text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvurucular, 25/11/2004 tarihinde murisleri N.'nin kopan elektrik tellerine temas etmesi sonucunda hayatını kaybettiğini, uğradıkları zararın giderilmesi istemiyle 17/2/2005 tarihinde İdareye yaptıkları başvurunun reddedilmesi üzerine 22/5/2005 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtıkları tam yargı davasının Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddedilmesi sonucu Batman İdare Mahkemesinde yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 4/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/3/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 22/4/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, murisleri N.'nin 25/11/2004 tarihinde kopan elektrik tellerine temas etmesi sonucunda hayatını kaybetmesi üzerine uğradıkları zararın giderilmesi istemiyle 17/2/2005 tarihinde İdareye başvurmuşlar, taleplerinin reddedilmesi üzerine 22/5/2005 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır. Mahkemenin 9/6/2005 tarihli ve E.2005/1013, K.2005/922 sayılı kararıyla yetki yönünden davanın reddine ve dava dosyasının yetkili Diyarbakır İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi üzerine yargılamaya Diyarbakır İdare Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkemenin 6/3/2009 tarihli ve E.2005/761, K.2009/229 sayılı kararıyla; "davalı idare çalışanları hakkında Sason Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sırasında alınan 24/7/2007 tarihli bilirkişi raporunun incelenmesinden; davalı idarenin meydana gelen olayda herhangi bir kusurunun bulunmadığı, murisin asli kusurlu olduğu, arıza ihbarının TEDAŞ ve Kaymakamlığa bildirilmediği, ulaşım şartlarının olay tarihi itibarıyla mümkün olmadığı, yolların karla kaplı olduğu, elektrik hatlarının arıza ve bakımının periyodik olarak yapıldığının belirtildiği" gerekçesiyle davanın kısmen reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 19/12/2013 tarihli ve E.2009/13564, K.2013/9230 sayılı ilâmıyla; kararın maddi ve manevi tazminatın kısmen kabulüne ilişkin kısmının onanmasına, maddi ve manevi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısmının bozulmasına karar verilmiştir. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada, Mahkemenin 30/4/2014 tarihli ve E.2014/372, K.2014/576 sayılı kararıyla; Batman İdare Mahkemesi kurulması nedeniyle yetki yönünden davanın reddine ve dava dosyasının yetkili Batman İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş olup, yargılama Batman İdare Mahkemesinin E.2014/1158 sayılı dava dosyasında halen devam etmektedir. Başvurucular, 4/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi (bkz. B. No: 2013/8905, 8/9/2014, §§ 10-13).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1424
Başvurucular, 25/11/2004 tarihinde murisleri N. D. 'nin kopan elektrik tellerine temas etmesi sonucunda hayatını kaybettiğini, uğradıkları zararın giderilmesi istemiyle 17/2/2005 tarihinde İdareye yaptıkları başvurunun reddedilmesi üzerine 22/5/2005 tarihinde Ankara 3. İdare Mahkemesinde açtıkları tam yargı davasının Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddedilmesi sonucu Batman İdare Mahkemesinde yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir.
1
Başvuru, 1 Mayıs gösterilerine yapılan polis müdahalesine ilişkin soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla neticelenmesinin kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde başvurucu Ali Küçük ve Mehmet Nazmi Algan, İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi; Elif Kırteke ve Ali Çerkezoğlu, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyesi; Hüseyin Demirdizen, İstanbul Tabip Odası genel sekreteri; Eriş Bilaloğlu TTB Merkez Konseyi genel sekreteri olarak görev yapmaktadır. Başvurucular 1 Mayıs 2009 Emek ve Dayanışma Günü etkinlikleri kapsamında İstanbul Taksim Meydanı’na giderken Pangaltı mevkiinde polis engeline takılarak gaz, basınçlı su ve fiilen yapılan müdahaleden dolayı TTB ve kendi adlarına 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ,, ve maddelerinde düzenlenen inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarından soruşturma yapılması için 7/5/2009 tarihinde (kapatılan) Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına ihbarda bulunmuşlardır. Başvuruculardan ayrı olarak beş farklı şikâyetçi grubun yer aldığı dosyalar tek bir dosyada birleştirilerek altı soruşturmanın tamamı birlikte yürütülmüştür. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı kapatıldıktan sonra soruşturma İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) sürdürülmüştür.A. Başvurucuların Beyanları Başvurucular 7/5/2009’da TTB ve kendileri adına suç ihbarında bulunmuştur. Başvurucu Eriş Bilaloğlu 10/7/2009’da kollukta, Hüseyin Demirdizen 22/10/2009, diğer başvurucularsa 14/5/2014, 11/6/2014, 23/6/2014 tarihlerinde Savcılıkta ifade vermiştir. İhbar dilekçesine ve başvurucuların beyanlarına göre olayların gelişimi şöyledir:i. TTB’nin de aralarında bulunduğu bazı sendika ve meslek kuruluşları 1 Mayıs 2009 kutlamalarında birlikte hareket etmeyi kararlaştırmıştır. 1977 yılında Taksim’deki 1 Mayıs kutlamalarında otuz altı emekçinin ölümünün aydınlatılması, 1 Mayıs’ın ilk kez o yıl resmî bayram olarak kutlanacak olması, ekonomik krizde bir milyon işçinin işini kaybetmesi,1 Mayıs’ın Türkiye’de yüzüncü yılının kutlanması o yılki etkinliklerin önemini daha da artırmıştır. ii. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve TTB başkanları Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı ve Hükûmet temsilcileriyle yaptıkları görüşmelerde 1 Mayıs’ın barışçıl biçimde kutlanması isteğini karşılıklı olarak dile getirmişlerdir. Buna ilişkin yaptıkları basın bildirilerine karşılık olarak İstanbul Valisi'nin yaptığı açıklamalarla toplumsal atmosferin gerildiğini ifade etmişlerdir. iii. Başvurucular olay günü saat 30’da TTB, KESK, DİSK ve TMMOB tarafından çağrısı ve başvurusu yapılmış olan 1 Mayıs anma etkinliklerine katılmak üzere Şişli Etfal Hastanesi önündeki yolda toplanmıştır. Şişli Etfal Hastanesinden Halaskargazi Caddesi’ne hareket ettikleri sırada polis tarafından durdurulmuşlardır. Hastanenin bahçesi ve Acil Servis civarında toplanan gruba ikaz edilmeden gaz bombası atılmıştır. Polisle yaklaşık kırk beş dakika süren görüşmeden sonra bariyerler açılarak geçişlerine izin verilmiştir. iv. Ana caddeye çıkan grup bir müddet sonra tekrar polis tarafından durdurulmuş; Valilik ve emniyet yetkilileriyle önceki günlerde yaptıkları görüşmede etkinliği düzenleyen dört meslek kuruluşunun makul sayıda temsilcisinin Taksim’e geçişine izin verileceğinin söylendiğini grup, polise hatırlatmıştır. Yaklaşık bir saat bekledikten sonra grup tekrar ilerlemiştir.v. Pangaltı’da polis, grubun önünü tekrar kesmiştir. Saat 00 civarında polis, göstericilere dağılmaları gerektiğini bildirmiştir. Saat 00 sularında toplantının barışçıl niteliğini bozucu hiçbir neden yokken grubun etrafı Çevik Kuvvet tarafından sarılmıştır. Yaklaşık on doktor zor kullanılarak polis aracına bindirilmiştir. Bunların arasında başvurucu Eriş Bilaloğlu ve Ali Çerkezoğlu da bulunmaktadır. Polis aracına alınmayan göstericilerse kalkan ve copla darbedilip göstericilerin üzerine tazyikli su sıkılmıştır. Başvurucu Ali Çerkezoğlu bu sırada bacağına gelen tekmeyle yaralanmıştır. Fakat başvurucu tekme atan kişiyi teşhis edemeyeceğini söylemiştir. Orada bulunan CNN Türk muhabiri bu görüntülerin bir kısmının canlı olarak yayımlanmasını sağlamıştır. Yapılan girişimler üzerine Eriş Bilaloğlu ve Ali Çerkezoğlu yarım saat sonra serbest bırakılmıştır. Kendileriyle müzakere yaptıkları Güvenlik Şube Müdürü E.Ç. ve ismini tespit edemedikleri Çevik Kuvvet amirinin talimatı üzerine polisin yaptığı müdahale yüzünden başvurucular Taksim’e gidemeden dağılmak zorunda kalmıştır. Gösteriler sırasında cop, kalkan, plastik mermi ve yoğun gaz kullanıldığı öne sürülmüştür.B. Başvurucu Ali Çerkezoğlu’nun Adli Muayenesi Başvurucu Ali Çerkezoğlu hakkında Haydarpaşa Numune Hastanesi 3/5/2009 günü rapor tanzim etmiştir. Raporda muhtemel travma sonucu sol tibia (kaval kemiği) üzerinde yaklaşık 3 cm çaplı ödem, 1x0,5 cm alanda hafif kabuk bağlamış sıyrık, arkada 2x3 cm hiperemik alan bulunduğu kayıtlıdır. İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 10/4/2014 tarihli raporuna göreyse tespit edilen bu yaralar, basit tıbbi müdahaleyle giderilecek ölçüde hafiftir. Diğer başvurucuların yaralandıklarına yönelik bir iddia ve rapor mevcut değildir. Kamera Görüntüleri Üzerinde Yaptırılan Bilirkişi İncelemesi Savcılık 21/12/2012 tarihinde üzerinde "1 Mayıs 2009 Şişli-Pangaltı Kortej Yürüyüşü”, "1 Mayıs 2009 Şişli-Pangaltı 25-50/01-08 Metrajları Arası” yazılı iki DVD, “1 Mayıs 2009 CNN Türk” yazılı CD ile üzerinde yazı bulunmayan CD olmak üzere dört görüntü kaydını incelemiştir.“1 Mayıs 2009 CNN Türk” yazılı CD’yi şüpheli E.Ç.nin savunmasına ilave olarak sunduğu aşağıda açıklanmıştır (bkz. § 15). Diğer üç kaydın kim tarafından ne şekilde elde edildiği ya da kimin ibraz ettiği konusunda soruşturma dosyasında ve başvuru formunda bir açıklama bulunmamaktadır. Bilirkişi raporunda siyah-beyaz çıktısı alınan, resim şeklinde basılan görüntüler net değildir. Kamera kayıtlarındaki yerin başvuru konusu olayların meydana geldiği yer olup olmadığı, başvurucuların kameralara yansıyan bir görüntüsünün bulunup bulunmadığı hususunda bir tespit olmamakla birlikte bilirkişi raporunun içeriği şöyledir:i. “1 Mayıs 2009 Şişli-Pangaltı Kortej Yürüyüşü” isimli 1 saat 53 dakika 47 saniyelik DVD: Kayıt zamanı 05 ve 50’i gösterdiğinde taş atan gruba polis müdahale etmekte, 44’te polis kalabalığa biber gazı sıkmaktadır.ii. “1 Mayıs 2009 Şişli-Pangaltı 25-50/01-08 Metrajları Arası” isimli 1 saat 57 dakika 27 saniyelik DVD: Kayıt zamanı 16’yı gösterdiğinde yan sokakta bir grup sopalarla uzaklaşmaktadır.iii. “1 Mayıs 2009 CNN Türk” isimli 2 dakika 58 saniyelik CD: Ekranda sunucu ve iki konuşmacının yorumlarının ses çözümü yapılmış fakat konuşma sırasındaki görüntü çözümleri yapılmamıştır (Başvuru dosyasına ibraz edilen bu CD’nin Anayasa Mahkemesi tarafından izlenmesi sonucunda polisle göstericilerin itiştiği, bazı kısımlarda polisin kalkanlarını göstericilere karşı siper ettiği, gözlüklü bir kadın göstericin birkaç polis tarafından kollarından tutulup götürülmeye çalışıldığı gözlenmiştir.).iv. İsimsiz CD içinde iki video kaydı mevcuttur. - Bunlardan “1 Mayıs Dayak” isimli görüntü kaydı 1 dakika 58 saniye sürmektedir. Beş altı kişilik bir polis grubu, yerdeki birini tekme ve copla bir dakika boyunca dövmektedir, yerde yatan kişi kafasına ve vücudunun her yerine darbe almıştır.- “26997” isimli ikinci görüntü kaydında ise bir polis aracının geçişi sırasında göstericiler araca taş atmaktadır. Polis aracından gelen “Kaçmayın ulan, gelin, gelin, vatan hainleri, gelin ulan.” şeklinde anons sesi işitilmektedir. Şüphelilerin Savunmaları Emniyet Müdürü Y.A. 6/6/2013 günü Savcılıkta alınan savunmasında şunları dile getirmiştir:i. İstanbul Emniyet Müdürlüğünde mali şube müdürü olarak görevli olan Y.A. 1 Mayıs 2009 günü Taksim Meydanı’nda yapılacak gösterilerde Pangaltı’da bulunan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) il binası önünde bulunan ekiplerin başında görevlendirilmiştir. CHP'den bir grup, Avrupalı parlementerler, farklı partilerden milletvekilleri, bazı sivil toplum örgütü ve sendika temsilcilerinden oluşan beş bin civarında kişinin Taksim Meydanı’na girişine izin verilmiştir. ii. Daha sonra gösterileri provoke etmek için geldiği her hâlinden belli olan bazı marjinal gruplar ortaya çıkmıştır. Taksim'deki göstericileri kışkırtmak için geldiği düşünülen bu grupların geçişine polis izin vermemiştir. Taksim’deki etkinliğin sükûnet içinde geçmesi ile göstericilerin güvenliklerini sağlama kaygısı bunda önemli etkenlerdir. Ellerindeki bazı pankartlar, kıyafetleri, yüzlerini gizlemeleri, toplanırken polise karşı gösterdikleri tahrik edici tutumlar polisin bazı grupları sorunlu olarak değerlendirmesine yol açmıştır. iii. Marjinal grupları ikna amacıyla yürüttükleri müzakerelerin sonuç vermemesi ve gruptakilerin güvenlik görevlilerine taş, sopa ve molotofkokteyliyle saldırıya geçmesi üzerine polis, orantılı bir şekilde güç kullanmak zorunda kalmıştır. Bu kişilerin saldırgan davranışlarını önleme amacı dışında polis, bunlara zarar verici zor kullanma yöntemlerini tercih etmemiştir. Y.A.ya göre başvurucuların iddiaları gerçek dışı, suçlamalar asılsızdır. Emniyet Müdürü E.Ç. 28/5/2013’te Kars Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı savunmasını ve ekinde CNN Türk canlı yayın görüntülerinin bulunduğu CD’yi ibraz etmiştir. Şüpheli Emniyet Müdürü E.Ç. ve H.Y. nin de imzalarının bulunduğu, saat 30’da tanzim edilen Olay Tutanağı ve E.Ç.nin yazılı savunmasındaki bilgiler özetle şöyledir: i. Daha önceden Valilikçe izin verilen makul sayıda göstericinin Taksim'e geçişine izin vermek, yasa dışı grupların geçişini engellemek amacıyla saat 00 ile 00 arasında sorumlu olduğu Halasgargazi Caddesi’yle Rumeli Kavşağı’nın kesiştiği yerde polis konuşlanmıştır. Arama noktasından geçirilen göstericilerden bir kısmı olaysız biçimde Taksim’e yönlendirilmiştir. TTB mensubu 150-200 kadar kişi Taksim’deki kutlamalar başladıktan üç saat sonra, kutlamanın bitmesine bir saat kala saat 00’te 30 No.lu kapama noktasına gelmiştir. ii. Bu esnada İstanbul’un farklı bölgelerinde yasa dışı gruplarla polis arasında çatışmalar başlamıştır. TTB grubunun Taksim’e gitme talebi amirlere iletilmiş; civardaki çatışmalar yüzünden güvenliğin sağlanmasının zor olduğu, kutlamalara katılmakta geciktikleri gerekçesiyle talepleri reddedilmiştir. Bunun üzerine grup oturma eylemi yaparak yolu trafiğe kapatmıştır. Saat 00 itibarıyla Taksim’deki kutlamalar sona ermiştir. Geçişlerine izin verilmediği müddetçe oturma eylemini sonlandırmayacağını söyleyen ve saat 45’e kadar ikna edilemeyen gruptaki direnen kişilere karşı gaz, basınçlı su kullanılmadan, Çevik Kuvvet tarafından orantılı bir güçle ve yaralanmaya neden olunmadan kişilerin kaldırıma çıkarılması sağlanmıştır. Grup kaldırımda basın açıklaması yapmıştır. Bu konuda CNN Türk canlı yayınındaki görüntüler de dilekçeye eklenmiştir. Bu görüntüler uygulanan gücün orantılı olduğuna işaret etmektedir. Şüphelinin görev yaptığı 30 No.lu kapama noktasında gaz ve basınçlı suyla müdahale yapılmamıştır. Şüpheliye göre şikâyetçiler, diğer bazı yerlerde gaz ve basınçlı suyla yapılan müdahaleyi kendisinin görevli olduğu noktada yapılmış gibi gösterme çabasına girmiştir. Şüpheli, kendisine bu yolla iftira atan müştekilerden şikâyetçi olduğunu söylemiştir. Olay Tutanağı'nda ve kovuşturmasızlık kararında adı geçen şüphelilerden Emniyet Müdürü H.Y.nin savunmasının alındığını gösteren bir belge UYAP kayıtlarında bulunmamaktadır. Emniyet Müdürü Y. 20/5/2013 tarihinde Bafra Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadesinde, görevli olduğu Şişli bölgesinde göstericilere herhangi bir müdahale olmadığını ifade etmiştir. Emniyet Müdürü P. 4/6/2013 tarihinde Diyarbakır Başsavcılığında istinabe yoluyla alınan ifadesinde Harbiye Demokrasi Parkı’ndaki olaylardan bahsetmiştir. Emniyet Müdürü O.Y. 4/6/2013 tarihinde Mersin Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde 2008 yılındaki olaylarla ilgili anlatımda bulunmuştur. Keza istinabe evrakları ekinde 1 Mayıs 2008’deki tutanakların olduğu görülmüştür.E. Soruşturmada Yapılan Diğer İşlemler Olay günü saat 00’te CHP Şişli İlçe Başkanlığı önünde görevli beş polis memuru tarafından tutanak düzenlenmiştir. Tutanakta özetle şu tespitler yapılmıştır:DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve yetmişe yakın sivil toplum kuruluşu tarafından yapılan açıklamalarda 1 Mayıs 2009 günü saat 00’da Şişli ilçesi Pangaltı Cumhuriyet Caddesi’ndeki CHP Şişli İlçe Başkanlığı önünde toplanarak 1 Mayıs 1977’de vefat eden işçileri anmak ve Atatürk Anıtı’na çelenk bırakmak için Beyoğlu Kaymakamlığına yaptıkları müracaattan sonra belirtilen yerde emniyet tedbirleri alınmıştır. Pek çok sivil toplum kuruluşu, parti başkanı ve temsilcileriyle bazı milletvekillerinden oluşan yaklaşık 500 kişilik grubun Taksim Meydanı’na geçmek üzere hareketine izin verilmiş, saat 45 sularında Divan Kavşağı’na gelindiğinde 100-150 kişilik grubun korteje alınmadığı gerekçesiyle yirmi dakika bekletilen kortej 05’te yeniden harekete geçmiştir. Yürüyüş sırasında bazı marjinal grupların katılımıyla grup 000 kişiye ulaşmıştır. Saat 30’da etkinliklerin sona ermesine ve polisin ikazına karşın gösteri mahallini terk etmeyen grup süpürme yöntemiyle dağıtılmıştır. Savcılık 8/3/2012 tarihli tutanakla fotoğrafları temin edilen şüpheli polislerin teşhisi amacıyla müştekilerin en kısa sürede hazır edilmesi için avukatlarına bildirimde bulunmuştur. Müşteki TTB Merkez Konseyi 29/5/2012 tarihli dilekçeyle üç yıldır süren soruşturmanın neticelendirilmesi talebinde bulunmuştur. Dilekçede; gösterdikleri tanıkların dinlenmediği, sanıklardan yalnız Emniyet Müdür Yrd. A.nın ifadesinin alındığı, onun da olay günü Şişli Mecidiyeköy Boğaz Köprüleri bölgesinde sorumlu olduğunu ifade ettiği, soruşturmanın özensiz yürütüldüğü, Savcılığın yazdığı müzekkerelerde 1 Mayıs 2008 tarihinde gerçekleşen olaylarla ilgili bilgilerin sorulduğu, olaydan iki yıl sonra ilk kez 7/4/2011’de olay tarihi ve yerinin doğru biçimde gösterilerek müzekkere yazılabildiği, 1 Mayıs’ta farklı yerlerde meydana gelen olaylarla ilgili dosyaların birleştirilerek görülmesinin soruşturmada ilerleme kaydedilememesinde en önemli etken olduğu ifade edilerek dosyaların ayrılması talep edilmiştir. Buna ilaveten polislerde kask bulunmasından dolayı yüzlerinin görülmemesi, görülse dahi aradan geçen üç yıldan sonra müştekilerin polisleri tanımalarındaki güçlük dikkate alınarak teşhis işleminden vazgeçilmesi istenmiştir. Emniyet Müdürlüğünden gelen bazı yazıların 2008 yılındaki 1 Mayıs olaylarına dair tutanaklar olduğu görülmüştür. İstanbul Tabip Odasının 22/7/2013 günlü dilekçesiyle soruşturmanın tefrik edilmesi istemi tekrarlanmıştır. Bu dilekçede soruşturma savcısının sık sık değiştirilmesi de eleştiri konusu yapılmıştır. İstanbul Tabip Odasının 23/7/2014 günlü dilekçesinde soruşturmanın üzerinden beş yıl geçmesine karşın netice alınamadığı, şikâyetçi oldukları İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü ve E.Ç. isimli şüpheli hakkında işlem yapılması talep edilmiştir. İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü hakkındaki soruşturmada işlem yapılması talep edilmişse de bu talepten önce 11/5/2009 tarihinde anılan kişilerle ilgili soruşturmanın görevsizlik kararıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği görülmüştür. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı aynı yıl kayıttan düşme kararı vermiştir. F. Soruşturma Neticesinde Verilen Karar Savcılık 6/11/2014 tarihinde kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Yedi şüphelisi bulunan kararın üçüncü sıradaki şüphelisi "Taksim-Şişli-Pangaltı’da görevli polis memurları" şeklinde adlandırılmıştır. İstanbul Tabip Odası, TTB Merkez Konseyinin de içinde bulunduğu, diğerleri gerçek kişi olan toplam on üç müştekisi olan kararın gerekçesinin başvurucuları ilgilendiren kısımları şöyledir: “…Mağdur-Müşteki Ali Çerkezoğlu'nun Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğünden aldırılan Adli Tıp Raporunda olay nedeniyle basit tıbbi tedavi ile giderilebilecek şekilde yaralanmış olduğunun tespitlendiği;Olayla ilgili olarak temin edilen ve ibraz edilen bütün kamera görüntüleri ile CNN Türk haber kanalından temin edilen 1 Mayıs ile ilgili haber görüntüsü ve olay görüntüleri bilirkişi tarafından çözümletilerek dosya içine alındığı ve incelendiği, Emniyet Müdürlüğünden görevli polis memurlarının görev belgeleri ve görev talimatlarının temin edildiği;2009 1 Mayısında görevli bulunan şüphelilerin alınan savunmalarında suçlamayı kabul etmedikleri İstanbul Valiliği ve Emniyet Müdürlüğünün yasa ve yönetmelik hükümleri gereğince kendilerine verdikleri görevlerini yerine getirdiklerini beyan etmişlerdir. [Bu kısımdan sonra olay ve olguların paragrafında özetlenen 1/5/2009 günü saat 00’te CHP Şişli İlçe Başkanlığı önünde görevli beş polis memuru tarafından tanzim edilen, toplam altı paragraftan müteşekkil tutanağın ilk beş paragrafı aynen aktarılmıştır.]Ancak kortejin geçişinden sonra Pangaltı ve civarlarına gelenlere Taksime geçiş izni verilmediği, bu şekilde saat 45 sıralarında gelen TTB üyelerine de izin verilmediği, ancak görüşme sonrasında TTB'den altı kişinin temsilci olarak geçişine izin verildiği ve Divan Kavşağı’nda bekleyen asıl guruba katıldıkları, ancak geçişine izin verilmeyen diğer TTB üyeleri ile marjinal guruplara yasa ve yönetmelik gereği dağılmamaları ve direnmeleri üzerine müdahalede bulunulduğu böylelikle güç kullanılarak dağıtıldıkları, müdahale sırasında orantısız güç kullanıldığına ilişkin delil elde edilemediği, ayrıca müdahale sırasında basınçlı su ve gaz bombası ve plastik mermi kullanımının yönetmeliğe uygun bulunduğu, yönetmeliğin idare mahkemesince iptal edilebileceği ve alana kısmen veya tamamen geçiş kararının şüphelilerin yetki ve sorumluluk alanlarında bulunmadığı bu nedenlerle şüphelilerin eylemlerinde müsnet suç unsurlarının ve başkaca kamu adına takibi gerektirir suç unsurları oluşmadığı anlaşıldığından... [kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.]” Bu karara yapılan itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 9/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. 29/12/2014 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 28/1/2015 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunulmuştır. Anayasa Mahkemesinin Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38), Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45) kararlarında ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması açıklanmıştır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1737
Başvuru, 1 Mayıs gösterilerine yapılan polis müdahalesine ilişkin soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla neticelenmesinin kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 5/10/2021 tarihinde öğrendikten sonra 27/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/46524
Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, 2016/39252 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. (Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-29).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/39252
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Tunceli Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette (işveren) taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Belediye tarafından başvurucunun terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde işverene bildirimde bulunulmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 12/7/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan mahkûmiyet kararı verildiği ifade edilmiştir. Kararda sonuç olarak başvurucu hakkında tespit edilen olgular karşısında iş ilişkisinin sürdürülmesinin işverenden ve Belediyeden beklenemeyeceği, feshin geçerli nedene dayandığı belirtilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 10/1/2019 tarihinde Mahkeme kararının usul ve esasa uygun olması nedeniyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki işe iade davasında verilen ret kararlarının gerekçesinde yer alan ve başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verildiği belirtilen yargılama sonucunda Tunceli Ağır Ceza Mahkemesince 29/3/2017 tarihinde başvurucunun PKK silahlı terör örgütü propagandası yapma suçunu işlediği sabit görülmekle mahkûmiyetine karar verildiği anlaşılmaktadır. Anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine 17/1/2017 tarihinde kesin olarak karar verildiği görülmüştür. Başvurucu, nihai hükmü 24/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 15/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13739
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, konutta arama gerçekleştirildiği esnada kolluk görevlilerinin güç kullanımı neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olayla ilgili olarak yürütülen soruşturmanın etkili olmaması nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1995 doğumlu olan birinci başvurucu Ahmet Endes, 1975 doğumlu olan ikinci başvurucu Gülümser Endes ile 1971 doğumlu olan üçüncü başvurucu Mehmet Endes'in oğludur. 1947 doğumlu olan dördüncü başvurucu Zeynep Endes, üçüncü başvurucu Mehmet Endes'in annesidir. Başvurucular olay tarihinde Gaziantep'in İslâhiye ilçesinde yaşamaktadır. Başvurucuların yaşadığı ilçede görev yapan bir savcıya yönelik sosyal medya aracılığıyla hakaret ve/veya tehdit suçu işlendiğine ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında başvurucuların akrabaları -dördüncü başvurucunun oğlu- olan Ö.E.nin evinde arama yapılmasına karar verilmiştir. 18/9/2017 tarihinde gece saat 00'de gerçekleştirilen arama esnasında evde bulunan dördüncü başvurucu Zeynep Endes'in oğlunun üçüncü başvurucu Mehmet Endes'e haber vermesi üzerine üçüncü başvurucu, yanında eşi ve çocuğu olan diğer başvurucularla birlikte aramanın yapıldığı olay yerine gitmiştir. Bu aşamadan sonra olayın gelişimine ilişkin başvurucular ile kolluk görevlilerin anlatımları ve Olay Tutanağı'ndaki bilgiler arasında farklılık bulunmaktadır. Başvurucuların anlatımına göre başvurucular barikat kurulan evin yakınına araçla geldikleri sırada kolluk görevlileri tarafından durdurulmuş, kimliklerinin gösterilmesi istendiğinde birinci başvurucu Ahmet Endes'in yanında kimliğinin olmaması nedeniyle kolluk görevlileri arasında bulunan, Özel Harekat Şube Müdürlüğünde görev yapan polisler başvuruculara yaklaşarak sinkaflı küfretmiş, ayrıca gerekmediği hâlde fiziksel güç uygulayarak başvurucuları yaralamıştır. İddiaya göre olay sonrasında kolluk merkezine götürülen birinci ve üçüncü başvurucu orada da fiziksel şiddete maruz kalmıştır. Olay günü kolluk görevlilerince düzenlenen tutanağa göre saat 00'de ev araması yapılan caddede kolluk görevlilerince güvenlik önlemi alınmış, başvurucuların içinde bulunduğu aracın arama yapılan bölgeye hızla yaklaşması üzerine durmasını sağlamak amacıyla önce uyarıda bulunulmuş, durmadığı fark edildiğinde havaya ateş edilerek aracın durması sağlanmıştır. Araçtan indirilen başvurucuların kimlik kontrolleri yapılırken başvurucular görevlilere sinkaflı küfretmiş, bu arada üçüncü başvurucu Mehmet Endes'in polis memurlarından birinin silahını almaya yeltenmesi ile birinci başvurucu Ahmet Endes'in polis memurlarına vurması üzerine her iki başvurucuya da orantılı güç kullanılarak başvurucular etkisiz hâle getirilmiş, kolluk görevlilerinin şikâyetçi olması nedeniyle de haklarında yasal işlem yapılmak üzere kolluk merkezi ile hastaneye götürülmüştür. Başvurucular Ahmet Endes ve Mehmet Endes hakkında farklı tarihlerde sağlık raporları düzenlenmiştir:- İslâhiye Devlet Hastanesi tarafından başvurucu Mehmet Endes hakkında 21/9/2017 tarihinde düzenlenen sağlık raporunda kasten yaralama şikâyetiyle Acil Servise getirilen başvurucunun yapılan muayenesinde yaralanmasının basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek düzeyde olduğu belirtildikten sonra "sırt bölgesinde sol tarafta 8 cm'lik derma-abrazyon, sol skapula hizasında dört adet biri 2 cm'lik diğerleri 1 cm'lik derma-abrazyon, sağ humerus proksimal 1/3 lateralde üç adet 2cm'lik derma-abrazyon, sağ humerus arteryolda 2x6 cm'lik ekimoz, her iki diresek posteryolda üç adet 1 cm'lik derma-abrazyon, sol toraks ve sol abdominal flank bölgesinde altı adet 2x2 cm'lik ekimoz, sol lomber bölge lateralde 6 cm'lik ekimoz, sol toraks posteryolde hassasiyet, her iki dizde iki ader 2x2 cm'lik derma-abrazyon, sağ ayak dorselde altı adet 1 cm'lik derma abrozyon, sol ayak dorsel lateralde iki adet 1 cm'lik derma-abrazyon, çekilen grafilerinde ve tomografisinde sol toraks 11 kot posterioda fraktür, mevcut geri kalan eklemlerinde kırık olmadığı" tespitlerine yer verilmiştir.- İslâhiye Devlet Hastanesi tarafından başvurucu Ahmet Endes hakkında 20/11/2017 tarihinde düzenlenen sağlık raporunda 18/9/2017 tarihinde burnuna darbe alan ve nazal (burun kemiği) fraktürü (kırığı) redükte edilen (normal anatomik şekline/eski hâline getirme) başvurucunun yapılan muayenesinde kırığın hayati tehlike yaratmadığı ve duyu kaybına yol açmadığı belirtilmiş, ayrıca "nazal dorsumda asimetrik kemik hump bulunduğu, kollomella orada septum anteriorda sağa deviye izlendiği" tespit edilmiştir. Başvurucular yaralanmalarından sorumlu olan kolluk görevlileri hakkında İslâhiye Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur. Başvurucuların şikâyetine üzerine soruşturma başlatılmış ve bu soruşturma başvurucuların görevi yaptırmamak için direnme suçunu işledikleri isnadıyla haklarında açılan soruşturma ile birlikte yürütülmüştür. Arama sırasında yaralanan polis memurları T., İ.A. ve K.nın şikâyetçi olarak ifadeleri alınmıştır. Şikâyetçi polisler, başvurucuların üzerilerine yürüdüğünü ve çıkan arbede esnasında K.ya yumruk atıldığını, üçüncü başvurucu Mehmet Endes'in kendilerine hakaret ettiğini, birinci başvurucu Ahmet Endes'in ise İ.A.nın yanına gelerek onu boğazından tuttuğunu, bu sırada İ.A.nın tişörtünün yırtıldığını beyan etmiş; bu nedenle başvuruculara karşı orantılı güç kullandıklarını ifade etmiş; ayrıca dördüncü başvurucu Zeynep Endes'in kendilerine taş attığını, kendini duvara vurmak suretiyle kendine zarar verdiğini belirterek başvuruculardan şikâyetçi olmuştur. Savcılık tarafından başvurucular Ahmet Endes ve Mehmet Endes'in savunmaları ve şikâyetleri alınmıştır. Üzerlerine atılı suçlamaları kabul etmeyen başvurucular, başvurucu Ahmet Endes'in yanında kimliği olmaması nedeniyle kolluk görevlileriyle aralarında tartışma yaşandığını, tartışma esnasında kendilerine silah doğrulttuğunu ve havaya ateş edildiğini, ayrıca görevlilerin kendilerini yere yatırıp tekmeyle darbettiklerini, vücutlarının çeşitli yerlerinden yaralandıklarını, darp uygulayan polisleri teşhis edebileceklerini dile getirerek yaralanmalarından sorumlu polislerden şikâyetçi olduklarını ifade etmiştir. Olayla ilgili olarak Kolluk Amiri F.Y., polis memuru S. ile aramada hazır bulunan mahalle muhtarı Ö.T.nin tanık olarak beyanlarına başvurulmuştur. F.Y. ile S. benzer ifadelerinde iki erkek şahsın polis memurlarına vurduğunu, yanlarındaki kadın şahsın da polislere doğru taş attığını, başvurucular Ahmet Endes ve Mehmet Endes'e karşı orantılı güç kullanıldığını beyan etmiştir. Diğer tanık Ö.T. ise -Bakanlık görüşüne yansıdığı kadarıyla- arama işlemine nezaret etmek amacıyla polislerle birlikte Ö.E.nin evine gittiklerini, arama işlemleri yapılırken dışarıdan silah sesi duyması üzerine dışarıya baktığında polislerin başvurucular Mehmet Endes, Ahmet Endes ve Gülümser Endes'i darbettiklerini gördüğünü dile getirmiştir. Başvurucuların kolluk merkezinde bulunduruldukları yerlerin kamera kayıtları temin edilmiş, görüntüler İslâhiye İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından incelenmiştir. Jandarma Komutanlığı tarafından düzenlenen Çözüm Tutanağı'nda başvurucuların kolluk merkezinde darbedildiğine dair herhangi bir görüntüye rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucuların yaralanmasına ilişkin soruşturma sonunda Savcılıkça polis memurları T., İ.A. ve K. hakkında 13/2/2018 tarihinde kovuşturma yapılmamasına yönelik ek karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tüm soruşturma evrakı incelenmekle, ... numaralı soruşturma kapsamında icra edilecek aramada yukarıda isimleri yazılı müştekilerin de bulunduğu, müştekilerin ... numaralı soruşturmada şüpheli bulunan [Ö.E.nin] yakınları olduğu, arama emrinin icrasında polis memurlarının görevlerini yapmasını engelledikleri, çıkan bu arbede de Mehmet Endes, Ahmet Endes ve Zeynep Endes isimli şahısların yaralandığı, 5237 sayılı TCK 24 maddesi gereği yukarıda isimleri yazılı şüphelilerin Cumhuriyet Başsavcılığımızca verilen arama kararının icrasında görevli oldukları, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri yerine getirdikleri, dolayısıyla TCK 24/3 maddesi gereğince bu emri uyguladıklarından bahisle sorumlu olmayacakları, kendilerine karşı görevli oldukları arama kararını yerine getirdikleri esnada direnerek saldıran şahıslara karşı kolluk kuvvetinin orantılı bir şekilde güç kullanmak yetkisinin bulunduğu, bu hususunda hukuka uygunluk nedeni oluşturduğu, olayın yukarıda anlatıldığı şekliyle gerçekleşmiş olduğu, dolayısıyla yaralanan Zeynep Endes, Mehmet Endes ve Ahmet Endes'in yaralanmalarının kolluk kuvvetinin görevini ifa kapsamında meydana gelmiş olduğu ve bu hususta TCK 24 maddesi gereği yukarıda isimleri yazılı şüphelilerin ceza sorumluluklarının bulunmayacağı kanaatiyle şüpheliler hakkında üzerlerine atılı suç yönünden kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına..." Başvurucular Savcılığın ek kararına itiraz etmiş, itirazları Kilis Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/4/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan kararın başvurucular tarafından 25/4/2018 tarihinde öğrenildiği beyan edilmiştir. Başvurucular 23/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Savcılık tarafından görevi yaptırmamak için direnme suçunu işledikleri isnadıyla başvurucular hakkında 13/2/2018 tarihinde ceza davası açılmıştır. Başvurucu Mehmet Endes hakkında ayrıca hakaret suçu yönünden de dava açılmıştır. İslâhiye Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) tarafından yargılanan başvurucular hakkında 7/7/2020 tarihinde beraat kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Müşteki beyanları, sanıkların savunmaları, tarafların adli rapor içerikleri, yukarıdaki bahsi geçen yargıtay ilamları ve tüm dosya içerikleribirlikte değerlendirildiğinde; olay günü hakaret ve tehdit suçu bakımından gece vakti arama yapıldığı, aramaya 15 adet polis memuru görevlendirildiği, müştekilerin olay tarihinden önce 2017 günü İslahiye'ye geçici olarak görevlendirildiği görülmüştür. Ancak geçici görevle görevlendirilen müşteki Özel harekat polis memurlarının yaralanması ile sanıklardan Ahmet Endes'in burnunda, sanıklardan Mehmet Endes'in ise kaburgasında kırık olması, sunulan fotoğraf içerikleri ve diğer yaralanmaları, sanıkların beyanı ile tanıkların beyanının benzer mahiyette olması, sanıkların savunmalarında belirtilen yaralanmaların adli rapor içeriği ile tutarlı olması gözönüne alındığında; görevli özel harekat polislerine karşı direnildiğine ilişkin dosyada herhangi bir delil olmadığı gibi 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 'Zor ve Silah Kullanma' başlıklı Maddesine aykırı olarak ölçülülük ilkesini aşmak suretiyle zor kullanımda bulunduğu ayrıca sanıkların, müştekilere yönelik cebir ve tehdit ettiği yönünde dosyada herhangi bir delil mevcut olmadığından sanıkların atılı suçtan ayrı ayrı beraatine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.Her ne kadar sanıklardan Mehmet Endes'in görevli özel harekat polislerine karşı 'ben sizin ananızı avradınızı sinkaf ederim, benim evimi arayacak adam daha anasının karnından doğmadı, dünkü aldığınız ders daha yetmedi'' diyerek hakaret ettiği iddia edilse de sanığın gerek soruşturma gerekse kovuşturma aşamasından alınan beyanları ile tarafsız tanık anlatımları birlikte değerlendirildiğinde sanığın iddia edilen sözleri söylediğine ilişkin bir delil dosyada mevcut olmadığı gibi sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair soyut iddia dışında, savunmasının aksini ispata yarar nitelikte, cezalandırılmasına yeter mahiyette ya da başkaca her türlü şüpheden uzak, kesin, somut, inandırıcı mahiyette delil elde edilemediğinden, oluşan şüphenin sanık lehine değerlendirilmesi gerektiğinden müsnet suçtan sanığın CMK’nun 223/2-e maddesi gereğince beraatine karar vermek gerektiği kanaatine varılmıştır." Asliye Ceza Mahkemesi kararının vekâlet ücreti yönünden başvurucular tarafından istinaf yoluna başvurulması nedeniyle inceleme tarihi itibarıyla henüz kesinleşmediği tespit edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. ...  (3) Kasten yaralama suçunun; ... d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır. " 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine dair içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19018
Başvuru, konutta arama gerçekleştirildiği esnada kolluk görevlilerinin güç kullanımı neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olayla ilgili olarak yürütülen soruşturmanın etkili olmaması nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; uyuşmazlığın esasına etkili iddiaların ilgili ve yeterli gerekçeyle karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, ortaklığın giderilmesi davasına konu evin satışına ilişkin işlemlerin usulsüz olması ve ihalenin feshi davasının reddedilmesi sebebiyle ihale bedelinin %10'u oranında cezaya hükmedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1973 doğumlu olup Kocaeli'de ikamet etmektedir. Başvurucunun da müşterek maliki olduğu taşınmaz için Karamürsel Sulh Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Mahkemece taşınmazın satışı suretiyle ortaklığın giderilmesi kararı verilmiş, Mahkemenin yazı işleri müdürü satış işlemlerini gerçekleştirmek üzere satış memuru olarak tayin edilmiştir. Satış memurunca kıymet takdiri yaptırılmıştır. Taşınmaz için 805,61 TL değer öngören kıymet takdir raporu taraflara tebliğ edilmiştir. Taraflarca rapora itiraz edilmemiştir. Satış memurunca 18/4/2014 tarihinde satış kararı alınmış ve açık artırma ilanı yapılmıştır. Kararda satışın adliye divanhanesinde, ilan panosunda ve Kocaeli genelinde yayımlanan bir gazetede ilan edilmesine karar verilmiştir. Satış kararında belirtilen araçlarla ilan yapılmış, bunun yanında kararda yer almadığı hâlde satış belediyede de ilan ettirilmiştir. Taşınmazın üzerinde Sınırlı Sorumlu Karamürsel Esnaf ve Sanatkarları Kefalet Kooperatifi (Kooperatif) lehine ipotek mevcuttur. Satış ilanı ve kıymet takdir raporu Kooperatife gönderilmemiştir. İhale ilanda belirtildiği şekliyle 2/6/2014 tarihinde saat 00'da yapılmıştır. İhaleye elektronik ortamda teklif sunan olmamıştır. İhale sonucunda taşınmaz açık artırmada sunulan en yüksek teklif olan 000 TL'ye H.B.ye satılmıştır. Başvurucu 10/6/2014 tarihinde ihalenin feshi istemiyle Mahkemede dava açmıştır. Dava dilekçesinde, kıymet takdir raporunun ve satış ilanının kanun gereği tüm ilgililere tebliğ edilmesi gerektiği hâlde taşınmaz üzerine lehine ipotek bulunan Kooperatife tebligat yapılmamasının hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucuya göre Kooperatife tebliğ yapılması hâlinde Kooperatifin daha yüksek pey sürmesi olasılık dâhilindedir. Dilekçede; rüçhanlı alacaklının bulunması hâlinde taşınmazın muhammen bedelin %50'siyle birlikte rüçhanlı alacaklar ile paraya çevirme masraflarının toplamından fazla bir bedelle satılması gerektiği, somut olayda bu şartın yerine getirilip getirilmediğinin anlaşılamadığı ifade edilmiştir. Dilekçede ayrıca Belediye tarafından düzenlenen tutanakta ilanın belediye ilan panosuna asıldığına dair ibarenin yer almadığı, belediyedeki ilanın 13 gün sürdüğü oysa satış tarihinden bir ay öncesinde ilanın yapılmış olması gerektiği, bu sebeple ilanın usulsüz olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 9/9/2014 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; satış memurluğunca yapılan kıymet takdirine bir itirazın bulunmadığı, satış yapılması esnasında ihalede herhangi bir usulsüzlüğün mevcut olmadığı belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun beklediği alıcının ihaleye katılmamasının ihalenin feshi sebebi oluşturmadığı ifade edilmiştir. Gerekçeli kararda ayrıca haksız yere ihalenin feshi davası açması sebebiyle 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca başvurucu aleyhine ihale bedelinin %10'u oranında para cezasına hükmedilmiştir. Mahkeme kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 26/3/2015 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, kısa kararda para cezasına ilişkin bir hüküm fıkrası olmadığı hâlde gerekçeli kararda başvurucu aleyhine para cezasına hükmedilmesi nedeniyle kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluştuğu belirtilmiştir. Daire ayrıca sadece alıcının değil tüm hissedarların davalı taraf olarak gösterilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 1/12/2015 tarihli kararıyla bu sefer davayı kabul etmiş ve ihaleyi feshetmiştir. Kararın gerekçesinde ilk yargılamada verilen karardan ve Daire kararından söz edildikten sonra Dairenin bozma kararına uyularak davanın kabulüne karar verildiği belirtilmiştir. Ancak ihalenin feshine karar verilmesinin gerekçeleri kararda açıklanmamıştır. Daire 17/1/2017 tarihli kararıyla, ihalenin feshi sebeplerinin oluşup oluşmadığı tartışılmadan karar verildiği gerekçesiyle mahkeme kararını yine bozmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme 12/9/2017 tarihli duruşmada davanın reddine ve başvurucu aleyhine 2004 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ihale bedelinin %10'u oranında para cezası uygulanmasına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, her ne kadar kıymet takdir raporunun ve satış ilanının ipotek alacaklısına -Kooperatife- ilgili sıfatıyla tebliğ edilmesi gerekse de ihalenin feshini isteyen başvurucunun, kendisi dışındaki diğer ilgililere satış ilanının tebliğ edilmediği gerekçesiyle ihalenin feshini istemesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Kararda, ihale bedelinin 2004 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca belirtilen, gayrimenkulün tahmin edilen kıymetinin %50'sini bulduğu, paraya çevirme ve paylaştırma masraflarını da karşıladığı belirtilmiştir. Kararda başvurucunun ihalenin şekline ilişkin itirazlarına yönelik olarak da değerlendirme yapılmıştır. Mahkemeye göre 2004 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca ilanın şeklini icra müdürü/satış memuru tayin eder. Satış kararı incelendiğinde satış memurunun satış ilanının ilan panosunda, adliye divanhanesinde ve gazetede yayımlattırılmasına karar verdiği anlaşılmaktadır. Satış kararında ilanın belediye aracılığıyla yapılacağına ilişkin bir hüküm yoktur. Buna rağmen zorunlu olmadığı hâlde belediyede de yapılan ilanın usulsüz olduğundan bahisle ihalenin feshi istenemez. Mahkeme ayrıca somut olayda elektronik ortamda bir teklifin verilmediğinin açık olduğunu, bu nedenle 2004 sayılı Kanun'un maddesindeki elektronik tebligatla ilgili hükümlerin uygulanmayacağı açıklamıştır. Mahkeme son olarak satışın ulusal bir gazetede mi yoksa yerel bir gazetede mi ilan edileceğinin takdirinin satış memuruna ait olduğunu, olayın mahiyeti gözetildiğinde ilanın Kocaeli'de yayın yapan bir gazetede yapılmasının yeterli görüldüğünü ifade etmiştir. Mahkeme tüm bu sebeplerle başvurucunun talebinin reddi gerektiği kanaatine vardığını belirtmiştir. Mahkeme kararı Dairenin 7/6/2018 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 4/12/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 9/1/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2004 sayılı Kanun'un "Artırma hazırlık tedbirleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Satış açık artırma ile yapılır. Birinci ve ikinci artırmanın yapılacağı yer, gün ve saat daha önceden ilân edilir.İlanın şekli, artırmanın tarzı, yer ve günü ve gazete ile yapılıp yapılmıyacağı icra memurluğunca alakadarların menfaatlerine en muvafık geleni nazarı dikkate alınarak tayin olunur. İlânın yurt düzeyinde yayımlanan bir gazete ile yapılmasına karar verilmesi hâlinde bu ilân satış talebi tarihinde tirajı ellibinin (000) üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan gazetelerden biriyle yapılır.Gazete ile yapılacak ilanlara satış şartnamesi eklentisiyle geçirilmeyip, satılacak şeyin cinsi, mahiyeti, önemli vasıfları, muhammen kıymeti, bulunduğu yer ve ikinci artırmanın gün ve saati, satış şartnamesinin vesair bilginin nereden ve ne suretle öğrenilebileceği, talep halinde ve ilanda gösterilen masrafı verilmek şartiyle şartnamenin bir örneğinin gönderilebileceği hususları yazılmakla iktifa olunur. İcra dairesince yapılması zaruri ilanlar dışında, taraflar şartnamenin tamamını, masrafı kendilerine ait olmak üzere, diledikleri vasıtalarla ilan edebilirler. Ancak hususi mahiyetteki bu ilan resmi muameleye tesir etmez. Satış ilanı elektronik ortamda da yapılır.Açık artırmaya elektronik ortamda teklif verme yoluyla başlanır. Elektronik ortamda teklif verme, birinci ihale tarihinden on gün önce başlar, ihalenin tamamlanacağı günden önceki gün sonunda sona erer; ikinci ihalede ise elektronik ortamda teklif verme birinci ihaleden sonraki beşinci gün başlar, en az on gün sonrası için belirlenecek ikinci ihalenin tamamlanacağı günden önceki gün sonunda sona erer. Elektronik ortamda verilecek teklifler haczedilen malın tahmin edilen kıymetinin yüzde ellisinden az olamaz; teklif vermeden önce, haczedilen malın tahmin edilen kıymetinin yüzde yirmisi nispetinde teminat gösterilmesi zorunludur.Satışa çıkarılan taşınır üzerinde hakkı olan alacaklının alacağı yukarıdaki fıkrada yazılı oranda ise artırmaya iştiraki halinde ayrıca pey akçesi ve teminat aranmaz" 2004 sayılı Kanun'un "İhale" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Birinci ve ikinci ihale icra memuru tarafından, ilanda belirlenen yer, gün ve saatte, elektronik ortamda verilen en yüksek teklif üzerinden başlatılır. Taşınmaz üç defa bağırıldıktan sonra, elektronik ortamda verilen en yüksek teklif de değerlendirilerek, en çok artırana ihale edilir. Şu kadar ki, artırma bedelinin malın tahmin edilen bedelinin yüzde ellisini bulması ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan diğer alacaklar o malla temin edilmişse bu suretle rüçhanı olan alacakların mecmuundan fazla olması ve bundan başka paraya çevirme ve paraların paylaştırılması masraflarını aşması gerekir." 2004 sayılı Kanun'un "İhalenin neticesi ve feshi" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: "İhalenin feshini, Borçlar Kanununun 226 ncı maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere yalnız satış isteyen alacaklı, borçlu, tapu sicilindeki ilgililer ve pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla icra mahkemesinden şikayet yolu ile ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde isteyebilirler. İlgililerin ihale yapıldığı ana kadar cereyan eden muamelelerdeki yolsuzluklara en geç ihale günü ıttıla peyda ettiği kabul edilir. İhalenin feshi talebi üzerine tetkik icra mahkemesi talep tarihinden itibaren yirmi gün içinde duruşma yapar ve taraflar gelmeseler bile icap eden kararı verir. Talebin reddine karar verilmesi halinde icra mahkemesi davacıyı feshi istenilen ihale bedelinin yüzde onu oranında para cezasına mahküm eder. Ancak işin esasına girilmemesi nedeniyle talebin reddi hâlinde para cezasına hükmolunamaz."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3589
Başvuru, uyuşmazlığın esasına etkili iddiaların ilgili ve yeterli gerekçeyle karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, ortaklığın giderilmesi davasına konu evin satışına ilişkin işlemlerin usulsüz olması ve ihalenin feshi davasının reddedilmesi sebebiyle ihale bedelinin %10'u oranında cezaya hükmedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, hukuka aykırı olarak elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek suçundan tutuklu olarakSilivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu 8/2/2014 tarihinde ziyaretçisi U.K. ile kapalı görüş gerçekleştirmiştir. Kaydedilen görüşme daha sonra Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince dinlenmiş ve başvurucunun Cumhurbaşkanı'na hakaret içeren sözler sarfettiği tespitini içeren tutanak düzenlenerek Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Anılan suç yönünden kovuşturma yapılabilmesi Adalet Bakanının iznine tabi olduğundan dosya Bakanlığa gönderilmiştir. Başvurucu hakkında soruşturma izni verilmiştir, ancak U.K. hakkında soruşturma izni verilmediği için U.K. yönünden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının yaptığı soruşturma kapsamında alınan ifadesinde başvurucu, kapalı görüş sırasında yapılan konuşmaların kaydedilmesine mevzuatın izin vermediğini, kapalı görüşte yapılan telefon görüşmesinin kaydedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, hukuka aykırı yolla elde edilen delile dayanılarak ceza verilemeyeceğini, ayrıca ihtilat şartı gerçekleşmediğinden hakaret suçunun işlendiğinin söylenemeyeceğini belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 14/5/2015 tarihli iddianame ile başvurucunun Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açmıştır.İddianamede, başvurucu ile U.K. arasında geçen kapalı görüş kayıtlarının tamamının çözümünün yaptırıldığı, soruşturmaya konu sözlerin sarf edilmesinden evvelki konuşma seyri gözetildiğinde, bu sözlerin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı kast edilerek söylendiğinin açık olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun görüşmelerin kayda alındığını ve kayıtların daha sonra çözümlenip dinleneceğini bildiği dikkate alındığında gıyapta hakaret suçu için öngörülen üç kişi ile ihtilat unsurunun gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Silivri Asliye Ceza Mahkemesi 9/5/2017 tarihinde başvurucunun Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, anılan cezanın paraya çevrilmek suretiyle sonuç olarak 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 12/12/2014 tarihli yazısı ve görüşme tutanağı hatırlatıldıktan sonra soruşturmaya konu sözlerin sarf edilmesinden evvelki konuşma seyri gözetildiğinde bu sözlerin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı kast edilerek söylendiğinin açık olduğu; ayrıca başvurucunun görüşmelerin kayda alındığını ve çözümlendiğini bildiği vurgulanmıştır. Cumhurbaşkanı'na hakaret suçunun 12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde öngördüğü hakaret ve gıyapta hakaret suçundan geniş yorumlanması gerektiği, Cumhurbaşkanı'na hakaret suçunda kişinin değil devletin saygınlığının korunduğu belirtildikten sonra Cumhurbaşkanı'na hakaret suçunu oluşturacak bir eylemin tespitiyle suçun oluştuğu ayrıca ihtilat unsurunun gerçekleşmesine gerek olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı istinaf başvurusu, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 14/9/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi ile 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinde düzenlenen telefonla görüşme hakkına atıf yapılarak; anılan düzenleme ile hükümlü ve tutukluların kurumda bulunan ücretli telefonla yaptıkları görüşmelerin dinleneceği ve kaydedileceği hususunun belirlendiği dolayısıyla telefon görüşmelerinin kayda alınmasının yasal dayanağının mevcut olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun kapalı görüş sırasında sarfettiği sözlerin Cumhurbaşkanı'na hakaret suçunu oluşturduğu ve yapılan dinlemenin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Nihai karar başvuruya 23/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/11/2017 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "5271 sayılı Kanunun 286 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. (3) İkinci fıkrada belirtilen temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsa bile aşağıda sayılan suçlar nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan;... Cumhurbaşkanına hakaret (madde 299),..." 7188 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...f) 286 ncı maddenin üçüncü fıkrasında yapılan düzenleme, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren on beş gün içinde talep etmek koşuluyla aynı suçlarla ilgili olarak bölge adliye mahkemelerince verilmiş kesin nitelikteki kararlar hakkında da uygulanır. Bu bendin uygulandığı hâlde, cezası infaz edilmekte olan hükümlülerin, 100 üncü madde uyarınca tutukluluğunun devam edip etmeyeceği hususu, hükmü veren ilk derece mahkemesince değerlendirilir."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38326
Başvuru, kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, hukuka aykırı olarak elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşleri kaçırıldığı dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 29/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurucu İsmet Aydın’ın adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemelerinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın muhtelif tarihli yazılarında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvurular hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 2013/2746 başvuru numaralı dosyanın konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/2739 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/2739 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve 2013/2746 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular; terör örgütü mensupları tarafından kardeşleri N.A.nın 17/8/1993 tarihinde kaçırıldığını, alıkoyma müddeti boyunca kardeşlerinin izahı mümkün olmayan korku yaşadığını, terör örgütü üyelerinin baskısına maruz kaldığını beyan etmişler ve kardeşlerinin yaşadığı bu olaylar kapsamındaki özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını ifade etmişlerdir. Başvurucular, ekli tablonun D satırında belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun E satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Erdemli köyünün boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, köyün Sason ilçe merkezinde bir mahalle olduğundan, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden ailelerin bulunduğundan bahisle taleplerin reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun F satırında belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun G satırında tarihleri gösterilen Batman İdare Mahkemesi kararları ile Erdemli köyünün (1997 yılı itibarıyla Zafer Mahallesi) Zafer, Yeşiltepe, Kurtuluş ve Erdemli Mahallelerinden oluşmakta iken 1997 yılında ayrılarak tek başına Erdemli Mahallesine dönüştüğü, Erdemli köyü ve 1997 yılı öncesi bağlı olan mahallelerinde ikamet eden vatandaşların terör sebebiyle göç ettiği, Erdemli köyüne bağlı Erdemli ve Zafer Mahallelerinde ikamet eden köy korucularının ailelerini başka yere taşıdığı ancak kendilerinin burada görev yapmaya devam ettiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Zafer Mahallesi’nin tamamen boşalan ya da boşaltılan yerlerden olmadığının, 1991 ile 1997 yılları arasında kısmen boşaldığının ifade edildiği, 1987 ile 2000 yılları arasında Erdemli köyünde geçici köy korucusu ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 135 hanenin olduğu; köy nüfusunun 1990 yılında 806, 1997 yılında 360, 2000 yılında 512 kişi olduğu, 1990 ile 2000 yılları arasında köyde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Erdemli köyü (1997 itibarıyla Zafer Mahallesi) halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvuruculara yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davaların reddine hükmedilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun H satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile Erdemli köyünün 1997 yılında Sason ilçesinin bir mahallesi hâline geldiği hususları birlikte değerlendirildiğinde Erdemli köyünde asgari güvenlik düzeyinin bulunduğu ve güvenlik kaygısı nedeniyle yerleşim yerinin tamamen boşaltılmadığı sonucuna ulaşıldığı, kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek kararın onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından yapılan karar düzeltme istemi, ekli tablonun I satırında belirtilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile reddedilmiştir. Karar düzeltme istemlerinin reddi kararları başvuruculara 15/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 29/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2739
Başvurular, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşleri kaçırıldığı dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurucular, murisleri tarafından 1967 yılında Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasında makul sürede yargılama yapılmadığını, bu sürede taşınmazı kullanamadıklarını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmişlerdir. Başvurular, 16/12/2013 ve 28/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyon tarafından, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı tarafından yapılan 2013/9059 sayılı bireysel başvuru dosyası ile bir kısım başvurucular tarafından yapılan 2014/2615 sayılı bireysel başvuru dosyası, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2013/9059 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir Bölüm Başkanı tarafından 2/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Derik ilçesi Hisaraltı köyü 65 parsel numaralı taşınmaz, kadastro tespit çalışmaları sonunda 6/6/1967 tarihinde başvurucuların murisi Ömer Gökalp ile Ş.Ş. ve müşterekleri adına tespit edilmiştir. Ş.Ş., S., F.A., B.E. ile başvurucuların murisinin 1967 yılı Ağustos ayında kadastro tespitine itiraz etmeleri üzerine Derik Tapulama Mahkemesinde yargılamaya başlanılmıştır. Mahkemece, 26/3/1971 tarih ve E.1967/150, K.1971/65 sayılı kararla; adalet duygularının zedelenmemesi gerekçesiyle Mahkeme Hâkiminin davadan çekilmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 25/5/1971 tarih ve E.1971/6100, K.1971/5032 sayılı ilamla; Kızıltepe Tapulama Mahkemesinin yargılama merci olarak tespitine karar vermiştir. Kızıltepe Tapulama Mahkemesi, 19/9/1977 tarih ve E.1972/18, K.1977/49 sayılı kararla; taşınmazın Ş.Ş. adına tapuya tesciline, diğer davacıların ilk duruşmaya gelmedikleri ve delillerini bildirmedikleri için itiraz etmemiş sayılmalarına, davacı S.’nin itirazının reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 20/4/1978 tarih ve E.1977/12878, K.1978/5494 sayılı ilamla, dosyada eksikliklerin bulunması nedeniyle dosyanın Mahkemesine iadesine karar vermiştir. Eksikliklerin tamamlanmasından sonra yapılan temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/10/1978 tarih ve E.1978/9783, K.1978/12304 sayılı ilamıyla hüküm bozulmuştur. Mahkeme bozma kararına uyarak yargılamaya devam etmiş, 20/3/1981 tarih ve E.1979/5, K.1981/59 sayılı kararla; Derik ilçesine başka hâkimlerin atandığı ve taşınmazın Derik ilçesinde bulunduğu gerekçesiyle Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Derik Tapulama Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/10/1981 tarih ve E.1981/12521, K.1981/10814 sayılı ilamıyla hüküm bozulmuştur. Kızıltepe Kadastro Mahkemesi bozmaya uyarak, E.1982/6 sayılı dava dosyasında yargılamaya devam etmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin kapatılmasından sonra dosya Mardin Kadastro Mahkemesine gönderilmiş olup, anılan Mahkemenin E.2013/76 sayılı dosyasında yargılamaya devam edilmektedir. Başvurucular, 16/12/2013 ve 28/2/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9059
Başvurucular, murisleri tarafından 1967 yılında Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasında makul sürede yargılama yapılmadığını, bu sürede taşınmazı kullanamadıklarını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmişlerdir.
