalya ve 25 Kasım 1997 tarihli Zana/Türkiye kararlarında; 'Sözleşmeyle garanti altına alınan bir hakkın kullanılmasından vazgeçilmesi, bunun açıkça söylenmesiyle mümkün olabilir' denilmek suretiyle, sanığın duruşmada hazır bulunma hakkından feragat etmesinin mümkün olduğu belirtilmiştir. Aynı prensip Ceza Genel Kurulunun 2011 gün ve 192-241 ile 2013 gün ve 1442-451 sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.Bu manada, tutuklu sanığın duruşmada hazır bulundurulması mahkeme kararı ile sınırlandırılabilecek, sorgusunun yapıldığı, esasa ilişkin delillerin toplandığı oturumlarda duruşma salonuna gelme yönünde bir talebi olmayan tutuklu sanığın katılımı SEGBİS ile sağlanabilecektir. SEGBİS ile savunma alınması hâlinde ise talep edildiğinde sanığın yanında müdafiinin veya bir başka avukatın bulunması sağlanacaktır.Bu aşamada, sorgunun SEGBİS ile yapılmasının, tutuklu sanığın müdafii ile görüşme ve hukuki yardımından yararlanma hakkı ile ilgisi yönünden, 5271 sayılı CMK'nun 149/3 ve 154/ maddeleri ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 114/ maddesinin de değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.CMK'nun 149/ maddesinde, soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkının engellenemeyeceği ve kısıtlanamayacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda, CMK'nun maddesi gereğince müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamayan ve müdafii ile konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilme hakkı bulunan sanık, tutuklu ise 5275 sayılı CGTİHK'nun maddesinin beşinci fıkrası gereğince de söz konusu haktan yararlanabilecektir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/13-442, K.2018/533 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Bu durumda mevzuatımızda zorunlu müdafilik sistemini öngören yasanın amacı, kendisini savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların bu hakkı kullanamamalarından kaynaklanabilecek olası hak kayıplarının önlenmesi ve bu suretle savunma hakkının etkin kullanılabilmesinin sağlanarak adil yargılanmanın gerçekleştirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak, parası bulunan sanık nasıl ki vekâletname verdiği avukatı serbestçe tayin edebiliyorsa, parası olmayan sanığın da aynı şekilde avukatını serbestçe belirleyebilmesi, en azından kendisine tayin edilen avukatı beğenmediğinde değiştirme hakkının bulunması gerekir.Görüldüğü gibi kendisine bir müdafi atandığını bilmeyen ya da müdafi atanmakla birlikte beğenmediği takdirde bu avukatın değiştirilmesini isteme hakkına sahip olmayan bir sanığın, bu avukatın, kanun yollarına başvurma da dahil olmak üzere tüm tasarruflarından sorumlu tutulması gerektiğini veya bu avukatın yaptığı tüm işlemleri peşinen kabul etmiş sayılacağını söylemek olanaklı olmadığı gibi böyle bir durumda savunma hakkının tam anlamıyla kullanılabileceğini düşünmek de olası değildir." Yargıtay Ceza Dairesinin 19/9/2019 tarihli ve E.2019/903, K.2019/5615 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Her ne kadar sanık [S.A.] müdafiinin 2018 tarihli süresinde verdiği temyiz talebinin gerekçe içermediği, sanığın 2019 tarih ve gerekçeli temyiz layihasının da CMK'nın maddesinde öngörülen süre içinde verilmediği görülmekte ise de; tutuklu yargılanan sanığın safahatta müdafıinin cezaevine gelmemesi nedeniyle görüşemediğine, desteğinden yararlanamadığı için savunma hazırlayamadığına, müdafıinin olmadığına, kanun yoluna ilişkin süreçle ilgili olarak bilgilendirilmediğine dair beyan ve dilekçelerinin, zımnen 5271 sayılı Kanunun 150/3 maddesi gereğince baro tarafından görevlendirilen fakat savunma hakkının etkin kullanılması bakımından bir zaruret olarak aynı Kanunun maddesi ile teminat altına alman 'Müdafi ile görüşme' hakkını karşılayamayan müdafıinin değiştirilmesini isteme hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinden sanığın kendisine 2019 tarihinde tebliğ edilen gerekçeli karara karşı 2019 günü yaptığı gerekçeli temyiz başvurusunun süresinde olduğu kabul edilmekle,Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;...5271 sayılı Kanunun maddesine göre görevlendirilen müdafii, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafii görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapmak zorundadır.Keza ayrıntıları Dairemizce de benimsenen Anayasa Mahkemesinin 2014 tarihli (Gürhan Nerse Bireysel Başvuru) ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012 tarih ve E. 2011/6-249, K.2012/1 sayılı kararlarında açıklandığı üzere; sanığın zorunlu müdafii de azletme ve değiştirilmesini isteme hakkı bulunmaktadır.Ayrıca, başvurucuya atanan müdafii ile başvurucu yargılama sürecinde hiçbir zaman bir araya gelmediklerine göre müdafiin dosyayı çalışmak, savunma hazırlamak ve gerektiği taktirde başvurucuya danışmak için yeterli zaman, imkan ve kolaylıklara sahip olduğu söylenemez (AİHM Goddi/İtalya, B. No: 8966/80, 9/4/1984, § 31). Böyle bir durumda da başvurucunun savunma haklarım tam anlamıyla kullanabileceği düşünülemez.Somut olayda; tutuklu olarak yargılanan ve sorgusunun alınıp önemli usuli işlemlerin yapıldığı celselerde müdafii bulunmayan, 2018 tarihli celsede tayin edilen zorunlu müdafii ile hükmün verildiği 2018 tarihli celseye kadar görüşemeyen ve desteğinden yararlanamayan, bu nedenle esas hakkında savunma hazırlayamadığı gerekçeleriyle süre verilmesini isteyen sanığın talebi reddedilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, ..." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 16/9/2021 tarihli ve E.2018/16-268, K.2021/398 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"5271 sayılı CMK’nun 2/1-c maddesinde 'şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı' olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme sujesidir. Şüpheli veya sanığın müdafisi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir. Ceza muhakemesi hukukumuzda kural olarak ihtiyari müdafilik sistemi benimsenmiş olmakla birlikte, şüpheli veya sanığın müdafisinin olmadığı ve suçun ciddiliği, cezanın ağırlığı, şüpheli veya sanığın fiziksel ve ruhsal engellerinin varlığı, savunmanın özel olarak desteklenmesini gerektiren hâller ile adaletin zorunlu kıldığı bazı istisnai ve sınırlı durumlarda zorunlu müdafilik de kabul edilmiştir. 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın maddesinin üçüncü fıkrasında alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanığa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirileceği ifade edilmiştir....Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılaması yapılan sanığın, yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafisi bulunmadığı gibi CMK'nın maddesi gereğince de resen bir müdafi görevlendirilmediği ve sanığa isnat edilen suçun niteliği dikkate alındığında, Anayasa'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddelerinde teminat altına alınan adil yargılanma ilkesi ve savunma hakkının korunmasının sağlanması kapsamında sanığa CMK'nın 150/ maddesi uyarınca zorunlu müdafi atanması gerektiği kabul edilmelidir."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: " Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:…c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek...'' Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksunsa ve adaletin tecellisi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51). İlke olarak şüpheliye gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Beuze/Belçika [BD], B. No: 71409/10, 9/11/2018, § 124). AİHM, Beuze/Belçika kararında önceki içtihadı doğrultusunda avukata erişim hakkı vasıtasıyla amaçlanan hususları şu şekilde saymıştır: adaletin hataya düşmesini engellemek ve her şeyin ötesinde soruşturma ya da iddia makamı ile sanık ya da şüpheli arasındaki silahların eşitliği ilkesi başta olmak üzere Sözleşme'nin maddesinin gereklerini sağlamak, gözaltındaki şüphelinin kırılgan durumuna karşı güvence sunmak, kolluk tarafından zorlama ve kötü muameleye karşı temel güvenceler sağlamak, şüpheli ya da sanığın kendisini suçlayıcı beyanda bulunmama ve susma haklarına saygı duyulmasını sağlamak. Bu bağlamda usule ilişkin süreçler hakkında kişiye bilgi verebilecek bir avukata erişimin derhâl sağlanması, bu hakların bilinmemesi durumunda ortaya çıkabilecek hukuka aykırılıklara engel olabilecektir (Beuze/Belçika, §§ 125-130). Söz konusu kararda ayrıca müdafi yardımından yararlanma hakkının kapsamı detaylandırılmıştır. AİHM bu kapsamda iki asgari gerekliliğin altını çizmektedir. Bunlardan ilki, herhangi bir ifade ya da mülakat sürecinden önce avukatla görüşme ve danışma hakkıyla birlikte avukata gizli olarak talimat verme imkânıdır. İkincisi ise avukatın ilk ifade ya da mülakat benzeri yargılama öncesi sorgulamalar sırasında fiziken hazır bulunmasıdır. Ancak avukatın ifade alma işlemi sırasında hazır bulunması tek başına yeterli değildir. Anılan mevcudiyet, avukatın -soyut olmaktan öte- etkili ve pratik bir hukuki yardım sunmasına olanak sağlamalıdır (Beuze/Belçika, §§ 133, 134). AİHM sağlanan hukuki yardımın etkili ve pratik olup olmadığının tespitinin davanın kendine has koşulları dikkate alınarak yargılamanın bütününün adilliği değerlendirilmek suretiyle yapılması gerektiğini belirtmektedir. Bu kapsamda uyuşmazlığın tartışılması, savunmanın düzenlenmesi, lehe olan delillerin toplanması, ifadeye hazırlık, stres altındaki şüpheli ya da sanığa destek ve tutukluluk koşullarının gözden geçirilmesi gibi hukuki yardımla bağlantılı tüm hususların gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Beuze/Belçika, § 136). Diğer taraftan AİHM; kolluk tarafından ifade alım aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının zorlayıcı bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Beuze/Belçika §§ 142, 143; Simeonovi/Bulgaristan [BD], B. No: 21980/04, 12/5/2017, §§ 116, 117; İbrahim ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 50541/08, 13/9/2016, §§ 258, 259; Salduz/Türkiye, § 55). Bununla birlikte AİHM, hukuki yardımı kısıtlamak için herhangi bir zorlayıcı nedenin bulunmadığı durumlarda yargılamanın bütününün adilliğine ilişkin değerlendirmenin daha katı bir incelemeye tabi olacağını ve dengenin ihlal tespiti yönünde bozulabileceğini ifade etmektedir (Beuze/Belçika, § 165). AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da ücretsiz olarak resen avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56). AİHM'e göre Sözleşme, hakların teorik veya soyut şekilde değil pratik ve etkili olarak korunmasını amaçlamaktadır. Sözleşme'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde zikredilen husus görevlendirme değil yardımdır. Adli yardım kapsamında atanan avukatın ölmesi, ağır şekilde hastalanması, görevlerini yerine getirmekten uzun süre alıkonulması veya görevini savsaklaması mümkün olduğundan salt görevlendirme yapılması hukuki yardımın etkililiğini güvence altına almaz. Bu durumdan haberdar edilmeleri hâlinde yetkililer ya müdafi değiştirmeli ya da müdafinin yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamalıdır (Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980, § 33). Bununla birlikte adli yardım amacıyla atanan bir avukatın her türlü kusurundan devlet sorumlu tutulamaz. Avukatlık mesleğinin devletten bağımsız olmasından -ister adli yardım kapsamında atanmış isterse özel olarak seçilmiş olsun- savunmanın yürütülmesinin esasen sanık ile avukatı arasındaki bir mesele olduğu sonucu çıkmaktadır. Yetkili ulusal makamlar, Sözleşme'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca ancak adli yardım kapsamında görevlendirilen avukatın etkili bir hukuki yardım sağlamada başarısızlığının açık olduğu veya bu hususun yeterli şekilde dikkatlerine sunulduğu durumlarda müdahale etmekle yükümlüdür (Kamasinski/Avusturya, B. No:9783/82, 19/12/1989, § 65). AİHM, avukatın müvekkilinin menfaatlerini etkili bir biçimde savunabilmesi için kilit önemdeki hususlardan birinin ikisi arasında aktarılan bilginin gizliliğinin korunması ilkesi olduğunu ifade etmiştir. Bu ayrıcalık avukat ile müvekkil arasında açık ve dürüst bir iletişimi cesaretlendirecektir (Castravet/Moldova, B. No: 23393/05, 13/3/2007, § 48). AİHM, S./İsviçre (B. No: 12629/87, 28/11/1991) kararında ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan başvuranın bir avukatla ceza infaz kurumu personelinin duyabileceği mesafenin dışında iletişim kurmasının önemini vurgulamıştır. AİHM, bir suçla itham edilen kişinin avukatı ile herhangi bir engel olmaksızın görüşme hakkının Sözleşme'de açıkça garanti edilmediğini, bununla birlikte avukatın müvekkili ile üçüncü bir şahsın gözetimi olmaksızın görüşebilmesinin demokratik bir toplumda adil bir yargılamanın temel gereklerinden biri olduğunu ifade etmiştir. Nitekim avukatın bir gözetim olmaksızın müvekkili ile görüşüp ondan gizli talimatlar alamaması durumunda avukatın desteği yararlılığını büyük ölçüde yitirecektir (S./İsviçre, § 48). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6722 | Başvuru, tutuklu olarak yargılanan sanığın (başvurucunun) resen görevlendirilen müdafi ile ceza infaz kurumunda görüşememesi nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/64126 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Gezi Parkı olayları sırasında polisin güç kullanması sonucu meydana gelen yaralamaya ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1992 doğumlu olan başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen süreçte protesto eylemlerine katılmıştır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı Olayları Raporu'nda yer alan bazı tespitler şöyledir:a. Gezi Parkı, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde Taksim Meydanı’nın yakınlarında konumlanan bir şehir parkıdır. Gezi Parkı'nın bu ismi alması ve söz konusu mekânda gerçekleşen değişimler, Gezi Parkı olayları vesilesiyle gündeme gelmiş; konuya ilişkin birçok açıklama yapılmış ve tartışma yürütülmüştür.b. Gezi Parkı olayları, İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre ve imar düzenlemelerine engel olmak için 27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış ve haziran-temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.c. Gezi Parkı olaylarının kronolojik gelişimine dair bir kısım bilgi şöyledir:i. 27/5/2013: Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi'ne bakan duvarının üç metrelik kısmının gece 00 civarında yüklenici firmaya ait iş makineleri tarafından yıkılması ve beş ağacın yerinden sökülmesi üzerine çeşitli sivil toplum kuruluşlarından oluşan Taksim Dayanışması üyelerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık yirmi kişi iş makinelerini durdurarak parkta nöbet tutmaya başlamıştır. ii. 28/5/2013: Ağaçların sökülmesini engellemek için durumdan haberdar olan birçok kişi parka gelmiş, eylemciler ile eylemcilere ait parktaki çadırları sökmek isteyen zabıtalar arasında arbede yaşanmıştır. iii. 30/5/2013: Kolluk kuvvetleri tarafından saat 00 civarında parktaki eylemcilere müdahale edilmiştir. Kaldırılan çadırların bir kısmı yakılmış, geri kalanına el konulmuştur. İnşaat ekibi parktaki çalışmalarına tekrar başlamıştır. iv. 31/5/2013: Saat 30 sıralarında parkta bulunanlara müdahale edilmiş, park boşaltılarak girişler polis bariyeriyle kapatılmış, parkın boşaltılmasından sonra Taksim Meydanı ve çevresinde toplanan göstericilere biber gazı ve basınçlı su kullanılarak yapılan müdahaleler sonucunda birçok kişi yaralanmıştır. Protestolar başka şehirlere de yayılmış, özellikle Ankara Merkez'de birçok eylem yapılmıştır. v. 1/6/2013: Gezi Parkı eylemine müdahale eden polisin güç kullanımını protesto eylemleri tüm Türkiye’ye yayılmış, Ankara Kızılay Meydanı’nda toplanan gruplara kolluk görevlilerince yoğun olarak gaz bombası atılmıştır. İçişleri Bakanı48 ilde 90'ın üzerinde eylem yapıldığını, 939 kişinin gözaltına alındığını, 53'ü vatandaş, 26'sı polis olmak üzere toplam 79 kişinin yaralandığını ve bu yaralıların 19'unun İstanbul'da tedavilerinin devam ettiğini açıklamıştır.vi. 2/6/2013: İçişleri Bakanı 67 ilde 235 eylem yapıldığını, 730 kişinin gözaltına alındığını, 115 güvenlik görevlisinin yaralandığını, 58 kişinin tedavisinin devam ettiğini ve 6 kişinin yoğun bakımda olduğunu açıklamıştır. vii. 3/6/2013: İzmir Karşıyaka’da bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ilçe binası göstericiler tarafından ateşe verilmiş, İstanbul Dolmabahçe’de polis ve eylemciler arasında çatışma yaşanmış; polis, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale ederken eylemciler kaldırım taşlarından barikatlar kurmuş; polise taş ve molotof kokteylleriyle karşılık vermişlerdir. viii. 4/6/2013: İstanbul Adliyesinde, ülke çapındaki gösterilerde yaşanan polis müdahalesi avukatlar tarafından protesto edilmiş; İstanbul Beşiktaş’taki Başbakanlık ofisine yürümek isteyen ve dağılma uyarısını dikkate almayan gruba polis tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etmiştir.ix. 5/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu temsilcileri Başbakan Yardımcısı ile görüşme yapmış ve taleplerini iletmişlerdir. Bu platforma katılan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Tabipler Birliği (TTB) ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Türkiye genelinde iş bırakma eylemi başlatmıştır.x. 6/6/2013: İçişleri Bakanı 915 kişinin hastaneye kaldırıldığını, 79 kişinin tedavisinin sürdüğünü, 4 kişinin hayati tehlikesinin devam ettiğini ve 8 kişinin yoğun bakımda bulunduğunu, 516 kolluk görevlisinin yaralandığını açıklamıştır. xi. 9/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu, Taksim Meydanı’nda geniş katılımlı miting düzenlemiştir. xii. 11/6/2013: Kolluk kuvvetleri on gün aradan sonra sabah erken saatlerde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim Meydanı'na gelmiş ve meydandaki pankartları indirmiştir. Polisin Gezi Parkı'na müdahalesi sonucu protestocularla kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanmıştır.xiii. 12/6/2013: Sabah saat 00’e kadar süren olaylar, polisin meydandan çekilmesi ile sakinleşmiştir. Aynı gün Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile Ankara’da bir araya gelmiştir.xiv. 14/6/2013: Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile ikinci kez bir araya gelmiştir.xv. 15/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu üyeleri eylemlerini sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdüreceklerini, park ve çevresindeki diğer çadırlar, flamalar ve bayrakların indirileceğini açıklamış; bu doğrultuda saat 00 civarında Taksim Dayanışması Platformuna ait olanlar haricindeki diğer flama ve bayraklar indirilmiş; ayrıca Gezi Parkı’ndan meydana açılan bölgedeki barikatlar temizlenmiştir. Bazı grupların alanda kalmaya devam edeceklerini beyan etmeleri üzerine saat 30’dan itibaren kolluk kuvvetleri parktaki göstericilere dağılmaları yolunda anons yapmaya başlamış ve gaz sıkmış; saat 50’de göstericilere müdahale etmeye başlamıştır. Kolluk kuvvetleri kısa sürede Gezi Parkı’na girmiş ve park girişe kapatılmıştır.xvi. 24/6/2013: Olayların yaşandığı Gezi Parkı'nda haber yapmaya çalışan basın mensuplarına yönelik müdahale ve gözaltılar gerçekleşmiştir.xvii. 6/7/2013: Polis, Taksim Dayanışması Platformunun çağrısı üzerine Gezi Parkı'na gelen kişilere müdahale etmiştir.d. Kamuoyunda olayların çevreci bir saikle başladığını, bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların kendilerine sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi yerleri değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara karşı yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin sert müdahalesini, Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamunun ve özel kişilerin mallarına zarar verilmesi ile ilişkilendirenler de mevcuttur.e. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde Gezi Parkı olayları çerçevesinde 532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş bu eylem ve etkinliklere 208 kişi katılmış, olaylara ilişkin 519 emniyet personeli görevlendirilmiş, söz konusu gösterilerden 164’üne müdahalede bulunulmuş, bir komiser yüksekten düşme nedeniyle şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla olmak üzere 697 güvenlik görevlisi yaralanmış, olaylar sırasında yaşamını yitiren dört sivil vatandaşın ölümüyle ilgili adli ve idari soruşturma yürütülmüş, olaylarda gözaltına alınan 513 kişiden 148'i tutuklanmış, görevlendirilen polislerden 127'si hakkında uygulamaları nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır.f. Gezi Parkı olayları sırasında bazı ölüm olayları da yaşanmıştır.g. TTB verilerine göre kamu hastanelerine, özel hastane ve tıp merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan 106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olarak bilinen olaylar esnasında polisin aşırı güç kullanımına ve Hükûmetin bu duruma kayıtsız kalmasına tepki göstermek amacıyla 3/6/2013 tarihinde İzmir Gündoğdu Meydanı'nda başlatılan protesto gösterilerine katıldığını belirtmiştir. Anılan meydanda yapılan gösterilerde 31/5/2013, 1/6/2013, 2/6/2013 ve 3/6/2013 tarihlerinde meydan çevresinde bulunan birçok özel işyerinin, kamu binasının ve aracın yağmalandığı, yakılıp yıkıldığı, göstericilerin bu hareketleri ile kanunsuz hâle gelen eylemlere polisin müdahale ettiği İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca tespit edilmiştir. Başvurucu 3/6/2013 tarihindeki gösteriye katıldığını, barışçıl bir şekilde protesto eylemi yaparken gece saat 00 sıralarında polisin toplumsal olaylara müdahale araçları (TOMA) ile içinde bulunduğu gruba su sıktığını ve Çevik Kuvvet polisinin fiziki müdahalede bulunduğunu, bunun üzerine kendisinin kaçtığını ileri sürmüştür. Polisten kaçarken bir işyerinin önünde yere düştüğünü belirten başvurucu; birçok polisin joplarla kendisine vurmaya başladığını, daha sonra bir polisin kendisini işyerinin içine atarak elindeki tahta sopa ile vurmaya devam ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca resmî kıyafetli polisin sinkaflı hakaret ettiğini iddia etmiştir. İşyeri sahiplerinin koruma çabalarının yetersiz olduğunu ifade eden başvurucu, daha sonra birçok polisin işyerine gelerek kendisini darbetmeye devam ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, biber gazına maruz kalmasına bağlı mide bulantısı ve darbedilme şikâyetiyle Nevvar Salih İşgören Alsancak Devlet Hastanesine başvurmuştur. 3/6/2013 tarihli ve 40384 sayılı Genel Adli Muayene Raporu'na göre başvurucuda sol kürek kemiği hizasında künt travmaya bağlı ekimoz (morluk, çürük), her iki omuz altı kürek kemiği hizasında kalçası üzerinde ve sol üst bacakta ekimoz tespit edilmiştir. Raporda, yaralamanın yumuşak doku travması (YDT) olduğu ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu belirtilmiştir. Raporda olayın öyküsü kısmında başvurucunun polisten darp gördüğü belirtilmiştir. Başvurucunun Anayasa Mahkemesine sunduğu fotoğraflar incelendiğinde anılan rapora uyumlu olarak kalçasında ve sol üst bacak üstünde yaygın ekimozlar olduğu görülmüştür. Öte yandan başvurucu, olaya ilişkin olarak 16/7/2013 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliğine (TİHV) başvurmuştur. TİHV tarafından başvuru epikrizi hazırlanmıştır. Bu epikrizde başvurucuyla ilgili psikiyatrik değerlendirme yapılmıştır. Sonuç olarak başvurucunun "insan eliyle oluşturulmuş travma"ya maruz kaldığı ve travmanın Dünya Sağlık Örgütünün uluslararası hastalık sınıflandırmasında "işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele" kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir. Ayrıca başvurucuya dejeneratif diskopati+minimal listezis, akut travma sonrası stres bozukluğu tanıları konmuştur. Başvurucu, kendisine kötü muamelede bulunan ve buna muvafakat gösteren kamu görevlileri hakkında 9/12/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 13/12/2013 tarihinde İzmir İl Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğüne ve Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne talimat yazmıştır. Talimatta olay yerini gösterir MOBESE ile olay yeri çevresinde bulunan apartman, işyeri vb. yerlerden elde edilecek kamera görüntülerinin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi istenmiştir. Ancak olaya ilişkin herhangi bir görüntü tespit edilememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, anılan talimat yazısı dışında herhangi bir soruşturma işlemi yapmaksızın 30/1/2014 tarihinde (Soruşturma No: 2013/114610) kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Gezi parkı olayları sebebiyle İzmir Gündoğdu meydanında yapılan gösterilerde 2013, 2013, 2013, 2013 günü İzmir Gündoğdu meydanı ve çevresinde bir çok özel iş yeri ve kamu binasının ve kamu araçlarının yağmalandığı, yakılıp yıkıldığı, (örnek 2013/6178 soruşturma sayılı dosya) göstericilerin bu hakeretleri ile kanunsuz hale gelen protesto eylemlerinin önlenmesi için kamu görevlilerinin zor kullanma yetki ve sınırı çerçevesinde müdahale ettikleri, müşteki vekilininşikayet dilekçesinde de belirtildiği gibi, müşteki Özge ÇOLAK'ın [başvurucu olay tarihinde kızlık soyadını kullanmaktadır. Evlendikten sonra Özgürergin soyadını almıştır.] kanunsuz hale gelen gösteri sırasında TOMA araçlarından sıkılan su ile ıslandığı, bu sebeple müştekinin meydana gelen olaylardaki gibi kamu görevlilerine saldırmış olduğu kabul edilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan ... isimli iş yerinde güvenlik kamerası ve iş yeri güvenlik kamerası tespit edilememiştir, müşteki şikayet dilekçesi ve müşteki hakkında düzenlenen adli rapor 05-2013 tarihleri arasında meydana gelen gezi olayları protestolarının seyri birlikte değerlendirildiğinde şüpheli Emniyet müdürlüğü görevlilerini zor kullanma sınır ve yetkileri içerisinde protestoları kanunsuz hale gelmiş olan müşteki Özge ÇOLAK'a karşı zor kullanma yetki ve sınırları içerisinde müdahale ettikleri anlaşıldığından, [kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildi]" Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığının kararına yaptığı itiraz, Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin 14/3/2014 tarihli kararıyla usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu 24/3/2014 tarihinde kararı öğrenmiştir. Başvurucu 15/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesi şöyledir: "Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur." 2911 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: " (Değişik fıkra: 02/03/2014-6529 S.K./ md) Kanuna uygun olarak başlayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra 23 üncü maddede belirtilen kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması sebebiyle, Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü hâline dönüşürse:a) Düzenleme kurulu veya kurul başkanı toplantı veya gösteri yürüyüşünün sona erdiğini topluluğa ilan eder ve durumu derhâl yetkili kolluk amirine bildirir.b) Düzenleme kurulunun veya kurul başkanının bu görevi yerine getirmemesi hâlinde, durum yetkili kolluk amiri tarafından mahallin en büyük mülki amirine bildirilir. Mahallin en büyük mülki amiri tarafından toplantının sona erdirilip erdirilmeyeceğine dair karar alınır.c) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya acele hâllerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir. Bu amir, topluluğa Kanuna uyularak dağılmalarını, dağılmazlarsa zor kullanılacağını ihtar eder. Topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır.(Mülga cümle: 02/03/2014-6529 S.K./ md) Birinci fıkrada düzenlenen durumlarda güvenlik kuvvetlerine karşı fiili saldırı veya mukavemet veya korudukları yerlere ve kişilere karşı fiili saldırı hali mevcutsa, ihtara gerek olmaksızın zor kullanılır. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne 23 üncü madde (b) bendinde yazılı silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların bulunması halinde bunlar güvenlik kuvvetlerince uzaklaştırılarak toplantı ve gösteri yürüyüşüne devam edilir. Ancak, bunların sayıları ve davranışları toplantı veya gösteri yürüyüşünü Kanuna aykırı addedilerek dağıtılmasını gerektirecek derecede ise yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların tanınması ve uzaklaştırılmasında düzenleme kurulu güvenlik kuvvetlerine yardım etmekle yükümlüdür. Toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik kuvvetleri mensupları, olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine haber vermekle beraber, mevcut imkanlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya müdahale eden güvenlik kuvvetleri amiri, topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunur ve topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan; a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü, b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder. Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir. Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur. Polis; a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında, b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde, c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,silah kullanmaya yetkilidir. Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir. Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir." İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'de; toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında gözönünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirlenmiştir.B. Uluslararası Hukuk İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM), Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğu vurgulanmıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin güvenlik güçlerini, mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü muamele yasağının hiçbir istisnasına yer verilmediği, içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin "minimum ağırlık eşiği"ni aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin “tartışılabilir” ve “makul şüphe uyandıran” kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü, sadece esasa ilişkin olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele yasağının ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacak ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya, §§ 131-136). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı YönündenSözleşme’nin "Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir.Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarda anılan haklarını kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir.” AİHM; Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen barışçıl toplanma özgürlüğünün geniş anlamda örgütlenmeyi, yürüyüş veya gösteriye katılmayı (Irkçılığa ve Faşizme Karşı Hristiyanlar/Birleşik Krallık, B. No: 8440/78, 16/7/1980), hareketsiz toplanmaları ve oturma eylemlerini (G./Almanya, B. No: 13079/87, 6/3/1989), resmî veya gayriresmî özel veya herkese açık organizasyonları kapsadığını kabul etmektedir. Sözleşme'nin maddesi "barışçıl" toplanmaları koruma altına almaktadır. maddenin kapsamının bu temel sınırlaması, şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösterileri barışçıl toplanma kavramı dışında bırakmaktadır (Stankov ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan, B. No: 29221/95 ve 29225/95, 2/10/2001, § 77; Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan, B. No: 44079/98, 20/10/2005, § 99). AİHM, maddede korunan haklara keyfî müdahalenin engellenmesi için taraf devletlerin negatif yükümlülüğünün olduğunu belirtmiştir (Wilson, Gazeteciler Ulusal Birliği ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30668/96, 30671/96 ve 30678/96, 2/7/2002, § 41). Bu müdahale etmeme yükümlülüğünün istisnası maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sınırlama sebepleridir. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konmalıdır. Bunun dışında toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ezelin/Fransa, B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 41). Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasa dışı olması veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi de tek başına toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz (Oya Ataman/Türkiye, B. No: 74552/01, 5/12/2006, § 39). Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca tepkilere yol açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplantı hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Achouguian/Ermenistan, B.No: 33268/03, 7/7/2008, § 90; Berladir vediğerleri/Rusya, B. No: 34202/06, 10/7/2012, §§ 38-43; Disk ve Kesk/Türkiye, B. No: 38676/08, 27/11/2012, § 29). Diğer taraftan toplantı hakkındaki “sınırlama” kavramı, ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki bazı önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması sırasında veya kullanıldıktan sonra yapılan muameleleri de kapsar (Ezelin/Fransa, § 39). AİHM, gösterileri engellemek amacıyla güvenlik güçleri tarafından yapılan sert müdahalenin şeklinin, kullanılan araçların ve bumüdahalenin orantılılığının barışçıl gösterilere meşru olarak katılmak isteyenler üzerinde caydırıcı etki yapacağını belirtmiştir (Süleyman Çelebi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37273/10 vd., 24/5/2016, § 116). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5218 | Başvuru, Gezi Parkı olayları sırasında polisin güç kullanması sonucu meydana gelen yaralamaya ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sağlık personeli bulunmayan ambulansla yapılan nakil sırasında ölüm olayının meydana gelmesi üzerine başlatılan ceza soruşturmasının etkili bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edilen ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 5/5/2007 tarihinde yaşamını yitiren 1975 doğumlu Ö.N.nin kardeşidir.A. Başvurucunun Kardeşi Ö.N.nin Hastalanması Üzerine Yaşanan Süreç Altı aylıkken geçirdiği menenjit hastalığı sonrasında bedensel ve zihinsel engelli hâle gelen başvurucunun kardeşi Ö.N., karın ağrısı şikâyeti ile 5/5/2007 tarihinde Kelkit Devlet Hastanasi Acil Polikliniğine götürülmüştür. Burada belli bir süre müşahade odasında tutulan hasta daha sonra akut batın tanısıyla Gümüşhane Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Kelkit Devlet Hastanesinden Gümüşhane Devlet Hastanesine gerçekleştirilen sevk işlemi, içinde sağlık memuru bulunan bir ambulansla yapılmıştır. Hasta, aynı gün Gümüşhane Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine götürülmüştür. Gümüşhane Devlet Hastanesi kayıtlarına göre 5/5/2007 tarihinde nöbetçi uzman, Dr. S.S.; nöbetçi pratisyen ise Dr. S.Ş.dir. Hasta, Gümüşhane Devlet Hastanesi Acil Polikliniğinde Dr. S.Ş. tarafından muayene edilmiştir. Muayene sonucunda hasta, o sırada Hastanede bulunan Genel Cerrahi Uzmanı Dr. B.A.Ö.ye yönlendirilmiştir. Kendisine yönlendirilen hastayı muayene eden Genel Cerrahi Uzmanı Dr. B.A.Ö., muayene sonucunda hastanın Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmesine karar vermiştir. Bunun üzerine hasta, içinde hiçbir sağlık personeli bulunmayan, Şoför Z.A. kontrolündeki ambulans ile Gümüşhane Devlet Hastanesinden ayrılmıştır. Hasta, sevk edildiği Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürüldüğü sırada yolda fenalaşmış ve hayatını kaybetmiştir.B. Ceza Soruşturması Süreci Başvurucu, Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığına muhtelif tarihlerde sunduğu dilekçelerle Gümüşhane Devlet Hastanesinde yapılan işlemlerden yakınarak kardeşinin yaşamını yitirmesine neden olan olayda sorumluluğu bulunan kişilerin cezalandırılması talebinde bulunmuştur. Başvurucu, dilekçelerinde özellikle Gümüşhane Devlet Hastanesinden Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine yapılan sevk sırasında ambulansta sağlık personeli bulunmamasına vurgu yaparak yolda solunum yetmezliği krizine giren kardeşine hiçbir müdahalede bulunulmadığını ifade etmiştir. Olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma kapsamında 6/5/2007 tarihinde ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir. Ölü harici muayenesine katılan doktor bilirkişi tarafından kesin ölüm sebebinin tespit edilemediğinin belirtilmesi üzerine klasik otopsi yapılmasına karar verilmiştir. Aynı gün gerçekleştirilen klasik otopsi işlemi sonucunda hazırlanan 25/5/2007 tarihli otopsi raporunun sonuç kısmının ilgili bölümü şöyledir:"(...)Kişinin ölümünün bağırsaklarda aşırı gaz ve gaita birikimi nedeniyle ortaya çıkmış olması muhtemel kendisinde mevcut kalp ve akciğer yetmezliği sonucu meydana gelmiş olduğunu bildirir tıbbi kanaat raporudur." Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığı, yaşanan olayla ilgili olarak Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan bilirkişi raporu almıştır. Adli Tıp Kurumundan alınan 9/5/2008 tarihli raporda, Gümüşhane Devlet Hastanesi Acil Polikliniğinde görev yapan Dr. S.Ş.nin hastayı muayene ederek genel cerrahi uzmanından konsültasyon istemesinin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca, kendisinden konsültasyon istenen Genel Cerrahi Uzmanı Dr. B.A.Ö.nün ileri tetkik ve tedavi için hastayı başka bir hastaneye sevk etmesinin de tıp kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte raporda; hastanın sağlık personeli eşliğinde sevkinin yapılması gerekmesine rağmen bunun yapılmadığı, sevk kararının hastane nöbetçi şefinin yetkisinde olduğu, 5/5/2007 tarihinde nöbetçi uzman hekimin Dr. S.S. olduğu, bu hususun Savcılıkça değerlendirilmesinin uygun olacağı yönünde değerlendirmeler yapılmıştır. Bunun üzerine Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığı, Gümüşhane Devlet Hastanesinden Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine gerçekleştirilen sevk sırasında Dr. B.A.Ö.nün ambulans içinde sağlık personeli görevlendirmesi gerekirken bunu yapmayarak görevini ihmal suretiyle ölüme neden olduğu iddiasıyla 31/12/2008 tarihinde adı geçen doktor hakkında Gümüşhane Valiliğinden 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un maddesi uyarınca soruşturma izni istemiştir. Bunun üzerine başlatılan ön inceleme neticesinde Dr. B.A.Ö. hakkında soruşturma izni verilmesine karar verilmiştir. Bu kararın kesinleşmesi üzerine Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığının 26/5/2009 tarihli iddianamesiyle Dr. B.A.Ö. hakkında görevi ihmal suretiyle ölüme neden olma suçundan kamu davası açılmıştır. Ö.N.nin Gümüşhane Devlet Hastanesi Acil Polikliniğinde ilk muayenesini yapan Dr. S.Ş. hakkında ise aynı tarihte ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Dr. B.A.Ö. hakkında açılan davada katılan sıfatıyla yer alan başvurucunun 21/1/2010 tarihinde Mahkeme huzurunda ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle önceki beyanlarında kardeşinin ölümü ile neticelenen olayda sorumlu kim ise onun cezalandırılmasını talep etmiş ise de sonrasında esas sorumlunun sevk kararı vermesine rağmen kardeşine refakat için ambulansta herhangi bir sağlık memuru görevlendirmeyen Dr. B.A.Ö. olduğunun ortaya çıktığını, ambulansta sağlık görevlisi bulunmamasının kardeşinin ölümüne yol açtığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca dosyanın Yüksek Sağlık Şûrasına gönderilmesi ve oradan alınacak rapor doğrultusunda karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Dr. B.A.Ö. savunmasında özetle hastanın karın şişliği ve sertliği şikâyetiyle Kelkit Devlet Hastanesinden Gümüşhane Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine getirildiğini, ildeki tek genel cerrahi uzmanı olması nedeniyle hastayı kendisinin muayene ettiğini, gerekli tahlil, röntgen ve tetkikleri yaptırdıktan sonra hastayı Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk ettiğini, yapılan işlemlerin tıbbi açıdan doğru olduğunu, nitekim bu hususun Adli Tıp Kurumu raporunda da ifade edildiğini belirtmiştir. Dr. B.A.Ö. savunmasında ayrıca ambulansta sağlık personeli bulundurulmaması nedeniyle vuku bulan ölüm olayından sorumlu tutularak hakkında dava açıldığını, doktorun görevinin gerekli tıbbi müdahaleyi yapmak ve gerekiyorsa hastayı sevk etmek olduğunu, ilgili mevzuatın hastayı sevk eden doktora ambulansın sevk ve idaresinde herhangi bir sorumluluk yüklemediğini, kendisinin herhangi bir idari görevinin bulunmadığını ifade etmiştir. Tanık sıfatıyla ifadesi alınan ambulans şoförü ise özetle olay günü hastayı Trabzon'a ambulans şoförü olarak kendisinin götürdüğünü, ambulansta doktor ve sağlık görevlisinin bulunmadığını, ambulansta sadece hasta ve yakınlarının olduğunu, hastanın dikkat çekecek kadar ağır bir hasta olduğunu, ambulans şoför defterini Uzman Dr. B.A.Ö.ye imzalatırken sağlık memuru gelip gelmeyeceğini sorduğunu ancak Dr. B.A.Ö.nün "Gerek yok." dediğini ifade etmiştir. Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesi; Dr. B.A.Ö.nün eylemleri ile başvurucunun kardeşi Ö.N.nin ölümü arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı, ayrıca ambulansta sağlık görevlisi bulundurulup bulundurulmayacağı noktasında kimin takdir hakkına sahip olduğu hususlarının tespiti ile ilgili olarak Yüksek Sağlık Şûrasından rapor istemiştir. Yüksek Sağlık Şûrasının 24-25/2/2011 tarihli raporunda, Dr. B.A.Ö.nün hastayı ileri tetkik ve tedavi için Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk etmesinin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Raporda hastanın sağlık personeli refakatinde sevk edilmesi gerektiği, sevk kararının ise hastane nöbetçi şefinin yetkisinde olduğu ifade edilmiştir. Raporda ayrıca klasik otopsi sonucu yapılan işlemlere göre kesin ölüm sebebi belli olmadığından hasta naklindeki kusur ile ölüm arasında illiyet bağı kurulamayacağı yönünde görüş bildirilmiştir. Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesi, gerek tarafların beyanlarını gerekse hasta hakkındaki tıbbi belgeler ile raporları dikkate alarak Dr. B.A.Ö.nün beraatine karar vermiştir. Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesinin 16/11/2011 tarihli kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosya içerisindeki bütün bilgi ve belgeler bir arada değerlendirildiğinde, olay zamanı maktül [ölen] Ö.N.nin karnındaki şişme sebebi ile Kelkit Devlet Hastanesine kaldırıldığı, ilk müdahalesinin yapılmasını müteakip ambulansla sağlık ekibi eşliğinde Gümüşhane Devlet Hastanesine sevk edildiği, Devlet Hastanesinde ilk tedavinin doktor S.Ş. tarafından yapıldığı, daha sonra sanık olan icapçı uzman hekim tarafından muayene edildiği ve tedavi maksatlı Trabzon'a sevkinin sağlandığı, araç içerisine sağlık memuru görevlendirilmediği, maktulün Trabzon'a götürüldüğü sırada öldüğü sabit olsa da, ölüm ile ambulans içerisinde sağlık memuru görevlendirilmesinin yapılmaması arasında illiyet bağı kurulamadığına dair şura raporu da dikkate alındığında, sanığın üzerine atılı suçu işlemekte taksirin bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Kaldı ki, Ambulanslar ve Acil Sağlık Araçları ile Ambulans Hizmetleri Yönetmeliğinin maddesinin b fıkrasında 'hasta nakil ambulanslarında en az bir sağlık personeli olmak üzere iki personeli görev yapar, hastanın nakli sırasında en az bir sağlık personeli hasta kabininde bulunur, gerekiyorsa bir de şoför eklenir' ibaresinin bulunduğu, söz konusu hükümün emredici mahiyette olduğu, bu nedenle hastanın sevki sırasında sağlık memurunun hasta kabininde bulunmasının zorunlu olduğu, bunun doktorun ya da hastane yönetiminin taktirinde bulunmadığı, sevk kararının da hastane nöbetçi şefinin yetkisinde bulunduğu anlaşılmıştır. Her ne kadar Gümüşhane Devlet Hastanesinin 23/11/2009 tarihli yazılarında belirtildiği gibi personel görevlendirmenin hastanın sevkinin yapan uzman hekimin görüşü doğrultusunda acil sorumlu doktoru tarafından yapıldığı bildirilse de, hastane uygulamasının mevzuatla çeliştiği, bu nedenle söz konusu görevlendirmenin sanığın görevine girmediği dikkate alınarak beraati yönünde aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesi aynı kararda ayrıca Hastane yönetiminin ve olay günü nöbetçi olan uzman doktorun eyleminin görevi ihmal suçunu oluşturma ihtimalinin değerlendirilmesi için Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir. Dr. B.A.Ö. hakkında kurulan hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 8/4/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu, anılan kararı 16/9/2014 tarihinde öğrendikten sonra 25/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel Başvuru Yapılmasından Sonraki Süreç Somut olayda, Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesince suç duyurusunda bulunulması sonrasında olay günü Hastanede nöbetçi uzman doktor olan Dr. S.S. hakkında Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığının 25/8/2015 tarihli iddianamesiyle kamu davası açılmıştır. Gümüşhane Asliye Ceza Mahkemesi 24/5/2016 tarihli kararıyla Dr. S.S.nin 10 ay hapis cezası ile tecziye edilmesine ve bu cezanın ertelenmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; sanığın olay tarihinde nöbetçi uzman hekim olarak görev yaptığı, olay tarihinde maktülün [ölenin] Kelkit Devlet hastanesinden Gümüşhane devlet hastanesine sevk edildiği, buradan da ilk müdahalenin ardından, 7 Aralık 2006 tarihli ve 26369 sayılı Ambulanslar ve Acil Sağlık Araçları ile Ambulans Hizmetleri yönetmeliği maddesi b fıkrasında 'Hasta nakil ambulanslarında en az biri sağlık personeli olmak üzere iki personel görev yapar. Hasta nakli sırasında en az bir sağlık personeli hasta kabininde bulunur, gerekiyorsa ekibe şoför eklenir.' hükmüne aykırı olarak ambulansla herhangi bir sağlık personeli görevlendirmeden Trabzon'a sevk edildiği, sevk sırasında maktulün vefat ettiği, sevk kararının hastane nöbetçi şefinin yetkisinde olduğu, Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunun 09 Mayıs 2008 tarih 3346 Karar sayılı raporunda; sanığın sevk esnasında sağlık personeli bulundurmaması nedeni ile kusurlu olduğunun belirtildiği, sanığın yönetmelik kurallarına aykırı olarak ambulansla hastayı sevk etmek suretiyle ölümüne sebebiyet verdiği anlaşılmakla, sanığın üzerine atılı ihmal suretiyle görevi kötüye kullanmak suçunu işlediği sabit görülmüş, sanığın eylemine uyan ve sanığın lehine olan 2010 tarihve 6086 sayılı kanun maddesi ile değişik TCK 257/2 maddesi gereğince, meydan gelen neticenin ölümle sonuçlanması dikkate alınarak üst sınırdan, hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. Sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmemesi nedeni ile hakkında Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına karar verilmemiştir.Yine meydana gelen neticenin ölümle sonuçlanması dikkate alınarak sanık hakkında verilen kısa süreli hapis cezası seçenek yaptırımlara çevrilmemiştir.Sanığın adli sicil geçmişi dikkate alındığında, sanığın hüküm olunan hürriyet bağlayıcı cezası bir daha suç işlemeyeceği yönünde mahkememizce oluşan kanaatle ve TCK 51/1 maddesi gereğince ertelenmiş, sanığın TCK 51/3-5 maddesi gereğince kendisine rehberlik edecek bir uzman kişi görevlendirilmeksizin takdiren, bir yıl süre ile denetim altında bulundurulmasına karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Bu karar, Dr. S.S. tarafından temyiz edilmiştir. UYAP kayıtlarında temyiz talebinin sonuca bağlandığına dair bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Başvurucu da bu konuda Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi ve belge sunmamıştır. A. Ulusal Hukuk 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun "Temel esaslar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının a, c, g ve ibentleri şöyledir: “Sağlık hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır:a) Sağlık kurum ve kuruluşları yurt sathında eşit, kaliteli ve verimli hizmet sunacak şekilde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca, diğer ilgili bakanlıkların da görüşü alınarak planlanır, koordine edilir, mali yönden desteklenir ve geliştirilir.c) Bütün sağlık kurum ve kuruluşları ile sağlık personelinin ülke sathında dengeli dağılımı ve yaygınlaştırılması esastır. Sağlık kurum ve kuruluşlarının kurulması ve işletilmesi bu esas içerisinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca düzenlenir. Bu düzenleme ilgili Bakanlığın görüşü alınarak yapılır. Gerek görüldüğünde özel sağlık kuruluşlarının her türlü ücret tarifeleri Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca onaylanır. Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kuruluşları veya sağlık işletmelerinde verilen her türlü hizmetin fiyatları Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca tespit ve ilan edilir.g) Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı; sağlık ve yardımcı sağlık personelinin yurt düzeyinde dengeli dağılımını sağlamak üzere istihdam planlaması yapar, ülke ihtiyacına uygun nitelikli sağlık personeli yetiştirilmesi amacıyla hizmet öncesi ya da kamu kuruluşlarında mesleklerini icra eden sağlık ve yardımcı sağlık personeline hizmetiçi eğitim yaptırır. Bunu sağlamak amacıyla üniversitelerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile kamu kurum ve kuruluşlarının imkanlarından da yararlanır. Hizmetiçi eğitim programını ne şekilde ve hangi sürelerle yapılacağı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca çıkartılacak yönetmelikte tespit edilir. i) Sağlık hizmetlerinin yurt çapında istenilen seviyeye ulaştırılması amacıyla; bakanlıklar seviyesinden en uçtaki hizmet birimine kadar kamu ve özel sağlık kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliği yapılır. Sağlık kurum ve kuruluşları coğrafik ve fonksiyonel hizmet alanları,verecekleri hizmetler, yönetim, hizmet ilişki ve bağlantıları gibi konularda tespit edilen esaslara uymak ve verilen görevleri yapmakla yükümlüdürler. Çağdaş tıbbi bilgi ve teknolojinin ülkeye getirilmesi ve teşviki sağlanır.” 7/12/2006 tarihli ve 26369 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ambulanslar ve Acil Sağlık Araçları ile Ambulans Hizmetleri Yönetmeliği'nin olay tarihindeki şekliyle "Ambulans ve acil sağlık aracı personeli" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kara ambulanslarından; a) Acil yardım ambulanslarında en az bir hekim ve/veya ambulans ve acil bakım teknikeri ve bir sağlık personeli olmak üzere en az üç personel görev yapar, gerekiyorsa ekibe şoför eklenir. Hekim bulundurulmayan ambulanslarda hasta kabininde nakil esnasında hastaya müdahale etmek üzere görev yapan personelden en az biri ambulans ve acil bakım teknikeri olmak zorundadır. b) Hasta nakil ambulanslarında en az biri sağlık personeli olmak üzere iki personel görev yapar. Hasta nakli sırasında en az bir sağlık personeli hasta kabininde bulunur, gerekiyorsa ekibe şoför eklenir. c) Özel donanımlı ambulanslarda, en az bir hekim ve/veya ambulans ve acil bakım teknikeri olmak üzere en az üç personel görev yapar, gerekiyorsa ekibe şoför eklenir. Yoğun bakım ambulanslarında çalışacak hekim ve sağlık personeli; Bakanlıkça onaylanmış erişkin ileri yaşam desteği ve travma resüsitasyon kurslarını, yenidoğan ambulanslarında çalışacak hekim ve sağlık personeli ise Bakanlıkça onaylanmış çocuklarda ileri yaşam desteği kursunu başarı ile tamamlamış ve sertifika almış olmak zorundadır. (2) Hava ve deniz ambulanslarında en az bir hekim ve bir sağlık personeli veya iki sağlık personeli ile hava/deniz ambulansını kullanma ehliyetine sahip personel görev yapar. (3) Acil sağlık araçlarının personeli, aracın kullanım amacına ve kapasitesine uygun olmalıdır. Hekim, sağlık personeli ve şoför yanında aracın görev alanı ve içinde bulunan ekipmanları kullanabilecek teknik personel bulundurulabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur(...)" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07, 27/1/2015, § 67). Bununla birlikte sağlık personeli yönünden yüksek mesleki standartların sağlanması ve hastaların yaşamının korunması için gerekli önlemlerin alınması hâlinde belli bir hastanın tedavisi kapsamında yapılan değerlendirme hatası ya da yaşanan koordinasyon eksikliği gibi sorunların, yaşam hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği sonucuna ulaşılması için tek başına yeterli olduğu kabul edilemez (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye, B. No: 13423/09, 8/4/2015, § 80). Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye, § 81). AİHM, Sözleşme'nin üçüncü kişilere karşı ceza soruşturmaları açma hakkını güvence altına almadığını ancak yaşam hakkının gerektirdiği etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün bazı durumlarda ceza hukuku yollarını gerektirebileceğini birçok defa ifade etmiştir (Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51; Asiye Genç/Türkiye,§ 72). AİHM; devlet görevlilerine ya da organlarına atfedilebilir kusurun değerlendirme hatasının veya ihmalinin ötesine geçtiği durumlarda, insanların yaşamını veya vücut bütünlüğünü tehlikeye atan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmamasının ya da bu kişilerin yargılanmamasının Sözleşme'nin maddesinin ihlaline neden olabileceğini kabul etmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 93). Bu yaklaşım, Sözleşmeci bir devlet makamının vatandaşların tümüne sağlamakla yükümlü olduğu tıbbi bakımı vermeyi reddederek bir kimsenin hayatını tehlikeye atması veya tehlikeye attığının kanıtlanması hâlinde kamu sağlığı alanında da geçerlidir (Asiye Genç/Türkiye,§ 73). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15910 | Başvuru, sağlık personeli bulunmayan ambulansla yapılan nakil sırasında ölüm olayının meydana gelmesi üzerine başlatılan ceza soruşturmasının etkili bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idarenin hizmet kusuru neticesinde askerde intihar olayının meydana gelmesi ve bu olay üzerine idare aleyhine açılan tam yargı davasında hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/12/2013 tarihinde İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 13/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 27/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/2/2016 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru dilekçesi, başvuruya konu dava ve soruşturma dosyalarından tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 39'uncu Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı (Hatay/İskenderun) emrinde asker iken 31/3/2011 tarihinde yaşamını yitiren 1990 doğumlu Yusuf Doğan'ın anne ve babasıdır. Yusuf Doğan'ın Askerlik Süreci ve Ölümü Başvuru formu ve eklerinde, başvurucuların oğlu Yusuf Doğan'ın psikolojik bir rahatsızlığının bulunduğuna ilişkin herhangi bir kayıt mevcut değildir. Nitekim başvurucular, oğullarının askerlik öncesinde herhangi bir psikolojik ve fiziksel rahatsızlığının bulunmadığını belirtmişlerdir. Başvurucuların oğlu Yusuf Doğan ile Er A.K. ve Er E., ölüm olayının gerçekleştiği tarihten bir gün önce 30/3/2011 tarihinde 00 ile 00 saatleri arasında 28 numaralı kulede nöbetçi olduğu için nöbet yerine gitmişlerdir. İkm. Ütğm. K., aynı gün saat 00 sıralarında aracı ile anılan nöbet kulesinin yanından geçerken adı geçen askerlerin nöbet kulesinde olduğunu göremeyince nöbet kulesine gitmiştir. İkm. Ütğm. K., nöbet kulesine vardığında askerlerin nöbet yerinde oturduğunu fark etmiş, bunun üzerine fiziki müdahale de içerecek şekilde askerleri uyardıktan sonra haklarında tutanak düzenleyeceğini belirterek nöbet yerinden ayrılmıştır. Burada yaşanan olaylara ilişkin başlatılan soruşturma neticesinde İkm. Ütğm. K. hakkında üç kez asta müessir fiil suçundan kamu davası açılmış, açılan kamu davası üzerine yürütülen kovuşturma sonucunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı6'ncı Mekanize Piyade Tümen Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 5/3/2013 tarihli ve E.2013/330, K.2013/143 sayılı kararıyla mağdurlardaki yaralanmanın ciddi olmadığı değerlendirilerek asgari hadden hüküm kurulmuş ve İkm. Ütğm. K.nin her bir suç için 25 gün hapis cezası ile tecziye edilmesine, söz konusu hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların itirazı üzerine karar, Kara Kuvvetleri Komutanlığı 5'inci Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 19/8/2013 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Mevcut delillerin birlikte değerlendirilmesi neticesinde;(...) Sanığın 2011 tarihinde (...) nöbet kulübesine vardığında mağdurların nöbet talimatına uygun olmayarak oturduklarını görmesini müteakip mağdurlara neden düzgün nöbet tutmadıklarını sorduğu, mağdurların inkar ettikleri, müteakiben sanığın elindeki ince bir demir boru ile önce mağdur A.K.yi ittirdiği, ardından mağdur Yusuf Doğan'a elindeki demir boru ile birkaç kez hafifçe vurduğu, müteakiben mağdur E.ye de tokat attığı maddi vakıa olarak sa(b)it görülmüştür.(...)Sanık müsnet suçlamayı kabul etmemektedir. Sanığın oluş kabul bölümünde tespit edildiği şekilde 2011 tarihinde mağdur İkm.Er E.ye tokat attığı, İkm.Er A.K.ye ve İkm.Er Onbaşı Yusuf Doğan'a elindeki demir çubuk ile hafifçe vurmak suretiyle üç kez asta müessir suçunu işlediği mağdur tanıkların birbiriyle uyumlu beyanlarından anlaşılmıştır. Böylece sanığın müsnet eylemleri gerçekleştirdiği ve sanığın astıolan üç mağdura üç kez asta müessir fiil suçunu işlediği kanaatine varılmıştır. Olayda mağdur sayısı kadar suç olduğundan sanığın üç ayrı kez asta müessir fiil suçunu işlediği kanaatine varılmıştır." 30/3/2011 tarihli olayın yaşanmasından bir gün sonra 31/3/2011 tarihinde 00 ile 00 saatleri arasında aynı kulede nöbetçi olan Yusuf Doğan, nöbet arkadaşları K. ve O.K. ile saat 45 sularında nöbet yerine varmış, nöbet yerine varmasından kısa bir müddet sonra da kafasına silahla ateş etmiştir. Olay yerine çağrılan ambulans, Yusuf Doğan'ı İskenderun Devlet Hastanesine götürürken saat 05'te meydana gelen tek taraflı trafik kazası sonucu devrilmiştir. Ambulansta bulunan diğer kişiler hafif yaralı olarak araçtan çıkarılmış, Yusuf Doğan ise trafik kazasının meydana geldiği Karayolları (3) No.lu Şantiye Şefliğinde bulunan servis aracına sedye ile bindirilerek İskenderun Devlet Hastanesine götürülmüştür. Yusuf Doğan hastaneye götürülmesinden yaklaşık on dakika sonra vefat etmiştir. Ölüm Olayı Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Olay hakkında kendisine bilgi verilen 6'ncı Mekanize Piyade Tümen Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) nöbetçi savcısı, delillerin tespiti ve muhafazası için gerekli tedbirlerin alınması talimatını vermiş; ardından kendisi de önce İskenderun Devlet Hastanesine, akabinde de olayın meydana geldiği yere giderek incelemelerde bulunmuştur. Askerî savcı, Yusuf Doğan'ın intiharını gören erler ile diğer bazı askerlerin ifadelerini almıştır. İfadesi alınan Er K. özetle olay günü 00-00 saatleri arasında müteveffa ve Onbaşı O.K. ile birlikte nöbetçi olduklarını, nöbet yerine gitmeden önce hep beraber doldur boşalt istasyonuna giderek doldur boşalt yaptıklarını, daha sonra nöbet yerine doğru yürümeye başladıklarını, müteveffanın yol boyunca önceki gün nöbet yerinde İkm.Ütğm. K.ye yakalanmasını anlattığını, yorgun olduğu için sadece beş dakika oturduğunu söylediğini, müteveffanın bu olay nedeniyle askerliğinin uzayacağından endişe ettiğini, kendisinin de müteveffayı teskin etmeye çalıştığını, akabinde nöbet kulesine girdiklerini, nöbeti devredecek olan askerlerin geç kalmalarını kastederek (nöbet yerine yaklaşık 45'te ulaşıldığı için) Yusuf'a "Ne oldu?" diye sorduğunu, Yusuf da "Vehbi uzman bizi çalıştırdı" deyince Onbaşı O.K.nin araya girdiğini ve iş yapıldığından dolayı geç kalındığını söylediğini, bu esnada üç dört el mermi sesi duyduğunu, korkudan hafif eğilip ses gelen tarafa baktığında üç dört metre uzaklıkta bulunan Yusuf Doğan'ı silahını sağ eliyle kabzasından kavramış vaziyette, ayakta ve başının sağ tarafına silahın namlusunu dayamış şekilde gördüğünü, Yusuf'a "Dur, yapma" dediği anda Yusuf'un tetiği çektiğini ve merminin Yusuf'un başından çıktığını gördüğünü, olaydan hemen sonra ambulans çağrıldığını, olayı komutanlarına haber vermek için bölük binasına doğru koşarken İkm. Ütğm. K. ile İkm. Bçvş. K.G.yi olay yerine koşarlarken gördüğünü, onlara "Yusuf kafasına sıktı" dedikten sonra onların da olay yerine daha hızlı koşarak gittiklerini belirtmiştir. Dinlenen diğer tanıklar da olay anına ilişkin benzer yönde beyanda bulunmuşlardır. Olayın hemen sonrasında resen başlatılan soruşturma kapsamında olay yeri incelemesi ile ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılmış, olay yerinde bulunan deliller muhafaza altına alınmıştır. Yapılan otopsi sonucunda hazırlanan raporun sonuç kısmı şöyledir:" (...)1-) Kimya İhtisas Dairesinin toksikoloji raporuna göre; kanda alkol (etanol-metanol) bulunmadığı, kan, idrar ve iç organ parçalarında aranan uyutucu-uyuşturucu ve toksik maddelerden hiçbirinin bulunmadığı,2-) Kişinin vücudunda 1 (bir) adet ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası bulunduğu, müstakilen öldürücü olduğu,3-)Ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası cilt, cilt altı bulgularına göre; atışın bitişik atış mesafesinden yapıldığı,4-)Cesetten mermi çekirdeği elde edilemediği, 5-) Kişinin hastaneye sevki sırasında içinde bulunduğu ambulansın kaza yapması sonucu herhangi bir öldürücü travmaya maruz kalmadığı, mevcut sıyrıkların ölüme müessir olmadığı,6-) Kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası kemik kırıklarıyla beraber beyin doku harabiyeti ve kanaması sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatini bildirir rapordur." Olay yerinde bulunan ve muhafaza altına alınan silah, boş kovanlar ve diğer deliller üzerinde kriminal inceleme gerçekleştirilmiştir. İnceleme neticesinde düzenlenen uzman raporlarında müteveffanın ölümü sonucunu doğuran ateşli silah yaralanmasının müteveffaya zimmetli "498525" seri numaralı silahla yapılan atıştan kaynaklandığı saptanmıştır. Müteveffanın nöbet arkadaşlarına ait svaplar üzerinde atış artıklarına rastlanmamış iken müteveffanın el ve yüz bölgesinden alınan svaplar üzerinde atış artıkları tespit edilmiştir. Başvuruculardan Abdullah Doğan; Askerî Savcılığa sunduğu bir dilekçe ile oğlunun kendisine intihar edeceğini söylemesi nedeniyle olay günü santrali arayarak İkm. Ütğm K. ile telefonla görüştüğünü, oğlunun kendisine intihar edeceğini söylediğini İkm. Ütğm. K.ye bildirdiğini, İkm. Ütğm. K.nin bu durumu düzelteceğini söylemesi üzerine rahatladığını ancak oğluyla ilgilenmediğini belirterek özellikle İkm. Ütğm. K.den şikâyetçi olmuştur. Askerî Savcılık, bu konu hakkında çeşitli araştırmalar yapmış ve başvuruculardan Abdullah Doğan ile İkm. Ütğm. K.nin olay günü saat 38'de 468 saniyelik bir görüşme gerçekleştirdiğini tespit etmiştir. Askerî Savcılık, trafik kazası hakkında da çeşitli araştırmalar yapmış ve bilirkişi raporu almıştır. Alınan 11/11/2011 tarihli bilirkişi raporunda kazanın yol üzerindeki olumsuzluklardan kaynaklandığı ve sürücü marifetiyle giderilemeyeceği, ambulans sürücüsünün kazada kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Askerî Savcılık 31/5/2012 tarihli ve E.2012/132, K.2012/68 sayılı kararıyla soruşturma kapsamında elde ettiği verileri değerlendirerek müteveffa Yusuf Doğan'ın nöbet yerinde saat 45'te kendisine zimmetli 498525 seri numaralı G-3 piyade tüfeğini ateşlemek suretiyle yaralandığı ve akabinde yaşamını kaybettiği, müteveffayı intihara azmettiren, teşvik eden bir kimsenin bulunmadığı, anılan olayda ceza hukuku kapsamında suç teşkil edecek davranışı bulunan bir kişiye rastlanmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık, yaşanan trafik kazasında Yusuf Doğan'ın öldürücü bir travmaya maruz kalmadığını ve söz konusu kazada sürücünün bir kusurunun bulunmadığını belirten bilirkişi raporlarını dikkate alarak bu yönden de herhangi bir suçun oluşmadığı sonucuna ulaşmıştır. Askerî Savcılık ayrıca başvuruculardan Abdullah Doğan ile İkm. Ütğm. K. arasında olay günü yapılan görüşme saati ile olay saatini dikkate alarak İkm. Ütğm. K.nin başvurucunun uyarıları ile ilgili olarak gerekli adımları atacak zamanı kalmadığını belirtmiş ve bu konuda bir ihmalin bulunmadığını değerlendirmiştir. Başvurucuların anılan karara yaptığı itiraz, Kara Kuvvetleri Komutanlığı 5'inci Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinin (Askerî Mahkeme) 17/12/2012 tarihli ve E.2012/828, K.2012/494 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular, maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle Millî Savunma Bakanlığına müracaat etmiştir. Millî Savunma Bakanlığı dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek başvuruyu zımnen reddetmiştir. Başvurucular, zımni ret üzerine 28/5/2012 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi(AYİM) nezdinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine 000 TL maddi, 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL talepli tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 29/5/2013 tarihli ve E.2013/120, K.2013/650 sayılı karar ile başvurucuların dilekçesini, Yusuf Doğan'ın ölümü ile kötü muamele gördüğü iddiaları hakkında yürütülen ceza soruşturmalarında bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak davanın kısmen kabulüne ve başvurucular lehine 000 TL maddi, 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminata yasal faizi ile birlikte hükmetmiştir. Anılan kararın esasa ilişkin ilgili kısmı şöyledir:"(...)...davalı idare ajanının müteveffaya karşı hukuka aykırı eylemiyle (asta müessir fiil) birlikte, müteveffanın dış dünyaya yansıyan intihar eğilimine (söz ve davranışlarına) rağmen gerekli tedbirlerin alınmaması ve kurulan can dostu sisteminin iyi işletilmemesi sebebiyle müteveffanın ölümü ile sonuçlanan olayda kısmen de olsa idarenin hizmet kusuru bulunduğu anlaşılmış ve bu suretle davacıların zararlarının davalı idarece karşılanması gerektiği, ancak ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu gerçekleşmesi nedeniyle, müteveffanın da müterafik kusurunun bulunduğundan, zarar miktarında Türk Borçlar Kanunu'nun 52'inci maddesi uyarınca uygun miktarda tenkis uygulanması sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.Müteveffanın intiharından dolayı babaya ve anneye yarar kabul edilebilecek herhangi bir yasal ödeme yapılamayacağından, mahkememizce bu hususun araştırılması cihetine gidilmemiştir.Maddi tazminat isteminde bulunan davacı baba ve annenin maddi zararlarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş, resen seçilen bilirkişi tarafından düzenlenerek mahkememize ibraz edilen 2013 tarihli bilirkişi raporunda; davacı baba Abdullah Doğan'ın 812,00 TL, davacı anne Meryem Doğan'ın ise 652,00 TL maddi tazminat hak edişinin mevcut olduğu bildirilmiştir.Taraflara tebliğ edilen ve itiraz edilmeyen bilirkişi raporu Mahkememizde kabul edilen kıstaslara, ilmi ilerilere ve yerleşmiş içtihatlara uygun bulunduğundan bilirkişi raporu doğrultusunda uygulama yapılmıştır.Davacı anne ve babaya, müşterek çocuklarını kaybetmeleri nedeniyle duydukları ve ömür boyu duyacakları acı ve ıstırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla, olayın meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları, paranın alım gücü ve işletilecek yasal faizi ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte uygun miktarda manevi tazminat verilmesi kabul edilmiştir." Başvurucuların anılan karara karşı yaptığı karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 13/11/2013 tarihli ve E.2013/1472, K.2013/1256 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar 11/12/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 23/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesi şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi şöyledir: “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” 1602 sayılı Kanun’un “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kararlarının sonuçları” başlıklı maddesi şöyledir: “Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl eder. Bu kararlar aleyhine, ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına başvurulabilir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, altmış gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Mahkeme ilamlarının icaplarına göre eylem ve işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılabilir. Tam yargı davaları hakkındaki kararlar, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/129 | Başvuru, idarenin hizmet kusuru neticesinde askerde intihar olayının meydana gelmesi ve bu olay üzerine idare aleyhine açılan tam yargı davasında hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutuklama kararına istinaden çıkarılan yakalama emri doğrultusunda ceza infaz kurumuna konulduğunu, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti olmadığı hâlde 25/9/2012 tarihinden beri tutuklu olması nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 30/11/2012 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun da aralarında bulunduğu 143 kişi hakkında 11/11/2011 tarihli iddianame ile dava açmıştır. İddianamede başvurucunun, EK-D isimli “Öncelikli ve Özellikli Görevlendirme Listesi” başlıklı belgede isminin geçtiği, Ege’de bulunan ada ve adacıklar ile ilgili yapılacak eylem planlarını organize ve icra etmek üzere oluşturulan “Aydın” alt çalışma grubu içinde yer aldığı, diğer şüphelilerle toplantılar düzenledikleri, toplantıda konuşulan konuları tutanak düzenlemek sureti ile kayıt altına aldıkları, ayrıca ferdi olarak grup içinde çalışma yaptığı, dönemin Sahil Güvenlik Komutanının tevkifi işlemlerinde görevlendirildiği, operasyonel faaliyetlerin tespit edilmesi amacıyla oluşturulan çalışma grubunda yer aldığı, İç Tehdit alanında görevlendirildiği, “okyayldoc” isimli belgenin dijital kullanıcı yollarında isminin bulunduğu, bu nedenlerle “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs” ettiği iddiası ile cezalandırılması talep edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/9/2012 tarihli kararıyla başvurucunun 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri gereğince 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında yakalama emri çıkartılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında çıkarılan yakalama emri doğrultusunda 25/9/2012 tarihinde tutuklanarak ceza infaz kurumuna konulmuştur. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, ancak itirazı Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2012 tarihinde reddetmiştir. Karar başvurucuya 22/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Redde ilişkin gerekçede, başvurucunun sabit görülen eylemi sebebiyle verilen cezanın miktarı, mahkûm olunan suçun tutuklama nedeni var kabul edilen katalog suçlardan olması, bir kısım sanıkların yargılama aşamasında olduğu gibi karar sonrasında kaçmaya yönelik eylemlerde bulunması nedeniyle tutukluluk halinin devamını gerektiren şartların geçerliliğini sürdürdüğü ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı vurgulanmıştır. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 9/10/2013 tarih ve E.2013/9110, K.2013/12351 sayılı ilamıyla onanmıştır.B. İlgili Hukuk İsnat olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur …” Aynı Kanun’un maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1011 | Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutuklama kararına istinaden çıkarılan yakalama emri doğrultusunda ceza infaz kurumuna konulduğunu, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti olmadığı hâlde 25/9/2012 tarihinden beri tutuklu olması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, tam yargı davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Öncesi Başvurucunun sahibi olduğu sürücü kursu hakkında başlatılan soruşturma sonucunda, kanuna aykırı ve usulsüz işlemler yapıldığı gerekçesiyle Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü tarafından sürücü kursunun kapatılmasına ve sürücü kursu açma izninin iptal edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemlerin iptali talebiyle 22/4/2005 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde ( İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 15/2/2006 tarihli kararıyla sürücü kursunun kapatılmasına ilişkin işlem yönünden davanın reddine, sürücü kursu açma işleminin iptal edilmesi işlemi yönünden davanın kabulüne karar vermiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin (Sekizinci Daire) 16/3/2007 tarihli kararıyla İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. İdare Mahkemesi 16/1/2008 tarihli kararı ile bozma kararına uymak suretiyle davanın kabulüne karar vermiştir. Söz konusu karar Sekizinci Dairenin 11/9/2009 tarihli kararıyla onanmıştır.B. Bireysel Başvuruya Konu Yargı Süreci Başvurucu; İdare Mahkemesinin iptal kararı üzerine iptal edilen işlemler nedeniyle 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebiyle 24/8/2010 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Mahkeme tarafından zararın tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Mahkeme dosya kapsamındaki bilirkişi raporunu da esas almak suretiyle 20/12/2013 tarihinde 132,25 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinin kabulüne karar vermiştir. Başvurucunun temyiz başvurusu üzerine Sekizinci Dairenin 30/4/2015 tarihli kararıyla Mahkeme kararının maddi tazminata uygulanan faize ilişkin kısmının hukuka aykırı olduğu ve manevi tazminata hükmedilebilmesi için ağır hizmet kusurunun bulunması gerektiği gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir. Mahkeme 27/6/2016 tarihli kararıyla 730,98 TL maddi tazminatın meydana geldiği dönemi (ay/yıl) izleyen dönemden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte kabulüne, manevi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Anılan karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 25/5/2017 tarihli kararıyla davalı idarenin temyiz başvurusunun reddine, başvurucunun temyiz başvurusunun vekâlet ücreti yönünden kabulüne, diğer temyiz itirazlarının ise reddine karar verilmiştir. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 4/10/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 22/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 21/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel Başvuru Sonrasına İlişkin Süreç Vekâlet ücreti yönünden yapılan yargılamaya ilişkin Mahkemenin 25/12/2018 tarihli kararı, Sekizinci Dairenin 26/11/2019 tarihli kararı ile onanmıştır. Davalı idarenin vekâlet ücretine dair temyiz kararına ilişkin karar düzeltme talebi üzerine dava aynı Dairede derdest bulunmaktadır. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37129 | Başvuru, tam yargı davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, vergi ve vergi cezası salınması işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesinin ve maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 10/5/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonun 14/1/2015 tarihli kararıyla aynı başvurucuya ait 2013/3247, 2013/3248 ve 2013/3249 başvuru numaralı dosyaların 2013/3244 numaralı dosya ile birleştirilmelerine, incelemenin 2013/3244 numaralı dosya üzerinden sürdürülmesine ve belirtilen dosyaların kapatılmalarına karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/4/2015 tarihli yazısında, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Edremit ilçesi Akçay beldesi Naim Süleymanoğlu İlköğretim Okulunda bulunan kantini okul aile birliğinden kiralayarak işletmektedir. Edremit Vergi Dairesi Müdürlüğünce (Müdürlük), başvurucunun, 2006, 2007 ve 2009 yılları , , , , , , , ve vergilendirme dönemleri ile 2010 yılı , , ve vergilendirme dönemlerinde kira ödemesinden katma değer vergisi (KDV) tevkifatı yapıp sorumlu sıfatıyla beyanname vermediği tespit edilmiş ve başvurucunun dosyası takdir komisyonuna sevk edilmiştir. Takdir komisyonu tarafından, ödenen kira tutarı esas alınmak suretiyle matrah takdir edilmiş ve Müdürlükçe yukarıda belirtilen vergilendirme dönemleri için bir kat vergi ziyaı cezalı KDV tarhiyatı yapılmıştır. Başvurucu tarafından, 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrasının (d) bendine göre iktisadi işletmelere dâhil olmayan gayrimenkullerin kiralanmasının KDV’den istisna edildiği, okul aile birliklerinin tüzel kişiliğinin ve iktisadi işletme niteliğinin bulunmadığı ileri sürülerek vergi ve cezanın kaldırılması istemiyle Balıkesir Vergi Mahkemesinde her yıl için ayrı dava açılmıştır. Balıkesir Vergi Mahkemesi 17/4/2012 tarihli ve E.2011/908, K.2012/371 sayılı; 17/4/2012 tarihli ve E.2011/909, K.2012/368 sayılı; 17/4/2012 tarihli ve E.2011/911, K.2012/369 sayılı; 17/4/2012 tarihli ve E.2011/912, K.2012/370 sayılı kararlarıyla davaları reddetmiştir. Mahkeme kararlarının ilgili kısmı şöyledir: "..., Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 17/4-d bendinde, iktisadi işletmelere dâhil olmayan gayrimenkullerin kiralanması işlemleri katma değer vergisinden istisna edilmiş olup, davacının işletmekte olduğu kantinin bulunduğu yer olan okulun mülkiyetinin Okul Aile Birliğine değil Hazineye ait olması ve yukarıda belirtilen yönetmelik hükmünde kantin işletme hakkının okul aile birliğince bizzat veya işletme hakkının kiralanması suretiyle kullanılabileceği belirtildiğinden yapılan kira ödemelerinin gayrimenkul kira ödemesi olarak nitelendirilmesi mümkün bulunmamaktadır. Nitekim Katma Değer Vergisi Yasası’nın “verginin konusunu teşkil eden işlemler” başlıklı maddesinin 3-f bendinde yapılan atıf gereği Gelir Vergisi Kanunu’nun maddesi incelendiğinde gayrimenkullerin kiraya verilmesinin yanı sıra telif hakkı, işletme hakkı gibi başka mal ve hakların kiraya verilmesi işleminin de katma değer vergisine tabi tutulduğu, Katma Değer Vergisi Yasası’nın Maddesinin 4-d bendinde ise Gelir Vergisi Yasası’nın maddesinde yer alan mal ve haklardan sadece (iktisadi işletmeye dahil olmayan) gayrimenkullerin kiralanması faaliyetinin istisnaya tabi tutulduğu, maddedeki gayrimenkul dışındaki diğer mal ve hakların kiralanması faaliyetinin ise iktisadi işletmeye dahil olsun veya olmasın katma değer vergisine tabi olduğu, anlaşıldığından, her ne kadar davacı tarafından okul aile birliklerinin iktisadi işletme niteliğinde olmadığı ve bu nedenle iktisadi işletmeye dahil olmayan işletme hakkının kiraya verilmesi işleminin istisna kapsamında olduğu iddia edilmekte ise de yukarıda belirtilen gerekçeler ile uyuşmazlıkta gayrimenkul kiralama işlemi yerine işletme hakkı kiralama faaliyeti bulunduğundan ve işletme hakkının kiralanması faaliyetinin katma değer vergisinden istisna edildiğine ilişkin yasada istisna hükmü yer almadığından, okul aile birliğinin iktisadi işletme niteliği bulunmasa dahi dava konusu yapılan işletme hakkı kira ödemelerinden katma değer vergisi tevkifatı yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır." Bu kararlara yapılan itirazlar Bursa Bölge İdare Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli; karar düzeltme talepleri de aynı Mahkemenin 7/3/2013 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Kararlar başvurucu vekiline 11/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 10/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer yandan Müdürlüğün başvurucuya gönderdiği 17/1/2013 tarihli ve 1827 sayılı yazıda, vadesi geldiği halde ödenmeyen vergi borçları nedeniyle bir araca ve bir gayrimenkule haciz konulduğu bildirilmiştir. Müdürlüğün başvurucuya gönderdiği 18/1/2013 tarihli ve 2570 sayılı yazıda ise, dava konusu yapılıp 2011/908-909-910-911-912 esaslarına kayıtlı dosyalarda görüşülen 2006-2007-2008-2009-2010 yıllarına ait işyeri kiraları dolayısıyla verilmesi gereken beyannamelerin verilmemesi nedeniyle tarh edilen vergi ve cezalara ilişkin davaların Müdürlük lehine sonuçlandığı, bu sebeple anılan yıllara ait vergi ve cezalar için düzenlenen ödeme emrine karşı açılan davanın ise Balıkesir Vergi Mahkemesinin 2012/711 sayılı esasına kayıt edildiği, borcun ödenmesi, açılan davaların kazanılması veya haciz işlemi hakkında yürütmeyi durdurma kararı verilmesi durumunda haczin kaldırılacağı bildirilmiştir. Ödeme emrinin iptali istemiyle Balıkesir Vergi Mahkemesinde görülen dava, Mahkemenin 26/3/2013 tarihli ve E.2012/711, K.2013/192 sayılı kararı ile reddedilmiş, karara karşı yapılan temyiz başvurusu ise halen sonuçlanmamıştır.B. İlgili Hukuk 3065 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Türkiye'de yapılan aşağıdaki işlemler katma değer vergisine tabidir: Ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler,… Diğer faaliyetlerden doğan teslim ve hizmetler:… f) Gelir Vergisi Kanununun 70 inci maddesinde belirtilen mal ve hakların kiralanması işlemleri,...” Aynı Kanun’un maddesinin (4) numaralı bendi şöyledir: “ Diğer İstisnalar:…d) İktisadi işletmelere dahil olmayan gayrimenkullerin kiralanması işlemleri ile Sağlık Bakanlığına bağlı hastane, klinik, dispanser, sanatoryum gibi kurum ve kuruluşların yapacağı Gelir Vergisi Kanununun 70 inci maddesinde belirtilen mal ve hakların kiralanması işlemleri,…” 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Aşağıda yazılı mal ve hakların sahipleri, mutasarrıfları, zilyedleri, irtifak ve intifa hakkı sahipleri veya kiracıları tarafından kiraya verilmesinden elde edilen iratlar gayrimenkul sermaye iradıdır:… Gayrimenkullerin, ayrı olarak kiraya verilen, mütemmim cüzileri ve teferruatı ile bilümum tesisatı, demirbaş eşyası ve döşemeleri; Gayrimenkul olarak tescil edilen haklar;…Tüccarlara ait olsa dahi, işletmeye dahil bulunmayan gayrimenkullerle haklar hakkında bu bölümdeki hükümler uygulanır.…” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3244 | Başvuru, vergi ve vergi cezası salınması işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesinin ve 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 1 |
Başvuru, başka hastaneye geç nakledilme ve organizasyon bozukluğu sonucu gerçekleşen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun babası A. kaldırıldığı hastanede 15/7/2012 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Başvurucu, annesi ve kardeşi ile birlikte bireysel başvuruda dile getirdiği iddialarla olayda idarenin hizmet kusurunun bulunduğunu belirterek Aksaray İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi Adli Tıp Kurumundan temin edilen bilirkişi raporu sonrasında olayda hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle 31/12/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... Uyuşmazlıkta, davacıların murisi olan [A.nın] ölümü olayında, şahsın ölümüne iddia edildiği gibi zamanında müdahale edilmemesinin, gerekli tedavilerin yapılmamasının ve zamanında sevk edilmemesinin mi sebep olup olmadığı, iddia edilen bu hususlar ile [A.nın] ölümü arasında uygun illiyet bağı olup olmadığı, böyle bir durum varsa bu hususun hizmet kusuru olup olmadığının, hizmet kusuru ise davalı idarenin hangi oranda hizmet kusuru bulunduğunun tespiti teknik bilgi ve uzmanlık gerektirdiğinden; ... dosyanın Adli Tıp Kurumu'na gönderildiği ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Adli Tıp İhtisas Kurulu’nca hazırlanan... raporunda özetle; 'Tıbbi belgelerinde kayıtlı verilere göre kişinin 2012 tarihinde sabah saatlerinde kalbinden rahatsızlanması nedeni ile ambulans ile Aksaray Devlet Hastanesine saat 10:25'te ulaştırıldığı, arrest halde geldiği, ilk ve acil yardım uzmanı Dr. [A.A.S.] tarafından değerlendirilerek hemen CPR uygulandığı, nabız alınmaya başladığı, Kardiyoloji Uzmanı Dr. [A.A.]dan konsültasyon istendiği, 10:41'de kan tahlilleri yapıldığı, 10:57'de Beyin Tomografisi çekildiği,... Kardiyoloji konsültasyonunda; bilinen kalp hastalığı olmadığı, birkaç gündür göğüs ağrısı olduğu, EKG de inferior Mİ ve ST elevasyonu olduğu, spontan solunum olmadığı, ventilatöre bağlı olduğu, koroner yoğun bakımda ventilatör bulunmadığı için başka yoğun bakımda takip edilmesi uygun olduğu, ... Ankara'ya acilen hava ambulansı ile sevkinin planlandığı, hastanın sevk işlemleri için 112 sevk birimine faks çekildiği, saat 15:20'de hava ambulansı onayı alındığı, ancak hava ambulansının yakıt ikmali yaptığının, bu nedenle geciktiğinin, daha sonra akşam olduğundan hava ambulansının hastayı taşımasının mümkün olmadığının, bu nedenle gelemeyeceğinin ifade edildiği, 16:22'de Uzm. Dr [A.A.nın] karayolunu tercih ettiğinin belirtildiği, bu nedenle hava ambulansı yerine kara ambulansı ile sevk edilerek saat 17:00 da Ankara'ya doğru yola çıkıldığı, hastanın Sincan Özel [K.] Hastanesine götürüldüğü, burada saat 21:34 te Kardiyoloji tarafından değerlendirildiği, GD kötü, bilinç kapalı, entübe,... olduğu YBÜ ye alındığı, entübe, solunum cihazına bağlı olarak takipte olduğu, ... mevcut nörolojik tablo ve kardiyak açıdan stabil seyretmesi nedeniyle girişim planlanmadığı, reanimasyon ünitesinde takibine başlandığı, Basamak hasta olarak kabul edildiği, kabulde bilinci kapalı, kooperasyonu olmadığı, ... spontan solunum eforu olmayan hasta SIMV modda mekanik ventilatöre bağlandığı, takiplerine devam edilen ve durumunda düzelme olmayan hasta 15/07/2012 günü saat 19:15 te kardiyakk arrest geliştiği,... hasta saat 20:00 de exitus kabul edildiği, dikkate alındığında; kişinin tedavisi için götürüldüğü hastanede uygun bir şekilde yeniden canlandırma işlemi uygulandığı, cevap alındığında uygun takip ve tedavisine başlanıldığı, sevk kararının uygun olduğu, kişinin kalp ve solunumunun hastaneye getirilmesinden önce durması nedeniyle hipoksik beyin hasarı oluştuğu, sevk koşulları sağlanarak sevkinin yapıldığı, uygun bir şekilde sevkinin de ... sağlandığı dikkate alındığında, tedavi olduğu hastanelerde kişinin muayene, takip ve tedavisinde görev alan hekimlere ve yardımcı sağlık personeline, hastane idaresine atfı kabil kusur bulunmadığı o birliğiyle mütalaa olunur.' şeklinde görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.Bu durumda, yukarıda yer verilen Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Adli Tıp İhtisas Kurulu’nca hazırlanan... bilirkişi raporunda yer verilen tespitler kapsamında uyuşmazlığın değerlendirilmesinden; [A.nın] hastaneye daha götürülmeden önce arrest olduğu, tedavisi için götürüldüğü Aksaray Devlet Hastanesi'nde yeniden canlandırma işlemi yapıldığı, cevap alındığında uygun takip ve tedavisine başlanıldığı, kişinin kalp ve solunumunun hastaneye getirilmesinden önce durması nedeniyle hipoksik beyin hasarı oluştuğu, sevk koşulları sağlanarak sevkinin yapıldığı, sevkinin uygun bir şekilde sağlandığı dikkate alındığında, [A.nın] tedavi olduğu hastanelerde kişinin muayene, takip ve tedavisinde görev alan hekimlere ve yardımcı sağlık personeline, hastane idaresine atfı kabil kusur bulunmadığı sonucuna varılmış olup, davacıların tazminat isteminin kabul edilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.." Başvurucu tarafından temyiz edilen söz konusu karar, Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) tarafından 7/12/2015 tarihinde maddi tazminat talebine ilişkin kısım bakımından onanmış, manevi tazminat talebine ilişkin kısım bakımından ise bozulmuştur. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... Dava konusu olayla ilgili olarak alınan Adli Tıp Raporunda Aksaray Devlet Hastanesi Kroner Yoğun Bakım Ünitesinde ventilatör bulunmadığı için hastanın ventilatör olan başka bir yoğun bakımda takip edilmesininuygun olduğu görüşüyle sevkine karar verildiğinin belirtildiği, Sağlık Bakanlığı'nca hazırlanarak 2007 tarihinde yürürlüğe giren 2007/73 sayılı Yoğun Bakım Ünitelerinin Standartları başlıklı Genelge ile Basamak Yoğun Bakım Ünitesinde bir Ventilatör'ün bulunmasının zorunlu olduğu hususu dikkate alındığında, Kroner Yoğun Bakımda Ünitesinde zorunlu olmasına rağmen ventilatör cihazının bulunmaması bir eksiklik olup, bu duruma göre sunulan sağlık hizmetinde eksiklik bulunduğu açık olmakla birlikte, bu eksikliğin ölüme katkısının olup olmadığının bilinememesi nedeniyle, idari eylemle zarar arasında nedensellik bağı kurulamamaktadır. Dolayısıyla bu aşamada maddi tazminata hükmedilmesinin koşulları oluşmadığından, maddi tazminat isteminin kabulüne olanak bulunmamaktadır.Öte yandan, Adli Tıp Kurumu Raporunda açıkça davacıların yakınına uygulanan tıbbi tedavide eksiklik bulunduğu belirtilmekte olup; davacıların yakınına, tıbbın gereklerine aykırı uygulama yapıldığı saptanmış bulunmaktadır.Bu durum, davacılar yakınının hayatını kaybetmesinde etkili sebep olmasa bile, yürütülen sağlık hizmetinin gereği gibi işlemediğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla davacıların yakını için sunulan yetersiz sağlık hizmeti nedeniyle duyulan sıkıntı ve üzüntünün kısmen de olsa hafifletilebilmesi amacıyla davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekmekte olup; temyize konu kararın manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmında hukuka uyarlık görülmemiştir..." Başvurucu ile Sağlık Bakanlığının karar düzeltme taleplerinin Daire tarafından 8/6/2017 tarihinde reddedilmesi üzerine İdare Mahkemesi 16/11/2017 tarihli kararla başvurucu lehine 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Bununla birlikte, Adli Tıp Kurumu Raporunda açıkçadavacıların yakınına uygulanan tıbbi tedavide eksiklik bulunduğu belirtilmekte olup; davacıların yakınına, tıbbın gereklerine aykırı uygulama yapıldığı saptanmış bulunmaktadır.Bu durum, davacılar yakınının hayatını kaybetmesinde etkili sebep olmasa bile, yürütülen sağlık hizmetinin gereği gibi işlemediğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla davacıların yakını için sunulan yetersiz sağlık hizmeti nedeniyle duyulan sıkıntı ve üzüntünün kısmen de olsa hafifletilebilmesi amacıyla davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinden, takdiren her bir davacı için 000,00-TL olmak üzere toplam 000,00-TL manevi tazminatın ... davalı idare tarafından tazmin edilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır..." Kararın Sağlık Bakanlığınca temyiz edilmesi üzerine karar, Dairenin 24/4/2018 tarihli kararıyla onanmıştır. Sağlık Bakanlığının karar düzeltme talebi Dairenin 19/2/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 14/6/2019 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 17/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21873 | Başvuru, başka hastaneye geç nakledilme ve organizasyon bozukluğu sonucu gerçekleşen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, vergi mahremiyeti gerekçesiyle avukatların kendi müvekkillerine ait vergi dosyalarını incelemeyeceğine dair idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, vergi mahremiyeti nedeniyle avukatların kendi müvekkillerine ait vergi dairelerindeki dosyaları üzerinde inceleme yapma yetkilerinin bulunmadığına, bu konuda vekâletnamede özel yetki bulunması şartıyla ve vergi mahremiyeti kapsamında olmaması hâlinde ancak yazılı olarak bilgi verilebileceğine ilişkin olarak Vergi Dairesi Başkanlığı Mükellef Hizmetleri Usul Grup Müdürlüğünün işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. İdare mahkemesi, işlemin iptaline karar vermiş; Danıştay 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanu'nun maddesindeki vergi mahremiyetine ilişkin özel düzenleme karşısında avukatın müvekkilinin vergi dosyasında bulunan bilgi ve belgeleri inceleyerek örneğini alabilmesinin özel bir vekâletname sunması hâlinde mümkün olabileceğini belirterek hükmü sonucu itibarıyla onamış ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu; avukatların vekâletname ibraz etmeleri hâlinde müvekkilleriyle ilgili her türlü bilgi ve belgeyi inceleme, bilgi ve belgelerden örnek alma yetkisine sahip olduğunu, yargılama faaliyetinin adil ve hakkaniyete uygun olarak gerçekleştirilebilmesi için bunun zorunlu olduğunu, avukatların müvekkillerine ait vergi kayıtları üzerinde inceleme yapma yetkisinin sınırlandırılmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, nihai hükmü 7/2/2021 tarihinde öğrendikten sonra 25/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/13211 | 0 |
