text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, ek özel hizmet tazminatı ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun sendikacılık faaliyetlerinden dolayı reddedilmesi nedeniyle örgütlenme özgürlüğünün; bu işleme karşı açılan davanın reddedilmesi, yargılama sırasında davalı idarenin savunmalarının tebliğ edilmemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/12/2013 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1957 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu olay tarihinde Bahçelievler Belediye Başkanlığı (Belediye) emrinde teknisyen olarak görev yapmakta olup aynı zamanda Belediye ve Mahalli İdare Çalışanları Birliği Sendikasının (Sendika) şube yöneticisidir. Belediye tarafından 2005 yılında uygulamaya konulan "Dijital Ortamda Parmak İzi Tanımalı Kart Okuma Yöntemi ile Personel Kontrol Sistemi"ne (kart sistemi) Sendika itiraz etmiş ve kart sisteminin yanlışlığı hakkında görüş beyan etmiştir. Başvurucu, şube yöneticisi olduğu Sendikanın kart sistemine itirazlarda bulunması nedeniyle kendisine psikolojik taciz (mobbing) uygulandığını, bu kapsamda çok sık bir şekilde kurum içinde statüsü ve onuruyla bağdaşmayan görev yeri değişikliği ve görevlendirmelere maruz kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 3/5/2006 tarihinde teknisyen kadrosu bulunmayan Hukuk İşleri Müdürlüğü emrinde teknisyen olarak görevlendirilmiştir. Hukuk İşleri Müdürlüğünün 12/5/2006 tarihli yazısıyla başvurucudan, dava konusu olan bir taşınmaza ilişkin olarak;-Taşınmaz üzerinde Belediye tarafından gerçekleştirilen herhangi bir yol, tretuar, kaldırım ve benzeri işgalin mevcut olup olmadığının, mevcut ise ne kadar olduğunun ve söz konusu yolun ne zamandan beri kullanılır olduğunun gerek mahalle muhtarlıklarının ve gerekse bölge sakinlerinin yazılı ifadeleri ile tespiti ve bunların tutanak altına alınması,-Taşınmazın bulunduğu bölgedeki piyasa rayiç bedellerinin taşınmazın bulunduğu bölgeden ve tapu kayıtlarından araştırılması ve gayrimenkulün rayiç bedelinin tayini,-Bu bağlamda gün içerisinde yapılmış olan çalışmanın, ilgili mahkemesine delil olarak sunulmak üzere teferruatlı rapor ile günlük olarak saat 30'a kadar Müdürlüğe teslimi ve Müdürlük makamı tarafından incelendikten sonra uygunluğu cihetinde tasdikinin sağlanması,-Her bir taşınmaz için yapılacak çalışmanın müstakil bir dosya hâlinde Hukuk İşleri Müdürlüğüne tevdii,-İşbu çalışmanın tebliğ tarihinden itibaren beş iş günü içinde tamamlanması göreviyle vazifelendirilmiştir. Başvurucu bu ve bunun gibi görevlendirmeler sebebiyle 2006 Temmuz ayı sonuna kadar arazide çalıştığını belirtmektedir. Başvurucu 6/6/2006 tarihinde 160 seri No.lu Devlet Memurları Kanunu Genel Tebliği (Genel Tebliğ) uyarınca 15/5/2006 tarihinden itibaren büro dışında gerçekleştirdiği bu çalışmalar nedeniyle ek özel hizmet tazminatından yararlandırılması isteminde bulunmuştur. Başvuru, cevap verilmeksizin zımnen reddedilmiştir. Başvurucu zımni ret işleminin iptali istemiyle 3/10/2006 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 12/12/2007 tarihinde heyet hâlinde verdiği kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, Genel Tebliğ uyarınca teknik hizmetler kadrosunda görev yapanlara ek özel hizmet tazminatının ödenebilmesi için bu personelin büro, atölye, ısı santrali, laboratuvar, tesis (sosyal tesisler dâhil) işletme, fabrika ve hizmet binaları gibi kapalı mahaller dışında arazi, park, bahçe, şantiye, inşaat, maden, açık alanlarda kurulu tarım ve hayvancılık uygulama birimleri, yol, tünel, demiryolu, büyük içme suyu, köprü, kıyı yapıları ve baraj gibi açık çalışma mahallerinde görevlendirilmiş ve bu mahallerde fiilen çalışmış olması gerektiği ifade edildikten sonra başvurucunun ofis hizmetlerinde çalışması nedeniyle ek özel hizmet tazminatına hak kazanmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararı temyizen inceleyen Danıştay İkinci Dairesi (Daire) 28/6/2012 tarihli kararıyla uyuşmazlığın tek hâkim tarafından çözümlenmesi gerekirken heyet hâlinde karara bağlanmış olması nedeniyle kararı bozmuştur. Kararın gerekçesinde, idari işlemin toplam 98,05 TL alacağı içerdiği ve bunun da tek hâkim tarafından çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar kapsamında olduğu vurgulanmıştır. Bozma kararına uyan Mahkeme, tek hâkim tarafından verilen 19/10/2012 tarihli kararla davayı aynı gerekçeyle reddetmiştir. Mahkeme kararı İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 4/6/2013 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Bölge İdare Mahkemesinin 5/11/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 28/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “II- Tazminatlar: Görevin önem, sorumluluk ve niteliği, görev yerinin özelliği, hizmet süresi, kadro unvan ve derecesi ve eğitim seviyesi gibi hususlar gözönüne alınarak bu Kanunda belirtilen en yüksek Devlet Memuru aylığının (ek gösterge dahil) brüt tutarının,A - ÖZEL HİZMET TAZMİNATI:...c) Teknik Hizmetler Sınıfına dahil kadrolarda görev yapanlardan; Dört yıl ve daha fazla süreli yüksek öğrenim veren okul mezunları için % 168'ine, (18)Yüksek Mühendis, Yüksek Mimar, Mühendis, Mimar ve Şehir Plancısı kariyerlerini haiz olup (Bunlardan Müdür ve daha üst merkez ve taşra birim yöneticileri dahil) 1-4 üncü derecelerden aylık alan ve kurumlarınca belirlenen büyük yatırım projelerinde fiilen çalışanlara bu projelerde çalıştıkları sürece ayrıca % 30'una,Ancak, bu hükme göre ilave ödeme yapılacak toplam personel sayısı, ilgili kurumun belirtilen kariyerleri haiz toplam personel sayısının % 10'unu geçemez. (Hesaplamalarda küsurlar tama iblağ edilir.) Dört yıldan aşağı yükseköğrenim veren okul mezunları için % 100 üne, Lise dengi mesleki öğrenim veren okul mezunları için % 72 sine,Ancak, Teknik Hizmetler Sınıfına ait kadrolarda görevli olup da, bu görevleri ile ilgili olmayan bir üst öğrenimi bitirenler için önceki öğrenim durumlarına ait tazminat oranları esas alınır.Teknik Hizmetler Sınıfına dahil kadrolarda bulunan personelden kalkınmada öncelikli yörelere sürekli görevle atananlara, bu yörelerde fiilen çalıştıkları sürece ayrıca 35 puana kadar ilave yapılabilir.(Ek paragraf: 21/3/2006 – 5473/3 md.) Teknik Hizmetler Sınıfına dahil kadrolarda bulunan personelden açık çalışma mahallerinde fiilen çalışanlara, bulundukları kadrolar esas alınmak suretiyle, çalışılan her gün için belirlenecek oranlarda ve üçer aylık dönemler itibarıyla toplamı 60 puanı aşmayacak şekilde, dönem sonlarında ödenmek üzere ek özel hizmet tazminatı verilebilir.” Genel Tebliğ'in ilgili bölümü şöyledir: “C - II Sayılı Cetvele İlişkin Açıklamalar...6- II sayılı Cetvelin (E) Teknik Hizmetler Bölümünün 6 ncı sırasında, Teknik Hizmetler Sınıfına ait kadrolarda bulunan personelden; büro, atölye, ısı santralı, laboratuar, tesis (sosyal tesisler dahil), işletme, fabrika ve hizmet binaları dışında olmak şartıyla arazi, şantiye, inşaat, baraj, park, bahçe, maden, açık alanlarda kurulu tarım ve hayvancılık uygulama birimleri ve yol gibi açık çalışma mahallerinde fiilen çalışanlara (belirtilen mahallerde yapılan kontrollük hizmetleri dahil), çalışılan her gün için %3, %2 ve %1,2 oranlarında ek özel hizmet tazminatı ödeneceği; bu şekilde ödenecek ek özel hizmet tazminatı toplamının üçer aylık dönemler itibarıyla %60, %40 ve %24 oranlarını aşamayacağı, bu ilave tazminatın kimlere ödeneceğinin ise iş programları ve çalışma mahallerinin özellikleri dikkate alınarak, üçer aylık dönemler halinde, ilgili birim amirlerince belirleneceği ve ödemelerin görevin fiilen yerine getirilmesinden sonra üçer aylık dönem sonlarında yapılacağı hükme bağlanmıştır.Buna göre, kadroları Teknik Hizmetler Bölümünün l ila 4 üncü sırasında sayılanlara, söz konusu ek özel hizmet tazminatının ödenebilmesi için;a) Bu personelin büro, atölye, ısı santralı, laboratuar, tesis (sosyal tesisler dahil), işletme, fabrika ve hizmet binaları gibi “kapalı mahaller” dışında arazi, park, bahçe, şantiye, inşaat, maden, açık alanlarda kurulu tarım ve hayvancılık uygulama birimleri, yol, tünel, demiryolu, büyük içme suyu, köprü, kıyı yapıları, baraj v.b. açık çalışma mahallerinde görevlendirilmiş ve bu mahallerde fiilen çalışmış olmaları,b) Söz konusu görevlendirmelere ilişkin olarak ilgili birim amirlerince belirlenen görev ve isimleri ihtiva eden listelerin ibrazı,yeterli olacaktır."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bakınız (K. [GK], B. No: 2014/2293, 1/12/2016, §§ 25-35). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/156 | Başvuru, ek özel hizmet tazminatı ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun sendikacılık faaliyetlerinden dolayı reddedilmesi nedeniyle örgütlenme özgürlüğünün; bu işleme karşı açılan davanın reddedilmesi, yargılama sırasında davalı idarenin savunmalarının tebliğ edilmemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 6/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 2/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11129 | Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, siyasetçiye yönelik eleştirilerden dolayı adli para cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1989 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Kamuoyunda kürtaj konusunda yoğun tartışmalar yaşanan bir dönemde, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Melih Gökçek (müşteki) 27/5/2012 tarihinde sosyal medya sitesi Twitter'daki G.S. isimli bir kadın kullanıcıyla aralarında geçen tartışma sonucu "Sen çok mu kürtaj yaptırdın. Bu kadar bağırmanın nedeni bu mu?" şeklinde G.S.ye doğrudan mesaj atmıştır. G.S. kendi Twitter hesabından müştekinin anılan mesajını herkes tarafından görülecek şekilde paylaşmıştır. Bu paylaşım üzerine Twitter'da "EdepsizsinMelihGökçek" ve "TerbiyesizsinMelihGökçek" isimli konu başlıkları (hashtag) açılmıştır. Başvurucu, kendi Twitter hesabından "Twitterdaki #EdepsizsinMelihGökçek hastagine bile tahammül edemeyip sansürlettiğin için #EdepsizsinMelihGökçek" şeklinde paylaşım yapmıştır. Müşteki bu paylaşımla kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle şikâyette bulunmuştur. Şikâyet sonucunda düzenenlenen iddianameyle başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istenmiştir. Yargılamayı yapan Ankara Asliye Ceza Mahkemesi 4/5/2015 tarihinde; başvurucunun www.twitter.com isimli sosyal paylaşım sitesi hesabından "edepsizsin" sözcüğünün yer aldığı mesajı yazmak suretiyle müştekiye hakaret ettiği gerekçesiyle başvurucunun hakaret suçundan 500 TL para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 25/5/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı 15/6/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarışöyledir: “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır... (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.” Yargıtay Kararı Yargıtay Ceza Dairesinin konuyla ilgili 16/5/2017 tarihli ve E.2015/29159, K.2017/5842 sayılı kararı şöyledir:"...İnceleme konusu somut olayda; suça sürüklenen çocuğun, twitter isimli sosyal paylaşım sitesinde, EdepsizsinMelihGökçek adlı konu başlığı altında iki adet yorumda bulunduğu ve bu şekilde katılana hakaret ettiği iddiası ile dava açılıp, suçun maddi unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraatine karar verilmiştir...Sonuç olarak, suça sürüklenen çocuğun yorumlarının yazıldığı yer ve zaman unsurları da gözetildiğinde, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, eleştiri niteliğindedir. Aksi düşünce, suçla korunmak istenen değeri ölçüsüz bir şekilde genişletmek ve ifade özgürlüğünü ön plana çıkaran evrensel hukuk düşüncesiyle bağdaşmayan bir yorum anlamına gelebilecektir. Bu itibarla, hakaret suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığından tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir. Eylemeve yükletilen suça yönelik, katılan İbrahim Melih Gökçek vekilinin temyiz iddiaları yerinde görülmediğinden, tebliğnameye aykırı olarak, temyiz davasının esastan reddiyle hükmün onanmasına, 16/05/2017tarihinde oy birliğiyle karar verildi." B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Koray Çalışkan (B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23) kararına bakılabilir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11494 | Başvuru, siyasetçiye yönelik eleştirilerden dolayı adli para cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın yıkılması nedeniyle oluşan zararın tazmini istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı hüküm kurulması, dava açılmasını anlamsız hale getirecek şekilde aleyhe vekalet ücretine hükmedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2016/3130, 2016/2985, 2017/17156 numaralı bireysel başvuru dosyaları aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/8240 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2016/8240 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Adıyaman ili sınırları içinde mukim ve başvurucuların da dairelerinin bulunduğu binanın taşıyıcı kolonları herhangi bir müdahale olmadan patlamıştır. Adıyaman Belediye Başkanlığı (Belediye) tarafından teknik inceleme yaptırılarak binanın yıkılacak derecede tehlikeli yapı olduğu yönünde karar alınmıştır. Bu karar üzerine 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uyarınca bina belediye ekiplerince yıkılmıştır. Binanın yıkılmasını müteakip başvurucular Belediyeye 000 TL tutarındaki zararın giderilmesi için başvurmuştur. Talebin zımnen reddi üzerine Şanlıurfa İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde 000 TL maddi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. Mahkeme 18/9/2008 tarihli kararı ile davayı kısmen kabul etmiştir. Mahkeme aynı olay nedeniyle Adıyaman Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat ve tespit davalarında yaptırılan bilirkişi incelemelerini dikkate almıştır. Bu raporlarda bağımsız bölümün değeri 250,00 TL olarak saptanmıştır. Raporlarda binanın yapım aşamasındaki hatalardan kaynaklanan kusur; kalitesiz imalat, projelendirme hatası ve yapı denetim kusuru olarak toplamda 7/8 oranında değerlendirilerek bu sorumluluğun müteahhid, yapı denetimi yapan kurum ve proje sorumlusuna ait olduğu ifade edilmiştir. Belediyenin de yapı kullanma izni verdiği için 1/8 oranında kusurlu olduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte kararda idarenin daha sonra sorumluluğu bulunan diğer kişilere rücu edebileceği ve fenni mesulün, müteahhidin kusurunun bulunmasının idarenin vatandaşa karşı sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı ifade edilerek belediyenin zararın tamamından sorumlu olduğu vurgulanmıştır. Sonuç olarak raporda belirtilen tutara karşılık gelen maddi tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiz ile birlikte ödenmesine hükmedilmiştir. Bu hüküm Danıştay Altıncı Dairesi tarafından bozulmuştur. Bozma gerekçesinde, bilirkişi raporları uyarınca maddi zarara neden olan yıkımın gerçekleşmesinde idarenin kusurunun 1/8 oranında olduğu ve bu nedenle diğer kişilerin kusurundan doğan sorumluluğun idareye yüklenmesinin mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca kusuru bulunan diğer kişiler aleyhine başvurucuların murisi tarafından tazminat davası açıldığının altı çizilmiştir. Diğer taraftan taşınmazın maliyet değerinin saptanmasına yönelik unsurlar dışında hususlara yer verilmesi ve yıpranma payının dikkate alınmaması suretiyle taşınmazın piyasa değerinin hesaplandığı belirtilerek ulaşılan maddi değerin gerçek zararın tespitine esas alınamayacağı ifade edilmiştir. Mahkeme 5/11/2012 tarihli kararıyla Danıştay Altıncı Dairesinin bozma ilamına uymuştur. Mahkeme öncelikle taşınmazın değerine ilişkin bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Kullanılan malzeme, genişlik, nitelik ve yıpranma payı dikkate alınarak hazırlanan rapor uyarınca bağımsız bölümün maddi değerinin 092,00 TL olduğu ifade edilmiştir. Diğer taraftan kusur oranı ve kusurdan doğan sorumluluk bağlamında Danıştay Altıncı Dairesinin bozma kararındaki hukuki değerlendirmeyi benimseyen mahkeme belediyenin taşınmazın değerinin 1/8 oranında mali sorumluluğu bulunduğunu ifade ederek başvurucular lehine 386,50 TL maddi tazminat ödenmesine fazlaya ilişkin istemlerin reddine hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca reddedilen tazminat tutarını dikkate alarak başvurucular aleyhine 139,08 TL tutarında vekalet ücretine hükmetmiştir. Söz konusu hükümler temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmiştir. Nihai kararın tebellüğ edilmesinin ardından süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. UYAP aracılığıyla yapılan inceleme neticesinde başvurucu Fahriye Songül Bildik'in bireysel başvuruda bulunduktan sonra 23/8/2019 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm Türk hukukunda idarenin mali sorumluluğunun anayasal temelini oluşturmaktadır. Özel hukuktan farklı olarak -somut bazı konuları düzenleyen birkaç istisna dışında- idarenin idari nitelikteki işlem ve eylemlerinden doğan zararlara ilişkin mali sorumluluğunu düzenleyen genel bir kanun hükmü yoktur. İdarenin kamu hukuku alanından kaynaklanan mali sorumluluğunun çerçevesi ile hüküm ve esasları, Anayasa'nın anılan hükmünden yola çıkılmak suretiyle Danıştay içtihatlarıyla belirlenmiştir. Danıştay içtihatlarına göre idarenin mali sorumluluğu, kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk şeklinde ikiye ayrılmakta; kusursuz sorumluluk da dayandığı sebebe göre tehlikeli faaliyetler, mesleki risk, sosyal risk ve fedakârlığın denkleştirilmesi biçiminde tasnif edilmektedir. Kusur sorumluluğunda idarenin kusurlu bulunması (hizmet kusuru) sorumluluğun temel şartı iken kusursuz sorumluluk hâllerinde idarenin kusuru bulunmasa dahi mali sorumluluğu söz konusu olabilmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§28, 29, 30). 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname 'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/8240 | Başvuru, taşınmazın yıkılması nedeniyle oluşan zararın tazmini istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı hüküm kurulması, dava açılmasını anlamsız hale getirecek şekilde aleyhe vekalet ücretine hükmedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, polis memurları tarafından keyfi biçimde gözaltına alındığını, gözaltında kötü muameleye maruz kaldığını belirterek şikayetçi olmasına rağmen etkili soruşturma yapılmadığını, polis memurları hakkında açılan kamu davası sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu nedenlerle Anayasa'nın , , , ve maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 5/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 9/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 8/9/2014 tarihli görüşü başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili 1/10/2014 havale tarihli beyan dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler Başvurucu, olay tarihinde İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde doktor olarak görev yapmaktadır. 