text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, kanun yolu başvurusunun süresinde yapılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekilde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, kurumsal temizlik hizmeti ile temizlik ürün ve ekipmanlarının satımı işinde faaliyet göstermektedir. Başvurucu, bir anonim şirket ile Çeşme'de bulunan bazı otellerin havuz kimyasalları ile tüm genel temizlik işlerini yapmak üzere anlaşmıştır. Oteller anılan anonim şirketin yönetimi altında faaliyet göstermesine rağmen sözleşme, dava dışı başka bir şirket ile imzalanmıştır. Ürün sevkiyatının ardından ilk etapta gönderilen ürünler dava dışı şirket adına fatura edilmiştir. Davalı şirketin talebi üzerine anılan faturalar iptal edilmiş, davalı şirket adına yeniden düzenlenmiştir. Davalı şirket, bu faturalara itiraz etmemiş, ancak herhangi bir ödemede de bulunmamıştır. Başvurucu, alacaklarının tahsili için davalı şirket aleyhine İzmir İcra Müdürlüğünün E.2015/12076 sayılı dosyası ile icra takibi başlatmıştır. Başvurucu, icra takibine itiraz edilmesi üzerine İzmir Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) itirazın iptali davası açmıştır. Mahkeme 27/10/2016 tarihli kararında davayı reddetmiştir. Mahkemenin kısa kararında, karara karşı tebliğinden itibaren iki hafta içinde İzmir Bölge Adliye Mahkemesinde istinaf kanun yoluna başvurulabileceği; gerekçeli kararda ise tebliğden itibaren on beş gün içinde Yargıtaya temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararı 30/11/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve başvurucu 15/12/2016 tarihinde temyiz talebinde bulunmuştur. Başvurucu temyiz talebinde bulunmuş ise de, 20/7/2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin göreve başlamış olması nedeniyle dosya İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi'ne (Daire) gönderilmiştir. Daire, 22/2/2017 tarihli kararında hükmün başvurucuya 30/11/2016 tarihinde tebliğ edildiğini, istinaf talebinin 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi gereğince tebliğden itibaren iki haftalık yasal süre geçtikten sonra yapıldığını belirterek istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Ret kararı 27/3/2017 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiş ve 26/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.A. Ulusal Hukuk 6100 sayılı Kanun’un ''İstinaf yoluna başvurulabilen kararlar''kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. ... (5) İlk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtaya başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir." 6100 sayılı Kanun’un ''Başvuru süresi '' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.'' 6100 sayılı Kanun’un ''İncelemenin kapsamı'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.'' B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun olarak,görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (bkz. Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36) belirtmiştir. Yine AİHM; Sözleşme'nin maddesinde, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını, ancak devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıması durumunda bu incelemeyi yapan mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün bu ilkelere uygun olması gerektiğini belirtmiştir (Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, §§ 25, 26). AİHM benzer şekilde, bir hukuk davasında bölge adliye mahkemesi ilamına yönelik itirazın süre yönünden reddedilmesi nedeniyle yapılan başvuruyu mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirerek kanun yolu incelemesinde uygulanacak usulün Sözleşme'nin maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (Mushta/Ukrayna, B. No: 8863/06, 18/11/2010, § 39). AİHM, mahkemeye erişim hakkına yönelik birtakım sınırlandırmaların kabul edilebileceğini, ancak sınırlamaların meşru bir amaca yönelik olmadığı veya kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantısallık ilişkisinin bulunmadığı durumlarda, kısıtlamaların Sözleşme'nin maddenin birinci fıkrasına uygun olmayacağını belirtmiştir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57). Bunun yanında bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21973 | Başvuru, kanun yolu başvurusunun süresinde yapılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; psikolojik tacizden kaynaklanan zararların giderilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, tazminat davasının uzun süre devam etmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/1/2015 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuruya konu edilen olayların gerçekleştiği tarihte Afyon Kocatepe Üniversitesi Uşak Eğitim Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, mevzuata uygun olmadığı gerekçesiyle 1998 yılında imzalamayı reddettiği bir rapor nedeniyle dönemin Üniversite yönetimi ile Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığı tarafından kendisine husumet beslendiğini ve 2010 yılına kadar devam eden baskı sürecinde birçok kez keyfî şekilde atama işlemlerine tabi tutulduğunu belirterek sorumlu olduklarını ileri sürdüğü K.G. ve Ş.Ö. aleyhine 3/4/2006 tarihinde manevi tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; söz konusu atama işlemlerinin idari yargıda mahkemeler tarafından iptal edildiğini, buna rağmen dönemin rektörü ile YÖK Başkanı olan davalıların mahkeme kararlarını yerine getirmediğini, aksine daha fazla mağdur edecek şekilde kendisini Atatürk Üniversitesi Ağrı Eğitim Fakültesine atadıklarını ve psikolojik taciz oluşturacak şekilde üzerindeki baskıyı artırdıklarını ileri sürmüştür. Uşak Asliye Hukuk Mahkemesinin 19/1/2010 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Kararda; başvurucunun son olarak Ağrı Eğitim Fakültesine atanmasına ilişkin idari işlemin Manisa İdare Mahkemesi tarafından iptal edildiği, iptal kararının gereğinin idare tarafından yerine getirildiği ve davalıların herhangi bir şekilde kişisel kusurlarının bulunmadığı belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/1/2013 tarihli kararıyla söz konusu kararın bozulmasına hükmedilmiştir. Bozma kararının gerekçesinde, başvurucu hakkında tesis edilen dört atama işleminin de mahkeme kararlarıyla iptal edilmesine rağmen yargı kararlarının uygulanmadığı ve başvurucunun Ağrı Eğitim Fakültesine atamasının yapıldığı vurgulanmıştır. Kararda, yargı kararlarının etkisiz bırakıldığı ve fiilen uygulanamaz hâle getirildiği belirtilerek başvurucunun zarara uğradığının kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bozma üzerine yapılan yargılamada, Uşak Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/9/2013 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararda, Yargıtayın bozma kararında yer alan gerekçelerin kabul edildiği belirtilerek 000 TL manevi tazminatın 2001 yılından itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak başvurucuya verilmesine hükmedilmiştir. Söz konusu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/6/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 11/11/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 11/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin psikolojik taciz iddiasını içeren başvurulara ilişkin olarak daha önce verilmiş kararlarında ilgili mevzuata yer verilmiştir (Mehmet Bayrakcı, B. No: 2014/8715, 5/4/2018, §§ 30-45; Hüdayi Ercoşkun, B. No: 2013/6235, 10/3/2016, §§ 30-57). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1108 | Başvuru, psikolojik tacizden kaynaklanan zararların giderilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, tazminat davasının uzun süre devam etmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mazbut vakıflar arasına alınan vakfın "vakıf evladı" olduğunun tespit edilmesine karşın vakfa mütevelli olunması talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Saraçoğlu Ahmed kızı Emine Hatun tarafından Balıkesir ili Edremit ilçesinde 1331 hicri (1913 miladi) tarihinde "Emine Hatun Binti Ahmed Vakfı" kurulmuştur. Vakfa bazı yazışmalarda "Saraçoğlu Ahmed Ağa Kerimesi Emine Hatun Vakfı" da denmektedir. Bu Vakfın son mütevellisi Ahmet ve Şerife Kadın kızı Hatice Görgülü'dür. Vakıflar Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 21/2/2011 tarihli yazısına göre Vakfa ait tespit edilen ilamda tevliyet görevinin vakıf evlatlarına şart kılındığı hükmü yer almaktadır. Genel Müdürlük İdare Meclisi 30/11/1965 tarihinde, 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun maddesi uyarınca bu Vakfın mazbut vakıflar arasına alınmasına karar vermiştir. Kararda, Vakfın tevliyetinin 27/7/1937 tarihinden beri açık olduğu ve belirtilen tarihten bu yana emaneten idare edilen bu Vakfa mütevelli olunması için herhangi bir müracaatın olmadığı belirtilmiştir. Öte yandan Edremit ilçesinde "Kilcioğlu Saraç Hüseyin Ağa Kerimesi Emine Vakfı" ve "Emine Hatun Binti Timur Vakfı" adına kayıtlı taşınmazlar olduğuna ilişkin tapu kayıtları da bulunmaktadır. Edremit Sulh Hukuk Mahkemesinin 24/2/2012 tarihli mirasçılık belgesine göre başvurucu, Hatice Görgülü'nün torunudur. Başvurucu 14/1/2011 tarihinde Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Genel Müdürlük aleyhine dava açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun "Emine Hatun Binti Ahmed Vakfı"nın gerçek evladı olduğu ve vakfiyeye göre tevliyet hakkının da kendisine verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme 4/6/2012 tarihinde vakıf uzmanı bir bilirkişiden rapor almıştır. Bilirkişi raporunda başvurucunun Vakfın kurucusu Ahmet kızı Emine Hatun'un torunu olmakla vakfın evladı olduğu ancak Kanun gereği Vakfa mütevelli olarak atanmasının mümkün olmadığı görüşü belirtilmiştir. Mahkeme söz konusu bilirkişi raporunu hükme esas alarak 23/10/2012 tarihinde davanın kısmen kabulüne, başvurucunun vakıf evladı olduğunun tespitine, diğer taleplerinin ise reddine karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 13/6/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Tarafların karar düzeltme talepleri ise Dairenin 3/3/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 3/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 2762 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş vakıflardanA - Bu kanundan önce zabtedilmiş bulunan vakıflar,B - Bu kanundan önce idaresi zabtedilmiş olan vakıflar,C - Mütevelliği bir makama şartedilmiş olan vakıflar,D - Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,E - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şart edilmiş vakıflar,Vakıflar Umum Müdürlüğünce idare olunur. Bunların hepsine birden (Mazbutvakıflar) denir.(Değişik: 31/5/1949-5404/1 md.) Mütevelliliği vakfedenlerin fer`ilerine şartedilmiş vakıflara (Mülhak Vakıflar) denir. Bunlar mütevellileri tarafından idareolunur. Mütevelliler Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve Genel Müdürlük de İdare Mec-lisinin kontrolü altındadır...." 2762 sayılı mülga Kanun'un 18 maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Birinci maddede zikredilen mülhak vakıfların tevliyetleri bu kanun hükümleri dairesinde Umum Müdürlükçe tevcih olunur." 2762 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Boş kalan mütevellilik, yenisine verilinceye kadar, vakıf işlerine Umum Müdürlük bakar.Mütevelli olması lazımgelenlerden kimse sağ kalmamışsa o vakıf mazbut vakıflar arasına alınır." 2762 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir"Bu kanunun birinci maddesinde Umum Müdürlük tarafından idare edileceği gösterilen ve bu kanunun neşri tarihine kadar mazbutiyet altına alınmış olan vakıfların mazbutiyetleri kaldırılmaz. On senedenberi mütevelliliği kimseye tevcih edilmemiş olan vakıflarda artık tevcih yapılmaz.Ancak alakalıların vakfiyeye göre intifa hakları mahfuzdur." 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;...Mazbut vakıf: Bu Kanun uyarınca Genel Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıfları,Mülhak vakıf: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin soyundan gelenlere şart edilmiş vakıfları...Hayrat: Mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf vakıfları ile yeni vakıfların, doğrudan toplumun istifadesine bedelsiz olarak sundukları mal veya hizmetleri,Akar: Vakıf amaç ve faaliyetlerinin yerine getirilmesi için gelir getirici şekilde değerlendirilmesi zorunlu olan taşınır ve taşınmazları,...Galle fazlası: Mazbut ve mülhak vakıflarda, vakfın hayrat ve akarlarının onarımı ile vakfiyelerindeki hayrat hizmetlerin ifasından sonra kalan miktarı,İntifa hakkı: Mazbut ve mülhak vakıflarda, vakfiyelerindeki şartlara göre ilgililere bırakılmış galle fazlaları ve hakları,ifade eder." 5737 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Mazbut vakıflar, Genel Müdürlük tarafından yönetilir ve temsil edilir.Mülhak vakıflar, Anayasaya aykırılık teşkil etmeyen vakfiye şartlarına göre Meclis tarafından atanacak yöneticiler eliyle yönetilir ve temsil edilir. Vakıf yöneticileri kendilerine yardımcı tayin edebilirler. Mülhak vakıf yöneticilerinde aranacak şartlar ile yardımcılarının nitelikleri yönetmelikle düzenlenir. Vakfiyedeki şartları taşımamaları nedeniyle kendilerine yöneticilik verilemeyenler bu şartları elde edinceye, küçükler ile kısıtlılar fiil ehliyetlerini kazanıncaya ve boş kalan yöneticilik yenisine verilinceye kadar, vakıf işleri Genel Müdürlükçe temsilen yürütülür." 5737 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"On yıl süreyle yönetici atanamayan veya yönetim organı oluşturulamayan mülhak vakıflar, mahkeme kararıyla Genel Müdürlükçe yönetilir ve temsil edilir.Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce mazbut vakıflar arasına alınan vakıflarla, bu Kanuna göre mazbut vakıflar arasına alınan vakıflara bir daha yönetici seçimi ve ataması yapılamaz.İlgililerin vakfiye şartlarına göre intifa hakları saklıdır.(Ek fıkra:13/2/2011-6111/208 md.) İntifa haklarına ilişkin talepler galle fazlası almaya hak kazanıldığını gösteren mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren beş yıl geçmekle düşer.(Ek fıkra:13/2/2011-6111/208 md.) Mazbut vakıflarda intifa hakları, galle fazlası almaya hak kazanıldığını gösteren mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren, vakfın son beş yıl içindeki malvarlığı, gelirleri ve giderleri ile sınırlı olmak ve galle fazlasının mevcudiyeti şartıyla Genel Müdürlükçe belirlenir. " 5737 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu, ... yürürlükten kaldırılmıştır." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/5/2007 tarihli ve E.2007/18-293, K.2007/310 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Dava konusu vakıf, Osmanlı dönemine ait bir vakıftır.Bu nedenle davayı Osmanlı Vakıf Hukuku düzenlemelerine göre incelemek gerekir. Osmanlı tatbikatında vakıf; bir malı mülkiyetten çıkarıp menfaatlerini belli şartlarla, ebedi olarak bir hayır cihetine tahsis etmek demektir. Vakıf, kamu veya özel nitelikte kurulsa dahi hukuki bir tasarruf olduğunda şüphe yoktur. Ancak, hukuki tasarruflar, tek taraflı ve iki taraflı irade beyanı çeşitlerine ayrılmaktadır. O halde vakıf, hangi tür irade beyanına göre kurulmaktadır. Osmanlı hukukçularına göre; ister kamuya, isterse özel cihetleretahsis edilsin veya birinci derecede vakıftan yararlanacak belli şahıslar bulunsun veya bulunmasın vakıf tek taraflı bir hukuki muameledir. Vakfedenin (vâkıf) icabıyla (irade beyanıyla) kurulur. Vakıf muamelesinin bağlayıcılık kazanması için hakimin yargılama sonucundavakfın lüzumuna karar vermesi gerekir. Osmanlı tatbikatında buna tescil denilmektedir. Bir vakıf muamelesinin hem sahih hem de lâzım olabilmesi için tescili şart koşulmuştur. Tescil ile , vakfiyet ile verilen hükümler tarafları ve bütün hükmi şahısları bağlar.Artık hiçbir kimse vakıf mal aleyhinde mülkiyet ve istihkak iddiasıyla dava açamaz. Vakfın konusunun, mütekavvim (dayanıklı) olması gerekir. Hukuki terim olarakmenkul (taşınır), gayrimenkul (taşınmaz) mal olması gerekir. Yani vakfın konusunu teşkil edecek mal veyamülkün ayn olması gerekir. Ayn, müşahhas (somut) olan şeylere denir ve taşınır-taşınmaz malları kapsamına alır.Vakıf konusunu teşkil edecek malın, sonradan meydana gelebilecek anlaşmazlıkları önleyecek kadar bilinmesi ve belirli olması (malum ve muayyen) olması gerekir.Ayrıca vakfedilen mal, vâkıfınmülkü olmalı, ortaklık durumu söz konusu olmamalıdır. Vâkıfa ait mülk, vakfedildikten sonra kimin olacaktır.Osmanlı hukukçuları vakıf malların mülkiyetinin “….Allahın mülkü hükmünde…” diyerek hükmi bir şahsiyete intikal ettiğini açıkça söylemektedirler. Vakfın hukuki sonucu vakfedilen malın aslının hapsi ve menfaatinin Allahın kullarına ait olmasıdır... Vakıf muamelesiyle vakfedilen mal, bir çeşit manevi dokunulmazlık kazanır. Artık vakıf mal üzerinde, mülkiyet konusu bir malmış gibitasarruf olunamaz. Özel mülkiyetten çıkan Allahın kullarına ait olan vakfın gayesinden kimler yararlanacaklar. Bir vakıf, vakıftan yararlanansız (mevkufunaleyhsiz) olamaz.Aksi takdirde israf yapılmış olur ki bu da yasaklanmıştır. Vakıftan amaç, vakfedenin devamlı olarak sevabını devam ettirmesi olduğuna göre, vâkıfın, hayra yönelik olarak vakfın gelirini tahsis etmesi gerekir. Ancak, tatbikatta her zaman böyle olmamış, bazen vakıf menfaatlerini evlatlarına tahsis ettikleri de olmuştur. Vakıftan yararlananlar özel ve tüzel kişiler olabileceği gibi, hastane, köprü, camii ve benzeri taşınmaz mallar da olabilir. Hatta köleler ve hayvanlar lehine yapılan vakıflara İslam ve Osmanlı tatbikatında çokça rastlanmaktadır...Vakfın idaresi, tevliyet (velayet) hakkı kimde olacaktır. Vakıf mallar titizlikle korunmaya, kendisinden amaçlanan gayenin tahakkuku için bakıma muhtaçtır. İşletilmesi, elde edilen gelirin dağıtılması gerekir.Bütün bu işleri yapmak, vakfı idare etmek, manevi şahsiyeti temsil etmek için bir velayete (tevliyet) ihtiyaç bulunmaktadır. Vakfın idaresi evlatlara, evladın en büyüğüne bırakılabilir.Evlatlardan en büyüğü kız ise o da vakfı idare edebilir.Erkek olma tercih sebebi değildir...Yukarıda yapılan açıklamalardan hareketle Osmanlı tatbikatında vakıf; tek taraflı irade beyanıyla kurulan, yargılama sonucunda lüzumunakarar verilen, tescille hüküm ifadeeden; konusu malum, muayyen ve dayanıklı bir malın, vakfedenin mülkiyetinden çıkarılıp özel ve tüzel kişilerin yararına, gayesine uygun bir biçimde mütevellilerince idare edilen hukuki müesseselerdir.Osmanlı döneminde kurulan bir vakfın yukarıdaki esaslar dairesinde kurulup kurulmadığının tespiti ancak vakfıntüzüğü (vakfiye) ile belirlenebilir.Dava konusu ... Vakfına aitvakfiyenin ve evlat kaydının bulunmadığı vetevliyetinin10 yıldan fazla açık kaldığı, 2162 sayılı Vakıflar Kanunununmaddesi uyarınca mazbutvakıflardan olduğu Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2004 tarihli yazısından anlaşılmaktadır. Bir vakfın adının geçmesi, o vakfa ait malların bulunması; bu vakfın amacının ne olduğunu, vakfı kimin idare ettiğini (tevliyet) ispat için yeterli değildir. (HGK.1984 tarih, 1983/14-79 Esas, 1984/419 Karar – YKD Aralık 1984, sahife 1778) Vakfınvarlığınınve vakıf evladınınkim olduğunun ispatı için vakfiyenin bulunması gerekir. Vakfiyeler, vakıf davalarında birinci derecede delillerdir... Vakfiyeler, kadimden beri kendileriyle amel olunduğu bilinmedikçe vakıf davalarında yazılı delil olarak kullanılamazlar. (Mecelle md.1739)Vakfiyelerle amel etmenin şartı, bunların ifade ettikleri maddelerin sabit ve meşhur olmasıdır. Mahkeme sicillerinde kayıtlı bulunan vakfiyeler, muteber yazılı delil olarak kabul edilebilir. Dava konusu ... Vakfı bakımından vakfiye bulunmadığına göre; vakfınkimin iradesiyle ve hangi amaçla kurulduğunu bilmek mümkün olmadığı gibi, vakıftan kimlerin istifade edeceğini, vakıf evladı bulunup bulunmadığını belirlemek de mümkün değildir. Davacının irsen soybağı ile dava konusu vakfın kurucusunu (vâkıf) mirasçısı olması, vakıftan yararlanan kişi olmasınıgerektirmez. Dava konusu vakıf, Osmanlı Sultanları ve ailelerine ait vakıflardandır. Bu çeşit vakıfların tevliyetleri saltanat makamına şart koşulduğundan, tevliyet işlerini yürütmek üzere Evkaf Nazırı görevlendirilmiştir. Dolayısıyla bu vakıf, idaresibakımından mazbut vakıflardandır. Ayrıcadava konusu vakfın Padişah tarafından kurulmuş olması miri arazinin mülkiyet hakkının değil, tasarruf (yararlanma) hakkının belirli bir amaca tahsis edildiği kanaatini uyandırmaktadır.Bu nedenle mülkiyet hakkı itibariyle gayri sahih vakıflardandır.Davacının böyle bir vakfın gelirinden istifade eden kişi olması dolayısıyla vakıf evladı olması düşünülemez...." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/11/2014 tarihli ve E.2013/18-1095, K.2014/897 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"... 2/7898 sayılı mülga Vakıflarda İntifa Haklarının Ne Suretle Tesbit ve İta Edileceği Hakkında 17/07/1936 Tarihli Vakıflar Nizamnamesine Ek Nizamname’nin30/07/1987 tarihinde değişik maddesinde; 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önce mazbut Vakıflar arasına alınan vakıflarda intifa hakları, vakfiye şartları esas alınarak 7'nci maddeye göre belirlenen vakıf ilgililerine, 6'ncı madde hükümlerine göre her yıl ödeneceği; 30/07/1987tarihinde değişik maddede ise; vakfiyeleri gereği intifa hakkı almaya hak kazanan vakıf evladı veya ilgilisi bulunan mazbut vakıfların, gelir ve giderleri, ayrı ayrı, vakıfları adına tutulur. Akar ve toprak satış bedelleri, taviz bedelleri ve hayrat satış bedellerine yürütülen faizler ana paraya eklenerek değerlendirilir ve Vakıflar Meclisi kararıyla yatırıma dönüştürülebilir. Vakfiyesinde vakıf taşınmazların bakım ve onarım şartı bulunan vakıfların gayrisafi gelirlerinden, her yıl %10 oranında ihtiyat akçesi ayrılarak taşınmazların bakım ve onarımları yapılır. Bu oran, vakıfların malvarlığına göre, Vakıflar Meclisi kararıyla artırılabilir. Vakıfların yıllık gayrisafi gelir tahsilatından %20 oranında yönetim ve temsil gideri karşılığı alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesine gelir yazılır.Bu vakıfların gerçekleşen yıllık gayrisafi gelir tahsilatından, vakıf için yapılan giderler ve vakfiye şartı gereği yapılan her türlü harcamalar çıkarıldıktan sonra vakıf evlatlarına veya ilgililerine ödenecek intifa hakkı belirlenir. Bu haklar, vakfın gelir fazlasının (intifa hakkının) doğduğu mali yılı izleyen ilk altı ay içinde vakıfın evladı veya ilgilisi olduğunu mali yılın birinci ayında belgeleyenlere yıllık olarak ödenir. Ek Nizamnamenin 1987 tarihinde değişik maddesinde de her vakıf için belirlenen gelir fazlası (intifa hakları) vakfiye şartı gereği vakıf evladı veya ilgilisi olduğunu ve galleye hak kazandığını kesinleşen mahkeme kararıyla ispat edenlere ödeneceği hususları düzenlenmişti. 2008 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun maddesinde mazbut ve mülhak vakıfların vakfiyelerindeki şartlar doğrultusunda, ilgililerin haklarının saklı olduğu, bu hakların kullanılmasına ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceğibelirtilmiştir. 2008 tarihinde yürürlüğe giren ve anılan madde doğrultusunda düzenlenen Vakıflar Yönetmeliği’nin maddesi uyarınca; vakıf evlatları veya ilgilileri dilekçe ile vakfiye şartı gereği vakıf evladı veya ilgilisi olduğunu ve galle fazlası almaya hak kazandığını gösteren mahkeme kararıyla;vakıf evladı veya ilgilisi olduğu mülhak vakıf yöneticisine,vakfiyesinde galle fazlası ödenmesine ilişkin şart bulunan mazbut vakıflarda, ilgili Bölge Müdürlüğü’ne veya Genel Müdürlüğün internet sitesindeki online başvurular kısmında yer alan galle fazlası talep formunun doldurulması şekli ile; Genel Müdürlükçe temsilen yönetilen mülhak vakıflarda ise ilgili Bölge Müdürlüğü’ne başvuru yaparlar. Vakıflar Yönetmeliği’nin maddesine göre de, vakıf evladı veya ilgililerinin galle fazlasını almaya hak kazandıkları tarih ilk derece mahkemesi karar tarihi olup, galle fazlasına ilişkin ödeme mahkeme kararının kesinleşmesinden sonra yapılır. Galle fazlası, mazbut vakıflarda Genel Müdürlük onayından, mülhak vakıflarda ise kesin hesabın tasdikinden sonra 15 gün içerisinde yıllık olarak ödenir. İntifa hakkı ödemeleri yapıldıktan sonra ilk defa başvuranlara o yıl ödeme yapılmaz. Ancak hak kazandığı yılın veya yılların evlat hissesi, mahkeme kararının kesinleşmesini müteakip ödenir.... Öte yandan, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na madde ile eklenen maddenin fıkrasında düzenlenen intifa haklarına ilişkin taleplerin galle fazlası almaya hak kazanıldığını gösteren mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren beş yıl geçmekle düşeceği hükmü ile yasa koyucunun neyi amaçladığının, anılan kanun maddelerinin gerekçesi de bulunmadığından, irdelenmesi gerekir: 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun maddesi uyarınca, intifa hakkımazbut ve mülhak vakıflarda, vakfiyelerindeki şartlara göre ilgililere bırakılmış galle fazlaları ve hakları;galle fazlası ise, mazbut ve mülhak vakıflarda, vakfın hayrat ve akarlarının onarımı ile vakfiyelerindeki hayrat hizmetlerin ifasından sonra kalan miktarı ifade eder. İntifa hakkı, vakıf evladı veya ilgilisi olduğunu kesinleşmiş mahkeme kararıyla ispat edenlere ödenmektedir (5737 s.Vakıflar Kanunu m 75; Vakıflar Yönetmeliği m 53).Bu ödemenin yapılabilmesi için; vakfiyede evlada ödeme yapılmasının öngörülmüş olması, vakfiyede belirtilen nitelikleri haiz vakıf evladı arasında bulunmaları ve vakfın gelir fazlasının mevcut olmasıkoşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekir. Kanunda öngörülen 5 yıllık süre hak düşürücü süre olduğundan, galle almaya müstehak vakıf evlatlığının tespitine ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren şayet 5 yıllık süre içerisinde İdareye hiçbir başvuru yapılmamışsa talep hakkı düşecektir." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], No. 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Buna göre AİHM, zaman bakımından yetkinin tespitinde kural olarak müdahalenin meydana geldiği tarihi esas almaktadır. Müdahale -devam etmemek kaydıyla- kritik tarihten önce ise zaman bakımından yetki dışında, sonra ise yetki kapsamında görülmektedir. AİHM, özel statülü kiracılık hakkına ilişkin sözleşmenin sonlandırılması olayında başvurucunun ihlalin devam ettiği yönündeki itirazlarına karşın kişinin mülkünden yoksun bırakılmasının anlık bir eylem olup devam eden bir ihlal oluşturmadığını ifade etmiştir (Blecic/Hırvatistan [BD], B. No: 59532/00, 8/3/2006 § 86). Yine kamulaştırma çerçevesinde el konulan taşınmazlarla ilgili bir başvuruyu inceleyen AİHM, benzer gerekçelerle "...yani Türkiye Cumhuriyeti için 1 Nolu Ek Protokol'ün maddesinin yürürlüğe girdiği 28 Ocak 1987 tarihinden önce, Hazine'ye devredilmesini dikkate alan AİHM, 1961 tarih ve 221 sayılı Kanun'a dayalı bir mülkiyet mahrumiyetinin koşullarını incelemek için zaman bakımından yetkisiz olduğu kanaatine varmaktadır." demek suretiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ekdal ve diğerleri/Türkiye, B. No: 6990/04, 25/1/2011, § 48). Saint Vincent De Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye ((k.k.), B. No: 19579/07, 27/1/2015) kararında da başvurucunun mülk sahibi olduğu kabul edilse dahi mülk sahibi sıfatının 1965 ve 1978 yıllarında iptal edildiği, mülkün başkaları adına kaydedildiği, ihtilaf konusu taşınmazların mülkiyetinin 28/1/1987 tarihinden çok önce değiştiği tespitiyle mülkiyet hakkından yoksun bırakmanın ilke olarak anlık bir eylem teşkil ettiğini hatırlatan AİHM, başvuruyu Sözleşme hükümleriyle zaman yönünden uyumsuz görmüştür. Dolayısıyla AİHM, mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kural olarak anlık bir eylem oluşturduğunu ve bu müdahalenin sürekli bir hak mahrumiyeti durumu oluşturmadığını kabul etmektedir (Malhous/Çek Cumhuriyeti (k.k.)[BD], B. No: 33071/96, 13/12/2000; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya, § 85; Blecic/Hırvatistan, § 86; Ekdal ve diğerleri/Türkiye, § 48). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5871 | Başvuru, mazbut vakıflar arasına alınan vakfın vakıf evladı olduğunun tespit edilmesine karşın vakfa mütevelli olunması talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/4998 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/4998 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4998 | Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, üniversite öğrencisi olan başvurucunun katıldığı bir üniversite etkinliğinde terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlediği gerekçesi ile yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile cezalandırılması nedeniyle eğitim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu hakkında bahsi geçen eylemi nedeniyle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Yapılan soruşturmada başvurucunun eyleminin 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi ile maddesinin (a) fıkrasının (9) numaralı bendine dayanılarak hazırlanan 13/1/1985 tarihli Yükseköğretim Disiplin Yönetmeliği'nin maddesinin (c) ve (e) bentlerinde belirtilen eylemler kapsamında kaldığı belirtilerek başvurucunun "yükseköğretim kurumundan çıkarma" cezası ile tecziyesine karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali talebiyle dava açmıştır. Yapılan yargılama sonucunda idare mahkemesi başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan tesis edilen mahkûmiyet kararı ve tanzim edilen disiplin soruşturması raporundaki tespitleri gözeterek başvurucunun yükseköğretim kurumu içinde yasa dışı örgüt propagandası yapma eyleminde bulunduğu sonucuna ulaşmış ve davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu kararı temyiz etmiştir. İncelemeyi Danıştay Dairesi (Daire) yapmıştır. Daire, başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunup bulunmadığının araştırılmadan ilk derece mahkemesi tarafından ret kararı tesis edildiğini belirterek kararı bozmuştur. Bozmadan sonra yapılan yargılama sonrasında başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği, başvurucunun gerçekleştirdiği bu eylemin gerek 13/1/1985 tarihli gerekse sonradan yürürlüğe giren 18/8/2012 tarihli Yönetmeliklerin ilgili maddeleri uyarınca "yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasına karşılık geldiği" belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Karar, temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24607 | Başvuru, üniversite öğrencisi olan başvurucunun katıldığı bir üniversite etkinliğinde terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlediği gerekçesi ile yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile cezalandırılması nedeniyle eğitim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, tutukluluğunun yasal dayanağının olmadığını ve makul olmayan bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 2/8/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 30/9/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 12/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 18/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 17/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 17/2/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar söyledir: Başvurucu, İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığınca yürütülen 2007/1536 sayılı soruşturma dosyası kapsamında 22/1/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 26/1/2008 tarih ve 2008/18 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları, maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)-(g) bentleri, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesi, maddesinin (9) numaralı fıkrası, maddesi, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesi, maddesi, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesi, maddesinin (1) numaralı fıkrası, 3713 sayılı Kanun’un maddesi gereğince İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. 3713 sayılı Kanun’un maddesinin beşinci fıkrasına göre hakkında isnat edilen suçlar bakımından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen azami tutukluluk süresinin iki kat uygulaması gerektiği yönündeki hükmün Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarih ve E.2012/100, K.2013/84 sayılı kararıyla iptal edilmesi üzerine başvurucu, tutukluluk haline son verilmesi istemiyle 5/7/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur. Başvurucunun talebi, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 12/7/2013 tarih ve 2013/435 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 12/7/2013 tarihli kararına itiraz etmiş, itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 19/7/2013 tarih ve 2013/493 Değişik İş sayılı kararıyla reddetmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarihli kararı ile başvurucunun isnat olunan suçlardan hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. UYAP üzerinden edinilen bilgiye göre başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Mahkemece iptaline karar verilen kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya bunların belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Mahkeme gerekli gördüğü hâllerde, Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabilir.” 3713 sayılı Kanun’un maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:“Türk Ceza Kanununun 305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeleri hariç olmak üzere, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (5) numaralı fıkrası şöyledir:“Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6099 | Başvurucu, tutukluluğunun yasal dayanağının olmadığını ve makul olmayan bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 1 |
Başvuru, yargı kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 25/8/2011 tarihli ve 652 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'ye (652 sayılı KHK) 1/3/2014 tarihli ve 6528 sayılı Kanun ile eklenen geçici madde hükmü uyarınca, okul müdürü olarak görev yapan ve görev süresi dört yıl ve üzeri olan öğretmenlerin müdürlük görevi 2013/2014 ders yılının bitimi itibarıyla başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sona erdirilmiştir. 652 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca da müdürlük görevine atama yapılmasına dair usul ve esasların yönetmelik ile düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Bu hüküm uyarınca, Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik (Yönetmelik) 10/6/2014 tarihli ve 29026 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bünyesinde ilkokul müdürü olarak görev yapmakta iken 652 sayılı KHK gereği sona erecek olan yöneticilik görev süresinin uzatılması için başvuruda bulunmuştur. Bu talebi üzerine Yönetmelik uyarınca değerlendirmeye tabi tutulan ve 58,25 puan takdir edilen başvurucunun yöneticilik görev süresi, müdürlük görevi için gereken 75 puan şartını sağlayamadığı gerekçesiyle uzatılmamıştır. Başvurucu söz konusu işleme karşı Mardin İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 10/12/2014 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulmasına hükmetmiş ve 29/4/2015 tarihli kararıyla da aynı gerekçeye yer vermek suretiyle işlemi iptal etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... yönetmelikte yer alan Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri Değerlendirme Formu incelendiğinde, değerlendirme kriterlerinin; olumluluk arz eden düşünce yapısı, tavır ve davranış, vasıf, karakter ve benzeri niteliklerden oluştuğu, bu kriterlerin evet ya da hayır ile doldurulacağı ve hayır denilen kriterler için puan verilmemesinin öngörüldüğü, bu duruma göre, hakkında değerlendirme yapılan yönetici için puan verilmeyen kriterler bakımından, puan vermemenin dayanağının, somut bilgi ve belge ile açıklığa kavuşturularak ispatlanması gerektiği görülmektedir....... değerlendirmeleri haklı kılacak somut bilgi ve belgelerin sunulmadığı, diğer taraftan davacının müdürlük görevinde başarısızlığına veya yetersizliğine ilişkin bilgi ve belgelerin sunulmadığı, nitekim davacının müdür olarak görevini sürdürürken yapılan teftiş ve değerlendirmelerde 'çok iyi' başarı derecelerinin verildiği anlaşılmaktadır.Bu durumda, davacı hakkında düzenlenen değerlendirme formunun bazı kısımlarında yer alan değerlendirme puanlarının nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı ve bu haliyle objektiflikten uzak, soyut ve dayanaksız olduğu anlaşılmakta olup, dava konusu işlemlerde hukuka ve mevzuata uyarlık bulunmamaktadır.Öte yandan, davacıya düşük puan verilmek suretiyle görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin hukuka aykırı bulunarak iptal edilmesinin davacının doğrudan müdürlük görevine devam ettirmesi anlamına gelmeyeceği, bu karar uyarınca Milli Eğitim Bakanlığı'na Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmeliğin ekinde yer alan 'Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri Değerlendirme Formu (Ek-1)' nun nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterleri ile Mahkememizin yukarıda belirtilen gerekçelerine uygun olarak yeniden yapılacak değerlendirme sonucunda davacının görev süresinin uzatılıp uzatılamayacağına idarece karar verilmesi gerektiği de kuşkusuzdur. " Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi iptal hükmünü 31/12/2015 tarihli kararı ile onamış ve karar düzeltme istemini de 4/4/2016 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, söz konusu iptal kararı gereği yeniden değerlendirmeye tabi tutulmuş ve 63,30 puanla takdir edilmiştir. Başvurucunun yeniden yapılan değerlendirmeye göre yine 75 puan barajının altında kalması nedeniyle görev süresi uzatılmamıştır. Başvurucu, ikinci değerlendirme üzerine tesis edilen görev süresinin uzatılmaması işlemini de dava konusu etmiştir. Mahkeme 18/12/2015 tarihli kararıyla ikinci değerlendirme üzerine tesis edilen işlemi iptal etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:" İdari yargıda, idare, yargı kararlarının genel anlamı ile bağlıdır. Bir iptal kararı verildikten sonra, bu kararın uygulanması ile ilgili olarak, idare, ancak kararın maksat ve kapsamı içerisinde karar alabilir. İdarenin iptal kararından sonra girişeceği işlem ve eylemler iptal kararının ışığında yapılacaktır. Bu eylem ve işlemlerin iptal kararıyla güdülen amaca uygun olması 'hukuk devleti ilkesinin' de bir gereğidir. Anayasanın 141 inci maddesinde, mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiği belirtilmektedir. Bir yargı kararında yer alması zorunlu olan gerekçe bölümü hüküm fıkrası gibi kararın esaslı bir unsurunu oluşturmaktadır ve hüküm fıkrası, karar gerekçesi ile bir anlam kazanmaktadır. Dolayısıyla, yargı kararının uygulanması, karar gerekçesinin gözetilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu durumda; Mahkememizin 10/12/2014 tarih ve E:2014/2612 sayılı yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde 'davacı hakkında doldurulan değerlendirme formunun bir kısım sorular hakkında olumsuz kanaat belirtilmesine (Hayır cevabı verilmesine) rağmen, bu değerlendirmeleri haklı kılacak somut bilgi ve belgelerin sunulmadığı, diğer taraftan davacının müdürlük görevinde başarısızlığına veya yetersizliğine ilişkin bilgi ve belgelerin sunulmadığı anlaşıldığından davacının değerlendirme sonucunda 58,25 puan alarak başarısız sayılmasına ilişkin işlem ve bu işleme dayalı olarak müdürlük görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemde hukuka uyarlık görülmediği' gerekçeleriyle işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verildiği görülmektedir. Anılan mahkeme kararının gerekçesi ve hüküm fıkrası bir bütün olarak değerlendirildiğinde, değerlendirme formunda herhangi bir konunun olumsuz olarak değerlendirilebilmesi için bu durumun hukuken kabul edilebilir bilgi ve belgelerle somut olarak ortaya konulması gerektiği ve davalı idare tarafından davacının müdürlük görevinde yetersizliği yada başarısızlığı, görevinde özensiz davrandığı, verimsiz ya da yetersiz olduğu somut olarak ortaya konulmadan görev süresinin uzatılmamasının hukuka aykırı bulunduğu, dolayısıyla hukuka bağlı ve saygılı bir idare tarafından hakkında olumsuz herhangi bir bilgi ve belge bulunmayan, görevinde yetersizliği yada başarısızlığı ortaya konulamayan ve hatta teftiş ve sicil raporları çok iyi düzenlenerek görevinde başarılı bir personel olduğu açık olan davacı hakkında düzenlenen sicil raporları ile olumsuz kanaat oluşturacak herhangi bir bilgi ve belgenin idarece dosyaya sunulamadığı hususu ile Mahkememizin E:2014/2612 sayılı dava dosyasında verilen yürütmenin durdurulması kararının gerekçesi birlikte gözetildiğinde, davacı hakkında yürütmesi durdurulan işlemin esasa etkisi olmayacak küçük değişiklikler yapılarak aynı şekilde yeniden tesis edilmek suretiyle davacının müdürlük görev süresinin ikinci kez uzatılmaması şeklinde tesis edilen dava konusu işlemde, yukarıda anılan Anayasal ve yasal ilkeler ile hukuka uyarlık bulunmamaktadır. " İptal hükmü, Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 14/12/2016 tarihinde onanmıştır. Diğer taraftan başvurucu, ikinci değerlendirme işlemine dair yargı süreci devam ederken 31/7/2015 tarihinde emekli olmuştur. Başvurucunun emekliye ayrılması nedeniyle 18/12/2015 tarihli iptal kararı üzerine yeniden bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu; bu süreci takiben hukuka aykırı işlemler nedeniyle mağdur olduğunu, bu işlemler iptal edilmesine karşın yargı kararlarının gereği gibi uygulanmadığını belirterek 000 TL tutarında manevi tazminatın ödenmesi istemiyle tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 31/3/2017 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... dosya kapsamındaki tüm bilgi ve belgeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde; her iki değerlendirme puanının hukuka aykırılığı ortaya konulmuş olmakla beraber Mahkeme kararı doğrultusunda işlem tesis edilmesi halinde dahi davacının doğrudan müdür olarak görev süresinin uzatılmasının kesin olmadığı, diğer bir ifadeyle yargı kararlarının davacının müdürlük görevine iade edilmesine yönelik olmadıkları, bu nedenle ilk yargı kararının gereğinin yerine getirilmemesinin müdür olarak atanamamaktan kaynaklı manevi zararlara sebebiyet vermeyeceği; öte yandan, ikinci yargı kararının da davacının emekli olmasından ötürü gereğinin yerine getirilemediği görüldüğünden idarenin işlem ve eylemlerinden dolayı davacının fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalmasını doğuran olayların meydana gelmediği, ayrıca, ortada ağır bir elem ve üzüntünün duyulmasına neden olabilecek bir durumun söz konusu olmadığı, dolayısıyla manevi tazminat ödenmesini gerektiren şartlar oluşmadığından manevi tazminat isteminin reddi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır." İstinaf dilekçesinde başvurucu; açtığı tam yargı davasının yargı kararının uygulanmamasından kaynaklı olarak açtığı bir dava olduğunu, müdürlüğe atanmaması nedeniyle uğradığı zarara ilişkin açtığı bir dava olmadığını açıkça ifade etmiş ve kararın bozulmasını istemiştir. Ret hükmü Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 25/1/2018 tarihinde onanmıştır. Başvurucu tam yargı davasına dair nihai hükmü 5/3/2018 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 29/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.... Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir." 652 sayılı KHK'nın mülga geçici maddesinin (8) numaralı bendi ile maddesinin (8) numaralı bendi sırasıyla şöyledir:"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla halen Okul ve Kurum Müdürü, Müdür Başyardımcısı ve Yardımcısı olarak görev yapanlardan görev süresi dört yıl ve daha fazla olanların görevi, 2013-2014 ders yılının bitimi itibarıyla başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erer. Görev süreleri dört yıldan daha az olanların görevi ise bu sürenin tamamlanmasını takip eden ilk ders yılının bitimi itibarıyla başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erer.""Okul ve Kurum Müdürleri, İl Millî Eğitim Müdürünün teklifi üzerine, Müdür Başyardımcısı ve Yardımcıları ise Okul veya Kurum Müdürünün inhası ve İl Millî Eğitim Müdürünün teklifi üzerine Vali tarafından dört yıllığına görevlendirilir. Bu görevlendirmelerin süre tamamlanmadan sonlandırılması, süresi dolanların yeniden görevlendirilmesi ile bu fıkranın uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir. Bu fıkra kapsamındaki görevlendirmeler özlük hakları, atama ve terfi yönünden kazanılmış hak doğurmaz." 10/6/2014 tarihli ve 29026 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan (ilk işlem tarihi itibarıyla yürürlükte olan) Yönetmelik'in "Müdürlük görev süresinin uzatılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Görev sürelerinin uzatılmasını isteyen müdürler elektronik ortamda başvuruda bulunur. Müdürlükte dört yıllık görev süresini dolduranlar ile görev yaptıkları eğitim kurumunda sekiz yıllık görev süresini dolduran müdürler, Ek-1’de yer alan Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri Değerlendirme Formu üzerinden değerlendirilir. Ek-1’de yer alan Form üzerinden yapılacak değerlendirme, müdürlük görev süresinin sona ereceği ders yılının son gününe göre üç ay öncesinden itibaren yapılır. Ek-1’de yer alan Formun değerlendirilme sürecine ilişkin iş ve işlemler, il millî eğitim müdürlüklerinin koordinesinde eğitim kurumunun bağlı olduğu ilçe millî eğitim müdürlüklerince yürütülür." Yönetmelik'in Ek-1 kısmında "Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri İçin Değerlendirme Formu" yer almaktadır. Bu kısımda 120 farklı önerme bulunmaktadır. Önermeler mesleğin yürütümüne ilişkin davranışlara/eylemlere (problem çözmede inisiyatif kullanarak acil kararlar alabilir, kurumun fiziki kapasitesinin etkin ve verimli kullanılmasını sağlar, öğretmenleri ve öğrencileri motive edici çalışmalar planlar, katılır ve destekler vb.) yöneliktir ve her önerme ayrı ayrı puanlanmaktadır. Yönetmelik bugüne değin birden fazla kez olmak üzere değiştirilmiştir. Günümüzde 21/6/2018 tarihli ve 30455 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumlarına Yönetici Görevlendirme Yönetmeliği yürürlüktedir. Yargı Kararları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının reddi yönünde verilen ısrar kararının bozulmasına ilişkin 22/4/2014 tarihli ve E.2011/1088, K.2014/1787 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Anayasada ve Yasada yer alan emredici kurallar karşısında idarenin, maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan kaçınmasının, 'ağır hizmet kusuru' oluşturacağı açık bulunduğundan, idari işlemin tarafı olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararının giderilmesi gerekmektedir.İncelenen olayda; davacının 2006 yılı sicil raporunun 'orta' olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin yargı kararı ile iptal edilmesi üzerine, aynı yıl sicil raporunun yine aynı başarı düzeyine karşılık gelecek not seviyesinde (71 notla yine orta olarak) düzenlenmiştir. Ayrıca davacının hakkındaki soruşturma ve iddiaların sadece bununla ilgili sicil hanelerinin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği yönündeki iptal kararının gerekçesi dikkate alınmamış ve yeniden düzenlenen 2006 yılı sicil raporunda hakkındaki soruşturma ve iddialarla ilgili olmayan sicil haneleri aynı şekilde olumsuz değerlendirilmiş ve bunun sonucunda davacının 2006 yılı sicili yine 71 notla orta olarak düzenlenmiştir. Belirtilen durum karşısında, idarenin mevcut Anayasal ve yasal hükümleri gözardı etmek suretiyle yargı kararının uygulanmaması kastı ile hareket ettiği ve bunun sonucunda davacının manevi olarak zarara uğradığı kabul edilmelidir. Bu itibarla; olayda manevi tazminat ödenmesini gerektirecek koşullar oluştuğundan, davacı hakkındaki yargı kararını uygulamadığı saptanan davalı idarenin, olaydaki kusurunun niteliği ve ağırlığının dikkate alınarak Mahkemece takdir edilecek miktarda manevi tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekmektedir." Danıştay Onikinci Dairesi 17/10/2017 tarihli ve E.2016/8661, K.20174829 sayılı kararı ile hizmet sözleşmesinin feshi işleminin iptaline dair verilen yargı kararının uygulanmaması üzerine açılan tazminat davasının kabulüne ilişkin olarak Afyonkarahisar İdare Mahkemesince verilen 15/3/2013 tarihli ve E.2012/943, K.2013/205 sayılı kararı onamıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...idare tarafından yargı kararının uygulanmaması ve/veya çeşitli bahanelerle uygulanmasının geciktirilmesi sonucunu doğuran ve hukuk düzeniyle bağdaşmayacak ve hatta yok denilecek kadar ağır nitelikte hukuka aykırılığı açık olan dava konusu işlemin iptal edilerek hukuk düzeninden silinmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığı, yaklaşık 8 ay gibi bir süredir yargı kararını uygulamadığı anlaşılan davalı idarenin bu tavrının ağır hizmet kusuru oluşturduğu sonuç ve kanaatine varıldığından, davacının yaşadığı üzüntünün karşılığı olacak ve davalı idarenin olaydaki kusurunun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde ve istemiyle sınırlı olarak 000,00-TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden tazmini gerektiği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali ve davalı idarece olayda kişisel kusuru bulunan kişi veya kişilere rücu edilmek kaydıyla davacının manevi tazminat isteminin kabulüyle, 000,00-TL manevi tazminatın dava tarihi olan 2012 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi..." Danıştay İkinci Dairesi yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının reddi yönünde verilen kararı 28/11/2017 tarihli ve E.2017/1297, K.2017/7408 sayılı hükmü ile bozmuştur. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Anayasada ve Yasada yer alan emredici kurallar karşısında idarenin, maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan kaçınmasının, 'ağır hizmet kusuru' oluşturacağı açık bulunduğundan, idari işlemin tarafı olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararının giderilmesi gerekmektedir.İncelenen olayda; davacının 2006 yılı sicil raporunun "iyi" olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin yargı kararı ile iptal edilmesi üzerine, aynı yıl sicil raporunun yine aynı başarı düzeyine karşılık gelecek not seviyesinde (84,5 notla yine iyi olarak) düzenlenmesi karşısında, idarenin mevcut Anayasal ve yasal hükümleri gözardı etmek suretiyle yargı kararının uygulanmaması kastı ile hareket ettiği ve bunun sonucunda davacının manevi olarak zarara uğradığı kabul edilmelidir. Bu itibarla; olayda manevi tazminat ödenmesini gerektirecek koşullar oluştuğundan, davacı hakkındaki yargı kararını uygulamadığı saptanan davalı idarenin olaydaki kusurunun niteliği ve ağırlığının dikkate alınarak, davacının talebini aşmayacak ve Mahkemece takdir edilecek miktarda manevi tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekmekte iken, koşulları oluşmadığı gerekçesiyle istemin reddine hükmedilmesinde hukuki isabet görülmemiştir." Danıştay Beşinci Dairesi "girilen meslek sınavında başarısız sayılma işleminin iptaline dair yargı kararının uygulanmaması nedeniyle yoksun kalınan maddi hakların ve duyulan üzüntüye karşılık gelen manevi tazminatın ödenmesine hükmeden" Ankara İdare Mahkemesinin 8/4/2014 tarihli ve E.2014/245, K.2014/439 sayılı kararını 26/1/2015 tarihli ve E.2014/7198, K.2015/399 sayılı hükmü ile onamıştır. Danıştay Sekizinci Dairesi, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının süre aşımı gerekçesiyle reddi yönünde verilen İstanbul İdare Mahkemesinin 22/5/2015 tarihli ve E.2015/1148, K.2015/1270 sayılı kararını bozmuştur. Daire, kararında yargı kararının uygulanması taleplerinin on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğunu ifade etmiştir. Bozma kararının ilgili kısmı şöyledir: "Olayda, davacı şirket tarafından İstanbul İdare Mahkemesi'nin 19/07/2012 gün ve E:2011/1673, K: 2012/1601 sayılı kararının 20/12/2012 tarihinde kesinleşmesi üzerine, söz konusu yargı kararının uygulanması istemiyle on yıllık genel zamanaşımı süresi içerisinde 13/10/2014 tarihinde yapılan başvuruya altmış günlük cevap verme süresi ve bu süreden itibaren altmış günlük dava açma süresi geçtikten sonra 21/04/2015 tarihli işlem ile cevap verildiği görülmektedir.Bu durumda; dava açma süresinin, 2577 sayılı Kanunun maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesi kapsamında, davacının başvurusunun reddine ilişkin 21/04/2015 tarihli işlemin davacıya tebliğ edildiği tarihinden itibaren başlatılması gerektiği ve bu sonuçla da bakılmakta olan davada süre aşımı bulunmadığı anlaşıldığından, temyize konu kararda hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya (No. 1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde 6/ maddenin hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov/Rusya,B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 37). AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında- daha büyük bir önemi olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32). AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi madde anlamında davanın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, § 34). AİHM, Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54). Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye (B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 73-75) kararında 2577 sayılı Kanun'a göre açılabilecek tazminat davalarının yargı kararının icra edilmemesi şikâyetleri bakımından etkili bir iç hukuk yolu olup olmadığı tartışılmıştır. AİHM, bir kararın uygulanma biçiminin ilgilinin uğradığı maddi veya manevi zararın tazmin edilmesi hususuyla karıştırılmaması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM, tam yargı davalarında bir yargı kararını uygulamamanın genellikle hizmet kusuru olarak değerlendirildiği doğru olsa dahi bu durumun bundan dolayı ortaya çıkan zararın tazminini sağlamak için yeterli olmadığını belirtmiştir. AİHM 2577 sayılı Kanun'un özel hüküm (lex specialis) niteliğindeki hükümleri kapsamında öngörülen hukuk yolunun -mevcut davada olduğu gibi- yargı kararlarının uygulanmamasına dayandırılan şikâyetler bakımından uygun tazminat yolu oluşturmadığını belirtmiştir. AİHM aynı kararda, genel hüküm niteliğindeki tam yargı davası hükümlerinin idare tarafından yargı kararlarının icra edilmemesi konusunda uygulanabileceği varsayılsa dahi ne teorik ne de pratik olarak bu tarz bir davada etkinlik ve erişebilirlik şartlarının oluştuğunun ispatlanamadığını vurgulamıştır. AİHM bu bağlamda, Türk hukukuna göre yargı kararlarının aynen icrasının önünde aşılamaz bir engelin varlığı saptanmışsa idarenin başvuranlara mevcut durumun özelliklerine uygun olarak eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) denk düşecek en uygun alternatif çözümü teklif etme yükümlüğünün olduğunu hatırlatmıştır. AİHM'e göre başvurucuların lehine herhangi bir sonuç doğuracağı varsayılsa dahi tam yargı davasından elde edecekleri sonuç, iptal davalarında elde ettiklerinden farklı olmayacaktır (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 95-98). Reisner/Türkiye (B. No: 46815/09, 21/7/2015, §§ 48-50) kararına konu olayda ise bir bankaya elkonulması işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen bu bankanın üçüncü bir kişiye satışı nedeniyle ilgili yargı kararının uygulanmaması söz konusudur. AİHM, başvurucunun dava açabilmekle birlikte iptal kararının icrasının mümkün olamadığına dikkati çekmiştir. AİHM'e göre yerel icra usulünün karmaşıklığı veya devletin bütçe sistemi, Sözleşme uyarınca bağlayıcı ve icra edilebilir yargısal kararların makul bir süre içinde icra edilmesini herkes için sağlama yükümlülüğünden devleti muaf tutamaz. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9459 | Başvuru, yargı kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasından dolayı sözleşmeli er adaylığı statüsünün sonlandırılması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 2013 yılı başında sözleşmeli er olarak görev yapmak için müracaatta bulunması üzerine 13/5/2013 tarihinde başvurucu, Kara Kuvvetleri Komutanlığı emrinde yapılan ön sözleşme sonunda eğitime başlamıştır. Eğitim süreci devam ederken kendisine, hakkında yapılan güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı bildirilmiş ve idare ile yaptığı Sözleşmeli Er Ön Sözleşmesi 14/6/2013 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu, fesih işlemine karşı 6/9/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; herhangi bir sabıkasının olmadığını, güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasını gerektirecek bir durumunun da bulunmadığını ileri sürerek fesih işleminin iptalini istemiştir. Mahkemece yapılan değerlendirme sonucu 25/2/2014 tarihli karar ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde, yapılan güvenlik soruşturmasında başvurucunun annesi ile iki teyzesinin ve dayısının bölücü terör örgütüne mensup olduklarının tespit edildiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Bu kapsamda Mahkeme, ilgili mevzuat uyarınca sözleşmeli er olmak için gerekli nitelik ve şartlardan herhangi birini taşımadığı sonradan anlaşılan erbaş ve erlerin sözleşmelerinin feshedileceğinin öngörüldüğünü belirtmiştir. Mahkeme ayrıca, güvenlik soruşturmasının olumlu sonuçlanmış olmasının da sözleşmeli erlik için aranan şartlardan olduğunu vurgulamıştır. Bu çerçevede Mahkeme; güvenlik soruşturması neticesinde annesi, iki teyzesi ve dayısının bölücü terör örgütü mensubu oldukları belirlenen, dolayısıyla Silahlı Kuvvetler İstihbarata Karşı Koyma, Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi uyarınca "güvenlik soruşturması" olumlu sonuçlanmayan başvurucunun ön sözleşmesinin feshi işleminin hukuka ve mevzuata aykırı olmadığını belirtmiştir. Davanın reddi kararına karşı başvurucu, karar düzeltme talebinde bulunmuş ancak başvurucunun talebi 9/9/2014 tarihinde reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 25/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 27/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(1) Bu Kanunun uygulanmasında; ... b) Ön sözleşme: Türk Silahlı Kuvvetleri (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı dâhil) birlik, karargâh, kurum ve kuruluşları ile sözleşmeli er adayları arasında; askerî eğitime alınmaları konusunda yapılan ve askerî eğitim dönemi başlangıcı ile sözleşme yapılıncaya kadar geçecek süreyi kapsayan sözleşmeyi, ... ç) Sözleşmeli er adayı: Sözleşmeli er yetiştirilmek amacıyla ön sözleşme yapılarak askerî eğitime alınanları, ... ifade eder." 6191 sayılı Kanun'un "Kaynak" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(3) Sözleşmeli erlik için aşağıdaki nitelikler aranır: ... f) Güvenlik soruşturması olumlu sonuçlanmış olmak. ..." 6191 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin idarece feshi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(1) Sözleşmeli er adaylarının ön sözleşmeleri, aşağıdaki nedenlerle süresinin bitiminden önce feshedilir: ...c) Sözleşmeli er adayı olma şartlarından herhangi birini taşımadığı sonradan anlaşılmak veya sözleşme süresi içinde bu şartlardan herhangi birini kaybetmek. ..." 6191 sayılı Kanun'un "Özel hükümler ve yönetmelik" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(2) Sözleşmeli er temin etmekten sorumlu birimler, sözleşmeli erbaş ve erlerde aranacak nitelikler, “sözleşmeli erbaş ve er olur” belgesi düzenleme esasları, ... ile diğer hususlardaki usul ve esaslar altı ay içerisinde Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca müştereken yürürlüğe konulan yönetmelikle düzenlenir." 26/10/1994 tarihli ve 4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Devletin güvenliğini, ulusun varlığını ve bütünlüğünü iç ve dış menfaatlerinin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeler ile gizlilik dereceli kamu personeli ile meslek gruplarının tespiti, birim ve kısımların tanımlarının yapılması, güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının usul ve esasları ile bunu yapacak merciler ve üst kademe yöneticilerinin kimler olduğu Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulacak yönetmelik ile düzenlenir." 12/4/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin "Türk Silahlı Kuvvetlerinde yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Türk Silahlı Kuvvetlerinin kadro ve kuruluşlarında yer alacak personelin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması, Türk Silahlı Kuvvetlerince bu Yönetmeliğe uygun olarak hazırlanacak yönerge uyarınca yapılır." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 7/11/2012 tarihli ve E.2008/426, K.2012/1766 sayılı kararı şöyledir: "... Askeri hizmetin niteliği, ... , yapılacak güvenlik soruşturmasından olumlu sonuç almak biçimindeki koşul ve Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği birlikte değerlendirildiğinde, ... alınacak öğrencilerin kendisi, annesi, babası veya kardeşleri yönünden de bilgi edinilmesini ve buna göre değerlendirme yapılmasını öngören dava konusu Silahı Kuvvetler İstihbarata Karşı Koyma, Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi'nin Askeri Öğrenci Olmayı Engelleyen Sakıncalı Haller başlıklı bölüm, kısım, (d) maddesinin fıkrasındaki düzenlemenin hukuka aykırı olmadığı sonucuna varılmaktadır...." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: " Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır." Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinde yer alan "suç oluşturmayan eylem" ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini de Sözleşme'nin maddesinde yer alan "suç ile itham edilme" kavramına ilişkin ortaya koyduğu üç kıstas ile açıklamaktadır. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer bulan "suç ile itham edilme" kavramının taraf devletlerin iç hukuklarındaki karşılıklarından bağımsız, otonom bir yapıya sahip olduğunu vurgulamaktadır (Adolf/Avusturya, B. No: 8269/78, 26/3/1982, § 30). Yine AİHM'e göre tek başına "itham" kavramı da Sözleşme'nin anlamı dâhilinde anlaşılmalıdır. Bu kapsamda "itham" kavramı "yetkili makamlarca bir kişiye suç işlediği iddiasının resmî olarak bildirimi" şeklinde açıklanabilir. Böyle bir tanım aynı zamanda şüpheli kişilerin sonuçlarından büyük ölçüde etkilendikleri durumları da içine alır (Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980, §§ 42-46; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/7/1982,§ 73). AİHM kararlarına göre şu hâller Sözleşme'nin maddesi kapsamında itham sayılabilecek hâllerdendir: i. Suç işlediği için bir kişi hakkında tutuklama emri çıkarılması (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 2122/64, 27/6/1968),ii. Bir kişiye aleyhinde açılmış bir davanın resmî olarak bildirilmesi (Neumeister/Avusturya, B. No: 1936/63, 27/6/1968),iii. Gümrük suçlarını inceleyen yetkililerin bir kişiden kanıt göstermesini istemesi ve bu kişinin banka hesaplarını dondurması (Funke/Fransa, B. No: 10828/84, 25/2/1993),iv. Kişi aleyhine polise ihbar yapılması üzerine savcılık tarafından dosya açıldıktan sonra kişinin savunma avukatı tayin etmesi (Angelucci/İtalya, B. No: 12666/87, 19/2/1991). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin cezai meselelerde uygulanabilirliğini değerlendirirken üç kriter dikkate almaktadır. Bunlar "iç hukuktaki sınıflandırma", "suçun türü" ve "cezanın türü ile ağırlığı"dır (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71; 5101/71; 5102/71; 5354/72; 5370/72, 8/6/1976,§§ 82, 83). AİHM'e göre birinci kriterin diğer kriterlere göre göreceli olarak ağırlığı olsa da değerlendirme için birinci kriter ancak bir başlangıç noktası oluşturur. Şöyle ki eğer taraf devletin iç hukuku bir eylemi suç olarak nitelendirmiş ise bu, maddenin kapsamının uygulanması bakımından belirleyicidir. Ancak eğer ulusal hukukta böyle bir nitelendirme yok ise AİHM yine de başvuru konusu edilen cezai sürecin ulusal sınıflandırmasının ötesine bakacak ve maddi gerçeği inceleyecektir (Engel ve diğerleri/Hollanda, § 81). Sözleşme'nin maddesinin kapsamının uygulanmasını belirleyecek daha önemli bir kriter olarak değerlendirilen (Jussila/Finlandiya [BD], B. No: 73053/01, 23/11/2006)"suçun türü" kriteri ise şu faktörlerin hesaba katılmasını gerektirmektedir: i. Başvuruya konu cezai sürecin doğrudan -örneğin bir meslek grubu gibi- belirli bir gruba mı yönelik olduğu yoksa herkes için bağlayıcılığı olan genel bir etki mi yarattığı (Bendenoun/Fransa, B. No: 12547/86, 24/2/1994, § 47) ii. Cezai sürecin kamu gücünü kullanan bir kamu otoritesi tarafından yürütülüp yürütülmediği (Benham/Birleşik Krallık, B. No: 19380/92, 10/6/1996, § 56) iii. Cezai sürecin cezalandırıcı ya da caydırıcı bir amacının bulunup bulunmadığı (Öztürk/Almanya, B. No: 8544/79, 21/2/1984, § 53; Bendenoun/Fransa, § 47) iv. Cezai sürecin sonunda öngörülen cezanın uygulanmasının bir suç tespitine bağlı olup olmadığı (Benham/Birleşik Krallık, § 56) v. Benzer cezai süreçlerin diğer taraf devletlerin hukuklarında nasıl sınıflandırıldığı (Öztürk/Almanya, § 53) Üçüncü ve son kriter "cezanın türü ve ağırlığı" ise maddenin uygulanma kapsamının belirlenmesinde cezai sürecin sonunda öngörülen cezanın olası en yüksek miktarının da dikkate alındığını ortaya koymaktadır (Campell ve Fell/Birleşik Krallık, B. No: 7819/77; 7878/77, 28/6/1984, § 72; Demicoli/Malta, B. No: 13057/87, 27/8/1991, § 34). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin cezai süreçler bakımından kapsamının belirlenmesinde Engel ve diğerleri/Hollanda başvurusuna ilişkin kararda altı çizilen ikinci ve üçüncü kriterlerin birlikte uygulanması gerekli değildir. Yine de her bir kriterin ayrı ayrı analizi üzerinden sonuca varılamayan durumlarda kriterlerin kümülatif olarak değerlendirilmesine ilişkin bir yaklaşım da benimsenebilir (Bendenoun/Fransa, § 47). AİHM; söz konusu üç kriteri uygulayarak sonuca ulaştığı askerî disiplin işlemine karşı yapılan bir başvuruda (Çelikateş ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 45824/99, 7/11/2000), kamu görevine giriş ile kamu görevine son verilmesi şartlarına karşı yapılan bir başvuruda (Sidabras ve Džiautas/Litvanya (k.k.), B. No: 55480/00 ve 59330/00, 1/7/2003) ve anayasa ihlalleri nedeniyle cumhurbaşkanı aleyhine başlatılan itham sürecine karşı yapılan bir başvuruda (Paksas/Litvanya [BD], B. No: 34932/04, 6/1/2011, §§ 64-69) şikâyetlerin Sözleşme'nin maddesinin kapsamı dışında kaldığı sonucuna varmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16941 | Başvuru, güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasından dolayı sözleşmeli er adaylığı statüsünün sonlandırılması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, delil toplanması taleplerinin gerekçesiz reddedilmesi ve haksız yere mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Niğde Belediyesi (Belediye) tarafından 29/5/2008 tarihinde, 800 ton 70/100 asfalt, 170 ton astar malzemesi alım işi ihalesi yapılmıştır. Başvurucu, o tarihte fen işlerinden sorumlu belediye başkan yardımcısı olarak görev yapmaktadır. İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişlerince tanzim edilen 26/11/2008 tarihli raporda, Niğde Belediyesince 29/5/2008 tarihinde ihalesi yapılan alım işinde ihale teknik şartnamesine aykırı olarak Tüpraş ürün çıktı belgesi olmayan ürünler teslim alınarak Belediyenin zarara uğratıldığı iddia edilmiştir. Buna ilişkin evrak, ilgililer hakkında soruşturma yapılması için Niğde Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Niğde Cumhuriyet Başsavcılığı 29/5/2009 tarihli iddianamesiyle başvurucunun ihale kapsamındaki işin yönetim, kontrol ve denetiminde sorumlu olduğu gerekçesiyle hakkında görevi kötüye kullanma suçundan Niğde Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Niğde Asliye Ceza Mahkemesinin 5/6/2009 tarihli kararıyla eylemin ihaleye fesat karıştırma suçunu oluşturabileceğinden bahisle görevsizlik kararı verilmiştir. Niğde Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılamada eylemin "şartnamede belirlenen şartlara uygun olmayan malın kabul edilmesi nedeniyle edimin ifasına fesat karıştırma suçunu oluşturduğu" gerekçesiyle başvurucu ve diğer sanıklara ek savunma hakkı tanınmıştır.16/9/2011 tarihli duruşma tutanağının ilgili kısmı şöyledir:"Celse arasında Belediye Başkanlığı’na müzekkere yazılarak sanıkların suç tarihindeki görevlerinin ne olduğu, ne şekilde istihdam edildikleri ve iddianamede belirtilen ihaleye ilişkin muayene kabul komisyonunda bulunup bulunmadıklarının sorulmuş olduğu, Belediye Başkanlığınca da yazımıza cevap verilerek olay tarihinde ...sanık Murat Turhan’ın ise fen işleri müdürlüğünden sorumlu başkan yardımcısı olduğunun bildirilmiş olduğu görül[müştür.]" Niğde Ağır Ceza Mahkemesinin 2/11/2011 tarihli ve E.2010/229, K.2011/269 sayılı kararıyla edimin ifasına fesat karıştırma suçundan başvurucunun 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Niğde Belediyesi tarafından 29/05/2008 tarihinde yapılan 800 ton 70/100 asfalt, 170 ton MC-30 Astar Bitüm malzemesi alım işiihalesini Y... Petrol İnş. Pet. San. Tic. Ltd. Şti. isimli firmanın kazandığı, ... ihale teknik şartnamesinde ihale konusu malın Tüpraş çıkışlı olmasının gerektiği yazılı olduğu halde teslim alınan malların Tüpraş çıkışlı olduğuna dair belge ibraz edilmeden ve tankerler mühürsüz olmasına rağmen yapılan işin her aşamasında yönetim, kontrol ve denetiminde sorumlu olan sanıklardan A. ve Belediye başkan yardımcısı sanık Murat'ın teknik şartnameye aykırı hareket ettikleri, muayene ve kabul komisyonu başkanı olan sanık B. ile komisyon üyeleri olan sanık A.A. ve Ş.A.'nın ihaleye konu malın Türkiye Rafineri A.Ş. ürünü olması gerekirken bunu kanıtlayacak Tüpraş ürün çıktı belgesi olmayan ürünleri kabul ettikleri, Ş.A. hakkında herhangi bir kamu davasının açılmamış olduğu, kovuşturmaya yer olmadığına dair bir kararın da verilmediği, Ş.A.'nın muhakkike verdiği ifadesinde tankerlerin Tüpraş belgesi olmadığını sanık A.ya söylediklerini, onun da "kabul edin" dediği için Tüpraş çıktısı belgesi olmayan tankerleri kabul ettiğini belirttiği, söz konusu belediye tarafından daha önceki yıllarda da asfalt alımının yapılmış olduğu, daha önceki yıllarda tankerlerin mutlaka mühürlü olmasına ve şoförlerinde de Tüpraş çıktısı belgesi bulunmasına rağmen dava konusu ihalenin Y... Petrol İnş. Pet. San. Tic. Ltd. Şti. tarafından kazanılmasından sonra şartnamenin açık hükmüne rağmen Tüpraş çıktısı belgesi bulunmayan mühürsüz tankerlerin kabul edildiği, hangi eylemlerin ihaleye fesat karıştırma suçunu oluşturduğunun TCK nun maddesinde tahdidi olarak sayıldığı, sanıkların eylemlerinin bu suçu oluşturmadığı, sanıkların eylemlerinin TCK nun maddesinde belirtilen şartnamede belirlenen şartlara uygun olmayan malın kabul edilmesi nedeniyle edimin ifasına fesat karıştırma suçunu oluşturduğu anlaşıldığından bu suçtan sanıklara ek savunma hakkı verilerek sanıkların bu suçtan cezalandırılmalarına karar vermek gerekmiş ve sanıklar hakkında aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Başvurucu ve katılan tarafından hükmün temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 21/4/2014 tarihli ve E.2014/2912, K.2014/4375 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır.Başvurucu, anılan karardan 10/7/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 24/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Aşağıdaki fiillerin hileli olarak yapılması hâlinde, edimin ifasına fesat karıştırılmış sayılır: ...d) Yapım ihalelerinde eserin veya kullanılan malzemenin şartname veya sözleşmesinde belirlenen şartlara, miktar veya niteliklere uygun olmamasına rağmen kabul edilmesi...." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12517 | Başvuru, delil toplanması taleplerinin gerekçesiz reddedilmesi ve haksız yere mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, "silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, yangın tehlikesine neden olma, kamu malına zarar verme ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 15/5/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 14/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 30/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında 14/1/2009 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 17/1/2009 tarih ve 2009/21 Sorgu sayılı kararı ile başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu ve diğer dokuz şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 24/6/2009 tarih ve E.2009/686 sayılı iddianamesi ile "silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, yangın tehlikesine neden olma, kamu malına zarar verme ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2009/182 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 13/2/2013 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. 21/2/2014 tarih ve 6524 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri gereğince, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) kapatılması üzerine, Mahkemece, 11/3/2014 tarih ve E.2009/182, K.2014/86 sayılı kararla E.2009/182 sayılı dava dosyası, görevli ve yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 11/4/2014 tarih ve E.2014/200, K.2014/87 sayılı kararı ile Mahkemenin yetkisizliğine, dosyanın görevli ve yetkili İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi, 14/10/2014 tarih ve E.2014/251, K.2014/230 sayılı kararı ile Mahkemenin yetkisizliğine, sanıkların iddianame doğrultusunda yargılanmak üzere İstanbul Ağır Ceza mahkemesine sevklerine, iki ağır ceza mahkemesi arasında yetki yönünden uyuşmazlık çıktığından, bu hususunun giderilmesi için dosyanın Yargıtaya gönderilmesine karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, 10/12/2014 tarih ve E.2014/11048, K.2014/12521 sayılı ilâmı ile İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin, 14/10/2014 tarih ve E.2014/251, K.2014/230 sayılı yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Yargılama, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. Başvurucu, 15/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendi, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi, maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları; 6/10/1983 tarih ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun ve maddeleri; 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, maddesi ve maddesinin ikinci fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6775 | Başvurucu, "silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, yangın tehlikesine neden olma, kamu malına zarar verme ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvurucu, idari yargıda görülmekte olan bir davada görev alan hâkimler hakkında yaptığı şikâyetin işleme konulmaması ve bu karar aleyhine yaptığı itirazlarının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından reddedilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 21/2/2013 tarihinde Karaman Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 18/3/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kendisi hakkında verilen “tedbiren işten yasaklanma” kararına karşı Karaman Barosu Disiplin Kuruluna yaptığı itirazın reddine dair kararın Türkiye Barolar Birliği (TBB) Disiplin Kurulunca kaldırılması işlemine ilişkin iptal davasına bakan mahkeme başkan ve üyeleri hakkında 10/8/2011 tarihinde HSYK’ya şikâyette bulunmuştur. İddiaların yargılama faaliyetine ilişkin olduğu, hâkimlerin yargı yetkisi ve takdir hakkı kapsamında kaldığı, hâkimlerin hak ve yetkilerini kötüye kullandıklarına dair somut delil gösterilmediği ve kanun yollarına başvurulması hâlinde ileri sürülmesi gereken hususlara dayanıldığı gerekçeleri ile şikâyet, HSYK Üçüncü Dairesince işleme konulmamıştır. Başvurucu, sözü edilen işleme yönelik olarak 5/4/2012 tarihinde HSYK Üçüncü Dairesinden yeniden inceleme talebinde bulunmuştur. Anılan Daire, başvurucunun talebini, kararın kaldırılmasını gerektiren herhangi bir delil ve durum bulunmadığı gerekçesi ile 8/5/2012 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, anılan ret kararına 18/7/2012 tarihinde itiraz etmiş, HSYK Genel Kurulu, kararın yerinde olduğu gerekçesiyle itirazı 28/11/2012 tarihinde kesin olarak reddetmiştir.B. İlgili Hukuk 24/2/1983 tarih ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Hâkim ve savcılar hakkında; a) Belli bir konuyu içermeyen veya somut delile dayanmayan,…d) Kanun yollarına başvuru sebebi olarak ileri sürülebilecek veya hâkimlerin yargı yetkisi ve takdiri kapsamında kalan hususlara ilişkin bulunan,…İhbar ve şikâyetler işleme konulmaz. …” | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1581 | Başvurucu, idari yargıda görülmekte olan bir davada görev alan hâkimler hakkında yaptığı şikâyetin işleme konulmaması ve bu karar aleyhine yaptığı itirazlarının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından reddedilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, iftira suçundan yürütülen soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Şüpheli A., miras konusu mallar nedeniyle başvurucuların kendisini telefonla tehdit ettiklerini iddia ederek şikâyetçi olmuştur. Başvurucu A. S., şüpheli A.nın kardeşi, diğer başvurucunun ise annesidir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucular hakkında yürütülen soruşturma sonunda telefonla tehdit suçunun işlendiğine dair dosyada soyut iddiadan başka delil bulunmadığı gerekçesiyle 8/11/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Anılan karar üzerine bu kez başvurucular, şüpheli A.nın kendilerine iftirada bulunduğu iddiasıyla şikâyetçi olmuştur. Yürütülen soruşturma sonunda anayasal şikâyet hakkının kullandığı gerekçesiyle şüpheli A. hakkında 6/1/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Söz konusu karara itiraz edilmiştir. Manavgat Ağır Ceza Mahkemesi, şüphelinin belirtilen tarihte başvurucular tarafından aranıp aranmadığının tespiti ile sonucuna göre iftira suçundan dolayı karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı 12/5/2014 tarihinde kaldırmıştır. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı anılan eksikliğin giderilmesi bakımından şüphelinin telefonunun kimler tarafından arandığının tespiti için Mahkemeden talepte bulunmuştur. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi, şüpheli ile başvurucuların yakın akraba olduklarını ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrasında “Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişim kayda alınmaz.