|
Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 1/11/2016 tarihinde gözaltına alınmış; 3/11/2016 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçlarından kamu davası açılmış; yargılama sonucunda 28/11/2017 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Beraat kararında başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmedilmemiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 21/2/2018 tarihli kararıyla başvurucu ile ilgili hüküm fıkrasını "960 TL vekalet ücretinin hazineden alınarak kendisini vekil ile temsil ettiren sanık Gülseren Çıtak'a verilmesine" ibaresini eklemek suretiyle düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; üç gün haksız yere gözaltında kaldığını, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması yöneticisi olmakla suçlanmasının ailesi ve kendisi nezdinde önemli manevi zararlara yol açtığını, suçlu muamelesi gördüğünü, sosyal çevresinde itibarının sarsıldığını, yargılama sürecinde avukatla temsil edildiğinden bu avukatlık giderinin maddi tazminata dâhil edilmesi gerektiğini belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltının haksız olduğu iddiasını beraat etmiş olmasına dayandırmıştır. Başvurucu beraat ettiği davada avukatına ödediği 000 TL'ye ilişkin 16/3/2017 tarihli serbest meslek makbuzunu ibraz etmiştir. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltının hukuki olup olmadığına ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun beraat etmiş olması nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi gereğince tazminat talep edebileceğini belirtmiş ve başvurucuya 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, vekâlet ücretine yönelik maddi tazminat talebini beraat kararı ile birlikte başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmedildiği gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu, yargılamada yaşadığı zorlu sürecin dikkate alınmadığını ve istediği tazminat miktarına göre çok cüzi bir miktara hükmedildiğini, yargılandığı davada ödediği vekâlet ücretinin maddi tazminata dâhil edilmemesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 10/12/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. 5271 sayılı Kanun'un "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır. " 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık ücreti” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Avukatlık ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder.…Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez." Yargıtay Ceza Dairesinin 21/1/2014 tarihli ve E.2013/27015, K.2014/1040 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...incelenen dosya kapsamına göre, davacının hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 9/2/2010 tarihinde yakalanıp gözaltına alınıp ertesi gün savunmasının alınmasından sonra nakti kefalet karşılığında serbest bırakılması ve yapılan soruşturma sonunda davacı hakkında, gözaltına alındığı suçtan 18/3/2011 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken 'davacının, kanuni gözaltı süresi içinde serbest bırakıldığı' gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi ... [kanuna aykırıdır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 27/5/2014 tarihli ve E.2014/5935, K.2014/12895 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...davacının uyuşturucu ticareti yapma ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçları nedeniyle 4/3/2007 günü gözaltına alındığı, 8/3/2007 – 5/6/2008 tarihleri arasında tutuklu kaldığı, yapılan yargılama sonunda davacı hakkında, tutuklandığı suçlar nedeniyle Erzurum ... Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... tarihli ilamıyla beraatine hükmedilmesi nedeniyle gözaltı ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi... [gerekir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 3/6/2014 tarihli ve E.2014/2232, K.2014/13556 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...davacı yönünden tazminat davasına dayanak teşkil eden ceza dava dosyasında yapılan yargılama sonucu verilip kesinleşen beraat kararı ile birlikte, beraatle sonuçlanmış suça ilişkin olarak yapılmış olan tutuklamanın haksız hale geldiğinin ve CMK'nın 100/ maddesi uyarınca tutuklama yasağı bulunan kasten yaralama suçlarından tutuklandığının anlaşılması nedeniyle koruma tedbirleri nedeniyle tazminat verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1-a ve devamı maddelerinde belirtilen şartların davacı yönünden gerçekleştiği gözetilip, uğranıldığı iddia olunan maddi ve manevi zararla ilgili makul bir tazminata hükmedilmesi gerekir." Yargıtay Ceza Dairesinin 4/5/2016 tarihli ve E.2015/11001, K. 2016/7842 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Ceza Muhakemesi Kanun’un 141/1-e maddesi ile 'Kanuna uygun olarak yakalandıktan sonra hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilenler için tazminat' ödenmesi kabul edilmiş olup, davacının uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçlaması nedeniyle şüpheli sıfatıyla 26/4/2011 günü saat 15:50 sıralarında yakalandığı ve akabinde karakola götürüldüğü, davacının şüpheli sıfatıyla kolluk tarafından ifadesi alındıktan sonra gözaltına alındığı ve ertesi gün serbest bırakıldığı, yapılan soruşturma sonunda davacı hakkında, gözaltına alındığı suç nedeniyle Antalya Ağır Ceza Mahkemesi’nin ... tarihli ilamıyla beraatine hükmedilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak sembolik bir miktar maddi ve manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken, 'davacının suç işleme eğilimi içerisinde bulunduğu, yoğun suç şüphesiyle gözaltına alındığı ve makul sürede içinde ifadesi alınıp serbest bırakıldığı' gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 9/6/2017 tarihli ve E.2016/3202, K.2018/19 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının, hakkında yapılan soruşturma sırasında üzerine atılı dağıtma sırasında cebir, şiddet veya tehditle mukavemette bulunma suçu nedeniyle 1 gün süreyle gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldığı, tazminat istemine konu olan Eskişehir Asliye Ceza Mahkemesi'nin... sayılı ceza dava dosyasında davacının gözaltına alınmasına konu olan suçla ile ilgili olarak beraatine hükmedilmesi nedeniyle CMK’nın ve devamı maddelerinde aranan tazminat davası şartlarının gerçekleştiği, davacının beraatine hükmedilen suç nedeniyle haksız yere gözaltında kaldığı ve bu nedenle uğradığını iddia ettiği maddi zararla ilgili olarak bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 18/1/2018 tarihli ve E.2017/8223 K.2018/19 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının, hakkında yapılan soruşturma sırasında üzerine atılı suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu nedeniyle yakalama işlemi yapıldığı, savunmasının alınmasını müteakip serbest bırakıldığı, tazminat istemine konu olan Ceyhan Asliye Ceza Mahkemesinin ... sayılı ceza dava dosyasında davacı hakkında yakalama işlemi yapılmasına konu olan suçla ile ilgili olarak beraatine hükmedilmesi nedeniyle CMK’nın ve devamı maddelerinde aranan tazminat davası şartlarının gerçekleştiği, davacının beraatine hükmedilen suç nedeniyle haksız yere yakalandığı ve bu nedenle uğradığını iddia ettiği maddi zararla ilgili olarak karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]" | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1554 | Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, Göçmen Konutları Projesi kapsamında satın alınan konutlar için avans olarak ödenen ve konut taksit ödemelerinden mahsup edilmeyen tutarların tahsili amacıyla açılan davaların alınan bilirkişi raporlarına aykırı olarak ve yeterli gerekçe ihtiva etmeden reddedilmesi, ayrıca davanın uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 23/12/2014 ve 24/12/2014 tarihlerinde Karacabey Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonlarca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan inceleme sırasında konusunun aynı olması nedeniyle 2014/20088 numaralı dosyanın 2014/20030 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, herhangi bir görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 1989 yılında zorunlu göçe tabi tutulmaları sonucu Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelmiş ve Türk vatandaşı olmuşlardır. Başvurucular, Başbakanlık ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) aleyhine muhtelif tarihlerde Ankara ve Tüketici Mahkemelerinde açtıkları davalarda, Türkiye'ye geldikten sonra Türkiye'nin değişik yerlerinde Göçmen Konutları Projesi kapsamında göçmen evlerinin yapıldığını, bu evlerden bir konuta sahip olmak için değişik miktarlarda peşinat ödediklerini belirtmişler ve ayrıca oturdukları konutların maliyet hesabı çıkarıldıktan sonra ödenen miktarların evin taksit miktarlarından mahsup edilmesi gerektiğini, mahsup işleminin gerçekleştirilmediğini ileri sürerek yatırılan tutarların günün ekonomik koşullarına göre güncellenerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla tahsilini talep etmişlerdir. Mahkemelerce istenen bilirkişi raporlarının dava dosyalarına sunulmasını müteakip başvurucular ıslah dilekçesi ile birlikte taleplerini, ilgili bilirkişi raporunda belirtilen güncellenmiş miktara kadar çıkarmışlardır. Başvurucuların bahse konu olan davalarında Mahkemelerce, değişik sayılı kararlara özetle başvurucuların konut almak üzere yaptıkları ödemeler konusunda çekişme olmadığı, başvurucuların konut almak üzere avans yatırdığı, yatırılan tutarların taksit ödemelerinden mahsup edildiğinin ispatlanamadığı, bu paraların banka nezdinde Devlet Bakanlığı adına açılan hesapta tutulduğu, bilahare bu hesabın TOKİ'ye devredildiği, denkleştirici adalet ilkesi dikkate alınarak başvurucularca yatırılan peşinatın ve avansın güncellenmiş tutarının iade edilmesi gerektiği şeklindeki gerekçelerle açılan davaların kabulüne karar verilmiştir. TOKİ ve Başbakanlık tarafından kararların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, İlk Derece Mahkemesi kararlarını davalılar lehine bozmuştur. Dairenin,başvurucu Güner Yıldırım tarafından açılan dava hakkındaki 19/1/2012 tarihli ve E.2012/1678, K.2012/726 sayılı kararı ile başvurucu Arif Aydoğmuş tarafından açılan dava hakkındaki 22/12/2011 tarihli ve E.2011/10316, K.2011/20017 sayılı kararın gerekçesi şu şekildedir:" ... Uyuşmazlık, davacının yaptığı peşin ödemenin maliyet hesabına göre borçlandığı anlaşılan davacı borcundan mahsup edilip edilmediği hakkındadır. Mahkemece, alınan bilirkişi raporunda soyut ifadelerle ödenen peşinatın mahsup edilmediğine ilişkin düşünce esas alınarak peşinatın güncelleştirilmiş değerinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. Yukarda açıklandığı üzere davalılar mahsup işleminin yapıldığını ve peşin ödemenin mahsup edildiğini savunmaktadır. Taraflar arasındaki borçlanma sözleşmesine göre davacının kullandığı kredi üzerinden borçlandığı anlaşılmaktadır. Buna karşılık yapılan maliyet hesaplarındagöçmen konutlarının şerefiyelendirmesi de gözetildiğinde maliyetlerin davacı borçlanmasının üzerinde kaldığı görülmektedir. Bu durumda mahkemece taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılarak, borçlandırma işleminin başlangıcında mahsuplaşma yapılıp yapılmadığı, konutun maliyet bedeli, borçlandırma bedelinden yüksek olduğu takdirde davacının maliyet bedelinden borçlanmayı kabul ettiği halde daha düşük miktarda borçlandırılmasının kabul edilebilir açıklaması yaptırılmalı, ödenmesi gereken taksitlerden mahsup işlemi yapılıp yapılmadığı dosya içindeki ve emsal dosyalardaki listeler ve yazışmalar değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir." Bozma üzerine yargılamaya devam edilmiş, bozma ilamına uyulmuş ve Mahkemeler her iki davanın reddine karar vermiştir. Başvuruculardan;i. Günay Yıldırım'ın açmış olduğu davada Ankara Tüketici Mahkemesinin 11/10/2012 tarihlive E.2012/537, K.2012/1528 sayılı kararının gerekçesi şu şekildedir:" Bozma doğrultusunda araştırma yapılmış, özellikle davalının mahsup savunması ile maliyet bedeli hususunda, "... maliyet bedeli, borçlandırma bedelinden yüksek olduğu takdirde daha düşük miktarda borçlandırılmasının kabul edilebilir açıklaması yaptırılmalı, ödenmesi gereken taksitlerden mahsup işlemi yapılıp yapılmadığı dosya içindeki ve emsal dosyalardaki listeler ve yazışmalar değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi (gerekir)." şeklindeki ifadeler doğrultusunda inceleme ve araştırma yapılmış, bu hususta bilirkişiden ek rapor alınıp dosyaya konulmuştur. Ek raporda belirtildiği üzere, gerek eldeki dava dosyasında gerekse benzer emsal dosyalarda satıma konu konutun maliyet bedelinin ortalama 000,00 TL olduğu, davacının borçlandığı tutarın ise 949,23 TL olduğu, başka bir anlatımla maliyet bedelinin borçlandırma tutarından daha yüksek olduğu anlaşılmıştır. Bilirkişi ek raporunda her ne kadar farklı bir hesaplama tarzına da yer verilmiş ise de; bunun resmi verilere değil spekülatif düşüncelere göre yapılması ve Mahkememizin diğer seri dosyalarında benimsenen esaslardan, ayrıca Yargıtay bozma ilamındaki bozma nedenlerinden ayrılması nedeniyle bilirkişinin kişisel görüşlerine itibar olunmamış, resmi verilere göre yapılan hesaplamaya itibar olunmuştur. Saptanan bu maddi olgulara göre, davacının maliyet bedelinin altında bir borçlanma ile konut satın aldığı, hal böyle iken peşin yatırılan avansın güncel uyarlanmış bedelinin talep edilmesinin taraflar arasındaki menfaat dengesine, sözleşme adaletine, TMK m. 4 de ifade edilen hakkaniyet ilkesine uygun düşmediği hususunda Mahkememize tam bir kanaat geldiğinden sübuta ermeyen davanın reddine ... karar vermek gerekmiştir."ii. Arif Aydoğmuş'un Ankara Tüketici Mahkemesinde açmış olduğu davada ise Yargıtayın konuya ilişkin daha önceki kararlarından birine (bkz. § 22) yer verilmiş, ayrıca taraflar arasında mahsuplaşmanın yapıldığını belirten 4/2/2013 tarihli bilirkişi raporu alınmıştır. Mahkeme 12/7/2013 tarihli ve E.2012/225, K.2013/1726 sayılı kararla aşağıda yer alan gerekçelerle davanın reddine karar vermiştir:"Dosyaya ibraz edilen Yargıtay Hukuk Daireinin 2012/11506 - 19874 E-K sayılı ilamı ile; "....gerek Devletin resmi kurumları arasındaki yazışmalardan, gerek hak sahiplerine ait liste başlıklı belge kapsamından ve gerekse aynı nedenlerle açılan ve reddedilip, dairelerinin incelemesinden de geçmek suretiyle kesinleşen dosya kapsamlarından da açıkça anlaşılacağı gibi davacının peşin ödediği paranın mahsubunun yapıldığı anlaşıldığı, bu durumda mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirdiği" belirtilmiştir.Devlet Bakanlığının resmi kurumları ve bankalar arasında yapılan yazışmalarda;T.Emlak Bankası A.Ş Genel Müdürlüğüne hiteben yazdığı yazıda; Bursa / Kestel 'de inşaa edilen konut hak sahiplerine teslim edildiği,konut sahibi olmak üzere işin başında yatırılan peşinat bedellerinin maliyet hesabından tenzil edildiğinin belirtildiğigörülmüştür.Dosyada mevcut deliller, tarafların beyanları, mahsuba ilişkin dosya içerisinde bulunan belgeler, davalı TOKİ yazısı, Emlak Bankası yazısı, Devlet Bakanlığı yazıları, bilirkişi raporu ve tüm dosya içeriği, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2012/11506 - 19874 E-K sayılı ilamı çerçevesinde yapılan değerlendirmede; Göçmenevleri Projesi kapsamında davacılara tahsis edilen konutun, Bursa / Kestel 'deinşaa edilen konutlar arasında yer aldığı, davacının konut tesliminden önce ileride mahsuba esas olmak üzere peşinat olarak ödenen miktarın ilk taksitlerin ödenmesi aşamasında borçtan mahsup edildiğianlaşılmakla, davacının ödediği bedelin mahsup edilmesine dayalı olarak ödenen bedelin güncellenip iadesi talebi ile açılan davanın reddine..."Başvurucuların yukarıda belirtilen kararları temyiz etmeleri üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi değişik tarihli ilamlarıyla Derece Mahkemelerince verilen kararları onamıştır. Karar düzeltme talepleri de 13/11/2014 tarihinde reddedilmiş, nihai kararlar başvurucuların vekillerine 8/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 23/12/2014 ve 24/12/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Asıl borç tediye ile veya sair bir surette sakıt olduğu takdirde kefalet ve rehin ve sair fer'i haklar dahi sakıt olur." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Asıl borç ifa ya da diğer bir sebeple sona erdiği takdirde, rehin, kefalet, faiz ve ceza koşulu gibi buna bağlı hak ve borçlar da sona ermiş olur." 23/2/1995 tarihli ve 4077 sayılı mülga Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: "Bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak çıkacak her türlü ihtilaflara tüketici mahkemelerinde bakılır. Tüketici mahkemelerinin yargı çevresi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir. Tüketici mahkemeleri nezdinde tüketiciler, tüketici örgütleri ve Bakanlıkça açılacak davalar her türlü resim ve harçtan muaftır. Tüketici örgütlerince açılacak davalarda bilirkişi ücretleri, 29 uncu maddeye göre kaydedilen bütçede öngörülen ödenekten Bakanlıkça karşılanır. Davanın, davalı aleyhine sonuçlanması durumunda, bilirkişi ücreti 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre davalıdan tahsil olunarak 29 uncu maddede düzenlenen esaslara göre bütçeye gelir kaydedilir. Tüketici mahkemelerinde görülecek davalar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun Yedinci Babı, Dördüncü Faslı hükümlerine göre yürütülür." Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/9/2012 tarihli ve E.2012/11506, K.2012/19874 sayılı kararın ilgili kısmı şu şekildedir:" ... Ayrıca dosya içerisinde bulunan “Hak sahiplerine ait liste” başlıklı belgenin ve bu belgede yer alan hak sahiplerinin yatırılan peşinat tutarlarının, apartman kat ve daire numaraları ile birlikte borçlandırma tutarlarının kıyaslanması ve incelenmesinden de az peşinat ödeyen hak sahiplerinin daha yüksek miktarda, daha çok miktarda peşinat ödeyen hak sahibinin ise daha az miktarda borçlandırıldığı gözlemlenmektedir. Diğer taraftan dairemiz incelemesinden geçmek suretiyle kesinleşen ve aynı konuda Ankara Tüketici Mahkemesinde açılan 2010/107 esas ve 2011/114 esas sayılı dosyaların davacıları banka hesap cüzdanlarını, hesap cüzdanlarının suretlerini dosya ya ibraz etmişler, hesap cüzdanlarının incelenmesinden de gerekli mahsubun yapıldığı gözlemlenmiştir.Yukarıda özetlenen gerek Devletin resmi kurumları arasındaki yazışmalardan, gerek hak sahiplerine ait liste başlıklı belge kapsamından ve gerekse aynı nedenlerle açılan ve reddedilip, dairemizin incelenmesinden de geçmek suretiyle kesinleşen dosya kapsamlarından da açıkça anlaşılacağı gibi davacının peşin ödediği paranın mahsubunun yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/10/2015 tarihli ve E.2015/3651, K.2015/30027 sayılı kararının ilgili kısmı şu şekildedir:"Uyuşmazlık, davacının yaptığı peşin ödemenin maliyet hesabına göre borçlandığı anlaşılan davacı borcundan mahsup edilip edilmediği hakkındadır. Her ne kadar mahkemece davanın reddine karar verilmiş ise de; Yargılama sırasında alınan bilirkişi raporları hükme esas alınmaya yeterli görülmemesi üzerine taraflardan ve kurumlardan celbedilen yazı ve belgeler üzerinde yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılıp mahsup işleminin yapılıp yapılmadığı somut olarak kanıtlanması sağlanmadan sadece celbedilen yazılar ve belgelerdeki soyut ifadeler ve emsal dosyalar üzerine varsayıma dayalı olarak ödenen peşinatın mahsup edildiğinin kabulü yürürlükteki mevzuata ve evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır. Bu durum Anayasa Mahkemesi' nin 2014 tarih ve 2013/4495 Başvuru sayılı ilamında da açıkça belirtilmiştir. O halde mahkemece, ödenen peşinatın mahsup edilip edilmediği yönünde, tüm belgeler üzerinde taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılarak, ödenen peşinatın mahsup edildiği somut olarak kanıtlandığı takdirde davanın reddine şayet mahsup işlemi somut olarak kanıtlanamıyorsa davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken eksik inceleme sonucunda yanlış gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20030 | Başvurular, Göçmen Konutları Projesi kapsamında satın alınan konutlar için avans olarak ödenen ve konut taksit ödemelerinden mahsup edilmeyen tutarların tahsili amacıyla açılan davaların alınan bilirkişi raporlarına aykırı olarak ve yeterli gerekçe ihtiva etmeden reddedilmesi, ayrıca davanın uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, PKK terör örgütüne üye olma suçlamasıyla 6/10/2020 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, sorgusunun ardından 9/10/2020 tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu, tutuklama kararına yaptığı itirazın 20/10/2020 tarihinde reddedilmesinden sonra 19/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 11/2/2021 tarihinde başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulüyle birlikte yargılama Van Ağır Ceza Mahkemesinin E.2021/48 sayılı dosyasında başlamıştır. Başvurucu 2/4/2021 tarihinde tahliye edilmiştir. 18/11/2021 tarihinde başvurucu hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçundan yeni bir iddianame düzenlenmiştir. Bu dava Van Ağır Ceza Mahkemesinin E.2021/48 sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda birleşen dosyadaki terör örgütünün propagandasını yapma suçundan ve ana dosyadaki terör örgütüne üye olma suçundan başvurucunun 6/1/2022 tarihinde beraatine karar verilmiştir. Ana dosyadaki terör örgütü propagandası yapma suçundan ise başvurucunun 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Beraat kararı istinaf edilmeden 14/1/2022 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, beraat kararı kesinleştikten sonra tutuklama tedbiri nedeniyle tazminat davası açmıştır. Van Ağır Ceza Mahkemesi 13/9/2022 tarihinde başvurucuya 219,35 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35622 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. İkinci Bölüm tarafından 4/5/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Darbe teşebbüsüne karşı koyan güvenlik görevlileri ile bu teşebbüse tepki göstermek üzere sokaklara çıkan sivillere uçaklar, helikopterler, tanklar, diğer zırhlı araçlar ve silahlarla saldırılmış; bu saldırılar sonucunda toplam 251 kişi hayatını kaybetmiş; binlerce kişi de yaralanmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç ile FETÖ/PDY'nin yapısına ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-46) kararında yer almaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde Millî Güvenlik Kurulu (MGK), söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma, devlet içindeki illegal yapılanma, kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma, paralel devlet yapılanması, terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması ve bir terör örgütü olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararlarının her biri basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY 2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde "Legal Görünümlü İllegal Yapılar" başlığı altında "Paralel Devlet Yapılanması" adıyla yer almıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 28, 33). Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu ve bu örgütün 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğunu kabul etmişlerdir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10). Yargı organlarının kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğu ortaya konulmuştur. FETÖ/PDY'nin şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içinde, bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalıştığı ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlendiği tespitlerine yer verilmiştir (bu konuda bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararı).B. Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Darbe teşebbüsünün bastırılmasının ardından Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üçer aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir. OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri (aynı kararda bkz. §§ 47-66) kararında yer almaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). Ayrıca OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanmasına da karar verilmiş, bu konuda genel ve soyut normlar ihdas edilerek alınan tedbirlerin yanı sıra kişiler hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler de tesis edilmiştir. Örneğin 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinde yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlardan, maddesinde ise bunlar dışındaki tüm kamu personelinden (işçiler dâhil) devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK tarafından karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin meslekten veya kamu görevinden çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir. Anılan maddelerde; görevine son verilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceği, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemeyeceği de hüküm altına alınmıştır (kamu görevinden çıkarma tedbirlerine ilişkin detaylı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61). Yine FETÖ/PDY'nin dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları gibi sivil alanlara ilişkin olarak yürüttüğü sosyal, kültürel ve ekonomik alanlardaki faaliyetlerine ilişkin tedbirler de hayata geçirilmiş; bu kapsamda olduğu değerlendirilen vakıflar, dernekler ile bunların iktisadi işletmeleri ve sendikalar hakkında kapatma tedbiri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 63). Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS/Sözleşme), Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. OHAL'in uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50). Başvurucu Hakkında Uygulanan İdari Tedbire İlişkin Süreç 1972 doğumlu olan başvurucu 2003 yılından itibaren Mersin Yenişehir Belediyesinde (Belediye/işveren) temizlik işçisi olarak çalışmaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün akabinde OHAL'in uygulanmasına ilişkin tedbirler kapsamında Belediye bünyesinde İzleme ve İnceleme Komisyonu (Komisyon) oluşturulmuştur. Söz konusu Komisyon tarafından Yenişehir Kaymakamlığına gönderilen 4/8/2016 tarihli ve "Bilgilendirme" başlıklı yazıda, başvurucunun 667 sayılı KHK ile kapatılan Akdeniz Çalışanları Derneğinde Denetim Kurulu üyesi olduğunun tespit edildiği ifade edilmiştir. İddiaya konu olan Akdeniz Çalışanları Derneği, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı veya bu örgüte aidiyeti olduğu gerekçesiyle 667 sayılı KHK'nın maddesi gereğince kapatılmıştır. Söz konusu tespit üzerine başvurucu, Belediye Disiplin Kuruluna (Disiplin Kurulu) sevk edilmiş ve Belediye başkan yardımcısı başkanlığında toplanan Kurul tarafından başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu ve Disiplin Kurulu üyeleri tarafından imza altına alınan 10/8/2016 tarihli İfade Tutanağına göre ifade alma işlemine başlanmadan önce disiplin soruşturmasının nedeni ve ifadenin önemi konusunda başvurucuya bilgi verilmiştir. Başvurucuya sorulan sorular ile başvurucu tarafından verilen cevapları içeren tutanağın ilgili kısmı şöyledir: "Soru 1- Akdeniz Çalışanları Derneğine üye misiniz?Cevap 1- Evet. Üyeyim.Soru 2- Hangi tarihten beri üyesiniz, hatırlıyor musunuz?Cevap 2- Hayır. Hatırlamıyorum.Soru 3- Dernekteki göreviniz nedir?Cevap 3- Denetim kurulu üyesiyim.Soru 4- Bu dernek ne amaçla kuruldu biliyor musunuz?Cevap 4- İşçilerin milli, manevi değerlerini korumak amacıyla kurulmuş bir dernek olduğunu biliyorum.Soru 5- Derneğe üyeliğiniz için size kim bilgi, tavsiye, telkinde bulundu?Cevap 5- Mahallede akşamları tanıdık çevreyle evlerde toplanıyoruz. Bu toplantılarda dini konular, milli konular sohbet konusu olmuştur. O toplantıların birinde birinin tavsiyesi olmuştur ve bunun üzerine derneğe üye olmuşumdur. Hatırımda kalan bu şekildedir.Soru 6- Dernek yeri neresidir ve dernekte üyeler olarak ne tür faaliyetlerde bulunuyorsunuz?Cevap 6- Dernek yeri ... İlkokulunun arkasında idi. Dernekte üyeler bir araya geldiğinde dini sohbetler ve Kuran-ı Kerim okuma gibi faaliyetleri yürütüyorduk.Soru 7- Dernek dışında da üyeler bir araya gelip herhangi bir faaliyette bulunuyor muydu?Cevap 7- Hayır. Sadece toplanıyorduk.Soru 8- Dernek web sitesinde dernek faaliyetleriyle ilgili iş arayanlara yardımcı olma vb. gibi faaliyetler görünmektedir. Ancak sizin söylediğinize göre bu türlü hiçbir faaliyet gerçekleştirilmemiş. Bunu neye bağlıyorsunuz?Cevap 8- Faaliyetler arasında işçilerin ahlaki yanlarının geliştirilmesi vb. gibi şeyler bulunmakta. Derneklerin tüzüklerinde birçok şey yazılır ama bunlardan işlerlikte birkaçı öne çıkar zaten.Soru 9- Yenişehir Belediyesinde ve temizlik işlerinde dernek üyesi olmasa dahi dernek faaliyetlerine katılan, dernek tüzüğündeki konuları benimseyen, ilişki içinde olduğunuz başka işçiler, kişiler var mı?Cevap 9- Derneğe götürdüğüm ve/veya bu türlü faaliyetlerde bulunduğunu bildiğim başka bir kimse yoktur, bütün günüm süpürge işçiliğinde çalışarak geçmekte zaten.Soru 10- Kaç yıldır belediye işçisi olarak çalışıyorsunuz? Ondan önce nerelerde çalıştınız ve hangi görevlerde bulundunuz?Cevap 10- 2003'ten beri Yenişehir Belediyesi işçisi olarak çalışıyorum. Önce taşeron firma çalışanıydım. Muhtemelen 2005 yılında da diğer tüm taşeron işçileriyle birlikte kadroya alındım. Mersin'de çalıştım. Mersin Büyükşehir Belediyesi taşeronuna alt taşeronluk yapan firmalarda yol yapım, kaldırım vb. işlerde çalıştım.Soru 11- 15 Temmuz 2016 akşamı yaşanan darbe teşebbüsü ile ilgili ne düşünüyorsunuz?Cevap 11- Darbeye, darbeciliğe, darbe düşüncesine her zaman karşıyım. Böyle bir şeyi tasvip etmiyorum.Soru 12- Fetullah Gülen ile ilgili ne düşünüyorsunuz?Cevap 12- Alim birisi olarak düşünüyorum.Soru 13- Alim olduğuna nasıl kanaat getirdiniz?Cevap 13- Genelde kasetlerden izleyerek bu kanaate vardım. Bu kasetler piyasada satılan kasetler idi. Bu kasetleri dernekte de zaman zaman sohbetlerde üyeler izlemiştir.Soru 14- Derneğe en son ne zaman gittiniz?Cevap 14- Beş, altı ay kadar önce gittim.Soru 15- 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden sonra Fetullah Gülen ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Halen alim ve/veya din bilgini, yurtsever, milli birisi olarak görüyor musunuz?Cevap 15- Hayır. Bu darbe teşebbüsü benim bazı düşüncelerimde değişikliğe yol açtı. Diyerek yukarıda sorulan sorulara ilgili cevaplarını vermiştir. İlave edeceği başka bir şey olup olmadığı soruldu. A. ise yoktur dedi. İfade tutanağı A.ya okundu. A.nın, ifade tutanağında yazılanların sözlü ifadesinin aynısı olduğunu beyan etmesi üzerine, tutanak A. ve komisyon üyeleri tarafından birlikte iki nüsha olarak imza altına alındı." Disiplin Kurulu üyeleri tarafından 23/8/2016 tarihinde tutulan tutanakta 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında Belediyede temizlik işçisi olarak çalışan başvurucunun 667 sayılı KHK ile kapatılan Derneğin aktif bir üyesi olduğu gerekçesiyle FETÖ/PDY ile iltisakı olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Belediye Başkanı'nın çağrısı üzerine Disiplin Kurulu 26/8/2016 tarihinde toplanmıştır. Belediye Başkanı tarafından imzalanan 29/8/2016 tarihli yazıya göre FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı ve bu örgüte aidiyeti olduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin bildirimsiz ve tazminatsız şekilde feshedilmesine karar verilmiştir. Söz konusu yazı aynı gün başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu; feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle işveren Belediye aleyhine 20/9/2016 tarihinde dava açmıştır. Mersin İş Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilen dava dilekçesinde başvurucu; çalışma süresi boyunca Belediye personeli ve yöneticileriyle herhangi bir sorun yaşamadığını, işyerine düzenli şekilde gidip geldiğini, çalışmayı aksatacak bir davranışta bulunmadığını ifade ederek iş sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin kararın keyfî olduğunu, yasal bir dayanağının bulunmadığını, mevzuata ve Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu iddia etmiş ve feshin geçersizliğine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Belediyenin 10/10/2016 tarihli cevap dilekçesinde ise mevzuat gereği Belediyenin davalı sıfatı taşıyamayacağı, bu nedenle davanın husumet yönünden reddinin gerektiği, ayrıca başvurucunun 667 sayılı KHK ile kapatılan Akdeniz Çalışanları Derneğinde yönetici olduğu, bu kapsamda idari soruşturmanın yapıldığı ve söz konusu KHK gereğince iş sözleşmesinin feshedildiği, feshin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 26/9/2016 tarihli müzekkereyle Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) başvurucunun hizmet cetvelini, işe giriş ve işten ayrılış bildirgelerini, işverene ilişkin bilgi ve belgeleri istemiştir. Mahkemenin 13/12/2016 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtilen ekli (III) numaralı listede yer alan ve kapatılmasına karar verilen Akdeniz Çalışanları Derneğinin Denetim Kurulu üyesi olduğunun belirlendiği, bu konuda savunmasının alındığı, âlim bir kişi olarak nitelendirdiği Fetullah Gülen'in kasetlerini izlediği belirtilmiştir. Ayrıca kararda, başvurucunun söz konusu Derneğe en son beş altı ay önce gittiğine ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Fetullah Gülen'in âlim bir kişi olduğu yönündeki fikrinin değiştiğine yönelik beyanlarına da yer verilmiştir. Kararda, başvurucu hakkında herhangi bir ceza soruşturmasının yapılıp yapılmadığının belirlenemediği ifade edilmiştir. Neticede ülke güvenliğine tehdit oluşturduğu gerekçesiyle kapatılan bir derneğin üyesi olan işçi ile işveren olan Belediye arasında güven ilişkisinin bozulduğu, bu nedenle 4857 sayılı Kanun'un maddesi gereğince iş sözleşmesinin feshedilmesinin hukuka uygun olduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı 12/1/2017 tarihli dilekçesiyle istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf başvuru dilekçesinde;i. Hakkında kesinleşmiş bir ceza hükmü olmayan kişinin terör örgütü üyesi olduğunun iddia edilmesinin ve bu nedenle iş sözleşmesinin feshedilmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür.ii. Üye olunan işçi derneğinin OHAL KHK'sı ile kapatıldığı, başvurucunun ne tür terör faaliyetlerinde bulunduğunun belirtilmediği, iddiaya ilişkin olarak başvurucu hakkında açılan adli bir soruşturmanın veya bir ceza davasının bulunmadığı belirtilmiştir.iii. Taraflar arasında güven ilişkisinin bozulduğu konusunda davalı Belediye tarafından önceden bir bildirimde bulunulmadığı, dernek üyesi olmanın tek başına iş sözleşmesinin feshini gerektirmediği, başvurucunun haksız ve hukuksuz bir uygulamaya tabi tutulduğu ifade edilmiştir. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 16/2/2017 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, taraflar arasındaki güven ilişkisinin bozulması nedeniyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesinin yerinde olduğu gerekçesiyle verilen ret kararında usul ve esas yönünden mevzuata aykırı bir durumun bulunmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar istinaf başvuru dilekçesinde yer verilen iddialar tekrarlanarak başvurucu tarafından 13/3/2017 tarihinde temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/2/2018 tarihli kararıyla temyiz taleplerinin reddine ve kararın onanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, mahkemelerin objektif, mantıksal ve hayatın olağan akışına uyan, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına ve yazılı gerekçelere göre verilen kararın usule ve mevzuata uygun olduğu belirtilmiştir. Nihai karar 20/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. 9/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan da soruşturma başlatılmış ve başvurucu, üzerine atılı suçu işlemiş olduğu hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunduğu gerekçesiyle Mersin Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/9/2017 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen ve Mersin Ağır CezaMahkemesi tarafından kabul edilen 18/9/2017 tarihli iddianamede; başvurucunun adına kayıtlı .......2 GSM numaralı hattı üzerinden ......8 IMEI numaralı telefonuna 1/12/2015 tarihinde FETÖ/PDY üyelerinin kendi aralarında gizli haberleşme programı olarak kullandıkları ByLock programını yüklediğinin tespit edildiği belirtilmiş ve FETÖ/PDY'ye üye olma suçunu işlediği iddia edilerek cezalandırılması talep edilmiştir. Başvurucu, isnat edilen suç kapsamında Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 13/3/2018 tarihli kararıyla 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmış ve aynı tarihte tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki ceza davası temyiz incelemesi aşamasında derdesttir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4857 sayılı Kanun'un "Feshin geçerli sebebe dayandırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır..." 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez." 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.(Değişik üçüncü fıkra: 12/10/2017-7036/11 md.) Dava ivedilikle sonuçlandırılır. Mahkemece verilen karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde, bölge adliye mahkemesi ivedilikle ve kesin olarak karar verir." 4857 sayılı Kanun'un "Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.Mahkeme veya özel hakem, ikinci fıkrada düzenlenen tazminat ile üçüncü fıkrada düzenlenen ücret ve diğer hakları, dava tarihindeki ücreti esas alarak parasal olarak belirler. ..." 4857 sayılı Kanun'un "İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:a) İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması....İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir." 4857 sayılı Kanun'un "Derhal fesih hakkını kullanma süresi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "24 ve 25 inci maddelerde gösterilen ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan hallere dayanarak işçi veya işveren için tanınmış olan sözleşmeyi fesih yetkisi, iki taraftan birinin bu çeşit davranışlarda bulunduğunu diğer tarafın öğrendiği günden başlayarak altı iş günü geçtikten ve her halde fiilin gerçekleşmesinden itibaren bir yıl sonra kullanılamaz. Ancak işçinin olayda maddi çıkar sağlaması halinde bir yıllık süre uygulanmaz.Bu haller sebebiyle işçi yahut işverenden iş sözleşmesini yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde feshedenlerin diğer taraftan tazminat hakları saklıdır." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Özen ve sadakat borcu" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşçi, yüklendiği işi özenle yapmak ve işverenin haklı menfaatinin korunmasında sadakatle davranmak zorundadır.İşçi, işverene ait makineleri, araç ve gereçleri, teknik sistemleri, tesisleri ve taşıtları usulüne uygun olarak kullanmak ve bunlarla birlikte işin görülmesi için kendisine teslim edilmiş olan malzemeye özen göstermekle yükümlüdür..." 667 sayılı KHK'nın "Kamu görevlilerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen; ...f) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinde belirtilenler hariç diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgisine göre ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır,g) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır.(2) Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır. ..." 667 sayılı KHK'da yer alan düzenlemeler 29/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile yasalaştırılmıştır. OHAL KHK'sının maddesinin yukarıda aktarılan ilgili kısımları da 6749 sayılı Kanun'un maddesinde aynen kabul edilmiştir. İlgili Yargı Kararları a. Şüphe Feshi Kavramı ve Yargıtay Uygulaması İlk olarak Alman hukukunda ortaya çıkan ve Alman mahkemelerince 1931 yılında verilen bir kararda yer verilen şüphe feshi kavramı Yargıtay kararlarında 2007 yılından beri kullanılmaktadır (bkz. § 51). Yargıtay; iş ilişkisinde işverenin işçisine karşı duyduğu şüphenin aralarındaki güven ilişkisini zedeleyeceğini, işverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğun ortadan kalkabileceğini ve şüphenin işçinin kişiliğinden kaynaklanan bir sebep olduğunu ifade etmektedir. Şüphe feshi Yargıtay tarafından işçinin bir suç işlediğinden veya sözleşmeye aykırı davranışta bulunduğundan şüphe edilmesi ve bu yüzden taraflar arasında iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin yıkılması veya ağır biçimde zedelenmesi nedeniyle iş sözleşmesinin feshedilmesi hâli olarak tanımlanmıştır (Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4/2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararı; ayrıca bkz. § 52). Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca verilen bir kararda şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı amacıyla gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin mevcut olması, ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamamış olması gerektiği vurgulanmıştır (bkz. § 56). Şüphe feshinin özünde, işçi tarafından işlendiği ispatlanamayan ancak işçinin işlediğine ilişkin somut olgular bulunan bir suçun veya borca aykırı ağır davranışın bulunması gerektiği, işverenin şüpheyi doğuran olgularla ilgili olarak işçiyi dinlemesinin ve savunmasını almasının gerekli olduğu ifade edilmiştir (bkz. § 52). Yargıtay; işverenin işletme, işyeri ve işin düzenlenmesi ile ilgili birtakım işletmesel kararlar alabilmesi konusundaki hürriyetinin işçiyi korumak adına Anayasa ve 4857 sayılı Kanun kapsamında bir noktada sınırlandırıldığını, iş sözleşmesinin feshi için geçerli nedenin olması gerektiğini ifade etmiştir. Yargıtay söz konusu kararında; iş güvencesinin işçinin feshe karşı korunması kapsamında yer alan, işçinin işini korumak amacıyla işverenin fesih hakkını sınırlayan ve sadece işçinin kullanabileceği, tek taraflı haklardan oluşan, işverenin keyfî olarak fesih hakkını kullanmasına karşı getirilen bir iş hukuku kurumu olduğunu belirtmiştir. Esasen Yargıtay, söz konusu kurumla işverenin işçileri keyfî bir biçimde işten çıkarmasının engellenmek istendiğini vurgulamıştır. Yargıtay; keyfî şekilde işten çıkarmaların önlenmesine ilişkin amaca işverenin işçiyi işten çıkarırken yasanın öngördüğü geçerli bir nedene dayanması ve bu nedenin hâkim tarafından denetlenmesiyle ulaşılabileceğini, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğunu ve bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından korunmayacağını belirterek şüphe feshinin keyfî şekilde kullanılmaması gerektiğine dikkat çekmiştir (bkz. § 52). Söz konusu içtihatlarda şüphe feshinin belirli olay ve olgulara dayanması, suç teşkil eden bir eylemin ya da ağır bir borca aykırılığın bulunması, şüphenin ciddi, güçlü ve objektif olması, güven ilişkisini ortadan kaldırmaya elverişli olması gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca işverenin şüpheyi doğuran olgularla ilgili olarak işçiyi dinlemesinin ve savunmasını almasının gerekli olduğu belirtilmiştir. Yargıtay; işçinin FETÖ/PDY ile irtibatlı ya da iltisaklı olduğu konusunda işveren tarafından duyulan şüphe üzerine iş sözleşmesinin feshedilmesi sonrasında açılan işe iade davasını reddeden ilk derece mahkemesinin kararını bozarken işverenin feshe dayanak tüm delillerini sunmasını, ilk derece mahkemesince adli makamlardan, emniyet ve istihbarat kuruluşlarından davacının terör örgütü ile bağlantısı, irtibat ve iltisakı olup olmadığının sorulmasını ve varsa taraf tanıklarının dinlenmesini, feshin haklı ya da geçerli nedene dayanıp dayanmadığı hususunun bu suretle açıklığa kavuşturulmasını ve elde edilen sonuca göre karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir (bkz. § 53). b. Şüphe Feshi Konusunda İlgili Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Dosya içeriğine göre davacı hakkında 1985 yılında PKK örgütüne yardımcı olmak ve yataklık yapmak suçlarından hakkında soruşturma yapıldığı, ancak takipsizlik kararı verildiği, ancak daha sonra Yasadışı PKK örgütü üyesi olmak suçundan 1994 tarihinde tutuklandığı, hakkında kamu davası açıldığı, Diyarbakır 1 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 1995 gün ve 300-261 sayılı ilamı ile 3 yıl 9 ay AHC ile cezalandırıldığı, 3 yıl süre ile kamu hizmetinden yasaklanmasına karar verildiği, davalı işverenin özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde terör olaylarının artması ve hedefler arasında demiryolu ulaşımının bulunması üzerine, çalışan personeli hakkında arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması yaptığı, bu soruşturma sonucu davacının geçmişten gelen yasadışı örgüt üyesi olması ve işyerinde çalışmasının sakıncalı görülmesi üzerine iş sözleşmesini feshettiği anlaşılmaktadır.Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır. ... Açıklanan gerekçe ile; Mahkemenin kararının bozularak ortadan kaldırılmasına, Davanın reddine ... karar verildi." Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/3/2009 tarihli ve E.2008/17012, K.2009/6827 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... İşverenin işletme, işyeri ve işin düzenlenmesi ile ilgili bir takım işletmesel kararlar alması, Anayasa’nın maddesi uyarınca girişim özgürlüğü kapsamında değerlendirildiğinde, işverenin yönetim hakkı kapsamında her türlü işletmesel karar alabileceği ve bu kararların özellikle yerindelik ve amaçsal olarak yargı denetimine tabi tutulamayacağı düşünülebilir. Ancak Anayasa’nın maddesinde de, çalışma herkesin hakkı ve ödevi denildikten sonra, devletin 'çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri' almak zorunda olduğu belirtilmektedir. Bunun yanında, Anayasa’nın maddesinde 'Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.' düzenlenmesine yer verilmiştir. Görüldüğü gibi işverenin Anayasa’nın maddesinden kaynaklanan girişim özgürlüğü temel hakkının sınırları, çalışanlar açısından 49 ve maddeler ile belirlenmiştir.Nitekim 4857 sayılı İş Kanunu’ndaki iş güvencesi hükümleri, Anayasa’nın maddesine uygun düzenlemelerdir. Hukuk düzeni işverenin işletmesel karar alma özgürlüğünü, işçiyi korumak için bir noktada sınırlamakta, iş sözleşmesinin feshi için geçerli neden aramaktadır.İş güvencesi, isçinin feshe karşı korunması kapsamında yer alan, işçinin işini korumak amacıyla işverenin fesih hakkını sınırlayan ve sadece işçinin kullanabileceği, tek taraflı haklardan oluşan, işverenin keyfi olarak fesih hakkını kullanmasına karşı getirilen bir iş hukuku kurumudur. İş güvencesi kavramına, işverenin iş sözleşmesini fesih hakkına ya da işçiyi işten çıkarma yetkisine bazı sınırlamalar tanıması, biçiminde bir anlam kazandırılmıştır. Esas ve öz olarak, işverenin işçileri keyfi bir biçimde işten çıkarması, engellenmek istenmiştir. Şu halde iş güvencesinin en önemli unsur ve amaçlarından birisi, keyfi işten çıkarmaları önlemektir. Böyle bir amaca ise, işverenin işçiyi işten çıkartırken yasanın öngördüğü geçerli bir nedene dayanması koşulu ve bu nedenin yargıç tarafından denetimi ile ulaşılabilir. Türk Medeni Kanunu’nun maddesi uyarınca, 'Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.' Hakkın kötüye kullanılması, kişinin hakkını objektif iyiniyet kurallarına aykırı biçimde kullanması olarak tanımlanmaktadır.İşçinin bir suç işlediğinden veya sözleşmeye aykırı davranışta bulunduğundan şüphe ediliyor ve bu yüzden taraflar arasında iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin yıkılması veya ağır zedelenmesi nedeniyle iş sözleşmesi feshedilmişse, şüphe feshinden bahsedilir. Şüphe feshinin özünde, işçi tarafından işlendiği ispatlanamayan, ancak işçinin işlediğine ilişkin somut olgular bulunan bir suç veya ağır borca aykırı davranış bulunmalıdır. Şüphe feshinin geçerli olabilmesi için, iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olmalı ve işveren, şüphe feshinde, somut olayın aydınlatılması için kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermek zorundadır. Bu sebeple işveren, şüpheyi doğuran etmenlerle ile ilgili olarak işçiyi dinlemeli, savunmasını almalıdır.4857 İş Kanunu’nun 19’uncu maddesine göre: 'Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışına veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez.'Dosya içeriğine göre davacının iş sözleşmesi, aynı işverende çalışan ve emekli olan babasının bir takım usulsüz işlemlerinin saptanması ve davacının çalışmasının sakıncalı olduğu gerekçesi ile savunması alınmadan tazminatları 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi uyarınca ödenerek feshedilmiştir. Somut uyuşmazlıkta davacının suç teşkil eden veya sözleşmeye aykırı bir davranışı tespit edilmemesine, kısaca davacının şüpheli de olsa bir davranışı bulunmamasına rağmen, babasının sözleşmeye aykırı davranışı nedeni ile sakıncalı olacağı gerekçesi ile davalı işveren fesih hakkını kullanmıştır. İşverenin bu işlemi cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olduğu gibi, keyfidir. Anayasa’nın maddesindeki çalışma hakkı ihlal edilmiştir. Davalı işverenin şüphe niteliğindeki feshi, belirtilen ilke ve düzenlemelere aykırı olduğundan geçersizdir. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/9/2017 tarihli ve E.2017/38645, K.2017/19303 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Somut olayda; davacının iş sözleşmesi, 15 Temmuz 2016 ve sonrasında yaşanan gelişmeler çerçevesinde, davalının faaliyet gösterdiği alanın niteliği, güvenlik ve stratejik boyutları birlikte değerlendirilerek yapılan inceleme ve araştırmalarda, davacının, davalı Aselsanın çalışma ilkelerine ve düzenine aykırı olacak şekilde güven temelinin çökmesine neden olduğunun tespit edildiği gerekçesiyle 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/ maddesi gereğince 2016 tarihli fesih bildirimi ile feshedilmiştir.Davalı işveren tarafından, fesih kararının dayanağını teşkil eden tüm delillerin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk derece Mahkemesi tarafından da, davalı işveren vekilince bu yönde talepte de bulunulmasına rağmen, şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin varlığı araştırılmamıştır. Bu konuda davalı işverenden feshe dayanak tüm delillerini sunması istenerek, adli makamlardan, Emniyet ve istihbarat kuruluşlarından davacının terör örgütü ile bağlantısı, irtibat ve iltisakı olup olmadığı sorularak ve varsa taraf tanıkları dinlenilerek, feshin haklı yada geçerli nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/7/2019 tarihli ve E.2019/1589, K.2019/14951 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Dosya içeriğine göre; davacının iş sözleşmesi667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin 4/1-g maddesi uyarınca feshedilmiştir. Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden davacının Işık Dershanesinde ve Özel Erkul Kolejinde eğitim gördüğü, Özel Erkul Koleji Mezunlar Derneğinde 31/12/2015 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığı, Kocaeli Büyükşehir belediyesi iştiraki olan Kent Konut A.Ş.'den almış olduğu ev için anlaşmalı banka olan Asya Katılım Bankası hesabından konut kredisi için ödemelerin yapıldığı gerekçesi ile Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verdiği anlaşılmaktadır. Dosyadaki delil durumuna göre şüphe feshinin koşullarının oluştuğu, davalı şirketin savunmasına istinaden, terör örgütü ile irtibat veya iltisakı bulunduğuna dair hakkında kanaat edinilen bir işçiyi çalıştırmaya devam etmenin, yani iş sözleşmesinin devamını davalı işverenden beklemek mümkün olmadığı, feshin, şüphe feshinin şartlarını taşıdığı ve geçerli nedene dayandığı anlaşıldığından davanın reddi gerekmekte olup 4857 sayılı İş Yasasının 20/ maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.Hüküm: Yukarıda açıklanan gerekçe ile; ... 2- Davanın reddine ... oybirliği ile karar verildi." Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/10/2019 tarihli ve E.2019/6779, K.2019/17755 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... dosya kapsamındaki bilgilere göre fesih tarihi itibariyle davacının kapatılan Anadolu Teknik Elemanları Derneğine üye olduğu, derneğin kayıt defterine göre 2015 yılında 180 TL aidat yatırdığı, son olarak 20/04/2014 (denetim kurulu yedek üye) ve 20/04/2015 (denetim kurulu yedek üye) tarihlerinde görev aldığı, kapatılan Konya Avrupa Birliği Çalışmaları Merkezi Derneklerine üye olduğu, Bank Asya hesap hareketlerinin 17-25 Aralık sonrasında devam ettiği anlaşıldığından, gerek bu yazı cevapları gerekse tüm dosya kapsamına göre feshin haklılığı ileride açılacak davada araştırılmak üzere, işverence 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4/1-g maddesine göre yapılan feshin geçerli sebebe dayandığının kabulü gerekmiştir. Mahkemece hatalı hukuki değerlendirme yapılarak, feshin geçerli sebebe dayanmadığı kanaatine varılması isabetsiz olup, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.Belirtilen sebeplerle, 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.Hüküm: Yukarıda belirtilen sebeplerle; ... davanın reddine ... oybirliğiyle kesin olarak karar verildi." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır ..."c. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının Hiyerarşik Oluşumuna İlişkin Yargıtay İçtihadı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/16, K.2017/956 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen Yargıtay Ceza Dairesinin 24/4/2017 tarihli ve E.2015/3, K.2017/3 sayılı kararında FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanması şöyle açıklanmıştır: "... Örgütün sorumlu yöneticisi “imam” olarak isimlendirilir. Hiyerarşi içerisinde yer alan örgütün yöneticisi, raporları toplayan ve emirleri veren kişidir. Kainat imamı, kıta imamı, ülke imamı, bölge imamı, şehir imamı, semt ve mahalle imamı, kurum imamı gibi bir çok değişik pozisyonu vardır. Örgütün lideri, mensuplarınca kainat imamı, mehdi, mesih olarak kabul edilmektedir. Kainat imamına bağlı olarak üst kurullar örgütün birimlerini yönetmekte faaliyetlerini düzenlemektedirler. Bu kurullar “istişare kurulu”, “mollalar”, “tayin heyeti” ve “özel hizmet” birimleridir. Örgütün yurt içi yapılanmasında ise, “Türkiye imamı”, “bölge imamları”, “il imamları”, “küçük il ve bölge imamları”, “ilçe imamları”, “semt imamları”, “mahalle imamları”, “ev imamları (abileri)”, “talebe imamları”, “serrehberler”, “belletmenler” şeklinde hiyerarşik bir yapı izlenmekte ve örgüt tabana yayılmaktadır. Türkiye’den sorumlu imama, beş bölge imamı, onlara da bu beş bölgeyi oluşturan şehirlerden sorumlu imamlar bağlıdır. Her şehir, büyüklüğüne göre alt bölgelere, bölgeler semtlere bölünmüş olup her semte ayrı bir imam atanmaktadır. Semt imamlarının altında ise semte bağlı ışık evlerinin imamları yer almaktadır. Bunun yanı sıra kamuda, bakanlıklar ve taşra teşkilatı, yerel yönetimler, üniversiteler, kamu iktisadi teşebbüsleri alanlarında faaliyet gösteren kurumlara da örgüt tarafından imamlar atanmaktadır. Fetullah Gülen’in 1999 yılında ABD’ye gitmesinden sonra Türkiye’deki faaliyetlerine ilişkin sorumluluk Türkiye imamına geçmiştir. Ülke içerisindeki faaliyetler ülke imamına bağlı olarak yürütülmekte ve yapılan faaliyetler kurye aracılığıyla ya da doğrudan irtibata geçilerek Gülen’e aktarılarak onayı istenmektedir. Örgütün bir nev’i omurgasını oluşturan ve günümüz itibariyle elde ettiği konumu kazandıran özel hizmet birim imamları, örgüt ve lideri Gülen’in en çok önem verdiği imamlardır. Bu birim en geniş şekilde yargı, emniyet, mülkiye, TSK, MİT, Milli Eğitim ve akademik kadro imamlarından oluşmaktadır. Hizmet birimlerinde gizliliğe çok önem verilerek hücre tipi yapılanmaya gidilmiştir. Örgüt mensubu en fazla bir üst sorumlusunu ve bir altında bulunan mensubunu tanımaktadır. Bir hücre evi ya da en küçük örgüt biriminin sorumlusu erkekler için “abi”, kadınlar için “abla”dır. Abilik örgütte hocalık makamıdır. Hiyerarşiye göre üst tabaka belirler ve görevine son verir. Üyeler abiye itaat etmek mecburiyetindedir. Lider ve abilerin alttakiler tarafından seçimi söz konusu olmaz ve onaylamalarına da gerek yoktur. Abilik dokunulmazdır. Buna karşın kadınlar örgütün içerisinde hiçbir zaman üst düzey yönetici olamazlar. Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hakim ve önder Fetullah Gülen olup örgüt içerisinde kainat imamı olarak görülmektedir. Diğer yöneticiler onun verdiği yetkiyle onun adına görev yaparlar. Örgüt yukarıdan aşağıya doğru tekçi (monist) yapıda örgütlenmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi kainat imamı, kutsal insan, Mesih, mehdi, hoca efendi gibi sıfatlarla anılmaktadır. Kainat imamlığı, örgütün her türlü işiyle ilgilenip üst karar veren temel, ideolojik ve doktriner birimdir. Bütün işler onun talimatıyla yürütülmektedir. Örgüte her hafta sesini internet üzerinden duyurmaktadır. Örgüt mensuplarının topladığı bütün bilgi ve belgeler de onda toplanır. Kainat imamı inancı ve yedi katlı piramidal yapılanma, İsmailiye mezhebinden ve köken olarak da Zerdüştlük dininden alınmıştır. Zerdüştlük dini ve ondan mülhem İsmailiye mezhebinden yedi kat gök gibi örgütlenmişlerdir. Bu mezhep, sofilerini yedi dereceye ayırmıştır. Tarikatın piri yedinci derecede oturur ki, bu mertebe Allah’tan doğrudan emir alan imamlık makamıdır. İmam helali haram ve haramı helal yapabilir. Ona mübah olmayan hiçbir şey yoktur. Örgüt içi hiyerarşide itaat ve teslimiyet, katı bir kuraldır. Teslimiyet hem örgüte hem de liderin emrine ona atfen verilen göreve adanmışlıktır. Örgüt sivil toplumu kendi haline bırakmayıp, kendine hizmet eden bağlı unsurlara dönüştürmektedir. Kadrolaşma ile yargı, ordu, emniyet ve bakanlık birimleri bu gücün denetimine girip, örgütsel amaçlar doğrultusunda kullanılabilmektedir. Örgütün hiyerarşik yapılanmasındaki tabaka sistemi kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkündür ama dördüncü tabakadan sonrasını önder belirler. Katlar şu şekildedir;- Birinci Kat, Halk Tabakası: Örgüte iman ve gönül bağı ile bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların birçoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir. Genellikle faaliyetlerden habersizdirler. Bu katmandakileri örgüte bağlayan ana unsur istismar edilen İslami duyarlılık ve din duygularıdır. - İkinci Kat, Sadık Tabaka: Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. Bunlar örgüt sohbetlerine katılır, düzenli aidat öder, az veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir. - Üçüncü Kat, İdeolojik Örgütlenme Tabakası: Gayri resmi faaliyetlerde görev alırlar. Örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı çevresine propaganda yapan kişilerden oluşur. - Dördüncü Kat, Teftiş Kontrol Tabakası: Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgütte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar. - Beşinci Kat, Organize Eden ve Yürüten Tabaka: Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanır. Devletteki yapıyı organize edip yürüten tabakadır. Evliliklerinin örgüt içinden olması zorunludur. - Altıncı Kat, Has Tabaka: Fethullah Gülen ile alt tabakaların irtibatını sağlar. Örgüt içi görev değişiklikleri yapar. Azillere bakar. Örgüt liderince bizzat atanırlar. - Yedinci Kat, Kurmay Tabaka: Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen 17 kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir. Yedi katmanın en üstünde “Sözde Fethullah Hoca arşı” yer almaktadır. Beşinci, altıncı ve yedinci katmanlar örgütü yöneten katmanlardır. Altıncı ve yedinci katmandakilerinin örgütten kopmalarına kesinlikle izin verilmez. Altıncı katmandakiler örgüt liderinin bildiği ve takip ettiği hayati önemi haiz gördükleri hizmetleri yapan kişilerdir. Beşinci katmanda çok nadir halde örgütten kopma olmuştur. Bu katmanda olup örgütten ayrılanlar takip edilerek etkisiz hale getirilmiştir. Dördüncü katman örgütü bir arada tutar ve alt katmandakilerin teftiş ve kontrolünü yapar. Hizmet denen işleri ise ilk üç katmandakiler yürütmektedir. Şu hale göre; anılan örgüt yönünden, örgütün lideri Fetullah Gülen ile beşinci, altıncı ve yedinci katmanlarda yer alanların, bu cümleden olarak kıta imamı, ülke imamı, “Türkiye imamı” ve “bölge imamlarının”, her halükarda örgütün üst düzey yöneticisi olduklarında kuşku yoktur. Ancak örgütü bir arada tutan ve alt katmanlardakilerin teftiş ve kontrolünü yapan dördüncü katman örgüt mensupları ile ilgili olarak, il ve ilçe sorumluları/imamları ile kamu kurumları imamlarının yönetici olup olmadıkları, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda, somut olayın özellikleri, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevleri, sorumluluk sahalarında sevk ve idare ettiği örgütsel faaliyetlerin örgütün amaç ve etkinliği bakımından önem ve yoğunluğu ile kontrol ettikleri kamu personelinin devletin güvenliği bakımından ifade ettiği stratejik değer de gözetilerek belirlenmelidir. Örgüt yöneticisinin mutlaka illegal faaliyetleri yönetmesi gerekmez. Örgütün amacına ve varlığının devamına katkı sunan sözde legal faaliyetleri sevk ve idare etmek de bu kapsamda değerlendirilmelidir ..." B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Düzenlemeler Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Sözleşme'nin "Olağanüstü hallerde yükümlülükleri askıya alma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla, bu Sözleşme'de öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir. Yukarıdaki hüküm, meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında maddeye, ve maddeler (fıkra 1) ile maddeye aykırı tedbirlere cevaz vermez. Aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tam bilgi verir. Bu Yüksek Sözleşmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı ve Sözleşme hükümlerinin tekrar tamamen geçerli olduğu tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne bildirir." MSHUS'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Ulusun hayatını tehdit eden ve varlığı resmen ilan edilmiş olan olağanüstü bir durumun ortaya çıkması halinde, bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, uluslararası hukuktan kaynaklanan diğer yükümlülüklerine aykırı olmamak ve ırk, renk, cinsiyet, dil, din ya da toplumsal kökene dayalı bir ayrımcılık içermemesi kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde olmak üzere, bu Sözleşme'den doğan yükümlülüklerinden ayrılan tedbirler alabilirler. Bu hükme dayanılarak Sözleşme'nin 6, 7, 8 ( ve fıkralar), 11, 15, 16 ve 18nci maddelerine aykırılık getirilemez. 13/12/1966 tarihli ve 811 sayılı Kanun'la onaylanması uygun bulunan 111 sayılı İş ve Meslek Bakımından Ayrımcılık Hakkında ILO Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir: "Devletin güvenliğine halel getiren faaliyetlerden ötürü muhik sebeplerle zanlı bulunan veya bu faaliyetlere girişen bir şahıs hakkında alınan tedbirler, ilgili kişinin milli tatbikata uygun olarak kurulmuş olan yetkili bir makama başvurma hakkı saklı kalmak şartıyla, ayırım sayılmaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı a. Sözleşme'nin Maddesi Bağlamında i. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Genel Yaklaşımı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00, 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). AİHM'e göre mesleki hayat özel hayat kavramı dışında tutulamaz. Özel hayat unsurları gerekçe gösterilerek mesleki hayata getirilen sınırlamalar, bireyin sosyal kimliğini etkilediği ölçüde Sözleşme’nin maddesi kapsamına girebilmektedir. AİHM bireylerin genellikle iş yaşamında dış dünyayla ilişkiler kurduğunu hatırlatarak bireyin kimliğini oluşturmasının ve sosyalleşmesinin önemli bir aracı olan dış dünyayla ilişki kurma hakkının bireyin iş çevresini de kapsadığını, bu durumun serbest meslek bağlamında özellikle geçerli olduğunu ifade etmiştir (Niemitz/Almanya, B. No: 137/1088, 16/12/1992, § 29; Özpınar/Türkiye, B. No :20999/04, 19/10/2010, § 45; Campagnano/İtalya, B. No: 77955/01, 23/3/2006, § 53). AİHM, kural olarak ilgili kişinin mesleki yaşantısına getirilen bir kısıtlamayı Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içinde kabul etmektedir (Sodan/Türkiye, B. No: 18650/05, 2/2/2016, § 37). AİHM tarafından öncelikle mesleki hayatın kişiliğin geliştirilmesi üzerindeki etkisi tartışılarak mesleki hayata getirilen sınırlamaların bireyin yakın çevresiyle ilişkilerini geliştirmesi ve sosyal kimliğini şekillendirmesi üzerinde etki doğuracağı belirtilmiş ve bu bağlamdaki müdahalelerin madde kapsamına girebileceği değerlendirilmiştir. AİHM, bu konudaki her somut olay değerlendirmesinde özel hayat kavramının kapsamına ilişkin açıklamalarda bulunmuş ve bu kavramın bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ile sınırlandırmayı ve dış dünyayı bu alandan tamamen uzak tutmayı hakkın koruma alanını aşırı şekilde sınırlayan bir yaklaşım tarzı olarak nitelendirmiştir (Fernández Martínez/İspanya [BD], B. No. 56030/07, 12/6/2014, § 109). AİHM kararlarına göre Sözleşme'nin maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç, başvurucunun maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek, müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır. Mahkemeye göre gerek negatif yükümlülükler gerekse pozitif yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin etkili güvencelerin sunulması gerekmektedir (Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72; Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, §§ 55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, §§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, §§ 50-55; Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67). Ayrıca AİHM devletin doğrudan müdahalesinden kaynaklanmasa da bu tür uyuşmazlıklarla ilgili olarak devletlerin sorumluluğunun devam edebileceğini, kamusal makamlardan gelebilecek keyfî uygulamalardan başka Sözleşme’deki haklara etkili şekilde koruma sağlanabilmesi için özel hukuk kişileri arasındaki ilişkilerde de makul ve uygun önlemler almak suretiyle devletlerin müdahale etme yükümlülüğü taşıyabileceğini ifade etmektedir (Sorensen ve Rasmussen/Danimarka [BD], B. No: 52562/99, 52620/99, 11/1/2006, § 57; Palomo Sanchez ve diğerleri/İspanya [BD], B. No: 28955/06, ..., 12/9/2011, § 59).ii. Denisov/Ukrayna Kararı AİHM, Denisov/Ukrayna ([BD], B. No: 76639/11, 25/10/2018) kararında; mesleki hayatın bazı durumlarda özel hayat alanına girebileceğini, kişiler ve başkaları arasındaki etkileşim alanının bir parçasını teşkil edebileceğini hatırlattıktan sonra bu tür davalarda özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulayabileceğini açıklamıştır. AİHM bu kapsamda; sebebe dayalı yaklaşım olarak nitelendirdiği birinci yaklaşım türünde, uyuşmazlık nedeninin özel hayata ilişkin bir unsura dayanıp dayanmadığını irdelemiştir. İkinci yaklaşım türü ise AİHM tarafından sonuca dayalı yaklaşım olarak belirlenmiş ve itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir yönünün olup olmadığı sorgulanmıştır (Denisov/Ukrayna, § 102). Sebebe dayalı yaklaşıma ilişkin yaptığı değerlendirmelerde AİHM, özel hayata ilişkin unsurların söz konusu görev için belirleyici kriter olarak kabul edildiği ve itiraz edilen tedbirin kişinin özel hayatına ilişkin tercihleriyle çakışan birtakım sebeplere dayandığı durumlarda ileri sürülen şikâyetlerin özel hayat kapsamına gireceğini ifade etmiştir. AİHM; kişilerin giyim tarzı, inancı, makyajı ya da cinsel tercihleri gibi özel hayatına ilişkin unsurları dikkate alınarak mesleğiyle ilgili birtakım tedbirlere veya müdahalelere tabi tutulmasını bu yaklaşım tarzına örnek olan dava konuları olarak belirtmiştir (Denisov/Ukrayna, § 103). AİHM, sonuca dayalı yaklaşıma ilişkin değerlendirmelerinde ise kişilerin mesleki hayatlarına yönelik bir tedbirin/müdahalenin özel hayata ilişkin bir sebebe dayanmadığı ancak söz konusu tedbirin kişilerin özel hayatı üzerinde ciddi şekilde olumsuz etkiler doğurduğu veya doğurma ihtimalinin bulunduğu durumlarda Sözleşme’nin maddesi bağlamında bir meselenin ortaya çıkabileceğini ifade etmiştir. AİHM ortaya çıkan sonuçların ilgili kişinin iç alanı üzerindeki etkisini, kişinin çevresi ile ilişki kurma ve geliştirme olanaklarını ve kişinin itibarı üzerindeki etkisini dikkate alarak bu konuda değerlendirme yapacağını vurgulamıştır (Denisov/Ukrayna, § 107). AİHM, sonuca dayalı yaklaşımın benimsendiği durumlarda mesleki hayata yönelik tedbirin/müdahalenin neden olduğu etkilerin belirli bir ağırlık düzeyine ulaşması gerektiğini belirterek ihlal iddiasının ciddiyetine veya ağırlığına ilişkin yaptığı değerlendirmelerde özellikle Sözleşme’nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendinde düzenlenen önemli bir zarara/dezavantaja maruz kalınıp kalınmadığına ilişkin kriteri dikkate almıştır (Denisov/Ukrayna, § 110). AİHM, Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki sonuca dayalı yaklaşımın esası gereği, ağırlık eşiğine ulaşıldığına ilişkin ikna edici delillerin başvurucular tarafından sunulması gerektiğini, başvurucuların dava konusu olan tedbirlerin özel hayatları ile yaşadıkları üzüntünün mahiyeti ve boyutu üzerindeki somut yansımalarını ortaya koyarak açıklamakla ve bu iddiaları uygun bir şekilde desteklemekle yükümlü olduklarını vurgulamış; ayrıca iç hukuk yollarının tüketilmesi gerektiğine ilişkin kural uyarınca bu tür iddiaların ulusal makamlar önünde yeterli şekilde dile getirilmesi gerektiğini de hatırlatmıştır (Denisov/Ukrayna, § 114). AİHM, sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbirden önceki ve sonraki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki değerlendirilmekte, ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde başvurucunun iddia ettiği öznel algıların somut başvuruda mevcut nesnel koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak incelemenin, iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini içermesi gerekmektedir (Denisov/Ukrayna, § 113). iii. Polyakh ve Diğerleri/Ukrayna Kararı AİHM yakın tarihli Polyakh ve diğerleri/Ukrayna (B. No: 58812/15, 53217/16 ..., 17/10/2019) kararında, Arındırma Yasası olarak isimlendirilen düzenlemelerle kamu görevinden çıkarılan kişilerin yaptığı başvuruları karara bağlamış ve özel hayata saygı hakkının kapsamına ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. AİHM, tedbirin özel hayata ilişkin sebeplere dayanmadığını tespit etmiş ve sonuca dayalı yaklaşım bakımından bir değerlendirme yapmıştır. Bu doğrultuda AİHM; başvurucuların kamu hizmetinden çıkarılmalarının, on yıl boyunca kamuda görev almalarının yasaklanmasının ve isimlerinin kamuoyunun erişimine açık ve çevrim içi olan arındırma siciline kaydedilmesinin sonuçları itibarıyla ciddi olduğunu ve doğurduğu etkilerin ağırlık düzeyine ulaştığını belirterek başvuruyu özel hayata saygı hakkı yönünden ele almıştır (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, §§ 203-211). AİHM; arındırma işlemlerinin bir cezalandırma veya intikam aracı olarak kullanılamayacağını ve başvurucuların durumlarının bireysel olarak değerlendirilerek görevden alınmaları veya mümkünse daha genel pozisyonlarda istihdam edilmeleri gibi daha az müdahale teşkil eden araçlarla da hedeflenen amaçlara erişilebileceğini vurgulamıştır (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, §§ 276, 277). AİHM, müdahalelerin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca cevap vermesi ve özellikle de hizmet edilen meşru amaçla orantılı olması hâlinde demokratik bir toplumda gerekli olarak nitelendirilebileceğini hatırlatmıştır. AİHM uygulanan tedbirin ağırlığının ve yasal çerçevenin orantılı, öngörülen zorunlu sosyal ihtiyaca karşılık gelecek şekilde yeterince dar kapsamlı olarak düzenlenip düzenlenmediğinin önemine değinmiştir (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, § 293). AİHM'e göre yasal düzenlemeler hakkındaki meclis denetiminin ve bu kapsamdaki işlemlerin yargısal denetiminin niteliği de önem arz etmektedir (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, § 292). AİHM somut olayın koşullarında; başvurucuların demokratik yönetimi, hukukun üstünlüğünü, ulusal güvenliği, savunmayı veya insan haklarını zedeleyen belirli eylemlerde bulunduklarına ilişkin herhangi bir iddianın bulunmadığını, Arındırma Yasası kapsamındaki tedbirler uygulanırken başvurucuların bireysel davranışlarının değerlendirilmediğini, uygulanan tedbirlerin çok kısıtlayıcı ve kapsamı itibarıyla çok geniş olduğunu, tedbirlerin uzun süreli olarak belirlenmesinin acil olduğu iddiasına ters düştüğünü ve başvurucuların haklarındaki tedbirlere itiraz edebilmelerine fırsat tanınmaksızın kamuya ilan edildiğini belirtmiştir. Bu gerekçelerle AİHM, yapılan müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olduğu konusunda ikna olmadığı sonucuna ulaşmış ve başvurucuların özel hayata saygı haklarının ihlal edildiğine hükmetmiştir (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, §§ 296-323).b. Sözleşme'nin Maddesi Bağlamında Taraf devletlere tek taraflı bildirimde bulunarak sınırlı bazı hâllerde Sözleşme'deki belli hak ve özgürlüklere aykırı davranma, bir başka deyişle anılan hak ve özgürlüklere ilişkin yükümlülükleri azaltma imkânı sunan Sözleşme'nin maddesine ilişkin AİHM uygulamasına ve Türkiye’deki OHAL'e ilişkin Avrupa Konseyi nezdinde hazırlanan bazı raporlara Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında ayrıntılı şekilde yer verilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 148-162). AİHM; söz konusu kararlarında özetle derogasyon bildiriminde bulunan devletler yönünden ulusun varlığını tehdit eden tehlikenin olup olmadığı hususunda sınırlı da olsa bir denetim yaptığını, denetim standardı belirlenirken ulusal makamların geniş takdir yetkilerinin bulunduğunu özellikle vurgulamıştır. AİHM; takdir alanının sınırsız olmadığını, taraf devletlerin krizin doğurduğu zorunlulukların kesin olarak gerektirdiği ölçüde hareket etmenin ötesine geçmemesi gerektiğini belirtmiştir (Brannigan ve McBride/Birleşik Krallık, B. No: 14553/89-14554/89, 26/5/1993, § 43).c. FETÖ/PDY Hakkında AİHM; Mehmet Hasan Altan/Türkiye (B. No: 13237/17, 20/3/2018, §§ 14-18) ve Şahin Alpay/Türkiye (B. No: 16538/17, 20/3/2018, §§ 14-18) kararlarında, 15 Temmuz darbe girişimine ve OHAL ilan edilmesine ilişkin genel bilgiler vermiş, söz konusu darbe girişiminin arkasında FETÖ/PDY'nin ve anılan terör örgütünün sözde lideri Fetullah Gülen'in bulunduğuna ilişkin Türkiye Cumhuriyeti ulusal makamlarının değerlendirmelerini aktarmıştır. Ayrıca kararlarda, FETÖ/PDY’nin karmaşık ve sui generis (kendine özgü) yapıya sahip olan ve faaliyetlerini yasal bir görünüm altında yürüten bir terör örgütü olduğu konusunda ulusal makamların değerlendirmelerine de yer verilmiştir (Mehmet Hasan Altan/Türkiye, § 136; Şahin Alpay/Türkiye, § 136). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10286 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yakalama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede bitirilmemesi ve adil bir şekilde yürütülmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Emniyet Müdürlüğü 10/4/2009 tarihli yazıyla iddia edilen Ergenekon Örgütü üyeleriyle bağlantısı olduğu gerekçesiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı kişilere ilişkin olarak arama ve el koyma izni talep etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 12/4/2009 tarihinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu altmış üç kişinin ev ve iş yerlerinde arama kararı verilmiştir. 13/4/2009 tarihinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu otuz beş kişinin evinde ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği şubelerinde arama yapılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 25/11/2010 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında "Ergenekon silahlı terör örgütü üyesi olmak ve kişilerin, bir suç işleme kararı kapsamında siyasi, felsefi, dini görüşlerine veya ırki kökenlerine ilişkin bilgileri hukuka aykırı bir şekilde kişisel veri olarak kaydetmek" suçlarından kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/356 sayılı dosyasında verilen10/12/2010 tarihli tensip kararıyla başvurucu hakkında yakalama kararı çıkarılmasına karar verilmiştir. Yakalama kararının infaz edilememesi nedeniyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 11/2/2011 tarihli kararı ile başvurucu hakkında kırmızı bülten çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun yargılanmasına İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/155 sayılı dosyasında devam edilmiştir. Başvurucu vekilince 18/9/2014 tarihli celsede sözlü olarak açıklamalarda bulunulmuş ve başvurucu hakkındaki yakalama kararının kaldırılması talep edilmiştir. Mahkeme, aynı celsede verdiği sekiz numaralı ara kararı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu vekili, ret kararına itiraz etmiş ancak itirazı İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 1/10/2014 tarihli ve 2014/1332 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 23/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 7/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi 27/1/2015 tarihli duruşmanın 5 no.lu ara kararı gereğince başvurucu vekilinin, Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan başvurucunun savunmasının istinabe yoluyla alınması ve hakkındaki yakalama emrinin kaldırılması yönündeki talebini 3/4/2015 tarihinde değerlendirmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 10/12/2010 tarihinde çıkarılan yakalama emrinin kaldırılmasına, başvurucunun savunmasının istinabe yoluyla alınmasına karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki yakalama kararı infaz edilmeksizin kaldırılmıştır. Başvurucu daha sonra Türkiye'ye dönmüş, 11/9/2015 tarihli duruşmada savunmasını yapmıştır. Aynı günlü duruşmada başvurucunun duruşmadan vareste tutulmasına ve savunması alındığından yurt dışı talimat yazılması yönündeki karardan vazgeçilmesine karar verilmiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi 22/10/2015 tarihli ve E.2014/155, K.2015/359 sayılı kararıyla tüm sanıkların suç işlemedikleri gerekçesiyle beraatine karar vermiş, dosyada yer alan delillerin sahte olduğu kanaatine vararak bu sahtecilikten sorumlu olduğu iddia edilen şahıslar hakkında şikâyette bulunmuştur. Beraat kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Yukarıda ayrıntı ve gerekçeleri yazıldığı üzere sanıkların üzerlerine atılı suçları işledikleri yönünde somut, kabul edilebilir, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delillerin dosya kapsamında elde edilemediği anlaşıldığından, tüm sanıkların üzerlerine atılı bulunan suçlardan ayrı ayrı beraatlerine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır. Mahkememize açılan tüm dava dosyaları ile ilgili olarak yukarıda ayrıntılı bir şekilde değerlendirmeler yapıldığı, suç konusunu oluşturan delillerle ilgili ayrıntıların gerekçeli bir şekilde anlatıldığı, delillerin kanuna aykırı bir şekilde elde edilişi, imaj alma işlemlerinin yapılmamış oluşu, dijital delillere el konulduktan sonra ve dijital delillerin soruşturma makamlarının elinde iken verilerle oynanmış oluşu, ekleme ve silinme işlemlerinin yapılıp verilerin değiştirilmiş oluşu, benzer tüm dava dosyalarında özel olarak belirlenmiş aynı kişilerin tüm soruşturma aşamalarında görev almış olmaları, dijital delillerin incelenmesine yönelik soruşturma ve kovuşturma aşamasında takınılınan olumsuz tavırlar, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için sanıklar ve müdafiileri tarafından yapılan pek çok talebin kanuna uygun gerekçe gösterilmeden reddedilmiş oluşu dikkate alındığında soruşturma ve kovuşturma makamında görev alanların belli bir grup ya da yapı adına hareket ettiklerine dair kuvvetli şüphelerin bulunması, açıkça delillere el konulduktan sonra sahteciliğin yapılmış olduğunun belirlenmesi dikkate alındığında sorumluların tespit edilerek cezalandırılmaları gerektiği kanaatine varıldığından bu konuda suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır." Bu karar temyiz edilmeden 19/11/2015 tarihinde kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Yakalama emri ve nedenleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir.(2) Yakalanmış iken kolluk görevlisinin elinden kaçan şüpheli veya sanık ya da tutukevi veya ceza infaz kurumundan kaçan tutuklu veya hükümlü hakkında Cumhuriyet savcıları ve kolluk kuvvetleri de yakalama emri düzenleyebilirler.(3) Kovuşturma evresinde kaçak sanık hakkında yakalama emri re'sen veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim veya mahkeme tarafından düzenlenir.(4) Yakalama emrinde, kişinin açık eşkâli, bilindiğinde kimliği ve yüklenen suç ile yakalandığında nereye gönderileceği gösterilir." 5271 sayılı Kanun'un "sanığın duruşmadan bağışık tutulması" kenar başlıklı maddesinin (2) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:"(2) Sanık, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. Sorgu için belirlenen gün, Cumhuriyet savcısı ile sanık ve müdafiine bildirilir. Cumhuriyet savcısı ile müdafiin sorgu sırasında hazır bulunması zorunlu değildir. Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur.(6) Yurt dışında bulunan sanığın, belirlenen duruşma tarihinde hazır bulunmasının zorluğu halinde, bu tarihten önce duruşma açılarak veya istinabe suretiyle sorgusu yapılabilir."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında geçen "özgürlük" kavramı, kişinin fiziksel özgürlüğünü kapsamaktadır (Engel ve diğerleri /Hollanda, B. No: 5100/71; 5101/71; 5102/71; 5354/72; 5370/72, 8/6/1976, § 58). AİHM, özgürlükten yoksun bırakmanın nesnel ve öznel iki unsurunun bulunduğunu belirtmektedir. Buna göre nesnel unsur, kişinin göz ardı edilemeyecek uzunlukta bir süre boyunca sınırları belli bir yere kapatılması; öznel unsur ise bu kapatılmanın geçerli bir rızaya dayanmamasıdır (Storck/Almanya, B. No: 61603/00, 16/6/2005, § 74). AİHM'e göre kişilerin fiziksel özgürlüğünün konu edildiği Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının amacı hiç kimsenin özgürlüğünden keyfî bir biçimde mahrum bırakılmamasını güvence altına almaktır. Yalnızca seyahat özgürlüğüne ilişkin kısıtlamalar ise bu maddenin değil Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün maddesinin kapsamına girmektedir. Bununla birlikte özgürlükten mahrum bırakma ve özgürlüğün kısıtlanması arasındaki fark esasa ya da niteliğe ilişkin olmayıp bir derece ya da yoğunluk farkıdır. Bir kimsenin madde anlamında özgürlüğünden mahrum bırakılıp bırakılmadığının değerlendirilmesinde somut olayın özelliklerinin yanı sıra uygulanan tedbirin çeşidi, süresi, etkileri ve uygulanma şekli gibi çeşitli faktörlerin dikkate alınması gerekir (Guzzardi/İtalya, B. No: 7367/76, 6/11/1980, §§ 92, 93). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17411 | Başvuru, yakalama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede bitirilmemesi ve adil bir şekilde yürütülmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan başvurucu, Çin Halk Cumhuriyeti'nden yüksek lisans yapmak için karşılıksız burs kazanmış ve Pekin Üniversitesi ile bir yıllık asistanlık sözleşmesi imzalamıştır. Çin Halk Cumhuriyeti'nde oturum izni bulunan başvurucu 15/6/2017 tarihinde Türkiye'ye giriş yapmak istemiştir. Başvurucunun pasaportu, havaalanında görevliler tarafından muhafaza altına alınmıştır. Başvurucuya tebliğ edilen 15/6/2017 tarihli Muhafaza Altına Alma Tutanağı'nda; 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun maddesi ve Emniyet Genel Müdürlüğünün 22/8/2016 tarihli ve 124420 sayılı Genelgesi gerekçe gösterilerek başvurucunun umuma mahsus pasaportunun iptal edildiğinin tespit edilmesi üzerine pasaportun muhafaza altına alındığı belirtilmiştir. Ayrıca tutanakta, söz konusu pasaportun alındığı il emniyet müdürlüğü pasaport şubesine veya pasaport yurt dışı temsilciliklerinden alınmış ise başvurucunun nüfusa kayıtlı olduğu il emniyet müdürlüğü pasaport şubesine gönderileceği ifade edilmiştir. Başvurucu; Emniyet Genel Müdürlüğüne vermiş olduğu 22/9/2017 tarihli dilekçesiyle, pasaportuna el konulma gerekçesinin bildirilmesini ve kararın gözden geçirilerek pasaportunun iadesini talep etmiştir. İdare, talebin bilgi edinme hakkı kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle cevap verilmeyeceğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca 25/9/2017 tarihinde pasaport harcını yatırarak umuma mahsus pasaport verilmesi talebiyle Ankara Emniyet Müdürlüğüne başvurmuş ise de talebiyle ilgili bir işlem yapılmamıştır. Başvurucu; umuma mahsus pasaportunun iptal edilmesine, anılan kararın gerekçesinin bildirilmesi içerikli dilekçesinin reddine ve 22/9/2017 tarihli yeni bir pasaport verilmesi talebinin işleme konulmaması suretiyle pasaport verilmemesine ilişkin idari işlemlerin iptali talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olduğunu, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans yapmak amacıyla Çin Halk Cumhuriyeti'nin verdiği karşılıksız devlet bursundan yararlandığını, ayrıca Pekin Üniversitesi ile bir yıllık asistanlık sözleşmesi imzaladığını belirtmiştir. Ziyaret amacıyla Türkiye'ye döndüğünde haksız şekilde pasaportuna el konulması sonucu Pekin'e dönemediği için bursunun ve oturum izninin iptal edildiğini, iş sözleşmesinin sonlandırıldığını ifade etmiştir. Pasaportunun iptal nedeninin başvurularına rağmen kendisine bildirilmediğini, hakkında açılan adli ya da idari soruşturma mevcut olmadığı gibi kesinleşmiş bir mahkeme kararı da bulunmadığını, pasaportun iptali ve yeniden pasaport verilmesi talebinin reddinin hukuki dayanaktan yoksun olduğunu vurgulayarak anılan idari işlemlerin seyahat özgürlüğünü, masumiyet karinesi ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. İdarece davaya verilen cevapta; Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığının 13/5/2017 tarihli yazısı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/18006 sayılı talimatı çerçevesinde haklarında adli soruşturma yürütülen şahısların 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) (5) numaralı maddesi kapsamında pasaport iptal işlemlerinin yapılmasının talep edildiği, KOM Daire Başkanlığının anılan yazısında başvurucunun adı bildirildiği için pasaportunun iptal edildiği, işlemde hukuka aykırılık olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, ara kararı ile pasaport iptalinin nedenini ve hukuki dayanağını sormuş; Emniyet Genel Müdürlüğü savunma dilekçesinde belirtilen hususları cevaben tekrarlamıştır. Ankara İdare Mahkemesi 27/6/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde;i. 667 sayılı KHK’nın amacı ile anılan maddelerde düzenlenen tedbirlerin kapsamı ve mahiyeti birlikte dikkate alındığında anılan tedbirler vasıtasıyla başta Fetullahçı Terör Örgütüne ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olmak üzere terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulu tarafından devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerin tamamının tüm kamu kurum ve kuruluşlarından çıkarılarak soruşturma sürecinde yurt dışına kaçmalarının engellenmeye çalışıldığı belirtilmiştir. ii. Buna göre pasaport iptalinin adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapıların varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, soruşturmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesine yönelik olağanüstü tedbir niteliğinde bir yaptırım olduğu, KHK'da öngörülen tedbirin uygulanması için mutlaka terör örgütüyle, terör faaliyetleriyle veya darbe teşebbüsüyle tedbir uygulanan arasında bağ kurulması aranmadığı vurgulanmıştır. Millî Güvenlik Kurulu tarafından, devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üye olabileceği gerekçesi ile hakkında idari işlem, soruşturma, kovuşturma yapılan veya dava açılanların yurt dışına çıkmasının engellenmesi suretiyle yapılacak soruşturmaların sağlıklı yürütülmesinin hedeflendiği ifade edilmiştir.iii. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün cevabi yazısında; davacının 667 sayılı KHK uyarınca tanzim edilen evraklarının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, anılan KHK uyarınca pasaportunun iptal edildiğinin bildirildiği belirtildikten sonra bu durumdaki kişilere ait hususi pasaportların iptali için pasaportu iptal edilen kişiler hakkında açılmış herhangi bir soruşturma ve kovuşturma olmasına gerek olmadığı vurgulanmıştır. Anılan KHK kapsamındaki kişiler hakkında olağanüstü hâl kapsamında idari işlem tesis edilmesinin pasaportlarının iptali için yeterli olduğu, başvurucu hakkında da bu kapsamda tesis edilen idari işlemin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği anlaşıldığından başvurucunun şikâyet ettiği idari işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 23/10/2018 tarihli kararıyla derece mahkemesinin kararının hukuka ve usule uygun olduğu belirtilerek reddedilmiştir. Nihai karar 16/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İçişleri Bakanlığı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından başvurucunun pasaportunun iptalinin ve yeni pasaport verilmemesi işlemlerinin dayanağı ile anılan idari işlemleri gerektiren soruşturma, kovuşturma ya da mahkeme kararı olup olmadığı hususları sorulmuştur. İçişleri Bakanlığının 23/1/2020 tarihli cevabında; başvurucunun pasaportunun Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/180056 sayılı soruşturma kapsamındaki talimatı doğrultusunda, başvurucunun adının ByLock abone listesinde bulunmasından dolayı 667 sayılı KHK'nın maddesi gereği iptal edildiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun adına kayıtlı telefon hattı üzerinden ByLock kullanıldığının tespit edildiği, telefon hattına ait CGNAT verilerinin işlem yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği ancak telefon hattının gerçek kullanıcısına yönelik işlem ve gerçek kullanıcı veri girişinin yapılmadığının anlaşıldığı vurgulanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma Bürosunun 14/1/2020 tarihli cevabında; başvurucu hakkında 2016/140228 sayılı dosya üzerinden FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan bir soruşturma yürütüldüğü, başvurucunun ifadesinin henüz alınmadığı ve hakkında yakalama kararı bulunduğu ifade edilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme neticesinde, başvurucunun ifadesinin alınamaması ve başvurucuya ulaşılamaması nedeniyle başvurucu hakkında Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 2/12/2019 tarihinde yakalama kararı verildiği, başvurucunun ifadesinin henüz alınamadığı, soruşturmanın devam ettiği, bu soruşturma kapsamında başvurucunun pasaportunun iptaline ve yurt dışına çıkış yasağına ilişkin bir karar alınmadığı görülmüştür. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/180056 sayılı soruşturma dosyasının ByLock kullananların tespitine ilişkin işlemlerin yürütüldüğü bir soruşturma olduğu, pasaport iptali konulu 13/5/2017 tarihli talimatla, ByLock abone listesinde bulunan şahıslar hakkında 667 sayılı KHK'nın maddesi kapsamında pasaport iptal işlemlerinin yapılmasının istendiği, başvurucunun pasaportunun anılan listede adı olması nedeniyle bu talimat bağlamında iptal edildiği anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk 667 sayılı KHK'nın "Yürütülen soruşturmalarda alınacak tedbirler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında idari işlem tesis edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç soruşturması veya kovuşturması yürütülenler, işlemi yapan kurum ve kuruluşlarca ilgili pasaport birimine derhal bildirilir. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir." 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un "Yürütülen soruşturmalarda alınacak tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında idari işlem tesis edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç soruşturması veya kovuşturması yürütülenler, işlemi yapan kurum ve kuruluşlarca ilgili pasaport birimine derhal bildirilir. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilebilir..." 5682 sayılı Kanun'un "Pasaport veya vesika verilmesi yasak olan haller" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"Yurt dışına çıkmaları; mahkemelerce yasaklananlara, memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur bulunduğu İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere ve terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen yurtdışındaki her türlü eğitim, öğretim ve sağlık kuruluşları ile vakıf, dernek veya şirketlerin kurucu ve yöneticisi olduğu veya bu yerlerde çalıştığı İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere pasaport veya seyahat vesikası verilmez."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün "Serbest dolaşım özgürlüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Bir devletin ülkesi içinde usulüne uygun olarak bulunan herkes, orada serbestçe dolaşma ve ikametgahını seçebilme hakkına sahiptir. Herkes, kendi ülkesi de dahil, herhangi bir ülkeyi terk etmekte serbesttir. Bu haklar, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, kamu düzeninin korunması, suç islenmesinin önlenmesi, sağlık ve ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler olarak ve yasayla öngörülmüş sınırlamalara tabi tutulabilir. Bu maddenin fıkrasında sayılan haklar, belli yerlerde, yasayla konmus ve demokratik bir toplumda kamu yararının gerektirdiği sınırlamalara tabi tutulabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00 ve 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). Özel hayata saygı hakkına kamu makamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. AİHM, özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate devletin müdahale ettiğini tespit ettiğinde Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağının olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Dudgeon/Birleşik Krallık [GK], B. No: 7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç No.1 [GK], B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa [BD], B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). Ayrıca AİHM alınan bir tedbir sonucu bir kimsenin pasaport gibi bir seyahat belgesinden yoksun bırakılmasın Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün maddesinde güvence altına alınan serbest dolaşım özgürlüğünün kullanılmasına yönelik bir müdahale olarak değerlendirmektedir (Baumann/Fransa, B. No: 33592/96, 22/5/2001, § 62; Sissanis/Romanya, B. No: 23468/02, 23/1/2007, § 63). Ancak AİHM anılan protokol hükümlerinin protokole taraf olmayan ülkeler ile ilgili davalarda uygulanamayacağına dikkat çekerek bu durumda serbest dolaşıma ilişkin şikâyetlerin konu bakımından Sözleşme'yle bağdaşmayacağına karar vermiştir (Riener/Bulgaristan B. No: 28411/95, 11/4/1997, § 2; Paşaoğlu/Türkiye, B. No: 8932/03, 8/7/2008, § 41). Öte yandan AİHM, Sözleşme'nin madde hükümlerinin 4 No.lu ek Protokol'ün maddesi ile değiştirilemeyeceğine dikkat çekerek protokol maddesi hükmüyle madde arasında sıkı bir bağ olduğunu kabul etmiştir. Bu bağlamda AİHM; serbest dolaşımın ve özellikle sınır ötesi serbest dolaşımın özel hayatın geliştirilmesi açısından esas olarak değerlendirildiği bir çağda, başka ülkede ailevi, mesleki ve ekonomik bağlara sahip olan kişiler söz konusu olduğunda herhangi bir gerekçe göstermeksizin bu özgürlüğü reddetmesinin Sözleşme'ye taraf devlet açısından yükümlülüklerin ciddi ihlalini teşkil edeceğini ifade etmiştir (İletmiş/Türkiye, B. No: 29871/96, 6/12/2005, § 50; Paşaoğlu/Türkiye, § 42). Bu bağlamda AİHM Türkiye'nin ek protokolü imzalamasına rağmen onay sürecinin tamamlanmadığını tespit ettiği iki kararında serbest dolaşım/seyahat özgürlüğüne ilişkin şikâyetleri giriş yapılmak istenen ülkede kişisel, ailevi ve ekonomik bağların olması ölçütünü uygulayarak özel hayata saygı hakkı kapsamında incelemiştir. İletmiş/Türkiye kararında eşi ve iki çocuğu ile Almanya'da ikamet eden ve bu ülkede çalışan başvurucu, Türkiye'ye ziyarete geldiği sırada 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen yabancı ülkede millî menfaatlere zarar verici faaliyette bulunma suçundan yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınmış; ifadesi alınarak serbest bırakılmasına rağmen pasaportuna el konulmuş, pasaportu ise on beş yıl süren yargılama sonunda verilen beraat kararı sonrası iade edilmiştir (İletmiş/Türkiye, §§ 8-15). Anılan kararda başvurucunun uzun süredir Almanya'da yaşadığı, tüm ailesinin ve işinin bu ülkede olduğu, dolayısıyla gitmek istediği ülke ile sıkı kişisel bağlarının mevcut olduğu kabul edilerek pasaporta el konulması ve pasaportun uzun süre iade edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkına müdahale edildiği sonucuna varılmıştır. AİHM'e göre hiçbir gelişme göstermeden yargılama uzadıkça ve başvuran aleyhine kanıt yokluğu devam ettikçe önleyici tedbirin meşru amacına bağlı yarar zamanla ağırlığını yitirecektir. Bu bağlamda AİHM; başvurucu hakkında yurt dışı çıkış yasağını öngören bir mahkeme kararının mevcut olmadığını, idari makamların yasağı gerekçelendiremediğini belirttikten sonra alınan tedbirin belirsiz bir şekilde uzun süre devam ettirilmesinin kaçınılmaz sosyal bir ihtiyaç olmadığı ve izlenen müdahalenin Sözleşme'nin maddesinde verilen amaçlarla orantılı olmadığı sonucuna ulaşmıştır (İletmiş/Türkiye, §§ 42-50). Paşaoğlu/Türkiye kararında ise başvurucu eşi ve çocuğuyla Yunanistan'da ikamet etmektedir. Başvurucunun 18/10/1999 yılında yaptığı pasaport süre uzatım talebi Selanik Başkonsolosluğu tarafından ülke güvenliği açısından sakıncalı olduğu gerekçesiyle hakkında düzenlenen tahdit fişi nedeniyle reddedilmiştir. AİHM öncelikle başvurucu hakkında uygulanan idari tasarrufun bir ceza mahkûmiyeti ya da ceza soruşturmasından kaynaklanmadığını, İçişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen tahdit fişine dayandığını tespit etmiştir. AİHM önleyici tedbirlerin meşru amacına bağlı yararın zamanla ağırlığını yitirebileceğini, dört yılı aşkın bir süre devam eden idari süreç boyunca başvurana yöneltilen iddialarla ilgili bir ithamda bulunulmadığını vurgulayarak gizli bakanlık verilerine dayanan belirginlikten yoksun tedbirin uzun süre devam ettirilmesinin başvuranın hayatında yol açtığı belirsizlik ve sarsıntının hesaba katılması gerektiğini ifade etmiştir (Paşaoğlu/Türkiye, §§ 44-48). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36451 | Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru Ş.İ. tarafından yapılmış olup başvuru devam ederken vefat eden Ş.İ.nin yasal mirasçıları olan Hakim İpkıran, Muhammed Çağrı İpkıran ve Rajae Tarkhatt başvuruya devam etmek istediklerini beyan etmiştir. Yasal mirasçı olan başvurucular bireysel başvurunun tarafı hâline gelmişse de anlatım kolaylığı açısından Ş.İ. başvurucu olarak nitelendirilecektir. Başvurucu ile şikâyetçi S.R. evliyken İzmir Aile Mahkemesinin 12/12/2017 tarihli kararıyla boşanmalarına karar verilmiş ve bu karar 2/4/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Anılan kararda tarafların evlilik birliğinin şiddetli geçimsizlik sebebiyle temelinden sarsıldığı konusunda anlaştığı belirtilmiş ve birbirlerinden nafaka, tazminat veya alacak talep etmediğinden bu konularda karar verilmesine yer olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Şikâyetçi S.R. 7/2/2018 tarihinde karakola müracaat ederek trafik tescilde kendi adına kayıtlı bir otomobilinin olduğunu, başvurucu ile boşandığı hâlde onun kalacak yeri olmadığı için iki haftadır aynı evde yaşamaya devam ettiğini, 7/2/2018 tarihinde eve geldiğinde başvurucunun otomobilin anahtarını alıp evden ayrıldığını görmesi üzerine başvurucuyu aradığında onun kendine otomobili vermeyeceğini ve Mardin'e götürüp parçalatacağını söylediğini beyan ederek başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 2018/3102 sayılı dosyası üzerinden yürüttüğü soruşturma sonucunda 20/2/2018 tarihinde başvurucu hakkında hırsızlık suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Anılan kararda Başsavcılık, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca hırsızlık suçunun aralarında ayrılık kararı verilmemiş eşlerden birinin zararına işlenmesi hâlinde ilgili akraba hakkında cezaya hükmolunmayacağının öngörüldüğü ve şikâyetçinin nüfus kaydına göre şikâyetçi ve başvurucu arasında mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı bulunmadığı gerekçesiyle başvurucu hakkında da ceza verilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır. Şikâyetçi 12/3/2018 tarihinde Başsavcılığa yaptığı müracaat üzerine alınan ifadesinde de 2018 yılının Ocak ayında başvurucunun müşterek konutu terk ettiğini ancak sonradan eşyalarını almak üzere tekrar eve geldiğinde otomobilinin yedek anahtarını da alıp gittiğini, 7/2/2018 tarihinden itibaren başvurucunun kendisini telefonla arayıp otomobilin trafik tescilini kendi üzerine yapmaması durumunda otomobili parçalatacağını ve kendine de zarar vereceğini söyleyerek tehdit ettiğini beyan ederek başvurucudan şikâyetçi olmuştur. S.R. beyanına ek olarak başvurucu ile telefon üzerinden yaptığı yazışmaları da Başsavcılığa sunmuştur. Söz konusu yazışmalar arasında şikâyete konu otomobille ilgili olarak başvurucunun S.R.ye "Sana iki gün müsaade, arabanın devrini verdin verdin, vermedin [H.yi] arayıp [Y.yi] anlatacağım." ve "Sen araba için ne diyorsun onu söyle yoksa sonsuza dek bu konu kapanır, üstüne de bir dünya borç kalır [...] parçalan[an] kayıp arabanın borcu sahibini bağlar da ondan [...]" şeklinde mesajlar gönderdiği, S.R.nin "Bir arabayı çalmak kadar tenezzül ettin." demesi üzerine de başvurucunun "İnsan kendi arabasını çalar mı?" şeklinde cevap verdiği tespit edilmiştir. S.R.nin şikâyeti üzerine Başsavcılık 2018/4466 sayılı dosya üzerinden yürüttüğü soruşturma sırasında başvurucunun şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. Başvurucu ifadesinde; şikâyetçi S.R. ile boşanmadan önce kendinin bankalarla sorun yaşadığı için S.R. adına otomobil aldığını, ayrıldıktan sonra S.R.ye otomobilin kendine ait olduğunu söyleyip teslim etmesini istediğini, S.R.nin de "000 TL verirsen arabanın devrini veririm." demesi üzerine İ. Bankası Ş. Şubesine S.R. ile gidip onun hesabına 000 TL yatırdığını, fiilen kullanmakta olduğu bu otomobili sonra başka bir kişiye haricen sattığını ancak S.R.nin aracın trafik tescilde devrini yapmadığını ve kendini oyaladığını, söz konusu mesajları da S.R.ye kızıp gönderdiğini söylemiş ve otomobilin devrinin kendi üzerine yapılmasını talep etmiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılık, önceki kararda değinilen kanunî düzenlemeye yer vererek şikâyet tarihi itibarıyla başvurucu ve S.R.nin resmî nikahlı olduğu, bu nedenle başvurucu hakkında hırsızlık suçu açısından şahsi cezasızlık nedeni bulunduğu gerekçesiyle bu suç yönünden tekrar kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. S.R. Başsavcılığa 7/9/2018 tarihinde yeniden müracaat ederek başvurucu ile haklarında verilen boşanma kararının kesinleştiğini söylemiş ve önceki müracaatlarında dile getirdiği şekilde otomobilini 7/2/2018 tarihinde başvurucunun kendisinden habersiz olarak aldığını, bu konuda yürütülen 2018/4466 sayılı soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini ancak aradan geçen süre itibarıyla başvurucunun otomobili hâlen teslim etmediği gibi başvurucudan istediğinde de otomobili parçalamakla tehdit ettiğini, bu nedenle haklarındaki boşanma ilamı kesinleştiği için yeniden müracaat ettiğini belirterek başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Başsavcılık şikâyetçinin müracaatı üzerine başlattığı soruşturma sırasında trafik tescilde onun adına kayıtlı olan otomobilin bir başkasına satışının engellenmesi için tescil kaydına 12/9/2018 tarihinde şerh koymuştur. Soruşturma sırasında kollukta ifadesi alınan başvurucu; şikâyetçinin otomobilini alıp kaçtığı için hakkında daha önce de kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanan soruşturmalar yürütüldüğünü söylemiş ve otomobili bir başkasına haricen satıp satış bedelini S.R. ile gittiği banka şubesinde onun hesabına yatırdığına dair -bu işlemi 2018 yılının Ocak ayında yaptığını da ekleyerek- Başsavcılığın 2018/4466 sayılı soruşturma dosyasında verdiği ifadesini tekrar etmiştir. Başvurucu, Başsavcılıkta şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde ise önceki ifadelerinden kısmen farklı olarak söz konusu otomobili S.R. ile evli olduğu sırada onun rızasıyla sattığını ve boşanma aşamasına geldiklerinde S.R.nin otomobilin ruhsatını devretmemesi nedeniyle otomobili alan kişiyle sorun yaşadığını beyan etmiş; satış bedelinin S.R.ye düşen kısmını onun banka hesabına yatırdığına dair önceki savunmalarını ise tekrar etmiştir. Başvurucu ayrıca otomobilin başka bir kişiye satışına dair hazırlanan protokolü Başsavcılığa sunmuştur. Anılan "Protokol" başlıklı belge 5/1/2018 tarihli olarak düzenlenmiş; protokolde başvurucunun bu otomobili 000 TL karşılığında H.ye sattığı, satış bedelinin 000 TL'lik kısmının başvurucu tarafından peşin olarak alındığı, otomobilin trafik tescilde H.ye devredilmesinden sonra kalan bedelin alıcı H. tarafından başvurucuya ödeneceği belirtilmiş; protokolün sonundaki "Satıcı" başlığı altında "[S.R.] adına vekaleten [Ş.İ.]" ibaresine yer verilmiş ve protokol başvurucu tarafından imzalanmıştır. Başsavcılığın talebi üzerine ilgili banka şubesi, S.R.nin bu şubedeki hesabının 5/1/2018 ila 31/1/2018 tarihleri arasındaki hareketlerine dair kayıtları sunmuştur. Ancak bu kayıtlarda, söz konusu tarihler aralığında S.R.nin hesabına başvurucunun iddia ettiği miktarda ve otomobil satış bedeli gibi herhangi bir açıklamayla para yatırılmadığı tespit edilmiştir. Başsavcılığın görevlendirdiği uzlaştırmacı ile başvurucu ve S.R. arasında yapılan görüşme sonucunda 29/4/2019 tarihinde uzlaştırma raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda; S.R.nin söz konusu otomobili başvurucunun izinsiz olarak aldığını ve geri vermesi şartıyla uzlaşacağını söylediği, başvurucunun ise otomobilin kendisinde olmadığını, nerede olduğunu da bilmediğini belirttiği ve taraflar arasında uzlaşma sağlanamadığı belirtilmiştir. Başsavcılık soruşturma sonucunda başvurucunun 2/4/2018 tarihinde güveni kötüye kullanma suçunu işlediği iddiasıyla iddianame düzenlemiştir. Anılan iddianamede başvurucu ile S.R.nin 2/4/2018 tarihinde boşandığı ve bu tarihten sonra başvurucunun S.R.ye ait otomobili ona teslim etmediğinin sabit olduğu belirtilmiş; 5/1/2018 tarihli protokolde S.R.nin adı ve imzası ile alıcı olduğu belirtilen H.nin adı dışında kimlik ve adres bilgilerinin yer almadığı ve iddia edilenin aksine satış bedelinin S.R.nin banka hesabına yatırılmadığı gerekçesiyle başvurucunun atılı suçu işlediği kanaatine ulaşılmıştır. Karşıyaka Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamanın ilk celsesinde başvurucu ile şikâyetçi S.R. hazır bulunmuştur. Katılan sıfatıyla davaya katılmasına karar verilen S.R.; başvurucu ile karşılıklı olarak birbirlerinden herhangi bir şey talep etmeksizin boşandığını ve kendine ait otomobili başvurucu alıp götürdüğü hâlde parasını da vermediğini söyleyerek aşamalardaki ifadelerini tekrarlamıştır. Aynı celsede savunması alınan başvurucu önceki ifadelerinden kısmen farklı olarak her ne kadar otomobil S.R. adına kayıtlı ise de aslında kendine ait olduğunu, ayrıldıktan sonra otomobili satıp parasını bölüşmeyi kararlaştırdıklarını ve satış bedelinin yarısını S.R.ye elden verdiğini, onun da bu parayı önceki ifadesinde belirttiği banka hesabına yatırdığını söylemiştir. Celse arasında Mahkeme, S.R.nin evlilik sırasında ve boşandıktan sonra kullandığı soyadları da dikkate alınarak ilgili banka şubesinde hesabının olup olmadığının bildirilmesi, varsa da bu hesabın 2017 yılının son üç ayına ait hesap hareketlerinin gönderilmesi yönünde bankaya yazı yazmıştır. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu dilekçe ile S.R.nin A. Bankasında da hesabının olduğunu belirterek onun evlilik sırasındaki ve boşanma sonrası kullandığı soyadları ile Türk vatandaşlığına geçmeden önceki adı dikkate alınarak bu bankadaki hesap hareketlerinin araştırılmasını da talep etmiştir. Mahkeme, başvurucunun talebi doğrultusunda benzer yazıyı A. Bankasına da göndermiştir. Katılan S.R. Mahkemenin ilgili bankalara gönderdiği yazılara cevap verilmesinden önce, A. Bankasında bulunan hesabının 2/10/2017 ila 28/12/2017 tarihleri arasındaki hesap hareketlerine dair hesap dökümü belgesini dosyaya sunmuş ve bu kayıtlarda otomobil satış bedeline dair herhangi bir ödeme yapılmadığını vurgulamıştır. Yargılamanın 4/11/2020 tarihli celsesine ilişkin duruşma tutanağında da A. Bankasından gelen cevap yazısı ekindeki hesap dökümüne göre otomobil bedeline dair yüksek meblağlı bir ödeme yapılmadığı belirtilmiştir. Bu celsede esas hakkındaki mütalaasını sunan Başsavcılık, başvurucunun resmî olarak ayrıldığı eski eşine ait otomobili teslim etmeyerek güveni kötüye kullanma suçunu işlediği kanaatine ulaşmış ve başvurucunun bu suçtan cezalandırılmasını talep etmiştir. Başvurucunun esas hakkındaki mütalaaya karşı sunduğu savunma dilekçesinde(Kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesince güveni kötüye kullanma suçunun unsurlarının, suça dair yasal şikâyet süresinin ve aralarında önceden evlilik bağı olan kişiler arasında taşınır malların teslim edilmemesinden doğan uyuşmazlıkların değerlendirildiği kararları sunduktan sonra ileri sürdüğü itirazlar şöyledir:i. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca sulh ceza hâkimliğince bir karar verilmeden aynı fiilden dolayı kamu davası açılamayacağının düzenlendiği, davaya konu eylem yönünden daha önceden yapılan şikâyetler üzerine başlatılan soruşturmalar sonucunda başvurucu hakkında iki kez kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği ve bu kararlar kesinleştiği hâlde bu kararların üzerine sulh ceza hâkimliğince yeni bir karar verilmeksizin doğrudan dava açılmasının hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. ii. Katılan S.R.nin ifadelerinde de söz konusu otomobilin boşanma kararının henüz kesinleşmediği 7/2/2018 tarihinde başvurucu tarafından götürüldüğünün belirtildiği, dolayısıyla suç tarihinin bu tarih olduğu, boşanma kararının kesinleştiği tarihin suç tarihinin belirlenmesi açısından dikkate alınamayacağı, bu durumda da katılanın Başsavcılığa yeniden müracaat ettiği 7/9/2018 tarihi itibarıyla dava konusu suça ilişkin şikâyet süresinin dolmuş olduğu belirtilmiştir. iii. 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen ve iddianame ile esas hakkındaki mütalaada başvurucuya isnat edilen güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için suça konu malın bir başkasına ait olması ve bu malın zilyetliğinin mağdurun rızasıyla faile devredilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda;- Katılan S.R.nin aşamalardaki hiçbir ifadesinde suça konu otomobili başvurucuya rızaen teslim ettiğini söylemeyip aksine bu otomobili başvurucunun kendisinin haberi olmaksızın aldığını iddia ettiği, dolayısıyla katılanın bu malı başvurucuya rızasıyla teslim ettiğine dair dosya kapsamında herhangi bir delilin bulunmadığı belirtilmiştir. - Söz konusu otomobilin başvurucu ile S.R. hakkında ayrılık kararı verilmediği ve boşanma kararının kesinleşmediği dönemde edinildiği, otomobil trafik tescilde katılan adına kayıtlı olsa bile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ilgili hükümlerine göre, evlilik birliği içerisinde edinilen bu mal üzerinde başvurucunun en azından yarı oranında hak sahibi olduğu, dolayısıyla suça konu otomobilin "bir başkasına ait olmaması" nedeniyle de güveni kötüye kullanma suçunun somut olayda oluşmadığı ifade edilmiştir. Yargılama sonucunda Mahkeme başvurucunun güveni kötüye kullanma suçundan 5 ay hapis ve 3000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; başvurucunun suça konu otomobilin kendisine ait olduğunu ve otomobili satıp bedelin yarısını katılana gönderdiğini savunmasına karşın Protokol başlıklı belgede katılanın isminin ve imzasının olmadığı gibi alıcının da ismi dışında kimliğini ve adresini tespite yarayan bilginin bulunmadığı, katılanın hesap hareketlerine göre de otomobilin satış bedelinin yatırılmadığı, bu nedenlerle başvurucunun atılı suçu işlediği sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu esas hakkındaki mütalaaya karşı sunduğu savunma dilekçesinde dile getirdiği itirazları yineleyerek karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Katılan ise başvurucunun istinaf başvurusunda ileri sürdüğü itirazlara yönelik sunduğu dilekçesinde;i. 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca Başsavcılığın katılanın beyanına konu eylemi yorumlayıp kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara konu suçtan farklı bir suçun oluştuğu sonucuna ulaşabileceğini, dolayısıyla somut olayda hırsızlık yerine güveni kötüye kullanma suçundan kamu davası açılmasının ve bu suçtan hüküm verilmesinin isabetli olduğunu vurgulamıştır. ii. Somut olayda suç konusu otomobil tam anlamıyla "başkasına ait mal" olmasa da müşterek ya da iştirak hâlinde mülkiyete konu mallar yönünden kişinin hak sahibi olmadığı payı da etkileyecek şekilde -satış gibi- tasarrufta bulunması durumunda da güveni kötüye kullanma suçunun oluşacağını, başvurucunun bu otomobili kullanma hakkı olduğu kabul edilse bile katılanın rızası olmaksızın bir başkasına satması nedeniyle mahkûmiyet kararının yerinde olduğunu belirtmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) 24/6/2021 tarihinde başvurucunun istinaf kanun yolu başvurusunu kesin olmak üzere esastan reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 1/7/2021 tarihinde öğrendikten sonra 12/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, gerekçeli karar hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetin ise kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/36291 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; icra dairesince gerçekleştirilen açık artırma ihalesinde satın alınan taş kırma ocağı makinelerinin ihale kesinleşmediği için teslim edilmeden önce çalınması ve bu suretle ortaya çıkan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. A. Uyuşmazlığın Arka Planı ve İhalenin Feshi Davası Süreci Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İslâhiye İcra Dairesinin başvurucunun alacaklı olarak yer aldığı,2011/139 sayılı takip dosyasında borçluya ait taş kırma ocağı makineleri (120'lik PDK konkasör, altı taşıma bandı, bir tersiyer, bir elek, bir silo) 28/3/2011 tarihinde haczedilmiş, alacaklı vekilinin talebi ile aynı tarihte borçlunun şantiye sahasında Ş.S.yeyediemin olarak yerinde teslim edilmiştir. İcra dairesince satışa çıkarılan haciz konusu malları 30/6/2011 tarihinde yapılan ikinci ihalede başvurucu 293,45 TL'ye satın almıştır. Başvurucu; üçüncü kişilerden aldığı ihbarlar sonucu, kimliği belirsiz kişilerce haciz konusu malların çalınacağı duyumu aldığını, 4/7/2011 tarihinde icra dairesi ve İslâhiye Jandarma Komutanlığına gönderdiği faks ile bildirmiş ve gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasını talep etmiştir. Bu tarihte mallar yediemindedir ve ihale kararı kesinleşmediğinden başvurucuya teslim edilmemiştir. Akabinde başvurucu, malları teslim almak için icra dairesine başvurmuş ancak malların büyük kısmının yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu 6/7/2011 tarihinde icra dairesinden taş kırma ocağına ait birçok makinenin mahallinde olmadığının tespitini talep etmiş, bilirkişiler tarafından tespit yapılarak rapor hazırlanmıştır. Bilirkişiler taş kırma ocağında, silo ve titreşim dinamosu, kontrol panoları ile motorun yerinde olmadığını tespit etmiş; bu hâliyle 120'lik konkasörün çalışmasının mümkün olmadığını raporlarında bildirmiştir. Bilirkişi raporunda bu nedenle oluşan zararın 500 TL olduğu belirtilmiştir. Başvurucu oluşan zarar karşısında teslim edilen taş kırma ocağı makinelerinde esaslı hata olduğu iddiasıyla İslâhiye İcra Hukuk Mahkemesinde (İcra Mahkemesi) ihalenin feshi davası açmıştır. İcra Mahkemesi 21/10/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiş kararda ihaleden sonra ortaya çıkan hırsızlık olayı nedeniyle ihalenin feshi davası açılamayacağını, mülkiyetin ihale anından alıcıya geçtiği bu andan itibaren ortaya çıkan zarara alıcının katlanması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 5/6/2012 tarihinde İcra Mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 20/12/2012 tarihinde reddedilmiştir.B. Ceza Soruşturması Süreci Yediemin Ş.S.nin İslâhiye Cumhuriyet Başsavcılığının 26/12/2011 tarihli iddianamesiyle, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası gereğince muhafaza görevini kötüye kullanma suçunu işlediğinden bahisle İslâhiye Sulh Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) Ş.S. hakkında kamu davası açılmıştır. Ş.S., Ceza Mahkemesindeki savunmasında özetle yediemin olarak kendisine dört taşıma bandı, bir makine teslim edildiğini, bu sahanın içinde kendisine yediemin olarak teslim edilen malların dışında başka mallar da olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Yediemin Tutanağı'na teslim edilen malların özellikleri ve numaralarının yazılmadığını, Şantiye Şefi S.A.nın malları götürdüğünü, bu nedenle bir eksilme olduğunu ve suç işleme kastının bulunmadığını açıklamıştır. Ceza Mahkemesi 5/12/2012 tarihinde, Ş.S.nin muhafaza görevini kötüye kullanma suçunu işlediğinden 5237 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası gereğince mahkûmiyetine ve adli para cezası verilmesine karar vermiştir. Gerekçeli kararda 6/7/2011 tarihli bilirkişi raporunda tanzim edildiği şekilde sanığın kendisine bırakılan mahcuz mallardan 500 TL tutarında eksiltme yapmak suretiyle tasarrufta bulunduğunun sabit olduğunu belirtmiştir. Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet kararı kanun yollarına başvurulmadan kesinleşmiştir. Başvuruya Konu Tazminat Davası Süreci Başvurucu 27/7/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Jandarma Genel Komutanlığı ve Bakanlık aleyhine 293,45 TL'nin 30/6/2011 tarihinden itibaren işletilecek avans faiziyle birlikte ödenmesi için tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde ihale konusu malın teslim edilmeden önce çalındığını, hırsızlık olayının önlenmesi bakımından jandarmanın ve icra dairesinin üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmediğini, ihale kesinleşmeden taşınır malın alıcıya teslim edilmediği gözönüne alındığında malın teslim anına kadar ortaya çıkan zararın 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesi kapsamında devlet tarafından tazmin edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bakanlık 26/2/2014 tarihli dilekçesinde haciz ve satış işlemlerinin yapıldığı tarihte icra müdürü olan A.T. ve müdür yardımcısı olan A.K.A.ya davanın ihbar edilmesini talep etmiştir. Mahkeme 12/6/2014 tarihli ilk duruşmada ihbar olunan A.K.A.nın davaya müdahil olarak katılma talebini kabul etmiştir. Davalılar savunma dilekçelerinde ferî davaya konu malın mülkiyetinin ihale anında alıcıya (davacıya) geçtiğini, bu andan itibaren hasarın alıcı üzerinde olduğunu, malın korunmasından ve muhafazasından alıcının sorumlu olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme 15/9/2014 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı aleyhine açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine, Bakanlık aleyhine açılan davanın kabulüne, ihale için ödenen 293,45 TL'nin ödeme tarihinden itibaren işleyen yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında 6/7/2011 tarihli bilirkişi raporu ile sabit olduğu üzere satışa konu malların önemli parçalarının çalındığını, bu tespitin yapıldığı tarihte ihalenin henüz kesinleşmediğini ve alıcıya teslim edilmediğini belirtmiş; bu aşamada malın korunması görevinin icra müdürlüğünde olduğunu vurgulamıştır. Karar taraflarca ve ferî müdahil tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 9/2/2016 tarihinde mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararında; güvenlikle ilgili iş ve eylemlerin hizmet kusuru teşkil ettiği iddiasıyla Jandarma Genel Komutanlığına karşı idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerektiği, taşınır malın kendisine ihale edilen alıcının ihale anında o malın mülkiyetini iktisap ettiği, mülkiyetin intikali ile birlikte o malın nefînin ve hasarının da alıcıya geçtiği, ihaleden sonra, mal henüz alıcıya teslim edilmeden önce telef olsa (mesela yanmış olsa) bunun sonucuna alıcının katlanması gerektiği, somut olayda hırsızlık iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında, B.A.nın davacı Şirket tarafından ihale tarihinde kum ocağında bekçi olarak görevlendirildiğine ilişkin kollukta alınan beyanı birlikte değerlendirildiğinde ihaleden sonra icra dairesi görevlilerinin muhafaza görevinden, dolayısıyla kusurundan söz edilemeyeceğinden Bakanlık yönünden davanın reddi gerektiği belirtilmiştir. Bozma kararına karşı başvurulan karar düzeltme talebi Daire tarafından 2/3/2017 tarihinde reddedilmiştir. Bozma kararı sonrasında Mahkeme 27/2/2018 tarihinde, Jandarma Genel Komutanlığı aleyhine açılan davanın davaya bakmaya idari yargı görevli olduğundan görev yönünden reddine, Bakanlık aleyhine açılan davanın reddine karar vermiştir. Davanın reddine yönelik mahkeme kararı Dairenin 23/5/2019 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme talebi Daire tarafından 1/6/2020 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 17/6/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 2004 sayılı Kanun’un "Sorumluluk" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İcra ve İflas Dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan tazminat davaları, ancak idare aleyhine açılabilir. Devletin, zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan görevlilere rücu hakkı saklıdır. Bu davalara adliye mahkemelerinde bakılır. 2004 sayılı Kanun'un "Mahcuz malları muhafaza tedbirleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"1 – Taşınırlar hakkında:Madde 88 – (Değişik: 2/7/2012-6352/17 md.)...Diğer taşınır mallar, masrafı peşinen alacaklıdan alınarak muhafaza altına alınır. Alacaklı muvafakat ederse, istenildiği zaman verilmek şartıyla, muvakkaten borçlu yedinde veya üçüncü şahıs nezdinde bırakılabilir. Üçüncü şahsın elinde bulunan taşınır mallar haczedildiğinde, üçüncü şahsın kabulü hâlinde üçüncü şahsa yediemin olarak bırakılır. (Değişik cümle:24/11/2021-7343/7 md.) Haczedilmiş ancak muhafaza altına alınmamış mallar satış talebi üzerine muhafaza altına alınır veya ihale alıcısına teslime hazır hâle getirilir, aksi takdirde satış yapılamaz. (Ek cümle:24/11/2021-7343/7 md.) Sicile kayıtlı motorlu kara araçları bakımından 106 ncı madde hükmü saklıdır. ..." 2004 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Birinci ve ikinci ihale, icra müdürü tarafından, ilanda belirlenen gün ve saatte, haczedilen malın muhammen kıymetinin yüzde ellisi üzerinden başlatılır. Şartların yerine gelmesi hâlinde mal, en yüksek teklif verene ihale edilir. Şu kadar ki, artırma bedelinin haczedilen malın muhammen kıymetinin yüzde ellisi ile o malla güvence altına alınan ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacakların toplamından hangisi fazla ise bu miktarı ve ayrıca bu miktara ilave olarak paraya çevirme ve paylaştırma masraflarını da geçmesi şarttır. Artırmanın sona erdiği gün ve saatte şartların bulunması hâlinde, mal en yüksek teklif verene ihale edilmiş olur ve malın mülkiyeti ihale alıcısına geçer." 2004 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İhale alıcısı, ihalenin feshi talep edilmiş olsa dahi artırma sonuç tutanağının ilanından itibaren yedi gün içinde satış bedelini nakden ödemek zorundadır.Satılan mal, ihale kesinleşmeden teslim olunmaz ve resmî sicilde alıcı adına tescil edilmez." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Mülkiyetin geçmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Artırmada taşınır bir mal alan kişi, onun mülkiyetini ihale anında kazanır. ...Cebrî artırma sonucunda yapılan ihalelerde mülkiyetin geçmesine ilişkin özel hükümler saklıdır. İsteğe bağlı özel artırmalarda mülkiyetin geçmesi genel hükümlere tabidir." 6098 sayılı Kanun'un "Yarar ve hasar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kanundan, durumun gereğinden veya sözleşmede öngörülen özel koşullardan doğan ayrık hâller dışında, satılanın yarar ve hasarı; taşınır satışlarında zilyetliğin devri, taşınmaz satışlarında ise tescil anına kadar satıcıya aittir...." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " (Değişik: 10/6/1994 - 4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır:a) (İptal: Anayasa Mahkemesinin 21/9/1995 tarihli ve E.1995/27, K.1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 - 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları... " Yüksek Mahkeme Kararları Danıştay Onuncu Dairesinin 26/9/2005 tarihli ve E.2003/996, K.2005/5528 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacının Erzurum Cumhuriyet Caddesinde bulunan işyerinin kapı ve kepenkleri üzerindeki kilitlerin kırılmak suretiyle 512 adet saatin çalındığından bahisle idarenin hizmet kusuru bulunduğu öne sürülerek uğranıldığı iddia edilen - TL. zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; Erzurum İdare Mahkemesince; kişilerin can ve mal güvenliğinin sağlanması Devletin görevlerinden olmakla birlikte tazmin borcundan sözedilmek için idareye doğrudan yüklenebilen ve idarenin eylem ve işlemleriyle yakından ilişkilendirilen bir zararın doğması gerektiği, dava konusu olayda ise zararın adi suç niteliğindeki hırsızlık eyleminden doğduğu, hırsızlık olayının meydana gelmesinde idareye doğrudan yüklenebilecek bir eylem ve işlemin bulunmadığı, bu itibarla davacının işyerinin karakola yakın ve işlek bir cadde üzerinde bulunmasının davalı idare açısından tazmin borcunu doğurmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz isteminin reddi ile Erzurum İdare Mahkemesi'nin 2002 tarih ve E:2002/711, K:2002/1377 sayılı kararının onanmasına, 2005 tarihinde oybirliği ile karar verildi." Danıştay Onuncu Dairesinin 25/1/2001 tarihli ve E.1999/1701, K.2001/1898 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dosyanın incelenmesinden, olayın meydana geldiği 4000 dönümlük kampüs alanının davalı idarece istihdam edilen bekçilerin devriye gezerek güvenliğinin sağlandığı, esas itibariyle üniversite ve çevre güvenliğinin ise genel güvenlik güçleri ile korunduğu anlaşılmaktadır.Diğer yandan davalı idarenin kampüs içerisine park eden araçları koruma yükümlülüğünü gerektiren bir düzenleme bulunmadığı gibi, bu kapsamda idarece üstlenilen bir görev, olayın dayandırılabileceği, tesis edilmiş idari bir işlem ya da eylem, dolayısıyla da zararın dayandırılabileceği kusurlu bir hizmet bulunmamaktadır. Bu itibarla, davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla açılan davanın belirtilen nedenlerle reddi gerekirken, kısmen kabulü yolunda verilen temyize konu mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmemektedir." Danıştay Onuncu Dairesinin 25/10/2001 tarihli ve E.2008/419, K.2011/4318 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dosyanın incelenmesinden, davacının Mersin Adliyesinde hakim olduğu dönemde ikamet ettiği adliye lojmanının 9 no.lu dairesinde 2004 tarihinde meydana gelen hırsızlık olayında kendisine ve eşine ait eşyaların çalındığı, olay günü adliye lojmanlarını korumakla görevlendirilen bekçi hakkında adli ve idari soruşturma açıldığına ilişkin bir bilgi ve belgenin bulunmadığı, lojman çevresinde duvar, tel örgü gibi koruma önlemlerinin yeterli şekilde bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulmamış olduğu, dolayısı ile olayda idarenin lojmanın korunması yönünden hizmet kusurunun varlığını ortaya koyacak somut bilgi ve belgelerin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, üçüncü kişilerin hırsızlık fiilleri neticesinde idarenin genel kolluk görevine atfen hizmet kusurundan söz edilebilmesi için, genel kolluk görevinin aksaması, dolayısıyla idarenin olaydaki kusurunda özel bir ağırlığın da bulunması gereklidir. Olayın oluşumu ve niteliği dikkate alınarak, idarenin açık ve tereddüte yer vermeyecek şekilde hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılarak yukarıdaki değerlendirmelere göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme, araştırma ve değerlendirme sonucunda verilen kararda hukuka uygunluk bulunmamaktadır..." Danıştay Onuncu Dairesinin 28/5/2015 tarihli ve E.2011/5053, K.2015/2631 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacının çocuk yuvası olarak işlettiği işyerinde değişik tarihlerde dört kez hırsızlık olayının yaşandığı, bu hususla ilgili olarak gerekli başvurular yapıldığı halde emniyet birimlerince yeterli önlem alınmadığı, hırsızlıkların önlenemediği ve hırsızların yakalanamadığı bu nedenle idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan bahisle maddi ve manevi zarara uğranıldığı ileri sürülerek 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL. tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan dava sonucunda, İstanbul İdare Mahkemesince; hırsızlığın bildirildiği halde olay yerine gelinerek araştırma yapılmadığı, delil toplanmadığı, fail ya da faillerinin ihbar edildiği veya yerlerinin gösterildiği halde yakalanmadığı ya da görüldükleri halde kaçmalarına göz yumulduğunun kanıtlanması halinde hizmet kusurundan sözedilebileceği; somut olayda böyle bir saptama bulunmadığı gibi zararla idare arasında uygun bir illiyet bağı da kurulamadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz isteminin reddiile İstanbul İdare Mahkemesi'nin kararının onanmasına, 2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi." Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/10/2012 tarihli ve E.2011/12029, K.2012/15191 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"..Tüm dosya kapsamı gözetildiğinde, davalılardan [S.Y'nin] davacı aleyhine alacağı için icra takibi yaptırdığı, davacının kullanımında bulunan seralardaki biber ürünlerine haciz konulduğu, haczedilen seranın yediemin olarak [S.G'ye] teslim edildiği onun istifa etmesi sonucunda yediemin olarak [O.İ'nin] görevlendirildiği, onun da istifasından sonra alacaklı tarafından haciz işleminden vazgeçildiği bu süreçte sera bakımının tam olarak yapılmamasından dolayı verim kaybının meydana geldiği anlaşılmaktadır.Olayın bu gelişimi dikkate alındığında yedieminin seçimi ve İİK madde 93 gereğince icra dairesince mahsullerin toplanması için lazım gelen tedbirlerin alınmaması nedeniyle icra memuru kusurludur. İcra İflas Kanunu’nun maddesi gereği davalı Bakanlık da zarardan sorumludur. Mahkemece bu yön gözetilmeden davalı Adalet Bakanlığı hakkındaki davanın reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Karar bu nedenle bozulmalıdır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/3/2012 tarihli ve E.2012/3340, K.2012/4372 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...İcra ve İflas Kanununun maddesinin değişik son fıkrası hükmüne göre, icra dairesinin depo ve garajlarda ve yediemin olarak kendisine hacizli malın bırakılmış olduğu üçüncü kişilerde saklanıp da hukuken artık muhafazasına gerek kalmayan malın vereceği uygun süre içerisinde geri alınmasını ilgililere resen bildirmesi gerekir... Diğer taraftan, mahcuz mallara ilişkin her türlü tedbiri alma görevi de icra dairesine ait olup icra dairesinin yasaya aykırı işlemlerine karşı şikayet yolu açıktır. ..."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Vedat Oğuz, B. No: 2018/35120, 15/9/2021, § 24- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19773 | Başvuru, icra dairesince gerçekleştirilen açık artırma ihalesinde satın alınan taş kırma ocağı makinelerinin ihale kesinleşmediği için teslim edilmeden önce çalınması ve bu suretle ortaya çıkan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltına alınma, tutukluluk ve yakalamaya ilişkin hukuka aykırılıklar nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltında derhâl müdafi atanmaması nedeniyle müdafi yardımından faydalanma hakkının; belirli suçlara bakmakla görevli mahkemede yargılanma nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin; iddianamenin kabulü aşamasında itiraz hakkının tanınmaması ve yargılamadaki eksiklikler ve hatalar nedenleriyle hakkaniyete uygun yargılama hakkının; hükme etkili bir tanığın mahkeme huzurunda dinlenilmemesi ve tanığa soru sorulamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının; mahkeme kararlarının uygun biçimde gerekçelendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının; temyiz aşamasında duruşma yapılmaması nedeniyle duruşmalı yargılanma hakkının; yargılamanın uzun sürede sonuçlanması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; mahkûmiyetle birlikte belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmaya hükmedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının; kovuşturmanın ertelemesi kararı sonucunda belirli bir süre ceza tehdidi altında bırakılma nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının; çıkartılan yakalama kararı sonucunda üniversiteye devam edilememesi nedeniyle eğitim hakkının; yargılama sırasında etnik kökenden dolayı ayrımcılığa uğranılması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 27/5/2014 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/12/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuruya ilişkin herhangi bir görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 10/10/2010 tarihinde gerçekleşen bir yürüyüşte PKK terör örgütü adına slogan, polise molotof kokteyli ve havai fişek atılması eylemlerine yönelik olarak soruşturma başlatılmıştır. Olay yerinde parmak izi tespit edilen N.Y. 13/11/2010 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde, kendisine gösterilen (8) ve (9) numaralı fotoğraflardaki kişilerin yürüyüşe katılmaları yönünde konuşmalar yaptığını söylemiştir. Kolluk tarafından hazırlanan 24/11/2010 tarihli tespit tutanağında (8) numaralı fotoğraftaki kişinin başvurucu, (9) numaralı fotoğraftakinin ise O.U. olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, 28/11/2010 tarihinde gözaltına alınmıştır. Kollukta verdiği ifadesinde N.Y. ve O.U. isimli kişileri tanımadığını, fotoğraftaki kişinin kendisi olmadığını ve suç unsuru tespit edildiği belirtilen telefonu ikinci el olarak aldığını ve kullandığı esnada bu içeriklerin mevcut olmadığını söylemiştir. İfade tutanağında, isnat edilen suçlamaların başvurucuya bildirildiği ve müdafi yardımından yararlanma, susma, yakalandığının yakınlarına bildirilmesini isteme ve delil toplanmasını talep etme gibi haklarının başvurucuya hatırlatıldığı belirtilmektedir. Başvurucu 29/11/2010 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde kolluktaki beyanlarını tekrarlamış; herhangi bir olaya katılmadığını, PKK terör örgütünün gençlik yapılanması olan DYGM'nin üyesi olmadığını söylemiştir. (Kapatılan) İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) 29/11/2010 tarihinde, başvurucunun ve diğer iki şüphelinin silahlı terör örgütü üyeliği suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu müdafiinin dosyanın bir fotokopisinin verilmesi talebi,vekâletnamesi olmadığı gerekçesiyle Cumhuriyet savcısı tarafından reddedilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 10/12/2010 tarihinde, başvurucu müdafiinin dosyanın bir örneğini alabileceğine karar vermiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarfından başvurucu ve diğer beş sanık hakkında 31/12/2010 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 13/1/2011 tarihli tensip tutanağı ile başvurucunun tahliyesine, duruşma gününün ve iddianamenin başvurucuya tebliğine karar vermiştir. Başvurucu 21/4/2011 ve 1/6/2011 tarihli duruşmalara katılmamıştır. Tanık N.Y. 21/4/2011 tarihli duruşmada alınan ifadesinde herhangi bir gösteriye katılmadığını, molotof atmadığını, başvurucuyu ve diğer sanıkları tanımadığını söylemiştir. 24/8/2011 tarihli duruşmada iddianame ve ekleri başvurucuya okunmuştur. Başvurucu, hakkındaki suçlamaları kabul etmemiş; örgüt üyesi olmadığını ve herhangi bir kişiyi yürüyüşe katılması hususunda teşvik etmediğini ileri sürmüştür. Mahkeme, başvurucu müdafiinin dinlenilmesini talep ettiği tanıklar N.A ve B.yle ilgili olarak adreslerinin bildirilmesinin ardından işlem yapılmasına karar vermiştir. Tanıkların adreslerinin 14/12/2011 tarihli duruşmaya kadar bildirilmemesi üzerine Mahkeme, bu hususta başvurucu müdafiine on beş gün süre tanımıştır. Tanık N.A., 9/4/2012 tarihli ifadesinde 2010 yılının Ekim ayında başvurucunun bazı günler evinde kaldığını, 10 Ekim günündeki olaylara başvurucunun katılmadığını söylemiştir. Başvurucu müdafii, 15/8/2012 tarihli duruşmaya mazeret bildirerek katılmamıştır. Duruşma tarihi itibarıyla Cumhuriyet Savcılığının henüz mütalaasını sunmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu müdafii 22/10/2012 tarihli duruşma için mazeret bildirmiştir. Mahkeme, diğer sanıklarla ilgili olarak gizli tanığın dinlenilmesine karar vermiştir. Bu tanığın dinlenildiği 7/12/2012 tarihli duruşmaya ve 10/12/2012 tarihli duruşmaya başvurucu müdafii katılmamıştır. Cumhuriyet Savcılığı 27/2/2012 tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını sunmuş, başvurucu müdafii karşı beyanlarını bildirmek üzere süre talep etmiştir. (Kapatılan) İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) 22/5/2013 tarihli ve E.2011/13, K.2013/80 sayılı kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 9 yıl ve görevi yaptırmamak için direnme suçundan 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir. Mahkûmiyete bağlı olarak başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesindeki haklarını kullanmaktan yoksun bırakılmasına da karar verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, terör örgütünün propagandasını yapma suçundan açılan davada kovuşturmanın üç yıl süreyle ertelenmesine ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan başvurucunun beraatına hükmetmiştir. Kararda, başvurucuyla ilgili beyanlarda bulunan tanıklar N.Y., N.A., B. ile T.nin ifadelerine yer verilmiştir. T.nin, başvurucunun DYGM'nin İzmir sorumlusu olduğu ve Kütahya'da da faaliyette bulunduğu yönünde ifade verdiği görülmektedir. Mahkeme, tanıklardan N.Y.nin baskı altında ifadesini değiştirdiğini değerlendirmiş ve bu kişinin soruşturma aşamasındaki beyanlarını esas almıştır. Mahkeme kararının ilgili kısımları aşağıdaki gibidir:"DELİLLER A)Olay Tutanağı, Ev Arama, Yakalama ve El Koyma Tutanakları, Tespit Tutanakları, CD İnceleme ve Fotoğraftan Teşhis Tutanakları,Şüphelilere ait ifade tutanakları, İzmir İl Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğütarafından düzenlenen Biyometrik İz Ekspertiz Raporu. ...MAHKEMEMİZİN KABULÜ VE GEREKÇE:Dosya kapsamında bulunan ve deliller kısmında belirtilen deliller, olay, arama, yakalama, el koyma, tespit, CD inceleme, fotoğraftan teşhis tutanakları, biyometrik iz ekspertiz raporu, müşteki, tanık ve gizli tanık beyanları, bilirkişi raporu birlikte değerlendirildiğinde;...Sanık Feyyaz BAYRAM’dan elde edilerek el konulan cep telefonunun incelenmesinde PKK/KONGRA-GEL terör örgütü lideri Abdullah ÖCALAN’ı övücü mahiyette propaganda içeren sözlerin ve yazıların bulunduğu, dosyalar içerisinde Diyarbakır'dan Kürdistan’ın AMED eyaleti şeklinde bahsedildiği, yine sözlerin içerisinde terör örgütünün kırsal alanlarından ve terör örgütünün kuruluş yıldönümü 27 Kasım ile ilgilibilgilerin bulunduğunun tespit edildiği tespit edilmiştir....Netice olarak;Sanıklar E... P..., İ... T... ve İ... O...’un 2010 tarihinde İzmir ili, Konak ilçesi, Kadifekale semtindeki eylemlerle ilgili olarak üzerlerine atılı ve sübuta eren, kişilerde korku, kaygı ve panik yaratacak şekilde patlayıcı madde patlatmak suçunu işleyen yaşı küçük kişilere (çocuklara) molotof kokteyli vermek suretiyle söz konusu suçu işlemelerine azmettirdikleri,Sanıklar Feyyaz Bayram, O... U..., E... P..., İ... T... ve İ... O...’un üzerlerine atılı birden fazla kişinin, birlikte, varolan suç örgütünün oluşturduğu korkutucu güçten yararlanarak kamu görevlilerine karşı görevin yapılmasını engellemek amacı ile cebir kullanmak suçunu işledikleriSanıklar Feyyaz Bayram, O... U..., E... P..., İ... T... ve İ... O... [ve] .. Ö...’in dosyamızda sübut bulan ve gerçekleştirdikleri kabul edilen eylemleri itibariyle terör örgütü ile aralarında organik bağ bulunduğunun kabulü gerektiği, bu nedenle ayrıca silahlı terör örgütü üyeliği nedeniyle cezalandırılmalarının gerektiği, Suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı yasanın geçici maddesi ile ... kovuşturma evresinde, kovuşturmanınertelenmesine karar verileceği hükmü getirilmesi nedeniyle sanıklar Feyyaz Bayram, ... hakkındaki terör örgütünün propagandasını yaptıkları iddiasıyla açılan dava nedeniyle kovuşturmanın ertelenmesi gerektiği, Sonuç ve kanaatine varılmıştır." Başvurucu hakkında hükümle birlikte yakalama emri çıkarılmıştır. Başvurucu müdafiinin yakalama emri çıkarılmasına yaptığı itirazlar, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 6/6/2013 ve 9/9/2013 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Bu kararlar sırasıyla 18/6/2013 ve 23/9/2013 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan kovuşturmanın ertelenmesi kararı itiraz edilmeksizin ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan verilen beraat kararı da temyiz edilmeksizin 10/9/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu; polislerin hazırladığı fotoğraf tespit tutanağının gerçek dışı olduğunu, N.Y.nin Cumhuriyet Savcılığındaki ifadesinin esas alındığını, dinlenen tanıklarının olay tarihinde kendisin başka bir yerde olduğunu belirttiğini, tanık T.nin ifadesinin talimatla alındığını ve Mahkeme huzurunda dinlenilmediğini, tanığa soru sorma hakkının kendisine tanınmadığını, tanık ifadesi duruşmada da okunmadığından karşı beyanda bulunamadıklarını belirterek mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. Başvurucu, kovuşturmada eksiklikler olduğunu, suçun ve cezanın tespitinde hataya düşüldüğünü de ileri sürmüştür. Yargıtay Ceza Dairesinin 12/3/2014 tarihli ve E.2013/16430, K.2014/2852 sayılı ilamı ile terör örgütüne üye olmak suçundan verilen cezanın onanmasına karar verilmiştir. Görevi yaptırmamak için direnme suçu bakımından ise mahkûmiyeti gerektirecek delil bulunmamasına rağmen cezaya hükmedildiği gerekçesiyle karar bozulmuştur. Başvurucu, nihai karardan 26/5/2014 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 27/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Silahlı örgüt üyeliği suçu, 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenmiştir.. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7822 | Başvuru, gözaltına alınma, tutukluluk ve yakalamaya ilişkin hukuka aykırılıklar nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltında derhâl müdafi atanmaması nedeniyle müdafi yardımından faydalanma hakkının; belirli suçlara bakmakla görevli mahkemede yargılanma nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin; iddianamenin kabulü aşamasında itiraz hakkının tanınmaması ve yargılamadaki eksiklikler ve hatalar nedenleriyle hakkaniyete uygun yargılama hakkının; hükme etkili bir tanığın mahkeme huzurunda dinlenilmemesi ve tanığa soru sorulamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının; mahkeme kararlarının uygun biçimde gerekçelendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının; temyiz aşamasında duruşma yapılmaması nedeniyle duruşmalı yargılanma hakkının; yargılamanın uzun sürede sonuçlanması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; mahkûmiyetle birlikte belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmaya hükmedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının; kovuşturmanın ertelemesi kararı sonucunda belirli bir süre ceza tehdidi altında bırakılma nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının; çıkartılan yakalama kararı sonucunda üniversiteye devam edilememesi nedeniyle eğitim hakkının; yargılama sırasında etnik kökenden dolayı ayrımcılığa uğranılması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucu tarafından posta yolu ile gönderilmek istenen ve içeriğinde başvurucuya göre geçmişte yaşanan olayların anlatıldığı mektubun ceza infaz kurumu tarafından alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlâl edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Diyarbakır (kapatılan) Ağır Ceza Mahkemesinin 14/12/1999 tarihli kararıyla 36 yıl hapis cezası verilmiştir. Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucunun posta yolu ile göndermek istediği mektup, Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 5/9/2014 tarihli ve 2014/115 numaralı kararıyla alıkonulmuştur. Anayasa Mahkemesi Komisyonlar Başraportörlüğünün yazısı üzerine mektubun onaylı bir sureti Ceza İnfaz Kurumu idaresi tarafından 24/7/2015 tarihinde gönderilmiştir. Başvurucu tarafından başka bir ceza infaz kurumunda hükümlü olan kişiye gönderilmek istenen zarf içerisinde üç farklı kişi tarafından yazılmış dört adet mektup bulunmaktadır. Mektuplar birkaç kelime dışında Türkçe yazılmıştır ve toplam yirmi sayfadan oluşmaktadır. Mektuplarda anlatılan olaylarda, mektubu kaleme alan kişilerin farklı tarihlerde içinde bulundukları silahlı çatışma ortamları ve yaşadıkları olaylar anlatılmıştır. Geçmişte yaşandığı iddia edilen olaylara ilişkin ayrıntılar içeren bu yazılar mektubu kaleme alanların diliyle doğrudan anlatılmıştır. Söz konusu mektuplarda yer alan bazı kısımlar şöyledir:".. 27 Ocak 1998'de Tokat'ta dördüncü kez yaralanacaktım. Ancak bu kez aldığım kurşun yarası önceki yaralanmalarıma nazaran daha ağır olmasa da esir olmama neden olacak ve .. yaralanmalarımın en ağırı olacaktı. Bir özgürlük savaşçısı için esir düşmenin ne demek olduğunu ancak esir düşen özgürlük savaşçısı bilir. Bu acının tarifi yok. Henüz bunun için sözcükler türetilmemiş. Ocak ayıydı. Kış üslenmemiz deşifre olduğundan üslenme yerini değiştirmek zorundaydık. .. Yolumuz umduğumuzdan da uzun sürdüğü için erzağımız bitmişti. .. Saat dokuza doğru on iki gündür temizlemediğim silahımı temizlemeye hazırlanıyordum. .. Bu havada ve gündüz hareket etmemizin doğru olmadığını, çevre köylerde bulunan karakollardan mutlaka görüleceğimizi, bunun da düşmanın operasyonunu beraberinde getireceğini söyledim. .. Tepeyi aşıp vadiye indiğimizde yoğun ayak izlerini gördük. Ayakkabı izlerinden asker olduğunu anladık. .. Pusuya düşmüştük. İlk ateşle birlikte baldırımdan yaralanmıştım. Ben de kısa sürede kendimi toparlayarak karşılık vermiştim. Ama açıktaydım. Etrafta beni koruyacak bir şey yoktu. ..Bulunduğum yerden ateş açılmadığını gören düşman güçleri yaşamımı yitirdiğimi düşünmüş olacaklar ki, rahat bir şekilde üstüme geldiler. .. Saldırı işkencesinin etkisiyle bayılmıştım. Tekrar kendime geldiğimde ayaklarımdan tutup yerde sürüklediler. Esir düştüğümü anladım. Ve bir özgürlük savaşçısının yaşayabileceği en büyük acıyı o anda yaşadım. Yapacağım tek şey kalmıştı; esir de düşsem ve ne olursa olsun bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da ideallerime değerlerime layık olmaktı, yaşamaktı. O anda bir kez daha söz verdim. ..""Takvimler Ekim ayının ikisini gösteriyordu. .. ağaçlar sararan yapraklarını dökmüş yeni bir mevsimin çoktan başladığını gösteriyordu. Bu da eylemsizlik ve hareketsizliğin yani gerillanın sıkıldığı pek de sevmediği bir sürecin başlaması demekti. Ancak hala bölgede düşman güçleri vardı ve sık sık çatışmalar yaşanıyordu. Bir yerde yılın rövanşı alınmak isteniyordu. Bizim tabur Kulp tarafındandı. Düşmanın yoğun operasyonlarından dolayı, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte tepe nöbetini devir alamaya gittiğimizde, arkadaşlar ne olursa olsun bu tepeyi bırakmamamızı tembihlemişlerdi. Sabah saat on civarı Gomak tepesi ve çevresinde çatışmalar başlamıştı. .. çatışmanın başlamasından kısa bir süre sonra telsizden tepeyi bırakıp Gomak boğazına gitmemiz isteniyordu. .. Boğazda taburdan sadece birkaç arkadaş vardı. ..Yapılacak tek şey vardı. Düşen tepeyi geri almak yoksa taburun hepsi imha olabilirdi. Bu tür durumlarda iş gönüllüğe bağlı olduğunu biliyorduk. Ben ve iki arkadaş gönüllü olarak tepeyi geri almak için saldırıya geçmeyi önerdik. Önerimiz kabul edildi. Arkadaşlar biksiyi bırakıp daha hafif ve kullanışlı olduğundan kleş almamı önerdiler. Bu öneriyi kabul etmeyerek biksi ile gideceğimi söyledim. .. Kendal arkadaş hem biksinin şeridini tutuyor hem de tarıyordu. Bir arkadaş ta diğer yanımda sloganlarla birlikte öne fırladık. Açığa çıkmamızla yağmur gibi kurşun üzerimize yağdırılmaya başlandı. Biz de hız kesmeden rastgele tarıyorduk. .."".. İlk yaralanmam 94 Temmuzunda oldu. Baharla birlikte düşman güçleri Lice, Genç Kulp üçgeninde bulunan bölgeye büyük bir güçle saldırı düzenlemişti. .. Düşmanın bölgeye yığdığı büyük güçle birlikte artık bölgede gündüz düşman, gece ise gerilla hakimdi... Bir Temmuz günüydü. Serhıldan arkadaş sorumluluğunda yedi kişilik bir grupla beraber akşamdan hazırlıklarımızı yapıp gelecek düşman gücüne pusu kuracağımız yere gitmiştik. Yapacağımız eylemin önemi tüm arkadaşlarda bir heyecan yaratmış olsa da, yılların getirdiği deneyimle arkadaşlar rahat, adeta günlük bir yapıyormuş gibiydiler. Benim ise sivil hayatta gördüğüm bu düşman güçlerinin bende yarattığı farklı duyguların yanında, düşmanla ilk yakın çatışmam olacağından dolayı heyecanım had safhadaydı. Adeta yüreğim yerinden fırlayacak gibiydi. .. Hepimiz daha önce belirlenen yerlerimizi aldık ve işin en zor yanı olan beklemeye başladık.Artık hepimiz onları görüyorduk. Giderek yaklaşıyorlardı. Öndekinin tüm ayrıntılarını görebiliyorduk. Elinde G3, bombaatar, cihaz ve sırtında çantasıyla tepenin çıplak yerine ulaşmıştı. ..Düşman güçleri ilk şaşkınlıklarının ardından grubumuzu arkadan sarmak için harekete geçtiğini gören Serhıldan arkadaş, düşmanın bu girişimini önlemek için daha hakim bir yeri işaret ederek biksiyi oraya götürmemi istedi. .. Düşmanı durdurup arkadaşların güvenliği için biksiye ihtiyaç vardı. Ben de hemen silahımı alıp söylenen yere yöneliyordum ki, düştüğümü gören Garzan arkadaş yaralandığımı anlamış ve yardıma koşmak için yanıma fırladığı anda kendisi de gırtlağından vurulmuştu. Garzan arkadaşın vurulduğunu gördüğümde yanına fırladım. Ancak yanına gittiğimde şehit düştüğünü gördüm. .. Yoğun operasyonlardan dolayı daha alanda eylem yapamamıştık. İlk eylemi yapmış, ilk şehidi vermiş, ilk silahı kaldırmıştık. .... tüm alanı düşman güçleri sarmıştı. Arkadaşların aldığı karar ise bundan sonra düşman güçleri sahadan atılıncaya kadar her yerde ve yoğun bir saldırı içinde olunacaktı. .. Bir gerilla ölümü bekleyemez. Bir çare, bir çözüm arar. .. Sabah erkenden yoluma devam ettikten sonra bir iki saat sonra sesler duymaya başladım. Yapabileceğim, gidebileceğim bir yer yoktu. Onun için olduğum yerde, bir çalının içine girerek mevzilendim. Silahımın emniyetini açtım. Bombamı da hazırlayıp yanıma koydum. Gelenler düşmansa çatışabileceğim kadar çatışacak, sonra da bombayı kendimde patlatacaktım. .."" .. Gece yarısından önce herkes yatmaya odasına çekildiğinde, evin salonunda fırsat bu fırsat diyerek raporumu yazmaya başladım. Bölgeden kısa bir süre önce haber gelmişti. Önderliğe Batman faaliyetlerine ilişkin rapor yazacaktık. Evdeki çocuklardan aldığım harita metod deftere ağır ağır raporumu yazmaya başladım. Genel değerlendirmelerden sonra kendime ait bilgileri yazmayı da gerekli gördüm. 73 Tutak Ağrı doğumluyum. 91 yılında partiyle tanıştığımda liseyi yeni bitirmiştim. Aynı yılın sonunda katılım için başvurmuştum. Doğu Kürdistan üzeri Xakurke'ye gönderilmiştim. .." Başvurucu ayrıca "Merhaba Hatice Heval" başlıklı bir yazıyı da zarfın içerisine koymuştur. Yazının ilgili kısımları şöyledir:"Mektuplara cevap yazmıştım. .. Talimatını hayata geçirip ark.lara yazdık ve sonucu yolluyoruz. Sadece 4 ark. Yazdı. Diğerleri de ekleyecek bir şeyimiz yok deyip biraz da kolaycılığa kaçtılar. .. Her türlü tasarruf zaten size ait.Başka da can sağlığı, iyiyiz. Ağır bir süreçten geçtik. Ortalık biraz duruldu ama bu kaos sürecek gibi. .." Disiplin Kurulunun 5/9/2014 tarihli kararında, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasına yer verilmiş ve şu gerekçeyle mektup alıkonulmuştur: "Mektubun içeriğinde 'Yasadışı örgüt mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan, yanlış beyan, yasadışı örgüt mensuplarını övücü ve yüceltici ifadeler taşıması nedeniyle' alıkonulmasına karar verilmiştir." Başvurucu bu karara karşı Bolu İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) nezdinde itiraz başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 22/9/2014 tarihli ve E.2014/1567, K.2014/1624 sayılı kararla başvurucunun itirazını reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"İtiraza konu Sakıncalı Mektup Değerlendirme Kararında Murat TÜRK'ün Hatice A.' a göndermek istediği mektubun G.T.İ.H.K' nun 68-3 maddesine göre incelenip mektubun içeriğinde terör örgütü mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan ifadeler içermesi nedeniyle alıkonulmasına karar verildiği görülmüştür.AİHM'in yerleşik uygulaması, mahkumların genel olarak özgürlük hakkı hariç AİHS ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerden yararlanmaya devam ettikleri yönündedir.Bu anlamda AİHS'in maddesine göre "Herkesin özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Alınan haklar ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun ve düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkaların hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demoktratik bir toplumda gerekli bulunan müdahalelerin dışında kamu makamları tarafından hiçbir müdahale yapılamayacağı" hüküm altına alınmıştır.Bununla birlikte AİHM'e göre şiddete çağrı ve teşvik, kin ve nefret söylemi, hakaret ise ifade özgürlüğünün koruması altında değildir. Herhangi bir beyanın şiddete çağrı ve teşvik, kin ve nefret söylemi ve hakaret kapsamında olup olmadığı, beyanın genelinden, nerede ve nasıl söylendiğine, kimin tarafından söylendiğine, söylem ve eylemin pratikte bir karşılığı olup olmadığına, söylemin etkinliği açısından yakın tehlike kavramının değerlendirilmesini gerektirmektedir.Türkiye'nin taraf olduğu AİHS hüküm ve ilkelerine uygun olarak yürürlüğe konulan 5275 Sayılı CGTİHK' nun 68/ maddesinde de "Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütü mensuplarının haberleşmelerine neden olan kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri tehdit ve hakaret içeren mektup, faks ve telgraflar hükümleye verilmez, hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez." düzenlemesi yer almaktadır.Yukarıda izah edilen terör kavramı ve yasa maddesi hükümlerine göre yapılan değerlendirmede, mektubun muhatabı olan Hatice A.'nın .. G. Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda PKK Terör Örgütü hükümlüleri ile aynı örgüt içerisinde kaldığı anlaşılmış olup;Hükümlü Murat TÜRK tarafından gönderilmek istenilen zarf içerisinde bulunan 3 adet el yazısı mektubun Ö., A. S. ve A. R. A. isimli kişilerce kaleme alındığı, içerik itibariyle özetle örgütsel haberleşme ve eğitim amaçlı olarak ve ayrıca ceza infaz kurumlarında bulunan yasadışı PKK örgütü mensuplarına psikolojik ve moral destek amacı taşıyan metinler olduğu, A. R. A.'ye ait mektupta ise eylem günlüklerinin anlatıldığı, Murat TÜRK' ün arkasına el yazısı ile "Merhaba Hatice Heval" başlığını taşıyan yazıda ise "talimatını hayata geçirip ark.lara yazdık, sonucu yolluyoruz, sadece 4 ark. yazdı, diğerleri de ekleyecek bir şeyimiz yok diye birazda kolaycılığa kaçtılar, her türlü tasarruf size ait, ağır bir süreçten geçtik; ortalık duruldu gibi ama bu kaos daha sürecek" şeklinde beyanlar ihtiva ettiği, bu haliyle mektubun tamamiyle örgütsel haberleşme, yasadışı örgüt mensupları arasında psikolojik ve moral desteği ile propaganda amaçlı olarak düzenlenip yazıldığı anlaşılmış,Bu haliyle söz konusu mektup ve yazışmaların örgüt mensuplarının mektuplaşması niteliği taşıdığı anlaşılmış olup, mektuplaşmanın amacı ve içeriği nazara alındığında 5275 sayılı CGTİHK' nın 68/3 maddesinde belirtilen "kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütü mensuplarının haberleşmelerine neden olma" hali söz konusu olduğundan itiraza konu kararın yerinde ve hukuka uygun olduğu, itirazın reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak .. hüküm kurulmuştur..." Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Bolu Ağır Ceza Mahkemesi 3/11/2014 tarihli ve 2014/1363 Değişik İş sayılı kararıyla İnfaz Hâkimliğinin kararındaki gerekçeye atıf yaparak kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Nihai karar 12/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve 9/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektuplara ceza infaz kurumunun ilgili kurulları tarafından yapılan müdahalelere dayanak oluşturan mevzuata (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20) yer vermiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19248 | Başvuru, başvurucu tarafından posta yolu ile gönderilmek istenen ve içeriğinde başvurucuya göre geçmişte yaşanan olayların anlatıldığı mektubun ceza infaz kurumu tarafından alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlâl edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gazeteci olan başvurucunun yetkilisi olduğu haber sitesinde yayımlanan bir yazıdan dolayı adli para cezasıyla cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun tüzel kişi yetkilisi olduğu Anlayış Basın Yayın İletişim Hizmetleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketinin imtiyaz sahibi olduğu www.sehirmedya.com isimli haber sitesinde 9/5/2020 tarihinde "[Ö.nin] Fetö Kamburu!" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haberde yer alan ifadeler şöyledir: "Bursa’da BTSO Başkanlığı için bir süredir hamleler yapan ve bu hedef doğrultusunda büyük bir çalışmanın içine giren Bursa Ticaret Borsası Başkanı [Ö.], adeta bu uğurda şeytanla bile işbirliği yapabilir görüntüsü veriyor. Türk devletini hedef alan 17-25 kalkışmasının ardından bile FETÖ’cü işadamı kuruluşu BUGİAD’la ilişkilerini kesmeyen [], hükümet ve AK Partiyi hedef alan FETÖ’cü medyanın canlı yayınında, Erdoğan düşmanlarıyla buluştu.Bursa uzun süredir belli kişi ve grupların dizayn faaliyetlerini ibretle izliyor. Eski Bakan [F.Ç.] destekli FETÖ’cü enBursa.com oluşumunun bir süredir parlatmaya çalıştığı isimlerden biri de Bursa Ticaret Borsası Başkanı [Ö.]. Görev sorumluluk bölgesinde tüccarın sıkıntılarıyla ilgilenmesi gerektiği yerde siyaset ve BTSO seçimlerine kendini endeksleyen [], AK Parti karşıtlığının odağı olan kişi ve kurumlarla da yakın ilişkiler kurmaktan geri kalmıyor.[ ] KİMLERLE YAYINDA?Türkiye’de darbe söylentilerinin ayyuka çıktığı bir dönemde, hükümeti ve Bursa AK Parti yönetimiyle belediye başkanlarını hedef alan FETÖ’cü enBursa.com’un da bünyesinde bulunduran EA Medya’nın İnci Sözlük ve Uludağ Sözlük’ün kurucularıyla yayına çıkan [], hem [F.Ç.] hem de tayfasına selam çakarken, BTSO seçimlerine yönelik hamlelerini de sürdürmüş oldu.[S.İ.] | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/41253 | Başvuru, gazeteci olan başvurucunun yetkilisi olduğu haber sitesinde yayımlanan bir yazıdan dolayı adli para cezasıyla cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; aile konutu olan taşınmazın, eşlerden biri tarafından diğer eşin rızası olmadan ipotek edilmesi üzerine açılan ipoteğin iptali davasında hatalı değerlendirme sonucu benzer davalarda verilen kararların aksi yönde adil olmayan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/5/2013 tarihinde Gemlik Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun, ailesiyle birlikte aile konutu olarak kullandığı ve tapuda eşi adına kayıtlı Bursa ili Gemlik ilçesi Hamidiye Mahallesi 762 ada 3 parsel 2 bağımsız bölüm numaralı mesken niteliğindeki daire üzerinde bir şirket lehine başvurucunun eşi tarafından ipotek tesis edilmiştir. Bahse konu taşınmaz hakkında rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlatılıp taşınmazın satışının talep edilmesi üzerine başvurucu, aile konutu olan taşınmaz üzerinde eşi tarafından ipotek tesis edilmesi işleminde rızası bulunmadığını, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi gereğince açık rızası alınmadan gerçekleştirilen işlemin geçersiz olduğunu belirterek ipotek işleminin iptali için Gemlik Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 16/5/2011 tarihinde eşi ve lehine ipotek tesis edilen şirket aleyhine dava açmıştır. Mahkeme, aile mahkemesi sıfatıyla baktığı davada davacı tanıklarını dinleyip dava konusu taşınmaza ait tapu kaydı ve ipotek akit tablosu ile uyuşmazlıkla ilgili icra dosyalarını inceleyerek yaptığı değerlendirme neticesinde 12/4/2012 tarihli ve E.2011/362, K.2012/282 sayılı karar ile lehine ipotek tesis edilen davalı şirketin işlem sırasında taşınmazın aile konutu olduğunu bilmediği, bu nedenle iyi niyetli olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Tüm dosya kapsamı ve delillerin değerlendirilmesi sonucunda; Gemlik ilçesi hamidiye mahallesi 762 ada, 3 parselde kayıtlı arsa üzerinde bulunan 2 bağımsız bölüm numaralı meskenin davacı ve davalı K. tarafından aile konutu olarak kullanıldığı, [d]avalı K.nin kayden maliki bulunduğu ve aile konutu olarak kullanılan bu taşınmaz üzerine davalı şirket lehine 09/01/2008 tarihli ipoteğitesis ettirdiği, ipoteğin tesis edildiği tarihte dava konusu taşınmaz üzerinde herhangi bir şerh dolayısıyla aile konutu şerhi de bulunmağı, ayrıca ipotek sözleşmesinde bağımsız bölümlerin inşa edilmekte olduğunun açıklandığı görülmüştür. Her ne kadar davacı bu işlemden bilgisinin olmadığını, bilgisi dahilinde olmayan ipotek tesisi işlemine rızasının da bulunmadığını iddia ederek eldeki davayı açmış ve MK' nun maddesi uyarınca ipotek tesis işleminin iptalini talep etmiş ise de, salt davacının bilgisi ve rızası dışında bu işlemin gerçekleştirilmiş olması davanın kabulü için yeterli değildir. Çünkü MK. 194 uyarınca diğereşin rızası alınmaksızın yapılan işlemin geçersiz sayılabilmesi için davalı üçüncü kişinin burada şirketin dava konusu taşınmazın aile konutu olduğunu bildiği halde ayni hak kazandığının yani tapu siciline itimat prensibinden yararlanamayacağının da kanıtlanması gerekir. Somut olayda davacı davalı üçüncü kişinin (şirketin) dava konusu taşınmazın aile konutu olduğunu bildiği haldeayni hak kazandığını yani tapu siciline itimat prensibinden yararlanamayacağını ispat edemiştir. Davacı vekilinin davalının tacir olmasından dolayı dava konusu taşınmazın aile konutu olduğunu basiretli bir işadamı gibi araştırması ve bilmesi gerekeceğinden MK'nun maddesinde düzenlenen iyiniyetle tapuya itimat prensibinden yararlanamayacağına ilişkin savları da anılan maddedeki prensibin daraltılarak yorumlanmasının yasanın ruhuna uygun olmamasından ve iyiniyetin ispatının haksız bir biçimde yer değiştirmesine sebebiyet vereceğinden kabule şayan bulunmamıştır. Kaldı ki, ipotek sözleşmesinde dava konusu taşınmazın inşa edilmekte olduğu yazılı bulunduğuna göre, hayatın olağan akışı gereği davalı şirketten resmi belgede yazılı hususun aksini araştırması beklenemez." Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/10/2012 tarihli ve E.2012/20369, K.2012/25376 sayılı ilamı ile oyçokluğu ile onanmıştır. Karara muhalif olan üyenin karşıoy gerekçesi şöyledir:"Aile konutu üzerinde lehine ipotek tesis edilen davalı, "ticaret şirketi" olup, tacirdir. Her tacir yasal olarak ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli hareket etmekle yükümlüdür. (TTK. m.20/2) Bu yükümlülük, alacağına teminat olarak gösterilen taşınmazın fiili ve hukuki durumunu bilmeyi de gerektirir. Bu özeni göstermemiş ise iyiniyet iddiasında bulunamaz.(TMK. .3/2) Vakıa ve karinelerden kanunen iyiniyet iddiasında bulunamayacak durumu belirmiş olan kimsenin kötüniyetinin diğer tarafa ispat ettirilmesine lüzum yoktur. (1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçt. Bir. Kararı.) Bu bakımdan, mahkemenin "davacının, davalı şirketin kötüniyetini ispat edemediği" yönündeki gerekçesi olaya ve yukarıdaki içtihadı birleştirme kararına uygun düşmemektedir. İpotek tesisine ilişkin resmi senette, "...arsa üzerine inşa edilmekte olan kargir binanın kat (2) nolu meskeninden..." söz edildiğine göre, bina üzerinde başlı başına kullanmaya elverişli "mesken" niteliğindeki bağımsız bölümlerle ilgili "kat irtifakı" tapusunun oluşturulmuş bulunduğu hususu da işlem sırasında davalı şirketin bilgisi dahilindedir. Bu durumda alacağına teminat olarak gösterilen taşınmazın fiili durumunu bilmek şirketin "özen yükümlülüğü" içindedir. Bu sebeple mahkemenin "davalı şirketin resmi belgede yazılı hususun aksini araştırması beklenemez" şeklindeki gerekçesinde de isabet yoktur. Bu bakımdan, aile konutu olarak özgülendiği tartışmasız olan taşınmaz üzerine davacı eşin açık rızası alınmaksızın tesis edilen ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesi gerekir. Bu sebeple yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesi gerektiğini düşünüyorum." Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 13/3/2013 tarihli ve E.2013/3524, K.2013/6668 sayılı ilamı ile oyçokluğu ile reddedilmiştir. Bu karara muhalif olan üyenin karşıoy gerekçesi ise şöyledir:"Dava konusu taşınmazın aile konutu olduğu konusunda bir çekişme yoktur. Türk Medeni Kanununun maddesi aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılmasını ancak diğer eşin "açık rızasına" bağlamıştır. Davacı eşin ipotek işlemi sırasında açık rızasının alındığı kanıtlanmamıştır. Yukarıda açıkladığım nedenlerden dolayı davacının davasının kabulü gerektiği düşüncesindeyim. Bu nedenle değerli çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. Karar düzeltme talebinin kabulüyle yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşündeyim." Nihai karar başvurucuya 22/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hakimin müdahalesini isteyebilir.Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini tapu müdürlüğünden isteyebilir.Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı haline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur." 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur." Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/1/2011 tarihli ve E.2010/9812, K.2011/1374 sayılı ilamı şöyledir:"...Taşınmazın devredildiği tarihte tapu kütüğünde "aile konutu" olduğuna ilişkin bir şerh bulunmadığına göre, devralan üçüncü kişinin kazanımı iyiniyetli olması halinde korunur.(TMK.md.1023) Kanunun iyiniyetehukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Ancak durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse de iyiniyet iddiasında bulunamaz. (TMK.md.3) İyiniyetin varlığı asıl olduğuna göre, devralanın kötüniyetli olduğunukanıtlama yükümlülüğü bunu iddia edene düşer. (TMK.md.6) Davacı taşınmazı devralan üçüncü kişinin kötüniyetli olduğunu gösteren bir delil getirememiştir. Bu durumda, TürkMedeni Kanununun maddesi gereğince devralan üçüncü kişinin kazanımı korunacaktır. Öyleyse davanın reddi gerekirken yazılı şekilde kabul karar verilmesi doğru değildir... " Yargıtay Hukuk Dairesinin 02/10/2012 tarihli ve E.2011/22401, K.2012/23277 sayılı ilamı şöyledir:"Davalı ipotek alacaklısı şirket iyiniyetli olduğunu savunduğuna göre; kanunun iyiniyete sonuç bağladığı durumlarda (TMK.md.3) asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Bu durumda ipotek tesis tarihinde tapu kütüğünde aile konutu şerhi bulunmadığı dikkate alındığında, ipotek alacaklısı şirketin kötü niyetli olduğunun kanıtlanma yükü davacıya düşer. " Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/4/2013 tarihli ve E. 2012/2-1567, K.2013/579 sayılı ilamı şöyledir:"...Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş tarafından, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmemesi halinde, işlem tarafı iyiniyetli üçüncü kişinin ayni hak kazanımı 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun maddesi hükmü ile korunmuştur.Bilindiği üzere, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun maddesi, tapuya güven ilkesini öngörmektedir. 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun maddesi fıkrası ise, tapuya güven ilkesinin aynen sürdürülmekte olduğunun bir ifadesidir(Kılıçoğlu; age, s. 20).Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dosya içerisindeki belgelerden, taşınmaz üzerine, 2004 tarihinde ... lehine 000 TL bedelli derece ipotek tesis edildiği, bu sırada taşınmazın kaydında aile konutu şerhi bulunmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, davacı tarafından davalı ... nın kötü niyetli olduğu da ispatlanmış değildir.