15/5/2008 tarihinde başvurucunun evindeki boya işlerini yapan A.Y. ile polis memurları arasında sokakta kimlik gösterme meselesi yüzünden bir tartışma meydana gelmiştir. Başvurucu da bu tartışmaya dâhil olunca polis memurları her iki şahsı yakalayıp ekip aracına bindirerek haklarında adli işlem başlatmıştır. Başvurucu hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2008/45308 sayılı soruşturma sonunda 28/5/2008 tarihinde görevi yaptırmamak için direnme suçundan asliye ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır. İzmir Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 2/6/2009 tarih ve E.2008/334, K. 2009/316 sayılı kararla başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil elde edilemediğinden beraatına karar verilmiştir. Kararın temyiz edilmesi sonucu Yargıtay Ceza Dairesinin 25/12/2012 tarih ve E.2011/23459, K.2012/31792 sayılı ilamı ile beraat kararı onanmıştır. Başvurucunun Kötü Muamele Şikâyetleri Üzerine Yapılan İşlemlera. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları Başvurucu 16/5/2008 tarihinde polis merkezinde avukatı olduğu halde şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde, 15/5/2008 tarihinde çalıştığı hastaneden evine gitmek üzere çıktığını, evinin boya işlerini yapan A.Y.’nin telefonda polislerin kendisine kimlik sorduğunu söylediğini, A.Y. ve polis memurlarının bulunduğu yere geldiğinde polislere “bir sorun mu var” diye sorduğunu, bunun üzerine polislerin “sen kimsin” diyerek kimlik sorduklarını, doktor olduğunu söyleyince doktor kimliğini istediklerini, doktor kimliğinin henüz çıkmadığını söyleyip doktor kaşesini gösterdiğini, bu sırada polislerden birinin A.Y.’yi tokatlayarak ekip otosuna bindirdiğini, buna tepki göstererek “ne yapıyorsunuz” deyince polislerden birinin kendisine de 6-7 kez tokatla vurduğunu ve kendisini de ekip otosuna bindirdiklerini, ekip otosunun içinde kendilerine sinkaflı küfürler edildiğini, araçla 100-150 metre ileride bulunan boş bir araziye götürülüp burada araçtan indirilerek kafasına ve karnına tekmelerle vurulduğunu, yaklaşık 10-15 dakika kötü muameleye maruz kaldığını, daha sonra tekrar ekip otosuna bindirildiğini, araçta da sinkaflı küfürler edildiğini, “…demek Diyarbakırlısın, adında Deniz. Sen üniversitede az dayak yedin herhalde, doktor oldun da bir şey mi oldun” denilerek polis memurlarınca aşağılandığını, ekip otosuyla karakola getirildikten sonra nezarethaneye konulduğunu, burada da elbiseleri çıkartıldıktan sonra birkaç kez darp edildiğini, daha sonra Bornova Trafik Hastanesi’ne götürüldüğünü, oradan da acilen Tepecik SSK Hastanesi Acil Servis Polikliniğine sevk edildiğini, dayak nedeniyle çok ağrılarının olduğunu ve psikolojik travma yaşadığını, kendisini darp edip hakaret ve tehdit eden polis memurlarından şikayetçi olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 21/5/2008 tarihinde polis başmüfettişine avukatı nezaretinde müşteki sıfatıyla verdiği ifadede de, 16/5/2008 tarihinde polis merkezinde verdiği ifadeye ilaveten ekip otosunda boş araziye götürüldükleri sırada çakır gözlü polis memurunun kendisine “Senin memurluğunu yakacağım, Baran’ı öldürene ne oldu ki? Bize bir şey olmaz, altı ay önce yasa değişti, mukavemet derim alırım, cebine uyuşturucu koyar alırım, bana karşı geldi derim alırım” diyerek tehdit ettiğini, ayrıca polis merkezi nezarethanesinde çırılçıplak soyulduğunu, ellerini başının üstüne koydurarak etrafında döndürüldüğünü, olaydan sonra 4-5 gün hastanede yattıktan sonra rapor verilerek taburcu olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 4/7/2008 tarihinde 2008/46325 sayılı soruşturma kapsamında İzmir Cumhuriyet Savcısına avukatı nezaretinde müşteki sıfatıyla verdiği ifadede de yukarıda bahsedilen beyanlarını tekrar etmiş, nezarethaneye alındıklarında kendisini soyduklarını, “kaşe göstermek nasılmış doktor” diyerek tokat attıklarını beyan etmiştir. Başvurucunun şikâyetçi olduğu polis memurları hakkında İzmir Sulh Ceza Mahkemesinde (E.2008/1675) yapılan yargılamada, başvurucu önceki beyanlarını tekrarlayarak davaya katılma talebinde bulunmuştur.b. Başvurucunun İddiaları Kapsamında Alınan Doktor Raporları Başvurucunun olay tarihi olan 15/5/2008’de Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan muayenesi sonucu hazırlanan genel adli muayene formuna göre, boyunda, kafada, kulak arkalarında, sırtında ve tüm vücudunda ağrı şikayetinin olduğunu belirttiği, yapılan muayenesinde, sağ ön parietal bölgede hiperemi, sol occipital bölgede hiperemi, sol kaş üzerinde 5 cm’lik hiperemi, sağ frontal bölgede hiperemi, sağ kaş üzerinde yaklaşık 1 cm’lik ekimotik alan, sağ göz altında ve sol kulak altında ekimotik alanlar, sağ trokoidal hassasiyet ve hiperemi, sol uyluk ve sol kruriste yumuşak doku travması ile uyumlu bulgular tespit edildiği, hastanın hayati tehlikesinin bulunmadığı ve basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek lezyonlara sahip olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden 20/5/2008 tarihinde taburcu olurken düzenlenen epikriz raporunda, 15/5/2008 tarihinde düzenlenen rapordaki bulgular aynen tekrar edilmiş ve ortopedik muayenesinde darp cebir izlerinin dışında patolojik bulguya rastlanmadığı bildirilmiştir.c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli ve İdari İşlemleri. Soruşturma Sonucu Açılan Kamu Davası Başvurucunun şikayetine konu olan polis memurları hakkındaki kötü muamele iddialarına ilişkin evrak, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 26/5/2008 tarihli ayırma kararı ile 2008/46325 soruşturma numarasına kaydedilerek soruşturmaya başlanmıştır. Yürütülen soruşturma sonunda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 10/10/2008 tarih ve E. 2008/41920 sayılı iddianamesi ile polis memurları , T.Ç., ve Ö.İ. hakkında “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi delaletiyle 86/2,3-d, 53/1-2 maddeleri gereğince cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede, “Şüpheli polis memurlarının ‘görevli memura direnme’ iddiası nedeniyle başvurucuyla birlikte A.Y adlı şahsı zorla ekip otosuna bindirdikleri, şahısları doğrudan karakola götürmeyerek boş bir araziye götürerek araçtan indirip tekme tokat dövdükleri, yere düşen başvurucu ve A.Y’ye yaralama kastı altında zor kullanma şartları oluşmadığı halde vurdukları, karakol nezarethanesine götürüldükten sonra burada da şahısların dövüldükleri, almış oldukları darbeler nedeniyle baş, boyun, sırt, ayak, üst dudak ve dirsek bölgelerinde raporlarda tarif edilen sıyrık, ekimoz ve yara berelerin oluştuğu, yine doktor raporları ve adli tıp raporuna göre yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, her üç şüphelinin anlatılan fiil ve eylemleri ile zor kullanma sınırlarını aşarak kasten yaralama suçunu işledikleri sabit görülerek” cezalandırılmaları talep edilmiştir. Başvurucunun sövme ve aşağılama suretiyle kendisine hakaret edildiği iddiasıyla ilgili olarak yapılan soruşturma sonunda, 10/10/2008 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “şüphelilerin hakaret suçunu işlediklerine dair, müştekilerin soyut iddiası dışında haklarında kamu davası açmaya yeter ve inandırıcı tanık ya da başkaca somut deliller elde edilemediğinden” ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara itiraz ettiğine dair dosya içinde herhangi bir belgeye rastlanmamıştır.ii. Polis Memurları Hakkında Açılan Disiplin Soruşturması 16/5/2008 tarihinde İzmir Emniyet Müdürlüğü tarafından polis memurları hakkında idari tahkikat başlatılmıştır. Bu kapsamda İzmir Valiliği tarafından Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan yazı ile tahkikat yapılması için Polis Başmüfettişi görevlendirilmesi istenmiştir. Polis Başmüfettişi tarafından yapılan soruşturma sonucunda hazırlanan 9/6/2008 tarih ve 08/51 sayılı disiplin soruşturma raporunda, polis memuru Ö.İ.’nin başvurucuyu darp edip, hakaret ettiğine dair delil elde edilemediğinden hakkında “ceza tayinine mahal olmadığına” karar verilmesi, polis memurları ve T.Ç.’nin, başvurucuyu gerek yakalama sırasında zor kullanma sınırını aşarak ve gerekse yakalama ile Bornova Polis Merkezine teslim süresi içindeki aşamada basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek şekilde döverek yaralanmasına neden oldukları anlaşıldığından, Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü’nün 7/A-1 maddesi gereğince haklarında “12 ay kademe ilerlemesinin durdurulması” yönünde disiplin cezası verilmesi istenmiştir. Ancak dosya içerisinde İl Polis Disiplin Kurulunca polis memurları hakkında verilmiş bir karara rastlanmamıştır.iii. Sanık ve Müşteki Anlatımları Sanıklardan Ö.İ. kovuşturma aşamasında yaptığı savunmasında, “ Olay tarihinde kimlik gösterme meselesi nedeniyle A.Y. adlı şahıs hakkında işlem yapmak üzere şahsı ekip aracına bindirmeye çalıştıklarını, bu sırada başvurucunun da kendilerine bağırıp çağırmaya başladığını, bunun üzerine başvurucuyu da ekip aracına bindirdiklerini, başvurucunun araç içerisinde taşkınlık yapması üzerine ellerine kelepçe taktıklarını, araca bindirdikleri şahısları kesinlikle boş araziye götürüp dövmediklerini, karakola geldikten sonra kendisinin araç içerisinde kaldığını, karakola girmediğini, müştekiler hakkında verilen doktor raporlarını kabul etmediğini, başvurucu Tepecik Hastanesinde çalıştığı için arkadaşları tarafından taraflı rapor tanzim edildiğini ” beyan etmiştir. Sanıklardan T.Ç. kovuşturma aşamasında yaptığı savunmasında, “Olayın diğer sanık Ö.İ.’nin anlattığı gibi gerçekleştiğini, kendisinin ekip aracını kullanırken başvurucunun arkadan saldırdığını, başvurucunun iki elini kaldırdığını, daha sonra başvurucuya kelepçe taktıklarını, bu sırada başvurucunun yaralanmış olabileceğini, bir arkadaşlarının ekip aracında kaldığını, adlı arkadaşı ile birlikte şahısları gözlem odasına götürdüklerini, doktor raporlarını ve suçlamaları kabul etmediğini” söylemiştir. Sanık mahkemede yaptığı savunmasında, “A.Y. adlı şahıs hakkında işlem yaparken başvurucunun yanlarına gelerek agresif hareketlerde bulunduğunu, kimlik sorunca kimlik göstermek istemediğini, bir kaşe gösterdiğini, şahısları boş arsaya götürüp darp etmediklerini, karakolda üst araması yapılırken başvurucunun göstermek istemediği kimliğinin üzerinden çıktığını, başvurucu raporlarını kendi çalıştığı hastaneden aldığı için raporları kabul etmediğini” beyan etmiştir. Diğer müşteki A.Y. mahkemede verdiği ifadesinde, “Başvurucunun evinin tamirat ve dekorasyon işlerini yaptığını, olay günü dışarıda malzemelerin gelmesini beklediği sırada polis memurlarının kendisine kimlik sorduklarını, kimliğini polislere verdiğini, kimlik sorgulaması devam ederken başvurucunun yanlarına gelerek “ bu şahıs benim evimin işlerini yapıyor, bir sorun mu var” diye sorduğunu, bunun üzerine polislerin ‘sen kimsin, kim oluyorsun’ diyerek başvurucuya da kimlik sorduklarını, başvurucu kimlik yerine doktor kaşesini gösterince kimliğini çıkarmasını istediklerini, başvurucuya “Adı Deniz’miş, ayrıca Diyarbakırlı” dediklerini, bu sırada kendisine vurduklarını, başvurucu tepki gösterince ona da vurduklarını, daha sonra kendilerini ekip otosuna bindirerek boş bir arsaya götürdüklerini, önce başvurucuyu indirip dövdüklerini, sonra da kendisini indirip dövdüklerini, karakola götürüp çırılçıplak soyduktan sonra tekrar dövdüklerini, sinkaflı şekilde sövdüklerini, fotoğraflarını çekip bunu arkadaşlarımıza göstereceğiz dediklerini” belirtmiştir.iv. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Karar İzmir Sulh Ceza Mahkemesince polis memurları hakkında yapılan yargılama sonucunda verilen 4/7/2013 tarih ve E.2008/1675, K. 2013/712 sayılı kararda, “Sanık polis memurlarının olay tarihinde her iki müştekiden kaynaklanan haksız bir kışkırtma, hakaret ve görevliye etkin direnme gibi eylemler söz konusu olmaksızın, kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle gerek yakalama esnasında ve gerekse Bornova Polis Merkezine teslim aşamasında kanunun tanıdığı zor kullanma yetkisini keyfi biçimde aşarak her iki müştekiyi doktor raporunda belirtildiği şekilde darp edip yaraladıkları, müştekiler beyanı, doktor raporları, idari tahkikat sonucu tanzim olunan müfettiş raporu ve tüm dosya kapsamı ile anlaşıldığından, eylemin zor kullanma yetki sınırları içerisinde gerçekleştiğine dair dosya kapsamı ile bağdaşmayan savunmaya itibar edilmeyerek sabit görülen eylemlerinden dolayı hüküm fıkrasında belirtildiği şekilde cezalandırılmalarına karar vermek gerekmiştir, denilerek polis memurlarının 5237 sayılı Kanun’un 256/1, 86/3-d maddeleri gereğince 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, sanıklara verilen cezanın nevi ve miktarı, sabıkasız olmaları, sanıkların kişilik özellikleri, ileride tekrar suç işlemekten çekinmesine sebep olacağı, olay nedeniyle müştekinin dosyaya yansıyan ve talep edilen maddi bir zararının bulunmaması ve sanıkların hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep etmeleri nazara alınarak” gerekçesiyle sanıklar hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı etkili bir başvuru yolu olmadığı düşüncesiyle itirazda bulunmamış, 5/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” Aynı Kanun’un “Kasten Yaralama” kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkra ve bendi şöyledir:“(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.(3) Kasten yaralama suçunun; …d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (5), (6), (8), (10), (11) ve (12) numaralı fıkraları. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6359 | Başvurucu, polis memurları tarafından keyfi biçimde gözaltına alındığını, gözaltında kötü muameleye maruz kaldığını belirterek şikayetçi olmasına rağmen etkili soruşturma yapılmadığını, polis memurları hakkında açılan kamu davası sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu nedenlerle Anayasa'nın 10. , 17. , 19. , 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; tutuklama koruma tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun devamına ilişkin kararlara yapılan itirazların geç değerlendirilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/6/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen bir soruşturma kapsamında PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Tunceli Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmiştir. Hâkimlik 17/11/2016 tarihli kararıyla başvurucunun isnat edilen suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Başsavcılık başvurucunun tutuklama kararına konu olan suçtan cezalandırılması istemiyle 27/4/2017 tarihinde iddianame düzenlemiştir. Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianamenin kabulüne karar vermiş ve kovuşturma evresi başlamıştır. Başvurucu 31/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunarak diğer iddialarının yanı sıra tutuklamanın hukuki olmadığını ve makul süreyi aştığını ileri sürmüştür. Mahkeme 18/3/2019 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucu, bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Anayasa Mahkemesi 2017/24981 numaralı başvurunun Ahmet Kubilay Tezcan (B. No: 2014/3473, 25/1/2018) ve Ç.Ö. ([GK], B. No: 2014/5927, 19/7/2018) kararlarına atfen kabul edilemez olduğuna 18/11/2019 tarihinde karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan yürütülen soruşturma dosyası incelendikten sonra tüm delillerin değerlendirilerek hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle bozma kararı vermiştir. Bozma sonrası yargılama sürecinde çeşitli tarihlerde yapılan tutukluluk incelemeleri sonucunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verildiği görülmüştür. Mahkeme son olarak 9/6/2021 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı, Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 18/6/2021 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, anılan kararın 23/6/2021 tarihinde tebliğ edildiğini belirterek 28/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 20/12/2021 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına, ayrıca hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkûmiyet hükmü istinaf ve temyiz kanun yolu incelemelerinden geçerek5/10/2022 tarihinde kesinleşmiştir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.” 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,d) Adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 28/9/2015 tarihli ve E.2014/22510, K.2015/13907 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında da dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulu da aranmayacaktır. Bu çerçevede ... sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin ve makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanak dosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve ... somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolup dolmadığı da nazara alınarak tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesinden sonra sanığın tazminat talebinin değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi ... [kanuna aykırıdır.]" Aynı Dairenin 29/2/2016 tarihli ve E.2015/2851, K.2016/3143 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"Aynı şekilde tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulunun aranmayacağı da dikkate alınarak bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle ... tarihinde tutuklanan ve dosyaya fotokopisi sunulan ve dosya içerisine alınan bir kısım kararlara göre tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/l-a-d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin, makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasının celp edilip soruşturma ve kovuşturma kapsamı ayrıntılı olarak incelenip bu hususa ilişkin ayrıntılı dosya inceleme tutanağı da düzenlenerek, özellikle davacı (sanık) hakkında düzenlenmiş olan yakalama, gözaltı ve ifade tutanakları, tutuklama kararı, tüm tutuklama inceleme tutanakları, tutuklama ve tahliye müzekkereleri ile iddianameler başta olmak üzere ilgili bütün karar, tutanak ve belgelerin eksiksiz ve Yargıtay denetimine olanak verecek şekilde aslı ya da onaylı örnekleri de dosya içine alınarak yargılamaya konu olayın, savcılık ve mahkemece yapılan işlemlerin kapsamı ve niteliği ile soruşturma aşamasından itibaren yargılama süreci boyunca geçirilen tüm safhalar belirlenip göz önünde bulundurularak, davacının taleplerinin incelenmesi ve ... somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolup dolmadığı da nazara alınarak tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi ... [kanuna aykırıdır.]" Aynı Dairenin 15/3/2021 tarihli ve E.2020/1451, K.2021/2558 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklamanın ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi davacının beraat etmesi koşulunun da aranmayacağı..."