1
Başvuru, bir siyasi partinin eş genel başkanı hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedenleriyle ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda "Demokratik açılım süreci", "Çözüm süreci" ve "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-27). Hendek olayları kapsamında PKK tarafından birçok yerleşim yerinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından şehirlerin bir kısmında öz yönetim adı altında hakimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), §§ 28-30). Terör saldırılarının gittikçe yoğunlaştığı ve ülkenin birçok bölgesine yayıldığı bu dönemde, hem güvenlik güçleri hem de siviller hedef alınmıştır. Bu bağlamda PKK tarafından (başvurucunun seçim bölgesi olan Hakkari, konuşma yaptığı Şırnak ve Diyarbakırillerinde) 6/9/2015 tarihinde Yüksekova'da askeri karakola, 28/11/2015 tarihinde Sur'da güvenlik görevlilerine, 13/1/2016 tarihinde Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde polis lojmanlarına,24/3/2016 tarihinde Sur'da askerî karakola, 31/3/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 11/4/2016 tarihinde Hani'de askerî karakola, 15/4/2016 tarihinde Şırnak'ta güvenlik görevlilerine, 1/5/2016 tarihinde Dicle'de jandarma binasına, 10/5/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 12/5/2016 tarihinde Sur'da doğrudan sivillere, aynı gün İstanbul'da askerî servis aracına, 29/5/2016 tarihinde Kulp'ta güvenlik görevlilerine, 30/5/2016 tarihinde Silopi'de polis aracına, 28/6/2016 tarihinde Dicle'de polis aracına, 10/8/2016 tarihinde Sur'da polis ekiplerine, 15/8/2016 tarihinde Bismil'de bölge trafik müdürlüğüne, 9/10/2016 tarihinde Şemdinli'de askerî kontrol noktasına ve 4/11/2016 tarihinde Bağlar'da emniyete ait hizmet binalarına yönelik silahlı ve/veya bombalı saldırılar düzenlenmiş; ayrıca bombalı intihar saldırıları gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılarda 60 güvenlik görevlisi ve -aralarında üç çocuk ve Diyarbakır Baro Başkanı'nın da bulunduğu- 51 sivil hayatını kaybetmiş, 308 güvenlik görevlisi ve 289 sivil yaralanmıştır.B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu 22/7/2007 tarihinde yapılan seçimlerde Demokratik Toplum Partisinden (DTP) ve 12/6/2011 tarihinde yapılan seçimlerde ise Barış ve Demokrasi Partisinden (BDP) İstanbul milletvekili seçilmiştir. Başvurucu daha sonra Demokratik Bölgeler Partisine (DBP) katılmış ve bu partinin eş genel başkanı olmuştur. Başvurucu tutuklandığı tarihte ve hâlen milletvekili değildir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen soruşturma kapsamında Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı S. ve bazı milletvekilleri hakkında uygulanan gözaltı kararlarını protesto etmek için 4/11/2016 tarihinde Diyarbakır'da Adliye binası önünde toplanan kalabalığın içinde bulunan başvurucu, çıkan olaylar esnasında terör örgütü propagandası yapmak suçlamasıyla gözaltına alınmış ve hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun iddiasına göre Başsavcılık, soruşturma dosyasına ilişkin olarak müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucunun savunması 6/11/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Başvurucunun savcılıktaki ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamalar açıklanmıştır. Başvurucu, savunmasında özetle soruşturma konusu eylemlerin ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında yaptığı açıklamalar olduğunu belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucunun müdafii ise özetle suçlama konusu yapılan ses kayıtlarının hukuka aykırı olarak elde edildiğini ve açıklamaların siyasi faaliyet kapsamında yapılan açıklamalar olduğunu belirterek başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmiştir. Başsavcılık 6/11/2016 tarihinde başvurucuyu "silahlı terör örgütüne üye olma" suçundan tutuklanması istemiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:"...... şüpheli beyanı ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;1-PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'ın 4 ayaklı paradigmasının ayaklarından ayağını oluşturan DTK (Demokratik Toplum Kongresi): Silahlı Terör Örgütü PKK'nın üst çatı oluşumu olan KCK yapılanmasını düzenleyen, KCK sözleşmesinde de açıkça yer verildiği üzere KCK'nın temsil ve karar organıdır. Gizli tanık Bahar'ın 'Sebahat Tuncel DTK üyesidir, bir dönem Kandilde eğitim aldı, halen milletvekilidir' şeklindeki beyanı ve N.A. isimli şahsın '... demokratik özerkliğin ilan edildiği kongreye katılan şahıslardan ismen tanıdığım şahıslar şunlardır; ... Sebahat Tuncel BDP İstanbul Milletvekili ..' şeklindeki beyanı, 26/12/2015 tarihli Demokratik Toplum Kongresi olağanüstü genel kurulu toplantısında yapılan konuşması ile teknik araçlarla izleme ve dinleme çözüm tutanakları dikkate alındığında DTK çatısı altında demokratik özerkliği inşa etmek amacıyla örgütsel çalışmaların yürütüldüğü Diyarbakır Belediyesi Konuk Evi olarak adlandırılan yere birçok kez gelip gittiği ve burada yapılan toplantılara katıldığı,2-Şüpheli şahsın farklı tarihlerdeki söylemleri, basın açıklamaları ve örgüte müzahir gösteri ve yürüyüşteki konuşmaları incelendiğinde, söylemlerinin demokratik hakların geliştirilmesine yönelik politik taleplerden ibaret olmadığı, söylemlerin sahibinin kendisi, bölgede yaşayan vatandaşlarımız ya da bölgede siyaset yapan partiler değil, aksine terör örgütünün bizzat kendisi olduğu, zira; örgütün Birleşik Bağımsız Kürdistan kurma hedefine yönelik son dönemdeki stratejisinin temel dayanak noktasını bahse konu söylemlerin ve taleplerin teşkil ettiği anlaşılmakla, Şüpheli şahsın PKK/KCK terör örgütünün propaganda faaliyetleri üzerinden ulaşmaya çalıştığı amaç doğrultusunda hareket ederek halk tabanında terör örgütüne desteği yükseltmek, terör örgütünün ve faaliyetlerinin sözde meşru olarak algılanmasını sağlamak maksadıyla örgütsel mahiyette açıklamalara ve paylaşımlara yer vererek terör örgütünün propagandasını yaptığı ve PKK/KCK terör örgütünün temsil ve karar organı olan Demokratik Toplum Kongresinde aktif bir şekilde yer aldığı değerlendirilmektedir.... şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; Şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti ile mevcut delil durumu dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri uyarınca ... [tutuklanmasına karar verilmesi talep olunur.]" Anılan talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun üç avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucunun Hâkimlikteki savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"...Türkiye'de siyasi bir darbe ile karşı karşıyayız, özellikle Türk siyasetçilerin sesi olan HDP['ye] yönelik darbe'yi kınadığımı beyan ederim, Eş başkanlar ve milletvekillerinin tutuklanması bu darbenin en belirgin örneğidir, darbeye karşı direnmek darbeye karşı durmak her kesimin hakkıdır, bu darbe karşısında kaybeden HDP olmayacaktır, kaybeden Türkiye demokrasisi ve siyaseti olacaktır,Türkiye'de siyaset ne yazık ki yargı eli ile dizayn ediliyor, biz bir kez daha bununla karşı karşıya kaldık, bu gelenek devam etmektedir ... Bu gün DBP'ye yönelik tutum kati bir ispatıdır,karşınızda olmam hukuki değildir, Kürt halkının sesini kısma Kürt halkının nefesini kesme amaçlanmıştır, sonucu belli bir karardır, Ankara'da bu karar verilmiştir, bunun böyle olduğunun altını çizmek istiyorum, iki dönem milletvekilliği yaptım, yapmış olduğum bütün açıklamalar faaliyetler benim var oluş sebebimdir, bunların yargı konusu olması Türkiye demokrasi çerçevesinde vahim bir tablodur,özellikle Kürt sorununda bu bir çözüm değildir, ... bu bir hukuki dava değildir, siyasi bir davadır, bu nedenle mahkemenizden hiçbir kişisel ... talebim yoktur,... Ben siyasetçi'yim Türkiye'de savaşın ortadan kaldırılması için bir takım çabalarım olmuştur, siyaseti kapattığınız andan itibaren savaş ortaya çıkmaktadır, buna ilişkin yaşam ölüyor, doğa ölüyor, biz bunların önüne geçmek için siyaset yapmaktayız." Başvurucunun müdafileri, başvurucunun soruşturma konusu konuşmaları siyasi kimliği gereği yaptığını ve tamamen düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kalan konuşmalar olduğunu ifade ederek yapılan işlemlerin hukuka uygun olmadığını belirtip başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmişlerdir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 6/11/2016 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir: "...Şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç varlığını gösterir somut delillerin (şüphelinin PKK/KCK terör örgütü kurucusu ve yöneticisi olmak suçundan hükümlü Abdullah Öcalan isimli şahsın terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyet yürütmesi için kurulması talimatını verdiği, legal yapı altına örgütlenerek illegal faaliyet yürüten DTK isimli yapının toplantılarına katılması, bu yapıya üye olduğuna dair dosyada 1 adet gizli tanık, ve 1 adet şüpheli beyanının bulunması, DTK isimli yapının terör örgütünün talimatına istinaden kurulduğuna dair örgüt lideri Abdullah Öcalan'ın avukatları ile yapmış olduğu görüşmelerde yapının kurulmasına yönelik vermiş olduğu talimatlara ilişkin tutanaklar, dinleme, teknik ve fiziki takip tutanaklarının içeriği, şüphelinin 13/12/2015, 26/12/2015, 08/06/2016, 20/06/2016, 25/06/2016, 30/06/2016, 23/07/2016,31/07/2016, 11/08/2016 ve 15/08/2016 tarihli açıklamaları bir bütün olarak değerlendirildiğinde yapmış olduğu konuşmalarda, şüphelinin PKK terör örgütünü ve hükümlü liderini övdüğü, PKK'nın şiddet içeren eylemlerini direniş şeklinde tanımladığı, ölen terör örgütü mensuplarını şehit olarak adlandırdığı, ve yine söz konusu dönemlerde terör örgütünün hendek kazmak suretiyle özerk yönetimler oluşturma doğrultusunda başlattığı yasa dışı eylemleri direniş olarak adlandırdığı ve meşru gösterdiği, şüphelinin örgütün çağrıları doğrultusunda ölen örgüt mensuplarının cenazelerine katıldığı, yine katılmış olduğu kanun dışı eylemlerde kolluk kuvvetlerine karşı tehdit içeren söylemlerde bulunduğu dikkate alındığında,Yargıtay Ceza dairesinin terör örgütü üyeliği suçunun unsurlarının oluşması bakımından eylemlerde aradığı süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk unsurlarının bir arada bulunabileceği,) mevcut olması,Şüpheli Sebahat Tuncelhakkında 5271 Sayılı CMK’[nın] 100/ maddesinde belirtilen 'kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin', Anayasanın 19/ maddesinde belirtilen 'kuvvetli belirti'nin (şüphe) ve AİHS'in 5/1-c. maddesinde belirtilen 'makul şüphenin' bulunduğuna dair hakimliğimizi ikna edebilecek bilgi ve somut deliller[in] var olduğu. (Sözleşme'nin maddesinin fıkrasının c) bendi, bir ceza yargılaması çerçevesinde bir kişinin ancak hakkında suç işlediğine dair inandırıcı nedenlerin bulunması halinde mahkeme önüne çıkarılması amacıyla tutuklanmasına karar verilebileceğini düzenlediğini hatırlatmaktadır (Jėčius/Litvanya, No. 34578/97, § 50, AİHM 2000-IX ve Wloch/Polonya, No. 27785/95, § 108, AİHM 2000-XI ve Poyraz/Türkiye (kabul edilebilirlik hakkında karar) No. 21235/11, § 53, 17 Şubat 2015). Tutukluluk kararının dayandırılması gereken 'inandırıcı olma' kavramı Sözleşme'nin maddesinin fıkrasının c) bendi tarafından getirilen korumanın temel unsurunu teşkil etmektedir. İnandırıcı nedenler, söz konusu kişinin, atılı suçu işlediğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye uygun olguların ve bilgilerin varlığını gerektirmektedir. Bununla birlikte, inandırıcı olarak kabul edilebilecek durumlar somut olayın koşullarının bir bütün olarak değerlendirilmesine bağlıdır (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, 30 Ağustos 1990, § 32, A Serisi no.182; O’hara/Birleşik Krallık, No. 37555/97, § 34, AİHM 2001-X; Korkmaz ve diğerleri/Türkiye, No. 35979/97, 21 Mart 2006, § 24; Süleyman Erdem/Türkiye, No. 49574/99, 19 Eylül 2006, § 37 ve Çiçek/Türkiye (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 72774/10, § 62, 3 Mart 2015). Şüphelininüzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun nitelik itibarıyla 5271 Sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde belirtilen katalog suçlar içerisinde yer alması, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğuna yönelik yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında isnat edilen suçlamanın işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunduğu anlaşılmakla; şüpheli hakkında CMK'nın 100/3-a maddesinde belirtilentutuklama nedeni[nin] var olduğu; Anayasa Mahkemesinin 27/10/2011 Tarih 2010/71 Esas, 2011/143 Karar ve 27/12/2012 Tarih 2012/35 Esas 2012/203 Karar sayılı kararlarında belirtildiği üzere ölçülülük ilkesi; 'elverişlilik', 'gereklilik' ve 'orantılılık' ilkelerini içerip; şüpheliye isnat edilen suçlamanın niteliği, suçlamanın kanunda yazılı hapis cezasının alt ve üst sınırı, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri göz önüne alındığında tutuklama kararının ulaşılmak istenen amaç için elverişli olduğu, tutuklama kararının ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olduğu ve verilen tutuklama kararı ile ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçünün (orantı) bulunduğu, tutuklama zorunluluğu gerektiren nedenlerin var olduğu, bu itibarla tutuklama tedbirine başvurularak elde edilmesi beklenen yarar ile şüpheliler açısından ortaya çıkacak zarar karşılaştırılarak, tutuklama tedbirinin uygulanmasının gerekli olduğu sonucuna varıldığı, adli kontrol hükümlerinin uygulanması ile bu amaca ulaşılamayacağı, adli kontrole ilişkin hükümler değerlendirildiğinde ... yeterli olmayacağının düşünüldüğü, bu nedenlerle Anayasanın ve 5271 Sayılı CMK'nın 100/ maddesinde bilirtilen ölçülülük ilkesine göre tutuklama kararının ölçülü olacağı, açıklanan tüm bu hususlar dikkate alındığında adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, şüpheliler hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin var olduğu, bir tutuklama nedeninin bulunduğu ve ölçülülük ilkesinin gerçekleştiği anlaşıldığından; Anayasanın maddesi, AİHS'nin maddesi ve 5271 Sayılı CMK['nın] maddesinde belirtilen tutuklama nedenlerinin var olduğu. Ayrıca AİHS'in 5/ maddesi uyarınca özgürlükten yoksun bırakmanın yasalara uygun olup, 5271 Sayılı CMK['nın] maddesinin de AİHS'in tüm maddelerinin özünde var olanhukukun üstünlüğü ilkesi ile uyumlu olduğu anlaşılmakla; Şüpheli[nin] ... CMK['nın] ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA ... [karar verildi] " Başvurucu 8/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 16/11/2016 tarihinde "...delil durumunda herhangi bir değişiklik olmadığı... verilen kararda herhangi bir isabetsizlik görülmediği, verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu" şeklindeki gerekçe ile itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 14/11/2016 tarihinde tahliye talebinde bulunmuş, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 16/11/2016 tarihinde "... delil durumunda herhangi bir değişiklik olmadığı, Hakimliğimizin 06/11/2016 tarih ve 2016/575 sorgu ile verilen karar[ın]da herhangi bir isabetsizlik görülmediği, kararda belirtilen gerekçeler dikkate alındığında kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla ..." şeklindeki gerekçeyle talebi reddetmiş; bu karara yapılan itirazı ise Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 17/11/2016 tarihinde "... delil durumunda herhangi bir değişiklik olmadığı, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği'nin 06/11/2016 tarih ve 2016/575 sorgu ile verilen karar[ın]da herhangi bir isabetsizlik görülmediği, verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla ..." şeklindeki gerekçeyle reddetmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 22/11/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun farklı zaman ve yerlerde yaptığı konuşmaları suçlamaya konu edilmiştir. İddianamede öncelikle PKK/KCK silahlı terör örgütünün kuruluş sürecinden, yapısından -özellikle Demokratik Toplum Kongresinin (DTK) kuruluş ve amacından- ve nasıl faaliyet gösterdiğinden bahsedildikten sonra başvurucunun suçlamaya konu edilen konuşma ve eylemlerine yer verilmiştir. Başvurucunun iddianameye konu edilen eylemleri şöyledir:i. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 29/6/2011 tarihli kararı doğrultusunda 14/7/2011 tarihinde Diyarbakır'ın Merkez Bağlar ilçesinde bulunan BDP Diyarbakır il binasında görüntü ve ses kaydı yapılmıştır. Başvurucunun bu karar uyarınca tespit edilen14/7/2011 tarihli konuşmasının ilgili bölümleri şöyledir:"..... bugün 14 Temmuz kürdistan tarihi açısından önemli bir gündem ... direnişin başlangıç tarihi. Kemal PİR’in bir sözü var; ... diyor ki; 'artık sizin baskınız ve zulmünüz bize hiç gelir. Çünkü biz bugün ölüm orucu kararı aldık. Kendi irademizle bu karan aldık'. İşte aslında o gün bir tarih yazıldı ve Kemal PİR yani büyük bir devrimci aynı zamanda Kürdistan halkının özgürlüğünün ... Bu önemli bir başlangıç diye düşünüyorum. Yani tarih yazmak çok kolay değil Kürdistan tarihi açısından.[aralarında Kemal Pir'in de bulunduğu PKK terör örgütü üyeleri 14 Temmuz 1982'de Diyarbakır Cezaevinde ölüm orucu eylemi başlatmışlardır.] Çok büyük bedeller ödedi arkadaşlarımız katledildi. Hepsi çok büyük bedeller ödedi. Bence tam da burada yatıyor. Yani kendi irademizi bir başlangıç yapacak mıyız, yapmayacak mıyız? Önderlik diyor ki; tarih bir hükümdür, 5000 yılın toplamıdır. Yani başlamıştır ancak bitmemiştir. Dolayısıyla biz bu tarihi süreci Demokratik Toplum Kongresi olarak önemli bir cümle diyoruz. Kürdistan halkının tarihi açısından, bir tarihi yazılanlar vardır, bir tarih yazanlar vardır. Diyoriz ki bugüne kadar kürdistan halkının bir tarihi yazılmıştır. Yazılan bu tarihte biz yokuz ... İşte bu bizim tarihimizi yazanlara karşıdır devrimcilerin direnişi, bedel ödeyişi. Öyle ki; öyle bir direniş tarihi yazmışlar ki şimdi zalimler, katiller kendi tarihleri içinde tutsak kaldılar. İşte Diyarbakır'a her geldiğinde Başbakan'ın 'şu Diyarbakır'ın dili olsa da konuşsa' diye ifade etmesi tam da zalimlerin zalimliğinden utandığı andır ... biz bu tarihi süreci, tarihi yazmışız, olgunlaştırmışız, belli bir düzeye getirmiş bu mücadelede bir cümle ekleyecek miyiz, eklemeyecek miyiz? ... aslında özerkliğin ilanı konusunda ... hiç kimsenin bir sorunu yok ... İşin tam da zamanıdır dedik ... sorun sadece o ekonomik kriz değil, sistem krizidir. İkinci kriz ekolojik krizdir .... Bu mücadelenin ... peki kürdistan halkı 30 yıldır kesintisiz özgürlük mücadelesi veren kürdistan halkı, 'kürt özgürlük hareketi' bu gelişimin dışında kalabilir mi? biz bu değişimin dışında kalırsak tekrar böyle bir tarihi fırsatı yaratabilir miyiz? İşte tamda zamanıdır ... İşte bugün burada ifade edeceğimiz şey yeni Anayasada nasıl yerimizi alacağımız. Biz seçim döneminde ... Bunun bir özerk Kürdistan'ın ilanı olacağını ifade etmiştik ... İşte bu süreç buna bir kez daha biz an azadi, an azadi diye başladıysak ya özgürlük ya özgürlük beni böyle kabul edeceksiniz. Ben böyle bir özgürlüğü istiyorum. Böyle bir özgürlük dışında, böyle bir özgürlük dışında yaşamı kabul etmiyorum. Kürdistan halkı 90 lı yıllarda farklı iklimler taşır. ... 90 yıllarda ... Kürdistanda yaşanan savaşın vahşetini. Bizler kendi Gerillalarımıza sahip çıkamadık ... Kendi şehidine sahip çıkamayan bir gerçeklikten ... Halkımız hazır, Hareket hazır, Önderiniz ne diyor; ... 12 yıldır biz kendi işimizi Önderliğin omuzlarına yıkıyoruz. İşte tam da ... omzuna yüklediğimiz yükün birazını almak, kendimize düşen payı almak görev ve yetkilerimizi yapmak açısından bu tarihi bir an ... halkımızdirenme kararı açığa çıkarmıştır ... Sonuçta bu süreç ... bizim görevimizdir ... Yarın halkımıza gideceğiz ... bu özerkliğin ilanını herkese anlatmak zorundayız ..."ii. İddiaanmede başvurucunun bu konuşmasında; 14 Temmuz'un Kürdistan tarihi açısından direnişin başlangıç tarihi olduğunu ve PKK terör örgütünün kurucularından olan Kemal Pir'in "artık sizin baskınız ve zulmünüz bize hiç gelir. Çünkü biz bugün ölüm orucu kararı aldık. Kendi irademizle bu kararı aldık." şeklindeki sözünü okuyarak o gün tarih yazıldığını ve önderlik diye sahiplendiği terör örgütü liderinin "tarih bir hükümdür, 5000 yılın toplamıdır. Yani başlamıştır ancak bitmemiştir." şeklindeki sözüne vurgu yaparak Ortadoğu'da şekillenen yeni düzende Kürt özgürlük hareketi olarak adlandırdıkları yapılanmalarının bunun dışında kalamayacağını söylediği, seçim döneminde özerk Kürdistan kuracaklarını halka anlattıklarını ve burada karara bağlayacaklarını dile getirdiği, 1990'lı yıllarda kendilerinin Kürdistan diye tabir ettiği bölgede -PKK terör örgütü mensuplarını kastederek- "gerillalarımız" diye özdeşleştirdiği terör örgütü üyelerine sahip çıkamadıklarını ifade ettiği, anılan toplantıda bulunan ve (sözde) özerklik ilanına imza atacak delegasyonun kendilerinin tamamladığı devrim sürecini kurumsallaştıracağına değindiği, halkın ve hareket diye belirttiği terör örgütünün [buna] hazır olduğunu söyleyerek önderlik diye sahiplendiği terör örgütü liderinin yükünün hafifletilmesi gerektiğine vurgu yaptığı ve sözde özerklik ilanının halka anlatılması gerektiğine işaret ettiği belirtilmiştir.iii. Bu bağlamda başvurucunun PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın talimatları doğrultusunda kurulan ve dört ayaklı paradigmasının üçüncü ayağını oluşturan DTK'ya katıldığı, demokratik özerkliği inşa etmek amacıyla örgütsel çalışmalar içinde hareket ettiği, PKK terör örgütünün talimatları doğrultusunda özerk Kürdistan kurulması çalışmalarına katkı sağlamak ve çalışmalarda aktif olarak rol almak üzere Diyarbakır Belediyesi Konuk Evi olarak adlandırılan yere birçok kez gelip gittiği ve burada yapılan toplantılara DTK üyesi olarak katıldığının tespit edildiği belirtilmiştir.iv. Başvurucunun 4/5/2012 tarihinde PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan bir internet sitesindeki çağrılar doğrultusunda -24/4/2012 ile 25/4/2012 tarihlerinde Bingöl'ün Genç ilçesi Yolçatı köyü Toklu mezrasında güvenlik güçleri ile PKK terör örgütü mensupları arasında çıkan çatışmada ölü olarak ele geçirilen- İ.K., K. ve H.K. isimli terör örgütü mensuplarının cenazelerine katıldığı belirtilmiştir.v. 4/7/2012 tarihinde Diyarbakır'ın İstasyon Meydanı'nda "Kürt sorununa demokratik çözüm" adı altında yapılmak istenen açık hava toplantısına izin verilmemesi üzerine PKK terör örgütü güdümünde faaliyet gösteren internet siteleri ve basın yayın organlarından Diyarbakır'ın genelinde eylemler yapılması ve İstasyon Meydanı'na gidilmesi çağrılarının yapıldığı, yapılan bu çağrılar sonunda toplananların İstasyon Meydanı ve Ofis Semti başta olmak üzere Diyarbakır il merkezinin birçok yerinde araçları yaktığı, yollara barikatlar kurarak güvenlik görevlilerine taş, molotof ve EYP ile saldırılar gerçekleştirdiği, PKK'yı ve liderini sahiplenici sloganların atıldığı kanunsuz eylemler gerçekleştirildiği, eylemlere destek için toplananlar arasında başvurucunun da bulunduğu tespit edilmiştir.vi. Başvurucu 13/12/2015 tarihinde Diyarbakır Merkez'de gerçekleştirilen DEM-GENÇ Kongresinde bir konuşma yapmıştır. Konuşmanın içeriği şöyledir:"Merhaba başkan Apo'nun yoldaşları merhaba Kürdistanlı devrimciler ... Bugün Amed'de [Diyarbakır] direnişin başkentinde Türkiye devrim mücadelesi açısından Kürdistan devrim mücadelesi açısından yeni bir gün doğuyor ... Bugün 13 Aralık Türkiye devrim mücadelesi açısından 12 Eylül karanlığına karşı direnenlere gözdağı vermek açısından önemli bir gün. Bugün 17 yaşında kalan ve hiç büyümeyen Erdal Eren'in ölüm yıl dönümü ... Mazlum DOĞAN [PKK terör örgütü kurucularından olması nedeniyle 1979 yılında tutuklanarak Diyarbakır Cezaevi'ne konulmuştur. 21/3/1982'de cezaevindeki hücresinde kendisini yakarak intihar etmiştir.] ... o sözünü o zaman söyledi 'teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür' ... Mahirlerin, Denizlerin, İboların, başkan Apoların ortaya çıkardığı bu devrimci mücadeleyi ileriye taşıma zamanıdır ... şimdi bize bu yolu açan başkan Apoya güçlü bir selam gönderelim ... var mısınız başkan Apoya güçlü bir selam vermeye, selam olsun başkan Apoya diyoruz [salondaki topluluk ] 'selam, selam İmralıya bin selam ve BijiSerok Apo'[şeklinde slogan atıyor]. Ben şimdi başkanAponıın bu sesi bu çığlığı çok güçlü duyduğunu görüyorum ve şöyle diyordur; 'yoldaşlarım, benim sorumluluklarımı omuzlamış durumda, halkımızın özgürlüğü için artık her zamankinden daha güçlüyüz, şimdi geleceğe daha güçlü bakabiliriz'. Biraz önce eş başkanlarımız İmralı heyetimiz çok net olarak görevlerimizi söyledi ama; ben bir kez daha ifade etmek istiyorum, tarihi bir dönemeçteyiz ... Ortadoğu’da yeni bir devrim süreci var ve kürdistan devrimcileri bu devrim sürecinin öncülüğünü yapıyor ... Rojava’da, Şengal’de, kürdistanda ortaya çıkan bu enternasyonalist mücadeleyi büyütmek dünya devrimcileri ile yan yana durmak demokratik özerk kürdistanı ve demokratik Cumhuriyeti inşa etmek ve demokratik 'Ortadoğu Konfedaralizmini' inşa etmek sizlerin bizlerin omuzundadır. Şimdi görevimiz çok daha ağırdır ... Kemal Pir'in dediği gibi çalışmak durumundayız başka seçenek yok 'ya kazanacağız ya kazanacağız' faşizmi yenilgiye uğratacağız ... şimdi bizim omuzlarımızdadır özgürlük sorumluluğu. Halklarımıza, Türkiye halklarına, kürdistan halkına, Ortadoğu halklarına sözümüzdür. En çok da bu uğurda mücadele ederken toprağa düşen şehitlerimize sözümüzdür, biz mutlaka ve mutlaka halklarımıza başarıyı armağan edeceğiz. Bir kez daha Rojava’da, Şengal’de, kürdistanın her yerinde demokrasi ve özgürlük mücadelesi yürüten ve bunun bedelini ödeyen bu uğurda şehit düşen başkan Apo’nun yoldaşlarına ..."vii. Başvurucunun 26/12/2015 ile 27/12/2015 tarihlerinde Diyarbakır'da gereçekleştirilen DTK Olağanüstü Genel Kurulunun 26/12/2015 tarihli toplantısında yaptığı konuşmanın ilgili bölümü şöyledir:"... Bugün yapacağım [tartışma] kürdistanı Kürtleri ilgilendiren bir tartışma değil bugün yapacağımız tartışma ... biz burada Türkiye'ye bir teklif sunacağız Kürtlere değil ...defalarca ilan ettik bunu demokratik Özerk Kürdistan demokratik Cumhuriyet Biz ancak bu koşullarda birlikte yaşayabiliriz ve bunun için mücadele ediyoruz dedik ve demeye de devam edeceğiz ... Seyit Rıza idam sehpasına giderken, 'ben sizin oyunlarınız ile baş edemedim, bu da [bana dert] oldu. Ama ben de size diz çökmedim Bu da size dert olsun' demiştir Şeyh Sait idama, giderken çocukları için bizler için onurlu bir gelecek bırakmak için başı dik gitmiştir ... Eğer bir devlet yurttaşlarına ... savaş açmışsa yaşam hakkını elinden alıyorsa buna karşı direnmek en temel insan hakkıdır ... Türkiye'de ciddi bir kriz var savaş var çatışma var kürdistan'a görkemli bir direniş var buna karşı ama ... görüşmeler başladığında Ocak başında 9 Ocakta Sakine Cansız [9/1/2013'te Pariste öldürülen PKK terör örgütü üyesi] katledildi Kürt halk lideri Sayın Öcalano zaman ne dedi ha Sakineyi katletmişsiniz ha bizi bu bir Dersim katliamıdır diye ifade ettiğinde Aslında, birileri bu sürecin başlamasını engellemek istiyordu Ama buna rağmen sayın Öcalan Türkiye halkarının geleceği için ısrar etti ... arkadaşlar ya özgürlük için mücadele edeceğiz direneceğiz kazanacağız ya kazanacağız Bunun dışında bir seçenek ne yazık ki bize sunulmuş değil ... Kürt halkının kendi kendisini yönetme hakkı en temel insan hakkıdır ... Unutmayın ki ... dostlar yoldaşlar tarih bize şunu göstermiştir tarihi katliamı yapanlar değil direnenler yazar her dönemde direnenler kazanmıştır bir kez daha direnenler tarih yazıyor. Selam olsun diyoruz direnenlere ..."viii. Bu bağlamda iddianamede başvurucunun DTK üyeliğiyle ilgili olarak -Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmalar kapsamındaelde edilen bilgilere göre- E.B. isimli şahsın 23/7/2012 tarihinde aralarında milletvekillerinin de bulunduğu birçok kişiye gönderdiği "DTK Başkanlık Divanı, DTK Genel Kuruluna İlişkin Genelgedir " başlıklı mail içeriğinde ve isimli şahsın kullandığı mail adresinde tespit edilen veriye göre başvurucunun DTK üyesi olarak belirlendiğinin belirtildiği, şüpheli sıfatıyla ifade veren N.A.nın 14/7/2011 tarihinde demokratik özerkliğin ilan edilmesinden sonra başvurucunun BDP Siirt milletvekili olarak DTK'ya katıldığını beyan ettiği, bir gizli tanığın da "Sebahat Tuncel DTK üyesidir, bir dönem Kandil'de siyasi eğitim aldı, halen milletvekilidir." şeklinde beyanlarda bulunduğu belirtilmiştir.ix. Başvurucunun 25/3/2016 tarihinde Diyarbakır'da yayın yapan yerel bir televizyon kanalına yaptığı açıklamalar şöyledir:" ... hükümeti[n] özellikle Rojova kürdistanına yönelik yaklaşımı Rojova devrimini boğmak için çetelerle El Nusra. Daiş gibi çete örgütleriyle işbirliği yapmaktan geri durmamıştır. Halen bu ülkenin Cumhurbaşkanı bütün dünyanın terör örgütü olarak gördüğü El Nusrayı aklamak için çaba içerisindedir ... Sınırdan geçirdikleri tırları unutmadık bunların kime yardım olduğunu neye yardım olduğunu çok net biliyoruz ... Demirci Kavalar çıkıp devrimci bir öncülük yaptılarsa dönemin zalimlerine karşı döneminde dehaklarına karşı da Demirci kavalar gibi devrimciler çıkacaktır ve çıkıyor özyönetim alanlarında ortaya çıkan direnişi bundan bağımsız ele alamazsınız ... halkımızın kendi geleceği için kendi kaderini belirlemek için kendi mücadele hakkını belirlemesini istiyoruz. Biz demokratik bölgeler Partisi olarak en azından halkımızın varlığına karşı geliştirilen bu saldırı politikası karşısında direniş konumunda olduğumuzu çok net ifade etmek istiyoruz. Bu direnişi büyüterek örgütlü olduğumuz her yerde mücadeleyi yükselterek faşizmi geriletip halkımızın özgürlüğünü mutlaka sağlayacağız o açıdan buradaki arkadaşlarımızın öyle moralini bozmadan mücadeleyi büyüterek Zafer'e yakın olduğumuzu bilerek hatta hiç olmadığı kadar Zafer'e yakın olduğumuzu bilerek sürece asılması ve mücadeleyi yükseltmesinin zamanıdır sevgili arkadaşlar bir omuz verirsek Zafer bizim Olacak o kadar yakın O yüzden bunlar bu kadar Evet çok ağır bedeller verdik çok zor bir süreçten geçtik ama İnanın ki ilk kez Ortadoğu'da Kiirdistan halkının statüsü açısından kürdistan halkının geleceği açısından yeni bir dönem başlıyor ..."x. Başvurucunun 8/6/2016 tarihinde DBP Diyarbakır il binasında gerçekleştirilen parti meclisi toplantısındaki konuşmasının ilgili bölümleri şöyledir:"... Gördük özyönetim direnişleri sırasında Cizre'yi gördük. Sur'u gördük, Nusaybin'i gördük. Gever'i gördük, insanları diri diri yakan bir devlet gerçekliğiyle karşı karşıyayız ... Sayın Öcalan’a .... Dolayısıyla bu defa sadece egemenlerin söz söyleyeceği, kâğıt üzerinde coğrafyamızı bölüp parçalayacağı yerler değil bizzat sahada mücadele yürüterek kendi geleceği üzerinde karar vereceğimiz bir süreç. Rojava devrimi, Rakka hamlesi, Münbiç hamlesi aslında bu açıdan da çok büyük bir umut, çok büyük bir moral veriyor bize. Bunun mutlaka Türkiye siyasetine yansımaları olacaktır mutlaka Kürdistan siyasetine yansımaları olacaktır."xi. Başvurucu 20/6/2016 tarihinde bir televizyon kanalında açıklamalarda bulunmuştur. Konuşmanın ilgili bölümleri şöyledir:"... Hükümeti'nin İŞİD'le kurduğu ilişki. EL-NUSRA'yla ya da EL-KAİDE'ye bağlı örgütlerle kurduğu ilişkinin aslında sonuçlarını yaşıyoruz. Türkiye'yi bir transit ülke haline getirdiler. Çetelerin burada geçişine izin verdiler. Sadece çetelerin geçişine değil ekonomik kaynaklarını DAİŞ'e sundular ... bugüne kadar devletin, bizzat MİT'in içerisinde olduğu, birlikte hareket ettiği durumlar yansımıştır. Amed patlaması. Suruç. Ankara Patlamasında bizzat aslında devletin bilgisi dâhilinde gerçekleştiği çok net ortaya çıkmıştır. Dikkat ederseniz bunları DAİŞ resmi olarak da üstlenmedi. Aslında bu işbirliğinin ortaya çıkması açısından ciddi bir durum ..."xii. Başvurucunun 30/6/2016 tarihinde düzenlediği -ve bir televizyon kanalında da yayımlanan- basın toplantısında yaptığı açıklamaların ilgili bölümleri şöyledir:" ... bu girişimler Kürt halkına yönelik imha, inkâr ve soykırımı destekleyen düşük yoğunluklu savaş anlayışına ve bu anlayışın yol açtığı büyük insani felaketler çığırına bütün sonuçlarıyla birlikte geri dönmekte olduğunu, kuşku bırakılmıyor ... Sayın Öcalan ... kuşatma altındaki kürdistan kentlerinde ... özgün mücadele ve örgütlenme yöntemleri ortaya koyarak ... bu savaş planı Türkiye’yi giderek yalnızlaştırdı metnimizde de olduğu gibi aslında kendi kırmızı çizgilerini aşındıran bir noktaya getirdi ama Türkiye'yi de savaşın içine çekmiş oldu. Rojava devrimini boğmak için desteklediği IŞİD [DEAŞ] çeteleri bombalarını şimdi Türkiye'de patlatmaya başladılar ... Lice yanıyor bu açıklamayı yaparken Uyuşturucu ile mücadele ediyoruz adı altında gerçeği gizleyen hakikati öldüren bir durumla karşı karşıyayız. Dünyanın neresinde uyuşturucu ile mücadele edenler yaşam alanlarını bombalarlar, sivil insanların hayatına kast ederler, insanların geleceğini idame ettirebilmesi için ekinlerini yakarlar. Böyle bir şey yok yani şuan Lice’nin adeta her yeri bombalanıyor ... Şırnak ve Nusaybin'de 3 Haziranda operasyonlar bittiği halde sokağa çıkma yasağı kaldırılmış değil orada hala yıkım devam ediyor ..."xiii. Başvurucunun 23/7/2016 tarihinde Diyarbakır Merkez Kayapınar ilçesi DBPbinasında yağtığı konuşmanın ilgili bölümleri şöyledir:"... kürdistandaki savaş politikalarında bunu çok net olarak görüyoruz. 7 Haziran sonrası ortaya konulan savaş politikası, bugün 15 Temmuz'da ortaya çıkan darbe girişimine zemin sunmuştur, zemin hazırlamıştır. Bölgede görev yapan bütün komuta kademesi bugün darbeci olarak gözaltına alınmıştır, bir kısmı tutuklanmıştır, bir kısmı da hala gözaltında tutulmaktadır. Bu bile aslında yaşananları çok net olarak gösteriyor. Son bir yılda Sur, Cizre, Nusaybin, Şırnak, Gever başta olmak üzere Kürt illerinde yürütülen savaş politikası ... Bu bağlamda ... İmralı Adası'nda Kürt halk önderi sayın Öcalan’a yönelik son dönemlerde ortaya atılan iddialar, aslında bu söylediğimiz darbe dinamiğinin hangi çerçevede devreye konulduğunu da çok net olarak gösteriyor ..."xiv.Başvurucunun 31/7/2016 tarihinde Diyarbakır'da bir meydanda yaptığı konuşma içeriği şöyledir:"... selam olsun başkan Apo'nun yoldaşlarına ... direndiniz, mücadele ettiniz bu günleri yarattınız selam olsun direnenlere Surdan Cizreye, Kobaniye selam olsun ... Selam olsun ki onlar bize ölümü zulmü reva görenlere karşı görkemli bir direniş geleneği yarattılar. Selam olsun sevgili arkadaşlar bugünleri yaratanlara selam olsun Başkan Apo'nun yoldaşlarına ... Sur'da, Cizre'de, Nusaybin'de, Gever'de ... bu ülkede demokratik özerk kürdistanı ... inşa edeceğiz ... başkan Apo'nun en iyi yoldaşları kadınlara sesleniyorum ... Başkan Apo'nun genç yoldaşlarına sesleniyorum gençliğe sesleniyorum ... Amed halkına sesleniyorum, direnişin kenti Amed'e 14 Temmuz ruhuyla, Sur ruhuyla, direniş ruhuyla gelin faşizmi parçalayalım, halkımızın özgürlük yolunda hep birlikte mücadele edelim, yan yana duralım ve Kürt halkı önderi Sayın Öcalan'ı özgürlüğüne kavuşturalım ..."xv. Başvurucunun 11/8/2016 tarihinde Diyarbakır Merkez Bağlar ilçesinde faaliyet gösteren bir dernek binasında yaptığı konuşmanın ilgili bölümleri şöyledir:" ...Bazen savaş alanlarına gittiler canlı kalkan oldular gerilla ile asker arasına, bazen gittiler savaş alanında kimsenin alamadığı cenazelerimizi aldılar omuzlayıp getirdiler. Bu anneler ... Kürt halk önderi sayın Öcalan'la müzakere olsun ... 40 yıllık mücadelemize baksınlar. Çok büyük şeyler yaşadı bu coğrafya ne büyük acılar yaşadık 40 yıllık yürütülen özgürlük mücadelesinde ... Son bir yıldır kürdistanda bütün savaşı şehirlere taşıdı yaşam alanlarımızı yerle bir etti, Sur’da, Cizre'de, Nusaybin'de, Gever'de halkımızın evini başına yıktı..."xvi. Başvurucunun 15/8/2016 tarihinde Diyarbakır Merkez Yenişehir ilçesinde yaptığı basın açıklamasının ilgili bölümleri şöyledir: " ...Bu torba yasa ... kürdistanda yerel yönetimlere nasıl el koyabilirizin bir yansımasıdır. Bu kadar açık ve net, baştan şunu söyleyelim. Bu yasa çıksın ya da çıkmasın demokratik bölgeler partisi olarak bu yasa bizim açımızdan yok hükmündedir ... demokratik hakların genişletilmediği, demokrasi alanının daraldığı dönemlerde şiddet devreye girmiştir... Eğer Türkiye'de Kürt sorununun çözümü konusunda demokrasi ve özgürlükler genişletilmezse, daraltırsak bu çatışmayı, kaosu giderek derinleştirir ... bu yeni çatışmanın, yeni sorunların, yeni krizlerin ateşlenmesi demektir..."xvii. Başvurucunun 30/10/2016 tarihinde Diyarbakır Merkez Kayapınar ilçesinde bir toplantıda yaptığı konuşmanın ilgili bölümleri şöyledir:"...2 tane konun hükmünde karar name yayımlandı ... ve 15’e yakın basın kuruluşu ve kürdistanda faaliyet yürüten basın kuruluşu kapatıldı. Sadece kadın haberleri yapan ve Türkiye’deki bir ilk olan JİNHA kapatıldı. Yani bu aslında bu kadın özgürlüğüne yönelik biraz önce Kamuran başkanın ifade ettiği KJA şahsında söylediği şey sadece KJA değil kadınlar sesini duyurmaya yönelik basın ajansına yönelik bir saldırıya neden oldu ...... Ama mücadelenin direnişin olduğu bir dönem özellik Diyarbakır'da halk iradesine yönelik geliştirilen saldırı karşısında başta kadınlar olmak üzere halkımızın ortaya koyduğu direnç aslında bu süreç nerde olmamız gerektiğini çok net gösteriyor ... Dün 2 gerillanın nasıl infaz edildiğine dair görüntüleri kamuoyuyla paylaşmak kürdistan halkını Kürt gençliğini Kürtleri tahrik etmekten başka bir anlam ifade etmez ... Özgür gündemi kapatmışlar bir daha kapmışlar. Bunu çok anlayamadım yani zaten mühür vurmuşlardı. Genel yayın yönetmenleri, sahibi tutuklu ama dünkü kanun hükmündeki kararnameyle kapatmışlar demek ki ya unuttular ya da başka hesapları var. Tek Türkiye'de Kürtçe yayın yapan AZADIYA Welat gazetesi kapatıldı. Zar ok Tv ile uğraşırken Çocuklarımızdan ne istiyorlar diye çok şey yaparken şimdide AZADIYA Welat yani Türkiye'nin belki de tek yüz akı yani kürdistan halkının 20 milyondan fazla Kürt halkının tek sesi olan AZADIYA Welat'ın kapatılması herhalde bu ülkenin en temel ayıbıdır ..."xviii. Başvurucunun 31/10/2016 tarihinde Diyarbakır Merkezde DBP genel merkez danışma bürosunda yaptığı konuşmanın ilgili bölümleri şöyledir:" ... iktidarı için bütün toplumu esir almış durumda, rehin almış durumda. Dolayısıyla bütün bu yaşananlara burdan bakmak lazım ve adını da net koymak lazım. Bu bir darbedir darbeye karşı direnmek, darbeye karşı durmak meşrudur ... Partimize yönelik aslında bu saldırı, partimize yönelik özel bir politikanın olduğunu biliyoruz. Niye? Çünkü Demokratik Bölgeler partisi kürdistanda siyaset yapıyor ve Kürt halkının eşitlik, özgürlük, adalet ve barış talepleri için mücadele ediyor. Kürt halkının kendi geleceğini kurması için, kendi kendini yönetmesi için siyaset yapıyor ve bu Türkiye'ye öneride bulunuyor. Biz kürdistanlılar olarak sizinle bu koşullarda yaşarız diyor. Demokratik Özerk Kürdistan demokratik Cumhuriyet önermesi aynı zamanda bir özgürlük önermesidir, barış önermesidir, Türkiye nin krizden, kaostan çıkış önermesidir diyor ... 20 yıllık legal siyasetimizle onlarca arkadaşımız şehit düştü ... ama bu siyasi geleneğimizden asla ve asla geri dönmek, asla ve asla mücadelemizden vazgeçmek olmadı ... Kürdistan da yürütülen bu savaş politikası, devletin Kürtlere karşı uyguladığı bu savaş stratejisi bütün Türkiye'yi esir almış durumda. Türkiye'de bütün özgürlükler askıya alınmış durumda ... İşte sadece Kürdistan basınını söyleseniz. Daha iki gün önce kanun hükmünde kararnameyle 15 basın kuruluşu kapatıldı ... kürdistandaki bu savaş politikasını ortadan kaldırmadığı sürece ... Türkiye'nin krizden kaostan çıkması mümkün değildir. Türkiye kamuoyunun artık yüzünü kürdistan'a dönmesi gerekir ... ama bizim yoldaşlarımız ve biz Bizler burada olacağız ve hesap soracağız Biz olmasak bile bizim arkadaşlarımız gelecek bunun hesabını soracak ...".xix.Başvurucunun 4/11/2016 tarihinde HDP Eş Genel Başkanı S., HDP Eş Genel Başkanı F.G. ve bazı HDP milletvekillerinin gözaltına alınmasıyla ilgili olarak uydu üzerinden yayın yapan bir televizyon kanalında yaptığı açıklamalarının ilgili bölümleri şöyledir:"... kürdistan halkının özgürlüğüne ... Halkımız bulunduğu her yerde kürdistanda ve Türkiye'de sadece kürdistan halkı değil, bu gidişata dur demek isteyen tüm halkımızın buna cevap vermesi gerekir. Buna tepki vermesi gerekir ... Eş Başkanlarımız, Milletvekili arkadaşlarımız, Milletvekili arkadaşlarımızın bir kısmı Hakkâri'de, bir kısmı Bingöl'de ve Şırnak'ta olmak üzere dört yerde adliyedeler. Halkımızın Adliyelerin olduğu, arkadaşlarımız adliyede olduğu yerde adliyelerin etrafında kenetlenmesi, diğer yerlerde de HDP etrafında kenetlenerek bu hukuksuzluğa, bu haksızlığa ses çıkarmaları gerekiyor. Başka seçenek yok arkadaşlar. Ya özgürlük ... Özgürlüğü sağlayabilmek için de bizim bulunduğumuz her yerde demokrasi ve özgürlük mücadelesini yürütmemiz gerek. Buna sessiz kalma onaylamak demektir, hiç kimsenin buna sessiz kalmadığının altını çizmek istiyorum ... Sabah itibariyle de ne yazık ki burada bir bomba patladı ve yüzlerce arkadaşımız, yüzlerce yurttaşımız ... yaşamını yitirenler var ... Bu çok dikkat çekici bir durumdur. Bir yandan arkadaşlarımızı gözaltına ... alırken, bir yandan da sabah iş saati sırasında bombanın patlaması dikkat çekicidir. Birileri aslında kaosu, krizi iç savaşı devreye koymak istiyor ve bu konuda ... kendi iktidarı için Türkiye'yi savaşa sokmaktan geri durmayan, Türkiye'yi kaosa sokan İktidar karşısında herkesin tavır göstermesi gerekir ..."xx. Başvurucunun 10/07/2016 tarihinde Diyarbakır DBP il binasında düzenlenen basın toplantısında yaptığı konuşmanın ilgili bölümleri şöyledir:"... bugün 10 Temmuz ...Vedat Aydın'ın ölüm yıldönümü ve Vedat Aydın Konferans Salonunda toplantımızı gerçekleştiriyoruz, onu bir kez daha onun şahsında tüm devrim şehitlerini saygıyla sevgiyle anıyor onların mücadelesinin takipçisi olacağımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum ... Ortadoğu da yaşanan gelişmeler kürdistan halkının ortaya koyduğu direnç Kürt halkının artık statüsüz yaşamak istememesi hem Ortadoğu da hem Türkiye'de hem de kürdistanda yeni gelişmeleri de beraberinde getiriyor, artık eskisi gibi olmayacak hiçbir şey yeni bir dönemdeyiz yeni bir zamandayız ve bu zamanda bizim zamanımız yeter ki bunun farkında olup bunun örgütsel gücünü yaratıp bunun üzerinden yeni yaşamı birlikte inşa edelim ... demokratik özerk kürdistan demokratik cumhuriyet, bizim Ortadoğuda yaşanan kriz ve kaosa çözüm perspektifimiz ... bu sadece Türkiye Kürdisitanı açısından değil Türkiye için değil bütün Ortadoğu ülkeleri açısından dört parça Kürdistan açısından da geçerli bir çözüm. Demokratik Özerk Kürdistan Demokratik Cumhuriyet Demokratik Ortadoğu Konfederasyonu diye ifade edeceğimiz bu perspektif ... bu projenin mimarı hiç kuşkusuz kim sayın Abdullah Öcalan'dır ... bayramda biz İdil'e gittik Cizre'ye gittik Silopi'ye gittik işte arkadaşlarımız burada, Sur'u da ziyaret ettiler. Direniş alanlarına gittiğimizde halkımız neyin ne olduğunu çok iyi biliyor yani, bunun farkında. Şimdi biz halkımızın ortaya koyduğu bu direnişi sahiplenme, buna öncülük etme ve yeni yaşamı inşa etme konusundaki görev ve sorumluluklarımızı yerine getirme zamanıdır, zaman bizimse o zaman bu zamanı örgütlemek hayata geçirmek bizim görev ve sorumluluklarımız ... tabi ki Türkiye'de kalıcı barışın olması için Hatip başkanda ifade etti; Kürt halkı önderi Sayın Öcalan'ın özgürlüğü olmazsa olmaz koşuludur ..."xxi. PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan bir internet sitesinden yapılan çağrılar üzerine 5/8/2016 tarihinde Diyarbakır'da gerçekleştirilen -ve PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan bir televizyon kanalından da canlı olarak yayımlanan- basın açıklaması esnasında; PKK silahlı terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın konuşmasının da yer aldığı örgütsel sinevizyon izletildiği, "biji serok apo (yaşasın başkan apo)", "be serok jiyan nabe (başkansız yaşam olmaz)" şeklinde sloganlar atılarak terör örgütü liderinin fotoğrafının sinevizyon izletilen alana asıldığı, daha sonra yapılan görüntü incelemesinde basın açıklamasına katılan ve belirtilen şekilde slogan atan ve "önderliğime (PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan kastediliyor), toprağıma, özgürlüğüme sahip çıkıyorum." ibareli cümleyi söyleyen şahsın başvurucu olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Savcılığın başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin hukuki değerlendirmesi şöyledir:"......izah edilen yüksek mahkeme kararları, yapılan takipler, şüpheli ve tanık beyanları ile açık kaynak araştırmaları bir bütün olarak değerlendirildiğinde şüphelinin PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün Genel Kurulunun sonuç bildirisinde ilan edilen KCK terör örgütü yapılanmasının amacı doğrultusunda tabana yayılma faaliyeti olarakve ileride kurulacak sözde özerk kürdistan’ın bir nevi ulusal kurucu meclisi olarak kabul gören DTK’nın üyesi olduğu, Demokratik Özerkliği inşa etmek amacıyla örgütsel faaliyette bulunduğu, PKK/KCK terör örgütünü talimatları doğrultusunda 'Özerk Kürdistan' kurulması amacına yönelik çalışmalara DTK üyesi olarak aktif olarak katıldığı DTK merkezi olarak kullanılan Diyarbakır Belediyesi Konuk Evi olarak adlandırılan yere de birçok kez gelip gittiği ve burada yapılan toplantılara katıldığının tespit edildiği, ŞüphelininPKK/KCK yapılanması içerisinde yer alan'özerkKürdistan' amacına yönelik faaliyetlerde bulunanDTK üyesi olduğu, DTK üyesi olarak Şüpheli tarafından özellikle son dönemde Sur, Nusaybin, Cizre, Şırnak, Yüksekova ve başka il ve ilçelerde PKK/KCK bölücü terör örgütü tarafından sözde özerk bölge oluşturma amacıyla yoğun şekilde gerçekleştirilen hendek kazma, bomba tuzaklama, güvenlik güçlerine yönelik silahlı ve roketli saldırıların sahiplenildiği ve bu saldırıların direniş/mücadele olarak nitelendirildiği, saldırılara yönelik gerçekleştirilen operasyonların toplu katliam ve abluka olarak, etkisiz hale getirilen silahlı bölücü terör örgütü mensuplarının şehit olarak dile getirildiği, bu şekilde bölücü terör örgütüne açıkça destek verildiği ve örgüt mensuplarının, barikat ve hendeklerin açıkça sahiplenildiği gibi bölücü terör örgütüne yönelik güvenlik güçlerince gerçekleştirilen operasyonlarla ilgili olumsuz bir algı da oluşturulmaya çalışıldığı, silahlı örgüt mensuplarının masum gösterilmeye çalışıldığı,bölücü terör örgütünün çıkarları doğrultusunda ülkemizin bölünmez bütünlüğü aleyhine açıklamalar yapıldığı, KCK örgütlenmesinin sözde kürdistan devleti kurma amacının bir ayağı olan öz yönetim ilanlarının meşru gösterilmeye çalışıldığı, Şüphelinin PKK/KCK terör örgütünün hiyerarşisi içerisinde silahlı terör örgütünün emir talimatları ile PKK/KCK terör örgütünün temsil ve karar organı olan Demokratik Toplum Kongresi (DTK)bünyesindePKK/KCK örgütüyesi olarak hareket ettiği,Şüpheli şahsın PKK/KCK terör örgütünün propaganda faaliyetleri üzerinden ulaşmaya çalıştığı amaç doğrultusunda hareket ederek halk tabanında terör örgütüne desteği yükseltmek, terör örgütünün ve faaliyetlerinin sözde meşru olarak algılanmasını sağlamak maksadıyla örgütsel mahiyette açıklamalara ve paylaşımlara yer vererek terör örgütünün propagandasını yaptığı Şüphelinin 04/05/2012 tarihinden 04/11/2016 tarihine kadar gerçekleştirmiş olduğu terör örgütünün propagandası niteliğindeki eylemleri açısından 5237 sayılı TCK nın maddesinde belirtilen “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında” hükmünün uygulanamayacağı, yaklaşık 4 yıllık bir zaman zarfında farklı farklı olaylar kapsamında bahsi geçeneylemlerin gerçekleştirildiği, her ne kadar mağduru belli olmayan suçlar açısından da bu hükmün uygulanacağı belirtilmiş ise de birbirinden bağımsız niteliğe haiz propaganda suçu açısından tek bir cezaya hükmedilmesinin kabul edilemeyeceği, etkin, sürekli ve yoğun (16 Kez) şekildeki propaganda niteliğideki her suç için ayrı ayrı cezaya hükmedilmesigerekeceği,Yukarıda açıklanan gerekçelerle şüphelinin suçtan kurtulmaya yönelik savunmasına itibar edilmediği, üzerine atılı atılı suçları işlediği tüm dosya kapsamındaki delillerden ... [anlaşılmıştır.]" Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 30/11/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/5 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme, dosyayı 2/12/2016 tarihli kararı ile aralarında hukuki irtibat bulunan aynı Mahkemenin E.2016/3 sayılı dosyası ile birleştirmiş ve güvenlik nedeniyle davanın nakli için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvurmuştur. Bakanlığın talebi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 19/1/2017 tarihinde davanın Malatya Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar vermiştir. Bunun üzerine yargılamaya dava dosyasının gönderildiği Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde E.2017/145 sayılı dosya üzerinden devam olunmuştur. Davanın ilk duruşması 21/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Duruşma, Sesli ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden kayıt altına alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle:i. İddianameye konu soruşturma dosyalarının daha önceden FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerce hazırlanan KCK dosyalarının güncellenmiş hâli olduğunu ve iddianamede daha çok PKK/KCK'ya yer verilerek siyasi partinin bunlarla zorla irtibatlandırılmaya çalışıldığını, Türkiye'de parti program ve tüzüğü çerçevesinde her partinin kendi siyasi perspektifini örgütleme, yayma ve propagandasını yapmasının yasal güvence altında olduğunu ancak hakkında düzenlenen iddianamenin tüm bu yasal güvenceleri ortadan kaldırdığını ileri sürmüştür.ii. DTK'nın kurulduğu 2007 yılından bu güne kadarki on yıllık sürede hiçbir hukuki süreç yaşamadığını, birçok kez Türkiye Büyük Millet Meclisine resmî olarak davet edildiğini hem çözüm sürecinde hem de Meclis çalışma komisyonlarında muhatap alındığını ve tüm faaliyetlerinin kamuya açık yapıldığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca DTK'da derneklerde veya siyasi partilerde olduğu gibi bir üyeliğin söz konusu olmadığını ancak iki yılda bir olağan kongre yaptığını, yine DTK'nın herhangi bir denetim organının bulunmadığını ifade etmiştir.iii. Öz yönetim ve demokratik özerklik sisteminin dünyada birçok örneğinin bulunduğunu ve barışçıl çözümlere katkı sunduğunu, Türkiye'de de bunun tartışıldığını ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönünde çalışmalar yapıldığını, ayrıca özerk yönetim modelinin parti programında bulunduğunu ve programın da Yargıtay tarafından onaylandığını, dolayısıyla parti programının propogandasını yapmalarının Anayasal bir hak olduğunu ileri sürmüştür.iv. Başvurucu iddianameye konu edilen konuşmalarının suç unsuru taşımadığını, suçlamaları ve gizli tanığın beyanını kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucu müdafiileri özetle başvurucunun hâlen bir siyasi partinin eş genel başkanı olduğunu, öncesinde ise iki dönem milletvekili olarak görev yaptığını, dolayısıyla başvurucunun suçlamaya konu edilen konuşmalarının siyasi faaliyetler esnasında yaptığı konuşmalar olduğunu, bu nedenle daha özgürlükçü bir yorum yapılması gerektiğini ifade ederek konuşma içeriklerinin suç unsuru taşımadığını belirtmişlerdir. Başvurucu müdafileri ayrıca -konuşmaların yapıldığı zaman ve mekândan bağımsız olarak değerlendirilmemesi gerektiğini- özellikle çözüm süreci döneminde yapılan konuşmaların o günün şartları gözönüne alınarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Başvurucu müdafiileri somut olayda kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığını ileri sürerek başvurucunun tahliyesine karar verilmesini talep etmişlerdir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 21/4/2017 tarihli celsede başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Sanıklar ... Sebahat TUNCEL'in üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair; olay tutanakları, gizli tanık beyanları, tanık beyanları, teknik takip tutanakları, olay yeri görüntü inceleme tespit tutanakları, basın haberleri, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma dosyası gibi kuvvetli suç şüphesini gösteren delillerin mevcudiyeti, atılı terör örgütü suçunun CMK'nın 100/ maddesinde yazılı tutuklama nedeninin var sayılacak suçlardan oluşu, şüphelilerin üzerlerine atılı suçların alt ve üst sınırları, delillerin tamamen toplanılmamış olması, delillerin karartılma şüphesi, aynı nedenlerle adli kontrol uygulamasının bu aşamada hukuken ve fiilen yetersiz kalacağı kanaati ile sanıkların tutukluluk hallerinin devamına ... [karar verildi]." Başvurucunun tutukluluğun devamı kararına yaptığı itirazı Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 2/5/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Terör örgütü propagandası yapma, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçlarından Sebahat Tuncel ve ... hakkında Malatya Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/145 Esas sayılı dava dosyasının 21/04/2017 tarihinde yapılan duruşmasında sanıkların tutukluluk halinin devamına karar verildiği, incelenen dosya kapsamına göre; sanıklarınüzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanıkların iddianame konusu eylemi gerçekleştirmiş olabileceği yönünde somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesinin bulunması, kanundan kaynaklanan tutuklama sebeplerinin varlığı, sanıkların tutuklulukta geçirdiği süre, yasada öngörülen cezanın alt ve üst sınırına göre tutukluluğun ölçülü bulunması, belirtilen sebeplerle sanıklar hakkında tutuklama şartlarının oluşup devam ettiği, sanıklar hakkında CMK maddesinde belirtilen adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı kanaati ile CMK ve devamı maddeleri gereğince sanıkların tutukluluk halinin devamına karar verilmesi gerekerek[miştir]."Başvurucu 18/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi değişik tarihlerde resen ya da başvurucunun itirazı üzerine yaptığı incelemeler sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve itirazının reddine karar vermiştir. Karar gerekçeleri şöyledir:"Tutuklu sanıklar ... ve Sebahat Tuncel'in işlemiş oldukları iddia edilen suçların vasıf ve mahiyeti, CMK’nın 100/3 maddesi uyarınca katalog suçlardan oluşu, tutuklu sanığın cezalandırılması istenen yasa maddesinde ön görülen özgürlüğü bağlayıcı cezanın üst sınırı, tutuklulukta geçirilen süre, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosyada mevcut Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen fezleke içerikleri, gizli tanık Bahar'ın beyanları, 17/10/2008, 18/10/2008, 19/10/2008, 23/12/200818/04/2008, 14/07/2011, 31/08/2011, 03/09/2011, 26/09/2011, 26/12/2011, 14/10/2011, 12/02/2012, 13/02/2012, 16/02/2012, 18/02/2012, 14/03/2012, 23/03/2012, 30/03/2012, 05/05/2012, 09/05/2012, 18/06/2012, 29/06/2012, 06/05/2012, 11/03/2012, 11/04/2012, 18/05/2012, 14/06/2012, 18/06/2012, 01/07/2012, 09/07/2012, 11/07/2012, 26/07/2012, 29/07/2012, 04/08/2012, 23/08/2012, 16/09/2012, 21/09/2012, 23/10/2012, 06/11/2012, 08/11/2012, 10/11/2012, 07/12/2012, 11/12/2012, 23/02/2012, 17/11/2012, 18/11/2012, 05/03/2013, 20/04/2013, 21/04/2013, 05/05/2013, 09/06/2013, 01/09/2013, 14/11/2013, 19/11/2013, 24/11/2013, 20/04/2013, 11/03/2013 13/01/2014 23/01/2014 tarihli teknik araçlarla izleme ve dinleme ve çözüm tutanakları, dosya kapsamındaki tüm görüntü inceleme ve tespit tutanakları, Sabah gazetesinin "Gültan Kışanak Örgüt Denetlemesinde" başlıklı haberi ve bu habere istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığına ilişkin 03/10/2011 tarihli tutanak, CMK’nın maddesinde ön görülen tutuklama şartlarının halen devam ediyor olması ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı nedenleriyle sanıkların tutukluluk hallerinin devamına ... [karar verildi]""Mahkememizce sanık Sebahat Tuncel'in işlemiş olduğu iddia edilen suçların vasıf ve mahiyeti, CMK’nın 100/3 maddesi uyarınca katalog suçlardan oluşu, tutuklu sanığın cezalandırılması istenen yasa maddesinde ön görülen özgürlüğü bağlayıcı cezanın üst sınırı, tutuklulukta geçirilen süre, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosyada mevcut Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen fezleke içerikleri, gizli tanık Bahar'ın beyanları, 17/10/2008, 18/10/2008, 19/10/2008, 23/12/200818/04/2008, 14/07/2011, 31/08/2011, 03/09/2011, 26/09/2011, 26/12/2011, 14/10/2011, 12/02/2012, 13/02/2012, 16/02/2012, 18/02/2012, 14/03/2012, 23/03/2012, 30/03/2012, 05/05/2012, 09/05/2012, 18/06/2012, 29/06/2012, 06/05/2012, 11/03/2012, 11/04/2012, 18/05/2012, 14/06/2012, 18/06/2012, 01/07/2012, 09/07/2012, 11/07/2012, 26/07/2012, 29/07/2012, 04/08/2012, 23/08/2012, 16/09/2012, 21/09/2012, 23/10/2012, 06/11/2012, 08/11/2012, 10/11/2012, 07/12/2012, 11/12/2012, 23/02/2012, 17/11/2012, 18/11/2012, 05/03/2013, 20/04/2013, 21/04/2013, 05/05/2013, 09/06/2013, 01/09/2013, 14/11/2013, 19/11/2013, 24/11/2013, 20/04/2013, 11/03/2013 13/01/2014 23/01/2014 tarihli teknik araçlarla izleme ve dinleme ve çözüm tutanakları, dosya kapsamındaki tüm görüntü inceleme ve tespit tutanakları, CMK’nın maddesinde ön görülen tutuklama şartlarının halen devam ediyor olması ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı nedenleriyle sanığın tutukluluk halinin devamına karar verildiği; tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde mahkememiz kararının değiştirilmesini gerektiren herhangi bir durumun söz konusu olmadığı sonucuna varıldığından itirazın reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.""Mahkememizce Sanıklar ... ve Sebahat Tuncel'in üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair; olay tutanakları, gizli tanık beyanları, tanık beyanları, teknik takip tutanakları, olay yeri görüntü inceleme tespit tutanakları, basın haberleri, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma dosyası gibi kuvvetli suç şüphesini gösteren delillerin mevcudiyeti, atılı terör örgütü suçunun CMK'nın 100/3 maddesinde yazılı tutuklu nedeninin var sayılacak suçlardan oluşu, şüphelilerin üzerlerine atılı suçların alt ve üst sınırları, delillerin tamamen toplanılmamış olması, delillerin karartılma şüphesi, aynı nedenlerle adli kontrol uygulamasının bu aşamada hukuken ve fiilen yetersiz kalacağı nedenleriyle sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verildiği; tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde mahkememiz kararının değiştirilmesini gerektiren herhangi bir durumun söz konusu olmadığı sonucuna varıldığından itirazın reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir." Malatya Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun tutukluluk hâlinin devamı kararına karşı değişik tarihlerde yaptığı itirazlarını benzer gerekçelerle reddetmiştir. Karar gerekçeleri şöyledir:"Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçlarından Sebahat Tuncel hakkında Malatya Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/145 Esas sayılı dava dosyasının 22/03/2017 tarihinde yapılan duruşmasında sanığın tutukluluk halinin devamına karar verildiği, İncelenen dosya kapsamına göre; Sanığınüzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanığın iddianame konusu eylemi gerçekleştirmiş olabileceği yönünde somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesinin bulunması, kanundan kaynaklanan tutuklama sebeplerinin varlığı, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, yasada öngörülen cezanın alt ve üst sınırına göre tutukluluğun ölçülü bulunması, belirtilen sebeplerle sanık hakkında tutuklama şartlarının oluşup devam ettiği, sanık hakkında CMK maddesinde belirtilen adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı kanaati ile CMK ve devamı maddeleri gereğince sanığın tutukluluk halinin devamına karar verilmesi gerekerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dosya ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 64-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23601
Başvuru, bir siyasi partinin eş genel başkanı hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedenleriyle ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanan başvurucuya bir yakını tarafından gönderilen ve içeriğinde istinaf dilekçesi bulunan mektup, ceza infaz kurumu disiplin kurulunca sakıncalı olduğu gerekçesiyle alıkonulmuştur. Kararın gerekçesinde yalnızca mevzuat hükümlerine yer verilmiştir. Başvurucu, kendisine gönderilen mektubun içeriğinin soyut gerekçelerle alıkonulmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz, Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327, 10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/2020, §§ 15-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29173
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 13/6/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine açtığı kadastro tespitine itiraz davasında yargılamanın halen devam ettiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 27/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 11/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 4/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 26/12/2013 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Savur ilçesi Şenocak köyü 120 parsel numaralı taşınmaz, 1984 yılında yapılan kadastro çalışması sonunda Maliye Hazinesi adına tespit edilmiştir. Başvurucu, anılan taşınmazın kendisine ait olduğu iddiasıyla Maliye Hazinesi aleyhine, 13/6/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Yargılama Savur Kadastro Mahkemesinin E.1990/43 sayılı dava dosyasında devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7280
Başvurucu, 13/6/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine açtığı kadastro tespitine itiraz davasında yargılamanın halen devam ettiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, bir toplantıya katılan başvurucuların cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 26/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2016/10291, 2016/10292, 2016/10293, 2016/10294, 2016/10295, 2016/10297 ve 2016/10299 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/10291 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2016/10291 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların hepsi kamu görevlisidir. Olay tarihinde başvuruculardan Kazım Sarnık Türk Eğitim Sendikası (Türk Eğitim-Sen) Bursa 1 No.lu Şube başkanı, Orhan Avcı ise Türk Haber Sendikası Bursa şube başkanı olarak görev yapmaktadır. Eğitim iş kolunda faaliyet gösteren Türk Eğitim Sendikası, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası, Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası ve Aktif Eğitimciler Sendikasının Bursa Şubeleri, gerçekleştirilen okul müdürleri atamalarını eleştirmek amacıyla 10/9/2014 tarihinde çeşitli sivil toplum kuruluşlarının da katılacağı bir yürüyüş organize etmiştir. Yürüyüş kapsamında Bursa İl Millî Eğitim Müdürlüğü (Müdürlük) önünde bir basın açıklaması yapılması planlanmıştır. 10/9/2014 tarihinde aralarında başvurucuların da bulunduğu grup saat 30'da Şehreküstü Meydanı'nda toplanmaya başlamıştır. Yürüyüş başlamadan önce emniyet görevlileri ile gerçekleştirilen görüşmede, yapılacak konuşmalar ve basın açıklamasının ardından Bursa İl Millî Eğitim Müdürü ile katılımcı Sendikaların şube başkanlarının yüz yüze görüşmeleri konusunda mutabık kalınmıştır. Grup saat 00'te hareket etmiş, Fevzi Çakmak Caddesi'ni takip ederek Müdürlük önüne gelmiştir. Yürüyüş esnasında kamu düzenini aksatan herhangi bir olay yaşanmamıştır. Müdürlük önünde her Sendikanın şube başkanı, toplanan gruba hitaben konuşma yapmıştır. Yapılan konuşmalar yaklaşık 35 dakika sürmüştür. Son konuşmayı gerçekleştiren sendika temsilcisi konuşmasını sonlandırırken sendika başkanları olarak İl Millî Eğitim Müdürü ile görüşeceklerini, gruptan isteyen kişilerin de ilgili birimlerle görüşme yapabileceklerini söylemiştir. Sendika şube başkanlarının Müdürlük binasına girmesinin hemen ardından gruptan bazıları da içeri girmek istemiştir. Bu arada giriş kapısı önünde görev alan sivil polisler grubun içeri girmesini hat oluşturmak suretiyle engellemiştir. Buna karşın içeri girmek isteyen grubun giriş kapısında bulunan sivil polislere yüklenmesi sonucu arbede yaşanmış ve Müdürlük girişi kapanmıştır. Ardından daha önceden Müdürlük içinde tedbir alan emniyet görevlileri kapıya gelerek grubun önünde hat oluşturmuş ve grup içeri alınmamıştır. Emniyet görevlileri tarafından şube başkanlarına, müzakerede temsilci bazında içeriye girileceğinin söylendiği hatırlatılmıştır. Bu teklifin kendileri tarafından da kabul edildiği, çıkan gerginliğe gerek olmadığı, temsilcilerin içeriye girebileceği ve diğer grubun Müdürlük önündeki geniş alanda bekleyebileceği ifade edilmiştir. Daha sonra Özel Kalem Müdürü kapıya gelerek gruba hitaben toplu hâlde içeriye giremeyeceklerini ancak sendika yöneticilerinden heyet oluşturmak suretiyle içeriye girilebileceğini topluluğun önünde beyan etmiştir. Sendika yöneticilerinin Müdürlük binasına girmekte ısrarcı olduklarını ifade etmelerinin ardından grup, kapı önünde bulunan polis memurlarına tekrar toplu hâlde yüklenmiştir. Yapılan eylemin kanunsuz olduğu, eylemin derhâl sonlandırılması gerektiği, aksi takdirde yasal işlem yapılacağı bu esnada ses yayın aracıyla anons edilmiştir. Akabinde içeri girmeye çalışan grup, kademeli güç kullanmak ve iteklenmek suretiyle merdivenlerden bahçe kısmına indirilmiş; Müdürlük bina girişi güvenliğe alınmıştır. Bu esnada Müdürlük giriş kapısının camlı bölmesi ile bir polis kalkanı kırılmış, bir polis memuru da basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmıştır. Yaşananların ardından gruba hitaben sendika temsilcileri tarafından teşekkür konuşmaları yapılmış ve sonrasında grup olaysız bir şekilde dağılmıştır. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) söz konusu toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılanlar hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sonucunda Savcılık başvurucular hakkında kamu malına zarar verme ile kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma suçlarından 14/1/2015 tarihinde iddianame düzenlemiştir. Başvurucular da dâhil yirmi yedi kişinin yargılandığı dava Bursa Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Mahkeme 25/2/2016 tarihli kararında; başvurucuların Müdürlük binasına girme konusunda ısrarcı olduklarını, polis memurlarına doğru toplu hâlde yüklenildiğini ve uyarı anonslarına uymamaları sonucu arbede yaşandığını belirtmiştir. Olay yerinin görüntülerini içeren dokümanları ve sanık savunmalarını birlikte değerlendiren Mahkeme, başvurucular hakkında kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Başvurucular, mala zarar verme suçundan ise beraat etmiştir. Başvurucular, HAGB kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Bursa Ağır Ceza Mahkemesi 20/4/2016 tarihinde itirazı reddetmiştir. Karar, başvurucuların vekiline 5/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 26/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun "Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;b) (Değişik: 30/7/1998 - 4378/1 md.) Ateşli silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı olanlar dâhil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir, demir bilye ve sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak,c) 7 nci madde hükümleri gözetilmeksizin,d) 6 ve 10 uncu maddeler gereğince belirtilen yerler dışında,e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,f) 4 üncü madde ile Kanun kapsamı dışında bırakılan konularda kendi amaç, kural ve sınırları dışına çıkılarak,g) Kanunların suç saydığı maksatlar için,h) Bildirimde belirtilen amaç dışına çıkılarak,i) Toplantı ve yürüyüşün 14, 15, 16, 17 ve 19 uncu maddelere dayanılarak yasaklanması veya ertelenmesi halinde tespit edilen erteleme veya yasaklama süresi sona ermeden,j) (Değişik: 2/3/2014-6529/9 md.) 12 nci madde gereğince toplantının dağılmasına karar verilmesi hâlinde,k) 21 inci madde hükmüne aykırı olarak,l) 3 üncü maddenin 2 nci fıkrası hükmüne uyulmadan,Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır." 2911 sayılı Kanun'un "Toplantı veya gösteri yürüyüşünün dağıtılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kanuna uygun olarak başlayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra 23 üncü maddede belirtilen kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması sebebiyle, Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü hâline dönüşürse:a) Düzenleme kurulu veya kurul başkanı toplantı veya gösteri yürüyüşünün sona erdiğini topluluğa ilan eder ve durumu derhâl yetkili kolluk amirine bildirir.b) Düzenleme kurulunun veya kurul başkanının bu görevi yerine getirmemesi hâlinde, durum yetkili kolluk amiri tarafından mahallin en büyük mülki amirine bildirilir. Mahallin en büyük mülki amiri tarafından toplantının sona erdirilip erdirilmeyeceğine dair karar alınır.c) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya acele hâllerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir.Bu amir, topluluğa Kanuna uyularak dağılmalarını, dağılmazlarsa zor kullanılacağını ihtar eder. Topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır. Birinci fıkrada düzenlenen durumlarda güvenlik kuvvetlerine karşı fiili saldırı veya mukavemet veya korudukları yerlere ve kişilere karşı fiili saldırı hali mevcutsa, ihtara gerek olmaksızın zor kullanılır.Toplantı ve gösteri yürüyüşüne 23 üncü madde (b) bendinde yazılı silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların bulunması halinde bunlar güvenlik kuvvetlerince uzaklaştırılarak toplantı ve gösteri yürüyüşüne devam edilir. Ancak, bunların sayıları ve davranışları toplantı veya gösteri yürüyüşünü Kanuna aykırı addedilerek dağıtılmasını gerektirecek derecede ise yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.Toplantı ve gösteri yürüyüşüne silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların tanınması ve uzaklaştırılmasında düzenleme kurulu güvenlik kuvvetlerine yardım etmekle yükümlüdür.Toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik kuvvetleri mensupları, olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine haber vermekle beraber, mevcut imkanlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya müdahale eden güvenlik kuvvetleri amiri, topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunur ve topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır." 2911 sayılı Kanun'un "Yasaklara aykırı hareket" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 2911 sayılı Kanun'un "Direnme" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur.İhtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi halinde, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 265 inci maddesinde tanımlanan suçtan dolayı da cezaya hükmolunur. " İlgili Yargıtay İçtihadı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/5/2004 tarihli ve E. 2004/65, K. 2004/117 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Bu açıklamalar ışığında sanıkların hukuki durumu değerlendirildiğinde; S......-İş Sendikası genel başkanı ve yöneticileri olan sanıkların, SEKA Dalaman İşletmesi'nin özelleştirilmesine tepki olarak herhangi bir bildirimde bulunmaksızın saat 45'de başlayıp, gece yarısı saat 00 sıralarında kendiliğinden dağılan, 2911 sayılı Yasanın 7, 10 ve maddeleri hükümleri uyarınca da yasadışı sayılan toplantı ve gösteri yürüyüşünü yönettikleri, görevlilerce düzenlenen tutanak, bu tutanağı doğrulayan tanık anlatımları ve sanıkların olaydaki davranışları ile kuşkuya yer vermeyecek şekilde açıkça anlaşılmıştır. Sanıklar her ne kadar savunmalarında kendiliğinden özelleştirmeye tepki olarak oluşan topluluğun disiplinini sağlamak ve istenmeyen olaylara engel olmak için olay yerinde bulunduklarını savunmuşlar ise de, fabrika giriş kapısına asılan pankart, katılımcı sayısı, atılan sloganlar ve yürüyüş güzergahı dikkate alındığında önceden organize edildiği açıkça anlaşılmaktadır. Saat 45'de başlayan eylemin gece yarısına kadar devam etmesi, bu süre içerisinde Devlet karayolunun 25-30 dakika trafiğe kapatılarak vatandaşların seyahat özgürlüklerinin engellenmesi, tüm uyarılara rağmen dağılınmaması, emniyet güçlerince yardımcı kuvvetlerin olay yerine intikalleri sağlanarak çıkabilecek olayların önlenmesine çalışılması olguları nazara alındığında, 2911 sayılı Yasanın maddesi uyarınca yasaya aykırı bulunan bu gösteri yürüyüşünde, olayın demokratik bir tepki boyutunu aştığı, hoşgörü çerçevesinde değerlendirilebilecek bir protesto olarak kabul edilemeyeceği sanıklara isnat edilen suçun tüm unsurları ile oluştuğu anlaşılmaktadır." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 16/9/2014 tarihli ve E. 2014/147, K. 2014/376 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"2911 sayılı Kanunun 32/ maddesinde toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan fail, 'dağılın ihtarına ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar etmekte' ve kolluğa cebir ya da tehdit göstermeden pasif bir direniş sergilemekte, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise ihtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi halinde 5237 sayılı TCK'nun maddesine göre cezaya hükmolunmaktadır." Yargıtay Ceza Dairesinin 29/5/2017 tarihli ve E. 2017/1191 K. 2017/4189 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" BDP il binasına kadar yürüyüş gerçekleştirmek istediği, ancak güvenlik güçlerinin konusu suç teşkil eden ve yasal olmayan yürüyüşe izin verilmeyeceğini gruba bildirdiği, sonrasında toplanan grup içerisinde yer alan yüzleri puşi olarak tabir edilen bezlerle kapatılmış şahıslarında bulunduğu bir grup tarafından ... Caddesi ve D-1 kavşağı hemzemin geçidin üzerinde lastik yakılarak araçların geçişlerin engellendiği, yola taşlar dizildiği, bir adet ses bombası atıldığı ve sinyalizasyon sistemine zarar verildiği, grubun yürüyüş hazırlığı yapmaya başlaması üzerine güvenlik güçleri tarafından, eylemin yasadışı olduğu ve dağılmaları hususunda gruba anons yapıldığı, anonsun ardından ... İl Başkan Yardımcısı ... ve ... Batman milletvekili ... tarafından şifahi basın açıklaması yapıldığı, basın açıklamasının ardından dağılmaya başlayan grup içerisinden güvenlik güçlerine ve araçlarına taşlı saldırıda bulunulduğu, bu nedenle güvenlik güçlerinin TOMA ve Panzer marifeti ile su sıkarak gruba müdahale ettikleri, taş atan grup içerisinde bulunan sanık ...’ın ... mahallesi ... sokak içerisinde kovalamaca sonrası ilçe garajı girişinde yakalandığı anlaşılan olayda; Cumhuriyet savcısının sanğın kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleyen ve yönetenlerin hareketlerine katılıp 2911 sayılı Kanunun 28/1 maddesi kapsamında değerlendirmesi karşısında;CMK'nın 225/1 maddesinde öngörülen "Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkında verilir" hükmü uyarınca; dava konusu yapılacak eylemin, sevk maddeleri ile birlikte, bağımsız olarak iddianamede gösterilmesi gerektiği dikkate alınarak, sanık hakkında kanuna aykırı gösteri yürüyüşüne katılarak ihtar ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar, görevi yaptırmamak için direnme ve toplantı ve gösteri yürüyüşüne silahla katılma suçlarından, belirtilen ilkelere uygun olarak dava açılmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,b-Kabule göre de;Sanığın 2012 tarihli eylemde 2911 sayılı Kanunun ve maddelerinde gösterilen şekilde toplantı ve gösteri yürüyüşünün dağılması sırasında sanığın içerisinde bulunduğu topluluğun güvenlik güçlerine taşlı saldırıda bulunması, güvenlik güçlerinin müdahalesi sonrası sanığın yakalandığının anlaşılması karşısında, 2911 sayılı Kanunun maddesinde düzenlenen suçun unsurları itibariyle oluşmadığı, ancak sanığın eylemlerinin kamu araçlarında zarar oluşması halinde kamu malına zarar verme, görevi yaptırmamak için direnme ve gösteri yürüyüşüne silahla katılma suçlarını oluşturabileceğinin gözetilmemesi;" Yargıtay Ceza Dairesinin 7/2/2018 tarihli ve E.2017/2549 K.2018/260 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İzinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında kolluk tarafından dağılmaları yönünde ihtar yapılan topluluğun ihtara uymaması üzerine zor kullanılmasına rağmen dağılmamakta ısrar edilmesi halinde 2911 sayılı Kanunun maddesine aykırılık suçunun oluşacağı, dosya içeriği ve Mahkemenin kabulüne göre somut olayda ise; olay yerine gelen kolluk kuvvetlerini gören ve kaçmaya başlayan sanığın kovalamaca neticesinde yakalandığının anlaşılması karşısında atılı suçun unsurları itibarı ile oluşmadığı gözetilerek, sanığın beraati yerine hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,"B. Uluslararası Hukuk Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30 ve Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28-
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10291