Şu hale göre, tapuya güven ilkesini esas alan Türk Medeni Kanunu'nun maddesi koşulları işlem tarafı olan davalı ... lehine gerçekleşmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/2/2014 tarihli ve E.2013/18715, K.2014/3728 sayılı ilamı şöyledir:"... Dava konusu taşınmazın aile konutu olarak özgülendiği anlaşılmaktadır. Davalı şirket iyiniyetli olduğunu savunduğuna göre; kanunun iyiniyete sonuç bağladığı durumlarda (TMK.md.3) asılolan iyiniyetin varlığıdır. Bu durumda tapu kütüğünde aile konutu şerhi bulunmadığı dikkate alındığında davalı şirketin kötüniyetli olduğunu kanıtlama yükü davacıya düşer. Davacı, davalı şirketin kötüniyetli olduğunu gösteren bir delil getirememiştir. O halde, davacının, ipoteğin tesisi tarihinden üç yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, aile konutuna konulan ipotekten haberdar olmadığından ve davalı şirketin basiretli davranmadığı ve kötü niyetli olduğundan bahisle dava açması, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup, bu durumda davanın reddi gerekirken yazılı şekilde kabul kararı verilmesi doğru değildir...." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3540 | Başvuru, aile konutu olan taşınmazın, eşlerden biri tarafından diğer eşin rızası olmadan ipotek edilmesi üzerine açılan ipoteğin iptali davasında hatalı değerlendirme sonucu benzer davalarda verilen kararların aksi yönde adil olmayan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşi kaçırıldığı hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 29/12/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; terör örgütü mensupları tarafından kardeşi Ş.K.nın 9/7/1993 tarihinde kaçırıldığını,alıkoyma müddeti boyunca kardeşinin izahı mümkün olmayan bir korku yaşadığını ve terör örgütü üyelerinin baskısına maruz kaldığını beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 27/12/2006 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 27/8/2010 tarihli ve 2010/1-52 sayılı kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Erdemli köyünün boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, köyün Sason ilçe merkezinde bir mahalle olduğundan, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden ailelerin bulunduğundan bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/911, K.2011/1319 sayılı kararı ile Erdemli köyünün (1997 yılı itibarıyla Zafer mahallesi) Zafer, Yeşiltepe, Kurtuluş ve Erdemli Mahallelerinden oluşmakta iken 1997 yılında ayrılarak tek başına Erdemli Mahallesi'ne dönüştüğü, Erdemli köyü ve 1997 yılı öncesi köye bağlı olan mahallelerde ikamet eden vatandaşların terör sebebiyle göç ettikleri, Erdemli köyüne bağlı Erdemli ve Zafer Mahallelerinde ikamet eden köy korucularının ailelerini başka yere taşıdıkları ancak kendilerinin burada görev yapmaya devam ettiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Zafer Mahallesi'nin tamamen boşalan ya da boşaltılan yerlerden olmadığının, 1991–1997 yılları arasında kısmen boşaldığının ifade edildiği; 1987–2000 yılları arasında Erdemli köyünde geçici köy korucusu ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 135 hanenin ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990 yılında 806, 1997 yılında 360, 2000 yılında 512 kişi olduğu; 1990–2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Erdemli köyü (1997 itibarıyla Zafer Mahallesi) halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/6/2012 tarihli ve E.2012/1086, K.2012/4366 sayılı ilamı ile Erdemli köyünün 1997 yılında Sason ilçesinin bir mahallesi haline dönüştüğü hususları birlikte değerlendirildiğinde, Erdemli köyünde asgari güvenlik düzeyinin bulunduğu ve güvenlik kaygısı nedeniyle yerleşim yerinin tamamen boşaltılmadığı sonucuna ulaşıldığı, kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/12/2012 tarihli ve E.2012/10752, K.2012/13783 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararı başvurucuya 15/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2745 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşi kaçırıldığı hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, "silahla kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 15/5/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 11/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının 19/10/2005 tarih ve E.2005/7340 sayılı iddianamesi ile "silahla kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Yargılamaya başlayan Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesince, 31/10/2005 tarihli tensip zaptı ile savunmasının alınması için başvurucu hakkındaki yakalama emrinin infazının beklenilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, 7/4/2007 tarihinde yakalanmış, Mahkemece, başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Mahkemece, 20/6/2007 tarih ve E.2005/1030, K.2007/497 sayılı karar ile başvurucunun, "silahla kasten yaralama" suçundan 1 yıl 9 ay hapis, "6136 sayılı Kanun'a muhalefet" suçundan 1 yıl hapis ve 450,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/7/2011 tarih ve E.2009/10204, K.2011/10639 sayılı ilâmı ile "6136 sayılı Kanun'a muhalefet" suçundan onanmış, "silahla kasten yaralama" suçundan bozulmuştur. Bozma ilâmına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece, 7/3/2012 tarih ve E.2011/645, K.2012/186 sayılı karar ile başvurucunun "silahla kasten yaralama" suçundan 1 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 13/3/2014 tarih ve E.2013/27614, K.2014/10715 sayılı ilâmı ile onanmıştır. Başvurucu, anılan kararı 5/5/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu, 15/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendi, maddesinin (3) numaralı fıkrası; 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un maddesinin birinci fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6943 | Başvurucu, "silahla kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; başvurucuların murisinin köy korucusu tarafından öldürülmesi neticesinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruda ve açılan davada olayın Kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle başvurunun ve davanın reddedildiği, tazminata hükmedilmediği, yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçeleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 5/7/2017 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular; amcası bir hafta önce PKK terör örgütü mensuplarınca öldürülen köy korucusu B. tarafından 23/4/1994 tarihinde murisleri A.B.nin terör örgütüne destek olduğu düşünülerek öldürüldüğünü, murislerinin ölmesi ve sanık ile sanığın akrabalarının köy korucusu olması nedeniyle yaşadıkları köyü terk ettiklerini iddia etmişlerdir. Başvurucular 8/11/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. 11/11/2005 tarihli Komisyon kararında; başvurucuların murisi A.B.nin öldürülmesi olayı ile ilgili olarak Batman Ağır Ceza Mahkemesinin 18/3/1999 tarihli kararı ile sanık B.nin kasten A.B.yi öldürme suçundan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi gereğince suçun işleniş şekli, kastının yoğunluğu nazara alınarak 24 yıl ağır hapis cezası ile cezalandırılmış olduğu; sanığın duruşmadaki tutum ve davranışları lehine indirim sebebi sayılıp 5237 sayılı Kanun'un maddesi gereğince cezası 1/6 oranında indirilerek 20 yıl ağır hapis cezası ile cezalandırıldığı, aynı Kanun'un maddesi gereğince müebbeten kamu hizmetinden men edildiği, dolayısıyla adı geçen başvuru sahiplerinin başvurusunun 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmediği gerekçeleriyle talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucular tarafından Komisyon kararına karşı Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 31/12/2007 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanmak isteyen kişilerin zarara uğramasına sebebiyet veren olayların terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle ortaya çıkması gerektiği açıktır.Olayda ise davacılar murisinin, Batman ili, Sason ilçesi merkezinde amcası bir hafta önce PKK terör örgütü mensuplarınca öldürülen B. tarafından terör örgütüne destek olduğu düşünülmesi nedeniyle öldürüldüğü, diğer deyişle davacılar murisinin öldürülmesi olayının terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle ortaya çıkmadığı ve bu durumun Batman Ağır Ceza Mahkemesinin ve Yargıtay Ceza Dairesinin kararları ile de ortaya konulduğu açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.Her ne kadar davacılar vekilince, davacılar murisinin ölümüne sebebiyet veren köy korucusu B.'nin devletin kendisine vermiş olduğu silahla ve dönemin bölge koşullarında gerçekleştirdiğini belirtmekte ise de; davacı vekilinin ileri sürdüğü bu iddialar, 2577 sayılı İdari Yargıla Usulü Kanunun maddesi gereğince idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanlar tarafından açılacak olan tam yargı davalarında dinlenebilecek olan iddialar olup, 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırmama nedeniyle açılan iş bu davada öncelikle ilgilinin zarara uğramasına sebebiyet veren olayın Kanun kapsamına dahil olup olmadığı hususunun inceleneceği ve eğer olay bu Kanun kapsamında değilse davanın bu açıdan reddedileceği açık olduğundan, davacı vekilinin bu iddialarının iş budavada dinlenmesine olanak bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/3/2013 tarihli ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 26/11/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararı 17/2/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş ve vekil tarafından 18/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri; 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi; Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı; Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı; Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı; (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; ... e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3738 | Başvuru, başvurucuların murisinin köy korucusu tarafından öldürülmesi neticesinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruda ve açılan davada olayın Kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle başvurunun ve davanın reddedildiği, tazminata hükmedilmediği, yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçeleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yabancı bir ülke tarafından mahkûmiyetine hükmedilen başvurucunun Hükümlülerin Nakline Dair Avrupa Sözleşmesi gereğince nakledildiği Türkiye'de atılı suç yönünden hüküm giydiği ceza miktarından daha uzun süre ceza infazına maruz kaldığı gerekçesiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun uyuşturucu tedarik etmek amacıyla çete oluşturma suçundan İngiltere Southwark Kraliyet Ağır Ceza Mahkemesinin 1/8/2008 tarihli kararı ile 16 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu kararda başvurucunun 16 yıl hapis cezasının yarısını çekmesi hâlinde koşullu salıvermeden yararlanabileceği belirtilmiştir. Başvurucunun kalan cezasını Türkiye'de çekmek üzere iadesini talep etmesi ve 8/5/1984 tarihli ve 3002 sayılı Türk Vatandaşları Hakkında Yabancı Ülke Mahkemelerinden ve Yabancılar Hakkında Türk Mahkemelerinden Verilen Ceza Mahkumiyetlerinin İnfazına Dair Kanun'un ve maddeleri kapsamında yaptığı başvuru üzerine Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 19/2/2010 tarihinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 22 yıl 6 ay hapis; suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme suçundan ise 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, verilecek cezanın yabancı ülkede verilen ceza miktarını geçemeyeceği dikkate alınarak cezasının 16 yıl hapis cezasına indirilmesine ve infazın buna göre yapılmasına, tutuklulukta ve gözaltında geçen sürenin 3002 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca verilen cezalardan mahsubuna karar verilmiştir. Başvurucu, İngiltere Southwark Kraliyet Ağır Ceza Mahkemesinin kararında örgüt faaliyeti kapsamında ceza tayinine gidilmediği gerekçesiyle karara itiraz etmiş; Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 8/1/2014 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 30/3/2015 tarihinde, anılan karara karşı yapılan kanun yararına bozma talebini kabul etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi; İngiltere Southwark Kraliyet Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş kararının başvurucuyla ilgili bölümünün onaylı örneğinin getirtilmesi ve Türkçeye tercüme ettirilmesi, bu karara göre isnat olunan suçun örgütlü olarak işlendiğinin kabul edilip edilmediğinin belirlenmesi gerektiği gerekçesiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin kararını bozmuştur. Kanun yararına bozma kararı üzerine Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun İngiltere'de diğer uyuşturucuları temin etmek için örgüt kurma suçundan cezalandırıldığını tespit etmiş; başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 22 yıl 6 ay, suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme suçundan ise 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ancak cezanın yabancı ülkede verilen ceza miktarını geçemeyeceği dikkate alınarak 16 yıla indirilmesine karar vermiştir. Başvurucu; İngiltere Southwark Kraliyet Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararda 16 yıl hapis cezasının yarısının çektirilmesine hükmedildiğini, bu hükmün infaz hukukuna ilişkin olmayıp maddi hukuka dair olduğunu, Türkiye'deki infaz süresinin 8 yılı aşamayacağını belirterek 18/5/2016 tarihinde itiraz dilekçesi sunmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 17/6/2016 tarihinde, başvurucunun talebinin reddi ile cezasının aynen infazına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Her ne kadar hükümlü müdafiinin 18/5/2016 havale tarihli dilekçesine istinaden Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca infazda tereddüt olduğundan bahisle bu konuda bir karar verilmesi talep edilmiş ise de; İngiltere Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti Devletlerinin taraf olduğu Hükümlülerin Nakline Dair Avrupa Sözleşmesi'nin, 'Naklin, yerine getiren devlet için etkileri' başlıklı maddesinin (3). fıkrasında, 'Mahkûmiyetin infazı, yerine getiren Devlet Kanununa göre yapılacak ve yalnızca bu Devlet tüm gerekli kararların alınmasında yetkili olacaktır.' ve 3002 sayılı Türk Vatandaşları Hakkında Yabancı Ülke Mahkemelerinden ve Yabancılar Hakkında Türk Mahkemelerinden Verilen Ceza Mahkumiyetlerinin İnfazına Dair Kanun’un 'yerine getirme' başlıklı maddesinde de, 'Kesinleşen yerine getirme kararları genel hükümler dairesinde infaz olunur ve adli sicile kaydedilir.' hükümlerinin öngörüldüğü, Söz konusu hükümler gereğince, Yargıtay Ceza Dairesinin2008/9433 Esas, 2010/18844 Karar sayılı ilamında da aynen işaret edildiği üzere İngiltere Soutwark Kraliyet Ağır Ceza Mahkemesince verilen ve Mahkememizin yerine getirme kararında belirtilen cezanın, 'yerine getiren devlet' olan Türkiye Cumhuriyeti’nin infaz kanunlarına göre yerine getirilmesinin gerektiği, bu nedenle infazın 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazına İlişkin Kanun hükümlerine göre yapılacağı, açıklanan nedenle infazda tereddüt oluşturacak bir hususun bulunmadığı anlaşıldığından, aynen infaza dair karar aşağıdaki şekilde vermek gerekmiştir." Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 28/7/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Her ne kadar itiraz eden hükümlü vekili, İngiltere Southwark Kraliyet Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararda, hükümlü hakkındaki 16 yıl hapis cezasının yarısının çektirilmesine hükmedildiği, bu hükmün infaz hukukuna ilişkin olmayıp maddi hukuka dair olduğu, Türkiye'de hükümlü hakkındaki infaz süresinin 8 yılı aşamayacağı iddiasıyla itiraz dilekçesi verilmiş ise de; temel cezanın İngiltere Southwark Kraliyet Ağır Ceza Mahkemesince 16 yıl olarak belirlendiği ve hükümlünün suçu kabul etmiş olması sebebiyle yarısının infaz edilmesine de karar verildiği, bu kararın cezanın ne kadarının çektirileceğine dair olduğu, başka bir anlatımla teknik anlamda, hükmün infazına ilişkin bir karar olduğu, Türkiye Cumhuriyeti ve İngiltere devletlerinin infaz kanunlarında, hükümlüler lehine ve aleyhine düzenlemelerin var olduğunun aşikar olduğu, zira hükümlünün cezasını Türkiye'de infaz etmek istediğini beyanla Türk İnfaz Hukukuna tabi olduğunu kabul etmiş sayılacağı, aksi halin kabulü halinde, İngiltere'de verilmiş ve infazı da düzenleyen hüküm gereğince Türk İnfaz kanunlarının gözardı edilmesine neden olunacağı, zira İngiltere Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyet Devletlerinin taraf olduğu Hükümlülerin Nakline Dair Avrupa Sözleşmesi'nin 'Naklin Yerine Getiren Devlet İçin Etkileri' başlıklı maddesinin fıkrasında belirtilen 'Mahkumiyetin infazı, yerine getiren Devlet Kanununa göre yapılacak ve yalnızca bu Devlet tüm kararların alınmasında yetkili olacaktır.' şeklindeki hükmü ve 8/5/1984 tarih ve 3002 sayılı Türk Vatandaşları Hakkında Yabancı Ülke Mahkemelerinden ve Yabancılar Hakkında Türk Mahkemelerinden Verilen Ceza Mahkumiyetlerinin İnfazına Dair Kanunu yürürlükten kaldıran 23/4/2016 tarihli ve 6706 sayılı Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İş Birliği Kanunu'nun 'Türkiye'de İnfaz' başlıklı maddesinin () fıkrasında yer alan 'Ağır ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet kararı Türk kanunlarına göre infaz edilir.' hükmü ile aynı yönde verilen Yargıtay Ceza Dairesinin 2008/9433 esas 2010/18844 karar sayılı içtihadı birlikte değerlendirildiğinde, İngiltere Southwark Kraliyet Ağır Ceza Mahkemesince verilen ve Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin yerine getirme kararında belirtilen cezanın yerine getiren devlet olan Türkiye Cumhuriyetinin infaz kanunlarına göre yerine getirilmesi gerektiği, bu nedenle infazın 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazına ilişkin Kanun hükümlerine göre yapılması gerektiği anlaşıldığından itirazın reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır". İtirazın reddi kararı 11/8/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 23/4/2016 tarihli ve 6706 sayılı Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İş Birliği Kanunu'nun "Türkiye'de infaz" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Yabancı devletin infazı devretmesi üzerine durum, uyarlama kararını veren mahkemeye bildirilir. Mahkeme infaza başlanılması için kararı Cumhuriyet başsavcılığına gönderir. Mahkeme ayrıca kararı Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne bildirir.(2) Ağır ceza mahkemesince verilen mahkûmiyet kararı Türk kanunlarına göre infaz edilir." 6706 sayılı Kanun'un "Türkiye’ye hükümlü nakli" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Yabancı devlet mahkemeleri tarafından hakkında mahkûmiyet kararı verilen ve ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü, aşağıdaki koşulların birlikte bulunması hâlinde cezanın infazı amacıyla Türkiye’ye nakledilebilir:a) Hükümlünün Türk vatandaşı olması veya Türkiye ile güçlü sosyal bağlarının bulunması.b) Hükümlünün veya kanunî temsilcisinin rıza göstermesi.c) Mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması.ç) Mahkûmiyet kararına konu fiilin Türk hukukuna göre suç teşkil etmesi.d) Merkezî makamlarca aksi kararlaştırılmadıkça, talep tarihinde, hükümlünün ceza infaz kurumunda infazı gereken en az altı ay hapis cezasının bulunması. (2) Hükümlü, kanunî temsilcisi veya yakını tarafından Türkiye’ye nakil talebinde bulunulması hâlinde, yabancı devlet makamlarından;a) Mahkûmiyet kararının onaylı sureti,b) Hükme esas alınan kanun maddelerinin metni,c) Hükümlünün veya kanunî temsilcisinin nakle rıza gösterdiğine dair belge,ç) İnfazı gereken cezayı gösteren belge,d) Gerekli görüldüğü takdirde, hükümlünün sağlık durumunu gösteren tıbbî raporlar ile hastalığı varsa tedavisine ilişkin tavsiyeleri içeren belgeler,e) Gerekli görüldüğü takdirde bu fıkrada belirtilen belgelerin tercümeleri, talep edilir. (3) Nakil koşullarının bulunmadığının, naklin, hükümlünün sosyal rehabilitasyonuna katkı sağlamayacağının, ceza adaletinin amaçlarına hizmet etmeyeceğinin veya Türkiye’nin millî güvenliği ile temel çıkarlarına uygun düşmeyeceğinin anlaşılması hâlinde, nakil talebi Merkezî Makam tarafından reddedilebilir. (4) Hükümlülerin nakline Adalet Bakanı karar verir." 6706 sayılı Kanun'un "Türkiye'de infaz" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlünün nakline karar verilmesi üzerine, ceza infaz kurumlarında kalacağı süre hükümlüye ve yabancı makamlara bildirilir. Yabancı devlet ile hükümlünün, nakli kabul etmesi üzerine, hükümlü Türkiye’ye getirilir. Hükümlü, nakil dosyası ile birlikte Cumhuriyet başsavcılığına teslim edilir. Cumhuriyet başsavcılığı, infazına başlanan karara ilişkin bilgileri Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne bildirir. (2) Hükümlü hakkında verilen mahkûmiyet kararı Türk kanunlarına göre infaz edilir. (3) Mahkûmiyetin esasına taallûk eden talepler, hükmün esası hakkında karar veren devlet mahkemelerine yapılabilir; verilen kararlar ikinci fıkra uyarınca infaz edilir. (4) İnfaz sırasında, hükmün verildiği devlette veya Türkiye’de genel veya özel af kabul edilmesi ya da suç veya cezayı ortadan kaldıran veya hafifleten bir sebebin ortaya çıkması hâlinde hükümlünün hukukî durumu hakkında bulunduğu yer ağır ceza mahkemesince karar verilir." 6706 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan 3002 sayılı Kanun'un "Yerine getirme şartları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Türk vatandaşları hakkında yabancı ülke mahkemelerinden verilip kesinleşen mahkumiyetlerin Türkiye'de yerine getirilebilmesi için aşağıdaki şartların bulunması gereklidir. Yabancı ülke yetkili makamınca talepte bulunulması ve talepnameye;a) Kesinleşen ve infazı gereken mahkumiyet kararının tasdikli örneğinin ve uygulanan kanun maddeleri metinlerinin,b) Hükümlünün nakle rıza gösterdiğine dair hakim huzurunda veya irade beyanını tespite yetkili Türk konsolosluk görevlisi tarafından alınmış yazılı beyanının,c) İnfazı gereken, bakiye cezayı gösteren belgenin,d) (a), (b) ve (c) bentlerinde sayılan belgelerin Türkçe tercümelerinin,Eklenmesi. Yabancı mahkeme kararında kabul edilen subut sebeplerine bağlı kalınmak kaydıyla suç konusu fiilin, Türk mevzuatına göre hürriyeti bağlayıcı ceza ve emniyet tedbirini gerektiren bir suç teşkil etmesi, İlgili taraflar arasında ayrıca kararlaştırılmadıkça, talep tarihinde, hükümlünün yerine getirilmesi gereken bakiye en az bir yıl hürriyeti bağlayıcı cezasının bulunması, Yabancı mahkeme hükmündeki subut sebeplerine göre Türkiye'de tayin olunacak ceza müeyyidesinin zamanaşımına uğramamış bulunması, Hükümlü hakkında mahkumiyetine esas olan fiil sebebiyle, Türkiye'de ayrıca soruşturma veya kovuşturma yapılmamış olması, Mahkumiyete esas olan fiilin siyasi, askeri veya bunlara murtabit cürümlerden bulunmaması, Yerine getirme talebinin Türk hukuk düzenine aykırı düşmemesi.Türk vatandaşları hakkında yabancı ülke mahkemelerinden verilip kesinleşen mahkumiyetlerin Türkiye'de yerine getirilmesi için yukarıdaki şartların bulunması halinde Adalet Bakanlığı da talepte bulunabilir." 3002 sayılı Kanun'un "Talebin incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Yabancı ülkede verilen mahkûmiyet kararlarının Türkiye’de yerine getirilmesine Adalet Bakanı tarafından karar verilebilir." 3002 sayılı Kanun'un "Yerine getirme kararı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Mahkemece yabancı ülkede verilen mahkumiyet kararının aşağıda belirtilen şekilde yerine getirilmesine en geç 15 gün içinde karar verilir. Yabancı mahkeme kararında subutu kabul edilen suça, Türk kanunlarına göre verilmesi gereken ceza müeyyidesi veya bu suça en yakın ceza müeyyidesi tayin olunur. Bu suretle tayin edilen ceza miktarı yabancı mahkeme kararında tayin edilmiş ceza süresini geçemez. Fiil Türk hukukuna göre daha hafif cezayı gerektirdiği takdirde müeyyide buna göre tayin olunur. Yerine getirmeyi isteyen devlette tutuklulukta veya hükümlülükte geçen süreler cezadan mahsup edilir. Yerine getirme kararının verilmesi sırasında cezadan mahsup işlemi yapılmamış veya mahsup şartları daha sonra ortaya çıkmışsa bu hallerde de mahkemece gerekli karar verilir." 3002 sayılı Kanun'un "Yerine getirme " kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kesinleşen yerine getirme kararları genel hükümler dairesinde infaz olunur ve adli sicile kaydedilir." Yargıtay Ceza Dairesinin 20/9/2010 tarihli ve E.2008/9433, K.2010/18844 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"Romanya Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti Devletlerinin taraf olduğu “Hükümlülerin Nakline Dair Avrupa Sözleşmesi”nin, 'Naklin, yerine getiren devlet için etkileri' başlıklı maddesinin (3). fıkrasında, 'Mahkûmiyetin infazı, yerine getiren Devlet Kanununa göre yapılacak ve yalnızca bu Devlet tüm gerekli kararların alınmasında yetkili olacaktır.' ve 3002 sayılı Türk Vatandaşları Hakkında Yabancı Ülke Mahkemelerinden ve Yabancılar Hakkında Türk Mahkemelerinden Verilen Ceza Mahkumiyetlerinin İnfazına Dair Kanun’un “yerine getirme” başlıklı maddesinde de, 'Kesinleşen yerine getirme kararları genel hükümler dairesinde infaz olunur ve adli sicile kaydedilir.' hükümleri öngörülmektedir. Söz konusu hükümler gereğince, Bükreş Ceza Mahkemesi, Ceza Şubesince verilen ve Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nce yerine getirme kararında belirtilen cezanın, 'yerine getiren devlet' olan Türkiye Cumhuriyeti’nin infaz kanunlarına göre yerine getirilmesi gerekmektedir. Her iki mahkûmiyet hükmünün infazında, suç tarihlerinde yürürlükte bulunması ve 'koşullu salıverilme süresi yönünden' suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazına İlişkin Kanun hükümlerine göre lehe hükümler içermesi nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 7/ maddesi uyarınca 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’un ve 765 sayılı TCK’nın ilgili hükümlerinin uygulanması gerekmektedir."B. Uluslararası Hukuk Hükümlülerin Nakline Dair Avrupa Sözleşmesi 'nin "Naklin, yerine getiren devlet için etkileri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "1) Yerine getiren Devlet yetkili mercileri:a) 10 uncu maddede öngörülen şartlar içinde, derhal veya bir mahkeme veya idarî kararla mahkûmiyetin infazına devam edecek; veyab) Adlî veya idarî bir kararla, hüküm Devletinde verilen müeyyideyi 11 inci maddede öngörülen şartlar çerçevesinde aynı suç dolayısıyla yerine getiren Devlet kanunlarında öngörülen bir müeyyide ile ikame etmek suretiyle, mahkûmiyet kararını o Devletin kararına dönüştürecektir.2) Yerine getiren Devlet, talep edilmesi halinde, hükümlünün nakledilmesinden önce bu usullerden hangisini takip edeceğini hüküm Devletine bildirecektir.3) Mahkûmiyetin infazı, yerine getiren Devlet Kanununa göre yapılacak ve yalnızca bu Devlet tüm gerekli kararların alınmasında yetkili olacaktır.4) Kendi millî mevzuatına göre bir başka Âkit Devletin topraklarında işlenen suç dolayısıyla aklî durumu nedeniyle cezaî yönden sorumlu görülmeyen kişilere uygulanacak önlemleri 1 inci fıkrada öngörülen usullerden biriyle infaz edemeyecek olan ve bu gibi kişileri tedavileri için kabule hazır olan her Âkit Devlet, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yapacağı bir bildirim ile bu durumlarda izleyeceği usulleri belirtebilir. Hükümlülerin Nakline Dair Avrupa Sözleşmesi 'nin "İnfazın devamı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"1) İnfazın devamı halinde, yerine getiren Devlet, hüküm Devleti tarafından belirlenen şekilde hükmün hukukî niteliği ve süresi ile bağlı olacaktır.2) Bununla birlikte bu mahkûmiyet niteliği veya süresi itibariyle yerine getiren Devlet Kanunu ile bağdaşmıyor ise, veya bu Devletin Kanunu gerektiriyor ise bu Devlet bir mahkeme veya idarî merci kararıyla müeyyideyi aynı nitelikteki bir suç için kendi kanunu tarafından öngörülen bir ceza veya önleme dönüştürebilir. Cezalandırma veya önlem, mümkün olduğu kadar niteliği itibariyle yerine getirilecek mahkûmiyete uygun olacaktır. Tayin olunacak ceza veya tedbir, niteliği ve süresi itibariyle, hüküm Devletinde verilen müeyyideden ağır olmayacağı gibi yerine getiren devlet Kanununda öngörülen azamî miktarı da aşmayacaktır. " | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15796 | Başvuru, yabancı bir ülke tarafından mahkûmiyetine hükmedilen başvurucunun Hükümlülerin Nakline Dair Avrupa Sözleşmesi gereğince nakledildiği Türkiye'de atılı suç yönünden hüküm giydiği ceza miktarından daha uzun süre ceza infazına maruz kaldığı gerekçesiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öğretmenlik görevine son verme işlemine karşı açılan davada Danıştay tarafından verilen kararın masumiyet karinesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/8/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 2/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve başvuruya konu yargılama dosyasından temin edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kamuya ait bir okulda sınıf öğretmeni olarak görev yapmakta iken, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 12/6/2007 tarihli ve E.2002/321, K.2007/256 sayılı kararıyla yasa dışı K.İ.H. örgütü üyesi olmaktan 1 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmış ve hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucunun söz konusu ceza nedeniyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (5) numaralı alt bendinde belirlenen memur olma şartlarından birini kaybettiği gerekçesiyle ve aynı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince 13/3/2008 tarihli Millî Eğitim Bakanı oluruyla görevine son verilmiştir. Başvurucu göreve son verme işleminin iptali istemiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 22/4/2009 tarihli ve E.2008/1325, K.2009/556 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Dava dosyasının incelenmesinden, Diyarbakır İli Bismil İlçesi Cumhuriyet İlköğretim Okulu sınıf öğretmeni olarak görev yapan davacının Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2007 tarih ve E: 2002/321, K: 2007/256 sayılı kararıyla, kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan yasadışı K.İ.H. adlı örgütün üyesi olmak suçundan Türk Ceza Kanunu’nun 220/2 maddesi gereğince 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırıldığı, cezanın 2007 tarihinde kesinleştiği, aynı zamanda davacı için 1 yıl 3 ay denetim süresi öngörüldüğü, bunun üzerine 2008 olur tarihli davalı idare işlemiyle 657 sayılı Yasa’nın 98/b maddesi gereğince davacının memurluğa alınma şartlarını kaybettiği nedeniyle görevine son verildiği,göreve son verme işlemi nedeniyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.Bu durumda, kesinleşen yargı kararı ile 1 yıldan fazla süreli hapis cezası ile cezalandırılan davacının 657 sayılı Yasa’nın maddesinin A – bendinde yer alan memur olma koşulunu kaybettiği açık olup, aynı Yasa’nın maddesinin (b) bendi uyarınca görevine son verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” Başvurucu bu kararı temyiz etmiş,temyiz incelemesi sürerken aynı zamanda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini istemiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 24/6/2010 tarihli ek kararı ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun; kesinleşmiş, infaz edilmekte olan ve hukuki yararı bulunması koşuluyla infaz edilmiş olan hükümlere de uygulanabileceği yönündeki 3/2/2009 tarihli ve E.2008/250, K.2009/13 sayılı ilamına istinaden başvurucunun 1 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Bu karar üzerine Danıştay Onikinci Dairesi 13/4/2012 tarihli ve E.2009/7595, K.2012/2186 sayılı ilamıyla İdare Mahkemesi kararını bozmuştur. İlam gerekçesi şöyledir:"Bakılan davanın konusunu oluşturan göreve son verme işleminin dayanağının Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet kararı olması nedeniyle söz konusu kararın hukuki varlığını ve geçerliliğini sürdürmesi önem arz etmektedir. Öte yandan, davacının görevine son verilmesi işleminin hukuka uygunluğunun denetlendiği yargılama sürecinde ortaya çıkan ve uyuşmazlığın esasına etki edebilecek nitelikte bulunan durumların re'sen göz önüne alınacağı tartışmasızdır. Uyuşmazlık bu açıdan değerlendirildiğinde; davacı hakkında mahkûmiyet kararını veren Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan inceleme ve değerlendirmede; davacının durumunun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi kapsamında bulunduğu ve bu maddede aranılan koşulların gerçekleşmiş olduğu sonucuna ulaşılarak davacı hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmesi karşısında, hükmün davacı hakkında hukuki sonuç doğurmayacağının da anılan maddede açıkça belirtilmiş olması nedeniyle davacının memuriyetine engel bir mahkûmiyet hükmünün bulunduğundan söz etme olanağı kalmamıştır.Her ne kadar dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle, bahsedilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair hüküm tesis edilmemiş ve işlemin tesis edildiği aşamada bu anlamda bir hukuka aykırılık bulunmamakta ise de; ceza kanunu yönünden lehe olan hükmün uygulanması kapsamında verilen yeni kararla birlikte ortaya çıkan ve yukarıda özetlenen yeni hukuki durum karşısında, dava konusu işlemin dayanağının hukuken ortadan kalktığı ve işlemin sebep unsuru yönünden hukuka aykırı hale geldiği sonucuna varılmıştır.Bu durumda, davacının memuriyetine engel olacak nitelikte bir suçtan mahkûm olduğundan söz edilemeyeceğinden, dava konusu göreve son verme işleminin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında bu aşamada hukuki isabet görülmemiştir.” Davalı idarenin karar düzeltme isteminde bulunması üzerine aynı Daire 25/6/2013 tarihli ve E.2012/8266, 2013/6243 ilamıyla istemi kabul ederek bozma kararını kaldırmış ve Diyarbakır İdare Mahkemesinin ret kararını onamıştır. Söz konusu onama kararının gerekçesi şöyledir:“657 sayılı Devlet Memurları Kanununun Devlet memurluğuna alınacaklarda aranacak özel şartları düzenleyen 48/B-2 maddesinde, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak hükmüne yer verilmiş, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 2 nci maddesinde Türk Milli Eğitiminin Genel Amacı başlığı altında, Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek; düzenlemesi yer almış, anılan Yasanın öğretmenlik mesleğine ilişkin düzenlemeleri içeren üçüncü kısmında da öğretmenlik mesleğinin özel bir ihtisas mesleği olduğu düzenlemesine yer verilmiştir.Dosyanın incelenmesinden; sınıf öğretmeni olarak görev yapmakta iken yasadışı "K.İ.H. Örgütüne Üye Olmak" suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezasına mahkumiyetine karar verilen davacı hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince verilen 2010 tarihli kararla da 5271 sayılı Ceza Mahkemesi Kanununun maddesi kapsamındahükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. …Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının kurulan hükmün sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade ettiği Ceza Muhakemesi Kanununun maddesinde açıkça belirtilmiş olup, buna göre sanığın suçluluğu sabit olmakla birlikte Kanunda öngörülen denetimli serbestlik tedbirlerine uygun davranılması ve öngörülen diğer koşulların varlığı halinde suç hiç işlenmemiş gibi kabul edileceği açıktır.Ancak 5271 sayılı Yasada düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesinin öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği vasıfları taşıyan bireylerce görevin yerine getirilmesi yönünden yapılacak değerlendirmede, ceza mahkemesince yapılan yargılama sonucunda sanığın suçluluğu sabit görülerek hüküm kurulduğu ve suç işlediği sabit olan davacının bu vasfıyla ihtisas mesleği olduğu özel kanununda belirtilen öğretmenlik için gereken özel vasıfları kaybettiği sonucuna varıldığından görevine son verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Bu durumda İdare Mahkemesince, kesinleşen yargı kararı ile bir yıldan fazla süreli hapis cezası alan davacının 657 sayılı Yasanın 48/A-5 maddesi uyarınca memur olma koşulunu kaybettiği ve anılan Yasanın 98(b) maddesi uyarınca görevine son verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararın gerekçesinde yeni oluşan hukuki durum nedeniyle isabet bulunmamakta ise de karar yukarıda belirtilen gerekçeyle sonucu itibarıyla yerindedir.” Bu karar 5/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 29/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, (Değişik: 23/1/2008-5728/317 md.) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak....B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak.” 657 sayılı Kanun'un yukarıda yer verilen maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (5) numaralı alt bendinin 5728 sayılı Kanun’la değişmeden önceki hali şöyledir:“Taksirli suçlar ve aşağıda sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere,ağır hapis veyahut 6 aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak.” 657 sayılı Kanun’un“Memurluğun sona ermesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Devlet memurlarının a) Bu kanun hükümlerine göre memurluktan çıkarılması; b) Memurluğa alınma şartlarından her hangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan her hangi birini kaybetmesi; c) …hallerinde memurluğu sona erer.” 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;…” 4/12/2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (5) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6974 | Başvuru, öğretmenlik görevine son verme işlemine karşı açılan davada Danıştay tarafından verilen kararın masumiyet karinesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aleyhe yargılama giderlerine hükmedilmesi ve alacağın değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1954 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu, olayların gerçekleştiği dönemde İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmanın yanında özel muayenehane de işletmektedir. 26/11/2014 tarihinde yürürlüğe giren 19/11/2014 tarihli ve 6569 sayılı Kanun'un maddesiyle 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na geçici madde eklenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesiyle; tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim üyelerinden, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih (26/11/2014 tarihi) itibarıyla mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunmakta veya özel sağlık kuruluşlarında çalışmakta olanlara, bu faaliyetlerini sona erdirinceye kadar üniversite ödeneği ve ek ödeme yapılmayacağı hükme bağlanmıştır. Sözü edilen yasal değişikliğin yürürlüğe girdiği 26/11/2014 tarihi itibarıyla başvurucuya üniversite ödeneği ve ek ödeme yapılması durdurulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 22/6/2016 tarihli ve E.2016/13, K.2016/127 sayılı kararıyla 2547 sayılı Kanun'un geçici maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi iptal edilmiştir. Kararda, çalışmakta oldukları kadronun kanuni yükümlülüklerini yerine getiren, görev, yetki ve sorumluluklarını ifa eden öğretim üyelerinin, hukuk sisteminin tanıdığı bir imkândan yararlanarak mesai saatleri dışında çalışmaya devam etmeleri nedeniyle çalışma koşullarının kurallarda belirtildiği şekilde özlük hakkı kapsamındaki bazı ödemeler bakımından sınırlandırılarak aynı hak ve yükümlülüklere sahip öğretim üyeleri arasında farklılaşmaya gidilmesinin ve kurallarda öngörülen bazı ödemelerden tamamen yoksun bırakılmalarının ölçülü kabul edilemeyeceği ve hakkaniyete uygun olmadığı belirtilmiştir. Anılan karar 21/9/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Başvurucu 29/5/2018 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanlığına (Dekanlık) müracaat ederek 1/1/2015-21/9/2016 tarihi arasındaki üniversite ödeneği, döner sermaye ödeneği ve ek ödemenin yasal faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir. Dekanlık, 1/6/2018 tarihli yazıyla geriye yönelik ödeme yapılmasının mümkün olmadığını başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu, Dekanlığın 1/6/2018 tarihli işleminin iptali ile parasal haklarının iptal kararının Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihten itibaren yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle 13/6/2018 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde; kesintinin haksız olduğunun Anayasa Mahkemesi kararıyla tespit edildiği vurgulanmış, yapılan kesintilerin iade edilmesinin hukukun gereği olduğu ifade edilmiştir. Davalı idarenin cevap dilekçesinde Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği belirtilmiştir. İdare Mahkemesi 13/11/2018 tarihinde idari işlemin iptaline ve başvurucun 1/1/2015-21/9/2016 tarihleri arasında mahrum kaldığı ödemelerinin idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 2547 sayılı Kanun'un geçici maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle kesintinin hukuki dayanağının kalmadığı vurgulanmıştır. Kararda, başvurucunun yoksun kaldığı parasal hakların Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında yer alan "İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür" hükmü uyarınca, idareye başvurulduğu 30/5/2018 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Davalı idare bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, diğer iddiaların yanında, döner sermaye ödemesi alanlara ek ödeme yapılmasının 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin ek maddesi karşısında mümkün olmadığı, bu nedenle kararın ek ödemeye ilişkin kısmının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, istinaf yoluna başvurmamış ancak idarenin istinaf dilekçesine karşı cevaplarını sunmuştur. Başvurucu, cevap dilekçesinde İstanbul İdare Mahkemelerinin ve Bölge İdare Mahkemesinin benzer olaylarda davacılar lehine verilmiş kararlarına yer vermiştir. Başvurucu, ek ödeme yönünden ise Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonraki tarih için idarenin herkese ek ödeme yapmaya başladığını ve hâlen de buna devam ettiğini belirtmiştir. Başvurucu, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin ek maddesi gerekçe gösterilerek ek ödemenin ödenmesinden kaçınılamayacağını ifade etmiştir. Başvurucu sonuç olarak istinaf isteminin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur. Başvurucu, hükmedilen faizin başlangıç tarihine yönelik olarak herhangi bir iddia ileri sürmemiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Yedinci İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 19/3/2019 tarihinde istinaf istemini ek ödemeye ilişkin hüküm fıkrası yönünden kabul ederek davanın ek ödemeye ilişkin kısmını reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin ek maddesi uyarınca, aylıklarını 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu çerçevesinde alan akademik personelden 2547 sayılı Kanun'un maddesinin (c) ve (f) fıkraları kapsamında döner sermaye ödemesi alanlara ek ödeme yapılmasının mümkün olmadığı, bu nedenle dava konusu işlemin başvurucunun ek ödemeden yararlandırılmamasına ilişkin kısmında hukuka aykırılık görülmediği belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi ayrıca başvurucu aleyhine 63,10 TL yargılama gideri ile 362 TL vekalet ücretine hükmetmiştir. Nihai karar 1/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2547 sayılı Kanun'un geçici maddesinin birinci fıkrasının Anayasa Mahkemesinin 22/6/2016 tarihli ve E.2016/13, K.2016/127 sayılı kararıyla iptal edilen birinci cümlesi şöyledir: "Tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim üyelerinden, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunmakta veya özel sağlık kuruluşlarında çalışmakta olanlara, bu faaliyetlerini sona erdirinceye kadar üniversite ödeneği ve ek ödeme ödenmez." 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin ek maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının ilgili kısmı şöyledir: "Aylıklarını 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa göre almakta olan personele ... mali haklar kapsamında yapılan her türlü ödemeler dahil almakta oldukları toplam ödeme tutarı dikkate alınmak suretiyle aynı veya benzer kadro ve görevlerde bulunan personel arasındaki ücret dengesini sağlamak amacıyla, en yüksek Devlet memuru aylığına (ek gösterge dahil), ekli (I) sayılı Cetvelde yer alan kadro ve görev unvanlarına karşılık gelen oranların uygulanması suretiyle hesaplanan tutarda ek ödeme yapılır.Birinci fıkra kapsamına giren personelden; ...4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Kanunun 58 inci maddesinin (c) ve (f) fıkraları ... kapsamında döner sermayeden ek ödeme yapılan personele ... sözkonusu mevzuat hükümlerine göre ödeme yapılmaya devam olunur ve bunlara bu maddeye göre ayrıca ek ödeme yapılmaz ..." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15974 | Başvuru, aleyhe yargılama giderlerine hükmedilmesi ve alacağın değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş kazasının tespiti istemli davada Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporu tebliğ edilmeden ve yetersiz gerekçe ile aleyhe karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/12/2013 tarihinde Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 21/1/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 2/2/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve müştereklerine ait bina inşaatında çalışırken 21/5/2008 tarihinde kaza geçiren davacı tarafından, başvurucu ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aleyhine Ankara İş Mahkemesinde (Mahkeme) olayın iş kazası olduğunun tespiti istemiyle dava açılmıştır. Mahkeme 25/5/2011 tarihli ve E.2010/684, K.2011/216 sayılı kararıyla davanın kabulüne ve olayın iş kazası olduğunun tespitine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: “Davacının çalıştığı şirketten ve SGK dan şahsi sicil dosyası, ücret bordroları, taraflar arasında yapılan sözleşme ve SGK müfettişi raporu istenilerek dosyaya konmuş, gösterilen tanıklar dinlenmiş ve mahkememize ibraz edilen tüm belgeler alındıktan sora olayın iş kazası olup olmadığı yönünden rapor alınmak üzere dosya bilirkişi heyetine verilerek alınan 2011 tarihli raporda 2008 tarihinde meydana gelen kazanın 506 sayılı yasanın maddesine göre bir iş kazası olduğu ve kazanın oluşunda davalı işveren Bahattin Gül ve müştereklerinin %80 kazalı işçi A.B.’nin %20 oranında kusurlu oldukları belirlenmiştir. Tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya alınan belge içerikleri, tanık anlatımları ve bilirkişi heyeti raporu göz önüne alındığında; Davalı SGK merkezinin Ankara olması nedeniyle davaya Ankara İş [M]ahkemesinde bakılabileceğinden bir kısım davalıların yetki itirazı dikkate alınmamış, 2008 tarihinde davalı Bahattin Gül ve müşterekleri adına işlem gören Mirzan mahallesi çevik sokak 4 numara Bingöl adresinde bulunan özel bina inşaatında işçi olarak çalışan davacı A.B. [k]at balkonuna çıkarak halata kendir ipi bağlı 1 mt uzunluğundaki, korkuluk demirlerini yukarı çektikten sonra içeri almak isterken, demirlerin inşaatın yakınından geçmekte olan elektrik tellerine değmesi sonucu cereyana çarpılarak yaralandığı, kazanın davalı işverenlerin yükleminde buluna[n] bina inşaatını yapımı sırasında ve mesai saatleri içerisinde meydana geldiği anlaşıldığından davacının geçirdiği kazanın 10 sayılı yasanıncü maddesi (506 sayılı yasanın maddesi) ne göre kazanın bir iş kazası olduğunun tespitine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” Başvurucu, kaza geçiren davacı ile aralarındaki ilişkinin hizmet sözleşmesine değil, istisna (eser) sözleşmesine dayandığını, bu nedenle olayın iş kazası olmadığını ileri sürerek kararı temyiz etmiş; Yargıtay Hukuk Dairesi 16/4/2013 tarihli ve E.2012/13947, K.2013/7605 sayılı ilamıyla anılan kararı onamıştır. Başvurucu, onama ilamının kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle kararı 5/11/2013 tarihinde öğrendiğini belirterek 3/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun maddesi şöyledir: “İş kazası; a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, b) ( Değişik bend: 17/04/2008-5754 S.K./mad) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle, c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, d) ( Değişik bend: 17/04/2008-5754 S.K./mad) Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda, e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olaydır. …” 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “A) İş kazası, aşağıdaki hal ve durumlardan birinde meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan olaydır: a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısiyle, c) Sigortalının, işveren tarafından görev ile başka bir yere gönderilmesi yüzünden asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, d) Emzikli kadın sigortalının çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda, e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülüp getirilmeleri sırasında. B) Meslek hastalığı, sigortalının çalıştırıldığı işin niteliğine göre tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, sakatlık veya ruhi arıza halleridir. …” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Bilirkişi, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye verir; verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir.” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Bu Kanun ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hâllerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8730 | Başvuru, iş kazasının tespiti istemli davada Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporu tebliğ edilmeden ve yetersiz gerekçe ile aleyhe karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutuklu olarak farklı ceza infaz kurumlarında bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, yazışmaların idare tarafından kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütü (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması, FETÖ/PDY) üyesi olma suçu kapsamında başlatılan soruşturmada Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış ve Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucu 25/7/2017 tarihinde Gaziantep L Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiş ve 26/2/2018 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucunun 26/2/2015 tarihinde evlendiği eşi de aynı suçlama kapsamında 20/7/2016 tarihinde Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanmış ve Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Başvurucu, tutuklu olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumuna 28/8/2016 tarihli dilekçe ile başvurmuş ve Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutulan eşiyle yüz yüze (açık-kapalı şekilde) görüşme ve telefonla görüşme haklarından yararlandırılmayı talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (İdare ve Gözlem Kurulu) 7/9/2016 tarihli kararıyla başvurucunun talepleri reddedilmiştir. Kararda, mevzuat gereğince aynı ceza infaz kurumunda barındırılan hükümlü ya da tutukluların kapsamdaki kişilerden olması şartıyla birbirleriyle görüşebilecekleri ancak başvurucu ile eşinin aynı ceza infaz kurumunda bulunmamaları nedeniyle görüş hakkından yararlandırılmalarının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca mahpusların telefon görüşmesi yapabilecekleri kişilerin kullandıkları sabit ya da cep telefonu numaralarının olması gerektiği ifade edilmiştir. Somut olayda başvurucunun telefonla görüşmek istediği eşinin tutuklu olması nedeniyle numarasının olmadığı, dışarıdan telefon açılmak suretiyle tutukluların görüşme yapamayacakları belirtilmiş ve başvurucunun eşiyle telefonla görüşme hakkından da yararlanamayacağı yönünde karar verilmiştir. Başvurucu, İdare ve Gözlem Kurulunun söz konusu kararının kaldırılması talebiyle 9/9/2016 tarihinde Gaziantep İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyet dilekçesi sunmuştur. Dilekçesinde; aynı yerleşke içindeki başka bir ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan eşiyle açık ve kapalı şekilde görüş yapma, telefonla görüşme haklarından yararlandırılmadığını, bayramlarda dahi bu haktan yoksun bırakıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu personel eşliğinde bu görüşmelerin yapılabilmesinin mümkün olduğunu, bu konuda mevzuatta açık bir yasaklayıcı düzenlemenin bulunmadığını ifade etmiştir. İnfaz Hâkimliğinin 19/9/2016 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar verilmiştir. Kararda 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesi gereğince farklı ceza infaz kurumlarında bulunan eşlerin görüştürülmeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un ve maddeleri kapsamında farklı ceza infaz kurumlarında bulunan eşlerin telefonla görüştürülmelerinin hukuken mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin 6/10/2016 tarihli kararıyla İnfaz Hâkimliği kararının gerekçesi yerinde görülerek anılan karara yapılan itiraz reddedilmiştir. Nihai karar 11/10/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi tarafından ilgili Ceza İnfaz Kurumuna yazılan 12/4/2019 tarihli müzekkere ile başvurucunun tutuklu kaldığı süre boyunca kendisi gibi tutuklu olan eşi ile herhangi bir açık-kapalı görüş yapıp yapmadığı, eşiyle telefon vasıtasıyla görüşüp görüşmediği, mektup yoluyla haberleşme sağlayıp sağlamadığı hususlarında eldeki bilgi ve belgelerin gönderilmesi talep edilmiştir. 16/4/2019 tarihli cevap yazısında, başvurucunun 20/7/2016-25/7/2017 tarihleri arasında Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu kaldığı, bu süre zarfında yasal olanak bulunmaması nedeniyle başvurucu ile tutuklu eşi arasında herhangi bir görüşmenin gerçekleştirilmediği, ayrıca aynı gerekçeyle tutuklu eşlerin telefonla da görüştürülmediği yönünde bilgi verilmiştir. Cevap yazısında; başvurucunun mektup yoluyla haberleşme imkânından mahrum bırakılmadığı, anılan süre zarfında başvurucu ile eşi arasında mektup alımının ve gönderiminin yapıldığı belirtilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 5275 sayılı Kanun’un ''Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:... b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.d) İyileştirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir.e) Cezanın infazında adalet esaslarına uygun hareket edilir. Bu maksatla ceza infaz kurumları kanun, tüzük ve yönetmeliklerin verdiği yetkilere dayanarak nitelikli elemanlarca denetlenir.f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.g) Hükümlünün infazın amacına uygun olarak kanun, tüzük ve yönetmeliklerin belirttiği hükümlere uyması zorunludur. ..." 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir.... (3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır." 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlünün telefonla haberleşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinde tutuklular, kurumun bu husustaki genel düzenine uymak suretiyle ziyaretçi kabul edebilirler. Ancak soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkeme, soruşturmanın veya davanın selameti bakımından tutuklunun ziyaretçi kabulünü yasaklayabilir veya bu hususta kısıtlamalar koyabilir." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir. " 5275 sayılı Kanun’un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: "(1) Bu Kanunun; ... hükümlüler ile yakınları ve ilgililerin bilgilendirilmesi, ... şikâyet ve itiraz, ... telefonla haberleşme hakkı, ... mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, ... ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, ... ... düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (OHAL KHK'sı) "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...e) Tutuklu olanlar, belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir. Adalet Bakanlığı ile Cumhuriyet başsavcılığının yetkileri saklıdır. Tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak onbeş günde bir ve bu bentte sayılan kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilirler." 667 sayılı OHAL KHK'sı 29/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile onaylanmıştır. KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrası 6749 sayılı Kanun'un maddesinde aynen kabul edilmiştir. 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "Telefonla görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kapalı kurumda bulunan hükümlüler, belgelendirmeleri koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yapabilir. (2) Telefonla görüşmeleri aşağıda belirtilen esaslara göre yapılır:a) Hükümlüler, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası ile hücreye koyma cezasının infazı sırasında olmamak koşuluyla, idarenin kontrolünde bulunan ve kurumun uygun yerlerine yerleştirilen telefonlardan yararlandırılır,...e) Hükümlüler, telefon görüşmesi hakkına sahip oldukları konusunda bilgilendirilir,...k) Hükümlü bu maddede belirtilen telefonla görüşme hakkını kullanabilmek için "Telefon Görüşme Formu" doldurur. Bu formda; telefon görüşmesi yapmak istediği kişiler ve bunlarla olan yakınlık derecesini, görüşme yapmak istediği sabit, cep telefon numaraları ile yurtdışı telefon numarasını, telefon görüşmesi yapacağı yakınlarının açık adreslerini belirtir ve gerekli belgeler eklendikten sonra idareye verir. İdare gerekli gördüğü takdirde gideri hükümlüden alınmak koşuluyla formdaki bilgilerin doğruluğunu araştırabilir. Telefon görüşme formunda yer alan bilgilerde değişiklik olması halinde hükümlü yeni bir form düzenleyerek idareye bildirir. Hükümlü tarafından formda gösterilmemiş olan kişilerle telefon görüşmesi yaptırılmaz,...f) Hükümlülerin telefonla görüşme gün ve saatleri, kurumda bulunan telefon adedi, başvuru sırası, kurumun asayiş ve güvenliği dikkate alınarak idare tarafından belirlenir. Hükümlüler görüşebilecekleri yakınlarından bir veya birden fazla kişi ile haftada bir kez ve bir telefon numarasıyla bağlantı kurarak kesintisiz görüşme yapabilir. Herhangi bir nedenle görüşme gerçekleşememişse daha önceden bildirilen numaralardan bir diğeriyle görüşebilir. Konuşma süresi görüşme başladığı andan itibaren on dakikayı geçemez. Ancak tehlikeli hükümlü oldukları idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen hükümlüler onbeş günde bir kez olmak ve on dakikayı geçmemek üzere sadece eşi, çocukları, annesi ve babası ile görüşebilir,...o) Hükümlülere dışarıdan telefon açılmak suretiyle görüşme yaptırılmaz,..." Tüzük'ün "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, ... ile ... ziyaret edilebilir. (2) Birinci fıkrada belirtilenler dışındaki kimselerin ziyaretine Cumhuriyet başsavcılığı tarafından yazılı olarak izin verilebilir. ... (4) Hükümlüyü ziyaretin esas ve usulleri, kapalı ve açık görüş olmak üzere kurumların yapısı dikkate alınarak yönetmelikte düzenlenir." Tüzük'ün "Tutuklulara uygulanacak hükümler ve yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Tüzüğün; 1, 4, 6, 9 ilâ 14, 22, 24 ilâ 27, 29 ilâ 31, 40 ilâ 46, 67 ilâ 73, 75 ilâ 96, 99 ilâ 108, 110 ilâ 117, 119 ilâ 132, 143 ilâ 171, 174, 176 ilâ 179, 185, 188, 189 uncu maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Ziyaret edebilecek kişiler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Hükümlü ve tutuklular; eşi ... ile ... görüşebilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Ziyaret edebilecek kişiler" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan üçüncü fıkrası şöyledir:"Aynı ceza infaz kurumu içinde bulunan hükümlü ve tutuklular, birinci fıkrada sayılan kişilerden olmaları şartıyla bu Yönetmelik hükümleri kapsamında birbirleri ile görüşebilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Ziyaret edebilecek kişiler" kenar başlıklı maddesinin 5/12/2018 tarihli ve 30616 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile değiştirilen üçüncü fıkrası şöyledir:"Aynı ceza infaz kurumu ya da birden fazla ceza infaz kurumunun bir arada bulunduğu yerleşkedeki farklı kurumlarda barındırılmakta olan hükümlü veya tutuklular, birinci fıkrada sayılan kişilerden olmaları şartıyla bu Yönetmelik hükümleri kapsamında Cumhuriyet başsavcılığının yazılı emri ile birbirleriyle görüşebilir." İlgili Yargı Kararı Bakanlığın kanun yararına bozma talebiyle yaptığı bir başvuru üzerine Yargıtay Ceza Dairesi tarafından verilen 27/11/2017 tarihli ve E.2017/1368, K.2017/4262 sayılı kararın ilgili kısımları şöyledir:"5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun maddesinde hükümlülerin telefonla haberleşme hakkı düzenlenmiş olup, ... Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzüğün maddesinin fıkrasına göre; ... aynı maddenin fıkrasında telefonla görüşmenin hangi esaslara göre yapılacağı düzenlenmiştir. ...Hükümlülerin telefonla haberleşme hakkı ile ilgili bu düzenlemelerin dışında tutukluların telefonla haberleşme hakkı ile ilgili ayrı bir düzenlemenin bulunduğu buna göre; ... 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesinin fıkrasının (e.) bendine göre; Tutuklu olanlar, belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir. Adalet Bakanlığı ile Cumhuriyet başsavcılığının yetkileri saklıdır. Tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak onbeş günde bir ve bu bentte sayılan kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilirler. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun maddesinin fıkrasına göre; Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir.5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun maddesine göre; tehlikeli hâlde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince belirli süre ile dışarıyla ilişkisinin, ziyaretçi kabulünün ve telefon görüşmelerinin kısıtlanması tedbirinin uygulanabileceği öngörülmüştür.667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesinin fıkrasının (e) bendi, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı HakkındakiKanun'un maddesinin fıkrası ve aynı kanunun maddesi birlikte değerlendirildiğinde, telefonla haberleşme hakkı ve bunun kısıtlanması ile ilgili tutuklular ile ilgili ayrı bir düzenlemenin bulunduğu, bu düzenlemelere göre tutukluların telefonla haberleşme hakkının soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabileceği, idarenin bu konuda takdir yetkisinin bulunmadığı;Somut olayda ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan H.E.’nin başka bir ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan eşi ile telefonla haberleşme hakkının bulunduğu, tutuklunun telefonla haberleşme hakkının Cumhuriyet savcısı ya da mahkemesince kısıtlandığına dair bir kararın da dosyada bulunmadığı anlaşılmakla;Tutuklu H.E.’nin, başka bir ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan eşi ile telefonla görüşme talebinin reddine dair ... Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının ... kararına karşı yaptığı şikayetin reddine ilişkin ... İnfaz Hakimliğinin ... kararının kaldırılmasına dair itiraz merci olan ... Ağır Ceza Mahkemesinin ... kararında isabetsizlik görülmediğinden, bu karara yönelik Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün kanun yararına bozma talebinin CMK'nun maddesi gereğince reddine, dosyanın mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine ... oybirliğiyle karar verildi."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özel hayata saygı hakkı, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir özel hayatı güvence altına almaktadır. Bu yönü ile birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, §§ 165-167; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2) [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM'e göre suçun mahiyeti haklı gösteriyorsa bir tutuklunun özel bir hapishane rejimine veya sınırlayıcı ziyaret düzenlemelerine tabi tutulması onun Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki hakkına müdahale teşkil eder ancak kendiliğinden bu hakkın ihlali anlamına gelmez (Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ..., 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM'e göre hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Bu hakka getirilen sınırlamalar, suç ve düzensizliğin önlenmesi için güvenlik nedeniyle uygulamaya konulmuş olsa da haklı bir gerekçeye dayanmalıdır (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 46). AİHM, tutukluların ziyaretçi alma haklarına getirilen kısıtlamaların güvenlikle ilgili nedenlerle veya bir soruşturmanın meşru yararlarını koruma gerekliliğiyle haklılaştırılsa da bu amaçlara bütün tutukluların haklarını kısıtlamayan başka yollarla da ulaşılabileceğini belirtmiş; oluşturulacak farklı tutukluluk kategorilerine özel kısıtlamalar getirilebileceğini kabul etmiştir (Laduna/Slovakya, B. No: 31827/02, 13/12/2011, § 66; Varnas/Litvanya, B. No: 42615/06, 9/7/2013, § 119). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısımları şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir.2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Ziyaretler için yapılan düzenlemeler, mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar ..." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/57050 | Başvuru, tutuklu olarak farklı ceza infaz kurumlarında bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, yazışmaların idare tarafından kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ile uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya karşı 22/1/2013 tarihinde açılan davanın yargılaması 2/10/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 21/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35071 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ile uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasında depo edilen bedelin düşük olması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu aleyhine açılan ön alım hakkı hukuki nedeniyle tapu iptali ve tescil davası (ön alım hakkı davası) 31/5/2012 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesince kabul edilmiştir. Taraflarca temyiz edilen karar 22/5/2013 tarihinde onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi de 17/2/2014 tarihinde reddedilerek karar kesinleşmiştir. Başvurucu bu karar kesinleştikten sonra ön alım hakkı davasındaki davacılar aleyhine 22/4/2014 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde başvuru konusu taşınmaz bedelinin ön alım hakkı davasının açıldığı 12/1/2001 tarihteki değerinin esas alınarak 24/4/2012 tarihinde depo ettirildiğini ve depo tarihinde taşınmazın değerinin çok yükseldiğini belirterek taşınmazın depo tarihindeki değerinin ödenmesini talep etmiştir. Mahkemece aynı yer ve aynı konuda daha önce kesin hüküm bulunduğu belirtilerek 3/3/2016 tarihinde dava şartı noksanlığı nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, taraflar arasında Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen ön alım hakkı davasında verilen hükmün güçlü delil teşkil ettiği belirtilerek 12/2/2019 tarihinde onanmıştır. Tarafların karar düzeltme talebi de 17/12/2019 tarihinde reddedilerek karar kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 13/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 29/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4360 | Başvuru, ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasında depo edilen bedelin düşük olması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olarak aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütüne [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)] üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçları kapsamında yürütülen soruşturma sürecinde Ağrı Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/8/2017 tarihli kararıyla tutuklanmış ve Eskişehir H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucunun eşi de aynı tarihte ve aynı soruşturma kapsamında tutuklanmış, Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) Ceza İnfaz Kurumuna gönderdiği 25/7/2016 tarihli yazısında; 23/7/2016tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) ve (e) bentleri uyarınca FETÖ/PDY'ye üye olma ve darbeye kalkışma suçlarından tutuklu olarak barındırılan kişilerin avukatları ile görüştürülmeleri, ziyaretçileri ile görüştürülmeleri ve telefon görüşmeleri hususlarının düzenlendiği ancak hükümlü ve tutuklular arasında akrabalık bağı olanların yapmakta oldukları ve iç görüşme olarak adlandırılan kurum içi görüşmeye yer verilmediği belirtilmiştir. Bu nedenle yaşanan belirsizlik çözülünceye kadar geçecek sürede anılan suçlardan tutuklu olarak barındırılan kişiler içinde eş, çocuk, ana, baba ve kardeş yönünden akrabalık bağı olanlara iç görüşme yaptırılmayacağı bildirilmiştir. Başvurucu 11/10/2017 ve 13/10/2017 tarihli dilekçeler ile Ceza İnfaz Kurumuna başvurmuş ve eşi T.U.A. ile iç görüşme yapma talebinde bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (Kurul) 13/10/2017 tarihli kararıyla başvurucunun talebi reddedilmiştir. Kararda; aynı ceza infaz kurumunda tutuklu olarak barındırılan başvurucu ile eşine 25/7/2016 tarihli Başsavcılık yazısında belirtilen hususlar nedeniyle iç görüşme yaptırılmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun Kurul kararının kaldırılması talebiyle yaptığı şikâyet başvurusu Eskişehir İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 30/10/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, Ceza İnfaz Kurumunun iç işleyişine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinin 15/11/2017 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Nihai karar 24/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi tarafından Ceza İnfaz Kurumuna 4/11/2019 tarihinde yazılan yazı ile başvurucunun tutuklu kaldığı süre boyunca kendisi gibi tutuklu olan eşi ile herhangi bir açık ya da kapalı görüş yapıp yapmadığı, eşiyle telefon vasıtasıyla görüşüp görüşmediği, mektup yoluyla haberleşme sağlayıp sağlamadığı hususlarında eldeki bilgi ve belgelerin gönderilmesi talep edilmiştir. 5/11/2019 tarihli cevap yazısında; tutuklu kaldıkları dönemde başvurucu ile eşi arasında herhangi bir görüşmenin gerçekleştirilmediği, tutuklu eşlerin telefonla görüşme haklarından da yararlanmadıkları, başvurucunun eşinin 13/7/2018 tarihinde tahliye edildiği bildirilmiştir. Başvurucu ve eşinin 22/8/2017-13/7/2018 tarihleri arasında mektup yoluyla iletişim kurdukları belirtilmiştir. Diğer yandan başvurucunun 24/5/2018 tarihli dilekçesiyle eşi ile görüştürülmesi hususunda yeniden talepte bulunduğu ve Kurulun 29/5/2018 tarihli kararıyla başvurucunun talebinin kabul edildiği ve bu kararın 31/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesine rağmen başvurucunun eşinin tahliye edildiği 13/7/2018 tarihine kadar geçen kırk iki günlük süre boyunca kurum içi görüşme talebinde bulunulmadığı vurgulanmıştır. İlgili hukuk için bkz. Murat Aydın, B. No: 2016/58533, 3/7/2019, §§ 19- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40441 | Başvuru, tutuklu olarak aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yersiz ödenen ölüm aylıklarının yasal faiziyle birlikte iadesinin istenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; idarece başlatılan icra takibine itiraz edilmekle takibin durması sebebiyle açılan itirazın iptali davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1966 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir. Başvurucu H.A.B.nin mirasçısıdır. Başvurucunun murisi H.A.B. (kapatılan) Sosyal Sigortalar Kurumu (Kurum) sigortalısı olan E.B. ile evli iken E.B.nin 4/4/1986 tarihinde ölümü üzerine 25/7/1986 tarihinde verdiği dilekçeye istinaden başvurucunun murisine ölüm aylığı bağlanmıştır. Başvurucunun murisi, evlendiği takdirde bu durumu Kuruma bildireceği yolunda taahhütte bulunmuştur. Başvurucunun murisi 14/11/1992 tarihinde G.B. ile evlenmiştir. Evlilik tarihinden sonra Kurumdan alınan sağlık karnesinde başvurucunun murisinin evli olduğu gözükmektedir. Kurum tarafından başvurucunun murisinin yeniden evlendiğinin farkına varılması üzerine 2006 yılı Haziran ayından itibaren ölüm aylığı ödemesi durdurulmuştur. Ayrıca 22/11/1992-24/5/2006 tarihleri arasında ödenen 133,14 TL ölüm aylığı başvurucunun murisi adına borç çıkarılmıştır. Kurum Şişli İcra Mürülüğünün E.2007/5392 sayılı dosyası üzerinden başvurucunun murisi aleyhine 133,14 TL’nin 911,98TL yasal faiziyle birlikte tahsili amacıyla icra takibi başlatmıştır. Başvurucunun murisinin itirazı üzerine takip durmuştur. Kurum tarafından 2/4/2008 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde itirazın iptali davası açılmıştır. Anılan Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra 8/3/2011 tarihinde verilen kararla 133,14 TL ve işlemiş 911,98 TL faiz olmak üzere toplam 045,12 TL yönünden takibin devamına hükmedilmiştir. Gerekçede, 22/11/1992-24/5/2006 tarihleri arasında başvurucunun murisine yapılan ödemelerin yersiz olduğu ve iadesi gerektiği açıklanmıştır. Mahkeme kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 5/3/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında üç gerekçeye dayanılmıştır. Daire, dava dilekçesinin başvurucunun murisinin bilinen adresine tebliğ edilmediğini ve bu sebeple usulüne uygun taraf teşkili sağlanmadığını vurgulamıştır. Daire bunun yanında, başvurucunun murisinin dava devam ederken öldüğünü tespit etmiş ve bu sebeple adına hüküm kurulmasına isabetsiz bulmuştur. Daire ayrıca olayda 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun maddesinin uygulanması gerektiğini saptadıktan sonra başvurucular murisinin kasıtlı davranışının veya Kurumun hatalı işleminin bulunup bulunmadığına göre anılan maddenin birinci fıkrasının (a) veya (b) bendi uyarınca inceleme ve değerlendirme yapılması ve bu sonuç doğrultusunda hüküm kurulması gerektiğini ifade etmiştir. Bozma kararından sonra İstanbul Adalet Komisyonu Başkanlığı kararıyla dosyanın aktarıldığı İstanbul İş Mahkemesince (Mahkeme) yargılamaya mirasçılar aleyhine devam olunmuştur. Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. 25/12/2013 tarihli bilirkişi raporunda, başvurucu murisinin 14/11/1992 tarihinde evlendiğini Kuruma bildirmemiş olması nedeniyle kusurlu bulunduğu kanaatine varılmış ve bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (a) çerçevesinde işlem yapılması gerektiği belirtilmiştir. Değinilen hüküm uyarınca geriye yönelik on yıllık yersiz ödemelerin iadesinin gerektiği ifade edilen raporda, Kurumun yersiz ödemeleri öğrendiğinin kabul edildiği 22/11/2006 tarihinden geriye yönelik on yıllık yersiz ödemeler 052,27 TL şeklinde, buna isabet eden faiz ise 173,93 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkemece 30/1/2014 tarihinde verilen kararla bilirkişi raporu esas alınarak 052,27 TL ana para yönünden itirazın iptaline karar verilmiştir. Faiz yönünden ise takip dosyasında istenen tutar olan 911,98 TL bakımından itirazın iptaline hükmedilmiştir. Mahkeme kararı Dairenin 1/7/2014 tarihli kararıyla vekalet ücreti ve bazı maddi hatalar yönünden düzeltilerek onanmıştır. Nihai karar 26/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nun maddesi şöyledir: “Ölüm sigortasından sağlanan yardımlar şunlardır: a) Ölen sigortalının eşine, çocuklarına, ana ve babasına aylık bağlanması, b) Ölen sigortalının eşine, çocuklarına, ana ve babasına toptan ödeme yapılması, c) Ölen sigortalı için cenaze masrafı karşılığı verilmesi.” 506 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir: “a) Malullük veya yaşlılık aylığı almakta iken, yahut malullük veya yaşlılık aylığı bağlanmasına hak kazanmış olup henüz işlemi tamamlanmamış durumda veya, b) Bağlanmış bulunan malullük veya yaşlılık aylığı, sigortalı olarak çalışmaya başlamaları sebebiyle kesilmiş durumda yahut, c) Toplam olarak 1 800 gün Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortaları primi ödemiş durumda,Ölen sigortalının hak sahibi kimselerine aylık bağlanır.” 506 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “Ölen sigortalının aylık bağlanmasına hak kazanan kimselerine aşağıdaki hükümlere göre aylık bağlanır.I- Ölen sigortalının 67 nci madde gereğince tespit edilecek aylığının; A) (Değişik alt bent: 20/03/1985 - 3168/2 md.) Dul eşine %50'si, aylık alan çocuğu bulunmayan dul eşine %75'i,… Oranında aylık bağlanır.… V) (Değişik bent: 20/03/1985 - 3168/2 md.) Sigortalının dul eşi evlenirse aylığı kesilir. Aylığın kesilmesine yol açan evlenme son bulunca aylık yeniden bağlanır. Sonraki eşinden de aylık almaya hak kazanan dul eşe bu aylıklardan fazla olanı ödenir.…” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15723 | Başvuru, yersiz ödenen ölüm aylıklarının yasal faiziyle birlikte iadesinin istenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; idarece başlatılan icra takibine itiraz edilmekle takibin durması sebebiyle açılan itirazın iptali davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, yaptığı bir tıbbı muayene sırasında hastasına cinsel tacizde bulunduğu yönünde hakkında birtakım basın yayın organlarında çıkan haber ve yayınlar ile yaptığı tekzip ve yayınların durdurulması yönündeki taleplerinin yargısal makamlar tarafından reddedilmesi suretiyle, Anayasa’nın ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle tekzip metinlerinin yayınlanmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 24/7/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölümün İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/8/2014 tarihli yazısı 28/8/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri kapsamında tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında birtakım basın yayın organlarında, yaptığı bir tıbbi muayene sırasında hastasına cinsel tacizde bulunduğu yönünde haberler yayınlanmıştır. Başvurucu tarafından, 2/5/2013 tarihinde ilgili yayın organlarına haberin yayınının durdurulması ve tekzibi hakkında ihtarname gönderilmiştir. Başvurucu tarafından 16/5/2013 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Mahkemesinin 2013/268-269 ve 270 Değişik İş sayılı dosyaları üzerinde, düzeltme ve cevap haklarının kullanılması ile kişilik haklarının ağır ihlali nedeniyle yayınların kaldırılması talebinde bulunulmuştur. İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi tarafından belirtilen Değişik İş sayılı dosyalar üzerinden, 21/5/2013 tarihli kararlar ile, başvurucunun talepleri reddedilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret kararlarına karşı İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/244–245 ve 246 Değişik İş sayılı dosyaları üzerinde yapılan itirazlar, Mahkemenin 10/6/2013 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Karar 24/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 24/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 9/6/2004 tarih ve 5157 sayılı Basın Kanunu’nun “Düzeltme ve cevap” kenar başlıklı maddesinin birinci, dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:“Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır. ......Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir..” 4/5/2007 tarih ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un “Özel hayatın gizliliği nedeniyle içeriğe erişimin engellenmesi” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:“Erişimin engellenmesini talep eden kişiler, internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğinden bahisle erişimin engellenmesi talebini talepte bulunduğu saatten itibaren yirmi dört saat içinde sulh ceza hâkiminin kararına sunar. Hâkim, internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edilip edilmediğini değerlendirerek vereceği kararını en geç kırk sekiz saat içinde açıklar ve doğrudan Başkanlığa gönderir; aksi hâlde, erişimin engellenmesi tedbiri kendiliğinden kalkar.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5895 | Başvurucu, yaptığı bir tıbbı muayene sırasında hastasına cinsel tacizde bulunduğu yönünde hakkında birtakım basın yayın organlarında çıkan haber ve yayınlar ile yaptığı tekzip ve yayınların durdurulması yönündeki taleplerinin yargısal makamlar tarafından reddedilmesi suretiyle, Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle tekzip metinlerinin yayınlanmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, riskli alan ilanı kararının iptali istemiyle açılan davada kararın kendi taşınmazı dışındaki kısmı yönünden başvurucunun menfaatinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun taşınmazının da bulunduğu Eskişehir'in Odunpazarı ilçesi Gündoğdu Mahallesi 22/4/2013 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile 16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca riskli alan olarak ilan edilmiştir. Başvurucu, anılan kararın iptali istemiyle 12/9/2013 tarihinde Danıştay Ondördüncü Dairesinde (Daire) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; riskli alan olarak ilan edilen bölgede herhangi bir afet riskinin söz konusu olmadığını, alanın çok büyük bir kısmının sekiz katlı bina inşa edilmesine uygun olduğunu, karar nedeniyle kendi evi ile birlikte binlerce insanın evinin de yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu, kararın yasal dayanağının bulunmadığını ileri sürmüştür. Dairece, uyuşmazlığın çözümünün özel veya teknik bilgiyi gerektirmesi nedeniyle 26/5/2015 tarihli ara kararı ile keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. 13/4/2016 tarihli bilirkişi raporunda (rapor); dava konusu alandaki yapı stokunun büyük çoğunlukla mühendislik hizmeti görmemiş, malzeme kalitesi ve işçiliği kötü, donatısız yığma binalardan meydana geldiği, bu yapıların depreme dayanıklı davranış ilkelerine uygun olarak inşa edilmemiş olduğu, bu tür yapıların mevcut deprem yönetmelik şartlarını sağlamalarının oldukça zor olduğu ve bu nedenle bu yapıların genellikle riskli olduğunun söylenebileceği belirtilmiştir. Bölgedeki betonarme çerçeveli yapı sayısının Belediyenin raporuna göre sadece bir tane olduğu ancak keşif sırasında bu sayının daha fazla olduğunun gözlendiği, yine de bölgedeki betonarme çerçeveli bina sayısının yığma bina sayısına göre detaylı incelemeyi gerektirmeyecek seviyede az olduğu, dolayısıyla genel olarak binalar açısından bu alanın riskli olduğunun söylenebileceği değerlendirmesine yer verilmiştir. Zemin açısından değerlendirildiğinde; inceleme alanı için 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun gereğince alınmış afete maruz bölge kararının bulunmadığı ve 28/1/2002 tarihinde onaylanan etüt raporuna göre ise inceleme alanının uygun alan (UA) ve düşük sıvılaşma riskli alan (ÖA-2) kategorisinde değerlendirildiği, Aralık 2013 tarihinde T. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü için hazırlanan en son raporda da yerleşime uygunluk açısından “Önlemli Alanlar 1: Önlem Alınabilecek Nitelikte Şişme Oturma Sorunlu Alanlar” kategorisi belirlendiği, söz konusu yerleşime uygunluk değerlendirmelerinin hiçbirinde yerleşime uygun olmayan alan belirlenmediği, bu nedenle uyuşmazlığa konu alanın zemin açısından riskli alan olarak ilan edilmesi için gerekli olan koşulların oluşmadığı açıklaması yer almıştır. Bölgenin zemin özellikleri ve su taşkın riski açısından olmasa da yapı stoku açısından deprem riski taşıdığı, bölgedeki yapılaşmada kat sayısının az, evlerin genel olarak bahçe içinde, yolların ise düzenli ve yeterli genişlikte olduğu, olası bir deprem sırasında bu bölgelerde ulaşımı engelleyen durumların ortaya çıkmasının mümkün görünmediği, sonuç olarak dava konusu alanda zemin yapısı sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riskinin bulunmadığı, alanda yer alan yapı stokunun büyük bir bölümünü kırsal tip yığma yapıların oluşturduğu, bu binaların genel olarak tek katlı, mühendislik hizmeti görmemiş yapılar olup mevcut deprem yönetmelikleri hükümlerini sağlamalarının beklenmediği, bu nedenle bu tür binaların deprem riskini rasyonel ve teknik yaklaşımlarla belirlemenin uygun olmadığı ifade edilmiştir. Sonuç olarak derece deprem bölgesi olan ve neredeyse tamamı mühendislik hizmeti görmemiş yığma yapılardan oluşan dava konusu alanda yapı stokunun genel olarak deprem riski taşıdığı yönünde görüş ve kanaate ulaşıldığı belirtilmiştir. Daire 7/6/2016 tarihinde oyçokluğuyla verdiği karar ile dava konusu işlemin iptaline hükmetmiştir. Öncelikle rapordaki görüşlere yer verilen kararın gerekçesinin ilgili kısmı ise şöyledir:"...Dosyanın incelenmesinden; işlemin dayanağı olan ve işleme konu alanın üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair Odunpazarı Belediye Başkanlığınca hazırlanan raporda, alan içerisinde bulunan 774 adet binanın 482 tanesinin (%62) tek katlı, 251 tanesinin (%32) 2 katlı, 39 tanesinin (%5) 3 katlı ve 2 tanesinin (%3) 4 katlı olduğu, bina kalite analizinde ise; binaların 57 tanesinin (%7) 'iyi', 320 tanesinin (%41) 'orta' ve 382 tanesinin (%49) ise 'kötü' olarak belirlendiği, ayrıca bina cins analizine yer verilerek binaların büyük çoğunluğu yığma (475) ve briket (228) olmak üzere sayısal verilere yer verildiği, teknik rapor içeriği ve dosyada söz konusu sayısal verilerin nasıl elde edildiğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belge yer almadığı, davalı idarece 2016 gününde dosyaya sunulan 2016 günlü, 10363 sayılı Odunpazarı Belediye Başkanlığı yazısında ise, teknik rapordaki bina kalite analizinin görünen kalite durumunu tespit etmek amaçlı yapıldığı, belediyenin teknik ekibi ile zeminde yapılan gözlemsel çalışmalar sonucu oluşturulduğu, konuya ilişkin olarak teknik rapor dışında bir belge bulunmadığının belirtildiği görülmektedir.Uyuşmazlıkta; her ne kadar bilirkişi raporunda uyuşmazlığa konu alanın yapı stoğu bakımından riski alan niteliği taşıdığı yönünde değerlendirme yapılmış ise de, dava konusu riskli alan kararının dayanağı teknik raporda yapıların can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını ortaya koyabilecek en ciddi veri olan bina kalitesi analizinde alanda yer alan binalar iyi, orta, kötü, harabe başlıkları altında sınıflandırılmış ise de verilen sayısal bilgilerin tamamıyla gözlemsel çalışmalarla oluşturulduğu, söz konusu sınıflandırma yapılırken teknik bir metod üzerinde çalışılmadığı, bu haliyle yapı stoğunun can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilimsel veri bulunmadığından Kanunun ve Uygulama Yönetmeliğinin öngördüğü koşulların detaylı bir teknik rapor ile oluşturulmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Bu durumda; uyuşmazlığa konu yerin 'riskli alan' ilan edilmesine ilişkin 2013 günlü, 2013/4647 sayılı Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık görülmemiştir..." Karşıoy gerekçesinde ise yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen rapordan dava konusu alanda yapı stokunun genel olarak deprem riski taşıdığının anlaşıldığı, diğer taraftan davaya konu bakanlar kurulu kararının riskli alan olarak ilan edilen bölgede yaşayan insanların önemli bir kısmı tarafından ya da ilgili meslek odalarınca iptalinin istenmediği, yalnızca davacı tarafından açılan davanın burada yaşayan insanların haklı beklentilerini zedeleyeceği, kamu yararı ve hizmet gerekleri de dikkate alındığında davacının yalnızca kendi parselini ilgilendiren kısım hakkında bir inceleme yapılarak karar verilmesi gerekirken tamamının iptal edilmesinde hukuka ve hakkaniyete uygunluk bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Davalı idarelerin temyiz istemleri Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 15/12/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiş ve dava konusu işlemin iptaline yönelik hüküm onanmıştır. Ayrıca karara "Temyiz istemine konu Daire kararında, uyuşmazlığa konu alanın 'riskli alan' ilan edilmesine ilişkin 22/04/2013 günlü, 2013/4647 sayılı Bakanlar Kurulu kararı hakkında iptal hükmü kurulmuşsa da; anılan iptal kararının, sadece davacıya ait taşınmaz yönünden hüküm ifade edeceği tabîidir" gerekçesi eklenmiştir. Temyiz kararındaki karşıoy gerekçesinde de hazırlanan teknik raporun mevzuatın aradığı koşulları sağladığı, söz konusu alanda bulunan yapıların can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgi ve değerlendirmeyi içerdiği, uyuşmazlığa konu alandaki yapıların kötü ve sağlıksız olduğunun ve bu yapıların can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığının teknik raporla açıkça ortaya konduğu ve belirtilen hususlar dikkate alınmaksızın verilen kararda hukuka uygun bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Nihai karar 13/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 11/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır:a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları..." 