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 33- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/28395 | Başvuru, tutuklama koruma tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun devamına ilişkin kararlara yapılan itirazların geç değerlendirilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; sahte evrakla değişik telefon operatörlerine başvurularak adına telefon hattının açıldığını, davalı Operatör Şirketinin borca istinaden icra takibi başlattığını belirterek borçlu olmadığı hâlde ödemek zorunda kaldığı 150,79 TL'nin iadesi için Bakırköy Tüketici Mahkemesinde istirdat davası açmıştır. Bakırköy Tüketici Mahkemesi 27/10/2015 tarihli kararı ile taraflar arasındaki işlemin tüketici işlemi olmadığı, genel görevli mahkemede dava açılması gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Dosya Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) tevzi edilmiştir. Mahkeme 13/7/2016 tarihinde dosya üzerinden yaptığı incelemede Düzce İcra Dairesinin 2011/4893 ve 2011/4894 sayılı takip dosyasında icra takibinin Düzce'de başlatıldığını, davalı Şirketin idari merkezinin Ankara'da bulunduğunu ve Düzce Asliye Hukuk Mahkemesinin yetkili olduğunu belirtmiş; temyiz kanun yolu açık olarak yetkisizliğine hükmetmiştir. Yetkisizlik kararı 28/7/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu aynı tarihte UYAP üzerinden dosyanın görevli ve yetkili Düzce Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesini talep etmiştir. Mahkeme 26/9/2016 tarihli ek kararında 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinde görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde kararın tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık süre zarfında taraflardan birinin dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmemesi durumunda davanın açılmamışsayılmasına karar verileceğini ifade etmiştir. Yine Mahkeme; yasal süre içinde başvuru dilekçesi sunulmadığını, tebliğ tarihine göre iki haftalık sürenin araya adli tatil girmesi sebebiyle 9/9/2016 tarihi mesai bitiminde sona erdiğini ve dosyanın mahkemeye gönderilmesinin talep edilmediğini belirterek davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu ek kararı temyiz etmiş ancak Yargıtay Hukuk Dairesi 13/12/2016 tarihli kararıyla hükmün karar tarihi itibarıyla miktar yönünden kesin nitelikte olduğu gerekçesi ile temyiz istemini kesin olarak reddetmiştir. Ret kararı 6/3/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 21/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/18796 | Başvuru, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, fazla çalışma alacağına ilişkin açılan davanın aynı iddialarla açılan davalarda verilen kararların aksi sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucunun Açtığı Dava Başvurucu, A. Orman İşletme Müdürlüğü (Kurum) bünyesinde 2009 yılından itibaren belirsiz süreli hizmet sözleşmesi ile sendikalı ve toplu iş sözleşmesine (TİS) tabi olarak mevsimlik işçi statüsünde çalışmıştır. Kurum bünyesinde çalışan işçilerin çalışma şekli Kurum tarafından aylık nöbet listeleri ile belirlenmiş, başvurucunun iddiasına göre işe başladığı tarihten itibaren fazla mesai ücret alacağı kendisine ödenmemiştir. Başvurucu ile birlikte aynı işyerinde çalışan dört işçi fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini iddia ederek ayrı ayrı Sakarya İş Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır. Davalı Kurum savunma dilekçesinde diğer iddialarının yanında, davacıların üyesi olduğu Sendika ile Toplu İş Sözleşmesi (TİS) hükümlerinin uygulandığını, fazla mesai ücretinin bağlayıcı olan söz konusu TİS hükümlerine göre hesaplanarak davacılara ödendiğini, TİS dışı uygulama yapılmadığını savunmuştur. Mahkeme bilirkişi raporu almış ve 17/11/2016 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir. Mahkeme, 500 TL'nin dava tarihinden, 159 TL'nin ıslah tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme karar gerekçesinde, Yargıtay içtihatlarında 24 saat nöbet tutularak çalışılan işyerleri ile ilgili olarak uyku vb. ihtiyaçlar için geçen zaman çıkarıldıktan sonra bu tür çalışmaların günde 14 saat olabileceğinin kabul edildiğini, mevzuata göre haftalık 45 saati aşan çalışmanın fazla çalışma olduğunu böylece başvurucunun fazla çalışmasının nöbet tuttuğu günlerde 6,5 saat olabileceğini belirtmiştir. Olayda, TİS'e göre 3 saat fazla çalışmaya ilişkin ücretin ödendiği halde kalan 3,5 saate ilişkin fazla çalışma ücretinin ödenmediği ifade edilmiştir. Davalı Kurumun istinaf talebi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 8/5/2017 tarihli kararında, ilk derece mahkemesi kararını kaldırmış ve davanın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Daire öncelikle uyuşmazlık konusu döneme ait puantajlarda yer alan çalışma ve bordrolardaki ödeme kayıtları dikkate alınarak fark alacağının bulunup bulunmadığının tespit edileceğini, fazla çalışmaya ilişkin tanık beyanlarına itibar edilemeyeceğini belirtmiştir. Ardından, her ne kadar ilk derece mahkemesinin davayı kabul kararına esas bilirkişi raporunda, 24 saat nöbet tutularak çalışılan işyerleri ile ilgili olarak fiilen çalışılan saatin 14 saat olabileceği kabul edilerek hesap yapılmışsa da yürürlükte bulunan TİS'in maddesinin (f) fıkrasına göre sadece yangın gözetleme kulelerinde ve ilk müdahale ekiplerinde çalışanlar için bekletilen her gün için 3 saat fazla mesai ödeneceği, TİS'in tarafları olan davalı Kurum ile davacının da bu hükme uymak zorunda olduğu, bu durumun Yargıtay kararlarında da kabul edildiği belirtilmiştir. Buna göre 3 saatin dışında fazla çalışmadan ve buna ilişkin alacaktan bahsedilemeyeceği, nöbet tutulan günlere ait nöbet çizelgeleri, puantaj kayıtları ile ödemelere dair bordrolar itibarıyla tutulan nöbet günlerine göre günlük 3 saatlik fazla çalışma saati ve saatlik yevmiyenin %75 fazlası olarak yapılan ödemeler ile yıpranma primleri tek tek incelenip bakıldığında istinaf incelemesine esas dönemlerde tutulan nöbetler için 3 saatlik fazla çalışma ücretlerinin karşılığının ödendiği ve herhangi bir fark alacağın çıkmadığı sonucuna varmıştır. Nihai karar 26/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Konusu Dava ile Benzer Diğer Davaların Süreci Başvurucu ile aynı durumda olan S.Ş., A., A.B. ve E.nin davası yönünden Mahkeme, 17/11/2016 tarihli kararlarında başvuru konusu davada verilen karar gerekçesini tekrarlayarak davaların kısmen kabulüne kısmen reddine karar vermiştir. Davalı Kurumun davanın esasına yönelik istinaf talepleri İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi , ve Hukuk Dairelerinin 22/2/2017, 29/3/2017 ve 23/2/2017 tarihli kararları ile reddedilmiştir. Esastan ret kararı veren İstinaf Dairelerinin gerekçelerinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E.2006/9-107, K.2006/144 sayılı kararına atıf yapılmıştır. Söz konusu karara göre 24 saat çalışılan işyerlerinde uyku ve zorunlu yemek ile diğer ihtiyaçları için geçen zaman çıkarıldıktan sonra çalışanların günde en fazla 14 saat çalışabilecekleri, buna göre 6,5 saat fazla mesai hesaplanacağı, günlük 3 saat üzerinden yapılmış olan fazla mesai ödemelerinin tenzil edilerek hesaplama yapılması gerektiği vurgulanmış, dolayısıyla ilk derece mahkemesini değerlendirmesinin yerinde olduğu ifade edilmiştir. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun ''Fazla çalışma ücreti" başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir. Fazla çalışma, Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalardır. 63 üncü madde hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hallerde, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile, bazı haftalarda toplam kırkbeş saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.'' 4857 sayılı Kanun'un "çalışma süresi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''Genel bakımdan çalışma süresi haftada en çok kırkbeş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır......'' Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/10/2020 tarihli ve E.2020/5880, K.2020/11091 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır. Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir.İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda ise işçinin ihtirazi kayıt ileri sürmesi beklenemeyeceğinden, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının her türlü delil ile ispatı mümkündür.Dairemizin görüşüne göre; orman yangın işçileri ile gözetleme kulelerinde görev yapan işçilerin görevleri itibariyle yangın döneminde bütün günü mesaiye hasretmesi mümkün olmayıp yapılan işin niteliği gereği ara dinlenmeleri normal mesai sistemine göre daha fazladır. Nitekim, orman yangın işçileri ile gözetleme kulelerinde görev yapan işçilere toplu iş sözleşmesi gereği fazla çalışma yapılsın veya yapılmasın günde üç saatlik fazla çalışma ücreti ödenmektedir. İşçinin günde üç saatten daha fazla çalıştığının yazılı delille (görev emirleri, çizelgeler, puantaj kaydı vs) ispatı halinde fazlasının ödenmesi gerekir. Aksi halde salt tanık beyanlarına göre fazla çalışma yapıldığının ispatı kabul edilemez. ...Şu halde, davacıya çalışma şekline göre Toplu İş Sözleşmelerinde belirlenen fazla çalışma ödemesinin yapıldığı, davacının ödemesi yapılan süreden daha fazla çalıştığını yazılı bir delil ile ispatlayamadığı, daha fazla çalışmanın salt tanık beyanlarına göre ispatının mümkün olmadığı anlaşıldığından davacının fazla çalışma talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile kabul edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/2/2016 tarihli ve E.2016/5218, K.2016/3969 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır. Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır. Somut olayda, davalı tarafından dosyaya puantaj kayıtları sunulmuştur. Kayıtların incelenmesinde, yangınla mücadele için görevlendirme olduğu zamanların ayrı ayrı belirtildiği görülmektedir. Bu durumda kamu kurumu tarafından sunulan puantaj kayıtlarına itibar edilerek, davacının 'MY' kodu ile yangınla mücadelede görevlendirildiği günlerin puantajlardan tespiti ile bu günler yönünden her gün 3 saat üzerinden fazla mesai alacağının hesaplanması ve ödenen rakamların mahsubu ile alacağın belirlenmesi gerekirken tüm sezon yönünden hesaplanması hatalı olup karar bozulmalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/3144, K.2018/6210 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Fazla mesai yapıldığının ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. İmzalı ücret bordrolarında bu çalışmaların karşılığı olan ücretlerin ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığı ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma ve genel tatil alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazı kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazı kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille kanıtlaması gerekir. ...Davacının görevi itibariyle yangın döneminde de bütün günü mesaiye hasretmesi mümkün olmayıp yapılan işin niteliği gereği ara dinlenmeleri normal mesai sistemine göre daha fazladır. Çalışmanın şekli dikkate alındığında aile hayatı ile çalışma hayatı iç içe geçmiştir. Bu nedenle, davacı yangın nöbeti tuttuğu tüm süre için ancak toplu iş sözleşmesinde belirlenen şekilde günlük 3 saat fazla çalışma (%75 saat ücreti fazla) alacağına hak kazanacaktır. Tüm bu belirlemelere rağmen, hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının 01 Haziran -31 Ekim arası yangın sezonunda haftada 5 gün 24 saat, 1 gün de 5 saat çalıştırıldığı, yasal günlük çalışma süresi 7,5 saat olarak kabul edilmiş ise de, haftada 5,5 gün çalışan davacının son gündeki çalışması 5 saat olduğundan diğer günlerdeki çalışmasının 8 saat olarak kabul edilmesi gerektiği, 24 saat çalışmalarda Yargıtayın artık yerleşik içtihatlarına göre bu sürenin 14 saat kabul edildiği, 14 saat çalışan işçinin 8 saati aşan çalışmasının 6 saat olduğu ve günlük 3 saatin karşılığının zamlı olarak ödendiğinin kabulü durumunda karşılığı ödenmeyen günlük 3 saatlik fazla çalışma alacağının bulunduğu kabul edilmiştir. Mahkemece varılan sonuç açıklanan nedenler ile hatalı olduğundan doğru sonuca varılması için; davacının yangın sezonu olan 01 Haziran-31 Ekim tarihleri arasında izinli olduğu ve hafta tatili izni kullandığı günler gibi fiilen çalışmadığı günler puantaj kayıtları esas alınarak belirlenmeli, buna göre bu günler dışında davacının fiilen çalışmış olduğu günlük 14 saat çalışma nedeniyle 11 saati aşan 3 saat fazla çalışmaya hak kazandığı, toplu iş sözleşmesi hükümleri uyarınca davacıya yangın sezonunda beklediği her gün için 3 saat fazla mesai ödemesi yapılıp yapılmadığı tespit edilmeli ödenmiş ise dava reddedilmeli, ödenmemiş ise ödenmeyen kısım davalı yararına oluşan usuli kazanılmış haklar da gözetilerek yapılacak hesaplama sonucuna göre hüküm altına alınmalıdır. Belirtilen hususlar gözetilmeden karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 5/4/2006 tarihli ve E.2006/9-107, K.2006/144 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...1475 sayılı Yasanın yürürlükte olduğu dönemde; Yargıtay'ın istikrar kazanan uygulamasına göre haftalık 45 saati aşan çalışmaların fazla mesai olarak kabulü gerekir. Davacının günde 14 saat çalıştığı kabul edildiğinde, haftada 3 gün çalıştığında, haftalık çalışma süresi 42 saat olacaktır. Bu haftalarda fazla mesai yapıldığı kabul edilemez. Dört gün çalışılan haftalarda ise, haftalık çalışma 56 saat olup, davacının bu haftalarda, haftada 11 saat fazla mesai yaptığının kabulü gerekir. Mahkemenin hükmüne esas alınan bilirkişi raporunda 1475 sayılı yasa döneminde günlük 7,5 saati aşan çalışmaların fazla mesai olarak kabulü hatalıdır.4857 sayılı Yasa döneminde ise; Günlük 11 saati aşan çalışmaları ile haftalık 45 saatten fazla çalışmalar fazla çalışma olarak kabul edildiğinden, haftada 3 gün çalışılan haftalarda 11 saati aşan günlük 3 saat, haftalık 9 saat çalışmanın; haftada 4 gün çalışıldığında günlük 3, haftalık 12 saat çalışmanın fazla çalışma saati olarak kabulü gerekir.Bu durumda fazla mesai sayılan çalışmalar dışındaki çalışma süresi; haftada 3 gün çalışıldığında günlük 11 saatten haftada 33 saati bulacağı; haftada 4 gün çalışıldığında ise günlük 11 saatten haftalık 44 saate ulaşacağından ve haftalık 45 saati aşmadığından denkleştirmeden söz edilemez.Bu çalışma şekline göre; davacının fazla mesai çalışma alacağının saptanması için bilirkişiden Yargıtay denetimine elverişli ek rapor alınmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde fazla çalışma alacak isteği ile ilgili hüküm kurulması hatalı olup kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.2- Davacının, Kapsam Dışı Personel Yönetmeliğinin maddesinde belirtilen vardiyalı çalışmalara ilişkin koşullara uygun bir çalışması bulunmadığından vardiya primi isteğinin kabulü de doğru görülmemiştir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Sözleşme'nin maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatı ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/İngiltere, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B.v/Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33). AİHM; Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin AİHM'de olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihlal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de AİHM'de olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak gözönünde bulundurulacak, bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66). AİHM'e göre tarafların ileri sürdükleri delillerin kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte mahkemelerin kararlarında yeterli bir gerekçe göstermeleri gerekir (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 01/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, § 85). AİHM, Tibet Menteş ve Diğerleri / Türkiye (B.No: 57818/10, 24/10/2017), kararında Yargıtayın 24 saat esasına göre çalışılan işyerlerinde en fazla 14 saat çalışılabileceği ve fazla çalışma ücretinin buna göre hesaplanması gerektiğine ilişkin içtihadını değerlendirmiştir. AİHM, öncelikle ulusal mahkemelerin yerine geçme gibi bir görevi olmadığını tekrarlayarak ulusal mevzuatın yorumlanmasından kaynaklanan sorunların giderilmesinin öncelikle ulusal makamların ve özellikle mahkemelerin görevi olduğuna dikkat çekmiştir (bkz. Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No. 13279/05, § 49, 20/10/2011). AİHM, Sözleşme’nin maddesi kapsamında kendi olgu ve yasa tespitlerini ulusal mahkemenin tespitlerinin yerine geçmesini sağlayacak bir yargı yetkisine sahip olmadığını, ulusal mahkemelerin, önlerinde bulunan delilleri değerlendirme ve ilgili iç hukuku uygulama konusunda en yetkili olan merciler olduğunu ifade etmiştir (Kansal/Birleşik Krallık (k.k.) B.No: 21413/02, 28/1/2003; (Tibet Menteş ve Diğerleri / Türkiye, §§ 50, 51). AİHM, önündeki başvuruda başvuranların şikâyetlerinin genel olarak Yargıtayın davada uyguladığı fiili karine ile alakalı olduğunu, Yargıtayın içtihadında bulunan ve fazla mesai olarak değerlendirilen sürelere ilişkin olan fiili karinenin herhangi bir hukuki temeli olmadığını ve bu fiili karinenin ilgili bir gerekçe sunulmadan davalarına uygulandığını ileri sürdüklerini tespit ettikten sonra öncelikle, başvuranların çekişmeli yargılama şartına uyan iki yargılama derecesinde de argümanlarını sunabildiklerini not etmiştir. Davanın koşullarını, tarafların argümanlarını ve ilk derece mahkemesinin tespitlerini inceleyen Yargıtay, daha önce sadece radyo röle istasyonunda çalışan işçilere ilişkin olarak ortaya konan ve 24 saatlik vardiya olan iş yerlerinde yapılan fazla mesai saatlerini ilgilendiren yerleşik içtihadındaki yaklaşımın başvuranların durumuna da uygulanması gerektiğine karar vermiş, bu doğrultuda, bir çalışanın dinlenme için herhangi bir süre ayırmadan 24 saat boyunca aralıksız çalışmasının imkânsız olduğunu değerlendirmiştir. AİHM, Yargıtayın ilk derece mahkemesinin kararını bozan kararının gerekçe içermediği veya başvuranların argümanlarını değerlendirmediği iddiasının ikna edici bir şekilde öne sürülemediğini ve Yargıtayın, ulusal hukuku başvuranların aleyhinde yorumlarken sunduğu gerekçenin, kendi başına keyfi olduğunun veya makul olmadığının söylenemeyeceğini ifade etmiştir (Tibet Menteş ve Diğerleri / Türkiye, § 52). AİHM, başvuranların argümanlarının esasının, Yargıtay içtihadının da dâhil olduğu yasaları, bu bağlamda gerçekten çalışıp çalışmadıklarından bağımsız olarak iş yerinde bedeni olarak bulunan çalışanlara fazla mesai için ödeme yapılması gerektiği şeklinde yorumlaması gerektiğine ve Yargıtayın ulusal hukuku yorumlamasının yargılamaların sonucunu doğrudan etkilediğinin farkında olduğuna dikkat çekmiştir. Ancak, Mahkeme, söz konusu yorumlamanın ulusal yargılamaların yürütülmesinde gerçekleşen usule ilişkin bir hata teşkil ettiği ve bu nedenle yargılamaların adil olmadığı konusunda başvuranlar ile aynı fikri paylaşmadığını, Sözleşme’nin maddesi kapsamında ulusal mahkemelerin hangi süreleri fazla mesai olarak değerlendirilmesine ilişkin olarak yaptığı yorumlamayı sorgulamanın Mahkemenin görevi olmadığını, aksi takdirde böyle bir sorgulamayı yapmanın AİHM'in ulusal hukukun içeriğine ve uygun bir şekilde yorumlanmasına ilişkin görüşlerinin, ulusal mahkemelerin görüşlerinin yerini alması anlamına geleceğine dikkat çekmiştir (bkz. bu karara uygulanabildiği ölçüde, Z ve Diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 29392/95, § 101, AİHM 2001‑V). Bu bağlamda, Mahkeme, Sözleşme’nin maddenin kendi başına ulusal yasalarda bulunan medeni hakların ya da yükümlülüklerin içeriğini güvence altına almadığını yinelemiştir. Mahkemeye göre Yargıtayın yerleşik içtihadı, fazla mesai hakkına önemli ölçüde konulan sınırlamaları belirlemiştir. Söz konusu içtihat, 24 saat vardiya ve daha sonrasında 24 saat ya da 48 saat dinlenme süresi usulüne göre çalışan iş yerlerinin adetlerini göz önünde bulundurmuştur. Yargıtay, iş yerinde geçirilen 24 saatin sadece 14 saatinin çalışma süresi olarak değerlendirilebileceğine çünkü dinlenmek için bazı sürelerin ayrılması gerektiğine iç hukuk ile uyumlu olacak şekilde karar vermiştir. Son olarak, içtihadından kaynaklanan ilkeler benzer durumdaki çalışanlara tutarlı olarak uygulanmıştır. Mahkeme, bu kapsamda, Yargıtayın ulusal hukuku yorumlamasının olgusal ya da hukuki bir hata teşkil ettiği ve “adaleti tanımadığı” sonucuna varmak için yeterli gerekçelerin mevcut olmadığı kanaatine ulaşarak adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir (Tibet Menteş ve Diğerleri / Türkiye, §§ 53,54). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29600 | Başvuru, fazla çalışma alacağına ilişkin açılan davanın aynı iddialarla açılan davalarda verilen kararların aksi sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 18/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 17/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11328 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından eşi öldürüldüğü, oğlu yaralandığı hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 21/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 2/10/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; eşi Ş.T. Batman iliSason ilçesi Tekevler köyünde köy korucusu olarak görev yapmakta iken terör örgütü mensupları tarafından köy korucularının evlerine yapılan saldırılardan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle 1993 yılında ailesi ile köyünü terk etmek zorunda kaldığını ve İstanbul iline göç ettiklerini iddia etmiştir. İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 14/5/2003 tarihli ve E.1999/44, K.2003/145 sayılı kararı ile terör örgütü üyeleri tarafından 28/8/1998 tarihinde başvurucunun eşi Ş.T.nin öldürülmesi ve oğlu T.nin yaralanması da gerekçe gösterilerek bazı sanıklar hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu 3/1/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 14/10/2010 tarihli ve 2010/1-444 sayılı kararında terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca başvurucunun mal varlığına rastlanmadığından, adına kayıtlı herhangi bir taşınır veya taşınmaz mal bulunmadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Batman İdare Mahkemesinin 23/11/2011 tarihli ve E.2011/633, K.2011/1179 sayılı kararı iledavanın reddine hükmedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:“5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından "tamamen" boşaltılmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür. Sosyal güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın idarece ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır.Yerleşim yerinin "kısmen" boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde, yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi mümkündür. Bu nedenle, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece köy korucuları ile bunların aileleri kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde ise, yerleşim yerini kısmen terk eden köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu nedenden dolayı malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır.Bu itibarla, bir yerleşim yerinde asgari güvenlik düzeyinin gerçekleştirilmiş olmasına ve bu yerde köy korucuları ile bunların aileleri dışındaki diğer köy halkının yaşamasına karşın, yerleşim yerinde yaşayan kişilerin bir kısmının, yerleşim yerini terk etmeleri sonucunda uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın, güvenlik kaygısından kaynaklandığından bahisle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak bulunmamaktadır.Olayda, dava dosyasının Batman İli, Soson İlçesi, Tekevler Köyü'ne ait bilgi ve belgelerin birlikte incelenmesinden, Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 18647 sayılıyazısında, Tekevler Köyü'nün "kısmen boşaldığı", ayrıca Batman Valiliği'nin 2005 tarihli yazısı ekinde yer alan "Terör Nedeniyle Terkedilen Köyler Listesi"nde bulunmadığı, 2006 tarih ve 30571 sayılı yazısında, "terör olaylarından etkilenen köy" olarak belirtildiği, 2009 tarih ve 63966 sayılı yazısı ekinde, 1987-2000 yılları arasında GKK ve GÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 92 hanenin ikamet ettiği, Batman Valiliği'nin 2006 tarih ve 406 sayılı yazı ekleri uyarınca, köy nüfusunun 1990 yılında 999, 1997 yılında 585, 2000 yılında 064 kişi olduğu, Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 2009 tarih ve 11851 sayılı yazısında, aralarında davacının Köyünün de bulunduğu köylerde 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçiminin yapıldığının belirtildiği görülmektedir.Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Tekevler Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/6/2012 tarihli ve E.2012/1267, K.2012/4598 sayılı ilamı ile Tekevler köyünün ilçe merkezine olan yakınlığı (4 km), Tekevler köyünün 2008 yılında Sason ilçesine bağlı bir mahalle hâline dönüştürüldüğü hususları birlikte değerlendirildiğinde Tekevler köyünde asgari güvenlik düzeyinin bulunduğu ve güvenlik kaygısı nedeniyle yerleşim yerinin tamamen boşaltılmadığı sonucuna ulaşıldığı, kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek kararın onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/12/2012 tarihli ve E.2012/11066, K.2012/13780 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 17/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “15 inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.” Aynı Yönetmelik’in maddesi şöyledir: “(Değişik: 22/8/2005 – 2005/9329 K.) Başvuru sahibi, başvuru dilekçesi ile birlikte olayın meydana geliş tarzını açıklayan ve zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi Komisyona sunar. Ayrıca; Komisyon, gerekli gördüğü takdirde zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi adli, idari ve askeri mercilerden ister.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4951 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından eşi öldürüldüğü, oğlu yaralandığı hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, akciğer kanseri olmasından dolayı gerekli tedavinin cezaevi şartlarında yapılmasının mümkün olmadığına dair sağlık kurulu raporuna rağmen aksi yöndeki Adli Tıp Kurumu raporu esas alınarak infazın ertelenmediğini belirterek cezaevinde tutulmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiğini ileri sürmüş, tedbiren tahliyesine karar verilmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 11/3/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 31/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinin K.1996/92 sayılı, Diyarbakır 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin K.2002/118 sayılı ilamlarıyla mahkûm olduğu müebbet hapis cezalarının infazı kapsamında 2/1/1993 tarihinden beri cezaevinde tutulmaktadır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının hazırladığı 2008/9-256 İlamat No.lu müddetnamede başvurucunun 1/1/2023 yılında koşullu salıverilebileceği belirtilmiştir. Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü, 25/10/2013 tarih ve 2013/10120 sayılı yazı ile başvurucunun 10/4/2013-10/10/2013 tarihleri arasında hastaneye sevklerini ve bu sevklerde yapılan muayene, tetkik ve tedavi sonuçlarını belirterek 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesi gereğince işlem yapılıp yapılmayacağı hususunu Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına sormuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı, 25/10/2013 tarihli cevabi yazısında, başvurucunun tam teşekküllü bir devlet hastanesine sevk edilerek 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam edilip edilemeyeceğinin ve bu durumda bile hapis cezasının infazının mahkûmun hayatı için tehlike teşkil edip etmediğinin tespit edilmesini ve ayrıca alınacak sağlık raporunun diğer tıbbi evrak da eklenerek Adli Tıp Kurumuna gönderilmesini istemiştir. Bunun üzerine başvurucunun sevk edildiği Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 28/11/2013 tarih ve 1587915/10554 sayılı sağlık kurulu raporunda oyçokluğu ile “hastanın bahse konu hastalığının tedavisinin cezaevi koşullarında tedavi edilmesi uygun değildir” sonucuna ulaşılmıştır. Anılan rapor sonucunu gerekçe göstererek başvurucu 28/11/2013 tarihli dilekçesinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca cezasının ertelenmesini talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, 29/11/2013 tarih ve 2013/3635 sayılı yazıları ile cezaevi idaresine başvurucunun İstanbul Adli Tıp Kurumuna sevk edilmesi talimatı vermiştir. Başvurucu hakkında Adli Tıp İhtisas Kurulunun hazırladığı 29/1/2014 tarih ve K.810 sayılı rapor şöyledir:“… mevcut tıbbi evrakına göre travma sonrası stres bozukluğu, servikal disk herni, epilepsi, ağır obstruktif uyku apne sendromu tanılarının bulunduğu, BPAP cihazı kullanması gerektiği, sol hemitoraksta sarkom operasyonu öyküsünün bulunduğu, operasyon sonrası kemoterapi uygulandığı, operasyon lojunda nuks şüpheli lezyon görüldüğü, kitle eksizyonu yapılacağı ve patoloji sonucuna onkolojik tedavi programının belirleneceğinin bildirildiği, 18/11/2013 tarihli Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi tetkiklerinde; Toraks CT – Batın CT – Kranial CT’de metastaz olmadığının tespit edildiği, kurulumuzda yapılan 24/1/2014 tarihli muayenesinde; genel durumunun iyi olduğu, nörolojik defisit saptanmadığı, akciğer satürasyonlarının iyi seviyede (%99) olduğu, solunumsal anlamlı muayene bulgusu tespit edilmediği, infazını etkileyecek mahiyet ve derecede psikopatoloji tespit edilmediği, dosya evrakının incelemesinde; osteosarkom tanısını gösterir patoloji raporu ve kişiye uygulandığı bildirilen kemoterapi programına ilişkin kayıt tespit edilmediği, son tarama filmlerinde sarkom tanısına yönelik bulgu ve hastalığın yayıldığına dair kayıt bulunmadığı, kurul muayenesinde tespit edilen göğüs sol alt kaburga hizasına denk gelen cilt bölgesinde tespit edilen ülsere 3 adet yarının yapılan patolojik incelemesinde reaktif bir süreci düşündürdüğü, malignite lehine bulgu tanımlanmadığı, dosyaya ekli filmlerin kurulumuzca yapılan incelemesinde (infazını etkileyecek mahiyet ve derecede) patoloji tespit edilmediği, halihazırda;T. Anayasası’nın 104/2-b maddesinde belirtilen sürekli hastalık ve kocama hali kapsamında değerlendirilmediği,5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16/ maddesinde belirtilen ağır hastalık, sakatlık kapsamında değerlendirilmediği, hayatını yalnız idame ettirebileceği,Tedavisi poliklinik kontrollerinin sağlanarak cezaevi şartlarında infazına devam edilebileceği” Anılan rapor, 11/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bunun dışında başvurucunun infazın ertelenmesi talebine ilişkin olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının herhangi bir kararına dosya kapsamında rastlanmamıştır. Adli Tıp raporunun tebliğinden sonra başvurucu 11/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi şöyledir:“Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Bu amaçlarla Anayasanın ilgili maddelerinde gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler şunlardır:…Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak,…” 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (1), (2), (3) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır. (3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir. …(6) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./ mad) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.” 14/4/1982 tarih ve 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun maddesinin ilgili bentleri şöyledir:“(Değişik madde: 19/02/2003 - 4810 S.K./ md.) Adli Tıp Genel Kurulu;a) Adli tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı, sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri,…f) Adli tıp ihtisas kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri,Konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceler ve kesin karara bağlar.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3594 | Başvurucu, akciğer kanseri olmasından dolayı gerekli tedavinin cezaevi şartlarında yapılmasının mümkün olmadığına dair sağlık kurulu raporuna rağmen aksi yöndeki Adli Tıp Kurumu raporu esas alınarak infazın ertelenmediğini belirterek cezaevinde tutulmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiğini ileri sürmüş, tedbiren tahliyesine karar verilmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25529 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun A satırında numaraları belirtilen başvuru dosyaları ve 2019/12248 başvuru numaralı dosyanın, konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2019/10990 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/10990 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Siirt'in Baykan ilçesi Çevrimtepe köyünde ikamet etmekteyken 1990 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyün boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldıklarını iddia ederek, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle Siirt Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde başvurmuşlardır. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararları ile başvurucuların taleplerinin reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemlerine karşı ekli tablonun E satırında belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, İdare Mahkemesi ekli tablonun F satırında gösterilen tarihlerde davaların reddine karar vermiştir. Karar gerekçelerinde pilot dosya üzerinden yapılan inceleme ve araştırmalara atıf yapılmış, edinilen bilgilere göre Baykan İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı köy ve mezralara ait çizelgede Çevrimtepe köyü ile bu köye bağlı Oymaklar ile Ulukapı mezralarının "Dolu" olduğu, Kumluca mezrasının ise "Ekonomik nedenlerle 7 hane gelmektedir. Vatandaşlar asıl ikametleri Muş ve Bitlis illeridir. Yaz aylarında yazlık olarak Nisan-Mayıs aylarında gelip Ekim-Kasım aylarına kadar yaylada kalmaktadır." ifadesi ile boş olarak gösterildiği, Çevrimtepe köy merkezinde 1 adet korucu bulunduğu, Türkiye İstatistik Kurumu Siirt Bölge Müdürlüğünün 14/11/2011 tarihli ve 986 sayılı yazısında köy nüfusunun 1990 yılında 647, 1997 yılında 178, 2000 yılında 225 kişi olduğunun belirtildiği tespit edilmiştir. Ayrıca Çevrimtepe köyünde genel ve yerel seçimlerin zamanında ve düzenli olarak yapıldığı da belirtilerek aralarında başvurucuların da bulunduğu köy halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmeleri dolayısıyla uğradıkları zararın anılan köyün ve başvurucuların ikamet ettiği yerleşim yerinin tamamen boşalan köy veya mezra olmaması, başvuruculara yönelik herhangi bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması gerekçeleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından tesis edilen işlemde hukuka aykırılık görülmediği sonucuna varılmıştır. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun G satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi onama kararları vermiştir. Karar düzeltme talepleri aynı Daire tarafından H satırında belirtilen tarihlerde reddedilmiştir. Karar düzeltme taleplerinin reddi üzerine başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvuruculardan İbrahim Toğluk'un bireysel başvuruda bulunduktan sonra 16/5/2019 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28; Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 60-72; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 59-71; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 57- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10990 | Başvuru, terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kamu görevlilerince darp edilme iddiasıyla açılan tam yargı davasının reddedilmesi, Danıştay Savcısı görüşünün tebliğ edilmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/11/2013 İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölümün Birinci Komisyonunca 23/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 5/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 20/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/4/2014tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 21/3/2007 tarihinde saat 17:20'de darp edildiği tanısıyla İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine yatırılan başvurucu, yapılan tedavilerinin ardından 19/4/2007 tarihinde taburcu edilmiştir. Anılan Hastanenin 19/4/2007 tarihli epikriz raporunda başvurucunun fizik muayene bulguları“bilinci konfü, pasif, nonkoopere idi. Bilinç kaybı ve amnezi değerlendirilemedi. Bulantı, kusma mevcut. Pupiller sol>sağ anizokorik. Sağ frontal bölgede 4x6 cm. lik sefal hematom, sağ göz altında çeneye kadar yayılan şişlik ve ekimoz, sol skapula hizasında abrazyon mevcuttu. Batın ve pelvis tam değerlendirilemedi. Acil çekilen kranial ve servikal BT’de travmatik sak ve multipl intrakranial kontüzyonlar saptandı.” şeklinde belirtilmiş; klinik gidiş kısmında ise hastanın acil servise gelişinde şuurunun kapalı olduğu, bilinç kaybı ve amnezi değerlendirilemediği, birtakım tetkiklerden sonra yoğun bakıma yatırıldığı, 30/3/2007 tarihi itibarıyla genel durumu iyi olan hastanın yoğun bakımdan servise alındığı, burada tüple ve ardından mama ile beslenmeye başlandığı, 19/4/2007 tarihinde kranial BT’sinde bir sorun olmayan hastanın evde mamaya devam etmesi ve fizik tedavi ve rehabilitasyon amacı ile bir fizik tedavi merkezine gitmesi önerilerek çıkışının yapıldığı bilgilerine yer verilmiştir. Başvurucu 24/8/2007-28/9/2007 tarihleri arasında ise İstanbul Fizik Tedavi Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yatarak tedavi görmüş; anılan Hastanenin 3/10/2007 tarihli epikriz raporunda başvurucunun ayakta durma dengesinin olmadığı, denge koordinasyon egzersizlerinin uygulandığı belirtilmiştir. Başvurucu 21/3/2007 tarihinde İstanbul ili Zeytinburnu ilçesi Kazlıçeşme Meydanı'nda düzenlenen nevruz mitingine katıldığını, anılan miting dönüşünde polisler tarafından darp edildikten sonra surların dibindeki yeşil alana yaralı bir şekilde bırakıldığını ve darp nedeniyle kalıcı sağlık sorunlarının oluştuğunu belirterek İçişleri Bakanlığından maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş, anılan talebin reddedilmesi üzerine 24/6/2008 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 28/5/2009 tarihli ve E.2008/1917, K.2009/858 sayılı kararıyla dava konusu olayda başvurucunun kolluk görevlileri tarafından darp edildiğine ilişkin somut tespit, bilgi veya belge bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 4/7/2013 tarih ve E.2009/11730, K.2013/5873 sayılı kararıyla onanmıştır. Karar, başvurucu vekiline 10/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Karar düzeltme talebinde bulunmayan başvurucu 11/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu'nun maddesi şöyledir:" Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin görevine giren uyuşmazlıkların çözümü, bu Kanunda gösterilen usullere tabidir. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır." 2577 Sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari dava türleri şunlardır: ...İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ..." 2577 Sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler..." 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8491 | Başvuru, kamu görevlilerince darp edilme iddiasıyla açılan tam yargı davasının reddedilmesi, Danıştay Savcısı görüşünün tebliğ edilmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılımdan dolayı disiplin cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Sendika) üyesi olup bir devlet okulunda öğretmen olarak görev yapmaktadır. Sendikanın Diyarbakır Şubesi tarafından organize edilen 19/9/2011 tarihli “Anadilde Eğitime Destek” etkinliğine katıldığı gerekçesiyle yetkili makamlarca başvurucuya kınama disiplin cezası verilmiştir. Başvurucunun anılan cezaya karşı idari makamlara yaptığı itiraz reddedilmiştir. İtirazın reddi üzerine başvurucuyu temsilen Sendika tarafından disiplin cezasına karşı iptal davası açılmış ve anılan dava reddedilmiştir. Davanın reddi kararına karşı yapılan itiraz ve karar düzeltme başvuruları da reddedilmiştir. Karar düzeltme başvurusunun reddine dair karar 26/5/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10679 | Başvuru, bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılımdan dolayı disiplin cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/6350 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2019/6350 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruculara ait olup Konya'nın Hadim ilçesi Bolat kasabasında bulunan taşınmazlar Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılmıştır. Acele elkoyma kararı sırasında belirlenen bedel başvuruculara ödenmiştir. İdare ile başvurucular arasında kamulaştırma bedeli konusunda anlaşmaya varılamaması üzerine İdare tarafından başvurucular aleyhine muhtelif tarihlerde Hadim Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davaları açılmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen kararların Yargıtayca bozulması üzerine yeniden yapılan yargılama neticesinde verilen kararlarla davalar kabul edilmiş, başvurucular adına olan tapu kayıtları iptal edilerek taşınmazların İdare adına tesciline, bilirkişiler tarafından belirlenen kamulaştırma bedellerinden acele el koyma sırasında ödenen tutarlar düşüldükten sonra kalan kısımlarının başvuruculara ödenmesine karar verilmiş, ayrıca başvurucular lehine ve aleyhine maktu vekâlet ücretlerine hükmedilmiştir. Kararlara karşı yapılan temyiz istemleri Yargıtayın muhtelif tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Sadettin Ekiz, B. No: 2016/9364, 9/5/2019, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6350 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda faks yoluyla gönderilmek istenen mektubun bazı satırlarının karalanarak alıcısına gönderilmesi nedeniyle haberleşme ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, başvurucu tarafından 6/5/2013 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuştur. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 16/6/2015 tarihinde, adli yardım talebinin kabulüne, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 3/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 3/7/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 26/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 6/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/10/2015 tarihinde bu görüşe karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve ekleri ile başvuruya konu dosya içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 5/9/2005 tarihinde 2005/1609 Soruşturma sayılı tutuklama kararıyla tutuklanan başvurucunun, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin Değişik İş E.2015/350, Değişik İş K.2015/350 sayılı kararı ile “ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma, resmi belgede sahtecilik, devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma suçunun beraberinde bir başka suç işleme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, yangın, su baskını, tahrip, batırma, bombalama ya da nükleer, biyolojik, kimyasal silah kullanarak öldürme” suçunu işlediği kanaatiyle 39 yıl 36 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hapis cezasını çekmekte olduğu Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu sırada R.K. isimli arkadaşına faks yoluyla mektup göndermek istemiştir. İlgili mektup şöyledir:“Selam, sevgi ve saygılarımı sunuyor, seni ve yanında bulunan tüm arkadaşları, dostları sevgiyle sıkıca kucaklayıp öpüyorum. Şimdiden kurban bayramınızı kutluyor, barışa, özgürlüğe ve güzelliklere vesile olmasını diliyorum.Sevgili heval, sen ve S. hevalin faksını aynı zamanda aldım ancak cevaplamaya şimdi fırsat buldum. Zaten H. heval faksların ulaştığına dair size haber yazmıştı. Umarız o faks elinize geçmiştir.Heval R., vallahi siz gittikten sonra epey bir boşluk doğdu. Varlığınızla bizlere neşe moral oluyordunuz. Hem siz hem 95’teki S.’ler bir anda çekip gittiniz, hem de hiç ardınıza bakmadan. Ama yakalayacağım sizleri. Gittiğiniz yerlerden övgüyle bahsetmişsiniz, artık bir hapishaneden ne kadar övgüyle bahsedilebilecekse! Sizin adınıza sevindim. Bugün bizim T. hevalin dosya arkadaşı de yazmıştı. Onu da yarın Kandıra’ya gönderecekler. Kendi isteğiydi. Teker teker bıraktınız bırakıyorsunuz beni ve H. hevali. İki saat kadar önce H. heval bana yürekten bir stran (?) söyledi. S. hevalin yerini tutmasa da fena değil ama Dara Hejire’yi özledim. Can heval, ben halen yalnızım. Zaten 5 Ekimden beri açlık grevindeyim. İdarene yanıma kimseyi verdi, ne de beni bizim arkadaşların yanına verdi. Fakat sorun değil, alışkınım yalnızlığa, zaten hep hücrelerdeydik.Benim sağlık ve moral durumum iyi. Bel problemi eskisi gibi. Bazen iyi bazen kötü, alıştık birbirimize. Umarım sende ciddi bir problem yoktur. Kendini dışarıya hazırlıyorsun değil mi? Bizim Heval geçenlerde bizimkilere misafir olmuştu, size de selamları olmuş. Telefonla arıyor aileyi, S. heval firarlarda. Yer kalmadı. Tekrardan kucaklıyor, öpüyorum. Ara sıra yazın bana.” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca anılan mektubu inceleyen İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu 22/10/2012 tarihli ve 2012/1298 sayılı kararla 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin (3) numaralı fıkrasına gönderme yapmak suretiyle örgütsel haberleşme kapsamında değerlendirdiği bu mektubun paragrafının ve satırlarının tamamının (Can heval, ben halen yalnızım. Zaten 5 Ekimden beri açlık grevindeyim. İdare ne yanıma kimseyi verdi, ne de beni…) karalanmak suretiyle alıcısına gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu bu karara karşı Tekirdağ İnfaz Hâkimliği nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 23/11/2012 tarihli ve E.2012/3086, K.2012/3045 sayılı kararla İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu kararına atıfta bulunarak başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi 28/2/2013 tarihli ve 2013/259 Değişik İş sayılı kararla İnfaz Hâkimliğinin kararındaki gerekçeye atıf yapılarak kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Anılan karar başvurucuya 8/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 6/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5275 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1)Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir.(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.” (İnfaz Tüzüğü) maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesi şöyledir:“(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.(2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesi şöyledir:“(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmi dört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır.(2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir.(3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Hükümlü ve tutukluların beslenmesini engelleyenler hakkında iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir. Hükümlü ve tutukluların açlık grevine veya ölüm orucuna teşvik veya ikna edilmeleri ya da bu yolda kendilerine talimat verilmesi de beslenmenin engellenmesi sayılır.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3354 | Başvuru, ceza infaz kurumunda faks yoluyla gönderilmek istenen mektubun bazı satırlarının karalanarak alıcısına gönderilmesi nedeniyle haberleşme ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mağdur olunan bir suç sonucu oluşan gebeliğin sonlandırılması talebinin sürüncemede bırakılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 13/2/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 7/1/2000 doğumlu olup olayların geçtiği tarihte on sekiz yaşından küçüktür. Başvurucunun 15/5/2017 tarihinde Mut Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğinde yapılan muayenesinde on hafta üç günlük gebe olduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun yaşının küçük olması ve farklı kişilerle birlikte olduğunu beyan etmesi üzerine bu durum aynı gün Mut Emniyet Müdürlüğüne bildirilmiş ve olay Mut Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) intikal etmiştir. Başsavcılıkça başvurucunun birlikte olduğunu bildirdiği S.K., K. ve S.Ö. ile on sekiz yaşından küçük A.U.Y. ve Ç. isimli kişiler hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 15/5/2017 tarihinde kollukta alınan ifadesinde; kimden hamile kaldığını bilmediğini, ilk cinsel birlikteliğinin tahminen 2016 yılı başlarında zora dayalı olarak gerçekleştiğini, bunun sonrasında çıplak fotoğraflarının ailesine gönderileceği tehdidi nedeniyle başka bir kişiyle de cinsel birliktelik yaşadığını, daha sonraki birlikteliklerinde ise rızasının bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucunun annesi Ü. ve babası S.Ü. aynı tarihte kollukta alınan ifadelerinde yaşı küçük olan kızlarını istismar eden kişi ya da kişilerden şikâyetçi olduklarını belirtmiş ve gebeliğin sonlandırılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır. Bu arada başvurucu, başından geçen olaylar nedeniyle özellikle babasından korktuğunu, ailesiyle birlikte kalamayacağını belirtmesi üzerine ve Başsavcılık talimatı doğrultusunda 15/5/2017 tarihinde kolluk tarafından Mersin Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü Şiddet Önleme ve İzleme Merkezine teslim edilmiştir. Başsavcılıkça yürütülmekte olan soruşturma kapsamında Şiddet Önleme ve İzleme Merkezine 18/5/2017 tarihli yazı yazılmıştır. Bu yazıda, mağdur olan başvurucunun ailesinin gebeliğin sonlandırılması talebiyle Başsavcılığa müracaat etmesi dolayısıyla kısa zamanda kürtaj işleminin gerçekleştirilebileceği ancak bebeğinin babasının tespit edilmesi için başvurucuya uygulanacak bu işlemden önce Başsavcılığa bilgi verilmesi ve DNA örnekleri alınmadan kürtaj işlemine başlanmaması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucunun anne ve babası Mut Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sundukları 18/5/2017 tarihli dilekçelerinde, on yedi yaşında ve suç mağduru olan kızlarının kimden gebe kaldığını dahi bilmediklerini belirterek 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (6) numaralı fıkrası uyarınca gebeliğin sonlandırılmasına izin verilmesi talebinde bulunmuşlardır. Talep 18/5/2017 tarihli Hâkimlik kararı ile usulden reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, talebe konu olayla ilgili olarak Başsavcılıkça soruşturma yürütüldüğü ve bu soruşturma kapsamında Başsavcılık tarafından gebeliğin sonlandırılması talebinde bulunulması gerektiği belirtilerek talep edenlerin bu hususta başvuruda bulunma haklarının olmadığı ifade edilmiştir. Bu karar üzerine başvurucunun anne ve babası bu defa Başsavcılığa hitaben yazdıkları aynı tarihli dilekçelerinde, Hâkimlik kararında gebeliğin sonlandırılmasına ilişkin talebin Başsavcılıkça yapılması gerektiğine işaret edildiğinden bahsederek Başsavcılıktan bu hususta talepte bulunmasını istemişlerdir. Başsavcılık, bu talep üzerine başvurucunun anne ve babası olan müştekilerin talepleri hususunda gereğinin takdir ve ifası için Hâkimlikçe karar verilmesi gerektiğini belirterek soruşturma dosyasını Hâkimliğe göndermiştir. Hâkimlik 18/5/2017 tarihli kararı ile Başsavcılık talebini reddetmiştir. Karar gerekçesinde gebeliğin sonlandırılmasını isteme hakkı ve tıbbi müdahale kavramı üzerinde açıklamalarda bulunulduktan sonra talebin kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğu ancak Başsavcılık talebinde ve soruşturma dosyası kapsamında başvurucuya ait herhangi bir talep ve rızaya ilişkin beyanın olmadığı ifade edilmiştir. Gebeliğin sona erdirilmesine ilişkin olarak 24/5/1983 tarihli ve 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'un maddesine göre gebelik süresi on haftadan fazla ise sadece annenin hayatını tehdit ettiği takdirde gebeliğin sonlandırılacağının kabul edildiği vurgulanmıştır. Somut olayda gebelik süresinin on haftayı geçmiş olduğu ve gebelikte annenin hayatını tehlikeye atan bir durum olup olmadığının veya ceninin anneye fiziksel ve ruhsal bir zarar verip vermediğinin ilgili kanun maddeleri gereğince sağlık kuruluşundan alınan bir rapor ile tespit edilmediği -soruşturma dosyasında bu hususta herhangi bir bilgi belgeye yer verilmediği- belirtilmiştir. Yine gerekçede; anne yönünden sağlık sorunu yaratmadığı veya diğer bir zorunluluk hâli olmadığı sürece gebeliği sonlandırmanın ceninin yaşam hakkını ihlal edeceği, talebin eksik ve gerekli belgelerin toplanmadan yapıldığı vurgulanmıştır. Diğer yandan 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (6) numaralı fıkrası uyarınca gebeliğin sonlandırılmasına izin verilebilmesi için kadının mağduru olduğu bir suç sonucunda gebe kalması gerektiği açıkça ifade edildiğinden ve bu suçun cinsel saldırı, cinsel istismar veya reşit olmayanla cinsel ilişki suçu olabileceği ancak reşit olmayanla cinsel ilişki suçu sonucu oluşan gebeliklerde bu hükmün uygulanıp uygulanmayacağının açık ve belirli olmadığından söz edilmiştir. Soruşturma dosyası kapsamında, suça sürüklenen çocuk ve şüpheli beyanlarından ceninin biyolojik babası henüz tespit edilemediği gibi suçun reşit olmayanla cinsel ilişki suçu kapsamında kalması hâlinde ceninin yaşam hakkının ihlal edileceğinden ve henüz başvurucunun hangi suçun mağduru olduğu belirlenemediğinden talebin reddedildiği açıklanmıştır. Bu karar sonrasında Mersin Çocuk Destek Merkezi Müdürlüğü aracılığı ile Başsavcılığa gönderdiği 22/5/2017 tarihli dilekçesinde başvurucu; istemeyerek yaşamış olduğu cinsel birlikteliklerden gebe kaldığını öğrendiğini, psikolojisinin çok kötü olduğunu, intihardan ya da kendine zarar verici eylemlerde bulunmaktan korktuğunu, bebeği doğurmasının hayatının mahvolmasına neden olacağını belirterek bir an önce kürtaj olmasına izin verilmesinin ilgili makama iletilmesi talebinde bulunmuştur. Başsavcılık 25/5/2017 tarihinde başvurucunun dilekçesi üzerine yeniden karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Hâkimlik aynı tarihli karar ile Başsavcılık talebini reddetmiştir. Karar gerekçesinde; önceki kararda belirtilen açıklamaların tekrarı yanında ayrıca Savcılık talebinde ve soruşturma dosyası kapsamında başvurucu ile anne ve babasına ait dilekçelerin farklı tarihlerde verildiği, birlikte yapmış oldukları bir müracaatın bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu defa başvurucu vekilinin 25/5/2017 tarihinde Başsavcılığa hitaben yazdığı dilekçede; başvurucunun bebeği doğurmak istemediği, yaşı ve psikolojik durumu nedeniyle bebeği doğurmasının mümkün olmadığı, ailesinin de gebeliğin sonlandırılmaması hâlinde evine dönmesine izin vermediği ifade edilmiştir. Ayrıca bebeğin dünyaya gelmesi ve başvurucunun on sekiz yaşını doldurması hâlinde çocuk esirgeme kurumlarında da kalamayacağı belirtilerek gebeliğinin hangi şüphelinin fiili sonucunda oluştuğunun tespiti ile gebeliğinin sonlandırılmasının başvurucunun hayatını tehlikeye sokup sokmayacağı hususunda rapor aldırılması taleplerinde bulunulmuştur. Başvurucuya yönelik gerçekleştirildiği iddia edilen çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan Başsavcılıkça yürütülen soruşturma kapsamında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığından rapor aldırılmıştır. 