Başvuru, bir toplantıya katılan başvurucuların cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/7/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 26/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 5/1/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga maddesiyle görevli bölümü) 2009/872 sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddesiyle görevli) 2/9/2009 tarihli ve 2009/101 Sorgu sayılı kararı ile örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/2009 tarihli ve E.2009/955 sayılı iddianamesi ile başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve örgütlü olarak uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine (CMK mülga maddesiyle görevli) kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 1/3/2010 tarihli ve E.2009/228, K.2010/89 sayılı kararı ile başvurucu hakkında açılan davanın hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle aynı Mahkemenin E.2009/126 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/126 sayılı dosyası üzerinden görülen dava başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürülmüş olup başvurucu ile birlikte toplam yirmi üç sanık hakkında yargılama yapılmıştır. Mahkemenin 21/5/2012 tarihli ve E.2009/126, K.2012/74 sayılı kararı ile başvurucunun "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma" suçundan 10 ay hapis, "uyuşturucu madde ticareti yapma" suçundan 18 yıl 9 ay hapis ve 000 TL adli para cezaları ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme hükümle birlikte "aldıkları ceza miktarına, tutuklu kaldıkları süreye ve uyuşturucunun cins ve miktarına göre" başvurucunun tutuklululuk hâlinin devamına da karar vermiştir. Anılan karar, temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Ceza Dairesinin 29/5/2014 tarihli ve E.2014/2850, K.2014/4235 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Daire, bozma ilamında ayrıca "tutuklama koşullarında bir değişiklik olmadığı" gerekçesiyle başvurucunun tahliye talebinin reddine de karar vermiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile CMK mülga maddesiyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, Yargıtay bozma ilamı sonrası İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/206 sayısı ile devredilmiştir. Başvurucu, Yargıtay bozma ilamı sonrası Mahkemece henüz bir işlem yapılmadığını belirterek 17/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 4/8/2014 tarihinde yaptığı tensip incelemesinde başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Mahkemenin 2/9/2014 tarihli ve E.2014/206, K.2014/116 sayılı kararı ile davaya bakma hususunda Bursa ağır ceza mahkemelerinin yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik kararı verilmiştir. Mahkemece yetkisizlik kararıyla birlikte tutukluluğun devamına da karar verildiği görülmektedir. Dosyanın gönderildiği Bursa Ağır Ceza Ceza Mahkemesi 10/12/2014 tarihli ve E.2014/459, K.2014/467 sayılı kararı ile davaya bakma hususunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili olduğundan bahisle (karşı) yetkisizlik kararı vermiştir. Mahkemeceyetkisizlik kararıyla birlikte başvurucunun tahliyesine de karar verilmiştir. Başvurucu aynı tarihte tahliye edilmiştir. Yetki uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın gönderildiği Yargıtay Ceza Dairesi 19/3/2015 tarihli ve E.2015/2248, K.2015/8528 sayılı ilamı ile Bursa Ağır Ceza Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi ilamı sonrasında yargılamaya Bursa Ağır Ceza Ceza Mahkemesinin E.2015/207 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Mahkemesinde derdesttir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12110
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Türkiye Halk Bankası A.Ş. (Banka) Diyarbakır Melikahmet Şubesinde memur olarak görev yapmakta iken özelleştirme uygulamaları kapsamında29/4/2002 tarihinde Genel Müdürlük emrine atanmıştır. Genel Müdürlük başvurucunun ismini 15/11/2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun’un geçici maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca istihdam fazlası personel olarak Devlet Personel Başkanlığına bildirmiştir. Başvurucu 23/9/2002 tarihinde Gümrük Müsteşarlığı Mersin Gümrükler Başmüdürlüğü emrine atanmıştır. Söz konusu atama sırasında Banka tarafından başvurucunun son maaş durumunu gösteren 4/10/2002 tarihli maaş nakil ilmuhaberi düzenlenmiştir. Maaş nakil ilmuhaberinde net maaş tutarı 629 eski Türk lirası olarak gösterilmiştir. Başvurucu 7/10/2002 tarihinde yeni kurumunda göreve başlamıştır. Başvurucu 18/11/2004 tarihinde Bankaya başvurmuş, atama sırasında maaşının yeni kurumuna eksik bildirildiğini belirterek söz konusu hatanın düzeltilmesini talep etmiştir. Başvuru 18/11/2004 tarihli işlem ile reddedilmiştir. Bu işlem 22/11/2004 tarihinde başvurucuya teliğ edilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 24/1/2005 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, Bankada çalıştığı son ay 849 eski Türk lirası maaş aldığını, Mersin Gümrükler Başmüdürlüğüne atanması sırasında Bankanın maaşını 629 eski Türk lirası olarak bildirmesi nedeniyle yeni görev yerinde bu maaşı almaya başladığını, bu durumun bir yanlışlıktan kaynaklandığının ve düzeltileceğinin şifahi olarak kendisine bildirildiğini ancak iki yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen yanlışlığın düzeltilmemesi nedeniyle idareye başvurmak zorunda kaldığını belirtmiştir. Dava, Ankara İdare Mahkemesinin 23/3/2006 tarihli kararıyla yetki yönünden reddedilerek dava dosyası yetkili Mersin İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Mersin İdare Mahkemesi 27/4/2007 tarihli kararıyla dava konusu işlemi kısmen iptal etmiş, kısmen de davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde öncelikle başvurucunun atama sırasında düzenlenen maaş nakil bildiriminde Bankadaki görevine ait aylık, ek gösterge, ikramiye, her türlü zam ve tazminatı ile sözleşme ücretinin esas alınması ve hesaplanarak kendisine ödenmesi gerekirken Genel Müdürlük emrine aldığı maaşa göre işlem tesis edildiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca, idari yargıda özlük hakları yönünden belli bir uygulama tarihi esas alınarak talepte bulunulan davalar yönünden dava açma süresinin hesaplanmasına ilişkin içtihattan bahsedilmiştir. Belirtilen içtihat uyarınca, başvurucunun idareye başvurduğu 18/11/2004 tarihinden geriye doğru altmış günlük süre içindeki ilk uygulama tarihi olan 15/10/2004 tarihinden itibaren maaşındaki eksikliğin düzeltilmesi isteğinin reddine ilişkin dava konusu işlemin 15/10/2004 tarihinden sonraki kısmında hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. Dava konusu işlemin 15/10/2004 tarihinden önceki uygulamalara ilişkin kısmının ise süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı ifade edilmiştir. Karar, davalı tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay Beşinci Dairesi 15/12/2009 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Söz konusu onama kararına karşı davalı karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Danıştay Beşinci Dairesi 27/12/2012 tarihli kararıyla davalı idarenin karar düzeltme istemini kabul etmiş, 15/12/2009 tarihli onama kararını kaldırarak Mersin İdare Mahkemesinin 27/4/2007 tarihli kararını bozmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, dava açma süresinin hesaplanmasında 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin dikkate alınmasının mümkün olmadığı, ve maddelerinin uygulanması gerektiği ifade edilmiştir. Buna göre yeni kurumunda 7/10/2002 tarihinde göreve başlayan başvurucunun, maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi istemiyle atandıktan sonraki ilk uygulama işlemi olan 15/10/2002 tarihinden sonra 2577 sayılı Kanun'un ve maddelerini gözönünde bulundurarak altmış günlük dava açma süresi içinde dava açması gerekirken 24/1/2005 tarihinde açtığı davanın süresinde olmadığı belirtilmiştir. Mersin İdare Mahkemesi 28/3/2013 tarihli kararıyla bozma kararındaki gerekçeler doğrultusunda davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 8/10/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 17/6/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 22/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2577 sayılı Kanun'un "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış... gündür. Bu süreler;a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,(...)Tarihi izleyen günden başlar.(...)" 2577 sayılı Kanun'un "İdari makamların sükutu" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler.(...)" 2577 sayılı Kanun'un "Üst makamlara başvurma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleme'nin maddesinin birinci fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM; bu sınırlamaların, kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; AİHM'in rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının, ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20). AİHM; bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirlilik ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmesi durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13905
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/3/2019 tarihinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş; başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, zabıt katibi olarak görev yaparken 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'yle meslekten ihraç edilmiştir. Darbe teşebbüsü sonrası Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 25/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Savcılık tarafından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 29/8/2016 tarihinde Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 29/8/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:" Şüphelininüzerine yüklenen FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan suçun vasıf ve mahiyeti, kanunda öngörülen cezanın miktarı, mevcut delil durumu (şüphelinin savunması, arama ve elkoyma tutanakları, şüphelinin eşinin aynı suçtan hakkında soruşturma yapılan ve kaçak durumunda olan TASİAD BaşkanıK.Ö.nün yanında çalışması, tanık nin beyanı) değerlendirildiğinde yüklenen suçla ilgili kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcut olduğu, örgütün 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye genelinde meşru hükümetidevirmeye ve Anayasal düzenicebren ilgaya teşebbüs etmiş olması, örgütün üye sayısı, teşkilatlanması ve gizli olarak faaliyet göstermesi, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması nedeni ile delillerin karartılma ihtimali, örgütün etkinliği ve kanunda öngörülen ceza miktarı yönünden kaçma şüphesinin bulunması ve suçun CMK100/3-a (11) maddesinde sayılan katalog suçlardan olması itibariyle tutuklama nedeninin gerçekleştiği, adli kontrol hükümlerinin uygulanması halinde yetersiz kalacağı tutuklama tedbirinin uygulanmasının verilmesi muhtemel ceza ileölçülü olacağı nazara alınarak CMK'nın ve müteakip maddeleri gereğince tutuklanmasına ... [karar verildi].” Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itiraz, Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliğince 5/9/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz ettiğini ancak itirazın sonucunun kendisine tebliğ edilmediğini belirtmiştir. Başvurucu, başvuruda bulunduğu tarih itibarıyla tutuklu olması nedeniyle itirazının reddedilmiş olduğunu düşünerek 28/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığının 6/5/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili yapılan değerlendirmeler şöyledir:"FETÖ/PDY terör örgütünün sözde lideri olan terörist başı Fethullah Gülen'in 25 Aralık 2013 tarihinde basına yansıyan çağrısında , Asya Katılım Bankası (Bank Asya) isimli bankaya kendisi, eşi ve çocukları adına hesap açıp para yatırmaya veya mevcut hesabına para eklemek suretiyle desteklenmesi, korunması ve finans yapısının güçlendirilmesi talimatının verildiği, bu çağrı üzerine 2014 yılı Ocak ayından itibaren FETÖ/PDY terör örgütü ile iltisaklı kişilerin yoğun olarak bankaya para yatırdıkları, hesap açtırdıkları veya bankadan ihtiyaçları oranında kredi talep ettikleri, mevcut kredi kartlarını ve hesaplarını kapattırmadıkları veya daha önce açılmış olan ancak kullanılmayan hesaplarını aktif hale getirdikleri, bu şekilde bankanın sermaye yeterliliğinin düşmesinin ve ilgili kamu kurumlarının denetimine girmesinin engellenme amacı güttükleri görülmüştür.Şüphelimizin de 14/3/2011 tarihinde açmış olduğu hesabını kapattırmadığı gelen müzekkere cevabından anlaşılmıştır.... Şüphelinin İç İşleri Bakanlığı kadrosunda görev yapmakta iken Bakanlar Kurulu tarafından alınan KHK ile FETÖ/PDY terör örgütü ile iltisaklı olduğu gerekçesiyle kurumundan İhraç edildiği,...Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzeni Koruma Terör ve Örgütlü Suçlar soruşturma Bürosu tarafından FETÖ/PDY terör örgütüne yönelik yapılan çalışmalar neticesinde; Manisa ilinde faaliyet gösteren şüpheli A.Ş.nin örgütün üst düzey sorumlusu ve yöneticisi olduğunun tespit edildiği, bu tespitler neticesinde şüpheli A.Ş.nin 29/11/2016 tarihli alınan ifadesinde; Tekirdağ ilindeki yürüttüğü faaliyetler kapsamında dosyamız şüphelisi olan A.B. hakkında; 'H.O. isimli kişinin adliye yapılanması içerisinde sorumlu ağabey olduğu, H.O.nun aynı zamanda sohbet hocalığı yaptığı, oluşturduğu bu grupta kendisinin ve Tekirdağ Adliyesi'nde zabıt katibi olarak çalışan A.B. ve Hilmi Balta isimli amca çocuğu olduğunu bildiğim iki kişi vardı. Benimle birlikte grup üç kişiye çıktı. H.O.nun iş yoğunluğuna bağlı 15 günde bir sohbetler düzenleniyordu. Bu toplantılarda Fethullah Gülen videoları izlettiriliyor, kitapları okunuyor, namaz kılınıyordu' şeklinde beyanda bulunduğu, böylece şüpheli Hilmi Balta'nın FETÖ/PDY terör örgütü yapılanması içerisinde yer aldığının ifadelerden anlaşıldığı.Şüphelinin devlet memuru olduğu, bu husus dikkate alındığında bağlı bulunduğu örgütsel yapının bir gizli örgüt olduğunu, gizli faaliyetler yürüttüğünü görememesi veya bu hususu düşünememesi hayatın doğal akışı ile uyumlu olmadığı, FETÖ/PDY terör örgütü hakkında basın ve kamuoyuna yansıyan haberler ,yazılan yazılar, açılan soruşturmalar, yürütülen yargılamalardan haberdar olmamasının kabul edilemeyeceği ayrıyeten , örgütün kuruluşundan günümüze kadarki faaliyet ve söylemleri düşünüldüğünde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzeninin değiştirmek amacı ile faaliyet yürütüldüğünün kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açık ve net olduğu ,15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün örgütün gelişim ve gücünün geldiği son nokta olduğunun görüldüğü, tüm bunlara rağmen şüphelinin kendi isteği ve kabulü ile bu terör örgütü ile irtibat içinde olduğu ve irtibatını koparmadığı anlaşılmıştır." Tanık A.Ş.nin 29/11/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"29 Ekim 2009tarihinde Çorlu İlçe Seçim kurulunda zabıt katibi olarak göreve başladım. O yıl mart ayında yerel seçimler vardı. Bu nedenle ben göreve başladıktan seçimler sonuçlanıncaya kadar yoğun bir şekilde çalıştım. Bu dönemde yalnızca H.O. ile telefonla görüşüyordum. Başkaca bir birim ile irtibat kurmadım. Seçimler tamamlandıktan sonra mayıs ayında H.O. beni sohbet hocalığını kendisinin yaptığı bir gruba dahil etti. Bu grupta benim dışımda Tekirdağ Adliyesinde Zabıt Katibi olarak çalışan A.B. ve Hilmi Balta isimli amca çocuğu olduğunu bildiğim iki kişi vardı. Benimle birlikte grup üç kişiye çıktı H.O.nun iş durumuna göre çok düzenli olmamak kaydı ile 15 günde bir sohbetler düzenleniyordu. Bu toplantılarda da Fethullah Gülen'in kitapları okunuyor, videoları izletiliyor, namazlar kılınıyordu. 2012 yılı Mayıs ayına kadar ben bu sohbet grubunda devam ettim bu dönemde gruba başkaca bir kişi gelmedi."Tanık A.Ş.nin 23/2/2017 tarihinde yaptırılan teşhise ilişkin beyanları şöyledir:"Fotoğraftaki bu şahıs H.O.nun sohbet grubundan bulunan Tekirdağ Adliyesinde zabıt katibi olan Hilmi Balta isimli şahıstır. Bu şahıs mütevelli olan bir şahıstır. Bu şahıs sohbetlere düzenli ve aksatmadan gelen bir şahıstır. Bu şahıs 17/25 Aralık 2013 sürecinden sonra da örgütte bulunmaya devam etti."Tanık A.Ş.nin 23/2/2017 tarihinde verdiği ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olaya ilişkin soruşturma aşamasında verdiğim beyanlarımı aynen tekrar ederim. Tekirdağ ilindeki yürüttüğü faaliyetler kapsamında H.O. adliye yapılanması içerisinde sorumlu ağabeydir, H.O. aynı zamanda sohbet hocalığı yapardı, oluşturduğu bu grupta ben ve Tekirdağ Adliyesi'nde zabıt katibi olarak çalışan A.B. ve Hilmi Balta isimli amca çocuğu olduğunu bildiğim iki kişi vardı. Benimle birlikte grup üç kişiye çıktı. H.O.nun iş yoğunluğuna bağlı 15 günde bir sohbetler düzenleniyordu. Bu toplantılarda Fethullah Gülen'in videoları izlettiriliyor, kitapları okunuyor, namaz kılınıyordu." Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi 30/5/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/167 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi 24/7/2017 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Tahliye kararının gerekçesi şöyledir:"Sanıklar A.B., Hilmi Balta ve F.nin tutuklulukta geçirdikleri süreler, mevcut delil durumu, delillerin karartılma ihtimali olmayışı dikkate alındığında bu aşamada adli kontrol hükümlerinin yeterli olacağı nazara alınarak tahliyelerine... [karar verildi.]"Başvurucu 24/7/2017 tarihli duruşmada savunmasını yapmıştır. Savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"Öncelikle üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum, hayatımda işlediğim bir suç yoktur, 2011 yılında Bank Asya'dan faiz oranı düşük diye kredi çekmiştim ödemesi 2021 yılına kadar süren bir kredi idi, Bank Asya'da hesap açmak suç işlemek olamaz, çalıştığım dönemde de Bank Asya hakkında bir kapatma dahi alınmamıştır, devlet himayesine geçmiştir daha güvenli hale gelmiştir öncesinde de yasal bir banka idi, bu tip iddialar söz konusu değildi, kapatmak istesem de ödenmemiş kredi taksitlerim olduğu için kapatmam söz konusu değildi, böyle bir imkanım yoktu, ben 10 yıl Başsavcılığında görev yaptım, bu süre zarfı içerisinde örgütlü terör dosyalarında çalışmadım, nitelikli dosyalarda hiç çalışmam olmadı, eğer örgütle bağlantım olsaydı bu tip dosyalarda yer alarak örgüte bilgi sızdırma imkanı elde etmem gerekirdi çalışmış olduğu her savcı ile düzgün bir çalışma gerçekleştirdim benim hakkımda düzenlenmiş kötü bir sicil notu söz konusu değildir, yine K.Ö.nün işletmiş olduğu İ. Kuyumculuk iddia konusu edilmiştir, 2009 yılında evlenmiş olduğum eşim evlenmeden önce K.Ö.ye ait bu kuyumculukta çalışıyordu, benim meslek hayatına girişim K.Ö.nün referansıyla gerçekleşmedi, bu iddia asılsızdır, ifadesinde de bu iddiaları söylerken biliyorum dememiş böyle olduğunu düşündüğünü söylemiştir, kendisi benimle ilgili isnatlarda bulunurken aslında kesin bilgilere sahip değildi, sadece yorum yaparak düşünerek bazı beyanlarda bulunmuştur, bir kimsenin düşünce yapısı yüzünden şu an yargılanıyorum ve uzun süredir tutukluyum, İ. Kuyumculuk adlı şirket şu an hala işletilmekte olan bir işyeridir, buranın benimle bir bağlantısı bağı yoktur, eşim orada çalıştığı için bir bağlantı kurulmaya çalışılmıştır, yine hakkımda ifade veren A.Ş. adlı kişiyi tanımam, A. ile F.nin beyanları çelişmektedir, sohbet toplantılarına her iki şahıs da katıldığımı söylemiş fakat her nasılsa ikisi de sohbet toplantılarına ilişkin gördüklerini iddia ettikleri detaylar farklıdır, şöyle ki; birisi haftada bir katıldığımı söylemişse diğeri onbeş günde bir katıldığımı beyan etmiştir, yine sohbet toplantılarında birisi üç kişilerdi diyor, diğeri çok kalabalık toplanıyorlardı diyor, bu yüzden tanıkların beyanlarını dikkate alınmamasını talep ediyorum, gerçekte kendileri de ne söylediklerinin farkında değillerdir, gitmediğim sohbetlerden yapmadığım eylemlerden şu an sorumlu tutuluyorum ben hiçbir şekilde sohbet toplantılarına katılmadım, himmet bağış vs., vermedim, Bank Asya dışında benim örgütle herhangi bir bağlantım, dergi, gazete aboneliğim, sendika dernek üyeliğim araştırılmasına rağmen olmadığı tespit edilmiştir, hakkımda suç oluşturacak herhangi bir maddi delil yoktur, suç isnadı bile yapılması yersizdir, tüm bunlar gözönünde bulundurularak beraatime karar verilmesini talep ediyorum." Aynı duruşmada tanık de dinlenmiştir. Tanık ifadesinde; başvurucuyu daha önce kiracısı olduğu için tanıdığını, başvurucunun FETÖ/PDY ile ilgili herhangi bir eylemini görmediğini, sadece eşinin bu örgütün kasası olarak bilinen K.Ö.ye ait İ. Kuyumculuk adlı işyerinde çalıştığını bildiğini, böyle duyduğunu, K.Ö.nün Tekirdağ'da cemaat içinde etkin ve nüfuslu bir insan olduğunu bildiğini ancak başvurucunun işe girişinde kendisinin referans olduğu konusunda bir bilgisi olmadığını beyan etmiştir. 5/12/2018 tarihli dijital inceleme raporunda, başvurucuya ait cep telefonunda ByLock isimli programın kalıntılarına rastlandığı belirtilmiştir. Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi 15/2/2019 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Beraat kararının ilgili kısmı şöyledir:"Sanık Hilmi Balta'nın en son Adalet Bakanlığında Katip olarak görev yaptığı, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle irtibatlı olduğu gerekçesiyle 677 sayılı KHK ile meslekten ihraç edildiği, Bylock havuz sorgusunda herhangi bir kaydının bulunmadığı, Dijital inceleme raporunda sanığa ait cep telefonunda 'Bylock' isimli özel sohbet programı kalıntılarına rastlandığı, Banka Bilirkişi raporunda sanığın Bank Asyada hesabında aktif hareket olmadığı tespit edilmiştir.Tanık A.Ş. beyanında, kendisinin bulunduğu sohbet grubunda sanık Hilmi Balta'nın da bulunduğunu, 15 günde bir sohbet düzenlendiğini, bu toplantılarda da Fethullah Gülen'in kitapları okunduğunu, videolarının izlendiğini, namaz kılındığını, bu sohbet grubunun 2012 yılı Mayıs ayına kadar devam ettiğini belirtse de örgütün nihai amacının ortaya çıktığı 17-25 Aralık 2013 sürecinden sonra sanığa yönelik somut bilgisinin olmadığı anlaşılmıştır. Sanık Hilmi Balta'nın cep telefonunda örgüt mensupları tarafından kullanılan 'Bylock' isimli özel sohbet programı kalıntısına rastlansa da sanığın havuz sorgusunda Bylock kaydının bulunmadığı ve Yargıtay Ceza Dairesinin kararlarında belirtildiği üzere bylock User-ID (Kullanıcı No) ve şifre bilgilerinin de bulunmadığı dikkate alındığında sanığın bylock kullanıcısı olduğu kesin olarak ispatlanamamıştır." Karara karşı Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca istinaf kanun yoluna başvurulmuş olup istinaf incelemesi devam etmektedir. A. Kanun Metinleri 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)..."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 22/3/2018 tarihli ve E.2017/3340, K.2018/808 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, örgüt üyeliğinin kabulünde esas alınması mümkün olmayan bir kısım faaliyetlerin gerekçede yer almışsa da, örgütsel toplantılara katılma, örgüte yardım sağlama, mütevelli heyetinde yer alma, talimat üzerine Bank Asya'ya para yatırma gibi faaliyetleri örgüt üyeliği kabulünde yeterli görülmesi ve cezanın alt sınırdan belirlenmesi karşısında sonuca etkili bulunmayarak yaptırımların kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı anlaşılmakla; sanık müdafiinin dilekçesinde ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden CMK'nın 302/ maddesi gereğince temyiz davasının esastan reddiyle hükmün onanmasına ... [karar verildi.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 21/3/2018 tarihli ve E.2017/3284, K.2018/897 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"FETÖ/PDY terör örgütünün Afyon ilinin Dinar ilçesi mütevelli heyeti içerisinde yer alarak, örgüte ait eğitim kurumlarının bağlı bulunduğu şirkette yöneticilik yapmak, örgüt ile iltisaklı olan işadamları derneğinde başkanlık yapmak şeklinde gerçekleşen faaliyetlerin örgütsel nitelikte olduğundan içerdikleri çeşitlilik, yoğunluluk ve süreklilik nedeniyle örgüt üyeliği kabulünde bir isabetsizlik bulunmamaktadır." Yargıtay Ceza Dairesinin 15/2/2018 tarihli ve E.2017/3461, K.2018/298 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"Dosya içeriğine, mahkemenin kabulüne, kovuşturma ve soruşturma aşamasındaki tanık beyanlarına göre; FETÖ/PDY terör örgütünün Dinar İlçesi esnaf yapılanması mütevelli heyeti içerisinde yer alarak, himmet toplantıları adı altında örgütsel faaliyetlere katılan ve yardımda bulunan, kamuoyunda terör örgütü niteliğinin açık veyaygın olarak kabul edilmesi sürecinden sonra da anılan örgütle irtibatını devam ettiren sanığın, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk oluşturan bu faaliyetleri nedeniyle örgütün hiyerarşik yapısına organik bağla dahil olduğu yönündeki kabulde bir isabetsizlik bulunmadığı ..."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/51749
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, hakkında açılmış olan tazminat davasına bakan mahkemece tutanaklarda davanın iş mahkemesi sıfatıyla görüldüğünün belirtilmemesi, tefhim edilen kısa kararda mahkemenin adının ‘Acıpayam Asliye Hukuk Mahkemesi’ olarak geçmesi ve sadece ‘yasa yolu açık olmak üzere’ ifadesinin kullanılması nedenleriyle yaptığı temyiz başvurusunun Yargıtay tarafından 8 günlük temyiz süresinden sonra yapıldığından reddedilmesi sonucu adil yargılanma hakkıyla Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiş; ayrıca icra dosyasına yatırdığı tazminat tutarının dosyada aynen muhafaza edilmesi konusunda tedbir kararı verilmesini, ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasını veya 000 TL maddi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvuru, 26/11/2012 tarihinde Denizli Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 6/2/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 4/4/2014 tarihli görüş yazısı 15/4/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Denizli İli Acıpayam İlçesinde süt mamulleri üreten Aysüt Süt Ürünleri Ltd. Şti. ile bir anlaşma imzalamış ve fabrikanın ihtiyacı olan elektromekanik kapı işini üstlenmiştir. Kapının kurulumu sırasında iskelenin devrilmesi sonucu başvurucu ile iş akdi olan işçi Ali ÇATAL 06/02/2006 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu yaralanmış ve hastaneye kaldırılmıştır. Kazanın etkisi ile Ali ÇATAL’ın omuriliği kırılmış ve felç olmuştur. Fizik tedavi bölümünde tedavi görürken eşi kendisine ekmek yedirmiş ve yediği ekmek parçalarının akciğerine gitmesi sonucu enfeksiyon kapmış ve yoğun bakıma kaldırılmıştır. Ali ÇATAL 10/04/2006 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Ali ÇATAL’ın ölümü üzerine Acıpayam Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde 2006/295 Esas sayılı dosya ile taksirle ölüme sebebiyet verme suçu nedeniyle kamu davası açılmıştır. Ceza davası devam ederken müteveffa Ali ÇATAL’ın eşi Perihan ÇATAL bu olay üzerine başvurucu şirket ve Aysüt Süt Ürünleri Ltd. Şti aleyhine 1/5/2007 tarihinde Acıpayam Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kendisine asaleten oğlu Ömer MERT’e vekâleten tazminat davası açmış ve toplamda 000 TL tazminat talep etmiştir. Tanık olarak dinlenen müteveffanın annesi ve babası ile ameliyat olduğu hastanede görevli iki hemşire kazadan sonra müteveffanın ameliyat olduğunu ve durumunun iyiye gittiğini, müteveffanın eşi Perihan ÇATAL’ın istemediği halde kendisine ekmek yedirmesiyle akciğerinde enfeksiyona sebep olduğunu beyan etmişlerdir. Mahkeme, kusur oranının tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırmış, 4/12/2009 tarihli bilirkişi raporuyla bilirkişi, başvurucu ve Aysüt Süt Ürünleri Ltd. Şti.’nin kusur oranını ayrı ayrı %40, müteveffanın eşi Perihan ÇATAL’ın kusur oranını ise % 20 olarak tespit etmiştir. Mahkeme, destekten yoksun kalma tazminatı için de bilirkişi raporu istemiş ve 25/6/2010 tarihli bilirkişi raporuyla Perihan ÇATAL’ın 717,85 TL, oğlunun ise 166,51 TL tazminat talep etme hakları olduğu tespit edilmiştir. Mahkeme, 06/07/2010 tarihli ve son duruşmada iş mahkemesi sıfatıyla davaya baktığını belirtmeksizin davanın kısmen kabulü ile müteveffa Ali ÇATAL’ın eşi ve oğlunun başvurucu ve Aysüt Süt Ürünleri Ltd. Şti.’den tazminat almasına “yasa yolu açık olmak üzere’’ karar vermiş ve karar davacı ve davalı vekillerinin yüzlerine karşı okunmuştur. Mahkeme, 06/07/2010 tarih ve E.2007/280 K.2010/281 sayılı gerekçeli kararında ise aynı hükmü “8 gün içerisinde Yargıtay Hukuk Dairesine temyiz yolu açık olmak üzere” ibaresiyle kaleme almış ve gerekçeli karar başvurucuya 22/07/2010 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahkeme kararı, tüm davalılar ve davacı tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu vekili 23/07/2010 tarihinde, davacı vekili ise 26/07/2010 tarihinde temyiz başvurusu yapmıştır. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Hukuk Dairesi, 25/9/2012 tarih ve E.2012/15465, K.2012/15530 sayılı kararıyla başvurucu ve davacının temyiz talepleri yönünden temyiz dilekçesinin süre aşımı yönünden reddine, Aysüt Süt Ürünleri Ltd. Şti.’nin temyiz talepleri yönünden ise, kazanın bir iş kazası olup olmadığının ön tespitinin yapılması ve iş kazası olması halinde Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) alınan tazminatın hükme konu tazminattan mahsubu gerektiği gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur. Başvurucu açısından kesinleşen karar başvurucuya 7/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/11/2012 tarihinde Mahkemece hükmedilen tazminatı icra dairesi kasasına ödemiştir.B. İlgili Hukuk 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 2/3/2005 tarih ve 5308 sayılı Kanunla değişmeden önceki maddesi şöyledir: “İş mahkemesinin nihai kararları tefhim tarihinden itibaren sekiz gün içinde temyiz olunabilir.” 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’na 5308 sayılı Kanunla eklenen geçici maddesi şöyledir: “Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları, kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin hükümleri uygulanır.” 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün kapsamı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.…ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.…” 6100 sayılı Kanun’un “Hüküm” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez. (2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.” 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin fıkrası şu şekildedir:“Temyiz süresi on beş gündür. Temyiz süreleri, ilâmın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/855
Başvurucu, hakkında açılmış olan tazminat davasına bakan mahkemece tutanaklarda davanın iş mahkemesi sıfatıyla görüldüğünün belirtilmemesi, tefhim edilen kısa kararda mahkemenin adının ‘Acıpayam Asliye Hukuk Mahkemesi’ olarak geçmesi ve sadece ‘yasa yolu açık olmak üzere’ ifadesinin kullanılması nedenleriyle yaptığı temyiz başvurusunun Yargıtay tarafından 8 günlük temyiz süresinden sonra yapıldığından reddedilmesi sonucu adil yargılanma hakkıyla Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiş; ayrıca icra dosyasına yatırdığı tazminat tutarının dosyada aynen muhafaza edilmesi konusunda tedbir kararı verilmesini, ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasını veya 85. 000 TL maddi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, baro levhasına yazılma talebinin kabul edilmemesi işleminin iptaline yönelik açılan davanın mahkemece reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde araştırma görevlisi olarak görev yapmakta iken Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantısı bulunduğu gerekçesiyle 17/4/2017 tarihli ve 689 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (689 sayılı KHK) kapsamında kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabulüne ilişkin Ankara Barosunca (Baro) verilen karar Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından reddedilmiştir. TBB 12/10/2018 tarihli ret kararında başvurucunun 689 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarıldığını ve FETÖ/PDY terör örgütüne üyelik iddiası ile başvurucu hakkında ceza soruşturması bulunduğunu belirtmiştir. Anılan kararda TBB'nin kamu görevinden çıkarılanların serbest avukatlık görevini ifa etmelerine engel bir durumun bulunmadığına ilişkin görüşünü savunduğunu ancak kamu görevinden çıkarılanların avukatlık hizmeti yapamayacağına ilişkin görüşün yargı makamlarınca bir içtihada dönüşmesi nedeniyle yerleşik yargı kararı gereği başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin 12/10/2018 tarihinde reddine karar verilmiştir. TBB'nin başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin reddine ilişkin kararı Bakanlık tarafından 19/11/2018 tarihinde onaylanmıştır. Başvurucu, Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 14/11/2019 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararda; başvurucunun 689 sayılı KHK ile görevden çıkarıldığı, anılan KHK gereğince kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyecekleri vurgulanmıştır. Ayrıca başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) sanık olarak yargılandığı belirtilerek 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesi gereğince avukatlık mesleğine kabul edilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda 4/12/2019 tarihinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Söz konusu karar 11/12/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesine (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 17/6/2020 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun reddine oy çokluğuyla karar vermiştir. Karşı oy yazısında; başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan yapılan yargılama sonucunda HAGB kararı verildiği, bu kararın kesinleştiği ve devam eden kovuşturma bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 27/7/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 26/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine sunmuş olduğu 24/12/2020 tarihli dilekçesiyle Bakanlık görüşüne cevabı ile birlikte ek beyanda bulunmuştur. Başvurucu, bireysel başvuru tarihinden sonra yeniden baro levhasına yazılma talebiyle yaptığı başvurunun 11/12/2020 tarihinde kabul edildiğini belirtmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28511
Başvuru, baro levhasına yazılma talebinin kabul edilmemesi işleminin iptaline yönelik açılan davanın mahkemece reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, itirazın iptali talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedenliyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 3/8/2012 tarihinde açtığı davada yargısal süreç Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/4/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 11/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19762
Başvuru, itirazın iptali talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedenliyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; meslekten çıkarma kararı verilmesi ile yeniden inceleme talebinin reddedilmesine ilişkin dönem arasındaki maaşın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi, bağımsız ve tarafsız olmayan mahkemelerce yargılama yapılması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Kuşadası hâkimi olarak görev yapmaktayken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 24/8/2016 tarihli ve 2016/426 sayılı kararı ile 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu, bu karara 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu'nun maddesi uyarınca yeniden inceleme talebiyle itiraz etmiştir. HSYK 29/11/2016 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu meslekten çıkarılma tarihi ile itirazın reddedildiği tarih arasında ödenmeyen maaş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) karşı 23/1/2017 tarihinde dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 29/11/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca öngörülen meslekten çıkarma derhâl sonuç doğuracağından meslekten 24/8/2016 tarihinde çıkarılan başvurucunun meslekten çıkarılma ile çıkarılmanın kesinleştiği tarih arasındaki döneme ilişkin maaş ödemesi yapılmamasında hukuka aykırılık bulunmadığı açıklanmıştır. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdari Dava Dairesi 16/5/2019 tarihinde kararı usul ve yasaya uygun bulduğunu belirterek başvurucunun istinaf başvurusunu reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 28/5/2019 tarihinde öğrendikten sonra 11/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19232
Başvuru, meslekten çıkarma kararı verilmesi ile yeniden inceleme talebinin reddedilmesine ilişkin dönem arasındaki maaşın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi, bağımsız ve tarafsız olmayan mahkemelerce yargılama yapılması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun üç kişilik ziyaretçi listesi oluşturma talebinin reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanan başvurucu 8/11/2017 tarihinde İzmir 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumuna hitaben yazdığı 31/12/2018 tarihli dilekçesinde, belirlediği üç kişilik ziyaretçi listesinin kabulünü talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 3/1/2019 tarihli kararıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, ilgili mevzuat hükümleri hatırlatıldıktan sonra başvurucunun ziyaretçi listesinin düzenlenmesi için altmış günlük süreyi geçirdiği belirtilmiştir. Başvurucu aynı taleple Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurmuş, İnfaz Hâkimliği 11/1/2019 tarihli kararıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun Ceza İnfaz Kurumuna nakledildikten sonra 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmelerine ilişkin Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesinde yer alan altmış günlük süre içerisinde üç kişilik ziyaretçi formunu doldurmadığı, bu nedenle Ceza İnfaz Kurumu kararının yasa ve yönetmeliklere uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, anılan karara itiraz etmiştir. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi 8/2/2019 tarihinde, başvurucuya isim listesi vermesi için 8/11/2017 tarihinde tebligat yapıldığını, buna rağmen başvurucunun 28/12/2018 tarihinde müracaat ettiğini ve bu suretle mevzuatta yer alan altmış günlük süreyi geçirdiğini belirterek itirazın reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 21/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Zahit Şahin, B. No: 2013/4708, 20/4/2016, §§ 18-25; Mehmet Sevik, B. No: 2017/24068, 18/7/2018, §§ 14,
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10857
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun üç kişilik ziyaretçi listesi oluşturma talebinin reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle seyahat hürriyeti ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, bu dönemde düzenlenen güvenlik operasyonu sırasında yakınların ölümü nedeniyle yaşam hakkının, güvenlik operasyonu sırasında ölen kişilerin cenazelerine uzun süre ulaşılamaması ve cenazeler için defin töreni düzenlenememesi nedeniyle de kötü muamele yasağı ile özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru konusu olayların gerçekleştiği tarihlerde PKK terör örgütünün kamuoyunda hendek olayları olarak tabir edilen silahlı ayaklanma girişimine karşı Sur ilçesinin de içinde bulunduğu bazı yerleşim merkezlerinde sokağa çıkma yasağı ilan edilerek terörle mücadele operasyonları yürütülmeye başlanmıştır (hendek olayları ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ve ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 342). Hendek olayları sırasında Sur ilçesinde gerçekleşen silahlı saldırılarda 66 güvenlik görevlisi şehit olurken 428 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Yalnızca 11/12/2015-23/12/2015 tarihleri arasında Sur ilçesinde güvenlik güçleri ile terörist unsurlar arasında 320 silahlı çatışma yaşanmıştır. Bunlardan 72'sinde terörist unsurlar tarafından roketatar kullanılarak saldırı düzenlenirken, 86 saldırıda da patlayıcı kullanıldığı rapor edilmiştir. Aynı dönemde Sur ilçesinde PKK terör örgütü üyeleri tarafından sivillere ait ikamet ve işyerleri ile kamu kurumlarına ait binalarda 56 ayrı kundaklama yapıldığı belirlenmiştir. Başvurucular 4/1/2016 ve 5/1/2016 tarihli başvurularında yakınlarının Sur ilçesinde yaşanan silahlı çatışmalarda öldüğüne ve cesetlerinin bir caminin avlusunda bulunduğuna dair bilgi aldıklarını belirterek Sur'da uygulanan sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve yakınlarının cenazelerini teslim almalarının sağlanması için Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca geçici tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü 8/1/2016 tarihli ara kararında, benzer nitelikteki başvuruların birleştirilerek 2016/43 numaralı bireysel başvuru üzerinden birlikte ele alınmasına ve başvurucuların geçici tedbir taleplerinin reddine karar vermiştir. Belirtilen kararın ilgili kısmı şöyledir:" Somut olayda başvurucular, Anayasa Mahkemesine sundukları ilk dilekçelerinde yakınlarının cenazelerinin kurşunlu Camii avlusunda açıkta bekletildiğini ileri sürmüş, daha sonra gönderdikleri dilekçelerinde ise cenazelerin Yavuz Selim Ortaokulu bahçesinde olduğuna dair belgeler sunmuşlardır. Resmi makamlar, Sur ilçesinde yaşanan çatışmalar neticesinde ölü olarak ele geçen örgüt mensupları ile yine çatışma bölgesinde yaşamını yitiren vatandaşların nakledilmiş oldukları hastanelerde öldüğü iddia edilen kişilere dair bir bilgi bulunmadığını belirtmişlerdir. Bu nedenle, başvurucuların yakınlarının silahlı çatışmalar sırasında hayatlarını kaybettiğine dair iddiaların bu aşamada henüz doğrulanamadığı görülmektedir. Nitekim başvurucular da yakınlarını henüz teşhis edemediklerini, ölüm olayını basında ve sosyal medyada yer alan haberlere dayandırdıklarını belirtmektedirler (bkz. §§ 11-14). Öte yandan başvurucular ilk dilekçelerinde somut olarak bir cami avlusunda cenazeler olduğunu ancak yetkililer tarafından cenazelerin bulunduğu yerden alınmadığını ileri sürmüşlerdir. Diyarbakır Valiliğinin 5/1/2016 tarihli yazısında Kurşunlu Camii avlusunda cenaze olmadığı belirtilmiş; 8/1/2016 tarihli yazısında aynı bilgi tekrar edilerek cami avlusunda cenaze olmadığını gösteren üç adet fotoğraf sunulmuştur. Bu durumda, dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden Kurşunlu Camii avlusunda bir cenaze bulunduğuna ya da bulunan bir cenazenin yetkililer tarafından tespit edilmesine rağmen bulunduğu yerden alınmadığına dair bir sonuca ulaşılamamıştır. Başvurucular, ek dilekçelerinde cenazelerin bir okulun bahçesinde olduğuna dair yeni bilgileri Mahkemeyle paylaşmışlardır. Diyarbakır Valiliğinden başvurucuların iddialarına ilişkin okul bahçesinde araştırma yapılması talep edilmiştir. Valilik; anılan bölgenin terör örgütü mensuplarıyla yoğun çatışmaların yaşandığı yerlerden biri olduğunu, terör örgütü mensuplarının uzun namlulu silahlarla saldırmaları, yollara barikat kurmaları ve bomba düzenekleri yerleştirmenin ilerlemeyi zorlaştırdığını, güvenlik güçlerinin ilerledikleri yerlerde tespit ettikleri cenazeleri adli işlemlerin yapılması için adli makamlara teslim ettiklerini, okulun bulunduğu yere ve diğer yerlere ulaşıldığında gerekli araştırmalar yapılarak varsa cenazelerin ilgili makamlara teslim edileceğini, bu aşamada fiilen okul bahçesinde tespit yapılmasının mümkün olmadığını belirtmektedir ( bkz. § 16). Açıklanan bilgi ve belgelerden, başvurucuların yakınlarının hayatlarını kaybedip kaybetmediği, eğer kaybetmiş iseler cenazelerinin açıkta bekletilip bekletilmediği konularında resmi makamlarca bir araştırma yapılmadığına ya da cenazelerin tespit edilmesine rağmen bulunduğu yerden alınamadığına dair bir sonuca ulaşılamamıştır. Nitekim Valilik de cenazelere ulaşılması halinde ilgili makamlara teslim edileceğini Mahkememize sunmuş olduğu yazılarda belirtmektedir. Açıklanan nedenlerle, dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler dikkate alındığında başvurucuların tedbir taleplerinin bu aşamada koşulları oluşmadığından reddine karar verilmesi gerekir." Geçici tedbir talebinin reddine dair yukarıda belirtilen kararın ardından başvurucular, Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi ve belge sunmamış, gelişmeler konusunda bilgi vermemiştir. Adalet Bakanlığının (Bakanlık) 21/8/2019 tarihinde sunduğu görüşlerde yer verdiği bilgilere göre 8/1/2016 tarihinden sonra başvuru konusu olaylara dair gelişmeler özetle şöyledir:i. Okul bahçesinde olduğu iddia edilen cenazelerin teslim alınabilmesi için Yavuz Selim İlköğretim Okulunun olduğu bölgede 12/1/2016 günü, 30-30 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı kaldırılarak güvenlik operasyonlarına ara verilmiştir. Cenazeleri almak isteyen vatandaşlar belirtilen tarihte polis merkezi önünde toplanmış ancak terör örgütü mensuplarının güvenlik güçlerine karşı uzun namlulu silahlar ve bombalar kullanarak saldırı düzenlemesi üzerine cenazelerin bulunduğu iddia edilen bölgeye gitme kararından vazgeçmiştir.ii. Güvenlik güçleri 19/1/2016 tarihinde bölgeyi kontrol altına almayı başarmış ve başvurucu yakınlarının cesetlerine ulaşmıştır. 21/1/2016 tarihinde parmak izi veri sisteminde yapılan karşılaştırmayla cesetlerin başvurucu Ayhan Seviktek'in kardeşi S. ve başvurucu Mehmet Oran'ın oğlu İ.O.ya ait olduğu kesin olarak tespit edilmiş, cesetler aynı tarihte düzenlenen nakil ve defin ruhsatıyla yakınlarına teslim edilmiştir. Bakanlık görüşlerinde yer verilen bilgilere göre Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) 19/1/2016 tarihinde derhâl başlatılan soruşturmada olay yeri ve kiriminal inceleme raporları temin edilmiş, cesetler üzerinde otopsi yapılmış, tanık beyanları alınmış ve diğer deliller de toplanarak 6/7/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Belirtilen delilere göre;1-  S. ve İ.O.nun ölümleri ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak gerçekleşmiştir. 2-  S. hakkında Rızgar Delil kod adıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan, İ.O hakkında ise Mazlum kod adıyla silahlı terör örgütüne üye olma ile silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçlarından arama kararı bulunmaktadır. 3-  S.nin üzerinden şarjörü takılı hâlde uzun namlulu bir tüfek ve içinde bir miktar fitil bulunan koli bandı yumağı ele geçirilmiştir. İ.O.nun üzerinden ise tabanca kılıfı içinde bir tabanca ve bir bıçak ile iki uzun namlulu tüfek fişeği ele geçirilmiştir. 4-  S.nin üzerinden elde edilen fitilin patlayıcı madde yapımında da kullanılabilen potasyum perklorat maddesi içerdiği tespit edilmiştir. Cesetlerden alınan svaplarda atış artıkları bulunmuştur. 5-  Olay yerinden boş kovanlar elde edilmiş ve bunlardan birinin 18/1/2016 tarihinde Hasırlı Mahallesi'nde yapılan terör saldırısında kullanılan aynı silahtan ateşlendiği tespit edilmiştir.6-  Çok sayıda tanık; başvurucu yakınlarının PKK içinde sorumlu düzeyde silahlı eylemde bulunduklarını, Sur'da yaşanan olaylarda güvenlik güçlerine silahlı saldırılarda bulunduklarını, el bombası ve uzun namlulu silah taşıdıklarını, duvar kırma ve tünel açma amacıyla gittikleri bir okulda güvenlik güçleri ile girdikleri çatışmada öldüklerini beyan etmiştir. Tanıklardan biri ise İ.O. ile birlikte Kurşunlu Camisi'nde düzenledikleri mayınlı saldırıda çok sayıda güvenlik görevlisini şehit ettiklerini ifade etmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/43
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle seyahat hürriyeti ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, bu dönemde düzenlenen güvenlik operasyonu sırasında yakınların ölümü nedeniyle yaşam hakkının, güvenlik operasyonu sırasında ölen kişilerin cenazelerine uzun süre ulaşılamaması ve cenazeler için defin töreni düzenlenememesi nedeniyle de kötü muamele yasağı ile özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, gerekçesiz kararlarla tutukluluğun devamına karar verilmesi ve yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 8/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 24/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 24/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 5/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti kapsamında uyuşturucu madde ihraç etmek iddialarıyla ilgili olarak 2/12/2005 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 5/12/2005 tarihinde tutuklanmıştır. Suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti kapsamında 23/12/2004 tarihinde İngiltere’ye, 15/5/2004 tarihinde Norveç’e, 26/6/2000 tarihinde Avusturya’ya çeşitli miktarlarda uyuşturucu madde ihraç etmek iddiasıyla açılan davalar İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/220 sayılı dosyasında birleştirilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 14/6/2012 tarih ve E.2000/220, K.2012/98 sayılı kararla, isnat edilen suçlarla ilgili olarak başvurucunun 36 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, mahkûmiyet kararıyla birlikte verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin karara 18/6/2012 tarihinde itiraz etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince itiraz 3/8/2012 tarihinde reddedilmiştir. Dava temyiz aşamasındadır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun maddeleri. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)… Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188), Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), …(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir. (5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. ...(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/142
Başvurucu, gerekçesiz kararlarla tutukluluğun devamına karar verilmesi ve yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Düzce Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama yedi celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 23/5/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 7/11/2017 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmada hazır bulundurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 7/11/2017 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla duruşmada savunma yapmıştır. Başvurucu, Mahkemece yapılan diğer celselere de SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma tutanaklarına göre başvurucu, ilk celsede olduğu gibi diğer celselerde de SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmayı kabul etmediğine dair herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Ayrıca başvurucunun "bilgim dahilinde avukatım duruşmaya katılmadı" şeklinde beyanda bulunduğu 8/11/2017 tarihli celse harici diğer tüm celselerde müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Başvurucu, hükmün açıklandığı 7/11/2018 tarihli yedinci celsedeki duruşmaya SEGBİS aracılığı ile katılmış ve başvurucunun bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut bir veriye rastlanmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi, başvurucu hakkında Aydın Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen başkaca bir soruşturma bulunduğunu belirterek silahlı terör örgütü suçunun temadi eden suçlardan olması ve mükerrer yargılamanın ve cezalandırmanın önlenmesi bakımından her iki iddianın birlikte değerlendirilmesi gerektiğinden bahisle kararın bozulmasına hükmetmiş ve dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bozma üzerine Mahkeme dosyayı yeni esasa kaydederek Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 21/5/2019 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde SEGBİS aracılığı ile duruşmada hazır bulundurulmasına karar verilmiştir. Bu tarihte yapılan duruşmaya başvurucu tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla duruşmada savunma yapmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına tekrar karar vermiştir. Başvurucu, istinaf ve gerekçeli temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalara bizzat katılamamış olması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28232
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ilişiğin kesilmesi işlemi ve 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici maddede düzenlenen haklardan yararlanmak için yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle, ifade ve düşünce hürriyeti, adil yargılanma hakkı, eşitlik ilkesi, masumiyet karinesi, etkili başvuru hakkı ve hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 17/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 23/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 29/1/2015 tarihli görüş yazısı 2/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 13/2/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde subay statüsünde görev yapmakta iken, üçlü kararnameyle 1981 yılında başvurucunun ilişiği kesilmiştir. 6191 sayılı Kanun’un maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde ile 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirilmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde düzenlemesinden yararlandırılması talebiyle yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 30/9/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:“… hakkınızda tesis edilen idari işlemin dayanağı fiillerin vasıf ve mahiyeti dikkate alınarak, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde yargı yolu açık olmak üzere başvurunuzun REDDİNE…” Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açılmıştır. AYİM, 15/11/2012 tarihli ve E.2012/715 ve K.2012/1230 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Davacının J.Ütğm. olarak TSK.’de görev yapmakta iken, 22 Haziran 1981 tarihli yargı denetimine kapalı “Üçlü kararname” ile TSK’den ilişiğinin kesildiği anlaşılmakla; 926 Sayılı TSK. Personel Kanununun Geçici 32'nci maddesinden yararlanmak için gerekli olan" yargı denetimine kapalı işlemlerle TSK.’den ilişiği kesilmiş" olmak şartını taşıdığı görülmektedir.Davacı hakkında 22 Haziran 1982 tarihinde tesis edilen "üçlü kararname"de disiplinsizlik nedeniyle TSK'den ilişik kesme sebebinin, Genel Kurmay Başkanlığı Mahkemesinin 1981 gün ve E.1981/53, K:1981/168 sayılı kararıyla "Türk Ceza Kanununun 141/5 maddesini ihlal" suçundan dolayı verilen mahkumiyet ve ordudan tard kararına dayandırıldığı görülmektedir.Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgeler incelendiğinde, 22 Haziran 1981 tarihinde üçlü kararnameyle ayırma işlemi tesis edilmeden önce davacı hakkında iki mahkeme kararının bulunduğu görülmektedirDavacı hakkında Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi tarafından 24 Mart 1981 gün ve E:196l/53, K 1981/168 sayılı karar ile "ordu içinde ve ordu mensupları arasında sosyal bir sınır ve diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümü tesis etmeye ve sosyal sınıfı ortadan kaldırmaya ve memleket içinde müesses iktisadi ve sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmeye matuf cemiyet kurmak" suçundan dolayı, "Neticeten 6 yıl Üç Ay Ağır Hapis Cezası ile mahkumiyetine ve ordudan tardına" karar verildiği, anılan kararın Askeri Yargıtay 4'üncü Dairesinin 25 Ağustos 1991 gün ve E:1981/296, K;1981/326 sayılı "ilam"ı ile bozma kararı verildiği, bozma kararı üzerine Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi tarafından 9 Kasım 1981 gün ve V:1981/714, K:1981/663 sayılı kararı ile davacı hakkında "Beraat" kararı verildiği anlaşılmaktadır Mahkeme kararı açısından davacı hakkında üçlü kararnameyle tesis edilen TSK'den ayırma işleminin dayanağı kalmamış olmaktadır. Nitekim aynı suçtan dolayı davacıyla birlikte yargılanan ve beraat eden J.Ütğm A,Ç., J.Ütğm. Ş.S.,J.Ütğm O.U.Ş ve J.Lv. Ütğm Ö.'nün 926 Sayılı Kanunun Geçici 32'nci madde hükümlerinden yararlandırıldığı davalı idare tarafından Dairemizin aldığı ara karar gereği gönderilen 12 Kasım 2012 ve 9 Kasım 2012 tarihli cevabı yazılarından anlaşılmakladır. Ancak davacı haklında verilmiş bulunan başka bir mahkumiyet hükmü bulunmakta olup, bu kararın davacının 926 Sayılı Kanunun Geçici 32'nci maddesi hükümlerinden yararlandırma /yararlandırmama açısından ayrıca irdelenmesi gerekmektedir.Davacı hakkında, Çanakkale Boğaz Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından 26 Haziran 1980 gün ve E.1980/253, K.1980/165 sayılı kararı ile "Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak" suçundan dolayı "Beş Ay Yirmi Gün Hapis" cezasına karar verildiği ve anılan kararın Askeri Yargıtay'ın 30 Aralık 1980 gün ve 1980/429-421 E.K. sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği görülmektedir.Yukarıda açıklanan Askeri Mahkeme Kararları ışığında davacı hakkında her ne kadar bir suçtan dolayı beraat kararı verilmiş ise de, diğer suçundan dolayı "5 ay 20 gün hapis cezası" ile cezalandırıldığı anlaşılmakla hakkında mahkumiyet kararı bulunan davacının bu durumuyla 926 Sayılı TSK Personel Kanunun Geçici 32'nci maddesi hükümlerinden yararlandırılmaması hususunda hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.” Karara katılmayan üyelerin karşı oylarının ilgili kısımları ise şöyledir:“Davacı hakkında YAŞ kararıyla ayırmaya esas alınan mahkumiyet hükmü, bilahare bozulmuş ve sonunda beraat kararı verilmiştir Bu yargılamaya esas fiillerin, Geçici 32'nci maddeden yararlandırmamak yönünden değerlendirilebileceği düşünülebilir ise de, aynı davada yargılanan 3 subayın bu düzenleme ile getirilen imkanlardan istifade ettirilerek taleplerinin kabul edilmesi karşısında, Bakanlığın davacı hakkındaki red işleminin (bu yönden) eşitlik ilkesine uygun tesis edilmediği ortadadırÖte yandan, burada YAŞ'ın ayırma işleminin değil, Bakanlığın Geçici 32'nci maddeden yararlandırmama işleminin denetlendiği, dolayısıyla dosyada mevcut diğer mahkumiyetin bu işlemde dikkate alınabileceğini kabul etmekle birlikte, bu davanın esasını oluşturan fiilin gerek vasıf ve mahiyeti, gerek cezasının nicelik ve niteliği itibariyle Kanundan yararlandırmamayı gerektirecek ölçüde vahim olmadığını düşünüyorum. Zira, davacıya mahkumiyete esas "Beyanatta bulunma" fiilini işleten sâikin askeri disiplin ve itaati bozmaya değil, bilakis korumaya yönelik olduğu kanaatindeyim." ..."Yukarıda açıklandığı üzere, davacı hakkında 22 Haziran 1981 tarihinde üçlü kararnameyle tesis edilen "ayırma" isteminin tek dayanağı Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesinin, Askeri Yargıtay'ın bozma ilamı yönünde verdiği "beraat" kararıdır. 22 Haziran 1981 tarihli üçlü kararnamede, davacının anılan karardaki eylemi esas alınmış, ancak davacı bu eyleme dayalı suçtan "beraat" etmiştir. Dolayısıyla davacının 926 Sayılı Kanunun Geçici 32'nci madde hükümlerinden yararlanma durumu, sadece bu eyleme bağlı olarak değerlendirilmesi ve buna bağlı olarak da Geçici 32'nci madde hükümlerinden yararlandırılması gerekmektedir. Dairemizin sayın çoğunluk kararında davacı hakkında tesis edilen TSK.'den ilişik kesme işleminden önce varolan ve ayırma işlemi tesis anında davalı idare tarafından dikkate alınmayan mahkumiyet hükmü (Çanakkale Boğaz Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 1980 gün ve E:1980/253, K:1980/163 sayılı mahkumiyet kararı) esas alınarak, davacının 926 Sayılı Kanunun Geçici 32'nci maddesi hükümlerinden yararlandırılmaması işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Öncelikle belirtmek gerekirse, 22 Haziran 1981 tarihinde tesis edilen üçlü kararnamede davalı idare tarafından esas alınmayan bir eylem ve mahkumiyet kararının esas alınması hukuka aykırıdır Davalı idare tarafından bile ayırma işlemi tesis tarihinde mevcut olmasına rağmen dikkate alınmayan bir eyleme bağlı suçun hukuken dikkate alınmaması gerekmektedir. Nitekim davalı idare tarafından 22 Haziran 1981 tarihli üçlü kararnamede sonradan beraat kararına dönüşen Mahkeme kararındaki "ordudan tard feri cezası" esas alınarak mahkeme kararından kaynaklanan "bağlı yetki" ön plana çıkarılmıştır. Davalı idarenin, TSK.'den ilişik kesme (ayırma) işleminde bir takdir yetkisi kullanılması söz konusu değildir. Bu bağlamda Dairemiz tarafından da, ayırma işlemi tesis tarihinde dikkate alınmayan bir eylem veya mahkeme kararının dikkate alınmaması gerekmektedir.Diğer yandan davacı hakkında, Çanakkale Boğaz Komutanlığı tarafından 26 Haziran 1980 gün ve E:1980/253, K:1980/165 sayılı karar ile "Hakkı ve Görevi Olmadığı Halde Askeri Muamelat Hakkında Birlikte Beyanatta Bulunmak" suçundan dolayı "5 Ay 20 Gün Hapis" cezasına karar verildiği ve kararın Askeri Yargıtay'ın 30 Aralık 1980 tarihli ilamı ile onanarak kesinleştiği görülmektedir. Söz konusu mahkumiyet kararı ve bu karardaki suça bağlı eylem sayın çoğunluğun kabulü doğrultusunda dikkate alınsa bile, suçun niteliği ve cezanın niceliği açısından, davacının TSK.'den ilişiğinin kesilmesine yeterli bir hukuki gerekçe oluşturmadığı açıktır.Bu bağlamda, davacının 926 Sayılı Kanunun 32'nci madde hükümlerinden yararlandırılmama işleminin hukuka aykırı olduğunu söylemek gerekmektedir. Anılan eyleme/ suça bağlı kararın Geçici 32'nci madde hükümlerinden yararlandırmama işlemine sebep ve hukuki gerekçe oluşturacak nicelik ve nitelikte değildir....” Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19/3/2013 tarihli ve E.2013/340, K.2013/297 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar, başvurucuya 5/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 17/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.(Değişik fıkra: 7/5/2010-5982/21 md.)Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Teminat” başlıklı maddesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler.” 1602 sayılı Kanun’un , ve maddeleri şöyledir:“Üyelerin seçimi: Madde 8 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir.” “Atanma: Madde 9 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de yayımlanır. Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askeri hakim sınıfından olması şarttır.” “Görev süresi: Madde 10 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.” 1602 sayılı Kanun’un “Dosya dışında inceleme” başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.” 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Aşağıda yazılı hallerde subay, astsubay, uzman jandarmalar ve özel kanunlarında bu cezanın uygulanacağı belirtilen asker kişiler hakkında, askeri mahkemeler veya adliye mahkemelerince asıl ceza ile birlikte, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilir. Bu husus mahkeme hükmünde belirtilmemiş olsa dahi, Silahlı Kuvvetlerden çıkarmayı gerektirir.A) Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere ölüm, ağır hapis, bir seneden fazla hapis cezası ile hükümlülük halinde,B) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle hükümlülük halinde.Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere, askeri mahkemelerce üç aydan fazla hapis cezası ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilebilir.” 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.… Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.” 926 sayılı Kanun’un maddesinin (d) bendi şöyledir:“Aşağıda belirtilen suçlardan hükümlü olma nedeniyle ayırma:Ertelenmiş, seçenek yaptırımlara çevrilmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, affa uğramış olsalar bile, Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 131 inci maddesinin birinci fıkrasının az vahim hali hariç basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından hükümlü olan subaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2539
Başvuru, ilişiğin kesilmesi işlemi ve 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddede düzenlenen haklardan yararlanmak için yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle, ifade ve düşünce hürriyeti, adil yargılanma hakkı, eşitlik ilkesi, masumiyet karinesi, etkili başvuru hakkı ve hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
1
Başvuru, başvurucunun işyeri bilgisayarından izinsiz elde edilen resimlerin işe iade davasında dosyaya sunulması ve bu deliller gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu özel bir şirkette (İşveren) gayrimenkul değerlendirme uzmanı olarak görev yapmaktadır. İşveren 19/9/2017 tarihli fesih bildirimiyle 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrasının (II) numaralı bendinin (h) ve (e) alt bentleri uyarınca başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Fesih bildiriminde "... yöneticileriniz tarafından defalarca sözlü olarak uyarılmanıza rağmen uyarıları dikkate almaksızın tarafınıza verilen işleri, rapor teslim sürelerinin açık ve yazılı olarak belirtilmesine rağmen sektördeki tecrübeniz uyarınca ve faaliyet gösteren sektörün getirmiş olduğu ... Tecrübe ve ilginize dayanarak bu hususun uygun davranmanıza rağmen talep edilen sürede yapmadığınız ve yapmamakta ısrar ettiğiniz tespit edilmiştir. Verilen işleri yapmamakta gösterdiğiniz ısrar süresince defalarca rapor alarak işyerine gelmemeniz bu konuda ki ısrarlı tutumunuzun açık birer göstergesidir. Talep edilen işleri verilen süre içinde yapmamanız üzerine daha önce defalarca yapılan sözlü uyarılardan sonra 2017 tarihinde yazılı olarak tarafınızdan savunma talep edilip makul süre verilmiştir. 2017 tarihli savunması yeterli bulunmamıştır. Herhangi bir açıklama yapılmaksızın konuya ilişkin ısrarınız devam etmiş bulunmaktadır. Tarafınızca sunulan savunma yazısının hemen ertesinde rapor alarak işyerine gelmediğiniz, doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmayan bir davranış tarzı ile sosyal medyada Bodrum dan paylaşılmış fotoğraflarınızın yayınlanması verilen işlerin ısrarlı bir biçimde süresi içinde yapılmaması kötüniyetli olarak hareket ettiğiniz doğruluk dürüstlük ve bağlılıkla bağdaşmayacak hareketlerde bulunmanız..." ifadelerine yer verilmiştir. Başvurucu 12/10/2017 tarihinde İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde (Mahkeme) işe iade istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; iş akdinin haklı sebebe dayanılmaksızın feshedildiğini, feshin dayanağı olan olay ve olguların gerçekle bağdaşmadığını, fesih gerekçesinin bir raporun vaktinde verilmemesi ile sağlık raporu alınması olduğunu belirtmiştir. Dilekçede ayrıca haklı feshe konu edilecek hâllerin kanunda sınırlı sayıda belirlendiği, ancak ihbar süresi üzerine 6 haftalık sürenin aşılması hâlinde sağlık raporu alınmasının işverene geçerli nedenle fesih hakkı verdiği, birkaç günlük raporun feshe gerekçe oluşturamayacağı, işverenin kötü niyetli davranarak ve psikolojik taciz uygulayarak uyuşmazlık konusu feshi gerçekleştirdiği ifade edilmiştir. İşveren cevap dilekçesinde; başvurucunun İşverenin güvenini kötüye kullanarak doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunduğunu, kendisine verilen işin yapılmasından imtina etmek kastıyla sıkça rapor aldığını, rapor aldığı günlerde istirahat yerine şehir dışına tatile gittiğini, gerçeğe aykırı olarak rapor aldığının başvurucu tarafından ikrar edildiğini, bu gerekçe ile yapılan iş akdi feshinin haklı nedene dayandığını belirtmiştir. Başvurucunun şirket mailinden 21/6/2017 tarihinde attığı bir mail ile hasta olmamasına rağmen defalarca rapor alarak işe gelmediğini ikrar ettiği, rapor aldığı dönemde tatil planları yaptığı, ödeme kayıtlarının ve otel bilgilerinin aynı maillerle paylaşıldığı, işten ayrılmadan önce gayrimenkul değerlemesine ilişkin excel tablolarını şirket dışına aktardığı, böylelikle gizlilik sözleşmesine aykırı davrandığı ifade edilmiştir. Başvurucunun kendisine görevleri müteaddit kereler hatırlatılmasına rağmen İşverenin zararına sonuç doğuracak nitelikte ve süreklilik arz edecek şekilde kasten yapmamakta ısrar ettiği, Derindere raporunu eksik ve yetersiz teslim ederek müvekkil şirketin prestijini zedelediği, Bainbridge raporunu belirlenen sürede tamamlayamadığı ve buna benzer pek çok görevinde sorun yaşandığı vurgulanmıştır. Mahkeme tarafından başvurucunun işe iade açısından hak kazanma koşullarının varlığının tespiti için bir insan kaynakları uzmanı bilirkişi tayin edilmiştir. 21/1/2019 tarihli bilirkişi raporunda özetle; tanık beyanları ve dosya kapsamındaki belgelerden başvurucunun raporlu olduğu dönemlerde şehir dışında bulunduğunun İşveren tarafından kanıtlandığı, İşveren için özel bir çalışma olan excel formatının şirket dışındaki üçüncü şahsa başvurucunun şirket mailinden gönderildiği, başvurucunun çalıştığı projelerde amirleri ile süre ve içerik açısından problemler yaşadığı belirtilmiştir. Mahkeme 28/3/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda dosya kapsamından başvurucunun Beykoz Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinden 19/2/2016-20/2/2016 tarihleri arasında raporlu olduğu, iş bilgisayarındaki tatil resimlerinin 20/2/2016 tarihinde çekildiği, 5/3/2017 tarihinde şirkete ait mail adresinden şirketten daha önce ayrılmış bir müdüre şirkete ait değerleme bilgilerini gönderdiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun imzasını taşıyan 16/6/2014 tarihli iş sözleşmesinin maddesinde başvurucunun sır saklama yükümlülüğünün yer aldığı eki gizlilik sözleşmesinin bulunduğu, başvurucunun çalıştığı projeler kapsamında raporlama süreçlerinin zamanları ve rapor içerikleri ile ilgili olarak sorunların yaşandığı, amirlerinin verdiği sürelere geçirdiği hastalıklar ve içinde bulunduğu raporlu süreler nedeniyle uymadığının anlaşıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca dinlenen tanıkların başvurucunun pek çok kez raporlu olmasına rağmen tatilde olduğunu beyan ettikleri, bazı maillerinde "rapor al al nereye kadar" şeklinde beyanlarda bulunduğu, hazırlaması gereken bazı raporlardaki gecikmeler nedeniyle müşterilerin şikâyetlerinin artış gösterdiği belirtilmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun raporlu olduğu tarihlerde şehir dışında olduğunun kanıtlandığı, başvurucunun yazılı savunmasının usulüne uygun olarak alındığı ve savunma istemine karşı talimatlara riayet etmediği, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (II) numaralı bendinin (h) ve (e) alt bentleri uyarınca haklı nedenle derhâl fesih şartlarının oluştuğu ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı istinaf başvurusu üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 4/3/2020 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının objektif ve dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine, kararın dayandığı deliller, delillerin takdiri ve karar gerekçesine göre istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu vekili, nihai hükmü 14/6/2020 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 16/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/23522
Başvuru, başvurucunun işyeri bilgisayarından izinsiz elde edilen resimlerin işe iade davasında dosyaya sunulması ve bu deliller gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, tedbir kararına karşı savunma hakkını kullanılamadığını belirtilerek savunma hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, verilen tedbir kararı nedeniyle çocuklarını görmekten mahrum bırakıldığını belirterek aile hayatına saygı hakkının, hürriyetinin kısıtlandığından bahisle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, evine gidemediği ve şahsi eşyalarını kullanamadığı için mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden de yakınmaktadır. Başvurucu, nihai hükmü 23/2/2022 tarihinde öğrendikten sonra 23/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru, gerekçeli karar hakkı ve masumiyet karinesi yönlerinden incelenmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/50147
Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, tedbir kararına karşı savunma hakkını kullanılamadığını belirtilerek savunma hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2016/209 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/209
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, sürekli işçi kadrosuna geçiş yapıldıktan sonra güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesine dair işleme karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Bayrampaşa Sosyal Güvenlik Hizmeti Merkezi bünyesinde psikolog olarak çalışmaktayken 20/11/2017 tarihli ve 696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (696 sayılı KHK) maddesiyle 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye (375 sayılı KHK) eklenen geçici ve maddeleri kapsamında sürekli işçi kadrosuna geçişi yapılmıştır. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun iş akdi sona erdirilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 3/8/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, sürekli işçi kadrosuna geçmek için aranan tüm şartları taşımasına rağmen haksız ve hukuka aykırı bir şekilde başvurusunun reddedilmesinden yakınmıştır. Kendisine güvenlik soruşturmasının neden olumsuz olarak sonuçlandığının bildirilmediğini belirtmiştir. Güvenlik soruşturmasına ilişkin mevzuat gözönüne alındığında güvenlik soruşturmasını olumsuz olarak sonuçlandıracak herhangi bir durumun olmadığını vurgulamıştır. İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) 13/5/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Bu durumda, güvenlik soruşturmasında elde edilen bilgiler ve kişilerin atanmak istediği görevin nitelikleri göz önüne alındığında, kamu görevine atama yapmak konusunda idarenin takdir yetkisinin bulunduğu, söz konusu bu yetkinin kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun kullanılması ile sınırlı olduğu, takdir yetkisini kullanması hususunda idarenin yargı kararı ile zorlanamayacağı, takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun kullanılmadığının davacı tarafça somut olarak ortaya konulamadığı ve güvelik soruşturması olumsuz değerlendirilen davacının yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerinin aradığı 'Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak' hükmünü karşılamadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır." Başvurucu, karara karşı 27/5/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, güvenlik soruşturması neticesinde elde edilen bilgilerin teyide muhtaç olduğunu belirtmiştir. Somut olarak kanıtlanmadıkça hükme esas alınmayacağını söylemiştir. Hakkında bugüne kadar herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma açılmadığını söylemiştir. Sürekli işçi kadrosuna geçmek için tüm şartları taşımasına rağmen kadroya geçişinin sonradan haksız bir şekilde sona ermesinden şikâyet etmiştir. Kendisi ile benzer durumda olup da açılan davalarda verilen iptal kararlarından örnekler göstermiştir. Herhangi bir terör örgütü ile bağlantısının bulunmadığını vurgulamıştır. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 3/10/2019 tarihinde istinaf başvurusunu kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 15/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35692