ˮ denildiğini belirterek iletişimin tespiti talebinin reddine karar vermiştir. Bunun üzerine söz konusu şikâyetle ilgili olarak yeniden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Son olarak verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itiraz da Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince 6/3/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular anılan karardan 20/5/2015 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucular 17/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10100 | Başvuru, iftira suçundan yürütülen soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/42966 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamu makamları tarafından yeterli önlem alınmadığı için ceza infaz kurumunda intihar olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından yürütülen soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Edirne F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Edirne Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu/hükümlü iken 23/12/2016 tarihinde kaldığı tek kişilik odada çarşafla kendisini asmak suretiyle intihar ederek yaşamını yitiren H.E.nin ebeveyni ve kardeşleridir.A. H.E.nin Ceza İnfaz Kurumuna Girişinden Ölümüne Kadarki Sürece İlişkin Olaylar H.E. silahla yağma suçundan Bingöl Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanmış ve Bingöl M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Bingöl Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Sonrasında Bingöl Ağır Ceza Mahkemesince müsnet suçtan 9 yıl 16 ay 13 gün hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Bakanlık görüşünde bildirildiğine göre H.E.nin cezasının infazına 3/5/2012 ile 23/9/2013 tarihleri arasında Bingöl Ceza İnfaz Kurumunda, 23/9/2013 ile 4/9/2014 tarihleri arasında Rize L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Rize Ceza İnfaz Kurumu), 5/9/2014 ile 30/1/2015 tarihleri arasında Çankırı E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Çankırı Ceza İnfaz Kurumu, 30/1/2015 ile 12/5/2015 tarihleri arasında Salihli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Salihli Ceza İnfaz Kurumu), 12/5/2015 ile 4/9/2015 tarihleri arasında Seydikemer-Eşen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Seydikemer-Eşen Ceza İnfaz Kurumu), 4/9/2015 ile 18/2/2016 tarihleri arasında Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Menemen Ceza İnfaz Kurumu), 18/2/2016 ile 1/12/2016 tarihleri arasında İzmir 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İzmir Ceza İnfaz Kurumu) ve son olarak 1/12/2016 ile vefat ettiği 23/12/2016 tarihleri arasında ise Edirne Ceza İnfaz Kurumunda devam edilmiştir. Yine Bakanlık görüşünde bildirildiği üzere H.E. disiplin ve güvenlik gerekçeleri ile nakledildiği söz konusu sekiz ceza infaz kurumundan Bingöl Ceza İnfaz Kurumunda iken üç kez, Rize Ceza İnfaz Kurumunda iken on üç kez, Çankırı Ceza İnfaz Kurumunda iken dört kez, Salihli Ceza İnfaz Kurumunda iken on kez, Seydikemer-Eşen Ceza İnfaz Kurumunda iken yedi kez, Menemen Ceza İnfaz Kurumunda iken beş kez, İzmir Ceza İnfaz Kurumunda iken altı kez, Edirne Ceza İnfaz Kurumunda iken bir kez disiplin cezası almıştır. H.E.nin ceza infaz kurumlarındaki infaz ve disiplin dosyalarının incelenmesi neticesinde H.E.nin kendisine, diğer mahkûmlara, ceza infaz kurumu personeline zarar vermesi/yaralaması, ceza infaz kurumu mallarına zarar vermesi, yangın çıkarması, firara teşebbüs etmesi gibi birçok eylemi nedeniyle hakkında söz konusu disiplin cezalarına hükmedildiği görülmüştür. H.E.nin cezasının infaz edildiği ceza infaz kurumlarında kendisine zarar vermesi nedeniyle hükmedilen disiplin cezaları, hastanelerin psikiyatri polikliniklerine sevk edilmesi veya ceza infaz kurumlarının psikologları/psikolojik destek birimleriyle görüştürülmesi hususlarından başvurucuların iddiaları bakımından önem arz ettiği değerlendirilenler ve tespit edilebilenler şu şekildedir: Bingöl Ceza İnfaz Kurumundaki Durum Bingöl Ceza İnfaz Kurumunun 17/12/2019 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:"...1-Adı geçen hükümlü [H.E.] 03/05/2012 ile 23/09/2013 tarihleri arasında kurumumuzda kalmış olup, 29/03/2019 tarihinde disiplin nedeniyle Rize L Tipi Kapalı Ceza infaz Kurumuna sevk edilmiştir. Hükümlü kurumda kaldığı süreler içerisinde kurum içinde barındırıldığı odalarda diğer hükümlü ve tutuklular ile arbede yaşadığı ve bu olaylar neticesinde ayrı ayrı tarihlerde 2 defa hücre cezası almış, bir defada kınama cezası almış olup, kurum psikososyal servisinde yapılan gözlemde herhangi bir psikolojik sorunun bulunmadığı ve hükümlünün bu sorunlar ile ilgili yazılı veya sözlü bir talebi olmadığı ve herhangi bir üst merciye şikayet talebinin olmadığı anlaşılmış, ...4- Kurumumuzda düzenli olarak ayda bir genel arama yapılmakta, belirli günlerde ise kısmi aramalar yapılmakta olup, hükümlü kurumda kaldığı süre içerisinde özel eşyaları içerisinde kesici veya delici türde eşyalara rastlanmamıştır. Hükümlü kurumumuzda cezasını infaz ettiği sıralarda kurum idaresi tarafından iyi halli olduğu gözlenerek kurum mutfak kısmında çalıştırılmış, ancak daha sonra kaldığı odada kavga olaylarına karıştığı için hücre cezası almış ve iyi halli durumu ortadan kalktığından mutfak kısmından alınmıştır. Hükümlü kurumumuzda kaldığı süre içerisinde herhangi bir psikolojik rahatsızlığı gözlenmemiş, yine hükümlünün rahatsızlığı ile ilgili kurum psikososyal servisine ve kurum revirine başvurusu olmamıştır..." Rize Ceza İnfaz Kurumundaki Durum Rize Ceza İnfaz Kurumunun 17/12/2019 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:"......Bingöl M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Disiplin nedeniyle nakil olarak 23/09/2013 tarihinde Kurumumuza geldiği, 04/09/2014 tarihinde Kurumumuzdan Çankırı E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakil gönderildiği, Kurumumuza alındığı 23/09/2013 tarihinde geçici odada kaldığı, 24/09/2013 tarihinde A/8-1 nolu koğuşa verildiği, 04/10/2013 tarihinde dilekçe vererek tek kişilik odada kalmayı talep ettiği, İdare ve Gözlem Kurulu tarafından değerlendirilerek 04/10/2013 tarihinde A/9-Alt 6 nolu odaya, 07/10/2013 tarihinde talebi üzerine A/9-Alt 1 nolu odaya, 11/10/2013 tarihinde idari nedenlerle A/7-6 nolu odaya, 21/10/2013 tarihinde idari nedenlerle A/4-1 nolu odaya, 22/10/2013 tarihinde İdari Nedenlerle A/3-5 nolu odaya, 08/11/2013 tarihinde Güvenlik Nedeniyle A/9-4 nolu odaya, 08/11/2013 tarihinde idari nedenlerle A/4-2 nolu odaya, 02/01/2014 tarihinde İdari Nedenlerle A/6- 1 nolu odaya, 07/01/2014 tarihinde Hücre Cezası Nedeni ile C/2 nolu odaya, 21/01/2014 tarihinde Hücre Cezasının Bitmesi Nedeni ile A/5-3 nolu odaya, 22/01/2014 tarihinde Hücre Cezasının Bitmesi Nedeni ile A/5-3 nolu odaya, 24/01/2014 tarihinde İdari Nedenlerle A/3-1 nolu odaya, 28/01/2014 tarihinde Hücre Cezası Nedeni ile C/2 nolu odaya, 29/01/2014 tarihinde Hücre Cezasının Bitmesi Nedeni ile A/3-1 nolu odaya, 11/02/2014 tarihinde ve İdari Nedenlerle A/3-5 nolu odaya, 14/03/2014 tarihinde İdari Nedenlerle A/8-3 nolu odaya, 18/07/2014 tarihinde Geçici Olarak A/9-3 Üst nolu odaya, 06/08/2014 tarihinde ve İdari Nedenlerle A/8- 1 nolu odaya, 11/08/2014 tarihinde Güvenlik Nedeniyle A/9-4 Alt nolu odaya, 12/08/2014 tarihinde İdari Nedenlerle A/8-1 nolu odaya verildiği, Kurumumuzda toplam 22 defa koğuş değişikliği yaptığı, ... Kurumumuzda bulunduğu süre içerisinde toplam 13 defa disiplin cezası verildiği, ...Hastane Poliklinik Muayeneleri olarak; ...3- 02/01/2014 tarihinde [Recep Tayyip Erdoğan] Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniği sevkine katılmadığı,4- 12/03/2014 tarihinde dilekçe ile kullanmış olduğu Antidepresan ilaçlarını kullanmayacağını beyan ettiği, 5- 24/03/2014 tarihinde Kesi tanısı ile Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine sevk edilen hasta, sutur atılmasını reddettiği, ...7- 28/03/2014 tarihinde [Recep Tayyip Erdoğan] Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniği tarafından mayene edilen hastaya reçete düzenlendiği, 8- 07/04/2014 tarihinde Yumuşak Doku Travması ve Ciltte kesi tanısı ile Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine sevk edilen hastaya, yara pansumanı yapılmış, sutur atılmasını reddetmiş, reçete düzenlendiği, 9- 28/04/2014 tarihinde [Recep Tayyip Erdoğan] Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniği tarafından mayene edilen hastaya reçete düzenlendiği, ...12- 21/07/2014 tarihli dilekçesi ile günlük kullanmış olduğu ilaçlarının iptalini istediği......Hükümözlünün Kurumumuza disiplin nedenli nakil olarak geldiği Kurumumuzda bulunduğu süre içerisinde sürekli olarak huzursuzluk çıkardığı, verildiği bütün oda ve koğuşlarda diğer hükümlü ve tutuklulara karşı saygısız ve nezaket kuralları dışında davrandığı ve onlarla kavga ettiği, Kurumumuzda bulunduğu süre içerisinde hiçbir oda ve koğuşlarda barınamadığı bütün koğuşlarda kendine hasım edindiği diğer hükümlü ve tutuklular tarafından çıkardığı huzursuzluk nedenlerinden dolayı istenmediği ayrıca son olarak 13/08/2014 tarihinde tebligat için yanına giden İnfaz Büro görevlisi memuruna ağza alınmayacak küfürler söyleyip yüzüne yumruk atarak fıziki saldırıda bulunmuş ve görevli memuru darp ettiği anlaşılmış, hükümözlü kendisini yeniden topluma yararlı bir birey olarak kazandırma, tahliyesi sonrasında bulunduğu çevreye uyum sağlama maksadıyla yapılan bütün iyileştirme çabalarımızı sonuçsuz bıraktığı, ... disiplin nedeniyle konumuna uygun başka bir Ceza İnfaz Kurumuna naklinin talep edildiği, ... 04/09/2014 tarihinde Kurumumuzdan Çankırı E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakil gönderildiği, [H.E.] ile Kurumumuzda bulunduğu süre içerisinde Psiko-Sosyal Birimince görüşmelerin yapıldığı,...Kurumumuzda barındırıldığı odalarda, Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik kapsamında eşya bulundurduğu, intiharına sebep olabilecek kesici veya delici aletin oda/koğuşlarda bulunmadığı, hükümlü ve tutukluIara verilmediği..." Rize Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı bir yıla yakın sürede, tespit edilebildiği kadarıyla, ceza infaz kurumu psikoloğu tarafından H.E. ile altı kez görüşme yapıldığı, H.E.nin dört kez psikiyatriye sevkinin uygun görüldüğü anlaşılmıştır. İnfaz dosyasının incelemesinden ruh sağlığı hastalıkları uzmanı bir doktor tarafından 28/3/2014 tarihinde "davranış bozukluğu" tanısıyla "Risperdal, Serex..." isimli ilaçların, 28/4/2014 tarihinde ise aynı tanı ile "Seroquel" isimli ilacın reçete edildiği görülmüştür. Ayrıca H.E.nin 4/7/2014 tarihinde 1 gün hücre hapsi ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...04/07/2014 tarihinde A8-3 koğuşunun kapılarına vurarak diğer koğuş sakinlerini rahatsız etmiş ve panik ortamı oluşmasına sebebiyet vermiştir. Ayrıca adı geçen hükümlü kendi vücud bütünlüğünü jilet ile kesmek sureti ile tehditlerde bulunmuş olup, gerekli telkinlerde bulunup sakinleşmesi için koğuşundan çıkarıldığında göstermiş olduğu şüpheli davranış ve eylemler doğrultusunda etkisiz hale getirilip plastik kelepçe takılarak halılı odaya alınmıştır..." Yine H.E.nin 17/7/2014 tarihinde kendini camla, 19/7/2014 tarihinde ise jiletle kesmesi nedeniyle birer ay bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Çankırı Ceza İnfaz Kurumundaki Durum Çankırı Ceza İnfaz Kurumunun 17/12/2019 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:"... [H.E.nin] kurumumuzda kaldığı süre içerisinde Psiko-Sosyal Servisten herhangi bir yazılı talebinin bulunmadığı, kurumumuzda bulunduğu süre içerisinde dört farklı olaya istinaden hakkında disiplin soruşturması yapılarak; idarece alınan sağlık önlemlerine uymamak suçundan 1 Ay Bazı Etkinliklere Katılmaktan Alıkoyma, aynı koğuştaki hükümlü ile kavga etmekten 5 gün hücreye koyma, kalmış olduğu müşahede odasının camını kırdığı için 5 gün hücreye koyma, görevlileri kasten yaralamaktan 11 gün hücreye koyma cezası ile cezalandırıldığı anlaşılmıştır. ...Kurumumuza disiplin nedeni ile nakil gelmesi ve dört ay gibi kısa süre içerisinde dört kez disiplin cezası almış olması dolayısıyla iyi halini kazanamadığından sosyal aktivite imkanlarından faydalanamadığı anlaşılmıştır..." H.E.nin kaldığı odanın camını kırıp kolunu, göğsünü ve karnını kesmesi nedeniyle 25/12/2014 tarihinde 5 gün hücre hapsi ile cezalandırılmasına, ayrıca 6/1/2015 tarihinde müşahede odasında kalmaktayken üç ayrı ilaçtan bol miktarda içmesi nedeniyle 1 ay bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Salihli Ceza İnfaz Kurumundaki Durum Salihli Ceza İnfaz Kurumunun 17/12/2019 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:"...Kurumumuz eski hükümlüsü [H.E.nin] psikolojisinin bozulduğu yönünde veya intihar etme riskine binaen Psiko-Sosyal servisten bilgi istenmiş gelen bilgiler doğrultusunda hükümlünün kuruma giriş yapmasından sonra ilk bireysel görüşmesinin yapıldığı ve tanıma formunun doldurulduğunun bildirildiği... kişinin kurumda bulunduğu dönemde 11/03/2015 ve 08/05/2015 tarihlerinde psikolog ile görüşmek istediğine dair dilekçe yazmış olduğu ve aynı gün kişi ile psiko-sosyal servis görüşmesi gerçekleştirildiği, bu görüşmeler neticesinde ayrıca rapor düzenlendiği.........adı geçenin kurumumuzda barındırıldığı süre içerisinde on adet disiplin cezası kararı alındığı görülmektedir. Disiplin cezalarının gerekçelerine bakıldığında kurum araç ve gereçlerine zarar vermek, kasten yangın çıkartmak, kurum personeline saldırmak, kendine zarar vermek, kavga etmek ve kurum personeline hakaret ve tehdit eylemleri ön plana çıkmaktadır.......Kendisinin tedaviye yönelik bir talebi olmamış ise de Psiko - Sosyal Servisinin sevk etmesi ile 2015 tarihinde Salihli Devlet Hastanesi Psikiyatri polikliniğinde muayene olmuş anksiyete bozukluğu tanısıyla Citol ..., serex ... [antidepresan] reçete edilmiştir ve yine 2015 tarihinde Salihli Devlet Hastanesi Psikiyatri polikliniğinde muayene olmuş hafif depresif nöbetler tanısıyla rileptid 1 mg [antidepresan] ... reçete edildiği kayıtlarımızın tetkikinden anlaşılmıştır....Hükümlü [H.E.], kurumumuzda geçirdiği kısa sürede gerek disiplin nedeniyle, gerek hücre cezasının infazı için gerekse güvenlik nedeniyle toplamda 9 kez oda ve koğuş değiştirmiştir. Hükümlü ve tutukluların odalarında bulundurabileceği eşyalar kendilerine verilirken mevzuat hükümleri dikkate alınır. Kurumumuzda kesici alet olarak hükümlü ve tutukluların kantinden tıraş ihtiyaçlarını karşılamak üzere aldıkları saplı jilet ile ucu kesilmiş keskin olmayan meyve bıçağı bulunmaktadır..." İnfaz dosyasının incelenmesinden H.E.nin 11/3/2015 tarihli dilekçesiyle psikolojik sorunlarından dolayı kurum psikoloğuyla görüşmeyi talep ettiği, psikiyatri polikliniğine sevki yapılarak hafif depresif nöbet tanısıyla ilaç tedavisi aldığının sorumlu infaz koruma başmemuru tarafından not alındığı, tedaviye dair reçetedeki hafif depresif nöbet tanısıyla kendisine Rileptid isimli ilacın reçete edildiği görülmüştür. H.E. hakkındaki Salihli Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Servis raporlarının (3/2/2015, 9/3/2015 ve 4/5/2015 tarihli) ilgili kısmı şöyledir:"i. ...Yapılan görüşmede kişi; kurum yaşamına uyum sağlamakta zorlandığını, iletişim sorunları yaşadığını, bu nedenle tek kişilik koğuşta kalmak istediğini, önceki kurumlarda da çeşitli sorunlar yaşadığını, geçmişte madde kullanımının olduğunu, bugüne kadar herhangi bir psikolojik tedavi almadığını ifade etmiştir. Kişinin genel durumunun öfkeli ve gergin olduğu, ani tepkisel davranışlar sergileyebildiği, problem çözme becelerinin yetersiz olduğu ve sağlık bir düşünce yapısıyla hareket etmekte zorlanabileceği düşünülmektedir. Kişinin durumuyla ilgili olarak gerekli birimlere ve kurum idaresine bilgilendirme yapılmakla birlikte servisimizce gerekli görülen çalışmalar sürdürülmeye devam edilecektir. Eldilen bilgiler ve gözlemler doğrultusunda kişinin durumunun değerlendirilmesi ve psikiyatri polikliniğine sevkinin sağlanması açısından kurum doktoruna yönlendirilmesi uygundur. ii. Kurumumuzda hükümözlü olarak kalmakta olan [H.E.nin] gece vardiyasında jiletle kendine zarar vermesi, memurlara karşı saldırgan tavırlar sergilemesi, tehdit ve hakeret içeren söylemlerde bulunması sonucunda hem kendine zarar vermesini engellemek hem de memurların güvenliği açısından yumuşak oda olarak adlandırılan C-8 koğuşuna yerleştirildiği kurum baş memuru [Z.A.] tarafından servisimize bilgi verilmiştir. Durumun öğrenilmesiyle birlikte kişiyle 2014 tarihinde saat 30'da görevli memurların eşliğinde koğuşunda görüşme gerçekleştirilmiştir. Yapılan görüşmede kişinin kriz durumunun uzun süredir devam ettiği, kendine zarar vermesini engellemek amacıyla yerleştirildiği koğuşta sakinleşmediği ve tepkisel davranışlar göstermeye devam ettiği, görevlilere karşı küfürlü, tehdit içeren ve tahrik edici söylemlerde bulunduğu, kendine zarar verici davranışlara devam ettiği, sağlıklı bir düşünce yapısıyla hareket etmekte zorlandığı ve bu haliyle kurum yaşamına uyum sağlamaktan uzak bir tablo sergilediği gözlenmiştir. Görüşmede kişinin öfke durumuna ilişkin telkin edici tavsiyelerde bulunulmasına ve olumlu bir yaklaşım gösterilmesine rağmen tepkisel ve öfkeli davranışlar sergilemeye ve söylemlerde bulunmaya devam ettiği görülmüştür. Yapılan görüşme, gözlemler ve elde edilen bilgiler neticesinde kişinin gergin ve öfkeli yapıya sahip olması, kriz durumunun halen devam etmesi nedeniyle bir an önce Salihli Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniği'ne sevkinin gerçekleştirilmesi uygundur. Bununla birlikte kişinin kurum yaşamını sağlıklı bir biçimde sürdürebilmesi açısından görevli memurlar tarafından düzenli ve sık bir biçimde kontrol edilip izlenmesinin ve kişiye anlayışlı bir yaklaşım sergilenmesinin uygun olacağı düşünülmektedir. Kişinin durumu hakkında kurum müdürlüğüne ve gerekli birimlere bilgilendirme yapılmıştır. iii. ... [H.E.] ile nakil geldiği 2015 tarihinden bu yana servisimizce psikolojik yardım süreci başlatılmış ve birçok kez bireysel görüşme gerçekleştirilmiştir. Yapılan gözlemler ve görüşmeler neticesinde danışan birçok kez ileri tetkik ve tedavisi için Salihli Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniği'ne yönlendirilmiş olup 'Anksiyete Bozukluğu ve Hafif Depresif Nöbet' tanılanyla ilaç tedavisi başlanmış, ancak tedavi sürecini düzenli olarak devam ettirmediği ve durumunda herhangi bir düzelme olmadığı görülmüştür. Kurumumuzda kaldığı süreçte danışanın kuruma uyum sağlamakta zorlandığı, görevli memurlarla sürekli olarak sorun yaşadığı, birçok kez kendisine ve çevresine zarar verici davranışlarda bulunduğu (vücudunun çeşitli yerlerini kesme, açlık grevi, eşyalara zarar verme vb.), genel görünümünün genellikle gergin ve öfkeli olduğu, ani ve tepkisel davranışlar sergileyebildiği, sağlıklı bir düşünce yapısıyla hareket etmekte zorlandığı ve antisosyal kişilik özelliklerine sahip olduğu gözlenmiştir. Danışanın kurum yaşamında daha çok sorun yaşamasının önüne geçilebilmesi adına görevli memurlar tarafından anlayışlı bir yaklaşım sergilenmesinin ve gözetim servisi tarafından sürekli olarak takip altında tutulmasının önemli olduğu düşünülmektedir. " H.E.nin 8/3/2015 günü saat 41 sıralarında bileğini kesmesi nedeniyle 18/3/2015 tarihinde 7 gün, yine 18/3/2015 tarihinde 10 gün hücre hapsi ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. 10 gün hücre hapsine dair kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Memurların alınan ifadeleri ve C-8 koğuşunda bulunan kamera kayıtlarının incelenmesinden anlaşılacağı üzere 09/03/2015 tarihinde hükümözlü [H.E.] hafta sonu bileğini kesmesinden dolayı odasında kısmi arama yapılmasını karşı çıkmış olup; kendisine ve diğer memurlara zarar vermesinin önlenmesi için C-8 süngerli koğuşuna alınmıştır. Ancak hükümözlü burada sakinleşmesi beklenirken agresif tavırlarına devam ederek memurlara küfür etmeye, memurları tahrik etmeye devam etmiştir. Üzerinde bulunan t-şörtünü yırtarak kendisine zarar vermeye çalıştığı merkez kontrol biriminden görevli memurlara haber verildiğinde koğuşa girilerek yırtılan t-şörtü ve bel kısmında ip bulunan eşofmanının alındığı, hükümlünün agresif tavırları nedeniyle plastik kelepçe takıldığı, ancak hükümlünün bu kelepçeleri kopardığı, ilerleyen saatlerde sakinleşmeyerek daha da agresifleştiği ve memurları tahrik etmek için odanın izlendiğini bilerek defalarca kameraya karşı el - kol hareketleri yaptığı, tükürdüğü, cinsel organını gösterdiği ve süngerli odanın süngerlerini sökerek odayı tahrip ettiği, hatta odadan söktüğü parçalardan birisi ile memurlara saldırmak için içeri girmelerini beklerken; merkez kontrol biriminin konu hakkında içeriye girecek personelleri uyarması üzerine, robokop kıyafetleri giyilerek odaya girildiği ve hükümlünün bir türlü durdurulamaması nedeniyle kurum jandarmasından temin edilen kelepçelerin takıldığı, bu süreden sonra hükümlünün bir müddet daha küfür etmeye, memurları tahrik etmeye devam ettiği ancak diğer uygunsuz davranışlarının ve odaya daha fazla zarar vermesinin önlendiği anlaşılmakla; .." Seydikemer-Eşen Ceza İnfazKurumundaki Durum Seydikemer-Eşen Ceza İnfaz Kurumunun 18/12/2019 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:"...Yapılan inceleme neticesinde hükümlü [H.E.nin] 12/05/2015 tarihinde kapsama gücü aşımı nedeniyle kurumumuza giriş yaptığı ve 04/09/2015 tarihinde ise yüksek güvenlikli kurumuna nakil nedeniyle Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakil edildiği tespit edilmiştir. Disiplin dosyasının incelenmesi neticesinde kurumumuzda bulunduğu 15/05/2015 ila 04/09/2015 tarihleri arasında Hükümlü [H.E.ye], 1) Hükümlü ve tutukluları daha az cezayı gerektiren şekilde kasten yaralamak eyleminden dolayı ... 20 Gün Hücreye Koyma disiplin cezası verildiği, 2) Kurum tesislerine, araç ve gereçlerine zarar vermek eyleminden dolayı ... 20 Gün Hücreye Koyma disiplin cezası verildiği, 3) Kurum görevlilerine hakaret veya tehditte bulunmak eyleminden dolayı ... 20 Gün Hücreye Koyma disiplin cezası verildiği, 4) Kurumda korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylemek veya davranışta bulunmak eyleminden dolayı... 10 Gün Hücreye Koyma disiplin cezası verildiği,5)Kurum görevlilerine hakaret veya tehditte bulunmak eyleminden dolayı... 20 Gün Hücreye Koyma disiplin cezası verildiği, 6) Kurum tesislerine, araç ve gereçlerine zarar vermek eyleminden dolayı... 15 Gün Hücreye Koyma disiplin cezası verildiği, 7) Kuruma ağır zarar vermek eyleminden dolayı ... 15 Gün Hücreye Koyma disiplin cezası verildiği tespit edilmiştir..." Fethiye T Tipi (Seydikemer-Eşen Ceza İnfaz Kurumunun değişen adı olduğu değerlendirilmiştir.) Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünce H.E. hakkında 20/5/2015 tarihinde düzenlenen tutuklu/hükümlü risk ve ihtiyaçlar raporunda "şiddet gösterme riski, kendine zarar verme riski" düzeyleri "en yüksek" olarak gösterilmiştir. Raporda "Ruhsal Destek ve Müdahale İhtiyacı (YARDM)" kısmında "Tutuklu/Hükümlünün kendine zarar verme davranışı olduğu, güvenli davranış eksikliği olduğu değerlendirilmeli ve uygun müdahaleler yapılmalıdır." notu bulunmaktadır. Yine H.E. hakkında 12/5/2015 tarihinde düzenlenen kurum kabul görüşme raporunda "Kişinin kendisine zarar verme ihtimalini değerlendirin" kısmında "Evet"; "geçen yıl ne sıklıkta yaşamına son vermekle ilgili düşüncelerin oldu?" kısmında "hiçbir zaman"; "hiç geçmişte intihar etmeyi planladın veya intihar etmeyi denedin mi?" kısmında "evet"; "intihar etmeyi, kendini öldürmeyi düşünüyor musun?" kısmında "Hayır"; "İntihar etmekle ilgili planların var mı?" kısmında "Hayır" notları bulunmaktadır. İnfaz dosyasının incelenmesinden H.E.nin 8/5/2015 tarihli dilekçesiyle kurum psikoloğuyla görüşmeyi talep ettiği, kurum psikoloğu tarafından "Yakınmaları nedeniyle psikiyatri polikliniğine sevki yapılmış, ısrarlı ilaç isteği (...diazem vb.) mevcut..." notu yazıldığı görülmüştür. Menemen Ceza İnfaz Kurumundaki Durum Menemen Ceza İnfaz Kurumunun 17/12/2019 tarihli yazısında H.E.nin birçok disiplin cezası aldığı, kurum psikoloğuyla üç kez bireysel görüşme yaptığı bildirilmiştir. H.E.ye 23/12/2015 tarihli kararla 20 gün hücre hapsi cezası verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Odanın camını kırdığı, kırık cam parçalarını görevli personele attığı ve hazırladığı aletle [çakmaktan yapılmış jilet] de kendisini kestiği... Sakinleşmesi için gözlem odasında on dakika beklettikleri... Hastane dönüşünde ... görevli memurlara gözlem odasında bulunan tuvalet taşına kafasını vuracağını ve kendisine zarar vereceğini söyleyip ... zarar vermemesi için kelepçelendiği... kelepçeye rağmen odada bulunan tuvalet taşına kafasını vurduğu bunun üzerine görevli memurlarca gözlem odası kapısı açık tutularak memur gözetiminde bulundurulduğu tespit edilmiş olup..." Menemen Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 16/12/2015 tarihli kararıyla H.E.nin başka uygun bir ceza infaz kurumu naklinin zorunlu olduğuna dair karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Kesinleşmiş 20 defa hücre cezası... kesinleşmeyen 6 tane hücre cezası olduğu... [H.E.nin] kurumumuza nakil geldiği 04/09/2015 tarihinden beri aldığı hücre cezalarının infazı için sürekli olarak tekli koğuşta barındırıldığı cezalarının bitiminde tekrar doktor raporu aldırılması için çoklu koğuşlara verildiği her defasında ... hükümlü/tutuklular ve kurum personeli[ne] saldırgan tavırlarda bulunup zarar verme girişiminde bulunduğu......Hükümlü bu tutumu yüzünden barındırıldığı koğuş/odalarda asayişin sağlanmasını zorlaştırmakta ayrıca kendisi ile aynı koğuş/odalarda kalmakta olanhükümlü/tutukluların da hem ruhsal hemde fiziksel açıdan ...risk teşkil etmektedir.... Hükümlünün barındırılabileceği tekli-üçlü oda bulunmadığından bu durum karşısında Kurum İdaresi zor durumda kalmaktadır. ...TEHLİKELİ | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29633 | Başvuru, kamu makamları tarafından yeterli önlem alınmadığı için ceza infaz kurumunda intihar olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; idari para cezasının iptali talebiyle yapılan başvurunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, kanuni dayanağı olmadan idari para cezası uygulanması nedeniyle de suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.A. Bireysel Başvuru Süreci İstanbul Valiliği İl Bilim, Sanayi ve Teknoloji Müdürlüğü (Müdürlük) tarafından yapılan denetim sonucunda, başvurucu Şirketin ithal ettiği elektrik motorlarının piyasaya arzı için olay tarihinde yürürlükte bulunan 29/6/2001 tarihli ve 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanma ve Uygulanmasına Dair Kanun'da öngörülen verimlilik değerlerini taşımadığı gerekçesiyle başvurucu Şirket hakkında her bir motor için olmak üzere ayrı ayrı idari para cezası uygulanmasına karar verilmiştir. Anılan ceza kararlarına dair tebligatların her birinde, kararın tebliğinden itibaren altmış gün içerisinde idari yargı yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir. Başvurucu Şirket, tüm ceza kararlarının iptali talebiyle İstanbul İdare Mahkemesine (Mahkeme) iptal davaları açmıştır. Mahkemece her bir ceza açısından farklı esas sayılı dosyalar üzerinde yapılan yargılamalar sonucunda, uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle davaların görev yönünden reddine karar verilmiştir. Başvurucu Şirketin tüm ret kararlarına yönelik istinaf başvuruları da İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince 10/4/2019 tarihinde kesin olmak üzere reddedilmiştir. Başvurucu Şirket, tüm idari yaptırım kararlarının kaldırılması talebiyle Küçükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) iptal başvurusunda bulunmuştur. Hâkimlik 27/9/2019 tarihinde başvurunun süresinde yapılmadığı gerekçesiyle reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:"Toplamda 000,00 TL bedelli 9 adet idari yaptırım tutanağına karşı İstanbul İdare Mahkemesinin 2018/1165, 2018/1166, 2018/1167, 2018/1168,2018/1169, 2018/1170,2018/1171, 2018/1172 ve 2018/1173 Esas sayılı dosyaları ile dava [açtığı], İdare Mahkemesi tarafından görevsizlik kararı verildiği, kararın kesinleşmesine mütakip Hakimliğimizde süresinde itiraz davası açtığını belirterek tutanakların iptalini talep ettiği, idari yaptırım kararlarının itiraz edene 2018 tarihinde tebliğ edildiği, ancak idare mahkemesinde davaların 2018 tarihinde açıldığı, 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde Sulh Ceza Hakimliğine itiraz edilmesi gerektiğinin belirtildiği, itiraz edenin hakimliğimize başvuru süresi içerisinde yanlış yargı kolu olsa da herhangi bir yargılama merciine müracaat etmediği bu nedenle itiraz süresinin geçmiş olduğu ..." Başvurucu Şirket, idari yaptırıma karşı yapılacak kanun yolu başvurusu konusunda Müdürlük tarafından yanıltıldığını, bu nedenle iptal başvurusunun süresinde yapıldığının kabul edilmesi gerektiğini ileri sürerek Hâkimlik kararına itiraz etmiştir. Küçükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği (İtiraz Makamı) 16/10/2019 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Başvurucu Şirket, İtiraz Makamının nihai kararını 18/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 4/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Başvurucu Şirket 4/11/2019 tarihinde İtiraz Makamının kararına karşı kanun yararına bozma talebinde de bulunmuş; Yargıtay Ceza Dairesinin (Daire) 5/10/2021 tarihli kararıyla talebin kabulüne karar verilmiş ve bozmaya hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kurum tarafından düzenlenen idari yaptırım kararlarında söz konusu idari para cezasına karşı kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği yazılması gerekirken, 60 gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurulması gerektiği belirtilerek muterizin kanun yolu ve başvuru süresinde yanıltıldığı, her ne kadar idare mahkemesinde 60 günlük süreden sonra dava açılmış olsa da, muterizin gerçek kanun yolu ve süresini bölge idare mahkemesi kararının kesinleşmesinden sonra öğrendiği ve 15 günlük başvuru süresi içerisinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurduğu gözetilmeksizin, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiş[tir.]" Daire kararı Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/2/2022 tarihinde Hâkimliğe gönderilmiştir. Hâkimlik bozma kararı doğrultusunda işlem yapılmak üzere dosyayı İtiraz Makamına göndermiştir. İtiraz Makamı da 22/2/2022 tarihinde bozma kararına uyulmasına, Hâkimlik kararının kaldırılmasına ve itiraz başvurusunun esası hakkında karar verilmek üzere dosyanın Hâkimliğe gönderilmesine karar vermiştir. Hâkimlik tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilen 15/2/2023 tarihli yazı ekinde sunulan belgelere göre Daire kararı doğrultusunda İtiraz Makamınca ret kararının kaldırılması üzerine başvurucu Şirketin iptal başvurusunun Hâkimliğin 2022/2716 İş sayılı dosyasına kaydedildiği, Hâkimlikçe Dairenin bozma kararına dair açıklamalara da yer verilerek iptal başvurusunun esası hakkında yapılan inceleme sonucunda 4/1/2023 tarihinde iptal başvurusunun reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Diğer yandan, anılan kararın başvurucu Şirket vekiline 10/1/2023, Müdürlüğe de 27/1/2023 tarihinde tebliğ edildiği, kararın itiraz edilmeksizin 4/2/2023 tarihinde kesinleştiğine dair Hâkimlik tarafından 14/2/2023 tarihinde kesinleşme şerhi düzenlendiği tespit edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36952 | Başvuru; idari para cezasının iptali talebiyle yapılan başvurunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, kanuni dayanağı olmadan idari para cezası uygulanması nedeniyle de suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın , , ve maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/12/2013 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 10/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 6/3/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 3/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 1/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 11/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında “uyarı grevi” adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 18/5/2012 tarihli kararı ile “28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği” gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 13/6/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 20/7/2012 tarihinde idare mahkemesine iptal davası açmış, Mersin İdare Mahkemesinin 13/12/2012 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Adana Bölge İdare Mahkemesinin 8/5/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin kararı onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 26/9/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 21/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8806 | Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. , 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 21/1/2011 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 12/5/2011 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, mala zarar verme, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi, terör örgütünün propagandasını yapma suçlarındankamudavası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde E.2011/103 sayılı dosyasında yapılan yargılama esnasında 21/1/2014 tarihinde yapılan dokuzuncu celsede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu ve müdafii de bu duruşmada hazır bulunmuştur. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet savcısının itirazın kabulüne karar verilmesi yönündeki mütalaasını aldıktan sonra 17/2/2014 tarihli ve 2014/247 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 4/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.Başvurucu 6/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.Başvurucu hakkındaki dava (CMK mülga madde ile görevli) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin kapatılması üzerine İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/131 sayılı dosyasında yargılama devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun’un "İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.(2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2947 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma ile eğitim ve iyileştirme faaliyetlerinin kısıtlanması nedeniyle kötü muamele yasağının, başvurucunun ailesinin yaşadığı yerden uzak bir ceza infaz kurumuna nakledilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, din görevlisi ile görüştürülmeme nedeniyle de din özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan 5/8/2016 tarihli kararla tutuklanarak Eskişehir H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. Eskişehir H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun 20/11/2016 tarihli kararıyla başvurucunun "...kurum içi yapılan iç istihbarat çalışması sonucunda elde edilen bilgiler ışığında, tutuklunun barındırılmakta olduğu çok kişilik koğuştan alınarak tek başına barınabileceği tek kişilik odalardan birine alınmasının kurum güvenliği yönünden uygun olacağı..." gerekçesiyle tek kişilik odaya alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu 7/4/2017 tarihinde Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (İdare ve Gözlem Kurulu) 19/4/2017 tarihli kararıyla başvurucunun tek kişilik odaya alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu, eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine katılmasına izin verilmemesine dair karar ile tek kişilik odada tutulmasına dair İdare ve Gözlem Kurulunun kararına itiraz etmiş; yapılan itiraz Bolu İnfaz Hâkimliğinin 26/7/2017 tarihli kararıyla görevsizlik nedeniyle reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklunun tek başına barındırılması yukarıdaki kanun hükmü çerçevesinde soruşturma evresinde Cumhuriyet Savcısının, kovuşturma evresinde Hakim veya Mahkeme kararıyla mümkün olacağı belirtilmektedir. Tutuklu tek başına barındırılmasına yönelik itirazını kanun hükmü gereğince hakkında bu yönde karar veren soruşturma aşamasındaki Cumhuriyet Savcısına, kovuşturma evresinde ise Hâkim veya Mahkemesine bulunması gerekmektedir..." Başvurucu, anılan karara karşı itiraz kanun yoluna başvurmamış ve karar kesinleşmiştir. Başvurucu, İdare ve Gözlem Kurulunun sosyal imkânlardan faydalandırılmaması ve tek kişilik odada tutulmasına dair 19/4/2017 tarihli kararına karşı 24/4/2018 tarihinde tekrar Bolu İnfaz Hâkimliğine başvurmuş; Bolu İnfaz Hâkimliğinin 25/5/2018 tarihli kararıyla başvurucunun talebi hakkında daha önce görevsizlik kararı verildiği gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiştir. İlgili karara karşı yapılan itiraz Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 9/7/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 13/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 13/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 14/12/2018 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilen başvurucu, bu tarihten itibaren Ceza İnfaz Kurumunda hükme bağlı olarak tutulmaktadır. Anayasa Mahkemesi Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun barındırılma koşullarına ilişkin bilgi ve belge talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu tarafından gönderilen bilgiler ile Bakanlık tarafından bildirilenler ışığında başvurucunun barınma koşulları şu şekildedir:i. Başvurucu 30/11/2020 tarihi itibarıyla 818 gündür tek kişilik odada barındırılmaktadır.ii. Başvurucunun tutulduğu tek kişilik odaların kullanım alanı banyo ve tuvalet dâhil olmak üzere 11,40 m2 ile 50 m2 arasında değişmektedir.iii. Başvurucu 30/11/2020 tarihi itibarıyla toplamda 32 kez yakınlarıyla, 23 kez avukatıyla görüşmüştür. iv. Başvurucunun kütüphaneden faydalanma imkânı bulunmaktadır. Ayrıca kurum kütüphanesinde bulunmayan kitapları kendi hesabından karşılaması suretiyle temin edebilmektedir.v. Başvurucu her gün düzenli olarak bir saat süreyle tek başına havalandırma imkânından faydalandırılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Raşit Konya, B. No: 2017/26780, 28/6/2018, §§ 15-30; Timur Demir, B. No: 2018/33190, 9/5/2019, §§ 14-31; İbrahim Kaptan, B. No: 2017/30510, §§ 15-30; 18/7/ | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27690 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma ile eğitim ve iyileştirme faaliyetlerinin kısıtlanması nedeniyle kötü muamele yasağının, başvurucunun ailesinin yaşadığı yerden uzak bir ceza infaz kurumuna nakledilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, din görevlisi ile görüştürülmeme nedeniyle de din özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğa itiraz incelemeleri sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluk incelemeleri ile tutukluluğa itiraz incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ve gerekçeli kararın geç yazılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılama aşamasında delil toplanması taleplerinin kabul edilmemesi ve atılı suçla bir bağ olmamasına rağmen cezalandırılma nedenleriyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Korkuteli Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında Korkuteli Sulh Ceza Mahkemesinin 4/10/2013 tarihli kararı ile yağmaya teşebbüs, adam öldürmeye teşebbüs, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından tutuklanmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda Korkuteli Cumhuriyet Başsavcılığınca fezleke düzenlenerek dosya Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 3/1/2014 tarihli iddianamesi ile başvurucunun yağmaya teşebbüs, adam öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Dava, Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/14 sayılı dosyası üzerinden başvurucu bakımından tutuklu olarak görülmüştür. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 15/1/2014 tarihinde yaptığı tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sırasında başvurucunun tutukluluk durumunu da -duruşma yapmaksızın- değerlendirmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesince 6/2/2014, 14/3/2014, 18/4/2014, 13/6/2014, 22/7/2014, 12/9/2014, 14/10/2014 ve 28/11/2014 tarihlerinde yapılan duruşmaya başvurucu ve müdafii birlikte katılmış; başvurucu müdafii tahliye talebini duruşmaların birçoğunda sözlü olarak Mahkemeye bildirmiştir. Mahkeme, tahliye talebini kabul etmeyerek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2014, 11/4/2014, 16/5/2014, 11/7/2014, 10/10/2014 ve 13/11/2014 tarihlerinde başvurucunun tutukluluk durumunu duruşma açarak ancak başvurucuyu dinlemeden değerlendirmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 16/12/2014 tarihli kararı ile sanıklar hakkında çeşitli suçlardan mahkûmiyet ve/veya beraat kararı vermiştir. Aynı kararla başvurucunun dadört ayrı kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 10 yıl 10 ay ( dört kez) hapis cezası, yağma suçundan 5 yıl hapis cezası ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan 4 yıl 2 ay hapis ve 320 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Başvurucu 25/12/2014 tarihinde tutukluluk hâlinin devamı kararı yönünden karara itiraz etmiştir. İtiraz mercii olan Antalya Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet savcısından görüşünü sözlü olarak almış ve dosya üzerinden yaptığı inceleme sonunda 30/12/2014 tarihli kararıyla itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 7/1/2015 tarihinde tebliğ almak suretiyle öğrenmiştir. Başvurucu 6/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP ortamında yapılan incelemede, gerekçeli karara ilişkin doküman editörünün 4/2/2015 tarihinde onaylandığı anlaşılmaktadır. Gerekçeli karar 5/3/2015 tarihinde başvurucu müdafiine tebliğ edilmiştir. Anılan mahkûmiyet kararı başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesi için Yargıtaydadır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (2) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.""(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesişöyledir: "(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir. (3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir."5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/23 md.) 103 üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir. " 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar"kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "İtirazın cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2394 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğa itiraz incelemeleri sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluk incelemeleri ile tutukluluğa itiraz incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ve gerekçeli kararın geç yazılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılama aşamasında delil toplanması taleplerinin kabul edilmemesi ve atılı suçla bir bağ olmamasına rağmen cezalandırılma nedenleriyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutuklamaya karşı itiraz hakkının etkin olarak kullanılamaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; avukat yardımından yararlandırılmama, avukatla görüşmelerin teknik cihazlarla kaydedilmesi, yargılama mercilerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). En son polis memuru olarak görev yapan başvurucu, FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan başlatılan soruşturma kapsamında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 4/10/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Başsavcılık tarafından 12/10/2016 tarihinde İzmir Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Hâkimlikçe başvurucunun aynı tarihte yapılan sorgusunun ardından tutuklanmasına karar verilmiştir. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:" ... 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası FETÖ/PDY örgütünün üyelerinin tespitinin zaman içerisinde tespiti yönüyle delillerin henüz toplanma aşamasında olduğu, örgütün gizli yapılanması nedeniyle tespitin zorlukları da gözönüne alındığında, şüphelilerin delilleri karartma durumunun bulunması, kaçma durumlarının bulunması, dosya içerisindeki tanık beyanları da gözönüne alındığında atılı suçun alt ve üst sınırları nazara alındığında, atılı suçun CMK 100/3 maddesindeki katalog suçlardan olduğu da anlaşılmakla, şüphelilere isnad edilen suçun niteliği dikkate alındığında, şüphelilerin tutuklulanmalarına karar verilmesinin kamu düzeninin sağlanması ve yeni bir suç işlenmesinin önüne geçilmesi için de gerekli olduğu, bir diğer yandan eylemin meydana geliş şekline nazaran yasadaki yaptırım miktarı dikkate alındığında şüphelilerin bu aşamada serbest bırakılması halinde kaçacakları hususunda şüphe oluşturduğu, esasen Anayasanın maddesi uyarınca ülkemiz için de bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesi ve bu maddenin yorumuyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tutukluluk tedbiri konusundaki yerleşik karar ve gerekçelerinde, kişilerin kaçma riskinin bulunması, kamu düzeninin sağlanması ve yeni bir suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla tutukluluk tedbirinin uygulanabileceğinin belirtilmiş olduğu, iş bu soruşturma dosyasında da AİHM'nin belirttiği bu kriter ve ölçütlerin mevcut olduğu, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile sağlanamayacak olması dikkate alınarak 5271 sayılı Yasanın değişik 100-maddesine göre ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA ... [karar verildi.]" Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itiraz, İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/10/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başsavcılığın 21/12/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddia edilmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir: i. Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY'ye yönelik olarak yürütülen bir soruşturma dosyası kapsamında 4/9/2016 tarihinde şüpheli olarak ifadesi alınan A.A.nın başvurucu hakkında " ... 2001 yılında Diyarbakır'a Ali Gaffar Okkan Polis Meslek yüksek okuluna tayinini çıktı ... Diyarbakır Polis Okulunda göreve başladığımda beni İsmail Acar isimli polis memuru karşıladı, benim bu cemaate ait bir gruba dahil etti, daha sonra gruplar değişti. Diyarbakır'da kaldığım 4 yıl boyunca değişik gruplarda bulundum, bulunmuş olduğum gruplarda kendi evlerimizde sıra ile toplanırdık, toplandığımız zamanlarda cemaatle namaz kılmıyor, kuranı kerim okunuyor, Fetullah Gülen'in kitapları okunuyor, kasetleri dinleniyordu, sait Nursi'nin kitapları okunuyordu, sohbetler yapılıyordu. Sohbetleri genelde dışarıdan gelen sivil kişiler yapıyordu ... 4 yıl boyunca katılmış olduğum bu sohbet ortamlarında evlerinde İsmail Acar ... gördüm. Bunlar sohbet ortamlarında beraber bulundum sohbet ettim. Yukarıda belirtmiş olduğum dini faaliyetleri beraber yaptık ..." şeklinde beyanda bulunduğu ve 5/9/2016 tarihinde fotoğraf üzerinden başvurucuyu teşhis ettiği belirtilmiştir.ii. İzmir Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce 19/8/2016 günü tanık olarak ifadesi alınan B.Ö.nün başvurucu hakkında "...17/25 Aralık 2013 yılı hükümet darbe girişimi sürecinden sonra benim tekrar atamam personel şube müdür yardımcısı olarak yapıldı. Bu süreç içerisinde İzmir ili için yaklaşık 4000 personelin yer değiştirmesi oldu. Benim personel şubeden ilk gönderdiğim isim N., Manisalı ve küçük İsmail olarak bilinen İsmail Acar ve H.nin cemaat mensubu olduğunu düşündüğüm için personel şube müdürüme giderek bizzat kendim gönderilmelerini sağladım..." şeklinde beyanda bulunduğu belirtilmiştir.iii. Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından gönderilen 26/10/2017 tarihli müzekkere cevabında (Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı nitelikteki suçtan yürütülen soruşturmada ifade veren Garson isimli gizli tanığın Başsavcılığa teslim etmiş olduğu dijital verilere göre) başvurucunun örgüt içinde Derece 1:SAYA Derece 2: 0 olarak kodlandığı, SAYA kodunun "FETÖ mensubu olup gassalın elindeki meyyit olarak ifade edilen zaafları olmayan, her şeyiyle kendisini örgüte teslim etmiş polis memurlarını ifade ettiği, '0' kodunun hakkında bilgi olmayan personeli ifade ettiği ... " belirtilmiştir. İddianame İzmir Ağır Ceza Mahkemesince 10/1/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/126 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Kovuşturma aşaması devam ederken başvurucu hakkında elde edilen bazı deliller ise özetle şöyledir:i. Tanık olarak ifadesi alınan A.A.nın başvurucu hakkında " ... sanığın sohbet grubunun sorumlu abisi olduğunu, sivil şahısların sohbet verdiğini onlar gelmediğinde sanığın sohbet yaptığını, sohbet gurubunda himmeti toplayan kişinin sanık olduğunu, himmeti topladıktan sonra sorumlu abiye verdiğini, sohbetlerde dini konular dışında işle ilgili konuların konuşulduğunu, yukarıdan bire bir iş ile ilgili talimat verilmese de sorumlu abilere ve amirlere itaat etmeleri ve sıkıntı çıkarmamalarının öğütlendiğini sanığın 2004 yılında İzmir iline tayini çıktığını, kendisinin de 2005 yılında Aydın iline tayinim çıktığını, İzmir'e gezmeye gittiği zaman ya da bir işi olduğunda sanığı bir iki kez ziyaret ettiğini, o zaman da örgüte bağlılığı devam etmekte olduğunu" şeklinde beyanda bulunduğu belirtilmiştir. ii. 18/12/2018 tarihli Bank Asya bilirkişi raporunda "... sanığın Bank Asya'da sanık yakını adına okul taksit ödemeleri yaptığı, yapılan işlemlerin rutin bankacılık işlemleri kapsamında ancak kredi kartı ile FETÖ/PDY ile bağlantılı dershaneye yaptığı ödeme bulunduğu" tespit edilmiştir. Yargılama süresi içinde değişik tarihlerde farklı mahkemelerce tutukluluk durumu değerlendirilen başvurucunun son olarak İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 9/3/2018 tarihli kararıyla tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz ise İzmir Ağır Ceza Mahkemesince 9/4/2018 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 2/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 10/5/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Mahkeme anılan duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Mahkemece 9/7/2018 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Tahliye kararının gerekçesi şöyledir: "Sanığın savunmasının alınmış olması, kaçma şüphesinin bu aşamada olmaması, delillerin büyük oranda toplanmış olması, sanığın toplanmamış delilleri değiştirme ve karartma ihtimalinin bulunmaması ile tutuklulukta geçirdiği süre bir bütün halinde değerlendirildiğinde sanığın TAHLİYESİNE, ... [karar verildi.]" İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/126 sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda 11/7/2019 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "... Sanığın örgütün mensuplarının sadakat ve bağlılıklarını arttırmak, örgütsel faaliyetleri planlayıp düzenlemek, örgüte yeni eleman kazandırmak, örgüte mali kaynak sağlamak ve örgütsel eğitim vermek adına sistemli ve düzenli olarak organize ettiği sohbet adı altındaki toplantılara katıldığı, A.A.nın anlatımlarına yansıdığı şekliyle sanığın sohbet abisi, sohbet grubu sorumlusu olduğu, grup sorumlusu olarak kendisine verilen himmet diye tabir edilen parayı topladığı, sivil sohbet abilerine bu parayı ilettiği, tanık anlatımlarından ve mahrem imam belgelerinden sanığın örgüt içerisinde kendisine ait bir sohbet grubu bulunan ve polislerin abisi konumunda bulunan bir kişi olduğu anlaşılmış olup örgütün hiyararşik yapısına dahil olduğu ve terör örgütüne üye olma suçunu işlediği kanaatine varıldığından, TCK'nın 314/2 ve 3713 s. Yasanın 5/1 maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.Sanığın polis memuru oluşu dikkate alındığında kamusal kudret kullanmaya polis memuru düzeyinde elverişli konumunun bulunması, Mahrem İmam fişlemelerine ilişkin elde edilen belgelerde sanığın SAYA olarak fişlendiğinin anlaşılmış olması, tanık beyanına göre örgüt içerisinde sohbet abisi konumunda bulunması sebebiyle meydana getirebileceği olası tehlike ve zararın boyutu, suçun işleniş şekli, sanığın örgüte bağlılık derecesi, örgüt içerisindeki konumu ve kastın yoğunluğu göz önüne alınarak başkaca örgüt üyesiyle aynı seviye ve şartlarda değerlendirilmesinin adalete ve hakkaniyete aykırı olacağı kanaatine varılarak sanık hakkında ceza tayin edilirken alt sınırdan uzaklaşılması gerektiği sonucuna varılmıştır. ..." Hükme karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için Özcan Güney, B. No: 2017/20709, 15/11/2018, §§ 30-38 ve Ulvi Kün, B. No: 2016/72052, 10/12/2019, §§ 21- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14081 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutuklamaya karşı itiraz hakkının etkin olarak kullanılamaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; avukat yardımından yararlandırılmama, avukatla görüşmelerin teknik cihazlarla kaydedilmesi, yargılama mercilerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iptal davasının makul sürede bitirilmemesinden kaynaklı zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının incelemenin bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi tarafından yapılması gerektiği gerekçesiyle incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Devlet Hava Meydanları İşletmesi emrinde inşaat mühendisi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, kınama cezası ile tecziye edilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın 8 yıl 2 ay 26 gün sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinden bahisle duyduğu elem ve üzüntünün karşılığı olarak 000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme incelemenin bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi tarafından yapılması gerektiğini, idare mahkemeleri tarafından bu yönde bir değerlendirme yapılamayacağını belirterek davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Ayrıca kararda; davalı idarenin hizmet kusuru nedeni ile yargılamanın uzun sürdüğüne, idarenin personel eksikliğinin buna sebep olduğuna ilişkin bir iddianın da bulunmadığı, manevi tazminat isteminin dayanağının makul sürede yargılanma hakkının ihlaline dayandırıldığı vurgulanmıştır. Başvurucu, Ankara Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 20/12/2016 tarihli kararıyla başvurucunun itirazının reddine, kararın onanmasına karar vermiştir. Dairenin 14/6/2017 tarihli kararıyla da başvurucunun karar düzeltme istemini reddetmesi üzerine yargısal süreç tamamlanmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede başvurucu Mustafa Gürkan'ın e-devlet sistemi üzerinden Dairenin 14/6/2017 tarihli nihai kararını 6/7/2017 tarihinde 57 saatinde okuduğunun kayıt altına alındığı anlaşılmıştır. Ayrıca Mahkemece çıkarılan tebliğ üzerine nihai karar başvurucuya 21/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32889 | Başvuru, iptal davasının makul sürede bitirilmemesinden kaynaklı zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının incelemenin bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi tarafından yapılması gerektiği gerekçesiyle incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2021/34526 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2021/34526 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayın Arka Planına ve Asya Katılım Bankası Anonim Şirketine İlişkin Genel Açıklamalar Olayın arka planına veAsya Katılım Bankası Anonim Şirketine (Bank Asya veya Banka) ilişkin genel açıklamalar için bkz. Gürcan Balık, B. No: 2020/16435, 17/11/2022, §§ 7-13; Raziye Akçay, B. No: 2019/1665, 28/6/2022, §§ 5-B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Başvurucu Şükrü İpek'in Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği, diğer başvurucuların silahlı terör örgütüne (FETÖ/PDY) bilerek ve isteyerek yardım etme suçlarını işlediği sonucuna varılarak mahkûmiyetlerine karar verilmiştir. Gerekçeli kararlarda, mahkûmiyete temel olarak tek ya da belirleyici delil şeklinde Bank Asya verilerine dayanılmıştır. Kararların gerekçelerinde; başvurucuların örgüt talimatı sonrasında hesap açtırdıkları, yeni açılan ya da önceden mevcut olan hesaplara para yatırdıkları, altın, döviz alım satım işlemleri yaptıkları, banka hesaplarında çeşitli hesap hareketliliği olduğu, kredi kartı kullandıkları, kanun hükmünde kararnameler ile kapatılan işyerlerinden harcama yaptıklarının kredi kartı ekstrelerinden tespit edildiği hususlarına yer verilmiştir. Bir kısım başvurucu yönünden Bankada gerçekleştirdikleri işlemlerin incelenmesinde dernek ve sendika üyelikleri de değerlendirmeye alınmıştır. Başvurucular hakkındaki hükümler, istinaf ve temyiz aşamasından geçerek kesinleşmiştir. Başvurucular nihai karardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Gürcan Balık, §§ 34-B. Yargıtay Kararları Yargıtay kararları için bkz. Serkan Gölge, B. No: 2019/22453, 13/9/2022, §§ 30-39; Raziye Akçay, §§ 24, 27; Gürcan Balık, § Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/4/2022 tarihli ve E.2021/16-243, K.2022/259 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"BDDK’nın 2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen ve22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanununun maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası AŞ'de gerçekleştirilen mutad hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etme kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilip örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün amacına hizmet eden ve bankanın yararına yapılan ödeme ve sair işlemlerin başlı başına örgüte yardım etme olarak kabul edilebileceği nazara alınarak; sanığın hesap açtığı tarihten itibaren Bankasya hesap dökümlerinin tamamının uzman bilirkişi marifeti ile incelenip örgüt liderinin talimatı doğrultusunda bankaya para yatırılıp yatırılmadığı ve ayrı hesap açıp açılmadığı hususları saptanıp düzenlenecek rapor sanığa okunup savunması da alındıktan sonra hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik incelemeyle, karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.Bu kapsamda sanık ... hakkında kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik Özel Dairece verilen onama kararı eksik inceleme nedeniyle isabetli görülmediğinden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir." Yargıtay Ceza Dairesinin 15/11/2022 tarihli ve E.2021/1496, K.2022/8183 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"[S]anığın Bank Asya hesap hareketlerine ilişkin dökümün ayrıntı içermemesi, mahkemece alınan bilirkişi raporunda inceleme konusu hesap hareketlerinin Ocak 2014 tarihi ve sonrası baz alınarak yapıldığı ve ilgili raporun yeteri kadar açıklayıcı olmadığı da dikkate alınarak, örgüt talimatı doğrultusunda, örgüte yarar sağlamak amacıyla hesap açma işlemlerinin yapıldığının ortaya konulması gerekliliği karşısında, sanığın Asya Katılım Bankası A.Ş de hesap açılış tarihinden itibaren gerçekleştirdiği ayrıntılı banka hesap kayıtlarının yeniden temin edilmesi, bu kapsamda talimat tarihleri ve sonrasında para yatırma ya da sair bankacılık hizmetlerinin yapılıp yapılmadığının tespiti amacıyla, sanık müdafinin temyiz dilekçesinde belirttiği hususlar da dikkate alınıp konusunda uzman bilirkişiye tevdii ile mutad hesap hareketleri dışında örgüt liderinin talimatları doğrultusunda, talimat tarihleri ve sonrasında para yatırma ya da sair bankacılık hizmetlerinin yapılıp yapılmadığının tespit edilerek tüm delillerin bir arada değerlendirilmesi suretiyle bir karar verilmesi gerektiği... [anlaşılmıştır.]"- Yargıtay Ceza Dairesinin 21/12/2022 tarihli ve E.2021/12488, K.2022/9850; 28/12/2022 tarihli ve E.2021/17524, K.2022/10131; 21/12/2022 tarihli ve E.2021/13178, K.2022/9723; 20/12/2022 tarihli ve E.2022/8328, K.2022/9618; 29/11/2022 tarihli ve E.2022/17899, K.2022/8580; 16/11/2022 tarihli ve E.2022/36855, K.2022/8047; 26/9/2022 tarihli ve E.2022/1613, K.2022/5268 sayılı kararları da aynı yöndedir. Yargıtay Ceza Dairesinin 5/12/2022 tarihli ve E.2021/13799, K.2022/8830 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Bank Asya'daki hesap kayıtları ve bilirkişi raporu üzerinde yapılan incelemeye göre, her ne kadar talimat dönemine uygun düşen mevduat hesabı açma ve para yatırma işlemleri olduğu görülmüşse de; sanığın hesabındaki para yatırma, çekme işlemlerinin Banka'nın TMSF'ye devrinden sonra da devam ettiği, diğer talimat dönemleri ile uyumlu işlemlerinin bulunmadığı, Bank Asya nezdindeki işlemlerinin rutin bankacılık işlemleri dışında değerlendirilemeyeceği, sanığın örgüt liderinin talimatı doğrultusunda, örgüte yardım kastıyla hareket ettiği tespit edilemediğinden örgüte yardım suçundan mahkumiyetini gerektirir her türlü şüpheden uzak delil bulunmayan sanığın atılı suçtan beraati yerine delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi... [bozmayı gerektirmiştir.]"- Yargıtay Ceza Dairesinin 30/6/2022 tarihli ve E.2021/13117, K.2022/4203; 27/6/2022 tarihli ve E.2021/13159, K.2022/4070 sayılı kararları da aynı yöndedir. Yargıtay Ceza Dairesinin 21/6/2022 tarihli ve E.2021/18737, K.2022/3755 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"[S]anık Hilal'in, kendisine ait olan Bank Asya hesabındaki işlemleri eşinin yaptığı yönündeki beyanları gözetildiğinde; sanığın eşi hakkında soruşturma ve/veya kovuşturma dosyası bulunup bulunmadığının araştırılması, varsa onaylı birer suretlerinin Yargıtay denetimine elverişli şekilde dosya arasına alınması, ayrıca duruşma açılarak sanığın bu konuya ilişkin savunmasında beyan ettiği hususlar da sorularak tanık sıfatıyla ayrıntılı beyanlarına başvurulması, sanığa ait hesapta yapılan işlemlere ilişkin banka dekontlarının getirtilerek bu hesabın sanığın eşi tarafından kullanılıp kullanılmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde gerekirse de bilirkişi incelemesi yaptırılarak tespit edilmesi, tüm bu deliller gözetilerek sanığını hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma neticesinde yazılı şekilde hüküm kurulması... [bozmayı gerektirmiştir.]"- Yargıtay Ceza Dairesinin 30/6/2022 tarihli ve E.2021/13118, K.2022/4198 sayılı; 21/09/2022 tarihli ve E.2022/12902, K.2022/4766 sayılı; 16/2/2022 tarihli ve E.2021/8498, K.2022/606 sayılı; 1/3/2022 tarihli ve E.2021/11348, K.2022/989 sayılı; 28/4/2022 tarihli ve E.2021/12945, K.2022/2507 sayılı; 28/3/2022 tarihli ve E.2021/10402, K.2022/1563 sayılı; 1/3/2022 tarihli ve E.2021/11348, K.2022/989 sayılı; 15/6/2022 tarihli ve E.2022/20169, K.2022/3548 sayılı; 28/6/2022 tarihli ve E.2022/12689, K.2022/3959 sayılı kararları da aynı yöndedir. Yargıtay Ceza Dairesinin 24/11/2022 tarihli ve E.2022/20882, K.2022/8420 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "[B]ilirkişi raporunda sanığın Bank Asya ile 1999 yılından beri çalıştığının, 17/25 Aralık sürecinden sonra ticari faaliyetlerini azaltarak devam ettirdiğinin belirtilmesi, sanık müdafinin mahkemenin kabulüne esas para yatırmaları ile ilgili olarak farklı tarihlerde yatan paraların aynı gün hesaptan çekildiğine ve Bank Asyaya para yatırılan tarihlerde farklı banka hesaplarında da para bulunduğuna yönelik temyizi de dikkate alındığında, sanığın aynı tarihlerde başka bankalarda hesaplarının bulunup bulunmadığının var ise hesap hareketlerinin, Bank Asya'ya yatırılan paraların hesapta kalma süresinin araştırılması, 2014 yılı öncesi dahil olmak üzere tüm hesap hareketleri üzerinde belirtilen şekilde bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra örgüte yardım kastıyla hareket edip etmediği, karar yerinde tartışılıp değerlendirildikten sonra hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken yetersiz belgelere dayanılarak eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması... [bozmayı gerektirmiştir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 7/6/2022 tarihli ve E.2021/12369, K.2022/3343 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Sanık hakkında tanzim edilen 2017 tarihli bilirkişi raporuna göre, Bank Asya'da örgüt liderinin talimatından önceki dönemde 4 farklı hesap açılışının olduğu talimattan sonra ise 2014 tarihinde 45,79 gram hurda altın alım satım işlemi için vadesiz mevduat hesabı açtığı bu hesabın halen açık olduğu ve 2014tarihinde 000,00 USD döviz cinsi vadeli katılım hesabı açtırdığı katılım hesabı ile ilgili hesap vade sonlarında vadesinin yenilendiği 2016 tarihinde hesabın kapatıldığı anlaşılmakla; sanığın banka yönetiminin TMSF'ye geçtiği 2015 Mayıs ayından sonra da Banka Asya ile ilişiğini kesmeden söz konusu banka ile çalışmaya devam ettiğinin anlaşılması karşısında Bank Asya'daki hesap hareketlerinin örgüt liderinin talimatı ile olmayıp, rutin bankacılık işlemleri şeklinde olduğu, sendika üyeliğine dair eyleminin ise konum ve kişisel özellikleri nazara alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan ve örgüte yardım etme kastıyla hareket ettiğini ispat eden faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, örgüte yardım suçundan mahkumiyetini gerektirir her türlü şüpheden uzak delil bulunmayan sanığın atılı suçtan beraati yerine delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi... [bozmayı gerektirmiştir.]" - Yargıtay Ceza Dairesinin dernek ve/veya sendika üyeliği ile birlikte banka verilerinin değerlendirilmesine ilişkin 29/9/2022 tarihli ve E.2021/21414, K.2022/5210 sayılı; 30/6/2022 tarihli ve E.2021/13507, K.2022/4206 sayılı; 8/6/2022 tarihli ve E.2021/14247, K.2022/3363 sayılı kararları da benzer yöndedir. Yargıtay sanıkların FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı dernek, sendika ve diğer sivil toplum örgütlerine üyeliklerinin örgütün nihai amacını bildiğini, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dâhil olduğunu tek başına göstermediğini kabul etmiştir (diğerleri arasından bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin 20/4/2021 tarihli ve E.2020/5713, K.2021/2837; 22/3/2021 tarihli ve E.2020/1864, K.2021/2227; 9/10/2019 tarihli ve E.2019/1326, K.2019/5918; 19/10/2020 tarihli ve E.2019/5604, K.2020/5065 sayılı kararları).Yargıtay sanıkların sadece FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı derneklerde üyelik kayıtlarının bulunmasının silahlı terör örgütüne yardım suçunu oluşturmayacağına (Yargıtay Ceza Dairesinin 7/4/2021 tarihli ve E.2020/6785, K.2021/2588 sayılı kararı), sendika ve dernek üyeliğine dair eylemlerinin sempati ve iltisak boyutunu aşmadığına ve örgüt hiyerarşisine dâhil olduğunu göstermediğine (Yargıtay Ceza Dairesinin 17/6/2021 tarihli ve E.2019/9574, K.2021/4104; 17/3/2021 tarihli ve E.2019/8868, K.2021/2169 sayılı kararları), terör örgütüne müzahir derneğin organlarında yer almalarının tek başına örgüt hiyerarşisine dâhil olduğunu göstermediğine (Yargıtay Ceza Dairesinin 16/3/2021 tarihli ve E.2020/5437, K.2021/2637 sayılı kararı) karar vermiştir. Yargıtay, örgüte müzahir sendikanın üyesi olan, bu sendikada bir süre işyeri temsilciliği yapan ve hakkında FETÖ/PDY elebaşına ilgisini gösteren dijital deliller bulunan sanığın (Yargıtay Ceza Dairesinin 26/3/2019 tarihli ve E.2018/4678, K.2019/2059 sayılı kararı), 2013 yılı öncesi dinî sohbetlere katılan ve örgütle iltisaklı derneğin yönetim kurulunda yer alan sanığın eylemlerinin örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceğine (Yargıtay Ceza Dairesinin 30/10/2018 tarihli ve E.2017/3689, K.2018/3718 sayılı kararı) karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 12/12/2022 tarihli ve E.2022/33507, K.2022/9486 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "[S]anık savunması, sanığın örgüt ile iltisaklı dernek üyeliğinin yükümlülüklerini yerine getirmemesi sebebiyle düşürülmüş olması ile banka hesap hareketlerine ilişkin kayıtlar ve bilirkişi raporuna göre; sanığın örgüt talimatı öncesi ve sonrasında hesap hareketleri ve bakiyesinin bulunması, talimat öncesinde katılım hesapları bulunması gözetildiğinde süregelen, mutad hareketlerin dışında örgütsel talimat doğrultusunda işlem yapıldığına dair kesin ve inandırıcı delil veya tespite rastlanmadığı halde, sanığın ispat edilemeyen müsnet suçtan beraati yerine delil ve olguların hatalı değerlendirilmesi neticesinde ve yerinde olmayan gerekçe ile yazılı şekilde mahkumiyet hükmü tesisi... [bozmayı gerektirmiştir.]" | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34526 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda meydana gelen intihara bağlı ölüm olayı ve ölüm temelinde açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucunun oğlu F. çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçlamasıyla Kayseri Sulh Ceza Hâkimliği kararı uyarınca 27/4/2010 tarihinde tutuklanarak İncesu Tutuklu Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) koğuşa yerleştirilmiştir. Kuruma yerleştirildiği tarih itibarıyla 18 yaşını doldurmamış (17 yıl 8 ay) olan F. hakkında düzenlenen genel adli muayene raporunda darp ve cebir izi bulunmadığı belirtilmiştir. F.nin yerleştirildiği koğuşta kendisi dâhil toplam yedi kişi barındırılmaktadır. Kurumun Psikososyal Servisi tarafından düzenlenen 28/4/2010 tarihli Çocuk Tutuklu/Hükümlü Ön Görüşme Tanıma Takip Formu'nda F.nin geçmişte fiziksel ya da psikolojik rahatsızlık geçirmediği, ilaç kullanmadığı, herhangi bir bağımlılığı olmadığı, daha önce kendisine zarar verme girişiminde bulunmadığı ve ilk kez ceza infaz kurumunda bulunduğu tespit edilmiştir. Formun sonuç kısmında ise F.nin kendisini ifade edebilen, sakin, duygusal, içine kapanık bir birey olarak değerlendirildiği, herhangi bir fiziksel/psikolojik rahatsızlık gözlemlenmediği ifade edilmiş ve ailesi ile görüşüldükten sonra genel değerlendirme yapılacağı kaydedilmiştir. 1/5/2010 tarihinde -Olay Tutanağı'nda belirtildiği şekliyle- koğuşta kalan çocukların kapıya şiddetle vurmaları üzerine Kurum personeli koğuşa intikal etmiş, F.nin uzun süredir tuvalette olduğunun söylenmesi üzerine kilitli olan tuvaletin kapısını kırarak içeri girmiş ve F.yi tuvalet penceresinin demir parmaklıklarına çarşaf parçası ile kendisini asmış vaziyette bulmuştur. F. bulunduğu yerden çarşafın kesilmesi suretiyle alınarak Kurum revirine taşınmış ve hemen akabinde acil servis ambulansı ile Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülmüştür. Hastane tarafından düzenlenen rapordan ambulansla getirildiğinde F.nin kalbinin durduğu anlaşılmıştır. İncesu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) olay hakkında yürüttüğü soruşturmada ilk aşamada olay yeri krokisi ve olay yeri inceleme raporu hazırlamıştır. Anılan belgelere göre olay yerindeki 53x53 cm olan tuvalet penceresinin zemine mesafesi 157 cm olup koğuşun banyo ve çamaşırhanesinde yırtılmış çarşaf bulunmuştur. Pencerenin demir parmaklıklarına bağlanmış, ip şeklinde çarşaf parçaları vardır. Sonrasında olay günü Kurumda görevli bulunan personel listesi temin edilmiş, olay yeri fotoğrafları çekilmiştir. Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 18/10/2011 tarihli otopsi raporunda ölümün ası sonucu hipoksik beyin ve komplikasyonları sebebiyle gerçekleştiği tespit edilmiştir. Başsavcılık, mahpusların olay günü ve Kurum personelinin ise olaydan iki gün sonra ifadesini almıştır. 1/5/2010 günü nöbetçi olan ve olaya müdahale eden Kurum personeli A.R. ve O.Ş. birbiriyle örtüşen beyanlarında özetle olay günü gürültü duymaları üzerine koğuşa gittiklerini, koğuşta kalan çocukların tuvaletten uzun süre çıkmayan arkadaşları olduğunu söylemeleri üzerine tuvalet kapısını kırarak kendisini tuvalet penceresinin demir parmaklıklarına çarşaf ile asan F.yi bulunduğu yerden aldıklarını, ambulansı aradıklarını ve F.nin hastaneye sevkini sağladıklarını belirtmiştir. Kurum personeli ayrıca koğuşa olay günü nöbetleri başlayınca uğradıklarını, çocuklara bir sıkıntıları olup olmadığını sorduklarını, herhangi bir olumsuzluk tespit etmediklerini, F.nin bir problemi olduğuna dair izlenim de edinmediklerini ifade etmiştir. koğuşta F. ile birlikte kalan diğer mahpus çocuklar (toplam altı kişi) birbiriyle örtüşen ifadelerinde özetle olay günü F.nin tuvalete girip 15 dakika boyunca tuvaletten çıkmaması üzerine kapıyı çaldıklarını, içeriye bakmaya çalışıp içeriyi göremeyince Kurum personeline haber verdiklerini, Kurum personelinin kapıyı kırdığını, kendisini asmış vaziyetteki F.yi çıkararak ambulansa naklettiğini, ayrıca F.nin kendi hâlinde, içine kapanık, pek konuşmayan biri olduğunu ancak intihar edeceği yönünde bir izlenim edinmediklerini ifade etmiştir. Başsavcılık 28/6/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçede, olay akışına ve toplanan delillere yer verdikten sonra F.nin intihara azmettirildiğine, teşvik edildiğine ya da intiharına herhangi bir şekilde yardım edildiğine dair delil olmadığını, Kurum personelinin de görevlerini ihmal ettiğine ilişkin herhangi bir bulgu tespit edilmediğini belirtmiştir. Karar itiraz aşamasından geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, Kayseri İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde oğlunun intiharında idarenin hizmet kusuru olduğu iddiasıyla tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 25/9/2012 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararında öncelikle konuya ilişkin mevzuata ve ceza soruşturması dâhil olmak üzere olay akışına yer veren Mahkeme, insan hakları yargısı içtihadı uyarınca yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğünün ihlal edildiğinden söz edilebilmesi için intihar riski bilinmesine rağmen gereken önlemlerin alınmaması gerektiğini vurgulamıştır. Kararda devamla ölümün ası nedeniyle meydana geldiğinin sabit olduğunu, eldeki deliller uyarınca, Kuruma gelmesini takiben üç dört gün içinde intihar eden F.nin intihar edeceği izlenimi veren herhangi şüpheli davranışı veya beyanının, yakınmasının olmadığını, tanık ifadelerinin de bu durumu desteklediğini, bu bağlamda Kurum idaresinin ölümün meydana gelmesinde bir kusuru olmadığını ifade ederek ret kararını gerekçelendirmiştir. Ret hükmüne yönelik temyiz talebi Danıştay Onuncu Dairesi tarafından 15/4/2016 tarihinde, karar düzeltme talebi de yine aynı Daire tarafından 29/9/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 18/11/2020 tarihinde öğrenmesinin ardından 18/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/39912 | Başvuru, ceza infaz kurumunda meydana gelen intihara bağlı ölüm olayı ve ölüm temelinde açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, itfaiye memurunun yangına müdahale sırasında yaralanması nedeniyle idare aleyhine açtığı tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesinin Anayasa’nın , , , , ve maddelerinde güvence altına alınan hakları ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 25/09/2013 tarihinde Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 9/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 21/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 1/9/2014 tarihinde bildirilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, itfaiye memuru olarak görev yapmakta iken 21/9/2006 tarihinde meydana gelen bir yangına müdahale sırasında yaralanmıştır. Başvurucu olaydan sonra tedavi altına alınmış, 22/9/2006 tarihinde Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine yatışı yapılmış ve 11/10/2006 tarihinde hastaneden taburcu edilmiştir. Anılan hastanenin taburcu yazısında şu ifadeler yer almaktadır:“22-9-2006 tarihinde bilateral el, önkol ve kollarda, yüzde toplam % 15 oranında derece alev yanığı nedeni ile servise yatırılan hastanın pansumanları yapılarak takip ve tedavisi yapılmıştır, ek sorunu olmayan hasta 11-10-2006 tarihinde salah ve önerilerle taburcu edilmiştir.” Başvurucu taburcu olduktan sonra çeşitli tarihlerde istirahat raporları almıştır. Yanık sekeli nedeniyle 23/10/2009 tarihinde özel bir hastanenin plastik cerrahi servisine sevki yapılan başvurucu, bahsedilen hastanede ameliyat edilmiş ve 28/10/2009 tarihinden itibaren 10 (on) gün istirahatı uygun görülmüştür. Başvurucu vücut bütünlüğünde meydana gelen zararı ve iş gücü kaybını tespit ettirmek için Gaziantep Şehitkamil Devlet Hastanesine başvurmuş, anılan hastanece başvurucunun %3 fonksiyon kaybının olduğuna ilişkin 21/12/2011 tarihli kesin sağlık raporu düzenlenmiştir. Başvurucu anılan raporu ibraz ederek 24/1/2012 tarihinde, çalışmakta olduğu kamu idaresine başvurmuş ve zararının tazminini talep etmiştir. İlgili kamu idaresi tarafından başvurucunun talebine olumsuz cevap verilmesi üzerine başvurucu Gaziantep İdare Mahkemesinde 000 TL manevi tazminatın ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Gaziantep İdare Mahkemesi 20/4/2012 tarihli ve E.2012/686, K.2012/420 sayılı kararıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Dava dosyasının incelenmesinden; Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanlığı İtfaiye Müdürlüğü'nde memur olarak görev yapan davacının, 2006 tarihinde Gaziantep Küsket Sanayi Sitesinde meydana gelen yangına müdahale sırasında yaralandığı, olay ile ilgili 2011 tarihinde Şehitkamil Devlet Hastanesine başvuruda bulunması üzerine aynı tarihte %3 fonksiyon kaybı olduğuna dair kesin sağlık raporu verildiği, alınan rapor doğrultusunda meydana gelen zararın giderilmesi istemiyle 2012 tarihinde davalı idareye başvurulduğu, söz konusu başvurunun reddi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Olayda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi uyarınca, dava konusu tazminat talebinin dayanağı olan olayın meydana geldiği 2006 tarihinden itibaren beş yıl içerisinde söz konusu olay ile ilgili uğranıldığı ileri sürülen zararın giderilmesi istemiyle davalı idareye başvurulması gerekirken bu süre geçirildikten sonra 2012 tarihinde davalı idareye yapılan başvuru dava açma süresini canlandırmayacağından, olay tarihinden beş yıl süre geçtikten sonra idareye yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın, süreaşımı nedeniyle esastan incelenmesine olanak bulunmamaktadır.” Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 10/12/2012 tarihli ve E.2012/8135, K.2012/10285 sayılı kararıyla onanmış, karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 27/6/2013 tarihli ve E.2013/4188, K.2013/5562 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar başvurucuya 5/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından 25/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir:“ İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir. Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7400 | Başvuru, itfaiye memurunun yangına müdahale sırasında yaralanması nedeniyle idare aleyhine açtığı tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesinin Anayasa’nın 2. , 5. , 17. , 36. , 49. ve 50. maddelerinde güvence altına alınan hakları ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kanuni bir dayanağı bulunmadan verilen müsadere kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Aşamasına Kadar Olan Süreç A. Fabrikası önünde yasak yöntem olan trol ağları ile su ürünleri avcılığı yapıldığının tespit edilmesi üzerine Yalova İl Emniyet Müdürlüğü ekipleri olay mahalline gitmiş, tekneyi durdurmuş ve 20/2/2018 tarihli tutanağı tutmuştur. Söz konusu tutanakta; Aksa açıklarında hareket hâlinde bulunan ''NİHAT REİS'' isimli tekne ile trol tabir edilen yasak yöntemle su ürünleri avcılığı yapıldığının tespit edildiği belirtilmiştir. Tutanakta ilgili kolluk görevlilerinin yanı sıra tekne içinde bulunan beş balıkçının da imzası bulunmaktadır. Yalova Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü, tekne sahibi başvurucu ve teknede bulunan beş balıkçı hakkında yasak yöntemle balık avlama eylemi nedeniyle 23/2/2018 tarihinde İdari Yaptırım Tutanakları düzenlemiştir. İlgili tutanaklarda tekne sahibi başvurucu hakkında 000 TL, diğer tayfaların her biri hakkında ise ayrı ayrı 000 TL idari para cezası uygulanmıştır. İdari yaptırım kararından sonra 2/3/2018 tarihli ikinci bir tutanak ile tekne üçüncü kişiye yediemin sıfatıyla teslim edilmiştir. Yalova Valiliği 9/3/2018 tarihli üst yazı ile teknede el konulan su ürünlerinin ve teknenin müsaderesine karar verilmesi istemiyle kolluk tarafından tutulan belgeleri Yalova Sulh Ceza Hâkimliğine göndermiştir. Yalova Sulh Ceza Hâkimliği yasak olan trol avcılığında kullanıldığı gerekçesiyle 8/5/2018 tarihinde, ''NİHAT REİS'' isimli balıkçı teknesinde bulunan su ürünleri ile teknenin 22/3/1971 tarihli ve 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu'nun maddesinin (a) bendi ile maddesinin (i) bendi ve 4/12/2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca müsaderesine itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir. Başvurucu 23/5/2018 ve 30/5/2018 tarihli dilekçelerle müsadere kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçelerinde başvurucu; müsadere kararına konu su ürünleri ve balıkçı teknesi ile ilgili olarak 1380 sayılı Kanun'da mülkiyetin kamuya geçirilmesi uygulamasının düzenlenmediğini, 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un geçici maddesine göre müsaderenin hukuken mümkün olmadığını ve Yargıtay içtihatları ile emsal mahkeme ilamları gereğince de müsadere kararının kaldırılması gerektiğini belirtmiştir. İtirazları inceleyen Bursa Sulh Ceza Hâkimliği 5/6/2018 tarihinde itirazların ayrı ayrı reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 20/6/2018 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu vekili 25/6/2018 tarihinde kanun yararına bozma yoluna gidilmesini talep etmiştir. Başvurucu 19/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası Yargılama Süreci Başvurucunun kanun yararına bozma yoluna gidilmesi istemini değerlendiren Bakanlık 14/11/2018 tarihli yazısı ile kanun yararına bozma talebinde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) 9/5/2019 tarihinde kanun yararına bozma talebini yerinde görerek ilk derece mahkemesi kararını bozmuş ve teknenin -sahibi olan- başvurucuya iadesine karar vermiştir. Daire anılan kararında idari yaptırım kararına dayanak teşkil eden kanun hükmünün 31/12/2008 tarihinden sonra yürürlükten kalktığına işaret etmiştir. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Teke, B. No: 2016/12039, 9/5/2019, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22595 | Başvuru, kanuni bir dayanağı bulunmadan verilen müsadere kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, askerlik hizmetini yapan bir kişinin ölümüne neden olan eylemin etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı 5'inci Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinden temin edilen E.2013/675, K.2013/137 sayılı dava dosyası çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu G.Ö., Samandağ İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde vatan hizmetini ifa ederken 12/1/2008 tarihinde saat 00 sıralarında Samandağ Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan 3 No.lu nöbet kulübesinde tuttuğu "00-00" nöbeti sırasında Jandarma Er Ü.A. tarafından ateşli silahla vurulmuş ve yaşamını yitirmiştir. G.Ö.nün ölümü Hatay İl Jandarma Komutanlığınca 12/1/2008 tarihinde saat 30 sıralarında 5'nci Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığına (Savcılık) bildirilmiş,Savcılıkça derhâl soruşturma başlatılmıştır. Askerî savcı, olay yeri inceleme ekiplerinin olay yerine gitmeleri ve olay yerinin olduğu gibi korunması talimatını vermiş ve saat 00 sıralarında olayın meydana geldiği ceza infaz kurumuna varmıştır. Savcı, olay yerinin fotoğraflarını çektirmiş; ölenin ve şüpheli Ü.A.nın el ve yüz svaplarının alınmasını istemiş ve olay yerini incelemiştir. Savcının talimatı üzerine olay yeri inceleme ekiplerince olay yerinin krokisi çizilmiş, olay yeri ve çevresinin ölçümleri yapılmış, olay yerinde bulunan boş kovan, tüfekler, şarjörler ile el ve yüz svapları Adana Polis Kriminal Laboratuvarına gönderilmiştir. Savcı 12/8/2008 tarihinde biri askerî hekim diğeri adli tıp uzmanı olmak üzere iki hekim yardımıyla ölü muayene ve otopsi işlemi yapmıştır. Yapılan işlemler sonucunda sol meme başının 0,5 cm sağında etrafında atış artıkları (is ve yanık) bulunan ateşli silah giriş yarası mevcut olduğu, sol kürek kemiği alt iç kısımda ateşli silah mermi çekirdeği çıkış yarasının bulunduğu, ateşli silah giriş ve çıkış yarası dışında travmatik değişim olmadığı, atışın bitişik atış mesafesinden yapıldığı, ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı iç organ delinmesi neticesinde gelişen iç ve dış kanama sonucu ölümün meydana geldiği saptanmıştır. Savcı 12/1/2008 tarihinde olay anında girişe göre soldaki 1 numaralı nöbet kulübesinde nöbet tutan İ.A.nın, olay anını görme ihtimali bulunan ceza infaz kurumu çevresindeki bir tarla sahibi olan K.Ö.nün, olay günü şüpheli Ü.A., ölen G.Ö. ve tanık İ.A.ya doldur boşalt işlemi yaptıran T.T.nin, olay tarihinde nöbetçi çavuş olan Ç.R.B.nin, olay tarihinde ceza infaz kurumunda 00-00 nöbetçileri olan F.K., İ.H.G. ve S.K.nın, olay günü 00-00 nizamiye nöbetçisi olan F.S.S.nin, olay günü 00-00 nizamiye nöbetçisi olan G.G.nin, İ.A., Ü.A. ve G.Ö.yü nöbete götüren araç sürücüsü K.nin, bazı ifadelerde ismi geçen K. ile Z.K.nin ifadelerini almıştır. Söz konusu kişilerin ifadelerinden olay anını görmedikleri anlaşılmaktadır. Olayın oluş şekli İ.A.nın yardımıyla canlandırılmış ve savcının talimatı üzerine görüntülü kayda alınmıştır. Şüpheli Ü.A., 5'nci Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinin13/1/2008 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Savcı ölene ve şüpheliye ait künye defter kayıtlarını, kaza önleme kurul toplantı tutanağını ve 30/11/2007 tarihli tebellüğ belgesini, ölenin Samandağ İlçe Jandarma Komutanlığında görevlendirildiğine dair mesaj emrini, nöbet genel ve özel talimatlarını, olay anında ölenin, şüphelinin ve İ.A.nın nöbetçi olduğuna ilişkin hizmet defteri kaydını, şüpheliye ait nişancılık tekamül kartı ve atış kâğıtlarını, nöbet öncesinde ölene 15 P 860 seri numaralı tüfeğin, şüpheliye 14 N 324 seri numaralı tüfeğin ve İ.A.ya 14 K 678 seri numaralı tüfeğin verildiğine dair silahlık defterini ve şüpheliye zimmetli tüfeğin 13 B 993 olduğuna ve şüphelinin tüfeğinin onarıma gittiğine dair onarım belgesini dosyaya aldırmıştır. Savcı ayrıca olay hakkında yapılan idari tahkikata ait evrakın örneklerini getirtmiştir. Şüpheli Ü.A. ile ölen G.Ö. arasında husumet bulunup bulunmadığı, bu kişiler arasında daha önce kavga yaşanıp yaşanmadığı hususları savcının talebi üzerine Samandağ İlçe Jandarma Komutanlığınca araştırılmış ve bu konuda yirmi kişinin ifadesi alınmıştır. İfade verenlerin Ü.A. ile G.Ö. arasında husumet bulunmadığını ve daha önce aralarında kavga olmadığını beyan ettikleri görülmüştür. Adana Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 22/1/2008 tarihli uzmanlık raporunda incelemeye esas kovanın 14 N 324 seri numaralı tüfekten atıldığı belirtilmiştir. Adana Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 4/2/2008 tarihli uzmanlık raporunda Ü.A.ya ait sol el üstü, sağ el avuç içi ve sağ el üstü svap alma bantlarında atış artığı olduğu, G.Ö.ye ait sol el avuç içi, sol el üstü ve sağ el avuç içi svap alma bantlarında atış artığı olduğu, inceleme konusu hücum yeleğinin sol göğüs bölgesinde 3 cm çapında bir adet mermi giriş deliğinin, kamuflaj rüzgâr ceketinin sırt orta bölgesinde 5 cm çapında bir adet mermi çıkış deliğinin bulunduğu ve mermi giriş deliğinin bitişik atış sonucu meydana geldiği belirtilmiştir. Savcılık 12/5/2008 tarihli ve 2008/347 karar sayılı iddianamesiyle "tetiğe basmaktan vazgeçip kurma kolunu geriye çekmesine rağmen tekrar kurma kolunu çekmesi nedeniyle Ü.A.nın G.Ö.nün ölebileceğini öngördüğü, kasten öldürmek istemese de tetiği çektiği ve böylece G.Ö.yü öldürdüğü" iddiasıyla olası kasıtla öldürme suçundan Ü.A. hakkında 5'nci Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde kamu davası açmıştır. Mahkeme, sanık Ü.A.nın sorgusunu yapmış, başvurucuyu katılan sıfatıyla dinlemiş, tanıklar İ.A., S.K., S.A.A., T.T., İ.Ç.yı bizzat; tanıklar K., Ç.R.B. ile suçtan zarar görenler N.Ö., Y.Ö., Ö. ve E.Ö.yü istinabe yoluyla dinlemiştir. Mahkeme, Ü.A.nın akıl sağlığıyla ilgili olarak Adana Asker Hastanesinden rapor aldırmıştır. 7/11/2008 tarihli raporda, Ü.A.da sınır zeka (hafif düzeyde entelektüel işlev bozukluğu) bulunduğu, bu durumun davranışlarını yönlendirme yeteneğinde kısmi azalmaya sebep olduğu, bu rahatsızlık nedeniyle cezasında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca indirim yapılabileceği belirtilmiştir. Mahkeme G.Ö. ile Ü.A.ya ait telefonlar ile olay günü yapılan iletişimlere ait kayıtları da getirtmiştir. Mahkeme 1/9/2009 tarihinde bilinçli taksirle öldürme suçunu işlediği gerekçesiyle Ü.A.nın neticeten 2 yıl 9 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Söz konusu hüküm, Askerî Yargıtay Dairesince, ölenin kusurundan da söz edilmesine ve bu hususun alt sınırdan ceza verilmesine gerekçe olabilmesine karşın teşdit nedeni yapıldığı ve gerekçenin hatalı olduğu gerekçesiyle usul yönünden bozulmuştur. Bozma üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkeme 17/4/2013 tarihinde bilinçli taksirle öldürme suçunu işlediği gerekçesiyle Ü.A.nın neticeten 2 yıl 9 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet hükmünün ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya kapsamındaki tüm delillerin detaylı tetkiki neticesinde; sanık geçici terhis belgesi ile terhis edilmiş olan J.Er Ü.A. ile müteveffanın J.ErG.Ö.nün Hatay/Samandağ İlçe J.K.'lığına bağlı Mrk.J.Krk.K.'lığı emrinde askerlik hizmetlerini yerine getirmekte oldukları, dış çevre emniyeti Ilçe J.K.'lığı sorumluluğunda bulunan Samandağ Kapalı Cezaevinin İlçe J.K.'lığına 1,5-2 km. kadar mesafede bulunduğu, cezaevinin dört ayrı köşesinde nöbet yerlerinin bulunduğu ancak üçünde nöbet tutulduğu, cezaevine araç girişinin olduğu kapının yanında bulunan nöbet yerinin 1 nolu nöbet yeri, 1 nolu nöbet yerinin görüş alanında 4 nolu nöbet yerinin bulunduğu, 1 nolu nöbet yerinden 2 nolu nöbet yerinin görülemediği, 3 nolu nöbet yerinin ise 1 nolu nöbet yerinin çaprazına düştüğü ve aralarında cezaevi binasının bulunması nedeniyle birbirlerini göremedikleri, 1, 2 ve 3 nolu nöbet yerlerine silahlı ve mühimmatlı nöbetçi yazıldığı, 1 nolu nöbet yerinde nöbet tutan nöbetçinin 4 nolu nöbet yerine kadar devriye görevinin de bulunduğu, 2008 günü 00-00 saatleri arasında sanık J.Er Ü.A.nın 2 nolu nöbet yerinde, müteveffa J.ErG.Ö.nün 3 nolu nöbet yerinde ve J.Er İ.A.nın 1 nolu nöbet yerinde nöbetçi olarak görevlendirilmiş oldukları, nöbetçilerin Nöb.Astsb. T.T. tarafından doldur-boşalt işlemlerinin yapılmasına müteakip Nöb.Astsb. tarafından askeri araçla cezaevine geldikleri, sanığın üzerinde nöbet silahı olarak 14 N 324 seri nolu G-3P.Tf.'nin bulunduğu 00-00 saatleri arasında nöbetçi olan J.Onb. F.K., J.Er S.K. ve J.Er İ.H.G.nin nöbetlerini yeni gelen nöbetçilere teslim ederek cezaevinden yine araçla ayrıldıkları, nöbetçilerin silahlarına dolu şarjörün takılı olduğu, sanık ve müteveffanın nöbet esnasında üstlerinde cep telefonu bulundurdukları, nöbette ilk bir saati doldurduktan sonra müteveffanın 1 nolu nöbet yerinde nöbetçi olan İ.A.nın yanına geldiği, bir süre sohbet ettikten sonra 4 nolu nöbet yerinin olduğu istikametten kendi nöbet yerine döndüğü, müteveffa nöbet yerine döndükten yaklaşık 10 dk kadar sonra sanığın müteveffanın nöbet yerine gittigi, müteveffanın sağ kulağına kulaklık takmış vaziyette cep telefonundan müzik dinlemekte olduğu ve silahını da nöbet kulübesinin içinde bir yere dayamış olduğu, sanığın da müteveffanın yanına geldiğinde silahını kulübenin içinde bir yere dayadığı, sanıkla müteveffanın aralarında bir süre sohbet ettikleri, müteveffanın sevdiği bir kız olduğunu ancak vermediklerinden bahsettiği, daha sonra sanığın nöbet yerine dönmek için silahını sol koluna takarak kulübeden çıkmak istediği ancak müteveffanın sanığın omzuna vurarak geri döndürdüğü ve kulübenin içine geri çektiği ve sanığın silahının namlusundan tutarak "beni vur, vurmazsan ben seni öldürürüm, tel örgülerden aşağı atarım, sorarlarsa kız peşinden gitti diye komutanlara söylerim" dediği, bu sözlerin sanıkta tedirginlik ve korku yarattığı ve silahının kurma kolunu çekip bırakmak suretiyle silahını tam dolu duruma getirdiği, daha sonra sanığın silahının kurma kolunu tekrar geri çekerek silahını boşalttığı, yere bir adet dolu mermi düştüğü, sanığın yerden dolu mermiyi avcuna aldığı, sanıkla müteveffanın arasında bu esnada itiş ve kakışmanın da devam etmekte olduğu, sanığın geriye çekili ve takılı vaziyette olan kurma koluna elinin çarptığı ve dolu şarjör takılı durumda olan silahın yeniden tam dolu durumuna geldiği, silahın namlusunun bu esnada müteveffanın göğsüne yönelmiş olduğu, silahın emniyet mandalının bir şekilde açılmış olduğu ve tek atış durumuna getirildiği (sanık soruşturma ifadesinde doldur boşalt yapıldıktan sonra cezaevine araçla geldiklerini bu esnada emniyet mandalının açık kalmış olduğunu farkettiğini beyan etmiştir), sanığın tetiğe bastığı, müteveffanın göğsünden vurulduğu... sanık savunması, tanıkların beyanları, yukarıda dizi numaraları belirtilen yazılı deliller ve tüm dosya kapsamından maddi vaka olarak anlaşılmaktadır. ...Sanığın ve dinlenilen diğer tanıkların beyanlarından sanık ile maktul arasında olay öncesinde herhangi bir husumet bulunmadığı, tartışma veya kavga yaşanmadığı, aksine iyi birer arkadaş oldukları, sanığın maktulü öldürmesi için hiçbir neden bulunmadığı, olay sonrasında sanığın şoka girdiği ve titrer vaziyette bulunduğu, olay yerine gelen diğer nöbetçi İ.A.ya "Ambulans çağır, karakola haber ver" şeklinde konuşmuş olması hususları birlikte değerlendirildiğinde sanığın müteveffayı öldürmek kastıyla hareket ettiğinin kabulü mümkün görülmemiş ve eylemini taksirle gerçekleştirdiği kabul edilmiştir. Sanıkla müteveffa arasında devam eden olayın ikinci aşamasında ise sanık yine müteveffanın da kendisine yönelik söz ve eylemlerinin yarattığı baskı altında iken olay mahallinden bir an önce uzaklaşması gerekirken uzaklaşmayıp olay yerinde kalıp geride takılı durumda olan kurma kolunu düşürüp mermi basılı olan şarjörün takılı olması nedeniyle silahını tam dolduruşa getirmiş ve ne zaman ne şekilde tek atış durumuna getirildiği tespit edilemeyen emniyet mandalının da emniyet konumunda olmaması neticesinde tetiğe basması sonucu maktulü göğüs bölgesinden tek atışla vurarak ölümüne sebebiyet vermiştir. Olayın ikinci aşamasında sanığın artık dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket ettiği görülmektedir..." Katılan sıfatıyla yargılamada yer alan başvurucu; keşif yapılmadan tanık anlatımlarına hukuki sonuç bağlanamayacağı, suç vasfının yanlış belirlendiği, eylemin kasten öldürme suçunu oluşturduğu, ölenin sanık üzerinde baskı veya tedirginlik yaratacak davranışlarının sebebinin araştırılmadığı ve olayın basite indirgendiği iddialarıyla mahkûmiyet hükmünü temyiz etmiştir. Başvurucu, diğer katılanlar ve sanığın talebi üzerine temyiz incelemesi yapan Askerî Yargıtay Dairesi 19/11/2013 tarihinde, katılanlar lehine hükmedilen vekâlet ücretinin eksik olması nedeniyle hükmün bozulmasına ancak bozma sebebi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden vekâlet ücretine ilişkin kısmın düzeltilerek hükmün onanmasına karar vermiştir. Nihai karar, başvurucu tarafından 3/1/2014 tarihinde öğrenilmiş olup yasal süresi içinde, 3/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 5237 sayılı Kanun'un "Kast" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanunî tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. (2) Kişinin, suçun kanunî tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi hâlinde olası kast vardır. Bu hâlde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir." 5237 sayılı Kanun'un "Taksir" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: "(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır. (2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. (3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle öldürme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: " (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1390 | Başvuru, askerlik hizmetini yapan bir kişinin ölümüne neden olan eylemin etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, avlanma yasağı olan bölgede avlanıldığı gerekçesiyle düzenlenen idari para cezası tutanağına karşı açılan davada usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 22/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2016/11862 numaralı başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/11861 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/11861 numaralı başvuru dosyası üzerinden yapılmasına ve 2016/11862 numaralı başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek bulunmadığını belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Balıkçı olan başvurucular, donatanı oldukları "Okan Özcan" isimli trol teknesinin Yumurtalık önlerinde sahilden 87 mil mesafede ve av yasağı olan 2 milin içinde trol ile su ürünleri avcılığı yaptığının 7/4/2015 tarihinde Sahil Güvenlik Komutanlığınca tanzim edilen tutanaklar ile tespit edildiği gerekçesiyle ayrı ayrı 249 TL idari para cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucular, idari para cezası işlemlerine karşı Adana İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır. Adana İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 31/3/2016 tarihli kararlarıyla kesin olarak davaların reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde; Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı TCSG 306 Komutanlığınca olay günü tanzim edilen tutanak ile başvurucuların donatanı oldukları "Okan Özcan" isimli trol teknesinin Yumurtalık önlerinde 36 63 K-35 98 D mevkiinde ve sahilden itibaren 87 mil mesafede olduğu, GPS mevkii harita üzerinde pilotlandığında bu yerin sahilden 85 mil mesafede bulunduğu ve yapılan ölçümler değerlendirildiğinde teknenin sahilden itibaren 2 mil içinde su ürünleri istihsali yaptığının tespit edildiği belirtilmiştir. Kararda, avlanmanın yasak olduğu bölgede yapıldığının radar tespit tutanağı ile tespit edilmesi, teknelerin görüntülerinin CD ile kayda alınması ve cezanın dayanağı tutanağın aksinin ortaya konulmaması dolayısıyla anılan teknenin mevzuatta belirtilen yasak, sınırlama ve yükümlülüklere aykırı olarak avlandığı sonucuna varılmıştır. Nihai kararlar 23/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 22/6/2016 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 9/7/1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu'nun "Görevler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Sahil Güvenlik Komutanlığının görevleri şunlardır:... (C) Liman sınırları dışında :... 22/3/1971 tarih ve 1380 sayılı Su Ürünleri Kanununa,...Aykırı eylemleri önlemek, izlemek, suçluları yakalamak, gerekli işlemleri yapmak, yakalanan kişi ve suç vasıtalarını yetkili makamlara teslim etmek." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir.'' 2577 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. Ancak, davanın ihbarı Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır. Bilirkişiler, bilirkişilik bölge kurulları tarafından hazırlanan listelerden seçilir ve bilirkişiler hakkında Bilirkişilik Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller” başlıklı maddesi şöyledir: “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11861 | Başvuru, avlanma yasağı olan bölgede avlanıldığı gerekçesiyle düzenlenen idari para cezası tutanağına karşı açılan davada usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; ceza yargılamasında beraat kararı verilmesi nedeniyle lehe vekâlet ücretine hükmedilmesi istemiyle yapılan istinaf talebinin değerlendirilmemesi sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Özel bir eğitim kurumunda sorumlu müdür olarak görev yapan başvurucu hakkında, Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığının 19/1/2018 tarihli iddianamesiyle kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçundan dava açılmıştır. Başvurucu davada vekil aracılığıyla temsil edilmiştir. Yargılama neticesinde Fethiye Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 17/12/2019 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Kararda başvurucunun kamu kurumunu dolandırma ve resmî belgede sahtecilik yapma kastıyla hareket etmediğinin anlaşıldığı açıklanmıştır. Yargılama giderleri, Maliye Hazinesi üzerinde bırakılmış ancak vekâlet ücretine ilişkin bir değerlendirme yapılmamıştır. Karara karşı Cumhuriyet savcısı, katılan sıfatıyla yargılamaya dâhil olan Millî Eğitim Bakanlığı (İdare) ve başvurucu istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucu, istinaf dilekçesinde hakkında beraat kararı verilmesine rağmen lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle kararın düzeltilerek onanmasını talep etmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 29/9/2020 tarihinde Cumhuriyet savcısı ve İdarenin istinaf başvurularının kesin olarak esastan reddine karar vermiştir. Kararda yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, iddia ve savunmalarda dile getirilen ve resen dikkate alınan esasa etkili tüm delillerin hukuka uygun yöntemlerle toplandığı ve iddia ile savunmanın yanı sıra toplanan delillerin gerekçeli kararda tartışıldığı belirtilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesine göre oluşan vicdani kanaat dosyadaki bilgi ve belgelere uyumlu olup yüklenen suçlar açısından başvurucunun kast veya taksirinin bulunmadığı anlaşıldığından Cumhuriyet savcısı ve İdarenin istinaf gerekçeleri yerinde değildir. Başvurucu, nihai kararı 30/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 16/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36166 | Başvuru, ceza yargılamasında beraat kararı verilmesi nedeniyle lehe vekâlet ücretine hükmedilmesi istemiyle yapılan istinaf talebinin değerlendirilmemesi sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/53328 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşullar gerçekleşmemesine rağmen hiçbir somut delil bulunmadan verilen hukuka aykırı tutuklama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların kabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden başvurunun Bölüme gönderilmesine ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne 19/2/2019 tarihinde karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş, çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, en son Delice Hâkimi olarak görev yapmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile -Delice hâkimi olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş, başvurucu 24/8/2016 tarihinde meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, hakkında başlatılan soruşturma kapsamında 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığında alınan 18/7/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Suçlamayı kabul etmiyorum. Ne Fettullahçı Terör Örgütü ne de başka bir terör örgütü ile uzaktan veya yakından herhangi bir ilgim bulunmamaktadır. Yapılan darbe girişimini alçakça ve haince buluyorum. Lanetliyorum. Kim yaptı ise Allah cezasını versin diyorum. Ben bir hâkimim hukukçuyum, darbe isnadını kendime hakaret olarak kabul ediyorum. Bir hukukçu olarak hâkim olarak darbeyi desteklemem mümkün olamaz demokrasiye göre seçim ile gelen hükümet yine seçimle yani milletin iradesi ile değişebilir bunun aksini düşünmek mümkün değildir. Bu hain girişimi kınıyorum. Tarafıma yapılan suçlamaları asla kabul etmiyorum. Tüm suçlamaları reddediyorum. Ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bağımsız, tarafsız, anayasaya, kanunlara, hukuka, hak ve adalete göre vicdanı ile karar veren bir hâkimim. Görevimi yaparken hiç kimseden emir ve talimat almadım. Hiçbir suç yapısı ile ilişkim olmadı. Kutsal mesleğimin şeref ve onuruna yakışır bir şekilde mesleğimi yaptım. Zaten okunan belgelerde de hakkımda herhangi bir delil bilgi, belge bulunmamaktadır. Sadece bir listede ismim geçtiği için bu suç isnadı ile karşı karşıyayım. Suçsuzluğumu ispatlamak zorunda bırakıldım. Ayrıca 2802 Sayılı Hâkim Savcılar Kanunu'nun maddesine göre bir hâkim hakkında yakalama, arama, sorguya sevk işlemleri ancak ağır cezayı gerektiren suç üstü halinde mümkün olup tarafıma isnat edilen suçla herhangi bir ilgim bulunmadığı gibi suç üstü hali gibi bir durum da bulunmamaktadır. Yapılan yakalama gözaltı işlemleri kanuna, hukuka aykırıdır. Kısa adı FETÖ/PDY yani Fethullahçı Terör Örgütü/Parelel Devlet Yapılanması ile ilgili bir bağlantısı olup olmadığı, toplantılarına katılıp katılmadığı, maddi veya ayni ya da para yardımında bulunup bulunmadığı, sohbetlerine katılıp katılmadığı soruldu:Asla kabul etmiyorum. Ben bağımsız ve tarafsız olarak görevimi yerine getirdim. Çevremde dürüst ve çalışkan ve en önemlisi tarafsız ve bağımsız bir hâkim olarak bilinmekteyim. ...15/7/2016 tarihindeki cebir ve tehdit kullanarak yapılan eylemler ile ilgili herhangi bir fiili bir desteği veya yardımı olup olmadığı soruldu:Kesinlikle herhangi bir desteğim yoktur. Aynı tarihte öğleyin Kırıkkale Adliyesi'ne Hâkim olan eşim ile birlikte onun başvurusunu yapmak ve lojman başvurumuzun sonucunu almak üzere geldik. Kırıkkale Adliyesi'ne ait lojmanda .. Blk. .. Numaradaki tarafımıza tahsis edilen lojmanı görmek üzere gittik. Lojmandaki eksiklikleri boya badana işlerini halletmeye çalıştık yanımızda çocuklarımız vardı. Telefonla nakliye, temizlik işlemlerini halletmeye çalıştık. Buradan hatırladığım kadarıyla mesai sonrası Ankara'ya geçtik. Bir aile dostumuzda kaldık. Burada ertesi gün sabah çıkarak daha önceden yer ayırttığımız Çakraz'da iki gün tatil yapmayı planlıyorduk. Ancak 15/7/2016 tarihinde akşam 21:30 gibi çocukları parka indirdik bu arada uçakların çok alçaktan uçması ve gürültü nedeniyle ne olduğunu anlamaya çalıştım. Çocukları tekrar içeriye aldık. İleri saatlerde bu hain alçakça girişimi öğrendik. Sabaha kadar uyumadık çocuklarımız korktu. Bu olaydan biz de vatandaş olarak mağduruz. Ben, değil insan canına kıymak her türlü canlının zarar görmesinden bile mütessir olan kişiyim. Manevi anlamda dahi herhangi bir desteğim yoktur yukarıda anlattığım gibi darbeye kalkışanları lanetliyorum. Bunu yapanların en ağır şekilde cezalandırılması temennimdir. Bu fiilin benim ile irtibatlandırılmasına bir anlam veremedim. Ortada illiyet bağı bulunmamaktadır. Ben mesleğimin gereklerini yerine getiren, öncelikle iş hayatına önem veren, fazla mesai yapmam nedeniyle aileme yeterince vakit bile ayıramayan bir insanım. Bu durumdan çok muzdaribim. Suçlamayı kesinlikle kabul etmiyorum. Takipsizlik kararı verilmesini ya da en kötü ihtimalle tutuksuz yargılanmayı istiyorum...." Başvurucu 18/7/2016 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle Savcılık tarafından Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliği 18/7/2016 tarihinde, başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... 15/7/2016 günü başlatılan darbeye teşebbüs eyleminin FETÖ/PDY terör örgütüne üye kişilerce gerçekleştirilmek istendiğinin iddia edilmesi, 16/7/2016 tarihinde HSYK tarafından yapılan değerlendirmede darbeye teşebbüs eylemi sonrasında aralarında sorguları yapılan şüphelilerin görevden uzaklaştırılmaları yönünde karar alınması ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu'nun 16/7/2016 tarihli yazısı göz önünde bulundurulduğunda şüpheliler tarafından işlendiği iddia edilen suçlar yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, atılı suçların CMK'nın 100/3- maddesinde belirtilen katalog suçlardan bulunduğu, aynı maddenin fıkrasına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığı halinde tutuklama nedeninin var sayılabileceği, isnat edilen suçların kanunda öngörülen ceza miktarı göz önüne alındığında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüpheliler N., ...'nın isnat edilen suçlardan CMK'nın maddesi gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına, ...[karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 27/7/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Kırıkkale Sulh Ceza Hakimliği'nin 18/7/2016 tarih ve 2016/153sorgu sayılı şüpheli N.'nin tutuklanmasına dair kararının gerekçesinde hukuka aykırı herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, tutuklama tarihinden bu yana şüpheli lehine herhangi bir değişiklik olmadığı anlaşıldığından itirazın reddine... [kesin olarak karar verildi.]" Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliğince, başvurucunun tahliye talebinin reddine ve itiraz konusu soruşturma evrakının itirazı incelemeye yetkili Ankara Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine dair verilen 2/8/2016 tarihli karar sonrasında Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince, itirazın reddine ve başvurucunun tutukluluk halinin devamına 8/8/2016 tarihinde kesin olarak karar verilmiştir. Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada 1/9/2016 tarihinde verilen yetkisizlik kararı ile dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 6/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 7/9/2016 tarihinde,başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tahliyesine ve hakkında imza atmak şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Soruşturma aşamasında dinlenen tanık S.Y.nin HSYK müfettişlerince alınan 13/4/2017 tarihli ifadesinin başvurucu hakkındaki ilgili kısmı şöyledir:"Ben Mardin'de görev yaparken ilgili de orada hâkim olarak görevli idi. Tavır davranış ve söylemleri itibariyle FETÖ/PDY mensubu olduğunu açıkça hissettiriyordu. Sürekli paralel yapı mensubu kişilerle birlikte hareket ediyordu." Başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan 18/10/2018 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19/10/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında bazı genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamenin başvurucu hakkında iddia olunan suça ve örgüt bağlantısına ilişkin kısımları özetle şöyledir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle başvurucunun HSYK tarafından meslekten çıkarıldığı ve bu kararın kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Tanık S.Y.nin 13/4/2017 tarihli ifadesindeki başvurucuyla ilgili beyanlarına (bkz. § 22) yer verilmiştir.iii. Emniyet tarafından düzenlenen 5/6/2017 tarihli HTS analiz raporunda, başvurucunun kullandığı telefonla haklarında FETÖ/PDY kapsamında soruşturma yürütülen bir kısım kişiyle görüşmesinin bulunduğuna yer verilmiş ise de bu kişilerin genellikle yargı mensubu olduğu ve örgütün üst düzey yöneticisi olduklarına dair de bir tespite yer verilmediği belirtilmiştir.iv. İddianamenin sonuç ve talep kısmı ise şöyledir:"Şüpheli hakkında; FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından verilen meslekten çıkarma kararı, beyan, kolluk tarafından düzenlenen raporlar ve tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şüphelinin, Fetullahçı Silahlı Terör Örgütünün ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, kendi iradesini örgütün iradesine terk ettiği, örgüt hiyerarşisi içinde hareket ettiği, örgütle organik bağ kurduğu ve örgütün yargı yapılanması içinde yer aldığı ve anlatılan lehe/aleyhe tüm deliller ile savunması karşısında; şüphelinin, anılan silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını açmaya yetecek derecede yeterli şüphenin bulunduğu anlaşılmıştır. Bu itibarla şüpheli N. hakkında;Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi gereğince düzenlenen iş bu iddianamenin, kabul edilip yargılamaya başlanılarak, delillerin değerlendirilmesi ve takdiri Mahkemenize ait olmak üzere;1-3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’ nun 7/ maddesi yollaması ile Türk Ceza Kanunu' nun 314/ maddesine görecezalandırılmasına,… Karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur." İddianame Ankara Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 1/11/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/606 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 23/2/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili kısımları şöyledir:"…... Ben terörist değilim. İddianamenin üçüncü sayfasında da ifade edildiği üzere FETÖ terör örgütü ile hiçbir bağım, irtibatım, iltisakım bulunmamaktadır. Üzerime atılmış bir iftira nedeni ile yargılanmaktayım. Daha da ötesi ceza yargılamasında bilinenin aksine masumiyetimi ispata çalışmaktayım. İddianamede Bylock kaydımın bulunmadığı, Bank Asya’da hesabım olmadığı, aramada suç unsuruna rastlanmadığı, HTS kayıtlarında suç unsuruna rastlanmadığı ifade edilmiş. Ben daha ne söyleyebilirim bilemiyorum. Bu hususlar bir iddianamenin değil ancak bir takipsizlik kararının gerekçesi olabilir. Hayatımın hiçbir döneminde FETÖ terör örgütü ile hiçbir bağım, irtibatım, iltisakım bulunmamıştır. Dosya ara kararı ile getirttiğiniz belgelerden de anlaşılacağı üzere KPSS sınavlarına defalarca kez girdim. Çok yüksek puanlar alamadım. Yaptığım başvurularda da hiçbir yere yerleşemedim. Kürsüde bulunduğum süre içerisinde de emeğim ile alın terimle, onur ve şerefimle görev yaptım. Hak ve adaletten hiçbir zaman ayrılmadım. Nasıl olabilir de bu hain örgüt ile ismim aynı yazı içerisinde geçti bilemiyorum. Hakkımı Allah'a havale ettim. Bir hâkim, bir bayan, bir anne, bir evlat olarak çok ağır bir suçla yaftalandım. Haksız hukuksuz bir şekilde tutuklandım ve iki aya yakın cezaevinde kaldım. Eşim de tutuklandı. Çocuklarım anasız babasız ve evsiz kaldılar. Psikolojileri hala düzelmedi. Diyecek bir şey bulamıyorum. Başlıklar halinde esasa ilişkin beyanlarıma devam edeceğim. Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ve HSK'da bulunan özlük dosyam incelendiğinde görülecektir ki herkesin FETÖ ile iyi geçindiği dönemde dahi bu hain yapı ile hiçbir bağım, irtibatım, iltisakım bulunmamıştır. FETÖ'nün okullarında okumadım. Dershanelerine gitmedim. Evlerinde yurtlarında kalmadım. Bankalarına para yatırmadım. Hatta hiçbir işlem dahi yapmadım. Sohbet adı altındaki terör toplantılarına katılmadım. FETÖ'nün derneklerine üye olmadım. Onlar adına bağışta bulunmadım. Gazetelerine, dergilerine abone olmadım. Digitürk iptali gibi bir durum da söz konusu değil. FETÖ örgütü üyeleri ile ya da başkaca illegal ya da legal hiçbir örgüt üyeleri ile herhangi bir bağım, irtibatım, iltisakım olmadı. Bylock kullanıcısı değilim. Bu konuda hakkımda bir iddia dahi yok. Hakkımda tanık ya da gizli tanık beyanı yok. S.Y. isimli şahsın beyanına ayrıca değineceğim. Bu güne kadar ne facebook, ne twitter ne de başkaca bir sosyal medya hesabım olmadı. Görev yaptığım dönemde hiçbir zaman tercihlerimle atanmadığım gibi, önemli bir göreve de atanmadım. Akademi döneminde dahi hiçbir önemli ya da gözde bir statüde bulunmadım. Hatta Akademi eğitiminin son döneminde karaciğer harabiyeti geçirdiğim için hastanede tedavi gördüm. Bu tedavide kullanmış olduğum 10 günlük rapor nedeni ile Akademi eğitimim eksik kabul edilerek, bitirme sınavına kabul edilmedim. Bu hususta Bakanlığa, Akademi Başkanlığı’na yazılı başvurularda bulundum. Kabul edilmedi. Herkes iki yıl staj yaparken ben tam üç yıl staj yaptım. Eşimin ve benim eş birleştirmesi talebimiz o zamanki HSK tarafından kabul edilmeyerek başka bir yere atamamız yapıldı. Bunların ayrıntısını yazılı beyanımda belirttim. Görev yaptığım dönemde ne adli ne de idari hiçbir soruşturma geçirmedim. HSK tarafından gönderilen CD'de de hakkımda bir şikayet bilgisi bulunmadığı bildirilmiştir. Tanık beyanı acaba alınacak mı şimdi? Alınacaksa o beyanda bulunduktan sonra beyanıma devam etmek istiyorum.…Başkan: Talimat yazılmış, adreste yokmuş zaten hiçbir şekilde ulaşılamamış. Yeni adresini araştıracağız.…Anladım tamam. Tanık beyanındaki aleyhe olan hususları kabul etmiyorum. Benim ile ilgili olarak iftira niteliğindeki beyanında ne yer, ne zaman, ne de hiçbir olgu belirtmemiş, muallak ve genel ifadeler kullanmıştır. Benim ve eşimin paralel yapı mensubu kişiler ile birlikte hareket ettiği iddiası tamamen saçmalıktır. Tanık beyanlarının aksine Mardin Adliyesinde görev yaptığım süre içerisinde en yakın arkadaşlarım halen görevlerine devam etmekteler. Bunlar hâkim S.K., hâkim Ö.K., hâkim Ç.A.T., hâkim S.A., hâkim İ.S., hâkim O.G., hâkim R.G., Başsavcı Ö.nün eşi öğretmen Ü.Ö. Bu kişiler halen görevlerine devam ediyorlar. Tanığın bahsettiği şekilde hiçbir durum ve tavrım asla söz konusu olmamıştır. Tanık beyanının aksine Allah'a çok şükür ki ne böyle bir hal ve tavır içerisinde bulundum ne de hiçbir zaman FETÖ terör örgütü ile hiçbir bağım ve iltisakım olmadı. Sonuç olarak tanığın HSK müfettişIeri tarafından alınan beyanında, beyanıincelendiğinde görülecektir ki bu şahıs kendi durumundan bahsetmiş. Kendi ilişkilerini anlatmış. İfadesinin son kısmında ise Mardin’de görev yaptığı bir kısım hâkim savcılar hakkında matbu, kes kopyala yapıştır şeklinde ifade vermiştir. Nitekim aynı ifadede isimleri geçen hâkim savcılar hakkında açılan davalarda da beraat kararları verilmiştir. Bunlara ilişkin bir tanesinin örneğini yazılı savunmam ekinde mahkemenize sundum. Tanığın benimle ilgili beyanında ne mekan, ne yer, ne başkaca bir olgu, ayrıntı olmaksızın, genel soyut ifadeler kullanılmış. Bu beyanın bırakın bir ceza davasına konu olmasını, bir iddianameye konu olacak değer mahiyeti bile olamaz. Sonuç olarak hakkın ve adaletin tecellisi için bu beyana hukuken itibar edilmeyerek, dosya kapsamına göre hakkımda başkaca aleyhime bir husus bulunmadığı da sabit olduğundan FETÖ terör örgütü ile herhangi bir bağım, iltisakım, irtibatım bulunmadığı dosya kapsamından sabit olduğundan beraatime karar verilmesini talep ediyorum.……... Ben zaten ilk hakkımda gözaltı kararı verildiğinde kendim bizzat ifadeye gittim. Yanımda tüm bilgisayarım, telefonum, her şeyim ile birlikte gittim. Kaçma düşüncem olsaydı zaten başta gitmezdim. Öyle bir niyetim yok ki....Başkan: Eşiniz hakkında yargılama başladı mı?Eşim hakkında da Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı evet.…Eşim ile ilgili iddia yine bu S.Y. isimli şahsın beyanı. Bir de para transferi olarak belirtilen Mardin Adliyesi’ndeki hâkim savcılar arasındaki gün parası. Bu gün parasını para transferi olarak değerlendirmişler. O da yargılama sonucunda zaten ortaya çıkacak. Artı bu para transferinde halen görevde olan hâkim savcılar var bu güne katılan.…… Aleyhime olan hiçbir şeyi de kabul etmiyorum." Kovuşturma aşamasında tanık S.Y.nin SEGBİS üzerinden 19/6/2019 tarihinde alınanbeyanının ilgili kısmı şöyledir:"... Akademideki eğitimimi tamamladıktan sonra Eylül 2014 yılı içerisinde Mardin İlinde göreve başladım. Ağır ceza mahkemesinde üye hâkim olarak. Mardin İline geldiğimde henüz o dönem ki adıyla HSYK seçimleri yeni yapılmıştı. Seçimlerin yapıldığı dönemde yaşanılan bazı sıkıntılar özellikle bu ayrışmadan dolayı bağımsızların desteklenmesi veya diğer kesimin desteklenmesi yönüyle yaşanan bir takım şeylerin sıkıntıların artçıları hâlâ devam ediyordu. Ben böyle bir ortamda Mardin İlinde göreve başladım. Bu anlamda o paralel yapı olarak bilinen grubun desteklediği bağımsızları destekleyen adliye içerisindeki hakim ve savcılarla bunun dışında diğer grubu destekleyen hâkim ve savcıların ayrıştığı bir durum söz konusuydu. Yani üçüncü bir saf yoktu. Kimin nerede durduğu çok net çok açık bir şekilde belliydi. Böyle bir ortamda Mardin İlinde göreve başladım. Vakıf olmadığım bir çok hadise var ama yani yaşanan süreçle alakalı. Dönem içerisinde anlatılanlarla orada yaşanan seçim sürecinde yaşanan durumlarla alakalı hadiselere daha sonradan anlatılması sebebiyle vakıf oldum. Hülasa diyeceğim geldiğim dönemde o zamanki adıyla paralel yapı olarak bilinen yapının hani tırnak içerisinde güç zehirlenmesi yaşadığı o dönemde herkesin safını çok net ve açık bir şekilde ifade ettiği bir tablonun içerisinde buldum kendimi. ...Başkan: Sanık hangi tarafta idi?... Hülasa o dönem tabi N.yle alakalı olarak tespitim o ki yani paralel yapı olarak bilinen safta yer aldığı hususunda iltilaf[ihtilaf] yoktu. Hem bunu kendi gözlemlerimle açık bir şekilde söyleyebilirim ve adliyede yaşanan hadiselere her şeye vakıf olmanız zaten söz konusu değil.... ... Benim sanıkla alakalı olarak tespitim şu sayın başkan. Örgüt üyeliği manasında sanığın süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk arz eden eylemlerine ben şahit olmadım. Ben sanığın örgüt lideri Fetullah Gülen'in kitaplarını okuyup okumadığını, CD'lerini izleyip izlemediğini bilmiyorum. Beş oturup beş kalkmıyorduk nihayetinde. Bunun dışında himmet vermiş midir? Almış mıdır? Vakıfıyetim söz konusu değildir. Ben sadece o dönem söylediğim gibi paralel yapı olarak bilinen bu yapının meydana getirdiği üst kesim tarafından meydana getirdiği algıyı sahiplenme bu algıyı sürdürme noktasındaki duruşu itibariyle sadece bunun neye tekabül ettiğine tabiki mahkemeler karar verecek. Örgüt yöneticiliği midir? Örgüt üyeliği midir? Örgüt sempatizanlığı mıdır veya hiç bir şey midir? Buna karar verecek olan mahkemelerdir. İstinaftır. Yargıtay'dır. ...... ben somut olarak şunu söyleyeceğim sayın başkan. Ben N.nin sadece duruşu itibariyle o dönem itibariyle paralelci olarak bilinen hâkim ve savcıların içerisinde safında daha doğrusu yer aldığını gözlemledim. Bunun dışında süreklilik arz eden, çeşitlilik arz eden, yoğunluk arz eden bir eylemine şahit olmadım. Örgüt üyeliği mensubiyeti anlamında.Başkan: ... Şimdi soruşturma aşamasındaki ifadenizde... Şimdi hareket ettiği konusunu anladıkta. Şu tavır, davranış ve söylem mesela. Söylemleri neydi. ...... Ben hakkında ifade verdiğim bütün o dönem bugün itibariyle meslekten ihraç olmuş bütün hakimler hakkında söylediğim şey aynıydı zaten. Yani duruş ve tutum itibariyle. Benim kastettiğim şey orada tutum itibariyle, duruşu itibariyle. Bu algıyı sahiplenme manasında. Nedir bu algı. İşte Mardin Adliyesinde göreve başladığımda ayakkabı kutusundan tutunda işte para sayma makineleri, devletin hükümetin yolsuzluğu, hırsızlığı devletin Cizre'de çocuk öldürüyor şeklindeki propagandasına alet olmakla alakalı bir algıyı sahiplenmekten bahsediyorum ben esasında. Bunu söylemeye çalışıyorum.Başkan: Sanığın bu şekilde bizzat söylemine siz şahit oldunuz mu? Mesela para sayma makinesi olaylarını anlatan. Bu konuda görüşme yapan?Hayır sayın başkan. Ben sadece bir seferinde hâkime hanımlarda sanıyorum bir iftar yanlış hatırlamıyorsam yemeğine katılmıştım. Yani söylem itibariyle şeyi hissettiriyor. Şimdi eşi E. idare mahkemesi hâkimiydi. Bununla ilgili de beyanda bulundu. Şu an ne söyledim. Ne şekilde beyan verdim çok net hatırlamıyorum. Hâkime hanımın yani sanık N.nin o yemek sırasında bu konuşulan meselelerde ne söylediğini çok net hatırlamıyorum ama duruşu itibariyle yani paralel yapı olarak bilinen bu yapının tarafında olduğunda bir iltilaf yoktu sayın başkan. Yani ne söyledi. Şunu söyledi desem yalan olur. Ben sadece duruşu itibariyle ki bir durumdan bahsetmeye çalıştım. Tekrar etmek istiyorum. Örgüt üyeliğine tekabül eden süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk arz eden herhangi bir eylemine şahit olmadım....Başkan: N. Tanığı dinlediniz beyanlarına karşı söz vereceğim. Sadece bir soru yöneltmek istiyor musunuz?...Başkan: Sanık N.D'yi tanıyor muydunuz daha önce?Hayır. Hayır tanımıyordum tabikide.Sanık N.: ... Kendisi Mardin'e geldiğinde kendisine ailece ziyarete hoşgeldin için ziyarette bulunduk. Kendisi de yine halen görevde olan R.A. ve S.A. ile birlikte evimize iadeyi ziyarette bulundu. ...Başkan: Ne sormak istiyorsunuz?Sanık N.: Bir ayrışma olduğunu söylüyor. Net olduğunu söylüyor. Fakat bizim görevde olan hâkim savcılarla irtibatımız hiçbir zaman kesilmedi. Kendisi geldi. Biz iade de bulunduk. Geçmiş olsun ziyaretleri oldu. Başsavcının eşinin düzenlediği ziyaretlerde de hep bulundum. Başkan beyin komisyon başkanımızın eşinin düzenlediği katıldığı programlarda hep bulundum. ... Veda ziyaretleri oldu hepsinde bulundum. Böyle bir ayrışma... Ben gittim geldim. Doğru mudur değil midir? Artı halen görevde olan Ö.K. Ben onlarla da birlikte de yemeklerim kahvaltılarım oldu. Sürekli devam etti. Mardin'den 2016 yılında ayrılana kadar. Bunları biliyor mu? en yakın arkadaşım S.K.. Eminim bunu biliyor. Doğru olup olmadığının sorulmasını istiyorum. S.K'ye.Peki cevap vereyim sayın başkan. Biraz önce ben ifade ettim. Yani ben bir yemekte bir ara bu ayrışma zinhar küslük manasında değerlendirilecek bir durum değildi. Yani birbirine gelip gitmeme, hukuksal münasebetlerin tamamen koparılmış olduğu bir ilişkiyi tariflemedim ben biraz önce. Yani herkesin durduğu yer belliydi. Meslektaş şeyi içerisinde ilişkisi içerisinde... İlişkilerimiz devam ediyordu tabi ki. Yani onu zaten beyanlarım içerisinde söyledim. Bir yemek sırasında davet ettiğini... ..." Tanık S.Y.nin beyanlarına karşı başvurucunun 19/6/2019 tarihli duruşmadaki beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:"... Tanığın aleyhe olan beyanlarının hiçbirini kabul etmiyorum. Benimle ilgili olarak iftira niteliğindeki beyanında ne mekan. Ne zaman, ne yer hiç bir olgu belirtmemiş. Zaten böyle bir şey mümkün değil. Mualak ve genel ifadeler kullanmış. Paralel yapı mensubu dediği kişilerin hepsi hâkim savcı. Ne hikmetse sadece ihraç olunanlardan bahsediyor. Diğer hâkim savcılar, başsavcı, başkan. Hepsiyle irtibatımız hep devam etti. Hatta veda gecesi bizi uğurlamaya dahi aileleriyle birlikte geldiler. Yani bu nedenle kabul edilemez. Halen görevdeyiz. En yakın arkadaşım S.K. halen görevde, Başsavcımızın eşi öğretmen Ü.Ö. halen görevde. Başkan, Komisyon başkanımızın eşi Ö.K. halen görevde. Bunlar en yakın arkadaşlarımdı benim. Sadece ihraç olanlardan bahsediyor. Kasıtlı olarak. Tanık kendinin içinde bulunduğu durumu ört pas etmek amacıyla gerçekte olmayan kendi iç alemini yansıtan yalandan ibaret beyanlarını ifade etmiştir. Beyanını inceleyen daha önceki HSK müfettişleri tarafından alınan beyanı incelendiğinde de görülecektir ki bu şahıs kendisinin FETÖ'yle olan ilişkisini anlatmış uzunca bir şekilde. Bu beyanından sonra Mardin hâkim savcıları hakkında son kısımda matbu, kes, kopyala, yapıştır şekilde beyanda bulunmuş. Bu beyanda bulunduğu hâkim savcıların pek çoğu zaten beraat etti. Kimileri hakkında takipsizlik verildiğini duydum. ..." 19/6/2019 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ilgili kısmı şöyledir:" Her ne kadar sanık N. hakkında FETÖ/PDY terör örgütüyle organik bağ kurduğu ve hiyerarşik yapısı içerisine dahil olduğu gerekçesiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması amacı ile hakkında kamu davası açılmış ise de; sanığın silahlı terör örgütü FETÖ/PDY ile organik bağ kurduğuna dair somut bir delil elde edilemediği, sanığın bylock kullandığının tespit edilemediği, Bank Asya'ya para yatıran şahıslardan olmadığı, aleyhine herhangi bir tanık beyanına rastlanmadığı, tanık S.Y.nin 'sanığın sürekli örgüt mensubu kişiler ile birlikte hareket ediyordu, onlarla geziyordu, sanığın somut bir eylemine şahit olmadım' şeklindeki beyanının tek başına silahlı terör örgütü FETÖ/PDY'ye üye olma suçunu oluşturmayacağı, sanıktan elde edilen dijital materyallerin incelenmesinde suç unsuruna rastlanmadığı, bu itibarla sanığın atılı suçu işlediğine dair cezalandırılmasına yeterli, kesin, inandırıcı, somut ve vicdani kanaat oluşturur delil elde edilemediğinden 5271 sayılı CMK'nın 223/2-e maddesi gereğince sanığın atılı suçtan beraatine karar verilmesi kamu adına talep ve mütala olunur." Mahkeme 19/6/2019 tarihinde yaptığı duruşmada, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de yüklenen suçun başvurucu tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle başvurucunun beraatine karar vermiştir. Mahkemenin beraat kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanık hakkında yukarıda belirtilen iddialarla ilgili örgüt üyeliği suçundan cezalandırılması istemiyle dava açılmış ise de, ihraç kararının tek başına örgüt üyeliği suçu yönünden delil olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, tanık S.Y. beyanında 2014 HSYK seçimleri sonucunda Mardin Adliyesindeki hâkim savcılar arasında gruplaşmalar olduğunu, sanığın da bu yapının safında yer aldığını belirtmesi dışında sanığın örgütsel bir faaliyetine yönelik somut bir beyanının bulunmadığı, tanığın sanık hakkındakibeyanının tanığın kendi beyanına göre sadece kendi gözleminden ibaret olduğu, dosyaya sanık hakkında belirtilen deliller dışında örgütsel faaliyetinin olduğuna yönelik başkaca herhangi bir delilinde girmediği, sanığın iddia edilen eylemlerinin silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluluk içeren faaliyetler olarak değerlendirilemeyeceği, sanığın atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin nitelikte bir delil bulunmadığı anlaşıldığından, 'şüpheden sanık yararlanır' evrensel hukuk ilkesi de dikkate alınarak sanığın atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan CMK 223/2-e maddesi gereğince beraatına … [karar verilmiştir.] Başvurucunun üzerine atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca beraat kararı verilmesi gerektiğinden bahisle karara karşı başvurucu müdafii tarafından 24/6/2019 tarihinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. Öte yandan, Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 4/7/2019 tarihinde başvurucunun eşi E. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraat kararı verilmiş olup karar, istinaf kanun yoluna başvurulmadan 12/7/2019 tarihinde kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Özterzi ([GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48) başvurularına ilişkin kararlar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/21990 | Başvuru, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşullar gerçekleşmemesine rağmen hiçbir somut delil bulunmadan verilen hukuka aykırı tutuklama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hakaret suçunun işlendiği iddiasıyla kamu davası açılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 15/4/2008 tarihinde ifadesi alınmış, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 30/4/2008 tarihli iddianamesiyle kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçunu işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin 11/11/2008 tarihli kararıyla iddia edildiği şekilde telefonla müştekiyi arayıp küfür ve hakaret ettiğine dair müştekinin beyanları dışında bir delil olmadığı belirtilerek başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesine gelmiştir. Başvurucu; milletvekili seçimlerinde aday olacağını, dosyanın ivedilikle görüşülmesini talep etmiştir. Bu talep kabul edilmiş ancak daha sonra dosya karar verilmek üzere Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 22/10/2013 tarihinde kararı onamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/948 | Başvuru, hakaret suçunun işlendiği iddiasıyla kamu davası açılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 17/1/2014 tarihinde onaylanan 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında bölge parkı olarak kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince davanın reddine karar verilmiştir. Kararda 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı Kanun maddesi ile idareye kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazlar için beş yıllık imar programına alma süresinin tanınmış olduğu, bu süresinin sonuna kadar beklenilmesi gerektiğine değinilmiştir. Somut olayda ise imar planının 17/1/2014 tarihinde onaylandığı ve bu tarihten itibaren karar tarihi itibarıyla taşınmazın imar programına alınarak kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin dolmadığı belirtilerek tazminat talebi reddedilmiştir. Karar kanun yolundan geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3836 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, yargılandığı dava kapsamında 5 yılı aşan bir süre tutuklu bulunması ve makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/1/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı tarafından dosyaya ilişkin görüş sunulmayacağı belirtilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 28/4/2008 tarih ve 2008/40 sorgu sayılı kararıyla “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, suç örgütüne yarar sağlamak amacıyla yağma” suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 11/6/2008 tarih ve E.2008/813 sayılı iddianame ile başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında "suç işlemek için örgüt kurmak, örgüt faaliyeti çerçevesinde yağma, kasten insan öldürmek, kasten yaralamak, hırsızlık, 6136 sayılı Kanuna muhalefet etmek" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 2/12/2013 tarih ve E.2008/192, K.2013/118 sayılı kararıyla başvurucunun suç işlemek için örgüt kurma ve tehdit suçlarından beraatına, yağma, kasten öldürmeye teşebbüs ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından toplam 40 yıl 30 ay hapis ve 000,00 TL. adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına hükmetmiştir. Başvurucu, mahkûmiyet kararı ile birlikte verilen tutukluluğun devamına ilişkin karara itiraz etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2/1/2014 tarih ve 2014/1 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu, bu kararı 20/1/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 24/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Temyiz üzerine, dosya Yargıtay'a gönderilmiştir. Dava temyiz aşamasında derdesttir. UYAP sisteminde başvurucu ile ilgili olarak yapılan araştırmada hakkında kesinleşmiş ve infaz edilmiş başkaca mahkûmiyet ilamları tespit edilmekle, başvurucunun İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/192 sayılı dosyasında tutuklu kaldığı sürenin tespiti amacıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine yazılan yazıya verilen 18/6/2014 tarihli yazı cevabı ekindeki belgede; “Kurumumuz tutuklusu Yavuz Kumru'nun infaz dosyasının tetkikinde adı geçenin yukarıda adlandırılan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 28/04/2008 tarih 2008/40 sorgu sayılı tevkif müzekkeresi ile tutuklanarak aynı gün kapatılan Bayrampaşa Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna alındığı ve sözü edilen tevkif müzekkeresiyle halen daha Kurumumuzda tutuklu olarak bulunduğu görülmüştür.Tutuklu Yavuz Kumru Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı zaman içerisinde 03/05/2011 tarihi ile 31/12/2011 tarihleri arası Kartal Asliye Ceza Mahkemesinin 05/03/2008 tarih 2008/78 esas sayılı ilamı ile almış olduğu 1 yıllık hapis cezasını,12/10/2012 tarihi ile 14/11/2012 tarihleri arasında İstanbul Sulh Ceza Mahkemesinin 29/06/2012 tarih 2011/1660 esas sayılı ilamı ile almış olduğu 1 ay 20 günlük hapis cezasını infaz ettiğinden dolayı şahsın bahsi geçen tevkif müzekkeresinden dolayı önce 28/04/2008 tarihi ile 03/05/2011 tarihleri arası, ikinci sefer 31/12/2011 tarihi ile 12/10/2012 tarihleri arası tutuklu kaldığı,14/11/2012 tarihinde sözü edilen tevkif müzekkeresinin infazına yeniden başladığı ve halen daha devam etmekte olduğu görülmüştür.” şeklinde ifadelere yer verilmiştir. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrasının (h) ve (i) bentleri şöyledir:“ Kasten öldürme suçunun; ….h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla, i) (Ek bend: 29/06/2005-5377 S.K./mad)Bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle,… İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Yağma suçunun; a) Silâhla, b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle, c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,d) (Değişik bent: 18/06/2014-6545 S.K./ md) Yol kesmek suretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde,…f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, …..İşlenmesi hâlinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83),… (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149), … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220)…” Aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1082 | Başvurucu, yargılandığı dava kapsamında 5 yılı aşan bir süre tutuklu bulunması ve makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, ödeme emrinin iptali talebiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuya ait 2019/42387, 2019/42385, 2019/42382, 2019/42299, 2019/38532, 2019/38528, 2019/38308, 2019/38194, 2019/38149 ve 2019/37999 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/38152 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/38152 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kara yolu ile şehirler arası yük taşımacılığı faaliyeti ile iştigal etmekteyken faaliyetini 9/1/2013 tarihinde terk etmiştir. Gaziantep Vergi Dairesi Başkanlığı (İdare) tarafından, başvurucunun ödenmeyen 2010, 2011 ve 2012 yıllarına ilişkin borçlarının tahsili amacıyla başvurucu adına muhtelif tarihli ödeme emirleri düzenlenmiştir. Anılan ödeme emirleri 10/9/2012, 22/3/2013, 16/5/2013 ve 3/2/2014 tarihlerinde başvurucunun bilinen "Pirsultan Mah. .. No.lu Sok. No:.../... Şehitkamil/Gaziantep'' adresine tebliğe çıkarılmış ve bu adreste yengesi E.F. imzasına tebliğ edilmiştir. Başvurucu, ödeme emirlerini 7/6/2019 tarihinde idareye başvurması üzerine tesadüfen tebellüğ ettiğini belirterek her bir ödeme emrine karşı ayrı ayrı olmak üzere 24/6/2019 tarihinde Gaziantep Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davaları açmıştır. Mahkeme 30/9/2019 tarihinde başvurucu tarafından açılan on bir davanın süre aşımı nedeniyle reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararların gerekçesinde; ödeme emirlerinin başvurucunun bilinen adresi olan ve dava dilekçesine ekli vekâletnamede de gösterilen ''P.Mah. .. No.lu Sk. No:.../... Şehitkamil/Gaziantep'' adresine tebliğe çıkarılarak yengesi E.F. ye tebliğ edildiği ifade edilmiş, başvurucunun ikametgâh adresinde usulüne uygun şekilde yapılan bu tebligatlar üzerine tebliğ tarihini izleyen günden itibaren yedi gün içerisinde açılmayan davaların süresinde olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca, davalı idareye yapılan başvuru üzerine dava konusu ödeme emirlerinin 7/6/2019 tarihinde ikinci kez tebliğ edilmesinin ilgiliye yeniden bir dava açma süresi kazandırmayacağı da vurgulanmıştır. Başvurucu nihai kararların 16/10/2019 tarihinde tebliği üzerine 11/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun'un uyuşmazlık tarihi itibarıyla;i. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir "ödeme emri" ile tebliğ olunur."ii. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur." 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun;i. "Tebliğ esasları" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Tahakkuk fişinden gayri, vergilendirme ile ilgili olup, hüküm ifade eden bilumum vesikalar ve yazılar adresleri bilinen gerçek ve tüzel kişilere posta vasıtasiyle ilmühaberli taahhütlü olarak, adresleri bilinmiyenlere ilan yolu ile tebliğ edilir. "ii. "Tebliğ yapılacak kimseler" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Tebliğ, kendisine tebligat yapılacak kimsenin bulunmaması halinde ikametgah adresinde bulunanlardan veya işyerlerinde memur ya da müsdahdemlerinden birine yapılır. (Muhatap yerine bu şekilde kendisine tebliğ yapılacak kimsenin görünüşüne nazaran 18 yaşından aşağı olmaması ve bariz bir surette ehliyetsiz bulunmaması gerekir.)"B. Danıştay İçtihadı Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun, yapılan tebligatta hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle uygulanan cezalı tarhiyatın kaldırılması yönünde verilen ısrar kararının bozulmasına ilişkin 18/9/2019 tarihli ve E.2018/344, K.2019/621 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "213 sayılı Kanunun ve maddelerinde tebliğin, kendisine tebligat yapılacak kimsenin bulunmaması halinde ikâmetgah adresinde bulunanlardan veya iş yerlerindeki memur ya da müstahdemlerden birine yapılmasına olanak tanınmış ve muhatap yerine kendisine tebliğ yapılacak kimsenin görünüşüne nazaran 18 yaşından küçük olmaması ve bariz bir surette ehliyetsiz bulunmaması yeterli görülmüştür. Bu düzenlemelerde tebliğ zarfında, kendisine tebligat yapılan kişinin davacı ile birlikte oturduğuna ve 18 yaşından büyük olduğuna ilişkin şerh düşülmesi gerektiği yolunda bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Dava konusu olayda, davacının yeğeninin 18 yaşından küçük olduğuna ilişkin bir iddiada bulunulmadığı ve bu konuya ilişkin bir delil de sunulmadığından, defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmesi gereğini duyuran yazının tebliğine ilişkin alındı üzerinde yukarıda belirtilen ifadelerin şerh düşülmediği yolundaki yargıyı hükme esas alarak tebligatın usulsüz olduğu gerekçesiyle verilen Mahkeme kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.Daire, bu gerekçeyle kararı bozmuştur....HUKUKİ | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38152 | Başvuru, ödeme emrinin iptali talebiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kısıtlama kararı verilmesini gerektiren bir rahatsızlığı olmadan bu yönde karar verilmesi, bu kararın kaldırılması talebinin haksız olarak reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık,başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini ifade etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Vasi Atanmasına İlişkin Yargılama Süreci Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 11/7/2003 tarihli davaname ile başvurucu Ali Abdullah Doğan'ın Maliye Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı görevlileri hakkında farklı mercilere şikâyet dilekçesi vermeyi alışkanlık hâline getirdiği, aynı konuya ilişkin şikâyetlerini kişilerin isimlerini değiştirmek suretiyle çok sayıda görevli hakkında vererek her iki bakanlık ile yargı mercilerini gereksiz yere meşgul ettiği ve bu kapsamda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından son iki yılda seksen iki adet şikâyetin sonuçlandırıldığı belirtilerek başvurucunun hak arama paranoyası içinde bulunduğu iddiasıyla vesayet altına alınması talep edilmiştir. Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) vesayet altına alınması talep edilen başvurucunun vesayet altına alınmasını gerektirir bir rahatsızlığının bulunup bulunmadığının tespiti için sağlık kuruluşlarına sevkini sağlamıştır. Başvurucu hakkında Hacettepe Üniversitesi Hastanesi Başhekimliği tarafından düzenlenen 26/12/2005 tarihli raporda sanrı bozukluğu adlı rahatsızlığın bulunduğu ancak bu rahatsızlığın kişinin vesayet altına alınmasını gerektirmediği belirtilmiştir. Mahkeme, anılan raporun başvurucunun yargılama aşamasında sergilediği davranışlarla uyumlu olmadığı tespitiyle başvurucuyu Adli Tıp Kurumu Başkanlığına (ATK) sevk etmiştir. ATK İhtisas Kurulu 26/3/2007 tarihli raporunda başvurucuda fiil ehliyetini etkileyecek ve olayları kavrayıp sağlıklı sonuç çıkarma yeteneğini ortadan kaldıracak derecede hezeyanlı bozukluk olarak adlandırılan akıl hastalığı bulunduğunu ve bu hastalık nedeniyle vesayet altına alınması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme 26/9/2007 tarihli karar ile ATK İhtisas Kurulu raporundaki tespitleri esas alarak başvurucunun vesayet altına alınmasına ve eşinin vasi olarak atanmasına karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/2/2008 tarihli kararı ile onanmış ve karar düzeltme isteğinin 29/5/2008 tarihinde reddiyle kesinleşmiştir.B. Vesayetin Kaldırılmasına İlişkin Yargı Süreci Başvurucu ve vasisi 16/9/2008 tarihli dilekçeyle vesayet kararı veren mahkemenin hâkimini reddetmiş olmaları nedeniyle yargılamanın yenilenmesi ve vesayet kararının kaldırılmasını istemişlerdir. Ankara Sulh Mahkemesi başvurucu ve vasisinin talebini kısıtlama kararınınkaldırılması talebi şeklinde yeni bir dava olarak nitelendirmiş ve yargılamada başvurucunun vesayet altına alınması nedenlerinin ortadan kalkıp kalkmadığı yönünde bir araştırma yapmıştır. Mahkemece başvurucunun önceki ATK raporuna yönelik itirazları dikkate alınarak ilgili kurumdan raporun düzenlenme şekli hakkında bilgi istenmiş ve başvurucunun ATK'ya sevki sırasında görev alan polis memurunun beyanı alınarak başvurucunun ATK İhtisas Kuruluna yeniden sevkine karar verilmiştir. Ancak başvurucunun bu kurulun tüm üyelerini şikâyet ettiği nazara alınarak sevk ATK Genel Kuruluna yapılmıştır. Başvurucu ve vasisi ATK Genel Kurulunda muayene yapılmasına rızalarının bulunmadığını ve mahkemece bu yönde karar verilse dahi bu karara uymayacaklarını bildirmiştir. Mahkeme, 17/3/2015 tarihli kararla dinlenen tanık beyanları, ATK ile yapılan yazışmalar, başvurucunun ATK Genel Kurulu tarafından muayene edilmesini kabul etmemesi ve dosya kapsamındaki diğer delillere göre vesayet altına alınmasına dayanak teşkil eden ATK İhtisas Kurulunun 26/3/2007 tarihli raporundaki tespitleri geçersiz kılacak herhangi bir delile ulaşılamadığından davanın reddine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 3/5/2016 tarihli kararla hükmü onamıştır. Karar düzeltme isteği bu tür kararlara karşı karar düzeltme istenemeyeceğinden 16/2/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu yargılama aşamasında 5/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ''Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır" 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Diğer kısıtlılar üzerindeki vesayet, yetkili vesayet makamının kararıyla sona erer.Vesayeti gerektiren sebebin ortadan kalkması üzerine vesayet makamı vesayetin sona ermesine karar verir.Kısıtlı ve ilgililerden her biri, vesayetin kaldırılması isteminde bulunabilir.'' 4721 sayılı Kanun'un ''Akıl hastalığı veya akıl zayıflığında'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı yüzünden kısıtlanmış olan kişi üzerindeki vesayetin kaldırılmasına, ancak kısıtlama sebebinin ortadan kalkmış olduğunun resmî sağlık kurulu raporu ile belirlenmesi hâlinde karar verilebilir."B. Yargıtay Kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/1/2018 tarihli ve E.2017/7754, K.2018/421 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden; F.T. hakkında 'şizofren' tanısı ile verilen Rize Eğitim ve Araştırma Hastenesi'nin 2009 tarihli heyet raporu hükme esas alınarakF. T.nin kısıtlanmasına karar verildiği, F.T. hakkında Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastenesi'nin 2016 tarihli heyet raporu hükme esas alınarak da F.T.nin kısıtlanmasının sona erdirilmesine karar verildiği, kısıtlanmanın kaldırılmasına esas raporda kısıtlıya ait hastane kayıtlarının irdelenmeden düzenlendiği anlaşılmaktadır. O halde, mahkemece, dosyadaki tedavi evrakları ile dosya kapsamında bulunan raporlar birlikte değerlendirilerek yeniden rapor alınıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/69 | Başvuru, kısıtlama kararı verilmesini gerektiren bir rahatsızlığı olmadan bu yönde karar verilmesi, bu kararın kaldırılması talebinin haksız olarak reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca mülkiyet hakkı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden verilen kısmi kabul edilemezlik kararıyla birlikte başvurunun mülkiyet hakkına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihine Kadarki Süreç Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Müteaddit defalar uzatılan OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Başvurucu, subay olarak görev yapmakta iken darbe teşebbüsü sonrasında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediği şüphesiyle Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Konya Sulh Ceza Hâkimliği 19/7/2016 tarihinde başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Savcılık 1/8/2016 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından haklarında soruşturma yürütülen başvurucu dâhil bazı şüphelilerin mal varlığı hakkında elkoyma tedbiri uygulanmasını talep etmiştir. Konya Sulh Ceza Hâkimliği 1/8/2016 tarihinde şüphelilerin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) içinde yer aldıkları gerekçesiyle talebi kabul ederek diğer şüphelilerle birlikte başvurucunun tüm mal varlığına el konulmasına karar vermiştir. Kararda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Başvurucu 12/8/2016 tarihinde elkoyma kararına itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazını inceleyen Konya Sulh Ceza Hâkimliği 13/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, elkoyma tedbirinin usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 22/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Tarihinden Sonraki Süreç Bireysel başvuru tarihinden sonra başvurucu hakkında Konya Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. Mahkemenin 19/6/2017 tarihli ara kararında başvurucunun elkoyma tedbirinin kaldırılması talebi değerlendirilerek talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz, Konya Ağır Ceza Mahkemesince 4/7/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Mahkemece 9/5/2018 tarihinde başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiş ise de hükümde ve gerekçede elkoyma tedbiri hakkında bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesinin 13/3/2020 tarihli yazısıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinden (Daire) başvurucu hakkında verilen elkoyma tedbirinin devam edip etmediği, devam ediyor ise hükümle birlikte müsadere kararı verilip verilmediği bilgisi ile elkoyma ve müsadere kararları, elkoyma kararlarına karşı yapılan itirazların değerlendirilmesine ilişkin kararlar istenmiştir. Dairenin cevap yazısı ve ekindeki belgelerden başvurucunun 16/8/2018 tarihinde Daireye yazdığı dilekçesinde tutukluluğunun kaldırılması talebiyle birlikte tedbirin kaldırılmasına ilişkin müzekkere yazılmasını da talep ettiği ve Dairece 18/10/2018 tarihinde talebin reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Kararda 17/9/2016 tarihli 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 671 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesi ile düzenlenen ve 9/11/2016 tarihli ve 6757 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun HükmündeKararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesi ile aynen yasalaşan 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 20/A maddesine dayanılmıştır. Kararın gerekçesinde elkoyma tedbirine ilişkin şerhin konulduğu tarihten itibaren iki yıl içinde şerhin devamı yönünde hukuk mahkemesinden verilmiş ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir kararı ibraz edilmediği takdirde şerhin kendiliğinden terkin edileceği belirtilmiştir. Başvurucu 18/11/2018 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. Başvurucu dilekçesinde tedbire ilişkin itirazda bulunmaksızın sadece tutukluluğa ilişkin itirazlarını ileri sürmüştür. İtirazı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 23/11/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. 3713 sayılı Kanun'un 20/A maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ve bu Kanun kapsamına giren suçlar nedeniyle gerçek veya tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararların tazmini amacıyla, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının talebi üzerine sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından, şüpheli veya sanıklara ait taşınmazların veya kara, deniz ya da hava ulaşım araçlarının devir ve temlikini veya bunlarla ilgili hak tesisini önlemek ya da tasarruf yetkisini kısıtlamak için şerh düşülmesine karar verilebilir. Taşınmazlarla ilgili karar tapu kütüğüne; kara, deniz ve hava ulaşım araçlarıyla ilgili karar ise bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesi halinde veya şerhin konulduğu tarihten itibaren iki yıl içinde, şerhin devamı yönünde hukuk mahkemesinden verilmiş ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir kararı ibraz edilmediği takdirde şerh kendiliğinden terkin edilir." İlgili hukuk kaynakları için ayrıca bkz. Süleyman Kaçmaz, B. No: 2016/72686, 10/12/2019, §§ 26- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/1350 | Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gece vakti alkollü içki satışı kabahatinin tespiti aşamasında kolluk görevlilerinin başvurucuyu kabahat işlemeye teşvik etmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının; idari para cezasına yapılan itiraz sürecinde tanıkların dinlenilmemesi, verilen cezanın orantılı olmaması ve sadece alkollü içkiler yönünden uygulanması nedeniyle de adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinin ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 16/1/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Olay ve Olgular Başvurucu, İstanbul'un Avcılar ilçesine bağlı Mustafakemalpaşa Mahallesi İstiklal Caddesi üzerinde alkollü içki satışı da yapan bir kuruyemiş dükkânı işletmektedir. Kolluk görevlileri 18/11/2014 tarihinde, saat 00'den sonra işyerinde alkollü içki satışı yapıldığına ilişkin tutanak düzenlemişlerdir. Tutanakta, bir polis memurunca aynı gün saat 20 civarı müşteri görünümüyle sivil giyimli olarak işyerine girildiği, başvurucudan üç şişe bira istenildiği ve görevlinin önceden seri numarası alınmış 20 TL parayı uzattığı, başvurucunun birayı görevliye verdiği ve para üstünü vermeye çalıştığı sırada bu görevlinin polis kimliğini göstererek parayı geri aldığı belirtilmiştir. Bu tutanak Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumuna (Kurul) gönderilmiş, Kurul 11/2/2015 tarihinde başvurucuya gece vakti alkollü içki satışı yaptığı gerekçesiyle 454 TL idari para cezası verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; kolluk görevlilerince düzenlenen tutanak esas alınarak 8/6/1942 tarihli ve 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu'nun maddesinin beşinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi ve üçüncü fıkrası ile 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesinin beşinci fıkrasının (k) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Başvurucu bu karara karşı Küçükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) nezdinde itirazda bulunmuştur. İtiraz dilekçesinde; başvurucunun olay gecesi dükkanını ihtiyaç molası için B. adlı bir şahsa emanet ettiği, buna ilişkin görgü tanıklarının olduğu belirtilmiştir. Başvurucuya göre polis memurunun tuzağa düşürmesi sonucu gerçekleşen olayda arkadaşı olan B. herhangi bir sıkıntı yaşamaması için tutanağı okumadan imzalamıştır. Başvurucu belirtilen saatten sonra alkollü içki satışı yapmadıkları ve aleyhe de hiçbir ihbar olmadığı hâlde polis memurunun haksız ve hukuka aykırı bu şekildeki tutum ve davranışlarının telafisi güç zararlara yol açtığından yakınmıştır. Hâkimlik 27/10/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun kabul edilebilir geçerli bir itiraz nedeni sunamadığı ve düzenlenen resmî nitelikli tutanağın aksine bir delilin olmadığı belirtilerek idari yaptırım kararının usule ve kanuna uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucu bu karara karşı da itirazda bulunmuştur. İtiraz dilekçesinde, gizli soruşturmacı usulüyle delil toplanmasının hukuka aykırı olduğu, başvurucunun vergi kayıtlarının incelenmediği, düzenlenen tutanağın polis memurlarının sicil numaraları olmadığı için delil kabiliyetinin bulunmadığı belirtilmiştir. Küçükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğince itiraza konu kararda usule ve kanuna aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 21/11/2016 tarihinde başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Nihai karar 29/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvurucunun Emsal Olarak Bildirdiği Kararlar Başvurucunun avukatının başka bir müvekkili adına benzer bir olayda yaptığı itiraz üzerine Küçükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğince verilen 4/3/2016 tarihli ve 2016/1986 Değişik İş sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Devletimizin görevi kişileri suça ya da kabahate teşvik etmek değil suç ve kabahatin önlenmesini sağlamaktır. Somut olayda polis memurları sivil kıyafetle müşteri olarak girip muterize ait büfeden yasak saatte içki satın almış, sonrasında tutanak tutmuş, CMK'nun Maddesinde hüküm altına alınan ve uygulanması için ağır şartlar aranan gizli soruşturması gibi davranmışlardır. Kabahatler Kanununun 22/4, 28/5 maddeleri de kıyasen değerlendirildiğinde Kabahatler Kanununda açıkça yazmayan hükümlere CMK uygulanması olağandır. Bu itibarla mahkememizce yasak delil niteliğinde olduğu kanaatine varılan delillere dayanarak idari yaptırım kararı tesis edilemeyeceğinden itirazın kabulüne karar [verildi]." Bu karara yapılan itiraz Küçükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/4/2016 tarihli ve 2016/2833 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/9/2016 tarihli ve 2016/3003 İş sayılı kararının ilgili kısmı da şöyledir:"...İstikrar kazanan yargısal kararlar ve AİHM kararlarında belirtildiği üzere CMK'de istisnai olarak düzenlenen ve kabahatler bakımından hiç bir uygulama olanağı bulunmayan gizli soruşturmacı müessesinde dahi gizli soruşturmacının kışkırtıcı ajan (faile suç işlettirme, suça ortak olma gibi) faaliyetlerine izin verilmemişken kabahat eylemlerinde kolluğun kimliğini gizlemek suretiyle kişiye kabahat işlettirip sonra da ceza kestirme yetkisinin hiçbir koşulda bulunmadığı, bu faaliyetin hukuka aykırı delil niteliğini taşıdığı, bu durumda idari yaptırıma dayanak teşkil eden bu delilin hukuka aykırı olduğu ve karara esas alınamayacağı, bu delil dışında da idari yaptırıma dayanak teşkil edecek başkaca bir delil bulunmadığı, bu sebeple kesilen idari para cezasının haksız olduğu sonucuna [varılmıştır]." Bu karara karşı yapılan itiraz Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin 11/10/2016 tarihli ve 2016/1649 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 4250 sayılı Kanun’un 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yeniden düzenlenen maddesinin beşinci fıkrasının üçüncü cümlesi şöyledir: “Alkollü içkiler, 22:00 ila 06:00 saatleri arasında perakende olarak satılamaz.” 4250 sayılı Kanun’un 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yeniden düzenlenen maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Bu Kanunun 6 ncı maddesinin;...e) Beşinci fıkrasındaki yasaklara aykırı hareket edenlere, 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 8 inci maddesinin beşinci fıkrasının (k) bendinde öngörülen, idari para cezası verilir.” 