9/6/2017 tarihli raporda yer alan beyanında başvurucu; bir arkadaşının "Elimde çıplak fotoğrafların var, benimle olmazsan herkese gösterir, seni rezil ederim." diyerek kendisini tehdit etmesi nedeniyle onunla beraber olduğunu, daha sonra arkadaşının fotoğrafları diğer arkadaşlarına da gösterdiğini, onlarla da beraber olması için kendisini tehdit ettiğini, korktuğu için onlarla da birlikte olduğunu, sonra da gebe kaldığını belirtmiştir. Anılan raporun ''Sonuç'' kısmında "... 1-Kadın Doğum Hastalıkları tarafından 2017 tarihli USG'de 12,5 haftalık gebe olduğu, fetal kalp atımlarının (+) olduğu, annenin 17 yaşında adolesan çocuk olduğu, annenin hayatını tehlikeye atan normal gebelik komplikasyonları gelişebileceği, gebeliğin alınması veya alınmaması halinde bazı tıbbi riskler bulunduğu, 2- Çocuk Psikiyatri Anabilim Dalı'nda yapılan muayenesi sonucu, alınan öyküden cinsel istismar sonucu 12 hafta 6 günlük gebe kaldığının öğrenildiği, gebeliğin istismar sonucu olması, anne yaşının küçük olması ve annenin ruhsal açıdan travmatik süreç yaşamasından dolayı gebeliğin sonlandırılmasının hem anne hem de ceninin (bebek) tıbbî yararına olacağı..." şeklinde kanaate varıldığı bildirilmiştir. Başvurucu ile anne ve babasının 15/6/2017 tarihinde Başsavcılığa hitaben birlikte yazdıkları dilekçede, Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığından alınan Adli Tıp Kurulu raporundan da söz ederek kürtaja izin verilmesi hususunda talepte bulunulmasını istemiştir. Başsavcılık aynı tarihte gebeliğin sonlandırılması talebi hususunda bir karar verilmesi için soruşturma dosyasını Hâkimliğe tekrar göndermiştir. Hâkimlik 16/6/2017 tarihli kararı ile Başsavcılık talebini reddetmiştir. Kararda Silifke Sulh Ceza Hâkimliğine yedi gün içinde itiraz yolu açık olmak üzere karar verildiği belirtilmiştir. Karar gerekçesinde, Adli Tıp Kurulu raporunun yeterince ayrıntılı düzenlenmediği vurgulanmıştır. Anılan raporda başvurucunun hayatını tehlikeye atan ve gebelik riski ile ilgili normal gebelik komplikasyonları dışında olumsuz bir durumun olmadığı, ayrıca gebeliğin sonlandırılması veya sonlandırılmaması hâlinde risklerin birbirine eşit olup sonuçlar arasında herhangi bir üstünlük bulunmadığı belirtilmiş; bunun anne yönünden sağlık sorunu yaratmadığı veya diğer bir zorunluluk hâli olmadığı sürece gebeliği sonlandırmanın yaşam hakkı ihlali sayılacağı açıklanmıştır. Bu karara karşı başvurucu vekilinin Silifke Sulh Ceza Hâkimliğine 20/6/2017 tarihinde itirazda bulunması üzerine sözü edilen Hâkimlik 24/6/2017 tarihinde evrak üzerinden yapılan inceleme sonucu itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Karar gerekçesinde 2827 sayılı Kanun'un maddesinde geçen sulh hâkimi ibaresinin sulh hukuk hâkimini ifade ettiği, talebin özü itibarıyla çekişmesiz yargı işi niteliğinde olduğu, mevzuatta sulh ceza hâkimliğinin görevli olduğuna dair bir düzenleme bulunmadığı, talebin soruşturma işlemi niteliğinde olmadığı belirtilerek Cumhuriyet savcısının izin talebini sulh hukuk mahkemesine yöneltmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başsavcılık bu defa 29/6/2017 tarihli yazısı ile gebeliğin sonlandırılması talebi hususunda bir karar verilmesi için soruşturma dosyasını Mut Sulh Hukuk Mahkemesine göndermiştir. Mut Sulh Hukuk Mahkemesinin 30/6/2017 tarihli görevsizlik kararı ile Başsavcılık talebinin görev yönünden reddine, dosyanın resen görevli ve yetkili Mut Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesi için Başsavcılığa tevdiine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, suç sonucu oluşan gebelikle ilgili yürütülen soruşturma doğrultusunda talebin değerlendirilmesinin sulh ceza hâkimliğinin görevinde olduğu ve itiraz merciinin göreve ilişkin karar veremeyeceği belirtilmiştir. Son olarak Başsavcılık tarafından 7/7/2017 tarihli yazı ile soruşturma dosyası Mut Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmiştir. Hâkimlik 10/7/2017 tarihli kararı ile söz konusu talebin değerlendirilerek daha öncesinde bir karar verildiği ve bu kararın kesinleştiği gerekçesiyle Başsavcılık talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu 28/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden, bireysel başvuru sonrasında yürütülen soruşturma kapsamında Başsavcılıkça suça sürüklenen çocuk ve şüpheliler S.K., K., A.U.Y. ve Ç. ile ilgili olarak başvurucunun kendi isteği ve rızası ile cinsel ilişkiye girdiğini belirtmesi, ayrıca 30/5/2018 tarihinde alınan ifadesinde meydana gelen olaylar nedeniyle şikâyetinden vazgeçtiğini, herhangi bir kimseden şikâyetçi olmadığını beyan etmesi nedeniyle adı geçen kişiler yönünden kovuşturma yapılmasına yer olmadığına 15/8/2018 tarihinde karar verildiği anlaşılmıştır. Yürütülen soruşturma sonunda Başsavcılıkça çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediği iddiasıyla şüpheli S.Ö. hakkında kamu davası açılmak üzere Silifke Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben 12/9/2018 tarihinde fezleke düzenlenmiştir. Silifke Cumhuriyet Başsavcılığının 8/10/2018 tarihli iddianamesinden on beş yaşını tamamlamış ancak on sekiz yaşından küçük olan mağdurenin (başvurucunun) olay tarihi sonrasında 11/12/2017 tarihinde bebeğini dünyaya getirdiği, ayrıca başvurucu ile zorla cinsel ilişkiye girerek çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediği iddiasıyla şüpheli S.Ö.nün cezalandırılması istemiyle kamu davasının açıldığı, Silifke Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın istinaf aşamasında derdest olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan başvurucu vekili, Silifke Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/6/2017 tarihli kesinleşen kararına karşı 7/7/2017 tarihli dilekçe ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca kanun yararına bozma yoluna gidilmesi talebinde bulunmuştur. Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün yazısıyla kanun yararına bozma talebini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesinin 5/3/2018 tarihli kararından, talebin kabulü ile Silifke Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/6/2017 tarihli kararının 5271 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca bozulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Karar gerekçesinde 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde belirtilen tedbiri soruşturma sırasında uygulamanın "sulh ceza mahkemesinin [hâkimliğinin]" görevi kapsamında bulunduğu ve talebin sağlık tedbiri içinde değerlendirilmesi suretiyle kanun yararına bozma isteminin yerinde görüldüğü açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesinin 13/11/2019 tarihli yazısı üzerine 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (6) numaralı fıkrası kapsamında suç sonucu oluşan ve on hafta ile yirmi hafta arasındaki gebeliklerin sonlandırılması kararının usulüyle ilgili ve kararı alacak makama ilişkin yasal çerçeve hakkında Sağlık Bakanlığı Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 2/12/2019 tarihli yazısında söz konusu hususları açıklığa kavuşturacak bir düzenleme bulunmadığı, Bakanlık Mevzuat Genel Müdürlüğünün 3/12/2019 tarihli yazısında da bu konuyla ilgili olarak ikincil mevzuatta düzenlemeye rastlanmadığı bildirilmiştir. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Doğum ve ölüm" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer.Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarakelde eder." 2827 sayılı Kanun'un "Nüfus planlaması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Nüfus planlaması, fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi olmaları demektir.Devlet, nüfus planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır. Nüfus planlaması gebeliği önleyici tedbirlerle sağlanır.Gebeliğin sona erdirilmesi ve sterilizasyon, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.Bu Kanunun öngördüğü haller dışında gebelik sona erdirilemez ve sterilizasyon veya kastrasyon ameliyesi yapılamaz." 2827 sayılı Kanun'un "Gebeliğin sona erdirilmesi" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı takdirde istek üzerine rahim tahliye edilir.Gebelik süresi, on haftadan fazla ise rahim ancak gebelik, annenin hayatını tehdit ettiği veya edeceği veya doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olacağı hallerde doğum ve kadın hastalıkları uzmanı ve ilgili daldan bir uzmanın objektif bulgulara dayanan gerekçeli raporları ile tahliye edilir." 2827 sayılı Kanun'un "Gebeliğin sona erdirilmesinde izin" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"5 inci maddede belirtilen müdahale, gebe kadının iznine, küçüklerde küçüğün rızası ile velinin iznine, vesayet altında bulunup da reşit veya mümeyyiz olmayan kişilerde reşit olmayan kişinin ve vasinin rızası ile birlikte sulh hakiminin izin vermesine bağlıdır. Ancak akıl maluliyeti nedeni ile şuur serbestisine sahip olmayan gebe kadın hakkında rahim tahliyesi için kendi rızası aranmaz.4 üncü maddenin ikinci ve 5 inci maddenin birinci fıkralarında belirtilen ve rızaları aranılacak kişiler evli iseler, sterilizasyon veya rahim tahliyesi için eşin de rızası gerekir.Veli veya sulh mahkemesinden izin alma zamana ihtiyaç gösterdiği ve derhal müdahale edilmediği takdirde hayatı veya hayati organlardan birisini tehdit eden acil hallerde izin şart değildir." 18/12/1983 tarihli ve 18255 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Rahim Tahliyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi ve Denetlenmesine İlişkin Tüzük’ün (Tüzük) "On haftayı geçmeyen gebeliklerde rahim tahliyesi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar kadının sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı takdirde, istek üzerine rahim tahliye edilir." Tüzük’ün "On haftayı geçen gebelikte rahim tahliyesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Gebelik süresi on haftayı geçen kadınlarda, rahim tahliyesi yapılamaz.Bu durumdaki kadınlarda, ancak, Tüzük'e ekli (2) sayılı listede sayılan hastalıklardan birinin bulunması halinde ve kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından rahim tahliyesi yapılabilir. Hastalığın, kadın hastalıkları ve doğum uzmanıyla bu hastalığın ilişkin olduğu uzmanlık dalından bir hekimin birlikte hazırlayacakları, kesin klinik ve laboratuvar bulgulara dayanan, gerekçeli raporlarla saptanması zorunludur.Rahim tahliyesini yapan hekim, bu raporu, ameliyenin sonucuyla birlikte en geç bir hafta içinde, illerde sağlık ve sosyal yardım müdürlüklerine, ilçelerde hükümet tabipliklerine göndermek zorundadır. Bu raporlar il sağlık ve sosyal yardım müdürlüğünde toplanır." 5237 sayılı Kanun’un "Çocuk düşürtme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürten kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Tıbbi zorunluluk bulunmadığı halde, rızaya dayalı olsa bile, gebelik süresi on haftadan fazla olan bir kadının çocuğunu düşürten kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu durumda, çocuğunun düşürtülmesine rıza gösteren kadın hakkında bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. (3) Birinci fıkrada yazılı fiil kadının beden veya ruh sağlığı bakımından bir zarara uğramasına neden olmuşsa, kişi altı yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır; fiilin kadının ölümüne neden olması halinde, onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (4) İkinci fıkrada yazılı fiil kadının beden veya ruh sağlığı bakımından bir zarara uğramasına neden olmuşsa, kişi üç yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır; fiilin kadının ölümüne neden olması halinde, dört yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (5) Rızaya dayalı olsa bile, gebelik süresi on haftayı doldurmamış olan bir kadının çocuğunun yetkili olmayan bir kişi tarafından düşürtülmesi halinde; iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan diğer fiiller yetkili olmayan bir kişi tarafından işlendiği takdirde, bu fıkralara göre verilecek ceza, yarı oranında artırılarak hükmolunur. (6) Kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmez. Ancak, bunun için gebeliğin uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir." 5237 sayılı Kanun'un "Çocuk düşürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Gebelik süresi on haftadan fazla olan kadının çocuğunu isteyerek düşürmesi halinde, bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur." 5237 sayılı Kanun’un , , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 102- Cinsel saldırı... (2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikayetine bağlıdır.... (5) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde, on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur....Çocukların cinsel istismarıMadde 103- (Değişik: 18/6/2014-6545/59 md.) (1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismarın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Sarkıntılık düzeyinde kalmış suçun failinin çocuk olması hâlinde soruşturma ve kovuşturma yapılması mağdurun, velisinin veya vasisinin şikâyetine bağlıdır. Cinsel istismar deyiminden;a) On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır. (2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on altı yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.…Madde 104 - Reşit olmayanla cinsel ilişki (1) Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Cinsel tacizMadde 105- (1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına, fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur...." 5395 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;a) Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış kişiyi; bu kapsamda, Korunma ihtiyacı olan çocuk: Bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuğu, Suça sürüklenen çocuk: Kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen çocuğu,b) Mahkeme: Çocuk mahkemeleri ile çocuk ağır ceza mahkemelerini,c) Çocuk hâkimi: Hakkında kovuşturma başlatılmış olanlar hariç, suça sürüklenen çocuklarla korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında uygulanacak tedbir kararlarını veren çocuk mahkemesi hâkimini, ...İfade eder." 5395 sayılı Kanun'un "Mahkemelerin kuruluşu" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Çocuk mahkemesi, tek hâkimden oluşur. Bu mahkemeler her il merkezinde kurulur. Ayrıca, bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak kurulabilir....(2) Çocuk ağır ceza mahkemelerinde bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur ve mahkeme bir başkan ve iki üye ile toplanır. Bu mahkemeler bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak kurulur.." 5395 sayılı Kanun'un "Mahkemelerin görevi" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Mahkemeler ve çocuk hâkimi, bu Kanunda ve diğer kanunlarda yer alan tedbirleri almakla görevlidir." 5395 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"Çocuk mahkemeleri ile çocuk ağır ceza mahkemeleri bulunmayan yerlerde, bu mahkemeler kurulup göreve başlayıncaya kadar çocuklar tarafından işlenen suçlara ait soruşturma ve kovuşturmalar Cumhuriyet başsavcılığı ve görevli mahkemelerce bu Kanun hükümlerine göre yapılır.Çocuk mahkemesi bulunmayan yerlerde, bu mahkeme kurulup göreve başlayıncaya kadar korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında tedbir kararları görevli aile veya asliye hukuk mahkemelerince alınır." 5395 sayılı Kanun’un "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla;…b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi,…d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması,…f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usûl izlenmesi,g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi,…İlkeleri gözetilir." 5395 sayılı Kanun'un "Koruyucu ve destekleyici tedbirler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan; ...c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilmesine,d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve rehabilitasyonuna, bağımlılık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılmasına,e) Barınma tedbiri, barınma yeri olmayan çocuklu kimselere veya hayatı tehlikede olan hamile kadınlara uygun barınma yeri sağlamaya, Yönelik tedbirdir." 5395 sayılı Kanun'un "Çocuklara özgü güvenlik tedbiri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunda düzenlenen koruyucu ve destekleyici tedbirler, suça sürüklenen ve ceza sorumluluğu olmayan çocuklar bakımından, çocuklara özgü güvenlik tedbiri olarak anlaşılır." 24/12/2006 tarihli ve 26386 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Çocuk Koruma Kanununa Göre Verilen Koruyucu ve Destekleyici Tedbir Kararlarının Uygulanması Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"b) Çocuk hâkimi: Hakkında kovuşturma başlatılmış olanlar hariç, suça sürüklenen çocuklarla korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında uygulanacak tedbir kararlarını veren çocuk mahkemesi hâkimini,...d) Mahkeme: Çocuk mahkemeleri ile çocuk ağır ceza mahkemelerini, çocuk mahkemesi bulunmayan yerlerde aile ya da asliye hukuk mahkemeleri ile ceza mahkemelerini,...ifade eder." Yönetmelik'in "Koruyucu ve destekleyici tedbir kararı alınmasında yetki ve usûl" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı; çocuğun anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu kimse, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen çocuğun menfaatleri bakımından kendisinin, ana, baba, vasisi veya birlikte yaşadığı kimselerin bulunduğu yerdeki çocuk hâkimince alınır. (2) Çocuk mahkemesi bulunmayan yerlerde, bu mahkeme kurulup göreve başlayıncaya kadar hakkında kovuşturma başlatılmış olanlar hariç, korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında tedbir kararları, aile mahkemeleri kurulan yerler bakımından bu mahkemeler, kurulu bulunmayan yerler bakımından asliye hukuk mahkemelerince alınır. (3) Hakkında kovuşturma başlatılmış olan çocuklar için koruyucu ve destekleyici tedbir kararı kovuşturmanın yapıldığı mahkemece alınır..." 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un maddesi şöyledir: "Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar. Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlere ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir.Bu Kanunda yazılı olan idarî para cezaları mahallî mülkî amir tarafından verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Yönetmelik" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"75 ilâ 81 inci maddelerde öngörülen işlemlerin yapılması ile ilgili usuller yönetmelikte gösterilir. " 5271 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak hazırlanan ve 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik'in maddesi şöyledir: "Bu Yönetmelik; bir suça ilişkin iz, eser, emare ve delillerin elde edilmesi; ayrıca, maddî gerçeğin ortaya çıkartılması bakımından şüpheli, sanık, mağdur ve diğer kişilerin beden muayenelerinin yapılması, tıbbî incelemelerde bulunmak üzere vücuttan, kan veya benzeri biyolojik örneklerle, saç, tükürük, tırnak gibi örneklerin alınması, moleküler genetik incelemeler ile şüpheli ve sanığın kimliğinin teşhisi için gerekli fizikî özelliklerin tespitine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi'nin (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi) maddesi şöyledir: "Bu Sözleşmenin Tarafları, tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayırım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına alacaklardır.Tarafların her biri, bu Sözleşme hükümlerinin yürürlüğe sokulması bakımından kendi iç hukuklarında gerekli tedbirleri alacaklardır." İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir.Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir.İlgili kişi, muvafakatini her zaman, serbestçe geri alabilir." 4/6/2003 tarihinde onaylanan ve 11/8/2003 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, herkesin, ulaşılabilecek en yüksek fiziksel ve zihinsel sağlık standardına sahip olma hakkını kabul ederler..." 10/9/2011 tarihli ve 28050 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/10/2007 tarihli Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi’nin (Lanzarote Sözleşmesi) , ve maddeleri şöyledir:"Madde 1 - Amaçlar Bu Sözleşmenin amaçları:a. çocukların cinsel sömürüsü ve istismarını engellemek ve bunlarla mücadele etmek;b. cinsel sömürü ve istismara maruz çocuk mağdurların haklarını korumak;c. çocukların cinsel sömürü ve istismarına karşı ulusal ve uluslararası işbirliği geliştirmektir. Bu Sözleşme Taraflarca hükümlerinin etkin uygulamasını temin etmek için özel bir gözetim mekanizması kurar.Madde 18 - Cinsel istismarl. Taraflardan her biri aşağıdaki kasti fiilin suç kapsamına girmesini sağlamak için gereken yasal ve diğer tedbirleri alır:a. ulusal hukukun ilgili hükümlerine göre yasal olarak cinsel erginlik yaşına gelmemiş olan bir çocukla cinsel faaliyetlerde bulunmak;b. bir çocukla aşağıdaki yollarla cinsel faaliyette bulunulması halinde:- zor, güç veya tehdit kullanma; veya- aile içi dahil, çocuk üzerinde güven, yetki veya etki gerektiren mevkii kullanarak istismar; veya- özellikle bir zihinsel veya fiziksel özürlülük veya bağımlılığı sebebiyle, çocuğun özellikle savunmasız bir durumundan yararlanarak istismar. Yukarıdaki fıkra amacına uygun olarak, Taraflardan her biri bir çocukla cinsel faaliyette bulunmanın yasak olduğu yaş alt sınırına karar verir. a. fıkrasının hükümleri, küçükler arasında rızaya dayalı cinsel faaliyetleri düzenlemeye yönelik değildir.Madde 32- İşlemlerin BaşlatılmasıTaraflardan her biri işbu Sözleşmedeki suçların soruşturulması ve kovuşturulmasının mağdur tarafından yapılan bir açıklama ya da suçlamaya dayandırılmamasını ve mağdur ifadelerini geri alsa bile işlemlerin devam etmesini sağlamak için gerekli yasal ve diğer tedbirleri alır." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan, geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramını AİHM oldukça geniş yorumlamakta ve bu kavrama ilişkin ayrıntılı bir tanım yapmayı uygun bulmamaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal çıkarlardan biri de bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkıdır. Bu hak, negatif yükümlülüğe ek olarak özel hayata etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, §§ 22, 23). AİHM'e göre hamile olan bir kadının özel hayatı, gelişmekte olan cenininkiyle sıkı bir şekilde bağlı olup kürtajla ilgili mevzuat özel yaşam alanıyla ilgilidir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 106). AİHM'in suç sonucu oluşan gebeliğin sona erdirilmesi talebi ile ilgili P. ve S./Polonya (B. No: 57375/08, 30/10/2012) kararı özetle şöyledir:i. İlk başvurucu 1993 doğumlu olup 8/4/2008 tarihinde kendi yaşında bir erkek tarafından tecavüze uğradığını beyan etmiştir. Bir devlet üniversitesinin sağlık birimindeki doktor, yaşı küçük olduğu için durumu ailesine ve polise bildirmiştir (P. ve S./Polonya, §§ 5, 6). Tecavüz gebelikle sonuçlanmıştır. Başvurucular küçüğün yaşı, eğitimine devam etmek istemesi ve cinsel ilişkiye zorlanması sebepleriyle en iyi çözümün gebeliğe son verilmesi olduğuna karar vermiştir. Savcı ilk başvurucuya gebeliğinin kanuna aykırı olarak 15 yaşın altındaki bir cinsel ilişkiden kaynaklandığı yönünde belge vermiştir (P. ve S./Polonya, §§ 8-10). ii. İkinci başvurucu, ilk başvurucu adına Lublin’de bir hastanede kürtaj talebinde bulunmuş ancak bölge hastanesine sevk edilmesi gerektiği kendisine bildirilmiştir. Başka bir devlet hastanesinde görevli doktor, başvurucuların Katolik bir rahip ile görüşmelerini tavsiye etmiş; kürtajı yapamayacağını belirtmiştir (P. ve S./Polonya, §§ 11, 12). Başvurucular bunun üzerine Varşova’ya gitmiş, burada kendilerine evlat edinme, bakım yardımı gibi çeşitli alternatifler sunulmuş; yazılı rızaları istenmiş, üç günlük bir bekleme süresine tabi tutulmuşlardır. Sonrasında ilk başvurucu polis karakoluna, oradan da ebeveyninden alınarak bir bakım merkezine götürülmüştür. Ancak ebeveynin aile mahkemesinde açtığı dava sonucunda bu karar kaldırılmıştır (P. ve S./Polonya, §§ 25-36). İlk başvurucuya açılan ceza soruşturması ise suçun mağduru olduğu gerekçesiyle takipsizlikle sonuçlanmıştır. İddia edilen tecavüzün faili hakkındaki ceza soruşturması da sonuçsuz kalmıştır (P. ve S./Polonya, §§ 43, 44). iii. Başvurucular, davaya konu olayların Sözleşme’nin maddesinin ihlaline yol açtığını iddia etmişlerdir. Bu bağlamda özel hayata ve aile hayatına saygı haklarının yanı sıra birinci başvurucunun yürürlükteki kanunlarda öngörülen koşullar dâhilinde kürtaj hakkından zamanında ve engelsiz bir şekilde faydalanmasını güvence altına alan kapsamlı bir yasal çerçevenin bulunmaması nedeniyle fiziksel ve manevi bütünlüğüne saygı gösterilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir (P. ve S./Polonya, § 78).iv. AİHM, devletin takdir yetkisi dâhilinde hareket ederek bazı durumlarda kürtaja izin veren yasal düzenlemeleri benimsemesi hâlinde yasal çerçevesini kürtaja erişim olanaklarını kısıtlayacak şekilde yapılandırmamasının gerektiğini değerlendirmiştir. Özellikle de devlet, hamile bir kadının kanunda öngörülen kürtaj hakkından etkili bir şekilde yararlanmasına imkân veren usule ilişkin bir çerçeve oluşturma yükümlülüğü altındadır. Kanunla izin verilen kürtaj işleminin koşullarını belirleyen yasal çerçeve "sürece dahil olan farklı meşru menfaatlerin yeterince ve Sözleşme’den doğan yükümlülükler doğrultusunda dikkate alınmasını sağlayacak şekilde tutarlı" olmalıdır. AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesi açık bir şekilde usule ilişkin herhangi bir gereklilik öngörmemektedir. Bununla birlikte bu hükümle güvence altına alınan hakların etkili bir şekilde kullanılabilmesi için ilgili karar alma sürecinin adil olması ve bu bağlamda korunan menfaatlere gereken saygıyı göstermesi önemlidir (P. ve S./Polonya, § 99).v. AİHM Polonya'da kabul edilen 1993 tarihli Kanun'un kapsamı daraltılmış bazı durumlarda kürtaja izin verdiğini vurgulamıştır. AİHM, anılan Kanun uyarınca gebeliğin bir suç işlenmesi neticesinde meydana geldiğine ve bu durumun savcılık tarafından tespit edildiğine dair güçlü gerekçelerin bulunması hâlinde kürtaj işleminin yasal olarak gerçekleştirilebileceğine dikkat çekmiştir (P. ve S./Polonya, § 100). Buradan hareketle AİHM, ilgili yasal çerçevenin başvurucuların davasında nasıl uygulandığını incelemiştir. Bu bağlamda AİHM, birinci başvurucunun maruz kaldığı eylemin savcılık tarafından da teyit edildiğini ancak başvurucuların Lublin'deki devlet hastaneleri ile temasa geçtiklerinde kürtaj işlemine erişim konusunda ciddi zorluklarla karşı karşıya kaldıklarını, savcılıktan almış oldukları belgeye ek olarak bir sevk belgesinin gerekli olup olmadığı, kürtaj işlemini kimin gerçekleştireceği, karar alma sürecine kimlerin dâhil olabileceği, kanunda öngörülen bir bekleme süresinin olup olmadığı ve uyulması gereken başka koşulların bulunup bulunmadığı ile ilgili olarak kendilerine çelişkili bilgiler verildiğine dikkat çekmiştir. Sonrasında ikinci başvurucuyla girişilen bir tartışmanın ardından Lublin Jan Boży Hastanesinde görevli jinekoloji bölüm başkanının, kendi şahsi görüşleri doğrultusunda, kürtajın kendi biriminde yapılmasını reddettiğini dikkate alan AİHM,kürtajın kızının ölümüne yol açabileceğine dair bir ibareyi içeren onam formunun ikinci başvurucuya imzalattırılmış olduğunu not etmiş, ancak davanın koşullarında kürtajın böyle bir tehlikeye yol açabileceğine dair ikna edici herhangi bir gerekçenin ortaya konulmadığına değinmiştir (P. ve S./Polonya, §§ 101, 102).vi. Daha sonra birinci başvurucunun Varşova’da bir hastaneye götürüldüğü ve burada, savcılıktan almış olduğu sertifikanın ve jinekoloji danışmanı tarafından hazırlanan ve kürtaj hakkının bulunduğunu gösteren tıbbi belgeye istinaden kürtaj işleminin yapılabileceği kendisine söylenmesine rağmen kürtaj işleminin yapılabilmesi içinyasal olarak üç gün daha beklenmesi gerektiğinin kendine söylendiğini, sonrasında ise kürtaj işleminin engellenmesi için hastaneye çok fazla baskı yapıldığını ve başvurucuların kürtaj kararını eleştiren çok sayıda e-postanın hastaneye ulaştığını birinci başvurucuya kendisini hastaneye kabul eden doktorun beyan ettiğini ifade etmiştir. İkinci başvurucu ayrıca Sağlık Bakanlığı Hasta Hakları Ofisine başvurarak kızının yasal bir şekilde kürtaj işleminden faydalandırılması konusunda yardımcı olmalarını istediğinde bir bakanlık yetkilisi, başvurucunun kızının kürtaja rıza gösterdiğine dair belgede üç tanığın onayının olması gerektiğini belirtmiştir. İkinci başvurucu, söz konusu belgenin zaten üç tanık huzurunda imzalanmış olduğunu söylediğinde yetkili, tanıkların kimlik numaralarının da gerekli olduğunu ve faks ile gönderilen nüshanın noter tarafından tasdik edilmesi gerektiğini bildirmiştir. Son olarak Sağlık Bakanlığı başvuruculara kürtaj işlemi için Gdansk'taki bir devlet hastanesine gitmeleri gerektiğini bildirmiştir. AİHM, söz konusu hastanenin başvurucunun evinden yaklaşık 500 kilometre uzaklıkta olduğuna dikkat çekmiştir. AİHM, yasal bir tıbbi hizmetin sunulması konusunda böyle bir düzenlemeyi haklı gösteren herhangi bir gerekçe göremediğini ve başvuru dosyasında böyle bir hizmetin başvurucuların ikametgâhlarına yakın bir sağlık kuruluşunda mevcut olmadığına dair bir ifadeye bile yer verilmediğinin altını çizmiştir (P. ve S./Polonya, §§ 103-105).vii. AİHM; birinci başvurucunun yasal bir kürtaj işleminden yararlanma hakkı bağlamında meydana gelen olaylar sürüncemede bırakılarak ve karışıklığa neden olunarak sekteye uğratıldığını, başvuruculara yanıltıcı ve çelişkili bilgiler verildiğini, başvurucuların görüşleri ve talepleri doğrultusunda gerekli olan uygun ve nesnel tıbbi danışmanlık hizmetini alamadıklarını, hakkaniyetli bir çerçevede görüşlerini dile getirebilecekleri ve görüşlerinin uygun şekilde dikkate alınmasını sağlayabilecek belirli bir usulün de kendilerine temin edilmediğini belirtmiştir (P. ve S./Polonya, § 108). Öte yandan AİHM mevcut davada, Hükûmet tarafından ileri sürülen tazminat gibi sonradan açılabilecek davaların geriye dönük yeterli bir giderim sağlamadığına, hukuk mahkemelerindeki yargılamaların başvurucuların yasal kürtaj hakkına erişimi bağlamında haklarını savunabilmesine olanak tanıyacak etkili ve erişilebilir bir usul olmadığına kanaat getirmiştir (P. ve S./Polonya, § 110).viii. AİHM özellikle bir kadının gebeliğine son verme veya vermeme konusundaki kararını teşkil eden hususlar açısından zaman faktörünün hayati öneme sahip olduğunu açıklamış, uygulanmakta olan usulün bu tür kararların zamanında alınmasını sağlaması gerektiğine değinmiştir. AİHM mevcut davadaki belirsizliğin 1993 tarihli Kanun'la tanınan kürtaj hakkı hükmüne rağmen bu hükümde belirtilen gerekçeler temelinde kürtaj olma konusunda sağlanan teorik hak ile pratikteki uygulamasına ilişkin gerçek arasında büyük bir uyumsuzluğa neden olduğunu belirtmiştir. Mevcut davanın koşullarını dikkate alan AİHM, kamu otoritelerinin başvuruculara özel hayatlarına etkili şekilde saygı gösterilmesini sağlama yönündeki pozitif yükümlülüğünü yerine getiremediği sonucuna varmış; bu nedenle Sözleşme’nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (P. ve S./Polonya, §§ 111, 112). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31619 | Başvuru, mağdur olunan bir suç sonucu oluşan gebeliğin sonlandırılması talebinin sürüncemede bırakılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 21/11/2006 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası Yargıtayın 9/6/2015 tarihinde verdiği onama kararıyla sona ermiş ve karar kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18054 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, gerekçesiz kararlarla tutukluluk halinin devamına karar verilmesi, ilgisiz kişi ve suçlara ilişkin yargılamanın birlikte ve görevli olmayan mahkemece yürütülmesi nedeniyle Anayasa’nın , , ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 14/8/2013 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 31/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 18/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Bakanlık görüşünü 27/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucu vekiline 6/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı 6/3/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, suç işlemek için kurulan örgüt faaliyeti kapsamında 2006-2008 yıllarında Konya, Karaman, Afyonkarahisar, Kütahya başta olmak üzere farklı illerde kamu ihalelerine ve edimin ifasına fesat karıştırma suçlarını işlediği iddiasıyla 23/9/2008 tarihinde göz altına alınmış ve (CMK maddesi ile görevli) Adana Ağır Ceza Mahkemesince 27/9/2008 tarih ve 2008/44 Sorgu sayılı kararla tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 3/2/2009 tarih ve 2009/51 sayılı iddianamesiyle başvurucunun da aralarında olduğu 234 sanık hakkında Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/17 Esas sayılı dosyasında kamu ihaleleriyle ilgili 96 ayrı suç nedeniyle kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun suç örgütüne üye olma, kamu kurum veya kuruluşlarının ihalelerine fesat karıştırma, rüşvet vermek suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi, 2009/17 Esas sayılı dosyada 27/6/2013 tarihinde başvurucunun, suç örgütüne üye olmak, ihaleye fesat karıştırmak, rüşvet vermek suçlarından toplam 26 yılı aşan hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun isnat edilen bir kısım ihaleye fesat karıştırmak suçlarından ise beraatına karar verilmiştir. Başvuru konusu yargılama kapsamında hakkında dava açılan 234 sanıktan 117’sinin mahkûmiyete yeter delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatına, diğer sanıkların 1 yıl ila 180 yıl arasında değişen hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Başvurucu, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 27/6/2013 tarihli tutukluluk halinin devamına dair kararına itiraz etmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 10/07/2013 tarih ve 2013/417 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz reddedilmiştir. Karar başvurucuya 18/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Dava temyiz aşamasındadır. Bireysel başvuru 14/8/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) (Değişik: 11/4/2013-6459/12 md.) Kamu kurumu veya kuruluşları adına yapılan mal veya hizmet alım veya satımlarına ya da kiralamalara ilişkin ihaleler ile yapım ihalelerine fesat karıştıran kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Aşağıdaki hallerde ihaleye fesat karıştırılmış sayılır:a) Hileli davranışlarla; İhaleye katılma yeterliğine veya koşullarına sahip olan kişilerin ihaleye veya ihale sürecindeki işlemlere katılmalarını engellemek, İhaleye katılma yeterliğine veya koşullarına sahip olmayan kişilerin ihaleye katılmasını sağlamak, Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olduğu halde, sahip olmadığından bahisle değerlendirme dışı bırakmak, Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olmadığı halde, sahip olduğundan bahisle değerlendirmeye almak.b) Tekliflerle ilgili olup da ihale mevzuatına veya şartnamelere göre gizli tutulması gereken bilgilere başkalarının ulaşmasını sağlamak.c) Cebir veya tehdit kullanmak suretiyle ya da hukuka aykırı diğer davranışlarla, ihaleye katılma yeterliğine veya koşullarına sahip olan kişilerin ihaleye, ihale sürecindeki işlemlere katılmalarını engellemek.d) İhaleye katılmak isteyen veya katılan kişilerin ihale şartlarını ve özellikle fiyatı etkilemek için aralarında açık veya gizli anlaşma yapmaları.(3) (Değişik: 11/4/2013-6459/12 md.) İhaleye fesat karıştırma suçunun;a) Cebir veya tehdit kullanmak suretiyle işlenmesi hâlinde temel cezanın alt sınırı beş yıldan az olamaz. Ancak, kasten yaralama veya tehdit suçunun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca bu suçlar dolayısıyla cezaya hükmolunur.b) İşlenmesi sonucunda ilgili kamu kurumu veya kuruluşu açısından bir zarar meydana gelmemiş ise, bu fıkranın (a) bendinde belirtilen hâller hariç olmak üzere, fail hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.…” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. (4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık derhâl serbest bırakılır.(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”5271 sayılı Kanun’un maddesi (1) şöyledir:(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir. 5271 sayılı Kanun’un maddesi şu şekildedir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6437 | Başvurucu, gerekçesiz kararlarla tutukluluk halinin devamına karar verilmesi, ilgisiz kişi ve suçlara ilişkin yargılamanın birlikte ve görevli olmayan mahkemece yürütülmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. , 19. , 36. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararı ile zorlama hapsine ilişkin ek kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 12/9/2019 tarihinde öğrendikten sonra 16/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32069 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararı ile zorlama hapsine ilişkin ek kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