Başvuru, sürekli işçi kadrosuna geçiş yapıldıktan sonra güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesine dair işleme karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; işe iade davasının davalı sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında fesih sırasında çalışan işçi sayısının otuzun altında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi ve söz konusu işçi sayısının tespiti konusunda Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığının giderilmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile özel hayata saygı hakkının, başvurucunun hakkında yapılan isnatlarla iş akdinin feshedilmesi nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Battalgazi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak 11 yıl 6 ay çalıştıktan sonra başvurucunun iş akdi 6/6/2017 tarihinde Vakıf tarafından tek taraflı olarak feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi istemiyle 12/7/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, yapılan feshin hiçbir geçerli nedene dayanılmaksızın keyfî bir şekilde gerçekleştirildiğini ve bu durumun 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun ve devamı maddelerine aykırı olduğunu belirtilmiştir. Malatya İş Mahkemesi (Mahkeme) 20/9/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) kapsamında davacının iş sözleşmesine son verildiği, bu sebeple 667 sayılı KHK uyarınca yapılan işlemin denetiminin yapılmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. İstinaf yoluna başvurulması üzerine Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 11/1/2018 tarihinde mahkeme kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Kararda; davacının iş güvencesi kapsamında kalıp kalmadığı, iş akdinin feshine dayanak varsa adli ve idari soruşturma dosyalarının, mahallinde yapılmış emniyet, jandarma ve ilgili kurumlardan güvenlik araştırma raporunun temin edilmesi, yoksa bu yönde araştırma yapılarak terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya bunlarla iltisaklı yahut irtibatlı olması yönünden değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme, bozma kararına uyarak yaptığı yargılama neticesinde 23/5/2018 tarihinde davayı kabul etmiştir. Kararda başvurucuyla ilgili herhangi bir istihbari bilgiye rastlanmadığı, Vakıf tarafından başlatılan herhangi bir soruşturma olmadığı gibi başvurucu hakkında terör örgütü ile ilgili kovuşturma ya da soruşturmanın bulunmadığı belirtilmiştir. Bu sebeple davalı Vakıf tarafından başvurucunun iş akdinin feshedilmesinin geçerli bir nedene dayandığının ispat edilemediği ifade edilmiştir. Davalı işveren 25/6/2018 tarihinde mahkeme kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Dilekçede, iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedildiği ifade edildikten sonra Vakıfta çalışan sayısının otuz kişiden az olduğu, bu sebeple de işe iade şartlarının oluşmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 16/7/2018 tarihinde istinaf başvurusuna karşı cevap vermiştir. Başvurucu dilekçede, hakkında herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma olmadığı gibi herhangi bir terör örgütüyle de bağlantısının bulunmadığını ifade etmiştir. Öte yandan davalı Vakıf tarafından her ne kadar otuzdan az işçi çalıştırıldığı için işe iade kararı verilmemesi gerektiği ifade edilmiş ise de son dönemde yapılan yasal düzenleme ile otuz işçi sınırının altında kalan işyerlerindeki işçilerin bu kapsamda iş güvencesine dâhil edildiği belirtilmiştir. Daire 26/9/2018 tarihinde mahkeme kararını kaldırarak davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararda, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (İBK) 9/6/2017 tarihli kararı uyarınca 4857 sayılı Kanun'da düzenlenen iş güvencesi hükümlerinden yararlanmanın ön koşullarından olan işçi sayısı tespit edilirken her bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı yönünden sadece kendi işçi sayısının dikkate alınacağı belirtildikten sonra davalı Vakıfta çalışan işçilerin sayısının otuzdan az olması nedeniyle başvurucunun iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı ifade edilmiştir. Nihai karar başvurucuya 6/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4857 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...İşverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler (işyerine bağlı yerler) ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve meslekî eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır.İşyeri, işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütündür." 4857 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır..." 29/5/1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulur. Mülkî idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il millî eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe millî eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur......Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir." 3294 sayılı Kanun'un maddesine 16/5/2018 tarihli ve 7144 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen ve 25/5/2018 tarihinden itibaren yürürlüğe giren fıkra şöyledir: "Vakıflar, 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyerleridir." Yargıtay Kararları Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 9/6/2017 tarihli ve E.2016/3, K.2017/4 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İçtihadı birleştirmenin konusu; il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının her birinin ayrı işyeri ve bağımsız işveren olup olmadığının ya da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı işverenine bağlı işletme kapsamında sayılıp sayılmayacağı; 4857 sayılı İş Kanunu'nun 18 inci maddesi uyarınca iş güvencesi hükümlerinden yararlanmak bağlamında her bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında 30 işçi çalışıp çalışmadığının araştırılmasının gerekip gerekmediği hususundadır. Öncelikle üzerinde durulması gereken Fon Kurulunun ve sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının yukarıda belirtilen nitelikleri itibariyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının idari ve hiyerarşik yapılanmasındaki yeri ile hukuki statüsünün tespitidir. ... Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün görevlerine ilişkin 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 11 inci maddesinin (h) bendinde yer alan, Genel Müdürlük ve sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının 'işbirliği' yapmasına dair açık ifade de, anılan vakıfların tüzel kişiliğe haiz ve bağımsız işveren sıfatına sahip olduğunu aralarında idari yönden hiyerarşik bir ilişki bulunmadığını ortaya koymaktadır. Bu çerçevede 3294 sayılı Kanun ile il ve ilçelerde kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olup ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları, Bakanlığın denetim yetkisi nedeniyle işveren sıfatının Bakanlığa ait olduğunun ileri sürülemeyeceği; anılan vakıfların ayrı tüzel kişiliğe sahip olması nedeniyle toplu iş sözleşmesinin iş yeri düzeyinde bağıtlanabileceği, işletme düzeyinde bağıtlanmasının mümkün olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. ... Ayrıca her vakfın ayrı tüzel kişiliğe sahip ayrı işveren kabul edilmesi nedeniyle 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinde düzenlenen iş güvencesi hükümlerinden yararlanmanın ön koşullarından olan işçi sayısı tespit edilirken her vakıf yönünden sadece kendi işçi sayısı dikkate alınmalıdır. Başka bir deyişle Türkiye’de kurulu bulunan tüm vakıf işçi sayısı toplamı esas alınarak iş güvencesi hükümlerinden yararlanılması da artık mümkün değildir.SONUÇ : 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olup, ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları, bu nedenle her vakıf için işyeri düzeyinde toplu iş sözleşmesi yetkisi verilebileceği; iş güvencesi hükümlerinden yararlanmanın ön koşullarından olan işçi sayısı tespit edilirken her vakıf yönünden sadece kendi işçi sayısının dikkate alınacağı, 2017 günlü üçüncü oturumda esas hakkında oy çokluğu ile karar verilmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/11/2017 tarihli ve E.2017/692, K.2017/18815 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtay Kanunu' nun 45/ maddesi de dikkate alınarak, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu'nun 'Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları'nın her birinin ayrı işyeri oldukları ve iş güvencesi bakımından otuz işçi sayısının her bir vakıf işyeri için ayrı ayrı aranması gerektiği' şeklindeki kararı Dairemizi de bağladığından dava şartlarının bu karara uygun şekilde değerlendirilmesi gerekmiştir. Somut uyuşmazlıkta, Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan gelen yazı cevaplarına göre davalı Vakıf işyerinde fesih tarihinde davacı ile birlikte onyedi işçi çalıştığı, vakıf olarak çalışan davalı işyerindeki işçi sayısının belirlenmesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün tüm çalışanlarının hesaba katılamayacağı, dolayısıyla 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasına göre iş güvencesi hükümlerinden yararlanmak için 'otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyeri' koşulunun somut olayda bulunmadığı ve davacının işe iade davası açamayacağı anlaşılmaktadır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/5/2018 tarihli ve E.2018/5497, K.2018/12731 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 9/6/2017 gün ve 2016/3 esas 2017/4 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olup, ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları bu nedenle her vakıf için işyeri düzeyinde toplu iş sözleşmesi yetkisi verilebileceği; iş güvencesi hükümlerinden yararlanmanın ön koşullarından olan işçi sayısı tespit edilirken her vakıf yönünden sadece kendi işçi sayısının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre, davalı Malatya Valiliği Malatya İli Sosyal Yardımlaşma Vakfı işyerinde 30'dan az işçinin çalıştığının anlaşılmasına göre davanın reddine karar vermek gerekmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/10/2019 tarihli ve E.2019/6194, K.2019/17631 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"7144 sayılı Kanun'un maddesi ile yapılan düzenleme sonucunda 09/06/2017 gün ve 2016/3 Esas 2017/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı hükümsüz kalmıştır....Dolayısıyla hüküm uyuşmazlığına konu davaların açılış tarihi itibariyle 30 işçi sayısının tüm sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında çalışan sayısına göre belirlenmesine engel hukukî bir düzenleme veyahut bağlayıcı bir yargısal içtihat bulunmadığı gibi, daha sonra yürürlüğe giren 7144 sayılı Kanun ile de açıkça işletme düzeyinde Toplu İş Sözleşmesinin bağıtlanmasının kabul edilmesi ve kanun gerekçesinde de düzenlemenin kamu işyeri olması nedeni ile getirildiğinin belirtilmesi karşısında 09/06/2017 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının da hükümsüz kaldığı gözetildiğinde, mahkemelerin karar tarihleri itibariyle de iş güvencesi açısından 30 işçi sayısının belirlenmesinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarında çalışan işçilerin tamamının dikkate alınması gereklidir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/7/2019 tarihli ve E.2019/1437, K.2019/14670 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"7144 sayılı kanunun maddesi ile yapılan düzenleme sonucunda 09/06/2017 gün ve 2016/3 Esas 2017/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı hükümsüz kaldığı gibi yapılan düzenleme ile Vakıf işyerlerinin özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olmakla birlikte başından beri kamu işyerleri olduğu vurgulanmıştır. Kaldı ki davacının iş sözleşmesinin feshi İçtihadı Birleştirme Kararından öncedir. ..., tüm Türkiye’deki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarındaki çalışan işçi sayısı dikkate alındığında 30 işçi şartının somut uyuşmazlıkta gerçekleştiği sabittir. Bu nedenle işyerinde 30 işçi çalışma koşulunu da gerçekleştiğinden davacının iş güvencesi hükümlerinden yararlanması gerekmektedir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/7/2018 tarihli ve E.2018/8259, K.2018/17481 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, özellikle, dosya içeriğine göre davalı vakıf bünyesinde fesih tarihinde çalışan işçi sayısı otuzun altında olup, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununu ile kurulan özel hukuk tüzel kişiliğine sahip Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarında, iş güvencesi hükümlerinden yararlanmanın ön koşullarından olan işçi sayısı tespit edilirken, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun 2017 tarih 2016/3 esas 2017/4 karar sayılı ilamında belirtildiği üzere; her vakıf yönünden sadece kendi işçi sayısının dikkate alınacak olmasına, anılan kanunun yedinci maddesinde 7144 Sayılı Kanunla yapılan değişikliğin geriye yürütülemeyecek olmasına göre sonucu itibari ile doğru olan ret kararının bu ilave gerekçe ile onanmasına..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Diğer yandan hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri ve bireylerin meşru beklentilerinin korunması içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol, tam da yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/.., 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008). AİHM, açık bir keyfîlik bulunan durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM'in görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50). AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının incelenen gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Ucar/Türkiye (k.k.), B. No: 12960/05, 29/9/2009). AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi içinde Sözleşme'ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı, uygulandıysa ne ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53). AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki bu ilkelerin AİHM'in incelemek durumunda kaldığı çelişen yorumların bir yüksek mahkemenin birleştirici yetkisini uygulayabileceği yasal hükümlerle bağlantılı olarak yargı sisteminin aynı dalında meydana gelen davalar için öngörüldüğü belirtilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55, 80).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36174
Başvuru, işe iade davasının davalı sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında fesih sırasında çalışan işçi sayısının otuzun altında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi ve söz konusu işçi sayısının tespiti konusunda Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığının giderilmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile özel hayata saygı hakkının, başvurucunun hakkında yapılan isnatlarla iş akdinin feshedilmesi nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun babası olan murisi tarafından 12/7/1974 tarihinde müdahalenin meni talepli dava açılmış ve babasının ölümü üzerine başvurucu, hâlen temyiz aşamasında derdest bulunan davaya mirasçı sıfatıyladahil olmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7638
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmasız olarak gerçekleştirildiğini, tutuklulukla ilgili savcılık mütalaasının kendisine tebliğ edilmediğini, tutukluluk incelenmesine ilişkin kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, tutukluluk halinin devamına ilişkin karara yapılan itiraz incelemesinin etkin bir şekilde yapılmadığını ve tutukluluk konusunda ayrımcılığa maruz kaldığını ileri sürerek Anayasa'nın maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ile maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 20/6/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/10/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.Başvuru konusu olay ve olgular 5/1/2015 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, 5/2/2015 tarihli yazısı ile başvuruya ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir. A. OlaylarBaşvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, 9/10/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 13/10/2008 tarihli ve 2008/39 sorgu sayılı kararı ile “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, kasten kamu görevlisini öldürmek, öldürmeye teşebbüs” suçlamalarıyla tutuklanmıştır.Başvurucu hakkında, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 16/12/2008 tarihli ve 2008/1611 esas sayılı iddianamesi ile “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak, kasten kamu görevlisini öldürmek, kasten kamu görevlisini öldürmeye teşebbüs, kamu malına zarar vermek ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet” suçlamalarıyla kamu davası açılmış, yapılan yargılama sonucunda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 19/2/2014 tarihli ve E.2013/386, K.2014/22 sayılı ilamla toplam 6 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis, 384 yıl hapis ve 000,00 TL. adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Anılan karar başvurucu ve müdafisinin yokluğunda verilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararı 17/3/2014 tarihinde başvurucu müdafisine tebliğ edilmiştir.Başvurucu, 10/3/2014 tarihli dilekçeyle tahliye talebinde bulunmuştur. Tahliye dilekçesinde tutukluluk süresinin 5 yıl 5 ay olduğunu, yargılandığı davada hakkında hüküm verildiğini ve kararı temyiz ettiğini, 6/3/2014 tarihinde yürürlüğe giren 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri ile azami tutukluluk süresinin 5 yıla indirilmesi nedeniyle tutukluluk durumunun incelenmesi gerektiğini belirterek tahliye talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talebi Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 12/3/2014 tarihli ve 2014/324 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Kararda başvurucu hakkında hükmedilen cezalar belirtildikten sonra şunlar ifade edilmiştir: “B- Sanık halen hükümlü statüsünde bulunup 6526 sayılı yasa 06/03/2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve usul yasalarının geriye yürümesi hukukun ana kurallarına nazaran mümkün değildir. C- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun E.2011/1-51 K.2011/42 sayılı ilamında açıkça belirlendiği üzere tutukluluk sürelerinin hesabında yerel mahkeme tarafından hüküm verilinceye kadar geçen süre dikkate alınmalı, buna karşın yerel mahkeme tarafından hükmün verilmesinden sonra tutuklu sanığın hükmen tutuklu hale gelmesi nedeniyle temyizde geçen süre hesaba katılmamalıdır. Zira, hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın altılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de AİHS’nin maddesinin uygulamasına ilişkin olarak verdiği kararlarda tutuklulukla ilgili makul sürenin hesabında, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet hükmünden sonra geçen süreyi dikkate almamaktadır.D- Adam öldürme ve gasp suçunun devlete karşı işlenen suçlardan olmayıp dış dünyada her bir eylemin mağdurunun farklı oluşu ve her bir mağdura yönelik suçun ayrı ayrı oluşması nedeni ile tutukluluk süresinin de her bir mağdura yönelik eylem dikkate alınarak ayrı ayrı 5 yıl olarak dikkate alınması gerekmektedir.E- Yargılamanın ve tutukluluk durumunun uzamasına sanıkların mahkemeyi protesto etme duruşmaya katılmama ve sağlık raporu alma gibi kendi iradi eylemleri ile sebebiyet verdikleri anlaşılmıştır.  Yukarıda açıklanan nedenlerle 5271 sayılı ceza mahkemesi kanununun 100 ve devam maddeleri gereğince sanık müdafileri tarafından yapılan itirazın REDDİNE, sanıkların TUTUKLULUK HALİNİN DEVAMINA,”Anılan karara yapılan itiraz Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2014 tarihli ve 2014/257 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu ret kararından 21/5/2014 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir.Başvurucu, 20/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 19/2/2014 tarihli ve E.2013/386, K.2014/22 sayılı kararının temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 21/10/2014 tarihli ve E.2014/5733, K.2014/10324 sayılı ilamla hükmün onanmasına karar vermiştir.B. İlgili Hukuk12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi şöyledir:“(1) Kasten öldürme suçunun;g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“ (Değişik: 29/6/2005 – 5377/36 md.) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya veya Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, şüphelinin adlî kontrol altına alınarak serbest bırakılmasını sulh ceza hâkiminden isteyebilir. Hakkında tutuklama kararı verilmiş şüpheli ve müdafii de aynı istemde bulunabilirler. (Madde metninden çıkarılan cümle: 25/05/2005-5353 S.K./mad) (2) Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı adlî kontrol veya tutuklamanın artık gereksiz olduğu kanısına varacak olursa, şüpheliyi re'sen serbest bırakır. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğinde şüpheli serbest kalır.”5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.”5271 sayılı Kanun’un maddesi (Değişik: 25/5/2005 – 5353/13 md.) şöyledir:“(1) 103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir.(Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir.”5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü Madde hükümleri göz önünde bulundurularak (Ek ibare: 11/04/2013-6459 S.K./ md), şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.”5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “(1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir. (2) (Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir.”5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir”'
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10339
Başvurucu, tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmasız olarak gerçekleştirildiğini, tutuklulukla ilgili savcılık mütalaasının kendisine tebliğ edilmediğini, tutukluluk incelenmesine ilişkin kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, tutukluluk halinin devamına ilişkin karara yapılan itiraz incelemesinin etkin bir şekilde yapılmadığını ve tutukluluk konusunda ayrımcılığa maruz kaldığını ileri sürerek Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ile 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/35814
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; yersiz ödendiği iddia edilen döner sermaye parasının iadesine ilişkin idari işlemin idare mahkemesince iptaline karar verilmesine rağmen idare tarafından hukuk mahkemesine aynı konuda açılan alacak davasının kabulüne karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Aydın Devlet Hastanesinde anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanı olarak görev yapan başvurucudan 2007, 2008 ve 2009 yıllarında döner sermaye ödemesinde girişimsel işlem puanlarının hatalı girildiği belirtilerek fazladan ödenen toplam 651,56 TL'nin iadesi talep edilmiştir.Başvurucu Hastanenin iade talebini içeren 11/5/2011 tarihli ve 9501 sayılı işleminin iptali için Aydın İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 6/3/2012 tarihli kararında, başvurucuya yapılan ödemelerde ilgilinin hile veya gerçek dışı beyanının bulunmadığını, anılan branş için belirlenmiş olan girişimsel işlem kodlarının kullanıldığını, davalı idarece geçmiş 2007, 2008 ve 2009 yılları bakımından hatalı girişler yapıldığını iddia edilmiş ise de kodlamanın yanlış yapıldığına ilişkin herhangi bir idari tasararufta bulunulmadığını ve bu puanların karşılığı döner sermaye ek ödemesi yapılmasının onaylanarak ilgilinin döner sermaye ek ödemesine hak kazandığının kabul edildiğini, bu nedenle idarenin bu konuda açık bir hatasından bahsedilmesinin mümkün olmadığını, fazla ödendiği iddia edilen 654,87 TL'nin geri istenilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyumluluk bulunmadığını belirterek işlemin iptaline karar vermiştir.Karar Danıştay Onbirinci Dairesinin 19/6/2015 tarihli kararı ile onanmış, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 9/12/2015 tarihli kararı ile reddedilmiş ve hüküm 6/2/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Bu arada Sağlık Bakanlığı, İdare Mahkemesinin iptal kararına konu döner sermaye ek ödemesinin tahsili için 27/10/2011 tarihinde Aydın Asliye Hukuk Mahkemesinde alacak davası açmıştır. Mahkeme 9/4/2013 tarihlli kararında, davalının yerinde görülmeyen görev itirazı ve zamanaşımı definin reddedildiğini, davacıya yapılan ödemeleri gösterir belgeler davacıya kamu zararını ödemesi için yapılan bildirime ilişkin tebliğ belgesinin incelendiğini, 18/2/2013 tarihli bilirkişi raporunun usule, yasaya ve Yüksek Yargıtayın yerleşik içtihatlarına uygun olduğunu, davalının hatalı kod girmesi nedeniyle davacı idare tarafından kendisine bilirkişi raporunda hesaplanan miktarda fazla ödeme yapıldığının sabit olduğunu belirterek davayı kabul etmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/2/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 16/10/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 18/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 18/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20146
Başvuru, yersiz ödendiği iddia edilen döner sermaye parasının iadesine ilişkin idari işlemin idare mahkemesince iptaline karar verilmesine rağmen idare tarafından hukuk mahkemesine aynı konuda açılan alacak davasının kabulüne karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, Anayasa Mahkemesi üyesi olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ile tutuklamaya doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince karar verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı bir şekilde meslekten çıkarma kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma ve özel hayata saygı haklarının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; hukuka aykırı olarak verilen kararlarla eşyalarına ve mal varlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının; arama kararları nedeniyle adil yargılanma, özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı hakları ile yapılan bazı uygulamalar nedeniyle ayrımcılık ve temel hak ve özgürlüklerin öngörüldükleri amaç dışında sınırlandırılması yasaklarının ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 27/12/2017 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Adalet Bakanlığı verilerine göre 160'dan fazla yüksek mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık 30 yüksek mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmışlardır. FETÖ/PDY'nin (Genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitlerin (Selçuk Özdemir, § 22) bir kısmı şöyle özetlenebilir:i. Devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan FETÖ/PDY; amaçları doğrultusunda yetiştirdiği gençleri devlet yönetimi bakımından önemli görülen Türk Silahlı Kuvvetleri, emniyet teşkilatı ve mülki idare birimlerinin yanı sıra yargı kurumlarına da yerleşmeye teşvik etmiş ve yargıdaki kadrolaşmaya büyük önem vermiştir.ii. FETÖ/PDY; kendisine mensup olan hâkim ve savcılara, sosyal hayatlarındaki tutum ve davranışlarının nasıl olacağından ibadetlerini -gizlilik içinde- nasıl yerine getireceklerine, görevlerini yaparken hangi yönde karar vereceklerinden eşlerini nasıl ve kimler arasından seçeceklerine, kendilerinin ve eşlerinin kılık kıyafetlerinden görev yeri olarak nereyi tercih edeceklerine, siyasal tercihlerinden kimlerle arkadaşlık kuracaklarına kadar yaşamlarının her alanını dizayn etmeye yönelik telkin ve talimatlarda bulunmuştur. iii. FETÖ/PDY ile bağı bulunan yargı mensupları, adaylık sürecinden itibaren mesleğin her aşamasında gizliliğe azami dikkat ederek bu yapılanmayla ilişkilerinin bilinmesine engel olmaya çalışmışlar; bunun için kendilerini farklı sosyal gruplara aitmiş gibi gösterme gayreti içinde bulunmuşlardır. Bu bağlamda FETÖ/PDY ile irtibatı olan birçok yargı mensubunun sosyal ortamlarda birbirleriyle yakın ilişki kurmadıkları, ibadetlerini gizli olarak yaptıkları, inançlarına aykırı davranışlarda bulundukları, aralarındaki iletişimde gizli haberleşme yöntemleri -"ByLock" ve "kod adı" gibi- kullandıkları belirtilmiştir. iv. Kendisine kutsallık atfetmekte olan FETÖ/PDY'nin yargı kurumlarındaki mensupları da vatan, devlet, millet, ahlak, hukuk, temel hak ve özgürlükler de dâhil olmak üzere her şeyin değer olarak yapılanmadan sonra geldiği anlayışına sahiptir.v. FETÖ/PDY ile irtibatı bulunan yargı mensupları, yapılanmaya olan sadakatlerinin derecesine göre kendi içlerinde gruplara ayrılmışlardır. Ayrıca yapılanmaya mensup hâkim ve savcılar, görev yerlerine göre örgütlenmişlerdir. Bu çerçevede her bir yargı kurumu/birimi içinde periyodik olarak toplantılar yapılmaktadır. vi. FETÖ/PDY mensupları, kendilerinden olmayan hâkim ve savcılarla ilgili edindikleri bilgileri ve bu kişilerin yapılanmaya yönelik tutum ve değerlendirmelerini öğrenerek bağlı oldukları üstlerine (abi/abla veya imam) iletmektedirler.vii. FETÖ/PDY içinde, gerektiğinde -bu yapılanmanın kurucusu ve lideri olan- Fetullah Gülen ile doğrudan irtibat kurabilen ve yapılanmanın "Türkiye imamı"na bağlı olarak hareket eden bir "yargı imamı" bulunmaktadır ve bu kişi yargı içinde söz sahibi olabilecek kişiler arasından seçilmektedir. viii. Yapılanmayla irtibatı olan yüksek yargı mensuplarının kurum içinde yapılan seçimlerde yapılanmadaki üstlerinden gelen talimatlar doğrultusunda oy kullandıkları belirtilmektedir.ix. Her seviyedeki yargı kurumu içinde örgütlenmiş olan FETÖ/PDY, örgütün imamlarından aldığı talimatlar uyarınca ve örgüt çıkarları doğrultusunda hareket eden binlerce yargı mensubu eliyle yargı sistemi üzerinde bir vesayet oluşturmuştur. B. Başvurucuya İlişkin Süreç Ceza Soruşturması ve Tutuklama Süreci Başvurucu 1993 yılında Cumhuriyet savcısı olarak göreve başlamış, 2001 yılında Anayasa Mahkemesi raportörü olarak görevlendirilmiş, kısa bir süre idari görevde bulunduktan sonra 2010 yılında -üst kademe yöneticileri arasından- Anayasa Mahkemesi yedek üyeliğine seçilmiş ve aynı yıl yapılan Anayasa değişikliği sonrası yedek üyeler asil üye olmuş; 2011 ile 2015 yılları arasında Anayasa Mahkemesi başkanvekili olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsü sonrası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında (bkz. § 8) Cumhuriyet Savcısının 16/7/2016 tarihli yazılı talimatıyla "Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullah[çı] Terör Örgütlenmesi üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimali bulunduğu" gerekçesiyle başvurucunun gözaltına alınmasına; konutu, aracı ve işyerinde arama yapılmasına karar verilmiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı polislerce başvurucunun konutu, işyeri ve aracında 16/7/2016 tarihinde arama yapılmış ve suç delili olabileceği değerlendirilen (bilgisayar, tablet, CD ve cep telefonu gibi) bazı dijital materyallere el konulmuş; başvurucu aynı gün gözaltına alınmıştır. Diğer taraftan Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/7/2016 tarihli kararı ile başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin "üzerlerinde, evlerinde ve işyerlerinde yapılacak aramalarda bulunacak bilgisayarlarına, bilgisayar kütüklerine, cep telefonlarına, HD, DVD, CD, USB bellek, harici ve dahili harddisklere vb. dijital tüm materyallerde inceleme yapılması ve bu dijital materyallerden kopya çıkartılması, bu kayıtların çıkartılarak metin haline getirilmesi hususunda CMK'nun [Ceza Muhakemesi Kanunu] maddesi uyarınca izin verilmesine" karar verilmiştir. Kararda, bu karara karşı itiraz yolunun açık olduğu belirtilmiş; itiraz mercii ve usulü gösterilmiştir. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu; öğrencilik yıllarında FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu belirtilen kişilerle hiç irtibata geçmediğini, toplantılarına katılmadığını, akrabalarından da bu kişilere bağlı yurtlarda kalan olmadığını beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu bildirilen kişilere hiçbir zaman para yardımı yapmadığına ve bu amaçla kendisinden hiç kimsenin para talep etmediğine değinmiştir. Darbe teşebbüsü sırasında evde bulunduğunu söyleyen başvurucu, darbeye ilişkin olarak kendisine herhangi bir kimse tarafından görev verilmesinin ya da teklif edilmesinin söz konusu olmadığını belirtmiştir. Sonuç olarak başvurucu, FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuş; kendisine yöneltilen suçlamanın Anayasa Mahkemesi üyesi olarak yazdığı karşıoylardan kaynaklanmış olabileceğini ifade etmiştir. Başvurucu müdafii; olayda suçüstü hâlinin bulunmadığını, bu nedenle -Anayasa Mahkemesince bu konuda bir karar verilmeden- başvurucunun doğrudan soruşturmaya tabi tutulamayacağını belirterek müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs ve FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suç[ların]dan mevcutlu olarak gönderildiği" belirtilerek "atılı suçların CMK 100/3-a-11 maddesinde tutuklama nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıkları tespit edilmiş olup [başvurucunun da aralarında olduğu] mevcutlu şüphelilerin de kaçma şüphesinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir edip delilleri değiştirme ihtimallerinin olması, AİHM'nin [Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi] birden çok vermiş olduğu kararlarında belirtildiği üzere şüphelilerin salıverilmeleri halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin veya başka suçlar işleme tehlikesinin bulunması nedenlerine göre" tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Sorgu işlemi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda alınmıştır. Başvurucu sorgu sırasındaki ifadesinde suçlamaları reddetmiş ve kendisine yöneltilen suçlamalarla ilgili somut bir delil bulunmadığını, hiçbir örgütle ilişkisinin olmadığını savunmuş; ayrıca Anayasa Mahkemesi üyesi olması nedeniyle hakkında ancak Anayasa Mahkemesince soruşturma ve kovuşturma yapılabileceğini, bunun istisnasını oluşturan ağır cezalık suçüstü hâlinin ise somut olayda söz konusu olmadığını, dolayısıyla yapılan işlemlerin usul kurallarına aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucunun müdafii de aynı yönde beyanda bulunmuş ve suçu işlediğine dair somut bir delil bulunmaması dolayısıyla müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler ve/veya müdafileri tarafından ileri sürülen, görevleri (yüksek mahkeme üyeliği) dolayısıyla özel soruşturma usullerine tabi olmaları nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının ve Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin yetkili olmadığına dair iddialar Hâkimlik tarafından "şüphelilerin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olması, suçüstü halinin varlığı dikkate alınarak ... soruşturmanın genel hükümlere tabi olduğu" gerekçesiyle kabul edilmemiştir. Sorgu sonucunda Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Şüphelilere isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, dosyada mevcut tutanaklar ... arama ve el koyma tutanakları ve tüm dosya kapsamı ile üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, üzerlerine atılı suçun CMK'nun maddesinde öngörülen katalog suçlardan olması, Yasada öngörülen ceza miktarı nedeniyle verilen tutuklama kararının ölçülü oluşu, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimaline binaen adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin CMK ve devamı maddeleri gereğince AYRI AYRI TUTUKLANMALARINA ... [karar verildi.]" Başvurucu 21/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/8/2016 tarihli kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu 7/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 29/7/2016 tarihinde yaptığı talep üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/8/2016 tarihli kararıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine göre başvurucunun taşınmazlarına, kara, deniz ve hava ulaşım araçlarına, gerçek ve tüzel kişiler nezdindeki hak ve alacaklarına, kıymetli evraklarına, varsa ortağı bulunduğu şirket ve kooperatiflerdeki ortaklık paylarına, kiralık kasa mevcutlarına, banka ve diğer mali kurumlardaki tüm döviz ve TL hesaplarına, vadeli mevduat hesaplarına, vadeye bağlanmamış olsa bile maaş hesapları dışındaki diğer hesaplarına ve maaş hesapları yönünden son aldığı maaşı kadar paranın aylık harcamaları için kullanılmak üzere o ay içinde çekilmesine izin verildikten sonra arta kalan miktar üzerine tedbir konulmasına karar verilmiştir. Kararda, bu karara karşı itiraz yolunun açık olduğu belirtilmiş; itiraz mercii ve usulü gösterilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 21/11/2016 tarihinde anılan tedbirlerin kaldırılmasına karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 25/10/2017 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle hakkında kamu davasının açılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben fezleke düzenlemiştir. Anılan fezlekede 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğu belirtilmiş; bu yapılanmaya mensup oldukları, yapılanmanın emir ve talimatları doğrultusunda hareket ettikleri değerlendirilen yargı mensupları hakkında adli soruşturma yapıldığına değinilmiştir. Savcılık, darbe tehlikesinin tam olarak bertaraf edilemediğine dikkat çekerek ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü hâlinin mevcut olduğu sonucuna varmıştır. Fezlekede, bu durum dikkate alınarak başvurucu hakkında genel hükümlere istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 16/7/2016 tarihinde soruşturma başlatıldığı ifade edilmiştir. FETÖ/PDY'nin kuruluşu ve yapısı ile yargı organlarındaki örgütlenmesine ilişkin etraflıca açıklamaların yer aldığı fezlekede, başvurucunun FETÖ/PDY'nin yargıdaki yapılanmasında bilerek ve isteyerek yer aldığına ilişkin birtakım olgulara dayanılmıştır. Bunlar özetle şöyledir:a. Gizli Tanık Beyanlarıi. Kahramanmaraş ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılıklarınca kimliği gizlenerek dinlenen tanık (Defne);- 4/8/2016 tarihli ifadesinde "... Daha sonra Anayasa Mahkemesi raportörlüğüne geçtim. Anayasa Mahkemesinde raportör olarak çalışırken de bu yapıya [FETÖ/PDY] ait arkadaşlarla görüşmeye devam ettik ... Burada bazı dosyaların takip edildiğini fark ettim ... Buradaki bazı uygulamalar dikkat çekicidir, mesela seçim barajı ve hazine yardımı başvuruları ... yine FETÖ'ye üye raportör ve üyeler tarafından takip edildi. Müracaatın hemen akabinde bu başvurular ne oldu diyerek takibe başladılar, bunun takipçisi ve akıl hocası da Alparslan Altan ve bu yapı mensubu Anayasa Mahkemesi baş raportörleridir. İstenildiği gibi [karar] çıkmadığı için Alparslan Altan'ın azlık oyu yazdığını hatırlıyorum ...",- 6/10/2016 tarihli ifadesinde "Anayasa Mahkemesinde görev yaptığım dönemde doğrudan gözlemlerim, ilişkilerim, raportörlerden cemaat üyesi tanıdıklarımın söylem ve tutumlarına dayanarak söyleyebilirim ki, Anayasa Mahkemesi eski üye ve raportörlerinden Alparslan Altan ... cemaat üyesidir. Diğer yargı kurumlarında olduğu gibi Anayasa Mahkemesi'nde de cemaat içerisinde hücre yapılanması vardı ..." şeklinde anlatımda bulunmuştur.ii. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca kimliği gizlenerek dinlenen tanık (Kitapçı) 27/12/2016 tarihli ifadesinde "... Mahkemeye [raportör olarak] başladığımda, aralarındaki ilişkiden ... Alparslan Altan'ın cemaatten olduğuna dair kanaatim oluştu. Sosyal ilişkilerden ben böyle bir sonuç çıkarttım ..." şeklinde anlatımda bulunmuştur.b. Şüpheli Beyanlarıi. Birkaç yıl süreyle Anayasa Mahkemesi raportörü olarak görev yapan ve asıl mesleği Cumhuriyet savcılığı olan R.Ü. darbe teşebbüsünden hemen sonra 16/7/2017 tarihinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından görevden uzaklaştırılmış; aynı tarihte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca R.Ü. hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlamalar dolayısıyla ceza soruşturması başlatılmıştır. HSYK Genel Kurulu 24/8/2016 tarihinde FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatının olduğunun sabit görüldüğü değerlendirmesiyle R.Ü.nün meslekten çıkarılmasına karar vermiştir. ii. R.Ü. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında dört kez şüpheli sıfatıyla ifade vermiştir. İfadelerin bir kısmı şu şekildedir: - (9/9/2016 tarihli ifade) "... Anayasa Mahkemesi eski üye[si] Alparslan Altan[ın] ... cemaat mensubu oldu[ğu] konusunda önceden bir bilgim yoktu ... Ancak bu ... üyenin cemaat mensuplarının taraf olduğu bireysel başvuru dosyalarında hep muhalif oldu[ğunu] görünce cemaat mensubu olabilece[ği] kanaatim kesinleşti. Ondan öncede cemaat mensupları arasındaki konuşmalardan bazı üyelerin cemaat mensubu olduğu kanaatini edinmiştim. Ancak kimler olduğunu bilmiyordum. Zamanla bu kararlardaki tavırları sebebiyle bu ... üyenin cemaat mensubu olabilece[ği] kanaatim kesinleşti ...",- (21/10/2016 tarihli ifade) "... Bildiğim kadarıyla son dönemde örgüt mensubu Anayasa Mahkemesi üyeleri nasıl hareket edecekleri konusunda S.E. ile konuşuyorlardı. O da Anayasa Mahkemesi veya yüksek yargı imamı olan sivil kişi ile irtibata geçiyordu. Bunu bana bir defasında kendisi [S.E.] söylemişti ...",- (19/7/2017 tarihli ifade) "Anayasa Mahkemesinde Fetullah Gülen yapılanması içerisinde Anayasa Mahkemesi sorumlusu olan S.E. tüm hususlarda talimat vermekteydi. Bunun verdiği talimatları da aynen yerine getiriyorduk. Bazı arkadaşlar özel hayatları ile ilgili S.E.ye bilgi vermedikleri zaman sitem ediyordu. Hatta birinde bana 'ya kocaman üyeler bilgi veriyor ve ona göre hareket ediyorlar, bu bizim arkadaşlar niye bana bilgi vermiyorlar' diye sitem ediyordu. Ben üyeler diye ... ve Alparslan Altan olduğunu anlamıştım ... Alparslan Altan Fetullah Gülen yapılanması içerisinde olan raportörlerin odalarına sık sık gelmeye başlayınca bu kişinin yapı içerisinde olduğunu anlamaya başlamıştım. Daha sonra da Fetullah Gülen yapılanması içerisinde verilen talimatlar doğrultusunda muhalefet şerhleri yazmaya başlamaları sonucu bu ... şahsın da Fetullah Gülen yapılanması içerisinde olduklarını anlamıştım. S.E.nin 'üyeler' diye kastettiği kişilerin de ... ve Alparslan Altan olduğunu bu şekilde anlıyordum. Alparslan Altan'ın son dönemlerde S.E.nin odasına geldiğini biliyor ve görüyordum. Bu gelişlerin nedeni ise Fetullah Gülen yapılanması içerisinde istişare olduğunu anlıyordum ... Alparslan Altan için 'Selahattin' [kod] ismi kullanılmaktadır ...",- (5/9/2017 tarihli ifade) "... Bu üye [Alparslan Altan] ile de Fetullah Gülen yapılanması içeresinde yapılan toplantılarda bir araya gelmedim ... Anayasa Mahkemesi Raportörlüğüne başladıktan sonra oda arkadaşım ... Ö.Ö.nün yapı içerisinde ön planda olduğunu gözlemliyordum. Alparslan Altan sık sık Ö.Ö.nün yanına gelerek sekreter odasında baş başa görüşüyorlardı. Ben bu görüşmeler sonucunda Alparslan Altan'ın Fetullah Gülen yapılanması içerisinde olduğunu anlamıştım. Benim yanımda yapmış olduğu sohbetlerde fazla bir hususta görüşmediklerine şahit oluyordum. Görüşmeler mutad şekilde devam ediyordu. Ancak önemli bir husus olunca ikisi birlikte benim yanımdan ayrılarak boş olan sekreter odasına geçiyorlardı. ByLock görüşmelerinde 'Selahattin' olarak hitap edilen kişinin Alparslan Altan olduğunu anlayabiliyordum ..."c. ByLock Yazışmalarıi. Soruşturma mercilerince FETÖ/PDY'nin yargı yapılanması içinde yer aldıkları belirtilen kişiler arasında "ByLock" programı üzerinden yapılan bazı görüşmelerde başvurucuyla ilgili de bir kısım yazışmaların olduğu tespit edilmiştir. Bu kapsamda hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yürütülen ve yurt dışında olduğu için -tutuklamaya yönelik- yakalama emri çıkarılan "Tarık" kod adlı Ö.İ.nin asıl mesleğinin öğretmenlik olduğu ve bir dönem dershane öğretmenliği yaptığı, bu kişinin "yargı mensuplarından sorumlu sivil imam" olduğu ve yargı içindeki birçok FETÖ/PDY mensubuna yargısal faaliyetlere ilişkin talimatlar verdiği ileri sürülmüş; buna ilişkin görüşme kayıtlarına yer verilmiştir. Örneğin Ö.İ.nin Danıştaya gelen bir dosyayla ilgili olarak yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi için Danıştay üyelerinden birine "ByLock" programı üzerinden yaptığı görüşmede talimat verdiği belirtilmiştir.ii. Ö.İ.nin Anayasa Mahkemesinde raportör olarak görev yapan kişilerden S.E. ve B.Y.ye de çeşitli tarihlerde "ByLock" programı üzerinden talimatlar verdiği tespit edilmiştir.iii. Uzun yıllar Anayasa Mahkemesinde raportör olarak görev yapan ve soruşturma mercilerince FETÖ/PDY'nin Anayasa Mahkemesi sorumlusu olduğu belirtilen S.E.nin darbe teşebbüsünden hemen sonra 22/7/2017 günü asıl görev yeri olan Sayıştay Başkanlığınca görevden uzaklaştırıldığı ve 1/9/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) uyarınca FETÖ/PDY ile ilgisi nedeniyle kamu görevinden çıkarıldığı anlaşılmıştır. Öte yandan S.E.ye ilişkin olarak FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlamalar dolayısıyla ceza soruşturması başlatılmış, soruşturma mercilerince kaçak olduğu tespit edilen bu kişi hakkında yakalama emri çıkarılmıştır. iv. Anayasa Mahkemesinde raportör olarak görev yapan ve asıl mesleği hâkimlik olan B.Y. darbe teşebbüsünden hemen sonra 16/7/2017 tarihinde HSYK tarafından görevden uzaklaştırılmış ve HSYK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararıyla -FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatının olduğu değerlendirmesiyle- meslekten çıkarılmıştır. Öte yandan B.Y.ye ilişkin olarak FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlamalar dolayısıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması başlatılmış; 18/7/2016 günü gözaltına alınan bu kişi 22/7/2016 günü silahlı terör örgütü (FETÖ/PDY) üyesi olma suçundan tutuklanmıştır. B.Y.nin tutukluluk durumu devam etmektedir. v. Soruşturma mercilerince; Ö.İ. ile S.E. ve B.Y. arasında bir kısmı Anayasa Mahkemesindeki yargısal faaliyetlere ilişkin olarak birçok görüşme yapıldığı, bu görüşmelerin bir kısmında başvurucuyla ilgili hususların olduğu, görüşmelerde ilgili kişilerin gerçek isimleri yerine kod adlarının kullanıldığı belirtilmiştir. Buna göre başvurucu "Selahattin" kod adıyla ifade edilmiştir. Yine görüşmenin tarafları olan S.E.nin "Salim"; B.Y.nin ise "Bülent" kod adlarını kullandıkları bilgisine yer verilmiştir.vi. Söz konusu görüşmelerin başvurucuyla ilgili bölümleri şöyledir: - Ö.İ. ile S.E. arasındaki görüşmeler;"[Ö.İ.] orhan abi ne zaman dönecekmiş biliyormusunuz [Ö.İ.] abi siz selahattin abiye söyleseniz yarın olmasın [Ö.İ.] acil bir şey varsa size söylesin [Ö.İ.] abi ctesi olmasin"[Ö.İ.] siz soyleyin [Ö.İ.] dolayisiyla daha sonra planlayalim ins [Ö.İ.] siz yarin da acarsani iyi olur belki sizinle pazar gorusebiliriz hem bilgisayari cozeriz ins [Ö.İ.] selahattin abiye imkan olursa sorsanız telefondaki hattın pin kodu lazım [Ö.İ.] hangi konuyu abi [Ö.İ.] evet görüştük  [Ö.İ.] aym nin sitesinden karaca kararını bulamadım [Ö.İ.] basın açıklamasını görüyoruz ama kararın tamamını bulamıyorum [Ö.İ.] hidayet abi kararı bugün yayınlandı. karardaki selahattin abilerin karşı oyu marifesto niteliğinde diye yazdı bülent bey[S.E.] bilg. vermistim:) [S.E.] abi teli actik. teller karismis. o yuzden yanlis sifre diyormus.[S.E.] s. abiye verecegim  [Ö.İ.] selahaddin abide siz ve volkan bey olabilir [Ö.İ.] siz zaten olmalısınız  [S.E.] sa abi[S.E.] abi bizim selahattin abiye aldığımız hat [S.E.] süresi doluyor [S.E.] kontörlü değilmi [S.E.] tmm abi [S.E.] msj gelmiş şöle mail atarsanız 3 aylık paket uzayacak diye[S.E.] tmm abi [S.E.] doğru abi [S.E.] 5313940650[S.E.] nosu bu abi [S.E.] selahattin abinin internet yüklendi"- Ö.İ. ile B.Y. arasındaki görüşmeler;"[Ö.İ.] KOMŞUNUZA SÖYLERMİSİNİZ. SELAHATTİN ABİLER CUMARTESİ 00 GİBİ ORAYA GELECEKLER BEN DE ONLARI 15 TE METRODAN ALACAĞIM İNŞ [Ö.İ.] "3)selahattin abi haci abiye de soylese ... [Mahkeme üyelerinden birinin ismi] destek vermiyoruz. ya biz ya da ... veya ... [Mahkeme üyelerinden ikisinin ismi] one cikarmaliyiz diye dusunuyoruz."d. Diğer Olgular i. Yargı mensuplarından sorumlu sivil imam olduğu belirtilen Ö.İ. soruşturma mercilerinin tespitlerine göre başvurucuya -bir başkası adına kayıtlı- cep telefonu (GSM) hattı göndermiştir. Anılan hattın FETÖ/PDY'nin Anayasa Mahkemesi sorumlusu olduğu ifade edilen S.E. aracılığıyla başvurucuya iletildiği ve yalnızca internet veri aktarımı için kullanıldığı belirtilmiştir. ii. Soruşturma mercileri, söz konusu hattın Anayasa Mahkemesi (üye) lojmanlarının bulunduğu yerden sinyal verdiğini, ayrıca hattın başvurucunun kullandığı kendi cep telefonu hattı ile aynı zaman aralıklarında aynı yerde bulunan baz istasyonlarından sinyal verdiğini tespit etmişlerdir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen fezlekede, başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin yapılan değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir:"...FETÖ/PDY ... mensuplarını mevkisi ne olursa olsun mutlak itaat ve teslimiyeti sağlayarakörgüt liderinin talimatlarını gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. Örgüt mensubu yüksek yargı mensupları da örgüt hiyerarşi ve disiplini içinde butalimatları alarakörgütün hiyerarşik gücünün verdiği emir ile talimatları sorgulamadan yerine getirdikleri görülmektedir.... Sözde Sivil İmam Ö.İ. Yargıtay ve Danıştay'da bulunan örgüt mensupları gibi Anayasa Mahkemesinde verilen karalarda da Anayasa Mahkemesinde görev yapanörgüt mensuplarına talimatlar verdiği görülmektedir. Ö.İ.nin Anayasa Mahkemesinde örgüt sorumlusu S.E.ye talimatlar verdiği, Yüksek Mahkemede örgütün yapılanmasını bizzat yönettiği görülmektedir. Bu talimatlar doğrultusunda Hidayet Karaca'nın başvurusunda örgütten aldıkları talimat sonucu örgüt mensu[bu] Alpaslan Altan[ın] ... karar verdi[ği] anlaşılmaktadır....Söz konusu kararda [Hidayet Karaca başvurusu] FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütü mensubu olduğu anlaşılan Alparslan Altan[ın] ... muhalefet şerhi yazdı[ğı] görülmektedir....Sivil imam Ö.İ.nin 12/01/2015 tarihinde örgüt mensubu olan Anayasa Mahkemesi Raportörü B.Y.ye ... verdiği talimat ile belirtilen dönemde yapılan Anayasa Mahkemesi Başkanvekilliği seçimlerinde ... Alparslan Altan[a] ... aday olan ... [Anayasa Mahkemesi üyelerinden birine] destek verilmemesi hususunda örgütün talimatının iletilmesini istediği görülmektedir....FETÖ/PDY isimli örgütün Anayasa Mahkemesi yapılanmasında yer alan mahkeme üye[si] ... Alparslan Altan[a] ... örgütün talimatlarını yüksek yargı sivil imamların direk olarak iletmedikleri,irtibatın Anayasa Mahkemesi Raportörü S.E. aracılığıyla kurulduğu, ByLock üzerinden yapılan haberleşmede de görüldüğü üzere; sivil imam Ö.İ.nin S.E. aracılığıyla ... Alparslan Altan'a iletilmek üzere başkası adına tescilli 0 531 394 06 50nolu telefon hattına (patates hat) ilişkin kart göndermiştir.Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan araştırma veiletişimin tespitine ilişkinincelemelersonucunda da; 0 531 394 06 50 telefon hattının sadeceinternet veri aktarımı için kullanıldığı, hattın Alparslan Altan'ın lojmanının bulunduğu yerden sinyal verdiği, Alparslan Altan'ın kullandığı anlaşılan ... nolu telefon hattı ile aynızaman aralıklarında aynı yerde bulunan baz istasyonundan sinyal verdiğitespit edilmiştir. Netice itibariyle; örgüt mensupları tarafından gönderilen 0 531 394 06 50 telefon hattının Alparslan Altan tarafından kullanıldığı veAlparslan Altan'ın da hattı sadece internet üzerinden yapılan haberleşmedekullandığı tespit edilmiştir. ..." Başvurucu hakkındaki soruşturma dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. Meslekten Çıkarma Süreci Başvurucunun gözaltına alınması sonrasında Anayasa Mahkemesi Başkanlığınca 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un ve devamı maddeleriyle İçtüzük'ün ve devamı maddeleri uyarınca ön inceleme yaptırılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı tarafından 20/7/2016 tarihinde, disiplin işlemlerine esas olmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından başvurucu hakkında yürütülen soruşturmayla ilgili bilgi ve belgeler talep edilmiştir. Bu sırada 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı KHK'nın (23/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.) maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla; terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca (MGK) karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verileceğine ilişkin düzenleme yapılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmayla ilgili bilgi ve belgeleri 23/7/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanlığına sunmuştur. Başvurucu hakkında İçtüzük'ün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre hazırlanan ön inceleme raporu 24/7/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanlığına sunulmuştur. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, ön inceleme raporunu görüşmek ve 667 sayılı KHK ile getirilen yeni düzenlemeyi değerlendirmek üzere 26/7/2016 tarihinde toplanmış; başvurucu hakkında 667 sayılı KHK'nın maddesi gereğince değerlendirme yapılmasına, başvurucunun yazılı savunmasının alınmasına ve savunma için tebliğden itibaren beş gün süre verilmesine karar vermiştir. Başvurucu, yazılı savunmasını 28/7/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanlığına sunmuştur. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 4/8/2016 tarihinde -somut olayın özellikleri, FETÖ/PDY ile ilgisi olduğuna dair sosyal çevre bilgisi ve Anayasa Mahkemesi Üyelerinin zaman içinde oluşan ortak kanaatleri birlikte dikkate alındığında-söz konusu yapı ile meslekte kalmasıyla bağdaşmayacak nitelikte bağının olduğunu değerlendirdiği başvurucunun 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına oybirliğiyle karar vermiştir. Başvurucu 8/9/2016 tarihli dilekçesi ile meslekten çıkarma kararının kaldırılması ve Anayasa Mahkemesi üyeliği görevine iade edilmesi talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 29/9/2016 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. 2/1/2017 tarihli ve 685 sayılı KHK'nın (23/1/2017 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.) maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla "22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilenler, kararın kesinleşmesinden itibaren altmış gün içinde ilk derece mahkemesi olarak Danıştaya dava açabilir." hükmü getirilmiştir. Başvurucu 21/3/2017 tarihinde, hakkında verilen meslekten çıkarma kararının iptaline karar verilmesi istemiyle Danıştay Beşinci Dairesinde (E.2017/3979) dava açmıştır. Dava, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Daire önünde derdesttir. 5271 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;a) Şüpheli: Soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,b) Sanık: Kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,...e) Soruşturma: Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi,f) Kovuşturma: İddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi,g) İfade alma: Şüphelinin kolluk görevlileri veya Cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesini,h) Sorgu: Şüpheli veya sanığın hâkim veya mahkeme tarafından soruşturma veya kovuşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesini,...j) Suçüstü: İşlenmekte olan suçu, Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu, Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu,...İfade eder." 5271 sayılı Kanun'un "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz....(5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.…(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanıkla ilgili arama" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Arama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir." 5271 sayılı Kanun'un "Eşya veya kazancın muhafaza altına alınması ve bunlara elkonulması " kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İspat aracı olarak yararlı görülen ya da eşya veya kazanç müsaderesinin konusunu oluşturan malvarlığı değerleri, muhafaza altına alınır.(2) Yanında bulunduran kişinin rızasıyla teslim etmediği bu tür eşyaya elkonulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Elkoyma kararını verme yetkisi " kenar başlıklı maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri, elkoyma işlemini gerçekleştirebilir....(3) Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde elkoyma kendiliğinden kalkar.(4) Zilyedliğinde bulunan eşya veya diğer malvarlığı değerlerine elkonulan kimse, hâkimden her zaman bu konuda bir karar verilmesini isteyebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoyma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"(1) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait;a) Taşınmazlara,b) Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına,c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,d) Gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara,e) Kıymetli evraka,f) Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına,g) Kiralık kasa mevcutlarına,h) Diğer malvarlığı değerlerine,Elkonulabilir Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (Ek cümle: 21/2/2014 - 6526/10 md.) Bu madde kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi için ilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan, suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınır. Bu rapor en geç üç ay içinde hazırlanır. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre talep üzerine iki ay daha uzatılabilir.(2) Birinci fıkra hükmü; a) Türk Ceza Kanununda tanımlanan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),...Hakkında uygulanır." 5271 sayılı Kanun'un "Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." 6216 sayılı Kanun'un "Başkan ve üyeler hakkında inceleme ve soruşturma" kenar başlıklı maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Başkan ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işledikleri iddia edilen suçları, kişisel suçları ve disiplin eylemleri için soruşturma açılması Genel Kurulun kararına bağlıdır. Ancak, ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde, soruşturma genel hükümlere göre yürütülür....(3) Başkan gereken hâllerde, işi Genel Kurula götürmeden önce üyelerden birine ön inceleme yaptırabilir. Soruşturma açılmasına yer olup olmadığının belirlenmesiiçin gerekli incelemeyi yapmak üzere görevlendirilen üye, incelemesini tamamladıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.(4) Konu, Başkan tarafından gündeme alınarak Genel Kurulda görüşülür. Hakkında işlem yapılan üye görüşmeye katılamaz. Genel Kurulca, soruşturma açılmasına yer olmadığına karar verildiği takdirde, karar ilgili üye ile ihbar ve şikâyette bulunanlara tebliğ edilir." 6216 sayılı Kanun'un "Adli soruşturma ve kovuşturma" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü hâli istisna olmak üzere, görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işledikleri iddia edilen suçları ve kişisel suçları nedeniyle Başkan ve üyeler hakkında koruma tedbirlerine ancak bu madde hükümlerine göre karar verilebilir.(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay Ceza Genel Kurulunca [2/1/2017 tarihli ve 680 sayılı KHK'nın maddesiyle 'Yargıtay ilgili ceza dairesince' şeklinde değiştirilmiştir.] yapılır.(3) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü hâli dışındaki görevden doğan veya görev sırasında işlendiği iddia edilen suçlar ile kişisel suçlarda Soruşturma Kurulu, soruşturma sırasında 5271 sayılı Kanunda ve diğer kanunlarda yer alan koruma tedbirlerinin alınması talebinde bulunursa, Genel Kurulca bu konuda karar verilir." 6216 sayılı Kanun'un "Disiplin cezaları ve yerine getirilmesi" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Başkan ve üyelerin, asli görevleri dışında resmî veya özel bir görev almaları ya da yaptıkları yeminle veya üyeliğin vakar ve şerefi ile bağdaşmayan, hizmetin aksamasına yol açan hâl ve hareketlerinin sabit görülmesi hâlinde, eylemin niteliğine göre, uyarma, kınama ya da üyelikten çekilmeye davet edilme cezalarından birisine karar verilir.(2) Üyelikten çekilmeye davet edilme cezasına karar verilebilmesi için Genel Kurulun üçte iki oy çokluğu aranır....(4) Hakkında üyelikten çekilmeye davet cezası verilen üye, tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde buna uymazsa istifa etmiş sayılır ve bu süre içinde izinli kabul edilir." 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Sulh ceza hâkimliği" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur." 5235 sayılı Kanun'un "Ağır ceza mahkemesinin görevi" kenar başlıklı maddesinin birinci cümlesi şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir." 667 sayılı KHK'nın (18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun) "Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlara ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ve (3) numaralı fıkrası şöyledir: "(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca; ... meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir. Bu kararlar, Resmî Gazete'de yayımlanır ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. Meslekten çıkarma kararlarına karşı ilgili kanunlarda yer alan hükümler uyarınca itiraz edilmesi veya yeniden inceleme talebinde bulunulması üzerine verilen kararlar da Resmî Gazete'de yayımlanır ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır ......(3) Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler hakkında da 4 üncü maddenin ikinci fıkrası hükümleri uygulanır." 667 sayılı KHK'nın "Kamu görevlilerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır." 27/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı KHK'nın (8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun) "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...ı) 5271 sayılı Kanunun 128 inci maddesi uyarınca yapılacak elkoymaya, maddenin birinci fıkrasında belirtilen rapor alınmadan, sulh ceza hâkimliğince karar verilebilir ..." İçtüzük'ün "Disiplin soruşturması açılması kararı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Üyelerin disiplin eylemleri için haklarında soruşturma açılması Genel Kurulun kararına bağlıdır." İçtüzük'ün "Disiplin soruşturması usulü" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Üyelerin disiplin yaptırımını gerektiren eylemlerinden ötürü bir ihbar veya şikâyet yapılır ya da böyle bir hâl öğrenilirse aşağıdaki hükümlere göre işlem yapılır....b) Başkan, gereken hâllerde işi Genel Kurula götürmeden önce bir üyeye ön inceleme yaptırabilir ......ç) Görevlendirilen üye, incelemesini tamamladıktan sonra, kendi düşüncesini açıklamaksızın vakıayı, iddiaları ve delilleri kapsayan bir ön inceleme raporu hazırlayarak Başkana bildirir.d) Ön inceleme raporu, Başkan tarafından gündeme alınır ve Genel Kurulda görüşülür..." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/10/2017 tarihli ve E.2017/YYB-997, K.2017/404 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir: "... Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken konu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ile Yargıtay Ceza Dairesi arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesine ilişkindir....Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve bu kavramlara ilişkin yasal düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.5271 sayılı CMK'nun maddesinde tanımlanan 'soruşturma' ve 'kovuşturma'nın yürütülmesine ilişkin usul ve esasları içeren genel hükümler aynı Kanunda düzenlenmiş, suçun niteliği ile failin sıfatından kaynaklanan özel soruşturma usulleri ile kovuşturma makamlarının belirlenmesine ilişkin hükümler ise Anayasa ve ilgili kanunlarda ayrıca hüküm altına alınmıştır. Buna göre ana kural, soruşturma işlemlerinin yürütülmesi ve kovuşturma makamlarının belirlenmesi açısından genel hükümlerin uygulanması olup, bu husustaki özel hükümler ise; failin sıfatı ve/veya suçun niteliğine bağlı olarak, belirli ilkeler doğrultusunda ve mevzuatta açıkça belirtilen istisnai hallerde uygulanmaktadır. ...Hâkimler ve Savcılar Kanununda, hâkim ve Cumhuriyet savcılarının işledikleri suçlara ilişkin; 82 ila maddeleri arasında 'görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlar', maddesinde 'kişisel suçlar' ve maddesinde 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri' olmak üzere üç farklı hâl öngörülmüştür....Suçun 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli' kapsamında işlenmesi durumunda uygulanacak soruşturma usulü ise aynı Kanunun maddesinde hüküm altına alınmış olup, bu maddeye göre 'Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yapılır. Hazırlık soruşturması yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından bizzat yürütülür ...' ...Hâkimler ve Savcılar Kanununun maddesinin uygulanma koşulları açısından ayrıca, ağır ceza mahkemesinin görevi ve suçüstü kavramının da değerlendirilmesi gerekmektedir....... Yargıtayın istikrar bulan ve süregelen kararlarında açıklandığı üzere; mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda, daha önce örgütün kendisini feshetmesi, kişinin örgütten ayrılması gibi bazı özel durumlar hariç olmak üzere kural olarak temadinin yakalanma ile kesileceği, dolayısıyla suçun işlendiği yer ve zaman diliminin buna göre belirlenmesi gerektiği, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli konumunda bulunan hâkim ve Cumhuriyet savcıları yakalandıkları anda 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli'nin mevcut olduğu ve 2802 sayılı Kanunun maddesi gereğince soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağı anlaşılmaktadır. ...... millet iradesine dayalı demokratik rejimi koruma amacıyla düzenlenen dava konusu suçların, herhangi bir kamu göreviyle bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenmesi zorunlu olmadığı gibi, 'özgü suç' niteliği taşımayan bu suçlar açısından failin memur olmasının kurucu unsur da olmadığı, sanık hakkındaki iddianamede ... sanığın kişisel irade ve eylemleriyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu, Cumhuriyet savcılığı sıfatından bağımsız olarak, özünde anılan örgütün üyesi sıfatıyla ve örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik herhangi bir kamu göreviyle bağdaşmayan nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında özel yetkili Cumhuriyet savcılığına yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyon ile hareket ederek örgüt adına çalışmalar yaptığı, böylece örgüt faaliyeti kapsamında işlendiği belirtilen dava konusu suçlara iştirak ettiğine dair nitelendirme ile kamu davası açıldığı, bu nedenle sanığın eylemlerinin kişisel suç olarak kabulü gerektiği ... dikkate alınarak açıklanan sebeplerle Yargıtay Ceza Dairesinin görevsizlik kararının usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmelidir...." Yargıtay Ceza Dairesinin 20/4/2015 tarihli ve E.2015/1069, K.2015/840 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:  "Silahlı örgüt üyeliği suçu; silahlı bir örgütün kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimseyerek gönüllü olarak örgüt hiyerarşisine dahil olmayı tercih etmek suretiyle işlenmektedir. Bu bakımdan eylemin iradi olması ve örgüte iştirak bilinç ve iradesiyle hareket edilmiş olması gerekir. Suç, örgüte üye olma fiilinin gerçekleştiği anda tamamlanmakla birlikte, üyelik süresince eylem temadi etmektedir ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 6/4/2016 tarihli ve E.2015/7367, K.2016/2130 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir: "Mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda temadinin yakalanma ile kesileceği, örgüte katılma tarihi ile yakalanma tarihi arasında silahlı terör örgütünün amaçladığı suçu gerçekleştirmeye elverişli olan ve vahamet arz eden eylemlerin gerçekleşmesi halindetüm eylemleringeçitli suça ilişkin kurallar ile fikri içtima hükümleri de nazara alınıphukuken birlikte değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu [anlaşılmıştır] ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 18/7/2017 tarihli ve E.2016/7162, K.2017/4786 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir: "Örgüt Üyeliği:TCK 220/2 maddede düzenlenmiştir....Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir. ...Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır. ...Temadi eden suçlardan olan örgüt üyeliği, hukuki veya fiili kesinti gerçekleşinceye kadar tek suç sayılır. Örgüt üyeliği, yakalanma, örgütün dağılması, örgütten ihraç ya da kendiliğinden örgütten ayrılma gibi sebeplerden sona erer. Yakalanmayan sanık hakkında düzenlenen iddianame temadi eden suç için hukuki kesinti oluşturmaz ......Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir ...Tüm faillerin kastının suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüte katılmak olması gerekirken hepsinin de aynı suçları işlemek amacında olması gerekmez. Bir oluşuma dahil olan kişinin bu oluşumun suç işlemek amacında olduğunun bilincinde olması aranır. ...Terör Örgütü Kurma Yönetme ve Üye Olma Suçları:TCK'nın maddesi bakımından; bir oluşumun, bir yapılanmanın silahlı terör örgütü sayılabilmesi için, TCK'nın maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda örgütün varlığı için gerekli koşullar yanında, Türk Ceza Kanununun ikinci kitap, dördüncü kısım, dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları 'amaç suç' olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkanına sahip bulunması gerekir. Bu suçu, TCK'nın maddesinde düzenlenen suçtan ayıran en önemli ölçüt budur...."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15586
Başvuru, Anayasa Mahkemesi üyesi olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ile tutuklamaya doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince karar verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı bir şekilde meslekten çıkarma kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma ve özel hayata saygı haklarının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; hukuka aykırı olarak verilen kararlarla eşyalarına ve mal varlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının; arama kararları nedeniyle adil yargılanma, özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı hakları ile yapılan bazı uygulamalar nedeniyle ayrımcılık ve temel hak ve özgürlüklerin öngörüldükleri amaç dışında sınırlandırılması yasaklarının ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 7/1/2005 tarihinde açtığı dava henüz sonuçlanmamıştır. Başvurucuların16/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31722
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; görevlendirme işlemine ilişkin olarak açılan davada suç isnadı niteliğinde ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin, gizli belgelerin incelettirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, temyiz imkânı bulunmaması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının ve keyfî karar verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) astsubay olarak görev yapmaktadır. Genelkurmay Başkanlığı tarafından sürekli yurt dışı görev kadrolarının ilan edilmesi üzerine başvurucu, görevlendirme için talepte bulunmuştur. Başvurucunun talepte bulunduğu kadro için bir başka personel seçilmiştir. Başvurucu, kadroya atanan kişinin gerekli şartları taşımadığını, kendisinin uyuşmazlık konusu kadro için daha uygun olduğunu belirterek yurt dışı görevlendirme talebinin kabul edilmemesine ilişkin işleme karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde iptal davası açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi (Mahkeme) 20/2/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle, atanan kişinin radar sınıfında olmasına karşın astsubay üst karargâh hizmetleri eğitimi almış olması nedeniyle atama için gereken şartları taşıdığı ifade edilmiştir. Kararda kamu hizmetinin kamu yararına uygun olacak şekilde yürütülmesinin esas olduğu vurgulandıktan sonra yurt dışı görev için aday olanların temsil yeteneğine esas olmak üzere kişisel, ailevi ve mesleki özelliklerinin mevzuattaki kriterlere göre değerlendirilmesi bakımından idarenin takdir hakkı bulunduğunun altı çizilmiştir. Bununla birlikte takdir yetkisinin sınırsız olmadığı ve bu yetkinin objektif esaslar dâhilinde kullanılması gerektiği hatırlatılarak, yurt dışı sürekli göreve seçilecek personelin TSK'yı temsil yeteneğine sahip olması ve kendisi ile eşi hakkında menfi hüküm, ceza ve mahkûmiyet kararı gibi herhangi bir kötü hâlin bulunmaması gerektiğine işaret edilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun eşinin bölücü terör örgütü mensupları ile ilişkide olduğuna dair istihbari kayıtların bulunduğu yönünde idare tarafından bildirimde bulunulduğu da belirtilerek bu kapsamda başvurucunun yurt dışı kadro görevinin gerektirdiği temsil yeteneğine sahip olmadığının değerlendirildiği ifade edilmiş; sonuç itibarıyla başvurucunun yurt dışı sürekli göreve atanmamasında takdir yetkisinin kişi ve kamu yararı dengesi gözetilerek objektif kıstaslara uygun kullanıldığı kanaatine ulaşılması nedeniyle dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu yönünde ret kararı verilmiştir. Başvurucu ret hükmünü 17/4/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 12/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir.Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6454
Başvuru, görevlendirme işlemine ilişkin olarak açılan davada suç isnadı niteliğinde ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin, gizli belgelerin incelettirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, temyiz imkânı bulunmaması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının ve keyfî karar verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucular, 3/11/2008 tarihinde İstanbul Tüketici Mahkemesinde aleyhlerine açılan itirazın iptali davasında lehlerine olan kesin delile rağmen hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 9/7/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 17/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığı 24/11/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine, T.Halk Bankası A.Ş. tarafından konut kredisi sözleşmesinden doğduğu ileri sürülen borç nedeniyle, İstanbul İcra Müdürlüğü nezdinde icra takibi yapılmış, başvurucuların borcun bulunmadığına dair itirazları üzerine icra takibi durmuştur. İcra takibinin durması nedeniyle, başvurucular aleyhine, kredi sözleşmesinin tarafı olan Banka tarafından, 3/11/2008 tarihinde İstanbul Tüketici Mahkemesinde itirazın iptali davası açılmıştır. Başvurucular, davaya karşı cevap dilekçelerinde, asıl borçlu ve kefil olarak kredi sözleşmesinin tarafı olduklarını, ancak borcun ödendiğini ve bu durumun davacı Bankanın ilgili tapu sicil müdürlüğüne yazdığı yazı ile sabit olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yargılama devam ederken, tarafların talebi doğrultusunda dosyanın bilirkişiye tevdii edilmesine karar verilmiş, tarafların bilirkişi ismi üzerinde anlaşamamaları üzerine, Mahkemece resen bilirkişi seçimi yapılmıştır. Dosyanın bilirkişi incelemesinden dönmesinin ardından yapılan duruşmada, başvurucular, itirazları doğrultusunda, akademisyenlerden oluşturulacak yeni bir heyetten bilirkişi raporu alınması talebinde bulunmuşlardır. İstanbul Tüketici Mahkemesi, aynı duruşmada verdiği 22/4/2011 tarih ve E.2008/590, K.2011/402 sayılı kararı ile asıl borçlu olarak sözleşmeye taraf olan Ali Aydın yönünden, başvurucunun davacıya borçlu bulunduğu gerekçesiyle itirazın iptali davasının kabulüne; kefil sıfatı ile sözleşmeye taraf olan başvurucu ŞeyhmusGüneşlioğlu yönünden ise usulüne uygun takip yapılmadığından, itirazın iptali davasının reddine hükmetmiştir. İstanbul Tüketici Mahkemesi gerekçeli kararında, mevcut bilirkişi raporunun dosya içeriğine uygun ve hükme yeterli olduğunu, dosya kapsamındaki diğer delillerin de dikkate alındığını belirtmiştir. Başvurucular tarafından yapılan temyiz talebi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 18/6/2012 tarih ve E.2011/13311, K.2012/15656 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına hükmetmiştir. Aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi üzerine ise Yargıtay Hukuk Dairesi, 19/3/2013 tarih ve E.2012/26680, K.2013/7532 sayılı ilamı ile temyiz aşamasında verilen onama ilamının kaldırılmasına, İlk Derece Mahkemesi kararının, avukatlık vekalet ücreti yönünden düzelterek onanmasına, diğer karar düzeltme taleplerinin reddine karar vermiştir. Bu ilâm başvuruculardan Şeyhmus Güneşlioğlu’na 15/6/2013 tarihinde, Ali Aydın’a 27/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 9/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir.” 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İtirazın iptali” başlıklı maddesi şöyledir: “Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir…” 23/2/1995 tarih ve 4077 sayılı mülga Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak çıkacak her türlü ihtilaflara tüketici mahkemelerinde bakılır. Tüketici mahkemelerinin yargı çevresi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.Tüketici mahkemeleri nezdinde tüketiciler, tüketici örgütleri ve Bakanlıkça açılacak davalar her türlü resim ve harçtan muaftır. Tüketici örgütlerince açılacak davalarda bilirkişi ücretleri, 29 uncu maddeye göre kaydedilen bütçede öngörülen ödenekten Bakanlıkça karşılanır. Davanın, davalı aleyhine sonuçlanması durumunda, bilirkişi ücreti 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre davalıdan tahsil olunarak 29 uncu maddede düzenlenen esaslara göre bütçeye gelir kaydedilir. Tüketici mahkemelerinde görülecek davalar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun Yedinci Babı, Dördüncü Faslı hükümlerine göre yürütülür.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5306
Başvurucular, 3/11/2008 tarihinde İstanbul 2. Tüketici Mahkemesinde aleyhlerine açılan itirazın iptali davasında lehlerine olan kesin delile rağmen hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talebinde bulunmuşlardır.
1
Başvurular, çalışılan Kurum tarafından sosyal denge yardımının ödenmemesi ve bunun üzerine Kocaeli İdare Mahkemesinde açılan iptal ve tam yargı davalarının reddedilmesi nedeniyle hukuk devleti ve eşitlik ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 3/4/2014, 4/4/2014 ve 18/4/2014 tarihlerinde Kocaeli İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. 17/2/2015 ve 23/2/2015 tarihlerinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede konularının aynı olması nedeniyle 2014/4720 ve 2014/5588 numaralı dosyaların 2014/4698 numaralı dosya ile birleştirilmesine ve incelemenin 2014/4698 sayılı dosya üzerinde yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/5/2015 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararına (Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014) ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvurular hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanlığı (Belediye) ile Belediye ve Özel İdare Çalışanları Birliği Sendikası (BEM-BİR-SEN) arasında 1/1/2008 ile 31/12/2009 tarihleri arasında geçerli olmak üzere "Sosyal Denge Sözleşmesi" düzenlenmiştir. Yine taraflar arasında aynı şekilde 14/4/2010 ile 14/4/2013 tarihleri arasında geçerli olmak üzere bir "Sosyal Denge Sözleşmesi" daha düzenlenmiştir. Kocaeli Büyükşehir Belediyesinde memur olarak çalışan başvuruculardan; birinci ve ikinci başvurucu 2008 yılında, üçüncü başvurucu ise 2010 yılında Belediyeye başvurarak sosyal denge yardımı adı altında diğer çalışanlara verilen ücretin kendilerine de ödenmesini talep etmiştir. Belediye, birinci ve ikinci başvurucu için 6/3/2008 tarihli ve 1429 sayılı yazıyla, üçüncü başvurucu için ise 29/4/2010 tarihli ve 589 sayılı yazı ile başvurucuların taleplerini reddetmiştir. Birinci ve ikinci başvurucunun 26/3/2008 ve 16/4/2008 tarihlerinde Belediye aleyhine Kocaeli İdare Mahkemesinde açtığı davalarda 6/3/2008 tarihli ve 1429 sayılı işlemin ve dayanağı olan 11/1/2008 tarihli Sosyal Denge Sözleşmesi'nin maddesinin fıkrasındaki düzenlemenin eşitliğe aykırı olması nedeniyle iptali ve yoksun kalınan sosyal denge yardımının ödenmesi talep edilmiştir. Üçüncü başvurucunun açtığı davada ise -diğer başvuruculara benzer şekilde- 29/4/2010 tarihli ve 589 sayılı işlemin iptali ve yoksun kalınan sosyal denge yardımının ödenmesi talep edilmiştir. Kocaeli İdare Mahkemesi; birinci başvurucu için 24/12/2010 tarihli ve E.2008/727, K.2010/1336 sayılı karar ile, ikinci başvurucu için 28/1/2011 tarihli ve E.2008/579, K.2011/80 sayılı karar ile, üçüncü başvurucu için ise 28/1/2011 tarihli ve E.2010/649, K.2011/81 sayılı karar ile talepleri reddetmiştir. Mahkeme, Anayasa'nın maddesine göre memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atamaları, görev ve yetkileri, hak ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceğini vurguladıktan sonra 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi gereği memurlara kanun, tüzük ve yönetmeliklerin ve amirlerin tayin ettiği görevler karşılığında bu Kanun'la sağlanan haklar dışında ücret ödenemeyeceğini, hiçbir yarar sağlanamayacağını, dolayısıyla kamu görevlileri sendikalarına bu kapsamda üyeleri adına toplu sözleşme yapma hakkı verilmediğinden yasaların memurlara tanımış olduğu haklar dışında ne ad altında olursa olsun herhangi bir ödeme yapılması olanağı bulunmadığından dava konusu Sözleşme'nin yok hükmünde olduğu ve davacıların taleplerinin reddine yönelik işlemde mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davaların reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Onuncu Dairesi 27/9/2012 tarihli ilamlarıyla kararın usul ve hukuka uygun olup dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek mahiyette görülmediğinden temyiz isteminin reddi ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, aynı Daire tarafından birinci başvurucu için 27/1/2014 tarihli ve E.2013/621, K.2014/344 sayılı ilamla, ikinci başvurucu için 27/1/2014 tarihli ve E.2013/99, K.2014/342 sayılı ilamla, üçüncü başvurucu için 27/1/2014 tarihli ve E.2013/674, K.2014/343 sayılı ilamla karar düzeltme dilekçesinde ileri sürülen hususların 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde yazılı nedenlerden hiçbirine uymadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Birinci başvurucuya 25/3/2014, ikinci başvurucuya 20/3/2014 tarihinde, üçüncü başvurucuya 2/4/2014 tarihinde ilgili ilamlar tebliğ edilmiştir. Birinci başvurucu 3/4/2013, ikinci başvurucu 4/4/2013 tarihinde, üçüncü başvurucu 18/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa'nın maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:"Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir....İşçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kapsam, istisna ve sınırları gördükleri hizmetin niteliğine uygun olarak kanunla düzenlenir." Anayasa'nın 7/5/2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki mülga maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: "128 inci maddenin ilk fıkrasına giren kamu görevlilerinin kanunla kendi aralarında kurmalarına cevaz verilecek olan ve bu maddenin birinci ve ikinci fıkraları ile 54 üncü madde hükümlerine tabi olmayan sendikalar ve üst kuruluşları, üyeleri adına yargı mercilerine başvurabilir ve İdareyle amaçları doğrultusunda toplu görüşme yapabilirler. Toplu görüşme sonunda anlaşmaya varılırsa düzenlenecek mutabakat metni taraflarca imzalanır. Bu mutabakat metni, uygun idari veya kanuni düzenlemenin yapılabilmesi için Bakanlar Kurulunun takdirine sunulur..." Anayasa'nın maddesinin, 5982 sayılı Kanun ile değiştirilen üçüncü fıkrası şöyledir:"Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler."