4733 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “...Tütün, tütün mamulleri, etil alkol, metanol ve alkollü içkiler piyasasında Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından gerekli izinleri alarak veya almadan mal veya hizmet üreten, işleyen, ihraç veya ithal eden, pazarlayan, alan veya satan gerçek ve tüzel kişilere aşağıda yazılı idarî yaptırımlar uygulanır: ...k) Tütün mamulleri veya alkollü içkilerin tüketicilere satışını; internet, televizyon, faks ve telefon gibi elektronik ticaret araçları ya da posta ile sipariş yöntemi kullanarak yapmak üzere satış sistemi kuran veya faaliyette bulunanlara yirmibin Yeni Türk Lirasından yüzbin Yeni Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. (Ek ikinci cümle: 13/2/2011-6111/175 md.) Satışın internet ortamında yapılması halinde, 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda öngörülen usullere göre erişimin engellenmesine karar verilir ve bu karar hakkında da anılan Kanun hükümleri uygulanır. " 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) (Değişik: 21/2/2014–6526/13 md.) Soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi hâlinde, kamu görevlileri gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilir. Bu madde uyarınca yapılacak görevlendirmeye hâkim tarafından karar verilir.... (4) Soruşturmacı, faaliyetlerini izlemekle görevlendirildiği örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamakla yükümlüdür. (5) Soruşturmacı, görevini yerine getirirken suç işleyemez ve görevlendirildiği örgütün işlemekte olduğu suçlardan sorumlu tutulamaz. (6) Soruşturmacı görevlendirilmesi suretiyle elde edilen kişisel bilgiler, görevlendirildiği ceza soruşturması ve kovuşturması dışında kullanılamaz. (Ek: 21/2/2014–6526/13 md.) Suçla bağlantılı olmayan kişisel bilgiler derhâl yok edilir. (7) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan; Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenip işlenmediğine bakılmaksızın uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188), Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Silahlı örgüt (madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (madde 315).b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.c) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Ceza Dairesinin 21/5/2013 tarihli ve E.2013/5397, K.2013/15729 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Türk Ceza Kanununun maddesine göre Ceza Kanununun amacı 'Kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir.' Ancak suç işlenmesinin önleneceğinden bahisle, başkalarına suç işletilmesi bu amaçla bağdaşmamaktadır. Kızgınlık, kırgınlık, öfke veya elem nedeniyle yahut ikramiye almak veya tutuklanan şüphelinin mallarına el koymak veya satın almak, eşi ile evlenmek, ünlü olmak, adını basında duyurmak, küçük hatalarının görülmemesi amacıyla kolluk kuvvetlerine yardım etmek gibi herhangi bir amaçla, bir kimseye yönelik kışkırtıcı faaliyetlerde bulunulup ona suç işlettirilmesi, suç işlemeye yönlendirilmesi halinde yüklenen suçun oluşup oluşmayacağı ve suça kışkırtılan failin sorumluluğu olaysal olarak belirlenmelidir. Mevcut olan bir soruşturmada, suçun ortaya çıkarılmasını sağlamak için görevlilerin faaliyette bulunmaları mümkündür. Ancak Devletin görevi suç işlenmesini önlemek olup, organları vasıtasıyla kişilere suç işletmesi veya suç işleme eğilimini kuvvetlendirmesi, teşvik etmesi düşünülemez. Hukuk Devleti bireylerin hak ve özgürlüklerini korur. Devlet organlarının birtakım nedenlerle kişilere suç işletmesi ve sonra da failleri cezalandırması, cezalandırma hakkının kötüye kullanılmasıdır. Kamu görevlileri, görevlerini yerine getirirken Uluslar arası Sözleşmeler, Anayasa ve yasalarla bağlı olup kabul edilen ilkelere aykırı davranamazlar. Bir kimseyi suça kışkırtma hukuka aykırıdır. Devlet organları, bireyleri kışkırtarak suç işlemelerini sağlayıp sonra yakalayıp cezalandırılmalarını isteyemezler. Böyle bir uygulama yani bireyin hileli davranışlarla aldatılarak suç işlemesinin sağlanması devlete olan güveni zayıflatacağı gibi temel hakları da ihlal edecektir. Suç işleme düşüncesi bulunmayan bir kişinin heyecanlandırılarak, tahrik edilerek, duygularından yararlanılarak kışkırtılıp suçüstü yakalatmak veya cezalandırılmasını sağlamak amacıyla bir suç işlemeye yöneltilmesi, suç işlemesine yardım edilmesi, suç işlemesi için olanak tanınması halinde ona verilecek ceza adil olmayacaktır. Zira fail tarafından, hiçbir etki olmadan özgür iradesiyle işlenmesine başlanmış bir fiil olmayıp kışkırtma olmadığı takdirde belki de bu suçun işlenmesi söz konusu olmayacaktır. ...Failin, atılı suçu işlediğine dair yoğunlaşmış kuşku bulunması, bir soruşturmaya başlanmış olması halinde, bu kuşkuların giderilmesi için adli makamların bilgisi dahilinde gizli soruşturmacı, muhbir, gizli görevli kullanılması mümkündür. Görevlinin müdahalesi adil yargılama hakkını ihlal edici nitelikte olduğu takdirde, sanığın suçu işlediğini gösteren diğer delillerin mahkumiyete yeterli olup olmadığı, suçun nasıl işlendiği, suç eşyasının nerede ve nasıl bulunduğu, değerlendirilip sonucuna göre karar verilmelidir." Yargıtay Ceza Dairesinin 10/1/2019 tarihli ve E.2016/17207, K.2019/1034 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"... YCGK kararı, AİHM kararları ve CMK'daki düzenlemeler uyarınca, gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisinin elde ettiği delillerin hukuka uygun kabul edilebilmesi için aşağıda belirtilen koşulların varlığı aranmalıdır:a- Gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlisi hiç bir zaman kışkırtıcı ajan gibi hareket etmemeli, önceden failde bulunmayan suç işleme kastı oluşturularak, fail suç işlemeye azmettirilmemeli....c- Kolluk görevlisinin tutanağı delil olarak kabul edildiğinde, diğer delillerle birlikte tutanağa da dayanılıyorsa mutlaka tutanak düzenleyiciler dinlenilmeli, sanığa, tutanak ve düzenleyicilerin anlatımlarına karşı savunma yapma imkanı verilmelidir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı paragrafının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); bir eylemin, Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrası uyarınca suç isnadı başlığı kapsamında kalıp kalmadığını belirlemek amacıyla bazı kriterler belirlemiştir. Bu kapsamda öncelikle eylemin iç hukuktaki nitelenmesi dikkate alınmaktadır. Bununla birlikte eylemin ve bu eylem için öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığı da gözetilmektedir (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/.., 8/6/1976, § 81; Campbell ve Fell/Birleşik Krallık, B. No: 7819/.., 28/6/1984, § 67). AİHM suçların soruşturulmasının önemini ve zorluklarını kabul etmekle birlikte kolluk görevlilerinin kural olarak edilgen bir tutum sergilemeleri gerektiğini belirtmiştir. AİHM, kolluk görevlilerinin provokasyonuyla (tuzağa düşürmesiyle) toplanan delillerin kullanılmasını kamu yararının dahi haklı kılamayacağını vurgulamıştır. AİHM'e göre böyle bir uygulama sanığın, en baştan ve kesin olarak adil yargılanma hakkını riske atmaktadır. AİHM uyuşturucu kaçakçılığı veya yolsuzluk gibi suçlarla mücadele için ve belirli güvenceler ile kısıtlamaların sağlanması kaydıyla özel soruşturma tekniklerine müsamaha gösterilebileceğini vurgulamıştır (Ursu/Romanya, B. No: 44497/09, 18/12/2018, § 31; Vlachos/Yunanistan, B. No: 20643/06, 18/9/2008, § 24; Vanyan/Rusya, B. No: 53203/99, 15/12/2005, §§ 46-47). AİHM'e göre kolluk görevlilerinin müdahalesi olmadan söz konusu suçun işlenebileceğini gösterir somut bir olgu mevcut olmadığı hâlde bu görevlilerin aktif olarak bir suçun işlenmesine etkili olmaları hâlinde yargılama hakkaniyete uygun yürütülmemiş ve Sözleşme'nin maddesi ihlal edilmiş olur (Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008; Burak Hun/Türkiye, B. No: 17570/04, 15/12/2009; Sepil/Türkiye, B. No: 17711/07, 12/11/2013). Bu çerçevede fail suç işleme potansiyeline sahip bir kişi olsa bile somut olayda kolluk görevlisinin müdahalesinden önce failin suç işleme hazırlığında olduğunun başka delillerle desteklenmesi, yani failin müdahale olmadan suçu işleyeceğinin başka delillerle kanıtlanması gerekir (Burak Hun/Türkiye, §§ 46-47). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/69274 | Başvuru, gece vakti alkollü içki satışı kabahatinin tespiti aşamasında kolluk görevlilerinin başvurucuyu kabahat işlemeye teşvik etmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının; idari para cezasına yapılan itiraz sürecinde tanıkların dinlenilmemesi, verilen cezanın orantılı olmaması ve sadece alkollü içkiler yönünden uygulanması nedeniyle de adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinin ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı hâlde matbu gerekçelerle tutuklanması ve tutukluluğa itirazın yeterli gerekçe açıklanmadan reddedilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yakın takip gerektiren sağlık sorunları dikkate alınmaksızın tutulması nedeniyle kötü muamele yasağının, gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 26/12/2017 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklama Yönünden Başvurucu, kamuoyunca bilinen bir gazeteci ve yazardır. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Bu kapsamda FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik ülke genelinde soruşturmalar yapılmış ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen olan kırk üçşüpheli hakkında FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı anılan soruşturma kapsamında 26/7/2016 tarihinde, başvurucunun konutunda terör örgütüyle bağını ortaya çıkaracak deliller ile suç konusu olabilecek diğer eşyalara el konulması amacıyla arama yapılmasına karar verilmesini talep etmiş ve bu talep İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte kabul edilmiştir. Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 26/7/2016 tarihinde bilinen adreslerinde bulunamamaları, yeni adreslerinin tespit edilememesi ve tüm aramalara rağmen ulaşılamamaları nedeniyle başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılması talebinde bulunmuş ve bu talep İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte kabul edilmiştir. Başvurucunun ifadesi 30/7/2016 tarihinde İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında İstanbul Barosunca görevlendirilen müdafii de hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre ifade alma işlemi öncesinde, isnat edilen suçlar başvurucuya açıklanmıştır. İfadesine esas olmak üzere başvurucuya, darbe girişiminde bulunan FEFÖ/PDY'nin yapısının nasıl olduğu, örgütün yayın organlarında veya diğer alanlarda kendisine bir görev verilip verilmediği, örgütün medya organlarının yayın politikasının nasıl şekillendiği ve örgüt liderinin yayın organları ile irtibatının nasıl sağlandığı, örgüt lideri ile irtibatının bulunup bulunmadığı ve örgüt liderini ziyaret edip etmediği, darbe girişiminden önceden haberdar olup olmadığı şeklindeBaşsavcılık tarafından sorular yöneltmiştir. Başvurucu ifadesinde, isnat edilen suçlamaları kabul etmemiş ve sorulara karşı özetle aşağıdaki şekilde beyanda bulunmuştur:"... Fetullah GÜLENİ tanıdım. 1996 ve 1997 senelerinde gazeteci grubuyla birlikte o zamanlar fevkelade meşhur ve olumlu tanınan bir insandı. Bizde merakla kendisini tanımak için bir grup gazeteciyle birlikte yanılmıyorsam 2 defa ziyaretine gittik. Kendisini yanılmıyorsam Bağlarbaşında bulunan FEM Dersanesinde ziyarete gittik. Bir defada Amerika'da Prinston Üniversitesine 2007 yılında Konferans vermek için davet almıştım, o vesileyle PensiIvanya'da bulunan yerine gittim. Çünkü kendisi 2006 yılında hakkında yürütülen Laik Düzeni Devirmeye Teşebbüsten olan davadan beraat etmişti. Kendisini yıllar sonra tekrardan görmek adına ziyaretine gittim. Asla bahsettiğiniz yapının içerisinde yer almadım, söz konusu dahi değildir. Bu yapıdan kesinlikle bir talimat almadım. Telefonda kendisiyle görüşmüşlüğüm yoktur ...... 2002'den 2016'ya kadar yani gazete [Zaman gazetesi] kapanana kadar dışarıdan telif ile köşe yazarlığı yaptım. Kadrolu değildim. Bunun dışında da başka bir görevde bulunmadım ... ... [yayın politikası] profesyonel Gazeteciler tarafından şekillendirilir. ......gerek Zaman Gazetesi gerekse Samanyolu TV Gülen'e saygı duyan insanların çıkarmış olduğu yayın organları, ama Gülen'inburada herhangi bir pozisyonu yok ...... Biz A. ve E.K. ile birlikte 2006'dan 2015'e kadar akıl defteri diye bir program yaptık. Bu programı Mehtap TV'de yapıyorduk ... ben o tarihe kadar ne terörle ilgili ne gizli yapılanmayla ilgili herhangi bir şey kulağıma gelmemişti. Bilmiyordum böyle bir şey. Üstelik ben Siyaset Bilimciyim.... Ben bütün yazılarımda Türkiye'de demokrasinin yani yöneticilerin seçimle geldiği seçimle gittiği, yönetenlerin anayasaya ve hukuk devletine saygı gösterdiği insan haklarının saygı gördüğü etnik dinsel bütün azınlıkların haklarından yararlandığı avrupa birliği standartlarında bir özgürlükçü ve çoğulcu düzenin yerleşmesini savundum. Bu açıdan bakınca 15 Temmuzda başımıza gelen darbe girişimi Türkiye'nin geleceğini karartan bir eylem olmuştur. Kim karıştıysa bu eyleme lanetliyorum. Bence işin esası bu zaten." İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte başvurucuyla birlikte altı şüpheliyi, tutuklanması talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında "Şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu ... nitekim 15/07/2016 tarihinde örgüt lideri Fetullah GÜLEN'in talimatı ile darbe girişiminde bulunulduğu, şüphelilerin Zaman Gazetesinde yazdıkları dönemlerde darbe girişiminde bulunan örgütü destekleyici övücü, güzel göstermeye yönelik konuşmalar ve yazılar yazdıkları, şüphelilerin övdükleri örgütün ve örgüt liderinin de neler yaptığı 15/07/2016 tarihinde net olarak ortaya çıktığı, şüphelilerin örgüt lideri ve yöneticileri ile fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettikleri, örgüt üyelerinin bir çoğunun haklarında yakalama kararı olmasına rağmen kaçtıkları, dolayısıyla bu şüphelilerin de kaçma kuvvetli şüphesi bulunduğuanlaşılmakla; şüphelilerin üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK'nın vd. maddeleri uyarınca TUTUKLANMALARINA ..." karar verilmesi istenmiştir. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun iki avukatı hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasında Savcılık tarafından alınan ifadesini tekrar ettiğini belirtmiş ve ek olarak "... laik bir ortamda kemalist bir birey olarak yetiştirildim, böyle bir aileye mensubum ... sosyalist fikirler benimsedim 12 mart zede oldum, 12 mart zedeliğim benim İsveç'e gitmeme neden olmuştur. Doktoramı ... tamamladım, hayat görüşüm ve siyasi görüşlerim burada değişmiştir. Demokratik düzenin geçerliliğine kani oldum, 1980 ler başında yurduma döndüm bu sefer 12 eylül darbesi oldu. 10 yıl kadar Cumhuriyet gazetesinde editör yazar olarak çalıştım, CHP grup danısmanı ... oldum, Sabah gazetesinde ... Milliyet gazetesinde de 7 yıl boyunca editörlük ve yazarlık yaptım. Yazarlık hayatım boyunca da sadece demokratik bir düzen ve avrupa birliği standartlarına uygun yaşamamıza yöneliktir. Askeri darbelere karşı duruşum vardır yazılarım bu yöndedir ... 2002 senesinde Zaman gazetesinde yazar olmam hususunda teklif aldım, bu dönem siyasetçilerinin Gülen hareketine sempati ile bakmakta oldugundan bu teklifi kabul ettim, fikirlerimi yazmak amacım vardı. Zaman gazetesi bana bu imkanı sundugu için kabul ettim ... bu zaman içerisinde bu F. Gülen isimli kişiye bu kadar sempati duyulması nedeni ile merak ettim ve araştırdım. Vardığım kanıda da F. Gülen 'in farklılığa saygı duyan modern bir islam anlayışı içinde oldugu yönünde oldu ... bu görüşümü son olaylara kadar korudum. Ben bu hareketin bir terör örgütü olduğu veya bu tür bir karanlık yüzü olduguna dair her hangi bir görüşüm veya bilgim olmamıştır. 15 temmuzda meydana gelen olayların arkasında olmasına dair güçlü deliller olması bende büyük bir aldatılmışlık hissi uyandırmıştır. Demokrasimize indirilen en ağır darbe girişimin arkasına Gülen hareketinin olmasına zon derece üzüldüm, lanetliyorum, darbeyi savunmuyorum. Benim ne meslek hayatımda ne aile hayatımda her hangi bir cemaatin mensup olmak veya darbe girişimine müdahil olmak gibi bir durumum söz konusu değildir ..." şeklinde beyanda bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 30/7/2016 tarihinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Hâkimlik "... 15/7/2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerinin silahlı kuvvetler içerisindeki unsurlarının ülke yönetimine yöneticilerine ve anayasal kurumlarına kalkışma yaptıkları, sonrasında yapılan soruşturmalar neticesinde ve daha önce yapılan soruşturmalar neticesinde şüphelilerin yazı yazdıkları bu silahlı yapıya mensup oldugu tespit edilen Zaman Gazetesi'nde bu yapıyı övücü yazılar yazdıkları, ve emniyet ve yargı makamlarının bu yapıya yönelik soruşturmalarını eleştiren akamete uğratan yazılar yazdıkları, gazete yöneticileri olan E. hakkında silahlı örgüt mensubiyetinden dava açıldıgı halde yine yazılarına devam ettikleri, bu nedenle bu yapıya ilişkin silahlı unsurların bulunduğunu bildikleri halde aynı yapı içerisinde bulunmaya devam ettikleri, özellikle 17 aralık olarak bilinen süreçten sonra dahi ısrarlı bu yapıyı övücü yazılarının süre geldiği ve örgütün amaçları doğrultusunda propaganda faaliyeti yürüttükleri, yine şüphelilerin sosyal paylaşım hesaplarından da buna ilişkin katkılarını sürdürdükleri,kalkışmayı mazur gösteren yazılar yazdıkları ve bu örgütün mensuplarını sahiplenen açıklamalar yaptıkları, kamu oyunda onların masumiyetleri yönünde algı oluşturdukları, örgütün silahlı unsurlarının 15/7/2016 gecesi ortaya çıktığı bu tarihten önce kamuoyunda bu örgütün silahlı kalkışma yapacağına dair güçlü anlatımlar ve bilgilendirmeler olmasına rağmen şüphelilerin katkılarını devam ettirdikleri, sonrasında çalıştıkları gazetenin bu yapıya ait yayın organı olması nedeni ile kapatılmış olduğu..." şeklindeki değerlendirme ile başvurucu yönünden silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varmıştır. Kararın tutuklama koşullarına ilişkin bölümü ise şöyledir: "... şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK maddesine sayılan ve tutuklama sebepleri var kabul edilen suçlardan olduğu ayrıca bu yapının medya ayağı yönündeki soruşturmalarda çok sayıda şüphelinin yurt dışına kaçmış olduğu, en başta bu gazetenin eski yöneticisi olan E.nin ... adli kontrol hükümlerine tabii olduğu halde aynı suçtan yurt dışına kaçtığı, atılı suç yönünden OHAL 'in ülkede devam ettiği ve delillerin toplanması sürecinin devam ettiği, bu durumda şüpheliler hakkında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüphelilerin CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince AYRI AYRI TUTUKLANMALARINA [karar verildi.]" Başvurucu 5/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; isnat edilen eylemlerin gazetecilik faaliyeti olduğunu ve suç teşkil etmediğini, kaldı ki 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nda özel olarak düzenlenmiş dört aylık dava açma süresi geçtikten sonra hakkında soruşturma açılıp tutuklandığını dile getirmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 8/8/2016 tarihinde, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda "dosyada tutukluluk hâlinin sonlandırılmasını gerektirecek yeni bir delil bulunmadığı" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 16/8/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 8/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 10/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu dışında yirmi dokuz şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırma talebinde bulunulmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2017 tarihinde, iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/112 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amacı, yöntem ve stratejisi, hiyerarşik yapısı, istihbarat ağı, mali yapısı ve gelir kaynakları, silahlı gücü, emniyet ve yargı yapılanmasını kullanarak gerçekleştirdiği bazı yasa dışı faaliyetlere yönelik iddialaradeğinilmiştir. Sonrasında FETÖ/PDY'nin medyadaki yapılanmasına ve faaliyetlerine yer verilmiş; özellikle bu yapılanmanın, medya unsurlarının kamuoyunca bilinen isimleriyle "Tahşiye", "17/25 Aralık", "MİT tırları" ve "Selam-Tevhid-Kudüs Ordusu" soruşturmalarına ilişkin etkilerine dair açıklamalar yapılmıştır. Cumhuriyet savcısı, başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin FETÖ/PDY'nin medya gücünü oluşturduklarını,örgütün genel amacı doğrultusunda anayasal düzeni, TBMM'yi ve Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmak için örgüt stratejisi ve hiyerarşisi içinde rollerini yerine getirerek üzerlerine atılı suçları işlediklerini ileri sürmüştür. Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler yönünden Savcılık tarafından yapılan hukuki değerlendirmenin ilgili bölümü şöyledir: "...Şüpheliler T., A.B., İ.K., A.T.A., Ü., Şahin ALPAY, N.U., S., O.K., ve İ. FETÖ-PDY medya organlarında görev yapan köşe yazarlarının; yazı başlıklarının ve yazılarından seçilen kısımların 'cımbızla çekilip' alınmadığı, konjonktürel ve tarihi perspektifle bakıldığında bu yazılardaki ifadelerin 'mecaz' ya da 'metafor' olarak izah edilemeyeceği, genel olarak operasyonların ve yargı sürecinin devam ettiği dönemlerde kaleme alınan yazılarda Hükümete sadece muhalefet yapılmadığı veya eleştiri yöneltilmediği; görünürde suç unsuruna rastlanılmayan yazılarında dahi basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarak devlet yetkililerinin ve kurumlarının haklarını ihlal niteliğinde ifadeler kullandıkları ya da ön hazırlık niteliğinde yazılar yazdıkları; şüpheli yazarların genel itibariyle de süreç içerisinde böyle bir duruş sergiledikleri, basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarak devlet yetkililerinin ve kurumlarının haklarını ihlal niteliğinde ifadeler kullanarak örgüt amacına hizmet ettikleri; ulusal güvenliği tehdit edebilecek, toplum huzurunu, toplumsal barışı ve asayişi bozabilecek beyanlarda bulundukları, askeri darbe çağrısında bulunmaktan çekinmedikleri, bu haliyle şüpheli yazarların gerek suç unsuru ihtiva ettiği tespit edilen yazılarıyla gerek tek başına suç unsuru olduğu belirlenememekle birlikte örgütsel hedef ve amacı tamamlayan yazılarla FETÖ-PDY terör örgütü hiyerarşisi içerisindeki görevlerini yerine getirdikleri, ...Bu şekilde ... şüphelilerin FETÖ-PDY silahlı terör örgütünün medya gücünü oluşturdukları ... üzerlerine atılı suçları işledikleri anlaşılmıştır." İddianamede, genelde suçlamalara konu olan gazete yazılarının yayın tarihlerine ve başlıklarına yer verilip bu yazıların hangi amaçla yazıldığına değinilmiştir. Başvurucu yönünden bu suçlamaların Zaman gazetesindeki yazılarına dayandırıldığı görülmektedir. Bu yazılar, bunlara ilişkin Savcılığın iddianamedeki değerlendirmeleri ve başvurucunun kovuşturma aşamasındaki savunmaları şöyledir:i. 21 Aralık 2013 Tarihli "Din Savaşıymış" Başlıklı Yazı- Anılan yazının içeriği şöyledir:"Ne zaman bir kriz yaşansa yabancı basındaki yorumlara daha fazla zaman ayırıyorum. Çünkü bunların bir kısmı aydınlatıcı, çoğu da eğlendirici oluyor. Sözde 'AK' Parti hükümetinin 4 bakanını, bir kamu bankası genel müdürünü ve bir belediye başkanını kapsayan rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını yorumlayan bir yazının başlığı 'Din Savaşı…' Türkiye'de birçok kimse de böyle düşünüyor. Peki öyle mi? Bana göre yaşanan şu: Türkiye'nin yüzyılda tanık olduğu tüm mücadeleler en temelde Kemalizm'in tanımladığı otoriter modernleşmeden, kabaca AB kriterleriyle tanımlanabilecek liberal modernleşmeye geçiş sürecinin sancıları. Bir yanda tek–parti yönetimi olarak başlayıp askerî vesayete dönüşen rejimi, otoriter laikliği ve topluma dayatılan tek kimlik politikaları ile Eski Türkiye var. Öte yanda demokrasiyi, insan haklarını, hukuk devletini ve azınlıklara saygıyı yerleştirmeye çalışan Yeni Türkiye. yüzyılın kabaca ilk on yılında Başbakan Erdoğan'ın başında olduğu AKP hükümeti, AB'ye katılımı programının merkezine koyarak Yeni Türkiye'nin öncülüğünü üstlendi, çok da yol almasını sağladı. Başta Eski Türkiye'nin mağdurları olmak üzere çok farklı (siyasi, iktisadi, kültürel) güçler, her biri kendi özellikleri ve beklentileriyle Erdoğan ve partisinin mücadelesine destek verdiler. Yeni Türkiye ittifakı, en geniş ifadesini 2010 referandumunda buldu (% 58 evet). Bu ittifak, AKP'nin dindarlığından değil ama ekonominin liberalleşmesinden hoşnut sermaye gruplarından, siyasi rolünün ne ülkeye ne de askere yaradığı bilincine varan askerlere kadar uzandı. yüzyılın ikinci on yılında, bütünüyle AKP'nin değil ama Başbakan'ın gündemi Yeni Türkiye olmaktan çıktı. Erdoğan, 2011 seçimlerinde % 50'ye yakın oy almasının, darbe girişimlerini savuşturmuş, askerî vesayetin fiilen bitirilmiş olduğu varsayımıyla, kendi gündemini uygulamaya koyuldu: 2023 yılında Türkiye'yi dünyanın en büyük on ekonomisinden biri yapmak için bütün iktidarı kendi elinde toplamalı, Putin kadar güçlü olmalıydı. Kuvvetler ayrılığının ayağına dolanmayacağı 'Türk usulü başkanlık' sistemi bu arayışın en veciz ifadesiydi. Artık Abdülhamit ve Atatürk geleneğinde otoriter reformcu olabileceğini düşünmeye, demokrasi seçimden ibarettir demeye başladı. Medyada eleştirel sesleri susturma çabasına girdi. Eski Türkiye ile bağlarını tamire girişti. Kürt sorununu çözüyormuş gibi yapmaya başladı. Bir yüzüyle İslami Kemalist görünümü alırken, öteki yüzüyle Milli Görüşçü Erdoğan imajını diriltti; İslami popülizmin dozunu artırdı. Erdoğan'ın başbakanlıkta üçüncü dönemi, giderek Lord Acton'ın 'İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak yozlaştırır…' sözünü andırır oldu. İş sonunda, iktidarlarının sınırsız olduğuna inanan yakınlarının, son skandalla ortaya çıktığı gibi, gırtlaklarına kadar yolsuzluğa batmasına kadar vardı. Erdoğan'ın performansı, hemen her kesimde bölünme ve toplumda kutuplaşmaya yol açtı. Kendi partisi dahi birliğini koruyamaz oldu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile gittikçe açığa çıkan görüş ayrılıkları, partisinden istifalar ve yükselen itirazlar bunun işaretleri. Yeni Türkiye özleminin Erdoğan'a teslim olmayacağının ilk büyük işareti geçen yazın Gezi Parkı gösterileriydi. İkinci büyük sinyali ise, görevlerine bağlı savcı ve polislerin başlattıkları şimdiki büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturması. Bu gelişmeler Eski ve Yeni Türkiye ittifaklarının yeniden mevzilenmelerine ve ikisi arasındaki mücadelenin keskinleşmesine yol açıyor. Yani olan biten din savaşı değil, Eski–Yeni Türkiye kavgası."- Savcılık, kamuoyunca "17-25 Aralık soruşturmaları" olarak bilinen dönemde Zaman gazetesinde yazan köşe ve haber yazarlarının davaya müdahil olarak algı mühendisliğine katkıda bulunduğunu, başvurucunun da aynı kapsamda bu yazıyı yazdığını ileri sürmüştür. - Başvurucu; bu yazısında AK Parti Hükûmetinin Avrupa Birliği'ne katılım programını merkezine koyarak yeni Türkiye'nin öncülüğünü üstlendiğini, başta eski Türkiye'nin mağdurları olmak üzere çok farklı siyasi, iktisadi kültürel güçlerin her biri kendi özellikleri ve beklentileriyle AK Partiye destek verdiğini, bu itifakın çok geniş tabana yayıldığını belirttiğini, yabancı basında çıkan Türkiye'de yaşananları "din savaşı" olarak niteleyen bir yorumu eleştirmekle yazısına başladığını, Hükûmetin 2002-2011 arasındaki reformlarından bahsettiğini ve 2011'den sonraki "otoriterleşme"yi eleştirdiğini, AK Parti Hükûmetinin ilk iki iktidar döneminde yaptığı hizmetlere değinerek başlangıçtaki gündemine dönmesi çağrısında bulunduğunu savunmuştur.ii. 24 Aralık 2013 Tarihli "Cumhurbaşkanı Seyirci Kalamaz" Başlıklı Yazı- Anılan yazının içeriği şöyledir:"18 Aralık Çarşamba günü gazeteler, İstanbul Başsavcı Yardımcılığının talimatıyla başlatılan ve üç bakanın oğulları, bürokratlar ve işadamları dahil 51 kişinin, polis takibindeki 3 ayrı dosya nedeniyle gözaltına alındığı 'Büyük rüşvet ve yolsuzluk' operasyonunu duyurdular. Medyaya sızan bilgilere göre 87 milyar Euro civarında kara para aklanmış, hazine 150 milyon doların üzerinde zarara uğratılmıştı. Kimi sanıkların aldıkları milyonlarca dolar rüşvet paralarını evlerinde, ayakkabı kutularında sakladıkları kamuoyuna intikal etti. Soruşturmaya sonradan dahil edilen iki yeni savcının da imzasıyla tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edilenlerden, rüşvet aldıkları iddia edilen İçişleri ve Ekonomi Bakanlarının oğulları, Halk Bankası Genel Müdürü ile rüşvet dağıttığı iddia edilen İran Azeri kökenli bir şahıs dahil 24 kişi tutuklandı. Evet, yargılama sonuçlanana kadar sanıklar suçlu ilan edilemez. Ancak emniyetin 14 aydır devam eden takip sonucunda yapıldığı ve delilleri karartma girişimlerinin fark edilmesi üzerine erkene alındığı bildirilen operasyonun sağlam delillere dayandığını varsaymak için yeterli neden var. Kamuoyunun Başbakan'ın ve hükümetin soruşturmalar karşısında nasıl bir tavır takınacaklarına dair merakı kısa sürede giderildi. Her ne kadar bazı AKP ve hükümet sözcüleri ilk saatlerde, yolsuzluk soruşturmasında sonuna kadar gidileceğine, operasyonun Hizmet Hareketi'ne fatura edilemeyeceğine dair beyanlarda bulundularsa da, Başbakan Erdoğan kısa süren bir sessizliğin ardından, operasyonun uydurma delillere dayanarak kendisini ve hükümetini yıpratmak amacıyla, uçları dışarıya (ABD, İsrail'e) ve içeriye (Hizmet Hareketi'ne) uzanan bir oyun olduğunu, bakanlarına tuzak kurulduğunu ileri sürerek soruşturmaya karşı saldırıya geçti. Başbakan, 'paralel devlet' adını verdiği ve 2004'ten bu yana fişlediği Hizmet Hareketi mensuplarını idareden tasfiye edeceğini çok sert sözlerle ilan etti. Bundan az sonra Başbakan'dan aldıkları cesaretle, muhalefetin soruşturmanın selameti bakımından istifa etmelerini istediği bakanlar arka arkaya 'alınlarının ak, başlarının dik' olduğunu söylemeye başladılar. Bu arada İstanbul Emniyet Müdürü başta olmak üzere İstanbul'da ve yurt sathında 135 dolayında emniyet müdürü, amiri görevlerinden alındı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne acilen vekaleten atanan Aksaray valisi, Başbakan'ın uçağıyla hemen İstanbul'a getirildi. Ardından Adli Kolluk Yönetmeliği değiştirildi: emniyetin kanun gereği gizli yürütülmesi gereken soruşturmalar hakkında amirlerine ve başsavcıya bilgi verme zorunluluğu getirildi. Böylelikle yargı bağımsızlığı açıkça çiğnendi. Ardından basın mensuplarının emniyet müdürlüklerine girmeleri yasaklandı. Cumhuriyet tarihinin belki en büyük yolsuzluk soruşturmasının hükümet tarafından örtbas edilmeye çalışıldığı izlenimi doğdu. Bu izlenimin kamuoyunda büyük bir infiale yol açması ihtimali giderek büyüyor. Şimdi gözler yürürlükte olan anayasa gereği devletin başı ve bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden, anayasanın uygulanmasından sorumlu olan Cumhurbaşkanı'na çevrilmiş bulunuyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül şu ana kadar mayıs ayından bu yana önüne getirilen bir atama kararnamesi olmadığını açıklamaktan öteye bir adım atmadı. Oysa ülke çok ciddi bir siyasi krizle karşı karşıya. Cumhurbaşkanı, olan bitene seyirci kalamaz, zira iddiaların etkin bir şekilde soruşturulması gerek demokratik rejimin, gerekse ekonominin sağlığı açısından şart. Sayın Cumhurbaşkanı, ilgili bakanların derhal istifasını istemeli, soruşturmanın hukuk devletine uygun bir şekilde yürütülmesi, örtbas edilmemesi için gerekeni yapmalıdır."- Savcılık, başvurucunun yazısında gerçekleri çarpıtarak Başbakan'ın "cemaate" [FETÖ/PDY] karşı saldırıya geçtiğini belirttiğini, emniyette yapılan atamaların ve Adli Kolluk Yönetmeliği'nin değiştirilmesinin Cumhuriyet tarihinin belki en büyük yolsuzluk soruşturmasının Hükûmet tarafından örtbas edilmeye çalışıldığı izlenimi doğurduğunu ifade ettiğini, Cumhurbaşkanı'nın yaşananlara seyirci kalmaması gerektiğini söyleyerek kurumlar arasında çatışma yaratmayı hedeflediğini ileri sürmüştür.- Başvurucu, bu yazısında iddia edilenin aksine Cumhurbaşkanı'na anayasal düzenin korunması ve yolsuzluk soruşturmalarının hukuk devleti ilkelerine uygun olarak sürdürülmesi için üzerine düşeni yapma çağrısında bulunduğunu savunmuştur.iii. 28 Aralık 2013 Tarihli "Erdoğan ile Batı Arasında" Başlıklı Yazı -Anılan yazının içeriği şöyledir: "Geçenlerde Brezilya'dan yazan bir okurum soruyordu: 'Türkiye'de Taksim/Gezi Parkı gösterileriyle, Ukrayna'da Maidan (Bağımsızlık Meydanı) gösterileri arasında paralellik kurulabilir mi? Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinde karşılaştığı güçlükler Erdoğan'ın otoriterliğe kaymasında etkili olmuş olabilir mi?' Cevaplarım şöyle oldu:Evet, İstanbul'da geçen yazın Gezi Parkı gösterileriyle, Kiev'de Maidan gösterileri arasında kimi paralellikler kurulabilir. İkisinde de eğitimli orta sınıflardan genç kuşaklar AB standartlarında özgürlük ve demokrasi talebinde buluşuyor. İkisinde de hükümet protestocuları sert polis müdahalesiyle ve yandaş gösterileriyle bastırmaya teşebbüs etti. Her iki toplum da bugün AB ile bütünleşmeden yana olanlar ile buna sıcak bakmayanlar arasında bölünmüş görünüyor.Evet, Erdoğan'ın otoriterliğe yönelmesinde AB'nin 60 yıldır Avrupa'ya entegre olma arayışındaki Türkiye'yi itmesinin bir ölçüde rolü olduğu söylenebilir. Eğer AB, Türkiye'nin Birliğe katılımına kararlı destek vermiş olsaydı Ankara Kopenhag kriterlerini çoktan yerine getirmiş olabilirdi. Ancak bu bir spekülasyon. Erdoğan'ın otoriterliğe yönelmesinin esas nedeni başka yerde.Başbakan Erdoğan, son genel seçimlerde oyların yarısını almasından ve askerin siyasî rolünü bitirdiğine kani olmasından sonra, iktidarını yerleştirdiğine hükmetti ve şişirilmiş bir özgüvenle davranmaya başladı. Ülke için en iyisini kendisinin bildiğine, bunun için bütün gücün kendisinin elinde toplanması gerektiğine karar verdi. Muhalefetin zayıflığından da yararlanarak, her istediğini yapabileceğini, ancak seçimden seçime halka hesap vermek durumunda olduğunu savunmaya başladı. Putinvari, keyfî ve buyurgan bir yönetime yöneldi, bunu 'Türk usulü başkanlık' sistemiyle tahkim arayışına girdi.Ne var ki, genel olarak 'Batı'dan uzaklaşma yanlısı bir İslamcı' olduğunu savunanlardan hayli farklı olarak ben, Erdoğan'ın esasta bir İslami/dini milliyetçi olduğu kanısındayım. Erdoğan'ın Putin'e 'Bizi Şanghay örgütüne alın da bu AB sıkıntısından kurtulalım' şeklindeki sözlerinin, AB'ye rest çekmekten ziyade katılım müzakerelerinin yolunun tıkanmasına duyduğu öfkeyi yansıttığı söylenebilir. Uzun menzilli savunma füzeleri ihalesi için Çin'le yapılmış olan ön anlaşma da Batılı şirketleri daha iyi koşullar önermeye teşvik amaçlı bir taktik olabilir. Erdoğan hükümeti, son haftalarda Ermenistan'la diplomatik ilişkiyi kuracak, sınırları açacak protokollerin raftan indirilmesi ve Kıbrıs sorununun çözümü için Yunanistan'la görüşmeleri canlandırmaya yöneldi; İsrail ile ilişkilerin tamirine yönelik işaretler dahi verildi. Zaten, başta hangi hükümet olursa olsun Ankara'nın, bir yandan Batı ittifakına bağlılığı ve AB bütünleşmesi hedefini korurken, öte yandan her alanda ulusal çıkarlara ağırlık vereceği muhakkak. Hükümetlerin ulusal çıkarların korunmasında ne ölçüde başarılı olacakları, tabii, ayrı bir konu.Erdoğan'ın gerek hükümetine yönelik Gezi/Taksim gösterilerinden, gerekse savcıların başlattığı 'Büyük rüşvet ve yolsuzluk' operasyonundan 'iç' (Hizmet Hareketi) ve 'dış' düşmanları (AB, ABD, İsrail) sorumlu tutan popülist demagojiye başvurması ise, yanlışlarıyla yüzleşmekten kaçınan, bunları örtbas etmeye çabalayan, bu yüzden giderek zorda kalan tüm otoriter yöneticilerin başvurduğu klasik taktik. Bu beyanlarıyla Erdoğan'ın dışişleri bakanlığını dahi zor durumda bırakarak ülkenin dış ilişkilerine zarar verdiği muhakkak. Bu taktiğin iktidarını korumaya yeteceği konusundaki kuşkular ise giderek büyüyor."- Savcılık, bu yazının örgütün medya ayağınca yürütülen algı mühendisliğine katkıda bulunmak amacıyla yazıldığını ileri sürmüştür.- Başvurucu, bu yazısında AK Parti Hükûmetinin çalışmalarını engellemeyi veya Hükûmeti ortadan kaldırmayı kesinlikle kastetmediğini, aksine Hükûmetin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurarak, İsrail ile ilişkilerin tamirine yönelerek ve Kıbrıs sorununun çözümü için Yunanistan ile görüşmeleri canlandırmaya başlayarak ulusal çıkarlara uygun adımlar attığının altını çizdiğini, hangi hükûmet olursa olsun bir yandan Batı ittifakına bağlılık ve Avrupa Birliği bütünleşmesi hedeflenirken öte yandan da her alanda ulusal çıkarlara ağırlık verilmesi gerektiğini belirttiğini savunmuştur. iv. 8 Şubat 2014 Tarihli "Evet, Suç da Ceza da Şahsidir" Başlıklı Yazı- Anılan yazının içeriği şöyledir:"Başbakan Erdoğan, Almanya'da 'Yolsuzluk soruşturması ekonomiye güveni sarsabilir mi?' sorusu üzerine, kişisel olarak yolsuzluk olabileceğini, ama yönetimin yolsuzluk yaptığı iddiasının doğru olmadığını söylemiş. Başbakan, haklıdır. İnsan haklarına dayalı hukuk devletinin geçerli olduğu ülkelerde, suç da ceza da şahsidir, kişiseldir; yani insanlar ne topluca suçlanabilir, ne de topluca cezalandırılabilir. Ayrıca, yargılama sonucu suçlu olduğuna hükmedilene kadar kişi, suçsuz kabul edilir. Yolsuzluk yaptığı iddia edilen AKP hükümeti değil, bu hükümetin haklarında fezleke hazırlanan üyeleridir. Suçları mahkemece sabit görülene kadar, suçsuz sayılırlar. Ne var ki, adil bir şekilde yargılanmalarını mümkün kılmak için Başbakan'ın isteğiyle görevlerinden istifa etmişlerdir. Dokunulmazlıklarının kaldırılması gerekir. Evet, Başbakan haklıdır. Ama söylediklerine bir nebze dahi inanmadığı besbelli. Neredeyse her gün yaptığı öfkeli konuşmalarda Fethullah Gülen Hocaefendi'yi ve esin kaynağı olduğu Hizmet Hareketi'ni, 'cemaat'i topluca, rüşvet ve yolsuzluk soruşturması ile AKP hükümetine karşı bir 'darbe' hazırlayan 'paralel devlet, çete, örgüt, gözü dönmüş Haşhaşiler…' şeklinde suçlamaktan geri durmuyor. Bu toplu suçlamalar haksız ve hukuksuzdur. Yargı ve emniyet mensupları arasında Hizmet Hareketi'ne, 'cemaat'e yakınlık duyanlar olabilir ve muhakkak vardır. Hizmet Hareketi'ne yakınlık duymak suç değildir ve olamaz. Ancak bu kimseler arasında, iddia edildiği gibi, üstlerinden değil Hizmet Hareketi'nden aldıkları talimatla davrananlar varsa, elbette ki bunların delil ve belgeleriyle yargı önüne çıkarılmaları; adil bir şekilde yargılanmaları için görevden el çektirilmeleri; yargı suçlu olduklarına karar verdiği takdirde de yasaların öngördüğü cezalara çarptırılmalıdır. Bütün bunlarda en küçük bir tereddüt yoktur, ama Başbakan ve yakın çevresinin Hizmet Hareketi'ni toplu olarak suçlaması, bu suçlamadan hareketle bir cadı avı başlatması, 5 bin polisi ve yüzlerce savcıyı yerlerinden etmesi ne demokratik ahlakla bağdaşır, ne de hukuk devleti kavramıyla. Bu bağlamda, bir yandan yolsuzluk iddialarına konu olan bakanların hesap vermelerini (haklı olarak) talep eden kimi çevrelerin, öte yandan Başbakan ve yakın çevresinin Hizmet Hareketi'ne yönelik 'paralel devlet' suçlamasını ağızlarından düşürmemeleri, adeta 'Cemaate ölüm!' çığlıkları atmaları da ne demokratik ahlakla, ne laiklikle, ne de hukuk devleti kavramıyla bağdaşır. Şüphesiz ki, yolsuzlukla suçlanan tümüyle AKP hükümeti değildir. Hükümetin sorumluluğu adli değil siyasidir. Yolsuzlukların ve giderek artan otoriterleşmenin siyasi hesabını soracak olan da, elbette ki önümüzdeki seçimlerde Türkiye halkıdır. Ne var ki, yolsuzluk suçlaması altında olan hükümet üyelerinden biri de bizzat Başbakan. Yargı kararıyla yürütülen yolsuzluk soruşturması, Başbakan'ın da anayasa ve yasalarla, demokratik ahlakla ve hukuk devletiyle bağdaşmaz davranışlar içinde olduğuna işaret etmekte. Eğer Türkiye normal bir demokrasi olsaydı, sadece verilecek ihaleler karşılığında bir medya grubunu satın almaları için işadamlarına talimat verdiği iddiası bile konunun adil bir şekilde soruşturulması için Başbakan'ın istifasını gerektirirdi. Nitekim, dokunulmazlığının kaldırılması için hakkında fezleke düzenlenen bakanlardan biri, Başbakan'ı 'bu milleti ve vatanı rahatlatmak için' istifaya çağırmıştı. Bu eski bakanın partisinden ve milletvekilliğinden istifadan cayıp Başbakan'dan özür dilemesi, sözünün ağırlığını ortadan kaldırmıyor."- Savcılık bu yazının örgütamaçları doğrultusunda algı mühendisliğine katkı sunmak amacıyla yazıldığını ileri sürmüştür. - Başvurucu; bu yazısında Başbakan'ın sözlerine ilişkin değerlendirme yaptığını, insan haklarına dayalı hukuk devletinin geçerli olduğu ülkelerde suç ve cezanın şahsi olduğunu, yargılama sonucu suçlu olduğuna hükmedilene kadar kişinin suçsuz kabul edildiğini, yolsuzluk yaptığı iddia edilenin AK Parti Hükûmeti değil bu haklarında fezleke hazırlanan Hükûmet üyeleri olduğunu, bu kişilerin suçları mahkemece sabit görülene kadar suçsuzsayılacaklarını, dokunulmazlıklarının kaldırılması gerektiğini, "hizmet hareketi"ne yakınlık duymanın suç olamayacağını ancak bu kimseler arasında iddia edildiği gibi üstlerinden değil "hizmet hareketi"nden aldıkları talimat ile davrananlar varsa yargının önüne çıkarılmaları ve adil bir şekilde yargılanmaları için görevden el çektirilmeleri, suçlu olduklarına mahkemelerce karar verildiği takdirde de yasaların öngördüğü cezalara çarptırılmaları gerektiğini belirttiğini, bu ifadelerleanayasal düzeni ve hukuk devletinin korunması gerektiğini söylediğini savunmuştur. v. 1 Mart 2014 Tarihli"Bu Millet Bidon Kafalı Değildir" Başlıklı Yazı - Anılan yazının içeriği şöyledir: "Yaklaşık üç yıl öncesinden başlayarak Erdoğan ve kliğinin niyetlerinin iyi olmadığı belli olmuştu. 'Türk usulü başkanlık' adı altında, Rusya'dakine benzer bir tek adam rejimi kurma arayışında olduğu görülmüştü. Muhtemelen yakın zamana kadar, kolaylıkla kazanacaklarını hesapladıkları önümüzdeki üç seçimden sonra bu ideallerini gerçekleştirebileceklerini tasavvur ediyorlardı. Ne var ki hesap edemedikleri bir şey oldu ve 17 Aralık 2013'te, İstanbul'da savcıların 14 ay önce başlattıkları, MİT'in 8 ay önce kendilerini uyardığı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasına yakalandılar. Ve, soruşturmayı örtbas etme ve iktidarlarını sürdürme telaşıyla, seçimler sonrasına bıraktıkları projeyi, belki bugüne kadar düşünmedikleri boyutlarıyla, şimdiden uygulamaya koydular. Bizzat Başbakan'ı ve ailesini de kapsadığı giderek anlaşılan soruşturmanın bir iftira, (kullanışlı bir bahane olduğuna inandırıldıkları) 'paralel devlet, paralel yapı, Fethullahçı çete' tarafından girişilmiş bir darbe olduğu iddiasını ortaya attılar. Binlerce polisi, yüzlerce savcı ve yargıcı yerlerinden ettiler. Kabul ettikleri internet yasası, HSYK yasası, kabul etmeye hazırlandıkları MİT yasası, oluşturdukları 'havuz medyası' ve aldıkları öteki yasal ve idari önlemlerle, Türkiye'yi polis devletini andıran bir düzene doğru götürmek istiyorlar. Şimdi Türkiye'nin aklı başında bütün insanlarının zihninde şu soru var: Erdoğan ve kliği iktidarda kalabilir, Türkiye'yi bir polis devletine çevirebilir mi? Benim cevabım net ve açık. Hayır, asla! Erdoğan ve kliği, tarihin en büyük yolsuzluk soruşturmasını adım adım örtbas ediyor, izlerini siliyor, her gün yalan üzerine yalan uyduruyor, böylelikle eninde sonunda yargılanmaktan kurtulacağını sanıyor olabilir. Ama milletin vicdanında çoktan mahkûm oldu. Millet'in giderek büyüyen bir çoğunluğu, (Erdoğan'ın tanımıyla 'milli irade') artık bu kliğin arkasında değil. Oyları giderek yükselen muhalefet partileri, Erdoğan ve kliği hakkında hükümlerini verdi. Ortaya çıkan pislikten sonra, istifa edip yargılanmasını talep ediyor. CHP lideri,' Hırsızdan başbakan olmaz' dedi. MHP Başkanı, 'Başbakan, hırsızlığı inkâr eden yüzsüzlüğünün hesabını vermelidir…' dedi. BDP lideri, 'Bu iktidarla yürümek imkânsız hale geldi' dedi. Bu kliğin çözüm sürecine de engel olduğu giderek daha iyi anlaşılmakta. Sivil toplumun giderek safları genişleyen kesimleri, Erdoğan ve kliğinin istifa edip yargılanmasını istiyor. ABD yönetimi, Türkiye'deki yolsuzluk skandalını ve bunu örtbas için yapılan insan hakları ihlallerini teşhir ediyor. AB üyelik müzakerelerini askıya almaya hiç bu kadar yakın gelmedi. Erdoğan ve kliği, ne yazık, dünya gözünde itibarımızı iki paralık ediyor. Eminim, Parlamento'daki AKP grubunun siyasi kaderini kliğe bağlı görmeyen çoğunluğu kara kara, partilerinin bu badireyi nasıl atlatacağını düşünüyor. AKP'ye oy vermiş olan yurttaşlarımızın giderek büyüyen kesimi Erdoğan ve kliğinden uzaklaşıyor. İnançlı yurttaşların giderek artan bir bölümü, 'Müslümanlık ile yolsuzluk, yalancılık bağdaşmaz…' diyor. Görünen köy kılavuz istemez: Ne yaparsa yapsın, Erdoğan ve kliğinin iktidarının sonu gözükmüştür. Türkiye halkı, bu millet 'bidon kafalı' değildir! Türkiye halkı artık ne asker sopasıyla ne de polis sopasıyla yönetilmek istiyor; haklarına hukukuna sahip çıkıyor. Bu halk 'bidon kafalı' olduğu için AKP'yi iktidara getirmedi; 'bidon kafalı' olmadığı için Erdoğan ve kliğinin iktidarına son vermeyi bilecek, 'milletin anasını bellemesine' izin vermeyecektir."- Savcılık, bu yazının örgütün medya ayağınca örgüt amaçları doğrultusunda yürütülen algı mühendisliği kapsamında yazıldığını ileri sürmüştür.- Başvurucu; milletin ne asker ne de polis sopası ile yönetilmek istediğini, bu nedenle hukukuna sahip çıkacağını ifade etmek amacıyla bu yazıyıyazdığını savunmuştur.vi. 29 Mart 2014 Tarihli "Çıkar Yol Erdoğansız Hükûmet" Başlıklı Yazı- Anılan yazının içeriği şöyledir: "Yerel seçim kampanyası temelde 'demokrasi seçimden ibarettir' deyip giderek otoriterleşen Tayyip Erdoğan ve yandaşlarıyla demokrasinin seçim kadar hukuk devleti demek olduğunu savunan muhalifleri arasında geçti. Çevresine topladığı kimi siyasiler, bürokratlar ve iş adamlarından oluşan bir klikle birlikte Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasına konu olan Erdoğan, 'bu seçimden birinci parti olarak çıkarsam, halk beni aklamış olur' diyerek yargı önünde hesap vermekten kaçabileceğini iddia ediyor. Evet bu, hukuk devletinin bir süre için askıya alınmasıyla mümkün olabilir. Ama sadece demokrasinin işlemesi halinde dahi, Erdoğan ve kliği bir gün yargılanmaktan kurtulamaz. Nedenlerini en iyi Yargıtay eski başkanı Prof. Dr. S.S., Zaman'da izah etti. Evet, sadece demokrasinin işlemesi halinde dahi Erdoğan ve kliği bir gün yargılanacaktır. Çünkü AKP oylarında gerileme başlamıştır ve önümüzde biri cumhurbaşkanlığı diğeri parlamento için daha iki seçim var. Çünkü Türkiye, Erdoğan ve kliğinin sandığı kadar ilkel bir toplum değildir. Türkiye'de otoriterleşme ve yozlaşmaya karşı tavır alan muhalefet partileri, sivil toplum, medya, sosyal medya, hukuk devletine bağlı savcılar ve yargıçlar yanında Türkiye'nin en az 60 yıldır parçası olduğu demokratik ülkeler topluluğu var… Çünkü Erdoğan ve kliğine AKP bile katlanamaz; akıl, izan, vicdan sahibi bir AKP de var. Bütün bunları, uzun değil orta vadede bile susturmak; 'iftira, kumpas' diyerek herkesi, her zaman aldatmak mümkün değildir. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Türkiye halkı sonunda, ilk iki dönemindeki hizmetleri ne olursa olsun, ayakta kalmak için ulusal güvenliğimizi tehlikeye atmaktan dahi çekinmeyecek tıynette bir başbakanla devam edilemeyeceğini görecektir. Evet, Türkiye, Erdoğan ve kliğinin sandığı kadar ilkel bir toplum değildir. Bugün için gerçekçi görünmeyebilir, ama Erdoğan'ın hakkındaki ağır iddialar nedeniyle er geç istifa ederek, kliğiyle birlikte yargılanması, bu şekilde aklanacaksa aklanması aksi takdirde ceza alması kaçınılmazdır. Şurası bir gerçek ki, Türkiye'nin yeni bir hükümete ihtiyacı var. Tüm halkın ve devletin temsilcisi olan, mevcut Anayasa'ya göre yürütmenin başı ve gerektiğinde Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmek dahil çeşitli yetkileri olan Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e büyük sorumluluk düşüyor. Sayın Cumhurbaşkanı, başta 'Demokrasi sadece seçim demek değildir…' diyerek, bu hükümetin otoriterleşmesi ve hukuk dışına kaymasından duyduğu kaygıları çeşitli vesilelerle dile getirdi. Adalet ve Kalkınma Partisi TBMM grubu da Türkiye'yi bu denli hukuk dışına çıkaran, toplumu bu denli kutuplaştıran, ülke güvenliğini bu denli sarsan bir hükümete katlanamaz, katlanmamalıdır. Dolaylı yollarla da olsa rüşvet ve yolsuzluk iddialarının soruşturulması gerektiğini söyleyen, yasakçılığa karşı çıkan Sayın Bülent Arınç'ın omuzlarında da büyük bir sorumluluk var. Türkiye'nin referansının Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları olduğunun her fırsatta altını çizen Sayın Ali Babacan ve partinin öteki önde gelenleri de büyük sorumluluk taşıyor. Parlamenter sistem AKP grubuna Erdoğan hükümeti hakkında güvensizlik oyu verip, Erdoğan'sız bir AKP hükümeti kurma imkânı tanıyor. Bu hükümeti pekala Sayın Arınç ya da Sayın Babacan kurabilir; halkın hükümete güvenini tazeleyebilir. Şüphesiz ki yarın yapılacak yerel seçimlerden sonra ülkeyi bugün içine düştüğü kargaşadan kurtarmanın, dünyada ve yurtta yönetime güven sağlamanın en demokratik ve etkin yolu bu olur."- Savcılık, örgütçe yürütülen algı mühendisliği faaliyetleri kapsamında başvurucunun bu yazıyı yazdığını ileri sürmüştür.- Başvurucu; muhalefet partilerinin liderlerinin yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak Hükûmeti eleştirdikleri ve hakkında soruşturma yürütülen bakanlardan birinin Başbakan'ı istifaya çağırdığı bir siyasi ortamda bu yazıyı kaleme aldığını, ayrıca parlamenter demokratik sistem içinde gerekirse aynı parti içinde başka kişilerce yeni bir hükûmet kurulması için çağrı yaptığını, bu yazıda anayasal düzeni bozma, Hükûmeti veya TBMM'yi çalışamaz hâle getirmeye yönelik ya da herhangi bir şekilde ifade özgürlüğünün sınırlarını aşan bir yorumda bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu kovuşturma aşamasında alınan savunmasında ayrıca şu genel açıklamalarda bulunmuştur: i. Yaşam tarzı ve inançları gereği herhangi bir dinî cemaat veya gruba üye olmasının söz konusu olamayacağını vurgulamıştır. ii. Kasım 2002'den itibaren davet üzerine Zaman gazetesinde haftada üç gün, Ocak 2007'den itibaren de Today's Zaman gazetesinde haftada bir gün telif karşılığı köşe yazısı yazmaya başladığını, bu yayın organlarında hiçbir zaman idari bir görev almadığını ifade etmiştir.iii. "Gülen hareketini" (FETÖ/PDY) kamuoyuna yansıyan yüzüyle tanıdığını, bu yapıya ilişkin bilgilerini medya kuruluşları ile bu yapının yurt içinde ve yurt dışında açtığı okullara heyetlerle yaptığı ziyaretlerden ve bir kısmına katıldığı "Abant Platformu" toplantılarından edindiğini belirtmiştir. iv. Başvurucu, 15 Temmuz darbe girişimine kadar bu yapının gayrimeşru işlere karışan bir karanlık yüzü olduğunun bilincinde olmadığını, kendisinin sivil yönetimi savunduğunu ve tüm hayatı boyunca askerî darbelere karşı çıktığını, bu sebeple anılan yapının mensuplarının darbe girişimine karışmış olduklarına dair emarelerin kendisinde derin bir yanılmışlık duygusu oluşturduğunu, nitekim 15 Temmuz darbe teşebbüsünü ilk günden itibaren lanetlediğini, ayrıca teşebbüstenbir gün önce askerî vesayete karşı olduğuna dair bir yazı yazdığını beyan etmiştir. Başvurucunun savunmasında dile getirdiği, Yarına Bakış gazetesinde 14/7/2016 tarihinde yayımlanan "Muhalefetin Sefaleti" başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyledir: "...Tek-adam rejimini ayakta tutmaya yarayan, belki en az yukarıda sayılanlar kadar etkili olan faktör, muhalefetin sefaleti. O cephede de gelişmeler var. Söz konusu sefalet, her şeyden önce muhalefet partilerinin (kendi bekalarının da güvencesi olan) demokrasiyi savunmak için dahi bir araya gelme, güç birliği yapma yeteneğinden uzak olmalarıyla ilgili. Sefaletin ikinci boyutu ise, her birinin kendi içinde giderilmesi güç bölünmelerle malul olmaları. ... [Yazının bu kısmında muhalefet partilerine yönelik ayrı ayrı değerlendirmeler yapılmıştır.]Erdoğan partisinin Türkiye'yi götürmekte olduğu otokratik rejim ve parçalanmaya karşı kimi sivil toplum kuruluşlarının 'Demokrasi Cephesi' oluşturma çabası içinde oldukları görülüyor. Bu girişimlerin herhangi bir ölçüde sonuç verebilmesi için (AİHM eski yargıcı ve CHP eski milletvekili) R.T.nin dediği gibi, 'AKP'ye itirazı olan ayrımsız herkesin' katıldığı, 'farklılıkların saklı tutulduğu' bir güç birliğinin gerçekleşmesi gerekir. (Bunun iyi bir örneğini 'Biliyor muydunuz: Gazetecilik suç değil' kampanyasını yürütenler verdi.) Aksi takdirde bu girişimlerden bir sonuç çıkmayacağını söylemek kehanet olmaz. 'Ulusalcılar' askeri vesayete dönüş çağrıları yapıyor olabilirler. Ne var ki, bu ülkede askeri vesayet uzun yıllar denendi; neticede bugün karşı karşıya olduğumuz faciayı hazırladı. Tek çıkış yolumuz otokrasiye karşı özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi için mücadele. Bir umut hâlâ, AKP içinde partinin 'fabrika ayarlarına' (parti programına) dönüş için başlatılabilecek bir diriliş hareketi." Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir.B. Tutulma Koşulları Yönünden Başvurucu; farklı tarihlerde verdiği dilekçelerle prediyabet, koroner arter, hiperlipidemi, hipertansiyon, hiperürisemi, multinodüler guatr, uyku apnesi, kalp damarlarında ve beyne giden damarlarda tıkanıklık rahatsızlıkları bulunduğunu, ceza infaz kurumu koşullarında bu hastalıklarının kontrolünün ve tedavisinin mümkün olmadığını, düzenli bakıma ihtiyacı olduğunu, sağlığı ve can güvenliği açısından hastaneye sevkinin gerektiğini belirterek adli makamlardan sağlık hizmetlerine erişiminin sağlanmasını ve tahliyesini talep etmiştir. Başvurucu; ceza infaz kurumunda tutulmasının yaşamı bakımından yakın ve ciddi bir tehlike oluşturduğunu, sağlık durumuna ilişkin şikâyetlerinin değerlendirilmediğini belirterek Anayasa Mahkemesinden tedbir kararı verilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu; tutuklanmadan önce sağlık durumunun yakından takip edildiğini, ceza infaz kurumu koşullarında bu takibin yapılamayacağını belirterek tıbbi durumuna ilişkin bir rapor sunmuştur. Bu raporda; başvurucuya 1998 yılında iyi huylu prostat büyümesi teşhisi konulduğu, 2009 yılında yapılan biyopside malignite (kötü huylu tümör) saptanmadığı, üç ay arayla PSA takibi yapılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun adli makamlara sunduğunu ileri sürdüğü diğer sağlık raporlarına başvuru formu ve eklerinde rastlanmamıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından sunulan bilgilerin tedbir talebini sağlıklı bir şekilde karara bağlamaya yeterli nitelikte olmadığını gözeterek -benzer olaylarda takip ettiği usule uygun olarak- başvurucu hakkındaki soruşturmayı başlatan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından ve başvurucunun tutulmakta olduğu Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan (Ceza İnfaz Kurumu) 14/10/2016 tarihli müzekkereler ile başvurucunun sağlık nedeniyle tutuklama tedbirinin sonlandırılması ve/veya sağlık kuruluşuna sevkinin sağlanması hususunda adli makamlardan bir talebi olup olmadığı, talebi varsa bu doğrultuda hangi işlemlerin yapıldığı, hastalığının tedavisi veya kontrolü ile ilgili tutulduğu Ceza İnfaz Kurumunca herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığı, burada hangi koşullarda tutulduğu ve sağlık hizmetlerine erişiminin mümkün olup olmadığı hususlarında bilgi ve belge talebinde bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sunulan 18/10/2016 tarihli yazıda başvurucunun Adli Tıp Kurumuna sevk edilmeyi talep etmediği belirtilmiş ve başvurucunun buna ilişkin dilekçelerinin örnekleri gönderilmiştir. Bunun yanı sıra Ceza İnfaz Kurumunun 17/10/2016 ve 25/10/2016 tarihli yazıları eklerinde başvurucunun sağlık durumuna ve hakkında yürütülen tedavi sürecine ilişkin bilgi ve belgeler Anayasa Mahkemesine iletilmiştir. Anılan bilgi ve belgelerin başvuru formu ve eklerinde yer almadığı anlaşılmış olup bunlaraşağıda özetlenmiştir: i. Başvurucu 3/10/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne dilekçe vererek çeşitli rahatsızlıklarından dolayı doktor ziyaretinde bulunmayı talep etmiş, 4/10/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Aile Hekimliğine muayeneye çıkarılmış, önceden prostat büyümesi olduğunu ve bunun takip edilmesi gerektiğini belirtmiş, Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesi Üroloji Polikliniğine sevk edilmesine karar verilmiştir.ii. Başvurucu, hastaneye gitmek istemediğine dair 12/10/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna dilekçe vermiş; bu nedenle başvurucunun sevki yapılamamış; 20/10/2016 tarihinde Üroloji Polikliniğine yeniden sevkine dair planlama yapılmıştır.iii. Başvurucu 20/10/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesi Üroloji Polikliniğinde muayene edilmiş, PSA testi için kan vermiş ve kontrolü için 27/10/2016 tarihinde sevki planlanmıştır.iv. Başvurucu 20/10/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesi Dahiliye Polikliniğinde muayene edilmiş, kan tahlili sonuçları değerlendirilerek ilaç reçete edilmiş, kontrol için 22/3/2017 tarihine sevki planlanmıştır. v. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda üç kişilik odada kaldığı, haftada iki yarım gün aile hekimi tarafından tutuklu ve hükümlülerin muayenelerinin yapıldığı, acil vakalarda görevli beş sağlık memuru tarafından ilk müdahalenin yapıldığı belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi 26/10/2016 tarihli kararı ile tedbir talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: "Başvurucunun sağlık durumuna ilişkin şikâyetlerinin dikkate alınarak sağlık kuruluşlarına sevkinin sağlandığı, ayrıca Ceza İnfaz Kurumu bünyesinde bir Devlet Hastanesinin bulunduğu görülmektedir. Dosya kapsamında yer alan ve Ceza İnfaz Kurumu tarafından sunulan bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda tutulmasının yaşamına, maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik bir tehlike oluşturduğuna dair derhal tedbir kararı verilmesini gerektirir bir durum bulunmadığı anlaşılmıştır." A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.…(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:"Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir." 5237 sayılı Kanun'un "Anayasayı ihlal" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar." 5237 sayılı Kanun'un "Yasama organına karşı suç" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılırlar." 5237 sayılı Kanun'un "Hükûmete karşı suç" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme/AİHS) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" başlıklı maddesinin (1) fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:" Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:...c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;... " Sözleşme'nin "İfade özgürlüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca, yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95,19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği (Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016, § 101) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması gerekir. AİHM'e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı -elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında- olaylara dışarıdan bakan tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde bir kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe, suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86-12245/86-12383/86, 30/8/1990, § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34). AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü, § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü, § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü, § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51).b. İfade Özgürlüğü Yönünden AİHM'e göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. İfade özgürlüğü toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil etmektedir. Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrası saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir; yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu özgürlüğün bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bunun sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün birçok kez altını çizmiştir. AİHM'e göre basının görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkının da eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM'e göre aksi takdirde basın, vazgeçilmez kamusal "gözetleyici" (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62; Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102). AİHM; Nedim Şener/Türkiye (B. No: 38270/11, 8/7/2014, §§ 94, 95) kararında öncelikle ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etkisi olan bazı koşulların -henüz kesinleşmiş bir karar ile mahkûm olmamış- kişilere, söz konusu özgürlüğe yapılan bir müdahalenin mağduru olma sıfatı tanıdığını önceki kararlarına atfen hatırlatmıştır. AİHM, somut başvuruyla ilgili olarak gazeteci olan başvurucunun Ergenekon örgütünün varsayılan üyelerinin talebi ve desteği ile yazılan ve yayımlanan iki kitabın yazımına yardımda bulunma şeklinde özetlenebilecek olgulara dayanılarak hakkında terör örgütüne üye olduğu için açılan ceza kovuşturması çerçevesinde bir yıldan fazla tutuklu kaldığını kaydetmiştir. AİHM'e göre ağır şekilde cezalandırılan suçlar için yürütülen bir ceza yargılaması çerçevesinde başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbiri, ifade özgürlüğü üzerinde tamamen varsayımsal bir risk değil gerçek ve fiilî bir kısıtlamadır. Dolayısıyla bu durum, başvurucunun Sözleşme'nin maddesi tarafından koruma altına alınan ifade özgürlüğünün kullanımına bir "müdahale" teşkil etmektedir (Benzer yöndeki karar için bkz. Şık/Türkiye, B. No: 53413/11, 8/7/2014, § 85). Aynı kararda (bkz. § 122) AİHM, adli makamların ilgili ve yeterli gerekçe olmaksızın başvurucuyu bir yılı aşkın süre boyunca özgürlüğünden yoksun bırakarak başvurucunun genel kamu yararını ilgilendiren konularda görüşlerini ifade etme iradesi üzerinde caydırıcı bir etki ortaya çıkardığını değerlendirmiştir. AİHM, özgürlükten yoksun bırakma şeklinde bir tedbir uygulanmasının başvurucu gibi devlet organlarının faaliyetleri ve tutumları hakkında araştırma yapmak ve yorumda bulunmak isteyen diğer bütün araştırmacı gazeteciler üzerinde kendi kendini sansürleme ortamı oluşturabileceğini ifade etmiştir (Benzer yöndeki karar için bkz. Şık/Türkiye, § 111). AİHM, anılan kararda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra ifade özgürlüğünün de ihlal edildiği sonucuna varmıştır. AİHM, gazeteci olan ve tutuklandıktan sonra milletvekili seçilen Mustafa Ali Balbay tarafından yapılan başvuruda (Balbay/Türkiye (k.k.), B. No: 666/11-73745/11, 26/3/2015, §§ 66-75) ise suç işlendiğine dair şüphe duyulması için makul sebepler olmadığından bahisle tutuklamanın hukuki olmadığı yönündeki iddiayı incelerken başvurucuya yöneltilen suçlamalara (hükûmeti şiddet kullanarak devirmek amacıyla faaliyetlerde bulunmakla suçlanan bir suç örgütünün aktif üyelerinden biri olmak, özellikle basın ile söz konusu suç örgütü arasında koordinasyon görevini üstlenmek, ülkede kaotik bir durum yaratmak için bahsi geçen örgütün askerî üyelerinin talimatı altında faaliyet yürütmek, eski bir kuvvet komutanı askerin darbe günlüğünün bir bölümünü saklamak ve devletin gizli belge ve bilgilerini yasa dışı şekilde elde etmek) dikkat çekmiştir. AİHM, başvurucunun ağır nitelikteki bu suçları işlediğine dair şüphelere dayanılarak telefon dinleme kayıtları, bazı suç ortaklarının ifadeleri, farklı aramalar sırasında el konulan belgeler gibi delillerin savcılık tarafından yakalama öncesinde toplandığını belirtmiş ve yargılama sonucunda başvurucunun 35 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm edildiğine vurgu yapmıştır. AİHM bu değerlendirmesi sonucunda ceza dosyasının başvurucunun kovuşturulmasına neden olan suçu işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgiler içerdiği kanaatine vararak iddiaları açıkça dayanaktan yoksun görerek kabul edilemez bulmuştur. Öte yandan AİHM, hükûmet ile ilgili olarak yapılmasına müsaade edilen eleştirinin sınırının bireyler veya siyasetçiler hakkında yapılan eleştiriye oranla daha geniş olduğunu belirtmiştir. AİHM'e göredemokratik bir sistemde, hükûmetin fiilleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı otoritelerinin değil aynı zamanda kamunun da incelemesine açık olmalıdır. Hükûmetin güçlü konumu dolayısıyla kendisine yönelik eleştirilere ve haksız saldırılara başka yöntemlerle karşılık vermesinin mümkün olduğu hâllerde ceza davası başlatma konusunda çekimser davranması gerekir (Ceylan/Türkiye [BD], B. No: 23556/94, 8/7/1999, § 34). AİHM, Stojanovic/Hırvatistan (B. No: 23160/09, 19/9/2013, §§ 39, 62) kararında ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken başvurucunun sorumluluğunun kapsamının kendi sözlerinin ötesine taşıp taşmadığının belirlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, derece mahkemelerince başvurucunun sorumluluğunun -bunu haklı gösterecek "ilgili ve yeterli" gerekçeler gösterilmeksizin- onun sözlerinin ötesinde genişletilmesi suretiyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir . | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/16092 | Başvuru, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı hâlde matbu gerekçelerle tutuklanması ve tutukluluğa itirazın yeterli gerekçe açıklanmadan reddedilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yakın takip gerektiren sağlık sorunları dikkate alınmaksızın tutulması nedeniyle kötü muamele yasağının, gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 7/1/2021 tarihinde öğrendikten sonra 19/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, 1/8/2022 tarihinde vefat etmiştir. Yapılan bildirime rağmen başvurucunun mirasçılarının başvurunun devamı yönünde bir talepleri olmamıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/2216 | Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 18/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 19/3/2020 tarihli kararıyla ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucuların ülkelerine sınır dışı edilmelerine dair işlemlerin 20/5/2020 tarihine kadar geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün 30/4/2020 tarihli yazısı ve eklerinin başvuru dosyasına gelmesinden sonra başvurucuların tedbir talepleri 13/5/2020 tarihinde yeniden değerlendirilmiş, 19/3/2020 tarihli tedbir kararlarının sonlandırılmasına ve başvurucuların tedbir taleplerinin reddine karar verilmiştir. 2020/10595, 2020/10588 ve 2020/10389 numaralı bireysel başvuru dosyalarının hukuki irtibat nedeniyle 2020/10387 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/10387 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Afganistan İslam Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucular evli olduklarını beyan etmektedir. Başvurucular 5/12/2016 tarihinde Türkiye'ye giriş yapmış ve uluslararası koruma başvurusunda bulunmuştur. Başvurucuların talepleri reddedilmiştir. Çankırı Valiliğinin 29/5/2019 tarihli kararıyla başvurucuların sınır dışı edilmelerine karar verilmiştir. Başvurucular, anılan kararın iptali istemiyle Kastamonu İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucular dava dilekçelerinde sınır dışı etme kararının hukuka aykırı olmasının yanı sıra ülkelerinde iç karışıklık yaşandığını ve üçüncü kişilerin baskı ve tehditlerine karşı korunamayacaklarını, kendilerinin 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi gereği sınır dışı edilemeyecek şahıslardan olduklarını iddia etmişlerdir. İdare Mahkemesinin 16/1/2020 tarihli kararıyla "davacıların ileri sürdüğü sebeplerin yukarıda yer alan mevzuat uyarınca ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağını haklı kılacak sebepler olarak değerlendirilmesine ve geri gönderilmesi durumunda zulme uğrayacağına olanak bulunmadığı" gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucular 18/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş, başvurularıyla birlikte sınır dışı etme kararlarının tedbiren durdurulmasını talep etmiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/10387 | Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 24/1/2020 tarihinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu en son Küçükçekmece Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Darbe teşebbüsü sonrasında Ankara ve Batman Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından silahlı terör örgütüne üye olma; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından başvurucu hakkında ayrı ayrı soruşturma başlatılmış ve Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından çıkartılan yakalama kararı doğrultusunda 27/9/2016 tarihinde başvurucu gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 2/9/2016 tarihinde, Batman Cumhuriyet Başsavcılığı 10/11/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucunun 28/9/2016 tarihinde Başsavcılık tarafından ifadesi alınmıştır. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle eğitim ve meslek hayatı boyunca FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı okullarda veya dershanelerde okumadığını, örgütün yurtlarında veya evlerinde kalmadığını, çocuklarının ve eşinin de herhangi bir dönemde bu yapıyla temas hâlinde bulunmadığını, hâkim adaylığı döneminde Adalet Akademisindeyken sınıf temsilciliği görevi, Albüm Kurulu veya Yıllık Kurulunda görev almadığını belirtmiştir. Başvurucu; 2010 yılından bu yana kamuoyuna Balyoz davası olarak yansıyan yargılama süreçleri nedeniyle FETÖ/PDY denilen oluşumun illegal bir yapılanma olduğunu düşünmeye başladığını, HSYK seçimi sürecinde herhangi bir şekilde müşahitlik yapmadığını veya kamera çekimi gerçekleştirmediğini, kimseden oy istemediğini, kendisinden de blok olarak oy isteyen kimsenin olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, Başsavcılık tarafından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 29/9/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından başvurucu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 29/9/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli [A.T.] nin üzerine atılı bulunan FETÖ - PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suçunun işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında somut delillerin bulunması, şüphelinin kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ve isnat edilen suçun ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinden olması nedenleriyle 2802 Sayılı Hakimler Savcılar Kanunu'nun 94 ve CMK 2/1-j maddesi de gözetilerek CMK'nun Maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS Maddedeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelinin CMK'nun 101 maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA" Başsavcılık 11/1/2017 tarihinde yetkisizlik gerekçesiyle dosyanın Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde devam eden soruşturma sürecinde başvurucunun tutukluluk hâli ile ilgili olarak İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/2/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararına karşı yapılan itiraz Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/3/2017 tarihli kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 5/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 3/7/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiştir.ii. Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından düzenlenen 29/5/2017 tarihli raporda, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta iken hakkında FETÖ/PDY kapsamında kamu davası açılmış olan [B.Ç.] ile başvurucu arasında para transferi olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Söz konusu para transferi, 495 TL'nin önce başvurucu tarafından[B.Ç.] ye havale edilmesi, sonraki süreçte de yaklaşık olarak aynı meblağın "Param bu kadardı, kusura bakma" açıklaması ile başvurucuya iadesi şeklinde gerçekleşmiştir.iii. Başvurucunun 17/10/2007 tarihinde Yargıçlar ve Savcılar Birliğine (YARSAV) üye olduğu ve üyeliğinin dernek kapatılıncaya kadar faal olarak devam ettiği tespit edilmiştir.iv. Dosya kapsamında alınan tanık beyanları şu şekildedir:- R.Ü. "...Benim sanık [A.T.] ile örgütsel manada irtibatım Batman'da bulunduğum 2012 yılı içerisinde olmuştur. Sanık [A.T.] 2012'de yaz kararnamesi ile Batman Savcılığına atanmıştır. Ben onun atanmasından sonra Çankırı Cumhuriyet Savcılığına geçici olarak yetkilendirildim ancak kendisi ile 1-2 ay birlikte mesai yaptık...Sanık [A.T.] Batman'a atanmadan evvel [T.], [G.] ve ben [S.Ö.] nün abi konumunda bulunarak organize ettiği bir sohbet gurubunu oluşturuyorduk...Sanık [A.T.] nin de Batman'a atanmasıyla bu sohbet grubu [G.],[A.T.] ve benim iştirakimle gerçekleşmekteydi. Biz Batman'da görev yaparken[T.],[A.T.] ve ben örgütün kitap okuma kampı dahilinde Gaziantep'e giderek bir faaliyet gerçekleştirdik. Bu kitap okuma etkinliğinin tam olarak tarihini hatırlamamakla birlikte ameliyatımdan önce gerçekleştiğini biliyorum. Benim görgüm ve bilgim bunlardan ibarettir."- E.E. "Ben sanık [A.T.] ile 2014-2016 yıllarında Batman'da aynı adliyde çalıştım. Kendisi açık sözlü düşüncelerini her ortamda rahatlıkla söyleyen, özgür düşünceli bir meslektaşımdı. Kendisinin herhangi bir tarikat yada cemaat üyesi olduğu izlenimine kapılmadım. Herkes gibi sıradan inançlı bir insandı. FETÖ ile irtibatlı olduğuna dair hiç bir izlenimim yoktu, kendisi ile sık sık görüşürdük, bu yüzden eğer böyle birşey olsaydı bilirdim. Kendisi 2014 yılında HSYK seçimlerinde Batman adliyesine gelip seçim çalışması yapan YARSAV adayları olarak bilinen [A.], [B.Y.] ve [K.] nın yanında bulunmuştu, onlara eşlik etmişti. Zaten bu kişiler halen daha görevde olup hakim, savcılık mesleklerini devam ettirmektedirler, fetö ile herhangi bir bağlantıları saptanmamıştır. Sanık [A.T.] nin kendisi ayrıca uzun süredir YARSAV üyesidir. Bildiklerim bundan ibarettir, başka herhangi bir bilgim yoktur."- E.G. "2013-2015 yıllarından Batman adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığım sırada sanığı tanıdım...Kendisinin sadece sosyal demokrat ve Yarsav üyesi olduğunu biliyorum onun dışında atılı suç ile ilgili olumlu, olumsuz bilgim yoktur. Ayrıca aramızda herhangi bir husumet bulunmamaktadır."-Y.G. "Ben halen İstanbul Anadolu Adliyesinde Hakim olarak görev yapmaktayım, daha önce Batman Adliyesinde Hakim olarak çalışıyordum.[A.T.] de Batman Adliyesinde Cumhuriyet Savcısı idi. Kendisi ile 2 yıl birlikte çalıştım. Ben çalıştığım 2 sene boyunca [A.T.] nin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile ilgili herhangi bir konuşmasına ya da eylemine şahit olmadım...bildiğim kadarıyla kuruluşundan itibaren YARSAV üyesidir. 2014 HSYK seçimlerinde de yine Batman Adliyesinde idim, burada oy kullandım, seçim öncesinde Batman Adliyesine YARSAV üyesi olan aynı zamanda HSYK adayı olan [A.], [B.Y.] ve [K.] geldiler. Adliyede bir hakimin odasında diğer hakim savcı arkadaşlar ile birlikte oturduğumuz sırada [A.T.] bu 3 adayı bizim bulunduğumuz odaya getirdi...Ayrıca şunu da belirtmek istiyorum. 15 Temmuz 2016 tarihinde ben Batman'da idim. [A.T.] raporluydu. Beni telefonla aradı, bana 'darbe başarılı olursa yarın bu meslekten istifa ederim.' dedi."- E.S. "Ben...daha önce Batman Adliyesinde hakim olarak çalışıyordum.[A.T.] de Batman Adliyesinde Cumhuriyet Savcısı idi. Kendisini bu nedenle tanıdım. Yaklaşık 2 sene aynı adliyede görev yaptım. Ben şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile herhangi bir bağlantısı olduğuna dair durumuna şahit olmadım. Söylemlerinde de örgüt ile ilgili bir konuşma yaptığını duymadım. Zaten kendisinin uzun süreden beri YARSAV üyesi olduğunu biliyorum. Hatta 2014 HSYK seçimi öncesinde YARSAV listesine oy vereceğini söylüyordu...HSYK seçimi öncesinde oy isteme amacıyla adliyeye gelen YARSAV üyesi olduklarını duyduğum, [A.], [B.Y.] ve [K.] yı adliye içerisinde gezdirdi...ancak kendisi bu gezdirme işlemi sırasında herhangi bir şekilde konuşmadı, adaylar kendi adlarına oy istediler. Bildiklerim bundan ibarettir. Ben şahsın FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgi ve irtibatı olduğu hakkında bilgi sahibi değilim, fakat olmadığı kanaatindeyim."- T.Ö.P. "Ben...daha önce Batman Adliyesinde Hakim olarak çalışırdım. Şüpheli [A.T.] ile burada tanıştım. Yaklaşık 1 yıl aynı adliyede görev yaptık. Kendisi Cumhuriyet Savcısıdır. Ben şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile ilgili herhangi bir söylemini duymadım, fiili bir davranışta bulunduğunu da görmedim. Bildiğim kadarıyla YARSAV üyesi idi. HSYK seçim döneminde de adliyemize gelen YARSAV üyesi olduklarını duyduğum [A.], [B.Y.] ve [K.] birlikte gelmişlerdi. Bu şahısları [A.T.] benim odama getirdi, getirme dışında [A.T.] herhangi bir söylemde bulunmadı. Diğer şahıslar kendilerine oy verilmesi yönünde talepte bulundular. Bu anlattıklarım dışında başka bir bilgim yoktur."-Y.K. "2014 Temmuz - 2016 Temmuz tarihleri arasında Batman'da [A.T.] ile birlikte çalıştık ve aynı zamanda adliyede sürekli görüştüğüm meslektaşlarımdan birisi idi. Kendisi orada Cumhuriyet Savcısı idi. Çalıştığım 2 sene boyunca [A.T.] nin FETÖ Silahlı Terör Örgütü ile ilgili herhangi bir konuşmasına ya da kendisini gizlemek için herhangi bir davranışına şahit olmadım. Kendisi her ortamda düşüncelerini açıkça dile getiren birisidir. Zaten bildiğim kadarıyla kuruluşundan itibaren YAR-SAV üyesi idi. 2014 HSYK seçimlerinde Batman Adliyesinde çalışıyordum ve burada oy kullandım. Seçim öncesinde Batman Adliyesine YAR-SAV üyesi ve HSYK adayları olan [A.], [B.Y.] ve [K.] birlikte geldiler. Adliyede bir hakimin odasında diğer Hakim ve Savcı arkadaşlar ile birlikte oturduğumuz sırada [A.T.] bu üç adaya eşlik etti ve odaya geldiler. Orada HSYK adayı olan bu kişiler seçim çalışmalarıyla ilgili konuştular. [A.T.] sadece yanlarında bulundu, herhangi bir konuşması olmadı...Ben[A.T.] nin FETÖ üyesi olduğu daha sonra tespit edilen hiçbir HSYK adayı hakkında konuştuğunu duymadım. Bana veya adliyedeki herhangi bir arkadaşa kime oy vereceğimiz ile ilgili hiçbir tavsiye ve telkinine şahit olmadım. 15 Temmuz 2016 tarihinde ben Batman'da idim. [A.T.] aşil-tendon kopması nedeniyle ameliyat olmuştu ve tayini çıktığı için ailesiyle birlikte memlekete gitmişti. Onu en son gördüğümde koltuk değnekleriyle yürüyordu. Darbe teşebbüsünün olduğu gece konuşmuştuk. Bana 'darbe başarılı olursa yarın bu meslekten istifa edeceğim, bunların emri altında asla çalışmam' demişti. Söyleyeceklerim bundan ibarettir." şeklinde beyanda bulunmuştur. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 7/9/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/81 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucunun 19/9/2017 tarihinde görülen duruşmasında tahliyesine karar verilmiştir. Tahliye kararının ilgili kısmı şu şekildedir;"...Dosyadaki mevcut delil durumu, sanığın tutuklu kaldığı süre, tutuklamanın tedbir mahiyetinde oluşu, bu aşamadaadli kontrol hükümleri uygulanmasının tutukluluktan beklenen faydayı sağlayacağı anlaşıldığından sanığın bihakkın TAHLİYESİNE... [karar veridi.] " Kovuşturma aşamasında başvurucunun örgüt ile irtibatına dair ifadesine başvurulan gizli tanık Defne'nin beyanının ilgili kısmı şöyledir: "Sanık[A.T.] yi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenci olduğu dönemden tanıyorum. Hatırladığım kadarıyla 1999-2003 yılları arasında örgüte bağlı üniversite öğrenci yapılanmasına ait evlerde kalıyordu. Örgütün İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi bölgesinde bulunan bir evdi. Bu evlerden amaç Hukuk Fakültesi öğrencilerini yapıya kazandırmaktı ayrıca sanığın örgüte bağlı öğrencilerin kurduğu Genç Hukukçular Klübü isimli klübün başkanlığını bir dönem yaptığını biliyorum. Sanık mezun olduktan sonra 2003-2004 yıllarında örgüte ait hakim savcı sınavlarına hazırlık evlerinde kaldığını başka bir örgüt üyesinden duydum. Bana bunu söyleyen şahıs yine hakim savcı sınavlarına hazırlık için kurulan başka bir evde kalıyordu. Bunu bizzat kendisi bana söyledi, Bu şahıs daha sonra idari yargıda hakim olan [K.G] isimli kişidir. Ayrıca sanığı 2011-2012 yıllarında Batman'da görev yaptığı sırada gördüm. Ayrıca yine idari yargıda hakim olarak görev yapan [T.] isimli örgüt üyesi ile görüştüğümde sanık [A.T.] nin örgüt toplantılarına katıldığını ve bağlantısının devam ettiğini söyledi. [T.] örgütte etkili bir şahıs idi. Sanık ile ilgili hatırladıklarım bunlardan ibarettir." 20/6/2018 tarihinde UYAP'a kaydedilen ve 31/12/2015 tarihli ByLock yazışma içeriklerine ilişkin belgede başvurucu ile ilgili yazışmaların yer aldığı kısım şöyledir:"...- Abi[A.T.] ile alakalı geçen notta elvan yazıyordu fakat abi sivaslı - Eşi ile problemi varmış. Bu nota göre onu gruba dahil ediyor muyuz- Elvan hepsini kapsıyor ya- Artık Sivaslı değil mi? Tamam abi- Abi grup değil özel ilgi. Bu durumu soralım ama önce ilgilenen abilerden bilgi alalım- Abi özel ilgi nasıl olacak bu adamla benim biraz hukukum var gideyim görüşeyim. Abi zaten böyle bir notu ben verdim daha önce gruba alalım diye ama olmaz dendi- Abi yok sen sonra. Şuan orada bulunan abinin tanıdığı kişilerden iki abi varsa onlara söyle ilgilensinler- Birebirde zor malum pro vs olmuyor- Abi bu programla değil de birebir ailevi meseleleri bile dertleşecek kadar yakınlaşmakla çözülür diye düşündüm- Abi söyliyim ins fakat ben otobüsle de olsa gidip konuşayım bu adam bayadır bekar- Ama iktiza ederse grup yap abi. Abi gidip ne diyecen. Perdeyi yırtmaman lazım- Bence gruba gelsin abi. Zaten önceden de burda idi grupta idi. Yok abi perdeyi yırtmadan bir yolunu bulur giriş yaparım- Abi sen sonraki hamle ol. Önce abiler bu mevzuyu bilmeden biraz muhabbet etsinler bakalım ne çıkacak. Belki abla gerçekten problemdir- Tmm abi. Abi abla ev hanımı adam okuyan bir tip. Teröre bakıyordu. Yanında iki tane bekar bayan buna asılıyor oğluyla ilgileniyordu- Veya başka birşey vardır ona göre iktiza ederse sen devreye girersin ama devresinden birilerini düşünürüz önce falan.... abi çözüm yolunu bulalım iktiza ederse abiyi tayin ettiririz ama asıl problem kaynağını tespit edelim. Abi her sosyeteye giren hanımını boşamazki ben bu abiyi tanıyorum sağlamdır. Bir yerde bizim bilmediğimiz problem var abi- Ben bu meseleyi yazın mayıs sonu ona şöyle açtım abi. Baymanla ilgili not var Ankaradan burada bekar bayanların bizim abilere sızma gibi bir durumda kullanıldığı yönünde dedim. Özelde de sizin çok dikkat etmeniz lazım dedim. Teröre baktığı için sizi tespit etmek gibi hedefte olabilirsiniz dedim. Başladı ağlamaya ben istifa etmek istiyorum diye. Ben artık bu mesleği yapmıcam yoldan çıktık birşey kalmadı bizde gibi detaya gerek yok fakat durum bu. Asıl mesele Sivaslıları ayırınca tek kaldı. Uzun süre görüşülemedi. Bu yönden hala manevi boşluk var- Abi bir yol bulup abiye ulaşmak lazım. Eğer tespitin grup içine alınması ise alalım abiyi- Bence alalım abi- Ama lojmanda tedbirli gidip gelsinler birbirlerine..." Başvurucunun kovuşturma aşamasında yeniden alınan savunması şu şekildedir:"Ben YARSAV a 2007 yılında üye oldum. İddianamede..2010 yılında talimat geldiği belirtilmiş olup benim 2007 yılındaki üyeliğimi 2010 yılındaki örgüt talimatı ile yapmam mümkün değildir...MASAK raporunda belirtilen [B.Ç.] benim akademiden staj arkadaşımdır. Arabamı değiştireceğimden kendisinden borç para istemiştim. O da bana raporda belirtilen miktarda parayı göndermişti. Daha sonra ben bu parayı yaklaşık 9 ay sonra kendisine geri ödedim. Zaten bu durum MASAK raporu içeriğinden de bellidir. Tanık [R.Ü.] nün beyanını kesinlikle kabul etmiyorum. Bu şahıs ile birlikte bir gün bile aynı yerde çalışmadım. Benim göreve başladığım gün kendisi izine ayrılmış. Daha sonradan raporlar almıştır. Çankırı da geçici yetki ile yetkilendirilmiştir. Bu tanık ilk ifadesini 09/09/2016 tarihinde vermiş. Aradan bir süre geçtikten sonra ilk ifadesinin uzun sürmesi, nedeniyle bir kısım hatırlayamadığı hususları tekrar bildirmek için kendiliğinden savcılığa gitmiş, verdiği ikinci ifade de benim hakkımda soyut nitelikte aslı olmayan iddialarda bulunmuştur...Bu tanığın Batman da görev yaparken kitap okuma kampı dahilinde hatırlamadığı bir tarihte birlikte Gaziantep e giderek kitap okuma etkinliği gerçekleştirdik şeklinde anlatımları da vardır. [R.Ü.] nün devre grubu adıyla tanımladığı yapı içinde bazı isimlerle katıldığına değindiği kitap okuma kampları hakkında devre grubu ile senede bir defa kitap okuma kampı yapılır ve devre alt gruplardan katılımlarla bir araya gelinirdi diye yapılan toplantılara ilişkin tarihler ve yerler belirtilmiştir. Burada Gaziantep te yapılan bir etkinlikten de bahsedilmemektedir. Ben böyle bir kitap okuma kampına da katılmadım. Batman dan ne diye Gaziantep e kitap okumaya gidilir onu da bilmiyorum. Kendisine itirafçı diyen şüpheli [R.Ü.] nün tanık beyanlarının hukuki değeri yoktur. İddiaları kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. İfadeleri arasında belirli bir çizgi ve tutarlılık yoktur. Zamansal açıdan gerçekleşmesi imkansız olaylardan bahsedilmektedir. Kendisine yemin verdirilmeden dinlenilmesi gerekirdi. Bu tanık ile ilgili ayrıntılı beyanlarımı yazılı olarak avukatım mahkemenize ibraz edecektir. İçeriğini aynen tekrar ederim. Üzerime atılı suçun yasal unsurları oluşmamıştır. Aleyhime terör örgütü üyesi olduğumu gösterir delil bulunmamaktadır. Haksız yere tutuklanıp cezaevine konuldum." 5/12/2018 tarihli karar ile başvurucunun beraatine hükmedilmiştir. Beraat kararının gerekçesinde özet olarak başvurucu hakkında dijital verilerin incelenmesi neticesinde herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı, iddianamede belirtilen para transferinin atılı suça delil olarak kabul edilemeyeceği, hakkındaki aleyhe tanık beyanlarının da itibar edilebilir nitelikte olmadığı, sonuç olarak isnat edilen suçun işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı bir kanıt bulunmadığı ifade edilmiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkındaki tanık beyanları ile ByLock yazışmalarının mahkûmiyete yeter nitelikte olduğu gerekçesiyle gerekçeli karara karşı istinaf başvurusu yapılmıştır. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından yapılan inceleme neticesinde 28/11/2019 tarihli ilam ile beraat kararında; usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine hükmedilmiştir. Başvuru dosyası, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; ilgili Yargıtay kararları için bkz. A., B. No: 2016/63999, 9/1/2020, §§ 33- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23145 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucunun tutuklama müzekkeresinde yer aldığı biçimiyle Türkiye Cumhuriyetini cebren devirmek, hükümetin görevlerini kısmen veya tamamen engellemek, engellemeye teşebbüs etmek, darbeye teşebbüs etmek suçlarından dolayı, 21/4/2012 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimliği tarafından tutuklandığı, soruşturma devam ederken tahliye talebinde bulunduğu, talebinin reddedilmesi üzerine bu karara karşı yaptığı itirazın da reddedildiği, 6 aydır tutuklu olması sebebiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvuru, 17/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 22/3/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 2011/206 sayılı soruşturma kapsamında Türkiye Cumhuriyetini cebren devirmek, hükümetin görevlerini kısmen veya tamamen engellemek, engellemeye teşebbüs etmek, darbeye teşebbüs etmek suçlarından dolayı, 21/4/2012 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimliği tarafından tutuklanmıştır. Başvurucunun Ankara Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) Maddesi İle Görevli 1 No’lu Hâkimliğine yaptığı tahliye talebine ilişkin müracaatı, 7/9/2012 tarih ve 2012/81 Değişik İş sayılı karar ile reddedilmiştir. Başvurucu, 18/9/2012 tarihli dilekçe ile bu karara itiraz ederek bihakkın tahliyesini veya adli kontrol altına alınmak suretiyle serbest bırakılmasını talep etmiştir. Ankara TMK’nın Maddesi İle Görevli 2 No’lu Hâkimliği 20/9/2012 tarih ve 2012/84 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun itirazının reddine kesin olarak karar vermiştir. Dosyadaki bilgilere göre, başvurucu halen tutuklu bulunmaktadır ve başvuru tarihinde soruşturma derdesttir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 267, 268 ve maddeleri. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/260 | Başvurucunun tutuklama müzekkeresinde yer aldığı biçimiyle Türkiye Cumhuriyetini cebren devirmek, hükümetin görevlerini kısmen veya tamamen engellemek, engellemeye teşebbüs etmek, darbeye teşebbüs etmek suçlarından dolayı, 21/4/2012 tarihinde Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimliği tarafından tutuklandığı, soruşturma devam ederken tahliye talebinde bulunduğu, talebinin reddedilmesi üzerine bu karara karşı yaptığı itirazın da reddedildiği, 6 aydır tutuklu olması sebebiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. | 0 |