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...c) Ehliyet,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." 6306 sayılı Kanun'un "Amaç" başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı; afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir." 6306 sayılı Kanun'un "Tanımlar" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun uygulanmasında;...ç) Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yolaçma riski taşıyan, Cumhurbaşkanınca kararlaştırılan alanı,d) Riskli yapı: Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı,...ifade eder." 15/12/2012 tarihli ve 28948 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren olay tarihindeki adıyla Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliği'nin “Riskli alanın tespiti” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının olay tarihindeki şekli şöyledir:"Riskli alan;a) Alanın, zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair teknik raporu,b) Alanda daha önceden meydana gelmiş afetler varsa, bunlara dair bilgileri,c) Alanın büyüklüğünü de içeren koordinatlı sınırlandırma haritasını, varsa uygulama imar planını,ç) Alanda bulunan kamuya ait taşınmazların listesini,d) Alanın uydu görüntüsünü veya ortofoto haritasını,e) Zemin yapısı sebebiyle riskli alan olarak tespit edilmek istenilmesi halinde yerbilimsel etüd raporunu,f) Alanın özelliğine göre Bakanlıkça istenecek sair bilgi ve belgeleri, ihtiva edecek şekilde hazırlanmış olan dosyaya istinaden ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir ve teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur." Danıştay Kararları Dairenin 8/11/2017 tarihli ve E.2015/6482, K.2017/5847 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava; İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, Çınar, İnönü, Sancaktepe, Yavuzselim ve Merkez Mahalleleri sınırları içerisinde bulunan, sınır ve koordinatları Bakanlar Kurulu Kararına ekli kroki ile listede gösterilen alanın, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun maddesi uyarınca 'Riskli Alan' olarak ilan edilmesine ilişkin 2013 günlü, 2013/5223 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle açılmıştır....Bu durumda; uyuşmazlığa konu alanın 'riskli alan' ilan edilmesine ilişkin 2013 günlü, 2013/5223 sayılı Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, dava konusu ... kararın iptaline..." Dairenin 26/9/2018 tarihli ve E.2017/3913, K.2018/5758 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava; 24/07/2013 günlü, 28717 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Adana İli, Yüreğir İlçesi, Cumhuriyet Mahallesi sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunun maddesine göre riskli alan ilan edilmesine ilişkin 02/07/2013 günlü, 2013/5062 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle açılmıştır....Uyuşmazlıkta; 6306 sayılı Kanun uyarınca hazırlanan ve dava konusu işlemin dayanağını oluşturan riskli alan tespit raporu ile gerekçe raporunun incelenmesinden, riskli alan olarak ilan edilen bölgedeki Sanayi Bakanlığınca projelendirilip yaptırılan Karşıyaka Sanayi Çarşısı ile Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan Kozan Çarşısının 1950'li yılların sonunda faaliyete geçtiği, Karşıyaka Sanayii Çarşısı olarak anılan bölgenin birbirini dik kesen, ızgara doku özellikleri gösteren 2-3 katlı küçük ölçekli ticaret ve sanayi yapılarından oluştuğu, kuzeyde yer alan Kozan Çarşısı olarak anılan bölgede ise 1-2 katlı küçük ölçekli ticaret alanları, sanayi ve depolama alanları ile konut alanları gibi kullanımların yer aldığı, yapı kalitesinin düşük olup, ekonomik ömürlerini tamamladığı, söz konusu alanın kent merkezine katma değer sağlayacak özellikler taşımasına rağmen rantabl olarak kullanılamadığı, Adana İli ve çevresinin derece deprem kuşağında olduğu, 1998 yılında olan 6,3 şiddetindeki depremin proje alanında hasarlı yapıların oluşmasına neden olduğu bilgilerine dayanılarak dava konusu bölge riskli alan olarak tespit edilmiş ise de, yapı kalitesi düşük, ekonomik ömrünü tamamlamış ve hasarlı olduğu ileri sürülen yapıların hangi yapılar olduğu ve bu yapıların can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını ortaya koyan yukarıda belirtilen bilimsel verileri içeren herhangi bir teknik incelemenin yapılmadığı, dolayısıyla işlemin dayanağı raporun yapıların can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak nitelikte olmadığı hususları dikkate alındığında, 6306 sayılı Kanun ve Uygulama Yönetmeliğinin öngördüğü koşullarda detaylı bir teknik inceleme yapılmaksızın uyuşmazlığa konu alanın 6306 sayılı Kanunun maddesine göre riskli alan ilan edilmesine ilişkin 02/07/2013 günlü, 2013/5062 sayılı Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu ... kararın iptaline..." Danıştay İDDK'nın 15/10/2015 tarihli ve E.2013/4674, K.2015/3492 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava; Ankara İli, Çankaya İlçesi, Namık Kemal Mahallesi sınırları içinde bulunan, sınır ve koordinatları Bakanlar Kurulu Kararına ekli kroki ile listede gösterilen alanın, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunun maddesi uyarınca 'Riskli Alan' olarak ilan edilmesine ilişkin 28/01/2013 günlü, 2013/4248 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılmıştır.Danıştay Ondördüncü Dairesinin 10/09/2013 günlü, E:2013/1493, K:2013/5670 sayılı kararıyla; uyuşmazlık konusu alanın üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair farklı tarihlerde idarelerce hazırlanan teknik raporların, yapıların hangi yönlerden can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgi içermesi gerektiği halde, kararın hazırlık aşamasında esas alınan raporların eski tarihli olduğu, davalı idarelerin savunmalarında belirttiği 28/03/2006 günlü rapordaki incelemenin de sadece 15, 17, 19 numaralı binalara ilişkin olduğu, yapıların tamamına ait yapılmış bir inceleme bulunmadığı, en son hazırlanan raporda da yapıların hangi yönlerden can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair bilgi içermediği, sadece alanın tarihsel gelişimine ilişkin bilgilere yer verildiği, buna karşın davacılar tarafından Ankara Sulh Hukuk Mahkemesinin Esas No: 2013/44 kayıtlı dosyasında yaptırılarak sunulan bilirkişi raporunda; alandaki yapılara ilişkin tek tek incelemelerde bulunulduğu ve yapılarda can ve mal kaybına yol açma riski taşıyacak derecede bulgulara rastlanmadığının belirtildiği de göz önünde bulundurulduğunda, davalılardan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan raporun, alanın riskli alan ilan edilebilmesi için gerekli olan rapor niteliklerini taşımadığı, diğer taraftan; alanın, Kültür Bakanlığı Gayrimenkul Eski Eserler ve AnıtlarYüksek Kurulunun 14/04/1979 günlü, A-1610 sayılı kararı ile Derece Kentsel Sit Alanı olarak ilan edildiği de dikkate alındığında, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun maddenin fıkrasındaki '2863 sayılı Kanun ve 5366 sayılı Kanun kapsamındaki alanlarda uygulamada bulunulması halinde alanın sit statüsü de gözetilerek Kültür ve Turizm Bakanlığının görüşü alınır.' hükmü uyarınca riskli alan ilan edilmesi öncesinde Kültür ve Turizm Bakanlığının da görüşünün alınması zorunlu iken davalı idarelerin savunmalarında bu görüşün uygulama aşamasında alınacağının belirtildiği, ancak, bir alanın riskli alan ilan edilmesi için çalışmaların başlamasıyla uygulamanın başladığının kabul edilerek telafisi güç sorunlarla karşılaşmamak için ilgili kurumların görüşlerinin kararın alınması aşamasından önce istenmesinin gerekli olduğu, bu durumda; uyuşmazlığa konu alanın 6306 sayılı Kanunda belirtilen 'riskli alan' özelliğini taşıdığına dair düzenlenen raporun alanda bulunan yapılarla ilgili olarak üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair somut herhangi bir bilgi içermediği sonucuna ulaşıldığı, ayrıca alanın Derece Kentsel Sit Alanı olması dolayısıyla Kültür ve Turizm Bakanlığının da görüşünün alınması zorunlu iken bu lazimeye uyulmadığının anlaşılmış olduğundan, dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline karar verilmiştir.Davalı idareler ve davalı idare yanında davaya katılan, anılan kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedirler.Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; [kararın] onanmasına..." Danıştay İDDK'nın 22/9/2016 tarihli ve E.2016/2672, K.2016/2628 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava; İstanbul İli, Sultangazi İlçesi, Cumhuriyet Mahallesi sınırlarını da kapsayan ekli kroki de sınırları ve koordinatları gösterilen alanın 'Riskli Alan' ilan edilmesine ilişkin 06/02/2013 günlü, 28551 sayılı Resmi Gazete de yayınlanan 28/01/2013 günlü, 2013/4254 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle açılmıştır....Davalı idarelerden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve davalı idareler yanında davaya katılan, anılan kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir. Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; [kararın] onanmasına..." Danıştay İDDK'nın 20/10/2016 tarihli ve E.2016/2102, K.2016/2713 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava; 26/01/2013 günlü, 28540 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan; 'İstanbul İli, Gaziosmanpaşa İlçesi sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanların riskli alan ilan edilmesi'ne ilişkin 24/12/2012 günlü, 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının, Mevlana Mahallesine ilişkin kısmının iptali istemiyle açılmıştır....Davalı idareler ve davalı idareler yanında davaya katılan, anılan kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.Temyiz istemine konu Daire Kararında, uyuşmazlığa konu alanın 'riskli alan' ilan edilmesine ilişkin 24/12/2012 günlü, 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararının Mevlana Mahallesine ilişkin kısmı hakkında iptal hükmü kurulmuşsa da; anılan iptal kararının, sadece davacılara ait taşınmazlar yönünden hüküm ifade edeceği tabidir.Açıklanan nedenlerle, [kararın] yukarıda yer verilen açıklama ile onanmasına..." Danıştay İDDK'nın 18/4/2018 tarihli ve E.2018/695, K.2018/1901 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay Ondördüncü Dairesinin 08/11/2017 günlü, E:2015/6482, K:2017/5847 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması, davalı idareler ve davalı idareler yanında davaya katılan tarafından istenilmektedir....Dava; İstanbul ili, Bağcılar ilçesi, Çınar, İnönü, Sancaktepe, Yavuzselim ve Merkez Mahalleleri sınırları içerisinde bulunan, sınır ve koordinatları Bakanlar Kurulu Kararına ekli kroki ile listede gösterilen alanın, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun maddesi uyarınca 'Riskli Alan' olarak ilan edilmesine ilişkin 31/08/2013 günlü, 28751 Resmi Gazetede yayımlanan 01/08/2013 günlü, 2013/5223 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılmıştır....Davalı idareler ve davalı idareler yanında davaya katılan, anılan kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedirler.Temyiz istemine konu Daire kararında, uyuşmazlığa konu alanın 'riskli alan' ilan edilmesine ilişkin 01/08/2013 günlü, 2013/5223 sayılı Bakanlar Kurulu kararı hakkında iptal hükmü kurulmuş ise de; anılan iptal kararının, sadece davacıya ait taşınmaz yönünden hüküm ifade edeceği tabiidir. Açıklanan nedenlerle, [kararın] onanmasına..." Danıştay İDDK'nın 4/4/2019 tarihli ve E.2019/74, K.2019/1565 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay Ondördüncü Dairesinin 26/09/2018 tarih ve E:2017/3913, K:2018/5758 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir....Dava konusu istem: 24/07/2013 günlü, 28717 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Adana İli, Yüreğir İlçesi, Cumhuriyet Mahallesi sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunun maddesine göre riskli alan ilan edilmesine ilişkin 02/07/2013 günlü, 2013/5062 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istenilmiştir....Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.Diğer yandan, temyiz istemine konu Daire kararında, uyuşmazlığa konu alanın 'riskli alan' ilan edilmesine ilişkin 02/07/2013 tarih ve 2013/5062 sayılı sayılı Bakanlar Kurulu kararı hakkında iptal hükmü kurulmuşsa da; anılan iptal kararının, sadece davacılara ait taşınmazlar yönünden hüküm ifade edeceği tabiîdir.Açıklanan nedenlerle, [kararın] yukarıda yer verilen açıklama ile onanmasına..." Danıştay İDDK'nın 19/6/2019 tarihli ve E.2019/497, K.2019/3139 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay Ondördüncü Dairesinin 25/04/2018 tarih ve E:2017/575, K:2018/3046 sayılı kararının iptale ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir....Dava konusu istem: 31/12/2016 tarih ve 29935 sayılı mükerrer Resmi Gazete'de yayımlanan İstanbul İli, Pendik İlçesi, Batı Mahallesi sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanların, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun ve ek maddeleri uyarıca riskli alan ilan edilmesine ilişkin 12/12/2016 tarih ve 2016/9618 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali istenilmiştir....Belirtilen gerekçelerle, yukarıda isimleri belirtilen davacılar yönünden davadan feragat nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına, yine isimleri belirtilen davacılar yönünden davanın ehliyet yönünden reddine, diğer 539 davacı yönünden ise dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir....Temyizen incelenen kararın dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının iptaline ilişkin kısmı usul ve hukuka uygun olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.... Açıklanan nedenlerle, ... kararın iptale ilişkin kısmının onanmasına..." Danıştay İDDK'nın 25/9/2019 tarihli ve E.2019/2074, K.2019/3819 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"TEMYİZ EDEN (DAVACI) : ... Odası...Dava konusu istem: Diyarbakır ili, Sur ilçesi, Ziya Gökalp mahallesi, 9 pafta, 415 ada, 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazları da kapsayan alan içerisinde 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesine göre alınan ve 25/03/2016 tarih ve 29664 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 21/03/2016 tarih ve 2016/8659 sayılı acele kamulaştırmaya ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı'nın ve yine acele kamulaştırma kararı alınan taşınmazların da içinde bulunduğu alanın 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun'un maddesine göre riskli alan ilan edilmesi yolundaki 04/11/2012 tarih ve 28457 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 22/10/2012 tarih ve 2012/3900 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'nın iptali istenilmiştir.Daire kararının özeti: Danıştay Altıncı Dairesinin 11/04/2019 tarih ve E:2018/138, K:2019/2532 sayılı kararıyla;...Bu durumda; riskli alan ilan edilen Diyarbakır ili, Sur ilçesinde bulunan ve kamu düzeni ve güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu belirtilen alanda; bu süreçte yaşanan olaylarla birçok yapı ve altyapının hasar gördüğü dikkate alındığında, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihteki Kanun'un maddesindeki koşulların ortadan kalktığı, 6306 sayılı Kanun'un Ek- maddesinde belirtilen şartların oluştuğu, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek, sağlık, eğitim ve ulaşım gibi kamu hizmetlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla, 6306 sayılı Kanun'un maddesine göre riskli alan ilan edilmesine ilişkin 22/10/2012 tarih ve 2012/3900 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'nda sonucu itibarıyla hukuka aykırılık bulunmadığı;...Belirtilen gerekçe ile, riskli alan ilanına ilişkin 22/10/2012 tarih ve 2012/3900 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı yönünden davanın reddine, ... karar verilmiştir....Açıklanan nedenlerle, ... Danıştay Altıncı Dairesinin temyize konu 11/04/2019 tarih ve E:2018/138, K:2019/2532 sayılı kararının, riskli alan ilanına ilişkin 22/10/2012 tarih ve 2012/3900 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'na dair kısmı ile acele kamulaştırmaya ilişkin 21/03/2016 tarih ve 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'nın Diyarbakır ili, Sur ilçesi, Ziya Gökalp mahallesi, 9 pafta, 415 ada, 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlar dışındaki kısmı yönünden ONANMASINA..." Danıştay İDDK'nın 20/11/2019 tarihli ve E.2019/1867, K.2019/5731 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"KARŞI TARAF (DAVACI) : ... Belediye Başkanlığı ...Dava konusu istem: 08/02/2013 tarih ve 28553 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Ankara ili, Çankaya ilçesi, Namık Kemal Mahallesi sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca riskli alan ilan edilmesine ilişkin 28/01/2013 tarih ve 2013/4248 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile 21/01/2013 tarih ve 271 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yazısının iptali istenilmiştir.Daire kararının özeti: Danıştay Altıncı Dairesinin 09/05/2019 tarih ve E:2019/2553, K:2019/3974 sayılı kararıyla;...... dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline karar verilmiştir. ...Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, [kararın] onanmasına..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkemeye veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamlarıyla birlikte dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği, ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat Sözleşme'nin maddesi bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM, uyuşmazlık tespit edilirken görünüşün ve kullanılan dilin ötesine geçilerek her davanın koşullarına göre durumun gerçeklerine yoğunlaşılması gerektiğini belirtmiştir (Gorou/Yunanistan (No. 2) [BD], B. No: 12686/03, 20/3/2009, § 29). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20694 | Başvuru, riskli alan ilanı kararının iptali istemiyle açılan davada kararın kendi taşınmazı dışındaki kısmı yönünden başvurucunun menfaatinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mahkûmiyetin hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillere dayandırılması, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve ayrıca kovuşturmanın kaldırılan mahkemelerce yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 15/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 8/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. 2014/5190 sayılı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte bulunması nedeniyle 2014/5170 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği ile ekleri görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 16/1/2015 tarihli yazısı, 30/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, görüşünü 30/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapıldığı yönünde 25/6/2008 tarihinde yapılan ihbar üzerine, İstanbul ve Diyarbakır illerinde; örgütün lider ve elemanlarının faaliyetlerini sona erdirmek maksadı ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinden (CMK Madde İle Yetkili) 7/7/2008 tarihinde iletişimin tespiti kararı alınmıştır. Soruşturmayı adli kolluk olarak Sarıyer İlçe Jandarma Komutanlığı yürütmüştür. Aynı soruşturma kapsamında, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 8/10/2008 tarihli ve 1613 sayılı ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 22/1/2009 tarihli ve 213 sayılı kararlarıyla gizli soruşturmacı görevlendirilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun sözü geçen örgüt elemanlarıyla telefon görüşmeleri yaptığının tespit edilmesi üzerine, Mahkemeden başvurucuyla ilgili olarak da 13/11/2008 tarihinde “iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” kararı alınmıştır. 13/2/2009 tarihli arama kararı gereğince Beşiktaş ilçesi Kuruçeşme semtinde bulunan bir otelin 105 numaralı odasında arama yapılmıştır. Olay ve yakalama tutanağında; “...Girişte sağ tarafta bulunan televizyon sehpasının üzerindeki televizyonun ön tarafında bir adet üzerinde “La Reserve De Nice” ibareli içerisinde uyuşturucu madde kullanıldığı değerlendirilen beyaz teneke kutu, bir adet üzerinde “Betty Boop” ibareli içerisinde uyuşturucu madde kullanıldığı değerlendirilen ve içinde artıklar bulunan kırmızı teneke kutu, bir adet 500 mililitrelik ağzı alüminyum folyo ile kapatılmış içi yarısına kadar su ile dolu, yan tarafından plastik sarı kalem dışı (silindir şeklinde pipete benzeyen) ile delinmiş pet, yatak odasının girişinin sol tarafın da bulunan yatağın solundaki etejer üzerinde bir adet kullanılmış alüminyum folyo ve bir adet 20-25 cm uzunluğunda siyah renkte pipet, üst katta bulunan banyodaki lavabonun alt tarafında bulunan çöp kutusu içerisinde bir miktar peçeteye sarılmış ve açıkta kenevir ve kenevir tohumu olduğu değerlendirilen uyuşturucu madde(ye) … el konulmuş ve otel odasının alt katında yapılan aramada herhangi bir suç unsuruna rastlanılmamış olup aramaya son verilmiş …” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir. Bir polis memurunun da jandarma görevlilerine yardım ettiği anılan arama esnasında, başvurucu ve arkadaşı N. Ü. ile birlikte bir işlem tanığı hazır bulunmuştur. Adli Tıp Kurumunun 1/7/2009 tarihli raporunda; “… [başvurucunun] bulunduğu otel odasında ele geçirilen; 1 adet nargile düzeneği şeklinde pet şişe, kırmızı metal kutu, üzeri desenli metal kutunun kokain ve phenacetin ile, çok sayıda kağıt parçasının kenevir ile, 3 adet kağıt parçası ile 2 adet sigara sarım kağıdı parçasının esrar ve phenacetin ile bulaşıklı olduğu, 1 adet plastik boruda uyuşturucu madde bulaşığı olmadığı, Polis Kriminalce tamamı deneylerde kullanıldığı için iade edilemeyen 8 gram maddenin kenevir bitkisi kırıntıları olduğu ve 32 gram toz esrar elde edilebileceği” şeklinde mütalaada bulunulmuştur. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca (CMK Madde İle Yetkili) müdafii eşliğinde alınan 16/2/2009 tarihli ifadesinde;“... Ben bir takım sıkıntılarımı atlatmak amacıyla kokain kullanmaya başladım. Yaklaşık beş altı aydan bu yana bu maddeyi kullanırım. Maddeleri Murat ve Apo olarak bildiğim şahıslardan aldım. Bazen her gün, bazen üç günde, beş günde bir alırdım. Bazen bu maddeyi N.Ü., H. Ş. ile de aldığım olmuştur (...) Zaman zaman tapelerde görüşmelerde Zeynep adının geçmesinin sebebi, bu ismi benim seviyor olmam ve Murat isimli kokain aldığım şahsın kendi telefonunda beni bu isimle kaydetmiş olmasıdır. 7 numaralı tapedeki 'kız' tabiri uyuşturucu madde için kullanılmıştır. 15 nolu tapede Murat'tan uyuşturucu madde istiyorum. 16 numaralı tapede Taylan isimli arkadaşın ofisindeyken Murat'tan uyuşturucu madde istemiştim, ancak Taylan ne istediğimi bilmiyordu...30 nolu tapede; muhtemelen yanımdaki kişilerin aldığım uyuşturucu maddeleri kullandıklarını, bana içmek için uyuşturucu madde kalmadığını söyleyerek yeniden uyuşturucu madde istiyorum, bu istediğimi Murat getirememişti. 33 nolu tapedeki görüşme de yine N. ve H.’nin yanımda olduğu bir sırada yapılmış olabilir, bir önceki tapedeki savunmam geçerlidir... 42 nolu tape; bu görüşmede de N.'nin oraya uyuşturucu madde istiyorum, N. ile birlikte uyuşturucu madde içiyorduk... Genelde uyuşturucu maddelerin parasını ben verirdim, ancak arkadaşlardan da uyuşturucu madde parası veren olmuştu. Zaman zaman getiren kişiye bu parayı verirler ...” şeklinde beyanda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 7/4/2009 tarihli ve 2009/385 sayılı iddianame ile başvurucu hakkında “kullanmak için uyuşturucu madde kabul etme veya bulundurma” ve “uyuşturucu madde ticareti yapma” suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK Madde İle Yetkili) 22/5/2012 tarihli ve E.2009/105, K.2012/113 sayılı kararıyla başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 6 yıl 3 ay hapis ve 50 gün adli para cezalarına mahkûm edilmiş, diğer suçtan başvurucu hakkında ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “... tanık beyanları, tape kayıtları ve sanık savunması birlikte değerlendirildiğinde sanık Deniz Seki'nin (başvurucu) sanık ... liderliğinde kurulan çıkar amaçlı suç örgütünün üyesi olmadan, örgütün aktif üyelerinden ... kod isimli sanık ..., ... kod isimli sanık ... ve ... kod isimli sanık ... ile irtibat içinde bulunduğu, sürekli olarak uyuşturucu maddelerden kokain temin ettiği, temin ettiği uyuşturucu (kokain) maddesinin büyük bir kısmını kendisinin kullandığı, daha sonra ilerleyen süreçte sanık ... ile samimiyeti arttırması üzerine, gerek sanık ...'in bu işten para kazanmasını temin etmek ve gerekse kendisinin uyuşturucu alımında maddi bakımdan sorunlar yaşamaması amacıyla; kendisinden uyuşturucu (kokain) talebinde bulunan çevresindeki arkadaşları ve şahıslar adına sanık ...'den uyuşturucu madde talep ettiği ve arkadaşlarından bir kısmını sanık ... ile irtibatlandırdığı, sık sık evinde ve başka yerlerde uyuşturucu partisi vererek arkadaşlarına uyuşturucu madde temin ettiği anlaşılmıştır. Sanık Deniz Seki'nin dosya kapsamına göre eylemi "başkalarına veren" olarak değerlendirilmiştir. Başkalarına vermek kelimesi anlam olarak; bir kimsenin mülkiyetinde ve zilyetliğinde bulunan uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi satış sayılmayacak şekilde ve bedel almadan başkasına devretmesidir. Bu tabir 765 sayılı TCK da "parasız olarak devretmek" şeklinde tanımlanmışken, 5237 sayılı TCK da "başkalarına vermek" şeklinde tanımlanmıştır. Burada kanun koyucunun anlatmak istediği; uyuşturucu veya uyarıcı maddenin, fail tarafından satımı ve satışa arz etme dışında kalan bir şekilde başka birine aktarmasıdır. Örneğin; fail arkadaşına kullanması için uyuşturucu verir ise; burada vermekten bahsedilebilir. Verme hususu tanımı ve doğası gereği karşılığında bir şey almadan verilmeyi anlatır. O halde vermenin kazanç elde etmek amacıyla yapılması gerekli ve zorunlu değildir. Burada önemli olan uyuşturucu ve uyarıcı maddenin başkasına verilmesidir. Bu kimsenin bu maddeyi hangi amaçla aldığının bir önemi yoktur. O halde uyuşturucu ve uyarıcı maddeyi kendi kişisel ihtiyacı için kullanacak olan kimseye veren için de başkasına verme şeklinde tanımlanan suç gerçekleşmiş olacaktır. Sanık Deniz Seki'nin yukarıda özetlenen ve ayrıntısı dosya arasında mevcut olan tape kayıtlarından; 30, 33, 42, 43, 51, 55, 56, 68, 139, 144, 145, 231 ve 232 nolu tape kayıtları içeriğine göre arkadaşları adına uyuşturucu maddelerden kokain maddesinin daha çok sanık ...'den istediği ve böylece başkalarına vermek şeklinde atılı suçu işlediği anlaşılmıştır. Yine dosya kapsamından sanık Deniz Seki'nin bir çok kez hatta, hemen hemen hergün diğer örgüt üyesi sanıklardan ..., ... ve ...'dan uyuşturucu (kokain) satın aldığı, böylece yine yasada tarifi olan "satın alan" sıfatını kazandığı anlaşılmıştır. Yine dosya kapsamından sanık Deniz Seki'nin "bulunduran kişi" olarak da atılı suçu işlediği anlaşılmıştır. Bulundurmak kelimesi; bir kimsenin kendisine veya başkasına ait uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi ruhsatsız ve ruhsata aykırı olarak fiili veya hukuki egemenliği altında, o uyuşturucu madde üzerinde tasarruf imkanı bulacak şekilde tutmasıdır. Bu uyuşturucu maddenin failin yanında bulundurulması ile başka bir yerde bulundurulması arasında fark yoktur. Bu başka yerin mülkiyetinin faile ait olması da gerekmez. Bu yere girmek ve bu yerde bulunan uyuşturucu madde üzerinde her türlü tasarrufta bulunma imkan ve hakkının faile ait olması yeterlidir. Örneğin; bir dairede uyuşturucu var ise, o dairenin içerisinde uyuşturucu olduğunu bilip, anahtarı bulunan ve uyuşturucu üzerinde her an tasarruf imkanı bulunan kişi için bulundurma suçu oluşur. Bulundurulan maddenin (uyuşturucunun) mülkiyetinin faile ait olması ile başkasına ait olması arasında da fark yoktur. Önemli olan failin bu maddeyi fiili hakimiyeti altında tutmuş olmasıdır. Ayrıca uyuşturucu madde bir başkasına ait ise failin bu maddeyi ücret karşılığı tutması ile ücretsiz tutması arasında da suçun oluşumu arasında fark bulunmamaktadır. Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin bulundurulması suçu mütemadi bir suçtur. Uyuşturucu ve uyarıcı maddenin fail tarafından ne kadar bulundurulduğunun bir önemi yoktur. Failde uyuşturucu veya uyarıcı maddenin yakalandığı anda suç tamamlanır. Dosya kapsamında sanık Deniz Seki'nin gerek kendi kişisel ihtiyacı için, gerekse arkadaşları için değişik tarihlerde çok sayıda uyuşturucu (kokain) maddesini suç örgütü üyelerinden temin ederek yanında bulundurduğu ve arkadaşlarına gönderdiği anlaşıldığından, bulunduran kişi sıfatıyla da sanığın atılı suçu işlediği anlaşılmıştır. Tüm bu açıklamalar ışığında; sanık Deniz Seki’nin bireysel olarak 5237 sayılı TCK’nın 188/ maddesinde düzenlenen uyuşturucu ve uyarıcı maddelerden kokain maddesini "... başkalarına veren ..., satın alan ..., bulunduran kişi ..." sıfatını kazanmak suretiyle atılı suçu işlediği kanaati Mahkememizde hasıl olduğundan sanığın 5237 sayılı TCK'nın 188/3- maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiş, sanığın duruşmalardaki iyi hali lehine takdiri indirim nedeni olarak değerlendirilmiştir.” Başvurucu hakkında, kullanmak için uyuşturucu madde kabul etme veya bulundurma suçu yönünden verilen karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapma suçu yönünden yaptığı temyiz başvurusu üzerine ise, anılan Mahkeme kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/6/2013 tarihli ve E.2013/3094, K.2013/4985 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bu arada, 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun ile kamuoyunda “Özel Yetkili” olarak adlandırılan mahkemeler kaldırılmıştır. Aynı Kanun’un geçici maddesinin (4) numaralı fıkrasında, bu mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar aynı mahkemelerce bakılmaya devam olunacağı, bu davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Yargıtay Ceza Dairesinin bozma kararı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 24/6/2013 tarihli ve 2012/291396 sayılı yazı ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi gereği itiraz yoluna başvurmuş, Yargıtay Ceza Dairesi 1/7/2013 tarihli ve E. 2013/9083, K. 2013/6794 sayılı kararı ile Savcılığın itirazını yerinde görmeyerek dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna göndermiştir. Başvurucu hakkındaki davanın temyiz incelemesi devam etmekte iken, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 6/3/2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un maddesinde, 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesi uyarınca görevlerine devam eden ağır ceza mahkemelerince verilip Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında veya Yargıtayın dairelerinde bulunan dosyaların incelenmesine devam edileceği ifade edilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 25/3/2014 tarihli ve E.2013/10-637 ve K.2013/137 sayılı kararı ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/6/2013 tarihli ve E.2013/3094, K.2013/4985 sayılı bozma kararının başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmüne ilişkin olarak kaldırılmasına ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 22/5/2012 tarihli ve E.2009/105, K.2012/113 sayılı hükmünün başvurucu yönünden onanmasına karar vermiştir. Başvurucu onama kararını 27/3/2014 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu, 15/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk İlgili Mevzuat 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: “(3)Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 18/6/2014 – 6545/66 md.) Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis cezası on beş yıldan az olamaz. (4) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 5271 sayılı Kanun’un “Şüpheli veya sanıkla ilgili arama” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Arama kararı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.…(3) Arama tutanağına işlemi yapanların açık kimlikleri yazılır. (Mülga ikinci cümle: 25/5/2005 – 5353/15 md.)(4) Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.…” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin, 25/5/2005 tarihli ve 5353 sayılı Kanun’un maddesi ile değiştirilmesinden önceki (1) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir ve kayda alınabilir... (6) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanununda yer alan; … Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (Madde 188), …” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “(2) Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve ancak, 135 inci maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Adlî kolluk; 1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 8, 9 ve 12 nci maddeleri, 1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 7 nci maddesi, 1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesi ve 1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun 4 üncü maddesinde belirtilen soruşturma işlemlerini yapan güvenlik görevlilerini ifade eder. (2) Soruşturma işlemleri, Cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adlî kolluğa yaptırılır. Adlî kolluk görevlileri, Cumhuriyet savcısının adlî görevlere ilişkin emirlerini yerine getirir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fırkası şöyledir:“Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.…” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” 5271 Kanun’un soruşturma tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan "Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Türk Ceza Kanununda yer alan; a) Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu, b) Haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlar, c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç), Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür" 5271 Kanun’un soruşturma tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan "Soruşturma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "250 nci madde kapsamına giren suçlarda soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır." 6352 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Aşağıdaki hükümler yürürlükten kaldırılmıştır: … 6) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 250, 251 ve 252 nci maddeleri, …” 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesiyle yürürlükten kaldırılan (4) numaralı fıkrası şöyledir: “… Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlükten kaldırılan 250 nci maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerce bakmaya devam olunur. Bu davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemez. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun l0 uncu maddesinin kovuşturmaya ilişkin hükümleri bu davalarda da uygulanır. …” 6526 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “6352 sayılı Kanunun Geçici 2 nci Maddesi uyarınca görevlerine devam eden ağır ceza mahkemelerinde ve bu Kanunla yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu Maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinde derdest bulunan dosyalar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte bulundukları aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli mahkemelere devredilir. Bu mahkemelerce verilip Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında veya Yargıtayın dairelerinde bulunan dosyaların incelenmesine devam olunur.” 17/12/1983 tarihli ve 18254 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Olay faillerinin belirlenmesi ve yakalanmaları konularında, Jandarma ve polis kendi sorumluluk alanlarında birbirlerine gerekli yardımı yapmakla yükümlüdürler. … Jandarma ile polisin birlikte çalışmalarına gerek duyulan durumlarda, ortak kuvvetin komuta, sevk ve idaresi, bu çalışmaya katılan Jandarma kuvvetlerinin en kıdemli birlik komutanı tarafından sağlanır. Ancak ortak çalışmaya katılan polis teşkilatının amiri; emniyet amiri ya da emniyet müdürü rütbesinde ise, bu amirler çalışma sonuçlanıncaya kadar mülki amirin emrinde müşavir olarak görev yaparlar.” İlgili Yargı Kararları Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli ve E.2012/100, K.2013/84 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “…Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında belirtildiği gibi, "kanuni hâkim güvencesi" suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla "kanuni hâkim güvencesi", yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra özel olarak kurulmasına veya hâkimin atanmasına engel oluşturmaktadır. Kanun'un Geçici maddesinin dava konusu (4) numaralı fıkrasında, Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihte açılmış ve devam etmekte olan davaların, 5271 sayılı Kanun'un maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinde devam edeceği ve bu mahkemelerin yeni kurulan mahkemeler nedeniyle görevsizlik ve yetkisizlik kararı veremeyecekleri belirtilmekte, böylece uzun süredir devam eden davalarda başa dönülmesinin ve suçun işlenmesinden sonra yargı yerinin değiştirilmesinin önüne geçilmektedir. Dolayısıyla kuralla suçun işlenmesinden sonra yargı yeri belirlenmemekte, aksine suçun işlenmesinden sonra kurulan mahkemelere davaların görevsizlik veya yetkisizlikle gönderilmesi önlenerek, suçun işlenmesinden önce kurulan mahkemelerde davanın devam etmesi sağlanmaktadır. Bu nedenle kuralın "kanuni hâkim güvencesi" ile çelişen bir yönü bulunmamaktadır…” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/6/2007 tarihli ve E.2006/MD-154, K.2007/145 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Sanık hakkındaki soruşturma izni, iddianame ve son soruşturmanın açılması kararına konu olan suçlar rüşvet ve görevde yetkiyi kötüye kullanma suçlarıdır. Rüşvet suçu 5271 sayılı CYY’nın 135/ fıkrasında yer aldığından, bu suç yönünden iletişimin tespiti suretiyle elde edilen kanıt, CYY’nın 138/ maddesi fıkrası uyarınca, hakkında iletişimin tespiti kararı bulunmayan kişi için de kanıt olarak değerlendirilir. Özel Dairece isnat edilen eylemlerin bir kısmından beraat bir kısmından ise suç niteliğinin değişmesi suretiyle görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyet kararı tesis edilmiş ise de, başlangıçtaki iddia rüşvet suçuna yönelik olup, görevi kötüye kullanma suçunun özel bir biçimi olan rüşvet suçunun da çoğu zaman görevi kötüye kullanma suçuna dönüşmesi olanağı bulunduğundan, nitelik değiştirmesi olanağı bulunan suçlar yönünden de, elde edilen kanıtlar hukuka uygun delil olarak değerlendirilmelidir.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/12/2013 tarihli ve E.2013/10-483, K.2013/599 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “…5271 sayılı CMK'nun maddesinin ikinci fıkrası göz önünde bulundurulduğunda, 2005 tarihinden sonra yapılacak olan iletişimin denetlenmesi tedbiri sırasında, yapılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olmayan, fakat anılan kanunun maddesinin altıncı fıkrasında sayılan suç veya suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilmesi halinde, tesadüfen elde edilen delil olarak adlandırılan bu delilin belirtilen suçun soruşturulması ve kovuşturulmasında kullanılması mümkündür. Anılan kanunun maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile, iletişimin denetlenmesi tedbiri sırasında, yapılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olmayan, fakat maddenin altıncı fıkrasında sayılan suç veya suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delilin elde edilmesi durumunda, bu delilin kullanılabileceğinin kabul edilmiş olması, tedbirin uygulanması sonucu elde edilen delillerin maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlarla sınırlı olmak kaydıyla aynı soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olan suçlar yönüyle evleviyetle kullanılabileceğinin kabulünü gerektirmektedir. Aksi halde, özellikle örgütlü suçlulukla etkin bir şekilde mücadele amacıyla iletişimin denetlenmesi koruma tedbirini düzenleyen kanun koyucunun amacına aykırı hareket edilmiş olmakla birlikte, örgütlü suçlulukla mücadelenin zorlaştırılması gibi bir sonuca neden olunması da söz konusu olacaktır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Tuncay Özkan/Türkiye kararında; "5/ maddesi, Sözleşmeye taraf devletlerin organize suçlarla yeterli önlemler alınarak mücadele etmede güvenlik güçleri için büyük zorluklara sebep olabilecek bir biçimde şüphesiz uygulanmamalıdır" şeklindeki görüşüyle, kanuni düzenlemelerin özellikle örgütlü suçlarla mücadeleyi zorlaştıracak şekilde uygulanmaması gerektiğini önemle vurgulamıştır Kaldı ki maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birisi yönüyle uygulanan iletişimin denetlenmesi koruma tedbiri sonucu elde edilen delillerin, fıkrada sayılan ve aynı soruşturma veya kovuşturmanın konusunu oluşturan bir diğer suç yönüyle kullanılmasını yasaklayan bir düzenlemeye telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi tedbirinin düzenlendiği maddelerde de yer verilmemiştir…” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5170 | Başvuru, mahkûmiyetin hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillere dayandırılması, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve ayrıca kovuşturmanın kaldırılan mahkemelerce yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvuru, isim değişikliği talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun çevresinde B ismiyle bilindiğini ileri sürerek isminin ve soyadının "B ELİF" olarak tashih edilmesi talebiyle İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 4/1/2013 tarihinde açtığı davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemece Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüne ve Türk Dil Kurumu Başkanlığına konu ile ilgili görüş sorulmuş ve her iki kurum tarafından tek bir harften oluşan adın alınmasının uygun olmayacağı, başvurucunun bu adı mahlas olarak kullanabileceği bildirilmiştir. Yine Mahkemece başvurucuya sadece soyadı değişikliği talep edip etmediği sorulmuş, başvurucu ise böyle bir talebinin olmadığını, soyadının ancak ismiyle birlikte değişimini talep ettiğini vurgulamıştır. Sonuç olarak mahkeme kararında; B adının tek bir harften oluşması nedeniyle başvurucuyu toplumdaki diğer bireylerden ayıracak ve tanıtacak nitelikte olmadığı, özel yaşamında ve resmî yazışmalarda karışıklıklara neden olabileceği gerekçelerine yer verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 25/4/2018 tarihinde mahkeme kararının onanmasına, 19/2/2019 tarihinde ise karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 16/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 13/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17788 | Başvuru, isim değişikliği talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, halk otobüsü şoförü olan başvurucunun otobüste yüksek sesle dinlediği marş formundaki müzikte geçen ifadeler nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca adil yargılanma hakkı kapsamında kalan bazı iddialarda bulunulmuştur. Başvuru 7/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1983 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Diyarbakır'da halk otobüsü şoförü olarak çalışmaktadır. 25/5/2012 tarihinde başvurucu, şoförü olduğu halk otobüsünde doldurma olduğu anlaşılan bir CD içinde bulunan marş formatında "Biji" isimli bir parça açmış ve yolcuların da duyabileceği şekilde yüksek sesle dinlemeye başlamıştır. Orijinali Kürtçe olan bahse konu parçanın sözleri polis raporlarına göre şöyledir: "Ey değerli yurtseverler, onurlu dostlar, bu değerli eyleminizi sıcak selamlar, devrimci selamlar ile selamlıyorum, merhaba sizlere,Herkes özgürlüğü içinKürdistan topraklarındaKürdistan işçi partiniz (PKK - Partiya Karkeren Kürdistan)Marksizmin ilmiyleLeninin ilmiyledirYaşa yaşaKürdistan işçi partisi (PKK)1978 yılında (PKK'nın kuruluş yılı)Devrimciler ... yaptıKürdistan adıylaÖzgürlük için kalktılarHepsi aslanlar gibiYaşa yaşaKürdistan işçi partisi (PKK) Kadın erkek hep birlikte kalkınBu savaş bizim savaşımızKırmızı bayrağı kaldıralımOmuzlarımıza alalımİşçi partisini alalım önümüzeYaşa yaşaKürdistan işçi partisi (PKK)" Söz konusu parçanın çalındığı sırada otobüste yolcu olarak bulunan bir polis memuru, parçada geçen sözler nedeniyle başvurucuyu ikaz ederek parçayı çalmamasını istemiş ancak başvurucu, müziğin evrensel olduğunu, kendisine kimsenin karışamayacağını ve müziği kapatmayacağını söylemiştir. Başvurucu hakkında bu olay nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan soruşturma açılmıştır. Polis memurunun soruşturma sırasında alınan ifadesine göre başvurucu, ikazı üzerine polis memuruna "Git otur yerine soytarı, çakal." diyerek diğer yolcuları ona karşı provoke etmek istemiş; polis memurunun 155 Polis İmdat hattına ihbarda bulunması üzerine başvurucu "Kime şikayet ediyorsan et, bana senin devletin bir şey yapamaz, sen bizim geçmişimizi biliyor musun, senin devletin zaten bize ne yaptı ki, in aşağı!" diyerek polis memurunu araçtan indirmeye çalışmış ve bu esnada otobüs polis ekiplerince durdurulmuştur. Başvurucu hakkında bahsi geçen olay nedeniyle başlatılan soruşturma sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığının 27/5/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular ve değerlendirmeler şöyledir:"...Şüpheli Kadri PERVANE'nin yönetimindeki ... plaka sayılı araç içerisinde bulunan 1 adet TECH marka müzik CD üzerinde yapılan incelemede 68 adet terör örgütünü propagandasının niteliğinde olan müzik parçaları olduğu, CD'nin Sırasında Diyar isimli sanatçının seslendirdiği, 'Biji' isimli parçasının olduğu, Biji isimli parçanın çözümünde '...Herkes özgürlüğü için kürdistan topraklarında, Kürdistan İşçi Partisi (PKK Partiya Karkeren Kürdistan), Maksizsim ilmi ile leylenin ilmi iledir, yaşa yaşa Kürdistan İşçi Partisi (PKK- Partiya Karkeren Kürdistan), 1978 yılında (PKK'nın kuruluş yıl dönümü...)' şeklinde terör örgütünün propagandasını şeklinde olan marşın da bulunduğu,Şüpheli Kadri Pervane'nin... olay günü yöneticiliğini yaptığı otobüste, otobüsün teyibinde terör örgütünün propagandasını niteliğinde olan 'Biji PKK, bu yola baş koymuşuz, liderimiz apo bizim' terör örgütünün propagandasını niteliğinde olan marş formatındaki müzik şarkıların yüksek sesle otobüs yolcularına şehir içinde halk otobüsü içinden dinletmek, bir yolcunun kendisinin şarkıların terör propagandası içerikli olduğunu söylemesi ve hatırlatmasına rağmen ısrar bir şekilde davranışlarını sürdürmesi ve müzik parçalarını çalmaya devam etmesi karşısında şüpheli Kadri'nin, müzik parçalarının içeriğini bilmediğini, ne anlama geldiğini bilmediğine yönelik savunmasına itibar edilemeyeceği, şüphelinin bilerek ve isteyerek tamamı terör örgütünün propagandasını niteliğinde olan müzik CD teyibe yerleştirip, içerisinde terör örgütünün propagandasını niteliğinde olan şarkıları yüksek sesle dinlemek ve yolculara dinletmek suretiyle terör örgütü mensuplarını ve elebaşısını övmek faaliyetlerini desteklemek ve yolculara benimsetmeye çalışmak biçiminde terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği..." Yargılamayı yürüten Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 13/11/2012 tarihinde başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Mahkemenin değerlendirmeleri şu şekildedir:"PKK-KONGRA/GEL (Partiya Karkeren Kürdistan-Kürdistan İşçi Partisinin) amacı Türkiye Cumhuriyet hakimiyeti altında bulunan bir kısım toprakları, silahlı mücadele vererek Devletin egemenliğinden ayrılarak ayrı bir Kürt devleti kurma amacını taşıyan ve bu amaçla çok sayıda öldürme, yaralama, gasp, tehdit, adam kaçırma, bombalama ve toplu öldürme gibi eylemlere de bulunan ve halen de silahlı eylemlerini sürdürmeye devam eden 5237 Sayılı TCK.nun maddesi kapsamında bulunan silahlı bir terör örgütüdür.Abdullah Öcalan yıllarca yasadışı silahlı PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün elebaşısı olup sonrasın da yakalanarak yargılandığı, sabit olan eylemleri nedeniyle mahkum olmuş hükümlü bir kişidir.Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesi, Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür, düzenlemesi yer almaktadır. Anayasanın maddesinin fıkrasında düşünce açıklama ve yayma hürriyetinin Devletin ülkesi ve Milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması amacıyla sınırlandırılabileceğini düzenlemektedir.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin fıkrasında ifade özgürlüğünün kullanılması, görev ve sorumluluk gerektiren bir özgürlük olduğu vurgulandıktan sonra, maddede sayılan diğer nedenlerle birlikte, ülkenin kamu güvenliği ve toprak bütünlüğü sağlanması amacıyla kanunla belirli sınırlamalara tabi tutulacağı düzenlemesi yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Maddesinde, sözleşmede sayılan hakların kötüye kullanılmasını izin vermemektedir.3713 Sayılı Terörle Mücadele Yasasının 7/ maddesinde 5532 Sayılı Yasanın maddesiyle yapılan değişiklikle terör örgütünün propagandasını yapmayı suç olarak düzenlemiştir. Propaganda; belli bir görüşün toplum içinde yayılmasını, fikir ve kanaatlerin kökleşmesini sağlamak için, bu amacın gerçekleşmesine yönelik olarak her türlü maddi ve manevi araca baş vurarak telkin, teşvik ve etkide bulunmak olarak tanımlamak mümkündür. Bu tanımdan da görüleceği üzere silahlı çetenin çeşitli yöntemlerle ve süreklilik gösterir biçimde propagandasını yapmak, onun varlığını ve eylemlerini kolaylaştırmak gerekmektedir.Olay günü sanığın otobüste, otobüsün teybinde terör örgütünün propagandası niteliğinde olan 'Biji PKK, bu yola başkoymuşuz, liderimiz Apo bizim' marş formatındaki müzik şarkılarının yüksek sesle otobüs yolcularına dinlettiği, otobüs içerisinde yolcu olarak bulunan tanık ... sicil nolu polis memuru şoförü uyararak müzik konusunda sanığı ikaz ettiği, sanığın polis memuruna 'kapatmıyorum, bana karışmazsın, bu müzik evrenseldir, dinliyorum' dediği, tanığın ısrarlı bir şekilde müzik parçalarının terör örgütünün propagandasını niteliğinde olduğunu ikaz etmesine rağmen müzik parçalarını çalmaya devam ettiği, böylece terör örgütü mensuplarının propagandasını yaptığı, sanığın bu şekildeki eyleminin Anayasa ve İnsan Hakları Sözleşmesinin koruması altında bulunan, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile toplantı ve gösteri düzenleme hakkı (Any.26-34 maddeleri) kısmında kabul edilemeyeceği, 5237 Sayılı TCK'nin anlamında silahlı örgüt niteliğinde olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği sübuta ermekle, eylemine uyan 3713 S.Y'nın 5532 Sayılı Yasanın maddesiyle değişik 7/2, 5237 Sayılı TCK'nun 53/1 ve 63 maddeleri gereğince cezalandırılması cihetine gidilmiştir." Başvurucunun temyizi üzerine mahkûmiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 27/4/2015 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu, karardan 1/7/2015 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş; 7/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:"Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır..." 3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin yürürlükte olan son hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır..." B. Uluslararası Hukuk 16/5/2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin (Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi) giriş bölümünde aşağıdaki ifadeler yer almaktadır:"Avrupa Konseyi'nin üye devletleri ve imzacılar olarak;Terörizmi önlemek için etkin önlemler almayı ve özellikle, terör suçlarını işlemeyi alenen tahrike, terörist saflara katmaya ve eğitime karşı mukabelede bulunmayı arzu ederek;... Bu Sözleşmenin mevcut ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin ilkeleri değiştirme niyetinde olmadığını kabul ederek;Terörist eylemlerin doğası veya koşulların gereği olarak, halkı sindirmek veya bir hükümeti veya uluslararası örgütü bir eylemi yerine getirmeye veya yerine getirmekten kaçınmaya haksız olarak zorlamak veya bir ülkeyi veya uluslararası bir örgütü ciddi biçimde istikrarsız hale getirmek veya temel siyasal, anayasal, ekonomik ve toplumsal yapılarını yıkmak amacını güttüklerini hatırda bulundurarak;Aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terminoloji" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'terör suçu' Ek'te sıralanan antlaşmalardan birinin kapsamına giren ve bu antlaşmalarda tanımlanan suçlar anlamına gelir." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terör suçunun işlenmesine alenen teşvik" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'bir terör eylemini işlemeye alenen teşvik', terör suçunun işlenmesini kışkırtmak niyetiyle, böyle bir eylemin dolaylı olsun veya olmasın terör suçlarını savunarak, bir veya birden fazla suçun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılması veya başka bir şekilde erişilebilir hale getirilmesi anlamına gelir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten işlendiği durumlarda, terörizm suçunu işlemeyi alenen teşviki ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terörist saflara katma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'terörist saflara katma' bir başka kişiyi terörist bir eylemi işlemeye veya bu eylemin işlenmesine katılmaya veya bir veya daha fazla suçun bir dernek veya grup tarafından işlenmesine katkıda bulunmak amacıyla bir dernek veya gruba katılmaya teşvik etmek anlamına gelmektedir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten bir suç işlendiği durumda, terörist saflara katmayı ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terör suçunun işlenip işlenmemesi arasında fark bulunmaması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bir eylemin Sözleşmenin 5 ila maddelerinde belirtilen suçlardan birini teşkil etmesi için, bu eylemin bilfiil gerçekleşmiş olması gerekmeyecektir." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Koşullar ve güvenceler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "l) Her bir Taraf, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Sözleşme, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve uluslararası hukuk uyarınca diğer yükümlülüklerinde yer aldığı şekilde ve o Tarafa uygulanabildiği durumlarda, insan hakları yükümlülüklerine, özellikle ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve din özgürlüğüne saygı göstererek bu Sözleşmenin 5 ila 7 ve maddelerde yer alan konuların suç haline getirilmesinin ihdasını, uygulanmasını ve yerine getirilmesini sağlayacaktır.2) Bu Sözleşmenin 5 ila 7 ve maddelerde yer alan konuların suç haline getirilmesinin ihdası, uygulanması ve yerine getirilmesinde ayrıca, izlenen meşru amaçlar ve demokratik toplum açısından gereklilik göz önünde bulundurularak orantılılık ilkesine bağlı kalınacak ve her türlü keyfilik, ayrımcılık veya ırkçı muamele dışında tutulacaktır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin açıklayıcı raporunda, şiddet içeren terör suçlarına doğrudan veya dolaylı teşvik oluşturacak mesajlara yönelik belirli sınırlamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS/Sözleşme) uygun olduğu hatırlatılmıştır (açıklayıcı rapor, § 91). Açıklayıcı raporda, daha sonra terör suçlarının işlenmesine dolaylı teşvik ile meşru eleştiri hakkı arasındaki sınırın nerede olduğu meselesinin önemine değinilmiştir:" Bu hükmü [Terör Suçunun İşlenmesine Alenen Tahrik (Madde 5)] kaleme alırken, CODEXTER [Sözleşme’nin uygulanmasının değerlendirmesi mekanizması olan Terörizmle Mücadelede Uzmanlar Komitesi], Parlamenter Asamblenin (Görüş no. 255 (2005), paragraf 3 vii ve devamı) ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin (doküman BcommDH (2005) 1, paragraf 30 sonu) bu hükmün, terör şiddetine dolaylı tahrik oluşturabilecek 'bir eylemin failini öven mesajları veya mağdurların aşağılanması, terörist örgütlere mali kaynak isteyen veya diğer benzeri davranışları' kapsayabileceği hususundaki görüşlerini dikkate almıştır. Daha kazuistik olana göre bu hüküm daha genel nitelikte bir formül kullanmakta ve Tarafların terör suçlarını savunan mesajların yayılmasını veya farklı bir şekilde kamuya sunulmasını cezalandırmasını gerektirmektedir. Bu hükmün uygulanması bakımından, bunun doğrudan veya dolaylı yollardan yapılıp yapılmadığı önem taşımamaktadır. Doğrudan tahrik, çoğu hukuk sisteminde bir şekilde suç teşkil ettiğinden özel bir soruna yol açmamaktadır. Dolaylı tahriki bir suç haline getirmenin amacı uluslararası hukukta veya eylemde mevcut olan boşluğu bu alanda hükümler ekleyerek telafi etmektir. Bu hüküm, suçun tanımı ve uygulaması bakımından Taraflara belirli miktarda takdir yetkisi tanımaktadır. Örneğin, bir terör suçunu gerekli ve haklı göstermek dolaylı teşvik suçunu oluşturabilir. Ancak, uygulanmasında iki şartın karşılanmasını gerektirmektedir: ilk olarak, bir terör suçunun işlenmesi hususunda özel bir kastın varlığı gerekir, aşağıda verilen paragraftaki diğer bir gerekliliğe göre de tahrik hukuka aykırı bir şekilde ve kasten işlenmelidir. İkinci olarak, böyle bir eylemin sonucu, bu tip bir suçun işlenmesi tehlikesine neden olmalıdır. Böyle bir tehlikeye neden olup olmadığı değerlendirilirken, yazarın ve mesajın muhatabının niteliği yanında suçun hangi bağlamda işlendiği AİHM’nin oluşturduğu içtihat anlamında dikkate alınacaktır. Tehlikenin önemi ve inandırıcılığı iç hukukun gereklerine uygun olarak ele alınmalıdır.… Kamuya bir mesajın sunulması için, çeşitli araçlar ve teknikler kullanılabilir. Örneğin, basılı yayınlar veya diğerlerinin erişebileceği yerlerde yapılan konuşmalar, kitle iletişim araçları veya elektronik imkânların, özellikle, mesajların e-posta ile yayılması veya sohbet odalarında, haber grupları veya tartışma ortamında materyallerin değişimi gibi imkânları sunan internetin kullanımı. AİHM içtihatları ilave rehberlik sunmaktadır. Bu bağlamda, CODEXTER (doküman CODEXTER (2004)19) için hazırlanan AİHM’nin ilgili içtihatlarının derlemesine müracaat edilmelidir." Ulusal ve uluslararası hukuka ilişkin daha fazla kaynak için bkz. Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, §§ 23- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12115 | Başvuru, halk otobüsü şoförü olan başvurucunun otobüste yüksek sesle dinlediği marş formundaki müzikte geçen ifadeler nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca adil yargılanma hakkı kapsamında kalan bazı iddialarda bulunulmuştur. | 0 |
Başvuru, tutuklu başvurucunun farklı bir ceza infaz kurumunda bulunan eşi ile telefonla görüşmesine izin verilmemesi üzerine infaz hâkimliğine açtığı tazminat davasının görev yönünden reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) kapsamında silahlı terör örgütünü kurma ve yönetme suçundan tutuklu olarak Kocaeli 2 No.lu T Tipi Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu 6/11/2018 tarihli dilekçesi ile Adalet Bakanlığından (Bakanlık) tazminat talebinde bulunmuştur. Dilekçede; farklı bir ceza infaz kurumunda bulunan eşi ile telefonla görüşme taleplerinin 11 aylık süreçte -1/3/2017 ile 23/10/2018 arasında- cevapsız bırakıldığı belirtilerek 000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Bakanlığın 6/12/2018 tarihli cevap yazısında; somut olay nedeniyle idareye atfedilebilecek hizmet kusurunun bulunmadığı veya kusursuz sorumluluk şartlarının oluşmadığı ifade edilerek başvurucunun tazminat talebinin karşılanmasının mümkün olmadığı bildirilmiştir. Başvurucu 11/12/2018 tarihinde Kocaeli İdare Mahkemesine (İdare Mahkemesi) sunduğu dilekçe ile manevi tazminat talebinde bulunmuş, İdare Mahkemesi 20/12/2018 tarihinde davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. Gerekçede; başvurucunun tazminat talebinin 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun gereğince çözümlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Başvurucu 30/1/2019 tarihinde bu kez Kocaeli İnfaz Hâkimliğinden (İnfaz Hâkimliği) tazminat talebinde bulunmuştur. İnfaz Hâkimliğince yapılan değerlendirmede başvurucunun talebi hakkında idari yargı mercilerinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş ve dosya görev uyuşmazlığının giderilmesi amacıyla Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesince 25/11/2019 tarihinde adli yargının görevli olduğu belirlenerek İnfaz Hâkimliğinin görevsizlik kararının kesin olarak kaldırılmasına karar verilmiştir. Gerekçede; ceza infaz kurumlarında telefonla görüşme taleplerinin kabul edilmemesine dayalı manevi tazminat taleplerinin 4675 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin "işlem ve faaliyetlerine ilişkin şikayet" niteliğinde olduğu, dolayısıyla anılan şikâyetlere bakmakla görevli olan infaz hâkimliklerinin aynı şikâyetten kaynaklanan manevi tazminat taleplerinin de esasını incelemesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu 17/12/2019 tarihinde İnfaz Hâkimliğinden tazminat talebinde bulunmuş; İnfaz Hâkimliğinin 19/2/2020 tarihli ek kararı ile başvurucunun talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçede; yargılama süreci özetlenerek tazminat taleplerinin İnfaz Hâkimliğinin görev alanında olmadığı ve bu taleplerin ağır ceza mahkemelerince karşılanması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu 25/2/2020 tarihinde bu kez Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinden (Ağır Ceza Mahkemesi) tazminat talebinde bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi 5/3/2020 tarihinde İnfaz Hâkimliğinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 12/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 13/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11832 | Başvuru, tutuklu başvurucunun farklı bir ceza infaz kurumunda bulunan eşi ile telefonla görüşmesine izin verilmemesi üzerine infaz hâkimliğine açtığı tazminat davasının görev yönünden reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, sınır dışı edilmesine ilişkin idari işleme karşı açtığı dava sonucunda, söz konusu işlemin iptal edilmesi üzerine uğradığı zararın giderilmesi amacıyla 4/4/2012 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedildiğini, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunu belirterek, Anayasa’nın maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının, Anayasa’nın maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ve idarenin tazminat sorumluluğuna ilişkin Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 4/10/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, sınır dışı edilmesine ilişkin idari işlemin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde açtığı dava sonucunda, söz konusu işlemin iptal edildiğini belirterek, uğradığı zararın giderilmesi talebiyle 4/4/2012 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkemenin 15/1/2013 tarihli ve E.2012/585, K.2013/112 sayılı kararıyla; Ukrayna uyruklu olan başvurucunun Türkiye’de sahne sanatçısı olarak çalışma izin belgesi aldığı, Emniyet görevlilerince başvurucunun çalıştığı gece kulübünde yapılan denetimde; on beş yabancı uyruklu kadının konsomatrislik yaptığı ve ikamet tezkerelerinde belirtilen çalışma amacı dışında çalıştıklarının tespit edildiği, başvurucunun da bu kadınlar arasında bulunduğu ve izinsiz çalışma suçundan sınır dışı edilmek amacıyla gözetim altına alındığı, başvurucu hakkında düzenlenen sınır dışı edilmesine ilişkin 13/5/2011 tarihli idari işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, İstanbul İdare Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli kararıyla; başvurucunun çalışma izin belgesi dışında çalıştığının somut olarak ortaya konulamadığı gerekçesiyle sınır dışı işleminin iptali yönünde karar verildiği, İstanbul İdare Mahkemesince iptal edilen idari işlemdeki iptal nedeninin, doğrudan idarenin tazminat sorumluluğuna yol açacak derecede ağır ve önemli bir hukuki yanlışlık ve aykırılıktan kaynaklanmadığı, idarenin tazmin sorumluluğunu doğuracak nitelikte bir hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilerek, dava reddedilmiştir. İtiraz üzerine, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 2/4/2012 tarihli ve E.2013/3733, K.2013/4582 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Mahkemenin 18/9/2013 tarihli ve E.2013/13390, K.2013/11851 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 1/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 4/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir: “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7564 | Başvurucu, sınır dışı edilmesine ilişkin idari işleme karşı açtığı dava sonucunda, söz konusu işlemin iptal edilmesi üzerine uğradığı zararın giderilmesi amacıyla 4/4/2012 tarihinde İstanbul 5. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedildiğini, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunu belirterek, Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının, Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ve idarenin tazminat sorumluluğuna ilişkin Anayasa’nın 125. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. | 0 |
Başvuru, hükümözlü olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi ile ailesiyle yaptığı telefon görüşmelerinin ve kapalı görüşlerin kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, (Kapatılan) Bingöl M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümözlü olarak bulunmaktayken kendisine gelen veya kendisi tarafından gönderilen mektupların UYAP sistemine kaydedilmesi ile ailesiyle yaptığı telefon görüşmelerinin ve kapalı görüşlerin kaydedilmesi şeklindeki uygulamanın hukuka aykırılığı iddiasıyla İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığına (İdare ve Gözlem Kurulu) başvurmuştur. İdare ve Gözlem Kurulu tarafından kaydedilen verilerin imhası ile ilgili işlem yapılmadığını belirten başvurucu, özel hayata saygı hakkı kapsamında mektup ve telefon kayıtlarının arşivlenmemesi ve kayıt altına alınan verilerin silinmesi talebiyle 27/12/2019 tarihinde Bingöl İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvuruda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 6/1/2020 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; hükümlü ve tutuklulara yönelik Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün 10/10/2016 ve 28/12/2017 tarihli Genelge niteliğinde yazılarının bulunduğu belirtilmiş, ayrıca ilgili Kanun ve Tüzük maddeleri ile Anayasa Mahkemesinin 2017/24776 başvuru No.lu ve 24/5/2018 tarihli kararı gereğince Ceza İnfaz Kurumu işleminin usul ve yasaya uygun olduğuna işaret edilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı 13/1/2020 tarihli dilekçesi ile Bingöl Ağır Ceza Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) itirazda bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi, anılan kararda herhangi bir isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle 17/1/2020 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 22/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 27/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru tarihinden sonra 17/6/2021 tarihli 7328 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkralarına cümleler ve beşinci fıkra eklenmiştir. Anılan değişiklikle hükümlülerin mektuplarının kaydedilme şartları, muhafazası ve imhasına ilişkin kurallar belirlenmiştir. Buna göre kayıt işlemi, terör suçları ve örgüt kapsamında işlenen suçlar ile hükümlünün kurum güvenliği açısından tehlike arz etmesi hâliyle sınırlanmıştır. Kayıtların kural olarak hiçbir kişi ve kurumla paylaşılamayacağı, soruşturma ya da kovuşturmaya konu edilmemişse azami bir yıl süreyle saklanacağı belirtilmiş, imha süreci Cumhuriyet savcısının denetimine tabi tutulmuştur. Söz konusu kanun değişikliğinin ardından Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 19/1/2021 tarihli yazısı ile yeni düzenlemenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir. Bunun yanında Bakanlık görüşünde; Genel Müdürlüğün "Mektup ve Faksların UYAP Sistemine Kaydedilmesi ve Silinmesi" başlıklı ve 4/8/2021 tarihli genel yazısı kapsamında otomatik olarak silme işlemi yapıldığı belirtilmiştir. Öte yandan Genel Müdürlüğün 1/6/2023 tarihli yazısında da UYAP sisteminde kayıt altına alınmış ancak herhangi bir soruşturma veya kovuşturmaya konu edilmemiş ve kayıt üzerinden bir yıl geçmiş olan mektup, faks ve telgrafların suç grubu ve infaz durumuna bakılmaksızın Bilgi İşlem Genel Müdürlüğü tarafından 29/3/2022 tarihinde silindiği bildirilmiştir. Bakanlık görüşünde bu kapsamda hâlihazırda UYAP kayıtlarında başvurana ait gelen/giden bir mektubun bulunmadığı ifade edilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4438 | Başvuru, hükümözlü olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi ile ailesiyle yaptığı telefon görüşmelerinin ve kapalı görüşlerin kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında gerekçeli karar hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç 1982 doğumlu olan başvurucu, 1998 yılından itibaren ASELSAN Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş.de (Kurum) çalışmaya başlamış, 28/3/2017 tarihinde elektronik teknikeri pozisyonunda görev yapmakta iken başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucuya gönderilen fesih bildiriminde darbe teşebbüsü sonrasında yaşanan gelişmeler çerçevesinde ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alındığı, bu doğrultuda soruşturmanın devam ettiği, bu durum karşısında ASELSAN çalışma ilkelerine ve çalışma düzenine aykırı olacak şekilde güven temelinin çöktüğü belirtilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Kurum aleyhine 21/4/2017 tarihinde dava açmıştır. Ankara İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, fesih sebebinin açık ve kesin bir biçimde bildirilmediğini ileri sürmüştür. 1998 yılından itibaren Kurumda çalıştığını, düzenli şekilde güvenlik soruşturmasından geçtiğini belirten başvurucu; her ne kadar hakkında gözaltı tedbiri uygulanmış ise de yeterli şüphe bulunmadığı gerekçesiyle tahliye edildiğini, hakkındaki iddia ve isnatların asılsız olduğunu, bu kapsamda feshin geçerli yahut haklı nedene dayanmadığını belirterek davanın kabulü ile işe iadesini talep etmiştir. Davalı Kurum cevap dilekçesinde feshin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkeme 12/10/2017 tarihli kararı ile dosyasının esas hakkında değerlendirme yapılmaksızın Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (Komisyon) gönderilmesine karar vermiş ancak Komisyon, inceleme yetkisinin kendisinde olmadığını belirterek dosyayı Mahkemeye iade etmiştir. Dosyanın kendisine geldiği Mahkeme 22/3/2018 tarihli ek kararı ile işin esasını inceleyerek davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Davacının UYAP bilişim sistemine kayıtlı dosyaları sorgulanmış olup halen Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/346 Esas sayılı dosyasından hakkında yargılamanın devam ettiği görülmüştür.Davalının sermaye yapısının dikkate alındığında kamuya ait hisseler içerdiği ve kamunun iştirak ve ortaklığı bulunan ve stratejik öneme haiz, ülke güvenliğini ilgilendiren alanlarda faaliyet gösteren bir kuruluş olduğu, davacının görevi de gözetildiğinde davalı işverenliğin şüphe altındaki işçi ile iş akdini devam ettirmesinin kendisinden beklenemeyeceği 673 sayılı KHK Maddesi hükümleri de nazara alındığında davalı işveren tarafından yapılan feshin şüphe feshi niteliğinde olduğu vegeçerli nedene dayandığı kabul edilerek davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar ederek yıllardır çalışmakta olduğu Kurumda güven ilişkisini zedeleyecek bir davranışının olmadığını, bu kapsamda kararın usul ve esas açısından kanuna aykırı olduğunu belirterek davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. İşveren Kurum cevap dilekçesinde, iş sözleşmesinin feshi için yeterli şüphe ve somut dayanakların mevcut olduğunu, başvurucunun örgüt bağlantısından dolayı sadece gözaltına alınması dahi yeterli iken ayrıca iddianame düzenlenerek ceza davası açıldığını, bu durumun objektif bir şüpheye neden olduğunu, ASELSAN'ın kritik bir kurum olduğu da dikkate alındığında bu şartlar altında bir işçinin çalıştırılmasının mümkün olmadığını beyan etmiş; bu durumun başvurucunun iş performansından bağımsız bir durum olduğunu belirterek istinaf talebinin reddi gerektiğini ileri sürmüştür. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 20/11/2018 tarihli kararı ile istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... davacı hakkında terör örgütüne üyelikten Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2017/346 Esas sayılı dosyasında açılmış dava olduğu ve davanın halen derdest olduğu, davacının bu gerekçe ile iş sözleşmesinin feshedildiği görülmektedir. Bu durum karşısında, güven ilişkisinin sarsılması nedeniyle davacının iş akdinin geçerli nedenle feshedildiğine dair mahkeme kabulünün olaya ve yasaya uygun olduğu anlaşılmıştır.Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, vakıa mahkemesi hakiminin objektif, mantıksal ve hayatın olağan akışına uygun, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi uyarınca istinaf sebepleriyle sınırlı olarak ve resen kamu düzeni yönünden yapılan inceleme sonucu, ilk derece mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı kanaatine varılarak, davacının istinaf başvurusunun esas yönünden reddine dair hüküm kurmak gerekmiştir. " Temyiz yolu kapalı olarak verilen karar aynı tarihte kesinleşmiştir.B. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başsavcılık, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma iddiası ile başvurucu hakkında soruşturma başlatmış, 9/3/2017-22/3/2017 tarihleri arasında, 14 gün boyunca gözaltı tedbiri uygulamıştır. 19/9/2017 tarihli iddianame ile Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde dava açılmış, Ceza Mahkemesi 3/10/2019 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçtan mahkûmiyetine hükmetmiştir. Dosya istinaf incelemesinde derdesttir. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14862 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında gerekçeli karar hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kesin olarak verilen kararın maddi hata gerekçesiyle ortadan kaldırılmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun 26/8/2015 tarihli ve 2015/14354 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/14352 numaralı başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/14352 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Orta Anadolu İhracatçı Birlikleri Genel Sekreterliği (Birlik)Yönetim Kurulu Başkanlarının 15/12/2009 tarihli toplantısında tasarruf tedbirleri kapsamında fazladan istihdam edilen personelin iş akdinin feshedilmesine karar vermiştir. Başvurucuya ait iş yerinde idari memur olarak çalışmakta olan A.Y. ile şube müdürü sıfatıyla çalışmakta olan S.Y.nin iş akitleri alınan bu karar uyarınca 29/11/2010 tarihinde feshedilmiştir. A.Y. ve S.Y., tasarruf tedbirleri gerekçesiyle iş akitleri feshedilmişse de başkaca tasarruf tedbirleri uygulanmadan feshe karar verilemeyeceğini ve uygulanan kriterlerin keyfî olduğunu ileri sürerek feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle 23/12/2010 tarihinde dava açmışlardır. Ankara İş Mahkemesi (Mahkeme) 21/2/2012 tarihli kararlarıyla kanunda üç yıllık bir geçiş süresi öngörülmesine rağmen davacıların hizmetine hangi nedenle ihtiyaç kalmadığının somut olarak ortaya konulmaması nedeniyle feshin geçersizliğine ve işe iadeye karar vermiştir. Hükümlerin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 10/9/2012 tarihli kararlarında iş akitlerinin feshine neden olarak gösterilen personel giderinin Birlik gelirlerinin %40'ını aşıp aşmadığı hususunun bilirkişi vasıtasıyla tespitinden sonra bir değerlendirme yapılması gerektiğine işaret ederek ilk derece mahkemesi kararlarını bozmuştur. Mahkeme bozma kararlarına uyarak yapmış olduğu yargılamalar sonunda verdiği 6/6/2013 tarihli kararlarında personel giderinin Birlik gelirlerinin %40'ını aşmadığı ve sözleşmenin feshinden önce benzer bir tasarruf tedbiri uygulanmadığı gerekçesiyle davaların kabulüyle davacıların işe iadesine hükmetmiştir. Anılan hükümler başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Daire 27/12/2103 tarihinde ek nisbi ödemeler gelirler arasında sayılamayacağından personel giderlerinin bilirkişi raporunun aksine Birlik gelirlerinin %40'ını aştığı gerekçesiyle davacıların işe iadesine ilişkin kararların bozularak ortadan kaldırılmasına ve davaların reddine kesin olarak karar vermiştir. Davacılar A.Y. ve S.Y.nin vekili maddi hatanın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur. Daire 23/9/2014 tarihinde "maddi hataya dayandığı ileri sürülen hususun hukuki takdire ilişkin olduğu'' gerekçesiyle maddi hata taleplerine ilişkin dilekçelerin reddine karar vermiştir. Davacılar vekili 30/3/2015 tarihinde ikinci kez maddi hatanın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur. Daire 10/6/2015 tarihli kararlarıyla ek nisbi ödemelerin tebliğ ve yönetmeliklerin aksine kanunda gelirler arasında sayıldığını ve normlar hiyerarşisine göre kanun hükümlerinin öncelikli olup bu ödemeler dikkate alınmaksızın personel ödemelerinin gelirin %40'ını aştığı şeklindeki önceki kabulde maddi hata bulunduğunu belirterek, 27/12/2013 tarihli bozma kararlarını ortadan kaldırmış ve ilk derece mahkemesi kararlarını onamıştır. Davacıların işe iade taleplerinde bulunması üzerine nihai kararlardan haberdar olan başvurucu, 26/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 18/6/2009 tarihli ve 5910 sayılı Türkiye İhracatçılar Meclisi ile İhracatçı Birliklerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "b)Birlik: İhracatçıları örgütlendirmek suretiyle ihracatı artırmak ve dış ticaretin ülke menfaatine uygun olarak gelişmesini sağlamak üzere, özel bütçeye sahip ve tüzel kişiliği haiz olarak kurulan ihracatçı birliğini, (...)ç)Müsteşarlık: Dış Ticaret Müsteşarlığını,d)TİM: Birliklerin koordinasyonunu sağlamak, ihracatçıların sorunlarının çözümüne yönelik çalışmalarda bulunmak, dış ticaretin ülke menfaatine uygun olarak gelişmesine yardımcı olacak çalışmalar yapmak ve ihracatçıları en üst düzeyde temsil etmek üzere, ihracatçı birliklerinin üst kuruluşu olan özel bütçeye sahip ve tüzel kişiliği haiz Türkiye İhracatçılar Meclisini,ifade eder." 5910 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''(3) Birliklerin görevleri şunlardır:a) Dış ticarete ilişkin konularda çalışmalar yapmak, bu kapsamda; kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör kuruluşları ve ulusal ve uluslararası kuruluşlar nezdinde üyelerinin menfaatlerini ülke çıkarları çerçevesinde koruyucu ve geliştirici çalışmalar yapmak.b) İhracatçılar arasında mesleki ahlâk ve dayanışmayı sağlamak.c) TİM’in görüşünü ve Müsteşarlık onayını almak kaydıyla sektörü ile ilgili mevcut eğitim ve öğretim kurumlarına yardımda bulunmak, yenilerinin kurulmasına öncülük etmek ve katkıda bulunmak.ç) TİM’in görüşünü ve Müsteşarlık onayını almak kaydıyla; amaç ve görevlerini gerçekleştirmeye yönelik vakıf kurmak veya kurulmuş olanlara iştirak etmek, bütçe imkânları çerçevesinde gerektiğinde mal ve hizmet almak, yaptırmak, satmak, kiralamak, rehin ve ipotek işlemleri tesis etmek ve kaldırmak, gerektiğinde iştigal sahası ile ilgili ortak hizmet verecek şirket, dernek, tesis ve işletmeler kurmak, kurulmuş olanlara iştirak etmek, laboratuvar, test, muayene ve belgelendirme konularında üyelerini desteklemek, fuar, sergi ve tanıtım faaliyetlerini düzenlemek, düzenlenecek fuar ve sergilere iştirak etmek ve tanıtım faaliyetlerinde bulunmak.d) TİM tarafından verilecek dış ticarete ilişkin diğer görevleri yapmak.'' 5910 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''(2)TİM ve birliklerde istihdam edilenler, bu Kanun ve bu Kanuna dayanılarak çıkarılacak yönetmelik hükümleri ile 4857 sayılı İş Kanunu ve İnsan Kaynakları Yönetmeliği hükümlerine tabidir.'' 5910 sayılı Kanun’ungeçici maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: ''Personel giderleri gelirlerinin yüzde 40’ını aşan birliklerin genel sekreterlikleri, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç yıl içerisinde, personel giderlerini bu seviyeye getirmekle yükümlüdür.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14352 | Başvuru, kesin olarak verilen kararın maddi hata gerekçesiyle ortadan kaldırılmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, haksız olarak tutuklanılması, tutuklamanın azami ve makul süreyi aşması ve tahliye taleplerinin gerekçesiz olarak reddedilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, davanın çözümünde etkili olacak tanıkların sorgulanamaması ve delillerin değerlendirilmesinde hataya düşülmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine Van Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 22/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 23/02/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 10/3/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, yürütülen adli soruşturma kapsamında Van 2 No.lu Devlet Güvenik Mahkemesi yedek üyeliğince 22/10/2003 tarihinde PKK terör örgütünde üst düzey yönetici olmak suçundan gıyabi tutuklama müzekkeresi çıkarılmıştır. 17/8/2006 tarihli teslim ve tesellüm belgesine göre sanık, İran İslam Cumhuriyeti yetkililerince yakalanarak Esendere Gümrük Kapısı’nda Türk makamlarına teslim edilmiştir. Muş İl Emniyet Müdürlüğünün 5/2/2007 tarihli yazısına ekli olarak başka dosyalarda kollukta beyanlarda bulunan kişilerin başvurucunun örgütte yönetici olduğuna dair ifadeleri soruşturma dosyasına gönderilmiştir. Başvurucu, Van Cumhuriyet Başsavcılığınca "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma ve terör örgütü yöneticiliği yapma suçlarından" yürütülen soruşturma kapsamında 17/8/2006 tarihinde gözaltına alınmış; 19/8/2006 tarihinde ise tutuklanmıştır. Van Cumhuriyet Başsavcılığının 30/4/2007 tarihli ve E.2007/308 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma ve silahlı terör örgütü kurma veya yönetme" suçlarından Van Ağır Ceza Mahkemesine (CMK madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. Mahkeme 3/8/2012 tarihli ve E.2007/300, K.2012/195 sayılı kararıyla başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak suçundan beraatine, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan 16 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına itiraz edip etmediği dosyadan anlaşılamamaktadır. Gerekçeli kararın ilgili bölümü şöyledir:"Muş Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünün 05/02/2007 tarihli yazısına ekli raporda sanıkla ilgili bilgi ve belgeler ile sanıkla ilgili beyanlarda bulunan kişilerin beyanları dosyaya gönderilmiştir.Sanıkla ilgili bu bu bilgi ve beyanlar aşağıda sıra numarası altında belirtilmiştir.1- Muş Valiliği Olağanüstü Hal Bürosunun 28/04/1995 tarih ve 198 sayılı yazıları ekinde gönderilen, Hakkari İl Jandarma Komutanlığının 25/03/1996 tarih ve 2019 sayılı yazıları ile bildirilen, Kuzey Irak'ta ele geçirilen dokümanlarda VEDAT-İHSAN-VARTO (K) Egemen AKTAŞ olarak 8 sayfa dokümanda ismi geçmektedir.Bu belgelerden "öz geçmiş raporumdur" isimli belgede sanığın öz geçmiş bilgileri bulunmaktadır.Sanığın örgüt içinde dedi kodu yapma eylemi nedeni ile yargılandığını gösteren belgelerdesanığın "mücadele bağlı, kararlarında net, siyasi olarak gelişkin, 93 de gever, 92 de Başkale pratiğinde kalmış, pratikte manga komutanlığı görevlerini yapmış" şeklinde bilgiler yer almıştır.(...)Tanık F. G. Gemlik Asliye Ceza Mahkemesine verdiği 14/12/2007 tarihli ifadesinde " sanık benim dayımın oğlu olur. Kendisi ile 15 yıldır görüşmüyorum. Ben lise 2 nci sınıfa gittiğim yıllarda PKK terör örgütü sempatizanı olmak suçundan Muş ili Varto ilçesinde bir grup Arkadaşım ile yakalandım ve yaklaşık 2 hafta süre tutuklu olarak kaldım yargılandım ve Beraat ettim. Ben 1994 yılında da verdiğim ifadem de belirttiğim üzere sanığın en son olarak İstanbul ilinde okumakta olduğunu duymuştum. Daha sonra terör örgütüne katıldığını duydum. İddianamede okunan ve sanığın üzerine atılı eylemleri gerçekleştirip gerçekleştirmediğini konusunda bilgim ve görgüm yoktur. Kendisinin PKK'nın hangi kademesinde yönetici olduğuna dair bilgim yoktur."şeklinde beyanda bulunmuştur.(...)Tanık B. Muş Ağır Ceza Mahkemesine verdiği ifadesinde, " Ben [E]gemen Aktaş'ı Muş E Tipi Kapalı ceza evinde kalır iken tanıdım. Ben fotoğrafı gördüm. Fotoğraftaki kişi Egemen Aktaş'dır.10-15 gün kadar bir arkadaşlığım oldu. Hakkındaki suçlamaya dair bir bilgim yoktur. Kendisi terör örgütünden yakınıyordu. O kadar hizmet ettim. Beni Ajan ilan ettiler derdi. Ben onun anlattığı kadar şeyler biliyorum" şeklinde beyanda bulunmuştur.(...)Sanık mahkemedeki savunmasında terör örgütü üyesi olduğunu kabul etmeyerek İran'da makine ticareti yaptığını savunmuştur. Dinlenen tanık ifadeleri ve sanığın babasının beyanları dikkate alındığın savunmasının gerçeği yansıtmadığı açıktır. Sanığın mahkemede yargılaması sürmekte iken terör örgütü yanlısı yayın yapan İnternet sitelerinde sanık Vedat (K) Egemen Aktaş'ın ajan olduğuna dair haberler yapılmıştır. Dosyada bulunan dokümanlara ve yukarıda ifadeleri belirtilen tanıkların ifadelerinden sanığın 1991 yılında Terör örgütüne katıldığı, Vedat Varto (K) adını kullandığı, takım ve bölük komutanlığı görevlerinde bulunduğu, bir dönem Amed Eyalet koordinatörü görevini yaptığı, telsiz kodunun Andok olduğu, terör örgütünün kongresi sonrası merkez komitede yer aldığı, İran'da terör örgütü adına faaliyet göstermekte iken yakalandığı ve Türkiye'ye 18/07/2006 tarihinde teslim edildiği anlaşıldığından sanığın terör örgütünde faaliyet gösterdiği dönemde Amed Eyalet koordinatörlüğü görevi ve merkez komitede yer alması nedeni ile sanığın silahı terör örgütü içinde yönetici seviyesinde faaliyet gösterdiği kanaatine varılarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 314 üncü Maddesinin1 inci fıkrasına göre cezalandırılmasına karar verilmiş, sanığın eylemi terör suçu sayılarak 3713 sayılı kanunun 5 inci maddesine göre cezası 1/2 oranında artırılmıştır." Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 6/9/2013 tarihli ve E.2013/9602, K.2013/10852 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama kararına istinaden düzenlenen 2/1/2014 tarihli müddetname başvurucuya 20/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2404 | Başvuru, haksız olarak tutuklanılması, tutuklamanın azami ve makul süreyi aşması ve tahliye taleplerinin gerekçesiz olarak reddedilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, davanın çözümünde etkili olacak tanıkların sorgulanamaması ve delillerin değerlendirilmesinde hataya düşülmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanan başvurucu hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen ihlal kararının gereğinin yerine getirilmemesi nedeniyle bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun devlet hâkimiyetindeki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemlerde bulunma suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında iddianame düzenlemiştir. İstanbul 1 No.lu DGM yargılama sonucunda başvurucunun anılan suçtan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi kararı onamış ve mahkûmiyet kararı 11/2/2002 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, DGM huzurundaki yargılamanın önemli bir kısmına askerî hâkimlerin katılması nedeniyle davanın tarafsız ve bağımsız bir mahkeme tarafından yürütülmediğini ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuştur. AİHM Baştımar ve diğerleri/Türkiye (B. No: 27709/02, 3/4/2007) kararında aralarında bir askerî hâkimin bulunduğu üç hâkimden oluşan heyetin yargılama sürecinde davaya ilişkin temel usul işlemlerini yaptığını, kanunda yapılan değişiklik ile askerî hâkimin sivil hâkimle değiştirilmesine rağmen temel usul işlemlerinin yeni heyet tarafından tekrarlanmadığını tespit etmiştir. AİHM, bu nedenle başvurucunun bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvurucu, ihlal kararına dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga maddesi ile yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) başvurmuştur. Mahkeme AİHM'e 5/6/2002 tarihinde başvuru yapıldığını tespit ederek 4/2/2003 tarihinden önce yapılan başvurularda ihlal kararı verilmesinin yargılamanın yenilenmesi nedenlerinden sayılamayacağı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Başvurucu vekili 11/7/2013 tarihli dilekçesi ile 11/4/2013 tarihli 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile 5271 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddede yer alan "...Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararlarından, 2012 tarihi itibarıyla Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde denetlenmekte bulunanlar bakımından bu Kanunun 311 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü uygulanmaz. Bu durumda olanlar, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunabilirler.” hükmüne istinaden yargılamanın yeniden yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme, talebi kabul etmiştir. Yargılamanın yenilenmesi sürecinde Mahkeme, duruşma açarak başvurucunun savunmasını tespit etmiş; tanıkların beyanlarını almıştır. Yargılamanın yenilenmesi sonucunda Mahkeme; önceki hükmün tasdik edilmesine, başvurucunun müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu 15/6/2017 tarihli dilekçe ile Duruşma Tutanağı'nın tebliğ edilmesini talep etmiştir. Son Duruşma Tutanağı başvurucuya 16/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/7/2017 tarihli dilekçeyle gerekçeli kararın kendisine tebliğ edilmesini istemiş, gerekçeli karar 8/8/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bu tarih öncesinde ve sonrasında başvurucunun dosyaya sunduğu kanun yoluna başvuru dilekçesine rastlanmamıştır. Resen temyiz incelemesine tabi olan karar, kanun yolu incelemesinden geçerek 29/6/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 4/3/2021 tarihinde öğrendikten sonra 15/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 17/11/2021 tarihinde başvurucuya eksiklik bildirim yazısı tebliğ etmiştir. Eksiklik bildirim yazısında; başvuruda yargısal süreçleri farklı ihlal iddiaları olduğundan başvurunun sadece bir ihlal iddiasına özgülenerek yeni bir başvuru formu düzenlenmesi ve diğer ihlal iddialarına yönelik ayrı başvuru yapılması gerektiği bildirilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, ekinde yeni bir başvuru formu bulunan 2/12/2021 tarihli ek beyan dilekçesini Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Komisyon, adil yargılanma hakkı dışındaki şikâyetin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/17444 | Başvuru, Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanan başvurucu hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen ihlal kararının gereğinin yerine getirilmemesi nedeniyle bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 25/9/2008 tarihli iddianamesiyle kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 13/10/2010 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 22/11/2012 tarihli kararıyla bozulmuş; bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 22/4/2014 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. İtiraz üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 6/6/2014 tarihli kararıyla itiraz isteminin reddine karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13824 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, basın yoluyla hakaret edildiği iddiasıyla yapılan yargılama neticesinde mahkûmiyete karar verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/7/2014 tarihinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı 11/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesine görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Gazeteci olan başvurucu tarafından yazılan Yurt gazetesinin 16/10/2013 tarihli nüshasının sayfasında ve "www.yurtgazetesi.com" adlı İnternet sitesinde “AK Terfi dedikleri bu olmalı” başlığıyla bir yazı yayımlanmıştır. Anılan yazının içeriği şöyledir:"Yasadışı işleri nedeniyle, hakkındaki şikayetler ayyuka çıktığında, AKP’nin bir memuru görevden alması, terfi ettireceği anlamına geliyor! Faşizmi, İleri Demokrasi diye sunma sahtekârlığının doğal sonucu budur. İşkenceci ve tecavüzcü olduğu kanıtlanmış Polis S.S.A., görevden alınmış ama‘İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı’na terfi ettirilmişti! Gezi Direnişleri’nde, halka gestapovarî saldırgan tavırları nedeniyle şikayet edilen Polis Y., görevden alınıp Emniyet Müdür Yardımcılığı’na terfi ettirildi! Hrant Dink'in, öldürülmesinden altı ay önce ceza aldığı ‘Türklüğe Hakaret‘ davasında, Dink'in ceza almasını savunan H. E., Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı oldu. Dink'i savunan E. ise İstanbul'a sürüldü. Dink Suikasti‘nden sonra, Trabzon'dan Afyon'a atanan İstihbarat Şube Müdürü E. ve aynı olay nedeniyle açığa alınan İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü A.İ.G., bir üst rütbeye terfi ettirildi. Dink’e yönelik yapılacak ilk eylem bilgisine ulaşan ve Erhan Tuncel’i muhbir yapan E., Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı‘na atandı. Dink’in öldürülmesi sürecinde sorumluluğu olduğu gerekçesiyle kamuoyunda tartışılan görevliler arasında yer alan A.F.Y., Sınıf Emniyet Müdürü oldu. Böylece, A.F.Y.'in İl Emniyet Müdürlüğü ya da Daire Başkanlığı için önü açıldı. Dink'in katili Samast ile hatıra fotoğrafı çektiren Polis Y.K., Malatya Emniyet Müdür Yardımcılığı'na kadar yükseldi. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü, vali oldu; valisi ise, Bakan. Bu Eylül’de, Hrant’ın doğum günü ertesinde ise ‘doğum günü hediyesi‘ olarak, basına başka bir terfi haberi yansıdı: Erhan Tuncel’le yaptığı skandal telefon konuşmasında “Gebermişse gebermiş!” diyen Polis Şefi Z., Emniyet İstihbarat’ın yeni Daire Başkanı E.'in Özel Kalem Müdürlüğü’ne terfi etti…Deniz Feneri davasından, değişik cinayet olaylarına; ihale sahtekârlıklarından, AK Belediyeler’deki yolsuzluklara kadar örtülü işlere bulaşmış AK Yandaşların nerelere yükseldiklerini; onlarla uğraşan onurlu insanların ise başlarına ne belaların geldiğini listelemeye kalksak, kitaplara sığmaz. Gizlisi saklısı da yok, gazetelerde çıkıyor. Namuslu vekillerin, muhalif yazarların, hukuka bağlı avukatların bunları seslendirmekten dilleri kurudu.Başlarına gelen belalar da cabası! AKP, bildiğini okumaktan geri adım mı attı? Yolsuzluk, sahtekârlık, cinayet, işkence, katlima hizmet, dolandırıcılıktan yargılanmış da, ceza almış bir AK Yandaş var mı?Ama dedim ya; terfi edenleri, ödül alanları saymaya kalk, bitmez! İktidara kulsanız, böyle! Muhalifseniz, F Tipi’nde idare edeceksiniz…Hükümet olunca, işi kılıfına uydurmaktan kolay ne var? RTE “Torbala!” dedi mi, hangi konu olursa olsun torba yasa çıkıyor! Neyin suç olup olmadığını, işine geldiği gibi iktidar mı belirliyor, yoksa bunun hukuk ve uluslararası yasalarda belirlenmiş ölçüleri mi var? Artık bu soru anlamını yitirdi. Diktatöre göre; suç hükmü, onun iki dudağı arasında! Tüm dünyanın demokratik bulduğu muhalif gösterilere onun, “Marjinallerin terör suçu, cezalandırılması gerekir” demesi, muhalifler ve eylemleri hakkında darbe hesapları ya da marjinal ve terör hükmü vermesi; polis zulmü, zindan, cinayet için yeterli! Demokratik meslek örgütü yöneticilerinden, spor taraftar gruplarına; üniversite hocalarından çevrecilere; gazetecilerden sanatçılara kadar, anında soruşturma, yargılama başlıyor!AK Hacılar için sadakatin temel ölçüsü ecdat ve inanç; ecdadın izinde yürümek, inancın gereğini yerine getirmek… Buradaki ‘izinde yürümek’ sözü, arkasında yürümek anlamında değil. ‘Ona sadakat için onu geçmek’ anlamında! Sözgelimi: Abdülhamid on yasak mı getirmiş, bunlarınki en az on beş olmalı! AK Hacılar İktidarı ve emir kulu bürokratların ecdadı sollama çabaları bundan! Hesaplamadıkları şey; sollama hırsıyla tam gaz gittikleri yol: kendi duble zulüm yolları! Zemin; kan yamalı beton! Karşıdan gelene toslamak; attan, kum zemine düşmeye benzemeyecek. Hele ki, karşıdaki damperli çelik kasa çapulcu kamyonu ise!.. Zulüm; ne yaparsa yapsın, kalıcı değildir; eninde sonunda titreyip akıttığı kana düşer! Bu da, torba yasalara sığmayan tarihin insanlık yasasıdır ve yüzlerce değil, tektir!" Yazıda ismi geçen S.S.A., kendisine hakaret edildiği iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 28/11/2013 tarihli ve 2013/20151 numaralı iddianamesi ile İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 27/5/2014 tarihli ve E.2013/371, K.2014/174 sayılı kararıyla başvurucunun basın yoluyla hakaret suçunu işlediğinden bahisle 740 TLadli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucu 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğinden Mahkeme kararı kesin olarak açıklanmıştır. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Dava konusu yazı bir bütün olarak AİHM kararları ve Yargıtay içtihatları kapsamında incelendiğinde; Yazar yazısında AKP hükümetinin kamu kurumlarına yapılan atamaları eleştirirken hakkında herhangi bir kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunmamasına rağmen müşteki hakkında "İşkenceci ve tecavüzcü olduğu kanıtlanmış Polis S.S.A. ..." şeklinde olgusal mahiyette nitelendirme yapılarak Müşteki S.S.A.'nın tecavüz işkence suçlarını işleyen ve bu suçları işlediği mahkeme kararlarıyla kanıtlanmış bir kişi olarak gösterildiği ve müştekinin kamuoyu önünde ''suçlu'' olarak ilan edildiği anlaşılmıştır. Olgusal mahiyette ki bu nitelendirmenin varlığının kanıtlanması mümkündür. Kişilerin herhangi bir suçu işleyip işlemediğinin tespiti ancak adli sicil kayıtları ile mümkündür. Oysaki müştekinin adli sicil kaydında böyle bir suçlardan mahkumiyetine ilişkin bir kayıt yoktur. Bir kişinin bu suçlardan yargılanması onun bu işlediğine karine oluşturmaz. Böyle bir şeyin kabulü masumiyet karine aykırı bir durum oluşturur. Dolayısıyla yazarın bu nitelendirmesinin herhangi bir olgusal temele dayanmamaktadır.Yazarın yazısında kullanmış olduğu bu ifadenin tek amacının müştekiyi aşağılamak olduğu,müştekinin içsel değere ve kamuoyu nezdindeki şeref ve saygınlığına saldırıda bulunarak hukuka uygunluk ve eleştiri sınırının aşıldığı ve küçültücü değer yargısı içermesi nedeniyle sanığın üzerine yüklenen basın yoluyla alenen hakaret suçunu işlediği sanık savunması, şikayet dilekçesi, gazete örneği ve tüm dosya kapsamından anlaşılmaklasanığın hakaret suçundan eylemine uyan TCK'nun 125/1-2-4 maddesi uyarınca cezalandırılmasına dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Anılan karar, başvurucu vekiline27/5/2014 tarihinde tefhim edilmiş Başvurucu 26/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir....(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.” | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11299 | Başvuru, basın yoluyla hakaret edildiği iddiasıyla yapılan yargılama neticesinde mahkûmiyete karar verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; psikolojik taciz nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, şüpheliler hakkında hukuka aykırı şekilde meni muhakeme kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Akdeniz Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulunda (Yüksekokul) öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Yüksekokul bünyesinde görev yapan Ö., A.Y., S.K. ve A.T. ile Yüksekokulda öğrenci olan B.nin iş ve çalışma hürriyetini ihlal, özel hayatın gizliliğini ihlal, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, resmî belgede sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçlarını işledikleri iddiasıyla Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu, Başsavcılığa sunduğu dilekçesinde; kendisi hakkında keyfî şekilde disiplin soruşturmaları açıldığını, hukuka aykırı disiplin cezası işlemleri tesis edildiğini, bu suretle şüphelilerin görevlerini kötüye kullandıklarını ileri sürmüştür. Başvurucu, hakkında yürütülen idari soruşturmalarda görevlendirilen bazı şüpheliler tarafından sahte evrak düzenlendiğini, gizli şekilde fotoğraflarının çekildiğini ve kayıt altına alındığını, şüphelilerin kendisine karşı takındıkları olumsuz tutum nedeniyle iftira niteliğindeki isnatlarla karşı karşıya kaldığını ve şüphelilerin bilinçli şekilde çalışma hürriyetini engellediklerini belirterek cezalandırılmalarını talep etmiştir. Başsavcılığın 27/12/2012 tarihli kararıyla görevsizlik kararı verilerek dosya Akdeniz Üniversitesine (Üniversite) gönderilmiştir. Üniversite tarafından şüpheliler hakkında 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi gereğince ceza soruşturması başlatılmıştır. Üniversite Ceza Kurulunun 23/1/2015 tarihli kararıyla soruşturma konusu suçların işlendiği iddiasını destekleyen somut bilgi ve belgeler bulunmaması nedeniyle şüpheliler hakkında meni muhakeme kararı verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan karara karşı yapılan itiraz Danıştay Birinci Dairesi tarafından incelenmiştir. Dairenin 29/4/2015 tarihli kararıyla, dosyadaki delil durumunun şüphelilerden Ö., A.Y., S.K. ve A.T. hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek nitelikte olmadığı gerekçesiyle bu kişiler yönünden itirazın reddine ve meni muhakeme kararının onanmasına karar verilmiştir. Şüpheli B. yönünden yapılan incelemede ise Üniversite personeli olmayan bu kişi hakkında 2547 sayılı Kanun kapsamında ceza soruşturması yapılamayacağı belirterek genel hükümlere göre işlem yapılması için dosyanın Başsavcılığa gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 12/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2547 sayılı Kanun’un "Genel esaslar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: ".. c. (Değişik: 14/4/1982 - 2653/3 md.) Ceza soruşturması usulü: Yükseköğretim üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu ve sözleşmeli öğretim elemanlarının ve bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlarının görevleri dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçlar hakkında aşağıdaki hükümler uygulanır: ... (2) Son soruşturmanın açılıp açılmamasına;... c) Üniversite, fakülte, enstitü ve yüksekokul yönetim kurulu üyeleri, fakülte dekanları ve dekan yardımcıları, enstitü ve yüksekokul müdürleri ve yardımcıları ile üniversite genel sekreterleri hakkında, rektörün başkanlığında rektörce görevlendirilen rektör yardımcılarından oluşacak üç kişilik kurul, d) Öğretim elemanları, fakülte, enstitü ve yüksekokul sekreterleri hakkında üniversite yönetim kurulu üyeleri arasından oluşturulacak üç kişilik kurul, e) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlar hakkında, mahal itibariyle yetkili il idare kurulu, Karar verir. ... (3) Son soruşturmanın açılıp açılmamasına karar verecek kurullar üye tamsayısı ile toplanır. Kurullara ilk soruşturmayı yapmış olan üyeler ile haklarında karar verilecek üyeler katılamazlar. ... (4) Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyeleri hakkında Danıştayın 2 nci Dairesinde verilen lüzum-u muhakeme kararına itiraz ile men-i muhakeme kararlarının kendiliğinden incelenmesi Danıştayın İdari İşler Kuruluna aittir. Diğer kurullarca verilen lüzum-u muhakeme kararına ilgililerce yapılacak itiraz ile men-i muhakeme kararları kendiliğinden Danıştay 2 nci Dairesince incelenerek karara bağlanır. Lüzum-u muhakemesi kesinleşen Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyelerinin yargılanması Yargıtay ilgili ceza dairesine, temyiz incelemesi Ceza Genel Kuruluna, diğer görevlilerin yargılanmaları suçun işlendiği yer adliye mahkemelerine aittir..." | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4770 | Başvuru, psikolojik taciz nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, şüpheliler hakkında hukuka aykırı şekilde meni muhakeme kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Adli yargı hâkim adayı olarak görev yaparken kamu görevinden çıkarılan başvurucunun baro levhasına yazılma talebi Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulu tarafından kabul edilmiştir. Adalet Bakanlığının TBB kararının iptali amacıyla açtığı davanın kabulü ile anılan işlemin iptaline karar verilmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 20/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 13/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonu tarafından 8/6/2021 tarihinde eğitim hakkının, suçta ve cezada kanunilik ilkesinin, eşitlik ilkesinin, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ve çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarının kabul edilemez olduğuna, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu vekili 27/10/2021 tarihli dilekçeyle; başvurucunun İzmir Barosuna başvurusu sonucunda baro kaydının gerçekleştirildiğini, bu sebeple başvurunun konusuz kaldığını, gereğinin yapılmasını talep ettiğini bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16702 | Başvuru, baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ilaçların dağıtımına ilişkin yapılan düzenlemeler nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Kronik böbrek yetmezliği rahatsızlığı bulunan başvurucu, Bursa'da yaşamakta ve bu rahatsızlığından dolayı düzenli şekilde ilaç kullanmaktadır. Bazı ilaçların eczanelerden dönüşümlü olarak dağıtımına ilişkin birtakım düzenlemeler içeren ve 1/2/2009 tarihinde yürürlüğe giren bir protokol Türk Eczacıları Birliği ile Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK/Kurum) arasında imzalanmıştır. Söz konusu protokolde; taraflar arasında imzalanan, 23/6/2009 yürürlük tarihli ek protokol ile değişiklikler yapılmıştır. Değişiklikle birlikte protokolün maddesinde şu düzenlemelere yer verilmiştir:"Aşağıda belirtilen reçeteler Türk Eczacıları Birliği ve Kurum tarafından belirlenen usule göre eczanelerden dönüşümlü karşılanacak ve ilgili Bölge Eczacı Odasınca onaylanacaktır: ...c- Eritropoitein ve darbepoetin preparatlarını ihtiva eden reçeteler,d- Diyaliz solüsyonlarını ihtiva eden reçeteler,...Usule ilişkin olarak aşağıdaki hususlara riayet edilecektir:1- Sisteme katılmak isteyen eczaneler arasındaki sıralama kura ile belirlenecektir. Yeni protokol imzalayan eczaneler listenin sonuna müracaat sırasıyla eklenecektir.2- Reçetelerin dağıtım limiti illerin özelliklerine göre ilgili Eczacı Odası tarafından belirlenecek olup limit aşımı yapılmayacaktır.3- Sistemin işleyişine ilişkin diğer düzenlemeler ilgili Eczacı Odası tarafından yapılacaktır...." Söz konusu protokol kapsamında başvurucunun da kullandığı ilaçları içeren reçetelerin anlaşmalı eczanelerden dönüşümlü, sıralı ve eşit şekilde temin edilmesini öngören uygulama yürürlüğe girmiştir. Bursa SGK İl Müdürlüğünün 1/10/2010 tarihli yazısında, bu kapsamdaki reçetelerin Bursa Eczacılar Odasının kaşesi ve genel sekreterin imzasıyla onaylanacağı, numaralı ve beyaz renkli bandrol yapıştırılarak bilgisayar ortamına kaydedileceği ve böylece adaletin sağlanacağı ifade edilmiştir. Başvurucu, söz konusu uygulamaya dayanak olan protokolde yer alan diyaliz ilaçlarına ilişkin kısımların iptal edilmesi talebiyle Bursa İdare Mahkemesinde dava açmıştır. 1/2/2012 tarihli dava dilekçesinde başvurucu; anılan protokol yürürlüğe girmeden önce diyaliz ilaçlarını başvurduğu eczaneden doğrudan ve zahmetsiz şekilde temin edebildiğini, protokolün yürürlüğe girmesiyle birlikte Bursa Eczacılar Odasına gitmek zorunda kaldığını, ilaca zahmetsiz ulaşabilme imkânının ortadan kaldırıldığını iddia etmiştir. Başvurucu, hukuka aykırı olduğunu belirttiği bu uygulama nedeniyle devletin insanların hayatını, beden ve ruh sağlığını koruma yükümlülüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Bursa İdare Mahkemesinin 29/2/2012 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; anılan protokolün yürürlüğe girmesiyle birlikte bazı ilaçların edinilmesinin sisteme dâhil eczanelerden sırayla yapılacağının öngörüldüğü hatırlatılmış ve özellikle haftada üç dört kez diyaliz tedavisi gören hastaların uygulamadan olumsuz etkileneceği zira ilaçların temini için öncelikle sıranın hangi eczanede olduğunun ilgili eczacılar odasından sorulmasının gerekeceği, odanın yönlendirmesi ile gidilen eczaneden ilacın alınması sonrasında reçetenin tekrar eczacılar odasına onaylatılmasının gerekli olduğu, bu durumun büyük şehirlerde hastaların tedavisinde gecikmelere neden olabileceği ifade edilmiştir. Büyük harcamalar yapılmasını gerektiren bazı ilaçların sıralı dağıtıma tabi tutulma nedeninin denetim yetersizliğinin yol açtığı yolsuzluğun önlenmesi olarak gösterildiği ancak denetim yetersizliğinin hasta haklarını ortadan kaldırmayacağı vurgulanmıştır. Neticede anılan uygulamanın kimi hastaların ilaçlara ulaşımını, dolayısıyla tedavilerinin zamanında yapılmasını engellediği ve dava konusu işlemde hukuka uygunluk görülmediği sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu karar, davalı Bursa Eczacılar Odası tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde; Bursa'da sekiz yüz civarında eczane bulunmasına rağmen önceki uygulamada diyaliz ilaçlarının yüzde sekseninin iki eczane tarafından karşılandığı, iddia edildiğinin aksine sıralı dağıtıma ilişkin uygulamanın hastaların ilaca erişimini kolaylaştırdığı ve dava açılmasının nedeninin ilaca ulaşımın zorlaşmasından kaynaklanmadığı iddia edilmiştir. Dilekçede; sıralı dağıtımın yapılmadığı dönemlerde reçete edilen ilaç sayısında büyük artışların olduğu, sıralı dağıtımda ise bu sayının düştüğü, bu duruma ilişkin olarak SGK müfettişince tespitlerde bulunulduğu ileri sürülmüştür. Söz konusu davanın menfaat ilişkisi kapsamında açıldığı, sıralı dağıtım sistemiyle kişilerdeki inisiyatifin alındığı ve kurumsal bir uygulamaya geçildiği, bu durumun hastalar açısından yaşamsal derecede önem arz ettiği, kamunun tasarruf ettiği, tedarikte kolaylığın sağlandığı, uygulamanın hizmet gereklerine ve kamu yararına uygun olduğu yönünde savunmada bulunulmuştur. Bursa İdare Mahkemesinin anılan kararı Danıştay Onbeşinci Dairesinin 19/3/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi ise Dairenin 9/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu süreçte Türk Eczacıları Birliği ile SGK arasında eczanelerden ilaç temin edilmesine ilişkin yeni bir protokol imzalanmıştır. 1/2/2012 tarihinde yürürlüğe giren Sosyal Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacıları Birliği Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol'ün ilgili kısmı şöyledir:"... Protokol ekinde (EK-4) belirtilen reçeteler Türk Eczacıları Birliği sorumluluğunda ve ilgili Bölge Eczacı Odası koordinasyonunda eczanelerce eşit paylaşım esasına dayanarak karşılanır. Söz konusu reçeteler eczacı tarafından Bölge Eczacı Odasına onaylatıldıktan sonra Kuruma fatura edilecektir.Kurum sağlık yardımlarından faydalanan kişiler, bu madde kapsamındaki reçeteleri ile istedikleri eczaneye başvurabilirler. Bu madde hükmüyle ilgili düzenlemeler protokol ekinde (EK-4) belirtilmiştir. Gerek duyulan konularda TEB Merkez Heyeti hastayı mağdur etmeyecek ilave önlemler alır. TEB Merkez Heyeti bu maddenin uygulanmasını yasal düzenlemeler ve mahkeme kararlarına uygun olarak yapar.Sisteme ilişkin Kuruma iletilen öneri ve şikayetler Kurum tarafından yazılı olarak TEB'e iletilir. TEB tarafından yapılan iyileştirmeler de Kuruma yazılı olarak bildirilir. Bölge Eczacı Odaları tarafından hizmetin yürütümü için gerekli olan katkı payı, bu sistemin işleyişi için yapılan masrafları geçmeyecek şekilde TEB Merkez Heyeti tarafından belirlenir. Bölge Eczacı Odaları üçer aylık dönemlerde sistemin gelir ve giderlerini gösteren belgeleri TEB aracılığıyla Kuruma rapor eder.Kişilerin ilaca erişiminin, dağıtımı yapan eczacı odası tarafından aksatılması halinde bu sorun giderilinceye kadar aksaklığın olduğu bölgede Kurum bu madde hükmünü uygulamamaya yetkilidir..." Başvuruya konu reçetelerin karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri içeren ve SGK ile Türk Eczacıları Birliği arasında imzalanan 1/2/2012 tarihli Protokol'e EK-4'ün ilgili kısımları şöyledir:"Bu Protokol'ün (7) numaralı maddesi kapsamında yer alan reçeteler, Kurumla tip sözleşme imzalayan eczaneler tarafından aşağıda belirtilen esas ve usuller çerçevesinde karşılanacaktır: Eczacılar, Protokol'ün () numaralı maddesinde yer alan reçeteleri karşılarken, TEB Merkez Heyeti tarafından oluşturulan yazılım programında yer alan farklı grup uygulaması ve sıralama sistemi uyarınca işlem yapacaklardır. Sıralamaya girmek istemeyen eczacılar, Bölge Eczacı Odasına yazılı başvuruda bulunur. Bunun dışındaki eczacılar, kota üst limiti esasına göre kapsamdaki reçeteleri karşılar. Bu reçetelerde kota üst limiti, bölgesel kriterler göz önünde bulundurularak her grup için Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti tarafından belirlenir. Reçetelerin bölünememesi nedeniyle sıralama limitinin aşılması halinde limit üstü tutar, eczanenin bir sonraki sırasının kotasından düşülecektir. Sıralama, eczane isimlerinin o il/ilçedeki alfabetik dizilişi esas alınarak oluşturulur ve kura ile belirlenecek harften başlar. Sıralamanın oluşturulmasından sonra sisteme dahil olan eczacılar mevcut sıranın sonuna eklenir.... Sıralamaya dahil olup kotası dolmayan ve Kurumla sözleşmesi bulunan her eczacı bu kapsamdaki reçeteyi karşılar. Sıralamada yer alsın ya da almasın Kurumla sözleşmesi bulunan her eczacı, kapsamda yer alan reçetenin eczanesine gelmesi halinde reçete hakkında eczacı odasına/bürosuna veya eczacı odası temsilcisine bilgi vermekle yükümlüdür. Bu sisteme dahil olmayan veya sistemde yer almakla birlikte kotası dolan eczacı tarafından bildirilen reçete, eczacı odası veya temsilcisi tarafından sıradaki eczaneye iletilir. Sisteme dahil ve kotası dolmayan sıradaki eczacı, reçete muhteviyatını en kısa süre içerisinde hastaya veya hastaya ulaştırılmak üzere eczacı odasına/temsilcisine/bürosuna veya reçetenin geldiği eczaneye ulaştırılır. Eczacı, o an için eczanesinde mevcut olmayan reçete muhteviyatı ilacı bulabilmek için azami gayret gösterir. Ecza depolarından sorulan ve depolarda bulunmadığı faks veya yazılı olarak bildirilen ilacın yer aldığı reçete eczacı tarafından eczacı odasına/bürosuna veya temsilcisine bildirilir. Reçete muhteviyatı ilacın depolarda da bulunmadığı ve bu nedenle temin edilemediği hastaya/hasta yakınına bildirilir. Medula Eczane Programında bu sıralamaya tabi reçetelerin aynı fatura edilmesi için gerekli düzenleme yapılır. Ayrıca Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti tarafından hazırlanan yazılım programı ile sistemin sağlıklı işlemesinin takip ve kontrolü yapılır. İlaçların hastaya tesliminden sonra eczacı, karşıladığı reçeteyi onay için eczacı odasına teslim eder, Onay işlemleri eczacı tarafından yapılır, kesinlikle hastaya/hasta yakınına yaptırılmaz. Eczacı odası onayı bulunmayan bu sistem kapsamındaki reçete bedelleri Kurum tarafından ödenmez. Kapsam dahilindeki reçetelerin karşılama usul ve esaslarına uymayan eczaneler ilk tespitte yazılı olarak uyarılır, tekrarı halinde sisteme dahil tüm sıralardan 6 (altı) ay süreyle çıkarılır. Bu esas ve usullere uymadığı tespit edilen eczacılara reçete bedeli tutarında para cezası verilir. Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti Kurumla mutabakat sağlayarak aşağıdaki sıralı dağıtım listesine ilaç eklemesi yapabilir. Sıralı dağıtım sistemine tabi reçete grupları aşağıda belirtilmiştir:...c- Eritropoitein ve darbepoetin preparatlarını ihtiva eden reçeteler,d- Diyaliz solüsyonlarını ihtiva eden reçeteler,..." Bu çerçevede Bursa Eczacılar Odası tarafından 2/4/2012 tarihinde duyurusu yapılan ve Türk Eczacıları Birliği ile SGK arasında imzalanan 1/2/2012 tarihli protokole dayanan işlemle diyaliz ilaçları da dâhil olmak üzere belirtilen ilaçlara ilişkin reçetelerin sırayla, eşit şekilde ve aylık kota üst limiti dikkate alınarak eczanelere dağıtılacağına ilişkin uygulama yürürlüğe konulmuştur. Başvurucu; anılan yeni uygulamadan kaynaklanan nedenlerle ilaçlarına hâlen hızlı ve zahmetsiz şekilde ulaşamadığını, uzun süre boyunca ilgili eczanede sıra beklemek zorunda bırakıldığını belirterek buna dayanak olan ve Bursa Eczacılar Odasınca tesis edilen işlemin iptali talebiyle 25/5/2012 tarihinde Bursa İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; rahatsızlığının ciddi riskler barındırdığını, sabah saatlerinde aç karnına ve erken saatte kan örneği vermek amacıyla hastaneye gittiğini, tahlil ve muayene sonuçlarına göre kullanacağı ilaçların reçete edilmesinin öğleden sonrasını bulduğunu, akabinde uygulamaya konulan yeni sistem nedeniyle reçete limiti dolmayan eczane aramak zorunda kaldığını, ayrıca özel saklama koşulları nedeniyle reçete edilen her ilacı aynı eczanede bulamadığını belirtmiştir. Tedavisinin süreklilik arz ettiğini ve aksatılmaması gerektiğini ifade eden başvurucu, ilaca erişimini zorlaştıran uygulamanın kamu yararına ve hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir. Davalı Bursa Eczacılar Odası tarafından sunulan cevap dilekçesinde; uygulamanın ilaca erişimi güçleştirmediği, Bursa'da 500 civarında böbrek hastası bulunmasına rağmen dava konusu işleme ilişkin şikâyetlerin birkaç eczanenin yönlendirmesiyle çok az sayıdaki hasta tarafından yapıldığı, uygulamadan genel olarak memnuniyet duyulduğu ifade edilerek davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir. Türk Eczacılar Birliği ile SGK müdahil sıfatıyla davaya dâhil olmuştur. Türk Eczacılar Birliği tarafından sunulan müdahale dilekçesinde, sıralı dağıtım uygulamasının SGK ile Türk Eczacılar Birliği tarafından imzalanan 1/2/2012 tarihli protokol hükümleri gereğince yürürlüğe konulması nedeniyle husumetin bu Kurumlara karşı yöneltilmesi gerektiği belirtilmiştir. Dilekçede; belirli ilaçların temin edilmesi konusunda yeterli denetimin olmaması ve mevzuat yetersizliği nedenleriyle suistimallerin ortaya çıktığı ve çeşitli çıkar gruplarının oluştuğu, hastaların mağdur edildiği, reçete ve ilaç yolsuzluklarının yapıldığı, getirilen düzenleme ile hem hastalara verilen hizmetin kalitesinin artırıldığı hem de ilaç sarfiyatının ve yolsuzlukların önüne geçildiği ileri sürülmüştür. Ayrıca sisteme dâhil edilen ilaçların belirli bir tedavi şeması kapsamında uzman doktor veya hemşire tarafından, özel donanımlı merkezlerde belirli bir doz planı kapsamında kullanılan ilaçlar olduğu, ağrı kesici ilaçlar gibi gecenin bir vakti ihtiyaç duyulabilecek ilaçlardan olmadığı, sıra sisteminin tüm eczanelerin kullanımına açık olduğu iddia edilerek davanın reddi talep edilmiştir. SGK tarafından sunulan savunma dilekçesinde ise uygulamanın hukuka ve mevzuata aykırı bir yönünün bulunmadığı, hastanın ilaca erişimini kolaylaştırıldığı, 2009 yılına ilişkin protokoldeki eksikliklerin giderildiği, bu sistemle birlikte usulsüzlüklerin önüne geçildiği ileri sürülmüştür. Bursa İdare Mahkemesinin 25/4/2013 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Kararda gerekçesinde;i. 1/2/2012 tarihli protokol ekinde belirtilen reçetelerin Türk Eczacılar Birliği sorumluluğunda ve ilgili bölge eczacı odası koordinasyonunda eczanelerce eşit paylaşım esasına dayanılarak karşılanmasının amaçlandığı, bu tür reçetelerin sisteme dâhil olan eczacılar tarafından sıralama sistemi uyarınca kota üst limiti esasına göre karşılanacağı belirtilmiştir.ii. Bu tür reçetelerde kota üst limitinin bölgesel kriterler gözönünde bulundurularak her grup için Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti tarafından belirleneceği, reçetelerin bölünememesi nedeniyle sıralama limitinin aşılması hâlinde limit üstü tutarının eczanenin bir sonraki sırasının kotasından düşüleceği, sıralamaya dâhil olup kotası dolmayan ve SGK ile sözleşmesi bulunan her eczacının bu kapsamdaki reçeteyi karşılayacağı, sıralamada yer alsın ya da almasın SGK ile sözleşmesi bulunan her eczacının kapsamda yer alan reçetenin eczanesine gelmesi hâlinde reçete hakkında eczacılar odasına bilgi vermekle yükümlü olduğu vurgulanmıştır. iii. Sisteme dâhil olmayan veya sistemde yer almakla birlikte kotası dolan eczacı tarafından bildirilen reçetelerin sıradaki eczaneye yönlendirileceği, sisteme dâhil olan ve kotası dolmayan sıradaki eczacının reçete muhteviyatını en kısa süre içinde hastaya veya hastaya ulaştırılmak üzere eczacılar odasına ya da reçetenin geldiği eczaneye ileteceği, eczacının o an için eczanesinde mevcut olmayan reçete muhteviyatındaki ilacı bulabilmek için azami gayret göstermesi gerektiği, bu bağlamda hastaların sistem üzerinden tespit edilen ve limiti bulunan en yakın eczaneye yönlendirilecekleri hususlarında düzenlemeler yapıldığı ifade edilmiştir.iv. Ecza depolarından sorulan ve depolarda bulunmadığı eczacıya bildirilen ilacın yer aldığı reçetenin eczacı tarafından eczacılar odasına bildirileceği, reçetede yazılı ilacın temin edilememesi hâlinde bu durumun hastaya veya hasta yakınına bildirileceği, Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti tarafından hazırlanan yazılım programı ile sistemin sağlıklı işlemediği hususunda takibin ve kontrolün yapılacağı belirtilmiştir.v. Yine ilaçların hastaya teslim edilmesinden sonra söz konusu reçetenin onay için ilgili eczacı tarafından eczacılar odasına teslim edileceği, onay işlemlerinin eczacı tarafından yapılacağı, hastaya ya da hasta yakınına yaptırılmayacağı, kapsam dâhilindeki reçetelerin karşılama usul ve esaslarına uymayan eczacıların ilk tespitte yazılı olarak uyarılacağı ve tekrarı hâlinde sisteme dâhil tüm sıralardan altı ay süreyle çıkarılacağı, esas ve usullere uymadığı tespit edilen eczacılara reçete bedeli tutarında para cezası verileceği hususlarının protokol kapsamında hüküm altına alındığı ifade edilmiştir.vi. Ayrıca mor ve turuncu reçeteye yazılması zorunlu olan ilaçlar ile eritropoietin ve darbepoietin preparatları, diyaliz solüsyonları, organ nakli sonrasında kullanılan ilaçlar ve oral beslenme solüsyonları gibi ilaçların niteliği gereği eczane stoklarında tutulmadığının, ilaç dağıtımı yapan ecza depolarında bulundurulduğunun ve bu ilaçların eczaneler tarafından reçete karşılığında temin edildiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir.vii. Davaya konu uygulamanın Türk Eczacıları Birliği ile SGK arasında imzalanan protokol gereğince yapıldığı, davalı Bursa Eczacılar Odasının söz konusu dağıtım usul ve esasları üzerinde değişiklik yapma veya farklı uygulamalarda bulunma yönünde yetkisinin bulunmadığı, uygulamanın protokol hükümleri doğrultusunda Türk Eczacıları Birliği tarafından organize edildiği, yine Türk Eczacıları Birliği tarafından kurulan sisteme girişlerin yapılarak reçetelerin dağıtıldığı, protokol hükümlerine aykırı hareket edilmesi hâlinde durumun protokolün taraflarına iletileceğinin açık olduğu vurgulanmıştır.viii. Öte yandan anılan protokole ek EK-4'ün , , , ve maddeleri ile maddesinin (a), (c), (d), (h) ve (i) bentlerine yönelik olarak Danıştay nezdinde açılan iptal davalarının reddedildiği belirtilmiş ve neticede protokolün uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bursa İdare Mahkemesinin anılan kararı Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/9/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi ise Dairenin 20/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 21/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 2/10/2015 tarihinde, başvuru konusu uygulamayla ilgili olarak bir akademisyen tarafından hazırlanan hukuki mütalaayı Anayasa Mahkemesine iletmiştir.28/9/2015 tarihli söz konusu mütalaada özetle kota üst limiti sistemiyle ilaç dağıtılmasının ilaca erişimi zorlaştırdığı, istenen eczaneden sağlık hizmeti alınmasını engellediği savunulmuştur. Mütalaada; idarenin düzenleyici işlemleriyle reçetelerin sıralı dağıtım sistemine tabi tutularak sınırlandırıldığı, başvurucunun yaşam hakkının ve sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkının Anayasa'nın maddesine aykırılık oluşturacak şekilde ihlal edildiği iddia edilmiştir. Başvuruya konu olan 1/2/2012 tarihli protokol, 1/4/2016 tarihinde farklı bir protokol ile yürürlükten kaldırılmıştır. A. İlgili Mevzuat 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun "Finansmanı sağlanan sağlık hizmetleri ve süresi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Genel sağlık sigortalısının ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlıklı kalmalarını; hastalanmaları halinde sağlıklarını kazanmalarını; iş kazası ile meslek hastalığı, hastalık ve analık sonucu tıbben gerekli görülen sağlık hizmetlerinin karşılanmasını, iş göremezlik hallerinin ortadan kaldırılmasını veya azaltılmasını temin etmek amacıyla Kurumca finansmanı sağlanacak sağlık hizmetleri şunlardır:...f) Yukarıdaki bentler gereğince sağlanacak sağlık hizmetleriyle ilgili teşhis ve tedavileri için gerekli olabilecek kan ve kan ürünleri, kemik iliği, aşı, ilaç, ortez, protez, tıbbî araç ve gereç, kişi kullanımına mahsus tıbbî cihaz, tıbbî sarf, iyileştirici nitelikteki tıbbî sarf malzemelerinin sağlanması, takılması, garanti süresi sonrası bakımı, onarılması ve yenilenmesi hizmetleri...." 5510 sayılı Kanun’un "Sağlık hizmetlerinin sağlanma yöntemi ve sağlık giderlerinin ödenmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Bu Kanuna göre sağlık hizmetleri, Kurum ile yurt içindeki veya yurt dışındaki sağlık hizmeti sunucuları arasında yapılan sözleşmeler yoluyla ve/veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucularından satın aldıkları sağlık hizmeti giderlerinin ödenmesi suretiyle sağlanır.... (Ek fıkra: 10/9/2014-6552/ 49 md.) Kurum, fatura denetimi konusunda kriterler koymaya, alternatif geri ödeme modelleri oluşturmaya ve bu konularda tespitler ve denetimler yapmaya ve/veya yaptırmaya, buna bağlı olarak hizmet alımı yapmaya yetkilidir. (Ek fıkra: 10/9/2014-6552/ 49 md.) Kurum, gerçek veya tüzel kişilerden; ödeme kapsamındaki sağlık hizmetleri ve/veya ürün listelerine girmek için yapılan başvurulardan asgari ücretin yirmi katını geçmemek üzere başvuru ücreti, ilaç hariç olmak üzere diğer tıbbi malzeme ve ürünlerden listelerde kalmak için asgari ücretin üç katını geçmemek üzere yıllık aidat, fiyat düşüş talepleri hariç olmak üzere listelerdeki değişiklik taleplerinden her bir işlem için asgari ücret tutarını geçmemek üzere işlem ücreti, kamu kurumu niteliğinde tüzel kişiliği haiz meslek kuruluşları ile yapılan protokollere dayalı sözleşmeler hariç olmak üzere sözleşme imzalamak için asgari ücretin on katını geçmemek üzere sözleşme ücreti alabilir, bu ücretleri imal ve ithal ürün gruplarına göre farklılaştırabilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Kurumca belirlenir...." 25/1/1956 tarihli ve 6643 sayılı Türk Eczacıları Birliği Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Merkez Heyetinin görevleri şunlardır:...j) Eczanelerden sağlık hizmeti satın alacak bütün kamu ve özel kurum ve kuruluşlarla anlaşmalar yapmak,imzalanan protokole uygun tip sözleşmeleri bastırmak ve belirleyeceği bedel karşılığı eczanelere dağıtmak, ..."B. İlgili Yargı Kararları Danıştay Onuncu Dairesinin 27/9/2012 tarihli ve E.2012/2022; E.2012/2196, E.2012/3669, E.2012/3670 sayılı kararları ile 10/10/2012 tarihli ve E.2012/2190 sayılı kararı. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13918 | Başvuru, tıbbi ilaçların dağıtımına ilişkin yapılan düzenlemeler nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular; terör örgütü üyeleri tarafından S.Ç., Ç. ve Hamit ÇELİK’e zarar verildiği hâlde bu durum dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, davaların makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından muhtelif tarihlerde başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin birer örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığa başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuruların bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık tarafından benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda sunulan görüşlere atıf yapılarak ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından ekli tablonun (A) sütununda başvuru numaraları belirtilen dosyaların konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2013/5809 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/5809 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçeleri ile başvurulara konu yargılama dosyaları içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular ekli tablonun (C) sütununda yakınlık derecesi belirtilen hısımları S.Ç.nin 9/5/2008 tarihinde mayın patlaması sonucu öldüğünü, Ç ve Hamit Çelik’in 9/7/1993 tarihinde terör örgütü mensupları tarafından kaçırılıp yedi gün dağda tutulduktan sonra serbest bırakıldığını beyan etmişler ve bu özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, ekli tablonun (D) sütununda belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun (E) sütununda tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Dereköy köyü boşaltılmadığından ve kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından taleplerin reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun (F) sütununda belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun (G-1) sütununda tarihleri gösterilen idare mahkemesi kararlarında “...1987-2000 yılları arasında GKK ve GÖKK görevlendirilen köyler arasında yer almadığı, köy nüfusunun 1990 yılında 841, 1997 yılında 240, 2000 yılında 296 kişi olduğu,...1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı,...Dereköy Köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı...” gerekçesiyle davaların reddine hükmedilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun (H-1) sütununda gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamları ile “...İdare Mahkemesi tarafından, Dereköy Köyü’nün, Jandarma tarafından düzenlenen listelerde ‘kısmen boşaldığının’ belirtilmesi, ayrıca Dereköy Köyü'ne ilişkin nüfus, seçim vb. hususlar dikkate alınarak Dereköy Köyü’nün tamamen boşaltılmadığı sonucuna varılmış ise de;...Jandarma tutanağında Dereköy Köyü ve mezralarda ikamet eden vatandaşların terör olayları nedeniyle 1993 yılında köy ve mezraları boşaltarak başka yerleşim yerlerine göç ettiklerinin belirtildiği; ayrıca Batman İl Jandarma Komutanlığı’nın ....yazısına ekli listede, Şahinli Mezrası’nın ‘terör olaylarından tamamen etkilendiğinin’ belirtildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde, Şahinli Mezrası’nın ‘terör eylemleri’ veya ‘terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler’ nedeniyle idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılıp boşaltılmadığına ilişkin çelişkili bilgiler yer aldığı anlaşılmakta olup; İdare Mahkemesi’nce yapılacak araştırma ile söz konusu belgeler arasındaki çelişki giderilerek, uyuşmazlık konusu dönemde adı geçen mezrada köy korucuları dışında oturan olup olmadığı...hususunun araştırılması ve bu hususun tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulmasından sonra bir karar verilmesi gerekmektedir.” gerekçesiyle hükümlerin bozulmasına karar verilmiş, başvurucu Hüseyin Çelik tarafından açılan davada verilen kararın onanmasına hükmedilmiştir. Danıştayın bozma kararları üzerine Batman İdare Mahkemesi ekli tablonun (G-2) sütununda gösterilen tarihlerde “...davacının ikamet ettiği Şahinli Mezraasının bağlısı olduğu Dereköy Köyü’nün yerleşik bir nüfusunun olması, yerel ve genel seçimlerin yapılması, köyde 1987-2000 yılları arasında korucu ailesi dışında 100 hanenin ikamet etmesi ve davacı vekilince sunulan tutanaktan daha sonra İlçe Jandarma Komutanlığı’nca her bir köy ve mezraada yapılan inceleme, resmi kurumlardan alınan bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildikten sonra hazırlanan çizelgede “kısmen” boşaldığının belirtilmesi karşısında, davacının ikamet ettiği yerleşim yerinin “tamamen boşalmamış” olması, diğer bir ifadeyle nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik herhangi bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı...” gerekçesiyle davaların reddine hükmedilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun (H-2) sütununda gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Onama kararları başvuruculara tebliğ edilmiş ve muhtelif tarihlerde yasal süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5809 | Başvurular; terör örgütü üyeleri tarafından S. Ç. , M. M. Ç. ve Hamit ÇELİK’e zarar verildiği hâlde bu durum dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, davaların makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Muş ili Malazgirt ilçesi Nurettin mevkisinde ikamet etmekte iken yerleşim yerinde yaşanan terör olayları nedeniyle 1993 yılında yerleşim yerini terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 23/3/2005 tarihinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Muş Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyonun 27/10/2011 tarihli ve 2011/1-1788 sayılı kararında başvurucunun talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine iptal davası açılmıştır. Van İdare Mahkemesinin 27/6/2013 tarihli ve E.2012/307, K.2013/773 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucu temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 7/5/2014 tarihli ve E.2014/1265, K.2014/3491 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Bu karar 8/7/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11959 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların ve açılan davaların reddedilmesive makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde Ağrı Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucular, adli yardım talep etmişse de bireysel başvuru yapıldıktan sonra harçların yatırıldığı görülmüştür. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın muhtelif tarihli yazılarında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvurular hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından ekli tablonun A satırında başvuru numaraları belirtilen dosyaların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/7259 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/7259 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Iğdır ili Tuzluca ilçesi Kartutan köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları ve köy muhtarı babaları H.O.nın öldürülmesi neticesinde köyün boşaltılması nedeniyle yerleşim yerlerinden göç etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Iğdır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda, dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca başvuruculara belirlenen miktarlarda tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvuruculardan İzzet Orhan açısından isegösterilen (bkz. § 14) gerekçe ile talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucular tarafından sulhname tasarısı imzalanmayarak Komisyon kararında belirtilen miktarın eksik hesaplandığı gerekçesiyle iptal davası açılmıştır. Belirtilen Komisyon kararları aleyhine başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun E satırında tarihleri gösterilen Erzurum İdare Mahkemeleri kararları ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararların gerekçelerinin ilgili kısmı şöyledir:" ... ara kararı ile davalı idareden,Iğdır İli Tuzluca İlçesi Kartutan Köyü’nde 1993 yılı ve sonrasında yaşanan terör olayları nedeniyle uğranılan zarar ziyandan dolayı aynı tarihlerde Kartutan Köyü ile ilgili olarak tutulan tüm tutanaklar ile olayla ilgili tüm diğer bilgi ve belgeler istenilmiş olup, davalı idare tarafından ara kararına cevaben verilen yazı ile eklerinin incelenmesi neticesinde; 2006 tarihinde yapılan ve Iğdır İli'ndeki birçok köyü kapsayan keşifle ilgili başvuru sahibi veya yetkili temsilcisine keşif yeri ile gün ve saatinin yazılı olarak bildirildiğine ilişkin tebliğ ve tebellüğ belgeleri ile hazır bulunmadıklarını gösteren tutanağa ilişkin herhangi bir belgenin ibraz edilmediği görülmüştür.Olayın Mahkememizce değerlendirilmesi neticesinde; Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin maddesinde belirtilen usule uyulmaksızın keşif yapıldığı, keşif yeri ile gün ve saatinin davacıya veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirilmediği; başvuru sahibinin kendisi veya yetkili temsilcisi ve varsa şahitlerinin keşif mahallinde hazır bulundurulmadığı hususunun dava dosyası mündericatında yer alan ... keşif tutanağından anlaşıldığından, eksik incelemeye ve usule aykırı biçimde yapılan keşfe dayalı olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." - Başvurucu İzzet Orhan açısından ise belirtilen (bkz. § 15) ve "dava dosyasına sunulan 1989 tarihli Tuzluca Noterliği kur'a tutanağına göre, yapılan kur'a çekimi sonucunda davcıya da afet nedeniyle Devlet tarafından yapılan konutlardan birisinin tahsis edildiği anlaşıldığı ..." gerekçeleri ile davanın reddine hükmedilmiştir. İdare Mahkemelerinin iptal kararları üzerine Komisyon tarafından ekli tablonun F satırında tarih ve sayıları gösterilen karalarla taleplerin reddine karar verilmiştir. Kararların ilgili kısmı şöyledir:"...müracaatına ilişkin babası H.O'nun terör örgütü tarafından öldürülmesi sonucu komisyonumuzca ... 035,00 TL tazminat ödendiği kendisine hissesi oranında tazminatı verildiği, yine adı geçen köye kadastro henüz girmediğinden mahalli bilirkişilerce babası H.O. adına belirlenen tüm yapı ve taşınmazları için komisyonumuzca alınan ... kararlaanneleriÖ.O.'ya 400,00 TL tazminat ödendiği belirlendiğinden mükerrer talebin reddine ... karar verildi." Belirtilen Komisyon kararı aleyhine başvurucular tarafından tekrar açılan iptal davalarında, ekli tablonun G satırında tarihleri gösterilen Erzurum İdare Mahkemeleri kararları ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararların gerekçelerinin ilgili kısmı şöyledir:"...Uyuşmazlığın çözümü için Mahkememizce yapılan ara kararlara verilen cevapların incelenmesinden; Iğdır Valiliği Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nün 2009 gün ve 2345 sayılı yazısında; Kartutan Köyü'nde 14-1983 tarihinde meydana gelen şiddetli yağmurlar sonucu oluşan afet nedeniyle 11 ailenin hak sahibi kabul edildiği ve bu ailelerin Tuzluca ilçesinde yapılan afet konutlarına 1989 yılında yerleştirildikleri, Tuzluca Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğü'nün 2010 gün ve 50 sayılı yazısında; 1993-1999 yılları arasında genel nüfus sayımı yapılmadığı, ancak 1997 yılında genel nüfus tespiti yapıldığı ve burada Kartutan Köyü nüfusunun sıfır olarak tespit edildiği, 2009 tarihli Jandarma tutanağında; Kartutan Köyü'nde terör olayı meydana gelmediği, başvurucuların iddia ettikleri terör olayının Seyisçeşme Tepe'de meydana geldiği, buranın da Kartutan Köyü dışında bulunduğu, Jandarma tarafından tutulan 2010 tarihli tutanakta; 1993-2000 yılları arasında Kartutan Köyü'nde geçici köy korucusu bulunmadığı ve görevlendirilmediği, İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü'nün 2005 gün ve 76-1 sayılı onayıyla; Kartutan Köyü halkının 1992 yılından itibaren ekonomik ve sosyal nedenlerle köyü terk ederek başka yerleşim birimlerine yerleşmeleri ve köyde yerleşik nüfusun bulunmaması nedeniyle tüzel kişiliğinin kaldırılmasına karar verildiği, Tuzluca İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 2010 gün ve 261 sayılı yazısında; 27 Mart 1994 tarihinde yapılan Mahalli İdareler Genel Seçimleri öncesinde Kartutan Köyü halkı topluca Tuzluca İlçe Merkezi Kartutan Afet Konutlarına yerleştirildiğindenYüksek Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 1993 gün ve 30 sayılı yazısı ekinde yer alan 165 sayılı kararı gereği Kartutan Köyü'nde sandık kurulamadığı ve muhtar seçilemediği, 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan Milletvekilliği Genel Seçimlerinde Kartutan Köyü'nün sandık bölgesi ilan edilmediği, Tuzluca İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın anılan yazısı eklerinde yer alan belgelerde ise; Kartutan Köyü Muhtarı Hasan Orhan'ın 1994 tarihli dilekçesinde; köylerinde heyelan olması nedeniyle Tuzluca ilçe merkezinde kendilerine konut yapıldığı, söz konusu afet konutlarına kendi köyleri adına sandık kurulması talebinde bulunulduğu, dolayısıyla o tarih itibariyle anılan gerekçeyle köyün boşaldığının muhtarca zımnen kabul edildiği, Tuzluca Kaymakamlığı Mahalli İdareler Bürosu'nun 1994 gün ve 310 sayılı yazısında da, Kartutan Köyü'nün tamamen boşaltılarak Tuzluca ilçe merkezindeki afet konutlarına yerleştiklerinin belirtildiği görülmüştür. Bu durumda, yukarıda belirtilen hususların birlikte değerlendirilmesinden, Kartutan Köyü'nün idarece resmi şekilde veyaköy halkıtarafından terör kaygısıyla fiilenboşaltılmadığı, dolayısıyla ... 5233 sayılı Yasadan yararlanma imkanı bulunmadığı anlaşıldığından, ... başvurunun reddine dair dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir..." Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun H satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş, ekli tablonun I satırında belirtilen tarihlerde karar düzeltme talepleri Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararları başvuruculara tebliğ edilmiş ve başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir." Aynı Kanun'un maddesi şöyledir:"Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır: ... d) Terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar." Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı şöyledir:"Öte yandan; kişilerin malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararların 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini; köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde mümkün olabileceğinden; Mahkemece bozma kararı üzerine davacının ikamet ettiği köyün boşaltılıp boşaltılmadığının araştırılmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği tabiidir...." Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733sayılı kararı şöyledir:"5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmininin, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu meydana gelmesi şartına bağlı bulunduğu; başka bir ifadeyle, köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği; güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de tabiidir.Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda, davacının terör olayları sonucu terk ettiği Yoncalıbayır Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı bulunduğundan, davalı idarece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık süre üzerinden hesaplanan miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. ..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7259 | Başvurular, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların ve açılan davaların reddedilmesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 16/9/2008 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 18/11/2008 tarihli iddianamesi ile suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak ve uyuşturucu madde ticareti yapmak suçlarından hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 17/1/2013 tarihli kararıyla başvurucunun atılı suçlardan sırasıyla 10 ay hapis, 22 yıl 6 ay hapis ve 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına hükmedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 25/9/2014 tarihli kararıyla başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçundan verilen hükmün onanmasına, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan verilen hükmün ise bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı sonrasında yargılamaya Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiş, başvurucu 5/2/2015 tarihinde tahliye edilmiştir. Mahkemenin 2/6/2016 tarihli kararıyla başvurucunun 22 yıl 6 ay hapis ve 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16913 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/32617 sayılı bireysel başvuru dosyasının 2017/32552 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32552 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında çelişkili gerekçeyle mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun aynı konutta ikamet ettiği eşi S.T. ile aralarında yaşanan tartışma sonucunda eşi S.T.yi tartakladığı ve ona tokat attığı iddiasıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 1/6/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında eşe karşı kasten yaralama suçundan kamu davası açılmıştır. Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 6/12/2016 tarihli kararı ile başvurucunun kasten yaralama suçundan 240 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:"... Katılan sanık Sinan'ın eşi S. yi tartaklayıp tokat atarak yaraladığı, katılan sanık S. nin de aynı tartışma sırasında adli emanetteki bıçak ile katılan sanık Sinan'ı basit biçimde yaraladığı, böylece katılan sanık Sinan'ın eşe karşı etkili eylemde bulunma suçunu, sanık S. nin de eşe karşı bu suç yönünden silah sayılan bıçak ile etkili eylemde bulunma suçlarınıişledikleri iddiasıyla cezalandırılmasıkamu adına talep ve iddia olunmuştur....Sanık Sinan'ın, katılan eşi S.yi yaralama iddiasına gelince olayın mağdur S.'nin yemek hazırlamakta olduğu mutfakta meydana gelmesi, sanığın kendisini iteleyip tartaklaması biçiminde gelişen saldırısını savuşturma amaçlı gerçekleştirdiği olayda savunma koşullarının oluştuğu değerlendirmesiyle beraatine karar verilmesi yönüne gidilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14675 | Başvuru, ceza davasında çelişkili gerekçeyle mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve buna bağlı olarak denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan verilen hapis cezasının infazı Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda devam etmektedir. Başvurucu infaz hâkimliğine başvurarak koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az bir süre kalması nedeniyle yasal koşullarının oluştuğunu bildirerek denetimli serbestlik hükümlerinin uygulanmasına karar verilmesini talep etmiştir. İnfaz hâkimliği 7/8/2020 tarihinde başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Gerekçede; terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olanların açık ceza infaz kurumlarına ayrılabilmeleri için mensup oldukları örgütten ayrıldıklarının idare ve gözlem kurulu kararı ile tespit edilmesinin gerektiği ancak somut olayda kurul tarafından bu yönde bir karar alınamadığı belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı üzerine Ağır Ceza Mahkemesi 28/8/2020 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Bu karar, başvurucuya 4/9/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu ise 17/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/30501 | Başvuru, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve buna bağlı olarak denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 1/2/2007 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan manevi tazminat davasının kısmen kabulüne karar verildiğini ve hükmün 8/11/2012 tarihinde kesinleştiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 25/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 7/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 4/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: a) A.İ.’nin şikayeti üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında düzenlenen iddianame ile Ankara Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davası sonunda Mahkemece, 19/4/2006 tarih ve E.2004/767, K.2006/455 sayılı kararla; başvurucunun internet üzerinden hakaret suçunu işlediği gerekçesiyle 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi gereği 420,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. b) Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 14/5/2008 tarih ve E.2007/1306, K.2008/9338 sayılı ilamıyla; 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun uzlaşmaya ilişkin hükümlerinin değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. c) Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda; 1/12/2008 tarih ve E.2008/933, K.2008/1319 sayılı kararla; başvurucunun internet üzerinden hakaret suçunu işlediği gerekçesiyle 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi gereği 800 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. d) Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/9/2011 tarih ve E.2011/27004, K.2011/34559 sayılı ilamıyla; miktar itibarıyla hükmün temyizi mümkün olmadığı için temyiz isteminin reddine karar verilmiştir. Ceza davası dosyasındaki fiil nedeniyle başvurucu hakkında, A.İ., G.İ. ve Y.İ. tarafından 1/2/2007 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan manevi tazminat davasında, başvurucunun davacılara, hayat kadını ve kadın pazarlayan kişi olarak tanıtarak internet üzerinden hakarette bulunduğu, kullanılan bilgisayar IP adresinin başvurucunun işyerinde kullandığı bilgisayara ait olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucu, davacıların sürekli aleyhine dava açtıklarını, kullanılan bilgisayar ve IP adresinin işyerinde bulunan yaklaşık 500 kişiye hizmet verdiğini savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece, 13/4/2010 tarih ve E.2007/38, K.2010/114 sayılı kararla, davacı Aylin tarafından açılan davanın kabulü ile 500,00 TL manevi tazminatın suç tarihi olan 31/1/2004 tarihinden itibaren yasal faiziyle başvurucudan tahsiline, diğer davacılar tarafından açılan manevi tazminat davasının, haksız fiil tarihi olan 31/1/2004 tarihinden itibaren 1 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, anılan davacıların bu süre içinde şikayetçi olmadıkları ve ceza davasında da taraf olmadıkları gerekçesiyle zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/10/2011 tarih ve E.2010/8797, K.2011/10983 sayılı ilamıyla; suç niteliğindeki haksız fiilin 31/1/2004 tarihinde gerçekleştiği, davanın 1/2/2007 tarihinde açıldığı, 765 sayılı mülga Kanun'un 102/ maddesinde öngörülen 5 yıllık uzamış ceza zamanaşımı süresinin geçmediği gözetilerek işin esası incelenip varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, başvurucunun temyiz itirazları reddedilerek hükmün davacılar G.İ. ve Y.İ. yararına bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 2/6/2012 tarih ve E.2012/194, K.2012/35 sayılı kararla; başvurucunun internet aracılığıyla davacıların kişilik haklarına saldırıda bulunduğu gerekçesiyle A.İ. tarafından açılan davada verilen karar kesinleştiği için yeniden karar verilmesine yer olmadığına, davacılar G.İ. ve Y.İ. tarafından açılan tazminat davasında uzamış ceza zamanaşımının uygulanması gerektiği, Ankara Asliye Ceza Mahkemesince başvurucu hakkında hakaret suçundan verilen kararın kesinleştiği ve fiilin sübuta erdiği, başvurucunun fiillerinin anılan davacılara hakaret niteliğinde olduğu, internet aracılığıyla davacıların kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, 500,00'er TL manevi tazminatın 31/1/2004 tarihinde itibaren yasal faiziyle başvurucudan tahsiline karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/11/2012 tarih ve E.2012/15452, K.2012/16400 sayılı kararıyla; dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar, 18/12/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Şahsi menfaatleri haleldar olan kimse hata vukuunda zarar ve ziyan ve hataların hususi ağırlığı icabettiği surette manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ itasını dava edebilir. Hakim, bu tazminatın itası yerine diğer bir tazmin sureti ikame yahut ilave edebilir.” 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1254 | Başvurucu, 1/2/2007 tarihinde Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan manevi tazminat davasının kısmen kabulüne karar verildiğini ve hükmün 8/11/2012 tarihinde kesinleştiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 5/10/2007 tarihinde açtığı davanın 13/2/2019 tarihinde sona erdiği, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 5/11/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36667 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve resen yapılan tutukluluk incelemesinin süresinde yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 22/12/2016 ve 9/4/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede aralarında konu ve kişi bakımından irtibat olması nedeniyle 2018/12263 numaralı başvurunun2016/72230 numaralı başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile bağlantılı suçlar nedeniyle başlatılan bir soruşturma kapsamında 17/2/2016 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 20/2/2016 tarihinde Başsavcılığa sevk edilmiştir. Başvurucunun Savcılıktaki ifadesi şöyledir:“… 1994-1998 yıllarında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenim gördüm. 1999-2001 yılları arasında … araştırma görevlisi [olarak] görev yaptım. 2001-2010 yılları arasında… Dış Ticaret Müsteşarlığında hukuk müşaviri olarak görev yaptıktan sonra 2010 yılından bu güne kadar da yine Ankara’da serbest avukatlık yapmaktayım.Soruşturma kapsamında göz altına alınan yahut aranan şüphelilerden S.A.yı 2010 yılı sonundan itibaren maliki olduğum avukatlık bürosunda kendi işini takip eden avukattır. Bir nevi kiracımdır. İşlerimiz farklıdır. Benim uzmanlık alanım ihale rekabet alanındadır. S.A. bildiğim kadarıyla aile ve basın hukuku üzerine çalışmaktaydı. S.A. ile tanışıklığımızı sağlayan Avukat F.Ö.dür. F.Ö. benim üniversiteden arkadaşımdır. Kendisi İstanbul’da serbest avukatlık yapmaktadır. F.Ö. bana S.A. ile bir ekip oluşturun daha iyi çalışırsınız şeklinde teklifte bulununca, 2010 yılında bu teklif ikimize de makul geldi. Birlikte çalışmaya başladık. Büroda 4’ü avukat olmakla birlikte 11 kişi ile birlikte çalışmaktayım. Yine şüphelilerden A.T.Ç.yi kiracım olan S.A.nın bacanağı olması nedeni ile tanımaktayım. Telefonla zaman zaman görüşmekteyim. Zaman zaman seyrek olarak görüşmekteyiz. En son geçen yıl yani 2015 yılı yaz aylarında çalıştığı Aydınlı Grup adına uzmanlık alanıma ilişkin bir kısım teknik bilgi isteyince kendisine yardımcı oldum. Zaten bu kapsamda ücretimi de aldım. Ben S.A. ile birlikte çalışmaya başlamadan önce kendisinde Aydınlı Grubun vekaleti varmış, büromda çalışmaya başladığında yaptığımız iç anlaşma gereği benim büromda çalışan diğer personellere olduğu gibi tarafıma da Aydınlı Grup tarafından vekalet verilmiştir. Ancak Aydınlı Grubun hiç bir davasına girmişliğim yoktur. Bugüne kadar eğitim hayatımda FETÖ/PDY denilen örgüt adı altında faaliyet gösterdiği iddia edilip dava açılan eğitim kurumları yahut yurtlar ile her hangi bir irtibatım olmamıştır. Ancak üniversite hazırlıkta Ankara Maltepe Dershanelerine gitmiştim.Benim şahsi olarak kullandığım cep telefonu ifade başında belirtmiş olduğum cep telefonudur. Bunun haricinde eşimin ve bürodaki çalışanlarımın kullandığı hatlar da benim adımadır. Ancak fiilen kendileri kullanmaktadır. En son kullandığım mail adresi …Fetullah Gülen ile hiç bir irtibatım olmamıştır. Kitaplarını okumam. Basın yayın kuruluşlarındaki yayınlarını izlemem. Sohbetlerini izlemem. İddia edilen yapılanma ile de hiç bir irtibatım yoktur. Yüz yüze de görüşmedim.İhbarda ismi geçen kişiler ile benim her hangi bir irtibatım yoktur. Ancak basından H.Ş. ve Ö.F.K. ismini duydum. Bunun haricinde diğer kişileri tanımadığım gibi isimlerini de duymadım. Benim için hiç bir anlam ifade etmeyen isimlerdir.Bugüne kadar FETÖ/PDY örgütü ile hiç bir bağlantım olmadığı gibi her hangi bir kod adı veya takma isim de kullanmadım.Hatırladığım kadarıyla 2011 yılında pasaport aldıktan sonra tam olarak hatırlamamakla birlikte umre ve hac için Suudi Arabistan’a ailem ile birlikte gittim. Yine sanırım 2011 yılında uluslararası tahkim davası nedeni ile Enerji Bakanlığı adına İsviçre’ye iş için gittim. Devam eden tarihlerde yurt dışı çıkış kayıtlarından tespit edileceği üzere Akkuyu Nükleer Santraline ilişkin iş görüşmesi yapmak amacı ile gittim. Bunun haricinde yurt dışı ziyaretim yoktur. Bu ziyaterin hiç birinde FETÖ/PDY yapılanması kapsamında yapılan ziyaret ve seyahatler değildir.Üst paragrafta belirttiğim gibi benim iş görüşmesi haricinde A.T.Ç. ile her hangi bir görüşmem söz konusu değildir. Her hangi bir toplantıya da birlikte katılmadım. A.T.Ç. ile bunun haricinde hiç bir bağlantım yoktur.Sorulan adlı kişiyi basından bilirim. Hiç bir irtibatım yoktur. Şayet sorulan soruşturmaya konu maliki olduğu gayrimenkulü satın almam ise; ben bu villayı Coldvel Banker E.B. emlak firması aracılığı ile aldım. Emlakçı ile yapmış olduğumuz sözleşme de vardır. Bu sebeple doğrudan ile irtibatım olmadı. Tapu işlemleri sırasında eşine vekaletname verdiğinden alım satım işlemlerini eşi ile birlikte tapuda gerçekleştirdik. Ancak bu alım satım sırasında da yoktu. Yine nin eşi ve emlakçı ile beraber kredi almak için bankaya gittik. Bu ev için Finans Bank Çankaya Şubesinden 000 TL kredi, 000 TL de banka havalesi yaptım toplamda bu evi 000 TL’ye ve eşinden satın almış oldum. Hatırladığım kadarıyla Galatasaraylı İş Adamları Derneği haricinde her hangi bir derneğe üyeliğim yoktur. Bunun haricinde bilgim dışında her hangi bir derneğe üyeliğim yapılıp yapılmadığından haberim yoktur.S.A. ordu yardımlaşma sandığı niteliğinde bir vakfın anlaşmalı avukatıdır. Bildiğim kadarıyla bu vakfın amacı bütün askerlerin ihtiyacı olan özellikle basın hukuku ile ilgili haklarının korunması için hukuk yardımı almalarını temin eden bir vakıftır.Bu kapsamda S.A. Genel Kurmay Başkanından başlamak üzere vakfın kapsamındaki bütün üst rütbeli kişilerin avukatıdır. Bunları ne tanır ne de görüşür. Zaten parasını da yaptığı işleri karşılığı vakıftan ücret tarifesine göre alır. Bu kişilerden birinin de H. olduğunu bilahare öğrendim. Yani örnek vermek gerekirse askerler ve paşalar hakkında basın yayın organlarında çıkan asılsız yahut diğer niteliklerdeki tekzip, tazminat ve benzeri davalara ilişkin vakfın istemi üzerine S.A. gerekli hukuki girişimleri yapar. Nitekim bir kaç öncesinde S.A.yı H. aramıştı. Aramasının sebebi de MİT tırları soruşturması kapsamında ifadesi alınmak isteniyormuş. Bu sebeple S.A.ya ifade sırasında yanında bulunmak üzere avukatı olması teklifinde bulunmuş. Bu durumu bana S.A. anlattı. Bire bir gördüğüm olay ve olgu değildir. Ben S.A.ya kesinlikle bu nevi bir davada H.nin avukatı olmasının uygun olmadığına kanaat getirdik. Zaten S.A. da bu teklifi kabul etmedi. Şunu belirtmem gerekir ki bu yardım vakfının çalışma sisteminde bütün paşalar öncelikle kendileri adına S.A.ya vekalet vermişlerdi. Bu kapsamda Genel Kurmay Başkanı N.Ö.den H.A.ya kadar tüm üst rütbeli subay ve komutanlar S.A.ya vekalet vermişlerdir. Ama hemen hemen hiç birisi de S.A.yı tanımazlar. O da hiç bir askeri tanımaz. Öncelikle ben itham edilmem nedeni ile şunu söylemek isterim ki; Adana ilinde vuku bulan MİT tırlarının durdurulması eyleminin vatana ihanet olarak algılanması gerektiğini düşünüyorum. Ve bundan dolayı itham edilmek de beni son derece üzmüş ve gururumu rencide etmiştir.MİT tırlarının durdurulması sonrası nin Cumhuriyet gazetesinde MİT tırlarının durdurulması olayına ilişkin görüntüleri yayınlaması olayı ile bu şahsa ve eşine ait gayri menkulü satın almam arasında hiç bir illiyet ve irtibat yoktur. Şöyle ki, Ankara’da avukatlığa başladığımdan beri Armada AVM’de kiracı olarak avukatlık ofisim bulunmaktaydı. Aylık 000 TL kira ücreti ödemekteydim. Bu sebeple büro arayışına girdim. Yaptığım iş niteliği gereği, iş merkezinden ziyade müstakil bir binada çalışmanın uygun olacağını düşündüğümden bir çok emlakçı ile görüştüm. Bu süreçte E.B. isimli bir emlakçı bana bir satılık villa gösterdi. O anda ben ye ait olduğunu bilmiyordum. Emlakçı ile pazarlık yaptım.Son olarak 000 TL’ye anlaştık. Ancak bu meblağı ödeyecek param yoktu. Bu sebeple nakit arayışına girmem gerektiğini gören emlakçı ben sana kredi bulurum dedi. Bu süreç yaklaşık 2 ay sürdü. Sonunda bana Finansbank’tan çok uygun oranlı kredi verilmesinde aracı oldu. Bankaya hiç nakit param olmadığını söyledim. Amacım evin yüzde 75’ine değil de tamamına kredi alabilmekti. Ekspertiz raporunda evin değeri 000 TL gösterildi. Ekspertiz raporunu veren firma bankanın bulmuş olduğu lisanslı bir firmaydı. Yani bu konuda benim her hangi bir dahlim olmadı. Bu miktarın %75’i 000 TL ye tekabül etmekteydi. Bu miktarı bankadan kredi alarak aldım. Kalan 000 TL tutarındaki kısmını da kayın biraderim N.E.den borç alıp ye havale ettim. Bu meblağ o civarın rayici sayılır. Hatta aynı nitelikte başka bir villa çok uzun süredir 000 TL’ye satılığa çıkarıldığı halde satılamamıştı. Kısmen bu evi uygun fiyatlı olarak satın almış oldum.Belirttiğim gibi Cumhuriyet gazetesinde yayın yapılması olayı ile ilgili hiç ilgim yoktur. Bunun haricinde de ye verilmek üzere elden başkaca hiç bir ödemede bulunmadım. Bu gayrimenkul bizzat tarafımdan alınmıştır. Her ne kadar aynı büroda diğer şüpheli S.A. benimle birlikte çalışmakta ise de, alım satım, paranın ödenmesi ve tüm insiyatif bana aittir. Bürodaki personelin maaşı, büro giderleri benim tarafımdan ödenmektedir. S.A.nın bu olaylara ve işlemlere etki ve katkısı yoktur. Hatta kendisi büroyu aldığımı alım satımı gerçekleştirdikten sonra öğrendi.Benim Küçükbay Yağ ve Deterjan A.Ş. ile hiç bir ilgim yoktur. Her ne kadar soruda bu firma ile bu firma adına Akbank üzerinden para gönderdiğim vebu firmanın da hâkim savcılık sınavında sahtecilik yapan S.Ö. ve G.S. adlı şahıslara para gönderdiği iddia edilmiş ise de; bu tespitin doğru olmadığını düşünüyorum. Akbank şubesinde hesabım yoktur. Sadece İNG Bank’tan para gönderirim. Hazırlanan tablonun yanlış değerlendirilerek sorunun sorulduğu kanaatindeyim. İsmi geçen Z.H. adlı şahsı tanımadığım gibi FETÖ/PDY kapsamında tutuklanan yahut yakalanan şahıslara bu şahsın yardım edip etmediği hususunda bir bilgim yoktur. Z.H. ismini de ilk defa duyuyorum.Belirtmiş olduğunuz yapılanmayı basından bildiğim öğrendiğim kadarıyla ben de bu yapılanmanın terör örgütü olduğunu düşünmekteyim. Maltepe Dershanesinde tesadüfen 1 yıl Üniversiteye hazırlık kapsamında eğitim gördüm. Bunun haricinde devam eden zamanlarda bu yapı ile doğrudan veya dolaylı hiç bir bilgim olmadığı gibi bu yapının amaçları doğrultusunda hiç bir eylem ve ilgim ayrıca fikren de bu yapı ile hiç bir ortaklığım olmamıştır.Atılı suçlamaları kesinlikle kabul etmem. Belirttiğim gibi benim iddia edilen yapılanma ve örgütle hiç bir ilgi ve irtibatım yoktur. Atılı suçları kabul etmem.Şüpheli S.A.nın 30/12/2015 günü saat 35’te İsimli kişi ile yaptığı telefon görüşmesinde; (şüpheliye konuşmaya ilişkin metin okundu) şeklinde konuşma geçtiği tespit edilmiştir. Şüpheli S.A.nın ‘nin villasıydı bu, biz ondan aldık’ şeklinde konuşmasının sebebi nedir? Bahsi geçen evi şüpheli S.A. ile ortak mı aldınız? Evin bedelinin ödenmesinde şüpheli S.A.nın ne gibi bir katkısı oldu? Bu konuyla ilgili ayrıntılı olarak ifadenizi veriniz. Sorusuna ‘Üst paragrafta belirttiğim gibi bu iş yeri tamamen tarafımca alınmıştır. S.A.nın neden bu sebeple konuştuğunu anlamıyorum. Belki halk tabiri ile başkasının malı ile övünmek derler. S.A.nın bu alışveriş ile hiç bir ilgisi yoktur.’ Şeklinde cevap verdiği anlaşılmıştır.” Savcılık; başvurucuyu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk amacıyla açıklama ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle aynı tarihte İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik aynı tarihte başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu Hâkimlikte Savcılık ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 20/2/2016 tarihinde, başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk amacıyla açıklama ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “… Şüpheliler … ve Bekir Mustafa Yılmaz’ın üzerilerineatılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama, silahlı terörörgütüneüye olmasuçlarından;şüphelilerinayrı ayrı tutuklanmalarının talep edildiği, şüphelilerin FETÖ/PDY terör örgütünün üyesi olduklarının iddia olunduğu, FETÖ/PDY hakkında hali hazırdadevam edenbir çok soruşturma ve davalarınbulunduğu, benzer soruşturmalardan birinin ‘MİT tırlarının durdurulması’ olayı olarak bilinen olay olduğu, 1/1/2014 tarihinde Mit’e ait … tırlarındurdurularak’devlet sırrı’ niteliğindeki yardım faaliyetinin deşifre edilmeye çalışıldığı, el koyma girişiminde bulunulduğu, bu eylemlere ilişkin soruştuımanın devam ettiği, FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen’den gelen talimatlar doğrultusunda bir kısım yazar ve basın yayın kuruluşları aracılığıyla kamuoyu oluşturulmaya çalışıldığı, ‘MİT tırlarının durdurulması’ olayında da benzer şekilde kamuoyu oluşturma çalışması yapıldığı, MİT tırları üzerinden yürütülenbu çalışmalar kapsamında nin genel yayın yönetmenliğini yaptığı Cumhuriyet gazetesinde 29/5/2015 tarihinde imzasıyla yayımlanan haberle MİT’e ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürüten tırlara ait ‘devletin güvenliği veya iç veyadış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken’ nitelikteki bilgi ve fotoğrafları FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amacı olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini sahteihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke konumunasokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını sağlamak amacına yardım etmek için temin ettiği ve devlet sırrınıifşa maksadıylayayınladığının tespit edildiği, bundan ötürü yapılan soruşturmakapsamında ve E.G. isimli şahısların tutuklandıkları, soruşturma ve yargılamanın halen devam ettiği, bu soruşturmaların genişletilmesiyle bu dosya kapsamında haklarında soruşturma yürütülen şüphelilerin de FETÖ/PDYile bağlantılıoldukları yönünde delillere ulaşılmasıyla geniş çaplı soruşturmaya başlandığı, bir kısım şüphelilerin telefon görüşmekayıtlarındandatespit edildiği üzere ye ait bir villanın alımı konusundaşüpheli Bekir Mustafa Yılmaz ve S.A.nın birlikte hareket ettikleri, nin MİT tırlarınındurdurulması ile ilgili haberleri yapması karşılığında satışı yapılan villanın değerinin çok üzerinde haricen kendisine ödeme yapıldığı, şüphelilerin FETÖ/PDYörgütü adına faaliyet yürüttükleri, deşifre olmamak için kod isim kallandıkları, örgüt adına gizlilikiçerisinde toplantılar yaptıkları, kamukurum ve kuruluşlarındagizliörgütlenmedebulundukları, kamu kurumlarında görevli yöneticilerin ihtiyaçlarını karşıladıkları, maddi menfaat karşılığında örgütyararınafaaliyettebulunmalarını sağladıkları, şüphelilerinFETÖ/PDY ilebağlantılı Aydınlı Grupilebağlantılarının tespit edildiği,FETÖ/PDYile ilgili pek çok soruşturmanınhalen devam ettiği, örgütün bir çok üyesininveeylemlerininhenüz tam olarakdeşifreedilemediği, örgüt lideri Fetullah Gülen’in talimatları doğrultusundaMİT’e ait tırların durdurulması görüntülerinin yayınlanmasında şüphelilerin etkin rol oynadıkları, örgütün amaçlarından birinin sahte delil ve kurgular üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini terörle ilişkilendirmek olduğu, soruşturma kapsamında yapılan aramalarda ele geçirilen dijital malzemeler ve diğer materyallerin incelenmesinindevamettiği,henüztanıkbeyanlarınınalınmadığı, birkısım şüphelilerinfirarda olduğu, beyanları alınamayantanıklara etki etmeolasılığının yüksekolduğu, şüphelilerinatılısuçları işledikleri yönündekuvvetli suç şüphesinin bulunduğu bu itibarla bu şüphelilerin üzerilerine atılı suçlar yönünden;kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, bu suçların yasada öngörülen cezalarının alt ve üst sınırı, bu suçların önemli ve ciddi sayılan suçlardan olması hasebiyle tutuklama nedenininvarsayıldığı,atılı suçlarınkatalogsuçlardanolduğu,CM’nın vedevamımaddelerinde belirtilen tutuklama yasağı veya yargılama engeli gibi halin bulunmadığı, atılı suçlar yönünden şüphelilerin alabileceği ceza miktarı göz önüne bulundurulduğunda kaçabilecekleri yönünde şüphe bulunduğu, soruşturınanın henüz taınamlanmadığı, çok kapsamlı bir şekilde ve çok yönlü olarak soruşturmanın devaın ettiği, bu anlamda şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, atılı suçlar yönünden beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde ‘ölçülülük’ ilkesi uyarıncadaha hafif koruma önlemiolan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, kanaatine varılmakla şüpheliler A.T.Ç ve Bekir Mustafa Yılmaz’ınCMK’nın Ve devamı maddeleri uyarınca … tutuklanmalarına… [karar verildi.]” Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, ancak itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından -tutuklama kararındaki gerekçelere atfen- kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek 11/3/2016 tarihinde reddedilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 21/3/2016 tarihinde resen -ve duruşmalı olarak- yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… Şüpheli[nin] … [üzerine] atılı suçlar yönünden; kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, bu suçların yasada öngörülen. Cezalarının alt ve üst sınırı, bu suçların önemlive ciddi sayılan suçlardan olmasıhasebiyletutuklama nedeninin varsayıldığı,atılı suçların katalog suçlardan olduğu, CMK’nın Ve devamı maddelerinde belirtilen tutuklama yasağıveya yargılama engeli gibi halin bulunmadığı, atılı suçlar yönünden şüphelilerin alabileceği ceza miktarı gözönünebulundurulduğundakaçabilecekleri yönünde şüphe bulunduğu,soruşturmanınhenüz tamamlanmadığı, çok kapsamlı birşekildeve çok yönlü olarak soruşturmanın devam ettiği, bu anlamda .şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, atılı suçlar yönünden beklenen ceza veyagüvenlikönlemi değerlendirildiğinde’ölçülülük’ ilkesi uyarınca daha hafifkorumaönlemiolan adlikontroltedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel cezaveya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından CMK’nın Ve Maddeleri gereğince şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına… [karar verildi.]” Anılan karara karşı başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği itirazın reddine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 24/5/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutukluluk hâlinin devamına, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme ve devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk amacıyla açıklama suçlarından ise başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 17/5/2016 tarih, 2016/9898 soruşturma numaralı yazısıyla şüpheliler hakkında HTS talep edildiği, İstanbul Sulh CezaHakimliği’ncebutalebin kabul edildiği, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 18/5/2016tarih, 2016/9898 soruşturma numaralı yazısıyla Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Telekominikasyon İletişim Başkanlığı’na şüpheliler hakkında verilen HTS kararının uygulanması için yazı yazıldığı, HTS kararıyla ilgili raporların savcılık dosyasına … henüz sunulmadığı ayrıca şüphelilerde ele geçirilen cihazlarla ilgili raporların da dosyaya sunulmamış olduğuanlaşılmıştır.Şüphelilerin yukarıda belirtilen gerekçeler doğrultusunda tutuklanmalarınakarar verildiği, dosyada delillerin toplanmasına devam olunduğu ancak tutuklamanın bir tedbir olduğu, tutuklamayla kişilerin mağduriyetine sebebiyet verilmemesi için dosyadaki delil toplama aşamasının Cumhuriyet savcılığınca bir an öne tamamlanmasının gerektiği, bu aşamada delillerin tam olarak toplanamamış olması diğer… tutuk1ama nedenleriyle birlikte göz önüne alındığında tutuklama nedenlerinin geçerliliklerini koruduklarını kabul etmek gerektiğianlaşıldığındanhakimliğimizceşüphelilerin silahlıterörörgütüneüyeolmasuçundantutuklulukhallerinin …devamına,Hâkimliğimizce yapılan değerlendirmede şüphelilerin terör örgütüne üye olma suçu dışındaki isnat edilen diğer suçlamalar olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizlikalmasıgereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama,şeklindekisuçlamalarla ilgili bu aşamada dosyada şüphelilerin tutuklanmalarını gerektirecek düzeyde venitelikte delil bulunmadığı bu suçlar bakımından tutuklamanın bir tedbir oluşu ve kişilerin mağduriyetine sebebiyet verilmemesi gerektiği de dikkate alınarak şüphelilerin bu suçlar yönünden tahliyelerine … [karar verildi.]” Anılan karara karşı başvurucunun 27/5/2016 tarihinde yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 2/6/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 23/6/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… Şüphelilerin üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun CMK’nın Maddesindebelirtilenkatalog suçlardan olduğu, şüpheli anlatımları, telefon tape kayıtlarına göre yapılan görüşme veiçerikleri, para transferine ilişkin yapılan tespitler, şüphelilerden elde edilen dijital materyaller üzerinde yapılan inceleme sonucu elde edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu, atılı suçun cezası ve delillerin henüz tam olarak toplanmamış bulunması dikkate alındığında Adli kontrol kararının yetersiz kalacağı ve tutuklama tedbirinin orantılı olduğu anlaşıldığından CMK’nın Maddesi gereğince tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” Anılan karara karşı başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 12/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… itiraz konusu kararda kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil ve vakıaların soruştıırma dosyasının içeriğine uygun şekilde ortaya konulduğu; tutuklamayı gerektiren nedenlerin ve tutuklama tedbirinin ölçülülük ilkesine uygun olduğunun, tutuklama yerine adlikontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağını gösteren vakıa ve delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıklandığı, açıklamaların soruştuıma dosyası içeriğine de uygunolduğu; tüm bu olgu, tespit ve nedenler karşısında İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği’nin itiraza konu tutukluluğun devamına dair kararında usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmayıp, kararın yerinde olduğusonuç ve vicdani kanaatine varılmakla, şüpheli müdafıinin yerinde görülmeyen itirazlarının reddine … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/7/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanan şüpheliler A.T.