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4698
Başvurular, çalışılan Kurum tarafından sosyal denge yardımının ödenmemesi ve bunun üzerine Kocaeli İdare Mahkemesinde açılan iptal ve tam yargı davalarının reddedilmesi nedeniyle hukuk devleti ve eşitlik ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığında astsubay statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı davranışlarda bulunduğuna dair isimsiz bir e-posta gönderilmesi üzerine başvurucu hakkında idari tahkikat başlatılmıştır. İstihbarata karşı koyma faaliyeti çerçevesinde 24/2/2010 ve 18/6/2012 tarihlerinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından başvurucunun ifadesi alınmıştır. Söz konusu ifade metninde başvurucunun ifadesine hangi kapsamda başvurulduğu hususu belirtilmemiştir. Anılan ifade metnine göre başvurucuya nerelerde görev yaptığı, sanal ortamdaki herhangi bir sosyal paylaşım sitesinde üyeliğinin olup olmadığı, İnternet üzerinden veya yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu kadınların kimler olduğu sorulmuştur. Başvurucu, sorulan soruları ayrıntılı olarak yanıtlamış ve ifade tutanağını imzalamıştır. İdari tahkikat sonucunda TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle sıralı sicil üstleri tarafından başvurucu hakkında "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir." ortak kanaatli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. Başvurucu hakkında 31/1/2014 tarihinde, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu TSK'dan ayırma işlemine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; göreviyle ilgisi olmayan -özel yaşantısına ilişkin- soruların sorulduğunu, hukuka aykırı bir sorgu neticesinde elde edilen beyanlarının delil olarak kullanılamayacağını, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. AYİM, oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun yaşadığı cinsel birliktelikleri ikrar ettiği, geçmiş sicil ve disiplin durumu itibarıyla başarılı bir personel olmasına karşın başvurucunun iyi ahlak sahibi olmak vasfını taşımadığı ve tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı şeklinde değerlendirmeler yer almıştır. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Bir hâkim üye karara katılmamıştır. Muhalif üye görüşünde, başvurucunun ifadesinin alınması sürecinde savunma hakkına riayet edilmediği, özel hayata ilişkin -aleni olmayan yaşantısına ilişkin- konuları alenileştirdiğine veya mesleğine yansıttığına dair bir delilin bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca başvurucunun sicillerinin çok iyi düzeyde olduğu, bir çok takdirname ile ödüllendirildiği, 2004 yılından bu yana hiçbir disiplin cezasının bulunmadığı dikkate alındığında işlemin ölçülü olmadığı kanaatini bildirmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 14/12/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 11/1/2016 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30) ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka (Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26-33) yer vermiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/550
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı alınması nedeniyle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının, temyiz yolu açık olarak verilen karara karşı yapılan temyiz isteminin incelenmeksizin reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Irak vatandaşıdır. Başvurucu, 2014 yılında ailesiyle birlikte yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmıştır. Başvurucu uluslararası koruma başvurusunda bulunmuş; uluslararası koruma başvurusu sahibi olarak Karaman'da mecburi ikamete tabi tutulmuştur. Başvurucunun yasal süresi içinde Karaman'a giderek müracaatta bulunmaması üzerine 13/11/2015 tarihinde uluslararası koruma başvurusunun geri çekilmiş sayılmasına karar verilmiş, başvurucu hakkında sınır dışı kararı alınmıştır. Başvurucu, sınır dışı kararına karşı Konya İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Anılan davada 11/2/2016 tarihinde dilekçe ret kararı verilmiştir. 25/3/2016 tarihinde davanın yenilenmesine ilişkin başvurunun otuz günlük süre geçtikten sonra yapılmış olduğu gerekçesiyle temyiz yolu açık olmak üzere davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı yaptığı temyiz istemi kararın kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle incelenmeksizin 15/3/2017 tarihinde reddedilmiştir. İdare mahkemesince verilen kararın kesin nitelikte olması nedeniyle hukuken inceleme imkânı bulunmadığı gerekçesiyle temyiz isteminin incelenmeksizin reddine karar verildiği ve sınır dışı kararının kesinleştiği hususu 6/6/2017 tarihinde tercüman eşliğinde başvurucuya bildirilmiş ve başvurucunun anladığını beyan etmesi üzerine tebligat belgesi tanzim edilerek imzalatılmıştır. Başvurucu 5/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş, tebliğ edilen evrakın hukuki sonuçlarını anlayamadığını belirterek süre yönünden mazeret bildiriminde bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33346
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı alınması nedeniyle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının, temyiz yolu açık olarak verilen karara karşı yapılan temyiz isteminin incelenmeksizin reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; sicilin düzeltilmesi davasına konu taşınmaza uygulanan tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Devam eden yargılamada başvurucu 18/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13730
Başvuru; sicilin düzeltilmesi davasına konu taşınmaza uygulanan tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, sendikanın aldığı karar doğrultusunda basın açıklaması yapmak isteyen gruba izin verilmemesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM SEN/Sendika) genel başkanıdır. A. Başvuruya Konu Olaydan Önceki Gelişmeler 20/11/2014 tarihinde saat 00'da KESK'e bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikasının (SES) Ankara Necatibey Caddesi üzerinde bulunan Genel Merkezinde toplanılacağı ve buradan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Dikmen kapısı önüne gidilerek 00- 00 saatleri arasında 2015 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesi ile ilgili oturma eylemi ve basın açıklaması düzenleneceği bilgisinin alınması üzerine emniyet görevlileri belirtilen yerlerde önlem almışlardır. Saat 00'da otuz kişilik grup Sendika merkezinden ayrılmış ve 30 sıralarında İnönü Bulvarı ve Dikmen Caddesi köşesinde kırk beş kişi olarak kortej oluşturmuştur. Grup sloganlar atarak ve pankart taşıyarak 37'de TBMM Dikmen kapısına ulaşmış ve basın açıklaması pozisyonu almıştır. Devamında SES Genel Merkez Yöneticisi İbrahim Kara ve SES Genel Başkanı Gönül Erden tarafından konuşma ve ardından basın açıklaması yapılmıştır. Akabinde Muğla Milletvekili Nurettin Demir tarafından konuşma yapıldıktan sonra saat 00'de İbrahim Kara gruba hitaben "Değerli arkadaşlar 30'da da sağlık örgütleri ile birlikte bir basın açıklaması gerçekleştireceğiz yine burada, o saate kadar burada oturmaya devam ediyoruz arkadaşlar" şeklinde konuşma yapmıştır. Bu konuşma üzerine grup üyeleri ellerindeki branda pankartı kaldırım üzerine sererek TBMM Dikmen kapısı önündeki kaldırım üzerinde oturmaya başlamışlardır. Saat 02'de SES Genel Başkanı Gönül Erden ile emniyet yetkilileri bir görüşme yapmıştır. SES Genel Başkanı, saat 30'a kadar bulundukları yerde oturma eylemi gerçekleştireceklerini, 30'da sağlık örgütleri ile tekrar basın açıklaması yapacaklarını ifade etmiştir. Emniyet yetkilileri yaptıkları eylemin kanuna aykırı olduğunu, 5 dakika içinde yasal uyarıların yapılacağını, bulundukları yerden ayrılmaları gerektiğini, aksi takdirde kademeli olarak kendilerine kuvvet kullanılacağını belirterek ikazda bulunmuşlardır. Göstericilerin oturmaya devam etmesi üzerine üç kez yayın aracından uyarı anonsu yapılmıştır. Bulundukları yerden ayrılmayan ve birbirine kenetlenen gruba emniyet görevlileri tarafından kademeli olarak müdahalede bulunulmuş, kısa süreli gazlı müdahale yapılmış ve direnenler hakkında yakalama işlemi yapılarak Emniyet Müdürlüğüne götürülmüşlerdir. Müdahale sonrası SES Genel Merkezine gelen eylemci grubun 30'da aynı yerde basın açıklaması yapacağı bilgisi üzerine yine emniyet görevlileri her iki yerde de tekrar önlem almıştır. B. Başvuru Konusu Olaya ilişkin Bilgiler Başvurucu ile KESK Genel Başkanı Lami Özgen'in de aralarında bulunduğu yaklaşık altmış kişiden oluşan Sendika yöneticileri ve üyeleri TBMM'de 2015 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesinin görüşülmeye başlanacağı 20/11/2014 tarihinde saat 00 sıralarında KESK'e bağlı SES'in Genel Merkezinde toplanmışlardır. Göstericiler sağlık bütçesi ile ilgili olarak basın açıklaması yapmak ve aynı gün sabah saat 30'da TBMM Dikmen kapısı önünde aynı amaçla basın açıklaması yapan gruba yönelik müdahaleyi protesto etmek üzere ellerinde döviz ve flamalarla TBMM önüne gitmek istemişlerdir. Grup Kumrular Caddesi üzerinden Millî Müdafaa Caddesi istikametine doğru araç trafiğini de kapatmak suretiyle yürüyüşe geçmiştir. Başvuru dosyasında, yapılan yürüyüşle ilgili olarak önceden idareye bildirimde bulunulduğuna dair herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Grubun yürüyüşe geçmesi üzerine Çevik Kuvvet tarafından Kumrular Caddesi ile Şehit Adem Yavuz Sokak kesişiminde güvenlik tedbiri alınmış ve barikat kurularak grubun toplu olarak TBMM önüne yürümesine izin verilmemiştir. Eylemci gruba yayın aracından yolu trafiğe kapatmak suretiyle toplu hâlde yürüyüş yapmalarının suç olduğu ve buna müsaade edilmeyeceği ancak bireysel olarak gidebilecekleri, mevcut durumda trafik akışını engelledikleri ve yaşamı durdurdukları yönünde ikaz anonsları yapılmıştır. Yapılan ikazlara uymayan grup kalkanları itekleyerek ve bedenî direniş göstererek yürüyüşe devam etmekte ısrar etmiştir. Bunun üzerine zor kullanılarak gruba müdahale edilmiş ve gruptaki kişiler bulundukları yerden uzaklaştırılmışlardır. Gruptan bazıları ise gözaltına alınmıştır. Başvurucu, polisteki ifadesinde herhangi bir yaralanması olmadığını, sağlık raporu almadığını belirtmiş; polisin müdahale sırasında bazı yöneticilere biber gazı sıktığını, bazılarını da gözaltına aldığını ve Meclis önüne gitmelerinin engellendiğini ifade etmiştir. Başvurucu, Sendika kararı doğrultusunda demokratik haklarını kullanmalarının engellendiği iddiasıyla emniyet görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 26/3/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda; sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi ve görevi kötüye kullanma suçlarından polis memurları hakkında yapılan soruşturmada 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesine göre genel yollar ve parklarda, mabedlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde, bunların eklentilerinde ve TBMM'ye 1 km uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamayacağının hükme bağlandığı belirtilmiştir. Kararda, TBMM önüne gitmek üzere toplu hâlde Kumrular Caddesi istikametine yürüyüşe başlayan gruba yolu açmadıkları takdirde zor kullanılacağı hususunda ikaz yapılmasına rağmen kalkanları bedenleri ile itekleyerek direnişlerini sürdürmeleri üzerine orantılı zor kullanıldığının anlaşıldığı ifade edilmiştir. Ayrıca 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun maddesi uyarınca polisin orantılı olarak zor kullanma yetkisinin de bulunduğu, dolayısıyla göstericilerin TBMMönüne toplu olarak yürümelerinin 2911 sayılı Kanun'a aykırı bir eylem olduğu belirtilerek polis müdahalesinin yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucunun yaptığı itiraz Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 27/4/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı 8/5/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 21-26, 45-53; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28-
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8762
Başvuru, sendikanın aldığı karar doğrultusunda basın açıklaması yapmak isteyen gruba izin verilmemesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucular Coşar Akman ve Nurcan Üstünbaş, 2/8/1991 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, başvurucular Hilal Topaloğlu, Semahat Tokgöz, Sakine Özlem Tokgöz ve Murat Özkan Tokgöz ise murislerinin müdahil olarak yer aldığı davanın 11/8/1992 tarihinden beri devam ettiğini ve yargısal işlemlerin uzaması nedeniyle taşınmazlarından özgürce faydalanamadıklarını belirterek, adil yargılanma hakları ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 14/4/2014 tarihinde Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyon tarafından, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Nurcan Üstünbaş tarafından yapılan 2014/5569 sayılı bireysel başvuru dosyası ile Coşar Akman tarafından yapılan 2014/5571 sayılı bireysel başvuru dosyası, Hilal Topaloğlu tarafından yapılan 2014/5573 sayılı bireysel başvuru dosyası, Sakine Özlem Tokgöz tarafından yapılan 2014/5574 sayılı bireysel başvuru dosyası, Murat Özkan Tokgöz tarafından yapılan 2014/5575 sayılı bireysel başvuru dosyası ve Semahat Tokgöz tarafından 2014/5577 sayılı bireysel başvuru dosyası aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2014/5569 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 11/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Marmaris ilçesi Karaca köyü Söğüt mahallesinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında 453 parsel sayılı taşınmaz, başvurucu Coşar Akman ve K.'nin de aralarında bulunduğu şahıslar adına tespit edilmiştir. Yapılan kadastro tespitine karşı N.Ş. ve Ö., Coşar Akman aleyhine tapu kaydına dayanarak adlarına tescili istemiyle, başvurucu Nurcan Üstünbaş ve paydaşları ise dava konusu taşınmazın kullandıkları bölümlerinin ayrı parsel numaraları ile adlarına tescili istemiyle 2/8/1991 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmışlardır. Bu dava Marmaris Kadastro Mahkemesinin E.1991/229 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Açılan davada başvurucu Hilal Topaloğlu’nun murisi Adnan Olcay ve diğer başvurucular Semahat Tokgöz, Murat Özkan Tokgöz, Sakine Özlem Tokgöz’ün murisi Mustafa Hilmi Tokgöz 11/8/1992 tarihli dilekçeleriyle dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan konutlardan birini davalı K.'den satın aldıklarını belirterek, müdahale talebinde bulunmuşlar ve 18/11/1992 tarihli duruşmada Mahkemece başvurucuların murislerinin müdahale talebi kabul edilmiştir. Marmaris Kadastro Mahkemesinin 31/1/2011 tarih ve E.1991/229, K.2011/45 sayılı kararı ile, asıl davacılar tarafından açılan davaların reddine, müdahil davacıların davasının kabulüne karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/10/2012 tarih ve E.2011/8084, K.2012/7230 sayılı ilâmıyla, taraf teşkili sağlanmaksızın işin esası hakkında yazılı şekilde hüküm kurulmasının ve bir kısım asli müdahillerden alınmış vekâletnameler dosya içine konulmaksızın yargılamaya devam edilip sonuçlandırılmasının isabetsiz olduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı sonrası Marmaris Kadastro Mahkemesinin E.2013/103 sayılı dosyasına kaydedilen davadaki yargılama halen devam etmektedir. Başvurucular, 14/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5569
Başvurucular Coşar Akman ve Nurcan Üstünbaş, 2/8/1991 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, başvurucular Hilal Topaloğlu, Semahat Tokgöz, Sakine Özlem Tokgöz ve Murat Özkan Tokgöz ise murislerinin müdahil olarak yer aldığı davanın 11/8/1992 tarihinden beri devam ettiğini ve yargısal işlemlerin uzaması nedeniyle taşınmazlarından özgürce faydalanamadıklarını belirterek, adil yargılanma hakları ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10-A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç 1984 doğumlu olan başvurucu 13/10/2010 tarihinden itibaren Ahiler Kalkınma Ajansı (Kurum) bünyesinde çalışmaya başlamış, en son tanıtım ve halkla ilişkiler biriminde destek personeli olarak görev yapmakta iken 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) uyarınca 16/8/2016 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 6/10/2016 tarihinde dava açmıştır. Nevşehir Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatıyla) (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usul ve kanuna aykırı olduğunu, Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bir irtibatının ya da iltisakının olmadığını ileri sürmüştür. Davalı Kurum cevap dilekçesinde 667 sayılı KHK kapsamında iş akdinin feshedilmesi yönünde alınan tedbir bakımından ispat şartının aranmadığını, kanaatin yeterli olduğunu belirtmiş; başvurucu yönünden ise Kurumda işe başlamadan önce düzenlediği iş talep formunun ekinde yer alan öz geçmişinde iki yıl İzmir Özel Yamanlar Kolejinde bilgi işlem kurulum-yönetim-bakım ve bilgisayar öğretmenliği alanında staj eğitimini tamamladığı, bunun yanında uluslararası bilgisayar olimpiyatlarına katılacak öğrencilere danışmanlık yaptığı yönünde bilgilerin yer aldığını, Bank Asyanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devri sürecinde ilgili Bankanın yüklü miktarda hisse senedini satın aldığını ileri sürmüş ve bu kapsamda araştırma yapılmasını talep etmiştir. Mahkeme, Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) müzekkere yazarak başvurucu ile ilgili araştırma yapmıştır. Bu kapsamda verilen cevabi yazıda başvurucu hakkında 2016/4699 sayı ile soruşturma yürütüldüğü ve soruşturmanın devam ettiği bilgisi verilmiştir. Mahkeme 4/4/2017 tarihli kararla feshin 667 sayılı KHK kapsamında yapıldığını, bu şekilde yapılan feshin geçerli bir fesih niteliğinde olduğunu belirterek davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 17/7/2017 tarihli kararla dava konusu uyuşmazlık hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve dosyanın Olağanüstü Hâl (OHAL) İşlemleri İnceleme Komisyonuna (Komisyon) gönderilmesine karar vermiştir. Ancak Komisyon, dava konusu uyuşmazlığın kendi inceleme alanında olmadığı gerekçesiyle dosyayı iade etmiş; bunun üzerine Bölge Adliye Mahkemesi yaptığı inceleme neticesinde 3/4/2018 tarihli kararla istinaf başvurusunun esastan reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinde başvurucu hakkında devam eden bir soruşturmanın bulunduğu ve bu durumun güven ilişkisinin zedelenmesine yol açacak nitelikte olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, iş akdi 667 sayılı KHK ile feshedildiği için hakkında ceza soruşturması başlatıldığını, bu kapsamda soruşturmanın feshe gerekçe yapılmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı gibi yine soruşturmanın bekletici mesele yapılması taleplerinin de derece mahkemelerince karşılanmadığını belirterek kararı temyiz etmiş; Yargıtay Hukuk Dairesi yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan hüküm kurulduğu gerekçesiyle kararın bozulmasına hükmetmiştir. Dosya kendisine gelen Mahkeme, çeşitli tarihlerde duruşma açarak tarafların iddia ve itirazlarını dinlemiş; başvurucu hakkında Ankara Emniyet Genel Müdürlüğüne (Emniyet), Jandarma Genel Komutanlığına, Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumuna ve TMSF'ye müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Mahkeme 14/1/2021 tarihli kararla davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davalı Ahilet Kalkınma Ajansı'nın 01/07/2019 tarih ve 598 sayılı yazısında; A. G.'in 2 yıl süresince İzmir Özel Yamanlar Kolejinde çalışmış olduğu ve FETÖ/PDY ile iltisakı bilinen Bank Asyaya devlet tarafından el konulması ve kayyım atanması süresince destek amacı ile Borsa İstanbul'da işlem görmekte olan Bank Asya hisse senetlerinden yüklü miktarda aldığının bilindiği ve yönetim kurulu kararı ile davacının iş akdinin fesih edildiğinin bildirildiği görülmüştür.İçişleri Bakanlığı Jandarma Komutanlığı'nın 03/07/2019 tarih ve 24942229-04-E.2901496/TEM Ter.Oly, Şb sayılı yazıları ile davacı hakkında Terörle Mücadele Daire Başkanlığı kayıtlarında 'karıştığı olaylar sorgulamasında' istenen özellikte kaydının bulunamadığının bildirildiği görülmüştür.Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Hukuk İşleri Daire Başkanlığı'nın 12/07/2019 tarih ve E: 15052 sayılı yazıları ile A.G. adına banka nezdinde açılmış herhangi bir hesap veya bankacılık işlemi bulunmadığı bildirilmiştir. Nevşehir İl Emniyet Müdürlüğü'nün 26/09/2019 tarihli yazılarında A.G. isimli şahsın FETÖ/PYD Terör Örgütü soruşturmaları kapsamında Nevşehir Başsavcılığının 2016/4699 sayılı soruşturma dosyası kapsamında adli işlem kaydının bulunduğu, havuz sorgu sisteminde, Ahiler Kalkınma Ajansında çalışıyor iken FETÖ/PDY Terör Örgütü kapsamında '667 Sayılı KHK Kamu görevinden çıkarıldığı' olarak kaydının olduğunun tespit edildiği bildirilmiştir.Nevşehir Başsavcılığı'nın 2020/316 soruşturma sayılı dosyasının incelenmesinde; Şüphelisinin A.G., olduğu üzerine atılı FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olduğu veya örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde olduğundan bahisle kamu davası açıldığı, şüpheli hakkında üzerine atılı suçtan delil yetersizliği sebebi ile kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verildiği, kararın müdafii ve kendisine tebliğ edildiği ve herhangi bir itirazın bulunmadığı görülmüştür....Yapılan yargılama toplanılan deliller ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında; davacının iş sözleşmesinin, davalı Ajansın Yönetim Kurulu’nun 2016 tarih ve 2016/7 sayılı kararı ile 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesinin (g) bendi ve 4857 sayılı Kanunun 25/II maddesi kapsamında feshedildiği, Dava konusu işlemin, 667 sayılı KHK kapsamında gerçekleştiği, dava konusu olayda 667 sayılı KHK düzenlemeleri bulunmakta iken 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerinin uygulanmayacağı açıktır. 667 sayılı KHK'nın bir diğer düzenlemesi olan 4/ maddesinde 'Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler...' amir hükmü gereğince davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıda yazılı şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, davanın reddi kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuş ancak Yargıtay Hukuk Dairesi 22/3/2021 tarihli kararı ile kararın usul ve kanuna uygun olduğunu belirterek onanmasına hükmetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 25/4/2021 tarihinde öğrendikten sonra 4/5/2021tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.B. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Başvurucu hakkında anayasal düzene karşı işlenen suçlar kapsamında Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır. Savcılık tarafından 13/2/2020 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tüm dosya kapsamı göz önüne alındığında şüpheli hakkında beyanda bulunan tanıkların somut örgütsel bir bağ içerir eyleme şahit olmadığı, şüphelinin örgüt lehine olan söylemlerinin örgüt sempatisi kapsamında değerlendirildiği, örgüt üyeliği anlamında çeşitlilik yoğunluk içeren bir eylemden bahsedilmediği, yine şüphelinin örgüt içerisinde görev almadığı, Borsa işlemlerinin maddi çıkar amaçlı olduğu ve farklı şirketlere de borsa üzerinden paralar yatırdığı, bu hususta örgüte maddi yardımı bulunmadığı, terör örgütü yöneticiliği veya üyeliği suçunun düzenlendiği TCK’nun ve devamı maddelerinin lafzından ve Yargıtay Ceza Dairesinin yerleşik uygulamalarından, şüpheli veya şüphelilerin örgütün kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimsediğini gösterir şekilde, örgütün amaçları doğrultusunda yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik arzeden eylem ve faaliyetlerin söz konusu suça vücut vereceğinin anlaşıldığı, ayrıca şüpheli veya şüphelilerin terör örgütü ile arasında organik bağ olduğunun toplanması muhtemel delillerle tespit edilmesi gerekmekle, tarif edilen şekilde terör örgütü ile bağı veya bağlantısı tespit ve ispat edilemeyen şahıslar yönünden lekelenmeme hakkı da göz önüne alınarak kamu davası açılmaması gerektiği, şüpheli hakkında anılan terör örgütüne üye olduğunu gösterir yeni delil, bilgi veya belgenin elde edilmesi durumunda dosyanın usulüne uygun olarak yeniden ele alınabileceği de değerlendirilerek şu aşamada yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere yapılan soruşturma ve toplanan delil içeriklerine göre, şüphelinin üzerine atılı FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olduğunu veya örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde bulunduğunu gösterir hakkında kamu davasının açılmasını gerektirir her türlü şüpheden uzak somut, inandırıcı ve yeterli delil, bilgi ve belgelerin elde edilemediği tüm soruşturma kapsamından anlaşılmakla, şüpheli hakkında üzerine atılı suçtan delil yetersizliği sebebiyle KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA..."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/21915
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurucu, hizmet tespiti ve işçi alacaklarının tahsili istemiyle 21/10/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkı ile sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 8/4/2014 tarihinde Diyarbakır İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 15/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 30/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 21/10/2005 tarihinde, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine açtığı davada, SGK'ya bildirilmeyen çalışma sürelerinin tespiti ile işçi alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Diyarbakır İş Mahkemesi, 6/2/2009 tarihli ve E.2005/899, K.2009/39 sayılı kararıyla davanın kabulüne hükmetmiştir. Davalıların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/3/2010 tarihli ve E.2009/5514, K.2010/3434 sayılı ilâmıyla eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Diyarbakır İş Mahkemesi bozmadan sonra, 22/3/2012 tarihinde, işçi alacaklarının tahsili istemli davanın tefrikine karar vermiştir. Mahkeme, hizmet tespitine ilişkin dava yönünden bozma kararına uyarak, 17/12/2013 tarihli ve E.2010/535, K.2013/1008 sayılı kararıyla davanın kabulüne hükmetmiştir. Davalıların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/3/2014 tarihli ve E.2014/618, K.2014/4934 sayılı ilâmı ile onanarak kesinleşmiştir. İşçi alacaklarının tahsili istemli tefrik edilen davada, hizmet tespiti davası bekletici mesele yapılmış, anılan davanın kesinleşmesinin ardından ise Diyarbakır İş Mahkemesi 5/9/2014 tarihli ve E.2012/304, K.2014/847 sayılı kararıyla davanın kabulüne hükmetmiştir. Karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi halen devam etmektedir. Başvurucu, 8/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5061
Başvurucu, hizmet tespiti ve işçi alacaklarının tahsili istemiyle 21/10/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkı ile sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, idari işlemin iptali talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 9/3/2012 tarihinde dava açmıştır. Danıştay Üçüncü Dairesi 6/3/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, idare mahkemelerinde açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 29/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26522
Başvuru, idari işlemin iptali talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, maddi ve manevi tazminat talebiyle idare mahkemesinde açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle 2019/21555, 2019/21570, 2019/21605, 2019/21647, 2019/21667, 2019/21745, 2019/21749, 2019/22037, 2019/22230, 2019/22231 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden aynı olması sebebiyle 2019/21535 bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/21535 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 8/2/2005 tarihinde açılan davada yargılama hâlen devam etmektedir. Başvurucular, idare mahkemesinde açtıkları davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 20/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21535
Başvuru, maddi ve manevi tazminat talebiyle idare mahkemesinde açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; yargılamayı yürüten mahkemenin özel statülü olarak kurulması, müdafiler hazır bulunmaksızın kollukta verilen ve sonraki aşamalarda reddedilen anlatımların hükme esas alınması, kararın gerekçesiz olması, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/1/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 20/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 8/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 20/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 3/8/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 19/8/2008 tarihinde İstanbul/Maltepe'de bulunan .. Kafe isimli işyerinde gerçekleştiği iddia olunan mala zarar verme ve yağma olayıyla ilgili olarak adli soruşturma başlatılmıştır. Aynı olayda başvurucu da yaralanmıştır. Adli soruşturma kapsamında başvurucunun hastane görüntülerine ulaşılmıştır. Bunun üzerine başvurucu ve diğer şüphelilerin iletişimlerinin kayda alınmasına karar verilmiştir. 28/8/2008 tarihinde bir kısım şüpheli ile P. ve H.Y. gözaltına alınmış ve bu kişilerin müdafileri olmaksızın kollukça ifadeleri alınmıştır. Şüpheliler P. ve H.Y.,Cumhuriyet savcısına müdafileri huzurunda ifade vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, eylemin TKP/ML-TİKKO terör örgütüyle bağlantılı olduğu gerekçesiyle 16/3/2010 tarihinde, başvurucu hakkında "TKP/ML-TİKKO terör örgütü üyesi olma, 19/8/2008 tarihinde müşteki B. S.ye ait .. Kafenin basılması, kafe sahibi ve kafe içindeki müşterilerin yağmalanması, kafenin camlarının kırılması suretiyle mala zarar verilmesi, ayrıca 21/2/2009 tarihinde Maltepe'de ele geçirilen molotofları diğer şüpheliler P. ve G. S. ye teslim etmesi" eylemlerinden iddianame düzenlemiştir. Başvurucu 9/9/2010 tarihinde yakalanmış ve 13/9/2010 tarihinde tutuklanmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) 5/3/2013 tarihli ve E.2010/183, K.2013/52 sayılı kararı ile başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası ve maddesi uyarınca mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, kararını P. ve H.Y.nin beyanlarına da dayandırmıştır. Mahkeme kararının ilgili kısımları şöyledir:"
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/516
Başvuru, yargılamayı yürüten mahkemenin özel statülü olarak kurulması, müdafiler hazır bulunmaksızın kollukta verilen ve sonraki aşamalarda reddedilen anlatımların hükme esas alınması, kararın gerekçesiz olması, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, iptal davasında verilen kararın geç uygulanması ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun imar durum belgesindeki hataların düzeltilmesi istemiyle yapmış olduğu başvurusunun zımnen reddine ilişkin işleme karşı 28/1/2011 tarihinde açtığı davanın yargılaması 6/2/2019 tarihinde sona ermiştir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesinedeniyle adil yargılanma hakkının, işlem nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15126
Başvuru, iptal davasında verilen kararın geç uygulanması ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gönderilen bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince sakıncalı bulunarak verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/2/2013 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını ibraz etmiştir. İkinci Bölümün 21/4/2016 tarihinde yaptığı toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülen başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:  Başvurucu, başvuru tarihinde devlet egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan hükümlü olarak Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır.  Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu)2/10/2012 tarihli kararıyla başvurucuya gelen "Demokratik Modernite" adlı derginin 2012/2 sayısının başvurucuya verilmemesine karar vermiştir. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:  "... derginin 30, 31, 32, 33, 34 ve sayfasında Abdullah Öcalan'ın yazdığı ve "Van ACM 20/11/2009 tarih ve 2009/2288 İş sayılı kararla Dağıtılması ve Satışa Sunulmasının Yasaklanmasına, Ele Geçirilecek Kitapların Tamamına El Konulmasına" kararı ve "Siirt SCM 17/8/2012 tarih ve 2012/797 İş Toplatma-El Koyma Kararının Devamına" kararı bulunan "Demokratik Uygarlık Manifestosu Özgürlük Sosyolojisi" isimli kitaptan ve "Demokratik Uygarlık Manifestosu Uygarlık Maskeli Tanrılar ve Örtük Krallar Çağı" isimli kitabın bazı bölümlerinden alıntılar olduğu,  Örneğin: derginin sayfasında "Demokratik Uygarlık Manifestosu Özgürlük Sosyolojisi" isimli kitabın Sayfasından alıntı olduğu, Derginin sayfasında "Demokratik Uygarlık Manifestosu Uygarlık Maskeli Tanrılar ve Örtük Krallar Çağı" isimli kitabın 93, 104, sayfalarından ve"Demokratik Uygarlık Manifestosu Özgürlük Sosyolojisi" isimli kitabın sayfasından alıntılar olduğu,  Söz konusu dergilerin 17, 23, 29, sayfalarında yararlanılan kaynaklar başlıklı kısımlarında, Abdullah Öcalan'ın yazmış olduğu ve mahkemelerce toplatma kararları bulunan kitaplardan faydalanıldığının belirtildiği, tespit edildiğinden, 5275 sayılı Kanunun 62/3 ile Tüzük'ün 87/3 maddeleri gereğince söz konusu derginin hükümlü/tutukluya verilmemesine, "  Başvurucu anılan karara karşı şikâyette bulunmuş ve Ankara İnfaz Hâkimliği 13/12/2012 tarihinde başvurucunun şikâyetinin reddine karar vermiştir. Hâkimlik, gerekçesinde Eğitim Kurulunun tespitlerinin doğru olduğunu belirtmiştir.  Başvurucu, Hâkimliğin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 2/1/2013 tarihinde usul ve yasaya aykırılık görülmediği gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Anılan karar 25/1/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.  Başvurucu 4/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.  A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un “Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir.  ... (3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren ... hiçbir yayın hükümlüye verilmez.” 12/7/2005 tarihli Adalet Bakanı oluru ile yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin “Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) Mahkemelerce yasaklanmış olan b) Mahkemelerce yasaklanmamış olsa bile, kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü ... eğitim kurulu kararıyla tespit edilen, hiçbir yayın kuruma kabul edilmez."B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, §§ 17,
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1495
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gönderilen bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince sakıncalı bulunarak verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Adli Tıp Kurumunun raporuna rağmen infazın ertelenmesi talebinin toplum güvenliği gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı; işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağı, ayrımcılık yasağı, özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/2/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/6/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Bireysel Başvuru Öncesi Süreç Başvurucu, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 4/12/2001 tarihli ve E.1999/77, K.2001/375 sayılı kararıyla müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu elli sekiz yaşında olup başvuru tarihi itibarıyla yaklaşık on yedi yıldır cezaevinde bulunmaktadır. Kendi beyanına göre 2007 yılında cezaevinde bulunduğu sırada iki kez kalp krizi geçirmiş ve ardından kısmi felç durumu ortaya çıkmıştır. Yine kendi beyanına göre 2013 yılında Cezaevinde bulunduğu sırada beyin kanaması geçiren başvurucu, reflekslerini ve hafızasını yitirmiş, kendi başına hayatını sürdüremez hâle gelmiştir. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 14/6/2013 tarihli ve 6759 sayılı raporunda “üç ay süreyle hastane şartlarında fizik tedavi ve rehabilitasyonunun sağlanması” sonrasında yeni tetkikler yapılarak durumun değerlendirilmesi yönünde mütalaa bildirilmiştir. Anılan rapor doğrultusunda başvurucu, Metris T Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiş; daha sonra durumuyla ilgili yeni rapor düzenlenmesi amacıyla Adli Tıp Kurumuna sevk edilmiştir. Başvurucunun durumunun Anayasa’nın maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi kapsamında olup olmadığı, infazın ertelenmesi, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 105/A maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendi kapsamında olup olmadığı hususlarında görüşleri sorulan Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 20/9/2013 tarihli ve 10780 sayılı raporunda “dosyada mevcut tıbbi evrakına göre serebrovasküler hastalık öyküsünün bulunduğu, ilgili tıbbi evrakı ve kurulumuzda yapılan muayenesi sonucunda ileri derecede motor afazisinin bulunduğu, kişinin tedavi ve rehabilitasyon sürecinin daha uygun koşullarda sağlanması amacıyla a) 5275 sayılı ... Kanun’un maddesinde yararlanılarak 6 (altı) ay süreyle infaz tehirinin (infazına ara verilmesinin) uygun olduğu, b) Tehir bitiminde son durumunu gösterir tıbbi evrakı ile birlikte muayene edilmek üzere Kurulumuza gönderilmesi sonrasında sorulan diğer hususlar açısından değerlendirilerek görüş düzenlenebileceği” yönünde mütalaa bildirilmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının (İlamat ve İnfaz Bürosu) 25/11/2013 tarihli ve 2013/312 sayılı kararı ile kolluk görevilerince düzenlenen araştırma tutanağı, ilam ve Adli Tıp Kurumu raporu birlikte değerlendirilmiş ve 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (6) numaralı fıkrası gereğince başvurucunun hapis cezasının infazının ertelenmesi talebinin reddine karar verilmiştir. Anılan karara yönelik itiraz, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 15/1/2014 tarihli ve 2014/26 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 15/1/2014 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu 4/2/2014 tarihinde bulunduğu Siirt E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiş ancak mahkûm koğuşunun güvenli olmadığı gerekçesiyle İnfaz Kurumuna geri götürülmüştür. Başvurucu 13/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Daha önce yapılan araştırmaya ilişkin tutanakta 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (6) numaralı fıkrasında belirtilen "infazın geri bırakılmasının toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturup oluşturmayacağı" hususunun değerlendirilmediği gerekçesine istinaden Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 23/9/2014 tarihli yazısı ile Mersin Emniyet Müdürlüğünden bu hususun açıklığa kavuşturulması istenmiştir. Anılan Emniyet Müdürlüğünün cevap yazısında başvurucunun hapis cezasının infazının ertelenmesi hâlinde toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturacağına dair herhangi bir veri elde edilemediği bildirilmiştir. Anılan yazı üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 24/9/2014 tarihli ve 2010/1-2454 İlamat sayılı kararı ile başvurucunun hapis cezasının infazının iyileşinceye kadar geri bırakılmasına karar verilmiştir. Kararın sonuç kısmı şöyledir:“…1- Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremediğinden ve infazın geri bırakılmasının toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirildiğinden, Hükümlü Salih TUĞRUL'un, halen infaz edilmekte olan … cezasının, 5275 [s]ayılı ... Kanun’un 16/ maddesi gereğince İYİLEŞİNCEYE KADAR GERİ BIRAKILMASINA,2- Adli Tıp Kurumu raporunda herhangi bir süre belirtilmediği anlaşılmakla 5275 [s]ayılı Yasa’nın 16/ maddesi gereğince, hükümlünün … yılda bir sağlık kontrolü yaptırılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığımıza müracaat etmesi gerektiği şeklinde yükümlülük belirlenmesine,3- Geri bırakma süresi içerisinde hükümlünün bulunacağı yerinaçık adresi ve telefon numaraları ile iler[i]de meydana gelebilecek değişikliklerin zaman geçirilmeksizin bildirilmesinin istenmesine,4- Belirlenen yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi durumunda geri bırakma kararının kaldırılacağının ihtar edilmesine,… karar verildi.”B. İlgili Hukuk 5275 sayılı Kanun’un “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır. (3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere,birsürebulunmadığıtakdirdebirer yıllık dönemleregöre bu fıkrada yazılı usule uygunolarakincelettirilir.İncelemesonuçlarınagöregeribırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.…(6) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1988
Başvuru, Adli Tıp Kurumunun raporuna rağmen infazın ertelenmesi talebinin toplum güvenliği gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı; işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağı, ayrımcılık yasağı, özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucuların yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılama haklarının; yargılamanın uzun sürmesi sonucunda verilen karar ve geçen zaman sonunda dava konusu taşınmazın değerinin çok fazla yükselmesi nedeniyle dava sonunda fazla harç yatırmaya mecbur bırakılmalarına neden olunması sebebiyle mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruculardan Emine AKUZU ve Mümüne OKUDAN'ın başvuru yaptıktan sonra vefat ettikleri anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince feragat, başvurunun takipsiz bırakılması, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kalkmış olması veya başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi hâlinde düşme kararı verilebilir. Ancak bildirim sonrasında vefat eden başvurucuların mirasçılarının başvurunun devamı talebinde bulundukları görülmüş ve başvuruya vefat eden başvurucuların mirasçıları da dâhil edilmiştir (benzer yöndeki karar için bkz. Elberan Vural ve diğerleri [GK], B. No: 2018/30235, 29/9/2022).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36533
Başvuru, başvurucuların yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılama haklarının; yargılamanın uzun sürmesi sonucunda verilen karar ve geçen zaman sonunda dava konusu taşınmazın değerinin çok fazla yükselmesi nedeniyle dava sonunda fazla harç yatırmaya mecbur bırakılmalarına neden olunması sebebiyle mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 17/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/18170 numaralı başvurunun 2017/18196 numaralı başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/18196 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Tazminat Davasına İlişkin Süreç Birinci ve ikinci başvurucu evlenip dört çocuk sahibi olduktan sonra birinci başvurucu 17/6/2010 tarihinde devlet hastanesinde vasektomi (erkeğin kısırlaştırılması) ameliyatı olmuştur. Söz konusu ameliyattan yaklaşık 19 ay sonra ikinci başvurucu hamile kalmış, hastanede yapılan test sonucunda birinci başvurucunun spermatik kanallarının tam kapanmamış olduğu tespit edilmiştir. Zararlarının tazmini için Sağlık Bakanlığına yaptıkları başvurunun zımnen reddi üzerine başvurucular, idare aleyhine 19/6/2012 tarihinde Bursa İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır. Dava dilekçesinde başvurucular; yaşlarının ileri olması ve ekonomik durumlarının yetersiz olması nedeniyle gebelik istemedikleri için vasektomi ameliyatına karar verdiklerini ancak doktorun hatalı tıbbi müdahalesi sonucu vasektominin başarılı olmadığını, istemedikleri gebeliğin meydana geldiğini, başka sağlık sorunları da bulunduğundan hamileliğin ve doğumun çok zor geçtiğini, tedavi sürecinde yaşadıkları zorluklar nedeniyle psikolojilerinin bozulduğunu, çocuğun bakım ve eğitim masraflarını karşılayacak güçlerinin bulunmadığını belirterek maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmişlerdir. Başvurucular 8/10/2012 tarihli savunmaya cevap dilekçelerinde Taburcu Sonrası Bilgi Formu'nu sunarak belgenin "Dikkat Etmesi Gereken Noktalar" kısmında "4 ay korunacak." ibaresi dışında başka bir şeyin yazılı olmadığını, kontrole gelmesi ve test yaptırması konusunda kendilerine hiçbir çağrı veya uyarı yapılmadığını, ameliyat sonrası test yapılması durumunda ameliyatın başarılı olmadığının anlaşılabileceğini, doktorun gerekli aydınlatmayı yapma konusunda kusurlu olduğunu bildirmişlerdir. Başvurucular doktorun vasektomi sonucunda geri dönülemez şekilde kısırlık olacağını kendilerine söylediğini, buna güvenerek ameliyata karar verdiklerini oysa başarısız bir ameliyat yapıldığını, ameliyat sonrası gerekli testlerin ve bu konuyla ilgili uyarıların yapılmadığını, doktorun kusuru açık olmasına rağmen durumun komplikasyon olarak geçiştirilmesinin büyük haksızlık olduğunu vurgulamışlardır. Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından 30/4/2014 tarihli rapor hazırlanmıştır. Anılan raporda vasektomi, gebelik oluşmaması amacıyla erkeklerde her iki sperm kanalının bağlanması işlemi olarak tanımlanmış; vasektomi sonrası spermatik kanalların tam kapanmaması durumunun her türlü özene rağmen görülebilecek, tıbbi ihmal ya da kusura bağlı olmayan komplikasyon olarak değerlendirildiği, uygulanan tıbbi işlem yönünden ilgili doktora atfı kabil kusur bulunmadığı bildirilmiştir. Bunun yanı sıra raporda; vasektomi sonrası gebelik oluşmaması amacıyla tıbbi kontrollerin yapılmasının ve kişinin doğum kontrolü yönünden aydınlatılmasının gerekli olduğu, dolayısıyla işlem sonrası yapılması gereken rutin kontrollere kişinin çağrılıp çağrılmadığı, çağrıldı ise hastanın kontrollere gelip gelmediği ve işlem sonrası gelişebilecek durumlarla ilgili süreç aydınlatmasının usule uygun yapılıp yapılmadığı hususunun ortaya konulmasının mahkemenin takdirinde olduğu belirtilmiştir. ATK raporunun "Tıbbi Belgeler" kısmında başvurucuların ve ameliyatı gerçekleştiren doktorun imzalarının bulunduğu 17/6/2010 tarihli Genel Onam Formu'nun yer aldığı, Taburcu Sonrası Bilgi Formu'nda hastanın 4 ay korunacağı ve 28/6/2010 tarihinde kontrole gelmesi gerektiğinin yazılı olduğu gösterilmiştir. ATK raporunun "Savunmalar" kısmında, ameliyatı gerçekleştiren doktorun ifadesinde 4 ay sonra kontrole gelmesi gerektiğini söylediği hâlde hastanın kontrole gelmediği belirtilmiştir. Bursa İdare Mahkemesi 19/11/2014 tarihinde bilirkişi raporunu hükme esas alarak davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde bilirkişi raporunun yerinde olduğu, rapora itirazların haklı nedenlerinin olmadığı vurgulandıktan sonra ileri sürülen zarar ile idarenin tazmin sorumluluğunu doğuracak nitelikte bir illiyet bağının bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucular, anılan karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucular; bilirkişi raporunun yeterli olmadığını, rapora itirazlarının değerlendirilmediğini, ayrıca ameliyat öncesinde olası riskler konusunda bilgilendirilmediklerini ve Onam Formu imzalamadıklarını vurgulamışlardır. Danıştay Onbeşinci Dairesi 11/2/2016 tarihinde, reddedilen tazminat üzerinden nispi vekâlet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmın bozulmasına, diğer kısımların usul ve hukuka uygun olması nedeniyle onanmasına karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 10/1/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvuruculara 21/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 17/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Başvurucular, Onam Formu'ndaki imzaların kendilerine ait olmadığı iddiasıyla ameliyatı gerçekleştiren hastane personeli hakkında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur. Savcılık tarafından Osmangazi Kaymakamlığından soruşturma izni istenmiştir. Kaymakamlığın başlattığı ön inceleme sırasında hazırlanan 22/4/2015 tarihli raporda ameliyatı gerçekleştiren doktorun kusur ve ihmalinin bulunmadığı belirtilmiştir. Bunun yanı sıra söz konusu raporda, ikinci başvurucunun eşinin ameliyat olmasına razı olduğu, bu ameliyata ortaklaşa karar verdiklerini beyan ettiği, Hasta Onam Formuna başka birinin imza atmasını gerektirecek herhangi bir menfaat unsuru bulunmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca Kaymakamlık tarafından Bursa Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Bölümünde görevli üç doktordan oluşan bilirkişi heyetinden alınan raporda "Türkiye'nin üyesi olduğu Avrupa Üroloji Birliğinin 2014 yılında yayınlamış olduğu kılavuza göre etkili ameliyat tekniği kullanıldığında vasektomiden sonra rekanalizasyon (sperm kanallarının kendiliğinden tekrar uç uca birleşmesi) riskinin <%1 olarak belirtilmiştir. Bu nedenle nadir oluşabilecek bu durum hakkında hasta önceden bilgilendirilmelidir. Yine aynı kılavuzda vasektomiden sonraki ayda sperm tahlili yapılması gerektiği ve hiçbir hareketli sperm izlenmemesi gerektiği bildirilmiştir. Kalıcı hareketli sperm varlığı vasektominin yetmezliğini ve yapılan cerrahi işlemin tekrar edilmesi gerekeceğini gösterdiği bildirilmiştir. Bu bilgilere dayanarak vasektomi ameliyatından sonra gebelik oluşması nadir de olsa gerçekleşebilecek bir durum olup tıbbi ihmal veya kusura bağlı olmayan komplikasyon olarak değerlendirilmiştir. Üroloji uzman doktoru [A.G.nin] yapılan muayene, teşhis ve tedavinin tıp bilimlerine uygun yapıldığı ancak hastanın ameliyat sonrası kontrollere gidip gitmediği ile ilgili belge bulunmadığı görüldü." denilmiştir. Osmangazi Kaymakamlığı 22/4/2015 tarihinde ameliyatı gerçekleştiren doktor hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan itirazı Bursa Bölge İdare Mahkemesi 11/6/2015 tarihinde reddetmiştir. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı da 25/6/2015 tarihinde ameliyatı yapan doktor hakkında inceleme yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Tıbbi ihmal ile ilgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23- 24/5/1983 tarihli ve 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'un "Nüfus planlaması" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Nüfus planlaması, fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi olmaları demektir.Devlet, nüfus planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır. Nüfus planlaması gebeliği önleyici tedbirlerle sağlanır." 2827 sayılı Kanun'un "Sterilizasyon ve kastrasyon" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Sterilizasyon, bir erkek veya kadının çocuk yapma kabiliyetinin cinsi ihtiyaçlarını tatmine mani olmadan izalesi için yapılan müdahale demektir." 2827 sayılı Kanun'un "Gebeliğin sona erdirilmesinde izin" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"4 üncü maddenin ikinci ve 5 inci maddenin birinci fıkralarında belirtilen ve rızaları aranılacak kişiler evli iseler, sterilizasyon veya rahim tahliyesi için eşin de rızası gerekir."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/18196
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru 11/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığında astsubay statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı davranışlarda bulunduğuna dair isimsiz bir e-posta gönderilmesi üzerine hakkında idari tahkikat başlatılmıştır. İstihbarata karşı koyma faaliyeti çerçevesinde 19/6/2012 ve 21/6/2012 tarihlerinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından başvurucunun ifadesi alınmıştır. Söz konusu ifade metninde başvurucunun ifadesine hangi kapsamda başvurulduğu hususu belirtilmemiştir. Anılan ifade metnine göre başvurucuya nerelerde görev yaptığı, sanal ortamdaki herhangi bir sosyal paylaşım sitesinde üyeliğinin olup olmadığı, İnternet üzerinden veya yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu kadınların kimler olduğu, bu kişilerin TSK hakkında bilgi almak için girişimde bulunup bulunmadığı sorulmuştur. Başvurucu, sorulan soruları ayrıntılı olarak yanıtlamış ve ifade tutanağını imzalamıştır. Tahkikat sonucunda hazırlanan raporda, başvurucunun davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu belirtilerek TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmesi teklifi getirilmiştir. Bu teklif doğrultusunda başvurucu hakkında 20/3/2014 tarihinde, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu vekili davalı idarece gönderilen gizli nitelikli belgeleri incelemesi ve belgelerin bir örneğinin kendisine verilmesi yönünde talepte bulunmuştur. AYİM Birinci Dairesi, 21/5/2014 tarihli kararıyla davalı idare savunması ekinde gizli zarf içerisinde gönderilen bilgi ve belgelerin başvurucu vekili tarafından incelenmesine ve başvurucu vekiline bu belgelere karşı beyanda bulunması için 30 günlük ek süre verilmesine karar vermiştir. Mahkeme, belgelerden suret alma talebini ise reddetmiştir. Başvurucu vekili, 2/6/2014 tarihinde söz konusu belgeleri incelemiştir. Başvurucu vekili 11/7/2014 tarihli dilekçesinde, idarenin savunmasına ve gizli belgelere karşı beyanda bulunmuştur. Ayrıca başvurucu vekili, AYİM Başsavcılığının düşüncesine karşı beyan dilekçesinde ve karar düzeltme dilekçesinde söz konusu belgeler hakkında görüş ve beyanlarını sunmuştur. Başvurucu söz konusu dilekçelerinde, psikolojik baskı altında ifadesinin alındığını, ifade tutanağını okumadan imzaladığını belirtmiştir. Başvurucu istihbarat görevlilerince kamerayla kayıt başlatıldığı belirtilerek ve psikolojik baskı altında ifadesinin alındığını, sorgulamanın saatlerce sürdüğünü, ne için beyanda bulunduğunu bilmediği gibi ifadesinin disiplin cezası verilmesine esas alınacağını da bilmediğini, tanık olarak beyanına başvurulduğu ve ifadenin aleyhine kullanılmayacağı söylenilerek kandırıldığını belirtmiştir. Başvurucu, ifadesinin alındığı sırada kamera kaydı yapıldığını, daha sonra bilgi edinme başvurusu üzerine Hava Kuvvetleri Komutanlığının 25/8/2015 tarihli yazısıyla kamera kaydının idare tarafından imha edilmiş olduğunun bildirildiğini belirtmiştir. Başvurucu ifade tutanağının hukuka aykırı şekilde elde edilen delil olduğunu, bu delillerin disiplin soruşturması dosyasına dahil edilmesinde özel bir kasıt bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, çok sayıda takdir belgelerinin bulunduğunu, çok başarılı çalışmaları olduğunu, özel yaşamına ait unsurların kurum disiplin ve düzenini tehdit eden bir yönü bulunmadığını iddia etmiştir. AYİM, oybirliğiyle davayı reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun davranışlarının, TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu ve bu nedenle başvurucunun TSK'daki görevini devam ettirmesinin olanaklı olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil, disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 14/12/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 11/1/2016 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30) ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka (Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26-33) yer vermiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/552
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
1
Başvuru, temyiz talebinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Bilton Beton Ürünleri San. ve Tic. A.Ş. (Şirket) aleyhine İstanbul Anadolu İcra ve İflas Müdürlüğünün E.2010/24 sayılı dosyası ile takip başlatılmış, bu süreçte Şirket hakkında 29/4/2010 tarihinde iflas kararı verilmesi üzerine tasfiye işlemleri için iflas memurları atanmıştır. Tasfiye sürecinde alacaklı olan davalı şirket lehine başvurucuya ait taşınmazın tapu kaydına teminat olarak sırada ipotek ve bazı araçlara da rehin konulduğu tespit edilmiştir. Başvurucu aleyhine icra takibi yapan alacaklılardan İ.Ç. A.Ş.nin sıra cetvelinde yer almak için iflas idaresine yaptığı başvuru, alacağın varlığının tespitinin yargılamayı gerektirdiği belirtilerek reddedilmiştir. İ.Ç. A.Ş. alacaklarının sıra cetveli için başvurucu aleyhine kayıt kabul davası açmıştır. (Kapatılan)İzmir Asliye TicaretMahkemesi (Mahkeme) 12/12/2013 tarihli kararında davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkemenin hüküm celsesi tutanağı (kısa karar) ile gerekçeli kararda, başvurucunun gerekçeli kararın tebliğden itibaren on beş gün içinde temyiz yoluna başvurabileceği belirtilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararı 16/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 31/1/2014 tarihinde temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 27/11/2014 tarihli kararında, temyiz talebinin 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun maddesi gereğince tebliğden itibaren on günlük süre içinde yapılması gerekirken bu süre dolduktan sonra yapıldığını belirterek temyiz talebini reddetmiştir. Başvurucu, Yargıtay kararına karşı temyiz isteminin süresinde olduğunu ileri sürerek karar düzeltme talebinde bulunmuş; Daire 3/5/2017 tarihli kararıyla talebi reddetmiştir. Nihai karar 19/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 18/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 2004 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Ticaret mahkemesince verilen nihaî kararlar, 160 ıncı maddenin son fıkrasına göre alınan masraftan karşılanmak suretiyle mahkemece re'sen taraflara tebliğ olunur.Bu kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir. İstinaf ve temyiz incelemeleri, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre yapılır. ..." 2004 sayılı Kanun’a 2/3/2015 tarihli ve 5311 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici madde şöyledir:"Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar İcra ve İflâs Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümleri uygulanır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Hüküm 'Türk Milleti Adına' verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:…ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.…” 6100 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır." 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir: "Temyiz süresi on beş gündür. Temyiz süreleri, ilâmın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30361
Başvuru, temyiz talebinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; yakınlarının güvenlik güçleri tarafından öldürülmesi nedeniyle yaşam hakkının, oluşan zararların tazmini amacıyla 7/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'a istinaden yapılan başvurunun ve anılan başvuruda verilen karar aleyhine açılan davanın makul süreyi aşacak şekilde uzun süre sonunda reddedilmesi nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 2/7/1993 tarihinde Mardin'in Dargeçit ilçesi Çelik Köyü Jandarma Karakol Komutanlığına PKK terör örgütü mensuplarınca düzenlenen silahlı saldırıda on altı askerin şehit edilmesi üzerine güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyon sırasında başvurucuların yakınları olan S.E. ve E. hayatlarını kaybetmiştir. Olay tarihinde S.E. 56, E. ise 13 yaşındadır. Başvurucuların olayla ilgili olarak Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma hakkında herhangi bir açıklamada bulunmadıkları, herhangi bir belgeyi bireysel başvuru formu ile eklerine eklemedikleri anlaşılmıştır. Başvurucular, yakınlarının terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma arasında kalarak hayatlarını kaybettikleri gerekçesiyle 30/6/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun uyarınca Mardin Valiliği bünyesinde oluşturulan 3 No.lu Tazminat Komisyonuna (Komisyon) başvuru yapmışlardır. Komisyon 21/1/2009 tarihli kararıyla "[S.E.] ve [E.]nin ölümü ile ilgili olarak Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığının 1993/30 hazırlık, 1993/37 karar sayılı görevsizlik kararında ölenlerin PKK terör örgütü üyesi oldukları ve Güvenlik güçleri ile girdikleri silahlı çatışmada öldürüldüğü belirtildiğinden..." şeklinde gerekçeyle tazminat taleplerinin reddine karar vermiştir. Başvurucular anılan kararın iptali istemiyle Mardin İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, S.E. ve E.nin yasa dışı terör örgütü içinde yer aldığı ve bu nedenle davaya konu ölümlerin 5233 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 17/9/2015 tarihli ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı başvurucular vekiline 9/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve karar düzeltme yoluna başvurmayan başvurucular 2/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun , ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir: “ Madde 450 - (Değişik madde: 09/07/1953 - 6123/1 md.)Öldürmek fiili:... Taammüden icra olunursa;...... fail, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum edilir. Madde 102 - Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene, ...... geçmesiyle ortadan kalkar.Madde 104 - Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü, yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:  “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” 5233 sayılı Kanun’un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” 5233 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar ...” 3713 sayılı Kanun’un "Terörün tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör amacı ile işlenen suçlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:a) Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar. b) 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan suçlar..." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: “ İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...” 2577 sayılı Kanunu’nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:  “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır....Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18/2/2016 tarihli ve E.2015/2933, K.2016/326 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: " ...İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal faaliyetler sonucunda, idare ile bireyler arasında bireyler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin uğradığı maddi zararlar yanında manevi zararların da idarece tazmin edilmesini sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle bireylerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından yoksunluğun giderilebilmesini, yine bu surette oluşan manevi zararların karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri içine almaktadır.İdare, Anayasamızın maddesinde de belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bunun yanında, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir. İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi, Anayasanın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir. Esasen bilimsel ve yargısal içtihatlara dayalı olarak geliştirilmiş olsa da, Anayasanın maddesinde öngörüldüğü üzere, hiç bir organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağına göre, sosyal risk ilkesi de tazminat hukukunun temel prensiplerine kaynak oluşturan Anayasa hükümlerine dayanılarak kabul edilmiştir. Daha açık bir şekilde vurgulamak gerekirse, terör olaylarından zarar gören bireylerin maddi ve manevi zararlarının idari yargı mercilerinin toplumsal risk ilkesi uyarınca tazminine ilişkin kararları, konuyu düzenleyen genel bir yasa olmadığından, doğrudan Anayasanın öngördüğü ilkelere dayanmış; bu ilkeler Danıştay tarafından yorumlanarak ilkeye uygulanabilirlik kazandırılmıştır.Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile 'terör olayları' olarak nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir. ...Anılan Kanunun gerekçesinde, 'Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. ... Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ... İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. ... Bu çerçevede.... terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması .... amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.' denilmektedir...." Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/12/2018 tarihli ve E.2016/5245, K.2018/8344 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...Terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla çıkarılan ve 2004 gün ve 25535 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 'Amaç' başlıklı maddesinde, bu Kanunun amacının, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek olduğu, 'Kapsam' başlıklı maddesinde, bu Kanunun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1'inci, 3'üncü ve 4'üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsadığı, terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar ve kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararların bu Kanunun kapsamı dışında sayılan durumlardan olduğu, 'Karşılanacak Zararlar' başlıklı maddesinde ise, bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararların, hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar olduğu hükümlerine yer verilmiştir.Öte yandan, anılan Kanunun gerekçesinde, 'Kural olarak idarenin hukukî sorumluluğu kusur esasına dayanmaktadır. Sözü edilen kuralın istisnası olarak, idarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği birtakım zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanması gerekmektedir. ....Ortaya çıkan zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakarlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. Kişilere verilen zararlar, ister terör örgütlerinin eylemlerinden, ister terörle mücadele sırasında Devletçe alınan tedbirlerden kaynaklanmış olsun; bu zararların belirtilen ilkeler uyarınca karşılanması, Devlete olan güveni pekiştirecek; vatandaş-Devlet kaynaşmasını artıracak, terörle mücadeleye ve toplumsal barışa önemli katkıda bulunacaktır. Terörle mücadelede Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ve güvenlik güçlerinin kazandığı olağanüstü başarının sosyal ve ekonomik tedbirlerle desteklenmesi zorunluluğu toplumumuzun bütün kesimlerince kabul edilmektedir.' denilerek Kanunun getiriliş amacı açıklanmıştır. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanun’un 'Terörün Tanımı' başlıklı maddesinde; 'Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasa'da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.' şeklinde tanımlanmış, Kanunun maddesinde, Türk Ceza Kanun’unda yer alan terör suçları sayılmış, maddesinde ise terör amacı ile işlenen suçlar belirtilmiştir.Terör eylemlerinin devlete yönelik olduğu, devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçladığı yukarıda anılan 3713 sayılı Kanunda belirtilmiş olup bu tür olayların zarar gören kişi ve kurumlara karşı kişisel husumetten ileri gelmediğinin dikkate alınması gerekmektedir. Terör eylemleri nedeniyle zarara uğrayan, bu eylemlere herhangi bir şekilde katılmamış olan kişiler kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplum içinde ortaya çıkan bu olaylardan toplumun bir parçası olması sıfatıyla zarar görmektedir. 5233 sayılı Kanunun terör eylemleri sonucu zarar görenlerin zararların karşılanmasına yönelik olduğu, nakdi tazminat ödenmesi için bir maddi zararın oluşması, zararın 3713 sayılı Kanunun ve maddeleri kapsamında yer alan eylemlerden veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle uğranılması gerektiği belirtilmiştir.Yukarıda yer verilen Kanun hükümlerine göre, terör veya terörle mücadelede kapsamında yürütülen faaliyetlerden kaynaklanmayan zararların 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanması hukuken olanaklı değildir. ..." Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/10/2012 tarihli ve E.2012/189, K.2012/7048 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"...İdare, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.Bununla birlikte; bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağan dışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.Belirtilen niteliğine göre, sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması gerekmektedir.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla kabul edilmiş olup; bu amaç, anılan Kanunun genel gerekçesinde 'Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. ... Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ... İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. ......Görüldüğü üzere; 5233 sayılı Kanun, yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen 'sosyal risk' ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu nedenle, adı geçen Kanunun uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından; idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi; dolayısıyla idari eylemlerden doğan zararın, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca tazmini gereken davalarda, 2577 sayılı Kanunun maddesinin uygulanması gerekmektedir. ..."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18647
Başvuru, yakınlarının güvenlik güçleri tarafından öldürülmesi nedeniyle yaşam hakkının, oluşan zararların tazmini amacıyla 7/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun a istinaden yapılan başvurunun ve anılan başvuruda verilen karar aleyhine açılan davanın makul süreyi aşacak şekilde uzun süre sonunda reddedilmesi nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Gezi Parkı olaylarında meydana gelen yaralanmanın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler 1990 doğumlu, olay tarihinde üniversite öğrencisi olan başvurucu, Gezi Parkı protestoları sırasında 1/6/2013 günü saat 00’da Ankara, Kızılay, Ziya Gökalp Caddesi üzerinde polis tarafından gaz fişeğiyle sağ şakağından vurularak yaralandığını öne sürmektedir. Başvurucu 11/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç ihbarında bulunmuştur. Ziya Gökalp Caddesi’nde görevli polis amir ve memurları, Güvenlik Şube Müdürü, Çevik Kuvvet Müdürü, Ankara İl Emniyet Müdürü ve Ankara Valisi suç ihbarında şüpheli olarak gösterilmiştir. Soruşturmanın 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülmesi ve aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası ile maddesinde sayılan adli kolluk birimlerinden jandarmanın görevlendirilmesi, emniyet birimlerine soruşturmada herhangi bir vazife verilmemesi de ihbar dilekçesindeki talepler arasındadır. Olay yeri kamera görüntülerinin temin edilmesi için Savcılık, Ankara Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazmıştır. i. Olay yeri civarındaki üç işyerinin güvenlik kamerasındaki görüntüleri işyerlerinden talep edilmiştir. Bu işyerleri, aradan geçen zamanın uzunluğundan ötürü kayıtların silindiğini Çankaya Polis Merkez Amirliğine bildirmiştir. ii. Çankaya Emniyet Müdürlüğünün 30/7/2013 tarihli yazısında, MOBESE kayıtlarının veri tabanında saklanma süresi olan bir aylık süre geçtiğinden görüntü elde edilemediği ifade edilmiştir.iii. ANK-280 No.lu hareketli ve ANK-80 Sabit-1 No.lu KGYS kamera görüntüleri Ankara Emniyet Müdürlüğünce Savcılığa gönderilmiştir.iv. Ankara Emniyet Müdürlüğü Foto Film Şube Müdürlüğü olayla ilgili olarak dört CD’yi Savcılığa göndermiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğü başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçundan gözaltı ya da başka bir adli işlem yapılmadığını ifade etmiştir. Gösteriye yapılan müdahale hususunda düzenlenmiş olay tutanağı bulunmamaktadır. Ancak Ankara Emniyet Müdürlüğü 28/10/2013 tarihinde Savcılığa gönderdiği bir yazıda gösteriyle ilgili şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “…2013 günü çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde 'İstanbul Taksim Gezi Parkı AVM Projesini Protesto Etmek' amacıyla Kızılay Bölgesi, Kolej, Tunalı Hilmi Caddesi ve ilimizin muhtelif yerlerinde toplanan eylemci gruplar ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmak suretiyle, içlerinden bazı şahıslar da tanınmamak için de yüzlerini bez parçaları ile gizledikten ve kendilerine sıkılan tazyikli su ile gazdan etkilenmemek için yüzlerini deniz gözlüğü ile inşaatlarda kullanılan baretler ile kapattıktan sonra yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensupları ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine yapılan şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir.…”B. Başvurucunun Adli Muayene Raporu Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 8/12/2015 tarihli raporu şöyledir: “…Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin 01/06/2013 tarih ve bila sayılı rapor fotokopisinin tetkikinde; Başına biber gazi fişeği gelmesi nedeni ile kafada şişlik öyküsüyle başvurduğu, sağ temporal [şakak] bölgede 6x6 cm ödem ekimozu olduğu kayıtlı olup, hayati tehlikesi olduğu, KBB konsültasyonu istendiği, maskilla [üst çene kemiği] BT de sağda cilt altı dokuda ödem olduğu kayıtlı olup, Yapılan muayenesinde: Sağ temporo frontal bölgede 5x1 cm’lik alanda dikkatli bakıldığından zorlukla tefrik edilebilen çevre cilt seviyesinde hafif koyu renk değişimi bulunduğu tespit edilmiş olup, Yaralanmasının;1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,3-Yüzde sabit iz niteliğinde OLMADIĞINI, 4-Kemik kırığı tariflenmediğini, Bildirir rapordur.” Başvurucunun Beyanları Suç ihbarı dilekçesi 4/11/2013 tarihinde Savcılıkta verdiği ifade ve başvuru formuna göre başvurucunun iddiaları şöyledir:- 1/6/2013 günü saat 00 sıralarında Gezi Parkı olaylarındaki polis şiddetini protesto etmek amacıyla Kızılay’da yapılacak gösteriye katılmıştır. - Ziya Gökalp Caddesi'ndeki Soysal Pasajı önüne geldiğinde polislerin tüfekle yoğun olarak attığı biber gazı kapsüllerinden biri sağ şakağına isabet etmiştir. Bilinci tam olarak yerinde olmadığı için olay yerinde bulunan kişiler başvurucuyu İbni Sina Hastanesine (Hastane) götürmüştür. Başvurucuyu Hastaneye götüren kişilerden biri de aynı üniversitede okuyan Y.Ç. isimli öğrencidir. - Olay anında biber gazının yoğun kullanımından ötürü hava çok sisli olduğu için ne kendisi ne de tanıklar polisleri görebilmiştir. Polislerin yüzlerinde gaz maskesi ve kask olduğu için biber gazı kullanan polisleri teşhis etmeleri mümkün değildir. Tanık Beyanları Başvurucuyu hastaneye götüren, üniversiteden tanıdığı Y.Ç.nin tanık sıfatıyla 8/12/2015 tarihinde Savcılıkta verdiği ifadesi şöyledir: “Ben Egemen BUDAK'ı aynı üniversitede öğrenci olması ve aynı derneğe üye olmamız nedeniyle tanırım. 01/06/2013 tarihinde Kızılay Bölgesinde yapılmakta olan gezi protestolarına ben de katılmak için gittim. Ben Ziya Gökalp Caddesi üzerindeki yaya üst geçidinin alt kısmında bulunuyordum. Bu sırada yoğun bir polis müdahalesi yapılmakta idi. Benim yaklaşık 10-15 metre önümde polisin attığı gaz kapsüllerinden birinin sonradan yanına gittiğimde arkadaşım Egemen BUDAK olduğunu öğrendiğim şahsın kafa bölgesine çarptığını gördüm. Ben yardım etmek amacıyla şahsın yanına gittiğimde şahsın arkadaşım Egemen BUDAK olduğunu gördüm. Olay mahallinde yoğun gaz olması nedeniyle Egemen'i olay yerinde bulunan diğer kişilerle birlikte daha sakin olan olay yerine yaklaşık 100-150 m uzakta olan NT denen kitap kırtasiye dükkanının önündeki banka götürdük. Ben burada sağlıkçı olduğunu tahmin ettiğim kişiler Egemen'e müdahale edince tekrar ben Ziya Gökalp Caddesi'ne döndüm. Ben daha önce de belirttiğim gibi Egemen'in gaz kapsülüyle vurulduğunu gördüm. Ayrıca polislerin hedef gözeterek ateş ettiğini gördüm. Çünkü bu şekilde birkaç kişiye daha ateş ettiler. Onlara da sağlık müdahalesini olay mahallinde bulunan diğer şahıslar yaptı. Benim Egemen BUDAK'a ateş eden polis memuru arasında yaklaşık 70-80 metre mesafe vardı. Olay mahallinde çok fazla gaz nedeniyle sis vardı. Ayrıca polislerin kafa bölgelerinde kask olması nedeniyle kendilerini teşhis edebilmem mümkün değildir. Benim olayla ilgili bilgim ve görgüm bundan ibarettir.” Tanık S. 8/12/2015 tarihinde Savcılıkta verdiği beyanında şunları dile getirmiştir: “Ben Ankara Barosu'na kayıtlı avukat olarak görev yaparım. Bürom Sakarya [Caddesi’nde] bulunmaktaydı. 01/06/2013 tarihinde kamuoyunda gezi protesto eylemleri olarak bilinen olaylar büromun bulunduğu bölgede yoğun olarak devam etmekteydi. Ben büromda oturmaktaydım. Ancak büromun bulunduğu bölgede yoğun gaz olması nedeniyle büromda da zaman zaman rahatsızlık hissederek aşağıda Dalyan Balıkçısı ve Hosta Piknik'e iniyordum. Bu sırada polis göstericilere yoğun müdahalelerde bulunuyordu. Bu sırada bir çok insanın gaz kapsülüyle yaralandığını gördüm. Bu sırada sonradan isminin Egemen BUDAK olduğunu öğrendiğim genç çocuk iki kişi koluna girmiş olarak Hosta Piknik'in önüne getirdiler. Ben kendilerine yardımcı olmak amacıyla Hosta Piknik'in önündeki banka oturttum. Genç çocuğun yanlış hatırlamıyorsam sağ şakağında suda haşlanmış gibi kabarcıklar vardı. Dalyan Balıkçısından getirttiğim buz torbasını yüzüne bastırarak, yüzündeki yanığın etkisini azaltmaya çalıştım. Daha sonra çocuk abla ben kötü oluyorum dedi ve kendinden geçti. Bu sırada olay mahallinde bulunan ismini bilmediğim güçlü, kuvvetli bir şahıs genci sırtına alarak İş Bankası Bölge Müdürlüğü'nün Atatürk Bulvarı'na çıkan köşesinde bulunan 112 Acil Ambülansına bindirdiğini gördüm. Daha sonra genç çocuk yanlış hatırlamıyorsam Adliye'de yanıma gelerek bana 'Avukat hanım, o gün hayatımı kurtardınız, yardımlarınız için çok teşekkür ederim' dedi Ben de kendisine o zaman kartımı verdim ve herhangi bir şey olursa tanıklık yapabileceğimi söyledim. Olayla ilgili bilgim bundan ibarettir.”E. Kamera Görüntüleri Üzerinde Yaptırılan Bilirkişi İncelemesi Dosyada bulunan beş DVD üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. DVD’ler bilirkişi tarafından şöyle tasniflendirilmiştir: i. Üzerinde “Güvenlik Şube Müdürlüğü 2013-15630” yazılı, Kızılay Meydanı’nı gösteren MOBESE kaydı, ii. “Gezi Eylemi -1- 2013”iii. “Gezi Eylemi -2- 2013”iv. “Gezi Eylemi -3- 2013” yazılı, Ankara Emniyet Müdürlüğü Foto Film Şube Müdürlüğü tarafından kayıt altına alınmış, muhtelif sürelerde sürekli olmayan görüntülerv. “Gezi Eylemi -4- 2013 Fotoğraflar” isimli toplam 832 fotoğraf bulunan DVD Kamera görüntülerinde müştekinin şikâyetiyle ilgili bir görüntü bulunmadığı bilirkişi raporunda açıklanmıştır. F. Soruşturma Neticesinde Verilen Karar Savcılık 9/5/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Şüpheli kısmında “Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri” yazılı kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: “… [Emniyet Müdürlüğünün Savcılığa gönderdiği ve olayla ilgili değerlendirmelerin yer aldığı yazıya yer verilmiştir.]Başsavcılığımızca Müşteki Egemen Budak'ın iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 2013 tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Protesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesis etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve copla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK maddesinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 2013 tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YER OLMADIĞINA... [karar verilmiştir.]…” Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 28/6/2016 tarihinde reddedilmiştir. Kovuşturmasızlık kararındaki gerekçelerin usul ve yasaya uygun olması, ret kararına dayanak yapılmıştır. 1/8/2016 tarihinde tebliğ edilen ret kararı üzerine 23/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45; Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22- Emniyet Genel Müdürlüğünün (EGM) "Çevik Kuvvet Personeli" konulu, 22/6/2013 tarihli ve 55 No.lu Genelgesi'nin ilgili kısmı şöyledir: “…- Orantısız güç ve aşırı gaz kullanımı iddialarını önlemek için, müdahale ve gözaltı işlemlerinin kamera ile kayıt altına alınması ilgili birimlerce sağlanacaktır.…” EGM’nin "Toplumsal Olaylarda Hareket Tarzları" konulu, 22/7/2013 tarihli ve 64 No.lu Genelgesi’nin ilgili kısmı şöyledir: “…- Göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmesi gereken ve 40 metreden daha kısa mesafede bulunan gruplara karşı; öncelikli olarak gaz el bombaları, OC gaz püskürtücü tüpler, namlu ağzı fişekleri ve el spreylerinin kullanılması, gaz fişeklerinin ise belirtilen mesafelerde (Tip 1-Tip 2) kullanılmamasına özen gösterilmesi, göz yaşartıcı gaz fişeklerinin direkt olarak şahıslar hedef alınarak kullanılmaması ve müdahalenin kamera ile kayıt altına alınmasının sağlanması,...” Gaz fişeği kullanılması hususunda AİHM’in yaklaşımı Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye (B. No: 44827/08, 16/7/2013) başvurusunda açıklanmıştır. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir: “42… Aslında, somut olayda sadece göz yaşartıcı gaz kullanımı tek sorun değildir, ayrıca göstericilere doğru göz yaşartıcı bombanın atılması da sorun teşkil etmektedir. Oysa, bir göz yaşartıcı bombanın aracı bir atım aleti vasıtasıyla ateşlenmesi, eğer bu atım aleti uygun olmayan bir tarzda kullanılırsa ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme riskini taşımaktadır. … Bu bakımdan, her ne kadar video kayıtlarından göz yaşartıcı bombanın nasıl atıldığının açık olarak görülme olanağı bulunmasa da, etkisi ve sebebiyet verdiği yaralanmalar dikkate alındığında, Mahkeme, başvuranın iddia ettiği gibi atışın direkt ve gergin bir atış olduğunu çan şeklinde yapılan bir atış olmadığını gözlemlemektedir. Aslında, özellikle bir bilirkişiye başvurarak yapılan atış tarzının kesin olarak ortaya konulması için gerekli araştırmaları yapma yükümlülüğü Hükümete aittir. Hükümet tarafından başvuranın iddiasını çürütmeye olanak sağlayabilecek herhangi bir bilgi sunulmadığı için, Mahkeme, yapılan atışın doğrudan ve gergin bir atış olduğunu kabul etmektedir. Mahkemeye göre, göz yaşartıcı bombanın bir araç vasıtasıyla doğrudan ve gergin olarak atılması, bu şekilde bir atışın ciddi ve hatta ölümcül yaralanmalara sebebiyet verebileceği gerçeği karşısında, uygun bir kolluk eylemi olarak kabul edilemeyecektir. Buna karşın, göz yaşartıcı bombanın çan şekilde (hafif yukarıya doğru) atılması, çarpması halinde bireylerin yaralanmasını veya ölümüne sebebiyet verilmesini engellediği ölçüde uygun bir atış tarzı olarak kabul edilebilecektir.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14870
Başvuru, Gezi Parkı olaylarında meydana gelen yaralanmanın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/499