Başvuru, adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 24/2/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Tarihinden Önceki Süreç Ş. İç ve Dış Tic. Ltd. Şti.ne ait Y.K. isimli işyerinde çalışırken 7/7/2015 tarihinde geçirdiği iş kazasında başvurucunun bir parmağı kopmuştur. Başvurucu 16/5/2017 tarihinde Batman İş Mahkemesinde (Mahkeme) işveren aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, parmağının kopması nedeniyle sakat kaldığını ve uzun süredir tedavi gördüğünü belirterek meydana gelen olayda işverenin tam kusurlu olduğunu ileri sürmüş; 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca dava harcı ve yargılama giderlerini karşılama imkânı olmadığını belirterek adli yardım talep etmiştir. Başvurucu, harç ve gider avansını ödeme gücünün bulunmadığını ispat etmek için dava dilekçesi ekinde muhtarlıktan alınan fakirlik belgesini sunmuştur. Mahkeme 16/5/2017 tarihli tensip ara kararında, talebi o aşamada reddederek başvurucunun ekonomik durumunun araştırılmasına karar vermiştir. Mahkeme 2/10/2017 tarihli duruşmadaki ara kararında başvurucunun kendisini vekil ile temsil ettirdiğini, yargılama giderlerini karşılaması nedeniyle maddi sıkıntıya düşeceği hususunu ispatlayamadığını belirterek adli yardım talebini reddetmiş ve başvurucuya dosya kapsamında tespit edilen yargılama giderini yatırmasını, aksi takdirde dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddedileceğini ihtar etmiştir. Adli yardım talebinin reddine ilişkin gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... muhtarlıkça tanzim edilen ve dosyaya sunulan fakirlik kağıdına göre yoksul olması adli yardımdan yararlanması gerektiği anlamına gelmeyeceği, davacının kendisini vekil ile temsil ettirdiği dolayısıyla mevcut yargılama sebebiyle, yapmak zorunda kaldığı giderlerden ötürü önemli ölçüde maddî sıkıntıya düşeceğinin somutlaşmadığı, diğer yandan adli yardım müessesinin geniş yorumlanmasının özellikle iş yargılaması açısından hazineye büyük külfet getireceği, bu nedenle davacı adına düzenlenmiş fakirlik kağıdı sunulmuş ise de; Emniyet, Belediye, İhtiyar Heyetleri veya muhtarlıklarca verilecek fakirlik kağıtları ve sosyal ekonomik durum raporları günümüzde yeterli ispat aracı olma özelliklerini yitirdiklerinden 1086 sayılı kanunla sunumlarının kaldırıldığı anlaşıldığından ve mali durumunun ispatı bakımından hakimde kanaat uyandırmaya elverişli belgelerden olmadığından ve bu tür belgelerinden de davacı vekilince sunulmadığından adli yardım talebinin reddine dair İtiraz incelemesinin Batman 2 İş Mahkemesince kabil olmak üzere karar verildi." Başvurucu vekili 31/10/2017 tarihli dilekçesinde; hâkimin subjektif görüşü ile adli yardım talebini reddettiğini, hangi belgelerin geçerli olduğunun belirtilmesi hâlinde o belgeyi temin edebileceğini, başvurucunun avukat ile temsil edilmesinin avukata ücret ödediği anlamını taşımadığını zira sonuç bazlı sözleşme yapıldığını, başvurucunun iş kazası geçirerek malul olması nedeniyle çalışacak durumda olmadığını, yalnızca 110 TL iş göremezlik geliri bulunduğunu belirterek karara itiraz etmiştir. İtirazında Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına da yer vermiştir. İtirazı inceleyen Batman İş Mahkemesi 6/11/2017 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Gerekçede başvurucunun sosyal ve ekonomik durumu, dosyaya yansıyan bilgiler, ailenin ekonomik durumu, davacının herhangi bir belge sunmadığı dikkate alındığında davacının bu dava sebebiyle yapacağı giderlerden dolayı kendisinin ve ailesinin geçimini önemli derecede zor duruma düşürmeyeceğinin anlaşıldığı ifade edilmiştir. Ret kararı 20/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 5/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Tarihinden Sonraki Süreç Mahkeme 15/2/2018 tarihli duruşmada yargılama giderini yatırması için başvurucuya bir haftalık kesin süre vermiştir. Başvurucu gerekli yargılama harç ve masraflarını (468,48 TL) 21/2/2018 tarihinde dosya kapsamında yatırmıştır. Yargılama devam etmekte olup başvurucunun duruşması 9/12/2021 tarihine bırakılmıştır. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler.'' 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: "Adli yardım, asıl talep veya işin karara bağlanacağı mahkemeden; icra ve iflas takiplerinde ise takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesinden istenir.Talepte bulunan kişi, iddiasının özeti ile birlikte, iddiasını dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri mahkemeye sunmak zorundadır." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Mahkeme, adli yardım talebi hakkında duruşma yapmaksızın karar verebilir. Ancak, talep hâlinde inceleme duruşmalı olarak yapılır. Adli yardım taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarında sunulan bilgi ve belgelerin kabul edilmeme sebebi açıkça belirtilir.Adli yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı, tebliğinden itibaren bir hafta içinde kararı veren mahkemeye dilekçe vermek suretiyle itiraz edilebilir. Kararına itiraz edilen mahkeme, itirazı incelemesi için dosyayı o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde ise aynı işlere bakmakla görevli en yakın mahkemeye gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir. Adli yardım talebi reddedilirse, ödeme gücünde sonradan gerçekleşen ciddi bir azalmaya dayanılarak tekrar talepte bulunulabilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39062 | Başvuru, adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, müdafinin mesleki mazeret dilekçesinin kabul edilmemesi ve savunma için ek süre talebinin reddedilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı ile müdafi yardımından yararlanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle başlatılan soruşturma kapsamında 14/7/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu anılan suçtan 25/7/2017 tarihinde tutuklanarak ceza infaz kurumuna konulmuştur. Soruşturma neticesinde Başsavcılığın 3/8/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun ByLock isimli, kriptolu haberleşme programını kullandığı, örgüte müzahir dernek ve sendika üyesi olduğu, örgüt yararına bankacılık işlemleri gerçekleştirdiği iddialarına yer verilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava Trabzon Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2017/62 sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Başvurucu, müdafiinin hazır bulunduğu 26/9/2017 tarihli ilk celsede alınan savunmasında suçlamaları reddetmiştir. Yargılamanın 9/11/2017 tarihli ikinci oturumunda iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Başvurucu ve müdafii, mütalaayı inceleyip beyanda bulunmak için süre talebinde bulunmuştur. Mahkeme, süre talebinin kabulü ile duruşmanın 29/11/2017 tarihine ertelenmesine karar vermiştir. Yargılamanın 29/11/2017 tarihli üçüncü celsesine mesleki mazeret bildiren başvurucu müdafii katılmamıştır. Bu celsede müdafinin Mahkemeye ulaştırdığı 24/11/2017 tarihli mütalaaya karşı yazılı savunma dilekçesi ile 27/11/2017 tarihli mesleki mazeret dilekçesi okunmuştur. Başvurucu, müdafii ile görüşemediğini ve savunmasını hazırlayamadığını, talep ettiği belgelerin kendisine verilmediğini, ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nı anlayamadığını beyan ederek bilirkişi raporu aldırılmasını ve savunmasını hazırlamak için ek süre verilmesini talep etmiştir. Mahkeme kovuşturma evresinde dosyaya gelen bütün bilgi ve belgelerin sanığa okunması ve savunmasını hazırlamak için kendisine bir önceki celse süre verilmesi nedeniyle ek süre talebinin reddine karar vermiştir. Mahkemece savunma yapmaması durumunda bu hakkından vazgeçmiş sayılacağı ihtarı başvurucuya bildirilmiş, esas hakkındaki mütalaaya karşı diyecekleri ve son sözü sorulmuştur. Başvurucu, müdafii gelmeden savunma yapmak istemediği yönündeki beyanını yinelemiştir. Söz konusu celsede hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. İstinaf ve temyiz kanun yolu incelemelerinden geçen hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 3/12/2018 tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 19/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 15/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9769 | Başvuru, müdafinin mesleki mazeret dilekçesinin kabul edilmemesi ve savunma için ek süre talebinin reddedilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; ceza infaz kurumunda tutulan hükümlünün sağlık personeli ve ceza infaz kurumu görevlilerinin ihmalleri nedeniyle ölmesi ve bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular tarafından 2016/3030 numaralı başvuru 12/2/2016 tarihinde, 2016/5641 numaralı başvuru ise 22/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2016/5641 numaralı başvuru dosyasının konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle 2016/3030 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/3030 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan ve Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığından (Cumhuriyet Başsavcılığı) temin edilen soruşturma dosyalarındaki bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanarak 10/3/2014 tarihinde Elazığ E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) konulan, 1988 doğumlu Ç.A.nın babası ve annesidir. Ç.A. rahatsızlanarak 4/11/2014 tarihinde İnfaz Kurumunda vefat etmiştir.. Ölüm olayı nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/16503 numaraya kayden derhâl ve resen soruşturma başlatmıştır. Bu kapsamda 4/11/2014 tarihinde Adli Tıp Kurumu (ATK) Elazığ Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen otopsi işlemine dair tutanakta Ç.A.nın ölümünde haricî bir travmatik etkinin söz konusu olmadığı, lenfomaya (hodgkin veya nonhodgkin) sekonder akciğer enfeksiyonu ve/veya diğer komplikasyonlar sonucu öldüğü kanaati bildirilmiştir. Raporda ayrıca şahsın ceza infaz kurumunda iken ölmesi nedeniyle ölümünde başkaca bir etken olup olmadığının tespiti için İstanbul ATK tarafından ileri toksikolojik ve patolojik inceleme yapılması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucular 12/11/2014 tarihli dilekçeyle yakınlarının ölümünde ihmali olduğunu ileri sürdükleri İnfaz Kurumu personeli ile sağlık personeli hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2014/17080 numaraya kaydedilen soruşturma 2014/16503 numaralı soruşturmayla birleştirilmiştir. Daha sonra Cumhuriyet Başsavcılığı 3/4/2015 tarihinde, Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) görevli sağlık personeli hakkında görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin soruşturmanın -söz konusu şüphelilerin soruşturulmasının soruşturma izni verilmesine bağlı olması nedeniyle- ayrılmasına ve 2015/4709 numaraya kayden yürütülmesine karar vermiştir.A. Ceza İnfaz Kurumu Personeli Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci (2014/16503 Numaralı Soruşturma) Cumhuriyet Başsavcılığı 5/11/2014 tarihinde İstanbul ATK'dan, otopsi sırasında elde edilen numuneler üzerinde toksikolojik inceleme yapılmasını istemiştir. Bu inceleme sonucunda düzenlenen rapor İstanbul ATK tarafından 6/3/2015 tarihinde iletilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 17/11/2014 tarihli müzekkereyle Hastaneden Ç.A.ya ait tüm tedavi evrakının her bir servis için ayrıca dosyalanmak suretiyle iletilmesi istenmiştir. Hastane tarafından 26/11/2014 tarihinde iletilen yazıda, Ç.A.nın 22/10/2014 tarihinde Kulak Burun Boğaz (KBB) Polikliniğine getirildiği, muayenesi sonrası bu servise yatırılarak tedavi edildiği bildirilmiştir. Yazı ekindeki belgelerin incelenmesi neticesinde teşhisin akut lenfadenit olarak yazıldığı ve epikriz raporundan Ç.A.nın 22/10/2014 tarihinde KBB servisine yatış yaptığı, rapora "1,5 aydır boyunda ve vücudun değişik yerlerinde yer yer LAP'lar çıkmış, hasta tanı amaçlı yatırılmış, lenf biopsisi istenmiş, 23/10/2014 tarihinde boyundan lenf biopsisi alındı, patolojiye gönderildi, patoloji sonucu takibi tarafınızdan yapılacak sonucu çıkınca hasta kontrole gelecek" notunun düşüldüğü ve Ç.A.nın 24/10/2014 tarihinde taburcu edildiği anlaşılmaktadır. Dosya kapsamındaki belgelerden patoloji raporunun 11/11/2014 tarihinde düzenlendiği görülmüştür. Yine yazıya ekli belgelerden Cildiye Polikliniğince yapılan muayeneye ait 20/10/2014 tarihli ultrason raporunda cilt altında lenf nodlarına rastlandığının belirtildiği görülmüştür. Ayrıca Ç.A.nın 16/10/2014 tarihinde Aile Hekimliği girişiyle, 21/10/2014 tarihinde ise Gastroenteroloji ve Göğüs Poliklinikleri girişiyle kan tahlillerinin alındığı anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20/11/2014 tarihli yazıyla İnfaz Kurumundan; olay tarihinde Ç.A.ile aynı koğuşta kalan hükümlü/tutukluların tanık olarak beyanları alınmak üzere hazır edilmeleri, İnfaz Kurumunun içi, dışı ve dış kapısı önünde rahatsızlanan Ç.A.ya müdahale edilmesine dair görüntüleri içeren kamera kayıtlarının iletilmesi, Ç.A.nın İnfaz Kurumuna alındığı tarihten vefat tarihine kadar Hastaneye müracaatına ilişkin yazılı başvurularının ve bu taleplere dair işlemlerin bildirilmesi istenmiştir. İnfaz Kurumu 21/11/2014 tarihli yazıyla aynı koğuşta kalanların açık kimlik bilgilerini ve bu şahısların beyanlarının alınmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilecekleri tarihi bildirmiş, ayrıca kamera kayıtlarıyla İnfaz Kurumundaki sağlık dosyasını iletmiştir. İletilen sağlık dosyasındaki sağlık fişinin incelenmesi neticesinde Ç.A.nın Kuruma girişi sonrası ilk muayenesinin 11/3/2014 tarihinde yapıldığı ve genel durumunun iyi olduğunun not edildiği görülmüştür. Bu belgeye göre Ç.A. 25/4/2014 ve 7/5/2014 tarihlerinde İnfaz Kurumu doktoru tarafından muayene edilerek gastrit ve dermatit teşhisleriyle ilaç tedavisi almış, 21/5/2014 tarihinde Hastanenin Dermatoloji Polikliniğine sevk edilmiş; 28/5/2014, 30/5/2014 ve 4/6/2014 tarihlerinde İnfaz Kurumu doktoru tarafından muayene edilerek gerilim, başağrısı, miyalji ve ülser teşhisleriyle ilaç tedavisi almış; 9/6/2014 tarihinde Hastanenin Dermatoloji Polikliniğine sevk edilmiş, 11/6/2014 tarihinde İnfaz Kurumu doktoru tarafından muayene edilerek kabızlık teşhisiyle ilaç tedavisi almış, 23/6/2014 ve 26/6/2014 tarihlerinde Hastanenin Ultrason ve Dermatoloji Polikliniğine sevk edilmiş, 2/7/2014 tarihinde İnfaz Kurumu doktoru tarafından muayene edilerek ülser teşhisiyle ilaç tedavisi almış, 11/9/2014 ve 16/9/2014 tarihlerinde Hastanenin Dermatoloji Polikliniğine sevk edilmiş, 19/9/2014 ve 26/9/2014 tarihlerinde İnfaz Kurumu doktoru tarafından muayene edilerek miyalji ve konjuktivit teşhisleriyle ilaç tedavisi almış, 1/10/2014 tarihinde İnfaz Kurumu doktoru tetkik istemiş, 10/10/2014 tarihinde İnfaz Kurumu doktoru tarafından muayene edilerek kronik tonsilit teşhisiyle ilaç tedavisi almış, 16/10/2014,17/10/2014 ve 20/10/2014 tarihlerinde HastaneninCildiye, Dahiliye, Göğüs Hastalıkları ve Gastroenteroloji Polikliniklerine sevk edilmiş, 21/10/2014 ve 23/10/2014 tarihlerinde Hastanenin KBB Polikliniğine, son olarak da 3/11/2014 tarihinde Hastanenin Acil Polikliniğine sevk edilmiştir. Dosya kapsamındaki belgelerden Ç.A.nın İnfaz Kurumunun dört farklı doktoru (A., Y.Y., A.E. ve Ş.) tarafından çeşitli tarihlerde muayene edildiği, ayrıca 24/4/2014 tarihinde revire çıkma talebinde bulunması üzerine 25/4/2014 tarihinde Kurum doktoru tarafından muayene edildiği tespit edilmiştir. Başvuru dosyasındaki belgelerde Ç.A.nın başka talep dilekçesine rastlanmamıştır. Sağlık dosyasındaki belgelerde Cildiye Polikliniğine ait 26/6/2014 tarihli ultrason raporunda "Fokal kitlesel lezyon saptanmamıştır" tespiti olduğu görülmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığının 26/11/2014 tarihli yazısından İnfaz Kurumu tarafından iletilen, olay yerini gösterir CD'nin adli emanete alındığı anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 11/12/2014 tarihli müzekkereyle, Ç.A.nın İnfaz Kurumundaki sağlık dosyasının incelenmesinden şahsın 3/11/2014 tarihinde acil olarak Hastaneye sevk edildiğinin tespit edilmesi nedeniyle Hastaneden, 3/11/2014 tarihinden taburcu işlemleri yapılana dek gerçekleştirilen tüm işlemlere ait bilgi ve belgelerin iletilmesini istemiştir. 18/12/2014 tarihli yazıyla Hastane tarafından iletilen belgede, Ç.A.nın akut tonsillit tanısıyla Acil Polikliniğine sevk edildiği, yatışının yapılmadığı, muayene sonucunda kendisine önerilerde bulunularak İnfaz Kurumuna gönderildiği belirtilmiş; yapılan işlemler ile ilaçların dökümünü içeren hasta tetkik belgesi ve folyo fatura belge ekinde gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 3/4/2015 tarihinde İnfaz Kurumundan istenmesi üzerine 6/4/2015 tarihinde Ç.A.nın ölümü nedeniyle İnfaz Kurumu personeli hakkında yürütülen disiplin soruşturmasına dair evrak iletilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 26/5/2015 tarihinde başvurucu Haydar Aktepe'nin müşteki olarak beyanını almıştır. Başvurucu, beyanında İnfaz Kurumu personeli ve oğlunun tedavisini yapan doktorlar hakkındaki şikâyetinin devam ettiğini belirtmiştir.Cumhuriyet Başsavcılığı 24/11/2014 tarihinde Ç.A. ile aynı koğuşta kalan Y.O., A.B. ve A.G.nin tanık olarak beyanlarını almıştır. A.G.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...yaklaşık 3-3,5 aydan beri aynı koğuşta kalıyorduk, bundan yaklaşık 40 gün kadar önce [Ç.de] bir rahatsızlık başladı, boynunda şişlikler oluşmuştu vücudunun bazı yerlerinde morarmalar vardı, ameliyat oldu, bu süre zarfında çok şey yemiyordu sürekli su içiyordu, haftada bir kaç defa hastaneye gidip geliyordu, olay tarihinde de öğlen saatlerinde rahatsızlanması sonucu hastaneye gitti akşam saatlerinde geri döndü, yatağına yattı, sabah saat 30 sıralarında gardiyanın uyarmasıyla ben uyandım benim kulaklarım biraz ağır işitir öncesini duymadım, kalktığımda koğuşta kalan [A. ve Y.nin] [Ç.nin] kollarına girmiş olduğunu gördüm, görevlilerde ordaydı bende yardımcı oldum alt katta bulunan tekerlekli sandalyeye oturtarak ana kapıya götürdük ancak nefes almakta zorlanıyordu, kendisini bıraktıktan sonra biz koğuşa döndük daha sonra öğrendik ki [Ç.] vefat etmiş, ben koğuşta kaldığım süre zarfında [Ç.nin] hastaneye gidişi konusunda herhangi bir zorlama daha doğrusu gitmemesi konusunda kendisine zorluk çıkarıldığına şahit olmadım her defasında hastaneye gidip geldi, ancak hastalığına bir teşhis konamamıştı, neden öldüğü konusunda da henüz bir bilgim yok, hastanede tetkiklerinin devam ettiğini biliyorum..."A.B.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...yaklaşık 3-3,5 aydan beri aynı koğuşta kalıyorduk, bundan yaklaşık 40 gün kadar önce [Ç.de] bir rahatsızlık başladı, boynunda şişlikler oluşmuştu vücudunun bazı yerlerinde morarmalar vardı, bu süre zarfında boynundan ve kıl dönmesi nedeniyle ameliyatlar olmuştu, ama hastalığına henüz teşhis konmamıştı, [Ç.] bu rahatsızlığı süresi boyunca her talep ettiğinde cezaevi idaresince ilgili sağlık kuruluşuna gönderildi, olay tarihindeöğlen saatlerinde rahatsızlanması üzerine hastaneye gitti, akşam saat 18:30 sıralarında geri geldi, biz öğlen kendisini kollarına girerek ayakta göndermiştik ancak geldiğinde sedye ile getirildi, koğuşa geldiğinde yatağına yatırdık nefes almakta güçlük çekiyordu, biz durumu görevlilere bildirdik görevliler geldiler kendisine hastaneye götürebileceklerini söylediler, o da beni ambulansla gönderecekseniz giderim aksi halde zaten yarın kontrolüm var pataloji sonucum çıkacak hastaneye gideceğim o nedenle başka araçla gitmem dedi. kendisine biraz yoğurt yedirdik ancak gece sabaha doğru tekrar rahatsızlandı, arkadaşlarla birlikte kendisini gelecek olan ambulansa bindirmek üzere alt kata indirdik, ana kapıya kadar götürdük, orada bulunan sedyeye yatırdık, ancak durumu çok kötüydü nefes alamıyordu, kendisini bıraktıktan sonra biz koğuşa tekrar geldik daha sonra öldüğünü öğrendik, bu süre zarfında iki üç günde bir hastaneye gidip geliyordu ancak teşhis konulamamıştı, son günde durumu çok kötüydü, olay günü her defasında çağırdığımızda cezaevindeki görevliler koğuşa geldiler, ambulans olmayacağı gerekçesiyle gitmek istemedi, hastalığının teşhisinin ne olduğunu bilmiyorum..."Y.O.nun beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...3-3,5 ay kadar beraber aynı koğuşta kaldık, olay tarihiden yaklaşık 40 gün kadar önce yüzünde bir sivilce çıktı, daha sonra deri altında yağ bezesi oluştu, sonra [Ç.] bu yağ bezelerinin (şişlik) arttığını söyledi, bu süreçte sık sık doktora gidip geldi, olay gününden bir gün önce şikayeti yine artmıştı her tarafında şişlik vardı, hatta dilinde de şişlik vardı normal konuşamıyordu ayrıcı 3 günden beri tuvalete gitmediğini hemoroidinin patladığını söyledi, sıkıntıları vardı, bunun üzerine cezaevi idaresine durumu bildirildi onlarda hastaneye göndereceklerini söylediler, o gün saat öğleden sonra 30 sıralarında hastaneye gitti, giderken ayakta duramıyordu, iki arkadaş koluna girerek kendisine yardımcı oldu, hastanede yatışının yapılacağını zannediyorduk akşam saat 18:00- 18:30 sıraları gardiyan geldi, arkadaşınızı getirdik yardımcı olun dedi, iki arkadaş kendisine yardımcı olduk, koğuşa geldi, yatağına yatırdık, kıl dönmesinden dolayı daha önce ameliyat yapıldığını oranın tekrar patladığını dikiş atıldığını söyledi, o gece birden çok kez cezaevindeki görevli memurları çağırdık, [Ç.] durumunun iyi olmadığını söyledik onlarda her seferinde geldiler [Ç.ye] baktılar, gece saat 22:00 sıralarıydı, geldiklerinde durumunun kötü olduğunu görünce seni hastaneye götürelim diye teklif ettiler, ancak [Ç.] ambulansla mı götüreceksiniz diye sordu, normalde ring aracı ile götürürler dedi o da ancak ambulansla gidebileceğini ring aracıyla gidemeyeceğini söyledi, yarın hastanede biopsi aldıklarını bir kaç gün içerisinde sonucunun çıkacağını daha doğrusu yarın çıkacağını söylemişler, ambulansla gidilmeyecekse ben yarın zaten hastaneye gideceğim diyerek kabul etmedi, gece saatleri olmuştu, uzun saatlerdir yemek yememişti, içeriden yoğurda biraz tuz kattık, [Ç.ye] yedirdik, sabah saat 05:00 sıralarıydı kendisini kötü hissettiğini söyledi, ağrıdan sağa sola dönmeye başlamıştı yatağına yatamıyordu, bizde yere battaniyenin üzerine yatırdık, ben ölüyorum, bari cezaevinde ölmeyeyim hastanede öleyim dedi, bizde personeli çağırdık, onlarda 112 ye bildirmek üzere tekrar gittiler, bir süre sonra ambulansın geldiğini söylediler, arkadaşlarla beraber kolundan tutarak alt kata indirdik alt katta bulunan tekerlekli sandalyeye oturttuk cezaevinin girişine kadar götürdük, vardığımızda ambulans gelmemişti, orada bulunan sedyeye yatırdık zannediyorum ölmüştü, biz orada bırakıp bizi tekrar koğuşa götürdüler, yaklaşık 30 dakika sonra görevliler gelip [Ç.nin] vefat ettiğini söylediler, olay tarihinden yaklaşık 20- 25 gün önce sadece [Ç.] hastaneden sevkli olduğunu ancak hastaneye gidemediğini söyledi, cezaevi idaresi de hastane tarafından kendilerine bildirim yapılmadığını beyan ettiler, ancak iki üç gün sonra hastaneye sevki oldu, zannediyorum babası bu hususta cezaevi idaresi ile görüşmüş [Ç.] de yazılı dilekçe vererek tedavisinin devam etmesini istemişti. Son kırk gün içerisinde [Ç.nin] 8-10 defa koğuştan ayrıldığını gördüm..." İnfaz Kurumu görevlileri olan T.Ç., N.S., A.B. ve E.Ç.nin 5/11/2014 tarihinde, A ve Ad.B.nin ise 7/11/2014 tarihinde tanık olarak beyanları Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından alınmıştır. Ad.B.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Olay tarihinde saat akşam 30 sıralarında göreve başladım. Vardiya Başmemuru olarak görev yapıyordum. İnfaz Koruma Başmemuru [A.] ile birlikte göreve başladık. Görevi devraldığımızda bizden önceki arkadaşlar [Ç.] isimli hükümlünün gündüz saatlerinde hastaneye gönderildiğini ancak doktorların yatış yapmadığını hükümlününaynı gün akşam saatlerinde cezaevine tekrar getirildiğini, durumuna dikkat edin yeeniden rahatsızlanırsa hastaneye gönderin dediler. Akşam saat 00 sıralarında diğer arkadaş [A.] ve Sağlık memuru [A.B.] ile birlikte koğuşa gittik. Hasta ile görüştük. Bişey söylemedi. 'seni hastaneye tekrar gönderelim' dedik ancak 'ben gitmek istemiyorum gidiş gelişlerde rahatsız oluyorum' dedi. Durumu kötü değildi. Bizde kendisine tekrar durumunun kötüleşmesi halinde bize haber verin gönderelim dedik. Koğuştan ayrıldık. Ayrıca ben o gün nöbetçi sağlık memuru ve yine psikososyal servisinde görevli infaz koruma memuru [E.Ç.nin] hükümlüyü sık sık kontrol etmeleri konusunda uyardım. Sabah saat 00 sıralarında infaz koruma memuru ve aynı zamanda revirde görevli [N.] telefonla beni aradı. 112'yi arayın hükümlü fenalaştı dedi. Bizde 112'yi aradık. Hastayı kapı altına (ana kapıya) getirin dedik. Çünkü 112 Acil Servis aracı veya görevlileri içeri girememektedir. Bizde ana kapıya geldik. Bu sırada hükümlü nefes alamıyordu. Sağlık görevlisi [A.B.] kalp masajı yaptı. Ancak hükümlü eks oldu. Bu sırada 112 acil görevlileri geldi..." A.nın beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Olay tarihinde saat akşam 30 sıralarında göreve başladım. Vardiya Başmemuru olarak görev yapıyordum. İnfaz Koruma Başmemuru [Ad.B.] ile birlikte göreve başladık. Görevi devraldığımızda bizden önceki arkadaşlar [Ç.] isimli hükümlünün gündüz saatlerinde hastaneye gönderildiğini ancak doktorların yatış yapmadığını hükümlününaynı gün akşam saaatlerindecezaevine tekrar getirildiğini, durumuna dikkat edin yeniden rahatsızlanırsa hastaneye gönderin dediler. Akşam saat 00 sıralarında diğer arkadaş [Ad.B.] ve Sağlık memuru [A.B.] ile birlikte koğuşa gittik. Hasta ile görüştük. Bişey söylemedi. 'seni hastaneye tekrar gönderelim' dedik ancak 'ben yeni hastaneden geldim. Ayrıca kıl dönmesi vardı onu aldılar ben gitmek istemiyorum gidiş gelişlerde rahatsız oluyorum, ben tuvalete gidemiyorum, bana bir plastik sandalye verin' dedi. Bizde kendisine verdik. Durumu kötü değildi. Bizde kendisine tekrar durumunun kötüleşmesi halinde bize haber verin gönderelim dedik. Koğuştan ayrıldık. Ayrıca ben o gün nöbetçi sağlık memuru ve yine psikososyal servisinde görevli infaz koruma memuru [E.Ç.nin] hükümlüyü sık sık kontrol etmeleri konusunda uyardım. Aynı günsaat 00 sıralarında nöbetçiler [E.] ve [T.nin] yanına gittim. hükümlünün akşamki gibi olduğunu söylediler.Sabah saat 00 - 30 sıralarında infaz koruma memuru ve aynı zamanda revirde görevli [N.] telefonla beni aradı. 112'yi arayın hükümlü fenalaştı dedi. Bizde 112'yi aradık. Hastayı kapı altına (ana kapıya ) getirin dedik. Çünkü 112 Acil Servis aracı veya görevlileri içeri girememektedir. Bizde ana kapıya geldik. Bu sırada hükümlü nefes alamıyordu. Sağlık görevlisi [A.B.] kalp masajı yaptı. Ancak hükümlü eks oldu. Bu sırada 112 acil görevlileri geldi. Onlarda müdahale ettiler..." E.Ç.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...olay tarihinde 18:30 da göreve başladım, ben psiko sosyal servisi sağ bölümde görev yapmaktayım, buraya PSS servisi derler, yani ben psikolojik sorunları bulunan mahkumların kaldığı koğuşlarda görev yapmaktayım, olay tarihinde de 18:30'da görevime başladım, biz görevi devraldığımızda normal koğuşlardan 11 koğuşta kalan [Ç.] isimli mahkumun gündüz saatlerinde hastaneye götürüldüğünü akşam saatlerinde geri getirildiğini söylediler, durumunun da yarın belli olacağını bize ilettiler, ben o koğuşta görevli [T.Ç.ye] yeni göreve başlaması nedeniyle dikkatli ol sık sık kontrol et dedim, göreve başlayınca şahsın kaldığı koğuşa gittik 4 kişi kalıyorlardı, zannediyorum saat 30 sıralarıydı, sayımdan sonra koğuşa giderek kontrol ettik, bunun üzerine ben durumu revire ve infaz koruma başmemurları [Ad.B.] ve [A.ya] bildirdim, beraber tekrar gittik, bize kapıda bekledik, sağlık memuru ve baş memurlar hükümlü ile görüştüler, hasta bugün hastaneye gittiğini biyopsi sonuçlarının çıkmadığını yarın belli olacağını söyledi, hastaneye gönderebileceğimizi söyledik, ancak hasta sonuçlarının yarın belli olacağını şu an gitmek istemediğini söyledi, koğuştan bunun üzerine ayrıldık, ben de kendi görev yaptığım yere gittim, ben yine de [T.ye] sık sık kontrol et dedim, sabah saat 06:15 sıralarıydı buton yandı, revirci [N.] ile [T.] koğuşa gittiler, bende infaz koruma baş memurları [Ad.B.] ve [A.ya] haber verdim, bende koğuşa gittim, [T.ye] hemen bir tekerlekli sandalye yada sedye getirmesini söyledim, [N.] de 112'ye haber vermek üzere revire çıktı, ben [T.] ve 3 mahkum birlikte kucağımızda hükümlü [Ç.yi] indirdik, tekerlekli sandalyeye bindirdik hemen 112 nin geleceği ana kapıya götürdük, bu sırada nefes almakta güçlük çekiyordu hırıltılı nefes alıyordu, ana kapıda sedyeye yatırdık, revirde görevli sağlık memuru kalp masajı yapmaya başladı, bizde [T.yle] birlikte mahkumları koğuşuna götürmek üzere oradan ayrıldık, bir süre sonra 112 gelmiş, biz sonradan duyduk ve hükümlünün eks olduğunu öğrendik..." A.B.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...ben Ruh Sağlığı ve Hastalıkları hastanesi personeliyim, Sağlık Bakanlığıyla Adalet Bakanlığı arasında yapılan anlaşma gereği nöbet usulüyle cezaevinde kalan ve psikolojik sorunları bulunan hükümlülere ilişkin olarak hastane görevlisi olarak görev yapmaktayım, olay tarihinde bu tür hastalara bakmak amacıyla revirde görevliydim, sabah saat 00 de göreve başladım 24 saat nöbet tutmaktayım, benim oradaki görevim psikolojik sıkıntıları bulunan mahkumlara yardımcı olmadır, benim ayrıca diğer mahkumların sağlık sorunlarına bakmakla görevim yoktur, ancak ben yinede yardımcı olmaktayım, olay tarihinde infaz koruma memuru [N.S.] ile görev yapıyordum, gündüz saatlerinde görev yaptığım sırada telefon çaldı telefona ben baktım o sırada gündüz saatlerinde görev yapan sağlık personeli [Y.Y.] görev yapıyordu, telefonu açtığımda [Ç.] isimli hükümlünün rahatsız olduğunu söylediler ben sağlık personeli [Y.] işi olduğu için revire doğru gittim ancak aşağıya indiğimde hastanın revir giriş kapısına getirildiğini gördüm, ayaklarında morluk vardı, halsizdi, yukarıya çıkarak [Y.ye] bilgi verdim ve 112 yi aradım 112 geldi, şahsı hastaneye gönderdim, akşam saat 18:30 sıralarıydı sağlık personeli [Y.nin] mesaisi bitmişti, bu hastanın getirildiğini söylediler, evraklarını revire getirdiler, baktığımda hemoroid ve kıl dönmesine bağlı iltihap olduğu yazıyordu, saat 20:30 sıralarında telefonla aradılar bu mahkumun rahatsız olduğunu söylediler, ben bunun üzerine koğuşa gittim, baktığımda gündüz olantabloyu gördüm, benim gidip bu hastaya bakma gibi bir hükümlülüğüm olmamasına rağmen bunu yaptım, yanındaki arkadaşların kötü olduğunu söyledi o günde hastaneye gidip gelmişti, baş memurlarla görüşüp tekrar gönderebilirsek göndereceğimizi söyledim, Başmemurlar [Ad.B.] ve [A.ya] haber verdim, tekrar onlarla birlikte koğuşa gittik, hükümlüyü uyandırdık, hastaneye gitmek istiyorsa gönderelim dedik, kendisi gitmek istemedi, patoloji sonucunun henüz belli olmadığını yarın çıkabileceğini, çıkarsa zaten yarın hastaneye gidip tedavi olacağını söyledi, zaten hastanede de bir şey yapmıyorlar, dedi. Koğuş arkadaşlarına herhangi bir sıkıntı olması halinde haber vermelerini söyleyerek koğuştan ayrıldım. saat zannediyorum 06:00 sıralarıydı [N.S.] yanıma gelerek hükümlü [Ç.nin] rahatsız olduğunu söyledi, 112'yi aradı, yaklaşık 5 dakika sonra beni tekrar aradılar, tıbbi malzemeleri alarak hemen ana kapıya geçtim oraya getirmişlerdi, ambulansı bekliyorlardı, [Ç.] sedyede yatıyordu, baktığımda eks olmuştu, kalp masajı yaptım, ancak geri dönmedi, bu sırada ambulans geldi onlarda baktılar hükümlünün eks olduğunu söylediler, yukarıda belirttiğim gibi benim bu tür hastalara bakma yükümlülüğüm yoktur sadece psikolojik sorunları olan hastalara yardım etmem ile görevliyim diğer mahkumlara sağlık memurları yardım etmektedir ayrıca haftanın belirli günleri dışarıdan doktorlar gelerek muayene etmektedirler, ayrıca revirde görevli sağlık memurlarının hastayı hastaneye sevk yetkileri bulunmamaktadır, biz durumu ilgili personele bildiririz, yetki onlardadır,..." N.S.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...infaz koruma memuru olarak görev yapmaktayım, cezaevinde revirde görev yapmaktayım, revirde olay günü bir sağlık memuru [A.B.] ile beraber görev yapmaktaydım, revirde gece saatlerinde doktor bulunmaz, doktorlar sadece gündüz saatlerinde haftanın belirli günleri muayeneye gelirler, olay tarihinde ben sabah saat 08:00 de göreve başladım 24 saat mesai yapmaktayım, gece saat 00 sıralarıydı revirde görevliydim, bu sırada infaz koruma memuru olan [T.] telefonla beni aradı, 11 koğuşta kalan bir hükümlünün rahatsızlandığını söyledi ben hemen 11 koğuşa gittim, koğuşa gittiğimde infaz koruma memuru [T.] ordaydı koğuşta 4 kişi vardı, koğuşta isminin sonradan [Ç.] olduğunu öğrendiğim hükümlü yatıyordu, zaten gündüz saatinde bu hastanın kanser şüphesi ile hastaneye gittiğini akşam saat 18:00 sıralarında hastaneden döndüğünü biliyordum, koğuşa geldiğimde arkadaşları 1 haftadan beri yemek yemediğini söylediler bende bir şeyler yedirelim dedim, dolaptan yoğurt çıkardım biraz ısınmasını bekledim, sonra hastaya yoğurdu yedirin dedim, hasta konuşmuyordu, daha sonra ayağa kalktı oturdu, yoğurt yedi, ben tekrar görev alanıma gittim bu sırada ne hükümlü [Ç.] ne de yanındaki hükümlüler hastanın hastaneye kaldırılması yönünde herhangi bir talepte bulunmadılar, bunun üzerine ben görev yerime döndüm, sağlık memuru [A.B.ye] durumu anlattım bana sık sık kontrol edin dedi, saat 06:00 sıralarındatelefonla yine beni görevli [T.] çağırdı, koğuşa gittim, nefes alıp vermekte güçlük çekiyordu, hükümlünün hastaneye gitmesi gerekir siz hastayı hazırlayın ben 112 acile haber veriyorum dedim, hükümlü [Ç.] 'ben ölürsem hastanede öleyim' diye sesleniyordu, ben ordaki görevliye ve hükümlülere hastayı hazırlayarak ana kapıya getirin 112'i arayacağım dedim, revire çıktım, ve 112 Acil servisi aradım, ana kapıya ve askerlere haber verdim, ve ana kapıya doğru gittim, hasta ana kapıya gelmişti, kapıdaki sedyeye yatırdık, şahıs nefes alamıyordu, zannediyorum kalbi durmuştu, sağlık memuru kontrol etti, sağlık memuru kalp masajı yaptı ancak hastanın eks olduğunu söyledi, 112 de gelince tekrar muayene edince hastanın öldüğünü söylediler..." T.Ç.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:"... olay tarihinde akşam saat 18:30 sıralarında gece vardiyasına başladım, yaklaşık 13 koğuş sorumluluğum altındaydı, benden önce nöbetçi olan arkadaş bana Koğuşta üst katta kalan hükümlü [Ç.A.nın] hasta olduğunu, sık sık kontrol etmem gerektiğini söyledi bende tamam dedim, ben göreve yeni başladığım için başmemurun talimatı varmış, bir süre sonra yanıma infaz koruma memuru [E.Ç.] geldi, gece boyunca arkadaşım ile birlikte koğuşta kontrolünü yaptık, uyarı olması nedeniyle özellikle 11 numaralı [Ç.A.nın] kaldığı koğuş sık sık kontrol ettim, bu koğuşta onunla birlikte 3 hükümlü daha kalmaktaydı, gecezannediyorum saat 03:00ü geçmişti, bu sırada koğuştan bir ses geldi koğuştan hükümlülerden birisi [Ç.] isimli hükümlünün kustuğunu söyledi, bende koğuşun kapısını açtım, şahıs kustuğunu gördüm, kapıyı tekrar kapatarak revir görevlisi [N.S.ye] haber verdim, geldi beraber koğuşa girdik, koğuşta oturuyordu yanındaki hükümlüler bir haftadır bir şey yemediğini söylediler, [N.] yoğurt verelim dedi, koğuştaki hükümlüler yoğurdu biraz ısıtarak hükümlü [Ç.ye] verdiler, bu sırada biz tekrar koğuştan çıktık, zannediyorum saat 06:15 sıralarıydı, koğuşun içerisinde düğmeye basınca ben tekrar koğuşa gittim, hükümlü [Ç.] 'ben ölüyorum, burada ölmek istemiyorum beni hastaneye götürün' dedi, yine revirci [N.yi] çağırdım, [N.] geldi, durumu görünce ben 112 Acile haber veriyorum, siz hükümlüyü hazırlayın dedi. Bende hazırlanmasını bekledim, yanımda [E.Ç.] vardı, koğuşa girdiğimizde arkadaşları kolundan tutmuştu bizden yardım istediler yardımcı olduk, hükümlü [Ç.yi] kucağımıza alarak ana çıkış kapısına doğru 112 gelene kadar kapıya götürelim dedik, bu sırada nefes alış verişi hırıltı çıkıyordu, üç mahkumda bu sırada bize eşlik etti çünkü kendisi ağırdı, ana kapının yanındaki sedyeye yatırdıktan sonra sonra ben üç mahkumu yerlerine götürmek üzere onları alarak tekrar koğuşa döndüm, ondan sonra hükümlünün öldüğünü duydum..." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 28/12/2015 tarihinde İnfaz Kurumu görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma suçu açısından kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...otopsi sonucunda [Ç.A.nın] ölümünde harici bir travmatik etkinin söz konusu olmadığı, kendisinde var olan lenfomaya sekonde akciğer enfeksiyonu ve diğer komplikasyonlar sonucu öldüğünün anlaşıldığı ancak şahsın cezaevinde hükümlü iken ölmesi ölümünde başkaca bir etkenin olup olmadığının tespiti için doku ve organ örneklerinin İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmesine karar verildiği, müştekilerin vekilleri aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığımıza vermiş oldukları şikayet dilekçesi ile ölümünden önce hastalığı nedeniyle tedavisini yapan [E.] Eğitim ve Araştırma hastanesinde görevli doktorlar ile cezaevi yetkilileri hakkında şikayette bulunduğu, Cumhuriyet Başsavcılığımızca cezaevi yetkililerinin ve aynı koğuşta kalan diğer hükümlülerin beyanlarına başvurulduğu, tedavisine ilişkin [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesine ait tıbbi evrakların temin edildiği, İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığından gelen tetkikler sonucunda otopsiye yapan Adli Tıp Uzmanının düzenlemiş olduğu 25/3/2015 tarihli rapordan da anlaşılacağı üzere [Ç.A.nın] ölümünde harici travmatik bir etkinin söz konusu olmadığı, kendisinde var olan Lenfoma, sekonde akciğer enfeksiyonu ve diğer komplikasyonlar nedeniyle öldüğünün bildirildiği anlaşılmış ise de, müştekiler vekilinin hükümlü [Ç.A.nın] ölümünden önce tedavisi gerçekleştiren [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi yetkililerinden şikayetçi olmaları, [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi yetkililerinin memur olmaları ve görevleriyle ilgili işledikleri iddia edilen suçların 4483 sayılı yasa gereğice soruşturma iznine tabi olması nedeniyle [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi görevlileri hakkındaki soruşturma evrakının ayrılarak soruşturma defterinin 2015/4709 sırasına kaydedilmesine karar verildiği, şüpheli doktorlar hakkında Elazığ Valiliğinin 05/6/2015 tarih ve 2015/67 sayılı kararı ile soruşturma izni verilmemesine dair karar verildiği, karara müştekiler vekilinin itirazı üzerine Malatya Bölge İdare Mahkemesinin 06/11/2015 tarih ve 2015/156-176 sayılı kararı ile soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın kaldırıldığı, soruşturmanın halen devam ettiği,Cezaevi görevlileri hakkında yapılan idari soruşturma sonucunda görevlerini ihmal etmedikleri gerekçesiyle disiplin cezası ile cezalandırılmalarına yer olmadığına dair karar verildiği, Dosya kapsamı, tanık beyanları dikkate alındığında, ölen [Ç.A.nın] cezaevinde kaldığı sırada rahatsızlığı nedeniyle birden çok kez cezaevi yönetimine başvurduğu, cezaevi yönetimince hüküm [Ç.A.nın] sağlık kuruluşlarına sevk edildiği, tedavisinindevam ettiği, olay gününden bir gün öncede rahatsızlanması nedeniyle tekrar cezaevi idaresine başvurması üzerine hastaneye sevk edildiği, hastanede yapılan işlemler sırasında taburcu edildiği, saat 30 sıralarında cezaevine geldiği, koğuşta bulunduğu sırada rahatsızlanması üzerine cezaevi görevlilerinin koğuşa geldiği, cezaevi görevlilerinin kendisini hastaneye gönderebileceklerini söyledikleri, ancak hükümlü [Ç.A.nın] yarın hastanede kontrolü olduğunu, patoloji sonuçlarının çıkması nedeniyle zaten hastaneye gideceğini belirterek hastaneye gitmek istemediği, durumunun ağırlaşması üzerine cezaevi idaresince ambulans çağrıldığı, ambulansın beklendiği sırada görevlilerce tekerlekli sandalyeye oturtularak cezaevi giriş kapısına götürüldüğü, sedyeye yatırıldığı, ancak ambulans gelmeden öldüğünün anlaşıldığı, şüpheli cezaevi görevlilerinin görevlerini ihmal ettiklerine ve ihmalleri sonucu hükümlü [Ç.A.nın] ölümüne neden olduklarına dair haklarında kamu davası açılmasını gerektirecek delil bulunmadığı tüm soruşturma dosya kapsamından anlaşılmakla; ..." Karara karşı başvurucular tarafından yapılan itiraz, Elazığ Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 7/1/2016 tarihli kararıyla kararda isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Hâkimliğin kararı 13/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucular 12/2/2016 tarihinde 2016/3030 numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Sağlık Personeli Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci (2015/4709 Numaralı Soruşturma) Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 3/4/2015 tarihinde verilen ayırma kararı (bkz. § 12) sonrasında 6/4/2015 tarihinde, Elazığ Valiliğinden (Valilik) Hastanede görevli sağlık personeli yönünden 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi istenmiştir. Yapılan ön inceleme sonucunda düzenlenen 3/6/2015 tarihli raporda, başvurucuların yakınının teşhis ve tedavisinde görev alan onbir doktordan N.Ö. hakkında soruşturma izni verilmesi, ön inceleme sırasında alınan beyanlarında diğer on doktor hakkında başvurucuların şikâyetinin olmaması nedeniyle diğerleri hakkında soruşturma izni verilmemesi yönünde kanaat bildirilmiştir. N.Ö. hakkında soruşturma izni verilmesine yönelik kanaatte N.Ö.nün hastayı muayene ettiği, servise yatışını yaptığı, uygun koşullarda biopsi materyalini aldığı fakat hastaya ve ailesine gerekli bilgilendirmeyi tam ve düzgün yapmadığı, yapılan eksik bilgilendirme nedeniyle görev ihmalinin bulunduğu belirtilmiştir. Valilik tarafından 5/6/2015 tarihinde, KBB Hastalıkları Uzmanı N.Ö., Göğüs Hastalıkları Uzmanı S.T., Deri ve Zührevi Hastalıkları Uzmanları İ.E., F.Ç.G., N.G.G., E.A., pratisyen hekimler H.T. ve A.P., Patoloji Uzmanı G.Y., Genel Cerrahi Uzmanı F.E., Gastroenteroloji Uzmanı A.Ş. hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucuların itirazını inceleyen Malatya Bölge İdare Mahkemesi 6/11/2015 tarihli kararıyla Valilik kararının kaldırılmasına ve haklarında ön soruşturma yapılanlar hakkında soruşturma izni verilmesine karar vermiştir. Kararda; başvurucuların yakınının birden fazla kez hastaneye götürüldüğü, her seferinde doğru teşhis konulamadan geri getirildiği, kesin teşhise otopsi sonucunda ulaşıldığı, tedavi sürecinde ilgililerin ihmali olduğuna dair emarelerin bulunduğu, ölümle sonuçlanan olayın detaylı olarak Savcılık aşamasında araştırılmasının gerekeceği, ön inceleme raporu ve ekli belgelerin isnat edilen fiilden dolayı adı geçen kamu görevlilerinin tamamı hakkında Savcılık tarafından soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlilikte olduğu değerlendirmelerine dayanılmıştır. Soruşturma izni verilmesi kararı üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı 10/8/2015 tarihinde ATK'dan taksirle ölüme neden olma ve görevi kötüye kullanma suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında bahse konu doktorların kusur durumunun tespitine dair rapor istemiştir. ATK'nın 20/1/2016 tarihli raporuyla Ç.A.nın muayene ve tedavi sürecinde yer alan sağlık personeli ile İnfaz Kurumu görevlilerine kusur atfedilemeyeceği kanaati bildirilmiştir. Raporun ilgili kısımları şöyledir:"...Uzm. Dr. [S.T.nin] alınan ifadesinde, 'kendisinin [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Göğüs Hastalıkları Uzmanı olarak görev yaptığını, Hastanın jandarma nezaretinde poliklinikte kendisine geldiğini. Muayene ve anemnezden sonra Akciğer Röntgeni ve gerekli kan tetkiklerinin istendiğini, hasta sonuçları göstermek için tekrar kendisine başvurmadığından hasta hakkında tarafından herhangi bir işlem yapılmadığını' beyan ettiği,5- Uzm. Dr. [İ.E.nin] alınan ifadesinde, 'kendisinin [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Deri ve Zührevi Hastalıkları Uzmanı olarak görev yaptığını, adı geçen hastayı tanımadığını ancak İnfaz Koruma Memurları eşliğinde geldiğinden hatırladığını, hastanın kliniğe başvuru şikayetleri, yapılan fiziki muayene ve hastadan alınan sözel anamnez sonucundaki, 09/6/2014 tarihindeki muayenesinde deri altı dokunun lokal enfeksiyonu (Pannikülit) düşünüldüğünü, hastaya bilgi verilerek, tedavisinin düzenlenip, reçetesinin verildiğini, tedavinin klinik seyrini gözlemek amacıyla 15 (on beş) gün sonraya kontrole çağrıldığını' beyan ettiği,6- Uzm. Dr. [F.Ç.G.nin] alınan ifadesinde; 'kendisinin [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Deri ve Zührevi Hastalıkları Uzmanı olarak görev yaptığını, adı geçen hastayı tanımadığını ancak İnfaz Koruma Memurları eşliğinde geldiğinden hatırladığını. Hastanın Kliniğe başvuru şikayetleri, yapılan fiziki muayene ve hastadan alınan sözel anemnez sonucunda, 20/10/2014 tarihindeki muayenesinde lenfadenopati ön tanısının düşünüldüğünü, tanımlanmamış yumuşak doku bozukluğu tanısıyla yüzeyel doku US istenilip, sonucun çıkmasına mukabil sonuçlarla birlikte Hastanemiz Kulak Burun Boğaz Kliniğine başvurmasının önerildiğini' beyan ettiği,7- Dr. [H.T.nin] alınanifadesinde; 'kendisinin [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisinde Pratisyen Hekim olarak görev yaptığını. Acil Serviste hergün 4 (dört) hekimin nöbet tuttuğunu, hastanın kabul işleminin kendisi tarafından yapıldığını ancak hasta yoğunluğu nedeniyle diğer Nöbetçi Doktor [A.P.] tarafından hastanın muayenesinin yapıldığını, Hastayı muayene eden Dr. [A.P.] olduğundan hasta hakkında herhangi bir bilgisinin bulunmadığını' beyan ettiği,8- Uzm. Dr. [G.Y.nin] alınan ifadesinde; 'kendisinin [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Patoloji Uzmanı olarak görev yaptığını. Adı geçen hastadan alman biyopsi materyalinin 22/10/2014 tarihinde patolojiye geldiğini. Gerekli işlemler materyal üzerinde yapıldıktan sonra 24/10/2014 tarihinde incelenmek üzere kendisine geldiğini, Malignite yönünden kuşkulu durum düşünüldüğünden, hizmet alımı sözleşmesi ile çalıştığımız [F.] Üniversitesi Hastanesi Patoloji Kliniğine 30/10/2014 tarihinde tanı için gerekli boyamalar yapılmak üzere gönderildiğini, [F.] Üniversitesi Hastanesinden gelen özel boyanmalar kendisi tarafından değerlendirildiğini, Non spesifik boyanmaların varlığının tanıya yardımcı olamadığını. Bölüm içi ve bölüm dışı yapılan konsültasyonlar sonucunda kesin tanı verilemediğinden hastanın ileri bir merkezde değerlendirilmesini uygun gördüğünü, 11/11/2014 tarihinde raporu sonuçlandırdığını beyan ettiği,9- Uzm. Dr. [N.Ö.nün] alınan ifadesinde; 'kendisinin [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı olarak görev yaptığını, Hastanın polikliniğe geldiğinde boynunda 2 aydır geçmeyen LAB larının olduğunu. Hastaya tanı amaçlı lokal anestezi altında biyopsi önerildiğini, hastanın kabul ettiğini, yatırılarak ameliyathane şartlarında lokal anestezi altında biyopsi alındığını, hastanın genel durumu iyi olduğunu,haliyle taburcu edilerek patoloji sonucunu getirmesi söylendiğini'beyan ettiği,10- Uzm. Dr. [N.G.G.nin] alınan ifadesinde; 'kendisinin [E.] Eğitim ve Araştırına Hastanesinde Deri ve Zührevi Hastalıkları Uzmanı olarak görev yaptığını, Adı geçen hastayı tanımadığını ancak İnfaz Koruma Memurları eşliğinde geldiğinden hatırladığını. Hastanın polikliniğe daha önce aynı şikayetlerle başvurduğunu, düzenlenen tedaviye rağmen herhangi bir düzelme olmadığını beyan ederek başvurduğunu. Hastadan alınan anamnez ve daha önceki tetkik ve tedavilerinin incelenmesi neticesinde Yüzeyel Doku US istendiğini ve Yüzeyel Doku US sonucunda herhangi bir kitle tespit edilmediğini. Kesin tanı ve biyopsi için Plastik Cerrahi polikliniğine başvurması önerilerek 2 (iki) ay sonra kontrole çağrıldığını, Hastaya gerekli önerilerde bulunulduğunu' beyan ettiği,11- Uzm. Dr. [E.A.] ifadesinde; 'kendisinin [E.] Eğitim ve Araştırına Hastanesinde Deri ve Zührevi Hastalıkları Uzmanı olarak görev yaptığını. Adı geçen hastayı hatırladığını, Hastanın infaz koruma memurları eşliğinde polikliniğe başvurduğunu. Hasta daha önce kliniğe geldiğini ancak uygulanan tedavilerle şikayetlerinde gerileme olmadığını ifade ettiğini. Hastanın şikayetleri ve daha önce yapılan tetkik ve muayenelerinin incelenmesi neticesinde PANNİKÜLİT ? ön tanısı ile daha ileri tetkik ve tedavi yapılabilmesi için. [E.] [F.] Üniversitesi Hastanesi Dermatoloji Polikliniğine şevkinin önerildiğini' beyan ettiği,12- Dr. [A.P.nin] alınan ifadesinde; 'kendisinin [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisinde Pratisyen Hekim olarak görev yaptığını. Hastayı tanımadığını. Ancak infaz koruma memurları eşliğinde gelmesi ve soruşturma dosyası incelenmesi neticesinde hatırladığını,. Hastanın acil servise yüksek ateş ve boğaz ağrısı şikayeti ile başvurduğunu. Öykü alınarak yapılan fiziki muayenesi neticesinde daha önce hastaneye birkaç kez başvurduğu, çeşitli birimlerce muayene ve tedavisinin yapıldığı öğrenilmiş, 03/11/2014 tarihinde yapılan muayenesinde yüksek ateşin ve boğaz ağrısının Tonsillite bağlı olduğunun düşünüldüğünü. Hasta gözlem odasına alınarak uygun tedavinin düzenlendiğini,. Yaklaşık bir buçuk saat gözlem odasında takip edilen hastanın ateşinin düşmesi, şikayetlerinin azalması ve vital bulgularının normale dönmesi sonrası kontrollere gelmek şartıyla acil servisten tedavisi yapılarak önerilerle taburcu edildiğini' beyan ettiği,13- Uzm. Dr. [F.E.] ifadesinde; 'kendisinin [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Genel Cerrahi Uzmanı olarak görev yaptığını, Hastayı infaz koruma memurları eşliğinde geldiğinden hatırladığını, Alınan anamnez ve yapılan fiziki muayene sonucunda yüksek ateş ve boğaz ağrısı olan hastanın acil nöbetçi doktorları tarafından yapılan muayenesine ek olarak Hemoroidal hastalığı ve pilonidal bölgede yara yeri enfeksiyonu olması üzerine genel cerrahi konsültan doktoru oladuğumdan tarafımca konsülte edildiğini, Hastanın Pilonidal Sinüs ameliyatına bağlı olarak yüzeyel açık yarasının mevcut olduğunu,. Açık Yara pansumanı yapılarak hastaya Antibiyoterapi ve hemoroidal hastalığa yönelik medikal tedavi reçetesi verildiğini, Ve günlük pansuman önerilerek 15 (on beş) gün sonra Genel Cerrahi Poliklinik kontrolünün önerildiğini' beyan ettiği,14- Yrd. Doç. Dr. [A.Ş.nin] alınan ifadesinde; 'kendisinin belirtilen tarihte [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Gastroenteroloji Uzmanı olarak görev yapmakta olduğunu, Hastanın jandarma nezaretinde poliklinikte kendisine geldiğini. Muayene ve anemnezden sonra gerekli kan tetkikleri istendiğini. Hasta sonuçlan göstermek için tekrar kendisine başvurmadığından hasta hakkında tarafından herhangi bir işlem yapılmadığını beyan etmiştir' kayıtlı olduğu,15- E Tipi kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun 2014 tarihli Kurum Tabibi Dr [Ç.S.] kaşeli kaydında, Fucicort kaydı bulunduğu,16- E Tipi kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun2014 tarihli Kurum Tabibi Dr [Ç.S.] kaşeli notunda, 'dermatoloji polkliniğine sevk' kaydı bulunduğu, 17- [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2014 tarihli Dermatoloji uzmanı Dr [İ.E.] kaydı bulunduğu18- [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2014 tarihli Dermatoloji uzmanı Dr [N.G.G.] kaşeli muayanekaydında; 'subkutan kitle, yüzeyel doku USG istenildiği' kaydı bulunduğu,19- [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2014 tarihli Dermatoloji uzmanı Dr [N.G.G.] kaşeli kayıtta; 2 ay sonra kontrolünün uygun olduğu kayıtlı olduğu,20- [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2014 tarihli Cildiye 1 polikliniğine ait, Dr [N.G.G.] kayıtlıraporda, 'yüzeyel doku usg de, belirtilen bölgede ciltte yakşık 2 cm kalınlama ve cilt altı yağlı dokuda ödemli görünüm mevcut olduğu, inceleme sınırlarında fokla kitlesel lezyon saptanmadığı' kaydı bulunduğu,21- İnvitrolablab nın 2014 tarihli lab raporunda,'WBC:81, hgb:1, htc:3, PLT:135, ferritin:94, Vit b12:197, folat:74, Tsh:69, AST:33, ALT:38, LDH:498, CK:128, bil total:92, albümin:46, demir:78, P:77, ASO:9, CRP:398RF:<0' kaydı bulunduğu,22- [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2014 tarihlimuayane kaydında,pannikülit?, [F.] Ün. Tıp FakDermatoloji Polikliniğine sevkinin uygun olduğu -dermatoloji uzmanı Dr[E.G.A.] kaydı bulunduğu,23- [E.] [F.] Ün. Dermatoloji Polikliniği’nin 2014 tarihli Dr [B.] kaşeli muayane kaydında, 'hastanın lezyonlarının lipom olduğudüşünülüp herhangi bir tedavi önerilmediği' kaydı bulunduğu,24- İnvitrolab Lab Hizmetleri’nin – Aile hekimliği – [F.] kayıtlı 2014 tarihli lab raporunda, 'glukoz:81, kolesterol:159, HDL:20, LDL:75, trigliserid:275, AST:95, ALT:44,ALP:162, GGT:294, LDH:3810, CK:40, CK_MB:13, Amilaz:55, bil Total:78, protein:86, ablimin:82, üre:47, kreatini.05, ürik asit:55, Na.139, K.89, CL:96, Ca:42,P:06, demir:153, IIBC:76, demir bağlama kapasitesi:229, CRP:79, T3:71, T4:41, TSH:10, vit B12:363, ferritin:644, folat:92' tespit edildiği,25- [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2014 tarihli Cildiye 3 Polikliniğine ait Dr [F.Ç.G.] kayıtlıyüzeyel doku US raporunda, 'Bilateral servikal bölgeye yönelik yapılan değerlendirmede;cilt altındaen büyükleri submandibular alanda 5 x12 mm'ye ulaşan ekojen hiluslu lobule konturlu lenf nodları izlenildiği, benzer karakterde daha küçük boyutlarda intraparatid lenf nodları da mevcut olduğu' kaydı bulunduğu,26- [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2014 tarihli Dr [A.Ş.] kayıtlı gastarenteroloji 1 polikliniğine ait raporda, 'HBsAg:negatif, MakroHCV:negatif, albümin:95, D bil:37, ALT:18, AST:92, ALP:156, amilaz:59, PTZ:8, INR:11, APTT:7 sed:74, CRP:97, hemogram:tekrar örnek alımımı uygundur' kaydı bulunduğu, 27- [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2014 yatış- 2014 çıkış tarihliKBB 2 Polikliniği Uz Dr [N.Ö.] kayıtlıepikriz raporunda; '5 aydır boyunda ve vücudunundeğişik yerlerindeyer yer LAP lar çıkmış, akut lenadenit ön tanısı ile hastanın tanı amaçlı kliniğe yatırıldığı, ateş:5, nabız:80, TA:120/90 mmHg ölçüldüğü, lenf biyopisialındığı, spesmen patolojiye gönderildiği, CEfmezin, Novalgin, Ringer Laktat order edildiği, patoloji sonucu çıkınca hastanın kontrole geleceği hastaya her gün pansuman önerildiği, post op 9 gün sütürlerininalınmasıgerektiği söylenildiği,28- Elazığ E Tipi kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü’nün 2014 tarihli 9597 sayılı [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Polikliniğine’ne hitaben yazısında; muayanesi gerekli tetkik ve tedavisi için gönderildiği kaydı bulunduğu, Aynı evrak üzerinde yazılı bulunan muayane kaydında, nüks pleidonel apse+hemoroid, pileniodel bölgeningünlük pansumanı önerildiği kaydı bulunduğu, 29- [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2014 tarihli acil Poliklinik Dr [H.T.] kayıtlı muayane kaydında, 'akut tonsillit, damar yolu açıldığı, Fenamed 5 mg, İzotonik Nacl,Sedoral 1000mg, Parol uygulanıldığı,önerilerde bulunulduğu' kaydı bulunduğu, 30- Elazığ E Tipi kapalıCezaİnfaz Kurumu’nun 2014 tarihli Sağlık Memuru [A.B.] veİKM ler tarafından düzenlenmiş olan tutanakta; '03/11/2014 Tarihinde Elazığ E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumumuzda SOL PSS 11 Nolu odada yatmakta olan Hükümlü [Ç.A.nın] saat 21:00 sularında sağlık memuru ile beraber yanına gidilerek durumu soruldu iyi değilsen seni hastaneye gönderelim diye soruldu, hükümlü [Ç.A.] ben saat 18:30 hastaneden geldim biopsi sonucumu bekliyorum gitmek istemiyorum diye beyan etti, bunun üzerine şahsa kendini kötü hissettiğinde bize haber verilmesi söylendi kaydı bulunduğu,31- İnfaz Koruma memurları ve PSS Sağlık memuru [A.B.] imzalı 2014 tarihli tutanakta; 2014 Tarihinde Elazığ E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumumuzda Sol PSS bölümünde yatmakta olan Hükümlü [Ç.A.nın] Saat 21:00 sularında Sağlık Memuru ile beraber yanına gidilerek seni hastaneye gönderelim mi diye soruldu. Kendisinin ben hastaneden saat 18:30'da geldim, şuan hastaneye gitmek istemiyorum. Diye beyan etti. Şahsa kendini kötü hissettiği anda haber verilmesi söylendi. Sabah 06:25 civarlarında Hükümlü [Ç.A.nın] yanındakilerin Revir Görevlisi [N.S.yi] çağırmaları üzerine nöbetçilerle beraber yanına gidildi. Durumunun kötü olduğu görülünce başmemurlara haber-verilip 06:30 civarı hemenacil arandı. O sırada Hükümlü [Ç.A.] odasından alınarak acil servisinin muayene etmesi için kurumun anakapı bölümüne getirilerek acil servis beklenirken şahıs anakapı bölümünde fenalaştı Sağlık Memuruna bilgi verildi. Sağlık Memuru geldiğinde şahsın kalbinin durduğu solunumun olmadığı pupillerin fıx dilate olduğu sağlık memurunca tespit edildi. Gerekli müdahalesi yapıldığı esnasında 112 acil servisi kuruma giriş yaptı. Şahıs 112 acil servisin müdahalesine bırakıldı. 112 acil servis tüm müdahalelerine rağmen şahsın ex olduğu tespit edilerek. Gerekli tutanak tutuldu kaydı bulunduğu, ...33- Elazığ E Tipi kapalıCezaİnfaz Kurumu’nunkişiye ait sağlık fişi kaydında,İlk muayane: 2014: genel durum iyi, şuuru açık, koopere, vital bulgular stabil, darp cebir izine rastlanılmadığı, kan grubu A Rh + , 2014 : tanı: açık- EEAH Acil Polikliniğine sevk,2014: tanı: açık- EEAHKBB Polikliniğine sevk,2014: tanı: açık- EEAHKBB Polikliniğine sevk,2014: tanı: açık- EEAHGöğüs+gastroenteroeloji Polikliniğine sevk,2014: tanı: açık- EEAH cildiye+dahiliyePolikliniğine sevk,2014: tanı: açık- EEAH –cildiye pol sevk2014: tanı: kronik tonsillit-Suprax, Klodomin kurum tabibi: Dr [Ç.S.]- ilaç tedavisi2014: ta:110/70, KŞ:125, pO2:100 olan hastanın genel durumu iyi olup:GKS.15 olduğu, vücudundaki uzun süreli(1 aydır) döküntüden dolayı cezaevinin ring aracıyla ileri tetkik ve tedavi için [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevkinin uygun olduğu2014: tanı: açık- tetkik istenildiği,2014: tanı: myalji-dolgit, Aleve, EEAHKBB Polikliniğine sevk,2014: tanı: konjuktivit-Visine, Ruoafin,2014: tanı: açık- EEAHDermatoloji Polikliniğine sevk,2014: tanı açık- EEAH Dermatoloji Polikliniğine sevk,2014: tanı. ülser peptik mide-Raneks –ilaç tedavisi-Kurum tabibi: Dr [F.],2014: tanı açık- EEAH Dermatoloji Polikliniğine sevk,2014: tanı açık- EEAH ultrason polikliniğine sevk,2014: tanı kabızlık:magnesie 2014: tanı açık- EEAH Dermatoloji Polikliniğine sevk,2014: tanı- ülser peptik mide- Raneks –ilaç tedavisi,2014: tanı: myalji-vermidon- ilaç tedavisi,2014: tanı: gerilim tipi başağrısı –Arveles,2014: tanı. açık - EEAH Dermatoloji Polikliniğine sevk,2014: tanı: dermatit-Fucicort- EEAH Dermatoloji Polikliniğine sevk,2014: tanı: gastrit-raneks, Magnise kalsine kaydı bulunduğu,...SONUÇ: ...1- Tıbbi belgelerde travmatik bulgu tarif edilmediği, otopsisinde dış muayanede geçirilmiş tıbbi müdahaleye bağlı izler dışında travmatik bulgu tarif edilmediği, otopsisinde iç muayenede kafatasında kırık, kafa içi kanama, büyük damar iç organ yaralanması tarif edilmediğinden; kişinin travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı,2- Tıbbi belglerde intokikasyon bulgusu tarif edilemediği, otopsi sırasında alınan doku örneklerinin Kimya İhtisas Dairesi’nde yapılan incelemesinde; .... örnekerinde tespit edilen maddelerin ilaç etken maddeleri olup toksik düzeyde bulunmadıklarından; kişinin zehirlenerek öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı,3- Adli ve Tıbbi belgelerde Kişinin cezaevinde tutuklu olarak bulunmakta olduğu, İlk muayanesinin 2014 tarihinde yapıldığı, yapılan muayanesinde; genel durum iyi, şuuru açık, koopere, vital bulgular stabil, darp cebir izine rastlanılmadığı, ... farklı tarihlerde kişinin muayane ve sevk kayıtları bulunduğu, ...2014 tarihinde saat 15:25 civarında KKM tarafından çıkış verildiği, değerlendirilen şahsın vitalleri normal tespit edilmiş olup cezaeviring aracıyla hastaneye nakledildiği, hastanede tedavisi yapılanşahıs 2014 tarihinde saat 18:15 civarındacezaevine tekrar giriş yapılmış olduğu, ...Kişinin ölümünden sonra sonuçlanmış olan [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2014 tarihli 2014/20138 nolu patoloji raporunda, 'servikal lenf düğümüne ait materyalin immünhistokimyasal ve histopatolojik incelenmesinde, yaygın nekroz alanları ile birlikte malign tümör varlığı izlenildiği, ancak malign epitelyal tümör ile malign lenfoma arasında ayırıcı tanı yapılamadığı'kaydı bulunduğu,Otopsisinde; Akciğer hiluslarında LAP'lar olduğu,mediasten büyümüş vaziyette olup yaygın LAP' ların olduğu, bağırsak mezolan arasında yer yer LAP'lar olduğutarif edildiği,Otopsi sırasında alınan iç organ parçalarının histopatolojik tetkikinde; 'myokard, Akciğer, Karaciğer, Böbrek, Dalak: Parankiminde yaygın malign tümör infıltrasyonu, Lenf Nodüllerinde; ekstrakapsüler yayılım gösteren malign tümör infıltrasyonu, beyin, beyincik, beyin Sapında; subaraknoid mesafe ve damarlar lümeninde atipik hücre infıltrasyonu, hiperemi, periferik yaymada yaygın atipik hücre infıltrasyonu' tarif edildiği, iç organ örneklerinden hazırlanan hemotoksilen eozin boyalı kesitlerin incelenmesinde dokularda yayğın malign tümör infıltrasyonu izlendiği, tümör diffüz infıltrasyon gösteren büyük hiperkromatik nükleuslu, dar eozinofılik stoplazmalı atipik hücrelerden oluştuğu, histomorfolojik bulgular 'yüksek gradeli non Hodgkin lenfoma' ile uyumlu değerlendirildiği' tarif edildiği dikkate alındığında; Kişinin ölümünün 'yüksek gradeli non Hodgkin lenfoma' ve gelişen komplikasyonları sonucu meydana gelmiş olduğu, 4- Adli ve tıbbi belgelerde; ...Kişinin cezaevinde bulunduğu sürede; farklı tarihlerde şikayetlerine yönelik muayanesi yapıldığı ve muayanesi tetkik ve tedavisi için ilgili bölümlere sevkinin yapıldığı, 2014tarihinde [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin KBB kliniğine yatışının sağlanıldığı,hastanedeKBB Uzmanı Dr [N.Ö.] tarafından muayanesi yapıldığı, 5 aydır boyunda ve vücudunundeğişik yerlerindeyer yer LAP lar çıktığı anemnezi alındığı, akut lenfadenit ön tanısı ile lenf biyopisi alındığı, spesmen patolojiye gönderildiği, Cefamezin, Novalgin, Ringer Laktat order edildiği, patoloji sonucu çıkınca hastanın kontrole geleceği hastaya her gün pansuman önerildiği, post op 9 gün sütürlerininalınmasıgerektiği söylenilerek taburcu edildiği, 2014 tarihinde Elazığ E Tipi kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü’nce [E.] Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Polikliniğine muayanesi gerekli tetkik ve tedavisi için gönderildiği, 2014 tarihinde saat 15:25 civarında KKM tarafındançıkış verildiği,acil Poliklinik de Dr [H.T.] tarafından akut tonsillit teşhisi ile, damar yolu açıldığı, Fenamed 5 mg, İzotonik Nacl, Sedoral 1000mg, Parol uygulanıldığı, önerilerde bulunulduğu, ayrıca aynı hastanede yapılan muayanesinde, nüks pleidonel apse+hemoroid, pileniodel bölgeningünlük pansumanı önerildiği,hastanede tedavisi yapılanşahıs 2014 tarihinde saat 18:15 civarında cezaevine döndüğü, kişinin patoloji raporunun ölümünden sonrasonuçlandığı, tetkik aşamasında iken öldüğü göz önüne alındığında; kişinin muayanesinde, tedavisinde görev alan hekimlere ve yardımcı sağlık personeline, cezaevi görevlilerine kusur atfedilemeyeceğioy birliğiyle mütalaa olunur." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 18/2/2016 tarihinde, Hastanede görev yapan ve muayene/tedavi sürecinde yer alan doktorlara kusur atfedilemeyeceğinin ATK'nın 20/1/2016 tarihli raporuyla ortaya konulduğu gerekçesiyle doktorlar hakkında taksirle ölüme sebep olma suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Karara karşı başvurucular tarafından yapılan itiraz Hâkimliğin 3/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Hâkimliğin kararı 10/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucular 22/3/2016 tarihinde 2016/5641 numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Nejla Özer ve Müslim Özer, B. No: 2013/3782, 21/4/2016, §§ 76- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3030 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutulan hükümlünün sağlık personeli ve ceza infaz kurumu görevlilerinin ihmalleri nedeniyle ölmesi ve bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 31/3/2006 tarihinde açtığı dava 29/5/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucular 20/8/2018tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26761 | Başvuru, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 24/9/2021 tarihinde öğrendikten sonra 8/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/51487 | Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın incelenmek için üst mahkemeye gönderilmesi ve başvurucuya gerekçeli itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/12/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 3/5/2015 tarihli iddianamesiyle 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkça Mücadele Kanunu'na muhalefet suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Yargılamayı yürüten İzmir Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme), Yargıtayın bozma kararı sonrası 5/10/2020 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçtan mahkûmiyetine hükmetmiş, sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı vermiştir. Başvurucu müdafiine tefhim edilen kararda gerekçeye yer verilmemiştir. Başvurucu müdafii anılan karara 5/10/2020 tarihli dilekçeyle itiraz etmiştir. Anılan dilekçede, gerekçeli itiraz sebeplerini gerekçeli kararın kendisine tebliğinden sonra sunacağını bildirmiştir. Gerekçeli karar, başvurucu ve müdafiine tebliğ edilmeden dosya itiraz hususunda karar verilmek üzere 19/11/2020 tarihinde İzmir Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Anılan itiraz, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 24/11/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 28/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İtiraz ve HAGB'ye ilişkin ilgili hukuk için bkz. Ayşe Eşlik, B. No: 2014/15969, 21/6/2017, §§ 14- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/1730 | Başvuru, gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın incelenmek için üst mahkemeye gönderilmesi ve başvurucuya gerekçeli itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; disiplin cezasının iptali talebiyle açılan davada ileri sürülen deliller değerlendirilmeden davanın reddine karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana bilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu hakkında "Association Between Inherited Thrombophlilia and Impaired Right Ventricular Function in Deep Vein Thrombosis Without Symptomatic Pulmonary Embolism" ismi ile yayımlanan makalesinde etik ihlalde bulunduğu iddiasıyla ilgili olarak Tıp Fakültesi Dekanlığının 18/1/2013 tarihli yazısı ile soruşturma açılmış ve 15/11/2013 tarihli soruşturma raporu (Rapor) düzenlenmiştir. Raporda başvurucunun anılan araştırması için Klinik Araştırmalar Etik Kurulundan 5/5/2011 tarihinde izin aldığı, bu izni alırken sunmuş olduğu formlarda araştırmanın ismini "Pulmoner emboli tanısı bulunmayan derin ven trombozlu hastalarda sağ ventrikül fonksiyonlarının değerlendirilmesi" olarak belirttiği, gönüllü bilgilendirme formunda hastalara sadece ekokardiyografi yapılacağını beyan ettiği, araştırma sonuçlanıp makale yayınlandığında ise ismin ve yöntemin değiştirildiğinin, genetik testlerin araştırmaya eklendiğinin tespit edildiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca bu değişikliklerin Klinik Araştırmalar Etik Kurul Onayına sunulması gerekirken sunulmadığı ve gönüllü onam formlarında da bu değişikliklerin yapılarak hastaların genetik sonuçlarının değerlendirmeye alınacağı konusunda bilgilendirilmesi gerekirken bilgilendirme yapılmadığı belirtilmiştir. Ayrıca Etik Kurula ve hastalara sunulan hiçbir formda genetik analiz yapılacağına dair bir bildirim ve izin talebinin olmadığının, başvurucunun hastaların genetik verilerini nasıl elde ettiğini tatmin edici bir şekilde izah edemediğinin ve makalede yer alan bilgiler arasında da uyumsuzluklar olduğunun altı çizilmiştir. Son olarak Raporda başvurucunun soruşturma esnasında verdiği ifadeleri ile Etik Kurula verdiği ifadeler arasında uyumsuzluk bulunduğuna başvurucunun araştırmanın yapılacağı zaman dilimi konusunda aldığı izin süresini aşmak suretiyle uyumsuzluk oluşturduğuna değinilmiştir. Başvurucuya, belirtilen fiiller nedeniyle Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Rektörlüğünün (İdare) 2/12/2013 tarihli işlemi ile 21/8/1982 tarih ve 17789 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yüksek Öğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği’nin maddesinin (i) bendi ve maddesinin (d) bendi gereğince 1/30 oranında aylıktan kesme cezası uygulanmıştır. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasına karşı Çanakkale İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 29/8/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"...Davacı hakkında düzenlenen soruşturma raporu ve ekleri ile dosyada bulunan bilgi ve belgelerin değerlendirilmesinden; davacının 'Association Between Inherited Thrombophlilia and Impaired Right Ventricular Function in Deep Vein Thrombosis Without Symptomatic Pulmonary Embolism' ismi ile yayımlanan makalesi hakkında Etik Kurula verdiği teminatları yerine getirmediği, Kurula bildirdiği araştırma ismini ve yöntemini değiştirdiği halde bu konuda Etik Kurula bilgi vermediği, gönüllü onam formlarında belirlenen hususların dışında hasta üzerinde yapılacak uygulamalarda kurul ve hasta onayı almadan değişiklikler yaptığı, Etik Kurula bildirdiği süreler dışında da hastalar üzerinde izni ve yetkisi olmadan işlemler yaptığı, elde ettiği verilerin bir kısmını Etik Kurula gerekli bildirim yapılmadan ve hasta izni olmadan yayınladığı hususlarının soruşturma kapsamında sübuta erdiği anlaşılmaktadır.Bu duruma göre; davacının, sübuta eren fiilleri nedeniyle Yüksek Öğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliğinin maddesinin (i) bendi ve maddesinin (d) bendi gereğince 1/30 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu 2013 tarih ve 4810 sayılı davalı idare işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucu tarafından karar 29/12/2014 tarihinde Danıştay Sekizinci Dairesinde (Daire) temyiz edilmiştir. Başvurucu 13/10/2015 tarihli ek beyan dilekçesiyle yayınları ile ilgili etik ihlalde bulunulmadığına dair tespiti içeren Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının 28/8/2015 tarihli yazısını Daireye sunmuştur. Yazıda Sağlık Bilimleri Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu tarafından etik ihlal saptanmadığı görüşü aktarılmaktadır. Temyiz talebi Dairenin 6/2/2018 tarihli kararıyla başvurucunun ek beyan dilekçesinde belirttiği iddiasına yönelik herhangi bir değerlendirmeye de yer verilmeden reddedilerek mahkeme kararı onanmıştır. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme başvurusu da yine Dairenin 23/1/2020 tarihli kararıyla reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline elektronik tebligat yoluyla 19/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 29/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun ile COVID-19 pandemisi nedeniyle yargı alanındaki süreler 13/3/2020 tarihinden 15/6/2020 tarihine kadar durduğundan başvurunun süresinde olduğu değerlendirilmiştir. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19612 | Başvuru, disiplin cezasının iptali talebiyle açılan davada ileri sürülen deliller değerlendirilmeden davanın reddine karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tapu sicilinde başvurucu adına kayıtlı taşınmazın bir kısımının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı ve ayrıca bu taşınmazın bitişiğinde bulunan devletin hüküm ve tasarrufu altındaki kıyının bir kısmını da içine alacak şekilde taşkın kullanıldığı iddiasıyla açılan tapu iptali ve tescil, müdahalenin önlenmesi ve kal davasının müdahalenin önlenmesi ve kal yönünden kısmen kabul edilmesi kapsamında mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/5/2013 tarihinde Edirne Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/05/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 29/7/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Bireysel Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1986 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 23/12/1961 tarihli tapu senedi uygulanmak suretiyle başvurucunun murisi adına tespit gören Balıkesir ili Edremit ilçesi Güre köyü Tuğlayerimevkinde bulunan bahçeli kargir ev niteliğindeki 57 parsel sayılı taşınmaz mirasçılar arasında yapılan taksim ve intikal neticesinde 7/6/1999 tarihinde başvurucu adına tapu siciline kayıt ve tescil edilmiştir. Taşınmazın beyanlar hanesinde, 57 parsel sayılı taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan 438 parsel sayılı taşınmaza 109 m2 tecavüzlü olduğu belirtilmiştir. Maliye Hazinesi tarafından başvurucu aleyhine 57 parsel sayılı taşınmazın bir kısmının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı ve bu parselin hemen bitişiğinde bulunan devletin hüküm ve tasarrufu altındaki kıyının bir kısmının bina ve bahçe yapılmak suretiyle işgal edilerek kullanıldığı iddiasıyla başvurucunun taşınmazının kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısmı yönünden tapu iptali, tescil ve kal, başvurucunun taşınmazının bitişiğinde kalan ve işgal edilmek suretiyle kullanıldığı belirtilen kısım yönünden ise müdahalenin önlenmesi ve kal istemiyle 13/12/2007 tarihinde Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinin 23/7/2009 tarihli ve E.2007/681, K.2009/468 sayılı kararıylabaşvurucuya ait taşınmaz yönünden tapu iptali ve tescil talebinin reddine, başvurucunun taşınmazına bitişik alanda kalan 117 m2'lik kısım yönünden davanın kabulüne, başvurucunun müdahalesinin önlenmesine, bu alan üzerindeki yapının kal'ine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"... dava konusu 57 parselin kıyı kenar çizgisindeki kısmının tapusunun iptali ile kıyı bölümünde kalan yapının kal'inin talep edildiği sabittir. ... Yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5841 sayılı yasa Kadastro Kanunu madde 10 ve geçici madde 12'de değişiklik yapmış ve taşınmazın niteliğine, tarafların sıfatına bakılmaksızın tespit tutanağının kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık hak düşürücü sürede açılmayan davaların dinlenemeyeceğini hükme bağlamıştır. Yasa değişikliğinin derdest davalara da uygulanacağı öngörülmüştür. Bu durumda davacının tapu iptal talebinin reddi gerekmiştir. Müdahalenin önlenmesi ve kal talebine gelince; eldeki dosyada tespit tutanağında da taşınmazın tecavüzlü olduğu bellidir, meni müdahale her zaman (müdahale sürdüğü müddetçe) istenebilir. Yapılan keşifte müdahalenin varlığı sabittir. Esasen bilirkişi krokisinde kahverengi işaretli 89 m2'lik alan özel mülkiyet gibi görünse de harita bilirkişisinin raporu ile ve tespit tutanağına ekli 1986 tarihli komisyon kararıyla yerin Hazineye ait olduğu ardından vasfı nedeniyle (kumsal) kamuya terkedildiği bellidir. (Bu husus haricen mahkememizde görülmüş eski dosyalar nedeniyle bilinmektedir) Bu durumda müdahalenin meni talebi açısından mülkiyet sınırları dışındaki 117 m2'lik yer yönünden karar oluşturulmuştur. Kal talebi incelendiğinde yapının değerinin yerin değerinden çok olması ve yıkım fahiş zarar doğuracağı bilirkişi raporu ile de belli olmakla beraber MK.724 hükmü iyiniyetli malzeme sahibi için geçerlidir. Davalının 89 m2'lik tapusu olduğu sabit iken taşan kısmı bile 117 m2 olan çaplı taşınmazın yapımında iyiniyetli olduğunun kabulü olanaklı değildir. Davacının yapıya muvafakatı olmadığı tespit tutanağına ekli itirazla sabittir. Bu nedenle kal talebinin de kabulü gerekmiştir." Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/7/2012 tarihli ve E.2012/4888, K.2012/6953 sayılı ilâmıyla başvurucuya ait 57 parsel sayılı taşınmazın bitişiğinde bulunan ve başvurucunun mülkiyet sınırı dışında müdahale ettiği 117 m2'lik kısım yönünden verilen müdahalenin önlenmesi ve kal kararının onanmasına, başvurucuya ait 57 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı iddia edilen kısmı yönünden tapu iptali ve tescil talebinin reddine ilişkin kararının bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:"... Mahkemenin kararı 5841 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 2009 tarihinden sonra verilmiş olup; bu Kanunun ve maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur. ...Ne var ki, yerel mahkeme kararının temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesinin 2011 gün ve 2009/31 E.- 2011/77 K. sayılı kararıyla; “2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun maddesiyle 1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanununun maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve maddesiyle 3402 sayılı Yasaya eklenenGeçici maddenin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır....... Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır....... kıyılar kamunun yararlanacağı yerlerden olup buralarda ... tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın , Tapu Kanununun , Kadastro Kanununun maddesi gözönüne alınarak, kamu yararının bulunduğunun kabulü gerekir. Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur. Tazminatın nedeni yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın tamdeğerinikarşılamasıdagereklideğildir. ...... somut olay incelendiğinde; çekişme konusu 57 parsel sayılı taşınmazın önünde bulunan ve mülkiyet sınırı dışında kalan Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki kıyı kenar çizgisi içinde kalan 117 m2 kısma davalının bina ve duvar yapmak suretiyle müdahale ettiği keşfen saptanmak suretiyle elatmanın önlenmesi ve bu kısımdaki yapı ve muhdesatların yıkımına karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. ...Davalıya ait tapu kaydı kapsamında 57 parsel içinde bulunan ve kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı anlaşılan 14 m2 taşınmaz bölümüne gelince; bu bölümle ilgili kamu yararı nedeni ile davalıya ait tapunun 1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca 1975 yılında belirlenen kıyıda kalması sebebiyle iptal edilerek, kayıt dışı bırakılıp bırakılamayacağı hususunda işin esasının ve dava konusu taşınmaz bölümünün 1997 tarih5/3 sayılıİçtihadıBirleştirmeKararıyla belirlenen veya belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi, ... tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmek üzere hükmün bu yönden bozulması...." Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 4/3/2013 tarihli ve E.2012/12292, K.2013/2637 sayılı ilâmıyla dosya içeriği, dava evrakı ile tutanaklar münderecatı ve Yargıtay ilâmında açıklanan gerektirici sebeplere göre yerinde görülmeyerek reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 17/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Kararın, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyıya başvurucunun müdahalesinin önlenmesi ve kal'e ilişkin kısmı 4/3/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesi kararının müdahalenin önlenmesi ve kal ile ilgili kısmının kesinleştiğini belirterek 15/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda 5/5/2015 tarihli ve E.2013/165, K.2015/248 sayılı karar ile kıyıların Anayasa ile güvence altına alındığı ve niteliği gereği kimsenin hüküm ve tasarrufu altında bulunamayacağı, yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporuna göre 28,25 m2'lik kısmı kıyı kenar çizgisi içerisinde kalmak üzere toplam 113,46 m2'lik alana başvurucu tarafından müdahale edildiği, diğer yandan başvurucuya ait 57 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığı gerekçesiyle başvurucuya ait 57 parsel sayılı taşınmaza ilişkin davanın reddine, davacının ıslah dilekçesi de dikkate alınarak 57 parsel sayılı taşınmaz dışında kalan 113,46 m2'lik alan yönünden müdahalenin önlenmesine ve tecavüzlü yapıların kal'ine karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesince bozma üzerine verilen kararın, taraflarca temyiz edildiği anlaşılmıştır. Bireysel Başvuruya Konu Yargılama Süreci Dışındaki Yargılama Süreçleri a) Öte yandan başvurucu tarafından 57 parsel sayılı taşınmazın üzerindeki kargir yapı ile birlikte miras ve taksim yoluyla 7/6/1999 tarihinde kendisine intikal ettiği, 1961 yılında mevcut olan kargir yapının bitişiğindeki devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan 438 parsel sayılı taşınmaza taşkın durumda olmasına rağmen kendisinin iyi niyetli olduğu, taşkın yapının varlığını ecrimisil ihbarnamesinin 2006 yılında tebliğ edilmesi ile öğrendiği, taşkın yapı ve bina değerinin arsa değerinden fazla olduğu, yapının taşkın kısmının yıkılmasından sonra geri kalan kısmın kullanılmasının mümkün olmadığı iddiasıyla 10/6/2014 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinde 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi kapsamında taşkın yapının üzerinde bulunduğu Maliye Hazinesine ait taşınmazın 58,24 m2'lik kısmı yönünden tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. b) Mahkemenin 2014/308 sayılı esasına kaydedilen dava dosyasında 19/6/2014 tarihli tensip kararı ile 57 parsel sayılı taşınmazın üzerindeki yapının yıkılmaması ve taşınmazın üçüncü kişilere satışının önlenmesi için ihtiyati tedbir kararı verilmiştir. Yargılama devam etmekte olup henüz bir karar verilmediği anlaşılmıştır. a) Yine başvurucu tarafından maliki bulunduğu 57 parsel sayılı taşınmazın 89 m2 yüz ölçüme sahip olup kadastro çalışmalarında da bu miktar üzerinden tespit edilmesine rağmen maddi hata sonucu tapu siciline 80 m2 olarak yazıldığı, ayrıca 57 parsel sayılı taşınmazın beyanlar hanesinde taşınmaza bitişik bulunan 438 parsel sayılı taşınmaza 109 m2 tecavüzlü olduğuna dair kaydın hukuka aykırı olduğu iddiasıyla 57 parsel sayılı taşınmazın yüz ölçümünün 89 m2 olarak düzeltilmesi ve beyanlar hanesindeki kaydın silinmesi istemiyle Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinde 1/7/2014 tarihinde dava açılmıştır.b) Mahkemenin 2014/348 sayılı esasına kaydedilen dava dosyası kapsamında yapılan yargılamanın devam ettiği ve henüz bir karar verilmediği anlaşılmıştır.B. İlgili Hukuk Anayasa'nın maddesi şöyledir: "Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir." 1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: "Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır,Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir." Aynı Kanun'un maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: "Kıyı, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, telörgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz" 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in maddesi şöyledir: "Kıyılar ve doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan araziler Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.Kıyı, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bir yapının başkasına ait araziye taşırılan kısmı, eğer yapıyı yapan malik taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkına sahip bulunuyorsa, ona ait taşınmazın bütünleyici parçası olur.Böyle bir irtifak hakkı yoksa, zarar gören malik taşmayı öğrendiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde itiraz etmediği, aynı zamanda durum ve koşullar da haklı gösterdiği takdirde, taşkın yapıyı iyiniyetle yapan kimse, uygun bir bedel karşılığında taşan kısım için bir irtifak hakkı kurulmasını veya bu kısmın bulunduğu arazi parçasının mülkiyetinin kendisine devredilmesini isteyebilir." Aynı Kanun'un maddesi şöyledir: "İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir. Düzeltme, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir. Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca re'sen düzeltir." 17/7/2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tapu Sicil Tüzüğü'nün maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Tapu sicilinde değişiklik, hak sahibinin istemine ya da yetkili makam veya mahkeme kararına istinaden yapılır." Aynı Tüzük'ün maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: "(1) Kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde, belgelere aykırı basit yazım hatası yapıldığının tespit edilmesi hâlinde, müdür tarafından nedeni düzeltmeler sicilinde açıklanarak, re'sen düzeltme yapılır....(3) Ana veya yardımcı siciller üzerinde yapılmış hata veya eksikliklerin, ilgililerce sunulan veya başka idarelerce düzenlenen belgelerden kaynaklanması hâlinde, ilgililerin gerçek durumu kanıtlayıcı belgelere dayalı başvuruları üzerine, istem yevmiye defterine kaydedilerek gerekli düzeltme yapılır.(4) Kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde, belgelere aykırı tescil veya esaslı yazım hatasının düzeltilebilmesi için ilgililerin yazılı olurunun alınması gerekir. İlgililerden birisinin yazılı oluru olmazsa, bu durum beyanlar sütununda belirtilerek, 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre işlem yapılır....." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3538 | Başvuru, tapu sicilinde başvurucu adına kayıtlı taşınmazın bir kısımının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı ve ayrıca bu taşınmazın bitişiğinde bulunan devletin hüküm ve tasarrufu altındaki kıyının bir kısmını da içine alacak şekilde taşkın kullanıldığı iddiasıyla açılan tapu iptali ve tescil, müdahalenin önlenmesi ve kal davasının müdahalenin önlenmesi ve kal yönünden kısmen kabul edilmesi kapsamında mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, özlük haklarına ilişkin olarak açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı (THY) bünyesinde kapsam dışı personel olarak genel müdür yardımcısı unvanı ile görev yapmakta iken 2003 yılında emekli olmuştur. Başvurucunun kıdem tazminatı, daha önceki yurt dışı görevlerinde Kurumu zarara uğrattığı gerekçe gösterilerek 646,55 TL tutarında kesinti yapılmak suretiyle 14/7/2003 tarihinde ödenmiştir. Başvurucu 15/7/2003 tarihinde kullanmadığı yıllık izinleri karşılığı olan ücretlerin tarafına ödenmesi istemiyle THY nezdinde başvuruda bulunmuştur. Talebin 22/7/2003 tarihli işlemle reddi üzerine başvurucu, kıdem tazminatından resen kesilen tutarın ve kullanmadığı yıllık izinlerinin karşılığı olan ücretin tazmini için 1/10/2003 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesinde dava açmıştır. Bakırköy İş Mahkemesi 8/7/2004 tarihli kararıyla davayı görev yönünden reddetmiştir. Başvurucu, görevsizlik kararının kesinleşmesinin ardından İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde aynı istemle dava açmıştır. Mahkeme 28/3/2007 tarihli kararıyla, kıdem tazminatının eksik ödendiğinin ödemenin yapıldığı 14/7/2003 tarihinde başvurucu tarafından öğrenildiği ve buna göre 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca altmış günlük dava süresi geçirildikten sonra 1/10/2003 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesine yer vererek kıdem tazminatına ilişkin istem yönünden davayı reddetmiştir. Kullanılmayan yıllık izinlere karşılık gelen ücretin ödenmesi istemi yönünden ise Mahkeme, uyuşmazlığın adli yargı kolunda görülmesi gereken niteliği haiz olduğu gerekçesine yer vermek suretiyle görev yönünden ret kararı vermiştir. Danıştay Onbirinci Dairesi (Daire) 31/3/2009 tarihli kararıyla, ilamın kıdem tazminatına ilişkin istem yönünden süre aşımı nedeniyle davanın reddedilmesine dair kısmını onamıştır. Daire, yıllık izinlere karşılık gelen ücretin tazmini istemi yönünden davanın görev nedeniyle reddine ilişkin kısmını ise bozmuştur. Bozma gerekçesinde Daire, özelleştirme kapsamında bulunan ya da bulunmayan kamu iktisadi teşebbüsleri bünyesinde kapsam dışı personel statüsünde çalışanların kurumlarıyla aralarında meydana gelen uyuşmazlıklar için idari yargının görevli olduğu yönündeki Uyuşmazlık Mahkemesinin 1/3/1996 tarihli ve E.1995/1, K.1996/1 sayılı kararını esas almıştır. Kısmen onama kısmen bozma kararına yönelik karar düzeltme istemi Dairenin 8/12/2010 tarihli kararıyla reddedilmiş ve ilam, kıdem tazminatına ilişkin olarak verilen davanın süre aşımı nedeniyle reddine dair karar yönünden kesinleşmiştir. Yıllık izinlere karşılık gelen ücretin tazmini istemi yönünden ise Mahkeme 8/6/2011 tarihli kararıyla bozma ilamına uymuştur. Mahkeme 2577 sayılı Kanun uyarınca idari yargıda dava açma süresinin altmış gün olduğunu vurgulamıştır. Başvurucunun yıllık izin ücretlerine ilişkin ödememe işlemini 22/7/2003 tarihinde öğrendiğini tespit eden Mahkeme, bu tarihten itibaren altmış gün geçtikten sonra ilk kez 1/10/2003 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle ret kararı vermiştir. Hüküm, Dairenin 20/9/2012 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi de 28/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 15/10/2014 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 13/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 2577 sayılı Kanun'un idari dava türlerini belirleyen maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir: " İdari dava türleri şunlardır: ... b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, " 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür." 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir." 2577 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." B. Yargı Kararları Uyuşmazlık Mahkemesinin 1/3/1996 tarihli ve E.1995/1, K.1996/1 sayılı ilke kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarında kapsam dışı personel adı altında İş Yasası çerçevesinde çalıştırılan bir kesim bulunmaktadır. Kapsam Dışı Personel deyimi uygulama alanına girdiğinde, Kanun ve KHK.lerde yer almamakta, sendikalarla işveren arasında aktedilen toplu iş sözleşmelerinde bahis konusu edilmekte ve toplu iş sözleşmesinden yararlananlar “kapsam içi” diğerleri de “kapsam dışı” olarak adlandırılmaktadır.Kapsam dışı personel hakkında düzenlemeye 418 sayılı KHK.de yer verilmiş ise de bu KHK Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Daha sonra bu personelin 1994 gün ve 527 sayılı KHK.de ve 1994 gün ve 4046 sayılı Yasa’da yer aldığı ve İş Yasası’na tabi olmasına rağmen kamu personeli sayıldığı Yasa’nın sistematiğinden, yani bunlara Yasada memur ve sözleşmeli personelle birlikte yer verilmesinden anlaşılmaktadır. Kapsam dışı personel olarak belirlenen görev unvanlarını taşıyanların kurumda belli bir süre çalıştıktan sonra sendika ile ilişkisini kesen ve daha çok idareci niteliğindeki personel olduğu, bu ayrımdaki amacın, bu kesimin, yetki ve ücretinin tayin ve takdirinin idareye bırakılması ve statülerinin, aslî ve sürekli görevleri genel idare esaslarına göre yürütülen personele yaklaştırılması olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 4046 sayılı Yasa hükümlerinden, kapsam dışı personelin de kamu personeli sayıldığı sonucu çıkmaktadır.Açıklanan nedenlerle, özelleştirme kapsamına alınan kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarının özel hukuk tüzel kişiliğine geçiş döneminde kamu kurumu olan vasıflarını tamamen yitirmemiş oldukları, bu kurumlarda çalışan sözleşmeli ve kapsam dışı personelin kamu personeli sayıldıkları, idare ile olan ilişkileri nedeniyle açılan davalarda, işlemin yasaya ve hukuka uygun olup olmadığının incelenmesinin idari yargı yerinin görevine girdiği..." Danıştay Onikinci Dairesi 30/5/1995 tarihli ve E.1995/2819, K.1995/1335 sayılı kararıyla, THY bünyesinde Genel Müdürlük emrinde görev yapan davacının hizmet sözleşmesinin feshine ilişkin işlemin iptali ve tazminat istemiyle açılan davayı esastan hükme bağlayan İstanbul İdare Mahkemesi kararına yönelik görev itirazı içeren temyiz başvurusunu reddetmiş ve kararı onamıştır. Danıştay Onbirinci Dairesi 22/12/2009 tarihli ve E.2007/2678, K.2009/10942 sayılı kararıyla, THY bünyesinde sivil savunma uzmanı olarak görev yapan davacının özlük haklarına ilişkin olarak açtığı davayı esastan karara bağlayan Ankara İdare Mahkemesi kararını onamıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 3/3/2009 tarihli ve E.2008/18865, K.2009/5806sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Memur ve sözleşmeli personel statü hukukunu ilgilendirdiğinden, idare ile çıkacak olan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde değil, idari yargı yerinde çözümlenmelidir. Uyuşmazlık Mahkemesinin 1995/1 Esas 1996/1 Karar sayılı ilke kararında, özelleştirme kapsamında olsun ya da olmasın Kamu İktisadi Teşebbüslerinde sözleşmeli personel statüsünde çalışanların, kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu kurala bağlanmıştır. Yapılan bu açıklamalara göre mahkemece gerekirse davacının şahsi dosyası getirtilmeli ve sözleşmeli personel olup olmadığı yönünde değerlendirme yapılmalıdır. Davacının sözleşmeli personel olduğunun kabulü halinde davanın idare mahkemesinde görülmesi gerektiğinden görev yönünden davanın reddine karar verilmelidir. Eksik incelemeyle karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/4/2013 tarihli ve E.2013/4825, K.2013/7026 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Somut olay ve Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 1996 tarihli ve 1995/1 esas, 1996/1 karar sayılı ilke kararı birlikte irdelendiğinde; davacının kapsamdışı personel statüsünde olduğu, toplu iş sözleşmesi dışında kalan kapsam dışı personel statüsündeki kamu personelinin kurumları ile ilişkilerinden doğan her türlü özlük hakları ile görevine son verilmesi sonucunu doğuran işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevlidir. Görev hususu dava şartlarından olup, yargılamanın her aşamasında mahkemece resen dikkate alınmalıdır. Bu durumda, yargı yolu sebebi ile dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesi 2/7/2013 tarihli ve E.2012/23643, K.2013/14982 sayılı kararıyla, THY bünyesinde görev yapan davacının emekli keseneklerine ilişkin olarak açtığı davayı esastan karara bağlayan Bakırköy İş Mahkemesi kararını uyuşmazlığın idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle bozmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17994 | Başvuru, özlük haklarına ilişkin olarak açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 4/7/2007 tarihinde yakalama emri düzenlenmiş, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 6/9/2007 tarihli iddianamesiyle suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma, tefecilik, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 22/10/2009 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 2/5/2014 tarihli kararıyla başvurucu yönünden onanmıştır. Kararın kesinleştirme işlemi, Mahkemece 22/10/2014 tarihinde gerçekleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18087 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Rusya Federasyonu vatandaşı olan Çeçenistan kökenli başvurucu, Müslüman kimliğinden ötürü zulme maruz kaldığından Mısır’a yerleştiğini belirtmiştir. Yedi yıl Mısır’da yaşayan başvurucu, askerî cunta yönetime el koyduktan sonra yabancı uyruklu Müslümanların ülkeyi terk etmeleri için baskı yapıldığını, 23/8/2013 tarihinde Türkiye’ye geldiğini söylemektedir. Başvurucu 22/11/2013 tarihinde Türkiye’de turistik (ev kiralayan yabancı) amaçlı ikamet izni almak için İkamet Büro Amirliğine geldiğinde yapılan Polis Bilgi Sistemi (PolNet) arananlar sorgu ekranında hakkında G-87 (genel güvenlik) ve Ç-114 (haklarında adli idari işlem yapılan yabancı) kodlu tahdit kayıtları olduğu anlaşılmıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 22/11/2013 tarihli, saat 00’da düzenlenen yakalama gözaltına alma tutanağındaki bilgilere göre başvurucuya isnat edilen suç “giriş yasağını ihlal”dir. Başvurucu bu gerekçeyle aynı gün Kumkapı Geri Gönderme Merkezine (GGM/Merkez) teslim edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun kaldığı süreçte Kumkapı GGM’nin durumu hakkında Emniyet Genel Müdürlüğünden (EGM) bilgi istemiştir. EGM'nin 16/3/2016 tarihli cevap ekindeki belgelerde belirtilmeyen bir tarihte başvurucunun Türkiye’ye iltica talebinde bulunduğu anlaşılmıştır. Bu talep EGM’nin 23/12/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, aynı makamın 14/2/2014 tarihli yazısıyla reddedilmiş; ayrıca başvurucu, ikincil koruma kapsamına da alınmamıştır. Bu karar başvurucuya tebliğ edilmek suretiyle 15/7/1950 tarihli ve 5683 sayılı mülga Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’un maddesi uyarınca başvurucu 20/2/2014 tarihinde GGM’den salıverilmiştir. Başvurucu, salıverildikten sonra 20/3/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu ile 5683 sayılı Kanun'un ilgili maddeleri T.T. (B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25) kararında; 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddeleri B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, etkili başvuru ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulaması B.T. (Aynı kararda bkz. §§ 23-38) kararında açıklanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3955 | Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, istihbarat branşından çıkarılarak genel hizmet statüsünde görevlendirilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın halen sonuçlandırılmadığından bahisle Anayasa’nın maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 19/2/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 8/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm Başkanınca 25/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 14/5/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, istihbarat branşında polis memuru olarak görev yapmakta iken İstihbarat Branş Komisyonunun 29/3/2004 tarihli toplantısında aldığı karar uyarınca bu branştan çıkarılarak genel hizmet statüsünde görevlendirilmiştir. Başvurucu tarafından, yapılan branş değişikliği işleminin iptali istemiyle 15/4/2004 tarihinde açılan dava, Ankara İdare Mahkemesinin 1/3/2006 tarih ve E.2004/1327, K.2006/304 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Danıştay Beşinci Dairesi 7/3/2008 tarih ve E.2006/7002, K.2008/1240 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı karar düzeltme talebi Danıştay Beşinci Dairesinin 27/3/2009 tarih ve E.2008/3651, K.2009/1668 sayılı kararı ile kabul edilerek İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 4/11/2009 tarih ve E.2009/1260, K.2009/1999 sayılı kararı ile ilk kararında ısrar ederek davanın tekrar reddine karar vermiş, başvurucu bu kararı da temyiz etmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ise 19/9/2013 tarih ve E.2010/292, K.2013/2448 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. Bu karara karşı davalı İçişleri Bakanlığı karar düzeltme talebinde bulunmuş olup, yargılama halen devam etmektedir. Başvurucu tarafından 19/2/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Kararın bozulması” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Kararın bozulması halinde dosya, Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderilir. Mahkeme, dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceler ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2436 | Başvurucu, istihbarat branşından çıkarılarak genel hizmet statüsünde görevlendirilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın halen sonuçlandırılmadığından bahisle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvurucular; tutukluluk hallerinin devamına dair kararların formül gerekçelere dayandığını, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapıldığını ve Mahkemece Cumhuriyet Savcısından alınan mütalaanın kendilerine bildirilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Başvuru, 11/12/2012 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 18/3/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 26/3/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 26/3/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 31/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 5/6/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular, karşı beyanlarını 26/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvurucuların dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Hebat ASLAN 1987 doğumlu olup Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu olarak bulunmaktadır. Diğer başvurucu Firas ASLAN 1986 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir. Başvurucular, 31/12/2008 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bağlı Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince yakalanıp gözaltına alınmış, emniyet ve savcılık ifadelerinin ardından “Yasa Dışı Silahlı Örgüte Üye Olmak” suçlaması ile tutuklama talebiyle sevk edildikleri İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 3/1/2009 tarihinde tutuklanmışlardır. Başvurucular, E.2009/38 sayılı dosya kapsamında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmaya başlanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan 4/10/2012 tarihli duruşmada, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrasında gösterilen tutuklama nedenlerinin var olduğu, tutuklama nedenlerine nazaran adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu gerekçesiyle başvurucuların tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir. Başvurucular, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin tutukluluk halinin devamına dair kararına, Anayasa’nın maddesine aykırı olduğu iddiasıyla 9/10/2012 tarihinde itiraz etmişlerdir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin tutukluluk halinin devamına dair kararına karşı yapılan itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 15/10/2012 tarih ve Değişik İş 2012/718 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 12/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereğince yapılan tutukluluk incelemesinde, 31/10/2012 tarihinde başvurucuların tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir. Başvuruculardan Firas ASLAN 27/11/2012 tarihli duruşmada tahliye edilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvuruculardan Hebat ASLAN’ın Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduktan sonra 19/2/2013 tarihinde tahliye edildiğini bildirmiştir. Başvurucular hakkındaki dava Mahkeme önünde derdesttir.B. İlgili Hukuk 5271sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (Madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), b) 1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (Madde 12) suçları.…” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.…(5) Bu Madde ile 100 üncü Madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.…” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü Madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir.…(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1158 | Başvurucular; tutukluluk hallerinin devamına dair kararların formül gerekçelere dayandığını, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapıldığını ve Mahkemece Cumhuriyet Savcısından alınan mütalaanın kendilerine bildirilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, gazeteci olan başvurucunun internet sitesinde yaptığı haber nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1950 doğumlu olan başvurucu; kırk beş yıla yakın süredir gazetecilik yaptığını, sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü olduğu Gerger Fırat gazetesinde (gazete) basın faaliyetinde bulunduğunu ifade etmektedir (ayrıntılar için bkz. Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § § 9-10). Müşteki B. ise olay tarihinde Adıyaman'ın Gerger ilçesi Güngörmüş köyünde cami imamı olarak görev yapan bir kamu görevlisidir. Başvuru konusu olay, müştekinin gördüğü rüyalar üzerine başlatılan kazı çalışmalarına ilişkindir. Müşteki, rüyalarında bir İslam şehidinin mezarını gördüğünü ve anılan zatın kendisinden sürekli olarak mezarının yerinin değiştirilmesi isteminde bulunduğunu iddia etmiştir. Bunun üzerine resmî makamlar (valilik, müftülük ve ilgili yerler) bilgilendirilerek, köylüler ve çevre köylerdeki yirmi imamın katılımıyla kazı çalışması yapılmıştır. Ancak çalışmalar sonucunda müştekinin işaret ettiği yerde bahse konu zatın mezarına rastlanılamamıştır. Başvurucu anılan olayı, gazetenin internet sitesinde yayınladığı 11/7/2012 tarihli "İmamın Şehit Rüyası Fos Çıktı", 31/10/2012 tarihli "Şehit Çukuru Kapatıldı" ve 21/12/2012 tarihli "Altta Şehit Mezarı Üstte Kütüphane" başlıklı haberlere konu etmiştir. Bununla birlikte kazı çalışması ulusal basında da yankı bularak birçok habere konu edilmiştir. Başvurucu, "İmamın Şehit Rüyası Fos Çıktı" başlıklı haberde "Rüya Sahibi İmam Babat Kim" alt başlığını kullanmış ve müşteki hakkında birtakım bilgilere yer vermiştir. Anılan bilgiler şu şekildedir:"İmam …. silahla yaralamadan tutuklandı ve hapse atıldı. Aylarca içeride yattı. Tabanca ile vurduğu kişiyi yaraladı kurtuldu. İmam da bir müddet sonra tahliye edildi… Sonradan ikinci evlilik yaptı… cezaevinde kaldığı sırada psikolojik tedavi gördü". Müşteki, başvurucunun kazı çalışması ile hiçbir ilgisi bulunmayan bilgileri haberlerde yer verdiğini ve bu durumun özel hayatının gizliliğini ihlal ettiğini belirterek Gerger Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) manevi tazminat davası açmıştır. Mahkeme 16/6/2016 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulü ile başvurucunun davacıya 000 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...davalının özel hayatın gizliliğini ihlal etmek suçundan dolayı Gerger Asliye Ceza Mahkemesinin 2014 tarih, 2013/2 esas ve 2014/1 karar sayılı ceza dosyasında yargılandığı ve hakkında verilen adli para cezasının onanarak kesinleştiği dosyadakibilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. 6098 Sayılı T.B.K.'nun maddesi gereğince ceza mahkemesince verilecek mahkumiyet kararının hukuk hakimini bağlayacağından, cami imamı olarak görev yapan davacının, rüyasında gördüğü bir şehidin talebine uygun olarak onun mezarının yerini değiştirmek amacıyla çok sayıda kişi ile beraber kazı çalışması başlatıp, bahsettiği şehidin mezarını tespit edememesini müteakip,..., yayımlanan, “İmamın Şehit Rüyası Fos Çıktı” başlıklı haberde,..., her ne kadar haber içeriğinin görünür gerçeğe uygun ve güncel olduğu, verilişinde de toplumsal ilgi bulunduğu kabul edilebilir ise de, daha önce kamuoyu tarafından bilinmeyen ve cami imamı olarak görev yapan davacının, eşinden ayrılıp ikinci kez evlendiğine ve yaklaşık 12-13 yıl önce bir silahla yaralama olayına karışıp, bu nedenle cezaevinde bulunduğu esnada psikolojik tedavi gördüğüne ilişkin açıklamaların, davacının farklı basın ve yayın organlarınca haberinin yapılmasına ve toplumun dikkatini çekmesine neden olan kazı olayı ile fikri bağlantısının bulunmamasından dolayı haber verme hakkı sınırları içerisinde hareket edildiği ve hukuka uygun çerçevenin dışına çıkılmadığı kabul edilemeyeceği gibi, davacının geçirdiği adli soruşturmanın ve soruşturma sırasındaki davranışlarının, aradan geçen uzun zaman dilimine nazaran, özel hayatı kapsamında yer aldığı gözetildiğinde, içeriğini öğrendiği davacıya ait kişisel verileri ve davacının özel yaşam alanındaki olayları, kamu yararı bulunmadığı halde ifşa eden davalı hakkında, TCK'nın 134/1- maddesinde tanımlanan özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturduğu onanarak kesinleşen ceza mahkemesi kararıyla sabit olduğundan, yayına konu hususlar davacının özel hayatına ilişkin olup bunların kamuya aktarılmasında kamu yararı ve toplumun bilgilendirilmesi gereği yoktur.Basın özgürlüğü ile kişilik hakları arasındaki çatışan yararlar dengesi, davacı aleyhine bozulmuş ve davalı bakımından da hukuka uygunluk nedeni gerçekleşmemiştir. Bu nedenle dava konusu,..., yayın ile davacının kişilik haklarına açık saldırıda bulunulduğundan davacının davasının kısmen kabulüne,..., fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilerek,..., hüküm kurulmuştur." Karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 14/1/2019 tarihli ilamıyla tazminat miktarının fazla olduğu gerekçesiyle Mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Mahkeme, bozma kararı üzerine 9/5/2019 tarihli temyiz yolu açık olmak üzere verdiği kararıyla tazminat miktarını 000 TL olarak belirlemiştir. Anılan kararın temyizi üzerine 14/10/2019 tarihli Daire ilamıyla Mahkeme kararının miktar itibarıyla kesin olduğu belirtilerek başvurucunun temyiz istemi reddedilmiştir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için bkz. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, §§ 18-28; Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24321 | Başvuru, gazeteci olan başvurucunun internet sitesinde yaptığı haber nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle defterdarlık uzman yardımcılığı görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasının kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü ile sonuçlanmayan ceza yargılamasına konu fiilin niteliğine ilişkin esaslı bir değerlendirme yapılmaksızın reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 28/8/2012 tarihinde İstanbul Defterdarlığı Anadolu Yakası Millî Emlak Dairesi Başkanlığına veri hazırlama kontrol işletmeni olarak atanmıştır. Başvurucu bu görevini sürdürmekteyken 24/11/2013 tarihinde defterdarlık uzman yardımcılığı sınavının yazılı aşamasına girmiştir. Bu aşamayı başarıyla geçmesi üzerine 15/1/2014 tarihinde sözlü sınava girmiştir. Yazılı ve sözlü aşamaları başarıyla tamamlayıp defterdarlık uzman yardımcısı olarak atamasının yapılmasına hak kazanmıştır. 12/4/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin (mülga Yönetmelik) maddesi uyarınca başvurucu hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Anılan Yönetmelik'in maddesi uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda başvurucunun güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali talebiyle 10/11/2014 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 19/11/2014 tarihinde davayı yetki yönünden reddetmiştir. Kararda, dosyaya bakmaya yetkili mahkemenin İstanbul İdare Mahkemesi olduğu belirtilmiştir. İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) 28/10/2015 tarihinde davayı reddetmiş; kararda, başvurucu hakkında özel belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçundan dolayı mahkûmiyet kararı verildiğini ve suç işlemek maksadıyla kurulan örgüte üye olma suçlamasıyla hakkında başlatılan kovuşturmanın derdest olduğu belirterek dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte başvurucu hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmasa da özel belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçundan hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararı olması ve bu mahkûmiyet cezasını gerektiren fiilin işlendiği tarih gözönüne alındığında dava konusu işlemin hukuka uygun olduğunu ifade etmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşmazlık konusu olayda; özel belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlamasıyla Çorum Asliye Ceza Mahkemesinde görülen yargılama sonucu Mahkeme'nin 18/11/2014 tarih E:2014/86, 2014/665 sayılı İlamı ile davacının mahkumiyetine karar verildiği, dava dosyasının temyiz aşamasında olduğu, suç işlemek maksadıyla kurulan örgüte üye olma suçlamasıyla Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2013/57 sayılı Esasına kayıtlı davanın ise derdest olduğu görülmektedir.Bu durumda; dava konusu işlemin tesis edildiği 18/07/2014 tarihinde davacı hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmamakta ise de, özel belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlamasıyla yapılan yargılama sonucu 18/11/2014 tarihinde mahkumiyetine karar verildiği görüldüğünden, ceza yargılamasına esas alınan suçun işleniş tarihi dikkate alındığında davacının güvenlik soruşturması nedeniyle Defterdarlık Uzman Yardımcılığı kadrosuna atanmamasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucu, karara karşı 18/2/2016 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay İkinci Dairesi (Danıştay) 8/4/2019 tarihinde temyiz talebini reddetmiştir. Başvurucu 8/7/2019 tarihinde karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Danıştay 30/10/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 2/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 31/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1602 | Başvuru; güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle defterdarlık uzman yardımcılığı görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasının kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü ile sonuçlanmayan ceza yargılamasına konu fiilin niteliğine ilişkin esaslı bir değerlendirme yapılmaksızın reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 26/10/2021 tarihinde öğrendikten sonra 25/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/56351 | Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hakkı olmayan yere tecavüz suçundan yürütülen yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2013 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 13/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 23/01/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 12/2/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Kemer Kaymakamlığının 27/9/2007 tarihinde ilçede yaptığı denetimde, aralarında başvurucunun işletmecisi olduğu dalış okulunun da bulunduğu bazı işletmelerin kıyı kenar çizgisi içinde kalan ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazı işgal ettiği tespit edilmiş ve bu işletmeler hakkında Kemer Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur. Kemer Cumhuriyet Başsavcılığının 11/1/2008 tarihli iddianamesiyle hakkı olmayan yere tecavüz suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında Kemer Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açılmıştır. Başvurucu 2/4/2008 tarihinde talimat yoluylasorgulanmıştır. Mahkemenin 9/9/2008 tarihli ve E.2008/55, K.2008/840 sayılı kararıyla görevsizlik kararı verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/10/2012 tarihli ve E.2011/10107, K.2012/30567 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 17/12/2013 tarihli ve E.2013/50, K.2013/900 kararıyla hakkı olmayan yere tecavüz suçundan açılan davada, eylemin 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun maddesinde düzenlenen kabahat eylemine uyduğu belirtilerek soruşturma zamanaşımının dolması nedeniyle idari para cezası verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. İtiraz üzerine Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 7/2/2014 2014/122 Değişik İş sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi ilamının ortadan kaldırılmasına, dosyanın Mahkemeye iadesine karar verilmiştir. Mahkemenin 30/4/2014 tarihli ve E.2014/160, K.2014/127 sayılı kararıyla idari para cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. İtiraz üzerine, Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 21/5/2014 tarihli ve 2014/362 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz incelemesi üzerine Mahkemece duruşma açılmadığı ve taraflara itiraz kararına karşı diyeceklerinin sorulmadığı, dosya üzerinden karar verildiği gerekçesiyle Mahkeme ilamının ortadan kaldırılmasına, dosyanın Mahkemeye iadesine karar verilmiştir. Mahkemenin 27/6/2014 tarihli ve E.2014/329 tarihli ve K.2014/449 sayılı kararıyla başvurucu hakkında 27/9/2007 tarihinde tutanak düzenlendiği, eylemin maktu idari para cezasını gerektirdiği ve 3621 sayılı Kanun'un08/02/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki maddesi kapsamında kaldığı, tutanak tarihinden karar tarihine kadar kabahatler için uygulanan zamanaşımı süresinin dolduğu belirtilerek idari para cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu, 7/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İtiraz istemi üzerine Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 3/10/2014 tarihli ve 2014/1607 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk 3621 sayılı Kanun’un maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8381 | Başvuru, hakkı olmayan yere tecavüz suçundan yürütülen yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Elektrik abonesi olan başvurucu Şirket, elektrik faturalarına yansıtılan kayıp kaçak bedelinin haksız olarak tahsil edildiğini ileri sürerek 27/1/2015 tarihinde alacak davası açmıştır. Denizli Asliye Ticaret Mahkemesi 19/10/2017 tarihinde konusuz kalan dava hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinde, başvurucunun davanın açıldığı tarihteki içtihada göre davayı açmakta haklı olmakla birlikte dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 4/6/2016 tarihli ve 6719 sayılı Kanun ile 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'na eklenen geçici madde uyarınca davanın konusuz kaldığı belirtilmiştir. Başvurucu, yasal değişikliğin geriye yürütülemeyeceği iddiasıyla istinaf yoluna başvurmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 18/5/2018 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunu kesin olmak üzere esastan reddetmiştir. Nihai karar 5/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24337 | Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından dolayı reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun B sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/40240 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, farklı şehirlerde yer alan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarında (Vakıflar) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıflar aleyhine ayrı ayrı dava açmışlardır. Ekli tablonun D sütununda numaraları belirtilen Mahkemelerce yapılan yargılama sonunda başvurucuların davalarının kabulüne karar verilmiştir. Gerekçeli kararlarda; başvurucuların davalı Vakıflara bağlı olarak muhtelif tarihlerden itibaren çalışmaya başladıkları, davalı Vakıfların kamu kurumu niteliğinde olduğu, 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarda çalışanlara her yıl için ilave tediye ödemesi yapılacağı açıklanmıştır. Davalı Vakıflar, istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesinin (BAM) Hukuk Dairelerince, Yargıtay Hukuk Dairesinin emsal kararları ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (Yargıtay İBK) 9/6/2017 tarihli kararına göre Vakıfların 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığını belirtilerek ilk derece mahkemesi kararları ortadan kaldırılmış ve davalar reddedilmiştir. Başvurucular kararları temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin farklı tarihlerde vermiş olduğu kararları ile temyiz talepleri reddedilmiştir. Başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40240 | Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından dolayı reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir sosyal medya paylaşımından dolayı halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçunun işlendiği iddiasıyla başlatılan ceza soruşturmasında adli kontrol kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Öncesi Süreç Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Millî Ordusu 9/10/2019 tarihinde Suriye'nin kuzeyinde tek taraflı özerklik ilan eden Suriye Demokratik Güçlerine karşı "Barış Pınarı Harekâtı" adıyla sınır ötesi askerî harekât başlatmıştır. Avukat olup çalışmaları insan hakları alanında yoğunlaşan başvurucu, artigercek.com internet haber sitesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Başvurucu, Twitter isimli sosyal medya platformundaki hesabından 9/10/2019 tarihinde Diken internet haber sitesinin "Çavuşoğlu: Harekatımız uluslararası hukuk BM Şartının 51'nci maddesine ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin terörle mücadeleye ilişkin kararları gereğince icra edilmektedir." haberini alıntılayarak "Hadi ordan! Ayrıca barış harekatı dediğiniz her şeyin nasıl katliam harekatı olduğunu deneyimlerle biliyoruz. Irkçılığınız, kendinize bile fayda sağlamayan ideolojiniz batsın!" şeklinde paylaşımda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 10/10/2019 tarihinde başvurucuya ait sosyal medya paylaşımı nedeniyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 16/10/2019 tarihinde soruşturma kapsamında arama, elkoyma, inceleme ve kısıtlama kararı verilmesini talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 17/10/2019 tarihinde başvurucunun adresinde, üzerinde ve ikametinde üç gün içerisinde gündüzleyin (gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde geceleyin) bir defaya mahsus olmak üzere arama yapılmasına, arama neticesinde ele geçirilecek suç unsuru malzemeler ile dijital materyallere el konulmasına, dijital materyallerin kopyasının çıkartılmasına ve incelenmesine, ele geçirilen belgelerin incelenmesine karar vermiş; kısıtlama talebini ise reddetmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 21/10/2019 tarihinde başvurucunun çağrı üzerine Cumhuriyet Başsavcılığına gelmediğini, başvurucuya çağrı yapılamadığını ve tüm aramalara rağmen başvurucuya ulaşılamadığını belirterek başvurucu hakkında yakalama emri düzenlenmesini talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği aynı gün talebi kabul ederek çağrı yapılamadığı ve tüm aramalara rağmen kendisine ulaşılamadığından başvurucu hakkında yakalama emri düzenlenmesine, başvurucunun ifadesinin alınmasına ve ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmayarak tutuklamaya sevk edilip edilmeyeceği hususunun soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısının takdirine bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucu, Birleşmiş Milletlerin düzenlediği bir toplantıya katılmak üzere 27/10/2019 tarihinde yurt dışına çıkacağı sırada hakkındaki yakalama kararına istinaden pasaportuna el konulmuş, ceza soruşturması ile ilgili olarak ifadesi alınmak üzere İstanbul Çağlayan Adliyesine götürülmüştür. Savcılık tarafından alınan ve müdafiilerin de hazır bulunduğu ifadesinde başvurucu; paylaşımının ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını, şiddet karşıtı bir dünya görüşünün açıklamasına ilişkin olduğunu, savaş karşıtı olduğunu, halkı kin ve düşmanlığa teşvik etme amacı olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, ifadesinin alınmasının ardından aynı gün serbest bırakılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 28/10/2019 tarihinde başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca adli kontrol altına alınmasını talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 28/10/2019 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçlamayla ilgili suç şüphesi altında bulunması ve yargılamada hazır bulunmasının sağlanması gerekçesiyle talebi kabul etmiştir. Hâkimlik, başvurucunun adli kontrol altına alınmasına, mahkemede ifade verinceye kadar yurt dışına çıkışının yasaklanmasına, adli kontrol hükmünün ihlali hâlinde yakalama emri çıkartılacağının ihtarına ve kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilmesi hâlinde bu kararın kesinleşmesiyle adli kontrol tedbirine son verilmesine karar vermiştir. Başvurucu adli kontrol kararına itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 6/11/2019 tarihinde suçun niteliği, delillerin toplanmasının devam etmesi, başvurucunun muhakeme aşamasında hazır bulunmasının sağlanması ve adli kontrol kararının kaldırılmasına yönelik somut delilin ileri sürülmemiş olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 7/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 20/12/2019 tarihinde başvurucunun Diyarbakır'da ikamet ettiği ve üzerine atılı suçu burada işlemiş olduğu gerekçesiyle yetkisizlik ile dosyanın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 13/1/2020 tarihinde başvurucu hakkındaki adli kontrol kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Savcılık kararında; başvurucunun eylemi nedeniyle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkmadığı ve atılı suçun 5237 Sayılı Kanun'un maddesi kapsamına girdiğinden soruşturmanın Bakanlık iznine tabi olduğu belirtilmiştir. Savcılık, adli kontrol tedbirinin soruşturma işlemi olduğundan başvurucunun durumunun Bakanlık izninden sonra belirleneceği ve adli kontrole gelinen aşamada gerek duyulmadığını açıklamıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı yine 13/1/2020 tarihinde başvurucu hakkında 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince soruşturma izni verilmesini Bakanlıktan talep etmiştir. Bakanlık 5/3/2020 tarihinde soruşturmaya konu paylaşımın 5237 sayılı Kanun’un maddesindeki suç kapsamında değerlendirilemeyeceğinden başvurucu hakkında soruşturma izni verilmesine yer olmadığını açıklamıştır. Bakanlık, paylaşımın başka bir suçu oluşturup oluşturmadığının mahallince değerlendirilip genel hükümler uyarınca işlem yapılabileceğini belirtmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 8/6/2020 tarihinde başvurucunun yapmış olduğu paylaşımın ağır eleştiri boyutunda kalan söylemler olduğunu ve suç unsuruna rastlanmadığını belirterek kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, hakkında uygulanan koruma tedbiri nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 26/2/2021 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucunun yakalandığı güne göre takdir edilen 250 TL manevi tazminatın takipsizlik kararından itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine, yakalandığı güne ilişkin maddi zarar tam olarak ispat edilemediğinden maddi tazminat talebinin ise reddine karar vermiştir. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat yönünden karara karşı istinafa başvurmuştur. Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 22/12/2021 tarihinde başvurucunun istinaf talebini kısmen kabul etmiş ve 65,19 TL maddi tazminata takipsizlik kararından itibaren işleyecek yasal faizle birlikte hükmedilmesine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 5237 sayılı Kanun'un "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama " kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1)Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada,100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, üst sınırı üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:a) Yurt dışına çıkamamak...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre bir ihlalin mağduru olma iddiasının ileri sürülebilmesi için kişinin aleyhte olduğunu belirttiği önlemden doğrudan etkilenmiş olması gerekir (Altuğ Taner Akçam/Türkiye, B. No: 27520/07, 25/10/2011, § 66). AİHM bazı durumlarda, ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etkiye sahip bazı koşulların -ilgili kişiler kesinleşmiş bir karar ile mahkûm olmamış olsalar bile- mağdurluk sıfatı sağlayabildiği görüşündedir. Örneğin AİHM, Financial Times Ltd. ve diğerleri/Birleşik Krallık (B. No: 821/03, 15/12/2009, § 56) kararında emir uygulanmamış olmasına rağmen bir yayıncıya anonim bir bilgi kaynağının kimliğinin açıklanması emri verilmesini ifade özgürlüğüne müdahale olarak kabul etmiştir. Bir başka kararda ise AİHM, çok ciddi bazı suçlar dolayısıyla yapılan ceza yargılaması çerçevesinde araştırmacı gazetecilerin yaklaşık bir yıl süreyle tutuklu kalmasını gazetecilerin ifade özgürlüğüne müdahale olarak değerlendirmiştir (Nedim Şener/Türkiye, B. No: 38270/11, 8/7/2014, §§ 94-96). AİHM bir diğer kararında, hâkim olan başvurucunun anayasal bir konuya ilişkin olarak devlet başkanının görüşüne aykırı bir açıklama yapmış olması nedeniyle devlet başkanının başvurucuyu başka bir kamu görevine atamayacağı yönündeki niyetini açıklamış olmasını da ifade özgürlüğüne müdahale saymıştır (Wille/Lihtenştayn [BD], B. No: 28396/95, 28/10/1999, § 50). Başvurucunun mağdur statüsüne sahip olduğu kabul edilen Altuğ Taner Akçam/Türkiye (aynı kararda bkz. §§ 65-84) kararına konu olayda AİHM, başvurucunun çalışma alanı Ermeni nüfusuna ilişkin 1915 yılında gerçekleşen tarihî olayları da kapsayan bir tarih profesörü olduğuna ve anılan olaylara dair pek çok kitap ve makale yayımladığına dikkat çekmiştir. AİHM başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında 5237 sayılı Kanun'un maddesi çerçevesinde soruşturma yapılmaması ve mahkûmiyet kararı verilmemiş olmasına rağmen Ermenilere ilişkin görüşleri nedeniyle aşırı milliyetçi kişiler tarafından yapılan suç duyurularının taciz kampanyalarına dönüştüğü ve başvurucunun anılan hüküm çerçevesinde yapılan suçlamalara cevap vermek zorunda kaldığı tespitini yapmıştır. AİHM; kendisini kamuoyuna vatan haini veya casus olarak gösteren karalama kampanyasına başvurucunun hedef olduğunu ve kampanyayı müteakip birçok kişiden kendisini aşağılayan ve ölümle tehdit içeren nefret mektupları aldığını belirtmiştir. AİHM ayrıca konuyla ilgili yaşanan sürecin akademisyen olan başvurucunun soruşturulma riskinden korunmak için akademik çalışmalarında kendini sınırlayarak davranışlarını yeniden düzenlemek zorunda bıraktığını belirtmiştir. AİHM bu nedenlerle başvurucunun mağdur statüsünde olduğunu ve ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulduğunu kabul etmiştir. Dilipak/Türkiye (B. No: 29680/05, 15/9/2015, §§ 4-20) kararına konu olayda gazeteci olan başvurucu, üst düzey askerî yetkililere yönelik eleştiriler içeren bir makale yazmıştır. Başvurucu bu yazılardan dolayı silahlı kuvvetleri aşağılama ve askerî hiyerarşiye zarar verme suçlarını işlediği gerekçesiyle bir kısmı askerî mahkemeler önünde olmak üzere toplamda altı yıldan fazla süren bir ceza yargılamasına tabi olmuştur. Yargılama sonunda suçun kovuşturulmasının zamanaşımına uğradığına karar verilmiştir. AİHM bu davada başvurucunun altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılma riski altında bulunduğunu, askerî mahkemeler önünde iki buçuk yıl süren ceza yargılamasının toplamda altı buçuk yıl sürdüğünü ve zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle sona erdiğini tespit etmiştir. AİHM, ciddi şekilde cezalandırılan suçlar nedeniyle başvurucu hakkında yürütülen, kısmen askerî mahkemeler önünde olmak üzere altı buçuk yıl süren kamu davalarının -bu davaların neden olabilecekleri caydırıcı etki de dikkate alındığında- başvurucu açısından sadece salt varsayımsal riskler içeriyor gibi değerlendirilemeyeceği ancak bunların kendiliğinden gerçek ve etkili baskı niteliğinde olduğu kanaatine ulaşmıştır. AİHM'e göre kamu davasının zamanaşımına uğradığının tespit edilmesi yalnızca yukarıda anılan risklerin mevcudiyetine son vermiş ancak hiçbir unsur, söz konusu risklerin başvurucu üzerinde belli bir süre boyunca baskı oluşturmaya devam ettiği gerçeğini ortadan kaldırmamıştır. AİHM bu gerekçelerle mevcut davanın özel koşulları altında başvurucunun ifade özgürlüğü hakkını kullanmasına bir müdahalede bulunulduğu sonucuna varmıştır (Dilipak/Türkiye, §§ 40-51). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39847 | Başvuru, bir sosyal medya paylaşımından dolayı halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçunun işlendiği iddiasıyla başlatılan ceza soruşturmasında adli kontrol kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu kararına karşı yapılan itirazın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde verilen kesin süre içinde başvurudaki eksikliğin tamamlanmadığı gerekçesiyle başvurunun idari yönden reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından idari ret kararına itiraz edilmesi üzerine Komisyonca itirazın kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunulmasına gerek görülmediğini bildirmiştir. Başvurucu, çalıştığı işyerine ait servisle işe gittiği sırada meydana gelen trafik kazası neticesinde yaralanarak malul kalmıştır. Başvurucu, malul kalması nedeniyle uğradığı zararın tazmini istemiyle çalıştığı Şirket aleyhine 28/8/2001 tarihinde Bursa İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) dava açmıştır. İş Mahkemesinin davanın reddi yönünde verdiği karar Yargıtay tarafından iki kez bozulmuştur. İş Mahkemesinin bozma kararı doğrultusunda yaptığı yargılama sonucunda davanın reddi yönünde verdiği kararın Yargıtay tarafından 1/6/2010 tarihinde onanması ile birlikte yargılama sona ermiştir. Başvurucu; makul sürede yargılama yapılmaması, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmaması, kararın gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve ayrıca yaşam, sosyal güvenlik ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM; makul sürede yargılanma hakkının ihlaliyle ilgili şikâyet hususunda başvurucuların 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun ile kurulan Tazminat Komisyonuna (Komisyon) müracaat etmesi gerektiğine, diğer şikâyetlerin ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) belirtilen kabul edilebilirlik koşullarının yerine getirilmediğinin saptandığı gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Başvurucu, AİHM kararı doğrultusunda Komisyona müracaat etmiştir. Başvurucu; Komisyona sunduğu dilekçesinde makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını belirtmiş, ayrıca AİHM’e yaptığı başvurudaki diğer ihlal iddialarına yönelik taleplerini de yinelediğini ifade etmiştir. Komisyon 15/7/2014 tarihli kararıyla başvuruyu sonuçlandırmıştır. Komisyon, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle başvurucuya 800 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir. Aynı kararda başvurucunun diğer şikâyetleri hakkında AİHM tarafından değişik nedenlerle kabul edilemezlik kararı verilmiş olduğu hatırlatılarak Komisyon tarafından çözüme kavuşturulacak bir şikâyetin bulunmadığı gerekçesiyle 6384 sayılı Kanun’un maddesi gereğince diğer talepler reddedilmiştir. 15/7/2014 tarihli Komisyon kararında ayrıca başvurucunun tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Komisyon kararı 25/9/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı 10/10/2014 tarihinde Bölge İdare Mahkemesine itirazda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 11/12/2014 tarihli kararıyla itirazı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, on beş günlük itiraz süresinin Komisyon kararının tebliğ tarihinden itibaren başladığı vurgulanmıştır. Komisyon kararının 25/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği, bu itibarla en geç 9/10/2014 tarihine kadar itiraz edilmesi gerekirken 10/10/2014 tarihinde kayda giren dilekçe ile yapılan itirazın süresinde olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 5/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/3/2015 tarihinde ve süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Songül Akça ve diğerleri ([GK], B. No: 2015/2401, 19/7/2018, §§ 22-25) başvurusuna ilişkin karar. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4223 | Başvuru, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu kararına karşı yapılan itirazın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formun ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formundaki ve Emniyet Genel Müdürlüğünün (EGM) verdiği bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: 1983 doğumlu olan başvurucu, Rusya Federasyonu Kabardino-Balkar Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucunun hangi tarihten itibaren Türkiye’de bulunduğuna dair dosyada herhangi bir bilgi mevcut değildir. 3/12/2013 tarihinde ikamet izninin süresini uzatmak amacıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğüne başvuran başvurucu yakalanmıştır. Başvurucu, aynı tarihte Kumkapı Geri Gönderme Merkezine (Merkez/GGM) götürülmüş; toplam yirmi bir gün GGM’de tutulduktan sonra 23/12/2013 tarihinde serbest bırakılmıştır. Salıverme tutanağında başvurucunun sınır dışı işlemleri için bekletilmekteyken üçüncü bir ülkeden sığınma talebinde bulunduğu vurgulanarak sınır dışı edilmek gayesiyle Trabzon'a gitmek üzere serbest bırakıldığı belirtilmiştir. Dosyada başvurucu hakkında verilmiş bir “sınır dışı etme” ya da “idari gözetim altına alma” kararı bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun kaldığı sürede Kumkapı GGM’de tutulma koşullarına ilişkin EGM'den bilgi istemiştir. EGM 14/8/2017 tarihinde bu yazıya cevap vermiştir. A. Ulusal Hukuk 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu ile aynı tarihli ve 5683 sayılı mülga Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun'un ilgili maddeleri T.T. (B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25) kararında; 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddeleri B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, etkili başvuru ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulaması B.T. (Aynı kararda bkz. §§ 23-38) kararında açıklanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1368 | Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, polis memurları hakkında yaralama suçu isnadıyla yürütülen yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 10/10/2014 tarihinde Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölümün Üçüncü Komisyonu tarafından 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 23/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 22/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 1/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru form ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 17/7/2008 tarihinde polis memurları tarafından darbedilmesi sebebiyle şikâyetçi olması üzerine Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aynı tarihte soruşturma başlatılmıştır. Yürütülen soruşturma kapsamında başvurucuya sağlık raporu aldırılmış, görev belgeleri temin edilerek ve teşhis işlemi yaptırılarak şüpheli polis memurlarının kimlikleri tespit edilmiş, şüpheli ifadeleri ve tanık beyanları alınmıştır. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının 25/5/2010 tarihli ve E.2010/9814 sayılı iddianamesi ile üç polis memuru hakkında işkence, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, hakaret suçlarından; bir polis memuru hakkında ise görevi kötüye kullanma ve hakaret suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 29/12/2011 tarihli ve E.2010/161, K.2011/318 sayılı kararıyla üç polisin yaralama ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından hapis cezasına ve cezanın ertelenmesine ve hakaret suçundan beraatine; bir polis memurunun ise görevi kötüye kullanma ve hakaret suçlarından beraatine hükmedilmiştir. Anılan karar Yargıtay Ceza Dairesi'nin 6/3/2014 tarihli ve E. 2013/7707, K.2014/5504 sayılı kararıyla "üç polis tarafından işlenen suçun işkence olduğu gözetilmediği ve diğer polisin eyleminin kamu görevlisinin suçu bildirmeme suçunu oluşturup oluşturmadığı tartışılmadan karar verildiği" gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma sonrasında yargılamaya devam edilen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan 25/9/2014 tarihli celsede başvurucu, yargılamanın çok uzun sürdüğünü belirterek davaya katılmaktan vazgeçtiğini beyan etmiştir. Mahkeme 25/9/2014 tarihli ve E.2014/262, K.2014/253 sayılı kararıyla üç polis memuru hakkında işkence suçunu işledikleri gerekçesiyle 2 yıl 6 ay hapis cezasına hükmetmiştir. Bir polis memuru hakkında ise kamu görevlisinin suçu bildirmemesi suçunu işlediğinden bahisle 5 ay hapis cezası öngörmüş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hüküm, sanık vekilinin itirazının reddi üzerine kesinleşirken mahkûmiyet hükümleri yönünden sanıkların temyiz istemi üzerine dosyanın temyiz mercii önünde derdest olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu 10/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. " 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16430 | Başvuru, polis memurları hakkında yaralama suçu isnadıyla yürütülen yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bilardo salonu önünde iki grup arasında çıkan kavga neticesinde bir kişi ölmüş, iki kişi de yaralanmıştır. Başvurucunun da aralarında yer aldığı bir kısım şüpheliler hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma aşamasında başvurucunun elinde ıstaka tabir edilen sopayla olay yerinde olduğuna dair 21/4/2013 tarihli müşteki Me.Y.nin teşhis tutanağı dosyaya girmiştir. Soruşturma neticesinde başvurucunun müşteki Me.Y.yi yaralamaya teşebbüs ettiği, ayrıca olay yerinde aktif olarak bulunmak suretiyle F.Y.nin öldürülme olayının gerçekleşmesinden önce ve gerçekleşmesi sırasında maddi ve manevi yardımda bulunduğu, suç işleme kararını kuvvetlendirdiği, öldürme eylemine yardım etmek suretiyle katıldığı gerekçesiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamanın 10/7/2013 tarihli ilk celsesinde alınan savunmasında başvurucu, sesler gelmeye başlayınca korkudan eline sopa aldığını ancak kimseye vurmadığını beyan etmiştir. Bu celsede katılan Me.Y. beyanında; bilardo salonunun önünde arbede olduğunu, başvurucunun da dâhil olduğu kalabalık grubun maktul F.Y.nin ve kendisinin üzerine yürüyüp dövdüğünü, bir süre sonra tekrar aynı yere beş altı kişi toplanıp gittiklerinde ellerinde bıçak ve ıstaka olan kişiler tarafından kovalandığını ve nihayetinde bıçaklandığını, bu sırada Ma.Y. ve F.Y.nin de bıçaklanmış olduğunu ancak olayı görmediğini ifade etmiştir. Katılan Ma.Y. ise Me.Y. ile F.Y.nin ilk olayda dayak yediklerini görünce beş altı kişi toplanıp tekrar bilardo salonunun önüne gittiklerini, burada 20-30 kişinin kendilerini beklediğini, sanıklardan ikisinin (S.T. ve A.N.Ş.) kendisini beş yerinden bıçakladığını, bu sırada Me.Y. ile F.Y.ye kaçmalarını söylediğini, elinde bıçak olan üç sanığın (S.T., A.N.Ş. ve S.S.) onları kovaladığını, Me.Y.yi yaralayanları görmediğini, F.Y.yi ise elinde bıçak olan aynı üç sanığın kovaladığını ancak hangisinin bıçakla vurduğunu görmediğini belirterek "[Me.Y.] kaçarken [F.Y.] biraz koşup duruyordu, huzurdaki sanıklar dışında daha fazla kişiler de vardı onlarla boğuşuyorduk." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucunun yargılama sonucunda mahkûmiyetine karar verilen diğer sanıkların eylemlerine iştirak ettiğine ve üzerine atılı suçları işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilememesi nedeniyle Mahkemece tüm suçlar yönünden beraatine karar verilmiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) tarafından yapılan incelemede başvurucunun katılan Me.Y.yi bilardo salonu önüne ilk geldiği sırada darp ettiği, maktul F.Y.nin öldürülmesi öncesinde ve sırasında elinde sopa ile kavgaya katılarak öldürme eylemine yardım etmek suretiyle iştirak ettiği şeklinde belirlemelere yer verilmiştir. Bu suretle başvurucunun kasten yaralama ve kasten öldürmeye yardım suçlarından cezalandırılması gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek beraatine karar verilmesi Dairece bozma nedeni yapılmıştır. Bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, başvurucunun Me.Y.yi kasten yaralama ve maktul F.Y.yi kasten öldürmeye yardım suçlarını işlediğinden bahisle hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, temyiz dilekçesinde; katılanın soruşturma aşamasında verdiği herhangi bir beyanda adı geçmemesine rağmen iddianamede maddi hata yapılarak hakkında dava açıldığını, yargılamanın devamında da ne katılan ne de tanık beyanlarında adının yer aldığını, Mahkemece bu hata fark edilmediği hâlde delil durumuna göre beraatine karar verildiğini belirtmiştir. Aynı dilekçede başvurucu, Yargıtayın da iddianamedeki hatayı devam ettirerek hakkında bozma kararı verdiğini ve bu bozmaya uyularak Mahkemece haksız olarak cezalandırıldığını ileri sürmüştür. Daire; başvurucunun Me.Y.ye karşı işediği kasten yaralama suçu yönünden zamanaşımı süresini gözönüne alarak kamu davasının düşürülmesine, maktul F.Y.yi kasten öldürmeye yardım suçu yönünden ise "sübuta, delil yetersizliğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle" hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 16/11/2021 tarihinde öğrendikten sonra 18/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve adil yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerinin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/52178 | Başvuru, ceza davasında delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti Nürnberg Başkonsolosluğunda güvenlik ataşesi olarak görev yapmakta iken merkez teşkilatına atanmasına yönelik işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinde düzenlenen haklarının edildiğini ileri sürmüş, maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 19/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/6/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Bakanlık görüşünü 8/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 19/6/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 29/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti Nürnberg Başkonsolosluğunda güvenlik ataşesi olarak görev yapmakta iken merkez teşkilatına atanmasına yönelik işlemin iptali istemiyle 26/5/2006 tarihinde açtığı dava, Ankara İdare Mahkemesinin 24/10/2007 tarih ve E.2006/1339, K.2007/2363 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden, davacının 2004 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti Nurnberg Başkonsolosluğu’nda Güvenlik Ataşesi olarak görev yaptığı, 14 Kasım 2005 tarihinde birinci sicil amiri olan Muavin Konsolos ile aralarında geçen tartışma üzerine yapılan soruşturma neticesinde, ilgili yönetmelik ve talimatlara aykırı davranışları nedeniyle kınama cezası ile cezalandırıldığı, kınama cezasına konu fiillerle ilgili Misyon Şefi tarafından yapılan değerlendirmeler çerçevesinde, hizmetin gereği şartları yerine getirmediği nedeniyle 2006 tarih ve 1803 sayılı müşterek kararname ile merkeze atandığı, davacı tarafından; yapılan atamanın objektif bir gerekçesinin olmadığı, Muavin Konsolos ile arasında yaşanan kişisel husumetten kaynaklanan bir olay gerekçe gösterilerek verilen kınama cezası üzerine merkeze atanmasına yönelik tesis edilen dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır. Olayda, davacının sicil amiri olan Muavin konsolos ile tartışarak tehditkar sözler söylediği, yapılan soruşturma kapsamında davacının verdiği savunmasında da sabit olup, davacının bulunduğu görevin önemi ve özelliği de göz önünde bulundurulduğunda, yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca Misyon Şefi tarafından yapılan değerlendirmeler çerçevesinde, hizmetin gereği şartları yerine getirmediği nedeniyle 2006 tarih ve 1803 sayılı müşterek kararname ile merkezde bir göreve atanmasına yönelik tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. " Başvurucu tarafından bu karar temyiz edilmiş, Danıştay Beşinci Dairesinin 21/4/2008 tarih ve E.2008/1706, K.2008/2271 sayılı kararıyla temyiz talebinin süresinde yapılıp yapılmadığının incelenmesi ve sonucuna göre işlem yapılması için esas kaydının kapatılarak dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesi, 25/6/2008 tarih ve E.2006/1339, K.2007/2363 sayılı kararıyla temyiz talebini süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 29/6/2009 tarih ve E.2008/4550, K.2009/4120 sayılı kararıyla onanmıştır. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş, Daire 8/3/2011 tarih ve E.2009/6006, K.2011/1134 sayılı kararıyla başvurucu vekiline yapılan tebligatın usulsüz olduğu, dolayısıyla temyiz talebinin süre aşımı gerekçesiyle reddinde mevzuat hükümlerine uyarlık görülmediği gerekçesiyle karar düzeltme talebini kabul etmiş, İlk Derece Mahkemesinin 25/6/2008 tarih ve E.2006/1339, K.2007/2363 sayılı kararını bozmuş, kararın tebligat işlemlerinin yapılması için dosyanın İlk Derece Mahkemesine iadesine ve ardından dosyanın yeniden Danıştay Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir. Davalı idarenin bu karara ilişkin karar düzeltme talebi aynı Dairenin, 13/9/2011 tarih ve E.2011/5294, K.2011/4491 sayılı kararıyla incelenmeksizin reddedilmiştir. İlk Derece Mahkemesince tebligat işlemleri tamamlanmış ve dosya Danıştay Başkanlığına gönderilmiş, İlk Derece Mahkemesinin 24/10/2007 tarih ve E.2006/1339, K.2007/2363 sayılı kararı hakkında Daire temyiz incelemesini yapmış ve 23/5/2013 tarih ve E.2012/4967, K.2013/4255 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 5/12/2013 tarih ve E.2013/8134, K.2013/9142 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar, başvurucuya 18/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 19/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler. Memurlar istekleri ile, kurumlarında kazanılmış hak derecelerinin en çok üç derece altında aynı veya başka yerlerdeki kadrolara atanabilirler.…” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3796 | Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti Nürnberg Başkonsolosluğunda güvenlik ataşesi olarak görev yapmakta iken merkez teşkilatına atanmasına yönelik işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının edildiğini ileri sürmüş, maddi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu başvuru tarihinde, terörsuçundan hükümlü olarak Ankara 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) 31/7/2015 tarihli kararında, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi ile maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca "Voltaçark-Hapiste LGBTİ Olmak" isimli kitabın başvurucuya verilmemesine karar vermiştir. Eğitim Kurulu adı geçen dokümanda Türkiye Cumhuriyeti devletini suçlu gösteren, kamu kurumları ve görevlileri hakkında hedef gösterici ve doğru olmayan ifadelere yer verildiğini tespit etmiş; fakat somut olarak hangi bölümlerin bu nitelikte kabul edildiğini belirtmemiştir. Eğitim Kurulu kararına karşı başvurucunun Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine yaptığı şikâyet, İnfaz Hâkimliğinin 19/8/2015 tarihli kararında, 5275 sayılı Kanun'un maddesindeki temel amaç ve ceza infaz kurumlarının özellikleri nazara alındığında Eğitim Kurulu kararının doğru olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar, başvurucuya 16/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5275 sayılı Kanun'un "İnfazda temel amaç" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir: "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır." Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan diğer ulusal hukuk kaynakları için bkz. Halil Bayık [GK], (B. No: 2014/20002, 30/11/2017, §§ 15-16).B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, §§ 17- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17776 | Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen lehe kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 7/4/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bir kamu bankasında 20/8/2008 ile 31/7/2013 tarihleri arasında hizmet akdine dayalı olarak çalışmıştır. Başvurucu, hakları saklı kalmak üzere 000 TL ilave tediye alacağının 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle banka aleyhine dava açmıştır. Başvurucu yargılama sırasında dava değerini ıslah etmiştir. Davalı banka beyanında 15/11/2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun ile sektördeki özel bankalarla aynı hükümlere tabi kılınarak kamusal idare niteliğinden çıkarıldığını, anonim şirkete dönüştürüldüğünü, dolayısıyla faaliyetlerinin genel idare esaslarına göre yerine getirilen bir kamu hizmeti niteliğinde olmadığını, bu doğrultuda kurumun 6772 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceğini, ayrıca banka personelinin 31/12/2002 tarihinden itibaren özel hukuk hükümlerine tabi olarak çalıştığını ve kamu işçisi olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Gümüşhacıköy Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) iş mahkemesi sıfatıyla baktığı davada 12/11/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararda, 6772 sayılı Kanun bakımından işveren, işçi ve ücret yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılmıştır. Öncelikle sermayesinin yarısından fazlası devlete ait bulunan, kamusal yetki ve ayrıcalıklardan yararlanan ve kamu hizmeti yürüten davalı bankanın 6772 sayılı Kanun kapsamında olduğu belirtilmiştir. Ardından iş sözleşmesine dayalı olarak anılan kurumda çalışan davacının 6772 sayılı Kanun kapsamında olduğu ifade edilmiştir. Son olarak bilirkişi raporuna istinaden başvurucunun 986,40 TL brüt ilave tediye alacağı bulunduğu sonucuna varılmıştır. Davalı banka temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde; kendisinin anonim şirket olduğunu, özel bankalarla aynı statüye geçtiğini ifade etmiştir. Ayrıca 6772 sayılı Kanun'un kapsam bakımından devlet tarafından kanun ve kanunun verdiği yetki ile idari işlemle kurulan, kamusal yetki ve ayrıcalıklardan yararlanan kamu tüzel kişilikleri ve bunlara bağlı kuruluşlarda iş sözleşmesi ile çalışanlara uygulanacağını, bu Kanun'un kendisine (bankaya) uygulanmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. 20/8/2008 tarihinde bankada belirsiz süreli sözleşme imzalayıp 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine tabi olarak işe başlayan davacının bir kamu kuruluşunda veya kamuya bağlı bir kuruluşta göreve başlamadığını ve bu şartlarda çalışan personel ile aynı özlük haklarına (ilave tediye uygulaması vb.) sahip olmayacağını bilerek ve kabul ederek iş sözleşmesi imzaladığını, bu hususun Mahkemece dikkate alınmadığını ve denetime elverişsiz bilirkişi raporuna dayanılmak suretiyle karar verildiğini belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir. Hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/4/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararı başvurucu vekiline 27/7/2016 tarihinde, davalı vekiline 22/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Davalı banka 18/7/2016 tarihinde maddi hata düzeltim dilekçesi vermiştir. Dilekçede; kendisinin özel hukuk hükümlerine tabi olarak faaliyet gösterdiği, 6772 sayılı Kanun kapsamında olmadığı, bir kamu tüzel kişisi olmadığı, kamu hizmeti faaliyetinde bulunmadığı ve davacının özel hukuk hükümlerine tabi olarak çalıştığı iddialarının yanında yılda dört ikramiye aldığını da belirterek onama kararının bozulmasını talep etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 25/10/2016 tarihli kararıyla maddi hata talepli dilekçenin başvurucuya tebliğ edilmesini ve sunulması hâlinde başvurucunun yazılı beyanlarının eklenip dosyanın Yargıtaya gönderilmesi gerektiğini belirterek geri çevirme kararı vermiştir. Söz konusu dilekçe ve Yargıtayın geri çevirme kararı 19/12/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin kapatılması üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 16/2/2017 tarihli kararında, davalı bankada ikramiye ödemesinin bulunduğu gözden kaçırılarak karar verildiğini açıklamak suretiyle onama kararını ortadan kaldırmıştır. Gerekçede, 6772 sayılı Kanun bakımından işveren, işçi ve ücret yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılmış ve mahkeme kararı ücret yönünden hatalı bulunmuştur. Yargıtay Dairesince 6772 sayılı Kanun'un ve ek maddelerinde yer alan düzenlemeler dikkate alındığında bir maaş tutarında olmak üzere yılda dört defa ikramiye ödemesi bulunması durumunda davacının ilave tediye alacağı hakkının doğmayacağı yani ikramiye ödemeleriyle birlikte ilave tediye ücretinin de ödendiğinin kabul edilmesi gerekeceği, buna göre davacının bordroları celbedilerek yapılacak değerlendirme sonrası karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme, bozma kararını taraflara tebliğ etmiş; başvurucu vekili duruşmalara mazeret bildirerek katılmamış, bozma kararına direnme kararı verilmesini dilekçe ile talep etmiştir. Mahkeme 21/6/2017 tarihli duruşmada bozmaya uyarak davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesinde; bozma ilamı doğrultusunda yapılan inceleme neticesinde başvurucuya davalı banka tarafından yılda dört kez maaş tutarında ikramiye ödendiği, bu hâliyle ikramiye ödemeleri ile ilave tediye ücretinin de ödendiği, bu nedenle davanın reddine karar verildiği belirtilmiştir. Davacının temyiz talebi üzerine hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/2/2018 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucuya 12/4/2016 tarihli onama ilamı sonrası ödenen 033,56 TL'nin iadesi talebiyle icra takibi yapılmış, başvurucu parayı 16/3/2018 tarihinde ödemiştir. Nihai karar başvurucuya 9/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesi şöyledir:"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır." 6100 sayılı Kanun'un "Kesin hüküm" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. (2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder. (3) Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir. (4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun iyiniyetle mal edinmeye ait hükümleri saklıdır. (5) Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir." 6100 sayılı Kanun’un "Hükmün tashihi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece resen veya taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir. Hüküm tebliğ edilmişse hâkim, tarafları dinlemeden hatayı düzeltemez. Davet üzerine taraflar gelmezse, dosya üzerinde inceleme yapılarak karar verilebilir.” 