Ç., Bekir Mustafa Yılmaz [ve] S.A. hakkında dosyadaki mevcut delil durumu şüpheli S.A.nın paralel devlet yapılanmasının Ankara sorumlusu olarak ihbarda belirtildiği, diğer şüpheli A.T.Ç. ile bacanak olduğu ve A.T.Ç.nin FETÖ/PDY terör örgütünde davranış şekli olan ‘Ömer’ kod adı ile tanındığı, şüphelinin yapılan dinlemelerde 4/1/2016 tarihinde İsimli şahıs ile yaptığı telefon görüşmesinde ve paralel devlet yapılanması içinde yer alan teröristlerden ‘bizim grup’ olarak bahsettiği, nin ise grubun bittiğini ve grup üyelerinin yurt dışına kaçtığını belirttiği, şüpheli S.a.nın ise bu işin sorumlusunun bacanağı olan ‘Ömer’ kod adlı A.T.Ç. olduğunu belirttiği, soruşturma konusu olayda S.A. ile Bekir Mustafa Yılmaz’ın birlikte hareket ettikleri, her ne kadar şüphelilerin diğer suçlardan İstanbulSulh Ceza Hakimliği’nin kararıyla tahliyelerine kararverilmişise de;tüm şüphelilerin FETÖ/PYD terör örgütüne üye olduklarına ilişkin dosya kapsamı itibariile değerlendirildiğinde ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının alt ve üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, şüphelilerin kaçma ihtimallerinin bulunması, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından CMK’nın Ve Maddeleri gereğince şüpheliler hakkında ayrı ayrı tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/8/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyip Türkiye Cumhuriyeti Devletini ortadan kaldırmayı amaçlayan ve bu aınaç doğrultusunda devletin çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına sızarak kamu hukukundan kaynaklanan gücü kendiamaç ve doğrultularında kullanarakfaaliyettebulunduğukamuoyunayansıyanbir çok hazırlıksoruşturması ve kamu davalarından anlaşılan FETÖ/PDY olarak adlandırılan yasa dışısilahlıterörörgütüolarakbelirtilenyapıilebağlantılıolarakhareket ettiğikanaatine varılanillegalbiroluşum’sözdeYurttaSulhKonseyi’ olarakfaaliyetgösterenveTürk Silahlı Kuvvetlerininmeşruemirkomutazinciridışına çıkabilengizliliğe ve denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturularak soruşturma kapsamındaki bilgi ve belgelere göre de Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı yerine oluşturulan illegal yapı tarafından yapılan planlama çerçevesinde verilen yasal mevzuata ve Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizınet Kanununa aykırı görevlerin yerine getirilerek bu kapsamda sözde ‘YurttaSulhKonseyi’ olarak adlandırılan illegal oluşumun amacı ve faaliyeti ile ilgili olarak 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe bildirisini TRT televizyon kanalında silah zoru ile okutarak kamuoyunun bilgisine sunulduğu, amaçladıkları hedefe ulaşabilmek içinde ülkemizin bir çok yerinde ve özellikleAnkara ve İstanbul gibibüyük şehirlerdeCumhurbaşkanlığı KülliyesiTürkiye Büyük Millet Meclisi Binası, Ankara Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT binası’nın bombalanarak sivil halkın da içinde bulunduğu kolluk güçlerine ateş edilmesi, bir çok sivil vatandaş ile kamu görevlilerinin öldürülmesi, kamu ve özel şahısların araçlarına, iş yerlerine zarar verilerek zorla girilmesi gibi eylemlerin gerçekleştirildiği, bu durumda FETÖ/PDY suç örgütünün bu manada artık silahlı terör örgütü olarak kabulü gerektiği, bu silahlı terör örgütü mensuplarının devletin çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına sızarak kamu hukukundan kaynaklanan güç ve otoriteyi bulundukları konum ve statüye göre örgütten gelen talimatları esas almak suretiyle örgütün faaliyeti ve amacına ulaşabilmek için hareket ettikleri ve yine bu silahlı terör örgütünün sivil uzantılarının da himmet adı altında paralar toplayarak, bu toplanan paralarıda çeşitli şekillerde gerek yurt içinde gerekse yurtdışına transferinde faaliyet gösterdikleri, yine bir kısım sivil unsurlarının da özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni sahte ihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke konuınuna sokarak uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmasını sağlaınak amacıyla devlet sırrı niteliğindeki bir takım bilgileri ifşa ederek kamuoyunda bir algı yaratma faaliyetinde bulundukları, şüphelilerinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekliştcınıeye kalkıştığı darbe girişiminden önce İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmalar kapsamında 20/2/2016 ve 22/2/2016 tarihlerinde İstanbul Ve Sulh Ceza Hâkimliklerince silahlı terör örgiitüne üye olma suçundan tutuklandıkları anlaşılmıştır.Bu düzenlemeler ve açıklamalar ışığında yapılan inceleme neticesinde:Şüphelilerin üzerlerine atılı olan silahlı terör örgiitüne üye olma suçunun TCK’nın 314/ Maddesinde düzenlenmiş olduğu, 23/7/2016 tarih ve 29779 nolu Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin 667 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6/ Ve 6/ı. Maddelerindeki düzenlemeye göre tutukluluğun incelenmesi, tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin dosya üzerinden karara bağlanabileceği belirtildiğinden şüphelilerin üzerlerine atılı suçların mahiyeti ve niteliği gözönüne alınarak da CMK’nın Maddesinde düzenlenen tutukluluğun incelenmesinin soruşturma dosyası üzerinden yapılmasına karar verilerek hazırlık soruştuıına dosyası incelendiğinde;Şüphelilerin üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, şüphelilerin ifade ve savunmaları, şüphelilerin ikametinde ve işyerlerinde yapılan aramalarda ele geçen bilgi ve belgeler, şüphelilerin kullanmış oldukları telefonlar üzerinde yapılan ilk incelemelerdeki kayıt ve bulgular, kolluk görevlilerince düzenlenmiş olan açık kaynak tespit tutanağı, soruşturma dosyası içerisindeki İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin sanıklar ve E.G. hakkında silahlı terör örgiitüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan dosyanın tefriki ile MİT tırlarının durdurulması olayıyla ilgili Cumhuriyet gazetesinde 29/5/2015 tarihinde yayımlanan haberlerle ilgili olarak ‘Devletingüvenliği veya iç veya dış sayasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması bilgileri açıklamak’ suçundan ma iyetlerine dairverilmiş olan2016/37Esas,2016/162Karar sayılı karar içeriği, şüpheliler hakkındaki MASAK raporu ile hazırlık evrakı kapsamındaki tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde; Şüphelilerden S.A. hakkında yapılan ihbarda bu şüphelinin FETÖ/PDY örgüt yapılanması içerisinde örgütün Ankara sorumlusu olarak faaliyet gösterdiğinin belirtilmiş olması, şüpheliler A.T.Ç. ve S.A.nın bacanak oldukları ve birbirleri ile irtibatlı oldukları, şüphelilerden A.T.Ç.nin FETÖ/PDY terör örgütü içerisinde ‘ÖMER’ kod adı ile tanındığı, bu şüphelinin yapılan dinlemelerde 4/1/2016 tarihinde İsimli şahıs ile yaptığı telefon görüşmesinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yapılanması içerisinde yer alan terör örgütü mensuplarından ‘Bizim Grup’ olarak bahsettiği, M’nin ise ‘Grubun bittiğini ve grup üyelerinin yurt dışına kaçtığını’ belirttiği, gerçekten de kaınuoyuna yansıyan haberlerde başta İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı olmak üzere ülkemizgenelinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü hakkındaki hazırlık soruşturması dosyalarında yer alan bir çok şüphelinin ya hakkında herhangi bir ifade alma işlemi yapılmadan önce ülkemizi terk ederek yurt dışına kaçtıkları gibi sorgularının yapıldığı hakimliklerce adli kontrol tedbiri kapsamında serbest bırakıldıklarında da gayri yasal yollardan yurtdışına kaçtıklarının somut bir gerçeklik olduğu, MİT tırlarının durdurulması olayıyla ilgili olarak hakkında mahkumiyet kararı verildiği anlaşılan sanık ye ait bir villanın alımı konusunda şüphelilerden Bekir Mustafa Yılmaz ve S.A.nın birlikte hareket ettikleri, nin MİT tırlarının durdurulması ile ilgili haberleri yapması karşısında satışı yapılan villanın değerinin çok üzerinde haricen kendisine ödeme yapıldığı, MASAK raporlarından da anlaşıldığı üzere FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün finansman kaynaklarından biri olan himmet adı altında toplanan paraların yurtdışına çıkarılmasında rol oynadıkları, yine yapılan soruşturmalarda silahlı terör örgütü ile iltisaklı olduğu anlaşılan Aydınlı Grup ile şüphelilerin bağlantılarının bulunduğunun tespit edilmiş olması karşısında şüphelilerin üzerilerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunması, hazırlık soruşturması ile bu kapsamda delil toplama işlemlerinin çok kapsamlı bir şekilde halen devam ediyor olması nedeniyle mevcut delil durumuna göre delillerin tam olarak toplanmamış olması, şüphelilerin üzerine atılı suçun 100/ Maddesinde belirtilen ve tutuklama nedeni varsayılan suçlar arasında yer alması, atılı suçun kanun maddesinde belirtilen hürriyeti bağlayacı cezanın alt ve üst hadleri ile şüphelilerin suçunun sabit olması halinde verilebilecek ceza miktarı ile şüphelilerin tutuklulukta geçirdiği süre nazara alındığında tutukluluk hallerinin sonlandırmasını gerektiren bir neden bulunmadığı, şüpheliler tutuklandıktan sonra geçen süre zarfında tutuksuz yargılanınak üzere serbest bırakılmalarını gerektirecek nitelikte lehlerine yeni bir delil bulunmaması, şüphelilerin üzerlerine atılı suçun ilerde şüpheliler aleyhine vasfının değişerek daha ağır cezai müeyyideleri olan TCK’nın Ve Maddelerinde düzenlenen suçlara dönüşebileceği ve şüphelilerin tutuklama gerekçelerinde belirtilen nedenlerin ortadan kalkmaması, şüphelilerin üzerine atılı suçun kanun maddesinde belirtilen hürriyeti bağlayıcı cezanın alt ve üst hadlerine göre ileride yapılacak yargılama sonucunda verilebilecek muhtemel ceza miktarı nazara alındığında şüphelilerin serbest kalmaları halinde kaçacakları nitekim FETÖ/PDY silahlıterör örgütü mensuplarının fırsatbulduklarında yasalve gayriyasal yollarla kaçtıkları daha önceden soruşturma dosyaları içeriklerinden anlaşılmış olmasınedeniyleadli kontrol tedbirinin uygulanmasının yeterli olmayacağı kanaatine varılmakla CMK’nın Ve devamı maddeleri gereğince şüphelilerin … tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 26/9/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…Şüpheliler Bekir Mustafa Yılmaz, A.T.Ç.ve S.A.hakkındasilahlı terör örgütüne üye olma suçundanüzerlerineatılı suçunvasıf ve mahiyeti, mevcutdelil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülencezasınınüstsınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı suçların CMK’nın Maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesihalinde verilmesimuhtemel cezaveyagüvenliktedbirleriyletutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, busuretle şüphelilerintutukluluk hallerininsonlandırılmasını gerektirecek nitelikteyenibir delilinbulunmadığı,tutuklamanedenlerininortadankalkmadığıanlaşıldığından CMK’nın Ve Maddelerigereğince şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 27/10/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… Şüphelilerin üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun CMK’nın Maddesindebelirtilenkatalog suçlardan olduğu, şüpheli anlatımları, telefon tape kayıtlarına göre yapılan görüşme ve içerikleri, para transferine ilişkin yapılan tespitler, şüphelilerden elde edilen dijital materyaller üzerinde yapılan inceleme sonucu elde edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suçşüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu, atılı suçun cezası ve delillerin henüz tam olaraktoplanmamış bulunması dikkate alındığında tutuklama tedbirinin orantılıolduğuanlaşıldığındanbahsekonutahliye taleplerinin … reddine, CMK’nın 108/maddesi gereğince tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” Anılan karara karşı başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 30/11/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…İtiraz konusu kararda kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil ve vakıaların soruşturma dosyasının içeriğine uygun şekilde ortaya konulduğu; tutuklamayı gerektiren nedenlerin ve tutuklama tedbirinin ölçülülük ilkesine uygun olduğunun, tutuklama yerine adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersizkalacağını gösteren vakıa ve delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıklandığı, açıklamaların soruşturma dosyası içeriğine de uygun olduğu; tüm bu olgu, tespit ve nedenler karşısında İstanbul Sulh Ceza Hakimliği’nin itiraza konu tutukluluğun devamına dair kararında usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmayıp, kararın yerinde olduğu sonuç ve vicdani kanaatine varılmakla, şüphelinin yerinde görülmeyen itirazlarının reddine … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/11/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… ŞüphelilerA.T.Ç.,BekirMustafaYılmazveS.A. hakkında silahlı terör örgütüneüye olmasuçundan; üzerlerineatılı suçunvasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu vedelillerinhenüz tamamının toplanmamışolması, ziraşüphelilerdenele geçirilen dijital materyellerin incelenmesine ve şifrelerinin çözülmesi çalışmalarına devam edildiğinin bildirilmesi, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, soruşturına konusu suçların ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilinbulunmadığı,tutuklaınanedenlerininortadankalkmadığıanlaşıldığından yukarıda anılan şüphelilerin muhtelif tarihlerdeki tahliye taleplerinin reddine, tüm şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” Başvurucu 21/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 27/12/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçu ile ilgili olarak; atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz tamamının toplanmamış olması, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sının, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı suçun CMK’nın Maddesinde sayılan katalog suçtan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasınınbuaşamadayetersizkalacağı,suçunsabitgörülmesihalindeverilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından yukarıda anılan şüpheli ve müdafıilerinin tahliye taleplerinin reddine, aynca savcılık talebinde belirtilen tüm şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 27/1/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… şüpheliler A.T.Ç., Bekir Mustafa Yılmaz ve … S.A.nın üzerilerine atılı suçunvasıf ve mahiyeti, suç vasfının aleyhlerine ağırlaşabileceği, mevcut delil durumu ve delillerin henüz top]anmamış olması ile şüphelilerin beyanları nazara alınarak, atılı suçların yasada ön görülen cezalarının miktarı, şüphelilerin üzerine atılı suçları işlediklerine ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, şüphelilerin kaçması, saklanması, veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut delillerin bulunması, soruştı.ırma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesimuhtemelceza veya güvenlik tedbirleriyletutuklama tedbirininölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından CMK’nın Ve Maddeleri gereğince dosyakapsamındaki tüm tahliye taleplerinin reddine, şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” Anılan karara karşı başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 22/2/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… şüphelilerin üzerlerine atılı silahlı terör üdafile üye olma suçunun CMK’nın Maddesinde belirtilen katalog suçlardan olduğu, şüpheli anlatımları, telefon tape kayıtlarına göre yapılan görüşmeve içerikleri, para transferine ilişkin yapılan tespitler, şüphelilerden eldeedilen dijital materyaller üzerinde yapılan inceleme sonucu elde edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerinbulunduğu,atılı suçun cezası ve delillerin henüz tam olarak toplanmamış bulunması dikkate alındığındatutuklama tedbirinin orantılı olduğu anlaşıldığından itirazın reddine … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 24/2/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… Şüpheli … Bekir Mustafa Yılmaz suçu ile ilgili olarak; atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz tamamının toplanmamış olması, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sının, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren soıput delillerin oluşu, atılı suçların CMK’nın Maddesinde sayılan katalog suçu oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruştı.ırnıa konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasınınbuaşamadayetersizkalacağı,suçunsabitgörülmesihalindeverilmesi muhtemel cezaveya güvenliktedbirleriyle tutuklamatedbirininölçülüolduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni birdelilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından yukarıda anılan şüphelilerin tahliye taleplerinin ayrı ayrı reddine, ayrıcaca savcılık talebinde belirtilen tüm şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 24/3/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… Şüpheli … Bekir Mustafa Yılmaz’ın … [üzerine] atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz tamamının toplanmamış olması, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sının, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren soıput delillerin oluşu, atılı suçların CMK’nın Maddesinde sayılan katalog suçu oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruştı.ırnıa konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasınınbuaşamadayetersizkalacağı,suçunsabitgörülmesihalindeverilmesi muhtemel cezaveya güvenliktedbirleriyle tutuklamatedbirininölçülüolduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni birdelilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından yukarıda anılan şüphelilerin tahliye taleplerinin ayrı ayrı reddine, ayrıcaca savcılık talebinde belirtilen tüm şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… şüpheliler … Bekir Mustafa Yılmaz’ın üzerilerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, savunma içerikleri, tape kayıtları, örgütsel bağlantıyı gösterir ilişkiler, para transferleri gereği kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların varlığı, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçların yasada ön görülen cezalarının miktarı,soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi ve kaçma şüpheleri gereği adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından CMK.nın Ve Maddeleri gereğince dosya kapsamındaki tüm tahliye taleplerinin reddine, şüphelilerin tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 6/6/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… silahlı terör örgütüne üye olma, Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarının vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, kolluk görevlileri tarafından düzenlenen tutanaklar, iletişimin tespiti kayıtları, tanık beyanları, atılı suçların yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı silahlı terör örgütüne üye olma ve Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme suçlarının CMK 100/3-a-11 maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından CMK.nın Ve Maddeleri gereğince şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 28/6/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… Şüphelilerin ifade ve savunması, soruşturma dosyası içindeki bilgi ve belgeler, tutuklama kararlarındaki belirtilen gerekçeler ve nedenlere göre şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin varlığı, üzerine atılı suçun CMK’nun 100/maddesinde belirtilen tutuklama nedeni varsayılan suçlar arasında yer alması, atılı suçların kanun maddesinde belirtilen hürriyeti bağlayıcı cezaların alt ve üst hadleri ile ileride suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza miktarı dikkate alındığında şüphelilerin kaçma şüphelerinin bulunduğu ve bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı anlaşıldığındanCMK.nın Ve devamı maddeleri gereğince şüphelilerin tutukluluk halinin devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 28/7/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… Şüphelilerin …. üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz tamamının toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı suçların CMK’nın Maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından şüphelilerin tutukluluk halinin devamına …. [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/8/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… Şüphelilerin …. üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz tamamının toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı suçların CMK’nın Maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından şüphelilerin tutukluluk halinin devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 15/9/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… Şüphelilerin üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, şüphelilerin ifade ve savunması, şüphelilerin ikametinde yapılan aramalarda ele geçen materyallere ilişkin düzenlenmiş olan tutanak içerikleri nazara alındığında şüphelilerin üzerine atılı suç/suçlar bakımından kuvvetli suç şüphesi altında bulundukları anlaşılmış olup, şüphelilerin üzerine atılı suçun CMK.nun 100/3 maddesinde belirtilen ve tutuklama nedeni varsayılan suçlar arasında yer alması, atılı suçun kanun maddesinde belirtilen hürriyeti bağlayacı cezanın alt ve üst hadleri ile şüphelilerin suçunun sabit olması halinde verilebilecek ceza miktarı ile şüphelilerin tutuklulukta geçirdiği süre nazara alındığında tutukluluk hallerinin sonlandırmasını gerektiren bir neden bulunmadığı, şüphelilerin tutuklama gerekçelerinde belirtilen nedenlerin ortadan kalkmaması ve adli kontrol tedbirinin uygulanmasının yeterli olmayacağı kanaatine varılmakla CMK.nın Ve devamı maddeleri gereğince şüphelilerin tutukluluk halinindevamına, ayrıca şüpheliler ve üdafilerinin yapmış oldukları tahliye talepli dilekçelerinin de yukarıda açıklanan gerekçelerle reddine … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 16/10/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanan şüphelilerin üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı suçların CMK.nın Maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından, CMK’nın Ve Maddeleri gereğince şüphelilerin tutukluluk hallerinin … devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 16/11/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… şüphelilerin üzerilerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz tamamının toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, atılı suçun CMK’nın Maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu nedeniyle tutuklama sebeplerinin var sayıldığı, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında; adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından şüpheli A.T.Ç.nin tahliye talebinin reddine, ayrıca savcılık talebinde belirtilen şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına … [karar verildi.]” İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 14/12/2017 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “… şüphelilerin üzerlerine atılı suçlarınavasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçların yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından CM’nın Ve Maddeleri gereğince tahliye talebinin reddi ile tüm şüphelilerin tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına… [karar verildi.]” Başsavcılık 15/1/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Başsavcılık; kamuoyunda MİT tırları soruşturması olarak bilinen olay ve kamuoyuna ifşa hadisesine katıldıklarından bahisle başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında başlattığı soruşturmada devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama suçlarından “Şüphelilerin savunmalarının aksine eylemlere katıldıklarına dair kamu davası açmaya yarayan nitelikte delil elde edilememiştir” şeklindeki gerekçeyle ek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY silahlı terör örgütü hakkında genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun işlediği iddia olunan suça ve örgüt bağlantısına ilişkin olarak iddianamede yer verilen olay ve olgular özetle şöyledir:i.İstanbul Emniyet Müdürlüğüne 24/11/2015 telefonla yapılan ihbar üzerine başvurucu ile aynı dosyada yargılanan A.T.Ç., F.Ö. ve S.A. hakkında Başsavcılıkça soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda 8/2/2016 tarihinde bir ihbarcının ifadesi de alınmıştır.- 24/11/2015 tarihli ihbar içeriği şöyledir:“Avukat A.T.Ç. kod adı ‘Ömer Abi’ Fetullah’a bağlı. Fatih Üniversitesi’nde öğretim üyesi, Aydınlı Grup’ta öğretmenlik yapar. HSYK üyelerini giydiriyor. Tüm ihtiyaçlarını karşılıyor. Aynı zamanda İ.Y.nin kızı Aydınlı Grupta çalışıyor ve cemaate para yardımı topluyor. Z. Abi ile ortaklar. S.A. isimli abi ise Ankara’da avukat ve Ankara’nın abisi. Her zaman Z.Ö. ile irtibat halinde. Tarık’ın elinde bir tane laptop bilgisayar var. Devletle ilgili bilgiler var. H.A. ve B.K.T. aralarında bu bilgisayar dönüyor. Ayrıca F.Ö. adlı avukat abi hâkimler ile konuşup her türlü davayı hallediyor. Gittiğimiz toplantılarda telefonlarımızı toplayıp bir odaya kilitliyorlar. Daha sonra üzerimizi arayıp ikinci bir telefon var mı diye bakıyorlar. A.T.Ç. geçen toplantıda Amerika’ya kaçacağını söyledi.”- 8/2/2016 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılıkla Mücadele Şube Müdürlüğünde dinlendiği belirtilen ihbarcının iddianamede yer verilen ifadesi şöyledir:“A.T.Ç. isimli şahsın İstanbul’da avukat olduğu, aslen Erzincan Refahiyeli olmasına rağmen 5 yaşından beri İstanbul’da yaşadığı, en yakın arkadaşı H.A. ile birlikte cemaat evlerinde yetiştikleri, dershane paralarını cemaatin karşıladığı ve FEM dershanesine devam ettikleri, lise son sınıfta Altunizadede FEM Dersanesi’nin Katında Fetullah Gülen’in makamında hizmetlisi oldukları, A.T.Ç.nin hep Fetullah Gülen’in yanında kaldığı, eski adı Z. İken o zamanlarda ‘Ömer’ lakabını kullandığı, herkesin onu o yıllarda ‘Ömer’ olarak tanıdığı, daha sonra Z. İsmini resmi olarak A.T. olarak değiştirdiği, zaman içerisinde bütün çevresiyle ve akrabalarıyla ilişkisini kestiği, daha sonra FEM dershanelerinde öğretmenlik yaptığı, en elit, zengin ve bürokrat çocuklarıyla kendisinin ilgilendiği ve üniversiteye hazırlık dersleri verdiği için Türkiye’de önemli kişileri çok iyi tanıdığı ve etkili biri olduğu, A.T.Ç.nin yedek subay olarak askerlik yaptığı, daha sonra Işık Sigorta’da, Elektrik Kurumunda ve Pierre Cardin, Polo gibi firmaların sahibi olan Aydınlı Grup’ta hukuk müşaviri ve Aydınlı Grup sahiplerinden Ö.F.K.nin danışmanlığını yaptığı, arkadaşı H.A.nın savcı olduğu, H.A.nın eşi E.A.nın da hâkim olduğu ve karı koca savcı hâkim olarak Çağlayan Adliyesi’nde çalışırken şu an Alanya Adliyesi’nde çalıştıkları, A.T.Ç.nin cemaat adına polislerle, subaylarla ve birçok yetkili kişilerle bizzat kendi evinde görüşmeler yaptığı, Aydınlı Grubun polislere, adliye mensuplarına, müsteşarlara ücretsiz kıyafetler, hediyeler dağıttığını, geçmişte A.T.Ç., H.A., Ç. isimli şahısların bir dava olunca FETÖ/PDY ile alakalı davalara hangi hâkimin, hangi mahkemenin bakacağını organize ettikleri, HSYK seçimlerinde etkili oldukları, ayrıca A.T.Ç.nin Fatih Üniversitesi Adalet Yüksek Okulu’nda dersler verdiği, Paralel Yapının Adalet ve Hukuk Derneği’ni kurduğu, bu dernek adı altında geziler, seminerler düzenledikleri, bu organizasyonları A.T.Ç.nin organize ettiği, bilirkişilere ve profesörlere bu gezilerde rüşvet verildiği, dernek aracılığıyla Suriye, Fransa, Azerbaycan, Makedonya, Bosna gibi ülkelere çok kere gidildiği, Bosna’ya 2012 Mayıs ayında Z.H., avukat B.K.T. ve A.T.Ç.nin beraberce gittikleri, Bosna’ya cemaat avukatlarını defalarca götürdükleri, hâkim H.İ.Y.nin geçmişte İstanbul Ticaret Mahkemesi’nde görev yaptığı, bu dönemde ticari davalarını bu hâkimin takip ettiği, kızı Avukat A.E.Y.nin cemaatin avukatlığını yaptığı, hâkim H.İ.Y.nin Yargıtay’da görevli olduğu dönemde, kızı Avukat A.E.Y.nin 2008’de Aydınlı Grupta A.T.Ç.nin sayesinde işe alındığı, ama hiç çalışmadan maaş aldığı, bu hâkimin oğlu olan E.Y.nin ve gelini olan E.Y.nin de o dönemde aynı şekilde Aydınlı Grup’tan maaş aldıkları, sonrasında işten ayrıldıkları, Aydınlı Grup sahiplerinin babasının Ş.K. olduğu ve 82 yaşında olduğu,Ş.K.nın oğlu olan A.S.K.nın H.Ş. ile çok yakın arkadaş olduğu ve Amerika’da olduğu, Ankara ilinde A.T.Ç.nin bacanağı olan avukat S.A. ile irtibatlı olarak işlerini yürüttüğü, S.A.nın yanında da; E.Ü., Ö.K., B.K.T., F.Ö., R.P. (eski savcı) isimli avukatların olduğu, Fetullah Gülen cemaatinin şu andaki finans kasasının Z.H. olduğu, bu kişinin Aydınlı Grup Genel Md. Yrd. Ve Hûda İnşaatın sahibi olduğu, para akışlarını fınans açıklarını bunların karşıladığı ve cezaevindeki cemaat mensuplarının avukatlık ücretlerinden geçimlerine kadar yardım edildiği, bu şahısların HSYK bağlantısının HSYK Daire Üyesi hâkim K.T. olduğu, avukatlar arası, istihbarat ve fınans anlamında Ankara bağlantılarını Ç. isimli emekli bir albayın yürüttüğü, bu şahsın MİT, Emniyet, Jandarma bağlantısının halen çok güçlü olduğu ve devam ettiği, şu anda bile gözaltına alınacak kişiler hakkında önceden haberdar olduğu, FETÖ/PDY örgütünün Büyükçekmece, Mimar Sinan, Beylikdüzü, Bahçeşehir gibi yerlerde 20’ye yakın cafe nargile salonlarının olduğu ve büyük gelir sağladıkları, A.T.Ç. ve 5-6 kişinin yurtdışına kaçma planlarının olduğu, A.T.Ç.nin 6 aylık Schengen vizesi aldığı ve bu şahsın Hollanda’ya gideceği, Fetullah Gülen’in şubat ayı içinde görüşmek üzere A.T.Ç.yi 3 günlüğüne çağırdığı, avukat A.A.nın hâkim K.K. ile eskiden cemaat evlerinden çok samimi arkadaş oldukları, bahsedilen cemaat avukatlarının, A.T.Ç.den emir alarak Yargıtay, Danıştay’da cemaat firmaları ve mensuplarının davalarını takip edip, hâkimlere rüşvet dağıttıkları, A.T.Ç.nin emekli albay Ç.den bilgi aldığı, F.S. ve Z.Ö.nün yakalama kararı bilgisini aktaran kişinin Ç. olduğu, avukat A.T.Ç.nin cep telefonu numarasının …, ev adresinin … olduğu, iletişimlerini gizlilik amacıyla whatsapp tarzı bir program aracılığıyla yaptıkları, A.T.Ç.nin bir emniyet müdürü ile de gizli bilgi alışverişinin olduğunu öğrendiği[ni]…” ii. Soruşturma makamlarınca yapılan açık kaynak çalışmalarında nin Ankara’da bulunan konutunu 2013 yılı Eylül ayında 000 Amerika Birleşik Devletleri Doları (USD) bedelle satışa çıkardığı ancak satamadığı, 29/5/2015 tarihinde Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT) ait tırların durdurulması ile ilgili haberin Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmasından kısa bir süre sonra 25/6/2015 tarihinde ye ait konutun 000 USD bedelle başvurucu tarafından satın alındığı belirtilmiştir. Ayrıca S.A.nın 30/12/2015 tarihinde İsimli kişi ile yaptığı telefon görüşmesinde geçen “nin villasıydı bu, biz ondan aldık” şeklindeki konuşma üzerine ye ait konutun FETÖ/PDY’nin amaçları doğrultusunda örgüt talimatı ile başvurucu ve ortağı olduğu belirtilen S.A. tarafından birlikte alındığı değerlendirilerek başvurucu hakkında da soruşturma başlatıldığı belirtilmiştir.iii. Başvurucunun telefonunda yapılan incelemeye göre “Günlük girişleri sekmesi altında yapılan incelemede; 3452 kalıtlı günlük giriş içerisinden Sıradaki uygulamanın net.bylock tanıtıcı isminin byLock/net.bylock.bylock olduğu ve tarih saat bilgisi olarak da 02/12/2014 saat 10:28:24 olduğunun tespit edildiği, (xls.) uzantılı excel raporunda Yüklü Uygulamalar sekmesi içerisinde ‘bylock’ yazılarak arama yapıldığında uygulamanın yüklü uygulamalar içerisinde bulunmadığı ancak günlük girişler sekmesi altında adı geçen bylock uygulamasının telefondan silinmiş olabileceğinin ve son erişim tarihinin de 2/12/2014 olabileceğinin değerlendirildiği” dolayısıyla başvurucunun FETÖ/PDY’nin şifreli haberleşme programı olan Bylocku başka bir hat üzerinden kullanmış olabileceği belirtilmiştir. iv. 19/12/2017 tarihli tutanağa göre Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/37666 sayılı FETÖ/PDY ana çatı soruşturması kapsamında HTS kaydı alınan 72 şahsa ait 336 numaranın irtibatlı olduğu karşı numaraların abone bilgilerinde T. kimlik numaraları kullanılarak yapılan karşılaştırma sonucu abonelik bilgilerine rastlanan şahıslardan K.Ü., A.A., S.T, R.A ile iletişim kaydının bulunduğu tespit edilmiştir.v. Mali raporlara göre başvurucunun örgütle ilişkisi olduğundan bahisle haklarında işlem yapılan ve yurt dışı Gülenist kuruluş olarak bilinen kuruluşlara para gönderen kişilerle parasal ilişkisinin bulunduğu, başvurucu ile aynı gün yurt dışı çıkışı yapan kişilerin örgütle ilişkili kuruluşlarla parasal ilişki içinde bulunduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda;- Başvurucuya 17/2/2014 tarihinde 000 TL, 7/3/2014 tarihinde 000 TL, 19/6/2014 tarihinde 000 TL ve 19/5/2015 tarihinde 000 TL para gönderen R.Y. isimli kişinin 2010-2011 yıllarında Bursa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) il müdürlüğü yaptığı ve İstanbul SGK Rehberlik ve Teftiş Başkanlığında baş müfettiş olarak görev yaptığı, Bursa SGK il müdürlüğü yaptığı dönemde mal alım ihalelerinde FETÖ/PDY örgütü lehine usulsüzlükler yapılması, bilgisi dahilinde FETÖ/PDY adına gazete abonelikleri yapılması, gayri resmi şekilde para toplanması ve kendisine tahsis edilen resmi aracı özel işlerinde kullanması gibi eylemleri nedeniyle FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında soruşturma yürütüldüğü belirtilmiştir.- Başvurucunun 2/10/2015 tarihinde “fatura ödemesi” işlem açıklaması ile 560,40 TL tutarında para taransfer ettiği Başkent Danışmanlık Hizmetleri Ltd. Şti. unvanlı firmanın ortakları arasında bulunan Y.S. isimli kişinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunca “Yurtdışında bulunan benzer nitelikli kurumlarla aynı isimlerde Türkiye’de kurulan kuruluşlara, gerek Asya Katılım Bankası A.Ş. tarafından verilen krediler gerekse Türk vatandaşı şahıslar tarafından yoğun şekilde gerçekleştirilen para transferleri ile fon aktarılması ve aktarılan bu fonların yurtdışındaki aynı isimli ya da farklı isimli benzer nitelikteki, FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirilen ve birbirleriyle organik olarak ilişkili kuruluşlara transfer edilmesi” ile ilgili olarak yürütülen 2014/156758 sayılı soruşturma dosyası kapsamında 2/10/2014 tarihli MASAK raporuna istinaden görevlendirilen denetim elemanları tarafından hazırlanan banka hesap hareketlerine ilişkin verilerin incelenmesinde Kanada’da faaliyet gösteren Kanada Türkiye Dostluk Derneğine para transfer eden kişi olarak adının geçtiği belirtilmiştir.- Başvurucunun 9/4/2011 tarihinde saat 20’de İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan giriş yaptığı, Y.A. isimli kişinin de aynı gün saat 54’te İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan giriş yaptığı ve bu kişinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2014/156758 sayılı soruşturma dosyası kapsamında 2/10/2014 tarihli MASAK raporuna istinaden görevlendirilen denetim elemanları tarafından hazırlanan banka hesap hareketlerine ilişkin verilerin incelenmesi neticesinde, eğitim ve danışmanlık adı altında açık kaynaklara göre Gülenist kuruluş olduğu bilgisi bulunan METROPOLITAN EDUCATION CON. SER. MRK. ABD TÜRKİYE İST. ŞB. Unvanlı kuruluşa 24/7/2013 tarihinde iki farklı işlemle toplam 500 USD, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) faaliyet yürüten BROOKLYN AMTIY SCHOOL unvanlı kuruluşa 16/11/2012 tarihinde 000 USD ve 25/6/2013 tarihinde 000 USD olmak üzere toplam 000 USD para transfer ettiğinin belirtildiği ve söz konusu soruşturmada isminin geçtiğibelirtilmiştir.- Başvurucunun 5/9/2011 tarihinde saat 54’te İstanbul Atatürk Havalimanından çıkış yaptığı, Ş. isimli kişinin de aynı gün saat 44’te İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan çıkış yaptığı, bu kişinin anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, silahlı örgüt kurma, nitelikli dolandırıcılık, 16/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanın Önlenmesi Hakkında Kanun’a muhalefet, resmî belgede sahtecilik, 25/6/1983 tarihli ve 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu’na muhalefet ve 4/11/2004 tarihli ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na muhalefet suçlarından Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2015/1846 sayılı soruşturmada şüpheliler arasında yer aldığı belirtilmiştir.- Başvurucunun 30/10/2011 tarihinde saat 16’da İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan çıkış yaptığı, isimlikişinin ise aynı gün saat 14’te İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan çıkış yaptığı, bu kişinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2014/156758 sayılı soruşturma dosyası kapsamında 2/10/2014 tarihli MASAK raporuna istinaden görevlendirilen denetim elemanları tarafından hazırlanan banka hesap hareketlerine ilişkin verilerin incelenmesi neticesinde, eğitim ve danışmanlık adı altında ABD’de faaliyet yürüten ve açık kaynaklara göre Gülenist kuruluş olduğu bilgisi bulunan WELLSPRING CULTURAL AND EDUCATIONAL FOUNDATION unvanlı kuruluşa 8/3/201-8/4/2014 tarihleri arasında sekiz farklı işlemle 060,62 TL ve 500 USD, METROPOLITAN EDUCATİON CONSULTING SERYİCES Unvanlı kuruluşa 14/7/2011 tarihinde 250 USD ve 11/9/2013 tarihinde 800 USD olmak üzere toplam 050 USD para transfer ettiği ve söz konusu soruşturmada isminin geçtiği belirtilmiştir.- Başvurucunun yine 30/10/2011 tarihinde saat 16’da İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan çıkış yaptığı sırada S.Ö.T. isimli kişinin de saat 08’de İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan çıkış yaptığı, bu kişinin FETÖ/PDY ile mücadele kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2015/11658 sayılı soruşturmada ve İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/47593 sayılı soruşturması kapsamında şüpheli olduğu belirtilmiştir.- Başvurucunun 13/11/2011 tarihinde saat 51’de İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan giriş yaptığı, K.T. isimli kişinin ise aynı gün saat 56’da İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan giriş yaptığı, bu kişinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2014/156758 sayılı soruşturma dosyası kapsamında 2710/2014 tarihli MASAK raporuna istinaden görevlendirilen denetim elemanları tarafından hazırlanan banka hesap hareketlerine ilişkin verilerin incelenmesi neticesinde, eğitim ve danışmanlık adı altında ABD’de faaliyet yürütenve açık kaynaklara göre Gülenist kuruluş olduğu bilgisi bulunan MILKYWAY EDUCATION CENTER INC.-PIONEER ACADEMY OF SCIENCE unvanlı kuruluşa 9/7/2014-2/1/2015 tarihleri arasında üç farklı işlemle 550 USD, METROPOLİTAN EDUCATİON CONSULTİNG SERVICES Unvanlı kuruluşa 15/8/2014 tarihinde 780 USD para transfer ettiğinden söz konusu soruşturmada isminin geçtiği belirtilmiştir.- Başvurucunun aynı tarihte ve saatte İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan giriş yaptığı sırada F.A. isimli kişinin de saat 01’de İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan giriş yaptığı, bu şahsın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle yürütülen 2015/64950 sayılı soruşturma kapsamında şüpheli olduğu belirtilmiştir.vi. Başvurucunun irtibatlı olduğu belirtilen ve başvurucu ile aynı dosyada FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yargılanan;- A.T.Ç.nin Bylock kullanıcısı olduğu, konutunda ve işyerinde yapılan aramalarda FETÖ/PDY ile bağlantılı çok sayıda basılı yayının ve örgüt lideri Fetullah Gülen’e ait konuşmaları içeren birçok dijital materyalin ele geçirildiği belirtilmiş; ayrıca FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerle ilişkisi olduğuna dair HTS kayıtlarına yer verilmiştir. A.T.Ç. beyanında, bacanağı olan S.A.nın ortağı olması nedeniyle başvurucuyu tanıdığını ifade etmiştir.- F.Ö.nün Bylock kullanıcısı olduğu, 24/11/2015 tarihli ihbar içeriğine göre örgüt içinde avukat abi olarak yer aldığı, ihbarda bulunan kişinin 8/2/2016 tarihli ifadesine göre S.A. ile bağlantısının bulunduğu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/10792 sayılı soruşturma dosyasının ihbarcısı H.ye göre paralel yapının avukatı olduğu, tanık A.Y.Ö.nün ifadesine göre örgüt ile ilişkisinin bulunduğu, sohbet ve dernek faaliyetlerine katıldığı, E.S.nin beyanına göre örgütün avukatlık yapılanmasında yer aldığı, sohbet ve toplantılara katıldığı, F.T.nin beyanına göre örgütün sohbet ve toplantılarına katıldığı, S.T.nin beyanına göre Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonunun avukatı olduğu, aramalarda ele geçirilen dijital materyallerde örgüt liderinin fotoğraf ve videolarının bulunduğu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı çatı soruşturmasında ismi geçen A.Ç. ve A. ile irtibatlı olduğu, örgütle ilgisi bulunduğu değerlendirilen şirketin ortağı olduğu bilgilerine yer verilmiştir. F.Ö. Savcılıkta alınan ifadesinde özetle A.T.Ç.yi İstanbul’da avukatlık yapmasından dolayı bir şirketin davası nedeniyle yaklaşık on yıldır tanıdığını belirtmiştir.- S.A.nın ise 24/11/2015 tarihli ihbar içeriğine göre “Ankara’da avukatlık yaptığı, Ankara’nın abisi olduğu ve her zaman Z.Ö. ile irtibat halinde olduğu”, 8/2/2016 tarihinde ihbarda bulunan kişinin ifadesine göre “hâkim K.K. ile eskiden cemaat evlerinden çok samimi arkadaş oldukları, bahsedilen cemaat avukatlarının, A.T.Ç.den emir alarak Yargıtay, Danıştay’da cemaat firmaları ve mensuplarının davalarını takip edip, hâkimlere rüşvet dağıttıkları” şeklinde beyanların geçtiği, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı çatı soruşturmasında ismi geçen A. ile irtibatlı olması, bacanağı olan A.T.Ç.nin İstanbul’da, kendisinin de Ankara’da faaliyet göstererek koordinasyonu sağladığı, MİT tırlarının durdurulması olayında kilit rol oynayan H.nin avukatlığını yaptığı ve MİT tırlarıyla ilgili haberin anılan gazetede yayımlanmasından kısa bir süre sonra ye ait konutu başvurucu ile birlikte satın aldıkları belirtilmiştir. S.A. Savcılıktaki ifadesinde özetle başvurcu ile üniversite yıllarına dayanan bir tanışıklığının olduğunu, 2009 yılında başvurucuya -Armada AVM’de ofis açtığında tanışıklığı olması nedeniyle- hayırlı olsuna gittiğini, kendisinin işlerinin iyi olmaması nedeniyle başvurucunun bürosunda bir odayı kiraladığını, buna ilişkin kira sözleşmesinin de bulunduğunu, bu şekilde başvurucu ile aynı büroda çalışmaya başladıklarını ancak hâlen herhangi bir iş ortaklıklarının olmadığını, 2015 yılının sonuna doğru başvurucunun kendisine müstakil bir villa aldığını söylediğini, kendisinin de yine başvurucunun kiracısı olarak söz konusu villaya başvurucu ile birlikte taşındığını, bu büronun den alınmasıyla ilgilisüreç hakkında hiçbir bilgisinin bulunmadığını ve villanın alınmasında katkısının olmadığını, F.Ö. ile başvurucu vasıtasıyla tanıştığını, F.Ö.nün başvurucunun arkadaşı olduğunu, F.Ö. ile samimiyetinin bulunmadığını ifade etmiştir.vii. Sonuç olarak Savcılık; başvurucunun -aynı dosyada FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle yargılanan- A.T.Ç. ve F.Ö. ile irtibatlı olması, MİT tırlarının durdurulması olayında kilit rol oynayan H.nin avukatlığını yapan, ayrıca A.T.Ç. ile koordineli olarak Ankara’da faaliyet gösteren ve ihbar içeriğinde de Ankara’da abilik yaptığı belirtilen S.A. ile ortak olması hususlarını ve tape kayıtlarına yansıyan görüşme içeriğini dikkate alarak başvurucunun ye ait gayrimenkulü örgütün amaçları doğrultusunda S.A. ile satın aldıklarını, böylece örgütün hiyerarşik yapısı içinde yer aldığını ve örgütün amacı doğrultusunda hareket ettiğini, bu suretle atılı suçu işlediğini iddia etmiştir. İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 11/1/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/7 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme, aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Tutukluluğun devamına dair karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… Sanıklar Bekir Mustafa Yılmaz, A.T.Çve S.A.nın üzerilerineatılı suçun vasıf ve mahiyeti bu konuda hazırlık soruşturması aşamasında ortaya konulan iddialar ve bu iddialar ile irtibatlandırılan deliller ele alındığında CMK’nın 100/1-ilk cümle uyarınca sanıklar aleyhine kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin varlığı ile toplanacak delillerin bu şüpheyi güçlendirme olasılığı; sanıkların üzerilerine atılı suçun niteliği itibari ile CMK’nın 100/3a. Maddesinin ,, ve Bentlerinde tanımlanan bizatihi tutuklama nedeni oluşturan suçlara ait nitelendirmenin değerlendirme tarihi itibari ile sanık aleyhine mevcut olduğu yolundaki somut tespit; Anayasamızın Madesi uyarınca ülkemiz için de bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Maddesi ve bu maddenin yorumu ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tutukluluk tedbiri konusundaki yerleşik karar ve gerekçelerinde kişilerin kaçma riskinin bulunması, kamu düzeninin sağlanması ve yeni bir suçun işlenmesinin önlenmesi amacı ile tutukluluk tedbirinin uygulanabileceğinin belirtilmiş olduğu, iş bu soruşturma dosyasında da AİHM’nin belirttiği bu kriterlerin mevcut olduğu, sanıklar aleyhine açılan davanın niteliği ve özelliği dikkate alındığında, tutuklamanın ölçülü olduğu ve bu tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile sağlanamayacak olması, ayrıca tutuklama kararından sonra tutuklama tedbirini kaldıracak şekilde sanık lehine delillerde herhangi bir değişiklik bulunmadığının anlaşılması, delilerinin toplanmamış olması nedenleri tutukluluk halinin devamına… [karar verildi.]” Mahkeme 16/2/2018 tarihinde ilk duruşmada başvurucu ve diğer sanıkların savunmasını almıştır. Başvurucunun savunması özetle şöyledir:i. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle hakkında soruşturma yürütüldüğü belirtilen R.Y. isimli kişinin kendisinin müvekkili olduğunu ve hukuk davalarını takip ettiğini, bu kişinin kendisine taksitler hâlinde gönderdiği 000 TL’nin vekâlet ücreti olduğunu, adı geçen kişiyle başkaca bir ilişkisinin bulunmadığını belirtmiştir. ii. Başkent Danışmanlık Hizmetleri Ltd. Şti.nin marka ve patent ofisi olduğunu, fatura üzerinde açıkça yazdığı gibi ödenen paranın marka tescil ve başvuru hizmet bedeli olduğunu, bunun dışında anılan Şirketle herhangi bir ilişkisinin bulunmadığını belirtmiştir.iii. Aynı anda havalimanında bulunduğu iddia edilen kişilerin hiçbirini tanımadığını, adları geçen kişilerle herhangi bir bağı olduğuna dair ortaya hiçbir şey konulmadığını, suçlamaya konu edilen olayların 2011 yılında geçtiğini ve belirtilen tarihlerde ailesiyle umreden dönüş, uluslararası bir tahkim davası için İsviçre’ye gidiş ve hacca gidiş ve dönüş nedeniyle havaalanında bulunduğunu beyan etmiştir.iv. Dosyadaki belgelerde Bylock kullandığına dair hiçbir tespit olmadığı gibi kullanılıp silindiğine dair de delil bulunmadığını, ayrıca mahkeme kararıyla istenen HTS kayıtlarına göre söz konusu telefonun ifadesinde belirttiği hat dışında başka bir hatla kullanılmadığının tespit edildiğini ancak iddianamede Bylock kullanmış olabileceği yönünde bir değerlendirme yapıldığını, kesinlikle Bylock programını indirmediğini ve kullanmadığını beyan etmiştir.v. Avukat S.A. ile ortak olmadıklarını, sadece aynı büroyu kullandıklarını, vergi ve diğer tüm işlemlerinin ayrı olduğunu, bürosunda yirmi avukat çalıştırdığını, S.A.nın ise kendisine çalışmadığını, kiracısı olduğunu, iddianamede belirtilen bankacılık işlemlerinin S.A.nın kira ödemesinden ve uzmanlık alanları nedeniyle birbirlerine yönlendirdikleri dosyalar nedeniyle ödedikleri komisyonlardan ibaret olduğunu, ye ait villayı büro olarak kullanmak için tek başına satın aldığını ve herhangi bir gizli amacının bulunmadığını, villayı satın aldığı tarihte hakkında açılmış herhangi bir soruşturma bulunmadığını beyan etmiştir.vi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ana çatı soruşturması kapsamında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle haklarında soruşturma yürütülen ve telefon görüşmesi yaptığı belirtilen kişileri tanımadığını, bu kişilerin adına kayıtlı olan ancak santral hattı olarak kullanılan hattan arandıklarını, şahsi olarak kullandığı telefondan bir arama olmadığını, ayrıca bu kişilerin karşı aramalarının da bulunmadığını, anılan görüşmelerin 2010 ve 2102 yıllarında gerçekleştiğini ve bu kişilerle yasal olmayan herhangi bir ilişkisinin söz konusu olmadığını belirtmiştir.vii. S.T. isimli kişinin üniversiteye hazırlık için gittiği dershanedeki matematik öğretmeni olduğunu, 2010 yılı Ramazan Bayramı’nda rehberdeki herkese toplu mesaj gönderdiğini, bu kişiye de o kapsamda mesaj gönderdiğini, bunun dışında o kişiyle herhangi bir bağlantısının bulunmadığını beyan etmiştir.viii. Bank Asyada hesabının olduğunu ancak hesaba para yatırmadığını ve sohbetlere katılmadığını beyan etmiştir. ix. Büroda ilk olarak üç avukatla çalışmaya başladığını, daha sonra çalışan avukat sayısının yirmiye kadar çıktığını, işyerini kurabilmek için kredi çektiğini beyan etmiştir.x. F.Ö.nün İstanbul’da avukatlık yaptığını ve kendisiyle üniversitede tanıştıklarını, zaman zaman görüştüklerini ve birbirlerine iş yönlendirdiklerini, S.A. ile F.Ö. aracılığıyla tanıştığını beyan ederek suçlamayı kabul etmemiştir. Mahkeme, duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… Sanıklar Bekir Mustafa Yılmaz ve A.T.Ç.nin üzerine atılı suçun niteliği, sanık hakkında mevcut olan delillerin iddianamede bildirilen terör örgütü yapısı kapsamı ile olan ilintisine ait deliller kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, dava dosyasında beyanı alınmayan ve diğer sanıklarla illiyet ve irtibatı olması muhtemel bir sanığın bulunması dikkate alındığında, delilleri karartma ve sanıkların diğer şahıslar üzerinde etkide bulunma ihtimalinin bulunmasının açık olması, bu anlamda delillerinde toplanmamış olması ve sanık için yöneltilen suçlamanın CMK’nın 100/ Maddesinde sayılan suçlardan olması nedeni ile sanık aleyhine tutuklama nedeninin varlığının tespiti, mevcut deliller ve ön görülen suçlamanın yasadaki yaptırımı çerçevesinde AHİS’nin Maddesi gözetilerek CMK’nın Ve devamı maddeleri uyarınca tutuklama tedbirinin bu aşamada gerekli olduğu ve bu konuda adli kontrolün yeterli olmadığı anlaşılmakla tutukluluk halinin devamına… [karar verildi.]” Mahkeme 7/5/2018 tarihinde yaptığı duruşmada sanık ve müdafilerini dinlemiş, her bir sanığın gözaltına alındığı tarihe kadar HTS kayıtlarının Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan istenmesine, HTS kayıtlarında yer alan ve görevde bulunan ya da meslekten çıkartılmış hâkim veya Cumhuriyet savcısı sıfatı taşıyan kişilerin -eski yüksek yargı üyeleri dâhil- tespiti yönünden HTS kayıtlarının analizinin yaptırılmasına ve sair delillerin tespiti için ilgili kurumlara müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Mahkeme duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“… Sanıklar Bekir Mustafa Yılmaz ve A.T.Ç.nin üzerine atılı suçun niteliği, sanık hakkında mevcut olan delillerin iddianamede bildirilen terör örgütü yapısı kapsamı ile olan ilintisine ait deliller kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, dava dosyasında beyanı alınmayan ve diğer sanıklarla illiyet ve irtibatı olması muhtemel olan bir sanığın bulunması dikkate alındığında, delilleri karartma ve sanıkların diğer şahıslar üzerindeetkide bulunma ihtimalinin bulunmasının açık olması, bu anlamda delillerinde toplanmamış olması ve sanık için yöneltilen suçlamanın CMK 100/ Md sayılan suçlardan olması nedeni ile sanık aleyhine tutuklama nedeninin varlığının tespiti, mevcut deliller ve ön görülen suçlamanın yasadaki yaptırımı çerçevesinde AHİS’nin Maddesi gözetilerek CMK’nın Ve devamı maddeleri uyarınca tutuklama tedbirinin bu aşamada gerekli olduğu ve bu konuda adli kontrolün yeterli olmadığı anlaşılmakla tutukluluk halinin devamına… [karar verildi.]” Mahkeme 4/7/2018 tarihinde yaptığı duruşmada bir kısım tanıkları dinlemiş ve ilgili kurumlara yazılan müzekkere cevaplarının dönüşünün beklenmesine karar vermiştir.Mahkeme duruşma sonunda sanık A.T.Ç.nin tahliyesine, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“Sanık Bekir Mustafa Yılmaz’ın üzerine atılı suçun niteliği, sanık hakkında mevcut olan delillerin iddianamede bildirilen terör örgütü yapısı kapsamı ile olan ilintisine ait deliller kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, dosyada kaçak sanığın bulunması kaçak sanıkla tutuklu sanık arasındaki ilişkiyi gösterir somut delillerin varlığı çerçevesinde CMK’nın 100/ Madde yönünden sanık aleyhine koşulların mevcut olduğu suçlamanın CMK’nın 100/ Maddesi sayılan suçlardan olması nedeni ile sanık aleyhine tutuklama nedeninin varlığının tespiti, mevcut deliller ve ön görülen suçlamanın yasadaki yaptırımı çerçevesinde AHİS’nin Maddesi gözetilerek CMK’nın Ve devamı maddeleri uyarınca tutuklama tedbirinin bu aşamada gerekli olduğu ve bu konuda adli kontrolün yeterli olmadığı anlaşılmakla takdiren sanık Bekir Mustafa Yılmaz’ın CMK’nın Ve devamı maddeleri uyarınca tutukluluk halinin devamına … [karar verildi.]” Mahkeme 4/7/2018 tarihinde yaptığı duruşmada bir kısım tanıkları dinlemiş ve ilgili kurumlara yazılan müzekkere cevaplarının dönüşünün beklenmesine karar vermiştir. Mahkeme duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“Sanık Bekir Mustafa Yılmaz’ın üzerine atılı suçun niteliği, sanık hakkında mevcut olan delillerin iddianamede bildirilen terör örgütü yapısı kapsamı ile olan ilintisine ait deliller kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, dosyada kaçak sanığın bulunması kaçak sanıkla tutuklu sanık arasındaki ilişkiyi gösterir somut delillerin varlığı çerçevesinde CMK’nın 100/ Madde yönünden sanık aleyhine koşulların mevcut olduğu suçlamanın CMK’nın 100/ Maddesi sayılan suçlardan olması nedeni ile sanık aleyhine tutuklama nedeninin varlığının tespiti, mevcut deliller ve ön görülen suçlamanın yasadaki yaptırımı çerçevesinde AHİS’nin Maddesi gözetilerek CMK’nın Ve devamı maddeleri uyarınca tutuklama tedbirinin bu aşamada gerekli olduğu ve bu konuda adli kontrolün yeterli olmadığı anlaşılmakla takdiren sanık Bekir Mustafa Yılmaz’ın CMK’nın Ve devamı maddeleri uyarınca tutukluluk halinin devamına … [karar verildi.]” Mahkeme 31/10/2018 tarihinde yaptığı duruşmada bir kısım tanığı dinlemiş; HTS kaydının analizine ilişkin bilirkişi raporu alınmasına, başvurucunun telefonunda kullandığı hatlarla Bylock programının kullanıp kullanılmadığına dair ilgili yerlere müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Anılan müzekkereye İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünce 6/12/2018 tarihli yazı ile verilen cevapta başvurucunun Bylock kullanıcısı olduğuna dair bir veriye rastlanmadığı belirtilmiştir. Mahkeme duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“Sanık Bekir Mustafa YILMAZ’ın üzerine atılı suçun niteliği, sanık hakkında mevcut olan delillerin iddianamede bildirilen terör örgütü yapısı kapsamı ile olan ilintisine ait deliller kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı sanık için yöneltilen suçlamanın CMK 100/ Md sayılan suçlardan olması nedeni ile sanık aleyhine tutuklama nedeninin varlığının tespiti, mevcut deliller ve ön görülen suçlamanın yasadaki yaptırımı çerçevesinde AHİS Madde gözetilerek CMK 100 ve devamı maddeleri uyarınca tutuklama tedbirinin bu aşamada gerekli olduğu ve bu konuda adli kontrolün yeterli olmadığı anlaşılmakla takdiren sanık Bekir Mustafa Yılmaz’ın CMK’nın Ve devamı maddeleri uyarınca tutukluluk halinin devamına … [karar verildi.]”Mahkeme 20/2/2019 tarihinde yaptığı duruşmada haftanın belirlenen günlerinde bir kuruma başvurma ve yurt dışına çıkamama şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmak kaydıyla başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“Sanık Bekir Mustafa Yılmaz’ın üzerine atılı suçun delillerinin büyük oranda toplanmış olması, bu anlamda delilleri karartma ihtimalinin bulunmadığının anlaşılması, sanığın sabit ikametgah sahibi oluşu, kaçma ihtimalinin bulunmadığı, tutuklamanın bir ceza değil zorunlu durumlarda başvurulan geçici bir tedbir oluşu somut olayda tutuklama tedbirinin devamının zorunlu kılacak bir hususunun bulunmadığının anlaşılması, sanığın tutuklu kaldığı süre hususları göz önüne alınarak tahliyesine … [karar verildi.]” Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir.B. İlgili Süreç Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye’de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda FETÖ ve/veya PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İlgili hukuk için bkz. Özcan Güney,B. No: 2017/20709, 15/11/2018, §§ 30- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/72230 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve resen yapılan tutukluluk incelemesinin süresinde yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvuruculara ait taşınmazın derece sit alanı ilan edilmesinden dolayı kullanılamaması ve uzun süredir de kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucular, Ankara'nın Keçiören ilçesi Ovacık köyünde kain 500 metrekare büyüklüğündeki 449 parsel sayılı taşınmazı 1977 ve 1978 yıllarında satın almak suretiyle farklı hisselerle malik olmuşlardır. Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun (Kurul) 24/6/1988 tarihli kararıyla taşınmazın bulunduğu alan 1/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun maddesi uyarınca ekli planda işaretlenen sınırlar dâhilinde derecede arkeolojik sit alanı olarak belirlenmiştir. Anılan karar 23/9/1998 tarihli yevmiye numarasıyla tapuya şerh edilmiştir. Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi de 25/7/1995 tarihli kararıyla mezkûr alanı 1/5000 ölçekli Ovacık köyü ve çevresi nazım imar planı ile arkeolojik sit alanı olarak belirlemiştir. Kurulun 24/6/1988 tarihli kararının eki haritanın yeterli görülmemesi üzerine yine Kurulun 11/11/2005 tarihli kararıyla derece arkeolojik sit sınırının ekli bulunduğu 1/5000 ölçekli kadastro paftası onaylanmıştır. Müteakiben Keçiören Belediye Meclisinin 1/2/2006 tarihli kararıyla 1/1000 ölçekli arkeolojik sit alanı koruma amaçlı imar planı kabul edilmiştir. Anılan plan Ankara Büyükşehir Belediyesince 13/6/2006 tarihinde onaylanmak suretiyle kesinleşmiştir. Kurulun 29/8/2006 tarihli kararıyla da ilgili bölgede derece arkeolojik sit alanı olarak tescilli bulunan alan için hazırlanan uygulama imar planının adı, plan lejantında koruma amaçlı imar planı olarak düzeltilmiştir. Mezkûr taşınmazda hisseleri olan başvurucular dışındaki diğer maliklerden bir kısmı, taşınmaz ve civarındaki parsellerin niteliğinde değişiklik meydana geldiğinden bahisle taşınmazın derece arkeolojik sit alanı dışına çıkarılması istemiyle Kültür ve Turizm Bakanlığına yaptıkları başvuruların reddine ilişkin işlemin iptali talebiyle dosya kapsamından anlaşılamayan bir tarihte Ankara İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. Mahkeme 6/5/2010 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde dava konusu 449 numaralı parseldeki taşınmazın ve çevresinin 2863 sayılı Kanun'un maddesinde belirtilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarından olduğu belirtilmiştir. Kurulun 13/5/2011 tarihli kararıyla da koruma amaçlı imar planı uygun görülen alan içinde bulunan, başvurucuların parsellerinin de içinde yer aldığı komşu 9 parsel, 82102 sayılı parselasyon planı ile 666 m² büyüklüğünde tek bir parsel hâline getirilerek Ovacık Mahallesi 34754 ada 1 parsel sayısını almıştır. Parselasyon planı kesinleşerek 7/7/2011 tarihinde tapuya tescil edilmiştir.B. Kamulaştırmasız El Koyma Nedeniyle Açılan Tazminat Davasına İlişkin Süreç Başvurucular 7/12/2010 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde yaptıkları başvuru ile taşınmazlarının kamulaştırılmasını talep etmişlerdir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, ödenek yetersizliği gerekçesiyle başvuruyu reddetmiştir. Başvurucular, taşınmazlarının derecede sit alanı içinde kalması nedeniyle mülkiyet haklarının sınırlandırıldığını ileri sürerek kamulaştırmasız el atma nedeniyle uğramış olduklarını iddia ettikleri 000 TL tazminatın ödenmesi istemiyle 13/10/2011 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmışlardır. Danıştay Başsavcılığı tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi 4/12/2012 tarihli kararıyla davanın çözümünün idari yargıda görülmesi gerektiğine karar vermiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi de 26/3/2013 tarihli kararıyla Uyuşmazlık Mahkemesinin ilgili kararına istinaden davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/2/2014 tarihli ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Tam Yargı Davasının Süreci Başvurucular 20/8/2013 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde tekrar yaptıkları başvuru ile taşınmazlarının takas edilmesini, bunun mümkün olmaması hâlinde ise 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun hükümleri uyarınca kamulaştırılmasını talep etmişlerdir. Kültür ve Turizm Bakanlığı 11/10/2013 tarihli cevap yazısında 2863 sayılı Kanun'un maddesinin (f) bendi ve ilgili Yönetmelik hükümleri uyarınca tüm maliklerin başvurusunun gerektiğini, 2942 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca yeterli ödeneğin olmadığını belirterek kamulaştırmanın gerçekleştirilmediğini ifade etmiştir. Başvurucular bu defa da Kurul kararıyla derece sit alanı ilan edilmesinden dolayı kamulaştırmasız el atma nedeniyle uğramış olduklarını iddia ettikleri 000 TL zararın ödenmesi talebiyle 30/4/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır. Ankara İdare Mahkemesi 22/12/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde ilgili mevzuat hükümleri uyarınca idarelerin sit alanlarında kamulaştırma yapma zorunluluğunun bulunmadığı ancak bu statüde bulunan taşınmazlar için hazine taşınmazlarıyla takas imkânının tanındığı belirtilmiştir. Mahkemeye göre esasen uyuşmazlığa konu taşınmazın kamulaştırılması zorunlu bir statüde bulunmadığından kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan bir zarardan bahsetmek mümkün değildir. Başvurucuların itirazı Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 29/12/2016 tarihli kararıyla reddedilerek hüküm onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi de Bölge İdare Mahkemesince 29/12/2016 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvuruculara 8/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Feriha Şencan ve diğerleri, B. No: 2017/28732, 29/1/2020, §§ 22- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25436 | Başvuru, başvuruculara ait taşınmazın derece sit alanı ilan edilmesinden dolayı kullanılamaması ve uzun süredir de kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eskil Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında Eskil Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/11/2014 tarihli kararı ile zimmet suçundan tutuklanmıştır. Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında 16/6/2015 tarihli iddianame ile zimmet ve resmî belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi 2/7/2015 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2015/243 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi 24/12/2015 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Niğde Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 6/1/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu anılan kararı 6/1/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 5/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 3/3/2016 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiş, 7/6/2017 tarihinde ise başvurucunun zimmet suçundan 10 yıl 15 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf kanun yolu aşamasında derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3465 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltında kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla elde edilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliğinden Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 11/8/2016 tarihinde Ankara’da gözaltına alınarak Ankara Asayiş Şube Müdürlüğü nezarethanesine konulmuştur. 12/8/2016 tarihinde doktor raporu alındıktan sonra kapısında “Aranan Şahıslar Büro Amiri” yazılı bir odaya alınarak üç polis memurunun işkence yaptığını öne sürmüştür. 13/8/2016 tarihinde yapılan muayene esnasında yanında polis de bulunduğu için yalnız bel ağrısı olduğunu söyleyebildiğini belirtmiştir. Başvurucu 14/8/2016 tarihinde Bursa Emniyet Müdürlüğüne getirilmiştir. A. Doktor Raporları Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinde tanzim edilen raporlar:- 11/8/2016 saat 22: Darp ve cebir izi yoktur.- 13/8/2016 saat 15: Darp ve cebir izi yok, bel ağrısı şikâyeti bulunmaktadır. Bursa Devlet Hastanesinde düzenlenen raporlar:- 14/8/2016 saat 22: İki bölgede ekimoz bulunduğu anlaşılmıştır. Hekimin yazısı okunaksız olduğundan rapordaki ayrıntılar anlaşılamamıştır.- 15-18/8/2016 tarihleri arasında yapılan muayenelerde yeni darp ve cebir izi bulunmamıştır.- 19/8/2016 saat 44: Sol omuz ve boyun solda, bel orta alt kısımda eski sıyrıklar bulunmakta; basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir, yeni darp ve cebir izine rastlanmamıştır.- 20-22/8/2016 tarihli raporlarda yeni darp ve cebir izi tespit edilmemiştir. B. Olayla İlgili Yapılan İlk İşlem Başvurucu 21/8/2016 tarihinde kollukta ifadesi alınırken avukatına işkence gördüğünü söylemiş, avukatı da 22/8/2016 tarihinde Bursa Baro Başkanlığına bildirimde bulunmuştur. Bursa Baro Başkanlığı, Ceza ve Tutukevleri İzleme Kuruluna (İzleme Kurulu) dilekçeyi göndermiştir. İzleme Kurulu ise Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına suç ihbarında bulunmuştur. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı 8/9/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir. 23/8/2016 tarihli şikâyet dilekçesiyle başvurucu, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına suç ihbarında bulunmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde 11/8/2016 tarihinde saat 00’de Ankara’daki evinden gözaltına alınarak Ankara Asayiş Şube Müdürlüğü nezarethanesine götürüldüğünü, nezarethaneden saat 25’te çıkarıldığını, adli rapor aldırıldıktan sonra saat 35’te kapısında “Aranan Şahıslar Büro Amirliği” yazılı odada ayrıntılı eşkâllerini verdiği üç polis memurunun darp, tehdit ve hakaretlerine maruz kaldığını, olaylara Bakanlıkta memur olarak çalışan ve aynı suçlamayla gözaltına alınan İ. isimli kişinin de tanık olduğunu, muayene olurken yanında polis memuru da olduğu için doktora sadece belinin ağrıdığını söyleyebildiğini, polisin doktora bir şeyler fısıldadığını, daha sonraki raporlarında ise darp izlerinin tespit edildiğini ifade etmiştir. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı 9/9/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı her iki dosyayı birleştirerek 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca işleme koymama kararı vermiştir. 10/10/2016 tarihli kararın ilgili kısmı şöyledir: “…Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi'nin 11/08/2016 tarih ve 5/2098 numaralı raporunda "Darp, cebir yoktur" şeklinde doktor kanaati görülmüş, müştekinin iddialarını doğrulayacak derecede başkaca herhangi bir delile de rastlanılmamıştır. Bu nedenle müştekinin işkence ve tehdide maruz kaldığı yönündeki genel ve soyut nitelikte olan, ciddi bulgu ve belgelere dayanmayan şikâyet dilekçesinin 4483 Sayılı Yasanın 5232 Sayılı Yasa ile değişik 4/son maddesi gereğince İŞLEME KONULMAMASINA,Kararın müşteki vekiline bildirilmesine,Danıştay Dairesinin 03/03/2005 tarihli 2004/794 Esas ve 2005/301 karar sayılı içtihadı gereğince kesin olarak karar verildi.” Kararın başvurucuya tebliğ edildiğine dair bir bilgi bulunmamaktadır Olayla İlgili Olarak Yapılan İkinci İşlem Başvurucu vekilinin Bursa Baro Başkanlığına yaptığı ihbar sonucunda Bursa Barosu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç ihbarında bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 2/12/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “Müşteki vekilinin Bursa Baro Başkanlığına vermiş olduğu şikayet dilekçesinde müştekinin Bursa TEM'deki ifadesine CMK görevlendirmesi ile girdiğini, müştekinin 12/08/2016 tarihinde Ankara’da göz altına alındığını, 13 veya 14 Ağustos 2016 tarihinde Ankara’da gözaltında bulunduğu esnada Asayiş Büroda görevli polis memurlarının kendisine fiziki olarak işkence yaptıklarını, ailesine zarar vermekle tehdit ettiklerini, bu hususları müşteki ifadesinden tespit ettiğini beyan ettiği, Bursa Baro Başkanlığınca evrakın Başsavcılığımıza gönderildiği, ancak aynı olayla ilgili olarak Başsavcılığımızın 2016/135780 soruşturma nolu dosyasında soruşturma yapılarak dilekçenin işleme konulmama kararı verildiği, kararın gerekçesinde Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinin 11/08/2016 tarih ve 5/2098 no lu raporunda müştekinin vücudunda darp cebir izinin bulunmamasının gerekçe gösterildiği tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmıştır.NETİCE: Müştekinin işkence ve tehdite maruz kaldığına dair iddiasının genel ve soyut nitelikte kaldığı, bu hususta daha önce Başsavcılığımızca soruşturma yapıldığı anlaşıldığından, şüpheli polis memurları hakkında mükerrer soruşturma nedeni ile CMK'nın 223/7 maddesi uyarınca KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA…” Bu karara yapılan itiraz Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/1/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. 4/10/2017 tarihinde tebliğ edilen karara karşı başvurucu 31/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4483 sayılı Kanun'un , , ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir: “Amaç Madde 1 – Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir.""KapsamMadde 2 – Bu Kanun, Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanır. … (Ek: 2/1/2003-4778/33 md.) 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243 ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz.""Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler Madde 4 – Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler. Diğer makam ve memurlarla kamu görevlileri de, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlendiğini ihbar, şikayet, bilgi, belge veya bulgulara dayanarak öğrendiklerinde durumu izin vermeye yetkili mercie iletirler. (Değişik üçüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur. (Değişik dördüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir. Ancak iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgâh adresinin doğruluğu şartı aranmaz. Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya şikâyetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak zorundadır.""İtiraz Madde 9 – Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir. (Değişik ikinci fıkra: 20/8/2016-6745/4 md.) Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür. İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36977 | Başvuru, gözaltında kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mahkeme kararında gösterilen süreye uygun şekilde kanun yolu başvurusunda bulunulduğu hâlde talebin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 4/8/2021 tarihinde öğrendikten sonra 24/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/36365 | Başvuru, mahkeme kararında gösterilen süreye uygun şekilde kanun yolu başvurusunda bulunulduğu hâlde talebin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet eylemleri, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağırtehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda "Demokratik açılım süreci", "Çözüm süreci" ve "Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi" gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda "6-7 Ekim olayları" ve "hendek olayları" olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım, §§ 19-27). Hendek olayları kapsamında PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından şehirlerin bir kısmında "öz yönetim" adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı madde imha edilmiştir (Gülser Yıldırım, §§ 28-33). PKK 2016 yılında, başvurucunun seçim bölgesi olan Diyarbakır'da çok sayıda terör saldırısı gerçekleştirmiş olup bu saldırılarda çoğunluğu güvenlik görevlisi olmak üzere onlarca kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce güvenlik görevlisi ve sivil vatandaş yaralanmıştır(Ayrıntılar için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 19-33). B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu 12/6/2011 tarihinde bağımsız olarak (Daha sonra Barış ve Demokrasi Partisine -BDP- katılmıştır.) Bingöl milletvekili 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde ise Halkların Demokratik Partisinden (HDP) Diyarbakır milletvekili seçilmiştir. Başvurucu hâlen Diyarbakır milletvekilidir. Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyleilgili Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından tutuklama tedbirinin uygulandığı soruşturmaya konu eylemler yönünden yedi ayrıfezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. Bu fezlekelerde başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olay ve olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun 14/7/2011, 31/7/2011, 12/5/2012 ve 13/5/2012 tarihlerinde Diyarbakır'da düzenlenen Demokratik Toplum Kongresinin (DTK) Genel Kurul toplantılarına katıldığı, bunlardan ikisinde konuşma yaptığı, bu toplantıların ilkinde yayınlanan bildiride Türkiye Cumhuriyeti devletinin üniter yapısını ortadan kaldıran ve kongrede alınan kararlara dayalı özerklik ilan edildiği ileri sürülmüştür. - 14/7/2011 tarihli toplantıda yaptığı konuşmasında başvurucunun ''... hepimiz biliyoruz ki, bu güne gelişimizin burada toplanışımızın yolunu bir kaç kişilik toplantılardan milyonlara varan bir halk gerçeğine dayanan bir özgürlük yürüyüşüne başlıyoruz, çünkü biz biliyoruz ki, bu gün orta doğunun politik aktörleri olan Türkiye, İran, Irak ve Suriyedeki en büyük örgütlü güç kürt özgürlük hareketidir, kürtlerdir, dolayısıyla orta doğunun politik çevresini değiştirecek olan güç de kürt özgürlük hareketidir, sekiz kişilik toplantılardan milyonlara varan bir halk gerçeğine gelmişsek, bu gün bu toplantıda ilan ettiğimiz ve inşaasını yapacağımızı söylediğimiz demokratik özerkliğine hayata geçirme noktasında son derece olumlu bir noktadayız, sadece demokratik özerkliğin siyasi boyutunu tartışarak buradan gitmemeliyiz, demokratik özerkliği diğer boyutları ile ilgili sosyal boyutu, ekonomik boyutu, ekolojik boyutu, öz savunma boyutu ile ilgili somut bir takım kararlaşmaların somut birtakım komisyonların ve hatta belki meclislerin oluşturularak, bu meclislerin bir yol haritası çizmesi ve bunun inşaası için de bir an önce bu çalışmalara başlaması gerektiğini düşünüyoruz, istiyoruz ki, her boyut ile ilgili artık somutlaşan bir takım şeyleri hayata geçirelim ve sosyal ve toplumsal hayattaki devlete olan bağımlılığı ortadan kaldıralım, bizler kürt halkını ve kürdistanın özgürlüğünü devletin birtakım lütuflarından geçmediğini biliyoruz, kürtlerin bu güne kadar elde etmiş olduğu tüm kazanımlar yaratılan birtakım fiili durumlar ve bu fiili durumlar çerçevesinde yürütülen bir takım mücadeleler, büyük kahramanlıklar, büyük bedeller sayesinde olmuştur...'' şeklinde ifadeler kullandığı belirtilmiştir.- 13/5/2012 tarihli toplantıda yaptığı konuşmasında ise başvurucunun ''... yine özerklik vurgusu ile ilgili özellikle, öz yönetimi esas alan bir toplumsal sistem olduğunu belirtmek gerekiyor, kürt hareketinin önderliğinin şu sözüne dikkat çekmek gerekiyor 'doğa ve çevreye boş, şuursuz, varlıklar olarak değil, evrensel yasaların ahengine göre yaşayan varlıklar olarak ilk çağ insanının kutsallığı içerisinde yaşamak gerekir.' ... tabi özellikle kürdistanda son dönemde gerek kürdistan ve Türkiye coğrafyasında uygulanan çok ciddi yıkım projeleri var" şeklinde sözler sarf ettiğiifade edilmiştir. -Soruşturma mercilerince, DTK'nın özerklik ilan ederek devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya ve ülkenin birliğini bozmaya dönük kararlar aldığı iddia edilmiştir. Başvurucunun daDTK'nın bu faaliyetlerine aktif olarak katıldığı, Genel Kurul toplantılarında konuşma yaptığı belirtilip konuşmaların içeriği ve toplantılarda alınan kararların mahiyetinin başvurucunun PKK terör örgütü üyesi olduğunu gösterdiği ileri sürülmüştür. ii. Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarılışının yıl dönümünde terör örgütü üst yöneticilerinin ve örgüt güdümünde yayın yapan yayın organlarının çağrıları doğrultusunda İmralı Cezaevinin kapatılması ve askerî operasyonların durdurulması ile Öcalan'ın ailesi ve avukatlarıyla görüşmesi taleplerinin karşılanmaması gerekçe gösterilerek kamu oyunun ilgisini çekmek amacıyla Bursa ili Gemlik ilçesinde yürüyüş düzenlenmesinin kararlaştırıldığı, bu yürüyüşe katılmak üzere Diyarbakır'da 8/10/2011 tarihinde kalabalığın toplandığı ve burada PKK terör örgütü lehine sloganlar atıldığı, toplanan kalabalık içinde başvurucunun da yer aldığı ileri sürülmüştür. iii. Terör örgütü üst yöneticisi ve örgüt güdümündeki yayın yapan yayın organlarının çağrıları doğrultusunda "14 Temmuz'da yasaklara direnmek tarihi görevdir." adı altında 14/7/2012 tarihinde yürüyüş tertip edildiği, Diyarbakır Valiliğince söz konusu mitingin yasaklandığı ancak Diyarbakır ili İstasyon Meydanı'nda toplanan kalabalığın yürüyüşe geçmek istediği, yapılan çağrılara rağmen grubun dağılmadığı, güvenlik güçlerince müdahale edilerek grubun dağıtıldığı, eylemler sırasında birçok vatandaşa ait araç ve işyerinin yakıldığı, yürüyüşe katılanlar arasında başvurucunun da bulunduğu ileri sürülmüştür. iv. 11/11/2011 tarihinde girdikleri çatışmada öldürülen PKK militanları içinterör örgütü güdümündeki yayın yapan yayın organlarınca "Gerillalar için kitlesel cenaze törenleri yapılacak." şeklinde çağrılar yapıldığı, Diyarbakır Valiliğince söz konusu törenlerin yasaklandığı, buna rağmen 13/11/2011 tarihinde Diyarbakır'da toplanan ve PKK'yı temsil eden flamalar ile öldürülen örgüt militanlarının ve Abdullah Öcalan'ın posterlerini taşıyan grubun yürüyüşe geçtiği, zor kullanan güvenlik güçlerince grubun dağıtıldığı, söz konusu yürüyüşe başvurucunun dakatıldığı ileri sürülmüştür. v. PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan yayın organlarınca Kocaeli Büyükşehir Belediyesine ait deniz otobüsünü kaçıran ve yapılan operasyon neticesi ölü ele geçirilen "Azad" kod adlı terör örgütü üyesi G. için düzenlenecek cenaze törenine katılım çağrısı yapıldığı, 15/11/2011 tarihinde adı geçen kişinin cenazesinin Yeniköy Mezarlığı morgundan alınarak camiye getirildiği, buradan tekrar kalabalık bir grup eşliğinde Yeniköy Mezarlığı'na götürüldüğü, bu sırada katılımcıların PKKterör örgütü lehine sloganlar attığı, terör örgütüne ait flamalar ile örgüt elemanlarının ve Abdullah Öcalan'ın posterlerini taşıdıkları, söz konusu yürüyüşe başvurucunun da katıldığı ileri sürülmüştür. vi. Başvurucu 7/7/2012 tarihinde Bingöl il merkezinde konuşma yapmıştır. Başvurucunun burada yaptığı konuşmada sarf ettiği "Tüm Kürdistan halkı sizinle gurur duyuyor, 2012 kış döneminde güvenlik güçlerince Bingöl kırsalında yapılan operasyonlarda 50 kürt genci, gerilla ölmüştür." şeklindeki sözlerle PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. vii. PKK terör örgütü güdümündeki yayın organlarının Nevruz kutlamalarına katılım yönünde çağrılar yaptığı, Diyarbakır Valiliğince yasaklanmasına rağmen 18/3/2012 tarihinde toplanan kalabalığın Diyarbakır il merkezinde yürüyüşe geçtiği, güvenlik güçlerinin uyarılarına rağmen eylemin havai fişek, molotof kokteyli ve taş atılmak suretiyle devam ettiği, güvenlik güçlerinin zor kullanarak kalabalığı dağıttığı, olaylar sonucu on güvenlik görevlisinin muhtelif yerlerinden yaralandığı, bu gösterilere başvurucunun da katıldığı ileri sürülmüştür. viii. Milletvekilliği Genel Seçimi kapsamında HDP tarafından 5/6/2015 tarihinde Diyarbakır ili İstasyon Meydanı'nda düzenlenen miting sırasında PKK terör örgütünü simgeleyen flamalar ile terör örgütü üyelerinin ve Abdullah Öcalan'ın posterlerinin açıldığı, Abdullah Öcalan'ı övücü sloganların atıldığı, başvurucunun da burada bir konuşma yaptığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu konuşmasında ''-Kürtçe olarak- merhaba değerli barış anneleri, merhaba kürt kadınları, merhaba kürt gençler, merhaba Amed [Diyarbakır] halkı, kahraman halkım hepiniz hoşgeldiniz, başgöz üstüne geldiniz. Amed'de gittiğimiz heryere Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan'ın selamını götürmüştük, şimdi görüyoruz ki Amed halkı sayın Öcalan'ın selamını almış her zaman olduğu gibi baştacı etmiş, 7 Haziran'da Türkiye'de ve Kürdistan'da rekor kırmaya hazırlanıyor, selam olsun Amed'in rekoruna, selam olsun Amed'in halkına, artık İmralı'dan başka Apo'dan selam getirip buradan selam götürmek istemiyoruz, artık Kürt halkı önderi sayın Öcalan'ı Amed'e getirmek istiyoruz, size getirmek istiyoruz, bugün fazla söze gerek yok, Amed konuşuyor bütün herkes susmuş, bütün herkes konuşuyor, bütün ortadoğu halklarını demokratik geleceği için onurlu bir barışa dair umudu artıyor.'' şeklinde sözler sarf ederek PKK terör örgütünün propagandasını içeren sözler sarf ettiği ileri sürülmüştür.ix. Türkiye'nin birçok yerinde PKK tarafından "öz yönetim" adı altında özerklik ilan edildiği ve hendek olaylarının yaşandığı (bkz. §§ 10, 11) dönemde başvurucunun iki farklı konuşma yaptığı tespit edilmiştir :- 13/12/2015 tarihinde Demokratik Bölgeler Partisinin (DBP) organizasyonunda, terör örgütü mensuplarına yönelik yapılan operasyonları protesto etmek amacıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde bir grubun toplandığı, Yenişehir ilçesi yönüne doğru yürüyüşe geçen grubun Kürtçe "Yaşasın Sur direnişi", "Barışın mimarı İmralıdır" şeklinde sloganlar attığı, gruba hitap eden başvurucunun " ...Bugün Sur'da yaşananların tamamı 7 Haziran seçiminden sonra AKP'nin sahaya sürdüğü darbe ve savaş konseptinin bir devamı olarak görülmelidir. AKP 7 haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan halk iradesini tanımayarak parlamentoyu tamamen işlevsizleştirerek sahaya tamamen bir savaş konseptini sürererek aslında bugün Sur'da gördüğümüz tablonun aylar öncesinden geleceğinin mesajlarını, işaretlerini vermişti. Ne yazık ki bu dönem içerisinde demokrasi ve barış çevrelerinden gelen bütün duyarlılık çağrılarına da kulaklarını tıkayarak, gözlerini kapatarak bütün Türkiye halklarını başta Kürdistan'da olmak üzere çok kanlı bir sürecin çok kanlı bir girdabının içerisine pervasız bir şekilde sürükledi ... O nedenle Sur bugün bütün Kürt halkı açısından bütün Kürdistan halkı açısından, halkımızın onuru olarak değerlendiriliyor ... Şu anda Sur'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Dargeçit'te, Silopi'de, Şemdinli'de AKP bir darbe hukuku üzerinde topyekun bir katliam konsepti yürütüyor. Bunu bütün Türkiye halkalarının görmesi lazım. Buradaki direniş sadece Kürt halkını ilgilendiren bir direniş değildir. Türkiye'de darbeye karşı olan savaşa karşı olan bütün toplumsal kesimlerin burada darbe hukukuna karşı gösterilen muazzam halk direnişini görmesi ve onu sahiplenmesi gerekiyor. Biz bu yönüyle özellikle Türkiye'deki bütün demokrasi ve barış çevrelerini Amed'e, Sur'a davet ediyoruz ... Neredeyse Kürdistan coğrafyasında bombalanmadık bir şehitlik, bir mezarlık bırakmadılar ... Biz bu darbe hukukunu tanımıyoruz bu darbeye savaş konseptini kınıyoruz tanımadığımız içinde darbe hukuku devam ettiği sürece de halkımızla birlikte kesintisiz bir direniş sürecinde olacağımızı ifade ediyoruz. Darbeye karşı olan, savaşa karşı olan bütün demokratik kamuoyunu da Amed halkını Kürt halkının ortaya koyduğu bu direniş çizgisini sahiplenmeye darbeye karşı net tutumlar, net tavırlar takınmaya davet ediyoruz. Bu kapsamda öngördüğümüz eylemsellik süreçleri kesintisiz olarak devam edecektir ... Bu bağlamda bugün basın açıklaması yaptığımız yerde özellikle Pazartesi günü grubumuzunda büyük bir çoğunluğunun katılacağı büyük bir kitlesel eylem büyük bir kitlesel etkinlik olacak. Sadece Kürt halkını değil, bütün Türkiye halklarını Pazartesi günü darbe hukukuna karşı Sur halkının Amed hakkının gösterdiği direnişte yer almaya, saftutmaya çağırıyoruz. Türkiye'de her kim 'ben savaşa karşı barışı savunuyorum' diyorsa 'ben dayatılan kirli savaşa karşı insan orunu savunuyurum' diyorsa 'ben bu darbe hukukuna karşı haklarımızın ortak demokratik geleceğini savunuyorum' diyorsa Pazartesi günü gelip bu onurlu direnişi mutlaka sahiplenmelidir ... Sur'a uyguladığınız ablukayı Nusaybin'e, Cizre'ye uyguladığınız ablukayı biran önce kaldırarak İmralı'da çözümün adresi olan Kürt halkı önderi sayın Adullah Öcalan üzerinde uyguladığınız tecridi de biran önce kaldırmanız gerekiyor ... Biz bugün Amed'den bir kez daha AKP hükümetine de bütün Türkiye'de devlet yetkilerine de bir an öne bu savaş konseptinden vazgeçme ve demokratik siyasi çözümü esas almaları çağrısı yapıyoruz ... Amed halkı olarak bugün bir kez daha kararlığımızı Sur'daki direnişin yanında, içerisinde olduğumuzu ifade ediyoruz bütün demokratik çevreleri bu anlamda Amed halkıyla Kürt haklıyla dayanışma çağırıyoruz ve hepinize teşekkür ediyoruz." şeklinde PKK terör örgütünün propagandasını içerir beyanlarda bulunduğu iddia edilmiştir.x. Diyarbakır ili Sur ilçesinde terör örgütü mensuplarına yönelik yapılan operasyonların sürdüğü sırada bu operasyonları protesto etmek amacıyla PKK güdümündeki gruplar tarafından 27/2/2016 tarihinde Koşuyolu Parkı'nda örgüt lehine sloganlar atıldıktan sonra basın açıklaması yapılmıştır. Başvurucu bu gruba hitaben yaptığı konuşmada "Sur'daki katliam konseptine karşı yaşama sahip çıkmak için Kürdistan'daki savaş konseptine karşı barışa sahip çıkmak için bugün alanlara akan onurlu yiğit fedakarAmed halkına selam olsun hoş geldiniz ... Aylardır Kürdistan'ı savaşla katliamla teslim almaya çalışanlar bugün Amed'de, Amed halkının Kürt halkının dimdik ayakta duran dimdik tablosuna bu tavrına baksınlar. Onlar savaşı katliamı devreye sokarken (Bu sırada grup tarafından 'PKK halktır, halk burada' şeklinde slogan atıldığı belirtilmiştir.) onlar savaştan ve katliamdan medet umarken, Kürt halkına diz çöktüreceklerini, boyun eğdireceklerine sanıyorlardı ... Ağrı'da, Zilan'da baş eğmeyen Kürt halkı kanıtlamıştır. Daraağacına giderken boyun eğmeyen Seyit Rıza direnişi ile kanıtlamıştır. Diyarbakır cezaevinde Mazlum Doğanlar aynı (anlaşılamıyor) kanıtlamıştır.Bu katliam konseptinin sonuç almayacağını Sur'da, Cizre'de, Silopi'de, İdil'de Derik'te, Varto'da, Kürdistan'ın dört bir yanında direnen Kürt halkı bugün de kanıtlamıştır. Amed halkı, bu direnişi gösteren halkı selamlıyorum (Bu sırada grup tarafından 'direne direne kazanacağız' şeklinde slogan atıldığı belirtilmiştir.). Kürdistan'da 7 ayı aşkındır adeta bu vahşet uygulamalarının sonuç getirmeyeceğini, çözümün içerde ve dışarda Rojava'da dört parça Kürdistan'da Kürtlerle birlikte tarihi, stratejik bir ittifaktan geçtiğini defalarca ilettik ... Eğer çözüm süreci ile müzakere mantığı ile ilgili yeni bir duruş sergilemek istiyorsan, bu halkın sana inanmasını istiyorsan 7 ayı aşkın bir süredir İmralı'da iradesini kırmaya çalıştığın, teslim almaya çalıştığın Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecriti bir an önce kaldırman gerekiyor. Sayın Öcalan İmralı'da Kürt halkı adına, Türkiye halkları adına, Ortadoğu halkları adına, bu irade kırma konseptine karşı tarihi bir direniş gösteriyor ...'' şeklinde sözler söyleyerek PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla (Gülser Yıldırım, §§ 21-27) siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun teklifi TBMM Başkanlığına 12/4/2016 tarihinde sunulmuştur. Bu teklif, hâlihazırda Adalet Bakanlığında, Başbakanlıkta, TBMM Başkanlığında, Anayasa ve Adalet Komisyonlarının üyelerinden kurulu Karma Komisyonda bulunan yasama dokunulmazlığı dosyalarıyla ilgili olarak Anayasa ve TBMM İçtüzüğü'nde öngörülen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin usulün uygulanmamasını ve bu dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercilere iade edilmesini öngörmektedir. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde ile "Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz./ Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir." hükmü getirilmiştir. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm (bkz. § 14) uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde, Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciine iade edileceği öngörülmüştür. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama donulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki yedi ayrı fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 2016 yılının Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası için Diyarbakır ve BingölCumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı uhdesinde bulunan başvurucu hakkındaki soruşturmadosyalarına ilişkin olarak "[farklı] soruşturma dosyaları üzerinden yürütülen soruşturmaların sağlıklı yürütülmesi ve suç vasfının tayini bakımından, yürütülen soruşturmaların bir arada değerlendirilmesi gerektiği" gerekçesiyle Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere yetkisizlik kararı vermiştir. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığınca söz konusu soruşturma dosyalarından altı tanesi 2016/4387 sayılıdosyada birleştirilmiş ve soruşturmaya devam edilmiştir. Diğer taraftan başvurucu, ifadesi alınmak üzere soruşturma makamları tarafından çağrı kâğıdı gönderilerek Savcılığa davet edilmiş, çağrı kâğıdı başvurucuya 19/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ancak başvurucu bu çağrıya uymamıştır. Bu sürecin öncesinde -dokunulmazlıklara ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasından sonra- HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 9/4/2016 tarihinde TBMM'de yaptığı grup konuşmasında "Biz mahkemelerde süründürüleceğiz, yok öyle bir şey. Sunu da net olarak söyleyeyim: Bu hafta öbür hafta dokunulmazlıklarımızı kaldırabilirler. Fakat tek bir arkadaşım kendi ayağıyla ifade vermeye gitmeyecek. Nasıl götürüyorlarsa kendileri bilirler. Bu iş öyle kolay olmayacak. Zannediyorlar ki dokunulmazlığı kaldırırız, tereyağından kıl çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız. Yok öyle yağma!" şeklinde ifadeler kullanmıştır. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun "yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla" 4/11/2016 tarihinde evinde arama yapılmasına karar verilmesi talebiyle Bingöl Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuştur. Hâkimlik 3/11/2016 tarihinde, başvurucunun yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla evinde arama yapılmasına karar vermiştir. Öte yandan Başsavcılık "soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği" gerekçesiyle kısıtlama kararı verilmesi talebiyle Bingöl Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuştur. Hâkimliğin 1/11/2016 tarihli kararı ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar verilmiştir. Gözaltı ve arama kararları uyarınca Ankara'da yakalanarak gözaltına alınanbaşvurucu; uçakla Diyarbakır'a, oradan da helikopterle Bingöl'e getirilmiş ve soruşturmayı yürüten Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında üç avukatı hazır bulunmuştur. İfade tutanağında, ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamaların başvurucuya açıklandığı belirtilmiştir. Başvurucu suçlamalarla ilgili olarak "Öncelikle şunu belirtmek istiyorum benim burada bulunmam tamamen hukuka aykırıdır, beni seçen 6 milyon insana yapılmış bir eylemdir, bu halk iradesine darbe süreci 7 Haziran seçim sonuçlarından sonra başlamıştır ... Erdoğan ve AKP emretti diye başlatılan bu yargı tiyatrosunda figüran olmayı kabul etmiyorum, soracağınız hiçbir soruya cevap vermeyeceğim, yapacağınız hiçbir yargılama faaliyetine adil olacağına inancım yoktur, benim buraya getirilmem bile adil değildir ... sizden hiçbir talebim ve beklentim yoktur, siyasi faaliyetlerim nedeniyle ancak beni seçen halkım sorgulayabilir..." şeklinde beyanda bulunmuş, suçlamalara konu her bir eylemle ilgili sorulan sorulara cevap vermemiştir. Başvurucunun müdafilerinin ise soruşturmanın siyasi nitelikte olduğunu iddia ederek başvurucunun serbest bırakılmasını talep ettikleri görülmüştür. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı 4/11/2016 tarihinde "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapmak suçlarını işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi, katalog suçlardan olması'' hususlarını gerekçe göstererek tutuklanması istemiyle başvurucuyu Bingöl Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Bingöl Sulh Ceza Hâkimliğindeki sorgusu sırasında başvurucunun üç avukatı hazır bulunmuş, bu avukatlardan ikisinin Savcılıktaki ifade alma işlemi sırasında da görev aldıkları görülmüştür. Başvurucu ve müdafileri Savcılıktaki ifade alma işlemi sırasında suçlamalara ilişkin sorulan ayrıntılı sorular itibariyle soruşturma kapsamından haberdar olmuşlardır (bkz. § 26). Başvurucu ifadesinde "Cumhuriyet Başsavcılığında vermiş olduğum ifademi tekrar ederim. Ekleyeceğim farklı bir şey yoktur." şeklinde beyanda bulunmuş ve kendisine isnat edilen suçlamalara ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Başvurucunun müdafileri ise ayrıntılı savunmalarında, isnat edilen suçların ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı kapsamında kalan eylemlere ilişkin olduğunu ve suç oluşturmadığını,tutuklama nedenlerinin bulunmadığını ileri sürerek başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmişlerdir. Bingöl Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma, terör örgütü propagandası yapma ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Anılan kararın ilgili bölümü şöyledir:"... üzerine atılı devletin birligini ve ülke bütünlüğü bozma, silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapmak suçuna ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösterir somut olguların mevcut olduğu, özellikle soruşturma dosyası kapsamına göre delillerin tamamının toplanmamış olması, şüpheli hakkında yapılacak yargılama sonunda verilmesi muhtemel cezanın alt ve üst sınırı, şüphelinin kaçma ihtimali, dikkate alındığında kaçacağı yönünde somut olguların mevcut olduğu, müsnet suçun katalog suçlardan olduğu, tutuklama tedbirinin orantılı olduğu, adli kontrol uygulamasının bu aşamada yetersiz kalacağı değerlendirilerek Şüpheli İdris Baluken'e atılı devletin birligini ve ülke bütünlüğü bozma,silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma müsnet suçundan CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA [karar verildi.]" Başvurucu 9/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İtiraz üzerine Muş Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucu hakkında kamu davası açıldığından itiraz hakkındaMahkemesince değerlendirme yapılması gerektiğini belirterek 17/11/2016 tarihinde karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığının 18/11/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütü propagandası yapma, silahlı terör örgütüne üye olma, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, devletin birligini ve ülke bütünlüğü bozma, terörle mücadelede görev almış kişileri hedef gösteme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmış; iddianame 21/11/2016 tarihinde kabul edilmiştir. İddianamede, başvurucu hakkında daha önce düzenlenen fezlekelerdeki olaylar (bkz. § 15) suçlamaya konu edilmiştir. Savcılık, suçlamaya konu olaylarla ilgili bir bütün olarak suç nitelendirilmesi yapılması yoluna gitmiş ve eylemlere ilişkin hukuki değerlendirmelerini ortaya koymuştur. Bu değerlendirmeler özetle şöyledir:"... Şüphelinin DTK'nın 13/5/2012 tarihli kongresinde yaptığı konuşmadan, PKK terör örgütü üyesi olduğu; ayrıca devletin eğemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmayı hedefleyen, ülkenin birliğine, üniter yapısına aykırı faliyetler içerisinde olup, ülkenin doğu bölgesinde yer alan bazı yerler için özerklik ilan eden DTK üyesi olduğu, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak suçlarını işlediği ... ...Şüpheli ...fezlekelerde yer alan eylemlerinde vebasın açıklamalarında, halka dönükkonuşmalarında özetle; terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde konuşmalar yaptığı ... yani terör örgütü propagandası ihtiva eden sözler söylediği ......Şüphelinin, PKK terör örgütüne müzahir yayın kuruluşu ve internet sitelerinde yayınlanan bildiri ve çağrılar ile, KCK yürütme konseyi başkanı B.nin, (zaman zaman PKK üst yöneticleri K.nin) verdiği talimat gereğifezlekelerde yer alan yasa dışı eylem ve gösterilere katıldığı...[anlaşılmıştır.]" Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi, E.2016/246 sayısına kaydınıyaptığı davada tensip tutanağını hazırlarken 21/11/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş; bu karara yapılan itirazı değerlendirmesi için dosyayı Bingöl Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi 1/12/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 2/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı dönemde başvurucu hakkında üç ayrı iddianame daha düzenlenip kamu davaları açılmış ve bu davalar E.2016/246 sayılı kamu davası ile birleştirilmiştir. Birleşen davalardaki iddianamelerde başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olay ve olgular söyle özetlenebilir:i. Başvurucunun 21/3/2012 tarihinde Bingöl'de BDP İl Başkanlığının organize ettiği "Nevruz etkinliği" sırasında yaptığı konuşmada ''Bakın Çevlik(Bingöl) alanındayız, Çevlik için mücadele eden, bedel ödeyen, şehit olan binlerce mücadele arkadaşı bugün Çevlik alanında 'biz Kürdüz' demeyi bize nasip etti. Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz. Mazlum Doğan başta olmak üzere nevruz şehitlerini, tüm demokrasi şehitlerini şükranla ve rahmetle anıyoruz... yeterki karşı tarafta iyi niyetli olsun, barışın yolu öyle Amerikalardan, Avrupalardan, NATO masalarından falan aranmaz, barışın yolu İstanbul'a bir saat uzaklıkta İmralı adasındadır, sayın Abdullah Öcalan oradadır, İmralıyla da masaya oturacaksınız, Kandille de masada oturacaksınız, bakın bugüne kadar, bugüne kadar İmralıyla ... sayın Abdullah Öcalanla müzakere ve diyalog süreçleri yürütülürken toprağa genç gerillaların bedenleri genç askerlerin, polislerin bedenleri düşmüyordu... istiyoruz ki, istiyoruz ki bugün burada yanan ateş burada yanan burada Nevruz ateşi burada yanan demirci kavanın ateşi, Mazlum Doğan'ın ateşi, 91-92 serhildanlarından, Cizre'de, Botan'da ölen binlerce isimsiz kahramanların ateşi olarak devam etsin..." şeklinde beyanda bulunarak PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. ii. BDP Bingöl İl Başkanlığının organize ettiği 27/8/2012 tarihli basın açıklamasında başvurucunun "Şemdinlinin 10 km batısında gerillanın alan hakimiyeti ile yüzleştiler... Kürtler yüzyıllık Batı Kürdistanın köleliğini, kölelik tarihini paramparça ederek, Batı Kürdistanın özgürlüğünü ve özerkliğini bütün dünyaya ilan etmişlerdir. Biz Bingöl medyasından Batı Kürdistanın özerkliğini ve özgürlüğünü selamlıyoruz." şeklinde konuşarak PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.iii. 14/6/2014 tarihinde BDP Bingöl İl Başkanlığı binasına saldırıda bulunulmuştur. Başvurucu bunun üzerine isimlerini verdiği kişilerin bu saldırıyı gerçekleştirdiğini iddia etmiştir. Bu kapsamda kendisine ait Twitter hesabından "Bingöl'de polis gözetiminde BDP İl Binasına saldıranlar B.K. ve H.A. ,birisi korucu diğeri ülkücü." şeklinde paylaşımda bulunmuştur. Soruşturma makamlarınca, başvurucunun bu suretle terörle mücadelede görev almış kişileri -kimliklerini de açıklayarak- terör örgütlerine hedef gösterdiği ileri sürülmüştür. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi, E.2016/246 sayılı davada 21/11/2016 tarihinde tensiben Diyarbakır ağır ceza mahkemelerinin yetkili olduğunu belirtip yetkisizlik kararı vermiştir. Dava dosyasının gönderildiği Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, E.2016/49 sayısına davanın kaydını yapmış ve 16/2/2017 tarihinde tensiben başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 30/1/2017 tarihindeki ilk duruşmada savunmasını yapmıştır. Savunma özetle şöyledir:''...Benim yaptığım bütün siyasi çalışmalar toplumsal barışa katkı sunmak, Kürt meselesi başta olmak üzere sorunlara çözüm bulunmasına katkıya yöneliktir. Bu vurgular önemlidir. HDP kimliğimle ilgili bana yöneltilebilecek her türlü suçlamaya cevap verebilirim. Ancak bunun dışında hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum......Bu iddianamede en ağır iki suçlama devletin birliğini ülkenin ve milletin bütünlüğünü bozma ve örgüt üyeliği üzerinden kurulduğunu gördüm. Ben bunun ne kadar zorlama bir durum olduğunu sadece mantık üzerinden mahkeme heyetinin dikkatine sunmak istiyorum. Ben 2,5 yıl boyunca sürdürülen bu ülkedeki çatışma sürecinden kaynaklı can kayıplarını engelleyen barış heyetinin bir üyesiyim. Çözüm sürecindeki bütün çalışmaların tam merkezinde yer aldım. ... Benim devletin ve milletin bölünmesi ile ilgili bugüne kadar bir tek cümlemi bulamazsınız. Bir tek belge ortaya koyamazsınız. Bütün çalışmalarım ülkenin bütünlüğü içerisinde demokratik çözümü esas alır. Bütün konuşmalarımda Kürt meselesinin çözümünün ortak vatan ve cumhuriyetin demokratikleşmesi temelinde sağlanması gerektiğini binlerce kez ifade etmişimdir, bugün de ifade ediyorum. ...... Birinci eylemde DTK'da yaptığım iki konuşmaya ait iddia var. En ağır suçlama da herhalde bu konuşmalarla ilgili ortaya konmuş. Ben dosyadaki ayrıntılara vakıf değilim, ancak gelen iddianamede iki konuşma söz konusu. Birinci konuşma ile ilgili; konuşmanın bana ait olduğu kanaatinde değilim. Ki konuşmada herhangi bir suç unsuru da yok. Ancak o konuşma içeriği bana ait cümleler değildir. Ben kendime ait cümleleri tanırım, aradan 4-5 yıl geçmesine rağmen öyle bir konuşma hatırlamıyorum. ...... İkinci konuşma bana aittir. Hiçbir suç unsuru taşıyan bir ibare olduğu kanaatinde değilim. Suçlamaya konu olan demokratik özerklik tanımı, Partimizin tüzüğünde geçmektedir. Siyasi program ve çözüm projesidir. Mahkeme bu programı incelerse demokratik özerkliği Kürtlerin yaşadığı iller değil, bütün Türkiye coğrafyası için bir çözüm olarak sunmuşuz. Partimiz bunu defalarca Meclise sunmuştur. Partinin uzlaşma komisyonunda Partinin çözüm taslağı Meclis Başkanlığına ifade edilmiştir. Benim demokratik özerklikten bahsetmem kendi partimin tüzüğünü savunmak demektir. Bizim parti programımızda demokratik özerkliklerle ilgili başlıklar incelenirse görülecektir; oradaki bahsetmiş olduğunuz öz savunma toplumun her türlü ahlaki yozlaşmaya karşı kendisini korumasıdır. Kültürel yozlaşmaya karşı kendini korumasıdır. Öz savunma ifadesi, örneğin kadın cinayetlerine karşı toplumun bilinçlenmesi ve toplumun demokratik örgütlülüğü yaratmasıdır. Bu demokratik çerçevede toplumu kültürel, ahlaki ve politik anlamda yozlaştıran, dejenere eden anlayışlara karşı toplumun bilinçlenerek buna karşı kendi savunma mekanizmasını geliştirmesidir. Benim ve HDP'nin demokratik özerklikteki bakış açısı budur. Özetle demokratik özerklik ve demokratik cumhuriyet bizim çözüm projemizdir ...... DTK toplantısı yasadışı örgüt toplantısı gibi sunulmuş. Bunu da kabul etmek mümkün değildir. DTK 2007 yılında kurulmuş siyasi partidir. Sendikaların, baroların, kanaat önderlerinin bileşeni olduğu bir sivil toplum örgütüdür ve hala aktiftir. Eğer yasadışı örgüt konumunda olsaydı, herhalde başka bir işlem yapılırdı. Bu durum doğrudan demokratik toplumu alan, sivil örgütlenmeyi hedef alan bir anlayışı kapsıyor. Benim partim HDP, DTK bileşenlerinden biridir ...... 2 Nolu eylem örgüt talimatı ile yapılmış eylem gibi gösterilmiş. Tutuklu yakınları derneklerinin organize ettiği ve partimizin en üst organı olan MYK düzeyinde aldığı karar ile katılım gösterdiği bir yürüyüştür. Bu konuda BDP'nin tüm parti teşkilatlarına gönderdiği genelge de bulunmaktadır. Ancak ben bu genelgeyi sağlama imkanına cezaevinde olduğum için sahip değilim. Benim açımdan bağlayıcı olan partimin genelgesidir. Partim genelge yayınlamışsa o konuda milletvekili olarak beni görevlendirmişse ben o etkinliğe katılmak zorundayım. Dolayısıyla o bahsedilen etkinliğe bu doğrultuda katıldım. Yasadışı herhangi bir faaliyeti çerisinde olmamamız söz konusu olamaz ...... 3 nolu eylem 14 Temmuz'da düzenlenen miting ile ilgilidir. Aradan zaman geçtiği için konuya tam hakim değilim, ancak o konuda da partimizin genelgesi vardı. O konuda da parti görevlendirmeleri yapar, genelgeler doğrultusunda biz de milletvekili olarak partimizin düzenlediği etkinliklere katılırız ...... 4 ve 5 nolu eylemlere gelince; ben her iki cenazeye de katılıp katılmadığımı hatırlamıyorum. İçeriğe bakıldığında katılmadım diye hatırlıyorum. Burada bahsedilen olayları çok düşündüm, hatırlamıyorum. Velev ki katılmışsam, hangi hukuki, vicdani, siyasi kriter cenazeye katılmayı suç olarak sayabilir. Bir kişi ölünce üzerindeki hukuk kalkar. Bu ritüeller ailesi içindir. Acıyı paylaşmak için gösterilen dayanışma törenleridir. Bizim bölgemizin de geleneğinde bugünlerde acılı insanlarla bir şekilde acıyı paylaşma hususu tarih boyunca önemsenmiştir ...... 6 nolu eylem Bingöl'de yaptığım bir basın açıklamasından cımbızlanmış iki cümle var. Bu cümlelerde de suç unsuru yoktur ... bir kere gerilla tanımı evrensel bir tanımdır. subjektif fikir de belirtmez. Orada Kolombiya'daki gerillalar denildiği zaman bir subjektif görüş belirtilmiyor. Kimisi özgürlük savaşçısı olarak bakar. Burada sadece ölümlerden duyulan bir rahatsızlık var ... Ben ölümleri alkışlayamam, söylüyorum işte bütün ölümlerden acı duyuyorum. Ben orada açık bir şekilde bütün ölümlerden üzüntü duyduğumu açıklamışımdır ... Orada yapılan basın açıklamasının konusu, mesajı son derece nettir ...... 7 nolu eyleme ilişkin olarak; 14/03/2012 tarihindeki nevroz için basın haberinden bahsedilmiş sonra 16/03/2016 tarihinde de valiliğin yasaklama kararından bahsedilmiş. Bununla ilgili de ağır şekilde suçlamaya maruz bırakılmışım. Bu aradaki 4 yıl nasıl olmuş anlamıyorum. Buna maddi hata denirse bu da iddianamenin ne kadar özensiz hazırlandığının kanıtıdır. Velev ki tarih hatasıysa, bu kadar mahkeme heyetini meşgul eden, beni 3 ay tutuklu olmama neden olan iddianame söz konusu olabilir mi ...Keşke yasaklar olmasın ama olunca da bizim bulunduğumuz konum itibarı ile duyarsız kalmanız mümkün değildir. Ne hali varsa halk görsün polis görsün diyemeyiz. 1 yıl sonra 2013 yılı nevrozunda yasak yoktu. 2012'de istenmeyen olaylar ile ilgili bir sebep aranacaksa 2013 yılı nevrozuna bakılmalıdır ...... 8 nolu eylem, savcılığın niyeti konusunda, her şeyi açıklayan adeta zirve yapan bir iddiadır ... 5 Haziran 2015 tarihinde yasal olarak yapılmış ve IŞİD katliamcıları tarafından saldırılmış bir miting çalışmamız iddianameye konu edilmiştir. 7 Haziran seçimlerinden hemen önce yapılmıştı. IŞİD'in [DAEŞ] patlattığı bombalarla 5 arkadaşımız katledildi ve çoğu arkadaşımız ağır yaralandı ... Benim orada yaptığım çok detaylı bir konuşmam da yok. Sadece 1-2 dakikalık selamlama yaptım, onda da suç unsuru yoktu. Sayın Öcalan'ın selamını biz başbakana da, bakanlara da götürdük. Diyarbakır halkına götürmüşüz, bu suç teşkil edecek değildir ...... 9 ve 10 nolu eylemlere ilişkin olarak, tamamen siyasi saiklerle yaptığım konuşmalar söz konusu. Ben bu konuşmalardan çok daha ağır olanlarını Meclis kürsüsünden defalarca yaptım. Bu konuşmalar tutanaklarda da mevcuttur ... Ben Sur'da, Cizre'de, birçok yerde aylarca süren sokağa çıkma yasaklarının Anayasa'ya aykırı olduğunu düşünüyorum. Ben üzerime atılı bu suçlamayı kabul etmiyorum. Belirttiğim görüşler, sokağa çıkma yasaklarının yasalara aykırı olduğuna ilgili görüşlerimdir. Bir uygulama Anayasa'ya aykırıysa ona karşı demokratik protesto hakkımızı kullanmamız meşrudur. Benim konuşmam da bu çerçevede yapılmıştır. Onun dışında silahlı kalkışmalar ile ilgili övücü bir pozisyonda olmam söz konusu bile olamaz ...... 27/08/2012 tarihli olaya ilişkin bizim yapmış olduğumuz bir basın açıklamasından alıntı yapılmış ... İçerikte de cımbızlanmış cümleler var ... Ben her zaman basın açıklamalarında ne söylediğini bilen birisiyim. Cımbızlanan yerde de suç unsuru içeren bir şey olduğunu düşünmüyorum. Muhtemelen Rojava'daki gelişmelerle ilgili yapmış olduğum konuşmalar suç unsuru olarak konmuştur ... Dolayısıyla herhangi bir propaganda yapmış değilim. Rojava'da Kürtlerin özgürlüğünü istemek, oradaki Kürtlerin rejimin zulmünden kurtulmasını istemek en temel hakkımdır diye düşünüyorum ... [Bu paragraf Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/246 sayılı davası ile birleştirilen E.2016/220 sayılı kamu davasına konu eyleme ilişkin başvurucunun savunmasıdır.]... Ben iddia edilen 2 kişiyi tanımıyorum. Hayatım boyunca da hiç görmedim, eminim ki onlar beni de televizyon dışında görmemişlerdir. Benim tanımadığım, görmediğim kişilerle ilgili hedefleştiren bir tutum içerisinde olmam söz konusu olamaz. Kaldı ki ben attığım her twitin ne anlama gelebileceğini bilen bir milletvekiliyim. Benim kesinlikle böyle bir twitim yoktur. Hatta ben avukatlarıma sordum. Facebook hesabında böyle bir paylaşım olduğunu söylediler. Benim facebookta bir hesabım yoktur, ancak fake hesaplar bulunuyor olabilir ... [Bu paragraf Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/246 sayılı davası ile birleştirilen E.2016/184 sayılı kamu davasına konu eyleme ilişkin başvurucunun savunmasıdır.]... 21/03/2012 tarihli olay ile ilgili de yine cımbızlanan cümlelerim olmuş ... Nevrozda kendi siyasi görüşlerim doğrultusunda bir konuşma yapmak kadar doğal birşey olamaz. Barışa dayalı bir çağrıdır ... İmralı ile masaya oturacaksınız gibi emrivaki cümle tarzı bana ait değildir, ama bu işin barışçıl yöntemlerle çözümü için bunlar yapılmalı şeklinde ifade etmişimdir. Zaten 1 yıl sonra da İmralı'da müzakere masası kuruldu ... Nevroz şehitlerine ilişkin olarak da binlerce yıldır yasaklanan etkinlikler nedeniyle yaşamını yitirenler var. Nevrozun bugüne kadar gelmesini sağlayan ve bu anlamda bedel ödemiş insanları anmışız. Bunun terör örgütüne atıfla anılması mümkün değildir ... [Bu paragraf Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/184 sayılı davası ile birleştirilen E.2016/221 sayılı kamu davasına konu eyleme ilişkin başvurucunun savunmasıdır.] Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 30/1/2017 tarihindeki ilk duruşmada, savunmasını tespit ettikten sonra başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:''Sanık İdris Baluken'in üzerine atılı TCK'nın 302 ve 314/2 maddelerinde yazılı suçların CMK'nın 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması karşısında tutuklama nedenleri var kabul edilebilir ise de, sanığın savunmasının alınmış olması, toplanması gereken ve sanığın etki edebileceği delil bulunmaması, sanığın milletvekili olması ve Anayasa Mahkemesinin 04/12/2013 tarih ve 2013/1272 başvuru sayılı kararında milletvekillerinin tutukluluk hallerinin incelenmesinde gözetilmesi gerektiğini ortaya koyduğu kriterler birlikte değerlendirildiğinde, tutuklama tedbirinden elde edilmek istenen sonucun adli kontrol tedbirleri ile de elde edilebileceği kanaatine varılmakla sanığın TAHLİYESİNE, ...Sanık hakkında CMK'nın 109/3-a maddesi gereğince yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrole tabi tutulmasına [karar verildi.]" Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca tahliye kararına itiraz edilmiş, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 15/2/2017 tarihinde itirazın kabulü ile başvurucu hakkında 5271 sayılı Kanun'un maddesi gereği yakalama emri çıkartılmasına karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucu 21/2/2017 tarihinde Ankara'da gözaltına alınmış ve Ankara Adliyesinde hazır edilmiştir. Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) vasıtasıyla savunması alınan başvurucu, önceki savunmasına benzer şekilde beyanda bulunmuş; ek olarak tahliye sonrası ayağından bir operasyon geçirdiğini, tutuklanması hâlinde tedavi sürecinin aksayacağını dile getirmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu hakkında sadece terör örgütüne üye olma suçlamasına ilişkin tutuklama karar vermiş; diğer suçlamalar yönünden tutuklama talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir :''Sanık İdris Baluken’in üzerine atılı silahlı terör örgütü üyeliği suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, (sanığın PKK silahlı terör örgütünün çıkarları doğrultusunda yoğunluk arz edecek şekilde propaganda yürüttüğü, bu tarz eylemlere destek verdiği ve katıldığı, DTK'nın örgüt tarafından ilan edilen kararlarını destekler mahiyette açıklamalarda bulunduğu, PKK silahlı terör örgütünün, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf, üniter yapısına aykırı faaliyetler içerisinde olduğu, sanığın PKK silahlı terör örgütünün emir ve talimatları doğrultusunda hareket ettiği, yine ülkenin doğu bölgelerinde yer alan bazı yerler için özerklik ilan eden DTK'ya üye olup toplantılarına katıldığına ilişkin kuvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması), söz konusu suçun CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması, sanığın alması muhtemel cezaya ve tüm dosya kapsamına göre adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, dosya içeriğindeki mevcut kanıt durumuna göre tahliye kararına söz konusu suç bakımından itiraz yerinde görüldüğünden sanığın atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklama talebinin kabulü ile, sanık İdris Baluken hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan CMK'nın maddesi uyarınca TUTUKLANMASINA [karar verildi.]''4/1/2018 tarihli celsede ilk derece mahkemesindeki yargılama sona ermiş ve hüküm açıklanmıştır. Mahkeme başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasına,terör örgütü propagandası yapmak suçundan üç kez 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasına, bir kez de 1 yıl 3 ay hapis cezasına, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçundan iseüç kez 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasına, bir kez de 1 yıl 3 ay hapis cezasına hükmetmiştir. Buna göre başvurucu, toplamda 15 yıl 18 ay 60 gün hapis cezası ile cezalandırılmış; hükümle birlikte tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili bölümlerişöyledir:"...(İDDİANAMEDEKİ 3 NOLU EYLEM) Sanık İdris Baluken hakkında suç tarihi 14/07/2012 olan Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmamasuçundan dolayı açılan kamu davasında;Görüntü İnceleme ve Fotoğraftan Tespit Tutanağıve Olay Tutanağı'nda görüldüğü ve belirtildiği üzere, PKK/KCK Terör örgütü güdümünde uydu üzerinden yayın yapan tv kanalının 12/07/2012 tarihlerindeki yayınlarda ve yine aynı terör örgütü güdümünde internet üzerinden yayın yapan internet sitelerinden 09/07/2012-12/07/2012 ve 13/07/2012 tarihli yayınlarda 14 Temmuz'da yasaklara direnmek tarihi görevdir adı altında yürüyüşe katılım çağrısında bulunulduğu, planlanan yürüyüşün Diyarbakır Valiliği'nın 06/07/2012 tarih ve 2012/3754 sayılı kararı ile yasaklandığı, Milletvekili olan sanık İdris Baluken'in gösterici gruplara öncülük yaparak Diyarbakır ili İstasyon Meydanı'nda toplam üzere yürüyüşe geçtiği,adrdından Diyarbakır ili İstasyon meydanında toplanan kalabalığın yürüyüşe geçmek istediği, Milletvekili olan sanık İdris Baluken'in toplanan kalabalığın PKK/KCK terör örgütü lehine sloganlar atmaya çalıştığı, yapılan çağrılara rağmengrubun dağılmadığı, güvenlik güçlerince gruba müdahale edilerek dağıtıldığı, eylemler sırasında bir çok vatandaşa ait araç ve işyerinin yakılarak zarar verildiği, Milletvekili olan sanık İdris BALUKEN'ın da bu eyleme katıldığı güvenlik güçlerince eylem sırasında görüntülendiği, bu durumun güvenlik güçlerince tespit edilerek tutanağa bağlandığı, görüntülerde yer aldığı sabit olduğundan sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılmasına;...(İDDİANAMEDEKİ 7 NOLU EYLEM) Sanık İdris Baluken hakkında suç tarihi 18/03/2012 olan Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmamasuçundan dolayı açılan kamu davasında; Görüntü İnceleme ve Fotoğraftan Tespit Tutanağıve Olay Tutanağı'nda görüldüğü ve belirtildiği üzere, PKK/KCK Terör örgütü güdümünde internet üzerinden yayın yapan internet sitelerinden 12/03/2012-13/03/2012-14/03/2012 ve 17/03/2012 tarihli yayınlarda açık hava toplantısına dikkat çekilerek ve güçlü katılım yapılması gerektiği yönünde çağrılarda bulunulduğu, planlanan toplantının Diyarbakır Valiliği'nın 15/03/2012 tarih ve 2012/1315 sayılı kararı ile yasaklandığı, buna rağmen Diyarbakır ilinin çeşitli yerlerinde grupların toplandığı, güvenlik güçlerinin dağıın uyarılarına rağmen dağılmadıkları, ateş yakma, yolu kapatma, yasadışı sloganlar atma, terör örgütü elebaşına ait posterler taşıma, güvenlik güçlerine yoğun şekilde taşlı saldırıda bulunma şeklinde eylemlerde bulundukları, bu yaşanan olaylara ve yapılan uyarılara rağmen Milletvekili olan İdris Baluken'in de aralarında bulunduğu grubun araç ile alana doğru hareket ettikleri, araçtan yasaklanmış olan toplantıya katılım yapılması yönünde çağırlara devam edildiği, araç güzergahında güvenlik güçlerine yönelik havai fişekli ve bombalı saldırıda bulunulduğu, ardından güvenlik güçleri tarafından durdurulduğu, ancak grubun yapılan uyarılara rağmen yürüyüşe geçtikleri, sözkonusu olaylar sonucu 10 güvenlik görevlisinin yaralandığı, Milletvekili olan sanık İdris BALUKEN'in de söz konusu kanuna aykırı gösteriye katıldığı, güvenlik güçlerinin buna ilişkin tutanağından anlaşıldığı, bu durumun güvenlik güçlerince tespit edilerek tutanağa bağlandığı, görüntülerde yer aldığı sabit olduğundan sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılmasına;...(İDDİANAMEDEKİ 9 NOLU EYLEM) Sanık İdris Baluken hakkında suç tarihi 13/12/2015 olan Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmamasuçundan dolayı açılan kamu davasında; Diyarbakır ili Sur ilçesinde terör örgütü mensuplarına yönelik yapılan operasyonları ve sokağa çıkma yasaklarını protesto etmek amaçlı olarak 13/12/2015 tarihinde Milletvekili olan Sanık İdris Baluken'in de aralarında bulunduğu grubun Dağkapı'ya kadar yürüyüş yaparak basın açıklaması yapmak istedikleri, güvenlik güçlerin orada operasyonların devam ettiğini belirterek buna izin vermedikleri, ardından grubun izin verilen yerde basın açılmasanıı yaptıkları, ancak ardından gruptan dağılmalar yaşandığı, ikazlara uyulmayarak yürüyüşe geçildiği, güvenlik güçlerine EYP'li saldırılarda bulunulduğu ve terör örgütü lehine sloganlar atıldığı, bu durumun güvenlik güçlerince tespit edilerek tutanağa bağlandığı, görüntülerde yer aldığı sabit olduğundan sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılmasına;(İDDİANAMEDEKİ 9 NOLU EYLEM) Sanık İdris Baluken hakkında suç tarihi 13/12/2015 olan terör örgütü propagandası yapmak suçundan dolayı açılan kamu davasında; Sanığın 13/12/2015 tarihinde yapılan kanuna aykırı yürüyüş esnasında Yaşasın Sur Direnişi şeklinde sloganlar atıldığı esnada yaptığı konuşmasında '... Buradaki direniş sadece Kürt halkını ilgilendiren bir direniş değildir. Türkiye'de darbeye karşı olan savaşa karşı olan bütün toplumsal kesimlerin burada darbe hukukuna karşı gösterilen muazzam halk direnişini görmesi ve onu sahiplenmesi gerekiyor ... Bu yaşamını yitiren yurttaşlarımızla beraber katledilen bugüne kadar Surda katledilen canlarımızla beraber kültürel değerlerimiz katlediliyor ... Katletttikleri kadın gerilla cenazelerine işkence ederek sokak ortasında teşhir ettiler ... Biz bu darbe hukukunu tanımıyoruz bu darbeye savaş konseptini kınıyoruz tanımadığımız içinde darbe hukuku devam ettiği sürece de hakkımızla birlikte kesintisiz bir direniş sürecinde olacağımızı ifade ediyoruz. ... Sadece Kürt halkını değil, bütün Türkiye halklarını pazartesi günü darbe hukukuna karşı Sur halkının Amed halkının gösteridği direnişe yer almaya, saf tutmaya çağırıyoruz ... Amed halkı olarak bugün bir kez daha kararlığımızı sur'daki direnişin yanında, içerisinde olduğumuzu ifade ediyoruz bütün demokratik çevreleri bu anlamda Amed halkıyla Kürt haklıyla dayanışma çağırıyoruz ve hepinize teşekkür ediyoruz ...' şeklinde konuşma yaptığı, bu konuşmanın yapıldığı tarihte Diyarbakır ili Sur ilçesinde terör örgütü mensuplarına karşı operasyonların devam ettiği, sanığın konuşmasında PKK/KCK terör örgütü üyelerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek mahiyette olduğu, sanığın fiillerinin düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında kabul edilemeyeceği, sanığın sübut bulan eyleminin bir bütün halinde propaganda suçunu oluşturduğu anlaşıldığından sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılmasına;(İDDİANAMEDEKİ 10 NOLU EYLEM) Sanık İdris Baluken hakkında suç tarihi 27/02/2016 olan olan Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmama suçundan dolayı açılan kamu davasında; Görüntü İnceleme ve Fotoğraftan Tespit Tutanağıve Olay Tutanağı'nda görüldüğü ve belirtildiği üzere PKK/KCK Terör örgütü güdümünde uydu üzerinden yayın yapan tv kanalının 25/02/2016-26/12/2016 tarihindeki yayınlarda ve yine aynı terör örgütü güdümünde internet üzerinden yayın yapan internet sitesinden 27/02/2016 tarihli yayında yürüyüş ve Sur Direnişine katılma çağrısı yapıldığı, yapılan çağrı üzerine 27/02/2016 günü saat 00 sıralarında Koşuyolu parkı içerisinde toplanmaların başladığı, sık sık terör örgütü lehine sloganlar atılmaya başlandığı, aralarında Milletvekili olan sanık İdris Baluken'in de bulunduğu otobüsten konuşmaların yapıldığı, bu sırada sanığın da konuşma yaptığı, ardından tedbir alan güvenlik güçlerine yönelik taşlı ve EYP'li saldırılar olması üzerine Diyarbakır ili çeşitli yerlerinde sulu ve gazlı müdahalelerde bulunulduğu, bu durumun güvenlik güçlerince tespit edilerek tutanağa bağlandığı, görüntülerde yer aldığı sabit olduğundan sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılmasına;(İDDİANAMEDEKİ 10 NOLU EYLEM) Sanık İdris Baluken hakkında suç tarihi 27/02/2016 olan terör örgütü propagandası yapmak suçundan dolayı açılan kamu davasında;Sanığın 27/02/2016 tarihinde yapılan kanuna aykırı yürüyüş esnasında Yaşasın Sur Direnişi şeklinde sloganlar atıldığı esnada yaptığı konuşmasında '... Aylardır Kürdistan'ı savaşla katliamla teslim almaya çalışanlar bugün Amed de, Amed halkının Kürt halkının dimdik ayakta duran dimdik tablosuna bu tavrına baksınlar ... Bu katliam konseptinin sonuç almayacağını Sur'da, Cizre'de, Silopi'de, İdil'de Derik'te, Varto'da Kürdistan'ın dört bir yanında direnen Kürt Halkı bugün de kanıtlamıştır. Amed halkı bu direnişi gösteren halkı selamlıyorum...Sonuç alıncaya kadar ölüme karşı yaşamı savaşa karşı barışı hayata geçirinceye kadar direnişimize devam etme sözünü veriyorum.' şeklinde konuşma yaptığı, bu konuşmanın yapıldığı tarihte Diyarbakır ili Sur ilçesinde terör örgütü mensuplarına karşı operasyonların devam ettiği, sanığın konuşmasında terör örgütü üyelerinden 'direnişçi' ve Sur ilçesindeki terör örgütü üyelerinin yaptığı terör faaliyetlerinin de 'direniş' şeklinde sözlerle övdüğü, PKK/KCK terör örgütü üyelerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek mahiyette olduğu, sanığın fiillerinin düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında kabul edilemeyeceği, sanığın sübut bulan eyleminin bir bütün halinde propaganda suçunu oluşturduğu anlaşıldığından sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılmasına;(MAHKEMEMİZ DOSYASI İLE BİRLEŞEN 2016/221 ESAS SAYILI DOSYANIN İDDİANAMESİNDE YER ALAN EYLEM) Sanık İdris Baluken hakkında suç tarihi 21/03/2012 olan olan terör örgütü propagandası suçundan dolayı açılan kamu. davasında; Sanığın 21/03/2012 tarihinde yapılan Nevruz etkinliği esnasında yaptığı konuşmasında '...Bakın Çevlik alanındayız, Çevlik için mücadele eden, bedel ödeyen, şehit olan binlerce mücadele arkadaşı bugün çevlik alanında biz kürdüz demeyiz bize nasip etti. anıları önünde saygıyla eğiliyoruz...Mazlum Doğan başka olmak üzere nevruz şehitlerini tüm demokrasi şehitlerini şükranla ve rahmetle anıyoruz...Kandillede masaya oturacaksınız...burada yanan demirci kavanın ateşi, maslum doğanın ateşi, 91-92 serhildanlarından cizrede, botanda ölen binlerce isimsiz kahramanalrın ateşi olarak devam etsin...' şeklinde konuşma yaptığı, sanığın konuşmasında terör örgütü üyelerinden 'şehit, bedel ödeyen, isimsiz kahramanlar' şeklinde sözlerle övdüğü, PKK/KCK terör örgütü üyelerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek mahiyette olduğu, sanığın fiillerinin düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında kabul edilemeyeceği, sanığın sübut bulan eyleminin bir bütün halinde propaganda suçunu oluşturduğu anlaşıldığından sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılmasına;(MAHKEMEMİZ DOSYASI İLE BİRLEŞEN 2016/220 ESAS SAYILI DOSYANIN İDDİANAMESİNDE YER ALAN EYLEM) Sanık İdris Baluken hakkında suç tarihi 27/08/2012 olan olan terör örgütü propagandası yapmak suçundan dolayı açılan kamu davasında; Sanığın 27/08/2012 tarihinde yaptığı basın açıklamasında '...Şemdinlinin 10 km batısında gerillanın alan hakimiyeti ile yüzleştiler...Kürtler yüzyıllık batı kürdistanın köleliğini, kölelik tarihini paramparça ederek, batı kürdistanın özgürlügünü ve özerkliğini bütün dünyaya ilan etmişlerdir. Biz Bingöl medyasından batı kürdistanı ve özerkliğini ve özgürlüğünü selamlıyoruz.' şeklinde konuşma yaptığı, sanığın konuşmasında terör örgütü üyelerinden 'gerilla' şeklinde bahsederek övdüğü, ayrıca 'baı kürdistan özerkliğini ve özgürlüğü selamlıyoruz' diyerek terör örgütü faaliyetlerini övdüğü, PKK/KCK terör örgütü üyelerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek mahiyette olduğu, sanığın fiillerinin düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında kabul edilemeyeceği, sanığın sübut bulan eyleminin bir bütün halinde propaganda suçunu oluşturduğu anlaşıldığından sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılmasına;...Sanık İdris Baluken hakkında Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan dolayı açılan kamu davasında; Sanık İdris Baluken'in terör örgütü propagandasına dönüşen ve kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen 08/10/2011, 12/11/2011, 15/11/2011 tarihli eylemlere katıldığı, ayrıca terör örgütü propagandasına dönüşen ve cezalandırılmasına karar verilen 14/07/2012, 18/03/2012,13/12/2015, 27/02/2016 tarihli kanuna aykırı eylemlere katıldığı, bu eylemlerden 08/10/2011, 12/11/2011, 15/11/2011, 14/07/2012, 18/03/2012, 27/02/2016 tarihlerinde gerçekleştirilen eylemlerin PKK/KCK Terör örgütü güdümünde uydu üzerinden yayın yapan tv kanallarının ve yine aynı terör örgütü güdümünde internet üzerinden yayın yapan internet sitelerinden yapılan çağrılar üzerine gerçekleştirilen eylemler olduğu, bu eylemlerden 18/03/2012, 27/02/2016 tarihli eylemlerin terör örgütüne karşı geçekleştirilen Sur operasyonlarının devam ettiği tarihlerdeki eylemler olduğu, bu eylemlerin gerçekleştirildiği tarihlerde sanığın Sur operasyonlarındaki terör örgütü mensuplarını direnişçi olarak övdüğü ve selamladığı, bu şekilde eylemlerinde Yargıtay Ceza Dairesi'nin yerleşik içtihatlarında da belirtilen süreklilik, çeşitlilik ve sıklık gözetildiğindesanığın silahlı terör örgütü üyesi olmak suçundan cezalandırılmasına karar vermek gerekmiş,...Sanığa verilen cezanın niteliği ve süresi, sanığın üzerine atılı eylemin CMK. nın 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması ve bu nedenle sanığın kaçması veya saklanması şüphesinin bulunması, hususları dikkate alınarak sanığın HÜKMEN TUTUKLULUK HALİNİN DEVAMINA [karar verilmiştir]." Başvurucu 5/1/2018 tarihinde anılan karara karşı istinaf isteminde bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf süreci devam etmektedir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için (Gülser Yıldırım, §§ 64-89). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/41020 | Başvuru, milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gerekmediği hâlde kolluğun silahlı güç kullanımı sonucu yaralanma meydana gelmesi ve olaya ilişkin etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1996 doğumludur ve Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde yaşamaktadır. 13/9/2015 günü Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi Emek Caddesi'nde üzerilerinde el yapımı patlayıcı, molotofkokteyli ve uzun namlulu silah taşıyan 50-60 kişilik bir grup çöp konteynırlarını yakıp trafiği kapatmak ve sloganlar atmak suretiyle eylem yapmıştır. Söz konusu eyleme kolluk güçleri müdahale etmiş ve bu sırada gaz fişeği de kullanmışlardır. Eylemci grubun ara sokaklara dağılması üzerine bu alanlarda da polis müdahalesi devam etmiştir. Zırhlı araçla olaya müdahale eden kolluk güçleri başvurucuyu yerde başı yaralı şekilde bulmuştur. Bulunduğu yerden alınarak zırhlı araca getirilen başvurucu, adli işlemler için Emniyet Müdürlüğüne götürülmüştür. A. Başvurucuya Göre Olayın Gelişimi Başvurucu, PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunma suçlarından şüpheli sıfatıyla 15/9/2015 tarihinde Diyarbakır Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde (TEM) ifade vermiştir. Eyleme katıldığını reddeden başvurucu olay günü işyerinden evine geldiğini fakat bir yaşındaki kızına yiyecek almak amacıyla saat 00 sıralarında markete gittiğini, alışveriş yapıp evine döndüğü sırada yüzü kapalı, 8-10 yaşlarında bir çocuk gördüğünü ve olaylara karışmaması için kendisini uyardığını, uyarısı üzerine çocuğun oradan ayrıldığını beyan etmiştir. Başvurucu; evinin olduğu sokağa girdiği sırada zırhlı bir aracın biber gazıyla etrafa müdahale ettiğini, evinin önüne geldiği sırada polislerin iki üç defa attığı gaz fişeğinin sesini işittiğini, dördüncünün atış sesini duyduktan sonra sağ kulağının arka kısmında bir acı hissettiğini ve yere düştüğünü bildirmiştir. Yerde yatmakta iken kolluğun yanına geldiğini, üst araması yaptıktan sonra sürükleyip darbetmek suretiyle kendisini zırhlı aracın yanına getirdiklerini, daha sonra da araca bindirip Bağlar ilçesindeki eski Polis Okuluna götürdüklerini söylemiştir. Devam eden kanamasına, yaklaşık bir buçuk saat sonra bulunduğu emniyet binasına gelen 112 Acil Servis görevlilerinin ilk defa müdahale ettiğini ve kanamasının durdurulduğunu söyleyen başvurucu; tıbbi müdahaleden sonra bir saat daha bekletildiğini ve yaralanmasına sebep olan polis ekipleri tarafından emniyet binasından çıkarılarak Selahattin Eyyubi Devlet Hastanesine götürüldüğünü, bu Hastanenin de kendisini Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk ettiğini beyan etmiştir. Başvurucu; burada tedavisinin yapıldığını ve bir müddet gözlem odasına alındığını, daha sonra saat 00 sıralarında taburcu olduğunu ifade etmiştir. Gösterilere katılmadığının olayın gerçekleştiği sokaktaki işyerlerinin kameralarından ve MOBESE (Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu) görüntülerinden anlaşılacağını belirten başvurucu, alışveriş yaptığı marketin kamera görüntülerinin incelemesini talep etmiş; ayrıca yaralanmasına sebep olan ve yakalandığı sırada kendisini darbeden polislerden şikâyetçi olmuştur. B. Kolluk Güçleri Tarafından Düzenlenen Tutanağa Göre Olayın Gelişimi 13/9/2015 tarihinde başvurucunun imzasını taşıyan ve dört polis memuru tarafından düzenlenen tutanak, başvurucunun yakalanışını ve sonrasını ele almaktadır. Tutanakta; PKK/KCK terör örgütü lehine sloganlar atan, yüzleri maskeli, el yapımı patlayıcı, molotofkokteyli ve uzun namlulu silah taşıyan grubun gösteri yaptığı anonsu üzerine ekip hâlinde olay yerine gidildiği, gösterici gruba müdahale edildiği, müdahale sırasında gaz kullanıldığı, bu sırada grubun polis ekibine patlayıcılarla ve ateşli silahla karşılık verdiği, ara sokaklara dağılan grubun eylemlerine devam etmesi üzerine zırhlı araçla bu bölgelere de gidildiği, Emek Caddesi ile Sokak'ın kesiştiği noktada yerde yatan bir şahıs görüldüğü belirtilmektedir. Tutanağı düzenleyen polislere göre yerde yatan kişi gösterici grupta yer almaktadır. Yaralı şahsın bulunduğu bölgenin güvenlik açısından sorunlu olması sebebiyle bu kişi polisler tarafından kontrollü bir şekilde zırhlı araca alınmış ve TEM'e götürülmüştür. Buraya çağrılan 112 Acil Servis tarafından yarasına müdahale edilmiştir. Yaralı şahsın kimliği tespit edilmiş ve yasa dışı gösteriye katıldığının anlaşılması üzerine hakkında adli işlemlere başlanmış, bu kapsamda şüpheli olarak sahip olduğu haklar kendisine hatırlatılmış ve adli rapor aldırılmak üzere hastaneye götürülmüştür. Götürüldüğü hastaneden sağ kulağındaki bir problem nedeniyle Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Gerekli muayeneler yapılıp taburcu edilene kadar polisler bu kişiye refakat etmiştir. Başvurucu Tarafından Sunulan Sağlık Raporları Başvurucu, olayla ilgili olarak hakkında düzenlenen üç sağlık raporunu başvuru dosyasına sunmuştur. 13/9/2015 günü saat 30'da Selahaddin Eyyubi Devlet Hastanesinde görevli doktor tarafından düzenlenen raporda "Sol kulak arkasında yaklaşık 3x2 cm cilt cilt altı kesisi mevcut hastada denge kaybı düz yürüyememe bulantı duymada kayıp şikayetleri mevcut çekilen BBT temporal BT sinde belirgin patolji gözlenmedi BTM ile giderilemez. Şu an hayati riski yoktur. Geçici durumu bildirir hekim raporudur. Kati raporun adli tabiplik ya da KBB uzmanı tarafından verilmesi uygundur. EAH sevk edildi." tespitlerine yer verilmiştir. Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi tarafından 14/9/2015 günü saat 50'de düzenlenen raporda ise aşağıdaki hususlar belirtilmiştir: "Darp nedeniyle acil servisinde bulunan hasta mastoid kemik üzerinde 3x2 cm suture kesi mevcut. Hayati tehlike yok. BTM ile giderilebilir. Durumu bildirir geçici hekim raporudur." Selahaddin Eyyubi Devlet Hastanesinin 15/9/2015 tarihli (saat 47) raporunda ise başvurucuda yeni darp ve cebir izi bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun Aleyhinde Yürütülen Adli Soruşturma Süreci Başvurucunun yakalanması sonrasında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından adli soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında olaya müdahale eden ..2 sicil numaralı polis memuru tanık olarak ifade vermiştir. Bu kişi ifadesinde; gösteri yapan grubun içinde mavi kot pantolon, mavi ayakkabı ve mavi tişört giyen yaklaşık 18-20 yaşlarında ve 70 cm boylarında bir şahsın bulunduğunu, kendilerine ısrarla taş attığını fakat elinde patlayıcı ve silah olduğunu görmediğini, bu kişinin Emek Caddesi ile Sokak'ın kesiştiği yerde yatan kişi olduğunu, bu kişinin yanına gittiklerinde başının sağ yanından yaralandığını gördüklerini beyan etmiştir. Yaptıkları basit tıbbi müdahale sonrasında hayati tehlikesinin olmadığını anladıklarını belirten polis memuru, olay yerinin güvenli olmaması ve silahlı saldırıların devam etmesi nedeniyle şahsı araçlarına bindirerek Emniyet Müdürlüğüne götürdüklerini söylemiştir. Başvurucunun alışveriş yapmak amacıyla gittiğini belirttiği marketin kamera kayıtları iki polis memuru tarafından 15/9/2015 tarihinde incelenmiştir. Düzenlenen tutanağa göre 13/9/2015 günü 00-00 saatleri arasında başvurucunun markete gittiği tespit edilememiştir. 16/9/2015 tarihinde Savcılık, silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan tutuklanması talebiyle başvurucuyu Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu isnat edilen suçlamaları reddetmiş ise de 16/9/2015 tarihinde tutuklanmıştır. Savcılık 2/10/2015 tarihli iddianamesiyle silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, kara ulaşım araçlarını kaçırma veya alıkoyma ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında kamu davası açmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde 3/12/2015 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmış ve tanık olarak ..2 sicil numaralı polis memuru dinlenmiştir. Yargılama ilk celsede bitirilerek tüm suçlardan başvurucunun beraatine ve tahliyesine karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısımları şu şekildedir: ''(...) Savunması alınan sanık Serhat ÖLĞEN atılı suçlamaları inkar ederek evinin Sokakta olduğu ve Sokağa girerken kafasına gaz fişeği isabet ettiğini, fakat eyleme katılmadığını beyan etmiştir. İddianamede ismi geçen tanık [..2] sicil numaralıpolis memurunu 03/12/2015 tarihli celsede alınan beyanında, eylemci grup içinde bulunan şahsın mavi ayakabı, mavi pantolon ve mavi tişört giydiği, dosyamız sanığınıneylemci ile benzer elbiseler ve ayakkabı nedeni ile aynı şahıs olduğu yönünde kanaat edindikleri, ancak eylemci grup içindeki şahsın yüzünü görmediğini, elbiseleri tamamen aynı olduğu için ve eylem yerinin yakınında yaralı olduğu için bu sonuca vardığı yönünde beyanda bulunmuştur. Mahkememizce görüntüler üzerinde yapılan bilirkişi incelemesinde 'Tarafıma tevdii edilen Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/340 Esas sayılı dava dosyasında bulunan '4176 446-RE C 255 00' seri numaralı, üzerinde '2015 - [A...1] Kamera Görüntüleri' ibaresi bulunan bir adet DVD’nin içerisinde bulunan kamera görüntülerinin incelemesinde; Kamera görüntülerinin 2015 günü saat 20:00 ile 22:00 arasındaki zamana ait olduğu, dosya kapsamında teşhise yönelik fotoğrafları bulunan sanık Serhat ÖLGEN’in bahse konu kamera görüntülerinde bulunmadığı anlaşıldı.' şeklinde rapor tanzim edilmiştir. Dosya kapsamında sanığın olay yerinde olduğuna ilişkin her hangi bir görüntü kaydı yoktur. Sanık aleyhine sadece kollukta beyanı alınan ve yukarıda ifade edilen 273802 sicil nolu polis memurunun ifadesi bulunmaktadır. Her ne kadar [..2] sicil numaralı polis memuru 13/09/2015 tarihinde kolluk ifadesinde sanık aleyhinde beyanda bulunmuşsa da mahkemede alınan beyanında sanığın yüzünü görmediğini beyan ederek şüphenin kuvvetinin azalmasına sebep olmuştur. Kaldı ki mahkememizce bilgisayar üzerinden şehir haritasına bakıldığında sanığın ikamet olarak belirttiği Sokak ile 430 nolu sokağın yakın olduğu arada öğretmenler caddesinin olduğu görülmüştür. Sadece şüphe üzerine sanık aleyhine hüküm kurmak evrensel hukuk ilkelerine aykırı olduğu gibi Anayasa 38/4 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6/2 maddesi ile düzenlenenmasumiyet (suçsuzluk) karinesine de aykırılık teşkil eder.Bu karine uyarınca suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiği, suçlu kabul edilebilmesi için kişinin kesin hükümle mahkum olması, mahkumiyet için de fiilin yasal delillerle ispatlanması, yani şüphenin yasal delillerlebertaraf edilmesi gerektiğinden, eğer mahkeme, sanığın eylemi gerçekleştirip gerçekleştirmediği konusunda vicdani kanaate varamıyorsa ve eylemi sanığın gerçekleştirmiş bulunduğunu yasal delillere dayanarak vicdani kanaati ile söyleyemiyorsa, sanığın o fiili gerçekleştirmediğinin kabulü şarttır. Bu ilkeye ceza yargılamasında şüpheden sanık yararlanır (Latince; in dubio pro reo ) ilkesi denilir. (...) Yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde sanığın üzerine atılı müsnet suçu işlediğine dair cezalandırılmasına yeter her türlü şüpheden uzak, hukuka uygun, somut, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden, sanığın CMK 223-2e maddesi uyarınca beraatine karar verilmesi vicdani kanaati ile aşağıdaki hüküm fıkrası kurulmuştur.'' Başvurucu hakkında verilen beraat kararı temyiz edilmediğinden 11/12/2015 tarihinde kesinleşmiştir. E. Başvurucunun Şikâyetine İlişkin Olarak Yürütülen Soruşturma Süreci Başvurucunun yaralanmasına ilişkin şikâyeti aleyhindeki soruşturmayla birlikte yürütülmüştür. Savcılık başvurucunun şikâyeti konusunda herhangi bir soruşturma işlemi yapmaksızın 2/10/2015 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Verilen karar şu şekildedir: "PKK/KCK terör örgütü güdümünde yayın yapan internet sitelerinde öz savunma yapılması, halkın ayaklanarak kendi sistemini örmesi, öz yönetim ilanının demokratikleşmede önemli bir adım olduğu, hiçbir tereddüt göstermeden direniş göstermesi, Diyarbakır'da hayatın duracağı, tüm kentlerin sokağa dökülmesi ve benzeri çağrılar doğrultusunda Diyarbakır il genelinde birçok yasadışı eylemlerin meydana geldiği, 2015 tarihinde 20:50 sıralarında Bağlar ilçesi Emek Cad. üzerinde 50-60 kişilik yüzleri maskeli ellerinde eyp, molotof kokteyli ve uzun namlulu silah olan grubun ateş yakarak çöp konteynırlarını yola çekerek yolu trafiğe kapattıklarının tespit edildiği ve gruba müdahale edildiği esnada söz konusu grup içerisinde yer alarak emniyet görevlilerine taşlı saldırıda bulunduğu anlaşılan müşteki Serhat ÖLĞEN'in atılan gaz fişeği sonucunda yaralandığının ve Serhat'ın görevli polis memurlarından şikayetçi olduğunun anlaşıldığı olayla ilgili yürütülün soruşturma sonucunda görevli polis memurlarının müdahalelerinin olaylarla orantılı olduğu, görevlerinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanmadıkları, böylece üzerlerine atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığı tüm dosya kapsamından anlaşılmakla; Görevli polis memurları hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına...[karar verildi.]" Başvurucu vekili 21/10/2015 tarihli dilekçesiyle söz konusu karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; yasa dışı gösteride başvurucunun yer almadığı, evinin önünde polisin attığı gaz fişeğiyle yaralandığı, sonrasında darbedilip yerde sürüklenerek zırhlı araca konulduğu, hastane yerine Emniyet Müdürlüğüne götürüldüğü, yarası kanar vaziyette bekletildiği, Acil Servisin bir saat sonra çağrıldığı, gelen sağlık ekibinin kanamayı durdurduğu fakat bulantı, duyma ve denge kaybı şikâyetlerine rağmen hastaneye sevkinin uzun süre yapılmadığı belirtilmiştir. Bu durumun sevk edildiği hastane raporlarından açıkça anlaşılacağını belirten başvurucu vekili, dilekçesinde ayrıca olayın gerçekleştiği yerdeki MOBESE kayıtları ve sokakta bulunan -isimleri belirttiği- işyerlerinin güvenlik kameraları izlendiği takdirde başvurucunun olaya karışmadığının ve yaralanmasının sebebi olan polis müdahalesinin görüleceğini iddia etmiştir. Başvurucu vekili; başvurucunun yerde sürüklenip darbedilmesi konusunda Adli Tıptan rapor alınması gerektiğini fakat zaten tutuklanıp ceza infaz kurumuna girdiği sırada doktor tarafından yapılan muayenede bu olguların tespit edildiğini, bu raporun gerektiğinde ceza infaz kurumu idaresinden istenebileceğini, ayrıca ambulansın geç çağrıldığının arama kayıtlarından anlaşılabileceğini ileri sürmüştür. Başvurucu vekili, yerde yatmaktayken başvurucunun polisler tarafından darbedilmesinin Savcılık kararında yer almadığını belirtmiş; ayrıca hedef gözetilmek suretiyle başvurucunun gaz fişeğiyle yaralanmasına sebep olan polis memurları hakkında verilen kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Başvurucu vekilinin yaptığı itiraz Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 24/12/2015 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Verilen karar başvurucu vekiline 12/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür." B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz." 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir: "Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin -mağdurların davranışlarından bağımsız olarak- işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, bir kişi özgürlüğünden yoksun bırakıldığında veya daha genel anlamda kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya kaldığında -örneğin tutuklandığı sırada- kişinin davranışları kesinlikle gerektirmediği hâlde kişiye karşı fiziksel güç kullanımının insan onurunu zedelediğini ve kural olarak Sözleşme’nin maddesi tarafından güvence altına alınan hakkın ihlalini teşkil ettiğini hatırlatmaktadır (Bouyid/Belçika [BD], B. No: 23380/09,28/9/2015, § 88; Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 38; Mete ve diğerleri/Türkiye, B. No: 294/08, 4/10/2011, § 106). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin asgari ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktördür. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturulması yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız ve kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü sadece esasa ilişkin olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele yasağının ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacak ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya, §§ 131-136). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3389 | Başvuru, gerekmediği hâlde kolluğun silahlı güç kullanımı sonucu yaralanma meydana gelmesi ve olaya ilişkin etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, cinsel saldırı suçunu işlediği iddiasıyla tutuklandığını ve hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, koruma tedbiri nedeniyle açtığı tazminat davasının makul süre içinde sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talep etmiştir. Başvuru, 15/5/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 1/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, cinsel saldırı suçunu işlediği iddiasıyla 9/11/2008 tarihinde gözaltına alınmış, 10/11/2008 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinin 2008/215 Değişik İş sayılı kararı ile tutuklanmış ve 28/1/2009 tarihinde salıverilmiştir. Başvurucunun tutuklandığı suç isnadı yönünden, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca 2008/100286 sayılı soruşturma dosyasında 17/3/2009 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucu, isnat olunan suç nedeniyle 9/11/2008 tarihinden 28/1/2009 tarihine kadar tutuklu kalmıştır. Başvurucu, haksız yere tutuklu kaldığını ileri sürerek, 1/9/2009 tarihinde, Maliye Hazinesi aleyhine Tunceli Ağır Ceza Mahkemesinde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve maddelerine dayalı olarak açtığı koruma tedbiri nedeniyle tazminat davasında, 000,00 TL maddi ve 000,00 TL manevi tazminat talep etmiştir. Mahkeme, 30/6/2010 tarih ve E.2009/66, K.2010/40 sayılı kararı ile başvurucu hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesinden önce tazminat davası açıldığı, dolayısıyla 5271 sayılı Kanun'un maddesindeki yasal şartların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 28/6/2012 tarih ve E.2012/168162, K.2012/16281 sayılı ilamıyla; tazminat davasında yapılan yargılama sırasında kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleştiği dolayısıyla Anayasa'nın maddesinin dördüncü fıkrası gereği yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması gerektiği belirtilerek karar bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 14/11/2012 tarih ve E.2012/52, K.2012/64 sayılı kararla tazminat davasının kısmen kabulüne, 726,36 TL maddi, 700,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 27/1/2014 tarih ve E.2013/26698, K.2014/1565 sayılı ilamı ile hüküm onanmıştır. Karar, 24/4/2014 tarihinde başvuruya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 15/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Kanun’un ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6787 | Başvurucu, cinsel saldırı suçunu işlediği iddiasıyla tutuklandığını ve hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, koruma tedbiri nedeniyle açtığı tazminat davasının makul süre içinde sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, yabancı bir mahkeme tarafından verilen kararın tenfizi davasında, nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir Başvuru 4/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Muhammet Yurtseven'in vekili Av. Bilge Doğru marifetiyle sunulan 10/4/2009 tarihli dava dilekçesiyle Almanya Konstanz Mahkemesinde açtığı alacak talepli davada verilen 18/12/2007 tarihli karar ile masraf tespit kararının tanıma ve tenfizine karar verilmesi istenmiştir. Konya Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 8/12/2009 tarihli kararı ile tenfiz şartları oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 8/6/2012 tarihli kararı ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi Dairenin 11/10/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararı sonrası Mahkemenin 31/1/2013 tarihli kararı ile talebin kabulüne karar verilmiştir. Kararın hüküm kısmı şöyledir:"...Davacı Muhammet Yurtseven ile davalı [K.] San. Tic. ve Yatırım Holding A.Ş. (Eski Unvan: [K.] İnş. Tarım San. İştl. Tic. A.Ş.) arasında yabancı mahkemede yapılan yargılama sonucunda; Federal Almanya Cumhuriyeti Konstanz Asliye Hukuk Mahkemesinin 6 O 65/07 B sayılı kararının ve masraf tespit kararının MÖHUK maddesi gereğince TENFİZİNE,Alınması gerekli 21,15 TL harcın davacı tarafından peşin yatırıldığı anlaşılan 354,20 TL harçtan mahsubu ile bakiye 333,05 TL'nin davacıya talep halinde iadesine,Davacı davada kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden yürürlükte bulunan A.A.Ü.T. göre hesap edilen 1200,00 TL ücreti vekaletin davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine,..." Temyiz üzerine hüküm Dairenin 30/12/2013 tarihli kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi Dairenin 21/5/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 11/8/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 4/9/2014 tarihinde tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun "Yabancı mahkeme ilamları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yabancı bir mahkeme tarafından verilen ilamların tenfizi için açılacak davalardan, bu ilamlarda hükmolunmuş şeyin değeri, nevi ve mahiyetine göre (1) sayılı tarife gereğince harç alınır." 492 sayılı Kanun'un "Harç alma ölçüleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yargı harçları (1) sayılı tarifede yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden, işlemin nev'i ve mahiyetine göre maktu esas üzerinden alınır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir: "1) Yargılama giderleri şunlardır: a) Celse, karar ve ilam harçları. ... ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti. ..." 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"(1) Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir." 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "(1) Yargılama giderlerine, mahkemece resen hükmedilir. (2) Yargılama gideri, tutarı, hangi tarafa ve hangi oranda yükletildiği ve dökümü hüküm altında gösterilir." 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık ücreti” kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Avukatlık ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder. … Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14794 | Başvuru, yabancı bir mahkeme tarafından verilen kararın tenfizi davasında, nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir I | 0 |
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 4/2/2022 tarihinde öğrendikten sonra 3/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/30554 | Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hâkim olarak görev yapan hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yüksek Mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmışlardır. FETÖ/PDY'nin (Genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 11/8/2016 tarihinde Bursa İl Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınmıştır. Başvurucu 12/8/2016 tarihinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu müdafii, atılı suçları işlediğine dair dosyada delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı 12/8/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Bursa Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Bursa Sulh Ceza Hâkimliğinde 12/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesi şöyledir:"...Üzerime atılı suçlamayı kabul etmem mümkün değildir. Bu suçlama ile ilgili şahsıma somut delil gösterilip sunulmamıştır. Salt listede ismimin olması üzerime atılı suçu işlediğim ya da işlediğim manasında kuvvetli suç şüphesi altında bulunduğum manasına gelmez. Zira mevcut olan listenin hangi kriterlere göre hazırlanıp hazırlanmadığı hususu malumunuz değildir. CMK'nun 100/1 .maddesinde tutuklama sebebi olarak kuvvetli suç şüphesine konu somut delilin mevcut olması gerektiği ifade edilmiştir. Şahsıma atılı suçla ilgili HSYK'nın hazırlamış olduğu liste dışında başkaca herhangi bir somut delil ya da olgu veya sebep yoktur. Şahsımla ilgili zan ve töhmet oluşmaması adına Bursa Cumhuriyet Başsavcılığında özellikle ortaokul ve lisede okumuş olduğum okulu belirtmiştim. Savcılıktaki ifademde de belirttiğim gibi bahsi geçen okula ve köy ilkokulunu bitirdikten sonra 12 yaşındayken rahmetli babam tarafından hiçbir bilgiye sahip olmaksızın kayıt edilmiştir. Kayıt sebepleri de savcılıkta vermiş olduğum ifademde ayrıntılı bir şekilde mevcuttur. Bu hususları özellikle açıklayayım istedim ki hakkımda ön yargıya dayalı zanna dayalı herhangi bir değerlendirme yapılmasın. Bahsi geçen okuldan mezun olduktan sonra mezun olmadan önce de mezun olduktan sonra da benim FETÖ diye adlandırılan FETÖ/PDY denilen bu örgütle uzaktan yakından alakam ve ilgim olmamıştır. Olması da mümkün değildir. Çünkü üniversiteyi kazandıktan sonra kaydıma müteakiben bir trafik kazası neticesinde babam ve gelini kaybetmiş olmamdan ötürü ailemin başında kalmam zorunda kaldım. Bahsi geçen yapılanma ile örgütle herhangi bir bağım, bağlantım, ilgim, alakam olmamıştır. Buna ilişkin herhangi bir delil hatta sebep ya da olgu da yoktur. Ben Hakimlik mesleğini icra ederken hiç kimseden kesinlikle emir, talimat, direktif almadım. Tamamen kendi vicdani kanaatime göre hiçbir etki altında kalmaksızın mesleğimi kendimi yıpratırcasına özverili bir şekilde yapmaya çalıştım. Verdiğim kararların sonucunu kime yarayacağı ya da kime yaramayacağı veya etkileri konusunu kesinlikle düşünmedim. Kararımı verirken karara dayanak teşkil eden iç sahiflerimin dahi objektif, tarafsız olmasını azami itina gösterdim. Çok sevdiğim devletimin bir hakimi olarak ve hiçbir zaman mesleki hayatı boyunca iradesini neye mal olursa olsun ipotek altına aldırmayan bir hakim olarak böyle bir itham ile karşı karşıya kalmak şahsımı son derece derinden üzmüştür. Bu atıf nedeniyle görevden el çektirilip gelecek ve ikbal hususu ağır yara almıştır. Üzerime atılı suçla ilgili öne sürülmesi gereken herhangi bir somut delil olmamasına rağmen listede ismimin neden ve nasıl yer aldığını kesinlikle anlayabilmiş değilim. Muhtemel ve tahmini sebep olarak öne sürmüş olduğum hususa ilişkin Bursa Cumhuriyet Başsavcılığında açıklama gereği duydum. Benim üzerime atılı suçlamayı kabul etmem mümkün değildir. Üzerime atılı suçlamayı kesinlikle kabul etmiyorum. Varsa buna ilişkin tüm somut delillerin öne sürülmesini talep ediyorum. Ayrıca tutuklama bir tedbirdir, cezalandırma sebebi olmamalıdır. CMK 100/1 maddesi gereğince öncelikli şart kuvvetli suç şüphesine konu somut delil bulunmamaktadır. Ayrıca kaçma şüphem ya da kaçacağıma ilişkin herhangi bir somut delil, somut olgu yoktur, ayrıca kronik intlamatuvar bağırsak “crhon” hastalığı mevcuttur. İçinde bulunmuş olduğum durumuma ilişkin hususun da göz önüne alınarak hakkımdaki tutuklama talebinin reddine karar verilmesini talep ediyorum, taktirlerinize arz ediyorum." Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesinin' 15/7/2016 tarihli darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY terör örgütü mensubu olan askerlerle birlikte fikir ve eylem birliği içerisinde hareket eden aynı terör örgütüne mensup olduklarına dair kuvvetli delil ve şüphenin bulunduğu, ilgililerin görevlerine devamlarının soruşturmanın selametine, yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceği' gerekçelerine dayalı kararı ile, eylemle ilgili halen kaçak durumda olan terör örgütü elebaşısının internet ortamından yaptığı tehdit ve çağrılar da gözetildiğinde mevcut ve yakın tehlikenin devam etmekte olması birlikte değerlendirildiğinde CMK'nın 100/ maddesi uyarınca kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu,...Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun MK'nın 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin yasal anlamda var sayıldığı, ayrıca bunun yanında dosya içinde bulunan unsurlar itibariyle soruşturmanın aşaması gözetildiğinde delillerin tam olarak toplanmamış olması, şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme girişiminde bulunabilecekleri kanaatiyle (soruşturmanın henüz başı olması nedeniyle bu aşamada kurumlarında FETÖ/PDY terör örgütü mensupları olarak tespit edilen kişilerin görevlerine devam etmesinin sakıncalarının önlenmesi için açığa alınmalarının dışında, eylemle ilgili halen kaçak durumda olan terör örgütü elebaşısının ortamından yaptığı tehdit ve çağrılar da gözetildiğinde mevcut ve yakın tehlikenin devam etmekte olması itibariyle darbe girişiminin tüm unsurlar ile sonlandırılıncaya kadar şüpheliler hakkında adli kontrol hükümlerinin de yetersiz kalacağı, bu kapsamda ülke genelinde elde edilen deliller ve dijital veriler üzerindeki incelemelerin tamamlanmamış olması, bağlantıların tüm unsurlarıyla ortaya çıkarılmasına yönelik çalışmaların devam etmekte olması değerlendirilerek) CMK'nın 100/ maddesindeki tutuklama nedenin bulunduğu,...üzerine atılı eylem itibariyle bu aşamada toplanan delillere göre suç vasfına ve eylemin haksızlık-hukuka aykırılık boyutu nazara alındığında, bu niteligi itibariyle kamu davasına konu edilip kesinleşmiş hükümle sübut bulması halinde kişi ve toplum için yaratmış olacağı tehlikenin büyüklüğü, soruşturma konusu eylem için yasada öngörülen hapis cezasının miktarı gözetildiğinde, ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yüklenen suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve kişinin adaletin işleyişine müdahale etme riski olan hallerde tutukluluk tedbirinin uygulanabileceğine ilişkin yerleşik karar ve gerekçelerine göre de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin belirttiği tutuklama tedbirine ilişkin kriter ve ölçütlerin mevcut olduğu, bu itibarla soruşturma konusu suçun niteliği ve kamu davası açılması halinde şüphelilerin maruz kalacağı ceza tehdidinin büyüklüğü dikkate alındığında tutuklama tedbirine nazaran CMK'nın 109/3 maddesinde sayılan tedbirlerin hiçbirinin soruşturmanın selametini sağlamak, delil karartılmasını engellemek ve kaçma şüphesini ortadan kaldırmak için yeterli olamayacağı ve tutuklama tedbirinin bu aşamada ölçülü olduğu kanaatine vanlmakla; ...somut olayda tutuklama tedbirinin uygulanması bakımından yasal düzenleme dışında üst normlara da aykırılık bulunmadığı ve tutuklama şartlarının tüm unsurlarıyla gerçekleştiği kabul edilerek; CMK 100 maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA... [karar verildi.]" Başvurucu 16/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Bursa Sulh Ceza Hâkimliğince 17/8/2016 tarihinde "...Anayasanın maddesi, AİHS' nin maddesi ve 5271 Sayılı CMK'nın maddesinde belirtilen tutuklama nedenlerin var olup, özgürlükten yoksun bırakmayı meşru kılacak kamu düzeninin bozulması tehlikesi olup bu nedenle gerçek bir kamu yararı gerekliliğinin var olduğu, tutuk1uluğun hukuka aykırı olmadığı, tutuklama ve tutukluluğun devamını haklı kılan sebeplerin bulunup, bu sebeplerin meşru ve ölçülü olduğu, Ayrıca AİHS'nin 5/1 maddesi uyarınca özgürlükten yoksun bırakınanın yasalara uygun olup, 5271 Sayılı CMK'nın maddesinin de AİHS' nin tüm maddelerinin özünde varolan hukukun üstünlüğü ilkesi ile uyumlu olduğu, bu itibarla tutuklama ve tutukluluğun devamı koşulların halen var oldup, itiraz nedenleri ve kararda belirtilen gerekçeler dikkate alındığında Bursa Sulh Ceza Hakimliği'nin 12/08/2016 tarih ve 20]61266 Sorgu sayılı kararı ile şüphelinin 5271 sayılı CMK 'nun maddesi uyarınca tutuklanmasına ilişkin kararında herhangi bir isabetsizlik görülmediği, kararın usul ve yasa hükümlerine uygun olduğu ..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucuya anılan karar 1/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 13/1/2017 tarihli kararıyla başvurucu hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 18/5/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hangi tür hukuka aykırı eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. Devamında ise başvurucu yönünden değerlendirmeler yapılmıştır. İddianamede, başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Dairesinin 10/8/2016 tarihli ve 2016/9 tedbir ve 2016/357 sayılı, HSYK Genel Kurulunun 31/8/2016 tarihli ve 2016/428 sayılı kararı,ii. Örgütün tabanında bulunan insanların dinî duygularını kullanarak kaynak ve meşruiyet devşirmeye çalıştığı, öğrenci seçme ekipleri ile köy ve semtlerden topladığı gençleri, bünyesindeki vakıf, ışıkevleri, okul ve dershaneleri marifetiyle ideolojisi doğrultusunda yetiştirerek insan gücü elde ettiği, devlet modeline paralel bir örgütlenme ile gizlice başta siyaset, mülkiye, adliye, askeriye ve emniyet olmak üzere devletin içine sızdığı, yurt, okul, dershane ve ışıkevlerinde, beyin yıkama metotları ile sorgulamayan, düşünmeyen, mutlak itaati esas alan yapıya bağlı insan tipi yetiştirdiği, bu gibi yöntem ve araçlarla örgütün nihai amacına ulaşmaya çalıştığı, bu kapsamda şüphelinin -S.Y.nin beyanında da belirtiği üzere- FETÖ/PDY'ye bağlı okullarda ve dershanelerde eğitim aldığı yönündeki tespitler,iii. FETÖ/PDY tarafından üyelerine hâkimlik ve savcılık sınavlarına girmeleri konusunda telkinlerde bulunulduğu hatta mensuplarının sırf hâkimlik ve savcılık sınavlarına hazırlanmaları için hukuk fakültesi mezunları arasından çalışma evleri oluşturulduğu, büyük önem atfedilen hâkim ve savcılık mesleğine örgüt mensuplarının yerleştirilmesi amacıyla sınav sorularının yasal olmayan yollarla temin edilip sınavdan birkaç gün önce abiler/ablalar tarafından cevapları işaretlenmiş kitapçıklar hâlinde öğrencilere gösterilerek ezberlemelerinin ve bu şekilde sınavda başarılı olmalarının sağlandığı, mensupları olan öğrencilere hâkimlik ve savcılık sınavını kazanmaları hâlinde örgütün yargı içindeki bürokrat ve üst düzey yöneticileri tarafından referans olunacağının söylendiği, mülakatı geçip staja başlayan hâkim ve savcı adaylarının Adalet Akademisinde ve staj döneminde yine örgüt tarafından koordine edildiği, bu kapsamda -S.Y.nin beyanında da belirttiği gibi- şüphelinin üniversite eğitimi sırasında FETÖ/PDY'ye ait evlerde kaldığı yönündeki tespitler, iv. FETÖ/PDY'nin yargı üzerinden gerçekleştirdiği usulsüz yargılama işlemleri ile yaptığı haksızlıklara yargının kararı veya takdiri denilerek karşı çıkılmasının engellendiği, operasyonlar karşısında "Bağımsız yargı, inceleyip karar versin." denilerek haksızlığa meşruluk kazandırıldığı, yıllarca süren yargılamalar sonucunda gerçeğin ortaya çıkması hâlinde bile kimsenin yargı eliyle işlenen haksızlığın peşine düşmediği, silahlı terör örgütünün yargının ne kadar büyük bir güç olduğunu, yargıyı etkili ve operasyonel şekilde kullanmak suretiyle yapılamayacak hiçbir şey olmadığını ve her şeyin sınırsızca yapılabileceğini gördüğü, şüphelinin Yenişehir Sulh Ceza Mahkemesi hâkimi olarak görevli olması nedeniyle Yenişehir Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/1762 sayılı soruşturma dosyasından FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan tutuklanmaları talep edilen şüphelilerin 05/8/2016 tarihinde sorgularını yaparak "15 Temmuz 2016 günü akşamı 16 Temmuz 2016 gecesinde meydana gelen, televizyon ekranlarında canlı olarak görüntülenen olaylar, eylemler dikkate alındığında, TCK'nın maddesinde düzenlenen silahlı örgütün varlığına dair ciddi şüphe ve emarelerin mevcut olduğu, ancak öncelikle bu örgütü kuranların, yönetenlerin, bu örgüte üye olanların kimler olduğu, bu örgütün kim ya da kimlerden oluştuğu, aidiyetlerinin, mensubiyetlerinin olup olmadığı, var ise aralarındaki koordineli, organizeye dayalı ilişkisinin bağlantılarının neler olduğu, fikir ve eylem birliği içinde olup olmadıkları hususlarının hukuki anlamda; hukukun sonuç bağladığı deliller arasındaki hukuksal illiyet bağları kurularak tespitinin yapılması gerektiğinin hukuki olarak elzem olduğu, bu hususların tespiti yapılmadan hukuku temelden yoksun zan, ihtimal, varsayım, herhangi bir delile dayanmayan kanaat üzerinden yorum ve değerlendirmelerin yapılmasının hukuk güvenliğini ağır bir şekilde zedeleyeceği ve kutuplaşmalara yol açarak toplumsal barışı ağır bir şekilde zarara uğratacağı, TCK'nın maddesinde belirtilen silahlı örgütün varlığına dair başlatılan adli soruşturmaların devam ediyor olması tüm Türkiye Mahkemelerince verilmiş henüz bir terör örgütü kararının olmadığı...." gerekçesiyle tutuklanma taleplerinin reddine karar verdiği, benzer şekilde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından savunması alınan K.nın ifadesinde de şüphelinin FETÖ/PDY'ye yönelik başka soruşturmalar sırasında da benzer tutum sergilediği, bir nevi verdiği kararlarla FETÖ/PDY mensupları ile ilgili yürütülecek soruşturmaları engelleyerek ya da geciktirerek anılan örgüt mensupları ile dayanışma içinde, onların lehine hareket ettiği yönündeki tespitler. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak, haklarında yapılan soruşturmalarda şüpheli sıfatıyla alınan tanık beyanlarının ilgili kısımları şöyledir:- S.Y. ifadesinde "...Fakültedeki sınıfımızın mevcudu yaklaşık 70-75 kişiden oluşmaktaydı. Bu nedenle çoğu sınıf arkadaşımla tanışıklığımız oldu, bunlardan G.P., H.N. ve İ.Ç. ile bana yaklaşımları nedeniyle daha samimi oldum. Bu arkadaşlarım beni arada bir kaldıkları Kocaeli Körfez ilçesi Hereke Beldesi'ndeki eve davet ediyorlardı. Yemek yeme, çay içme gibi normal günlük uğraşlarımız söz konusuydu. Yanlarında kalan ev arkadaşları da vardı, ancak ben ilk başlarda bu evi normal öğrenci evi sanmıştım. Herhangi bir cemaate ait olabileceği yönünde şüphe taşımamıştım. Zira herkesin yaptığı sıradan şeyler yapıyorduk. Bunlardan G. benim en samimi arkadaşımdı ve benim Gülen Cemaati ile tanışmama sebep olan kişiydi. Daha sonra ikinci sınıfın sonunda ya da üçüncü sınıfın başında bana kendisinin cemaat evinde kaldığını, yani gittiğim evin Gülen Cemaati'ne ait olduğunu söyledi. Ben çok şaşırdım, ancak samimiyet kurduğumuz için olumsuz tepki vermedim. Bu şekilde okul bitene kadar arada bir evlerine beni davet ediyorlardı; ancak cemaat faaliyeti ile ilgili benim yanımda pek bir şeyler yapmıyorlardı. İlk başlarda sadece namaz kılıyorduk. Bahse konu arkadaşlarımın kaldıkları eve Hukuk Fakültesinde okuyan kimi arkadaşlar da kalmaktaydı. Bu vesileyle bunlarla da tanışmış oldum. Diğerlerini pek tanımıyorum. Fakültede benim bir üst sınıfımda okuyan Ç., S.G., Y.G., S.T., T.B. isimli şahıslar da benim gittiğim bahse konu cemaat evinde kalıyorlardı. Ev imamı, yani abisi olan kişi idi. Daha sonra T ve ardından da G’nin evin sorumlusu (ev abisi) sıfatı kazandığını, yani ev abiliği yaptığını hatırlıyorum. Ben daha sonraki zamanlarda cemaat evlerinde kendisine 'abi' diye hitap edilen kişinin ev abisi olduğunu anlamıştım. Yine cemaate ait bu eve gidip geldiği için orada tanıştığım kişiler arasında Ahmet KÖSE, A. ve B.S.’yi de sayabilirim. İsmini belirttiğim tüm bu arkadaşlar hukukçuydu ve mezun olduktan sonra hakim-savcı oldular. Bunlardan G.P. 2005 yılı Kocaeli Ünv. Hukuk Fakültesi mezunu olup en son Samsun'da ...sicil numarası ile hakimken HSYK tarafından açığa alındı. H.N. 2005 yılı Kocaeli Hukuk Fakültesi mezunu olup en son Konya'da ...sicil numarası ile Cumhuriyet savcısı olarak görev yaparken ismi ByLock kullananlar listesinde çıktığı için HSYK tarafından 13/10/2016 tarihinde açığa alındı. İ.Ç. 2005 yılı Kocaeli Hukuk Fakültesi mezunu olup, en son Aksaray'da ...sicil numarası ile Cumhuriyet savcısı iken açığa alındı. A. en son Elazığ ilinde ...sicil numarası ile İdare Mah. üyesiyken HSYK tarafından açığa alındı. Ç. en son Niğde'de ...sicil numarası ile Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktayken açığa alındı. S.G. 2004 yılı Kocaeli Hukuk Fakültesi mezunu olup en son Şanlıurfa'da ...sicil numarası ile Cumhuriyet savcısı olarak görevliyken açığa alındı. Y.G. 2004 yılı Kocaeli Hukuk Fakültesi mezunu olup en son Gaziosmanpaşa’da ...sicil numarasıyla Cumhuriyet savcısı olarak görev yaparken açığa alındı. S.T. 2004 Kocaeli Hukuk Fakültesi mezunu olup, en son Uşak'ta ...sicil numarası ile görev yapmaktayken açığa alındı. T.B. 2005 Kocaeli Hukuk Fakültesi mezunu olup, en son Diyarbakır’da ...sicil numarası ile hakim iken açığa alındı. Ahmet KÖSE'ninhakim ve savcı olduğunu biliyorum, ancak diğer kimlik bilgileri konusunda tam bilgi sahibi değilim. Memleketi Ege Bölgesinden bir il (Manisa, Kütahya veya Aydın) idi. 2000 yılında Kocaeli Ünv. Hukuk Fakültesine kayıt yaptırdığını, ancak babası veya annesinden biri vefat ettiği için okulu uzattığını biliyorum. Bu nedenle mezuniyet yılının 2005 sonrası olması kuvvetle muhtemeldir. Sicili de 118000'den sonraki bir rakamdan oluşmaktadır. HSYK'nın kararnamelerine baktığımızda bu koşulları taşıyan tek bir isim bulunmaktadır ve o da 120735 sicil numarası ile en son Gümüşhane'den Yenişehir’e tayinen giden hakim Ahmet KÖSE'dir. HSYK tarafından yapılacak inceleme sonucu belirttiğin koşulları taşıyan başka hakim ve savcı yoksa sözünü ettiğim kişinin bu kişi olduğu netlik kazanacaktır. Ancak bütün şüphelerden arınmış şekilde kişinin ortaya çıkartılması isteniyor ise, bana resim teşhisi yaptırılabilir. Yukarıda isimlerini zikrettiğim arkadaşlarımdan , S., S., Y., Ahmet, ve B. ile daha sonraki yıllarda irtibatım olmadı. Ancak Gülen Cemaati'ne ait evlerde kaldıkları için cemaat mensubu oldukları hususunda şüphem bulunmamaktadır." şeklinde beyanda bulunmuştur. -K. ifadesinde “...2016 yılı başlarında Yenişehir Adliyesinde talimat savcısı olarak görev yapmaktaydım. Bütün FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili talimatlara ilişkin işlemleri ben yapıyordum. Yine aynı adliyede Sulh Ceza Hakimi olarak görev yapan, 2015 yılı Haziran ayında atanan Ahmet Köse isimli hakimden Bursa Tem Şube'nin FETÖ/PDY ile iltisaklı infaz koruma memurlarına yapacağı bir operasyon sırasında talimat büro olarak sabah 09:00 civarında arama ve bilgisayar kütüklerinde inceleme talebinde bulundum. Ancak hakim Ahmet Köse adliyeye 11:00 civarında gelerek Tem Şube görevlilerine talebi öğleden sonra inceleyeceğini söyleyerek saat 16:45 sıralarında tüm talepleri reddetmiştir. Bunun üzerine ben hemen itirazda bulundum. Ertesi gün de İnegöl Sulh Ceza Hakimliği talebimi kabul ederek gerekli işlemleri yaptı. 2016 yılı içerisinde izinli olduğum bir dönemde benim yerime talimat büroya bakan B. benzer bir FETÖ operasyonunda mahkemeden talepte bulununca [Başvurucu] vicdani kanaat oluşmadığı ve FETÖ PDY'nin silahlı terör örgütü olduğuna dair verilmiş bir mahkeme kararı olmadığından talebi reddettiğini öğrendim. Bu karar da itiraz üzerine kaldırıldı...” şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"...Şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapılanması içerisinde bilerek ve isteyerek yer aldığı, yukarıda açıklandığı üzere bütün halindeki ve süreklilik arz eden eylemleri ile FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılmıştır." İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 28/5/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/105 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. 2/6/2017 tarihinde yapılan tensip incelemesi ile başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 5/10/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Bursa Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Bursa Ağır Ceza Mahkemesince yapılan tensip incelemesi ile birlikte 15/11/2017 tarihinde karşı yetkisizlik kararı verilerek dosyanın yetkili ve görevli mahkemenin belirlenmesi için Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 15/1/2018 tarihli kararıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 9/10/2017 tarihli yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Yargılamaya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/50 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvurucunun 12/2/2018 tarihli tensip incelemesinde tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde 8/5/2018 tarihinde ilk duruşma yapılmış ve başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Devam eden yargılama sonunda Mahkeme 21/3/2019 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın ilgi kısmı şöyledir:" ... Bu kapsamda sanığın hakim olarak görev yaptığı esnada örgütsel aidiyetini ortaya koyan şekilde gerekçe tanzim ettiği, tanık anlatımları ile örgütün hiyerarşik yapısına üniversite döneminde dahil olduğu ve görevi esnasında da örgütsel aidiyeti ortaya koyar şekilde tutum ve davranışlarda bulunduğu, bu suretle de süreklilik ve çeşitlilik sağlayacak mahiyette eylemlerde bulunduğu, örgüt ile organik bağını devam ettirdiği ve neticeten verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk etmiş olması nedeniyle eyleminin örgüt üyeliği suçunu oluşturduğu kabul edilmiştir." Başvurucu hükme karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İstanbul Bölge Adliye Mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/49152 | Başvuru, hâkim olarak görev yapan hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits
No saved queries yet
Save your SQL queries to embed, download, and access them later. Queries will appear here once saved.