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen bir delile dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Ulusal düzeyde yayın yapan özel bir televizyon kanalında 25/10/2005 tarihinde yayımlanan ve Malatya Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünün 0-6 yaş çocuk yuvasında görevli öğretmen, eğitici ve çocuk bakıcılarının yuvada kalan çocuklara yönelik olarak sürekli şekilde şiddet uyguladıklarına ilişkin haber üzerine Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından olaya ilişkin resen soruşturma başlatılmıştır. Yuvada yaşanan olaylara ilişkin olarak söz konusu haberi yayımlayan televizyon kanalından temin edilen kasetin çözümü ve kurum çalışanları ve G.K.ye yaptırılan teşhis sonrasında düzenlenen 28/12/2005 tarihli Teşhis Tutanağı'nda özetle; yuvada kalan bir kısım çocuğu tehdit eden ve eziyet eden kişilerden birinin başvurucu olduğu belirtilmiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılık tarafından başvurucu ile birlikte çok sayıda çocuk yuvası görevlisi hakkında eziyet suçundan mağdur sayısınca cezalandırılması talebiyle 27/1/2006 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Yargılama sonucunda Mahkeme başvurucunun zincirleme suretle çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı eziyet suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezasına mahkûmiyetine karar vermiştir. Bu hüküm Yargıtayın 28/9/2011 tarihli kararı ile isnat edilen suçun mağdur sayısınca gerçekleştiği ve eksik inceleme ile hüküm kurulduğu gerekçeleri ile bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak devam edilen yargılamanın 8/10/2013 tarihli celsesinde başvurucunun mağdurlara yönelik eylemlerine ilişkin olarak kasten yaralama, kötü muamele ve tehdit suçlarından muhtelif hapis cezaları ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme, ayrıca başvurucunun katılan A.B.ye yönelik dışkı yedirme şeklinde gerçekleşen eziyet eylemine ilişkin olarak eylem tarihinin belirlenememesi nedeniyle lehe olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu hükümleri uyarınca zamanaşımı nedeniyle düşme kararı vermiştir. Temyiz kanun yolu incelemesi sonucunda söz konusu hüküm katılan A.B.ye yönelik olarak gerçekleştirilen eziyet suçuna ilişkin verilen düşme kararı yönünden bozulmuş, diğer mağdurlara yönelik eylemler yönünden ise onanmıştır. Bozma kararı sonrası yargılamada Mahkeme, A.B.ye yönelik eylemine ilişkin olarak başvurucunun çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı eziyet suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine 30/3/2017 tarihinde karar vermiştir. Yargıtay 22/10/2018 tarihinde hükmün onanmasına karar vermiştir. Yargıtay onama kararı ile kesinleşen hükme istinaden düzenlenen müddetnameye ilişkin tebliğ belgesi Başsavcılık tarafından gönderilmiştir. Anılan belgeye göre müddetname ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya 4/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu; A.B.ye yönelik eziyet suçuna ilişkin nihai karardan 15/1/2019 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş, 8/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5600
Başvuru, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen bir delile dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, çalışanlar adına yapılan katkı payı ödemelerinin ücret olarak kabul edilmesi sonucu bu ödemeler üzerinden gelir ve damga vergileri tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular ekli tablonun (C) sütununda belirtilen tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (A) sütununda belirtilen bireysel başvuru dosyalarının 2018/26015 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/26015 numaralı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Vergi İdaresince Türkiye İş Bankası A.Ş. (Banka) nezdinde 2007-2011 yılları arasındaki dönem için yapılan vergi incelemesi sonucunda 23/11/2012 ve 1/4/2013 tarihli vergi inceleme raporları düzenlenmiştir. Bu raporlarda özetle;i. Türkiye İş Bankası A.Ş. Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfı'nın (Vakıf) personele ek haklar sağladığı, bu sebeple özel sigorta fonksiyonu gördüğü, Vakfın ana finansman kaynağının ise çalışanlardan ve Bankadan sağlanan katkı payları olduğu vurgulanmıştır.ii. Vakıf tarafından çalışanlara sağlanan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, bu yönüyle Bankaca ödenen katkı paylarının işçilere sağlanan menfaatlere ilişkin işveren payı olarak algılanması gerektiği ifade edilmiştir. iii. Bunun yanında Banka katkı payının hesaplanmasında çalışanların emekliliğe esas maaş ve ikramiye paylarının dikkate alındığı, bundaki amacın ise her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarının belirlenmesi olduğu belirtilmiştir. Rapora göre Banka katkı payı ödemelerinden esas yararlananlar çalışanlar olup Vakıf ise sadece buna aracılık etmektedir.iv. Sonuç olarak Bankanın muhtelif şubeleri tarafından çalışanları adına yapılan ödemelerin ücret mahiyetinde olduğu, bu ödemelerin ise 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinde yazılı şartları taşımaması nedeniyle ücret matrahından indirilemeyeceği kanaatine varılmıştır. Vergi İdaresince raporlardaki tespitler doğrultusunda, bu ödemeler üzerinden gelir vergisi tevkif edilerek beyan edilip ödenmediği gerekçesiyle vergi ziyaı cezalı gelir vergisi tarhiyatları yapılmıştır. Ayrıca bu katılım payları ödemelere ilişkin belgelerde gösterilmediğinden damga vergisi matrahının eksik hesaplandığı gerekçesiyle de cezalı damga vergisi tarh edilmiştir.B. Başvuru Öncesi Açılan Davalar Süreci Başvurucuya ait bazı şubeler yönünden vergi ziyaı cezalı gelir stopaj vergisi ve damga vergisi tarhiyatı üzerine başvurucu bu işlemlere karşı çeşitli vergi mahkemelerinde davalar açmıştır. Bu davalar vergi mahkemelerince reddedilmiştir. Kararların gerekçesi özetle şöyledir:i. Mahkemelere göre bir ödemenin ücret sayılabilmesi için bir işyerinde bir işverene bağlı olarak çalışma yapılması ve bunun karşılığında menfaat elde edilmesi gerekir. Buradaki ana unsurun çalışılan bir iş karşılığında menfaat elde edilmesi olduğu belirtilmiş ve vergisel olarak değerlendirilebilmesi için ise bunun maddi bir menfaat olmasının ve kişinin tasarrufuna bırakılmasının gerekliliğine vurgu yapılmıştır. ii. Kararlarda yapılan ödemeler sonucunda Vakıf tarafından çalışanlara çalışma hayatı boyunca ve emeklilikte ek bir menfaat sağlandığı ve bu menfaatin ise sadece çalışanların maaşları üzerinden ödeme yapılması nedeniyle bu kişilere münhasır olduğu belirtilmiştir. Mahkemelere göre ödemenin bir hukuksal yükümlülük olup olmadığı değil ödemenin kişi bazında bir menfaat sağlayıp sağlamadığı ve dolayısıyla bu menfaatin ücret kapsamında olup olmadığı önem taşımaktadır. Bu bağlamda çalışanlara yapılan ölüm aylığı, emeklilik aylığı gibi ödemelerde yine çalışan için ödenen prim sayısına göre hesaplama yapıldığı ifade edilmektedir.iii. Kararlarda ayrıca, işçi-işveren ilişkisinin Banka ile çalışan arasında bir ilişki olduğu ve Vakfın görevinin ise Bankanın ödediği tutarı belli şartlar altında çalışan kişiye ödemekten ibaret olduğu belirtilmiştir. Mahkemeler, iç ilişkide Bankanın sorumluluğunun işçiye değil Vakfa ait olmasının bu gerçeği değiştirmeyeceğini kabul etmiştir. iv. Diğer taraftan Banka tarafından ödenen tutarın anlık olarak işçinin tasarrufuna bırakılmadığı kabul edilmekle birlikte bu ödemelerin ayrı bir hesapta kişi bazında izlenmesi ve sonuçta şartlar gerçekleştiğinde çalışan kişiye ödenmesi nedeniyle geniş anlamda tasarruf hakkının mevcut olduğu değerlendirilmiştir. v. Mahkemeler bu gerekçelerle başvurucu Bankanın çalışanları adına Vakfa ödediği katkı payının çalışanlara verilen ücret unsuru içinde mütalaa edilmesi gerektiği kanaatiyle ihtirazi kayıtla verilen beyanname üzerine yapılan gelir ve damga vergileri tahakkuk ve tahsilatlarında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Anılan kararlar Danıştay Dördüncü Dairesinin denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, ekli tablonun (C) sütununda gösterilen tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Türkiye İş Bankası A.Ş. (9), B. No: 2016/2400, 3/4/2019, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26015
Başvuru, çalışanlar adına yapılan katkı payı ödemelerinin ücret olarak kabul edilmesi sonucu bu ödemeler üzerinden gelir ve damga vergileri tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular adına kayıtlı olan İstanbul ili Ümraniye ilçesi Yukarı Dudullu Mahallesi Ş. Ali Çiftliği mevkiinde kâin 17 pafta 3194 parsel numaralı 450 m² yüz ölçümlü taşınmaz 2008 tarihli imar planında park alanı olarak ayrılmıştır. Başvurucular, taşınmaz üzerindeki hukuki kısıtlamanın uzun sürmesi sebebiyle Ümraniye Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 22/11/2016 tarihinde uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği açıklanmıştır. Mahkeme bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağını ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağını belirtmiştir. Başvurucular, Mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince 28/2/2017 tarihinde kararın usul ve hukuka uygun olduğu belirtilerek istinaf başvurusu reddedilmiştir. Temyiz istemi Danıştay Altıncı Dairesinin 11/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 4/1/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 2/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3107
Başvuru, imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/48114
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 21/3/2011 tarihinden itibaren itibaren Ziraat Teknoloji Anonim Şirketi (Şirket) bünyesinde yazılım grup lideri olarak çalışmaktayken 12/8/2016 tarihinde iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 6/9/2016 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, Şirkette çalıştığı süre boyunca her zaman çok iyi olduğunu ve herhangi bir ceza ya da uyarı almadığını belirtmiştir. Bu nedenle iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürmüştür. Bakırköy İş Mahkemesi (Mahkeme) 16/12/2016 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Tüm dosya kapsamından; davacının iş akdinin Devletin ilgili istihbarat kurumlarından,' PDY/FETÖ ye müzahir derneğe üye olduğu' eşinin '2014 yılı itibariyle PDY/FETÖ ye müzahir Bankasya Katılım da adına kayıtlı mevduat hesabında artış olduğu veya hesabından para bulundurmaya devam ettiği' bilgisinin verilmesi nedeniyle OHAL Kapsamında çıkartılan KHK kararında ifade edilen yasal düzenlemelerden dolayı feshedildiğinin anlaşıldığı, davacının yaptığı işin niteliği, davalı şirketin tamamı kamu sermayesi olan dava dışı Ziraat Bankası A.Ş’nin iştirak şirketi olması, dava dışı bankanın müşteri kapasitesi ve bu müşterilerin kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan kişilerinde olabileceği ihtimali, müşterilerin bilgilerinin dava dışı şirket kanalıyla erişiminin mümkün olabileceği, davacının yaptığı işin yazılım üzerine olması, davacının PDY/FETÖ ile ilişkisinin tespitinin mahkememiz konusu olmamakla birlikte yine de davalı şirketin davacı asil ve eşinin devletin ilgili istihbarat kurumlarından gelen bilgiler doğrultusunda riske girmemesi gerektiği, OHAL kapsamında çıkartılan KHK’ların tedbir mahiyetinde olduğu, ve davalı şirketinde bu tedbiri uygulamasının anlaşılabilir olduğu, tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde feshin geçersizliğine ilişkin bir durumun sözkonusu olamayacağı ve davanın reddi gerektiği anlaşılmakla davacının davasının reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, karara karşı 15/2/2017 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, fesih bildiriminin yazılı yapılmadığı gibi fesih sebebinin de açıklanmadığının altını çizmiştir. Fesih işlemi gerçekleşmeden önce hiçbir şekilde savunmasının alınmadığını vurgulamıştır. İş akdinin feshedilmesini gerektiren herhangi bir haklı sebep bulunmadığını belirtmiştir. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) terör örgütüne müzahir hiçbir derneğe üyeliğinin bulunmadığını ifade etmiştir. Ayrıca eşinin Bank Asyada hesabının bulunmasının fesih için haklı bir neden olamayacağını söylemiştir. Beş yıl boyunca çalıştığı Şirkette hiçbir olumsuz durum yaşamadığını bir kez daha tekrarlamıştır. FETÖ/PDY de dâhil hiçbir terör örgütüyle bağlantısının bulunmadığını aktarmıştır. Öte yandan hakkında açılmış bir ceza soruşturması bulunmadığını da dile getirmiştir. Hakkında duyulan şüphenin somut deliller ile ispatlanmamasından yakınmıştır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 3/11/2017 tarihinde istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Başvurucu, karara karşı 26/12/2017 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü hususları yinelemiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Yargıtay) 3/5/2018 tarihinde dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine geri çevrilmesine karar vermiştir. Kararda, başvurucu hakkında adli ve idari yönden FETÖ/PDY soruşturması olup olmadığı, varsa buna ilişkin belgeler ve sonucu Cumhuriyet başsavcılığından ve çalıştığı kurumdan sorulması gerektiği ifade edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin 23/5/2018 tarihli müzekkeresine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından 25/5/2018 tarihinde verilen cevapta, başvurucu hakkında FETÖ/PDY kapsamında herhangi bir soruşturma kaydına rastlanılmadığı ifade edilmiştir. Yargıtay 12/11/2018 tarihinde başvurucunun temyiz talebini reddederek Bölge Adliye Mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar başvurucuya 3/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi'dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2018/3181, K.2018/14806 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davacının iş sözleşmesinin 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi sonrası illegal yapılarla ilişki içinde olan emir talimat alanlarla ilgili her türlü takibat soruşturma ve kovuşturma başlatıldığı bu kapsamda kuruma ulaşan bilgiler ışığında 2016 tarihinde 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/ maddesi kapsamında sonlandırıldığı bildirilerek feshedilmiştir.Davalı Belediye fesih bildiriminde davacının illegal yapılarla ilişki içerisinde olduğunun değerlendirmesi kapsamında davacının darbe girişimi öncesi ve sonrası bir kısım sosyal medya paylaşımlarını sunmuşsa da ilgili sosyal medya paylaşımlarında hakaret, tehdit içeren bir ifade olmadığı, davacının eleştiri kapsamında kendi düşüncelerini açıkladığı, davacı hakkında adli yönden herhangi bir terör soruşturması bulunmadığı gibi davalı Kurum içi idari bir soruşturmasının da bulunmadığı, davacının ... irtibatının bulunduğunun kanıtlanmadığı, Anayasa’nın maddesi ve siyasi görüşün fesih için geçerli sebep oluşturmayacağına dair 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin fıkrasının d bendi dikkate alındığında davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedene dayanmadığı açık olduğundan davanın kabulü yerine reddi hatalıdır.4857 sayılı İş Yasasının 20/3 maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/9/2017 tarihli ve E.2017/36442, K.2017/18738 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, veri kayıt personeli olarak çalışan davacının iş sözleşmesi, 20/07/2016 günü anayasal düzeni bozucu darbe girişimi ile ilgili olarak sosyal medyada devlet ve hükümet aleyhine yazılı ve görsel paylaşımlar yapması nedeniyle Sağlık Bilimleri Üniversitesi... Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından Hastane Yöneticisi, Baştabip Yardımcısı, İdari ve Mali İşler Müdür Yardımcıları ile Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürü imzasıyla diğer davalı ...'ne gönderilen 19/07/2016 tarih ve 3 sayılı kararı gereği feshedildiği, sosyal medya paylaşımlarının dosyada belgelendiği dikkate alındığında, davacının dosyaya sunulan sosyal medya paylaşımları içeriğinde eleştiri sınırlarını aştığı, paylaşımlar içeriğine göre davalı işverenin iş ilişkisini sürdürmesi beklenemeyeceği, güvenin yıkılması veya ağır biçimde zedelenmesi nedeniyle işverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı iş sözleşmesinin feshedildiği kanaatine varılmaktadır. Zira en azından artık iş ilişkisinin sürdürülmesinin davalı-işveren açısından önemli veya makul ölçüler içerisinde beklenemeyeceği, bu durumda 4857 sayılı Kanun'un maddesi gerekçesi ve 158 sayılı İLO sözleşmesinin maddesi uyarınca işverenden savunma almasının beklenemeyeceği ve işveren feshinin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1135
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tapu iptali ve tescili talebiyle açılan davada mal varlığı hakkında haksız olarak ihtiyati tedbir kararı verilmesi ve bu tedbirin uzun süredir devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun da içerisinde bulunduğu davalılar aleyhine 24/11/2004 tarihinde muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescili davası açılmıştır. Davacı, dava dilekçesinde; murisin mal varlığının tamamını muvazaalı olarak davalılara sattığını, söz konusu satışların saklı payına tecavüz niteliğinde olduğunu ve miras hakkından mahrum bırakıldığını iddia etmiştir. Davacı ayrıca dava konusunu oluşturan mal varlığı değerleri hakkında ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 20/12/2004 tarihinde davacının ihtiyati tedbir talebini kısmen kabul etmiştir. Mahkeme, başvurucu ile birlikte davalıların birtakım mal varlığı değerleri hakkında ihtiyati tedbir kararı vermiştir. Mahkemenin hakkında ihtiyati tedbir kararı verdiği başvurucuya ait mal varlığı değerleri şunlardır:i. Ankara ili Çankaya İlçesi Çankaya Mahallesi 4866 ada 1 parselde kayıtlı bağımsız bölüm,ii. Ankara ili Çankaya İlçesi Güzeltepe Mahallesi 7052 ada 3 parselde kayıtlı bağımsız bölüm,iii. İstanbul ili Kadıköy İlçesi İbrahimağa Mahallesi 1304 ada 3 parselde kayıtlı bağımsız bölüm,iv. Başvurucunun lehtarı olduğu 4/3/2004 keşide ve 5/3/2005 vade tarihli 000 TL bedelli bono. Başvurucu aleyhine açılan dava Mahkeme önünde derdesttir. Başvurucu, yargılamanın devam ettiğini belirterek 19/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. İbrahim Geçer, B. No: 2014/19056, 19/2/2019, §§ 19-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1718
Başvuru, tapu iptali ve tescili talebiyle açılan davada mal varlığı hakkında haksız olarak ihtiyati tedbir kararı verilmesi ve bu tedbirin uzun süredir devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 4/4/2006 tarihinde, İstanbul'da işlenen çeşitli suçlardan dolayı yürütülen bir soruşturma kapsamında başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılması talep edilmiş ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 25/12/2009 tarihinde bu talep kabul edilerek başvurucu hakkında yakalama kararı verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince (CMK mülga madde ile görevli) 30/1/2010 tarihinde, bir başka suçtan Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu bulunan başvurucu hakkında mahkemesinde hazır edilmek üzere yol tutuklama müzekkeresi düzenlenmiştir. Başvurucu, sorgusunun ardından İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (CMK mülga madde ile görevli) 30/3/2010 tarihinde devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, tehlikeli maddeleri izinsizolarak bulundurma veya el değiştirme ve kamu malına zarar verme suçlarından tutuklanmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 30/4/2010 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında "örgütün faaliyeti çercevesinde tehlikeli maddeleri bulundurma veya el değiştirme, yangın, su baskını, tahrip, batırma, bombalama ya da nükleer, biyolojik, kimyasal silah kullanarak öldürme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, terör örgütü propagandası yapmak, mala zarar verme, toplantı ve yürüyüşlere silah veya maddede. belirtilen aletlerle katılma, devletin birligini ve ülke bütünlüğünü bozma" suçlarından kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu ile birlikte on iki sanık bulunmaktadır. Dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine (CMK mülga madde ile görevli) tevzi edilmiş ve E.2010/231 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 16/1/2014 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Kararda ayrıca kararın verildiği tarihten itibaren yedi gün içinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine itirazda bulunulabileceği belirtilmiştir. Karar, başvurucu tarafından aynı tarihte öğrenilmiştir. Başvuru 7/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu hakkındaki dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) kapatılması üzerine Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Başvurucu 24/12/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/116 sayılı esasında derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir....(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2770
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur bırakılmaları sonucu özel hayatın gizliliği ilkesi ile mülkiyet haklarının; terör örgütü üyeleri tarafından amcalarının kaçırılıp öldürüldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi, ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 23/5/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Komisyonlarınca 8/12/2014, 31/12/2014 ve 26/10/2015 tarihlerinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 2013/3629 ve 2013/4368 başvuru numaralı dosyaların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/3627 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/3627 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Batman ili Kozluk ilçesi Kayadibi köyünde ikamet etmekte iken 1993 yılında meydana gelen terör olayları nedeniyle köylerinden göç etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca başvurucuların yaşadığı Kozluk ilçesinin Kayadibi köyünün boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle taleplerin reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun E satırında belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun F satırında tarihleri gösterilen Diyarbakır ve İdare Mahkemesi kararları ile Kayadibi Köyü ve mezralarının terör olaylarından kısmen etkilendiği ancak köy ve mezralardan çok büyük bir göçün yaşanmadığı, jandarma araştırma tutanağında Kayadibi köyünden sadece 20-25 ailenin göç ettiğinin belirtildiği, genel nüfus sayımları ve tespitlerine göre Kayadibi köyünde 1990 yılında 418, 1997 yılında 155, 2000 yılında ise 213 kişinin yaşadığı; Kayadibi köyünün tamamen boşalan yerleşim yerlerinden olmaması nedeniyle başvurucuların subjektif güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradıklarını ileri sürdükleri zararın 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davaların reddine karar verilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun G satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular 23/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3627
Başvurular terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur bırakılmaları sonucu özel hayatın gizliliği ilkesi ile mülkiyet haklarının; terör örgütü üyeleri tarafından amcalarının kaçırılıp öldürüldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi, ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi uygulama imar planında park alanı, nâzım imar planında ise yeşil alan statüsünde kalan taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisinin sınırlanmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/3/2017 tarihinde yapılmışlardır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun hisse sahibi olduğu İstanbul ili Üsküdar ilçesi Beylerbeyi Mahallesi 1703 ada 26 parsel sayılı taşınmaz 22/7/1983 tasdik tarihli ve 1/1000 ölçekli Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi uygulama imar planında park alanı, 24/2/1984 tarihli 1/5000 ölçekli Boğaziçi Doğal ve Tarihi Sit Değerlerini İçeren Nâzım İmar Planı'nda yeşil alan olarak ayrılmıştır. Bu taşınmaz üzerinde herhangi bir yapı bulunmamaktadır. Başvurucu 28/5/2012 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinde, bu taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atıldığı iddiasıyla tazminat davası açmıştır. Mahkeme 11/3/2014 tarihinde söz konusu taşınmaza yönelik fiilî bir el atmanın söz konusu olmadığı, hukuki el atma iddiasıyla açılan davalarda da idari yargı yolunun görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin yargı yolu sebebiyle reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kez 21/7/2014 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) aynı gerekçelerle tam yargı davası açmış ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu bu davada taşınmazın anılan imar planında yeşil alana ayrılmasına rağmen beş yıllık imar programına alınmaması ve kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının belirsiz bir süre kısıtlanarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden yakınmıştır. Mahkeme 12/10/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; i. Başvuru konusu taşınmazın 24/2/1984 tarihli 1/5000 ölçekli Boğaziçi Doğal ve Tarihi Sit Değerlerini İçeren Nâzım İmar Planı'nda yeşil alan olarak ayrıldığı belirtilmiştir.ii. Bununla birlikte Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulunun 13/6/2011 tarihli kararı ile onanan ve 4/1/2013 tarih kararı ile de tadili yapılan Plan Lejantı ve Plan hükümlerinin maddesi gereği; Gezi Alanları, Park, Çocuk Bahçesi, Görsel Nedenlerle Ağaçlandırılarak Korunacak Alanlar ve Manzara Teraslarına Ayrılan olarak belirtildiği, taşınmaza korunması gerekli kültür varlığı uygulama dışında yapı yapma yasağının konulduğu beyan edilmiştir.iii. Öte yandan taşınmazın bulunduğu bölgenin İstanbul Boğaziçi Alanı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 14/12/1974 tarihli karar ile doğal sit alanı ilan edildiği açıklanmıştır.iv. Sonuç olarak 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu ile Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi'nde bulunan taşınmazlara getirilen sınırlamaların İstanbul Boğaziçi alanının kültürel ve tarihî değerlerini, doğal güzelliklerini korumak ve geliştirmek amacıyla yapıldığı vurgulanmıştır. Ancak taşınmazın imar planlarında umumi hizmetlere ayrılmak suretiyle tasarrufunun kısıtlandığından bahsedilemeyeceği, mülkiyet hakkının kısıtlanmasının taşınmazın Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi'nde kalmasından kaynaklandığı belirtilmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdare Dava Dairesi (Daire) 13/2/2017 tarihinde başvurucunun istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 28/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Mevzuat Hükümleri 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur. İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder." 2960 sayılı Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “Bu Kanunun amacı; İstanbul Boğaziçi Alanının kültürel ve tarihi değerlerini ve doğa güzelliklerini kamu yararı gözetilerek korumak ve geliştirmek ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı sınırlamak için uygulanacak imar mevzuatını belirlemek ve düzenlemektir. ” 2960 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “a) Boğaziçi Alanı; Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinden, öngörünüm bölgesinden, geri görünüm bölgesinden ve etkilenme bölgelerinden oluşan ve sınırları ve koordinatları bu Kanuna ekli krokide işaretli ve 22/7/1983 onay tarihli nazım planda gösterilen alandır.b) Boğaziçi sahil şeridi; Boğaziçi kıyı kenar çizgisi ile 22/7/1983 tarihli 1/5000 ölçekli nazım planında gösterilen hat arasında kalan bölgedir.c) Öngörünüm bölgesi; Boğaziçi sahil şeridine bitişik olan ve 22/7/1983 tarihli 1/1000 ölçekli imar uygulama planında gösterilen bölgedir.” 2960 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Boğaziçi Alanında orman sayılmayan kamu kurum ve kuruluşlarına veya özel mülkiyete ait koru, koruya katılacak alan, çayır, mesire yeri, bostan ve benzeri alanlar yeşil alan sayılır ve bitki varlıkları geliştirilerek muhafaza edilir....Yeşil alan sayılan yerlerde mahalli mahsullerin yetiştirilmesine devam edilir” 2960 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Boğaziçi İmar Müdürlüğü gelirlerinden;...b) Belediyeler ve il özel idareleri ortak fonlarından her yıl Boğaziçi Alanı için ayrılan pay, İller Bankası Genel Müdürlüğünce Boğaziçi Alanında yapılacak kamulaştırma işlemlerine ve alt yapı yatırımlarına tahsis edilir. Bu payın kullanılmasına ilişkin esas ve usuller İmar ve İskan Bakanlığınca hazırlanacak yönetmelikte belirtilir.” 2960 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir: “Boğaziçi kıyı, sahil şeridi ve öngörünüm bölgelerinde 22/7/1983 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli imar uygulama planları ile konut kullanımına ayrılmış, ancak yapı yapılmamış olan yerlerde yeşil alan statüsü uygulanır.” 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (f) bentleri şöyledir: “Taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanları, aşağıda belirlenen esaslara göre kamulaştırılır:a) Kısmen veya tamamen gerçek ve tüzelkişilerle mülkiyetine geçmiş olan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanları Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanacak proğramlara uygun olarak kamulaştırılır. Bu maksat için, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesine yeterli ödenek konur. (Ek: 17/6/1987 - 3386/5 md.; Değişik:14/7/2004 – 5226/7 md.) Kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler, il özel idareleri ve mahallî idare birlikleri tescilli taşınmaz kültür varlıklarını, koruma bölge kurullarının belirlediği fonksiyonda kullanılmak kaydıyla kamulaştırabilirler....f) (Ek: 17/6/1987 - 3386/5 md.; Değişik: 25/6/2009-5917/24 md.) Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, (…) başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli, 2942 sayılı Kanunun 11 inci maddesi hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.” 3/8/2013 tarihli ve 28727 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tabiat Varlıkları, Doğal Sit Alanları ve Özel Çevre Koruma Bölgelerinde Kalan Yapı Yasaklı Taşınmazların Hazine Taşınmazları ile Değiştirilmesi Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Trampa edilebilecek taşınmazlar" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve ilan edilen, 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen tabiat varlıkları, doğal sit alanları, orman rejimine tabi olmayan koruma alanları ve özel çevre koruma bölgelerinde kalan, Genel Müdürlük tarafından her yıl belirlenecek trampa programlarına alınan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine ait taşınmazlar Hazine taşınmazları ile trampa edilebilir. (2) Ancak;...k) İmar planında yola, oto parka, yeşil sahaya rastlayan veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görevleri kapsamında sorumlu bulundukları veya bakım ve onarım ile görevli oldukları,taşınmazlar, Hazine taşınmazlarıyla trampaya konu edilemez..."B. Danıştay İçtihadı Danıştay Altıncı Dairesinin 26/10/2017 tarihli ve E.2017/4323, K.2017/8356 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Öncelikle, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile bunların korunma alanları, sit alanlarından farklılık arz etmektedir. Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı örnekleri 2863 sayılı Kanun'un ilgili maddesinde ayrı ayrı sayılarak (örneğin, kaya mezarlıkları, höyükler, tümülüsler) somutlaştırılmış, ancak sit alanları koruma statü ve dereceleri farklılık arz etmekle birlikte hazırlanacak bilimsel raporlar doğrultusunda tarihi, kültürel veya tabiat güzelliklerinin alanın bütünselliğiyle beraber koruma altına alındığı alanı ifade etmektedir. Bu ayrımın bir sonucu olarak gerçek veya tüzel kişilerin mülkiyetine geçmiş olan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları için Kanun'un maddesinin a fıkrasında taşınmazların program dahilinde kamulaştırılması esası getirilmiş, ancak sit alanında bulunan ve gerçek veya tüzel kişilerin mülkiyetine geçmiş olan taşınmazlar için kamulaştırma esası benimsenmemiş, bunun yerine aynı maddenin (f) bendinde takas imkanı getirilmiştir....Dosyanın incelenmesinden, davacıların anılan taşınmazı 1962 tarihinde edindikleri, söz konusu taşınmazın da bulunduğu alanın Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 1974 tarihli, 8172 sayılı kararıyla doğal sit alanı olarak ilan edildiği, ve aynı Kurulun 1983 tarihli, 15175 sayılı kararı ile sınırları belirlenen ve 1/5000 ile 1/1000 ölçekli imar planlarına göre Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesinde kaldığı, taşınmazın da bulunduğu bu alanda; korunması gereken eserler ve yapılar dışında hiçbir şekilde yapı yapılamayacağı kuralı olduğu, dava konusu taşınmaz üzerinde ekonomik değer taşıyan hiçbir yapı olmadığı ve davacılar tarafından bahçe olarak kullanıldığı, taşınmazın 1983 onanlı 1/1000 ölçekli Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planında, 'konut alanı' kullanımında kaldığı, ancak taşınmaza Boğaziçi Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca yeşil alan statüsü uygulandığı, bu kullanımlara ayrılan parsellerde korunması gerekli kültür varlığı dışında hiçbir yapı yapılamayacağı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlıkta, davaya konu taşınmaz için yapılaşma izni verilmesinin yasal olarak mümkün olmadığı, zira taşınmazın baştan beri Boğaziçi Öngörünüm bölgesinde olması ve doğal sit alanında kalması nedeniyle zaten konumu gereği kısıtlı bir taşınmaz olduğu, kamulaştırmasız el atma davalarının, üzerinde yapılaşma imkanı bulunan taşınmazların sonradan kamu hizmetine ayrılması sonucunda taşınmazda meydana gelen hukuki kısıtlamalar nedeniyle açılabileceği, buna karşın, bulunduğu alan veya bölge gereği doğal olarak kısıtlılık halini bünyesinde barındıran taşınmazlarda 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun uygulanamayacağı, yukarıda yer verilen 2863 sayılı Kanunun ilgili şartları sağlanarak 'takas' talebinde bulunulabilecek olup bu talebin de somut olaya göre değerlendirileceği sonucuna ulaşılmaktadır.Bu durumda, idarelerin sit alanlarında kamulaştırma yapma zorunluluğunun bulunmadığı, ancak bu statüde bulunan taşınmazlar için hazine taşınmazlarıyla takas imkanının sunulması için koruma amaçlı imar planı bulunması gerektiği, koruma amaçlı imar planı yapımı için idarelere sit ilanından bu yana belli bir yasal süre tanındığı, esasen uyuşmazlığa konu taşınmazın kısıtlılığının 2960 sayılı Kanundan kaynaklandığı ve kamulaştırılması zorunlu bir statüde bulunmadığı, bu nedenle kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan bir zarardan da bahsedilemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesi gerekmekte iken dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kararda isabet bulunmamaktadır..." Danıştay Altıncı Dairesinin 12/12/2017 tarihli ve E.2017/3161, K.2017/10690 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden, davacının anılan taşınmazı 2014 tarihinde intikal yoluyla edindiği, söz konusu taşınmazın da bulunduğu alanın Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 1974 tarihli, 8172 sayılı kararıyla doğal sit alanı olarak ilan edildiği, ve aynı Kurulun 1983 tarihli, 15175 sayılı kararı ile sınırları belirlenen ve 1/5000 ile 1/1000 ölçekli imar planlarına göre Boğaziçi Sit Alanı Geri görünüm ve Etkilenme Bölgesinde kaldığı, taşınmazın da bulunduğu bu alanda; korunması gereken eserler ve yapılar dışında hiçbir şekilde yapı yapılamayacağı kuralı olduğu, taşınmazın, 1984 onay tarihli 1/5000 Ölçekli Boğaziçi Doğal ve Tarihi Sit Değerlerini İçeren Nazım İmar Planında yeşil alanda ve 1983 onay tarihli 1/1000 ölçekli Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planının Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulunun 2011 tarihli, 2011/2 sayılı kararı ile sayısallaştırılmış paftasında kent bütününe hizmet eden yeşil alanda kaldığı, taşınmazın koruya katılacak alan olarak düzenleneceği kararı alınmış olduğu, bu kullanımlara ayrılan parsellerde korunması gerekli kültür varlığı dışında hiçbir yapı yapılamayacağı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlıkta, davaya konu taşınmaz için yapılaşma izni verilmesinin yasal olarak mümkün olmadığı, zira taşınmazın baştan beri Boğaziçi Öngörünüm bölgesinde olması ve doğal sit alanında kalması nedeniyle zaten konumu gereği kısıtlı bir taşınmaz olduğu, kamulaştırmasız el atma davalarının, üzerinde yapılaşma imkanı bulunan taşınmazların sonradan kamu hizmetine ayrılması sonucunda taşınmazda meydana gelen hukuki kısıtlamalar nedeniyle açılabileceği, buna karşın, bulunduğu alan veya bölge gereği doğal olarak kısıtlılık halini bünyesinde barındıran taşınmazlarda 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun uygulanamayacağı, yukarıda yer verilen 2863 sayılı Kanunun ilgili şartları sağlanarak 'takas' talebinde bulunulabilecek olup bu talebin de somut olaya göre değerlendirileceği sonucuna ulaşılmaktadır.Bu durumda, idarelerin sit alanlarında kamulaştırma yapma zorunluluğunun bulunmadığı, ancak bu statüde bulunan taşınmazlar için hazine taşınmazlarıyla takas imkanının sunulması için koruma amaçlı imar planı bulunması gerektiği, koruma amaçlı imar planı yapımı için idarelere sit ilanından bu yana belli bir yasal süre tanındığı, esasen uyuşmazlığa konu taşınmazın kısıtlılığının 2960 sayılı Kanundan kaynaklandığı ve kamulaştırılması zorunlu bir statüde bulunmadığı, bu nedenle kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan bir zarardan da bahsedilemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesi gerekmekte iken dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kararda isabet bulunmamaktadır. Öte yandan, bozma kararı üzerine verilecek kararda, husumet bakımından da yeniden bir değerlendirme yapılacağı açıktır." Danıştay Altıncı Dairesinin 28/12/2020 tarihli ve E.2016/11961, K.2020/13828 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava konusu istem: İstanbul ili, Sarıyer ilçesi, İstinye Mahallesi, Ayazma mevkii 51 pafta, 360 ada, 66, 67, 68, 69, 70 ve 71 parsel sayılı taşınmazların 1983 onaylı Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörüm Bölgesi Uygulama İmar planında 'park - çocuk bahçesi, oyun ve açık spor alanları olarak düzenlenecek alan' olarak ayrılmasına rağmen kullanım amacı doğrultusunda kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlandığından bahisle taşınmazın değerine karşılık 000TL' bedelin yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istenilmiştir.İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: Temyize konu kararda; İdare Mahkemesince yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen rapor ile dosyadaki bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden, idarelerin sit alanlarında kamulaştırma yapma zorunluluğunun bulunmadığı, ancak bu statüde bulunan taşınmazların hazine taşınmazlarıyla takas imkanının sunulması için koruma amaçlı imar planı bulunması gerektiği, koruma amaçlı imar planı yapımı için idarelere sit ilanından bu yana belli bir yasal süre tanındığı, esasen uyuşmazlığa konu taşınmazın kamulaştırılması zorunlu bir statüde bulunmadığı ve bu nedenle kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan bir zarardan bahsedilemeyeceği sonucuna varılmıştır.Belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir....Tabiat Varlıkları, Doğal Sit Alanları Ve Özel Çevre Koruma Bölgelerinde Kalan Yapı Yasaklı Taşınmazların Hazine Taşınmazları İle Değiştirilmesi Hakkında Yönetmeliğin 'Trampa edilebilecek taşınmazlar' başlıklı Maddesinde '(1) Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve ilan edilen, 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen tabiat varlıkları, doğal sit alanları, orman rejimine tabi olmayan koruma alanları ve özel çevre koruma bölgelerinde kalan, Genel Müdürlük tarafından her yıl belirlenecek trampa programlarına alınan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine ait taşınmazlar Hazine taşınmazları ile trampa edilebilir. (2) Ancak;a) Mülkiyet uyuşmazlığı olan,b) 26/1/1939 tarihli ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun hükümleri gereğince Devletçe dağıtımı yapılan taşınmazlardan sit alanı olarak belirlenen taşınmazlar ile tapu kütüklerinde halen 3573 sayılı Kanun kapsamında kaldığına dair şerh bulunan,...k) İmar planında yola, oto parka, yeşil sahaya rastlayan veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görevleri kapsamında sorumlu bulundukları veya bakım ve onarım ile görevli oldukları,taşınmazlar, Hazine taşınmazlarıyla trampaya konu edilemez. 1 inci derece doğal sit alanı (kesin korunacak hassas alan) ile 1 inci ve 2 nci derece arkeolojik sit alanının çakışması halinde takas işlemleri Kültür ve Turizm Bakanlığınca yürütülür.'düzenlemesi yer almıştır....Yukarıda yer verilen kuralların ve Anayasa Mahkemesi kararlarının birlikte değerlendirilmesinden, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa göre kısmen veya tamamen özel mülkiyete geçmiş olan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve koruma alanlarının Bakanlığın hazırlayacağı bir program dahilinde kamulaştırılacağı, uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin gerçekleştirilmesi amacıyla kamulaştırma yapılacağı, ayrıca bu statüde bulunan taşınmazların kullanılmasından yararlanmak hususunda yasal sınırlamalar yanında belli koşullar dahilinde kullanıma izin verildiği, sit alanı ilan edilen ve koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen taşınmazlar için takas talebinde bulunulabileceği, takas işlemine ilişkin usul ve esasların yönetmelikte düzenleneceği, takas talebinin kabul edilebilmesi için taşınmazın sit alanında olması ve 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı bulunmasının gerektiği, kanun hükmü gereği plan yapmaya yetkili idarelere sit alanı ilanından itibaren belirli bir sürede koruma amaçlı imar planını yapma zorunluluğu getirildiği görülmektedir.Diğer taraftan Boğaziçi öngörünüm bölgesinde yer alan taşınmazlardan imar planında kamu alanına ayrılan taşınmazlar ile birlikte 2960 sayılı Kanunun geçici maddesine göre Boğaziçi kıyı, sahil şeridi ve öngörünüm bölgelerinde 22/7/1983 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli imar uygulama planları ile konut kullanımına ayrılmış, ancak yapı yapılmamış olan yerde bulunan taşınmazların yeşil alan statüsü uygulanacağı belirtilerek İstanbul Boğaziçi Alanının kültürel ve tarihi değerlerini ve doğa güzelliklerini kamu yararı gözetilerek korumak ve geliştirmek amacıyla mülkiyet hakkı kısıtlılığı getirilmiştir.2960 sayılı Boğaziçi Kanunu uyarınca hazırlanan 1983 onaylı Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörüm Bölgesi Uygulama İmar planında 'park- çocuk bahçesi, oyun ve açık spor alanları olarak düzenlenecek alan' olarak ayrılan dava konusu taşınmazlar aynı zamanda Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 1974 tarihli, 8172 sayılı kararıyla doğal sit statüsündedirler. Öte yandan taşınmazlardaki mülkiyet hakkı doğal sit alanı olmaları dışında özel bir kanun ile kamu yararı amacıyla kısıtlanmıştır.Gelinen aşamada, uyuşmazlık konusu taşınmazda mülkiyet hakkının ihlal edildiği ve tazminat ödenip ödenmeyeceği hususunun tespiti için müdahalenin ölçülü olup olmadığı ve adil dengeyi bozup bozmadığı değerlendirmesinin yapılması gerekmektedir.Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörüm Bölgesi Uygulama İmar planında 'park - çocuk bahçesi, oyun ve açık spor alanları olarak düzenlenecek alan' kullanımında kalan taşınmazlar için 2863 sayılı kanuna göre öncelikle takas yolunun kullanılarak taşınmazdaki kısıtlılığın giderilmesi yoluna başvurulduğunda, takas yolunun uygulanmasına ilişkin yukarıda anılan Tabiat Varlıkları, Doğal Sit Alanları Ve Özel Çevre Koruma Bölgelerinde Kalan Yapı Yasaklı Taşınmazların Hazine Taşınmazları İle Değiştirilmesi Hakkında Yönetmeliğin maddesinin k fıkrasına göre takas imkanının mümkün olmadığı açıktır. Bu durumda taşınmazdaki kısıtlılığın giderilmesi için kamulaştırmadan başka bir yol bulunmamaktadır. Kamulaştırma yapılabilmesi için özel kanun olan 2960 sayılı Boğaziçi Kanununda ilgili idarenin gelirleri belirlenmiş olup anılan Kanunun Maddesinin b fıkrası gereğince Belediyeler ve il özel idareleri ortak fonlarından her yıl Boğaziçi Alanı için ayrılan payın İller Bankası Genel Müdürlüğünce Boğaziçi Alanında yapılacak kamulaştırma işlemlerine tahsis edileceği düzenlenmiştir.Bu durumda gerek mevcut imar planı, gerekse kanun hükmü nedeniyle statüleri gereğince yapılaşabilmesine olanak bulunmayan uyuşmazlık konusu taşınmazların kamulaştırılmasına engel bir hususun olmaması, kamulaştırma için gerekli olan ödeneğin nereden sağlanacağının özel kanun olan 2960 sayılı Boğaziçi Kanununda düzenlenmesi, 2863 sayılı Kanunda öngörülen takas yoluna da başvurunun mümkün olmaması karşısında ve Anayasa Mahkemesinin yukarıda anılan 2020 tarihli, Başvuru No: 2017/25596 sayılı Ayla Doğuoğlu kararında da takas başvurusu olmadığı nedenle mevcut aşama itibariyle değerlendirme yapılarak mülkiyet hakkına yönelik açık bir ihlal bulunmadığına karar verildiği dikkate alındığında mülkiyet hakkı kısıtlanan dava konusu taşınmazlar açısından mülkiyet hakkına ölçülü bir müdahalenin olmadığı, adil dengenin davacılar aleyhine bozulması nedeniyle tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.Bu itibarla temyize konu idare mahkemesi kararında isabet görülmemiştir."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15318
Başvuru, Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi uygulama imar planında park alanı, nâzım imar planında ise yeşil alan statüsünde kalan taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisinin sınırlanmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 17/11/2009 tarihinde gözaltına alınmasıyla başlayan yargısal süreç, başvuru inceleme tarihinde derece mahkemesinde derdest olarak devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11787
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, genel düzenleyici işlemin iptali istemiyle açılan davada aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 2/7/2012 tarihinde Danıştay Onuncu Dairesinde açtığı davanın yargılaması Danıştayda devam etmektedir. Başvurucu, aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18284
Başvuru, genel düzenleyici işlemin iptali istemiyle açılan davada aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, taahhüdü ihlal eylemi nedeniyle mahkeme tarafından hakkında üç aya kadar hapsen tazyikine karar verildiğini, oysa aynı icra dosyasında yer alan ve kendisiyle aynı durumda olan bazı kişilere ceza verilmediğini, bu nedenle adil yargılanma hakkının ve sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilememesinden dolayı özgürlüğü kısıtlama yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 8/11/2012 tarihinde İzmir İcra Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, borcunu ödememesi sebebiyle Uzunköprü İcra Müdürlüğünün E.2004/2077 sayılı dosyası ile icra takibi başlatılmıştır. Başvurucu, borcunu taksitler hâlinde ödeyeceğine dair taahhütte bulunmuş, taahhüdün yerine getirilmemesi hâlinde karşılaşacağı hukuki ve cezai sonuçlar kendisine ihtar edilmiş ve başvurucunun imzası alınmıştır. Başvurucu, 30/7/2009 tarihinde ödemeyi taahhüt ettiği taksidi ödememiş, bunun üzerine Uzunköprü İcra Ceza Mahkemesince taahhüdün ihlal edildiği gerekçesiyle üç aya kadar hapsen tazyikine karar verilmiştir. Başvurucunun, bu karara karşı süresinde itiraz etmesi üzerine Uzunköprü Asliye Ceza Mahkemesi, 19/9/2011 tarih ve 2011/224 değişik iş sayılı kararı ile borçlunun ödeme gücünün olup olmadığı hususunun araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle hapsen tazyik kararını kaldırmıştır. Uzunköprü İcra Ceza Mahkemesi, borçlunun ödeme gücünün olup olmadığı hususunu araştırmış, ödeme gücü olmasına rağmen borcun ödenmediği sonucuna varılarak 27/4/2012 tarih ve E.2011/324, K.2012/129 sayılı kararı ile başvurucu hakkında yine üç aya kadar hapsen tazyikine karar verilmiştir. Başvurucu, bu karara da süresinde itiraz etmiştir. Uzunköprü Asliye Ceza Mahkemesi, 1/10/2012 tarih ve 2012/278 değişik iş sayılı kararı ile anılan kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiş ve ret kararı aynı tarihte kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 31/5/2005 tarih ve 5358 sayılı Kanun ile değiştirilen “Borçlunun ödeme şartını ihlali hâlinde ceza” kenar başlıklı maddesi birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:“…icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. … ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi üç ayı geçemez.” 2004 sayılı Kanun’un “İtiraz” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“İcra mahkemesinin verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itiraz edilebilir. … İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/695
Başvurucu, taahhüdü ihlal eylemi nedeniyle mahkeme tarafından hakkında üç aya kadar hapsen tazyikine karar verildiğini, oysa aynı icra dosyasında yer alan ve kendisiyle aynı durumda olan bazı kişilere ceza verilmediğini, bu nedenle adil yargılanma hakkının ve sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilememesinden dolayı özgürlüğü kısıtlama yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, disiplin işlemine karşı açılan davada verilen kararın bağlantılı ceza yargılamasına konu suçun işlendiği yönünde ifadeler içermesi nedeniyle masumiyet karinesinin; davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi ve kanun yolu aşamasında gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) emrinde astsubay olarak görev yapmakta iken başvurucu hakkında bağlı olduğu sicil amirlerince Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) kalmasının uygun olmadığı yönünde ortak kanaat bildirilmesi üzerine ilgili mevzuat hükümleri gereğince ayırma süreci başlatılmıştır. KKK karargâhında oluşturulan komisyon tarafından, sicil belgeleri ve durumu incelenen başvurucunun TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle sicil yolu ile ilişiğinin kesilmesinin uygun olacağı yönünde getirilen teklifin yetkili askerî makamlar tarafından onaylanmasıyla birlikte hakkındaki ayırma işlemi tekemmül etmiş ve 22/7/2013 tarihinde TSK'dan ilişiği kesilmiştir.A. Olaya İlişkin Ceza Yargılamaları Süreci Adana Askerî Savcılığı Soruşturma Dosyasıa. Takipsizlik Kararına Konu Kısım Evli olduğu hâlde internet sitesinde tanıştığı G.G.K.ya kendisini bekâr olarak tanıttığı, bu kişi ile imam nikâhı kıydırarak altı ay süreyle karı koca ilişkisi yaşadığı; kendisiyle birlikte aynı yerde görev yapan Uzman Çavuş B.A.yı kendisini rütbeli olarak tanıtarak G.G.K.yı ailesinden istemesi, er G.G. yi imam nikâhı kıyması, erler H.B. ve K.K.yı ise bu nikâha şahitlik etmeleri konusunda ikna ettiği iddialarına ilişkin olarak başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda düzenlenen dosya Adana Askerî Savcılığına (Savcılık) gönderilmiştir. Savcılık; memuriyet nüfuzunu kötüye kullanma ve herhangi bir kimse ile karı koca gibi nikâhsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar etme suçlarından yaptığı soruşturma sonucunda 29/11/2013 tarihinde, atılı suçlardan kovuşturmaya yer olmadığına (KYO) karar vermiştir. KYO kararının memuriyet nüfuzunun kötüye kullanılması suçuna yönelik gerekçesinde başvurucunun çalıştığı birim ve konum itibarıyla uzman çavuş olan B.A.ya emir verme yetkisi bulunmadığından bu kişi üzerinde nüfuz kullanabilecek durumda olmadığı, adı geçen personelin başvurucunun talepte bulunması üzerine herhangi bir baskı ve zorlama olmadan tamamen kendi rızasıyla bu işe dâhil olduğunun anlaşıldığı, bu itibarla suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı belirtilmiştir. Aynı kararın diğer suça ilişkin gerekçesinde ise başvurucunun nikâhsız şekilde yaşantısına devam etmemesi için daha önce yetkili makamlarca yazılı ya da sözlü olarak ikaz edildiğine dair bir bilgi ve belge mevcut olmadığından belirtilen suçun oluşması için gerekli olan ısrar unsurunun gerçekleşmediği, kaldı kibaşvurucunun G.G.K. ile devamlı surette ve karı koca gibi yaşadıklarına dair herhangi bir delil de elde edilemediği, bu itibarla söz konusu suçun da maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı ifade edilmiştir.b. İddianameye Konu Kısım Savcılık aynı soruşturma kapsamında başvurucunun astı konumunda olan G.G.ye bir kimsenin evlenme akdinin kanuna göre yapılmış olduğunu gösteren belgeyi görmeden bir evlenme için dinsel tören yapması olarak tanımlanan suça vücut veren eylemi gerçekleştirmesini teklif ederek adı geçen er tarafından bu suçun işlenmesine neden olmak suretiyle astına suç işlemek için emir verme suçunu işlediği gerekçesiyle eylemine uyan ilgili ceza kanunu hükümleri gereğince cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlemiştir. 29/11/2013 tarihli söz konusu iddianameye istinaden başvurucu hakkında astına suç yapmak için emir verme suçundan Adana Askerî Mahkemesinde dava açılmıştır. Bireysel başvuruya konu kararın verildiği tarih itibarıyla söz konusu dava derdesttir. Gaziantep Askerî Mahkemesi Dava Dosyası Başvurucu hakkında 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca amire (üste) fiilen taarruz suçundan Gaziantep Askerî Mahkemesinde (Askerî Mahkeme) dava açılmıştır. Askerî Mahkeme yaptığı yargılama sonucunda 21/11/2013 tarihli kararıyla başvurucunun üste fiilen taarruz suçunu işlediğinin sabit olduğu gerekçesiyle 3 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir.B. Olaya İlişkin İdari Yargı Süreci Başvurucu, hakkında tesis edilen ayırma işleminin iptali istemiyle 2/8/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 27/5/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde öncelikle dava konusu işleme dayanak alınan yasa hükmüne karşı başka bir dava dosyasında Anayasa Mahkemesine itiraz başvurusu yapıldığı hatırlatılarak Anayasa Mahkemesi kararının bekletici mesele yapılıp yapılamayacağı tartışılmış ve neticede itiraz başvurusunun sonucunun bekletici mesele yapılamayacağı sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir. Dava konusu işlemin hukuka uygunluk denetimi yönünden ise kararda; ifa edilen görevin niteliği ve mesleğin özelliği gereği her askerin yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, bu vasıflara sahip olunmadığı takdirde TSK'nın itibarının zedeleneceğinin açık olduğu belirtilmiş, ayırma işleminin de bu amaçla askerî idareye mevzuatla tanınmış bir yetki olduğu ancak bu yola başvurulurken çok dikkatli olunması ve kriterlerin titizlikle tespit edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda daha hafif tedbirlerle personeli çalışmaya yöneltebilecekken statü dışına çıkarılma gibi sonuçları çok ağır bir yola başvurulmaması gerektiği ifade edilen kararın belirtilen ilkeler çerçevesinde somut olayın değerlendirildiği diğer ilgili kısmı ise şöyledir:"… somut olay incelendiğinde; davacının geçmiş dönemdeki sicil taltif ve disiplin kayıtları itibariyle ayırma işlemini gerektiren bir durumu bulunmamasına karşın, son dönemde hakkında yapılan BİMER şikâyeti ve yürütülen soruşturma/kovuşturmalara konu fiilleri itibariyle TSK İç Hizmet Yönetmeliği'nin maddesinin aradığı anlamda "iyi ahlak sahibi olmak" vasfını kaybettiği öyle ki; evli olmasına rağmen internet üzerinden tanıştığı G.G.K. isimli bayana kendisini bekar olarak tanıttığı, inandırmak için G.G.K.ya daha önceki boşanma kararını gösterdiği, keza fotokopiyle çoğalttığı tapuları da göstererek mali durumuna ilişkin yanlış beyanlarda bulunduğu, aynı birlikte görevli bir uzman erbaşı ‘yarbay’ olarak tanıtmak ve sivil iki şahsı da akrabaları olarak göstermek suretiyle G.G.K.yı ailesinden istetip aralarında nişan merasimi yaptıkları, bayanın talebi üzerine emrinde görevli bir askeri G.G.K. ile aralarında dinî nikâh merasimi yapmaları için birlik dışına çıkardığı, yine emri altındaki iki askeri de bu dinî nikâh merasiminde tanık olmaları için birlikten çıkardığı, bir aracın içinde dinî nikâh kıydıkları, böylece anılan bayan ile nikâhlanıp karı-koca gibi Afyonkarahisar’da bulunan kaplıcalara gidip bir süre kaldıkları, davacının bu eylemlerinin, onun özel yaşam sınırları içinde kalmadığı, G.G.K. isimli bayanın kandırıldığı gerekçesiyle BİMER üzerinden birlik komutanlığına ve Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyetlerde bulunması nedeniyle hakkında adli ve idari soruşturma başlatıldığı, keza bu bayanla olan ilişkisini dine ve ahlaka uygun hâle getirmek için sergilediği eylemlerde de, aynı birlikte görevli erbaş ve erleri kullanmak suretiyle özel ilişkilerini özel hayatının mahremiyet sınırları dışına taşıdığı, evli olmasına rağmen kendisini bekar tanıtıp başka bir bayanla evlilik dışı ilişki yaşaması ve bu ilişki sırasında karşı tarafı kandırmaya yönelik yoğun çabalar sarf edip bu çabalarında asker kişileri de kullanması nedeniyle davacının TSK mensubu olmanın gerektirdiği ahlaki olgunluktan uzaklaştığı, TSK’nın toplum nazarındaki itibarının zedelenmesine neden olduğu, ayrıca üstü konumunda bulunan Astsb.Bçvş. G.T.ye 2012 tarihinde omuz atmak suretiyle fiilen taarruz ettiği, üstüne karşı saygısız tutum ve davranışlar sergilediği, davacının içinde bulunduğu bu durumun hoş görülemeyeceği ve askerî disiplin üzerinde yarattığı tahribatın mutlaka giderilmesinin gerektiği, bu hâliyle artık "astsubay statüsünde" kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini kaybettiği, daha fazla statüde tutulmasının yürütülen özellikli kamu hizmetine zarar vereceği, aynı değerlendirmelerle davacıyı statü dışına çıkaran davalı idarenin takdir yetkisini objektif ve kamu yararı-birey yararı dengesini gözeterek kullandığı, işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır…" Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Mahkemenin 17/2/2015 tarihli kararıyla düzeltilmesi istenen kararın usul ve kanuna uygun bulunduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar 9/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6147
Başvuru, disiplin işlemine karşı açılan davada verilen kararın bağlantılı ceza yargılamasına konu suçun işlendiği yönünde ifadeler içermesi nedeniyle masumiyet karinesinin; davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi ve kanun yolu aşamasında gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, iş sonu tazminatı ödenmesi talebinin reddine ilişkin işlemin iptali için açılan davada derece mahkemelerince hatalı değerlendirme yapıldığı ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasınailişkindir. Başvuru 17/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Varşova Büyükelçiliğinde sözleşmeli personel statüsünde şoför olarak görev yapmakta iken emekliye ayrılmış ve Sosyal Güvenlik Kurumundan kendisine yaşlılık aylığı bağlanmış ancak tarafına iş sonu tazminatı (kıdem tazminatı) ödenmesi istemiyle yaptığı 28/1/2002 tarihli başvurusu, bünyesinde görev yaptığı idarece reddedilmiştir. Başvurucu, idarenin ret işleminin iptali için 6/6/2002 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açmış; ret işleminin eşitlik ilkesine ve sosyal güvenlik hukukuna aykırı olduğunu belirterek tarafına toplam 805 (eski) TL'nin fiilî ödeme tarihindeki karşılığının devlet bankalarınca yabancı mevduat üzerinden açılan bir yıl vadeli mevduat hesabına uygulanan en yüksek faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesini istemiştir. Yapılan değerlendirme sonucu Ankara İdare Mahkemesi 29/4/2005 tarihli kararı ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararda Danıştay Onbirinci Dairenin benzer konudaki bir uyuşmazlığa ilişkin kararında ilgilinin yoksun kaldığı parasal kayıpların ödenmesine karar verildiği ortaya konmuştur. Bu kapsamda incelenmekte olan uyuşmazlık yönünden de başvurucuya kıdem tazminatı ödenmesi gerektiği sonucuna varıldığı dolayısıyla iptali istenen işlemde hukuka uyarlık olmadığı belirtilerek, bilirkişi raporunda yapılan hesaplama uyarınca başvurucuya 857 (eski) TL ödenmesi gerektiği belirtilmiş, fazlaya ilişkin istem ise reddedilmiştir. İlk derece mahkemesi kararına karşı temyiz yoluna başvurulması üzerine Danıştay İkinci Dairesi18/12/2009 tarihli ilamı ile kısmen bozma kısmen onamaya hükmetmiştir. Daire kararında başvurucuya ödenmesi gereken tutarın hatalı hesaplandığını, hesaplamanın 21/4/2005 tarihli ve 5335 sayılı Kanun ile bu Kanun'a dayanılarak hazırlanan 3/8/2005 tarihli ve 2005/9245 sayılı Bakanlar Kurulu kararı esas alınarak yapılması gerektiğini belirtmiş bu yönden İlk Derece Mahkemesi kararının bozulduğunu ifade etmiş, kararın fazlaya ilişkin istemin reddi ile yargılama giderlerine yönelik kısmını onamıştır. Başvurucu, temyiz incelemesi sonucu verilen karara karşı karar düzeltme incelemesi yapılması talebinde bulunmuş; talebi aynı Dairenin 12/11/2010 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Danıştay İkinci Dairesinin kısmi bozma ilamı üzerine dava dosyası Ankara İdare Mahkemesince yeniden incelemeye alınmış, bozma ilamı gerekçesi dikkate alınarak başvurucuya ödenmesi gereken iş sonu tazminatı miktarı davalı kuruma hesaplattırılmıştır. Bu doğrultuda 17/3/2011 tarihli karar ile başvurucuya 465,74 TL'nin hesaplamaya esas alınan 2005/9245 sayılı Bakanlar Kurulu kararının yürürlüğe girdiği 2/9/2005 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine ve dava konusu işlemin iptaline hükmedilmiştir. Temyiz incelemesi sonucu Danıştay İkinci Dairesinin 30/5/2012 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararı, dava konusu işlemin iptaline, davacıya 465,74 TL iş sonu tazminatı ödenmesine, bu kısmı aşan talebin reddine ilişkin hükümler bakımından onanmıştır. Ancak Daire, iş sonu tazminatına uygulanacak yasal faizin hesaplama başlangıç tarihi yönünden ise kararı bozmuştur. Başvurucu tarafından talep edilmesi üzerine yapılan karar düzeltme incelemesi de aynı Dairenin 16/4/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 12/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Danıştay İkinci Dairesinin 30/5/2012 tarihli bozma ilamı üzerine dava dosyasını yeniden inceleyen Ankara İdare Mahkemesi, bozma ilamında belirtilen hususu dikkate alarak yaptığı değerlendirme sonucu 26/9/2013 tarihli kararı ile daha önce hesaplanan 465,74 TL'nin idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Bu karara karşı temyiz talebinde bulunulması üzerine yapılan inceleme sonucu Danıştay İkinci Dairesi 2/4/2014 tarihli ilamı ile onamaya hükmetmiş; karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 25/9/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiş ve yargılama süreci sona ermiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 2/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 17/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19613
Başvuru, iş sonu tazminatı ödenmesi talebinin reddine ilişkin işlemin iptali için açılan davada derece mahkemelerince hatalı değerlendirme yapıldığı ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile kötü muamele yasağının, hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebi hakkında bir değerlendirme yapılmamış; başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun sınır dışı etme işlemine ilişkin olarak 20/9/2018 tarihinde 2018/27060 numaralı dosyada başvurusu bulunmaktadır. İkinci Bölüm tarafından 20/4/2020 tarihinde başvurunun reddine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1986 doğumlu bir erkek olup Suriye Arap Cumhuriyeti (Suriye) vatandaşıdır. Başvurucu anlatımına göre 2013 yılında Kilis üzerinden iç karışıklıklar sebebiyle Suriye'den kaçarak Türkiye'ye gelmiş ve ailesiyle birlikte İzmir'de yaşamaktadır. Başvurucu; polislerin sokakta yaptığı kontroller sırasında kendisini durdurduklarını, telefonunda bulunan resimlerden şüphelenerek aleyhinde adli işlem başlattıklarını, bu kapsamda gözaltına alındığını, ifade vermesi sonrasında hakkında sınır dışı etme ve idari gözetim kararı alındığını ifade etmektedir. Başvurucu hakkında İzmir Valiliğinin 3/4/2018 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) ve (d) bentleri uyarınca sınır dışı etme ve idari gözetim altına alma kararları tesis edilmiştir. Sınır dışı etme kararının iptali için 17/4/2018 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açılmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle beş yıldır Türkiye'de yasalara uygun şekilde yaşadığını, ülkesine gönderilmesi hâlinde öldürülme veya kötü muamele görme riski altında bulunduğunu, aile hayatının parçalanacağını, hiçbir sebep yokken kanuna aykırı tesis edilen sınır dışı etme kararının iptal edilmesi gerektiğini iddia etmiştir. İdare Mahkemesinin 20/11/2018 tarihli kararıyla başvurucunun açtığı dava kesin olarak reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...sınır dışı kararının davacıya kendi dilinde ve aynı zamanda tercüman vasıtasıyla tebliğ edildiği 2018 tarihini takip eden 15 günlük yasal süresi içinde açılmayan davanın esastan incelenme olanağı bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasa'nın 15/1-b maddesi uyarınca davanın süre aşımı yönünden reddine..." İdare Mahkemesinin kararı başvurucuya 7/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu verilen karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talebi İzmir Bölge İdare Mahkemesi Altıncı İdare Dava Dairesinin 29/1/2019 tarihli kararıyla verilen kararın kesin olması nedeniyle incelenmeksizin reddedilmiştir. Verilen karar 9/2/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İtiraz üzerine İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 23/11/2018 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki idari gözetim kararı sonlandırılmıştır. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8096
Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile kötü muamele yasağının, hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, hükümlüye babasının cenaze törenine katılması için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Afyonkarahisar 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak barındırılan başvurucunun babası 30/9/2020 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun halası Ceza İnfaz Kurumuna faks yoluyla aynı gün gönderdiği dilekçeyle ailede başka erkek birey bulunmadığını da belirterek başvurucuya, babasının Afyonkarahisar ili Sinanpaşa ilçesi Tınaztepe kasabasında gerçekleşecek cenaze törenine katılması ve taziyeleri kabul etmesi için izin verilmesi talebinde bulunmuştur. Babasının vefatından haberdar olan başvurucu da aynı günkü dilekçesiyle cenaze törenine katılmak için izin talebinde bulunmuştur. Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık), COVID-19 salgın hastalığı ve alınan tedbirleri gerekçe göstererek başvurucunun talebini aynı gün reddetmiştir. Cenaze törenine katılamayan başvurucu, 2/10/2020 tarihli dilekçesiyle taziyeleri kabul etmek, ailesine ve özellikle de kronik rahatsızlıkları olan annesine destek olmak için izin talebinde bulunmuştur. Başvurucunun halası da Ceza İnfaz Kurumuna aynı gün faks yoluyla taziye evinde salgın tedbirlerinin alındığını belirten bir dilekçe ile başvurucunun annesinin sağlık durumuna ilişkin belgeleri göndermiştir. Başsavcılık, COVID-19 salgın hastalığı ve alınan tedbirleri gerekçe göstererek başvurucunun izin talebini 5/10/2020 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu 30/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35123
Başvuru, hükümlüye babasının cenaze törenine katılması için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun posta yolu ile göndermek istediği dokümanın sakıncalı bulunarak gönderilmemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumu dışında bulunan bir kişiye iki sayfadan oluşan bir mektup, iki sayfadan oluşan ve "Bergün'ün Yolunan Saçlarına Dair" başlığını taşıyan bir metin ve beş sayfadan oluşan karikatür çizimleri göndermek istemiştir. "Bergün'ün Yolunan Saçlarına Dair" adlı belgenin başvurucunun gözaltında işkence gördüğünü belirttiği B. adlı kişiye ithafen yazılmış bir düzyazı niteliğinde olduğu anlaşılmıştır. Başvuru konusu karikatürlerde ise başvurucu, kamu görevinden çıkarıldığı için açlık grevi yapan ve daha sonra örgütsel suçlardan tutuklanan iki kişinin hayati tehlikelerine rağmen ceza infaz kurumunda tutulmalarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) uygun bulunmasını eleştirmiştir. Bununla birlikte karikatürlerde başvurucu, AİHM'in Cumhurbaşkanı'nın düşünceleri doğrultusunda karar verdiğini vurgulayan, aynı zamanda Cumhurbaşkanı'nın bu iki kişi için yapılan her türlü eylemi yasaklayıcı bir tavır içinde olduğunu ve bu kişiler lehine gösteri yapılmasının dahi Cumhurbaşkanı'nda rahatsızlık yarattığını ifade eden çizimler yapmış ve ifadelere yer vermiştir. Bundan başka karikatürlerde başvurucu; İçişleri Bakanı'nın aynı iki kişinin terör örgütü mensubu olduğu yönünde kamuoyu oluşturmaya çalıştığına, sadece bu mesele üzerine yoğunlaştığına hatta bu takıntısı nedeniyle psikolojinin bozulduğuna, psikolog ile görüşmeler gerçekleştirdiğine dair çizimler yapmış ve bazı ifadelere yer vermiştir. Son olarak başvurucunun Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı'nın gözaltı sırasında işkence gördüğünü iddia eden bir kişi ile ilgili soru önergesini reddetme gerekçesi üzerinden kolluk görevlilerini koruyan bir tavır içinde olduğuna dair bir çizim yaptığı ve ifadeler yazdığı tespit edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu (Komisyon) söz konusu el yazısı metni ve karikatürleri incelemiş, dokümanların -içeriğini dikkate alarak- Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kuruluna (Disiplin Kurulu) sunulmasına karar vermiştir. Disiplin Kurulu, incelemesinin sonucunda iki sayfadan oluşan mektup içeriğinde sakıncalı herhangi bir ibare yer almadığına ancak diğer dokümanların sakıncalı içerik barındırdığına karar vermiştir. Disiplin Kurulu öncelikle "Bergün'ün Yolunan Saçlarına Dair" başlığını taşıyan belgeyi incelemiştir. Belgede örgütsel propaganda içeren, terörü öven ve teröre teşvik eden açıklamalar yer aldığını belirtmiştir. Disiplin Kurulu karikatürlerin ve bu karikatürlerde yer alan ifadelerin ise devlet büyüklerine kamu çalışanlarını küçük düşüren ve töhmet altında bırakan çizimler olduğunu, yalan yanlış ifadeler içerdiğini kabul etmiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulu kararına karşı Edirne İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik 30/10/2017 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Ret gerekçesinde Hâkimlik, Disiplin Kurulu kararının gerekçesinin yerinde olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, Hâkimlik kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Edirne Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) Hâkimliğin kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek itirazı 5/1/2018 tarihinde reddetmiştir. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesinin olay tarihindeki hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5104
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun posta yolu ile göndermek istediği dokümanın sakıncalı bulunarak gönderilmemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 3/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1984 doğumlu olan başvurucu, 18/9/2007 tarihinden itibaren Türk Hava Yolları (Kurum) bünyesinde çalışmaya başlamış; en son kabin amiri olarak çalışmakta iken disiplin kurulu kararı ile başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Fesih gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Disiplin Kurulu tarafından, Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara 'üyelik', 'mensubiyet' veya 'iltisak' yahut 'irtibat' şeklinde bağlantılarının bulunup bulunmadığına ilişkin olarak değerlendirmeler kapsamında Ortaklığımızda 17/25 Aralık sonrasında FETÖ/PDY terör örgütünün vakıf ve derneklerine üyeliğini devam ettirme, örgütün gazete dergi ve mecmua üyeliğini sürdürme, sosyal medya hesaplarında lehine paylaşımlarda bulunma, örgütü savunan her türlü yazı, Mülakat, söz, fiil ve davranışta bulunma, örgüt mensuplarının haberleşme için kullandıkları ByLock gibi şifreli programlara üyelik, örgütün bankalarında işlem yapmaya devam etme gibi kriterler; sosyal çevre bilgileri, ilgili devlet kurumları ve kuruluşlarından gelen bilgiler ile Ortaklığımıza yapılan ihbar ve şikâyetler dikkate alındığında, FETÖ/PDY terör örgütü ile bağlantınız hakkında yukarıda sayılan fiillerden birini veya birkaçını işlediğiniz hususunda makul şüphe oluştuğundan, tutum ve davranışlarınıza uyan 4857 Sayılı İş Kanunu'nun 25/ Maddesi ve Dönem Toplu İş Sözleşmesinin Maddesi Fıkrası gereğince 'İşten Çıkarma Cezası' ile tecziyenize karar verilmiştir.Disiplin Kurulu'nun hakkınızda vermiş olduğu karar 2017 tarihinde Genel Müdürlüğün onayından geçerek kesinleştiğinden iş akdiniz haklı nedenle feshedilmiştir." Başvurucu; feshin geçersizliğinin tespiti, işe iadesi ile haksız fesihten kaynaklanan tazminat ve hak ettiği ücretlerinin ödenmesine karar verilmesi taleplerini ileri sürerek işveren aleyhine 12/7/2017 tarihinde işe iade davası açmıştır. Bakırköy İş Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilen dava dilekçesinde başvurucu, feshin usule aykırı olduğunu, savunması alınmadan ve somut bir sebebe dayanmadan iş akdinin feshedildiğini ileri sürmüştür. Davalı işveren ise cevap dilekçesinde başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile iltisaklı olduğunun değerlendirildiğini, bu kapsamda Bank Asya hesap hareketlerinin incelenebileceğini belirterek davanın reddini talep etmiştir. Başvurucu 4/10/2017 tarihli duruşmada, işveren Kurumun Bank Asya ile ilgili iddialarına ilişkin savunma yapmış; bu kapsamda kişisel yatırımlarını bankacı olan arkadaşı İ.nin yönettiğini, İ.nin çeşitli bankalarda görev yaptığını, en son Bank Asyada görev yaparken yatırımlarını daha önce görev yaptığı bankadan Bank Asyaya aktardığını, bu işlemin herhangi bir şekilde FETÖ/PDY'ye yardım amacı ile yapılmadığını belirtmiştir. Başvurucu, İ.nin tanık olarak dinlenmesi talebinde bulunmuş; 25/12/2017 tarihli bir sonraki duruşmada ifadesine başvurulan İ. bankacı olduğunu, çeşitli bankalarda çalıştığını, bu kapsamda Bank Asyada da görev aldığını, başvurucu ve eşiyle 2005 yılından bu yana dost olduklarını ifade etmiştir. Bu dostluğa istinaden genellikle her geçtiği bankaya başvurucu ve eşinin şahsi birikimlerini de götürdüğünü belirten İ., böylece başvurucu ve eşinin çalıştığı bankalarda yatırımlarını değerlendirme yoluna gittiklerini, tüm işlerini kendisinin takip ettiğini ifade etmiştir. FETÖ/PDY ile bir ilgisinin olmadığını, şube kapanışları tamamlandıktan sonra hakkında herhangi bir soruşturma olmaksızın tüm haklarını alarak işten ayrıldığını, anılan Bankada çalışan birisi olarak bir mağduriyet yaşamadığı hâlde arkadaşlarının kendisinden kaynaklanan bir mağduriyet yaşadığını beyan etmiştir. Başvurucu, duruşmanın akabinde ibraz ettiği dilekçe ekinde banka hesap dokümanlarını göndermiştir. Gönderilen belgeler incelendiğinde 2009 yılında başvurucu adına hesap açıldığı, 26/4/2013 ile 26/3/2014 tarihleri arasında 350 TL ile 500 TL arasında değişen düzenli kredi ödemesi yapıldığı, en son 26/3/2014 tarihinde hesapta bulunan 164 TL'nin EFT yoluyla başka bir bankaya gönderildiği, bunun dışında herhangi bir hesap hareketliliğinin bulunmadığı görülmüştür. Başvurucu; beyan dilekçesinde, hesap hareketleri ile ilgili olarak Bankanın Küçükköy ile Gaziosmanpaşa Şubeleri arasında şube değişiklikleri olduğunu ancak bu durumun da yine tanık İ.nin çalışmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Mahkeme 30/5/2018 tarihinde davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşin esası yönünden yapılan incelemede davalı işverenin davacının iş akdini sona erdirmede disiplin kurulu tarafından milli güvenlik kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı oluşum veya gruplara yönelik üyelik , mensubiyet veya iltisak yahut irtibat şeklinde bağlantılarının bulunup bulunmadığına ilişkin olarak değerlendirmeler kapsamında bir kısım makul şüphelerin bulunması nedeni ile iş akdinin feshedildiği tespit edilmiş olup disiplin kurulu kararında da aynı gerekçelerin yer aldığı ve davacı açısından değerlendirmenin daha ziyade anılan yapı tarafından kullanıldığı tüm kamuoyu tarafından bilinen Bank Asya ile çalıştığı ileri sürülmüş olup bu konuda dinlenen davacı tanığı İ. , davacıyı tanıdığını uzun süredir dostluklarının bulunduğunu kendisinin banka sektöründe çalıştığını ve bu tanışıklık sebebi ile davacının kendisinin gittiği her bankaya para ve yatırımlarını taşıdığını ve bank asyaya davacının paralarının naklinin de bu kapsamda yapıldığını bildirdiği davacının bu konuda banka hesapları celp edildiğinde anılan banka ile çalıştığı, hesaplarının bulunduğu tespit edilmiş olup, davacının bu yöndeki iddialarına iştirak edilmemiş 01/09/2016 tarihli mükerrer resmi gazetede yayınlanan 673 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında bazı tedbirler alınması hakkında KHK nın Maddesine göre devletin veya kamu tüzel kişilerinin doğrudan doğruya yada dolaylı olarak katıldığı teşebbüs , ortaklık ve iştirakler ile kamunun hissesi bulunan diğer tüzel kişiler bünyesinde çalışmaktayken terör örgütlerince veya milli güvenlik kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı , oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilmek sureti ile iş sözleşmesi feshedilen işçiler bir daha bu teşebbüs ve ortaklıklar ile kamunun hissesi bulunan diğer tüzel kişiler bünyesinde veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler şeklinde hüküm bulunmakta olup somut olayda davalı işverenin kamu iştiraki olması ve KHKlarca alınması gereken tedbirler kapsamında davacının iş akdinin feshedildiği , yine bank asyanın bilindiği üzere malum yapının bankası olarak faaliyet yürüttüğü dolayısı ile bu banka ile sürekli olarak işlem yapan kişilerin anılan örgüte bir şekilde dolaylı da olsa irtibatı olduğu değerlendirilerek iş akdi geçerli nedenle feshedilmiş olup bu itibarla davacının davasının reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu ve davalı Kurum, gerekçeli karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş; başvurucu, Bank Asyaya yönelik değerlendirmenin hatalı olduğunu, işveren ise geçerli nedenle değil haklı nedenle fesih yapıldığını ileri sürmüştür. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 13/3/2019 tarihinde istinaf talebinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Taraf vekillerinin istinaf başvuruları yönünden yapılan inceleme neticesinde, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, ilk derece mahkemesinin objektif, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine, kararın dayandığı deliller, delillerin takdiri, karar gerekçesine göre istinaf başvuru nedenleriyle sınırlı olarak ve kamu düzeni kapsamında yapılan inceleme sonucunda, yerinde bulunmayan istinaf başvurularının esastan reddine karar verilerek, aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir." Nihai karar 8/4/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üysi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/464, K.2018/6086 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; davacının iş sözleşmesinin feshine ilişkin hiçbir belgenin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tarafların iddia ve savunmaları dikkate alındığında Mahkemece öncelikle yapılacak iş; davacının banka kayıtları getirtilerek özellikle adı geçen Bank Asya da hesabının hangi tarihler arasında açık olduğu, bankaya toplu para yatırma ve çekme işlemlerinin yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise hangi tarihler arasında hangi sebeplerle yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve istihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi teknolojileri Kurumundan davacının hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili işlem yapılıp yapılmadığının emniyet veya diğer güvenlik güçlerinden sorularak gelen yazı cevaplarının dosyaya getirtilmesi gerektiği gibi, ayrıca, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin de araştırılarak toplanması gerekmektedir. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması için belirtilen yönlerden gerekli araştırmaya gidilmeli ve toplanacak deliller dosya içeriği ile yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14696