6100 sayılı Kanun'un ''Hükmün tavzihi'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir. (2) Hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar, tavzih yolu ile sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez." 6100 sayılı Kanun'un ''Tavzih talebi ve usulü'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Tavzih, dilekçeye tarafların sayısı kadar nüsha eklenmek suretiyle hükmü veren mahkemeden istenebilir. Dilekçenin bir nüshası, cevap süresi mahkemece belirlenerek karşı tarafa tebliğ edilir. Cevap, tavzih talebinde bulunan tarafa tebliğ olunur. (2) Mahkeme, cevap verilmemiş olsa bile dosya üzerinde inceleme yaparak karar verir; ancak gerekli görürse iki tarafı sözlü açıklamalarını yapabilmeleri için davet edebilir. (3) Mahkeme tavzih talebini yerinde gördüğü takdirde 304 üncü madde uyarınca işlem yapar." 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin son fıkrası şöyledir:" Yargıtayın kararlarına karşı karar düzeltme yoluna başvurulamaz." 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:''12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince verilen kararlar hakkında da uygulanır'' Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2/7/2003 tarihli ve E.2003/21-425, K.2003/441 sayılı ilamı şöyledir:“ ...Şu duruma göre; sorunun çözümü yönünden öncelikle iş davalarına ilişkin, Yargıtay’ca verilen kararların maddi yanılgıya dayalı düzeltilmelerinin mümkün bulunup bulunmadığı ve maddi yanılgı kavramının öncelikle ortaya konması gerekir.İş Mahkemeleri Kanununun maddesi hükmüne göre Yargıtay’ın verdiği kararlara karşı karar düzeltme yolu bulunmamaktadır. Ne var ki, Yargıtay’ın bugüne kadar ki uygulamasında kabul edildiği üzere; maddi yanılgıya dayalı kararlar bu kuralın dışındadır.Gerçekten; maddi yanılgı kavramından amaç; [h]ukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa, inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin Kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır. Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılanma sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrar edilmesi ve maddi gerçeğin gözardı yapılması, yargıya duyulan güven ve saygınlığı sarsacağı gibi, Adalete olan inancı ortadan kaldırır ve yok eder. Bu nedenledir ki; Yargıtay; bugüne değin maddi yanılgının belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltmesini kabul etmiştir. Bu yönde sayısız daire kararları olduğu gibi çok kısa bir süre önce Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2002 günlü Esas:2002/10-895, Karar:2002/838 sayılı kararında gösterildiği üzere; maddi yanılgıya dayalı Onama ve Bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı, iş mahkemelerince verilen kararlara karşı karar düzeltme yolunun kapalı oluşunun maddi yanılgıya dayalı yargı kararlarının düzeltilmesine engel olamayacağı, hatalı biçimde hak sahibi olmanın evrensel hukukun temel ilkelerine ters düşeceği, maddi gerçeğin her zaman için adli gerçekten önce geleceği kabul edilmiştir. Kaldı ki; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Yasası günün ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Yarım asır önce yapılmış, üstelik önemli maddelerinin Anayasa Mahkemesince iptal edildiği bir Yasal düzenlemenin bütünlüğünün bozulduğu ve bu yönde yeni düzenleme yapılmasının gerçeği de ortadadır. Bu arada ilave edilmelidir ki, iş davalarının nitelik ve nicelik itibariyle alanlarının genişlediği ve yeni boyutlar kazandığı bilinen bir gerçektir. Sonuç olarak; kimi açık maddi yanılgıya dayalı ve yanlışlığı son derece belirgin haksız ve adaletsiz sonuçların giderilmesi kamu düzeni açısından zorunludur....” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/1/2018 tarihli ve E.2017/14-2534, K.2018/88 sayılı ilamı şöyledir:"Maddi anlamda kesin hükmün koşulları 6100 sayılı HMK’nın 303/ maddesinde açıklanmıştır. Buna göre; 'Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.'Kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabihin, dava konusu yapılmış olan hakların aynı olmasıdır. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hâkimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziksel bakımdan aynı olsa bile bu şeyler üzerinde talep olunan haklar farklı ise müddeabihlerin aynı olduğundan bahsedilemez.Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebepten farklı olarak, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise diğer iki koşulun da bulunması hâlinde kesin hükmün varlığından söz edilebilir.Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 2010/1-602 E. 2010/643 K. sayılı ilamında da vurgulanmıştır.Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de dâhil bütün mahkemeleri bağlar. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse mahkemeler aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdırlar; aynı uyuşmazlığı bir daha (yeniden) inceleyemezler; bu hâliyle kesin hüküm bir def’i değil itirazdır. Bu bağlılık kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukuki ve mantıki tahlil ve istidlallerden (delillerden yargıya varma) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise istisnaen bu kısmın da kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu her olayın özelliğine göre belirlenir....'' Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11/4/2019 tarihli ve E.2016/7-9-360, K.2019/450 sayılı ilamı şöyledir:" Kesin hüküm şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm, olmak üzere ikiye ayrılır. Şekli anlamda kesin hüküm ile kastedilen, bir mahkeme kararına karşı normal kanun yollarına başvurulamayacağıdır.Şekli anlamda kesin hükmün amacı, bir davanın sona ermesine hizmet etmektir. Bir nihai karar şekli anlamda kesinleşince, tarafların o davada takip ettikleri amaç gerçekleşmiş olur. Fakat bu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın değil, ancak görülmekte olan davanın sona ermesi demektir. Bundan sonra da aynı taraflar arasında aynı uyuşmazlığın yeni bir dava konusu yapılmaması için, başka bir müesseseye yani maddi anlamda kesin hüküm müessesine ihtiyaç vardır (Kuru, s. 4981).Bir mahkeme kararına karşı başvurulabilecek kanun yolunun hiç olmaması veya mevcut olan kanun yollarının tüketilmesi ya da süresinde kanun yollarına başvurulmaması hâllerinde şekli anlamda kesinlik gerçekleşir. İstisnaen olağanüstü kanun yoluna başvurma ya da eski hâle getirme mümkün ise bu yollarla şekli anlamda kesin hükmü sona erdirmek mümkündür.Nitekim Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 2018 tarihli ve 2017/14-2534 E.-2018/88 K., 2018 tarihli ve 2017/19-1628 E.-2018/1098 K. ile 2018 tarihli ve 2016/22-388 E.-2018/1607 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiş ve bir karara karşı kanun yollarına başvurulamaması hâlinde şekli anlamda kesin hükmün gerçekleştiğine vurgu yapılmıştır.Gerek 1086 sayılı Kanun'da gerekse 6100 sayılı HMK'da şekli anlamda kesinliğin tanımı yapılmamış ise de, çeşitli maddelerde geçen 'kesin' 'kesinleşme' 'kesinleşmiş' sözleriyle şekli anlamda kesin hükmün kastedildiğini söylemek mümkündür...." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/11/2018 tarihli ve E.2016/22-388, K.2018/1607 sayılı ilamı şöyledir:"...Maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, Birinci Baskı 1976, sayfa:208). Burada belirtilen maddi yanılgı kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrarla maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır.O nedenledir ki; Yargıtay, bu güne değin maddi hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir. HGK'nın 2013 gün ve 2013/5-10 E.-2013/548 K., 2011 gün ve 2011/9-72 E.- 2011/99 K., 2011 gün ve 2011/9-101 E.- 2011/128 K., 2015 gün ve 2013/21-2361 E.-2015/1728 K., 2002 gün ve 2002/10-895 E.- 2002/838 K., 2003 gün ve 2003/21-425 E.-2003/441 K., 1995 gün ve 1995/19-819 E.-1995/1028K., 1995 gün ve 1995/9-348 E.-1995/556 K., 1986 gün ve 1984/2-714 E.-1986/246 K. ve 1986 gün, 1986/6-491 E.-1986/876 K. ve 1983 gün ve 1981/10-323 E.-1983/652 K.sayılı kararlarında da; maddi hataya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir. Bu husus, 1988 gün ve 1988/2-776 E.-1988/985 K. sayılı kararında '...Yargıtay bozma ilâmına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtay'ca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddi hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyle giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir...' şeklinde ifadesini bulmuştur.Öte yandan somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8'inci maddesinin son fıkrası uyarınca, iş mahkemelerince verilen kararlara ilişkin Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır. Ancak, maddi yanılgıya dayalı kararlar bu kuralın dışındadır. Onama ve bozma kararlarında açıkça maddi hatanın bulunması hâlinde dosyanın yeniden incelenmesi mümkündür. Zira, yukarıda da ifade edildiği gibi, maddi yanılgıya dayalı olarak verilmiş bulunan onama ve bozma kararları ile hatalı biçimde hak sahibi olmak evrensel hukukun temel ilkelerini ihlal edeceğinden, karşı taraf yararına sonuç doğurması olanaklı değildir.Ne var ki bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılarak delil değerlendirmesi sonucunda bir sonuca ulaşılmış ise, bu kararın yanlış olduğu ya da delillerin yanlış değerlendirildiği sonradan anlaşılsa bile bozmaya uyulması ile oluşan kazanılmış hakkın varlığı kabul edilmelidir. Bu durum HGK'nın 1988 gün ve 1988/2-776 E.-1988/985 K. sayılı kararında maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile usuli kazanılmış hak oluşmayacağına vurgu yapıldıktan sonra kararın devamında '...Burada şu husus belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılmış ve deliller belirli bir doğrultuda değerlendirilerek bir bozma kararı verilmiş ise, bu bozmaya uyulması halinde, bozma yapan Daire hukuki görüş değiştirse veya delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi burada maddi hatadan söz edilemeyeceğinden usulî kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir. Ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısı dışında hiç bir suretle başka biçimde yorumlanmayacak tartışmasız bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde usulî kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır...' şeklinde ifade edilmiştir. Aynı görüş HGK'nın 1988 gün ve 1988/1-249 E.-1988/28 K., 1989 gün ve 1989/12-539 E.-1989/662 K., 1990 gün ve 1990/1-450 E.-1990/608 K. ile 1994 gün ve 1993/17-889 E.-1994/123 K. sayılı kararlarında da aynen sürdürülmüştür....Bununla birlikte 1086 sayılı Kanun döneminde açılan işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkin bir davada verilen karara karşı karar düzeltme yolu kapalı olup maddi hata düzeltim isteminde bulunulması mümkün ise de, yukarıda belirtilen Hukuk Genel Kurulu kararlarında da açıklandığı üzere hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgıların bulunması gerekecektir.... "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadıa. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/.., 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36) belirtmiştir. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Bu açıdan Sözleşme'nin maddesi kapsamında herhangi bir yargı kararının icrası, yargılamanın ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir (Metaxas /Yunanistan, B. No: 8415/02, 27/5/2004, § 25). Mahkeme kararının uygulanabilirliği sorununu hukuki kesinlik ilkesiyle bağlantılı gören AİHM, hukukun üstünlüğünün temel yönlerinden birinin hukuki kesinlik ilkesi olduğunu ve bunun kesin hükme (res judicata) saygı duyulması anlamına geldiğini, bu ilke gereği nihai ve bağlayıcı mahkeme kararlarının sorgulanmaması, yeniden gözden geçirilememesi gerektiğini ifade etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, § 61; Ryabykh/Rusya, B. No: 52854/99, 24/7/2003, § 52). Yine AİHM bir davada; hiçbir tarafın nihai ve bağlayıcı bir kararın gözden geçirilmesini isteme hakkının bulunmadığını, bu hususta yüksek mahkemelerin ancak temel noksanlıkların düzeltilmesi amacıyla karar verebileceğini ve bu durumun kesin bir kararın yeniden incelenmesi şeklinde olamayacağını, yalnızca önemli ve zorlayıcı koşulların varlığı hâlinde bu ilkeden ayrılınabileceğini belirtmiştir (Driza/Arnavutluk, B. No: 33771/02, 13/11/2007, § 64) Ryabykh/Rusya başvurusunda, Novooskolskiy Bölge Mahkemesi 8/6/1998 tarihinde başvurucu lehine bir karar vermiş ve bu karar kesinleşmiştir. Belgorod Bölge Mahkemesi ise 19/3/1999 tarihinde verdiği kararla Novooskolskiy Bölge Mahkemesinin dava konusu olayda kanun hükmünü yanlış uyguladığını belirterek 8/6/1998 tarihli kesin kararı ortadan kaldırmıştır. AİHM, başvuruyu mahkeme hakkı bağlamında ele almış; mahkeme hakkının bir yönünün mahkemeye erişim yani dava açma hakkı ile ilgili olduğunu, bunun yanında bir tarafın aleyhine olacak şekilde nihai ve bağlayıcı bir yargı kararının ortadan kaldırılmasının bu hakkın kullanımını etkisiz hâle getireceğini, Sözleşme'nin maddesinin yargı kararlarının uygulanmasını da güvence altına aldığını belirterek kesinleşmiş bir mahkeme kararının başka bir mahkeme kararıyla ortadan kaldırılmasının başvurucunun mahkeme hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır (Ryabykh/Rusya, §§ 53-58). İş uyuşmazlığında maddi hata düzeltim yoluyla kesinleşmiş kararın kaldırılarak uyuşmazlığın esasının tekrar ele alınıp yeni hüküm kurulmasını konu alan Tığrak/Türkiye (B. No: 70306/10, 6/7/2021) başvurusunda AİHM, Yargıtayın yargısal sürecin sona erdiği bir davada nihai kararın varlığına rağmen davalı bankanın karar düzeltme talebini kabul ederek kararı ortadan kaldırıp yeniden yargılama yapılmasının hukuki belirlilik ilkesine aykırı olduğunu belirtmek suretiyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Tığrak/Türkiye, § 63). AİHM, hukukun üstünlüğünün bir parçası olan hukuki kesinlik ilkesinin kesin hükme saygı (res judicata) ilkesini de öngördüğünü ve nihai kararların sorgulanmamasını temin ettiğini açıklamıştır. Kesin hükme saygı (res judicata) ilkesi nihai bir mahkeme kararı verildikten sonra tekrar duruşmalar yapılarak yeni bir karar verilmesini engeller. Kesin hükmün önemli ve zorlayıcı bir sebep olmaksızın bozulması kesin hükme saygı (res judicata)ilkesine aykırıdır (Vardanyan ve Nasuhyan/Ermenistan, B. No: 8001/07, 27/10/2016, §§ 69-71). AİHM bağlayıcı ve uygulanabilir bir mahkeme kararının temel bir yanlışlığın düzeltilmesi için ortadan kaldırılabileceğini belirtmiştir (Lashmankin ve diğerleri/Rusya, B. No: 57818/.., 7/2/2017, § 500). AİHM, iç hukukun yanlış uygulanmasının veya olayların yanlış değerlendirilmesinin içtihat hukuku anlamında temel bir yanlışlık teşkil etmediğini ve hukuki kesinlik ilkesinden ayrılmayı haklı kılmayacağını ifade etmiştir (Lashmankin ve diğerleri/Rusya, § 503). AİHM, yüksek mahkemelerin hukuki hataları düzeltebileceğini ancak yeni bir inceleme yapamayacağını ifade etmiştir. AİHM temel bir yanlışlığı düzeltmek veya adaletin yanlış tecellisini engellemek için hukuki kesinlik ilkesinin sınırlarının zorlanabileceğini ancak ilgili devletin bu amacı göstermeyerek kesin hükmü ortadan kaldırmasının ihlal oluşturacağını açıklamıştır (Amirkhanyan/Ermenistan, B. No: 22343/08, 3/12/2015, §§ 33, 39, 40).b. Mülkiyet Hakkı Yönünden AİHM, yargı kararlarının icra edilmemesini veya icrasının gecikmesini genellikle mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 40). AİHM yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkı yanında mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığı sonucuna varmıştır (Burdov/Rusya, §§ 33-42). Bunun yanında müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü çerçevesinde yoksun bırakma sonucuna yol açtığı değerlendirilen bir başvuruda AİHM, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Öte yandan AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesi ile Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, § 84). AİHM, başvurucu lehine kesinleşmiş bir yargı kararının sonradan tekrar gözden geçirilmek suretiyle değiştirilerek başvurucunun taşınmazından yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, §§ 66-80). AİHM ihlalin giderimi bakımından ise eski hâle getirme kuralı çerçevesinde aynen iadesi gerektiğini belirtmiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.) [BD], B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 22). AİHM bu kararda hükûmetin başvurucunun yeni bir dava açabileceği yönündeki savunmasını ise kabul etmemiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.), § 22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10018 | Başvuru, işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen lehe kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama tek celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 6/9/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 14/11/2018 tarihinde yapılmasına, başvurucunun duruşma tarihinde duruşma salonunda hazır bulundurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 14/11/2018 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılmıştır. Duruşmada başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Yine aynı celsede iddia makamı esas hakkında mütalaa sunmuştur. Başvurucu ve müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı süre talebinde bulunmamış, savunmalarını yapmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, istinaf ve gerekçeli temyiz dilekçelerinde diğerlerinin yanı sıra duruşmalara bizzat katılamaması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32645 | Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet, silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından 13/8/2015 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede başvurucu ile birlikte bazı şüphelilerin Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) silahlı terör örgütünün çağrısı üzerine yasa dışı eylem yaptıkları, örgüt lehine pankart taşıdıkları ve slogan attıkları iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü sonrasında yargılama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) E.2015/315 sayılı dosya üzerinden görülmeye başlanmıştır. Başsavcılık tarafından başvurucu hakkında DHKP-C silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 4/3/2016 tarihinde yeni bir iddianame düzenlenmiştir. Söz konusu iddianamede gizli tanık Y.A.nın başvurucu hakkındaki ifadesine yer verilmiştir. Gizli tanık ifadesinde; başvurucunun uzun yıllardır örgütün Silahlı Propaganda Birlikleri (SPB) biriminde yer aldığını, Ankara'da eylem hazırlığı içinde iken yakalandığını, ceza infaz kurumundan çıktıktan sonra İstanbul'a geldiğini, SPB ekiplerinin oluşması amacıyla örgüt mensuplarını tespit ettiğini ve bunlara Gazi Mahallesi'nde eğitim verdiğini beyan etmiştir. İddianamede, SPB'nin örgütün silahlı kanadı olduğu belirtilmiştir. İddianamenin kabulü sonrasında yargılama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (E.2016/90) görülmeye başlanmıştır. Başvurucu, Başsavcılık tarafından DHKP-C silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen farklı bir soruşturma kapsamında 19/9/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 28/9/2017 tarihinde başvurucuyu anılan suçtan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun örgütün yurt dışı merkez komitesiyle yazışma yapan mensuplarından olduğuna dair tanık ve gizli tanık ifadeleri bulunmasına istinaden başvurucu hakkında tutuklama kararı vermiştir. Başsavcılık tarafından düzenlenen 8/5/2018 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. Söz konusu iddianamede başvurucu hakkında;i. Örgütün yurt dışı merkez komitesiyle yazışma yapan üyelerinden olduğuna dair tanık B.E.nin 28/8/2017 tarihli ifadesine,ii. Örgütün mahallî alan sorumlusu ve Gençlik Federasyonu 2016 yılı sorumlusu olduğuna dair gizli tanık Güneş'in 13/9/2017 tarihli ifadesine,iii. Örgütün Şişli bölgesi mahallî alan sorumlusu olduğuna ve mahallî alan sorumlularının katılımıyla düzenli olarak gerçekleştirilen toplantılara katıldığına dair gizli tanık A.nın 25/4/2016 tarihli ifadesine,iv. Örgütün Şişli ve Alibeyköy mahallî alan yapılanmaları içinde sorumlu düzeyde faaliyet yürüttüğüne, SPB'de yer aldığına, Ankara'da eylem hazırlığında iken yakalandığına, örgütün yurt dışı yapılanması ile yazışma yapan şahıslardan olduğuna ve sansasyonel eylem yapabilecek şahıslardan olup silah eğitimi almış olduğuna dair gizli tanık S.G.nin 16/1/2018 tarihli ifadesine,v. 2009-2010 yılları arasında düzenlenen bazı protesto gösterilerine sorumlu olarak katıldığına dair tanık K.nın 5/4/2018 tarihli ifadesine delil olarak yer verilmiştir. İddianamenin kabulü sonrasında yargılama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (E.2018/116) görülmeye başlanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 21/9/2018 tarihinde resen yaptığı incelemenin sonucunda, başvurucu hakkındaki dosyanın tefriki ile başvurucunun çeşitli suçlardan daha önce yargılamasına devam edilen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesindeki E.2016/90 sayılı dosyasıyla hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle birleştirilmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 10/5/2019 tarihinde başvurucu yönünden dosya tefrik edilerek E.2019/106 sayılı dosya üzerinden 20/5/2019 tarihli kararla davanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/315 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 16/10/2019 tarihli duruşmada başvurucu yönünden dosya tefrik edilmiş ve aynı Mahkemenin E.2019/506 sayılı dosyası üzerinden verilen 25/12/2019 tarihli kararla davanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/173 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 20/1/2020 tarihinde birleştirme kararı öncesinde kendilerinden muvafakat alınmadığını belirterek İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince verilen birleştirme kararının kaldırılması talebiyle, oluşan birleştirme uyuşmazlığının giderilmesi ve yargı yerinin belirlenmesi için dosyayı Yargıtay Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 3/3/2020 tarihinde davaların birlikte yürütülmesinde yarar görülmediğinden davaların ayrı ayrı yürütülmesine ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/506 sayılı dosyası üzerinden verdiği birleştirme kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince E.2020/226 sayılı dosyada, başvurucu ve müdafiinin hazır olduğu 3/12/2020 tarihli duruşmada "savunmasının alınmış oluşu, dosya kapsamı, mevcut delil durumu, tutuklukta geçen süre dikkate alınarak, sanığın mağduriyetine sebebiyet vermemek" gerekçesiyle hakkında konutu terk etmemek şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hakkında yakalama kararı bulunan K.K., 18/9/2021 tarihinde yakalanmasının ardından etkin pişmanlık kapsamında ayrıntılı beyanlarda bulunmuş ve örgütsel faaliyetlere katıldığını ileri sürdüğü 245 kişiyi teşhis etmiştir. Tanık K.K. bu kapsamda başvurucuyu da fotoğraf üzerinden teşhis etmiştir. İlgili Fotoğraf Teşhis Tutanağı'nda K.K.nın başvurucu hakkında “Okmeydanı Halk meclisinde çalışma yaptığını bildiğim, [Ö.Y.den] birlikte gerilla eğitimi aldığım kişidir.” şeklindeki ifadesine yer verilmiştir. Tanık K.K.nın kollukta alınan ifadesine ilişkin 45 sayfalık tutanağın başvurucuyla ilgili kısmı şöyledir: “Bu süre de [G.] bana Halkın Hukuk Bürosundan soyadını bilmediğim Av. [Ö.] abi ve Apo abi (Abdullah ÖZGÜN) ile buluşmam için Armutludaki [Z.Y.nin] evine gitmemi söyledi. [G.nin] dediğini yaparak evde [Ö.] ve Apo abi ile buluştum. Orada Avukatların olarak bildiğim CITREON marka bir araba ile Kemerburgaz ormanına gittik. Burada Av. [Ö.] abi, Apo abi bana gerilla olma talebimizin olduğunu bildiği için ve bu konuda bize eğitim vereceğini söyledi. Bize ailemize halka ve harekete vasiyet yazıları yazacağımızdan dolayı bu konular hakkında düşünmemizi söyledi. Ayrıca kır yaşamı hakkında, eski gerilla deneyimlerini çalıştığını ve bu konuda bilgi vereceğini söyleyerek eğitim verdi. Bundan sonra kır gerillası olacakların, kırsala çekilmeden önce şehirde en az bir silahlı eylem yapması gerektiğini söyledi. Gerilladayken kuryelerle nasıl bağlantı kuracağımızı, bölgelere kod adı vererek bahsedeceğimizi, depoların yerlerini yine aynı şekilde kod isimlerle bileceğimizi, köylere girerken sivil kıyafetlerle girerek ve silahlarımızı saklayarak gireceğimizi söyledi. Uzunca bir süre kır da eylem yapmadan önce bölgede kurumsallaşmamız gerektiğini bu yüzden daha sonra gideceğimiz bölge bize söylendiğinde o bölge hakkında coğrafi, ekonomik, kültürel, siyasi ve iktisadi araştırmalar yapmamızı söyledi. Bu görüşmeler benzer içeriklerle birkaç defa gerçekleşti. ... Okmeydanı’nda; [B.T.] asıl sorumlu olmakla birlikte [A.] ve [Ö.Y.] isimli kişilerde [B.T.] olmadığı zaman toplantıları yönetiyorlardı. Ayrıca Abdullah ÖZGÜN ve [Y.] isimli şahısları hatırlıyorum.” Tanık K.K. Başsavcılıkta verdiği ifadesinde ayrıca başvurucunun Yürüyüş dergisinden tanıdığı kişilerden olduğunu ve bu kişinin örgüt içinde mutlaka başkaca görevleri bulunduğunu beyan etmiştir. Başvurucu, K.K.nın ifadeleri üzerine başlatılan soruşturma kapsamında Başsavcılığın talimatı üzerine 15/10/2021 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu; savcılık ifadesinde özetle K.K.yı tanımadığını, ifadede isimleri geçen B.T. ve Ö.Y.yi avukat olmaları nedeniyle tanıdığını, Ö.Y.nin avukat olarak kendisini savunduğunu, 2017 yılı Eylül ayında tutuklandığını, sonrasında ise gözaltına alındığı tarihe kadar 10 ay boyunca ev hapsinde tutulduğunu, K.K.nın beyanlarını ve isnat edilen suçu kabul etmediğini, K.K.nın ileri sürdüğü eğitim faaliyetine ilişkin olarak tarih belirtmediğini, belki de bu tarihte tutuklu olduğunu ileri sürmüştür. Başsavcılık 21/10/2021 tarihinde başvurucuyu diğer yedi şüpheliyle birlikte DHKP/C silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması talebiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu, sulh ceza hâkimliğindeki sorgusunda savcılık ifadesini tekrarlamıştır. Başvurucu müdafii ise başvurucunun son 10 ayı ev hapsi olmak üzere 2017 yılından beri tutuklu olduğunu, K.K.nın 2017 yılından bu yana başvurucuyu görmesinin mümkün olmadığını, başvurucuya 2017 yılına kadar isnat edilen suçlarla ilgili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2020/266 sayılı dosyası üzerinden devam eden bir yargılama bulunduğunu, konuya ilişkin yeniden dava açılması hâlinde mükerrer yargılama olacağını beyan ederek başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik), K.K.nın anlatımlarına istinaden başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir;"DHKP/C Silahlı Terör Örgütünde yönetici konumunda bulunduğunu ikrar eden [K.K.nın] etkin pişmanlık hükümleri kapsamında, örgütün faaliyetleri hakkında ve bu faaliyetlerden yer alan şahıslar hakkında beyanlarda bulunduğu, birden fazla adreste yer göstermesi suretiyle birçok otomatik silah, tabanca, bunlara ait mühimmatlar, örgüte ait silahlı eylemler sonrası kullanılmak üzere konulduğunu beyan ettiği, ormanlık alandaki kazı ile yaşamsal-tıbbi malzemeler ele geçirilmiş olması, şüpheliler hakkında savaşçı diye tabir ettiği SPB (Silahlı Propaganda Birliği) üyeleri olduğu, aynı zamanda her şüpheli bakımından detay vermek suretiyle SPB üyeliğinin yanı sıra eleman kazandırma veya yardım toplama yahut yayınlarda faaliyet yürütme şeklinde görevleri bulunduğu, şüphelilerin daha önce gerçekleştirilen eylemlerde (molotof atma, tünel kazma) rolleri ve gerçekleştirilmesi planlanan eylemlerdeki rolleri hakkında aleyhe detaylı beyanlarda bulunduğu, şüphelilerin bir kısmının gerilla eğitimi diye tabir edilen eylem sırasında ve sonrasında nasıl davranacakları yönünde kendisine eğitim verdiği, sonrasında da kendisinin bazı şüphelileri bu hususta eğitim verdiği, bu eğitimlerin aynı zamanda molotof ve bomba yapımı gibi hususları da içerdiği yönündeki beyanları ve şüphelilere dair ayrı ayrı olacak şekilde teşhisi birlikte değerlendirildiğinde; şüphelilerin üzerine atılı suçu işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti ile kanunda öngörülen cezasının alt ve üst sınırı nedeniyle, kaçma ve saklanma ihtimalinin yüksek olduğu,müsnet suçun CMK 100/3 maddesiyle düzenlenen katalog suçlardan olması dolayısıyla tutuklama sebeplerinin mevcut olduğunun varsayılması, bu nedenle bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, bu doğrultuda tutuklamanın ölçülü olduğu kanaatine varılarak CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince şüphelilerin ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA, ... [karar verildi.]" Başvurucu, tutuklama kararına 25/10/2021 tarihli dilekçesi ile itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 1/11/2021 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu tutuklama kararına yaptığı itirazın sonucunun bildirilmediğini beyan ederek 6/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda (2021/58912) bulunmuştur. Başsavcılığın talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 17/12/2021 tarihinde tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara 28/12/2021 tarihinde itiraz etmiştir. Başvurucu tutukluluk hâlinin devamı kararına yaptığı itirazın sonucunun bildirilmediğini beyan ederek 7/3/2022 tarihinde ikinci defa bireysel başvuruda (2022/31685) bulunmuştur. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu yönünden tefrik kararı verilmiş ve silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle hakkında iddianame düzenlenmiştir. 26/3/2022 tarihli iddianamede tanıklar K.K., N. ve O.K.nın başvurucu hakkındaki ifadelerine yer verilmiştir. Buna göre;i. Tanık K.K. başvurucu ile 1/3/2017-28/9/2017 tarihleri arasında birlikte gerilla eğitimi aldığını, başvurucunun örgütün yayın organlarından olan Yürüyüş dergisi ve Okmeydanı Halk Meclisinde faaliyet gösterdiğini,ii. Tanık N. başvurucunun örgütün SPB'sinde faaliyet gösterdiğini bildiğini, Ankara'da SPB adına eylem yapacağı sırada gözaltına alındığını bizzat kendisinden duyduğunu,iii. Tanık O.K., 28/9/2017-3/12/2020 tarihleri arasında İzmir No.lu T Tipi Ceza İnfaz Kurumunda bulunan başvurucunun kendisine örgütün Ege Bölgesi sorumlusu olduğunu ve bu kapsamda faaliyetlerde bulunduğunu söylediğini, başvurucunun ceza infaz kurumunda bulunduğu dönemde avukatlar Y.T. ve Ü. ile ziyaretine gelen Ş. aracılığıyla İzmir'deki örgütsel faaliyetlerine devam ettiğini beyan etmiştir. Söz konusu iddianamede ayrıca başvurucu hakkında daha önceden yürütülen soruşturmalar kapsamında düzenlenen 13/8/2015, 4/3/2016 ve 8/5/2018 tarihli iddianamelere esas alınan tanık beyanlarına da yer verilmiştir. İddianamenin kabulü sonrasında yargılama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Mahkeme, açılan kamu davasının hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle yürütülmekte olan E.2020/266 sayılı dava ile birleştirilmesine karar vermiştir. Mahkeme, başvurucu ve müdafiinin hazır olduğu 7/9/2022 tarihli duruşmada başvurucunun yurt dışına çıkamamak ve konutu terk etmemek şeklinde adli kontrol tedbirleri uygulanmak suretiyle tahliyesine karar vermiştir. Yargılamanın devamında Mahkeme 29/3/2023 tarihinde konutu terk etmemek şeklindeki adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar vermiştir. Bireysel başvurunun inceleme tarihi itibarıyla yargılamanın ilk derece mahkemesi önünde devam etmekte olduğu tespit edilmiştir. Adli yardım talebinin 2022/31685 numaralı başvuru yönünden kabulüne, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına Komisyon tarafından karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/58912 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iptal davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2018/24343 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/24317 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 201/24317 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:9 Başvurucunun 6/7/2011 ve 21/7/2011 tarihlerinde açtığı davalar hâlen kesin olarak sonuçlanmamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24317 | Başvuru, iptal davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, özel hayat kapsamında kalan eylemi gerekçe gösterilerek başvurucunun naklen atanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; atama işleminin iptali istemiyle açılan davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ile erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Ankara Millî Eğitim Müdürlüğünde ilköğretim müfettişi olarak çalışan başvurucu hakkında birtakım isnatlar nedeniyle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda "bir siyasi partinin kongresine katıldığı, devamlı alkol aldığı için görevine sık sık geç geldiği, bazen grup çalışmalarına katılmadığı, başkanlıkça düzenlenen genel kurul toplantıları ve seminer çalışmalarının sonuna gelerek imza attığı, teftiş için gittiği kurumun telefonlarını özel işleri için kullandığı, eşinin dostunun işlerini takip ettiği, teftiş için gittiği kurumların müdür odasında veya müfettişler için ayrılan odada saz temin ettirerek çaldığı ve şarkı söylediği, öğretmen teftişi için öğretmenin en az iki saat dersini izlemesi gerektiği halde izlemeden dersin ortasında derse girip öğretmenin kimliğini alıp çıktığı ve daha sonra yüksek puanlar vererek durumu kurtarmaya çalıştığı" şeklinde iddialar ileri sürülmüştür. Bunun yanında "teftiş için gittiği kurumlarda Atatürk, devlet, askerler ve polisler aleyhinde veya siyasi içerikli konuşmalar yaptığı, bayan idarecilere Barış Annelerine destek olmaları yönünde baskı yaptığı, inceleme ve soruşturma raporlarını bir başkasına yazdırdığı, ifadeleri başkalarına aldırdığı, öğretmen teftiş formlarını başkalarına doldurttuğu, yemek için gittiği lokantalarda müfettişin itibarını düşürecek şekilde küçük pazarlıklar peşinde olduğu ve yersiz tartışmalara girerek eğitim camiasını küçük düşürdüğü, teftiş bölgesi Ş. S. Lisesinde görev yapan S. isimli dul bir bayan öğretmenle sık sık bir araya geldiği, hoş olmayan davranış ve ilişki içinde olduğu, sık sık gruptan ayrılarak bu bayanla içki içmeye gittikleri" şeklinde başvurucu aleyhinde başkaca isnatlarda bulunulduğu da anlaşılmaktadır. Başvurucunun meslek ve özel yaşantısına ilişkin ileri sürülen iddialarla ilgili olarak Millî Eğitim Bakanlığı başmüfettişlerince 26/4/2004 tarihli soruşturma raporu hazırlanmıştır. Anılan rapor doğrultusunda başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvuruya konu 3/9/2004 tarihli işlem ile de başvurucunun Erzurum İl Millî Eğitim Müdürlüğüne ilköğretim müfettişi olarak atanmasına karar verilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, atamasının yapıldığı yeni görevine başlamak üzere Ankara İl Millî Eğitim Müdürlüğü ilköğretim müfettişliği görevinden 27/9/2004 tarihinde ayrılmıştır. Diğer yandan başvurucu, kınama cezasına itiraz etmesine rağmen itirazının reddedildiğini ancak yasal mevzuat gereği kınama cezasına karşı dava açamadığını belirtmiştir. Başvurucu, atama işleminin iptali istemli 20/9/2004 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 18/10/2005 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "Bu durumda, hakkında yapılan disiplin soruşturması sonucu ileri sürülen iddiaların bir kısmının sübut bulması üzerine kınama cezası ile tecziye edilen davacı hakkında tesis edilen atamanın, soruşturma raporu doğrultusunda oğlunun özür durumu da dikkate alınarak tesis edildiği gözönünde bulundurulduğunda anılan Kanun ve Yönetmelik uyarınca tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." Başvurucunun yürütmeyi durdurma talepli olarak temyiz istemi üzerine Danıştay İkinci Dairesinin (Daire) 27/11/2006 tarihli kararı ile dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Bu karar sonrasında başvurucunun yeniden Ankara İl Millî Eğitim Müdürlüğü emrine ilköğretim müfettişi olarak atamasının yapıldığı ve anılan göreve 24/1/2007 tarihinde başladığı anlaşılmaktadır. Temyiz incelemesi sonucu karar Dairenin 9/3/2007 tarihli kararıyla bozulmuştur. Karar gerekçesinde; başvurucuya isnat edilen eylemlerin birçoğunun sübuta ermediği gibi sübuta erdiği ileri sürülen eylemlerle ilgili olarak alınan tanık ifadelerinden de bu iddiaların gerçekleşmediği, görevini gereği gibi yapamadığı ve başarısız olduğuna ilişkin yeterli bir saptama bulunmadığı, ayrıca disiplin yönünden aldığı kınama cezasının görev yerinin değiştirilmesini gerektirir nitelikte olmadığı görüldüğünden dava konusu işlemde sebep ve maksat unsurları yönünden hukuka uyarlık görülmediği açıklanmıştır. Davalı Millî Eğitim Bakanlığının karar düzeltme talebi Dairenin 14/11/2007 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Dairenin bozma kararı üzerine Mahkeme 24/1/2008 tarihli karar ile bozma kararına uymayarak davanın reddi yönündeki ilk kararında direnmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (Kurul) 11/3/2013 tarihli kararı ile kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı gerekçesiyle direnme kararının oyçokluğuyla onanmasına hükmedilmiştir. Altı üye karara muhalif kalmıştır. Muhalif üyeler karşıoy görüşlerinde, Dairenin bozma kararında belirtilen gerekçeyi tekrar etmişlerdir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Kurulun 9/2/2015 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir.Nihai karar22/6/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından 20/7/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Başvuru konusu olaya ilişkin 26/4/2004 tarihli soruşturma raporunun Anayasa Mahkemesine gönderilmesi istenmiş ancak Millî Eğitim Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından ilgili soruşturma raporu gönderilmemiştir. Ankara İdare Mahkemesince gönderilen dosya evrakı içinde de söz konusu soruşturma raporunun bulunmadığı anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk 23/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Memurların kurumlarca görevlerinin ve yerlerinin değiştirilmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler. ..." 657 sayılı Kanun'un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: ...B - Kınama : Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir.Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:a) Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımında kusurlu davranmak,...d) Hizmet dışında Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak,..." 13/8/1999 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 23785 sayılı mülga Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Müfettişleri Başkanlıkları Yönetmeliği'nin "Hizmetin gereği olarak yapılacak yer değiştirme" kenar başlıklı maddesinin (b) bendi şöyledir:"Başkan, başkan yardımcıları, müfettişler ve müfettiş yardımcılarından, haklarında yapılan soruşturma sonucu görev yerlerinin değiştirilmesi kamu veya kendi yararı bakımından gerekli veya uygun görülenler ile iki kez üst üste olumsuz sicil alanların görev yerleri, bulunduğu il ve bölge hizmetini tamamlayıp tamamlamadıklarına bakılmaksızın aynı hizmet bölgesine ya da görev yapmadıkları başka hizmet bölgesine dahil bir il olacak biçimde Bakanlıkça değiştirilir."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Namet Sevinç (B. No: 2015/9155, 10/1/2019, §§ 16-24) ve Sevilay Sümer (B. No: 2016/7091, 18/7/2019, §§ 40-46) başvuruları hakkında verilen kararlar. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11941 | Başvuru, özel hayat kapsamında kalan eylemi gerekçe gösterilerek başvurucunun naklen atanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; atama işleminin iptali istemiyle açılan davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 1996 yılında Silvan Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davası aynı Mahkemenin E.1992/40 sayılı dosyasıyla birleştirilmiş ve anılan dosya ise daha sonra aynı Mahkemenin E.2009/1 sayılı dosyasıyla birleştirilmiştir. Yargılama hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20325 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, devlet hastanesinde doğumu sırasında yaşanan kusurlu hizmet sebebi ile sakat kaldığını, uğradığı zararın tazmini istemiyle açtığı davada ikinci bilirkişi raporuyla ortaya konulan maddi zararın idari yargıda ıslah müessesesi olmadığı için dikkate alınmadığını belirterek Anayasa’nın ve maddesi ile tanınan maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 16/1/2013 tarihinde Konya Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 22/4/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 19/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 23/12/2013 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 20/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 27/1/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 7/2/2014 tarihinde sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 25/6/2000 tarihinde Sağlık Bakanlığına bağlı Adıyaman Doğum ve Çocuk Bakımevi Hastanesinde doğumu sırasında beyninin oksijensiz kalması nedeniyle “hipoksik iskemik ensefalopati” olarak adlandırılan beyin rahatsızlığına yakalanmıştır. Başvurucunun doğum esnasında ve sonrasında uğramış olduğu zararlarının karşılanması talebiyle 2001 yılında Sağlık Bakanlığı’na başvuruda bulunulmuştur. Başvurunun süresinde cevaplanmaması üzerine Gaziantep İdare Mahkemesine 18/5/2001 tarihinde 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. Mahkemece, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Ünitesinden aldırılan 12/10/2001 tarihli raporda özetle, çocuğun arız olan hastalığa doğum öncesinde mi, doğum sırasında mı, yoksa doğum sonrasında mı maruz kaldığı hakkında ve hastalığın nedeni konusunda yorum yapılamayacağı sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Mahkemenin iş güç kaybına yönelik avukat bilirkişiden aldırdığı 24/5/2004 tarihli bilirkişi raporunda ise, özetle, mahkemece davalı Bakanlığa bağlı hastane personelinin ağır hizmet kusurunun bulunduğu, başvurucunun ömür boyu %100 oranında malul kaldığı kabul edildiği takdirde iş gücü kaybından (maluliyetten) kaynaklanan maddi tazminatın 246,96 TL olduğu bildirilmiştir. Başvurucu, avukat bilirkişinin iş güç kaybına ilişkin raporunu öğrendikten sonra 20/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi kapsamında 8/12/2004 tarihli dilekçesi ile Sağlık Bakanlığına başvurarak bilirkişi raporu ile ortaya çıkan toplam zarardan kalan 246,00 TL maddi zararın tazminini istemiştir. İdare, 27/12/2004 tarihli cevabında konuyla ilgili olarak Gaziantep İdare Mahkemesinde görülmekte olan dava olması sebebiyle başvurucunun talebini reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu 28/2/2005 tarihli dilekçesi ile Gaziantep İdare Mahkemesinde 246,00 TL maddi tazminatın ödenmesi talebiyle ikinci bir dava açmıştır. Gaziantep İdare Mahkemesinde görülen davada, mahkeme 7/3/2005 tarih ve E.2001/995, K.2005/386 sayılı kararında, doğumun icap nöbetçisi ve kadın doğum uzmanına haber verilmeksizin hastanede görevli ebeler tarafından gerçekleştirildiğini, doğum esnasında başvurucu çocuğun fazla zorlandığını, tüm bunların sonucunda başvurucunun beyninin hasar gördüğünü bu nedenle kamu hizmetinin kötü işlediğinin kabul edilmesi gerektiğini belirtmiş, tazmin istemi hakkında 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Gaziantep İdare Mahkemesi ise 27/3/2006 tarih ve E.2005/385, K.2006/711 sayılı kararında “aynı uyuşmazlığın yeniden dava konusu edilerek mahkemece reddedilen 246 YTL tutarındaki maddi zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın kesin hüküm nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmamaktadır” gerekçesiyle davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar vermiştir. Gaziantep İdare Mahkemesinin kararı başvurucu tarafından temyiz edilmemiştir. Davalı idare tarafından temyiz edilen karar Danıştay Onuncu Dairesinin 15/2/2008 tarih ve E. 2005/8148 K. 2008/676 sayılı kararında “…dava konusu uyuşmazlığın çözümü için davalı idarenin tazmin yükümlülüğü açısından olayda hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla, bilirkişi incelemesi yaptırılarak sonucunda hazırlanacak raporun değerlendirilmesi gerekir. …esas itibariyle adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere kurulan Adli Tıp Kurumuna, niteliği belirtilen şekilde inceleme yaptırıldıktan sonra karar verilmesi gerekirken bilirkişi incelemesi yaptırılmadan verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır” gerekçesine dayanılarak bozulmuştur. Başvurucu tarafından temyiz edilen Gaziantep İdare Mahkemesinin kararı, Danıştay Dairesinin 17/12/2010 tarih, E.2007/707, K.2010/10822 sayılı kararıyla onanmıştır. Onama kararında, davanın, idari eylemin ve oluşan zararın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl içinde idareye başvurulduktan sonra açılması gerekirken, bu sürenin dolmasından sonra açılmasından dolayı, süre aşımı nedeniyle reddi gerektiği şeklinde farklı bir gerekçeye yer verilmiştir. Onama kararı üzerine karar düzeltme isteminde bulunan başvurucunun bu istemi Danıştay Dairesinin 2/11/2012 tarih ve E.2011/8131, K.2012/5365 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 17/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bozma kararından sonra Gaziantep İdare Mahkemesi dosyayı yargı yetkisi bakımından yetkili Şanlıurfa İdare Mahkemesine göndermiştir. Şanlıurfa İdare Mahkemesi E.2009/502 sayılı dosya kapsamında yaptığı yargılamada, bozma kararı doğrultusunda Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan rapor almıştır. 25/9/2009 tarihli raporda özetle, mevcut tablonun yeni doğan sepsisine bağlı olduğu, doğumda davalı idareye atf-ı kabil kusur bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme bilirkişi raporu doğrultusunda 19/3/2010 tarih ve K.2010/445 sayılı kararıyla davalı idareye atf-ı kabil kusur bulunmadığından davanın reddine karar vermiştir. Kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine, Danıştay Dairesi 17/2/2010 tarih ve E.2010/12346, K.2010/10823 sayılı kararıyla maddi tazminat isteminin reddine yönelik kısmın onanmasına, sunulan sağlık hizmetinin yetersizliği nedeniyle duyulan acı, elem ve üzüntünün kısmen de olsa hafifletilebilmesi amacıyla manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinden manevi tazminat isteminin reddine yönelik kısmın bozulmasına karar vermiştir. Davalı idarenin karar düzeltme istemi, Danıştay Dairesinin 27/4/2012 tarih ve E.2011/8741, K.2012/1890 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Şanlıurfa İdare Mahkemesi manevi tazminat yönünden bozulan karar nedeniyle yaptığı E.2012/3108 sayılı yargılama sonunda verdiği 20/12/2012 tarih ve K. 2012/3059 sayılı kararla manevi tazminat yönünden bozulan kararında ısrar ederek davanın reddine hükmetmiştir. Bu karar başvurucu tarafından 25/4/2013 tarihinde temyiz edilmiş ve dosya 12/6/2013 tarihinde Danıştay ilgili daire başkanlığına gönderilmiştir. UYAP kayıtlarından yapılan sorgulamada dosyanın halen Danıştay aşamasında olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, 16/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi ise şöyledir:“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” Yargıtayın konu ile ilgili bazı içtihatları şöyledir:“…Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak HUMK.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir. Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. ( BK. 386-390 ) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur ( BK.321/md. ) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır…(Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarih ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı).” “Dava, desteğin yanlış tedavi sonucu öldüğü iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; kamu görevlisi doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki tazminat davasında husumetin adı geçen doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece, dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmıştır.Davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir. Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi hukuka uygundur…(Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarih ve E. 2011/4-592, K.2012/25 sayılı kararı).”“…Davadaki ileri sürülüşe ve kabule göre dava temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır ( BK. 386-390). Vekil, vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de; bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. 290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta, tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K.'nun 394/ maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır…( Hukuk Dairesinin 16/2/2012 tarih ve E.2011/19947, K.2012/3097 sayılı kararı).” 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile değişik 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:“Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/687 | Başvurucu, devlet hastanesinde doğumu sırasında yaşanan kusurlu hizmet sebebi ile sakat kaldığını, uğradığı zararın tazmini istemiyle açtığı davada ikinci bilirkişi raporuyla ortaya konulan maddi zararın idari yargıda ıslah müessesesi olmadığı için dikkate alınmadığını belirterek Anayasa’nın 17. ve 36. maddesi ile tanınan maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/38356 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucunun zorunlu sandık üyeliğinin örgütlenme özgürlüğünü, sandık üyeliği nedeniyle üyelik aidatı kesilmesinin ise mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. 13/1/1943 tarihli ve 4357 sayılı Hususi İdarelerden Maaş Alan İlkokul Öğretmenlerinin Kadrolarına, Terfi, Taltif ve Cezalandırılmalarına ve Bu Öğretmenler için Teşkil Edilecek Sağlık ve İçtimai Yardım Sandığı ile Yapı Sandığına ve Öğretmenlerin Alacaklarına Dair Kanun'un maddesinin ve fıkraları şöyledir:"Hükmi Şahsiyeti haiz ve Maarif Vekaletine bağlı olmak üzere (İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve İçtimai Yardım Sandığı) [İLKSAN] adı ile bir sandık kurulur. Maarif Vekâleti bütçesinden maaş alan ilkokul öğretmenleri, ilkokul yardımcı ve stajyer öğretmenleri, yetiştirme yurtları öğretmenleri, ârızalı çocuklara ilk tahsillerini veren müesseselerin öğretmenleri, Maarif müdürleri, ilköğretmen müfettiş ve denetmenleri, uygulama okulu öğretmenleri, İlköğretim Umum Müdürlüğü ve maarif müdürlüklerinde vazifeli memurlar ile Sandık işlerinde çalışan memurlar Sandığa âzadırlar.” Başvurucu 1999 yılından beri Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde sınıf öğretmeni olarak görev yapmaktadır ve 4357 sayılı Kanun'un maddesi gereğince İLKSAN üyesidir. Başvurucu 4357 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen zorunlu sandık üyeliğinin negatif örgütlenme özgürlüğüne aykırı olduğunu ve kendisinden zorla kesilen üyelik aidatının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürerek üyelik işleminin iptali ile ödediği aidatların tarafına ödenmesini talep etmiştir. Başvurucunun talebi idare tarafından reddedilmiştir. Başvurucu bunun üzerine ilgili işlemin iptali talepli dava açmıştır. İdare Mahkemesi Kanun'da yer alan amir hüküm karşısında idarenin işleminin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş, verilen karar Bölge İdare Mahkemesince onanmıştır. Başvurucu, İLKSAN'ın özel hukuk hükümlerine tabi bir sosyal yardımlaşma sandığı olduğunu, sandığa zorunlu üyeliğin sözleşme serbestîsine ve örgütlenme özgürlüğüne aykırılık teşkil ettiğini belirterek örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca iradesi dışındaki üyelik nedeniyle tarafından kesilen aidatların mülkiyet hakkını ihlal ettiğinden yakınmıştır. | Örgütlenme özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4441 | Başvuru, başvurucunun zorunlu sandık üyeliğinin örgütlenme özgürlüğünü, sandık üyeliği nedeniyle üyelik aidatı kesilmesinin ise mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1981 doğumlu olan başvurucu, 15/6/2010 tarihinde İpekyolu Kalkınma Ajansı (Kurum) bünyesinde uzman olarak çalışmakta iken 26/7/2016 tarihinde başvurucunun iş akdi Yönetim Kurulu tarafından alınan karar üzerine feshedilmiştir. Kararda; terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen bazı ajans personelinin 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) ilgili hükümleri uyarınca işine son verildiği belirtilmiştir. İşveren Kurum ayrıca 30/7/2016 tarihli yazıyla, başvurucunun da aralarında bulunduğu, iş akdine son verilen personel hakkında Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) ihbarda bulunmuştur. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Kurum aleyhine 23/8/2016 tarihinde dava açmıştır. Gaziantep İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu, 2010 yılından bu yana sorunsuz bir şekilde işveren Kurumda çalıştığını, en son destek hizmetleri birim başkanı olarak görev yapmakta iken somut hiçbir gerekçe gösterilmeksizin iş akdinin usul ve yasaya aykırı bir şekilde feshedildiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 1/3/2017 tarihli gerekçeli kararıyla, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından 667 sayılı KHK'nın 4/1-g maddesi gereği iş akdinin feshedildiğini belirterek davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi yaptığı inceleme neticesinde 4/10/2017 tarihli kararla uyuşmazlığın 667 sayılı KHK'nın maddesinin ikinci fıkrası kapsamında ele alınması gerektiğini ifade ederek kararı gerekçe yönünden kaldırmış ve davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucunun anılan kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 7/3/2018 tarihli ilamıyla davalı işveren tarafından feshe dayanak olan bilgi ve belgelerin sunulmadığı, derece mahkemelerince bu yönde detaylı bir araştırma yapılarak davaya konu uyuşmazlığın incelenmesi gerektiği gerekçesiyle bozmaya hükmetmiştir. Bozma kararı üzerine Bölge Adliye Mahkemesi, davalı Kurum başta olmak üzere Başsavcılığa, İl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet), Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF), İl Jandarma Komutanlığı ile ilgili diğer kurumlara müzekkere yazarak başvurucu hakkında bilgi/belge toplama yoluna gitmiştir. Bu kapsamda Başsavcılıktan gelen müzekkere cevabında başvurucu hakkında soruşturma yürütüldüğü ancak 31/5/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği belirtilmiş, soruşturma dosyasına ait belgeler gönderilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı incelendiğinde başvurucu hakkında Digitürk aboneliği dışında herhangi bir kayda rastlanmadığı, buna yönelik tespitte ise 4/7/2012'de başlayan aboneliğin STV grubu kanallarının bahsi geçen platformdan ayrılmasının akabinde 9/10/2015 tarihinde sonlandırıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu bu iddia karşısında alınan ifadesinde, 2012 yılında Digitürk'e maç izlemek amacıyla başvurduğunu, büyük oğlunun da sürekli izlediği bir çizgi film kanalı olduğunu, STV grup kanallarının platformdan çıkarılmasından sonra Digitürk'ü seyretme amacının kalmadığını, bunu Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) liderinin talimatıyla yapmadığını, esasen böyle bir talimattan haberinin de olmadığını belirtmiştir. Oğlunun izlediği çizgi film kanalı Digitürk'ten çıkarılınca boşuna para ödemek istemediğini ifade eden başvurucu, maçlara eskisi kadar ilgisinin kalmadığını, zaman da ayıramadığını, bu nedenle Digitürk'ü iptal ettirmeye karar verdiğini, Digitürk ile yaptığı anlaşma gereği ödemek zorunda olduğu taahhüt bedelinden kurtulmak amacıyla da STV kanallarının platformdan çıkarılmasını bahane olarak ileri sürdüğünü ifade etmiştir. Takipsizlik kararının gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Tüm dosya kapsamında toplanan deliller birlikte değerlendirildiğinde şüpheli Mehmet Zeki Rastgeldi'nin örgütün gizli haberleşme programı olan BYLOCK kaydının bulunmadığı, şüpheli Mehmet Zeki Rastgeldi'nin örgütün finans kaynağı olan Bank Asyaya örgütün çağrısı üzerine para yatırmadığı, kapatılan derneklere üye kaydının olmadığı, kapatılan okullara kendisinin ya da çocuklarının gitmediğinin anlaşıldığı, örgüt üyeliği için yerleşmiş Yargıtay Kararlarında şüphelinin eylem ve faaliyetlerinde süreklilik, çeşitlilik, gizlilik ve yoğunluk olması gerektiği; ancak dosya kapsamında toplanan deliller ışığında süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk bakımından eylem ve faaliyetlerinin bulunmadığı,Şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün fikir, eylem ve ideolojisini benimsediği ve diğer örgüt üyeleriyle birlikte irtibat ve iltisaklı şekilde hareket ettiğine ilişkin herhangi bir delil elde edilemediği anlaşılmakla;CMK 172 maddesi gereğince şüpheli hakkında KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA..." Bölge Adliye Mahkemesinin müzekkere cevaplarının gelmesinin akabinde 12/12/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucu, Digitürk aboneliğine ilişkin iddialara cevap vermiş; abonelikten çıkarılma talebinde STV grubuna ilişkin bir nedenden bahsetmediğini, sadece çocuğunun izlediği çizgi film kanalının platformdan çıkarılması nedeniyle kanal aboneliğine bir gerekçe kalmadığını, ekonomik sebeplerle platformdan ayrılmak istediğini, daha önce de abonelikten çıkmak için başvurularının olduğunu ancak çeşitli sebeplerle bunun platform tarafından engellendiğini belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 27/2/2019 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararının gerekçe yönünden ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Konunun 667 sayılı KHK hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiği tespit edildikten sonra 667 sayılı KHK'nın Maddesinin Fıkrasında, 'Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler' denilmekle davalı kurum yönünden davacının kamu kurumunda çalıştırılmasına yönelik yasal engel bulunduğu anlaşılmaktadır.Öte yandan davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisakının tespiti için uygulanan kriterlerden Digiturk aboneliğinin örgüte ait olduğu kabul edilen kanalların platformdan çıkartılması nedeniyle aboneliğin iptal edilip edilmediği noktasında irtibat ve iltisakının belirlendiği anlaşılmaktadır.Digiturk platformundan örgüte ait olduğu kabul edilen kanalların 08/10/2015 tarihinde platformdan çıkartıldığı, davacının da hemen 1 gün sonra 09/10/2015 tarihli dilekçe ile, yıllardır Digiturk abonesi olduğunu, bazı kanalların sözleşmeye aykırı olarak platformdan çıkartılması ve aylık abonelik tutarının yüksek gelmesi nedeniyle aboneliğini sonlandırmak istediğini bildirdiği ve bu şekilde FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisakının güçlü bir şekilde ortaya koyan somut delilin bulunduğu görülmüştür. Yukarıda açıklandığı gibi feshin haklı neden boyutu ileride açılması muhtemel alacak davalarında tartışılmak üzere fesih en azından geçerli olduğundan kararın gerekçe yönünden düzeltilmesine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir." Başvurucu, istinaf kararına karşı temyiz başvurusunda bulunmuş; Digitürk platformuna gönderdiği iptal dilekçesinde iptal nedeni olarak bazı kanalların sözleşmeye aykırı olarak platformdan çıkarılmasını bahane ederek abonelik ücretini yüksek bulduğu platform aboneliğini taahhüt bedeli ödemeden sonlandırmak istediğini beyan etmiştir. Bir tüketici olarak fayda-maliyet analizi yaptığını, çocuğunun çizgi film kanallarından mahrum kalması karşısında bütçesine ek yük getiren bir aboneliği sonlandırmayı tercih ettiğini belirten başvurucu, iptal dilekçesinde de taahhüt yükümlülüğü ve abonelik ücretinin yüksek olmasını vurgulanmak suretiyle ve ekonomik nedenlerle aboneliği sonlandırdığını ifade etmiştir. Aboneliğin sonlandırılmasının tek başına örgüt ile irtibatına gerekçe olamayacağını belirten başvurucu; hakkında başkaca hiçbir bilgi ya da belge bulunmadığını, nitekim işverenin ihbarı üzerine başlatılan soruşturma neticesinde de takipsizlik kararı aldığını beyan etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, 19/9/2019 tarihli ilamı ile usul ve kanuna uygun olduğunu değerlendirdiği kararın onanmasına hükmetmiştir. Nihai karar 4/11/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. 8/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir....Davacının hakkında derdest bulunan ceza yargılamasında, 'mor beyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37449 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumundaki kötü muamele nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/7/2014 tarihinde Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/11/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 23/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.Bakanlık, görüşünü 29/6/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. Bakanlık görüşü 4/8/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 8/8/2016 tarihinde bildirmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde yaralama suçundan Tekirdağ F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, belinden rahatsızlığı nedeniyle 24/2/2014 tarihinde Kurum doktoruna muayene olmaya gitmiştir. Başvurucunun hastaneye sevk talebinin Kurum doktoru tarafından reddedilmesi üzerine başvurucu sinkaflı hakaret ederek doktora yumruklasaldırmıştır. Bu olaya ilişkin tutanaklar tutulmuş ve soruşturma başlatılmıştır. Ertesi gün 25/2/2014 tarihinde sayım için başvurucunun kalmakta olduğu koğuşa giden infaz koruma memurları ile başvurucu arasında tartışma yaşanmıştır. Başvurucunun iddiasına göre tartışma, infaz koruma memurunun sayım için başvurucunun ayağa kalkmasını istemesine rağmen belinin ağrıması nedeniyle başvurucunun ayağa kalkmak istememesinden kaynaklanmıştır. İnfaz koruma memurları tarafından olay günü tutulan tutanağa göre ise başvurucu, raporu olduğunu ve hastaneye sevk işlemlerinin yapılması gerektiğini belirterek sayım için gelen infaz koruma memurlarına elindeki dilekçeleri fırlatıp sonrasında sinkaflı küfür etmiştir. İnfaz koruma başmemuru, başvurucunun küfür ettiğinden ve taşkınlık çıkardığından bahisle başvurucunun kendisine ve odaya zarar vermesini engellemek amacıyla kelepçelenmesi ve müşahede odasına götürülmesi talimatını vermiştir. Bunun üzerine başvurucu elleri ve ayakları kelepçelenerek "süngerli oda" olarak tabir edilen müşahede odasına konulmuştur. Başvurucu 26/2/2014 tarihinde Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçede 25/2/2014 tarihinde sabah sayımında infaz koruma memurlarının kendisine saldırarak hakaret ettiklerini, elleri ve ayakları kelepçelenerek müşahede odasına konulduğunu, el ve ayaklarının morararak şiştiğini belirterek şikâyetçi olmuştur. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı, başlatılan soruşturma kapsamında 4/3/2014 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne yazılan yazı ile başvurucunun Tekirdağ Devlet Hastanesine sevk edilerek hakkında adli rapor düzenlettirilmesini, olaya karışan infaz koruma memurlarının kimliklerinin tespit edilmesini, teşhise elverişli fotoğrafların gönderilmesini ve 24/2/2014 tarihinde başvurucunun revire çıkarılıp çıkarılmadığının bildirilmesini istemiştir. 6/3/2014 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu yetkilileri başvurucuya teşhis yaptırmak suretiyle ilgili infaz koruma memurlarını tespit etmiştir. Tespit edilen infaz koruma memurlarının kimlik bilgileri ve fotoğrafları Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. 7/3/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı, ifadesinin alınması için 12/3/2014 tarihinde başvurucunun hazır edilmesini ve şüpheli infaz koruma memurlarının da ifade vermek üzere müracaat etmelerini istemiştir.Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca başvurucunun olay günü odasından çıkarılıp çıkarılmadığının bildirilmesi ve çıkarılmış ise bununla ilgili kamera kayıtlarının CD'ye aktarılarak gönderilmesi talimatını vermiştir. 14/3/2014 tarihinde anılan talimatlar yerine getirilmiştir. Başvurucunun 12/3/2014 tarihinde beyanı alınmış ve 14/3/2014 tarihinde adli muayene raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda başvurucunun sağ ve sol el bilek ulnar ve radial lateralde, sağ ayak bilek anteriorda ve sol cruris distal lateralde ciltte hafif kabuk bağlamış cilt sıyrıkları tespit edilmiştir. Başvurucunun odasına giren on bir infaz koruma memurunun Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadeleri alınmıştır. Başvurucunun olay gününe ilişkin anlatımı şöyledir:"25/02/2014 günü, sabah sayımında rahatsız olmama rağmen alt kata indim ve sandalyeye oturdum. İlk önce Ç. isimli gardiyan geldi, ben sevkim ile ilgili dilekçe yazmıştım, bu dilekçeyi gardiyana uzattım. Bana "ayağa kalk" dedi, ben de rahatsız olduğumu söyledim. Bana "sen kimsin lan" diye bağırmaya başladı ve üzerime yürüdü. Bu sırada odama gelen yanılmıyorsam başgardiyan, Ç.'yi tuttu. Bu sırada 10-15 kadar gardiyan odama girdi, N. isimli başgardiyanın "bunu alın" diye seslendiğini duydum, bunun üzerine gardiyanlar ellerimden ve ayaklarımdan beni kelepçelediler, kelepçeleme işlemi sırasında tekme ve yumruk ile vurdular ve rahatsız olmama rağmen benim işkence odası dediğim süngerli odaya götürdüler. Kelepçeli bir şekilde odaya attılar. Kelepçeleri çok sıktıkları için ellerim morardı, daha sonra iki gün ellerimi kullanamadım, ayrıca ayaklarımda da morarmalar oldu." İnfaz koruma memurları alınan ifadelerinde; olay günü başvurucunun odasına sayım için gidildiğinde agresif tutum içinde olduğunu, bir süre sonra koğuşun kapısı ve duvarlarını yumruklayarak hakaret içerikli ifadelerde bulunduğunu, infaz koruma başmemurunun, başvurucunun kendisine ve odaya zarar vermesini engellemek amacıyla kelepçelenmesi ve müşahede odasına götürülmesi talimatı üzerine ellerini ve ayaklarını kelepçelediklerini, başvurucuyu müşahede odasına koyduklarını, ona vurmadıklarını, kelepçeleri çok sıkmadıklarını ifade etmişlerdir. Kamera kayıtlarına ilişkin 18/3/2014 tarihli çözümleme tutanaklarında, başvurucunun sabah 02'de elleri ve ayakları kelepçeli şekilde müşahede odasına konulduğu ve odada bu şekilde yattığı belirtilmiştir. Saat 43'te müşahede odasına giren infaz koruma memurlarının başvurucunun ayaklarındaki kelepçeleri çıkarttıkları ancak ellerindeki kelepçelerin açılamaması nedeniyle başvurucunun iki saate yakın bir süre daha elleri kelepçeli şekilde müşahede odasında kaldığı, ardından başvurucunun kelepçesiz şekilde müşahede odasından çıkarıldığı tespit edilmiştir. Kamera kaydı çözümlemelerinde, başvurucunun darbedildiğine ilişkin bir görüntünün olmadığı ifade edilmiştir. Anılan kamera görüntüleri Anayasa Mahkemesi tarafından da izlenmiş ve infaz koruma memurlarının koğuştaki görüntüleri olmamakla birlikte sayım esnasında koridor kamera görüntülerinden başvurucunun odasına öncelikle sayım için girildiği, sonrasında infaz koruma memurlarının koğuştan çıkıp kapıyı kilitleyip diğer infaz koruma memurları ile tekrar koğuşa geldikleri tespit edilmiştir. Koğuşa giren infaz koruma memurları başvurucuyu elleri ve ayakları kelepçeli olarak süngerli oda diye tabir edilen müşahede odasına götürmüşlerdir. Kamera kayıtlarına göre başvurucu yaklaşık altı saat süreyle elleri arkadan ve ayakları kelepçeli olarak süngerli odada tutulmuştur. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca 2/4/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir: "Şüphelilerin suçlamayı kabul etmemeleri, müştekinin iddialarını doğrulayan tanık bulunmaması ve kamera görüntülerini içeren CD'nin izlenmesi sonucu müştekinin iddia ettiği eylemlere dair herhangi bir görüntü olmadığının tespit edilmiş olması karşısında şüphelilerin üzerilerine atılı suçları işlediklerine dair müştekinin soyut iddiasından başka kamu davası açmaya yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi nedeniyle, şüpheliler hakkında atılı suçlardan dolayı [kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi]." Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz Çorlu Ağır Ceza Mahkemesinin 4/5/2014 tarihli ve 2014/354 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 20/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 8/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Yönetim tarafından alınabilecek tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Kurumun düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddî tehlikeyle karşı karşıya kalması hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için Kanunda açıkça belirtilmeyen diğer tedbirler de alınır. Tedbirlerin uygulanması, disiplin cezasının verilmesine engel olmaz." 5275 sayılı Kanun'un "Zorlayıcı araçların kullanılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Hiçbir hâlde zincir ve demire vurmak tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar;a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için,b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle,c) Diğer kontrol usûllerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle,kullanılabilir." 4/6/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin (8) numaralı fıkrasışöyledir:" İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin, mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin "minimum ağırlık eşiği"ni aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını ve yetkililerin en zor şartlarda dahibu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No; 27229/95, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57). Bununla birlikte AİHM, cezaevlerinde bir şiddet potansiyeli bulunduğunu ve tutulan kişilerin direnişinin çok çabuk ayaklanmaya dönüşebileceğini kabul etmektedir (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 58; Dedovsky ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 81). Bu bağlamda Sözleşme'nin maddesinin güvenliği sağlamak için güç kullanılmasını yasakladığı söylenemez ancak bu güç zorunlu hâllerde kullanılmalı ve aşırı olmamalıdır (Ivan Vasilev/Bulgaristan, B. No: 48130/99, 12/4/2017,§ 63). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12302 | Başvuru, ceza infaz kurumundaki kötü muamele nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu nihai kararı 21/1/2022 tarihinde öğrendikten sonra 17/2/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesince verilen karar sonrası temyiz yoluna başvurmamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/20769 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, polis meslek yüksekokuluna yapılan geçici kaydın silinmesine dayanak gösterilen yönetmelik hükmünün idari yargı tarafından iptal edilmesine rağmen yeniden kayıt hakkı tanınmaması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/3/2014tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Adana Kemal Serhadlı Polis Meslek Yüksekokulunda geçici kayıtlı öğrenci adayı iken gözünden lazer operasyonu geçirmiş olması nedeniyle 4/8/2003tarihli ve 25189 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Emniyet Teşkilatı Sağlık Şartları Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) Ek-3 IV/A maddesinin bendinde belirtilen sağlık koşulunu taşımadığı gerekçesiyle 5/2/2010 tarihinde başvurucunun okuldan ilişiği kesilmiştir.A. Başvurucunun İlişiğinin Kesilmesine İlişkin İşleme Karşı Açılan Dava Başvurucunun okuldan ilişiğinin kesilmesine dair işlemin iptali istemiyle açtığı dava Ankara İdare Mahkemesinin 12/11/2010 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde uyuşmazlığın çözümü için bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiğinden başvurucunun Hacettepe Üniversitesi Hastanesine sevk edildiği, burada yapılan muayenesi neticesinde gözünden lazer operasyonu geçirdiğinin tespit edildiği, bu itibarla Yönetmelik'in Ek-3 IV/A maddesinde öngörülen sağlık şartını taşımadığının anlaşıldığı, dolayısıyla dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.B. Yönetmelik Hükmünün İptali İstemiyle Açılan Dava Başka bir şahıs tarafından, gözünden lazer operasyonu geçirdiği gerekçesiyle okuldan ilişiğinin kesilmesine dair idari işlemin iptali ve bu işlemin dayanağı olan Yönetmelik'in Ek-3 IV/A maddesinin bendinde yer alan "Göze ait hiçbir operasyon ve lazer müdahalesi geçirmemiş olacak" ibaresinin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştayda dava açılmıştır. Danıştay Sekizinci Dairesinde (Daire) görülen bu davada Daire 21/3/2011 tarihli kararıyla yürütmenin durdurulması istemini reddetmiştir. Davacı tarafın anılan karara karşı yaptığı itiraz Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 7/7/2011 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve dava konusu ibarenin yürütmesi durdurulmuştur. Kararın gerekçesinde polislik mesleğinin özelliği gereği ileride bu mesleği yapacak olan polis meslek yüksekokulu öğrencilerinde kimi sağlık koşullarının aranmasının hizmetin gereği gibi işlemesi açısıdan önem taşıdığı ancak bu koşulların yerine getirilecek hizmetin aksatılmamasına yönelik olması, diğer bir anlatımla hizmetin gereklerine uygun olarak belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Gözden lazer operasyonu geçirilmesinin hizmetin yerine getirilmesinde ne gibi bir sakınca doğurduğunun davalı idare tarafından ortaya konulmadığının tespit edildiği belirtilmiştir. Bu tespitlerden hareketle Yönetmelik'in dava konusu edilen kuralıyla herhangi bir ayrım yapılmaksızın gözden lazer müdahalesi geçirmiş olmanın öğrenciliğe mutlak anlamda engel olarak kabul edilmesinin hukuka uygun olmadığı ifade edilmiştir. Belirtilen karar üzerine Emniyet Genel Müdürlüğünce 5/9/2011 tarihinde çıkarılan Genelge'de 7/7/2011 tarihli yürütmenin durdurulması kararının 5/9/2011 tarihi itibarıyla gözönünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir. Daire, davanın esas incelemesi aşamasında 20/6/2012 tarihinde dava konusu Yönetmelik hükmünün iptaline karar vermiş; söz konusu karar İDDK tarafından 13/11/2014 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucunun Kaydının Yenilenmesi Talebine İlişkin İdari ve Yargısal Süreç Bu süreçte başvurucu, okuldan ilişiğinin kesilmesine dayanak alınan Yönetmelik hükmünün yürütmesinin durdurulmuş olması nedeniyle öğrenciliğe yeniden kabul edilmesi/okula kaydının yapılması talebiyle 3/8/2011 tarihinde idareye başvurmuş; başvuru 10/10/2011 tarihli işlemle reddedilmiştir. Başvurucunun söz konusu işlemin iptali istemiyle açtığı dava Ankara İdare Mahkemesinin 7/6/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun okuldan ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedildiği ve söz konusu kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği belirtilmiştir. İlişik kesmeye neden olan düzenleyici işlem hükmünün sonradan yürütmesinin durdurulmuş olmasının başvurucunun ve bu hüküm nedeniyle ilişiği kesilen tümöğrencilerin öğrenciliğe yeniden kabulü sonucunu doğurmasına hukuken olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan Emniyet Genel Müdürlüğünün5/9/2011 tarihli Genelgesi'nde yürütmenin durdurulması kararının 5/9/2011 tarihi itibarıyla gözönünde bulundurulması gerektiğinin belirtildiği hususuna da yer verilmiştir. Kararda ayrıca, başvurucunun açılacak sınavlara yeniden başvurması ve sınavı kazanması hâlinde söz konusu sağlık koşulu yönünden yürürlükteki mevzuata göre mevcut durumunun değerlendirmeye alınacağının açık olduğu vurgulanmıştır. Karar, Dairenin 18/4/2013 tarihlikararıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 25/11/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 10/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 25/4/2001 tarihli ve 4652 sayılı Polis Yükseköğretim Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Polis meslek yüksek okullarının kuruluş, çalışma, disiplin ve eğitim-öğretim esasları ile bu okullara alınacak öğrencilerde aranacak şartlar, yapılacak sınavlarla, enstitünün kuruluş ve işleyişine ilişkin esaslar ve diğer hususlar, ...Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir..." 17/5/2008 tarihli ve 26897 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Polis Meslek Yüksekokulları Giriş Yönetmeliği'nin "Adaylarda aranacak nitelikler" kenar başlıklı maddesinin(g) bendinin olay tarihinde yürürlükte bulunan şekli şöyledir: "Sağlık yönünden, Sağlık Yönetmeliğinde belirtilen şartları taşımak" Aynı Yönetmelik'in olay tarihinde yürürlükte bulunan şekliyle maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...(2) Sınavlar ve değerlendirme;a) Fiziksel yeterlilik sınavı,b) Mesleki psikolojik değerlendirme,c) Mülakat sınavı,ç) Yazılı sınav,olmak üzere dört aşamada yapılır.(3) Fiziksel yeterlilik sınavı, mesleki psikolojik değerlendirme ve mülakat sınavında verilen puanlar adayın Polis Meslek Yüksek Okulu Giriş Puanını etkilemez, verilen puanlar adaylar hakkında "POLİS MESLEK YÜKSEKOKULU ÖĞRENCİ ADAYI OLUR" veya "POLİS MESLEK YÜKSEKOKULU ÖĞRENCİ ADAYI OLAMAZ" şeklinde karar verilmesinde esas alınır." Anılan Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Yüksekokullara, kesin başarı listesine göre planlanmış asıl adayların geçici kayıtları yapılır. Geçici kayıtları yapılan adayların sağlık kurulu raporları incelenmek üzere geçici kayıtları yapılır. Geçici kayıtları yapılan adayların sağlık kurulu raporları incelenmek üzere Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığına gönderilir...Sağlık Yönetmeliğine göre yüksekokul öğrencisi olup olamayacağına ilişkin karar verir ve bu kararı, gereği yapılmak üzere Başkanlığa bildirir.(2) Sağlık işleri Dairesi Başkanlığınca" YÜKSEKOKUL ÖĞRENCİSİ OLAMAZ" kararı verilen adayların ilişikleri, Başkanlık onayı ile kesilir ve Yüksekokullara gereği yapılmak üzere bildirilir." 4/8/2003 tarihli ve 25189 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Emniyet Teşkilatı Sağlık Şartları Yönetmeliği'nin olay tarihinde yürürlükte bulunan şekliyle maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Polis meslek yüksek okuluna alınacak öğrenci adaylarında, Ek-3'de belirtilen Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki A dilimi sağlık şartları aranır." Aynı Yönetmelik'in olay tarihinde yürürlükte bulunan şekliyle maddesinin (b) bendi şöyledir: "Hastanelerce verilen sağlık kurulu raporlarının incelenmesinden; teşhis, bulgular veverilen kararın yönetmelik hükümlerine uygun olması halinde "öğrenci olur" ya da "öğrenci olmaz" şeklinde kesin karar verilir." Aynı Yönetmelik'in olay tarihinde yürürlükte bulunan şekliyle Ek IV-Göz Hastalıkları bölümünün A-3 maddesi şöyledir:"Göz ve göz ekleri tam ve sağlam olacaktır. Göze ait hiçbir operasyon ve lazer müdahalesi geçirmemiş olacaktır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin birinci cümlesi söyledir:"Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin ek 1 No.lu Protokol'ün maddesindeki düzenleme uyarınca taraf devletlerin belirli bir zamanda var olan eğitim kurumlarına erişim hakkınıgaranti ettiklerini; buna karşılık kendilerini belirli bir tipte veya seviyede eğitimi kurmak ya da desteklemekle yükümlü kılacak bir hakkı kabul etmediklerini ifade etmektedir (Belçika Eğitim Dili Davası, B. No: 1474/62, 1677/62, 1691/62, 1769/63, 1994/63, 2126/4, 23/7/1968, §§ 3, 4). Diğer bir ifadeyle AİHM'e göre taraf devletlerin belli eğitim kurumlarını kurma veya destekleme görevi bulunmamaktadır. Ancak devletler, kurdukları veya destekledikleri eğitim kurumlarına etkili bir şekilde erişimi sağlama yükümlülüğü altındadır (Ponomaryovi/Bulgaristan, B. No: 5335/05, 21/6/2011, § 49). AİHM, 1 No.lu Protokol'ün maddesinin üniversitelere kabulün başvuranlar arasından giriş sınavını geçen kişilerle sınırlandırılmasına izin verdiğini ifade etmektedir (Lukach/Rusya [k.k.], B. No: 48/041/99, 16/11/1999; Tarantino and Others/İtalya, B. No: 25851/09,29289/09 ve 64090/09,2/4/2013, § 46). | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3110 | Başvuru, polis meslek yüksekokuluna yapılan geçici kaydın silinmesine dayanak gösterilen yönetmelik hükmünün idari yargı tarafından iptal edilmesine rağmen yeniden kayıt hakkı tanınmaması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 30/11/2012 tarihinde açılan davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/4/2019 tarihli bozma kararı sonrasında halen devam etmektedir. Başvurucu, aleyhine açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 14/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21510 | Başvuru, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle yedek subaylık statüsünün er olarak değiştirilmesine dair işleme karşı açılan iptal davasında adil yargılanma hakkı ile şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/12/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 7/4/1993 doğumlu olan başvurucu, Kara Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde Ankara Polatlı Topçu ve Füze Okulu Komutanlığında askerlik görevini yedek subay adayı olarak yerine getirmekteyken hakkında 12/4/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin (mülga Yönetmelik) maddesi uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Anılan mülga Yönetmelik'in maddesi uyarınca yapılan değerlendirmede başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğu sonucuna varılması üzerine 25/6/2019 tarihli ve 7179 sayılı Askeralma Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucunun yedek subay olan statüsü er olarak değiştirilmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali talebiyle 17/12/2020 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 10/6/2021 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu 11/7/2021 tarihinde karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 3/11/2021 tarihinde istinaf başvurusunu kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 1/12/2021 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM, medeni hak kavramının özel bir kişi olmaktan ziyade vatandaş olmanın bir gereği olarak bireyde var olan ve özü itibarıyla kamu hukukuna ilişkin bulunan hak ve yükümlülükleri içermediğini ifade etmektedir. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının askerlik hizmeti ve bu hizmete alternatif kamu hizmetlerine ilişkin yargısal süreçlere uygulanmayacağını kabul etmektedir (Nicolussi/Avusturya (k.k.), B. No: 11734/85, 8/5/1987). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/62060 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle yedek subaylık statüsünün er olarak değiştirilmesine dair işleme karşı açılan iptal davasında adil yargılanma hakkı ile şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tapu iptal ve tescil davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 13/2/2012 tarihinde açılan ve başvurucunun davalı konumunda olduğu tapu iptal ve tescil davası Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde derdest durumdadır. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32686 | Başvuru, tapu iptal ve tescil davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idare tarafından tutukluya verilen disiplin cezasına karşı yapılan şikâyeti reddeden hâkimin bu karara vaki itirazı inceleyen mahkemenin heyetinde de görev alması nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Mesleğinden ihraç edilmiş bir vali yardımcısı olan başvurucu, olay tarihinde hakkında Türkiye Cumhuriyeti'ni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan yapılan soruşturma kapsamında Şırnak T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır. Arama ve sayım yapılması sırasında infaz koruma memurları ile başvurucu arasında çıkan tartışma sonucunda başvurucu, kurum görevlilerine hakaret ve tehdit etme eyleminde bulunduğu iddiasıyla üç gün hücreye koyma disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, Disiplin Kurulunca verilen 11/8/2016 tarihli disiplin cezasına karşı şikâyet yoluna başvurmuştur. Başvurucunun şikâyetini inceleyen Şırnak İnfaz Hâkimliği (Hâkimlik) duruşmalı olarak yaptığı yargılama sonucunda 9/11/2016 tarihli kararı ile şikâyetin reddine karar vermiştir. Başvurucu, Hâkimliğin vermiş olduğu şikâyetin reddi kararına itiraz etmiştir. Başvurucunun ret kararına itirazını değerlendiren Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/12/2016 tarihli kararıyla itirazın reddine oybirliği ile karar vermiştir. Mahkeme Heyetinde, infaz hâkimi olarak disiplin cezasına şikâyeti değerlendiren hâkim E.A. da yer almıştır. Başvurucu 3/1/2017 tarihinde nihai karardan haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 23/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hakimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, veya diğer mevzuat hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hakimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında re’sen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümleler:22/7/2010 - 6008/5 md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir....İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir....İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikâyetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir. İtiraz, infaz hakimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine yapılır. İnfaz hâkimi aynı zamanda bu mahkemenin üyesi olduğu takdirde itirazla ilgili karara katılamaz." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Yargılamaya katılamayacak hâkim" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bir karar veya hükme katılan hâkim, yüksek görevli mahkemece bu hükme ilişkin olarak verilecek karar veya hükme katılamaz.Aynı işte soruşturma evresinde görev yapmış bulunan hâkim, kovuşturma evresinde görev yapamaz.Yargılamanın yenilenmesi halinde, önceki yargılamada görev yapan hâkim, aynı işte görev alamaz."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..." AİHS'in maddesinde, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak davanın tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkından açıkça söz edilmiş olup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında tarafsızlık, genel olarak ön yargı veya yanlılık olmamasını ifade etmektedir (Piersack/Belçika, B. No: 8692/79, 1/10/1982, § 30). Yerleşik içtihada göre tarafsızlığın varlığı öznel (subjektif) yöntem ve nesnel (objektif) yöntem esas alınarak belirlenir. Öznel yöntem kişisel kanaatin ve belirli bir yargıcın davranışının dikkate alınmasını, diğer bir deyişle yargıcın belirli bir davada kişisel bir ön yargıya sahip olup olmadığının belirlenmesini; nesnel yöntem ise mahkemenin oluşumunun tarafsızlık konusunda herhangi bir meşru şüpheyi ortadan kaldırmak için yeterli güvenceleri sağlayıp sağlamadığının belirlenmesini ifade eder (Fey/Avusturya, B. No: 14396/88, 24/2/1993, § 28). Bir başka anlatımla tarafsızlığın varlığı, bir davada belirli bir yargıcın kişisel kanaatlerini belirleme çabası şeklindeki subjektif test ile bir yargıcın tarafsızlığından haklı kuşku duyulmasına engel olan yeterli güvencelere sahip olup olmadığının belirlenmesi şeklindeki objektif teste göre saptanır (De Cubber/Belçika, B. No: 9186/80, 26/10/1984, § 24). Objektif ve subjektif tarafsızlık arasındaki sınır kesin olmayıp yargıcın öznel bakımdan tarafsız olduğu varsayımının çürütülmesine olanak verecek deliller sunulmasının güç olabileceği kimi davalarda, nesnel tarafsızlık şartı önemli bir ek güvence sağlar. Nitekim tarafsızlık ile ilgili sorun bulunan başvuruların büyük çoğunluğunda objektif yönteme başvurulmuştur (Micallef/Malta [BD], B. No: 17056/06, 15/10/2009, § 95). Subjektif testle ilgili olarak her hâlükârda aksine kanıt bulunmadıkça bir hâkimin kişisel tarafsızlığının olduğu varsayılmaktadır. Objektif test bakımından ise yargıcın kişisel tutumundan farklı olarak kendisinin tarafsızlığı hakkında kuşku uyandıracak belirli olguların olup olmadığı tespit edilmelidir. Bu noktada objektif tarafsızlığın belirlenmesinde hâkimin tarafsızlığına ilişkin herhangi bir meşru kaygıyı, korkuyu bertaraf edecek yeterli güvence sunulup sunulmadığı önemlidir. AİHM içtihatlarında tarafsızlık konusunda görünüşün dahi önem taşıyabileceği, bir başka deyişle adaletin sadece yerine getirilmesi değil ama aynı zamanda yerine getirildiğinin görülmesi ve böylece demokratik toplumda mahkemelerin hak arayanlara güven vermesi gerektiği vurgulanmaktadır (Micallef/Malta, §§ 94, 97, 98). Bu çerçevede hakkında tarafsız olmadığından kaygı duymak için haklı bir sebep bulunan bir hâkim, davadan çekilmelidir. Bu durum, belirli bir davada bir yargıcın tarafsız olmadığından kaygılanmak için haklı bir sebebin bulunup bulunmadığına karar verilirken sanığın bakış açısının önemli olduğunu fakat belirleyici olmadığını ihsas etmektedir. Belirleyici olan şey, bu kaygının objektif olarak haklı görülüp görülemeyeceğidir. Bu ise her olayın kendi şartlarına bağlıdır (Hauschildt/Danimarka, B. No: 10486/83, 24/5/1989, §§ 47-49). Bu bağlamda bir hâkimin yargılamadan önce aynı hususta daha önce karar vermiş olması, tarafsızlığıyla ilgili olarak ortaya çıkan şüpheleri haklı göstermez (Ökten/Türkiye (k.k.), B. No: 22347/07, 3/11/2011), önemli olan yargılama yapılmadan önce bu hâkimin aldığı tedbirlerin kapsamıdır. Dahası bir hâkimin dava dosyasını derinlemesine bilmesi, davanın esası hakkında karar verirken tarafsız olarak değerlendirme yapmasını engelleyen bir ön yargının bulunduğu anlamına gelmez. Sonuç olarak mevcut ilk verilerin değerlendirilmesi, nihai değerlendirme hakkında ön yargı oluşturmaz (Morel/Fransa, B. No: 34130/96, 6/6/2000, § 45). AİHM; Fazlı Aslaner/Türkiye (B. No: 36073/04, 4/3/2014) başvurusunda, temyiz incelemesi yapan Danıştay Dairesi üyelerinin ilk derece mahkemesinin bu temyiz kararına uymayarak kararında ısrar etmesi üzerine dosyanın geldiği ve otuz bir üye ile toplanan Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna (İDDK) katılmalarının tarafsızlığa aykırı olduğu iddiasını incelemiştir. Temyiz incelemesinde görev alan üç üyenin davanın esası hakkında karar verilmesinde meşru olarak taraf olmuş gibi görünebileceklerine değinen AİHM, bu durumun İDDK'nın tarafsızlığının somut olayda bozulduğunu değerlendirmek için tek başına yeterli olmadığını belirtmiştir (Fazlı Aslaner/Türkiye, § 36). AİHM; bu tür durumlarda üyelerin sergiledikleri tutumları ve kararın verilmesindeki rolleriyle ilgili olarak söz konusu üyelerin sayıları yanında diğer unsurları da gözönünde bulundurmak gerektiğine, bu bağlamda kararların oyçokluğu ile alındığı, kurul hâlinde yargılama yapan mahkemelerde görevli hâkimlerin sayılarının azlığını dikkate alarak benzer şikâyetleri daha önce reddettiğine dikkat çekmiştir. Diğer taraftan AİHM, hem kurula katılan ilgili hâkimlerin yüksek sayıda olmasını hem de bu hâkimler tarafından icra edilen başkanlık veya raportörlük görevlerini dikkate alarak tarafsız bir mahkemece yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna vardığını da hatırlatmıştır (Fazlı Aslaner/Türkiye, §§ 37-39). AİHM, bu belirlemelerden sonra ilgili hâkimlerin sayısının veya oranının belirleyici olmadığı ve sayı ile ilgili değerlendirmelerin söz konusu sorunun incelenmesi üzerinde bir etkisinin bulunmadığı kanaatine varmıştır (Fazlı Aslaner/Türkiye, § 40). AİHM burada yeni bir kıstas ortaya koymuş olup bu kıstasa göre tarafsızlıkla ilgili belirleyici olan husus, ilgili hâkimlerin oranı veya sayısı değil bu hâkimlerin kurula katılmalarını mutlak gerekli kılan önemli bir gerekçenin bulunup bulunmadığıdır. AİHM, ayrıca anılan üç üye arasında yer alan T.Ç.nin Danıştay başkan vekili sıfatıyla İDDK'ya başkanlık yaptığını, bu bağlamda görüşmeler sırasında tartışmaları yönettiğini ve bu durumun tarafsızlık görünümünü etkileyen ek bir durum oluşturduğunu gözlemlediğini belirterek anılan iki unsurun başvurucunun İDDK'nın tarafsızlığıyla ilgili endişelerini haklı gösterdiği sonucuna varmış; başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Fazlı Aslaner/Türkiye, §§ 41, 42). Öte yandan AİHM aynı başvuruda, temyiz incelemesi yapan üyelerin karar düzeltme talebini inceleyen heyette yer almalarına ilişkin şikâyeti de incelemiş ve önceki kararlarında (Feryadi Şahin/Türkiye, B. No: 33279/05, 13/9/2011; Arslan/Türkiye (k.k.), B. No: 39080/97, 21/9/1999; Yıldırım/Türkiye (k.k.), B. No: 4300/05, 6/1/2009; Kum/Türkiye (k.k.) B. No: 28556/11, 10/1/2012) benzer şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun bularak reddettiğini hatırlatmıştır. Bu bağlamda AİHM karar düzeltme talebinin sınırlı iddialarla incelendiğini, konunun esası incelenmeksizin reddedildiğinde incelenen konunun ihtilaflı kararda incelenen konudan farklı olması nedeniyle davanın esası hakkında bir tutum gibi değerlendirilemeyeceğini ifade ederek anılan şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (Fazlı Aslaner/Türkiye, § 46). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15118 | Başvuru, idare tarafından tutukluya verilen disiplin cezasına karşı yapılan şikâyeti reddeden hâkimin bu karara vaki itirazı inceleyen mahkemenin heyetinde de görev alması nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aynı maddi olaya ilişkin açılan davaların ilgili ve yeterli bir gerekçe gösterilmeden farklı şekilde sonuçlandırılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, THY DO&CO İkram Hizmetleri A.Ş.de (Şirket) 19/6/2002 tarihinden 31/10/2011 tarihinde kadar işçi statüsünde aşçı-pastacı olarak çalışmakta iken iş akdi işveren tarafından 1/11/2011 tarihinde feshedilmiştir. Fesih bildirim yazısında, işverenin iş ortağı ve ana müşterisi Türk Hava Yolları tarafından Adana, Antalya, Bodrum, Dalaman, İzmir ve Trabzon ünitelerinden hâlihazırda yapılan ikram yüklemelerinin kaldırılması ve bunun yerine İstanbul ünitesinden gidiş dönüş yükleme yapılması talebinin ciddi tasarruf tedbirleri alınması zorunluluğu doğurduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda İzmir ünitesi için talep edilen ikram işlerinin önemli miktarda azalması nedeniyle iş gücü fazlalığının ortaya çıktığı, başvurucunun çalıştığı pozisyona ihtiyacın kalmadığı ve başvurucunun da İstanbul ünitesinde görev almak isteğine ilişkin herhangi bir başvurusunun bulunmadığı gerekçesiyle kıdem ve ihbar tazminatları ödenmek suretiyle iş sözleşmesinin feshedildiği bildirilmiştir. Başvurucu, Şirket aleyhine İzmir İş Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada feshin geçerli sebebe dayanmadığını ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Yargılama sürecinde tarafların tanıkları dinlenmiş ve Mahkemenin 6/6/2012 tarihli kararı ile "işletmesel karar ve buna bağlı olarak istihdamı azaltma konusunda objektif ölçütlerle denetime elverişli bir karar alınıp, keyfilikten uzak tutarlı biçimde uygulanmadığı gibi; işine son verilecek çalışanların belirlenmesi konusunda da nesnel ve tutarlı ölçütler belirlenip ortaya konulmaksızın fesih işlemi gerçekleştirilmiş olduğu..." gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar verilmiştir. Davalının temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 16/10/2012 tarihli kararıyla hükmün bozulmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, ilgili kurumlardan kayıtlar getirilip uzman bilirkişilerce inceleme yaptırılarak fesih bildiriminde sözü edilen işverenin iş ortağı ve ana müşterisi Türk Hava Yolları tarafından Adana, Antalya, Bodrum, Dalaman, İzmir ve Trabzon üniteleri yerine İstanbul ünitesinden gidiş dönüş yükleme yapılması talebinin gerçek olup olmadığı ve bu nedenle ortaya çıkan istihdam fazlalığı sonucu başvurucunun çalıştığı bölümün lağvedilip edilmediği, işçinin kıdem ve niteliklerine göre eşdeğer bir başka iş teklif edilerek değerlendirilme olanağı bulunup bulunmadığı ayrıca fesihten sonra başvurucu ile aynı niteliği taşıyan işçi alınıp alınmadığı tespit edilerek delillerin yeniden değerlendirmesi ve sonuca göre bir karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme 23/1/2013 tarihli kararı ile bozma kararına uymayarak ilk kararında direnmiştir. Direnme kararı gerekçesinde, taraf tanıklarının beyanları değerlendirilerek başvurucu ile birlikte işten çıkarılan işçilerin bir kısmının daha düşük ücretle işe alınması ve başvurucu dâhil bir kısım işçilere daha düşük ücretle sezonluk çalışma önerilmesi karşısında, istihdamı azaltma konusunda objektif ölçülerle denetime elverişli işletmesel bir karar alınmadığı vurgulanmıştır. Diğer yandan feshin geçerli nedene dayandığını kanıtlama yükümlülüğü altında olan işverenin delil bildirmediği bir durumda irdelenecek davalı delili yokken davalı yönünden somut delil tartışması yapmaya olanak da bulunmadığı belirtilerek işveren tarafından gerçekleştirilen feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar verilmiştir. Davalı işverenin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/2/2014 tarihli kararıyla Dairenin bozma kararının kesin olduğu ve direnme yolunun kapalı bulunduğu gerekçesiyle direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı uyarınca yapılan yargılamada bilirkişiden rapor alınmış ve Mahkeme 9/9/2014 tarihli kararı ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, ilgili kurumlardan alınan bilgiler ile davalı işverence sunulan kayıtlar da dikkate alınarak düzenlenen 10/7/2014 tarihli bilirkişi kurulu raporuna göre fesih bildiriminde sözü edilen Adana, Antalya, Bodrum, Dalaman, İzmir ve Trabzon ünitelerinde faaliyetin devam ettiği, büyük ölçüde fesihlerin gerçekleştiği Ekim-Aralık döneminde anılan ünitelere (Antalya hariç) az sayıda da olsa yeni işçiler alındığının tespit olunduğu belirtilmiştir. Diğer yandan davalı işveren ile başvurucunun da üyesi olduğu sendika arasında imzalanan Toplu İş Sözleşmesi'ne göre toplu işçi çıkarmak istenildiğinde bunun en az otuz gün önceden bir yazı ile ilgili sendikaya bildirilmesi gerektiği hâlde davalı işverence yapılmış toplu işçi çıkarma bildiriminin olmadığı vurgulanmıştır. Bilirkişi Heyeti raporunda belirtilen bu tespitler, bozma kararı doğrultusunda yapılan araştırma sonucunda elde edilen bilgi ve belgeler, Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına göre söz konusu ünitelerde işçilerin işe giriş ve işten çıkış durumları ile taraf tanıklarının beyanları değerlendirilmiş ayrıca aynı konumdaki işçiler tarafından açılan davalar nedeniyle verilen Yargıtay kararları da dikkate alınarak ilk karardaki gerekçeler ışığında davanın kabulüne karar verildiği açıklanmıştır. Davalı işverenin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/11/2014 tarihli kararıyla hüküm bozularak ortadan kaldırılmış ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, davalı işverenin fesih bildiriminde belirttiği hususları 20/10/2011 tarihinde işyerindeki tüm çalışanlarına bildirmesi üzerine bir kısım işçilerin İstanbul ünitesinde çalışmayı kabul ederek yeni ünitelerinde işe başladıkları ancak başvurucunun yapılan bu iş teklifine karşı başvuruda bulunmadığı vurgulanmıştır. Bu kapsamda işverenin; işletmesel bir karar aldığını, bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiğini ve tutarlı şekilde uyguladığını ve feshe son çare olarak başvurduğunu ispatladığından feshin geçerli sebebe dayandığı ifade edilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 22/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 20/1/2015 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi başvuru konusu olaya benzer başvurulara ilişkin kararlarında ilgili iş ve yargılama usulüne dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Bayram Özkaptanoğlu [GK], B. No: 2013/1015, 8/4/2015, §§ 16-24; İlknur Yılmaz ve diğerleri, B. No: 2013/2651, 24/2/2016, §§ 14-22; Arzu Aydın Margi, B. No: 2014/10007, 18/5/2016, §§ 16-24). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1699 | Başvuru, aynı maddi olaya ilişkin açılan davaların ilgili ve yeterli bir gerekçe gösterilmeden farklı şekilde sonuçlandırılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın sonucuna etkili iddiaların mahkeme ve temyiz merciince karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (İdare) Hukuk Müşavirliğinde genel idare hizmetleri sınıfına tabi memur olarak görev yapmaktadır. 18/4/1999 tarihli ve 23670 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelik'in maddesinin ikinci fıkrasının (ı) bendinde yapılan değişiklik uyarınca avukat pozisyonlarından hukuk müşaviri kadrosuna geçiş için sınav şartının kaldırıldığını belirterek hukuk fakültesi mezunu olduğunu ve avukatlık ruhsatnamesi bulunduğunu ileri sürüp hukuk müşaviri olarak atanma istemiyle idareye başvuruda bulunmuştur. İdarenin talebini reddetmesi üzerine başvurucu 27/11/2013 tarihinde iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 31/10/2014 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde; 657 sayılı Kanuna tabi kurumlarda çalıştırılan memurların sınıfları gösterilmiş, bunlar içerisinde, "Genel İdare Hizmetleri Sınıfı" ile "Avukatlık Hizmetleri Sınıfına" da yer verilmiş, 657 sayılı Kanunun kapsamına dahil kurumlarda yönetim, icra, büro ve benzeri hizmetleri gören ve bu Kanunla tespit edilen diğer sınıflara girmeyen memurların Genel İdare Hizmetleri sınıfını teşkil edeceği, avukatlık hizmetleri sınıfının ise, özel kanunlarına göre avukatlık ruhsatına sahip, baroya kayıtlı ve kurumlarını yargı mercilerinde temsil yetkisini haiz olan memurları kapsayacağı hüküm altına alınmıştır.Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmeliğin maddesinin ikinci fıkrasının (ı) bendine yer alan, avukat kadro veya pozisyonlarından hukuk müşaviri kadro veya pozisyonlarına yapılacak atamalarda bu Yönetmelik hükümlerinin uygulanmayacağına ilişkin düzenlemenin, 657 sayılı Kanunun maddesinde belirtilen Avukatlık hizmetleri sınıfında görev yapan memurlara ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.Bu durumda, davacının genel idare hizmetleri sınıfında memur olarak görev yapması, her ne kadar avukatlık ruhsatnamesine sahip ise de, avukatlık hizmetleri sınıfında görev yapmaması sebebiyle, Yönetmeliğin maddesinin ikinci fıkrasının (ı) bendinde yapılan değişiklik uyarınca, hukuk müşaviri kadrosuna atanması istemiyle yapılan başvurunun reddine yönelik dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." Başvurucunun temyiz talebi, Danıştay İkinci Dairesinin 20/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Danıştay Dairesi tarafından 21/6/2018 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar başvurucuya 20/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24514 | Başvuru, davanın sonucuna etkili iddiaların mahkeme ve temyiz merciince karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, tutuklamanın hukuka aykırı olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın özel yetkili mahkemede devam etmesi nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, siyasi parti faaliyetleri ve legaleylemler nedeniyle tutuklama kararı verilmesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği şüphesiyle 5/10/2011 tarihinde gözaltına alınmış; 6/10/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/105 sayılı dava dosyasında tutuklu bulunan başvurucu, 27/5/2014 tarihli duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere tahliyesini talep etmiş ancak talebi aynı duruşmada reddedilmiştir. Başvurucu, Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2014 tarihli ret kararına itiraz etmiş ancak itirazı Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 11/6/2014 tarihli ve 2014/480 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 13/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 18/7/2014 tarihli duruşmada tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava İlk Derece Mahkemesinde derdesttir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11179 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutuklamanın hukuka aykırı olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın özel yetkili mahkemede devam etmesi nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, siyasi parti faaliyetleri ve legal eylemler nedeniyle tutuklama kararı verilmesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, adil yargılanma hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvurucu 3/4/2009 tarihinde gözaltına alınmış; hakkında Isparta Cumhuriyet Başsavcılığının 10/6/2009 tarihli iddianamesi ile cinsel saldırı, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, tehdit ve hakaret suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 8/2/2011 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçlardan hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"Duruşmalar sürecini yansıtan zabıtları içeren tüm dosya kapsamı hükme esas delillerden olup, bu deliller ışığında değerlendirme yapılmak gerektiğinde,Sanık ve katılan'ın Süleyman Demirel Üniversitesi Sütçüler Hasan Gürbüz Meslek Yüksek Okulunda öğrenci oldukları birbirleriyle arkadaşlık kurdukları, sanığın aşırı kıskançlığı ve katılanın özel hayatına giyim kuşamına müdahelesi nedeniyle katılanın arkadaşlığını bitirmek istediği, ancak sanığınÜlkü ocakları başkanı yardımcısı olduğunu ileri sürerek katılanı korkutmaya çalıştığı, 2009 yılı Mart ayı sonlarında katılana gelen bir havaleyi almak üzere katılanın yanlız başına PTT'ye gitmesi akabinde geç kalması nedeniyle sanığın kıskançlık göstererek kendisini arayıp sebebini sorduğu katılanın ise izah ettiği, katılanın mezarlık yanından geçtiği sırada sanığın bir otomobil ile gelerek katılanı bağırıp çağırmak suretiyle ve kolunu da burkarak kaldığı öğrenci evine götürdüğü, burada ellerini de bağladığı,sanığın cinsel organını katılanın cinsel organına sürterek 'az kaldı istersem sana sahip olabilirim bunu sen istedin, seni T.U. yapacağım' diyerek tehdit ettiği, katılanınanüsüne cinsel organını sokmaya teşebbüs ettiği, katılanın yalvarması ve ağlama krizine girmesi nedeniyleiplerini çözüp saat 23:30 sıralarında serbest bıraktığı,kaldığı yurda götürüp ayrıldığı ayrıcakatılana bütün bu olayları başka birisine anlatmaması aksi takdirde kendisini mahvedeceğini, sevdiklerini ve ailesini göremeyeceğini söyleyerek tehdit ettiği, olay sonrasında katılanın telefonundan defalarca aradığı, katılanın da konuşmaları kaydettiği, bir konuşmasında 'seniyedi sülalenin ecdadını ben sinkaf edeyim, senin yaptığın şeyin ne kadar mantıksız öküzce olduğunu yüzüne söyleyeceğim' diyerek hakaret ettiği bu şekildeAdli Tıp Kurumu Başkanlığının 25/6/2010 tarihli raporuyla dakatılanın maruz kaldığı cinsel saldırı eylemi nedeniyle ruh sağlığının bozulduğunun bildirildiği görülmekle sanığın aşağıdaki şekilde cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir." Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 5/5/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu 14/6/2014 tarihinde yakalanmış ve ceza infaz kurumuna sevk edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11329 | Başvuru, adil yargılanma hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucu tarafından yapılan 2014/17233 ve 2014/17236 numaralı başvurular, aralarında kişi yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş, incelemeye 2014/17233 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 24/5/1988 tarihinde el atmanın önlenmesi talebiyle dava açılmıştır. Derik Asliye Hukuk Mahkemesi 28/5/1991 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 9/12/1991 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 26/7/1994 tarihli karar ile davanın dinlenilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Karar, Dairenin 15/12/1994 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.1995/14 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 2/12/2014 tarihli karar ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Davacının temyiz talebi üzerine dava dosyası Yargıtaya gönderilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu aleyhine 26/9/1988 tarihinde haksız işgal nedeniyle maddi tazminat davası açılmıştır. Derik Asliye Hukuk Mahkemesi 26/7/1994 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/2/1995 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.1995/55 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 10/11/1998 tarihli karar ile E.1995/55 sayılı dava dosyasının Mahkemenin E.1995/14 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamaya E.1995/14 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. Mahkemece 12/5/2003 tarihli duruşmada daha önce E.1995/14 sayılı dava dosyası ile birleştirilen E.1995/55 sayılı dava dosyasının tefrikine karar verilmiştir. Tefrik kararı üzerine Mahkemenin E.2003/53 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17233 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32820 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aleyhine açılan davada koşulları bulunmadığı hâlde davacının cinsiyeti esas alınarak tazminata karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile R.E. 2007 yılında resmî nikah olmadan birlikte yaşamaya başlamış, bu birliktelikten 2008 doğumluS. ve 2009 doğumlu N. adlı iki çocukları dünyaya gelmiştir. R.E. 27/12/2012 tarihli dilekçesinde; birtakım vaatlerde bulunması sebebiyle başvurucuyla gayriresmî olarak evlendiklerini, çocuk sahibi olmalarına rağmen resmî nikah yapmaya yanaşmaması ve kendisine yönelik kötü davranışlarda bulunması nedeniyle çocuklarını da alarak müşterek evden ayrılmak zorunda kaldığını belirterek 000 TL manevi tazminat talebiyle dava açmıştır. Mazıdağı Asliye Hukuk Mahkemesi yapmış olduğu yargılama sonunda 19/12/2012 tarihli kararla başvurucunun evlenme vaadiyle davacıyı birlikte yaşamaya ikna ettiği, bu birliktelikten iki çocuğun dünyaya geldiği, bu çocukları nüfusuna kaydettirmek için herhangi bir çaba göstermediği gibi hakaret ve şiddet içeren davranışlarıyla davacıyı evden ayrılmaya zorladığını kabul etmiştir. Mahkeme sabit gördüğü bu eylemlerinbir bütün olarak ahlaka aykırı fiil niteliğinde olduğu gerekçesiyle başvurucu aleyhine 000 TL manevi tazminata karar vermiştir. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 3/3/2014 tarihli kararla tarafların kusur durumları, davalının gayriresmî evlenme tarihindeki yaşı, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile olayın gelişim süreci nazara alındığında davacı yararına hüküm altına alınan manevi tazminat miktarının fazla olduğuna işaret ederek ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. İlk derece mahkemesi bozma kararına uymuş ve 18/6/2014 tarihinde önceki karardaki gerekçeyi tekrar ederek başvurucu aleyhine 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/12/2014 tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuya 6/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 4/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır." 4721 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.'' 4721 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Nişanın bozulması yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir. '' 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Ayrımcılık yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, benzer durumdaki kişilere nesnel ve makul bir gerekçe olmaksızın faklı muamelede bulunulmasını ayırımcılık olarak kabul etmektedir (Zarb Adami/Malta, B. No: 17209/02, 20/6/2006, § 71; Burden/İngiltere [BD], B. No: 13378/05, 29/4/ 2008, § 60). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2089 | Başvuru, aleyhine açılan davada koşulları bulunmadığı hâlde davacının cinsiyeti esas alınarak tazminata karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular tarafından istinaf yasa yoluna başvurulmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdare Dava Dairesi tarafından istinaf talebinin reddine karar verilmesi sonucunda hüküm kesinleşmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27308 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, haksız olarak gözaltı tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasında hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu polis memuru olarak görev yapmakta iken bir tanıdığı, kardeşine kumpas kurulduğunu söyleyerek başvurucudan yardım istemiştir. Başvurucunun konuyla ilgili olarak polis birimlerinden bilgi sorması nedeniyle hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından görevi kötüye kullanma suçundan soruşturma başlatılmış, bu kapsamda başvurucu 3/6/2016 tarihinde gözaltına alınmış ve bir gün süreyle gözaltında tutulmuştur. Soruşturma sonucunda Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 15/6/2016 tarihinde soruşturmaya konu suç bakımından başvurucu hakkında dava açılmasını gerektiren bir delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu 26/7/2016 tarihli dilekçesiyle haksız gözaltı nedeniyle Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; tanığı olduğu bir olayla ilgili olarak şüpheli sıfatıyla gözaltına alındığını, soruşturmanın sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, ayrıca bu olay nedeniyle bir süre görevinden uzaklaştırıldığını, bu haksız gözaltı nedeniyle manevi olarak zarar gördüğünü belirterek 000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Başvurucu daha sonra Mahkemeye sunduğu bir dilekçede ise görevden uzaklaştırıldığı süreçte maaşının bir kısmından yoksun kaldığını dile getirerek bu zararına karşılık 000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme yargılama sonunda 8/2/2017 tarihinde maddi tazminata yönelik talebin reddine, manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulü ile başvurucuya 100 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararda, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği için başvurucunun tazminat isteme hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu; olayda sadece tanık olarak bulunması gerekirken gözaltına alınıp ertesi gün serbest bırakıldığını, bu süreçte görevinden uzaklaştırılmasının, üzüntüsünü artırdığını ve ayrıca gelirinde azalmaya sebebiyet verdiğini, hükmedilen tazminatın yetersiz olduğunu ifade etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 13/4/2017 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, kararı 5/7/2018 tarihinde öğrendiğini bildirmiş ve 6/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21080 | Başvuru, haksız olarak gözaltı tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasında hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yükümlülük süresini tamamlayarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden istifa eden pilotun 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında görevine geri çağrılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Olağanüstü Hal Sürecinde Uygulanan Tedbirler Ülkemizin 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmasına ilişkin süreç, Millî Güvenlik Kurulu kararları, darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) süreci ve bu süreçte uygulanan tedbirler Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında detaylı şekilde yer almaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-66; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10; ayrıca bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararı). OHAL sürecinde genel ve soyut normlar ihdas edilerek alınan tedbirlerin yanı sıra kişiler hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler tesis edilmiştir. Örneğin 25/8/2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (694 sayılı OHAL KHK'sı) maddesiyle, Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayrılan pilot subayların uçuş için gerekli şartları sağlamaları ve haklarında yaptırılacak güvenlik soruşturmalarının olumlu olması kaydıyla ihtiyaç duyulan hava aracı tiplerinde on sekiz yıllık yükümlülük süresini tamamlamaları için yeniden subay nasbedileceklerine yönelik bir kural getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS, Sözleşme); Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50).B. Yeniden Pilot Subay Olarak Nasbedilmeye İlişkin Süreç Başvurucu, TSK bünyesinde pilot subay olarak görev yapmış ve zorunlu yükümlülük süresini doldurmasının akabinde 2013 yılında istifa ederek görevinden ayrılmıştır. 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde kabul edilen 694 sayılı OHAL KHK'sının maddesiyle 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'na eklenen ek geçici madde ile TSK'dan ayrılan pilot subayların yükümlülük süreleri on sekiz yıla çıkarılmış ve bu kapsamdaki pilotlar kamu görevlerine geri çağrılmıştır. 25/8/2017 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren söz konusu OHAL düzenlemesi 1/2/2018 tarihli ve 7078 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesiyle kabul edilmiştir. Başvurucu, pilotaj muayenesi ve fizyolojik eğitim sürecinin başlatılması amacıyla 6/10/2017 tarihinde gönderilen çağrı yazısıyla muayeneye davet edilmiştir. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığına hitaben yazdığı 13/10/2017 tarihli yazıda, idari işlemlerin geriye yürümeyeceğini ve kazanılmış haklarının korunması gerektiğini ifade etmiştir. Öte yandan başvurucu çağrıya uyarak 1/11/2017 tarihinde pilotaj muayenesine iştirak etmiştir. Başvurucu, söz konusu zorunlu çağrı işleminin iptal edilmesi talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 27/12/2017 tarihinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde; 2012 yılında yapılan yasal değişikliklerle pilotlar için pilotaj eğitim sürelerinin iki katı süreyle hizmet zorunluluğu getirildiğini, dolayısıyla pilotların on üçüncü hizmet yılında görevlerinden ayrılabilmelerine imkân sağlandığını, kendisinin on dört buçuk yıl pilot subay olarak görev yaptığını, zorunlu yükümlülük süresini artıran ve geriye dönük şekilde uygulanan yeni düzenlemenin sivil havacılıkta devam eden mesleki kariyerini, aile düzenini ve beklentilerini olumsuz şekilde etkileyeceğini ifade etmiştir. Yaşam standartlarının düşeceğini, ödemesi gereken kredi taksitlerini ödeyememe ve icra tehdidiyle karşı karşıya kalacağını, yurt savunması ve TSK'nın gereksinim duyması durumunda isteyerek geri dönebileceğini ancak mevcut uygulamanın hukuki olmadığını iddia etmiştir. Geçmişte zorunlu hizmet süresini tamamlayarak istifa ettiğini, bu anlamda elde ettiği hukuki durumun kazanılmış hak teşkil ettiğini, geriye dönük şekilde uygulanan kanuni düzenleme nedeniyle hukuki güvenlik ilkesinin zedelendiğini ileri sürmüştür. Mahkeme, başvurucunun on sekiz yıllık zorunlu hizmet süresini tamamlamak üzere yeniden pilot subaylık görevine çağrılmasına ilişkin dava konusu işlemde mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 4/10/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda; başvurucunun uçuş için gerekli sağlık şartlarını taşıdığının Etimesgut Şehit Sait Ertürk Devlet Hastanesinin sağlık kurulu raporuyla tespit edildiği ve güvenlik soruşturmasının olumlu değerlendirildiği belirtilerek tesis edilen işlemin mevzuattaki koşullara uygun olduğu ifade edilmiştir. İstinaf başvurusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 9/5/2019 tarihli kararıyla kesin şekilde reddedilmiştir. Nihai karar 5/7/2019 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. 694 sayılı OHAL KHK'sının maddesiyle 926 sayılı Kanun'a eklenen ek geçici maddenin birinci fıkrası şöyledir: "22/5/2012 tarihli ve 6318 sayılı Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 112 nci maddenin birinci fıkrası ve 113 üncü maddenin birinci fıkrasının (d) bendinde yapılan değişiklikten sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılan pilot subaylar, uçuş için gerekli şartları sağlamaları ve haklarında yaptırılacak güvenlik soruşturmalarının olumlu olması kaydıyla ihtiyaç duyulan hava aracı tiplerinde ilgili Kuvvet Komutanının teklifi ve Millî Savunma Bakanının onayı ile 18 yıllık yükümlülük süresini tamamlamaları için yeniden subay nasbedilir. Bunların emsallerinin bulunduğu rütbelere terfi işlemleri, 38 inci maddede belirtilen rütbe terfi şartları ve esasları, aranmaksızın derhal yapılarak nasıpları emsalleri tarihine götürülür. Atanan pilot subayların dışarıda geçirdikleri süreler rütbe bekleme süresinden, uçuş süreleri ise uçuş hizmet süresinden sayılır." 694 sayılı OHAL KHK'sının maddesi, 7078 sayılı Kanun'un maddesi ile kabul edilmiştir. 926 sayılı Kanun'un ek geçici maddesinin 21/2/2019 tarihli ve 7166 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle değiştirilen birinci fıkrası şöyledir:"Bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihten önce tabi oldukları yükümlülük sürelerini tamamlayarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılan pilot subaylar, uçuş için gerekli şartları sağlamaları ve haklarında yaptırılacak güvenlik soruşturmalarının olumlu olması kaydıyla ihtiyaç duyulan hava aracı tiplerinde ilgili Kuvvet Komutanının teklifi ve Milli Savunma Bakanının onayı ile halihazırda 113 üncü maddenin birinci fıkrasının (d) bendinde pilotlar için belirlenen yükümlülük süresini tamamlamaları için yeniden subay nasbedilirler. Bunların emsallerinin bulunduğu rütbelere terfi işlemleri, 38 inci maddede belirtilen rütbe terfi şartları ve esasları aranmaksızın derhal yapılarak nasıpları emsalleri tarihine götürülür. Atanan pilot subayların dışarıda geçirdikleri süreler rütbe bekleme süresinden, uçuş süreleri ise uçuş hizmet süresinden sayılır." 926 sayılı Kanun'un ek geçici maddesine 7078 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen ilgili kısmı şöyledir:"Pilot subaylara 2629 sayılı Kanun uyarınca ödenecek uçuş tazminatı, uçuş sürelerine bakılmaksızın 23 uçuş hizmet yılı esas alınarak belirlenir. 2629 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin (h) bendi uyarınca yapılacak toptan ödemede, hizmet yılı döneminin başlangıç tarihi olarak bu madde kapsamında göreve başlanılan tarih esas alınır. Bunlara, en az 120 saat uçuş yaptıkları her görev yılı için, 2629 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin (h) bendi uyarınca 80 saat üzerinden hesaplanacak toptan ödeme tutarında ilave tazminat, damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tabi tutulmaksızın her görev yılı sonunda ayrıca ödenir. Bu madde kapsamında yeniden subay nasbedilen pilotlara göreve başladıkları yıldan itibaren her hizmet yılının sonunda ödenecek toptan ödeme ve ilave tazminattan mahsup edilmek üzere her ay damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tabi tutulmaksızın 000 Türk Lirası tazminat ödenir. Bu tazminat ödemeleri, toptan ödeme ve ilave tazminatın yetersiz olması durumunda personelden tahsil edilir. Her bir yıllık görev süresini tamamlamayanlara, ilgili hizmet yılı için bu fıkra uyarınca toptan ödeme ve ilave tazminat ödenmez.Atanan pilot subaylardan ilgili yönetmeliğe göre sağlık yeteneklerini sonradan kaybedenlerin yükümlülükleri sona erer. Görevlendirildikleri hava aracı tipinde sağlık dışındaki nedenlerle uçuculuk niteliğini kaybedenler ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma cezasını gerektiren disiplinsizlik suçu işleyenlerin Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilir ve sivil pilot sertifikaları ilişik kesme tarihinden itibaren kalan yükümlülük süresi kadar iptal edilir. Bunlara, ilişiklerinin kesildiği tarihte ikinci fıkra uyarınca toptan ödeme yapılır.Malullük ve ölüm hali hariç olmak üzere yükümlülük süresini tamamlamadan Türk Silahlı Kuvvetle-rinden ayrılanlar, nasbedildikleri yeni rütbelerinin emeklilik de dahil olmak üzere hiçbir hakkından yararlanamazlar. Emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta iken bu madde kapsamında görevlendirilenlerin bu aylıkları kesilir. Aylıkları kesilenlerden hesaplanan yükümlülük süresince görev yapma şartını yerine getirmemiş olanların bu hizmet süreleri hizmet birleştirmesine konu edilmez ve başkaca bir şart aranmaksızın haklarında toptan ödeme hükümleri uygulanır. Aylıkları kesilenlerin sigortalılıklarının sona erdiği tarih yazılı istek tarihi kabul edilerek ilgili sosyal güvenlik mevzuatına göre aylıkları yeniden bağlanır. Bu maddenin uygulanması nedeniyle geçmişe yönelik olarak herhangi bir ödeme yapılmaz.Bu madde kapsamındakiler, göreve başladıkları tarihten itibaren yükümlülük süresince 41 inci maddenin birinci fıkrasının (c) bendi uyarınca Yüksek Askeri Şûra tarafından belirlenecek hizmet kadrosu fazlası albay miktarı kapsamında değerlendirilmezler.Hizmet süresini tamamlayanlardan talepleri uygun görülenler, bu madde kapsamındaki hakları korunmak suretiyle muvazzaf subay olarak görevlerine devam edebilirler.Ek geçici 92 nci madde kapsamında subaylığa nasbedilen ve bu madde kapsamında uygulama yapılan hava aracı tiplerinde görevli pilotlar, şartları sağlamaları halinde, müracaat tarihinden itibaren dört yıl zorunlu hizmet şartıyla bu madde kapsamına alınırlar. Bunlara hak ettikleri toptan ödeme müracaat tarihi esas alınarak ödenir.Seçim sürecine dahil edilerek buna ilişkin çağrı emrinin tebliğinden itibaren onbeş gün içerisinde çağrı emrine uymayanlar ile subaylığa nasıplarını müteakip nasıp kararının tebliğinden itibaren onbeş gün içerisinde atandıkları birliklere katılış yapmayanların sivil pilot sertifikaları yükümlülük süresince iptal edilir.Subay nasbedilen pilotların çalıştıkları firmalarla yaptıkları iş sözleşmeleri Türk Silahlı Kuvvetlerin-de görev yaptıkları sürece askıya alınır. Görev süreleri sona erenler, görev öncesi çalıştıkları firmalar tarafın-dan sicil ve kıdemleri devam edecek şekilde aynı statüde yeniden istihdam edilir. ..." 926 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinin ilgili kısmı şöyledir:"Pilotaj eğitimini (pilot adaylarına verilen uçuş eğitimi) bitirenlerin yükümlülük süresi altı yıl ... daha uzatılır." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25121 | Başvuru, yükümlülük süresini tamamlayarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden istifa eden pilotun 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında görevine geri çağrılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucunun; somut delil olmaksızın mahkûm edilmesi, kendisi için ayrı bir avukat atanmaması, gerekçeli kararın geç tebliğ edilmesi ve sadece İran uyruklu sanıkların örgüt kapsamında değerlendirilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 31/7/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 29/11/2013 tarihli ve E.2012/123, K.2013/69 sayılı kararıyla, başvurucunun da aralarında bulunduğu İran nüfusuna kayıtlı beş sanığın suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçundan ve başvurucu ile birlikte dört sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan cezalandırılmasına hükmetmiştir. Mahkeme, Türk vatandaşı olan ve aynı dosyada yargılanan dokuz sanığın suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçundan beraatine karar vermiş fakat aynı kişileri uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan mahkûm etmiştir. İran doğumlu iki sanık hakkındaki dosya ise ifadelerinin alınamaması nedeniyle tefrik edilmiştir. Başvurucu 2/12/2013 tarihinde, kararı temyiz ettiğine ilişkin bir dilekçeyi İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine sunmuştur. Dava, daha sonra İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/1 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Gerekçeli karar, başvurucuya tebliğ edilmesi için 16/6/2014 tarihinde ceza infaz kurumuna gönderilmiştir. İlk derece mahkemesinin kararının temyiz incelemesi, hâlen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı aşamasında devam etmektedir. Başvurucu 31/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Esas hakkında inceleme” kenar başlıklı maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:“(7) Bireysel başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır.” Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) “Bireysel başvuru harcı ve adlî yardım” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2) Adlî yardım talepleri, genel hükümlere göre başvuruların kabul edilebilirliği hakkında karar verecek Bölüm veya Komisyonlar tarafından hükme bağlanır.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Adli yardımdan yararlanacak kişiler” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler.… (3) Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri ayrıca karşılıklılık şartına bağlıdır.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12633 | Başvuru, başvurucunun; somut delil olmaksızın mahkûm edilmesi, kendisi için ayrı bir avukat atanmaması, gerekçeli kararın geç tebliğ edilmesi ve sadece İran uyruklu sanıkların örgüt kapsamında değerlendirilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvuru, terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen operasyonlar sırasında ölüm olayı meydana gelmesi ve konuya ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Terör örgütüne yönelik operasyonlar sırasında 11/1/2016 tarihinde güvenlik güçlerine uzun namlulu silahlarla ateş edilmesi üzerine başlayan çatışma neticesinde bir şahıs etkisiz hâle getirilmiştir. Şahsın başvurucuların yakını N.K. olduğu anlaşılmıştır. N.K.nın cesedinde uzun namlulu bir silah, üç şarjör, iki el bombası, hücum yeleği, askerî alt kamuflaj pantolon, palaska ve şahsi eşya bulunmuştur. Olaya ilişkin olarak yürütülen soruşturma neticesinde Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 15/4/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş; kararda N.K.nın güvenlik güçlerine karşı silahlı faaliyet gösterdiği esnada güvenlik güçlerince öldürüldüğü değerlendirmiştir. Karara, başvurucular vekili Av. Hüseyin Tül tarafından yapılan itiraz Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/5/2019 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı, adı geçen avukata elektronik tebliğ (e-tebliğ) suretiyle tebliğe çıkarılmış; tebligat 20/5/2019 tarihinde alıcı tarafından açılmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22569 | Başvuru, terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen operasyonlar sırasında ölüm olayı meydana gelmesi ve konuya ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 2003 yılında uğranılan bıçaklı saldırı sonucu gerçekleşen ölüm olayıyla ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi ve devam etmesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasınailişkindir. Başvuru Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla 16/12/2013 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 24/8/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 12/9/2003 tarihinde saat 00 sıralarında kendisine ait hayvan sürüsünü otlatmakta olan A.B., Şırnak-Cizre kara yolu Kızılsu mevkisinde bir erkek cesedi olduğunu fark etmiştir. Aynı gün saat 00 sıralarında Çavuşhan Mahallesi Muhtarı S.Ç.ye telefonla bilgi vermiş, S.Ç. saat 30'da Kumçatı Jandarma Karakol Komutanlığı görevlilerine olayı bildirmiştir. Jandarma Komutanlığı askerleri, Şırnak-Cizre kara yolunun kilometresinde, anayola 65 metre mesafede, anayoldan ayrılan Kızılsu tali yoluna ise 10 metre mesafede sırtüstü yatan söz konusu erkek cesedine saat 30 sıralarında ulaşmıştır. Bölgede yaşanan terör eylemleri nedeniyle ceset üzerinde uzaktan kumandalı bomba düzeneği olabileceği değerlendirilerek inceleme yapılmış; çevrede gerekli güvenlik önlemleri alındıktan sonra ancak gece saat 00 sıralarında Cumhuriyet savcısı olay yerine gelmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) ve Adli Tıp Kurumu tarafından ceset üzerinde ayrı ayrı yapılan incelemeler neticesinde maktulün boynunun vücudundan ayrılmayacak şekilde kesilmiş olduğu, vücudunun on yedi farklı bölgesinde bıçak yarası bulunduğu tespit edilmiştir. Cesedin üç dört gün açıkta beklediği, bileklerinden bağlandığı, ayaklarının çıplak olduğu ve yerde sürüklenmiş olduğu da diğer tespitler olarak kayıtlara geçmiştir. Maktulün cesedinin bulunduğu Kızılsumevkisinde anayol kenarında maktule ait çakmak, cep telefonu ve terlikler bulunmuştur. Ceset ise anayola daha uzak bir mesafede bulunmuştur. Olay yeri inceleme ekibi tarafından cesedin yanında faile ait olabileceği değerlendirilen bir adet ayak izi tespit edilmiştir. Olay yerine ait fotoğraflar çekilerek soruşturma dosyasına eklenmiştir. Maktulün üzerinden Reşat Yıldırım adına düzenlenmiş nüfus cüzdanı çıkmış, yakınları tarafından teşhis edilerek kimliği doğrulanmıştır. Maktulün cebinden 47 PE ... plakalı kamyona ait ruhsat ve sigorta poliçeleri çıkmasına rağmen olay yerinde araç ve anahtarına rastlanmamıştır.Maktul üzerinden çıkan cep telefonu ve bazı isimler ile telefon numaralarının yazılı olduğu bir kâğıt parçası incelenmek üzere muhafaza altına alınmıştır. Ayrıca maktulün cebinde “ne olur sevgilim bana doğruyu söyle” sözleriyle başlayan,“seni çok seviyorum çilili” sözleriyle biten bir mektup bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 12/9/2003 tarihinde 2003/900 sayılı soruşturma başlatılmıştır. Maktul üzerinde ölü muayenesi ve otopsi işlemleri yapılmıştır. Soruşturma işlemleri genel olarak kolluk tarafından yürütülmüştür. Jandarma Komutanlığı aracılığıyla tanıkların ifadeleri alınmış ve fezleke düzenlenerek Cumhuriyet Başsavcılığına sunulmuştur. Anılan fezlekede ailesinden maktule ait olduğu öğrenilen 0537 202 ... numaralı telefon ile en son 6/9/2003 günü saat 55’te 0536 833 ... numaralı telefon ile 45 saniye görüşme yapılmış olduğu, 0537 202 ... numaralı telefon hattının Reşit Yıldırım adına değil İsmail Çetin adına kayıtlı olduğu ve İstanbul'dan alındığının tespit edildiği ancak olay yerinde bulunan cep telefonu üzerinden çıkan telefon hattının P. adına kayıtlı 0537 721 ... numara olduğu, kartın 11/9/2013 günü Şırnak’ta “B… İletişim”den alındığı, bu numara ile hiç görüşme yapılmadığı, kamyonunu bırakıp kaçan eşkâlleri belli ancak kimlikleri tespit edilemeyen iki şahıs tarafından Reşit Yıldırım'ın öldürülmüş olabileceği, kaçan şahıslardan birinin P. isimli şahıs olabileceğinin, kamyonu bırakıp kaçan iki kişiyi gören ve kısmen eşkâl tarifi yapan R.Ç., H.T. ve Z.Ç.nin verdikleri ifadede samimi olmadıklarının, P. hakkında tespit edilen bilgilerden Reşit Yıldırım'ın ölümü ile ilgili bu şahsın da ilgisinin olabileceğinin kuvvetle muhtemel olduğunun değerlendirildiği ifade edilmiştir. Fezlekede yer verildiği üzere olay yerinde bulunan cep telefonunun içinden çıkan sim kartın maktule ait olmadığı anlaşılmıştır. Maktulün kullandığı sim kart bulunamamış, P. adına kayıtlı başka bir sim kart ele geçirilmiştir. İletişim şirketinden alınan kayıtlarda sim kart ile hiç görüşme yapılmadığı anlaşılınca bu konuda başka araştırma yapılmamıştır. Maktulün resmî olarak evli olmadığı ancak beş yıldır birlikte yaşadığı F.Ç. Jandarma Komutanlığına verdiği ifadesinde imam nikahlı eşi olarak bahsettiği maktulün başka bir kadınla ilişkisi olup olmadığını bilmediğini, maktulün son olarak 6/9/2003 tarihinde arkadaşı ve ortağı N.Ö., eşi E.Ö. ve S.Ö. ile birlikte iki gece evde konakladığını ve sonra bir daha kendisinden haber alamadığını belirtmiştir. F.Ç., kolluk görevlilerinin Reşat Yıldırım’ın evlerinde misafir olarak kalan arkadaşının eşi E.Ö. ile ilişkisi olup olmadığına yönelik ısrarcı sorusuna bir kez daha bilmediği yanıtını vermiştir. Tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere maktul, 2003 yılı Ağustos ayında satın aldığı ancak parasını ödemediği kamyonu ile Şırnak çevresindeki köyleri dolaşarak saman ticareti yapmaktadır. Oto komisyoncusu K., defalarca aramasına rağmen maktule ulaşamadığını ve alacağını hâlâ tahsil edemediğini belirtmektedir. Saman ticareti için gittiği köylerde bazı geceler kaldığı bilinen maktulün Dağdibi köyünde Iraklı evli iki kadınla ilişkisi olduğu iddia edilmektedir. Aynı zamanda başvurucu olan maktulün ağabeyi İ.Y.ye göre maktul ölümünden iki hafta önce Dağdibi köyünde üç gece kalmıştır. Ancakbahsi geçen kadınların kimler olduğu konusunda bilgi bulunmamaktadır. Maktulün iş seyahatlerinden birine katılaneşi F.Ç., maktulün ölümüyle ilgisi olabileceğini düşündüğü bir olayı şöyle aktarmaktadır: Pirinçli köyünde maktulün ortağı N.Ö.nün evinde iki gece konakladıktan sonra ayrılmak üzereyken yanına yaklaşan on beş yaşındaki F.Ö. “Senin kocan pistir, yaramaz, bozuktur, bir daha bu köye gelmesin.” demiştir. F.Ö. tanık olarak jandarmaya verdiği ifadesinde bu iddiayı reddetmiştir. Maktulün ölümünden önceki gün bu köyde bulunduğu bilinmektedir. Geçitboyu, maktulün zaman zaman gittiği köylerden bir diğeridir. Kesin olarak bilinmeyen bir tarihte maktul ve kardeşi İ.Y., Geçitboyu köyünden ismini bilmedikleri bir şahsa saman satmışlardır. Saman ücretini tahsil edemedikleri için aralarında münakaşa çıkmış, şahıs tarafından tehdit edilmişlerdir. Olayı köyün imamının gördüğü belirtilmekle birlikte tehdit eylemini gerçekleştirenlerin kim oldukları bilinmemektedir. Jandarma kayıtlarına göre maktul en son bu köyde görülmüştür. Maktulün öldürüldüğü değerlendirilen 10/9/2003 gecesi saat 00 sıralarında maktule ait kamyon kimliği belirsiz iki erkek şahıs tarafından Davutköy'e şüpheli bir şekilde bırakılmıştır. 17 ile 25 yaş arasında, birisi 65 metre diğeri 80 metre boylarında olduğu belirtilen şahıslar kamyonun mazotunun bittiğini belirterek aracı uygunsuz bir yere park ettikten sonra kaçarak köyü terk etmişlerdir. Bu kişilerin açık kimlikleri bilinmemektedir. Cumhuriyet Başsavcılığı, yapılan tüm araştırmalara rağmen faillerin kimliklerini tespit etme olanağının artık kalmadığı gerekçesiyle aldığı daimî arama kararını 30/4/2004 tarihinde Jandarma Komutanlığına bildirmiştir. Bu karar üzerine kolluk, üçer aylık sürelerle faillerin araştırılmaya devam edildiğini bildiren ancak ne şekilde araştırıldığının belirtilmediği bir yazıyı düzenli olarak Cumhuriyet Başsavcılığına göndermeye başlamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 15/1/2007 tarihinde, ilgili iletişim şirketinden “0537 202 ... numaralı hat ile 2003-2003 tarihleri arasında yapılan görüşmelerin IMEİ nosu ve yer bilgisinin gösterilerek gönderilmesi” talebinde bulunmuştur. 8/5/2009 tarihinde maktulün üzerinden çıkan sim kartın adına kayıtlı olduğu P. hakkındatutuklanmak üzere yakalama emri düzenlenmiştir. Kasım 2001 ila Nisan 2003 tarihleri arasında Şırnak'ta askerlik yapan P.nin kimlik fotokopisini telefon bayisine verdiği,bilgisi dışında adına hat çıkarıldığı anlaşılınca 3/4/2012 tarihinde yakalanarak kasten öldürme suçundan ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının almış olduğu daimî arama kararı geçerliliğini sürdürmektedir. Cumhuriyet Savcısı son olarak 9/10/2013 tarihinde Jandarma Komutanlığına, daimî arama kararında belirtilen üç aylık süre içinde yazısına cevap verilmediğini belirtmiştir. Soruşturma faili meçhul olarak devam etmektedir. Başvurucular 16/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bakanlığa yapılan bildirimde (bkz. § 5), Anayasa’nın maddesi uyarınca başvurucuların yaşam haklarının ihlal edilip edilmediği, bu kapsamda özellikle de aşağıda yer verilen hususlar hakkında görüş sunulması talep edilmiştir:“a. Maktulün cebinde bulunan mektubun kim tarafından veya kimin için yazıldığının araştırılıp araştırılmadığı b. Dağdibi Köyünde yaşadığı ve maktulle ilişkisi olduğu belirtilen Iraklı kadınlarla ilgili araştırma yapılıp yapılmadığı c. Pirinçli Köyünden F.Ö. isimli çocuğun maktul hakkında sarf ettiği sözlerin nedeninin araştırılıp araştırılmadığı d. Maktulün son kez görüldüğü Geçitboyu Köyünden maktulü tehdit eden kişilerin kimliklerinin tespit edilip edilmediği e. Halen devam etmekte olan soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılıp yapılmadığı …” Bakanlık görüşünde, özellikle dikkate alınması talep edilen hususlarla ilgili olarak Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı ile yazışma yapıldığı, bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sunulan 6/8/2015 tarihli ve 2003/900 Soruşturma sayılı yazıda söz konusu soruşturma sürecinde maktulün cebinde bulunan mektubun kim tarafından ve kimin için yazıldığının tespit edilemediği, söz konusu mektubun emanete alınmış olduğu, ekte gönderilen maktulün kardeşi İ.Y.nin 13/9/2003 tarihli ifadesinde ''Bana göstermiş olduğunuz mektubu yazan elin sahibini de bilmiyorum. Yazı itibariyle tanıyamadım. Tahminimce kardeşim alacak meselesi nedeniyle öldürülmüştür.'' şeklinde beyanda bulunduğu, bunun dışında söz konusu mektuba ilişkin herhangi bir belgenin soruşturma dosyası içinde mevcut olmadığı ifade edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının anılan yazısında, maktulün Dağdibi köyünde yaşadığı ve maktulle ilişkisi olduğu belirtilen Iraklı kadınlarla ilgili olarak tanık beyanlarına başvurulmak suretiyle araştırma yapıldığı, tanıklardan İ.S.nin 21/9/2003 tarihli ifadesinde ''Bu şahsın köyde herhangi birisiyle büyük çaplı alacak verecek davası veya kadın ilişkisinin olup olmadığını bilmiyorum.'' şeklinde beyanda bulunduğu,aynı şekilde tanıklardan A.S.nin de 20/9/2003 tarihli ifadesinde ''Reşat'ın bizim köyden herhangi bir kadınla ilişkisinin olduğunu duymadım.'' şeklinde beyanda bulunduğuancak konuya ilişkin tanık beyanlarına başvurmak suretiyle araştırma yapılmış olmasına rağmen Iraklı olduğu belirtilen kadınların kimlik bilgilerinin tespit edilemediği bildirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı anılan yazısında ayrıca Pirinçli köyünden F.Ö. isimli çocuğun soruşturma kapsamında konuya ilişkin olarak beyanına başvurulduğu ancak çocuğun “Ben Reşat'ın eşi Fatma'ya 'Kocan pistir, bozuk ve yaramaz adamdır, bir daha bu köye gelmesin' demedim.” diyerek söz konusu iddiaları reddettiği, maktulün son kez görüldüğü Geçitboyu köyünden maktulü tehdit eden kişilerin kimliklerinin tespit edilemediği ifade edilmiştir.B. İlgili Hukuk Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun soruşturma usul ve esaslarına ilişkin 18/10/2011 tarihli Genelge'sinin ilgili bölümü şöyledir:“… Faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında,...g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip edilmesi,” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9332 | Başvuru, 2003 yılında uğranılan bıçaklı saldırı sonucu gerçekleşen ölüm olayıyla ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi ve devam etmesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'na eklenen geçici madde kapsamında yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davada adil yargılanma hakkı ile etkili bir mercie başvurma hakkının, masumiyet karinesinin ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 26/5/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde Gülhane Askerî Tıp Akademisinde (GATA) doçent ve tabip binbaşı olarak görev yapmakta iken 26/6/1998 tarihli Yüksek Askerî Şura (YAŞ) kararıyla TSK’dan ilişiği kesilmiş olan başvurucu hâlihazırda bir devlet üniversitesinde öğretim üyesidir. 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren altmış gün içinde Millî Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde kapsamından yararlanmak maksadıyla yaptığı başvuru, Millî Savunma Bakanlığının 5/7/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. İşlem gerekçesi şöyledir:“657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48’inci, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 94’üncü, Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 60’ıncı maddesi gereği ve hakkınızda tesis edilen idari işlemin dayanağı fiillerin vasıf ve mahiyeti dikkate alınarak…” Başvurucu, Millî Savunma Bakanlığının yukarıda belirtilen işleminin iptali için süresi içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Dilekçe teatisi aşamalarından sonra taraflara duruşma günü olarak 18/12/2012 tarihi verilmiş, buna ilişkin belge tebliğ edilmiş, 14/12/2012 tarihinde başvurucu vekilinin talebi üzerine -gizli belgeler dâhil- tüm dava dosyasını incelemesine izin verilmiştir. Başvurucu, AYİM Birinci Daire Başkanlığına beyanlarında; diğer hususların yanında kendisiyle ilgili olduğu belirtilen istihbarat raporlarının daha önce açılan bir dava kapsamında incelendiğini, bu raporların doğru olmadığını, dosyada herhangi bir kanıtın bulunmadığını ve AYİM’in söz konusu istihbarat raporlarına daha önce itibar etmediğini de ileri sürmüştür. AYİM Birinci Dairesi 4/12/2012 tarihli E.2012/364, K.2012/1406 sayılı kararla davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir: “… Bu kapsamda dava konusu işlem değerlendirildiğinde; (davalı idarece 12/10/2011 tarihli yazı ekinde 1602 sayılı Kanun’un 52’nci maddesinin 4’üncü maddesinin 2’nci cümlesi kapsamında incelenmek üzere “GİZLİ” gizlilik dereceli olarak gönderilen bilgi ve belgelerden) takip ve kontrol altında tutulan personel statüsünde olan davacının, yasadışı bir örgüt olan DHKP/C sempatizanı olduğu, PKK terör örgütünün de eylemsel faaliyetlerini tasvip eder şekilde tavır sergileyerek bu örgütü savunduğu ve bu örgüte karşı TSK’nın gerçekleştirdiği mücadeleyi haksız bularak çeşitli ortamlarda eleştirdiği, komutanlıkça yasaklanan bir kuruluşa üye olduğu, GATA K.lığında Sağ. Ütğm. sınıf ve rütbesi ile görev yapmakta olan bir bayanı örgüte kazandırdığı ve eşinden boşanarak bu bayan ile komün hayatı yaşadığı, DHKP/C örgüt sempatizanı olan sivil bir doktor ile örgütsel ilişki içerisinde olduğu, mensubu olduğu örgüt adına propaganda yaptığı ve taraftar kazandırma gayretinde bulunduğu istihbarat raporlarından anlaşıldığından, davacının 926 sayılı Kanunun Geçici 32’nci maddesinden yararlandırılmaması işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” Bunun üzerine başvurucu, karar düzeltme isteminde bulunmuştur. AYİM Birinci Dairesi 2/4/2013 tarihli E.2013/384, K.2013/340 sayılı karar ile istemi reddetmiş, 16/4/2013 tarihinde anılan karar tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde bunun verilecek karar üzerindeki etkisi, görevli daire veya kurulca önceden takdir edilir, ara kararında bu husus ayrıca belirtilir. Ancak, istenen bilgi ve belgeler Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğine ve yüksek menfaatlerine veya Türkiye Cumhuriyetinin güvenliği ve yüksek menfaatleri ile birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan, Genelkurmay Başkanı veya ilgili Bakan gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir.(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.” 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.… Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3156 | Başvuru 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'na eklenen geçici 32. madde kapsamında yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davada adil yargılanma hakkı ile etkili bir mercie başvurma hakkının, masumiyet karinesinin ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun kapsamında kabul edilen hak sahipliğinin iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü,başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1959 doğumlu olup Kocaeli'nde ikamet etmektedir. Başvurucu, Kocaeli ili Gölcük ilçesi İhsaniye beldesi Denizevler Mahallesi Yılmaz Caddesi No: 1 adresinde bulunan taşınmazın malikidir. Anılan taşınmaz üzerinde iki iş yeri dört konut inşa edilmek üzere 27/6/1994 tarihinde yapı ruhsatı alınmıştır. İnşa edilen binaya ilişkin yapı kullanma izni (iskân ruhsatı) alınmamıştır. 17/8/1999 tarihinde meydana gelen Kocaeli ili Gölcük ilçesi merkezli depremden sonra düzenlenen 10/9/1999 tarihli hasar tespit raporunda, anılan taşınmaz üzerinde bulunan yapının ağır hasarlı olduğu ifadelerine yer verilmiştir. Raporda ayrıca taşınmazın "yeni inşaat" olduğu saptaması da yer almaktadır. Başvurucu 15/11/1999 tarihli talep ve taahhütname ile 7269 sayılı Kanun hükümleri uyarınca inşaat yardımı yapılması talebinde bulunmuştur. Mahallî Hak Sahibi İnceleme Komisyonunca (Komisyon) yapılan incelemeden sonra 14/05/2000 tarihinde başvurucunun hak sahipliği kabul edilerek Yeniköy Kalıcı Konutları Ada P6 Blok No: 2 adresinde bulunan konut, başvurucuya tahsis edilmiştir. Sonradan yapılan detaylı araştırma neticesinde başvurucunun yıkılan konutunun deprem sırasında inşaat hâlinde olduğu gerekçesiyle 24/4/2007 tarihli işlemle hak sahipliği iptal edilmiştir. Başvurucu bu işleme karşı Kocaeli İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde 7/5/1999 tarihinden beri anılan taşınmazda oturduğunu ileri sürmüştür. Mahkemece 18/5/2011 tarihli kararla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, 7269 sayılı Kanun'un maddesine atıfta bulunularak yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan binalardan ötürü hak sahibi olunabilmesi için afet tarihi itibarıyla bu binaların ikamet etmeye elverişli olması ve inşaat hâlinde bulunmaması gerektiği görüşü izhar edilmiştir. Gerekçede, başvurucunun taşınmazın inşaat hâlinde olduğu tespitini içeren 10/9/1999 tarihli hasar tespit raporuna herhangi bir itirazda bulunmadığı hatırlatılmıştır. Mahkeme ayrıca, başvurucunun değinilen konutta oturduğunu ispatlayan elektrik, su, doğal gaz ve benzeri tüketim faturaları sunamadığını vurgulamıştır. Mahkeme sonuç olarak başvurucunun söz konusu konuta ilişkin deprem öncesi döneme ait faturaları ibraz edemediğini ve konutun inşaat hâlinde olduğuna dair 10/9/1999 tarihli tespite itiraz etmediğini gözeterek hak sahipliğinin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Bu karar Danıştay Ondördüncü Dairesinin (Daire) 27/11/2012 tarihli kararıyla onanmış; karar düzeltme istemi de Dairenin 30/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 10/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 7269 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ,tasman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu kanun hükümleri uygulanır." 7269 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının olay tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir: "Bu kanundan faydalanmak suretiyle inşaat kredisi verilmesini ya da bina yaptırılmasını istiyenlerin, imar ve iskân Bakanlığınca yapılacak yardıma dair o yerde yapılan ilândan itibaren iki ay içinde mahallin en büyük mülkiye âmirine yazılı müracaatta bulunmaları ve taahhütname vermeleri mecburidir. 7269 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan veya uğraması muhtemel olan binalarla imar planları gereğince kamulaştırılmasında zorunluluk bulunan yerlerdeki binalarda oturan ailelere hak sahibi olmak şartıyla konut yaptırılır veya kredi verilir." 7269 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Bu Kanuna göre arsa olarak dağıtılan veya üzerinde bina inşa edilen taşınmaz mallar, hak sahiplerine borçlandırma senetleri imza ettirilmek sureti ile verilir. Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca o yerde borçlandırmanın ilanı tarihinden itibaren Bakanlıkça kabul edilebilir mazereti dışında 2 ay içerisinde borçlanmalarını yapmayanlarla, borçlanmasını yapmış olmasına rağmen binayı Bakanlıkça mahallinde yaptırılacak duyurudan itibaren 45 gün içinde teslim almayanların hak sahipliği kendiliğinden sona erer. Bu taşınmaz mallar üzerine, Türkiye Emlak Kredi Bankasının isteği ile, bu banka lehine, tapu dairelerince borçlandırma senetlerine dayanılarak, kanuni ipotek tesis olunur. Konut ve konut inşaası ve sair yardımlar için yapılacak borçlandırmalar faizsizdir. Dükkan ve fırın gibi yerler için yapılacak borçlandırmalar ise yıllık %4 (Yüzde dört) faize tabidir.... Borçlandırma bedelleri, konut, konut inşası, arsa ve sair yardımlarda en az 20 ve en çok 30; dükkan ve fırın gibi yerler için yapılan yardımlarda ise, en az 5 ve on çok 15 yılda ve eşit taksitler halinde tahsil edilerek fon hesabına yatırılır.İlk taksit, ihaleli ve emanet işlerinde inşaatların bitirilip hak sahiplerine teslimi tarihinden itibaren iki yıl sonra, Evini Yapana Yardım Yönteminde ve orta hasarlı konut ve işyerlerinin onarımında ise son kredi diliminin hak sahibine ödendiği tarihten itibaren iki yıl sonra başlar.Vadesinde ödenmeyen taksitlere dair borç, gecikilen her gün için yıllık % 5 gecikme faizi ile tahsil olunur. Vadesinden önce iki yıllık taksitten az olmamak kaydı ile mevcut borcu defaten ödeyen hak sahibinin borcu % 20 indirime tâbi tutulur.... Üstüste üç yıl taksidini ödemeyenlerin borçları muacceliyet kesbedeceği gibi, borcun tamamı ödenmeden taşınmaz malların başkalarına satılması halinde de borcun tamamı muacceliyetkesbeder. Bu hükmün uygulanmasında maliyet bedelinden yapılan indirimler tekrar borca eklenmek suretiyle hesaba katılır. Özel afet kanunlarına göre yapılan binalar hakkında da bu fıkra hükmü uygulanır...." 28/8/1968 tarihli ve 12988 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Afet Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi şöyledir:"Bu Yönetmelikte yer alan "Hak sahibi" deyimi, afetzedelerin, yıkılan veya ağır hasar gören binalarla olan mülkiyet ilişkilerini ve yeniden yapılacak binalardan veya verilecek inşaat kredisinden yararlanabilme durumlarını ifade eder." Yönetmelik'in maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "a) Afet sebebiyle, kendilerine ait bulunan konutları yıkılan, yanan veya oturulamayacak derecede ağır hasar gören afetzede aileler,...Hak sahibi sayılırlar ve bu ailelere yeniden konut yapılır veya konut kredisi verilir." Yönetmelik'in maddesi şöyledir: "Konut ve işyerlerine ilişkin mülkiyet rabıtası sırasıyla, tapu senedi, tasarruf belgeleri, vergi kayıtları ve diğer resmi belge ve kayıtlarla tevsik olunur. Bu belge ve kayıtların bulunmaması halinde mahalle veya köy muhtarlıklarından alınacak ilgili mülkiye amirine tasdik ettirilmiş ilmühabere istinat edilir." Danıştay Onbirinci Dairesinin 16/6/2008 tarihli ve E.2007/7561, K.2008/6677 sayılı kararının ilgili bölümü söyledir: "7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun maddesinde, yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan veya uğraması muhtemel olan binalarda imar planları gereğince kamulaştırılmasında zorunluluk bulunan yerlerdeki binalarda oturan ailelere hak sahibi olmak şartıyla konut yaptırılacağı veya kredi verileceği, Afet Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkında Yönetmeliğin maddesinde, bu Yönetmelikte yer alan "hak sahibi" deyiminin afetzedelerin, yıkılan veya ağır hasar gören binalarla olan mülkiyet ilişkilerini ve yeniden yapılacak binalardan veya verilecek inşaat kredisinden yararlanabilme durumlarını ifade edeceği, maddesinde, afet sebebiyle, kendilerine ait bulunan konutları yıkılan, yanan veya oturulamayacak derecede ağır hasar gören afetzede ailelerin hak sahibi sayılacağı ve bu ailelere yeniden konut yapılacağı veya konut kredisi verileceği, aynı Yönetmeliğin maddesinde de, konut ve işyerlerine ilişkin mülkiyet rabıtasının sırasıyla tapu senedi, tasarruf belgeleri, vergi kayıtları ve diğer resmi belge ve kayıtlarla tevsik olunacağı hükmüne yer verilmiştir.Yukarıda yer alan hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, tabii afetler nedeniyle konut ya da işyerleri zarar görenlerin hak sahibi olabilmeleri için konut veya işyeri ile sahipleri arasındaki mülkiyet rabıtasının sırasıyla, tapu senedi, tasarruf belgeleri, vergi kayıtları ve diğer resmi belge ve kayıtlarla kanıtlanması gerektiği, hasara uğrayan konutta fiilen oturma zorunlu olmamakla birlikte söz konusu konutun oturulabilir durumda olması gerektiğisonucuna ulaşılmaktadır." Danıştay Onbirinci Dairesinin 5/7/2010 tarihli ve E.2008/907, K.2010/6186 sayılı kararının ilgili bölümü söyledir: "7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak TedbirlerleYapılacak Yardımlara Dair Kanun'un maddesinde, yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan veya uğraması muhtemel olan binalarla imar planları gereğince kamulaştırılmasında zorunluluk bulunan yerlerdeki binalarda oturan ailelere hak sahibi olmak şartıyla konut yaptırılacağı veya kredi verileceği, aynı bina içinde hak sahibi ebeveyn ile birlikte oturan evli kişilerin durumunun, Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca bu konuda hazırlanacak yönetmelik gereğince takdir ve tespit edileceği, kendilerine ait olmayan arsa veya arazi üzerine inşaat ruhsatı almaksızın bina inşa eden yapı sahipleri ile yer kayması, su baskını, kaya düşmesi ve benzeri sebeplerle imar planında yapı yapılması sakıncalı olarak belirlenen yerlerde ruhsatsız olarak yapılan yapıların sahiplerinin hak sahibi olarak kabul edilmeyeceği kurala bağlanmıştır....Bu Yasa hükmü uyarınca hazırlanarak yürürlüğe konulan Afet Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tesbiti Hakkında Yönetmeliğin maddesinde, hak sahipliğinin, afetzedelerin yıkılan veya ağır hasar gören binalarla olan mülkiyet ilişkilerini ve yeniden yapılacak binalardan veya verilecek inşaat kredisinden yararlanabilme durumlarını ifade ettiği, maddesinin (a) bendinde, afet sebebi ile kendilerine ait bulunan konutları yıkılan, yanan ve oturulamayacak derecede ağır hasar gören afetzede ailelerin hak sahibi sayılacağı, bu ailelere yeniden konut yapılacağı veya konut kredisi verileceği belirtilmiş, 16, 17, 18 ve maddelerinde hak sahibi niteliği taşıyanlardan talep ve taahhütname alınmasına ilişkin usul ve esaslara yerverilmiş, maddesinin fıkrasında ise, talep ve taahhütname verenler arasında, bu Yönetmelikte tespit olunan esaslara göre hak sahibi niteliğini taşımayanlar varsa, bunların gerekçeleriyle birlikte ayrı bir listede gösterileceğine işaret edilmiştir. Aktarılan Yasa ve Yönetmelik hükümlerinin incelenmesinden, hak sahipliği çalışması yapılabilmesinin ön şartı olarak ilan edilen süre içerisinde talep ve taahhütname vermenin zorunlu olduğu, hak sahibi olabilmek için ise, ilgililerin kendilerine ait konutlarının afet nedeniyle yıkılmış veya oturulamayacak derecede ağır hasar görmesinin yeterli olduğu, fiilen oturmanın zorunlu bulunmadığı, mülkiyet ilişkisinin ispatlanması ve hasar görmeden önce binanın oturulabilecek nitelikte bulunması durumunda, ilgililerin hak sahibi kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.Hak sahipliğine ilişkin işlemin hukuki denetiminin yapılabilmesi için; deprem tarihinden önce davacının konutunun oturulabilecek (terk edilmemiş) nitelikte bulunup bulunmadığının tespiti gerekmekte olup, davacı tarafından ibraz edilen ve su tüketimine ilişkin olduğu anlaşılan Bingöl Belediye Başkanlığı tarafından düzenlenmiş "endeksli kart dökümü" ile elektrik tüketimine ilişkin bulunan Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Bingöl Elektrik Dağıtım Müessesesi tarafından düzenlenmiş "yıllık enerji tüketimine" ilişkin belgelerde depremden hemen önceki tarih olan 2003 tarihine kadar davacının elektrik ve su tüketiminin bulunduğu ve davacının depremden önce hak sahipliği için başvurduğu konutta ikamet ettiği görülmektedir." Danıştay Onbirinci Dairesinin 21/4/2010 tarihli ve E.2008/9086, K.2010/3491 sayılı kararının ilgili bölümü söyledir:"7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun'un maddesinde, " Yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan veya uğraması muhtemel olan binalarla imar planları gereğince kamulaştırılmasında zorunluluk bulunan yerlerdeki binalarda oturan ailelere hak sahibi olmak şartıyla konut yaptırılır veya kredi verilir" kuralına yer verilmiş olup, yıkılan, yanan veya ağır hasara uğrayan binalardan ötürü hak sahibi olabilmek için, afet tarihi itibarıyla bu binaların ikamet etmeye elverişli bulunması başka bir ifadeyle inşaat halinde olmaması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4930 | Başvuru 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun kapsamında kabul edilen hak sahipliğinin iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No saved queries yet
Save your SQL queries to embed, download, and access them later. Queries will appear here once saved.