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Diyarbakır'da yapılan önleme araması sırasında güvenlik kuvvetlerinin güç kullanımı neticesinde bir ölümün meydana gelmesi ile ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ve bu hak ile bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin, bir yakının öldürülmesinden duyulan üzüntü nedeniyle de özel hayata saygı hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Olayların arka planı yönünden PKK/KCK Terör Örgütü, Çözüm Süreci ve 6-7 Ekim Olayları ile ilgili açıklamalara Gazal Kolanç ve diğerleri [GK] (B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28) kararında yer verilmiştir. Türkiye, 2015 yılı Temmuz ayından itibaren giderek yoğunlaşan terör saldırılarına maruz kalmıştır. Tırmanan terör saldırılarını PKK/KCK terör örgütünün öz yönetim ilanları izlemiştir. Öz yönetim ilan edilen bölgelerde Öz Savunma Birlikleri (ÖSB) adı altında silahlı gruplar oluşturan PKK terör örgütü, bu gruplar ve YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) eliyle yollara barikat kurma, hendek kazma ve tünel açma gibi eylemlerde bulunmuştur (Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], §§ 25-27). Öz yönetim ilan ettiği tüm bölgelerde benzer bir strateji ile barikat ve hendeklere patlayıcı döşeyen, yolları patlayıcı düzenek kurmak suretiyle tuzaklayan ve karargâh olarak kullandığı binaları tünel kazarak birbirine bağlayan örgüt, bu şekilde ulaşımı engellediği bölgelerde güvenlik güçleri ve sivilleri hedef alan saldırılar düzenlemiştir. Yollar, köprüler, okul ve hastaneler dâhil kamu binaları, ambulanslar dâhil kamuya ve özel kişilere ait araç ve eşyaların terör saldırılarına maruz kalması, bir kısmının tahrip edilmesi neticesi eğitim, sağlık ve ulaşım gibi temel kamu hizmetlerine erişim durma noktasına gelmiştir (Cizre Devlet Hastanesine roketatar ve uzun namlulu silahlar kullanılarak yapılan terör saldırıları ile Cizre ilçesinde terör örgütü mensupları tarafından gerçekleştirilen saldırılar, oluşturulan hendek ve barikatlarla ilgili arka plan bilgisi için ayrıca bkz. Naile Bülbül, B. No: 2018/11016, 2/2/2022, § 24; Emine Gerez ve diğerleri, B. No: 2018/37620, 2/2/2022, § 33). Bu gelişmelerin ardından öz yönetim ilan edilen bölgelerde terörle mücadele için geniş çaplı operasyonlar başlatılmıştır. Terör saldırıları ve devamında kamu düzeninin yeniden tesisi için yapılan güvenlik operasyonlarında yüzlerce güvenlik görevlisi şehit olmuş, binlercesi yaralanmıştır (anılan olaylar ile ilgili açıklamalar için ayrıca bkz. Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, §§ 10-13). Terörle mücadele operasyonlarının düzenlendiği bazı yerlerde ise sokağa çıkma yasakları uygulanmıştır. Bu kapsamda Şırnak Valiliği Cizre ilçesinde ilk olarak 4/9/2015 tarihinden itibaren terör örgütü mensuplarının etkisiz hâle getirilmesi, mayın ve patlayıcılarla tuzaklanmış barikat ve hendeklerin bertaraf edilmesi, vatandaşların can, mal güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini açıklamıştır. Cizre'de bu tarihten itibaren çeşitli defalar kaldırılıp yeniden uygulamaya konulan ve uygulama saatleri değiştirilen sokağa çıkma yasağı 10/4/2017 tarihinde tamamen kaldırılmıştır (Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], §§ 28). Başvurucunun oğlu Y. ile ve S., 24/12/2015 tarihinde Diyarbakır'da güvenlik güçleri ile girdikleri silahlı çatışmada hayatlarını kaybetmiştir. Başvurucuya göre oğlu sağ olarak yakalandığı hâlde polisler tarafından “dur” ihtarı yapılmaksızın ve hedef gözetilmek suretiyle ateş edilerek öldürülmüştür. Olay sonrasında başvurucunun oğlu ve ölen diğer iki kişiden elde edilen svaplarda atış izine rastlanmaması olayda ölenlerin silah kullanmadıklarını göstermektedir. Bunun gibi olayda maktullerin elleri arkada kelepçelenmiş olmaları sağ olarak yakalandıktan sonra öldürüldüklerini göstermektedir. Olayda kolluk görevlilerinin öldürücü müdahalesini gerektiren bir zorunluluk hâli bulunmamaktadır. Başvurucunun oğlu orantısız ve öldürücü güç kullanılarak keyfî, kasıtlı ve planlı biçimde ateşli silah ile öldürülmüştür, sağ olarak yakalanması mümkün iken olası risklerin en aza indirilmesi için gerekli tedbirlerin alınmaması nedeniyle yaşamı koruma yükümlülüğü yerine getirilmemiştir. Keza olay sonrasında başlatılan ceza soruşturması da etkili biçimde yürütülmemiştir. Kolluk görevlileri tarafından 24/12/2015 tarihinde düzenlenen olay tutanağında önleme araması yapıldığı sırada üç şüpheli şahsın fark edildiği, şahısların dur ihtarı yapıldığı hâlde durmadıkları ve silahlarını çıkartarak doğrulttukları, şahıslardan birinin “el bombasını at” diyerek bağırması üzerine önce havaya uyarı atışı yapıldığı, sonrasında ise iki şahsın vurulduğu, kaçan diğer şahsın silahını doğrulttuğu ve cebindeki el bombasını çıkartmaya çalıştığı sırada vurulduğu, vurulan şahıslardan birinin elini kolunu oynatması üzerine bomba taşımasından şüphelenilerek şahsa kelepçe takıldığı belirtilmiştir. Kolluk görevlileri tarafından 24/12/2015 tarihinde düzenlenen tutanağın ilgili kısmında olay günü saat 45 sıralarında yapılan anons üzerine olay yerine gidildiği, yaralanan üç kişiyi olay yerine getiren beyaz renkli aracın eski hal tarafına kaçtığının öğrenilmesi üzerine aracın aranmaya başlandığı, saat 45 sıralarında aracın ve içindeki U.T., H.S. ve K. isimli kişilerin yakalandığı belirtilmiştir. Kriminal Polis Laboratuvarı Daire Başkanlığının 24/12/2015 tarihli “Olay Yeri İnceleme Raporu Formu”nun ilgili kısmında olay yerine bomba imha uzmanları ile gidildiğinde üç erkek şahsın cesedi ve üç tabanca ile cesetlerin birinin üzerinden çıkan bir adet F1 model savunma tipi bombanın görülerek kayıt altına alındığı ve olay yeri inceleme işlemlerinin yapıldığı belirtilmiştir. Başvuruya konu olay nedeniyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başlatılan ceza soruşturması kapsamında 24/12/2015 tarihinde düzenlenen Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağında bilirkişi adli tıp uzmanı hekim tarafından kimliği belirsiz 2 No.lu erkek cesedi olarak adlandırılan ceset üzerinde yapılan ölü muayene ve otopsi işlemleri neticesinde “elde edilen bulgulara göre kişinin vücuduna isabet eden ateşli silah mermi çekirdeğinin müstakilen öldürücü nitelikte olduğu, atış mesafesinin tayini için atış elbiseli bölgeye isabet ettiğinden elbiselerin tetkiki gerektiği, cesetten mermi çekirdeği elde edilmediği, kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kot kırıkları ile birlikte iç organ yaralanması ve iç kanama sonucu meydana geldiği” kanaati bildirilmiştir. Başsavcılık tarafından 25/12/2015 tarihinde yapılan kimlik tespiti işlemiyle ölü muayene ve otopsi işlemi gerçekleştirilen ve parmak izi incelemesinde Y.ye ait olduğu belirlenen cesedin defin ruhsatı düzenlenerek başvurucu Sırri Yeni'ye teslimine karar verilmiştir. Başsavcılıkça başlatılan soruşturma kapsamında görgü tanıkları tarafından olay yerinde bulundukları belirtilen ve kolluk görevlilerince yapılan takip neticesinde yakalanan (K., U.T., ve H.S. isimli) üç kişiden biri olan U.T. Diyarbakır Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde (TEM Şube Müdürlüğü) 27/12/2015 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özet olarak terör örgütü ile bağlantısının bulunmadığını, ölü ele geçirilen kişileri tanımadığını, aynı araç içinde yakalanan K.nin halasının oğlu ve H.S.nin uzaktan akrabası olduğunu, ölen kişiler üzerinde bulunan dokümanlarda telefon numarasının neden yazılı olduğunu bilmediğini beyan etmiştir. Her iki olay bakımından ayrı ayrı yürütülen soruşturmalar birleştirilmiş olup 29/12/2015 tarihinde Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği tarafından araçla kaçtıktan sonra yakalanan kişiler yönünden iletişimin tespitine ve karar gereği yapılan işlemlerin gizli tutulmasına karar verilmiştir. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Bomba İmha ve İnceleme Şube Müdürlüğünün 17/1/2016 tarihli imha raporunda, Cumhuriyet savcısının imha kararı üzerine geçici olarak muhafaza altında bulunan bir adet patlamamış F1 savunma tipi el bombası 17/1/2016 tarihinde gerekli çevre emniyeti ve güvenlik tedbirleri alındıktan sonra uygun olarak patlatıldığında emsallerine eş değerde patladığının görüldüğü, çalışmaların fotoğraf çekimi yapılarak kayıt altına alındığı tespit edilmiştir. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünün 1/2/2016 tarihli tutanağında 24/12/2015 günü S., Y. ve nin ölümü ile sonuçlanan olayda olay yerinde ve olaya müdahale eden araçlarda kamera bulunmadığı tespit edilmiştir. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Bomba İmha ve İnceleme Şube Müdürlüğünün 3/2/2016 tarihli inceleme raporunda, “24/12/2015 tarihinde saat 10 sıralarında Diyarbakır Yenişehir İlçesi Şehitlik Mahallesi Sokak üzerinde, TEM Şube Müdürlüğü ekiplerine karşı silahlı saldırı gerçekleştirildiği ve çıkan çatışmada 3 şahsın etkisiz hale getirildiği, saat 25 sıralarında, bahse konu adrese intikal edildiğinde belirtilen yerde üç ölü terörist olduğu, birinin üzerinde 1 adet F-1 model savunma tipi el bombası olduğu tespit edildiği, ayrıca bahse konu olayda ölü teröristlerin üzerinde 3 adet tabanca ve 4 adet dolu tabanca şarjörü, uzun namlulu silaha ait fişekler ve tabanca mermileri olduğunun görüldüğü, el bombasının askeri amaçlar için fabrikasyon olarak üretilen Rus menşeili, parça ve basınç etkili savunma tipi F-1 model el bombası olduğu, patlaması halinde canlılar üzerinde öldürücü ve yaralayıcı, cansızlar üzerinde yakıcı, yıkıcı ve tahrip edici özelliklere sahip olduğu” tespit edilmiştir. Başsavcılık tarafından maktullerin üzerinden elde edilen materyallerde parmak izi bulunduğu tespit edilen F., şüpheli sıfatıyla 4/7/2016 tarihinde alınan ifadesinde özet olarak uyuşturucu esrar maddesi kullanıcısı olduğunu, Bağlar ilçesi Kelebek Parkı'nda uyuşturucu esrar maddesi kullanırken Sur operasyonları esnasında öldürülen üç örgüt mensubunun yanına geldiğini ve kendilerine eşlik etmesini aksi takdirde kardeşlerine ve ailesine zarar vereceklerini söylediklerini, bu kişilere iki gün eşlik ettiğini, bu sürede herhangi bir eyleme katılmadığını, Benusen'de bulunan harabe bir evde üç örgüt mensubu ve kendisi gibi eşlik etmeye zorladıkları tanımadığı iki kişi ile birlikte kaldığını, evde kaldığı sürede tehdit edilip dövüldüğünü, cep telefonunun üç örgüt mensubu tarafından kullanıldığını, bu kişilerin örgüt adına eylem ve faaliyette bulunacak özel ve büyük bir tim kurmak istediklerini söylediklerini, cebir ve şiddet ile bu kişilere eşlik etmek zorunda kaldığını, terör örgütüyle ilgisinin bulunmadığını, terör örgütü mensuplarının vurulmadan önce üzerinden çıkan not defterini vererek yazılı şahısları aramasını ve “Baran sizi bekliyor” demesini istediklerini, not defterini eline alıp söyleneni yaptığını, parmak izinin bu sebeple çıktığını, not defterinde kendi numarasının da bulunduğunu, ankesörlü telefondan arayarak kendisine ulaştıklarını belirtmiştir. Başsavcılık tarafından 14/11/2016 tarihinde başvurucunun oğlu Y. ile S. ve nin öldüğü olayda operasyonda görevli kolluk görevlileri hakkında kasten öldürme suçundan ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “...2015 günü TEM Şube Müdürlüğüne bağlı . ve . Kod Nolu zırhlı ekipler tarafından belirtilen kapanma noktalarında görev alan güvenlik güçlerinin güvenliğinin sağlanması ve surlar çevresinde bulunan şüpheli şahıslar üzerinde, Diyarbakır Sulh Ceza Hakimliğinin 2015 tarih ve 2015/1932 Değişik İş sayılı Önleme Arama Kararına istinaden çalışma yapıldığı esnada Saat:15 sıralarında İlimiz Yenişehir İlçesi Şehitlik Mahallesi 261 Sokak üzerinde Turistik Caddesi ile Şehitlik Mahallesi 261 sokağı birbirine yaya olarak bağlayan Surların bir kısmının açık olduğu (halk arasına Simar Deliği olarak adlandırılan) yerde durumundan şüphelenilen 3 şahsın kontrol edilmesi amacıyla araç ile belirtilen noktaya yaklaşıldığı esnada şahıslar kolluk görevlilerini fark etmişler, araçlardan inen kolluk görevlilerince bu esnada şahıslara yönelik duyabilecekleri ses tonuyla, “DUR POLİS” şeklinde uyarıda bulunulmuş, şahıslar bu uyarıya rağmen durmayarak üzerinde bulunan silahları çekerek görevlilere doğrultarak silah kullanmaya çalışmaları ve içlerinden bir tanesinin yüksek sesle EL BOMBASINI AT şeklinde bağırması üzerine ekip otosuna zimmetli AK-47 Kaleşnikof marka uzun namlulu tüfek ile ilk önce havaya doğru uyarı atışı yapılmış ancak şahısların eylemlerine devam etmesi üzerine uzun namlulu silah ile iki şahıs (2) vurularak etkisiz hale getirilmişlerdir.Etkisiz hale getirilen şahsın el bombası at diye bağırdığı Şahsın Benusen deresi olarak adlandırılan istikamete doğru (İlimiz Yenişehir İlçesi Şehitlik Mahallesi 262 sokak istikametine doğru) elinde silah ile koşarak kaçtığı görülmüş, kaçan şahsa görevli tarafından yine “DUR KAÇMA POLİS, TESLİM OL” şeklinde duyabileceği ses tonu ile uyarıda bulunulmasına rağmen, kaçan şahıs uyarılara aldırış etmeyerek arkasından gelen görevlilere yönelik silahı doğrultarak ateş edeceği ve cebinde bulunan el bombasını çıkarmaya çalıştığı esnada vurularak etkisiz hale getirilmiştir. Etkisiz hale getirilen üçüncü şahsın montunun sağ cebinde mandal kısmı dışardan pim kısmı görülen el bombası olduğu görülmesi ve kollukça ilk yapılmış olan müdahalede içlerinden bir tanesinin el bombasını at şeklinde bağırması üzerine diğer 2 şahsın yanında bulunan görevlilerin duyabileceği şekilde ” Bu şahsın cebinde el bombası var, diğerlerinin üzerin de de bomba olabilir. Şahısları kontrolünüzde tutun” şeklinde uyarı yapılarak, telsiz marifeti ile Haber merkezine hitaben “Şehitlik 262 sokak içerisinde silahlı şahıslar ile çatışmaya girildiği, yaralıların olduğu, çok sayıda Ambulans ve takviye ekip gelmesi” şeklinde anons edilerek, olay yerine derhal ambulans sevkinin sağlanması istenilmiştir.Görevliler tarafından 261 sokak üzerinde etkisiz hale getirilen 2 şahıstan, ellerini ve kollarını oynatan hareketli şahsa üzerinde bomba olma ihtimali göz önünde bulundurularak, olası bombayı şahsın kendisine ve görevlilere karşı kullanamaması amacıyla 112 görevlileri olay yerine intikal edinceye kadar şahıs bir eline kelepçe takılmak suretiyle kontrol altına alınmıştır. Ambulans ve takviye ekiplerin gelmesi beklenirken, olay yerinde görevlilerce çevre emniyeti alınmaya çalışıldığı esnada Benusen deresi tarafından olayın gerçekleştiği bölgeye doğru silah sesleri gelmesi üzerine, görevlilerce havaya yönelik uyarı atışları yapılmıştır.Takviye ekiplerin gelmesi ile olay yeri ve çevresinin güvenliği sağlanmış, Bomba İmha ve İnceleme Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından şahısların üzerinde gerekli kontroller yapılmış, Şehitlik 262 sokak üzerinde etkisiz hale getirilen şahsın montunun sağ cebinde (1) adet Savunma tipi el bombası olduğu tespit edilmiş, diğer 2 şahsın üzerinde herhangi patlayıcı madde, tuzaklama vs. olmadığının anlaşılması üzerine şahsa kontrol amaçlı takılan kelepçe çıkartılmıştır. Olay yerine intikal eden 112 personeli tarafından yapılan kontrollerde 3 şahsında EKS olduğu anlaşılmış, konu ile ilgili olarak Nöbetçi Cumhuriyet Savcısına bilgi verilmiş, Cumhuriyet Savcısının güvenlik nedeniyle olay yerine gelemeyeceğini, cenazelerini Eğitim Araştırma Hastanesine intikal ettirmeleri olay yeri ve çevresinde gerekli incelemelerin yapılması şeklideki talimatı doğrultusunda,Eks olan 3 şahıs ambulans ile otopsi işlemleri için İlimiz Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesine intikali sağlanmıştır. Maktul Şüpheliler Açısından; Olayda eks olan 3 şahsın yukarıda açık kimliği yazılı maktul şüpheliler S., Y. ve olduğu, Diyarbakır ilinde devam etmekte olan operasyon esnasında ölü olarak bulunduğu, bulundukları esnada üzerilerinde yukarıda da belirtildiği üzere silah ve savunma tipi el bombası olduğu, dosyada mevcut kriminal raporlarında el svaplarında atış artıkları bulunduğunun tespit edildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerin Diyarbakır ilinde bölücü terör örgütü emir ve talimatları doğrultusunda hareket ederek güvenlik güçlerine karşı savaşmak suretiyle Devletin Birliği ve Bütünlüğünü Bozma Suçunu işlediği fakat şüphelilerin ölmüş olması sebebi ile soruşturma yürütülemeyeceği anlaşılmaktadır.Operasyonda Görevli Kolluk Kuvvetleri Açısından; Kolluk kuvvetlerinin amacı; Diyarbakır ilinde BTÖ mensupları tarafından il merkezindeki cadde ve sokaklara emniyet güçleri ve diğer kamu görevlilerinin girişini engellemek, sözde asayişi sağlamak amacı ile kurulan hendek ve barikatlar ile bombaların temizlenmesi, BTÖ mensuplarının yakalanmasıdır. Bu noktada 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 5681 sayılı kanunun Maddesine değinecek olunursa; söz konusu maddede; "polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde bu direnişi kırmak amacı ile ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.... Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.... Polis kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur. Polis; a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında, b) Bedeni kuvvet ve maddi güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde, c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suç üstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silah kullanmaya yetkilidir. ........ Polis direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde silahla saldırıya teşebbüs edene karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir" hükmünün düzenlendiği yine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun Maddesinde meşru savunma ve zorunluluk halinin düzenlendiği, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 25/1 maddesinde "gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı bir şekilde defetmek zorunluluğu ile işlenen fillerden dolayı faile ceza verilmez" hükmünün bulunduğu, Yargıtay Ceza Dairesinin 16/05/2011 gün ve 2008/7270, 2011/3119 nolu kararında da "...... Maktül ve mağdurların sanıkların kanunen kendilerine verilen görevi yerine getirmek üzere olay yerinde bulundukları sırada kalaşnikof tüfekle av tüfeği ile kendilerine yönelen haksız silahlı saldırı karşısında o anki hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde yasal savunma koşullarında hareket ederek silahlı saldırıyı defetmek amacıyla kendilerine ateş edilen bölgeye doğru ateş ettikleri sırada ....... Sanıkların 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 25/1 ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunun 232/2-d maddeleri uyarınca beraatlerine karar verilmesi gerekirken....." denildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde operasyonda görevli kolluk kuvvetlerinin kendilerine karşı silah kullanan maktul şüphelilere karşı somut olayımızda 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun Maddesi delaletiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun Maddesinde düzenlenen kanunun hükmü ve amirin emri, yine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun Maddesinde düzenlenen meşru savunma ve zorunluluk hali hükümleri uyarınca silah kullandıkları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla operasyonda görevli kolluk kuvvetlerinin maktul şüphelilere karşı silah kullanarak onların ölümüne sebep olmaları yönündeki eylemlerinin hukuka uygunluk nedenleri çerçevesinde hareket etmeleri sonucu meydana geldiği kanaatine varıldığından operasyonda görevli kolluk kuvvetlerinin açık kimlik bilgilerinin araştırılmasına tarafımızca gerek görülmemiş ve işbu kovuşturmaya yer olmadığına dair karar kaleme alınmıştır...” Başsavcılık tarafından aynı tarihte düzenlenen iddianame ile şüpheliler K., U.T., F. ve H.S.nin silahlı terör örgütüne yardım etme suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. Başvurucu, ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapmış olduğu 6/12/2016 tarihli itirazında kararda sadece olaya karışan polislerin beyan ve tutanaklarının esas alındığını, usule aykırı olarak gizlilik kararı verildiğini, mahalle sakini görgü tanıklarının da bu hususu haricen ifade ettiklerini belirtmiştir. Başvurucunun itirazını inceleyen Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğince 17/6/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkili soruşturma yapılmadan verildiğinin tespit edilmediği ve kamu davası açılması için yeterli neden bulunmadığı gerekçesi açıklanarak itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 27/7/2017 tarihinde öğrendikten sonra 28/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34153
Başvuru, Diyarbakır'da yapılan önleme araması sırasında güvenlik kuvvetlerinin güç kullanımı neticesinde bir ölümün meydana gelmesi ile ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ve bu hak ile bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin, bir yakının öldürülmesinden duyulan üzüntü nedeniyle de özel hayata saygı hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 2/9/2019 tarihinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yapmakta olan başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 10/8/2016 tarihli kararı ile görevden uzaklaştırılmış ve 31/8/2016 tarihinde meslekten ihraç edilmiştir. Görevden uzaklaştırma kararı üzerine başvurucu, FETÖ/PDY'ye yönelik soruşturmalar kapsamında 12/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 16/8/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde atılı suçlamayı kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 16/8/2016 tarihinde başka şüphelilerle birlikte Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 16/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde kendisine suçlamaya ilişkin herhangi bir somut delil bildirilmediğini belirtmiş ve tutuksuz yargılanma talebinde bulunmuştur. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 16/8/2016 tarihinde üzerine atılı suçlardan tutuklanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelilerin üzerilerine atılı bulunan terör örgütü üyeliği suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, şüphelilerin akçam ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı şüphelilere isnat edilen suçun ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri gerektiren suç olması nedeni ileCMK 2/1-j ve 2802 sayılı Kanun'un Maddesi ve CMK'nun Maddesi ile ilgili düzenlemelerile AİHS Maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK'nın Maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmasına... [karar verildi.]" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 8/3/2017 tarihinde başvurucu ve diğer şüphelilerin sabit ikametgâh sahibi olduğunu, soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumu itibarıyla tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olacağını belirterek sulh ceza hâkimliğinden tahliyeleri ile birlikte şüphelilerin yurt dışına çıkışının yasaklanması suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 8/3/2017 tarihli kararıyla Savcılığın talebi doğrultusunda başvurucu tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu'nun talebinin kabulü ile incelenen dosya kapsamına göre şüphelilerin sabit ikametgah sahibi olduğu, soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumu itibariyle tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu kanaatine varılmakla, şüpheliler...Selçuk Özkan Ankara Sulh Ceza Hakimliği'nin 16/8/2016 tarihli ve 2016/122 sorgu sayılı ... tutuklama kararlarının kaldırılmasına, şüphelilerin tahliyesine başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu değiller ise derhal salıverilmelerine, ancak şüphelilerin üzerine atılı suçun niteliği, hakkında kuvvetli suç süphesinin varlığını gösteren olgular, delillerin tamamının toplanmamış olması nazara alındığında şüpheliler hakkında CMK.nun maddesi gereğince adli kontrol altına alınmalarına, CMK 109/3-a maddesi gereğince şüphelilerin soruşturma sonuçlanıncaya kadar yurt dışına çıkışlarının yasaklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu, tahliye edildikten sonra 6/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki soruşturma bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19395
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, velayet davasında verilen karara karşı yapılan istinaf başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 3/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 9/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, 9/9/2020 tarihinde vefat etmiştir. Yapılan bildirime rağmen başvurucunun mirasçılarının başvurunun devamı yönünde bir talepleri olmamıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/23538
Başvuru, velayet davasında verilen karara karşı yapılan istinaf başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucu, Z.Y. isimli kişiye içerisinde bir adet el yazması kartpostal ile bir adet önlü arkalı yazı bulunan bir mektubu göndermek istemiştir. Söz konusu el yazması kartpostalda yer alan ifadelerin ilgili kısımları şöyledir:"Yoldaşlar, ateş hattında yeni bir kavga yılına giriyoruz. ... Rojava devriminin bütün cephelerinde ve destansı Kobane direnişinde bir feda bölüğü olarak ... ölümsüzleşen savaşçılarımız ... Rojava'da Şehit Serkan Taburu'nun kurulması, EnternasyonalistÖzgürlük Taburu'nun örgütlenmesindeki öncü ve belirleyici rolümüz ile askeri ve siyasi zaferlere sunduğumuz devrimci katkılar ... bu yılı kazanmıştır. ... devrimci hamlelerle savaşı ve cepheyi büyütme görevleri önümüzde duruyor. .. Yeni kavga yılını da kazanacağız. .. Tekirdağ 1 Nolu F Tipinden YAPICILAR" İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 15/9/2015 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla el yazısıyla yazılmış kartpostalın terör örgütünün kararları doğrultusunda kamuoyu desteği oluşturmak maksadıyla yazılması ve kişi ve kuruluşları paniğe yöneltebilecek yanlış bilgiler içermesi nedeniyle muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Mektup içeriğinde bulunan bir adet önlü arkalı yazının ise sakıncalı mahiyette olmadığı belirtilerek bu yazının muhatabına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Tekirdağ İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itiraz 12/10/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararda, Disiplin Kurulunun itiraza konu edilen kararında usul ve aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 27/10/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 6/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektuplara ceza infaz kurumunun ilgili kurulları tarafından yapılan müdahalelere dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18879
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, başka bir kuruma naklen atanmak için muvafakat talebinin reddedildiğini ve bu işleme karşı açtığı davanın da reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 5, 48 ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 22/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine şahsen yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Kara Kuvvetleri Komutanlığında sivil memur olarak çalışmakta iken Türkiye İş Kurumunda boş bulunan elektrik teknisyeni kadrosuna atanmak için 7/4/2011 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Türkiye İş Kurumu, başvurucunun naklen atanması için Kara Kuvvetleri Komutanlığından 14/4/2011 tarihinde muvafakat istemiştir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı bu talebi 16/6/2011 tarihinde personel ihtiyacını gerekçe göstererek reddetmiştir. Başvurucu, bahsedilen işlemin iptali talebiyle 5/8/2011 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dairesi 11/4/2012 tarih ve E.2011/1031, K.2012/420 sayılı kararı ile açılan davayı reddetmiştir. Başvurucunun 28/5/2012 tarihli karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 19/9/2012 tarih ve E.2012/774, K.2012/775 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar verildiği tarihte kesinleşmiştir. Karar, 28/9/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrası, geçici maddesinin yedinci fıkrası, 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası, geçici maddesinin (8) numaralı fıkrası, 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/329
Başvurucu, başka bir kuruma naklen atanmak için muvafakat talebinin reddedildiğini ve bu işleme karşı açtığı davanın da reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 5, 48 ve 49. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/20396 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/20396 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20396
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Eyüp Yaşar ve Cahit Tamur, Patnos L Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda, Fuat Bor, Karabük T Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda, Hüseyin Duman, Burhaniye T Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta; haklarında bireysel başvuruya konu yargılama dosyasında verilmiş olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası infaz edilmektedir. Başvurucular, (kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 22/2/2007 tarihli kararıyla devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik silahlı eylemlerde bulunma suçundan müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan karar, Yargıtay incelemesinden geçerek 4/2/2008 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular, mahkûmiyetle sonuçlanan davaya ilişkin olarak 1/8/2008 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucular; mahkûmiyet kararının gözaltındayken müdafi yardımı olmaksızın alınan ifadelere dayandırıldığı, bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapılmadığı ve yargılamanın çok uzun sürdüğü hususlarını şikâyet konusu yapmıştır. AİHM, Yaşar ve diğerleri/Türkiye (B. No: 1236/09, 28/11/2017) kararında başvurucuların gözaltında tutulduğu sırada müdafi yardımından yararlanma hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Ayrıca başvurucuların diğer iddialarını kabul edilemez bulmuştur. AİHM, makul sürede yargılanma hakkı yönünden başvuruculara manevi tazminat ödenmesine karar vermiş; gözaltında avukat tarafından hukuki yardım sağlanmadığı iddiaları yönünden ise başvurucuların talep etmesi hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağını kararında belirtmiştir. Başvurucular 4/1/2018 havale tarihli dilekçeyle anılan ihlal kararına dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. (Kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) 31/1/2018 tarihli ek kararıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde öngörülen şartlar oluşmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:" ... dosya içeriği deliller ve gerekçe üzerinde yapılan incelemede, sanıklar hakkında sadece kollukta avukat olmaksızın alınan beyanlar gerekçe yapılarak hüküm tayin edilmediği, Sanık Eyüp YAŞAR yönünden kolluk beyanı dışında ekspertiz raporu, maktulu öldüren mermilerin sanığın tabancasından çıktığının belirtilmesi, sanık hakkındaki teşhis tutanağı, yer gösterme tutanağı, yüzleştirme tutanağı, tanık [R.nin] açıkça sanık Eyüp'ü teşhis ettiğine dair beyanı, sanığın sahte kimlik ile yakalandığına ilişkin kayıtların bulunduğu, Sanık Cahit TEMUR yönünden sanığın hakim huzurunda da ikrarının olduğu, maktulün öldürüldüğü olayda kullanılan silahtan çıkan mermilerin sanığın evinde ele geçen tabancadan atıldığına dair ekspertiz raporu, yer gösterme tutanağı, yüzleştirme tutanağı, ve klasör iki de bulunan teşhis tutanağının bulunduğu, Sanık Fuat BOR yönünden sanığın hakim huzurunda da ikrarının bulunduğu, teşhis tutanağı, ve yer gösterme tutanağında açıkça sanığın maktule rast gele bıçak salladığı ve yumrukladığının belirtildiği, Sanık Hüseyin DUMAN yönünden ise sorgu beyanındaki ikrarı teşhis tutanağı, ve yer gösterme tutanağının bulunduğu, Ceza muhakemesi kanunda da belirtildiği üzere hükme esas alınan delillerin salt sanıkların avukat olmaksızın kollukta verdiği ifadeler olmadığı, yukarıda belirtilen ve gerekçeye konu edilen deliller değerlendirilerek hüküm kurulduğu, nitekim temyiz incelemesinden de onanarak geçtiği, CMK 311 ve devamı maddelerinde yargılamanın yenilenmesi şartlarının sayıldığı, İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının kesinleşme tarihinden itibaren yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunabileceği düzenlense de ilgili karar içeriğinin dosyanın esasına etkileyen sanıkların ceza almayacakları yada daha az ceza alacakları durumlarına ilişkin olmadığı kolluktaki avukat olmaksızın alınan beyanları dışında birden çok ve ayrıntısı ile belirtilen delillerin hükme esas edildiği, soruşturma aşamasının uzun sürmesi hususunun ise sanıklar lehine tazminat hükmünde esas alınabileceği nitekim AİHM tarafından da sanıklar lehlerine tazminata hükmedildiği bu haliyle CMK 311 ve devamı maddelerinde yer alan yargılamanın yenilenmesi şartları oluşmadığından sanıklar müdafinin yeniden yargılama talebinin reddine ..." Başvurucular, AİHM'in kararıyla gözaltında müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin tespit edildiğini ve uygun giderim yolu olarak yargılamanın yenilenmesine işaret edildiğini belirterek karara itiraz etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 13/4/2018 tarihli kararıyla başvurucuların itirazını reddetmiştir. Bu karar, başvurucuların müdafiine 24/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 8/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:...f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.  (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır. " 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:'' Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...… Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:…c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;'' AİHM İçtihadı AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafinin yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması istenemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye,[BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008 § 51). Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilmek suretiyle ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87). İlke olarak şüpheliye gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren müdafi yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM; kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden feragat etmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan feragat edilmesinin geçerli ve etkin olabilmesi için açık bir biçimde dile getirilmesi, ayrıca bu feragatin önemiyle orantılı asgari güvencelerin de bulunması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59). AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da ücretsiz olarak resen avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, müdafi yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56). AİHM; Sözleşme'nin maddesi bağlamında, devletlerin taraf olduğu başvurulara ilişkin olarak verilen AİHM kararlarıyla bağlı olma yükümlülüğü altına girdiğini vurgulamaktadır (Del Rio Prada/İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 137). AİHM'e göre bu, kendisinin bir ihlal bulduğunda davalı devletin sadece Sözleşme'nin maddesine göre hükmedilen tazminatı ödeme yükümlülüğünü değil bunun yanında kendisi tarafından bulunan ihlalin ortadan kaldırılması için iç hukukta bireysel ve/veya -gerekiyorsa- genel tedbirler alma ve başvurucuyu Sözleşme ihlal edilmemiş olsaydı bulunacağı duruma mümkün olan en yakın konuma getirecek şekilde ihlalin etkilerini telafi etme yükümlülüğünü de barındırmaktadır (Del Rio Prada/İspanya, § 137). AİHM, taraf devletlerin -AİHM kararında belirtilen sonuçlarla uyumlu olmak kaydıyla- bu yükümlülüklerini ifa edecekleri aracı seçmekte serbest olduklarını vurgulamaktadır. Bununla birlikte AİHM; bazı özel koşullarda, anılan yükümlülüğün ifası bağlamında -sorumlu devlete yardım etmek amacıyla- ihlal bulunmasına yol açan durumun ortadan kaldırılması için alınabilecek özel ve/veya genel tedbirlerin türünü de gösterebileceğini belirtmektedir. AİHM; istisnai bazı durumlarda ise bulunan ihlalin türünün telafi için alınması gereken tedbirler hususunda bir tercih imkânı bırakmayabileceğini, bu hâlde kendisinin hangi tedbirin uygulanacağını kararında gösterebileceğini ifade etmektedir (Del Rio Prada/İspanya, § 138). AİHM Bochan/Ukrayna (2) (B. No: 22251/08, 5/2/2015) kararında Sözleşme’nin maddesinin gerekçeli karar hakkı yönünden ihlal edildiğine hükmettikten sonra (Bochan/Ukrayna, B. No: 7577/02, 3/5/2007) başvurucu tarafından ulusal mahkemede yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti incelemiştir. AİHM, Sözleşme’nin maddesinin kural olarak kesin hükme bağlanmış bir davanın yeniden incelenmesini öngören olağanüstü kanun yollarına başvurulara uygulanmayacağını ancak ilgili hukuk sistemindeki söz konusu olağanüstü başvuru yoluna ilişkin yargısal sürecin türü, konusu ve somut özelliklerinin bu tür olağanüstü başvuru yolunu Sözleşme’nin maddesinin kapsamına getirebileceğini ve adil yargılanma güvencelerini bu başvurucular yönünden de geçerli hâle getirebileceğini ifade etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), § 50). AİHM, özellikle olağanüstü başvuru yolunun tür ve konu bakımından olağan başvuru yolu gibi görüldüğü durumlarda iç hukuktaki tanımlamadan bağımsız olarak bu tür yargısal süreçlerin Sözleşme’nin maddesi kapsamında görülebileceğini belirtmiştir. AİHM, ilgili yargısal mercilere takdir hakkının tanınmadığı durumlarda ilgili olağanüstü yolun temyiz benzeri bir yol olduğunu kabul etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 46-49). AİHM somut olayda Ukrayna ulusal hukukunu incelemiş ve kendisinin ihlal kararlarına ilişkin olarak öngörülen yargılamanın yenilenmesinin temyiz benzeri bir süreç olduğunu gözeterek Hükûmetin başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında olmadığı yönündeki itirazını reddetmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 51-56).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12010
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamu görevine iade isteminin reddi üzerine açılan davada masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Iğdır Meslek Yüksek Okulunda okutman olarak görevine devam ederken hakkında rüşvet aldığına ilişkin şikâyette bulunulması üzerine yapılan disiplin soruşturmasının ardından 20/12/2000 tarihinde kamu görevinden çıkarma cezası ile cezalandırılmıştır. Aynı zamanda başvurucu hakkında rüşvet almak suçlamasıyla Iğdır Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Yargılama sonunda Iğdır Ağır Ceza Mahkemesi 21/1/2010 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçu işlediğini sabit görmüştür. Bu kapsamda başvurucunun beş yıl hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına, memuriyetten müebbeten mahrumiyetine ancak devamında bu cezalara ilişkin hüküm hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Başvurucu, Mahkeme kararının ardından yeniden göreve başlatılması istemiyle Yükseköğretim Kuruluna müracaat etmiş ancak bu talep 1/4/2010 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu ret işleminin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde 7/6/2010 tarihinde dava açmıştır. Yargılama sonunda Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 4/2/2011 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde, kamu görevinden çıkarma cezasının iptali için Erzurum İdare Mahkemesinde başvurucu tarafından açılan ve reddedilen davadan bahsedilmiştir. Bu kapsamda Mahkeme kamu görevinden çıkarma işleminin iptali için açılan söz konusu davada ret kararının kesinleştiğini, dolayısıyla görülmekte olan dava yönünden de idarenin iptali istenen işleminin hukuka aykırılık içermediğinin anlaşıldığını belirtmiştir. Mahkemece ayrıca Iğdır Ağır Ceza Mahkemesinin kararının da (Bkz. § 7) yalnızca o dava yönünden sonuç doğuracağı diğer hukuki işlemler üzerinde hukuki sonuç yaratmayacağı da açıkça vurgulanmıştır. Temyiz incelemesi sonucu Danıştay Sekizinci Dairesi 17/5/2013 tarihinde onama kararı vermiş, karar düzeltme talebi de 13/5/2014 tarihinde reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam başvurucuya 16/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 15/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11681
Başvuru, kamu görevine iade isteminin reddi üzerine açılan davada masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamu görevlisi başvurucunun üyesi olduğu sendikanın çağrısı üzerine göreve gitmemesi ve katıldığı basın açıklamasında attığı sloganlar nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Kırklareli'de bir ortaokulda Türkçe öğretmeni olarak görev yapan başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) üyesidir. Somut olay 2015 yılı Haziran ayından itibaren yoğun bir şekilde maruz kalınan terör eylemleriyle mücadele kapsamında bazı ilçelerde sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi etrafında şekillenmiştir (arka plan bilgisi için bkz. Dilek Kaya, B. No: 2018/14313, 17/7/2019, §§ 8-11). Anılan olaylar nedeniyle Eğitim-Sen'in bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 22/2/2015 tarihli kararıyla kendisine bağlı tüm sendika üyelerinin sokağa çıkma yasaklarını kınamak amacıyla 29/12/2015 tarihinde (bir gün) işyerlerinden çıkıp tüm illerde merkezi alanlarda basın açıklamaları yapmaları çağrısında bulunmuştur (kararın tam metni için bkz. Dilek Kaya, § 14). Eğitim-Sen anılan çağrı çerçevesinde 25/12/2015 tarihinde "29 Aralık 2015 tarihinde Konfederasyonumuz KESK'in diğer emek ve meslek örgütleri ile birlikte almış olduğu 92 sayılı kararı gereğince Savaşa Hayır Barışı Savunacağız şiarıyla gerçekleştireceği üretimden gelen gücümüzü kullanarak 1 günlük hizmet üretmeme kararının iş kolumuzda hayata geçirilmesine" şeklinde bir karar almıştır. Başvurucu, yukarıda yer verilen karar doğrultusunda 29/12/2015 tarihinde (bir gün) göreve gitmemiş ve yine aynı gün düzenlenen basın açıklamasına katılarak "Savaşa hayır barış hemen şimdi; Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek; Susma haykır savaşa hayır; Faşizme karşı omuz omuza" sloganlarını atmıştır. Anılan eylemler nedeniyle başvurucu hakkında disiplin soruşturması yapılmış ve eylemlerin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (n) alt bendi uyarınca kendisine "verilen görev ve emirleri kasten yapmamak" kapsamında kaldığı gerekçesiyle başvurucunun kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle idare mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi, öğretmen olan başvurucunun eğitim-öğretim görevini yerine getirmek yerine bölücü terör örgütünün faaliyetlerinin haklı barış direnmesi olarak nitelendirildiği gösteriye katılarak bu mahiyette sloganlar attığını, ancak eylemin dayandığı sendika kararının kamu görevlileri sendikalarının normal faaliyetleriyle hiçbir ilgisi bulunmaması nedeniyle eylemin sendikal faaliyet kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. Nihayetinde eylemin sendika kararına dayanmasının eğitim-öğretim görevini kasten yerine getirmemenin geçerli bir mazereti olarak kabul edilemeyeceği ve eylemin verilen görevi kasten yapmamak fiiline uyduğu belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Söz konusu karar istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir. Başvurucu nihai kararı 4/5/2018 tarihinde öğrendikten sonra 30/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18397
Başvuru, kamu görevlisi başvurucunun üyesi olduğu sendikanın çağrısı üzerine göreve gitmemesi ve katıldığı basın açıklamasında attığı sloganlar nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucular, "silahlı terör örgütüne üye olma ve resmi belgede sahtecilik" suçlarını işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 8/1/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 18/2/2014 tarihinde, başvurunun, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Yunis Aydemir tarafından yapılan 2014/502 numaralı bireysel başvuru dosyası ile başvurucu Emin Orhan tarafından yapılan 2014/503 numaralı bireysel başvuru dosyası ve başvurucu Ali Haydar Keleş tarafından yapılan 2014/504 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2014/502 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 20/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Emin Orhan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında, 21/9/2006 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) 25/9/2006 tarihli ve 2006/49 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu Ali Haydar Keleş, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında, 23/9/2006 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) 27/9/2006 tarihli ve 2006/52 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucular Ali Haydar Keleş, Emin Orhan ve diğer yirmi iki şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 5/1/2007 tarihli ve E.2007/8 sayılı iddianamesi ile “silahlı terör örgütüne üye olma ve resmi belgede sahtecilik” suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış ve dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2007/24 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu Yunis Aydemir, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında, 17/1/2007 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) 20/1/2007 tarihli ve 2007/15 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu Yunis Aydemir hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 5/3/2007 tarihli ve E.2007/343 sayılı iddianamesi ile “silahlı terör örgütüne üye olma ve resmi belgede sahtecilik” suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmış ve dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2007/139 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 20/4/2007 tarihli ve E.2007/22, K.2007/197 sayılı kararı ile E.2007/22 sayılı dava dosyasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/24 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2007/24 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 29/5/2007, 31/5/2007, 7/8/2007, 24/7/2008, 5/12/2008 ve 21/10/2010 tarihli kararları ile E.2007/116, E.2007/139, E.2007/314, E.2008/165, E.2008/283 ve E.2010/124 sayılı dava dosyalarının, Mahkemenin E.2007/24 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2007/24 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. Kartal Asliye Ceza Mahkemesi, 17/12/2007 tarihli ve E.2007/324, K.2007/941 sayılı kararı ile başvurucu Yunis Aydemir hakkında “sahte nüfus cüzdanı kullanma ve görevi yaptırmamak için direnme” suçlarını işlediği iddiasıyla Mahkemenin E.2007/324 sayılı dosyasında açılan kamu davasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/24 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2007/24 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 4/4/2008 tarihli ve E.2007/641, K.2008/76 sayılı kararı ile E.2007/641 sayılı dava dosyasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/24 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2007/24 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 4/4/2008 tarihli ve E.2007/641, K.2008/76 sayılı kararı ile E.2007/641 sayılı dava dosyasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/24 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2007/24 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 19/1/2009 tarihli ve E.2009/17, K.2009/7 sayılı kararı ile E.2009/17 sayılı dava dosyasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/24 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2007/24 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 21/10/2010 tarihli ve E.2007/24, K.2010/195 sayılı kararı ile E.2007/24 sayılı dava dosyasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2007/303 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2007/303 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin, 21/10/2010 tarihli birleştirme kararına yaptığı itiraz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 16/2/2011 tarihli ve E.2011/814, K.2011/872 sayılı ilâmı ile birleştirme kararı kaldırılarak, dosya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/64 sayılı dosyasına kaydedilen davada, 22/11/2011 ve 6/12/2011 tarihli kararlar ile E.2011/206 ve E.2011/231 sayılı dava dosyalarının, Mahkemenin E.2011/64 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2011/64 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. Özel yetkili mahkemelerin kapatılması üzerine, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 7/3/2014 tarihli ve E.2011/64, K.2014/104 sayılı karar ile dava dosyasının görevli ve yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/101 sayılı dosyasına kaydedilen davada toplam kırk iki sanığın yargılaması halen devam etmektedir. Başvurucular, 8/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası ve maddesinin (2) numaralı fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/502
Başvurucular, "silahlı terör örgütüne üye olma ve resmi belgede sahtecilik" suçlarını işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
1
Başvurucular, 12/7/1995 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açtıkları alacak davasının kısmen kabulüne karar verildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 21/5/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/3/2014 tarihli görüşüne karşı başvurucular 2/4/2014 tarihinde beyanlarını sunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi, Pamukbank T.A.Ş. ile 29/7/1992 tarihinde “Borsa Kredisi Sözleşmesi” imzalamış ve 000 TL limitli kredi için 000 TL nominal değerdeki hisse senetlerini bankaya rehin olarak vermiştir. Anılan Banka tarafından 30/9/1992 tarihli ihtarname ile başvurucuların murisine borç bakiyesini belirten kredi hesap özeti gönderilmiş, bu ihtarnameye başvurucuların murisi itiraz etmiştir. Adı geçen Banka, 21/6/1993 tarihinde hisse senetlerinin bir kısmının borca mahsup edildiğini bildirmiştir. Başvurucuların murisi 12/7/1995 tarihinde Pamukbank T.A.Ş. aleyhine İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı davada, Banka tarafından haber verilmeksizin borsa işlemleri yapıldığını ileri sürerek hisse senetlerinin iadesini ve bu hisse senetlerine düşen kar payının tahsilini talep etmiştir. Başvurucuların murisinin 28/12/1995 tarihinde vefatı üzerine başvurucular davaya devam etmişlerdir. Mahkemece bilirkişi raporu alınarak, 4/12/1997 tarih ve E.1995/894, K.1997/1084 sayılı ilamla; davanın kısmen kabulüne, davacının davalı bankaya tevdi ettiği 000 TL nominal değerdeki hisse senedinin kredi tutarlarından mahsubundan sonra 000 TL nominal değerdeki hissenin aynen iadesine ve 000 TL kar payının tahsiline karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/11/1998 tarih ve E.1998/3327, K.1998/7931 sayılı ilamıyla; taraflar arasındaki sözleşmenin değerlendirilmemesi ve eksik bilirkişi raporuna dayalı hüküm kurulması nedeniyle karar bozulmuştur. Karar düzeltme istemi, aynı Daire tarafından reddedilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sırasında 26/12/2001 tarihinde başvurucular Mahkeme heyetinin davadan çekilmesini talep etmiş ve Adalet Bakanlığına şikayette bulunmuşlardır. Mahkeme heyetinin davadan çekilmesi üzerine dava dosyası İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmiştir. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi yaptığı yargılama sonunda; 7/7/2004 tarih ve E.2002/1759, K.2004/906 sayılı kararla; taraflar arasındaki sözleşmeye göre davalının defterlerinin esas olacağı, davalının sözleşme hükümlerine aykırı fiilinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/7/2006 tarih ve E.2004/11930, K.2006/7908 sayılı ilamıyla; davalının gönderdiği ihtarnamelere davacının itiraz ettiği dikkate alınarak, davalının yaptığı işlemlerden davacının sorumlu olup olmayacağı değerlendirilip, sorumlu tutulamayacağı kabul edildiğinde davacının isteyebileceği hisse senedi ve kar payı miktarının belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiği kanaatiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 25/12/2006 tarih ve E.2006/12238, K.2006/13789 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Başvurucular, 9/9/2004 tarihinde Pamukbank T.A.Ş. aleyhine İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açtıkları davada, hisse senetlerinin iade edilmemesi nedeniyle munzam zararın tazminini talep etmişler, Mahkemece 6/2/2007 tarih ve E.2004/938, K.2007/20 sayılı ilamla, dava dosyasının, İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin 2002/1759 esas sayılı dava dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Yargılama sırasında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) davaya feri müdahil olarak katılmıştır. Yargılama sırasında Pamukbank T.A.Ş. ticaret sicilinden terkin edilmiş, davalı sıfatıyla Halk Bankası A.Ş. davaya devam etmiştir. Mahkemece Yargıtay bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda; 7/10/2009 tarih ve E.2007/163, K.2009/544 sayılı kararla; asıl davada davanın kısmen kabulüne, 342 lotluk hisse senedinin aynen davacıya iadesine, temettü ödemeleri ve faiz talebinden kaynaklanan 561,41 TL'nin davalıdan tahsiline, birleşen davanın konusu asıl davada verilen karar ile halledilmiş olduğundan ayrıca karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/12/2011 tarih ve E.2010/510, K.2011/17293 sayılı ilamıyla; talepten fazlaya karar verildiği, birleşen davada ölen davacı adına hüküm kurulduğu, bilirkişi raporunda davacının talep edebileceği hisse senedi miktarının 342 lot olarak belirtilmesine rağmen Mahkemece 342 lot hisse senedinin aynen iadesine karar verildiği, asıl ve birleşen davalarda yargılama giderleri ve vekalet ücreti için ayrı ayrı hüküm kurulmadığı gerekçeleriyle asıl ve birleşen davanın bozulmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/5/2012 tarih ve E.2012/4056, K.2012/8144 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Ticaret mahkemelerinin tek hâkimli mahkeme olarak devam etmesi nedeniyle yargılamaya İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 22/2/2013 tarih ve E.2012/149, K.2013/37 sayılı kararla; asıl davanın kabulüne 463,5 lot hissenin ve 477,70 TL kar payı alacağının Halk Bankası A.Ş.'den alınarak davacının mirasçılarına verilmesine, birleşen davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmiştir. Davalı feri müdahil TMSF tarafından karar temyiz edilmiş olup, temyizden feragat edilmesi nedeniyle Yargıtay Hukuk Dairesi, 22/1/2014 tarih ve E.2013/10137, K.2014/1321 sayılı ilamla feri müdahilin temyiz isteminin reddine karar vermiştir. Karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine hüküm 31/3/2014 tarihinde kesinleşmiştir. a. Başvurucu Mahmut Ekrem Erhun Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunarak, davalı Pamukbak T.A.Ş. yetkililerinin hisse senetleri bedelini zimmetlerine geçirdikleri ve TMSF yetkililerinin bu olayı açığa çıkarmadıkları iddiasıyla güveni kötüye kullanma ve görevi kötüye kullanma suçlarından cezalandırılmalarını talep etmiştir.b. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca 21/10/2008 tarih ve Soruşturma numarası 2008/34664, K.2008/22784 sayılı kararla iddia edilen eylem tarihinin 1993 yılı olduğu, 1998 yılı itibarıyla zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. a. Başvuruculardan Mahmut Ekrem Erhun 20/11/2002 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'ne başvurarak yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını ileri sürmüş, talebi 4818/03 başvuru numarasına kaydedilmiştir.b. Başvurucular 17/6/2007 tarihinde AİHM'e başvurarak yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını ileri sürmüşler, talepleri 53842/07 başvuru numarasına kaydedilmiştir.c. AİHM, 1/4/2008 tarihinde her iki başvurunun birleştirilmesine karar vermiştir.d. AİHM, 16/6/2009 tarihinde, 13 yıl 10 aydan fazla süren yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)'nin 6/ maddesinin ihlal edildiğine, 4818/03 numaralı başvuru için Mahmut Ekrem Erhun'a 000 Euro, 53842/07 numaralı başvuru yönünden her iki başvurana ortaklaşa 000 Euro manevi tazminat ödenmesine, adil tatmine yönelik diğer tüm taleplerin reddine karar verilmiştir. Başvurucular, 21/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun , , ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3588
Başvurucular, 12/7/1995 tarihinde İstanbul 24. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtıkları alacak davasının kısmen kabulüne karar verildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir.
1
Başvuru; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ihlal kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin makul gerekçe gösterilmeksizin reddedilmesi, itiraz incelemesinin dosya üzerinden yapılması ve Cumhuriyet savcısının görüşüne karşı diyeceklerin sorulmaması nedenleriyle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkeleri ile sözlü yargılama ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/11/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 10/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 18/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 4/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 18 Nisan 2000 tarihli ve K.2000/67 sayılı kararıyla ülke topraklarından bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemlerde bulunma suçundan ömür boyu ağır hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Bu karar, Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, mahkûmiyetiyle sonuçlanan olaylara ilişkin olarak AİHM'e başvurmuştur. Başvurucu, Devlet Güvenlik Mahkemesi Heyetinde askerî bir hâkimin de bulunması nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapılmadığından, soruşturmanın ilk aşamasında müdafi tarafından temsil edilmediğinden, hakkındaki suçlamalar hususunda derhâl bilgilendirilmediğinden, baskı altında alınan ifadesi dışında mahkûmiyetini gerektirecek bir delil bulunmadığından ve lehe tanıkların dinlenmediğinden şikâyet etmiştir. AİHM, 2/10/2007 tarihli ve 75573/01 numaralı kararıyla başvurucunun adil yargılanma hakkı altındaki iddialarını kabul edilebilir bulmuştur. AİHM, aynı konuya ilişkin verdiği Özel/Türkiye (B. No: 42739/98, 7/11/2002, §§ 33, 34) ve Özdemir/Türkiye (B. No: 59659/00, 6/2/2003, §§ 35, 36) kararlarına atıf yapmak suretiyle başvurucunun bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Anılan ihlal tespiti dikkate alınarak başvurucunun adil yargılanma hakkına ilişkin diğer şikâyetlerin incelenmesine gerek görülmemiştir. AİHM kararında, talep edilmesi hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağını da belirtmiştir. Başvurucu, ihlal kararına dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. (Kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli), 27/6/2013 tarihli ve 2013/242 Değişik İş sayılı kararıyla dosya üzerinden inceleme yapmış ve başvurucunun talebini reddetmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısımları aşağıdaki gibidir:"...Cumhuriyet Başsavcılığının talep konusunda yazılı mütalaası alınmış ve mütalaada (özetle); şartları oluşmadığından yeniden yargılanma talebinin reddine karar verilmesi talep edilmiştir....Somut olayda;Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen karar ile; Mahkememizdeki yargılamanın adil olmadığına ve mahkememizin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili şikayetin kabul edilebilirliğine AİHS'nin 6/maddesinin ihlal edildiği karara bağlanmıştır. Ancak; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Mahkememizin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili ihlal kararındaki hususlar hükümlünün cezalandırılmasına karar verilen Mahkememiz hükmünün dayanağı değildir. Bu itibarla; yeniden yargılama talebinin kabulü için gerekli olan ve 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 311/1-f maddesinde düzenlenen; ceza hükmünün İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması şartı gerçekleşmemiştir.Açıklanan sebeplerle; hükümlü müdafiinin talebinin 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 311/1-f maddesinde öngörülen şarları taşımaması sebebiyle reddine karar vermek ... gerekmiştir." Başvurucu; AİHM'in kararıyla bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit edildiğini, kabul edilebilir bulunan diğer iddiaların incelenmesine gerek görülmediğini, uygun giderim yolu olarak yargılamanın yenilenmesine işaret edildiğini belirterek karara itiraz etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, dosya üzerinden verdiği 1/9/2013 tarihli ve 2013/345 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısımları aşağıdaki gibidir (vurgular kaldırılmıştır):"... SAVCISININ MÜTALAASINDA :Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 1997/199 esas sayılı dosyasında hükümlü Laleş ÇELİKER'in müdafiilerinin yeni Yargılanması taleplerinin reddine ilişkin karara itiraz edilmiş olmakla, Usul ve yasaya uygun olan karara yapılan itirazın reddine karar verilmesini talep ve mütalaa etmiştir.GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:...Avrupa İnsan [H]akları Mahkemesi tarafından verilen karar ile; Mahkememizdeki yargılanamanın adil olmadığına ve mahkememizin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili şikayetin kabul edilebilirliğine AİHS'nin 6/ maddesinin ihlal edildiği karar bağlanmıştır. Ancak; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Mahkememizin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili ihlal kararındaki hususlar hükümlünün cezalandırılmasına karar verilen Mahkememiz hükmünün dayağına değildir. Bu itibarla; yeniden yargılama talebinin kabulü için gerekli olan ve 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 311/1-f maddesinde düzenlenen; ceza hükmünün İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması şartı gerçekleşmemiştir.Açıklanan sebeplerle; hükümlü müdafinin talebinin 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi kanunun 311/1-f maddesinde öngörülen şartları taşımaması sebebiyle ... aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8413
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin AİHM) ihlal kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin makul gerekçe gösterilmeksizin reddedilmesi, itiraz incelemesinin dosya üzerinden yapılması ve Cumhuriyet savcısının görüşüne karşı diyeceklerin sorulmaması nedenleriyle çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkeleri ile sözlü yargılama ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumundan yapılan taşınmaz alış işleminin muvazaalı olduğunun aksi ispat edilemez kanuni karine hâline getirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 21/12/2016 ve 27/4/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşlerini bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşlerine karşı süresinde beyanlarda bulunmuştur. 2018/12845 numaralı başvurunun eldeki başvuruyla birleştirilmesine karar verilmesi gerekir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Serbest muhasebeci ve mali müşavirlik yapan başvurucu, 1960 doğumlu olup Denizli'de ikamet etmektedir. A. Olayın Arka Planı Başvurucu, Denizli ili Pamukkale ilçesi Uçancıbaşı Mahallesi'nde kâin 600 ada 5 parsel numaralı ve üzerinde beş katlı bina bulunan taşınmazı Çağlar Özel Eğitim Malzemeleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinden (Şirket)15/3/2016 tarihinde 000 TL bedelle satın almıştır. Söz konusu taşınmazda 15/3/2016 tarihinden önce Meşale Akademi Özel Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine ait Meltem Körfez Açıköğretim Kursunun faaliyet gösterdiği anlaşılmıştır. Başvurucunun taşınmazı satın almasından bir gün önce 14/3/2016 tarihinde- başvurucu ile A.K. arasında kira sözleşmesi akdedilmiş ve taşınmaz 15/3/2016 tarihinden sonra Özel Yaklaşım Kariyer Mesleki Eğitim ve Gelişim Kursu adı altında A.K. tarafından işletilmiştir. A.K. ayrıca Meltem Körfez Açıköğretim Kursunun tüm işletme haklarını Meşale Akademi Özel Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinden 1/3/2016 tarihli sözleşmeyle devralmıştır. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -bir daha uzatılmayarak- son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. OHAL tedbirleri kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle, terör örgütleriyle bağlantılı görülen eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve pansiyonların faaliyetlerine son verilmiştir. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle Şirkete ve Meşale Akademi Özel Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine ait eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve pansiyonlar kapatılmıştır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca, kapatılan eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve pansiyonlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiştir. 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (670 sayılı KHK) maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla da Şirketin ve Meşale Akademi Özel Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılmasına imkânı getirilmiştir. Ayrıca, idari işlemle kapatılan kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve hakların Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılacağı, bunlara ait taşınmazların tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edileceği düzenlenmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonun teklifi üzerine Özel Yaklaşım Kariyer Mesleki Eğitim ve Gelişim Kursu 4/8/2016 tarihinde kapatılmıştır. 29/10/2016 tarihinde yürürlüğe giren 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinde, olağanüstü hâl kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ile bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemlerinin muvazaalı kabul edileceği ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edileceği düzenlenmiştir. Denizli Valiliğince, başvurucu ile Şirket arasındaki 15/3/2016 tarihli satış sözleşmesinin muvazaalı olduğu kabul edilerek 675 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca taşınmazın Hazine adına tescili için Pamukkale Tapu Müdürlüğüne yazı yazılmış ve taşınmaz 29/11/2016 tarihinde Hazine adına tescil edilmiştir. Başvurucu 21/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Adli Yargıda Açılan Sicilin Düzeltilmesi Davası Bu arada başvurucu 6/12/2016 tarihinde Denizli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Hazine aleyhine sicilin düzeltilmesi davası açmıştır. Dava dilekçesinde, olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kapatılan kurumun taşınmazın önceki maliki olmayıp kiracısı olduğunu belirterek idarenin kapatılan kurumdan satın alınmamış olan taşınmazı 675 sayılı KHK'nın maddesi kapsamında değerlendirmesinin hatalı olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucu, taşınmazı Şirketten satın alarak A.K.ya kiraladığını vurgulamış, taşınmazı satın aldıktan sonra Şirketin taşınmazla bir ilgisinin kalmadığını belirtmiştir. Satışın muvazaalı olmadığını öne süren başvurucu; satın alma görüşmelerinin yaklaşık bir ay sürdüğünü, bunu tanık dinletmek suretiyle ispatlayabileceğini ifade etmiştir. Başvurucu yıllık 000 TL-000 TL vergilendirilmiş kazancının bulunduğunu ileri sürmüş, taşınmaz bedelini banka kanalıyla ödediğini açıklamıştır. Başvurucu ayrıca devrin muvazaalı kabul edilerek tapusunun iptal edilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Davalı Hazinenin cevap dilekçesinde, Şirkete ait olup 1/1/2014 tarihinden sonra başvurucuya satılan ve 667 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince Millî Eğitim Bakanlığınca idari işlemle kapatılan Özel Yaklaşım Kariyer Mesleki Eğitim ve Gelişim Kursunun kullanımında bulunan taşınmazın Hazineye devrinin mevzuata uygun olduğu belirtilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi davayı 22/9/2017 tarihinde usulden reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; davanın doğru yargı yolunda açılmasının dava şartı olduğu belirtilerek doğru yargı yolunda açılmayan davanın usulden reddi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir. İstinaf dilekçesinde Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli yargı yerinin idari yargı olduğuna dair bir tespitinin bulunmadığına vurgu yapılmış, kastedilenin idari yargı mercii olduğu kabul edilse bile idari yargının sicilin düzeltilmesine hükmedemeyeceği savunulmuştur. İstinaf dilekçesinde bunun dışında dava dilekçesindeki iddialar tekrarlanmıştır. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dava Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 21/6/2018 tarihinde istinaf istemini kabul ederek Asliye Hukuk Mahkemesi kararını kaldırmış ve farklı bir gerekçeyle dava şartı yokluğundan davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 667 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 675 sayılı KHK'nın maddesi metnine yer verildikten sonra başvurucunun, taşınmazı Şirketten satın aldığına ve kiraya verdiği kişi tarafından işletilmeye başlanan dershanenin olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kapatıldığına vurgu yapılmıştır. Kararda, ihtilaf konusu taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Kararda, davanın bu gerekçeyle dava şartı yokluğundan reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 22/12/2020 tarihinde onanmıştır. İdari Yargıda Açılan İptal Davası Başvurucu, taşınmazın Hazine adına tesciline ilişkin işlemin iptali istemiyle 21/12/2016 tarihinde Denizli İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı sicilin düzeltilmesi davasına ait dilekçedeki iddialar ileri sürülmüştür. Hazinenin savunma yazısında Şirkete ait olup 1/1/2014 tarihinden sonra başvurucuya satılan ve 667 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince Millî Eğitim Bakanlığı tarafından idari işlemle kapatılan Özel Yaklaşım Kariyer Mesleki Eğitim ve Gelişim Kursunun kullanımında bulunan taşınmazın Hazineye devrinin mevzuata uygun olduğu belirtilmiştir. İdare Mahkemesi 11/12/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 15/7/2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünden ve bu teşebbüsün arkasındaki yapılanmadan söz edildikten sonra 675 sayılı KHK'nın maddesinde, mülkiyeti kapatılan kurumların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ila bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere yapılan devir işlemlerinin muvazaalı kabul edildiği ifade edilmiştir. İdare Mahkemesi, devir işleminde yer alan kişilerin iyi niyetlerinin ya da muvazaalı işlemler yapıp yapmadıkları hususunun yargı mercilerince ayrıca değerlendirilemeyeceği kabul edilmiş, yargısal denetimin taşınmazın olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kapatılan bir kurumdan satın alınıp alınmadığının ve satın alma işleminin 1/1/2014 tarihi ile kapatma tarihi arasındaki bir dönemde gerçekleşip gerçekleşmediğinin incelenmesinden ibaret olduğunu vurgulamıştır. İdare Mahkemesi Şirketin, Meşale Akademi Özel Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin ve Özel Yaklaşım Kariyer Mesleki Eğitim ve Gelişim Kursunun olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kapatıldığına ve devir işleminin de 1/1/2014 tarihinden sonra gerçekleştiğine dikkat çekerek devrin muvazaalı kabul edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. İdare Mahkemesi ayrıca 675 sayılı KHK'nin maddesi gereğince taşınmaz satışının muvazaalı olarak kabul edilebilmesi için taşınmazın satın alındığı şirketin aynı yerde faaliyet göstermesinin şart olmadığını ve kurumun mutlaka kanun hükmünde kararnameyle kapatılmış olması zorunluluğunun bulunmadığını, idari işlemle kapatılmasının da yeterli görüldüğünü açıklamıştır. Sürecin planlı bir biçimde tabela değişikliği yapılmasından ibaret olduğunu vurgulayan İdare Mahkemesi, başvurucunun taşınmazı satın almasından sonra da aynı yerde ve aynı personelle kurs işletmeciliği faaliyetinin sürdürüldüğüne işaret etmiştir. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde dava dilekçesindeki iddialara ek olarak darbe teşebbüsünden önce bunun gerçekleşeceğini bilmesinin mümkün olmadığını, dolayısıyla satışın muvazaalı kabul edilemeyeceğini ileri sürmüştür. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Altıncı İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 20/3/2018 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 5/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Mevzuat Hükümleri 667 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;...b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları,...kapatılmıştır. (2) ... kapatılan diğer kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılır, bunlara ait taşınmazlar tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilir ... (3) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan özel ve vakıf sağlık kurum ve kuruluşları, özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları, vakıflar, dernekler, vakıf yükseköğretim kurumları, sendikalar, federasyonlar ve konfederasyonlar, ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılır. Bu fıkra kapsamında kapatılan kurum ve kuruluşlar hakkında da ikinci fıkra hükümleri uygulanır...." 670 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır ..." 675 sayılı KHK'nın maddesi şöyledir: "(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ila bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemleri muvazaalı kabul edilir ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edilir." 675 sayılı KHK'nın maddesi 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır. 689 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla 675 sayılı KHK'nın maddesine eklenen (2) ve (3) numaralı fıkralar şöyledir:"(2) Birinci fıkrada belirtilen taşınmazların devredildiği üçüncü kişilerin terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya irtibatı olması halinde, taşınmaz üzerinde aynı faaliyete devam edildiğine bakılmaksızın devir işlemleri muvazaalı kabul edilir ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edilir. (3) Bu madde kapsamında görülmekte olan davalarda konusuz kalma nedeniyle davanın esası ve yargılama giderleri hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilir." 689 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrası 7/2/2018 tarihli ve 7088 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler" başlıklı maddesi şöyledir:"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz."B. Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un maddesine benzer bir hüküm içeren 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin iptali istemini incelemiş ve 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararla anılan maddeyi iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Kuralda, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten, kuralın yürürlüğe girdiği tarihe kadarki süreçte yapılan devir ve temliklerin muvazaalı kabul edilerek iptal edileceği hükme bağlanmıştır.... Kuralla, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarih ile kuralın yürürlüğe girdiği tarihler arasında hukuk düzeninin öngördüğü şekilde şirket ortaklık pay ve hakkı elde eden kişilerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılarak iptal edilmesi, Anayasa’nın maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını sınırlandırdığı gibi hukuk düzeninin öngördüğü şekilde geçerli olarak yapılan devir ve temliklerin temelinde yatan işlemlerin (hisse devir sözleşmesi, alacağın temliki vs.) geçersiz sayılması suretiyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan sözleşme özgürlüğü de sınırlandırılmaktadır. Mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca temel haklara sınırlama getiren düzenlemelerin, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir. Kuralın millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı faaliyetlerin odağı hâline gelebilecek şirketlerin mal varlığının kaçırılmasının önlenerek bunların anılan faaliyetlerde finanse edilmesini engellemek amacıyla ihdas edildiği dolayısıyla meşru bir amacının olduğu ve bu amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu söylenebilir. Kuralla, kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarihten 8/3/2018 tarihine kadarki süreçte şirket ortaklarının pay ve haklarına ilişkin üçüncü kişilerle yaptıkları devir ve temlikler muvazaalı kabul edilerek iptal edilmekte ve resen ticaret sicilinden terkin edilmektedir. Kural, yapıldığı dönemde yürürlükteki hukuk kurallarına göre geçerli olarak varlık kazanmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere doğrudan müdahale ederek bu işlemlerin geçerliliğini ortadan kaldırmaktadır. Kural kapsamındaki devir ve temlikler (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hale getirilmektedir. Başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânları bulunmamaktadır. Bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği anlaşılmaktadır. Buna göre hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kural, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir. Bu çerçevede kuralın olağan dönemde Anayasa’ya aykırı olduğu yönünde yapılan tespit, kuralların olağanüstü dönemde Anayasa’ya aykırı olup olmadığı hususunda herhangi bir değerlendirmeyi kapsamamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir...." Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkralarının iptali talebini incelemiş, 31/5/2023 tarihli ve E.2018/77, K.2023/105 sayılı kararıyla anılan fıkraları iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Dava konusu kurallar ile 7086 sayılı Kanun’un maddesi benzer niteliktedir. Anayasa Mahkemesinin 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararıyla söz konusu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline hükmedilmiştir. Anılan kararın gerekçesinde kural kapsamındaki devir ve temliklerin (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hâle getirildiği, başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânlarının bulunmadığı, bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği; hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibarıyla yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğunun kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kuralın, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirdiği belirtilmiştir (AYM, E.2018/81, K. 2021/45, 24/6/2021, §§ 369-376) . Dava konusu kurallar açısından söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığından 7086 sayılı Kanun’un maddesinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde belirtilen gerekçeler bu kurallar yönünden de geçerlidir. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir." Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 5/7/2023 tarihli ve E.2022/9-905, K.2023/725 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Türk Hukuk Lûgatında muvazaanın 'Anlaşmalı saptırma, gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi; hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belge; danışıklı işlem' (Türk Hukuk Lûgatı Türkçe-Türkçe, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 819) şeklinde yapılan tanımından hareketle muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları olarak ifade edilebilir. Bir diğer deyişle, irade açıklamasında bulunan taraflar bu açıklamanın sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görünüşünü yaratmayı istemişlerse muvazaadan söz edilir. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada, görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır. Kural olarak hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak bir hak talep edemez. Kaldı ki böyle bir hak talebi herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzenince korunamayacağını belirten 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 2 nci maddesine de aykırıdır..." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22/3/2023 tarihli ve E.2023/11-214, K.2023/246 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... 6103 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 1 inci maddesi çerçevesinde dava konusu taşınmazların devir tarihleri itibariyle somut olaya uygulanacak olan 818 sayılı Kanun'un 18 inci maddesinde muvazaa kurumu düzenlenmiş olup buna göre muvazaa; bir sözleşmenin taraflarının, üçüncü kişilerden gerçek durumu gizleyerek, onları aldatmak maksadıyla, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarıdır. Bu şekilde yapılan işlemlere de, muvazaalı işlemler adı verilir. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. Taraflar ister sadece bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır. Muvazaa iddiasını dile getiren kişinin muvazaalı işlemin tarafı olup olmaması ispat kuralları yönünden farklı sonuçlar doğurur. Muvazaalı sözleşmenin taraflarından biri akdin muvazaa nedeniyle hükümsüzlüğünü ileri sürmesi halinde bu iddiasını ispatla mükelleftir. Bu noktada önemli olan diğer tarafın muvazaayı inkarı halinde iddianın ne şekilde ispat edileceğidir. Kanunun muayyen bir delil ile ispatını emrettiği hususlar başka suretle ispat olunamazlar. Bu durumun bir tezahürü senede karşı senetle ispat kuralıdır. 6100 sayılı Kanun'un 201 inci maddesinde senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemlerin miktara bakılmaksızın tanıkla ispat olunamayacağı düzenlenmiştir. Muvazaanın ispatı bakımından da aynı kural geçerlidir. Taraflar muvazaalı işlemini bir senede bağladıklarına göre bunun muvazaalı olduğunu da bir senede bağlayabilirler. Aksi yöndeki bir kabul senetlerin kıymetini azaltacak ve ciddi bir hukuki işlem ile sorumluluk altına giren kişi hal ve şartlar kendisi için uygun bulunmadığı takdirde sözleşmenin hüküm ve sonuçlarından kurtulmak için gerçekte mevcut olmadığı halde muvazaa iddiasında bulunup, bunu şahitle ispat edebilecektir (Turhan Esener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956, s. 85). İspatı veya doğumu muayyen bir şekle bağlı olmayan işlemlerde muvazaa iddiası ise her türlü delil ile ispatlanabilir(Esener,s. 89). Muvazaa olgusu tarafların yanı sıra muvazaalı işlemin butlanını talep etmekte doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde hukuki menfaati bulunan kişiler tarafından da ileri sürülebilir. Ancak bu halde yukarıda açıklanan ispatta sıkı şekil koşullarının varlığı aranmaz ve iddia tanık dahil her türlü delil ile ispat edilebilir. Bu durum HMK'nın 203 üncü maddesinde açıkça düzenlenmiştir." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26/9/2019 tarihli ve E.2018/13-318, K.2019/957 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Konunun aydınlatılması bakımından genel olarak mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) maddesinde (6098 s. Türk Borçlar Kanunu, m. 19) düzenlenen genel muvazaa ile 2004 sayılı İcra İflas Kanununun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarına değinilmesinde yarar bulunmaktadır: 818 sayılı mülga BK’nın maddesinde; 'Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.' hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir.Bilindiği üzere tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (1953 Tarih, 8/7 Sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için; a)Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, b) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, c) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır..." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/3/2023 tarihli ve E.2021/1-610, K.2023/164 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.... Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/73431
Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumundan yapılan taşınmaz alış işleminin muvazaalı olduğunun aksi ispat edilemez kanuni karine hâline getirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, açık arazide bulunan mühimmatın patlaması sonucu meydana gelen ölüm ve yaralanma olayı nedeniyle yaşam hakkının; bu olaya ilişkin olarak açılan tam yargı davalarının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 2015/7382 numaralı bireysel başvuru 9/4/2015 tarihinde, 2015/9428 numaralı bireysel başvuru 29/5/2015 tarihinde, 2015/18038 numaralı bireysel başvuru ise 16/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/9428 numaralı başvuru dosyasının konu ve kişi yönünden, 2015/18038 numaralı bireysel başvuru dosyasının ise konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/7382 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/7382 numaralı başvuru dosyası üzerinden yapılmasına ve 2015/9428 numaralı başvuru dosyası ile 2015/18038 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava ve soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: İlk başvurucunun oğlu, ikinci başvurucunun kardeşi, üçüncü başvurucunun eşi ve Seyfi Gören hariç diğer başvurucuların babası olan 1980 doğumlu B.A. 5/10/2004 tarihinde saat 30 sıralarında Şemdinli ilçesi Gelişen köyü Serhatkale Kampında ağır ateşli silah mermisi patlaması sonucu yaşamını yitirmiştir. Olay Yeri Tespit Tutanağına göre bu patlamada B.A.nın annesi A.A. (başvuru formunda B.A.nın annesinin başvurucu Besi Aslan olduğu, Besi Aslan'ın Olay Yeri Tespit Tutanağına sehven A.A. olarak yazıldığı ifade edilmiştir) ve B.A.nın kızı başvurucu Zahide Aslan yaralanmıştır. Olay Yeri Tespit Tutanağına göre aynı patlamada ayrıca olay yerine yakın bir yerde bulunan S. ve H.Y. adlı kişiler kendilerine isabet eden şarapnel parçalarının etkisiyle yaşamını yitirmiş, başvurucu Seyfi Gören ise yaralanmıştır. Bu olay A.T. adlı kişi tarafından saat 00 sıralarında Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığına bildirilmiştir. Güvenlik sebebiyle olay yerine gece intikal edemeyen Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı yetkilileri sabah saat 30'da olay yerine varmış ve olay yerinde çeşitli incelemelerde bulunmuşlardır. Yapılan incelemeler sonucunda hazırlanan krokiye göre olay, B.A. adlı kişinin evi ile N.Ç. adlı kişinin evinin arasında meydana gelmiştir. Olay yeri incelemesi sonucunda hazırlanan 6/10/2004 tarihli Olay Yeri Tespit Tutanağında; olay yerinde cinsi ve menşei tespit edilemeyen metal şarapnel parçalarının bulunduğu, patlayan mühimmatın 30 cm derinliğinde ve 15 cm genişliğinde bir çukur açtığı, metal şarapnel parçalarının çoğunun bu çukurun içinde bulunduğu ifade edilmiştir. Olay Yeri Tespit Tutanağında ayrıca olay yerindeki vatandaşlara patlamayla ilgili bilgilerinin olup olmadığının sorulduğu, vatandaşların ise B.A.nın arazide bulduğu mühimmatı evinin bahçesine getirip Hacıbey Çayı'nda balık avlamak amacıyla mühimmatın içindeki barutu demir testere ile almaya çalıştığı sırada patlamanın meydana geldiğini ifade ettikleri belirtilmiştir. Olay Yeri Tespit Tutanağında son olarak annesinin uyarılarına rağmen B.A.nın mühimmatla uğraşmaya devam ettiğinin tespit edildiği ifade edilmiştir. Şemdinli İlçe Jandarma Komutanlığı yetkilileri 6/10/2004 tarihinde birçok kişinin ifadesini almıştır. Bu kapsamda ifadesi alınan Z.S. özetle olay anında Serhatkale Kampında olduğunu, olay günü saat 00 sıralarında büyük bir patlama sesi duyması üzerine on dakika kadar sonra olay yerine gittiğini, olay yerinde büyük bir kalabalık gördüğünü, kalabalığa olayı sorduğunda B.A.nın bulduğu bir mühimmatı eve getirip daha sonra bu mühimmatı demir testere ile kesmeye çalıştığı sırada patlamanın meydana geldiği ve üç kişinin öldüğü, üç kişinin ise yaralandığı cevabını aldığını belirtmiştir. Aynı gün tanık olarak dinlenen diğer kişiler de olay yerine patlama sesini duyduktan sonra gittiklerini ifade etmişlerdir. Şemdinli Cumhuriyet Savcısının hazır bulunmasıyla yapılan ölü muayene işleminde kimlik tanığı sıfatıyla ifadesi alınan N. özetle Serhatkale mezrasının terör olaylarının yoğun olarak yaşandığı bir bölge olduğunu, bu nedenle geçmişte ağır silahlarla atılmış, patlamamış mermilere zaman zaman rastlandığını, bu olayın da daha önceden patlamamış bir merminin patlaması sonucu meydana geldiğini değerlendirdiğini, ancak bu mermiyi kimin bulup getirdiği konusunda bilgi sahibi olmadığını belirtmiştir. Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı doğrultusunda kolluk görevlileri tarafından B.A.nın eşi başvurucu Zehra Aslan'ın ifadesi alınmıştır. Zehra Aslan 4/11/2004 tarihli ifadesinde özetle olay günü saat 00 sıralarında eşiyle birlikte evlerinin bahçesinde oturduklarını, balkondan kalkıp eve girdiği sırada bir patlama sesi duyduğunu, koşarak dışarı çıktığında eşinin ölmüş olduğunu gördüğünü belirtmiştir. Zehra Aslan patlayan şeyin ne olduğunu bilmediğini, evlerinin bulunduğu yer daha önceden yol olarak kullanıldığından terör zamanından kalma bir mayının patlamış olabileceğini düşündüğünü ifade etmiştir. Zehra Aslan ayrıca patlamanın olduğu yerin toprağını dam toprağı olarak evin üstüne çıkardıklarından yolun altında kalan patlayıcı bir maddeyi yüzeye yaklaştırmış olabileceklerini belirtmiş; ayrıca evlerini 1997 yılında yaptıklarını ve kimseden şikâyetçi olmadığını ifade etmiştir. Olay hakkında yürütülen soruşturma kapsamında patlamada yaralanan kişilerin ifadeleri de alınmıştır. Başvurucu Besi Aslan 4/11/2004 tarihli ifadesinde özetle oğlu B.A. ile aynı evde ikamet ettiğini, olay günü saat 00 sıralarında evlerinin önünde bir patlamanın meydana geldiğini, kendisinin de bu patlamada yaralandığını, olay esnasında oğlu B.A.nın evin bahçesinde olduğunu, oğlunun elinde bu sırada herhangi bir şey olmadığını belirtmiştir. Besi Aslan ayrıca evlerinin bulunduğu yerin daha önceden yol olduğunu ve 1995 yılında evlerinin hemen altında bir mayın patladığını ifade etmiştir. Besi Aslan son olarak kimseyle husumetlerinin bulunmadığını ve kimseden şikâyetçi olmadığını belirtmiştir. Olayda yaralanan başvurucu Seyfi Gören ise 4/11/2004 tarihli ifadesinde özetle olay günü saat 00 sıralarında evine doğru giderken H.Y. ve S. adlı çocukları B.A.nın evinin bahçesinden çıkarken gördüğünü, bu sırada B.A.nın evinin önünde bulunan büyük ağacın önünde olduğunu, bu esnada bir patlamanın meydana geldiğini, sonrasını hatırlamadığını belirtmiştir. Seyfi Gören ifadesinde kimseden şikâyetçi olmadığını ifade etmiştir. Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığı 27/12/2004 tarihinde olay hakkında yapılan tüm araştırmaları dikkate alarak B.A.nın boş arazide bulmuş olduğu ağır ateşli silah mermisini açmaya çalıştığı sırada patlamanın meydana geldiği, B.A.nın tedbirsizlik ve dikkatsizlikle ölüme ve yaralamaya neden olduğu kanaatine ulaşmış, ancak aynı olayda kişinin kendisinin de yaşamını yitirmesi nedeniyle takibata yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular; söz konusu patlamanın çatışma artığı olan patlayıcı nitelikteki bir cisimden kaynaklandığını, patlamanın bizzat devlet tarafından Köykent Projesi kapsamında oluşturulan bir kampta meydana geldiğini, devletin somut olayda hizmet kusurunun bulunduğunu belirterek 29/9/2005 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular, taleplerinin zımni olarak reddedilmesi üzerine Van İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. B.A.nın anne ve babası ayrı, eşi ve çocukları ise ayrı dava açmıştır. Anne ve babanın açtığı dava Van İdare Mahkemesinin 2006/2159 Esas sayılı dava dosyasına kaydedilirken eşi ve çocuklarının açtığı dava Van İdare Mahkemesinin 2006/2158 Esas sayılı dava dosyasına kaydedilmiş ve bu dosyalar üzerinden ayrı ayrı yargılamalar yapılmıştır. Başvurucu Seyfi Gören'in açtığı dava ise Van İdare Mahkemesinin 2006/308 Esas sayılı dava dosyasına kaydedilmiş ve yargılama bu dosya üzerinden yürütülmüştür. Başvurucular dava dilekçelerinde özetle, yoğunlaşan terör saldırıları nedeniyle beş sınır köyünün Serhatkale Kampı olarak adlandırılan yere taşınmasına karar verildiğini, kendilerinin de bu kapsamda daha güvenli olduğu gerekçesiyle Serhatkale Kampına yerleştirildiklerini, patlamanın böyle bir yerde meydana geldiğini belirtmişlerdir. Başvurucular; olayda gerekli tedbirleri almayan idarenin hizmet kusurunun bulunduğunu, öte yandan idarenin hukuki sorumluluğunun sadece hizmet kusuruna dayanmadığını, kusur şartı aranmadan da idarenin sorumlu tutulabileceğini ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca devletin bu gibi olaylar hakkında köydeki kişileri bilgilendirme ve eğitme yükümlülüğünün bulunduğunu ancak devletin bu yükümlülüğünü yerine getirmediğini iddia etmişlerdir. Van İdare Mahkemesi 31/12/2007 tarihinde verdiği kararlarla başvurucuların davalarını reddetmiştir. Van İdare Mahkemesi, öncelikle bir olayda idarenin meydana gelen zarardan sorumlu tutulabilmesi için zarar ile idari eylem arasında illiyet bağının bulunması ve bu illiyet bağının zarar görenin veya üçüncü kişinin kusuru ile ortadan kaldırılmamış olması gerektiğini belirtmiştir. Van İdare Mahkemesi somut olayın koşullarını, tanık ifadelerini, jandarma tutanaklarını ve Şemdinli Cumhuriyet Başsavcılığı kararını dikkate alarak başvurucuların davalarının reddine karar vermiştir. Van İdare Mahkemesi, bir mermi bularak evinin bahçesine getiren ve bu mühimmatı demir testereyle kesmek isterken patlamaya sebep olan B.A.nın söz konusu eyleminin zarar ile idari eylem arasındaki illiyet bağını kestiği sonucuna ulaşmıştır. Van İdare Mahkemesi, B.A.nın kusurlu eylemi sonucunda meydana gelen zararın davalı idare tarafından tazmin edilmesine hukuken imkân bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucular, anılan kararları temyiz etmişlerdir. Başvurucular, temyiz dilekçelerinde özetle olayın B.A.nın bahçe kazısı yapmakta iken meydana geldiğini, idarenin ajanlarınca tanzim edilen tutanakların objektif, gerçeğe uygun ve tartışılmaz olduğunu söylemenin mümkün olmadığını, bu tutanakların taraflı olduğunu, tanıkların beyanlarının hiçbirinin görgüye dayalı bir bilgi içermediğini ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca dava dilekçelerinde belirttikleri hususları yinelemişlerdir. Danıştay Onuncu Dairesi 28/3/2013 tarihinde B.A.nın eşi ve çocukları tarafından açılan davada verilen kararı, 27/1/2014 tarihinde ise anne ve baba tarafından açılan davada verilen kararı onamıştır. Danıştay Onuncu Dairesi 15/12/2014 tarihinde B.A.nın anne ve babasının karar düzeltme talebinin, 16/2/2015 tarihinde ise B.A.nın eşi ve çocuklarının karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir. Bireysel başvuru formunda, Danıştay Onuncu Dairesinin 15/12/2014 tarihli kararının tebliğ veya öğrenme tarihi 9/3/2015 olarak belirtilmiştir. Bu kararın tebliğ edilmesi/öğrenilmesi üzerine 2015/7382 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır. Danıştay Onuncu Dairesinin 16/2/2015 tarihli kararı 29/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, bunun üzerine 2015/9428 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır. Başvurucu Seyfi Gören'in temyiz talebi ise Danıştay Onuncu Dairesinin 25/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 16/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, bunun üzerine 2015/18038 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Cemal Kılıç, B. No: 2014/8722, 11/6/2018, §§ 23-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7382
Başvuru, açık arazide bulunan mühimmatın patlaması sonucu meydana gelen ölüm ve yaralanma olayı nedeniyle yaşam hakkının; bu olaya ilişkin olarak açılan tam yargı davalarının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; rüzgâr enerji santrali lisansı başvurusunun yeniden değerlendirilmesi isteminin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, bu işleme karşı açılan davada yerleşik içtihada aykırı ve emsallere göre farklı karar verilmesi, hukuk kuralarının hakkaniyete aykırı ve öngörülemez bir şekilde yorumlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirketin As Makinsan Elektrik Üretim Limited Şirketi unvanıyla almış olduğu EÜ/250-3/388 ve EÜ/317-5/438 numaralı rüzgâr enerjisi üretim lisansları dosyadan anlaşılamayan bir tarihte iptal edilmiştir. Başvurucu 4/9/2002 tarihinde Mersin ili Sertavul Geçidi-Dikilikaş- Halkalıtepe-Höyük-Akküflen mevkiinde 36 MW kurulu gücünde rüzgâr enerjisine dayalı üretim tesisi kurmak amacıyla o zamanki unvanı olan As Makinsan Elektrik Üretim Limited Şirketi adıyla başvurmuştur. Başvuru Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun (EPDK/Kurul) 14/12/2006 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararının gerekçesinde 4/8/2002 tarihli ve 24836 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan (mülga) Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği'nin (4/8/2002 tarihli Yönetmelik) maddesine 26/4/2006 tarihli ve 26150 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yönetmelik'in maddesiyle eklenen son fıkrasına dayanılmıştır. Anılan fıkrada, lisansı iptal edilen bir tüzel kişilikte doğrudan veya dolaylı olarak yüzde on veya daha fazla pay sahibi olan kişilerin lisans başvurusunda bulunan tüzel kişilikte inceleme ve değerlendirme sonuçlarının Kurula sunulduğu tarih itibarıyla yüzde on ve üzerinde doğrudan veya dolaylı pay sahibi olamayacakları düzenlenmiştir. Başvurucu bu işleme karşı dava açmamış ve işlem bu şekilde idari kesinlik kazanmıştır. Başka iki şirketin (B. Limited Şirketi ve İ. Limited Şirketi) yaptığı başvuruların da aynı Yönetmelik hükmüne dayalı olarak reddedilmesi üzerine anılan Şirketler ret işlemiyle birlikte 4/8/2002 tarihli Yönetmelik'in maddesinin son fıkrasının hükmünün iptali için dava açmıştır. Danıştay Onüçüncü Dairesi 11/2/2015 tarihli kararıyla söz konusu hükmü iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde kanunda yer almayan bir kısıtlamanın yönetmelik hükmüyle getirilemeyeceği vurgulanmıştır. EPDK iptal kararlarının uygulanması amacıyla anılan Şirketlerin başvurusunun kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan 2/11/2013 tarihli ve 28809 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği'nin (2/11/2013 tarihli Yönetmelik) geçici maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca ön lisans başvuru olarak değerlendirilmesine ve işlemlerin buna göre sonuçlandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu 11/8/2016 tarihinde EPDK'ya başvurarak 14/12/2006 tarihli kararın yok hükmünde sayılmasını talep etmiştir. Başvuruda, düzenleyici işlem niteliğindeki yönetmelik hükmünün iptal edilmiş olması sebebiyle söz konusu düzenleyici işleme dayalı olarak tesis edilen işlemin de dayanaksız hâle geldiği belirtilmiştir. Başvuruda, düzenleyici işlemin iptali hâlinde sadece davanın taraflarının değil herkesin bundan yararlanacağı ifade edilmiştir. EPDK tarafından başvuruya cevap verilmemiştir. Başvurucu, EPDK'nın cevap vermemesini zımni ret olarak kabul ederek zımni ret işleminin iptali için 11/10/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, Danıştayın yerleşik içtihadına göre düzenleyici işlemin iptali hâlinde bu işleme dayalı olarak tesis edilen bireysel işlemlerin de hukuka aykırı hâle geleceği belirtilmiştir. EPDK'nın Mahkemeye sunduğu savunmasında, başvurucunun 14/12/2006 tarihli işleme karşı dava açmadığına dikkat çekilerek durumunun B. Limited Şirketi ve İ. Limited Şirketinden farklı olduğu belirtilmiştir. EPDK anılan Şirketlerin haklarında tesis edilen bireysel işlemlere karşı dava açtığına ve bu davalar sonucunda bireysel işlemlerin iptal edildiğine işaret etmiştir. EPDK 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun maddesinin (8) numaralı fıkrasında da iptal edilen yönetmelik hükmüne benzer bir hükmün bulunduğunu ifade etmiştir. Düzenleyici işlemin iptali hâlinde ona dayalı olarak tesis edilen işlemlerin bundan etkilenmeyeceğini öne süren EPDK, bunu destekleyen bazı Danıştay kararlarına yer vermiş; ayrıca 2006 tarihli işlemin geri alınmasının idari istikrar ilkesini zedeleyeceğini ifade etmiştir. EPDK ayrıca 2006 tarihli işlemin geri alınmasının fiilen de mümkün olmadığını, zira Karaman/Mersin bölgesinde on iki rüzgâr enerji santralinin fiilen hizmet verdiğini, işlemin iptali hâlinde lisans sahiplerinin haklarının zedeleneceğini belirtmiştir. Mahkeme 22/12/2016 tarihinde işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. 6446 sayılı Kanun'un geçici maddesi ile buna dayalı olarak çıkarılan 2/11/2013 tarihli Yönetmelik'in geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, 6446 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla EPDK tarafından henüz sonuçlandırılmamış olan üretim ve otoprodüktör lisansı başvurularının ön lisans başvurusu olarak değerlendirileceği ve bu Yönetmelik'te düzenlenen ön lisans başvurularına ilişkin düzenlemeler çerçevesinde sonuçlandırılacağı kuralına yer verilmiştir.ii. Başvurucunun 4/9/2002 tarihinde yaptığı başvuru 4/8/2002 tarihli Yönetmelik'in maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmüne dayalı olarak 14/12/2006 tarihli işlem ile reddedilmiş ise de anılan hüküm Danıştay Onüçüncü Dairesinin 11/2/2015 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. Yargı kararlarının gereğinin yerine getirilmesi anayasal ve yasal bir zorunluluk olmakla beraber pratikte uygulamanın nasıl olacağına yönelik tereddütler her zaman söz konusu olabilmekte ve somut olaya göre farklı uygulamalar ortaya çıkabilmektedir. Yargısal içtihatlarda ve doktrinde kabul edildiği üzere yargı mercilerince verilen esasa ilişkin iptal kararları dava konusu işlemi hiç tesis edilmemiş gibi hukuk âleminden kaldıran ve sonuçları itibarıyla genel etkili ve objektif nitelikte kararlardır. Bu nevi kararların sadece dava açanlar bakımından sonuç doğurmayacağı, bu işlemden doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenen herkese tesir edeceği tartışmasız olup düzenlemenin yürürlükte bulunduğu dönemde bu düzenlemeye istinaden usulünce tesis edilen ve kişiler lehine sonuç doğuran bireysel işlemlerin ve iyi niyetli üçüncü kişilerce elde edilen kazanılmış hakların da idari istikrarın bir gereği olarak korunması gerekir. iii. Başvurucunun lisans başvurusunun reddine ilişkin işlemin sebebini oluşturan mevzuat hükmünün yargı kararı ile iptal edilmiş olmasının hukuka aykırılığı yargı kararı ile tespit edilen düzenlemeye istinaden tesis edilen işlemin de hukuka aykırı olduğuna karine teşkil edeceği fakat bu iptal kararının davalı idarece davacıya doğrudan lisans ya da ön lisans verilmesi sonucunu doğurmayacağı, sadece iptal edilen düzenleme sonrası yeni duruma göre davacının talebinin davalı idarece -projenin ilgili olduğu alanda kurulmuş ve faal olarak üretim yapan şirketlerin kazanılmış hakları da gözetilmek suretiyle- yeniden değerlendirilmesinin hukukun ve hakkaniyetin bir gereği olduğu sonucuna ulaşılmıştır. iv. 6446 sayılı Kanun'un geçici maddesi ile buna dayalı olarak çıkarılan 2/11/2013 tarihli Yönetmelik'in geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine göre mezkûr Kanun'un yayımlanarak yürürlüğe girdiği 30/3/2013 tarihi itibarıyla davalı idarece henüz sonuçlandırılmamış üretim lisans başvuruları ön lisans başvurusu olarak değerlendirileceğinden davacının 2002 tarihli lisans başvurusunun da bu kapsamda -sonuçlandırılmamış lisans başvurusu olarak kabul edilerek- ön lisans başvurusu olarak değerlendirilmesi ve sonuçlandırılması gerekir. Bu durumda davacının başvurusunun ön lisans başvurusu olarak yeniden değerlendirilerek bir sonuca varılması gerekirken değerlendirme yapılmaksızın zımnen reddine ilişkin davalı idare işleminde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. EPDK bu kararın uygulanması amacıyla başvurucunun 4/9/2002 tarihli başvurusunun 2/11/2013 tarihli Yönetmelik'in geçici maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca ön lisans başvuru olarak değerlendirilmesine ve işlemlerin buna göre sonuçlandırılmasına 20/3/2017 tarihinde karar vermiştir. Davalı idare yürütmenin durdurulmasına ilişkin karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinde (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 22/2/2017 tarihinde itirazı kabul ederek yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne ilişkin kararı kaldırmış ve yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:i. 6446 sayılı Kanun'un maddesinin (8) numaralı fıkrasında lisansı iptal edilen tüzel kişinin -bu tüzel kişilikte yüzde on veya daha fazla paya sahip ortaklar ile lisans iptal tarihinden önceki bir yıl içinde görevden ayrılmış olanlar dâhil- yönetim kurulu başkan ve üyelerinin lisans iptalini takip eden üç yıl süreyle lisans alamayacakları, lisans başvurusunda bulunamayacakları, lisans başvurusu yapan tüzel kişiliklerde doğrudan veya dolaylı pay sahibi olamayacakları, yönetim kurullarında görev alamayacakları hükmüne yer verilmiştir. ii. Mahkemece, dayanak 4/8/2002 tarihli Yönetmelik hükmünün Danıştay tarafından iptal edilmiş olması nedeniyle EPDK işleminin de hukuka aykırı hâle geldiği gerekçesiyle hüküm kurulmuş ise de ilk işleme dayanak tutulan ve Danıştayca iptal edilen yönetmelik maddesi artık bir kanun hükmü olarak yürürlükte bulunmaktadır. iii. Diğer taraftan başvurucu 4/8/2002 tarihli Yönetmelik'in maddesinin son fıkrasının iptali istemiyle Danıştay Onüçüncü Dairesince 11/02/2015 tarihli kararın verilmesinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra başvuruda bulunmuştur. 6446 sayılı Kanun'un geçici maddesinden yararlanmak için Kanun'da bir aylık başvuru şartının yanında ek bazı belgelerin de idareye ibrazının istenmesi karşısında başvurucu hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Mahkeme 26/4/2017 tarihli kararıyla bu sefer işlemi esastan iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde büyük ölçüde yürütmenin durdurulmasına ilişkin karardaki gerekçelere dayanılmıştır. Bununla birlikte Mahkemenin gerekçesini biraz daha güçlendirmeye çalıştığı görülmektedir. Mahkemenin ek gerekçeleri özetle şöyledir:i. 6446 sayılı Kanun'un geçici maddesi, Kanun'un yürürlüğe girdiği 30/3/2013 tarihine kadar EPDK tarafından sonuçlandırılmamış tüm durumlarda bu başvuruların ön lisans başvurusu olarak değerlendirilmesini ve sonuçlandırılmasını öngörmektedir. Maddede herhangi bir sınırlayıcı, kısıtlayıcı veya istisnai bir kayıt ve şarta yer verilmemiş, başvurular arasında bir ayrım yapılmamıştır. Bu sebeple başvurucunun 2002 tarihli lisans başvurusunun da bu madde kapsamında sonuçlandırılmamış lisans başvurusu olarak kabul edilerek ön lisans başvurusu şeklinde değerlendirilmesi ve sonuçlandırılması gerekmektedir. ii. 6446 sayılı Kanun'un geçici maddesinde rüzgâr enerjisine dayalı üretim faaliyeti için yapılmış lisans başvurularından EPDK kararı ile lisans verilmesi uygun bulunmuş ancak uygun bulma kararında belirtilen yükümlülüklerini yerine getiremediğinden dolayı bu maddenin yürürlük tarihinden önce lisans başvurusu reddedilmiş tüzel kişilerin bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren bir ay içinde EPDK'ya başvurması ve diğer bazı şartların yerine getirilmesi hâlinde bu kapsama giren tüzel kişilerin başvurularının ön lisans başvurusu olarak kabul edileceği hükme bağlanmış ise de başvurucunun lisans başvurusu, yükümlülüklerinin yerine getirilmemesinden dolayı reddedilen ve sonrasında bu madde kapsamında yapılan bir başvuru değildir. Yargı kararının bahşettiği bir hakkın kullanılması suretiyle yapılan bu başvurunun bu madde kapsamında değerlendirilmesine de olanak bulunmamaktadır.iii. Her ne kadar 4/8/2002 tarihli Yönetmelik'in iptal edilen maddesinin son fıkrası hükmü 6446 sayılı Kanun'un maddesinin (8) numaralı fıkrasıyla -bir kanun hükmü olarak- aynı şekilde yeniden tanzim edilmiş ise de davacının lisans başvurusunun reddedildiği 2006 yılında bu konuda kanuni düzenlemenin bulunmadığı ve ret işleminin dayanağının bir yönetmelik hükmü olduğu açıktır. Anılan Yönetmelik hükmünün de yargı kararı ile ortadan kaldırıldığı nazara alındığında daha sonraki tarihte yürürlüğe giren bu Kanun hükmünün başvurucunun durumuna müessir olması mümkün değildir. iv. Bu durumda başvurucunun 2006 yılında reddedilen başvurusunun 6446 sayılı Kanun'un geçici maddesi ile 2/11/2013 tarihli Yönetmelik'in geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında "sonuçlandırılmamış lisans başvuru" olarak kabul edilip yeniden değerlendirilerek bir sonuca varılması gerekirken aksi yönde tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. EPDK bu kararın uygulanması amacıyla başvurucunun 4/9/2002 tarihli başvurusunun 2/11/2013 tarihli Yönetmelik'in geçici maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca ön lisans başvuru olarak değerlendirilmesine ve işlemlerin buna göre sonuçlandırılmasına 8/6/2017 tarihinde karar vermiştir. EPDK'nın 1/2/2018 tarihli kararıyla başvurucuya otuz ay süreyle ön lisans verilmiştir. EPDK aynı zamanda iptal kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 9/5/2018 tarihli kararıyla Mahkeme kararını kaldırmış ve davayı esastan reddetmiştir. Bölge İdare Mahkemesi yürütmenin durdurulması kararının kaldırılmasına ilişkin kararındaki gerekçelere dayanmıştır. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde esas itibarıyla önceki aşamalarda ileri sürülen iddialar yinelenmiştir. Bunlara ek olarak 6446 sayılı Kanun'un maddesinin (8) numaralı fıkrasının 2006 yılındaki uyuşmazlığa uygulanamayacağı ve aynı Kanun'un geçici maddesinde herhangi bir süre şartının öngörülmediği, aksine idarenin resen işlem yapması gerektiği savunulmuştur. Başvurucu ayrıca B. Limited Şirketi ve İ. Limited Şirketinin başvurularına ilişkin belgeleri de dilekçeye eklemiştir. Danıştay Onçüncü Dairesi 30/11/2018 tarihli kararıyla Bölge İdare Mahkemesi kararını oyçokluğuyla onamıştır. Karara muhalif kalan iki üye ilk derece mahkemesi kararındaki gerekçelerle Bölge İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiğini belirtmiştir. Nihai karar 26/12/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6446 sayılı Kanun'un "Tanımlar ve kısaltmalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " (1) Bu Kanunun uygulanmasında;...t) Lisans: Tüzel kişilere piyasada faaliyet gösterebilmeleri için bu Kanun uyarınca verilen izni, ...z) Önlisans: Üretim faaliyetinde bulunmak isteyen tüzel kişilere, üretim tesisi yatırımlarına başlamaları için gerekli onay, izin, ruhsat ve benzerlerinin alınabilmesi için belirli süreli verilen izni, ..." 6446 sayılı Kanun’un "Lisans esasları" kenar başlıklı maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir: " Lisansı iptal edilen tüzel kişi, bu tüzel kişilikte yüzde on veya daha fazla paya sahip ortaklar ile lisans iptal tarihinden önceki bir yıl içerisinde görevden ayrılmış olanlar dâhil, yönetim kurulu başkan ve üyeleri, lisans iptalini takip eden üç yıl süreyle lisans alamaz, lisans başvurusunda bulunamaz, lisans başvurusu yapan tüzel kişiliklerde doğrudan veya dolaylı pay sahibi olamaz, yönetim kurullarında görev alamaz." 6446 sayılı Kanun’un "Mevcut lisans başvurularının önlisansa dönüştürülmesi" kenar başlıklı geçici maddesi şöyledir: "(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Kurumca henüz sonuçlandırılmamış üretim lisansı başvuruları, önlisans başvurusu olarak değerlendirilir ve sonuçlandırılır." 6446 sayılı Kanunu’na 12/7/2013 tarihli ve 6495 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen "Mevcut lisans başvurularının önlisansa dönüştürülmesi" kenar başlıklı geçici maddesi şöyledir: "Rüzgar enerjisine dayalı üretim faaliyeti için yapılmış lisans başvurularından Kurul kararı ile lisans verilmesi uygun bulunmuş, ancak uygun bulma kararında belirtilen yükümlülüklerini yerine getiremediğinden dolayı, bu maddenin yürürlük tarihinden önce lisans başvurusu reddedilmiş tüzel kişilerin bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren bir ay içinde Kuruma başvurması ve TEİAŞ veya elektrik dağıtım şirketleri tarafından uygun bağlantı görüşlerinin devam ettiğinin tevsik edilmesi hâlinde bu kapsama giren tüzel kişilerin başvuruları önlisans başvurusu olarak kabul edilir ve bu Kanunda belirtilen yükümlülükleri tamamlamaları koşuluyla ilgili tüzel kişilere önlisans verilir. Bu madde kapsamında başvuran tüzel kişilerin daha önce irat kaydedilmiş olan teminatları iade edilmez." 4/8/2002 tarihli Yönetmelik'in maddesinin Danıştay Onüçüncü Dairesinin 11/2/2015 tarihli kararıyla iptal edilen son fıkrası şöyledir: "Lisansı iptal edilen bir tüzel kişilikte doğrudan veya dolaylı olarak yüzde on (halka açık şirketlerde yüzde beş) veya daha fazla pay sahibi olan kişiler, lisans başvurusunda bulunan tüzel kişilikte inceleme ve değerlendirme sonuçlarının Kurula sunulduğu tarih itibarıyla yüzde on (halka açık şirketlerde yüzde beş) ve üzerinde doğrudan veya dolaylı pay sahibi olamaz." 2/11/2013 tarihli Yönetmelik'in geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(1) Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Kurumca henüz sonuçlandırılmamış olan;a) Üretim ve otoprodüktör lisansı başvuruları, önlisans başvurusu olarak değerlendirilir ve bu Yönetmelikte düzenlenen önlisans başvurularına ilişkin düzenlemeler çerçevesinde,...sonuçlandırılır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2581
Başvuru, rüzgâr enerji santrali lisansı başvurusunun yeniden değerlendirilmesi isteminin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, bu işleme karşı açılan davada yerleşik içtihada aykırı ve emsallere göre farklı karar verilmesi, hukuk kuralarının hakkaniyete aykırı ve öngörülemez bir şekilde yorumlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun sevk edildiği hastanede kelepçe ile muayeneye zorlanması ve olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun silahlı terör örgütü adına (DHKP-C) anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs, resmî belgede sahtecilik ve sair suçları işlediği iddiasıyla Tunceli Ağır Ceza Mahkemesinin 27/6/2018 tarihli kararıyla mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutuklanmasına karar verilmiştir. Resmî belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 22/2/2019 tarihli kararıyla, anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs ve sair suçlardan kurulan mahkûmiyet hükümleri ise Yargıtay Ceza Dairesinin 17/6/2021 tarihli onama ilamıyla kesinleşmiştir. Başvurucu, alıkonulduğu Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) kalp rahatsızlığına bağlı olarak yaşadığı şikâyetlerin artması üzerine 3/2/2020 tarihinde Köroğlu Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Aynı tarihte yapılan muayenesi kapsamında başvurucuya holter (Kalp ritim bozukluklarını tespit etmek için kullanılan bir tür taşınabilir elektrokardiyografi cihazıdır. Bu cihaz bir kişinin kalp atışını devamlı bir şekilde kaydeder ve bu kayıt belirli bir süre boyunca yapılır.) takılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, kendisine eşlik eden kolluk görevlilerinden holterin takılmasından önce kelepçesinin açılmasını talep etmiştir. Kolluk görevlileri başvurucuya, kazağını çıkarması için kelepçesinin açılacağını ancak sonra yeniden takılacağını bildirmiştir. Başvurucunun yeniden kelepçe takılmasını ve bu şekilde muayeneyi kabul etmemesi sebebiyle holter takılmamıştır. Başvurucu 4/2/2020 tarihli dilekçeyle kendisini kelepçeyle muayene olmaya zorlayan uzman jandarma personeli hakkında Bolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Dilekçesinde başvurucu; 2016 yılında geçirdiği kalp krizi ile bağlantılı olduğunu düşündüğü sağlık sorunları yaşadığını, rahatsızlığının teşhis ve tedavi işlemleri kapsamında sevk edildiği hastanede kendisine eşlik eden uzman jandarma personelinin kelepçeyi holterin yerleştirilmesi için yalnızca üst eşyasını çıkarırken açıp sonra yeniden takacaklarını beyan ettiğini belirtmiştir. Başvurucu, insan onuruna aykırı olduğunu iddia ettiği bu uygulamayı kabul etmemesi sebebiyle muayenesinin yapılmadığını, holterin takılacağı sırada yeteri kadar kamu görevlisiyle küçük bir odada bulunduklarını açıklayarak güvenlik gerekçelerinin olmadığını da ileri sürmüştür. Ceza İnfaz Kurumu, başvurucunun şikâyet dilekçesiyle birlikte Jandarma Kıdemli Üstçavuş Ü.A., Jandarma Er Y.A. ve S.Y. ile infaz koruma memuru Z.T. tarafından imzalanan 3/2/2020 tarihli tutanağı (birinci tutanak) da Başsavcılığa göndermiştir. Anılan tutanaktaki tespitler özetle şöyledir:i. Tedavi olması için Köroğlu Devlet Hastanesinde holter odasına götürülen başvurucu, kelepçenin çıkarılmasını talep etmiştir. Bu sırada odada bulunmaması nedeniyle görevli hekimin görüşü alınamamıştır. ii. Holter cihazının yerleştirileceği odadaki sağlık görevlisinin kelepçenin takılı kalması hususunda onayını alan kolluk görevlileri, kelepçenin kazağını çıkarması için çözeceklerini, holter cihazının yerleştirilmesinden sonra kelepçeyi yeniden takacaklarını başvurucuya tebliğ etmiştir. Bunun üzerine başvurucu, tedavi olmak istememiştir.iii. Kolluk görevlilerinin başvurucunun tedavisinin tamamlanamamasıyla ilgili menfi bir eylemi olmamıştır.iv. Başvurucu, aktif bir DHKP-C üyesidir; başvurucunun şüpheli tavır ve hareketleri nedeniyle güvenlik tedbirlerinin muayene ve tedavisinin aksatılmaması şartıyla üst düzeyde tutulması gerekmektedir. Bakanlığın başvuru hakkında görüş bildirdiği 17/5/2023 tarihli yazının (Bakanlık görüşü) ekinde gönderilen evrak arasında ikinci bir tutanak (ikinci tutanak) tespit edilmiştir. Jandarma personeli Ü.A. ile infaz koruma memuru Z.T. tarafından imzalanan bu ikinci tutanağa göre holterin yerleştirileceği odada bulunan sağlık görevlisinin kelepçenin takılı kalması hususunda onayını alan kolluk görevlileri, kelepçeyi sadece kazağını çıkarması için çözeceklerini, sonra kelepçeyi yeniden takacaklarını başvurucuya tebliğ etmiştir. Bunun üzerine başvurucu tedavi olmak istememiştir. Bakanlık görüşü ekinde Ü.A. ve Z.T.nin 3/5/2023 tarihinde bilgi sahibi sıfatıyla verdikleri ifade tutanakları da gönderilmiştir. Kolluk görevlilerinin ifadelerinin benzer olduğu görülmüştür. İfade tutanaklarına göre başvuruya konu olay özetle şu şekilde gerçekleşmiştir: i. Başvurucunun kazağını çıkarabilmesi için kelepçeleri çözülmüştür. Bu aşamada başvurucuya holterin takılmasından sonra kelepçelerin yeniden takılacağı bildirilmiştir.ii. Başvurucunun kelepçenin yeniden takılmasına itiraz etmesi üzerine odada bulunan sağlık görevlisine kelepçenin takılı olmasının holterin yerleştirilmesine engel olup olmayacağı sorulmuştur. iii. Sağlık görevlisi muayeneye engel olmayacağını ifade etmesine rağmen başvurucunun kelepçe takılmasını kabul etmemesi sebebiyle muayeneye son verilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu başvurucunun şikâyet dilekçesini Başsavcılığa gönderdiği 6/2/2020 tarihli üst yazıda, Ceza İnfaz Kurumu ve Tutukevlerinin Dış Korunması ile Sevk ve Nakil Hizmetleri Yönergesi'nin hükümlü ya da tutuklu hastaların tedavisini engellemediği ve doktor tarafından talep edilmediği müddetçe kelepçenin açılmayacağına dair hükümden bahsetmiştir. Ceza İnfaz Kurumu üst yazısının anılan kısmı şöyledir:  “Konu ile ilgili olarak; Hükümlü ve tutukluların mahkeme ve hastaneye sevkleri Adalet Bakanlığı 'Ceza İnfaz Kurumu ve Tutukevlerinin Dış Korunması ile Sevk ve Nakil Hizmetleri Yönergesi' kapsamında Jandarma Genel Komutanlığı tarafından gerçekleştirilmekte olup, Yönergenin maddesinin fıkrasında sağlık kuruluşlarında muayene ve tedavi esnasında kelepçe kullanımı '...yapılan tedavi engellemediği ve doktor tarafından talep edilmediği müddetçe kelepçe açılmaz.' hükmünce düzenlenmiştir.” Başsavcılık başvurucunun şikâyeti üzerine başlattığı soruşturmada 10/2/2020 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılığın kararında özetle kamu görevlilerinin eylemlerinin mevzuat hükümlerine uygun olduğu değerlendirilmiştir. Ayrıca başvurucunun kelepçesinin açılmamasının tedavisine engel bir durum teşkil etmediğine vurgu yapılmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “...Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 06/02/2020 tarihli yazısında; 'Hükümlü ve tutukluların mahkeme ve hastaneye sevkleri Adalet Bakanlığı 'Ceza İnfaz Kurumu ve Tutukevlerinin Dış Korunması ile Sevk ve Nakil Hizmetleri Yönergesi' kapsamında Jandarma Genel Komutanlığı tarafından gerçekleştirilmekte olup, Yönergenin maddesinin fıkrasında sağlık kuruluşlarında muayene ve tedavi esnasında kelepçe kullanımı '....yapılan tedavi[yi] engellemediği ve doktor tarafından talep edilmediği müddetçe kelepçe açılmaz.' hükmünce düzenlenmiştir.' şeklinde belirtildiği, Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; yasal mevzuatlar çerçevesinde işlemlerin yapılmış olduğu, müştekinin kelepçesinin açılmamasının tedavisine engel bir durum teşkil etmediği, ilgili doktorun ve diğer görevli personellerin konu hakkında müştekinin mağduriyetine sebep olabilecek kasıtlı veya ihmali surette suç teşkil edebilecek bir eylemine rastlanılmadığı, söz konusu olayda herhangi bir suç unsuru bulunmadığı anlaşıldığından KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA ... [karar verildi.]” Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara 2/3/2020 tarihli dilekçe ile itiraz etmiştir. İtiraz kapsamında şikâyet dilekçesindeki yakınmalarının yanında İstanbul Protokolü'ne göre muayenenin kelepçe gibi bir kısıtlama aracı olmaksızın yapılması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca kişinin kelepçe ile kısıtlanmasının onur kırıcı bir davranış olduğunu, bu uygulamaya ancak zorunlu hâllerde başvurulabileceğini belirterek Başsavcılığın etkin bir soruşturma yapmadan karar verdiğini iddia etmiştir. Başvurucunun itirazı Bolu Sulh Ceza Hâkimliğince 12/3/2020 tarihinde reddedilmiş, karar başvurucuya 20/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Muhafızın görevini kötüye kullanması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün muhafaza veya nakli ile görevli olan kişilerin görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmeleri hâlinde görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin hükümler uygulanır. 5237 sayılı Kanun’un “Görevi kötüye kullanma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un “İnfazda temel ilke” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.” 5275 sayılı Kanun'un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir: “...Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir...” 5275 sayılı Kanun'un “Zorlayıcı tedbirlerin kullanılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Hiçbir hâlde zincir ve demire vurmak tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar;a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için,b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle,c) Diğer kontrol usûllerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle,Kullanılabilir.” 5275 sayılı Kanun'un “Nakillerde alınacak tedbirler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Hükümlülerin kuruma veya başka bir yere götürülüp getirilmesi sırasında, halkla bir araya gelmelerine ve başkaları tarafından görülmelerine engel olacak tedbirler alınır. (2) Hükümlü, havalandırma ve ışık durumu yetersiz araçlarla, eziyet verici veya onur kırıcı şekilde nakledilemez. Nakil sırasında alınacak tedbirler, hükümlünün firarını önleyici ve yukarıdaki fıkrada yazılı engelleri gerçekleştirici sınırları aşamaz, birbirleriyle ve görevlilerle herhangi bir tartışmaya girmelerini engelleyici boyutları geçemez.” 17/12/1983 tarihli ve 18254 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği'nin maddesinin (f) bendi şöyledir:  “Ceza infaz kurumlarının ve tutukevlerinin dış korumalarını sağlayıcı önlemleri alır. Tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakilleriyle muhafazalarını sağlar.” 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği'nin “İlkeler” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Sağlık hizmetlerinin sunulmasında aşağıdaki ilkelere uyulması şarttır:a) Bedeni, ruhi ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içinde yaşama hakkının, en temel insan hakkı olduğu, hizmetin her safhasında daima gözönünde bulundurulur.b) Herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını haiz olduğu ve hiçbir merci veya kimsenin bu hakkı ortadan kaldırmak yetkisinin olmadığı bilinerek, hastaya insanca muamelede bulunulur....d) Tıbbi zorunluluklar ve kanunlarda yazılı haller dışında, rızası olmaksızın kişinin vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına dokunulamaz....” Hasta Hakları Yönetmeliği'nin “İnsani değerlere saygı gösterilmesi ve ziyaret” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:  “Hasta, kişilik değerlerine uygun bir şekilde ve ortamda sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkına sahiptir.” Bakanlık, İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında 26/1/2017 tarihinde imzalanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetim, Dış Koruma, Hükümlü ve Tutukluların Sevk ve Nakilleriyle Sağlık Hizmetlerinin Yürütülmesi Hakkında Protokol’ün (Protokol) “Muayenelerde güvenliğin ve hasta mahremiyetinin sağlanması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “(1) Ceza infaz kurumu müdürlüğü bulunan yerlerdeki hastanelerde firara karşı engellerin bulunduğu muhafazalı muayene odaları oluşturulur.2) Hükümlü ve tutukluların hastanelerde muayeneleri, firara karşı engellerin bulunduğu muhafazalı odalarda yapılır. Jandarma muayene esnasında oda dışında bulunur ve gerekli güvenlik tedbirlerini alır. Doktorun yazılı olarak talep etmesi halinde jandarma, hükümlü ve tutuklunun kadın olması durumunda ise varsa öncelikle kadın infaz ve koruma memuru muayene odasında bulunur....4) Hastanelerde tutuklu ve hükümlüler için muhafazalı muayene odaları yapılıncaya kadar bu odalarda veya acil müdahale ve işlem yapılan yerlerde jandarma bulunur ve doktorla hasta arasında geçecek konuşmaları duymayacak uzaklıkta koruma tedbirini alır. Hükümlü ve tutuklunun kadın olması durumunda ise muayene odasında veya tetkikin yapıldığı yerde imkânlar ölçüsünde kadın jandarma personeli görevlendirilir. Kadın jandarma personelinin bulunmaması veya sayısının yeterli olmaması halinde kadın infaz ve koruma memuru güvenliği sağlar.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kısıtlama yöntemlerinden biri olan kelepçeleme, yasal yakalama ya da tutuklama ile bağlantılı olarak uygulandığında ve koşulların makul olarak gerektirdiğinden daha fazla güç kullanma ya da kamuya teşhir içermediğinde genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinde düzenlenen işkence yasağı kapsamında bir sorun teşkil etmez (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 56; Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, 12/5/2005, § 182; Gorodnitchev/Rusya, B. No: 52058/99, 24/5/2007, §§ 101, 102, 105, 108; Mirosław Garlicki/Polonya, B. No: 36921/07, 14/6/2011, §§ 73-75). AİHM, Henaf/Fransa (B. No: 65436/01, 27/11/2013) kararında ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun hastaneye nakli sonrası gece yatağa zincirlenmesi hususunu Sözleşme'nin maddesi kapsamında incelenmiştir. Ceza infaz kurumu idaresi takdir yetkisini refakat eden memurlara bırakmış, özel bir yüksek güvenlik uyarısı yapmamıştır. Başvurucuya iki polis memurunca kelepçe takılmış, hastanede de gece boyunca ayak bileklerinden biri karyolaya zincirle bağlanmıştır. AİHM kelepçelemenin kanuna uygun bir gözaltıyla bağlantılı olarak yapıldığı ve makul olarak gerekli kabul edilebilecek düzeyi aşan ölçüde güç kullanımı veya kamuya açıklık söz konusu olmadığı takdirde normalde madde anlamında bir sorun teşkil etmeyeceğini belirtmiştir. Bu bağlamda kişinin kaçma veya yaralanma ya da bir zarara yol açma tehlikesi ile tıbbi tedavi için hastaneye transferin özel şartlarının değerlendirilmesinin önemli olduğu açıklanmıştır. AİHM, tehlikelilik ile ilgili olarak başvurucu hakkında çeşitli hükümlerin bulunduğunu ancak bunların hiçbirinin şiddet eylemlerine yönelik olmadığını dikkate almıştır. Başvurucunun ceza infaz kurumunda geçici bir psikolojik rahatsızlığı sebebiyle yol açtığı tek bir eylemi dışında bir huzursuzluğa da yol açmadığını, bu eylemin de şiddet içermediğini vurgulamıştır (Henaf/Fransa, § 50). Ayrıca ceza infaz kurumu müdürünün başvurucunun normal şartlarda sevk edilebileceğine dair yazısına da dikkati çeken AİHM, başvurucunun oluşturduğu iddia edilen tehlikenin onu iki polis memuru oda dışında nöbet tutarken yatağa zincirlemeyi haklı göstermediğini kabul etmiştir (Henaf/Fransa, §§ 51, 52). Mevcut davada başvurucunun yaşını, sağlık durumunu, güvenlik riski oluşturduğuna dair öncesinde ciddi bir endişe uyandıran bir davranışının olmamasını ve ceza infaz kurumu müdürünün yazısını gözeten AİHM, iki polis memurunun da oda dışında nöbet tutması nedeniyle başvuruya konu kısıtlamaların kullanılmasının güvenlik ihtiyacıyla karşılaştırıldığında orantısız olduğu kanaatine varmıştır (Henaf/Fransa, § 56). AİHM başvurucunun mahremiyetinin korunması argümanının da olayın şartlarında zincirle yatağa bağlanmayı haklı göstermediğini belirtmiştir (Henaf/Fransa, § 58). Sonuç olarak ulusal makamların başvurucuya yönelik davranışlarının Sözleşme'nin maddesindeki hükümlere uygun olmadığını belirtmiş ve mevcut davadaki kısıtlamaların insanlık dışı bir muamele anlamına geleceği sonucuna varmıştır (Henaf/Fransa, § 59). AİHM muayene sırasında uygulanan güvenlik tedbirlerini incelediği Filiz Uyan/Türkiye (B. No: 7496/03, 8/1/2009, §§ 32-35) kararında, uygulanabilecek farklı seçenekler olduğu hâlde başvuranın kelepçelerinin jinekolog tarafından yapılan muayene sırasında ısrarla çıkarılmamasının ve üç erkek güvenlik görevlisinin bir paravanın arkasına geçerek odada bulunmasının orantısız güvenlik tedbiri olduğunu, bu tür muayeneler geçirmesi gereken ve terörle ilgili suçlardan mahkûm edilen tüm tutuklular için katı gereklerin mevcut olduğunu, katı tedbirlerin mahkûmun taşıdığı risklere ve gerçekleştirilecek muayenenin türüne bağlı olarak esnek ve daha pratik bir yaklaşıma izin vermediğini, başvuranın jinekolojik muayenesi sırasında söz konusu tedbirleri gerektirecek ölçüde güvenlik riskinin mevcut olduğunun kanıtlanamadığını değerlendirmiştir. AİHM, muayene gerçekleştirilmemiş olsa bile yukarıda bahsedilen güvenlik şartlarının başvuranın utanmasına, sıkıntı duymasına ve onurunun kırılmasına yol açtığı sonucuna ulaşarak Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13465
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun sevk edildiği hastanede kelepçe ile muayeneye zorlanması ve olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, icra takibine itiraz davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. A. Arka Plan Bilgisi Olağanüstü hâl (OHAL) tedbirleri kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle terör örgütleriyle bağlantılı görülen özel radyo ve televizyon kuruluşları, gazete ve dergiler ile yayınevi ve dağıtım kanalları kapatılmıştır. Bu kapsamda başvurucunun imtiyaz sahibi olduğu A. Medya gazetesi 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (668 sayılı KHK) ile kapatılmıştır. Aynı KHK'ya göre söz konusu gazetenin taşınırları, her türlü mal varlığı, alacak ve hakları ile belge ve evrakının Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılacağı düzenlenmiştir.B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine alacaklı S. Medya Yayıncılık A.Ş. 29/3/2017 tarihinde Küçükçekmece İcra Müdürlüğünde kambiyo senedine dayalı icra takibi başlatmıştır. Başvurucu, ödeme emrinin kendisine tebliğ edilmesi üzerine Küçükçekmece İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) icra takibine itiraz davası açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde imtiyaz sahibi olduğu gazetenin kapatıldığını, tüm mal ve alacaklarının Hazineye devredildiğini, dava ve icra takipleri ile ilgili olarak Maliye Bakanlığının yetkili olması sebebiyle takibin husumet yönünden iptal edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme 7/11/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (670 sayılı KHK) gereğince altmış günlük başvuru süresinde alacaklı tarafından ilgili idareye müracaat yapıldığı, başvurucunun davaya konu kambiyo senedinin borçlusu olmasına rağmen kendisine verilen sürede borcunu ödemediği vurgulanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde: Her ne kadar davacı vekili takibin iptaline karar verilmesini talep etmiş ise de ; 17/08/2016 tarih ve 670 sayılı KHK ile ise kapatılmasına karar verilin kurum ve kuruluşlardan olan alacakların tahsiline ilişkin ilgili idareye 60 günlük başvuru süresi tanındığı, KHK belirtildiği üzere altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter kayıt ve belgelerle müracaat edildiği, Küçükçekmece 1 icra Müdürlüğünün 2017/3484 E sayılı icra dosyasının takip talebi incelendiğinde borçlu bilgilerinin yer aldığı kısımda vergi kimlik numarasına yer verildiği, ticaret sicil gazetesinden anlaşılacağı üzere kapatılan gazetenin ticaret unvanın Taner Talaş [A.] Medya olarak göründüğü, davacı borçlunun kendisine verilen mühlete rağmen borcunu ödemediği anlaşılmakla davanın reddine karar verilmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur..." Başvurucu, mahkeme kararına karşı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinde (Bölge Adliye Mahkemesi) istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde; imtiyaz sahibi olduğu gazetenin 668 sayılı KHK ile kapatıldığını, tüm mal varlığının Hazineye devredildiğini, 670 sayılı KHK'ya göre hak iddiasında bulunanların ilgili idareye müracaat etmesi gerektiğini belirtmiştir. 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'de (675 sayılı KHK) belirtilen 17/8/2016 tarihi esas alındığında 29/3/2017 tarihinde başlatılan takipte husumetin kendisine yöneltilemeyeceği gerekçesiyle takibin düşmesine karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 5/10/2018 tarihinde istinaf başvurusunu davalı alacaklının 670 sayılı KHK gereğince gerekli müracaatı yaptığı, başvurucu hakkında icra takibi yapılmasında yasal engel bulunmadığı ve mahkeme kararının hukuka uygun olduğu gerekçesiyle kesin olmak üzere reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Dava dosyasının incelenmesinde; davalı alacaklının 670 sayılı KHK gereğince gerekli müracaatı yaptığının dosyaya sunulan belgelerle sabit olduğu, dolayısıyla davacı hakkında icra takibi yapılmasında herhangi bir yasal engel bulunmadığı anlaşılmakla, şikayetin reddine karar verilmesi gerekmekte olup, aynı yöndeki ilk derece mahkemesi kararı usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğundan; davacının istinaf başvurusunun Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353-(1) b) 1) maddesi gereğince esastan reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur..." Nihai karar başvurucuya 5/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 29/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 668 sayılı KHK'nın "Alınan tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan;...c) Ekli (3) sayılı listede yer alan gazete ve dergiler ile yayınevi ve dağıtım kanalları kapatılmıştır. ...(3) Kapatılan gazete ve dergiler, yayınevi ve dağıtım kanalları ile özel radyo ve televizyon kuruluşlarına ait olan taşınırlar ve her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılır, bunlara ait taşınmazlar tapuda resen Hazine adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilir. Bunların her türlü borçlarından dolayı hiçbir şekilde Hazineden bir hak ve talepte bulunulamaz. Devre ilişkin işlemler ilgili tüm kurumlardan gerekli yardımı almak suretiyle Maliye Bakanlığı tarafından yerine getirilir...." 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık);her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir....(4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar...." 675 sayılı KHK'nın "Dava ve takip usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir...."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35512
Başvuru, icra takibine itiraz davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1951 doğumlu olan başvurucu, bireysel başvuru konusu olayların gerçekleştiği tarihte bir kamu kurumunda müfettiş olarak görev yapmaktadır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 7/1/2002 tarihli iddianamesi ile başvurucunun da aralarında yer aldığı bir kısım şüpheli hakkında cürüm işlemek için teşekkül oluşturup yönetme, nitelikli dolandırıcılık, görevi kötüye kullanma, rüşvet ve sair suçlardan kamu davası açılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 10/3/2010 tarihli kararı ile başvurucunun irtikap suçundan mahkûmiyetine; başvurucu hakkında cürüm işlemek için teşekkül oluşturma suçundan açılan kamu davasının ise zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına hükmedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 9/6/2011 tarihli kararı ile başvurucu hakkında cürüm işlemek için teşekkül oluşturma suçundan kurulan hükmün onanmasına, irtikap suçundan kurulan hükmün ise bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararına uyularak yeniden yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 17/6/2015 tarihli kararı ile başvurucu hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanık [H.Ö.nün] irtikap suçundan Mülga 765 sayılı TCK'nun 209/1, maddeleri gereğince cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de, sanığın eyleminin Mülga 765 sayılı TCK'nun 218 ve 5237 Sayılı TCK'nun maddelerinde düzenlenen nüfuz ticareti suçuna uyduğu, Mülga 765 sayılı TCK'nun 218 ve 5237 Sayılı TCK'nun maddelerinde öngörülen cezaların tür ve sürelerine göre mülga 765 Sayılı TCK'nun 102/4 ve 104/maddelerinde öngörülen 7 yıl 6 aylık olağanüstü dava zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşıldığından, sanık hakkında açılan kamu davasının olağanüstü dava zamanaşımı nedeniyle 5271 Sayılı CMK'nun 223/maddesi uyarınca DÜŞÜRÜLMESİNE(...)" Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden davanın temyiz aşamasında derdest bulunduğu anlaşılmıştır. Başvurucu24/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12372
Başvuru, ceza davasında uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Dosyanın daha önceden birleştirildiği 2017/5907 sayılı başvuruda Bakanlığa bildirimde bulunulduğundan aynı mahiyette olup sonradan tefrik edilen işbu başvuru yönünden ayrıca Bakanlık bildirimi yapılmasına gerek görülmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İzmir ili Gaziemir ilçesi Çay Mahallesi 2071 ada 1 parsel sayılı 002 m² yüz ölçümündeki taşınmazın malikidir. Başvuruculara ait söz konu taşınmaz 1998 yılında onaylanan 1/000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kreş alanı olarak kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuşlar fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, taşınmazın imar planında kreş alanı olanı olarak bırakılması nedeniyle mülkiyet haklarının kısıtlandığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 567,85 TL tazminat talep etmiştir. İzmir İdare Mahkemesince (İdare Mahkemesi), davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, İdare Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 27/4/2017 tarihinde kararın kaldırılmasını gerektiren bir hususun bulunmadığını belirterek başvurucuların istinaf istemini temyiz yolu açık olmak üzere reddetmiştir. Başvurucular, istinaf isteminin reddi kararını temyiz etmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 16/11/2017 tarihinde kararı onamıştır. Nihai karar 14/2/2018 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 14/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7817
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; akademisyen olan başvurucunun kamu görevine son verilmesine bağlı olarak bilimsel bir projeden çıkarılması nedeniyle bilim özgürlüğünün, kanun yolu aşamasında verilen kararların ilgili ve yeterli gerekçe içermemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ile proje yürütücüsü arasında 6/9/2013 tarihinde Harcamaları Projenin Yürütüldüğü Kamu Kurumu veya Üniversite Tarafından Gerçekleştirilecek Araştırma Projelerine Ait Destekleme Sözleşmesi (Destekleme Sözleşmesi) akdedilmiştir. Destekleme Sözleşmesi'ne göre "Türkiye Minuartia (Caryophyllaceae) Cinsinin Revizyonu" başlıklı projede (Proje) başvurucu, araştırmacı olarak yer almıştır. Projenin başlangıç tarihi 1/10/2013, bitiş tarihi ise 1/10/2016 olarak belirlenmiştir. Destekleme Sözleşmesi gereğince Proje kapsamında ortaya çıkacak sınai ürünler üzerindeki hakların devrine ilişkin olarak katılımcılar ve TÜBİTAK arasında bir taahhüt sözleşmesi akdedilmiştir. Yine Destek Sözleşmesi gereğince araştırmacılara teşvik ikramiye ödemeleri yapılmıştır. Başvurucu, Selçuk Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Moleküler Biyoloji Ana Bilim Dalında yardımcı doçent doktor unvanıyla görev yapmaktayken 29/4/2017 tarihli ve 30052 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 689 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. TÜBİTAK Bilim Kurulu 10/1/2017 tarihindeki toplantısında Anayasa'nın maddesi ile 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun maddesi gereğince ilan edilen olağanüstü hal kapsamında çıkarılan KHK'lar ile yapılan düzenlemelere işaret ederek kamu görevinden çıkarılan kişiler hakkında birtakım kararlar almıştır. Buna göre söz konusu kişiler hakkında;i. TÜBİTAK desteklerini değerlendirme, izleme ve sonuçlandırma süreçlerindeki her türlü üyelik ve görevlerin sona ereceğine, görev verilmeyeceğine ve burs veya destek verilmeyeceğine,ii. Kısmen veya tamamen TÜBİTAK tarafından desteklenen her türlü proje desteklerine ilişkin tüm hak ve görevler ile destek sözleşmelerinin sona erdirileceğine, iii. Görevlerinden, projelerinden veya desteklerinden dolayı yapılmamış ödemelerin gerçekleştirilmeyeceğine, iv. Görev veya desteklerinin sona erdirilmesi nedeniyle devam ettirilmesi mümkün olmayan projeler veya desteklerin sona erdirileceğine karar verilmiştir. TÜBİTAK Araştırma Destek Programları Başkanlığı (ARDEB) 21/2/2017 tarihinde "çalıştığı kurum/kuruluş tarafından açığa alınan sadece 1 araştırmacı olması halinde proje iade edilmeyecek, kişinin projeden çıkarılması/değiştirilmesi için gerekli işlemler yapılacak" şeklinde bir karar almıştır. Alınan kararlara istinaden başvurucunun araştırmacı olarak yer aldığı Projenin yürütücüsü 8/2/2017 tarihinde, açığa alınmasından dolayı TÜBİTAK ilkeleri uyarınca başvurucunun Projeden çıkarılmasını idareden talep etmiştir. TÜBİTAK 14/3/2017 tarihinde başvurucunun Projeden ayrılmasına ilişkin yürütücünün talebini uygun bulmuştur. Başvurucu 10/2/2017 tarihinde Projeden çıkarılması işlemine dair bilgilendirme yapılmasını TÜBİTAK'tan talep etmiştir. TÜBİTAK 25/4/2017 tarihinde verdiği cevapta, Projeden ayrılma işleminin yürütücünün talebinin idarece uygun bulunması sonucu gerçekleştiğini açıklamıştır. Başvurucu 1/6/2017 tarihinde işlemin iptali davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; araştırmacı olarak yer aldığı Projenin tamamlanması için çalıştığını, kapanma aşamasındayken gerekçesiz ve mevzuat hükümlerine aykırı bir şekilde Projeden çıkarıldığını ileri sürmüştür. Davalı TÜBİTAK cevabında; kamu görevine son verilen başvurucunun Destekleme Sözleşmesi hükümlerine uygun olarak Projeden çıkarıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 22/1/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde; 17/7/1963 tarihli ve 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun'a dayalı olarak çıkarılan Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Araştırma Destek Programları Başkanlığı Tarafından Yürütülen Programlara İlişkin Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Yönetmelik'e dayalı çıkarılan Araştırma Projelerinde Uygulanacak İdari ve Mali Esaslar'ın (İdari ve Mali Esaslar) maddesine yer verilmiştir. Mahkeme, söz konusu mevzuat hükümlerine göre TÜBİTAK bünyesinde yürütülen projelerde araştırmacı olarak görev yapanların proje yürütücüsünün başvurusu ve ilgili grubun onayıyla projeden çıkarılabileceğini, dolayısıyla başvurucunun da kamu görevinden çıkarılmış olması nedeniyle Projede kalmasının uygun görülmeyip çıkarılmasında hukuka aykırılık bulunmadığını açıklamıştır. Başvurucu karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 19/6/2018 tarihinde Mahkeme kararının usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunu temyiz yolu açık olmak üzere reddetmiştir. Başvurucu kararı temyiz etmiştir. Danıştay Sekizinci Dairesi 17/10/2018 tarihinde dava konusu uyuşmazlığın temyize tabi olmadığını belirterek temyiz istemini incelemeksizin reddetmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5870
Başvuru, akademisyen olan başvurucunun kamu görevine son verilmesine bağlı olarak bilimsel bir projeden çıkarılması nedeniyle bilim özgürlüğünün, kanun yolu aşamasında verilen kararların ilgili ve yeterli gerekçe içermemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, hatalı patolojik bulgulara dayanılarak konulan kanser teşhisi üzerine başvurucunun rahminin alınması ve bu duruma sebebiyet verdiği iddia edilen ilgili personel hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle, Anayasa’nın , , ve maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/12/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Özel K. Hastanesine Başvurması Üzerine Yaşanan Süreç Başvurucu, 12/9/2008 tarihinde kasık ağrısı, sancı ve hâlsizlik şikâyetleri ile Özel K. Hastanesine başvurmuş ve Dr. E. T. tarafından muayene edilmiştir. Başvurucunun 12/9/2008 tarihli tomografi raporunun sonuç kısmında başvurucunun yumurtalıklarında kist olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, vücudundaki kitlenin kanser olabilme riskinin bulunduğu ve bunun ancak ameliyatla belli olabileceği, ameliyatla vücudundan alınacak parçalar incelenerek patoloji raporu alınacağı ve sonrasında teşhis konulacağı hususlarının doktoru tarafından kendisine ifade edildiğini, bunun üzerine 26/9/2008 tarihinde aynı Hastanede ameliyat olmaya karar verdiğini belirtmektedir. Başvurucu, anılan tarihte Dr. E. T. tarafından genel anestezi altında ameliyata alınmış; ameliyat sırasında başvurucunun kanser olduğundan şüphelenilmiştir. Başvurucunun vücudundan alınan parçaları inceleyen Patoloji Doktoru H. A., 26/9/2008 tarihli yazısıyla, “Kadın doğum ameliyatındaki hasta Yaprak ACAR’ın (YÜKSEK)makroskopik değerlendirilmesi sonucu seröz ya da misinöz papiller karsinom (Karsinom: herhangi bir kanser, habis tümöral kütleye verilen isim) ile uygunluğu olduğu görülmüştür.” değerlendirmelerinde bulunmuştur. Başvurucunun vücudundan alınan parçalar, patoloji raporu hazırlanmak üzere Kocaeli Tıp Fakültesi Hastanesine de gönderilmiştir. Başvurucu, ilgili doktorlar tarafından kendisinin kanser olduğunun ve derhâl yumurtalıklar ile alt batının tamamının alınması gerektiğinin annesi ve teyzesine söylendiğini, aldıkları haberin şokunu yaşayan annesi ve teyzesine bu yönde bir muvafakatname ve taahhütname imzalatıldığını belirtmektedir. Başvurucunun annesi ile teyzesi, “Kızım Yaprak Acar’a 08 tarihinde yapılan operasyonda kanser teşhisi konmuştur. Overlerin, uterusun alınmasına izin veriyorum.” yazan bir kâğıda imza atmışlardır. Ayrıca yapılacak olan operasyona izin verdiklerini gösterir muvafakat belgesi de imzalamışlardır. Bunun üzerine ameliyata devam edilmiş ve başvurucunun yumurtalığı ile rahmi alınmıştır. Başvurucunun epikriz formunda, yapılan operasyonlar tıbbi terimleri ile açıklanmış ve hastanın kemoterapi için onkolojiye gönderildiği belirtilmiştir. Başvurucu, anılan olaylar üzerine etkin bir tedavi ve kemoterapi almak için başvurduğu hastanelerde yapılan tetkikler neticesinde kanser olmadığını öğrendiğini belirtmektedir. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin 26/9/2008 tarihli raporu, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin 23/10/2008 tarihli raporu ve İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 13/11/2008 tarihli raporu, başvurucunun kanser olmadığını doğrulamaktadır. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına Şikâyet Üzerine Yaşanan Süreç Başvurucu, Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 23/3/2009 tarihli dilekçe ile özetle 26/9/2008 tarihinde Dr. E. T.nin öncülüğünde genel anestezi uygulanarak ameliyata alındığını, ameliyata alınmadan önce vücudundaki kistin alınacağının -iyi huylu olması durumunda alınacağının- kendisine söylendiğini, ameliyat sırasında kistlerin kötü huylu olduğu kanaatine varılması üzerine şaşkın hâldeki annesi ve teyzesinden muvafakat alınarak rahminin alındığını, patoloji raporunu tanzim eden Dr. H. A.nın ameliyatın seyrine etki ettiğini, bu olaydan sonra çeşitli hastanelerde yaptırdığı tetkikler neticesinde teşhisin doğru olmadığını öğrendiğini, yanlış teşhis sonucu yapılan müdahalenin sonucu olarak artık hiçbir şekilde çocuk sahibi olamayacağını, ilgili doktorlar hakkında Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası da açtığını belirterek Dr. E. T. ve Dr. H. A. ile Hastanenin bağlı olduğu K. Sağlık Hizmetleri Tic. A.Ş.yi temsile yetkili kişiler hakkında şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca müşteki sıfatıyla alınan 26/5/2009 tarihli ifadesinde de benzer iddialarda bulunmuştur. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca, başvurucunun tedavisine ilişkin tıbbi belgeler ve başvurucunun Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasına ilişkin dosya soruşturma dosyasına eklenmiş ve Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu istenmiştir. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı bir üye ile tıbbi patoloji alanında bir üyenin de katılımı ile Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulu; başvurucunun şikâyet dilekçesi ile Hastane, Dr. E. T. ve Dr. H. A.nın ortak vekillerinin ifadesini dikkate alarak ve başvurucu hakkında düzenlenen belgeleri inceleyerek 26/10/2011 tarihli raporu hazırlamış ve sonuç olarak “(…) mevcut tıbbı belgelere göre ameliyat endikasyonun doğru olduğu, ameliyat gözleminde olayın habis olabileceği düşünülerek frozen istenmesinin uygun olduğu, frozen sonucunun habis olması üzerine Kadın Doğum Uzmanı E. T.’nin TAH+BSO ameliyatı yapmasından dolayı kusur atfedilemeyeceği, Patoloji raporuna göre ameliyat şeklinin doğru olduğu; kurumumuza gönderilen 16 adet boyalı lam kırılmış olduğundan değerlendirilemediği, bu nedenle bu preperatlardaki patolojik bulguların halen olduğunun bilinemeyeceği ancak 1 adet hazır bloktan hazırlanan kesitler değerlendirildiğinde izlenen değişiklikler borderline seröz tümör olarak düşünüldüğü, her ne kadar patolojik tanıda bir hata bulunmakta ise de, ameliyat esnasında hazırlanıp incelenen optimal olmayan preperatlardaadeno karsinom, adenom, borderline tümör ayrımının güçlüğü nedeniyle yanılgıya düşebileceğinin mahkemenizce göz önünde bulundurulmasının uygun olduğu, muvafakat alınması hukuki bir husus olduğundan mahkemenizin takdirine bırakıldığı, hastaneye kusur atfedilemeyeceği…” yönünde görüş bildirmiştir. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı, 10/6/2013 tarihli ve Sor. No: 2009/5710, K.2013/4514 sayılı kararında “…dosyada mevcut Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunun 26/10/2011 tarihli raporuna göre meydana gelen olayda ameliyatı yapan doktorlar ve ameliyat yapılan hastanenin bir kusurunun olmadığı belirtildiğinden kusur yokluğu sebebiyle, atılı suçun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı…” gerekçesiyle şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, 1/8/2013 tarihli dilekçe ile özetle Adli Tıp Kurumundan alınan bilirkişi raporunda Dr. H. A.nın kusurunun bulunup bulunmadığı hususunda bir değerlendirme yapılmadığını, raporun bu hâliyle savcılık makamınca verilecek karara esas alınacak mahiyette bulunmadığını, raporda teşhisin yanlış yapıldığına dair tespit bulunmasına rağmen diğer şüphelilerin kusurlarının bulunmadığı yönündeki mütalaaya katılmanın mümkün olmadığını, acil şekilde müdahaleyi gerektirecek bir durum yokken kendisinin haberi dahi olmadan hayatının karartıldığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin 10/9/2013 tarihli ve 2013/68 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Söz konusu karar 7/11/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/12/2013 tarihinde yapılan bireysel başvuru yapmıştır. Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinde Açılan Tazminat Davasına İlişkin Süreç UYAP üzerinden yapılan araştırma neticesinde başvurucunun 30/1/2009 tarihinde Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinde Dr. H. , Dr. E. T. ve K. Sağlık Hizmetleri Tic. A.Ş. aleyhine tazminat davası açtığı, davanın Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinin 18/7/2013 tarihli kararı ile reddine karar verildiği, başvurucular tarafından temyiz edilen kararın Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/2/2015 tarihli ilamı ile bozulduğu, davalılar tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş ise de karar düzeltme talebi hakkında Yargıtay tarafından henüz bir karar verilmediği görülmüştür.B. İlgili Hukuk Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı maddesi şöyledir:“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi ise şöyledir:“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarihli ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı şöyledir:“…Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak HUMK.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir. Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. ( BK. 386-390 ) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur ( BK.321/md. ) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.…” Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/19947, K.2012/3097 sayılı kararı şöyledir:“…Davadaki ileri sürülüşe ve kabule göre dava temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır ( BK. 386-390). Vekil, vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de; bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. 290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta, tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K.'nun 394/ maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır….” Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/10/2008 tarihli ve E.2008/11477, K.2008/11825 sayılı kararı şöyledir:“…Dava konusu olay nedeniyle davacıların Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet başvurusunda bulundukları anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu maddesine göre hukuk hakimi ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı değilse de verilecek mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olguları ile bağlıdır. Bu durumda mahkemece hazırlık soruşturması sonucunun eğer dava açılmış ise ceza davasının sonucunun beklenerek, hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde, hüküm kurulması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.…”
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9116
Başvuru, hatalı patolojik bulgulara dayanılarak konulan kanser teşhisi üzerine başvurucunun rahminin alınması ve bu duruma sebebiyet verdiği iddia edilen ilgili personel hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle, Anayasa’nın 2. , 5. , 10. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun yakının öldürülmesi olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine Silvan Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 23/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 21/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 4/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 10/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve onaylı suretleri Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden gönderilen başvuruya konu ceza soruşturması dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve eşi 1963 doğumlu Sedat Güzelsoy (S.G.) olay tarihi itibarıyla Diyarbakır ilinde ikamet etmekte olup S.G. bir süredir kendisine ait otomobille bir taksi durağına bağlı olarak ticari taksi şoförlüğü yapmaktadır. S.G. 5/5/1994 tarihinde başvurucu ile müşterek ikamet ettikleri evden saat 30 sıralarında çalıştığı taksi durağına gitmek üzere otomobiliyle ayrılmıştır. Başvurucu, eşinden 6/5/1994 günü saat 00'e kadar haber alamaması üzerine kolluğa müracaat etmiş ve eşinden haber alamadığını, eşinin hayatından endişe ettiğini beyan etmiştir. Başvurucunun eşi S.G.nin kaybolmasına ilişkin araştırmalar devam ederken 9/5/1994 tarihinde Diyarbakır ili Ergani ilçesi İncehıdır Jandarma Karakoluna, Diyarbakır-Siverek Karayolunun kilometresindeki yolun kenarında bir erkek cesedinin görüldüğünün ihbarı üzerine kolluk görevlileri, ihbara konu yere gitmiş ve hemen durumdan nöbetçi Cumhuriyet savcısını haberdar etmişlerdir. Olay yerine intikal eden kolluk görevlileri, ihbara konu yerde bildirildiği gibi bir erkek cesedinin bulunduğunu ve cesedin üzerindeki kıyafetlerden çıkan sürücü belgesinden ölenin başvurucunun eşi S.G. olduğunu tespit etmiş ve ölenin dayısı Nurettin Güzelsoy'a (N.G.) ulaşarak hemen olay yerine gelmesini istemişlerdir. Bu arada olay yerine gelen Cumhuriyet Savcısı, refakatinde bulunan doktor bilirkişi ve kolluk görevlileriyle birlikte delil incelemesi ve ceset üzerinde ölü muayene işlemi yapmıştır. Olay yerinde yapılan ilk incelemelerde cesedin, karayolunda bulunduğu yerden sürüklenerek yol kenarına getirildiği tespit edilmiş; harici muayenesinde, kafatasının sol paryatel arka kısmında 5 cm çapında künt cisim darbesine bağlı ekimoz ayrıca göğsünde ve sırt bölgesinde birer adet olmak üzere mermi giriş ve çıkış delikleri belirlenmiştir. S.G.nin cesedi üzerinde yapılan ölü muayene işlemi sonucunda pantolonun ceplerinde bir miktar parasının bulunduğu ayrıca kolunda saatinin takılı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca S.G.nin kesin tıbbi ölüm nedeninin ateşli silah yaralanması sonucu gelişen dolaşım ve solunum yetmezliği olduğu belirlenmiştir. Cesetten ve olay yerinden herhangi bir nitelikte silah mermisi çekirdeği veya kovanı elde edilememiştir. Ayrıca olay yerinde ve yakınında ölene ait otomobile de rastlanılmamıştır. Kolluğun haber vermesi üzerine olay yerine gelen maktulün dayısı N.G. teşhis tanığı olarak verdiği beyanında maktulün 5/5/1994 tarihinden beri kayıp olduğunu, çalıştığı duraktaki kişilerden duyduğu kadarıyla aynı gün sabah saat 00 sıralarında durağa iki yolcunun geldiğini, durakta beklemekte olan ölenin bu kişileri Diyarbakır ili Seyrantepe mevkine götürmek üzere otomobiliyle duraktan ayrıldığını, ayrılmadan önce aldığı yolcuları istedikleri yere bırakıp hemen döneceğini duraktakilere söylediğini ayrıca maktulle arasında husumet veya anlaşmazlık bulunan bir kişinin de bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucu 21/7/1994 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe ile başvurarak maktul eşine ait olan ve olaydan sonra bulunamayan otomobilin üzerindeki jant ve tekerleklerin, otomobilin önceki sahibi F.K. tarafından 20/7/1994 tarihinde Diyarbakır il merkezinde başka bir otomobilin üzerinde görüldüğünü ileri sürmüştür. Başvurucu, aynı gün Cumhuriyet Savcısınca alınan ifadesinde de bu iddiasını tekrarlamıştır. Bu ifade üzerine Cumhuriyet Savcılığınca kolluğa F.K.nin ifadesinin alınması için talimat verilmiş; adı geçenin kollukta aynı tarihte alınan ifadesinde maktulün olay tarihinde kullandığı otomobilin önceki sahibi olup bu otomobili olaydan bir süre önce haricen maktule sattığını, bu otomobilin üzerindeki jant ve tekerleklerin diğerlerinden ayırt edici nitelikte bazı özellikleri bulunduğunu, bu nedenle söz konusu jant ve tekerlekleri 20/7/1994 tarihinde Diyarbakır il merkezinde başka bir otomobil üzerinde gördüğünde bunların maktule sattığı otomobil üzerindeki jant ve tekerlekler olduğunun hemen farkına vardığını söylemiş, gördüğünü ileri sürdüğü otomobilin plaka sayısını da yetkililere vermiştir. Tanık F.K.nin ifadesinde geçen otomobilin sahibi Diyarbakır Trafik Tescil Müdürlüğü kayıtlarından tespit edilebilmiş, bu kişinin alınan ifadesinde otomobili bir süre önce haricen üçüncü bir kişiye sattığını söylediği görülmüştür. Bu beyandan ve otomobili haricen satın alan üçüncü kişinin anlatımlarından, otomobilin Diyarbakır İl Jandarma Asayiş Komutanlığında uzman çavuş olarak görev yapan İsmail T. isimli kişi tarafından da bir dönem haricen satın alınıp kullandığı tespit edilmiştir. İsmail T.nin 5/8/1994 tarihinde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünde (Emniyet Müdürlüğü) tanık sıfatıyla verdiği ifadesinde söz konusu otomobili 2/7/1994 tarihinde Diyarbakır'da görev yapan bir polis memurundan haricen satın aldığında üzerindeki jant ve tekerleklerinin eski olması nedeniyle bir süre sonra aynı Komutanlıkta uzman çavuş olarak görev yapan arkadaşı A.S.nin kendisine, sorulan jant ve tekerlekleri kullanması için verdiğini söylemiştir. A.S.nin 5/8/1994 tarihinde Emniyet Müdürlüğünde tanık sıfatıyla verdiği ifadesinin ilgili bölümü şöyledir: "...F.K. isimli şahıs tarafından Sedat Güzelsoy'a ait otomobile ait olduğu söylenen çelik jantları ve lastikleri, birlikte görev yaptığımız İsmail T. adlı arkadaşıma benim verdiğim doğrudur. Söz konusu lastik ve jantları, İsmail T. arkadaşım kendisine bir otomobil satın almadan üç gün kadar önce Diyarbakır ilinde sanayi sitesine jant ve lastik almak için gittiğimde saat 30 sıralarında tesadüfen Sanayi Sitesinde H.İbrahim Kartoğlu Karakoluna dönmeden ana yolun kenarında minibüslerin çalıştığı tali caddenin köşesinde beklemekte olan kendisini önceden görmediğim ve tanımadığım ancak şimdi görsem tanıyabileceğim, şu an ismini hatırlayamamakla birlikte konuşmamız esnasında Lice'li olduğunu söyleyen 30-35 yaşlarında, 75 boylarında, kısa tıraşlı, siyah saçlı, saçlarının alın kısmı hafif açılmış, bıyıksız, 4-5 günlük tıraşlı, esmer hatta koyu esmer tenli, zayıf, üzerinde kirli ve siyah renkli şalvar, üst kısmında mavi renkli yelek bulunan, yerli şiveli bir şahıstan pazarlık yapmak suretiyle 2 milyon liraya satın aldım...Sanayi sitesinde bir müddet gezdikten sonra dükkanlardaki jant ve lastiklerin fiyatlarının yüksek olduğunu gördüm. Sanayi sitesinde çıkma jant ve lastik aradım. Yine sanayi sitesinde bu amaçla dolaşmakta olduğum sırada yukarıda eşkâlini verdiğim şahsı yol kenarında oturur ve söz konusu jant ve lastiklerin yanında olduğunu gördüm...Haricen satın aldığım otomobilim, ruhsat sahibi tarafından geri alınınca sanayi sitesinden satın aldığım bu jant ve lastikler elimde kaldı. Arkadaşım İsmail T.'de kendisine ait otomobildeki jant ve lastiklerin eski olduğunu söyleyip bu jant ve lastikleri benden isteyince ben de kabul edip kendisine verdim. İsmail T.de benden aldığı bu jant ve lastikleri kendisine ait otomobile taktı...Ben söz konusu jant ve lastiklerin ölen Sedat Güzelsoy'a ait olduğunu bilmiyordum.Zaten bilseydim satın almazdım ve hatta bilseydim bana bunları satan şahsı yakalardım..." Bu tanığın ifadesinin alınmasından sonra Ergani Cumhuriyet Savcılığı (Cumhuriyet Savcılığı) tarafından olayın fail ya da faillerin devamlı surette aranılması, bu konuda yapılan çalışmaların akıbeti konusunda her üç ayda bir bilgi verilmesi ve fail ya da faillerin tespit edildiklerinde Cumhuriyet Başsavcılıklarında hazır edilmesi için İlçe Jandarma Komutanlığına (Jandarma) ve olayın başlangıç yerinin Diyarbakır olduğu gerekçe gösterilerek Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına yazılar yazılmıştır. Söz konusu yazılara belirtilen makamlarca belli aralıklarla cevap verilmiş, bu cevap yazılarında olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediği ve tespit edilmesine ilişkin çalışmaların devam ettiğinin bildirildiği görülmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/9/2000 tarihinde meçhul olan faillerin dava zamanaşımı olarak belirlediği 9/5/2009 tarihine kadar daimi olarak aranılmaları için "daimî arama" kararı vermiş ve bu kararın bir suretini Jandarmaya göndererek başkaca bir yazışmaya gerek olmaksızın arama çalışmaları konusunda her iki ayda bir bilgi verilmesini istemiştir. Bu karardan sonra Cumhuriyet Savcılığının dava zamanaşımı olarak belirlediği 9/5/2009 tarihine kadar Savcılıkla Jandarma arasında kararın yerine getirilip getirilmediğine ilişkin yazışmalar yapılmıştır. Cumhuriyet Savcılığınca soruşturmada 15/5/2009 tarihinde olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediği ve dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine bu karar Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin 27/8/2009 tarihli ve 2009/610 Değişik İş sayılı kararıyla dava zamanaşımı süresinin yirmi yıl olarak belirlenmesi gerekirken on beş yıl olarak belirlendiği gerekçesiyle kaldırılmıştır. Cumhuriyet Savcılığı tarafından 28/9/2009 tarihinde soruşturma evrakı başka bir numara üzerinden kayda alınıp soruşturmada aynı tarihte dava zamanaşımı süresi olarak belirlenen 9/5/2014 tarihine kadar yeniden "daimî arama" kararı verilmiş ve bu karar Jandarmaya gönderilmiştir. Belirtilen tarihten sonra da Cumhuriyet Savcılığı ile Jandarma arasında soruşturmada verilen daimi arama kararı gereğince belli sürelere bağlı olarak yazışmalar yapılmış olup bu yazışmalarda da Jandarmanın, Cumhuriyet Savcılığına meçhul fail ya da faillerin aranılması çalışmalarının devam ettiğini, olay hakkında bilgi ve görgüsü olan bir kişinin tespit edilemediğini, kendilerine olaya ilişkin herhangi bir ihbarın yapılmadığını bildirdiği görülmüştür. Soruşturmada dava zamanaşımı olarak belirlenen 9/5/2014 tarihine kadar yapılan çalışmalarda da olayın fail ya da faillerine ulaşılamamış, ölene ait otomobil de bulunamamıştır. Cumhuriyet Savcılığı 16/5/2014 tarihinde ikinci kez kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"...Maktulün olay günü Diyarbakır-Ergani karayolunun km'sinde öldürülmüş olarak bulunduğu, olayın faillerinin bugüne kadar bulunamadığı, olaya ilişkin zamanaşımı süresinin 765 sayılı yasanın 450/7-8-9 ve 102/1 maddeleri uyarınca 20 yıl olduğu, zamanaşımı süresinin 9/5/2014 tarihinde dolmuş olduğu, zamanaşımını kesen veya durduran bir işlemin yapılmadığı mevcut delillerden anlaşılmıştır...." Başvurucunun bu karara itirazı, Batman Ağır Ceza Mahkemesinin 2/7/2014tarihli ve 2014/847 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: "...Ergani Başsavcılığının soruşturma dosyası, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ve itiraz dilekçesi birlikte değerlendirildiğinde; takipsizlik kararında atılı eylemin somut olay karşısında hukuki değerlendirilmesinin yerinde olacak şekilde yapıldığı bu nedenle kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla müşteki Maşallah Güzelsoy'un itirazının reddine karar vermek gerekmiş ..." Nihai karar başvurucuya 12/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu otuz günlük yasal süresi içinde 3/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun ve maddelerinin ilgili bölümleri şöyledir:“Madde 102 - Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,  … geçmesiyle ortadan kalkar.Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbedyahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru zamanı yoktur.”Madde 104 - Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:  “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na 6524 sayılı Kanun’un maddesi ile eklenen geçici maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturma usul ve esaslarına ilişkin genelgesinin ilgili bölümü şöyledir: “…  Faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında, ...g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip edilmesi,…”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14583
Başvuru, başvurucunun yakının öldürülmesi olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1