1- Başvuru, hükme esas alınan bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi ve eksik incelemeye istinaden karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.2- Başvurucu Van Albayrak Hudut Alay Komutanlığında uzman çavuş olarak görev yapmaktayken rahatsızlanması üzerine hastaneye sevkedilmiş ve hakkında düzenlenen 19/10/2010 tarihli sağlık raporunda "Her İki Kulakta 4000 (Dahil) Frekanstan İtibaren 60 DB Üzerinde Sensörinöral İşitme Kaybı" tanısıyla "TSK'da görev yapamaz." kararı alınmıştır. 20/12/2010 tarihi itibarıyla başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetleriyle (TSK) ilişiği kesilmiştir. Sağlık kurulu tarafından yapılan değerlendirme neticesinde; başvurucunun rahatsızlığının vazifesinin sebep ve tesiriyle meydana gelmediğine, 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun maddesi uyarınca adi malul olduğuna karar verilmiştir. Başvurucu rahatsızlığının görevinin neden ve etkisiyle meydana geldiğinden bahisle hakkında 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu uyarınca vazife malulü sayılması talebinde bulunmuş talebinin zımnen reddedilmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 23/2/2018 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; 26/12/2017 tarihli ara karar ile başvurucunun maluliyetine neden olan rahatsızlığın görevinin neden ve etkisiyle meydana gelip gelmediğinin saptanması amacıyla Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kurulundan uyuşmazlığa ilişkin rapor alındığı belirtilmiştir. Alınan raporda; yüksek frekanslardaki sensörinöral işitme kaybının görevi sırasında oluşmuş olabileceği, fakat daha öncesinde odyometri değerlendirmesi ve olay tutanağı olmadığı için işitme kaybının görev sırasında olup olmadığının belirlenemediği tıbbi kanaatine varıldığı yönünde görüş ve kanaat bildirildiği ifade edilmiştir. Bu durumda; başvurucunun maluliyetine neden olan rahatsızlığının görevinin neden ve etkisiyle meydana geldiğinin Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen raporla da ortaya konulamadığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca, başvurucunun söz konusu maluliyetine neden olan, ancak görevinin neden ve etkisiyle meydana geldiği ortaya konulamayan rahatsızlığının, dosyadaki bilgi ve belgeler ile yasal düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden 3713 sayılı Kanun'da tanımlanan şekilde terör eylemine muhatap kalması sonucu meydana gelmediği, dolayısıyla anılan Kanun hükümlerinden yararlandırılamayacağı anlaşıldığından, dava konusu işlemde bu yönüyle de hukuka aykırılık bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu, hükme esas alınan raporun kendisine tebliğ edilmediğini, gerekli belgelerin çalıştığı kurumdan alınmadığını ve Sosyal Güvenlik Kurumunun bildirdiği evrakla yetinildiğini ileri sürerek istinaf talebinde bulunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 8/10/2020 tarihinde Mahkeme kararını hukuka uygun bularak istinaf talebini reddetmiştir. Başvurucu nihai hükmü 5/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 26/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36425 | Başvuru, hükme esas alınan bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi ve eksik incelemeye istinaden karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kadastro davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/6/2013 tarihinde Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 14/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı/Bölüm tarafından 7/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 5/6/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Şanlıurfa merkeze bağlı İrice köyünde 33 parsel numaralı taşınmazın başvurucular adına tespit edilmesi üzerine Maliye Hazinesi tarafından Şanlıurfa Kadastro Mahkemesinde 7/7/1994 tarihinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. Bu dava Şanlıurfa Kadastro Mahkemesinin E.1994/1 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Şanlıurfa Kadastro Mahkemesinde 36 sayılı parsele ilişkin olarak açılan E.1994/2 sayılı dava dosyası, Mahkemenin 5/3/1996 tarihli ve E.1994/2, K.1996/1 sayılı kararıyla E.1994/1 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiştir. Şanlıurfa Kadastro Mahkemesinde 37 sayılı parsele ilişkin olarak açılan E.1994/3 sayılı dava dosyası, Mahkemenin 5/3/1996 tarihli ve E.1994/3, K.1996/2 sayılı kararıyla E.1994/1 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiştir. Şanlıurfa Kadastro Mahkemesinde 38 sayılı parsele ilişkin olarak açılan E.1994/4 sayılı dava dosyası, Mahkemenin 5/3/1996 tarihli ve E.1994/4, K.1996/3 sayılı kararıyla E.1994/1 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiştir. Şanlıurfa Kadastro Mahkemesinde 39 sayılı parsele ilişkin olarak açılan E.1994/5 sayılı dava dosyası, Mahkemenin 5/3/1996 tarihli ve E.1994/5, K.1996/4 sayılı kararıyla E.1994/1 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiştir. Şanlıurfa Kadastro Mahkemesinde 40 sayılı parsele ilişkin olarak açılan E.1994/6 sayılı dava dosyası, Mahkemenin 5/3/1996 tarihli ve E.1994/6, K.1996/5 sayılı kararıyla E.1994/1 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiştir. Şanlıurfa Kadastro Mahkemesinde 41 sayılı parsele ilişkin olarak açılan E.1994/7 sayılı dava dosyası, Mahkemenin 5/3/1996 tarih ve E.1994/7,K.1996/6 sayılı kararıyla E.1994/1 sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. Şanlıurfa Kadastro Mahkemesi 26/1/1999 tarihli duruşmada, Şanlıurfa Kadastro Mahkemesinin E.1994/1 sayılı dosyasında kayıtlı bulunandava dosyasının esasının kapatılarak Şanlıurfa Kadastro Mahkemesinin E.1999/11 sayılı dava dosyasına kaydedilmesine ve yargılamanın bu dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Şanlıurfa Kadastro Mahkemesinin E.1999/11sayılı dosyasına kaydedilen davadaki yargılama devam etmektedir. Başvurucular 11/6/2013 tarihindebireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun, B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4059 | Başvuru, kadastro davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7343 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 28/3/1997 tarihinde Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı taşınmazın tescili davasında on yıl sonra görevsizlik kararı verilerek dosyanın Asliye Hukuk Mahkemesine gönderildiğini, yargılamanın Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 18/11/2013 tarihinde Mardin Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 19/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 7/3/2014 tarihli görüş yazısı 17/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile A.T. ve S.T. arasında Kızıltepe Noterliğinde düzenlenen 14/8/1986 tarihli “Düzenleme Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi” ile anılan kişiler, murisleri olduğunu iddia ettikleri H.T.’den miras kalan taşınmazın satış vaadinde bulunmuşlar, başvurucu taşınmazın satış vaadini kabul etmiştir. Başvurucu, Maliye Hazinesi, E.G. ve S.T. aleyhine 28/3/1997 tarihinde Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, taşınmazı harici satış sözleşmesi ile satın aldığını, tapu malikinin mirasçı bırakmaksızın vefat ettiğini, 1968 yılından beri malik sıfatıyla taşınmazı kullandığını ileri sürerek, taşınmazın adına tescilini talep etmiştir. Mahkemece, 9/7/2007 tarih ve E.1997/76, K.2007/348 sayılı kararla; 19/6/2007 tarihinde yapılan keşfe göre taşınmazın değerinin Sulh Hukuk Mahkemesinin görev sınırını aştığı gerekçesiyle Mahkemenin görevsizliğine, talep halinde dosyanın Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Dava, Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/558 sayılı dosyasında devam etmektedir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8575 | Başvurucu, 28/3/1997 tarihinde Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı taşınmazın tescili davasında on yıl sonra görevsizlik kararı verilerek dosyanın Asliye Hukuk Mahkemesine gönderildiğini, yargılamanın Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucular, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarında başlatılan bir cezai soruşturma kapsamında 13/2/2012 tarihinde gözaltına alındıklarını ve 9/8/2012 tarihli iddianame ile Adana Ağır Ceza Mahkemesinde (TMK madde ile görevli) dava açıldığını belirtmektedir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen geçici madde uyarınca özel yetkili mahkemeler kaldırılmıştır. Aynı Kanun uyarınca bu mahkemelerde bulunan derdest dosyaların yetkili ve görevli mahkemelere devredilmesine karar verilmiş olması nedeniyle -bireysel başvuru tarihi itibarıyla- yargılamanın Adana Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye devam ettiği anlaşılmıştır. Başvurucular 18/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Süreç içinde Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2020 tarihli ve E.2014/191, K.2020/28 sayılı kararından, başvuruculardan A.Ç.nin üzerine atılı silahlı terör örgütüne yardım suçunu işlediği sabit olmadığı gerekçesiyle beraatine, aynı şekilde diğer başvurucuların da üzerilerine atılı silahlı terör örgütü üyeliği suçunu işledikleri sabit olmadığından beraatlerine karar verildiği anlaşılmaktadır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/109 | Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/12923 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/12923 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/12923 | Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmiş, bu konuda genel ve soyut normlar ihdas edilerek alınan tedbirlerin yanı sıra kişiler hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler tesis edilmiştir. Örneğin 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı OHAL KHK'sı) maddesinde yargı mensupları dışındaki tüm kamu personelinden (işçiler dâhil) terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca (MGK) devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin meslekten veya kamu görevinden çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61). Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS/Sözleşme); Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. OHAL'in uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50).B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular 1976 doğumlu başvurucu, 1994 yılından beri Türk Kızılay Derneği (Kızılay) isimli işverene bağlı şekilde hizmet sözleşmesiyle hemşire olarak çalışmaktadır. Kızılay Yönetim Kurulu 16/2/2017 tarihinde aldığı karar ile başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile irtibat içinde olduğu şüphesiyle 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrasını gerekçe göstermiş, başvurucunun iş sözleşmesini bildirimsiz ve tazminatsız şekilde feshetmiştir. Bu kapsamda düzenlenen fesih bildirimi, başvurucuya 20/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/3/2017 tarihinde iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek Kızılay aleyhine Uşak İş Mahkemesinde (Mahkeme) 4857 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca işe iade davası açmıştır. Başvurucu 4857 sayılı Kanun’da belirtilen geçerli fesih sebeplerinin bulunmadığını ileri sürmüş ve aynı Kanun'un maddesi uyarınca bu durumun tespiti ile işe iadesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkemece yargılama sırasında Uşak Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) ve Uşak Olağanüstü Hâl Bürosuna (OHAL Bürosu) müzekkereler gönderilmiş, Başsavcılık tarafından gönderilen 28/10/2017 tarihli cevapta başvurucu hakkında FETÖ/PDY üyeliği ile ilgili soruşturma bulunmadığı bildirilmiştir. Mahkeme 31/1/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü (Emniyet) tarafından OHAL Bürosuna gönderilen yazıda başvurucunun FETÖ üyesi olduğunun ve üst düzey kişiler için düzenlenen kırmızı listede yer aldığının bildirildiği, bu sebeple başvurucunun iş akdinin sonlandırılmış olmasında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde; OHAL Bürosu tarafından Mahkemeye gönderilen yazıda hiçbir kayıt sunulmadığını, hizmet sözleşmesinin sonlandırılmasının tek sebebinin boşanmış olduğu eşinin FETÖ irtibatlı derneğe bağış yapması olduğunu beyan etmiştir. Dilekçede ayrıca, isnat edilen örgüt üyeliği ile ilgili hiçbir ceza soruşturması yapılmadığını, bu nedenle KHK kapsamındaki kişiler arasında bulunmadığını belirten başvurucu; mahkeme kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 2/7/2018 tarihli kararında, OHAL Bürosu tarafından Mahkemeye gönderilen cevap yazısına atıfla başvurucunun kırmızı listedeki kişilerden olduğunun belirlenmesi nedeniyle işverenden iş akdinin sürdürülmesinin beklenemeyeceğini belirtmiştir. Daire, anılan sebeple ilk derece mahkemesince verilen kararı hukuka uygun bulmuş ve istinaf talebini reddetmiştir. Nihai karar 30/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru dosyasında ve UYAP kayıtlarında Emniyet tarafından OHAL Bürosuna gönderilen yazının bulunmaması nedeniyle Mahkemeye yazı yazılarak bu evrakın gönderilmesi istenmiştir. Mahkemenin gönderdiği yazının incelenmesinde kırmızı liste olarak belirlenen kategoride yer alan kişiler hakkında on kriter belirlendiği, yazının ekinde başvurucunun da isminin yer aldığı kırmızı listenin bulunduğu, bu listede eski eşiyle ilgili açıklama bulunmakla birlikte başvurucunun kendisi ile ilgili bir değerlendirme ve açıklama bulunmadığı görülmüştür. İlgili hukuk için bkz. Ayla Demir İşat, [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 43- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26241 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık cevabında, başvuru hakkında görüş bildirilmesine gerek görülmediği ifade edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Konya'nın Hadim ilçesine bağlı Bolat köyünde bulunan 127,61 m2 yüz ölçümlü bahçe vasfındaki 168 ada 18 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydına göre malikidir. Bağbaşı Barajı, Mavi Tüneli ve Hidroelektrik Santrali projesi çerçevesinde Bakanlar Kurulunun 18/12/2008 tarihli ve 27084 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan kararı ile anılan taşınmazın da bulunduğu alanda acele kamulaştırma yapılmasına karar verilmiştir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından 19/12/2008 tarihinde başvuruculara ait bu taşınmazın kamulaştırılmasına karar verilmiştir. DSİ tarafından 19/3/2009 tarihinde taşınmaza acele elkoyma talebinde bulunulmuş, Hadim Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 28/9/2009 tarihinde bu talebi kabul etmiştir. Mahkeme, mahallinde yapılan keşif sonucu taşınmazın değerini 880,51 TL olarak belirlemiş ve bu bedelin ödenmesi karşılığında taşınmaza acele elkonulmasına karar vermiştir. DSİ Kıymet Takdir Komisyonu 15/7/2009 tarihinde söz konusu taşınmazın kamulaştırma bedelini 854,99 TL olarak belirlemiş, başvurucular ile anlaşılamamasından dolayı satın alma usulü başarısız olmuştur. DSİ bunun üzerine 24/12/2013 tarihinde başvurucular aleyhine aynı Mahkemede kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır. Mahkeme dava konusu taşınmazda 27/5/2014 tarihinde bilirkişilerle keşif yapmıştır. Bilirkişi kurulunun 2/6/2014 tarihli raporunda, tarım arazisi niteliğinde olduğu değerlendirilen taşınmaz yönünden net gelir yöntemine göre yapılan hesaplama sonucu kamulaştırma bedelinin 357,31 TL olduğu görüşü bildirilmiştir. Mahkeme 4/12/2014 tarihinde temyiz yolu açık olmak üzere davanın kabulü ile taşınmazın tapu kaydının iptaline ve DSİ adına tapuya tesciline hükmetmiştir. Mahkeme kamulaştırma bedelinin ise 357,31 TL olarak tespitine ve daha önce ödenen 880,51 TL'nin mahsubu ile banka şubesine depo edilen bakiye 476,80 TL'nin başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. Kararda ayrıca bu bedele 25/4/2014 tarihinden itibaren kanuni faiz işletilmesi öngörülmüştür. Bunun yanında davacı idare lehine davalı başvuruculardan alınmak üzere 500 TL ve başvurucular lehine davacı idareden alınmak üzere yine 500 TL vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmiştir. Karar, davacı DSİ tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucular vekili 12/2/2015 tarihli temyize cevap dilekçesinde, davacı DSİ'nin temyiz itirazlarının yerinde olmadığını belirterek temyiz taleplerinin reddine karar verilmesini talep etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 6/6/2016 tarihinde, her bir davalı payına düşen temyize konu miktar karar tarihi itibarıyla 890 TL'yi geçmediğinden temyiz edilen kararın kesin olduğu belirtilerek temyiz dilekçesi reddedilmiştir. Nihai karar başvurucular vekiline 30/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 26/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13917 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, vekâleten yürütülen görevden alınarak asıl kadroya atanmaya ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada verilen iptal kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden başvuruya konu yargılama dosyasına ilişkin tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığında vekâleten Hukuk Daire başkanı olarak görev yapmakta iken bu görevden alınarak kendi kadrosu olan iletişim uzmanı kadrosuna atanmıştır. Başvurucunun anılan işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemi ile açtığı davada, Ankara İdare Mahkemesi 19/3/2014 tarihli ve E.2014/326 sayılı kararıyla başvurucunun atanmasına ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğu ve uygulanması hâlinde telafisi güç zararlar doğuracağı gerekçesiyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi gereğince yürütmenin durdurulmasına karar vermiştir. İdarenin karara karşı yapmış olduğu itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 5/5/2014 tarihli ve Y. İtiraz 2014/2798 sayılı kararıyla kabul edilmiş ve yürütmenin durdurulması kararı kaldırılmıştır. Bölge İdare Mahkemesi kararında, başvurucunun görevlendirilmesine yönelik işlemin, uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararına neden olacak işlemlerden olmadığı zira vekâleten görevlendirmenin hizmet gereği yapılan geçici bir uygulama olması nedeniyle vekâlet edilen kadro yönünden kazanılmış bir hak olarak görülemeyeceği; asaleten kazanılmış bir kadro unvanının kaybı ya da naklen atama niteliği taşımayan dava konusu işlemler hakkında Mahkeme kararında bu hususta gösterilen gerekçenin de belirtilen türden bir zararın doğmasına neden olmayacağı gerekçesine yer verilmiştir. Daha sonra davayı esastan inceleyen Ankara İdare Mahkemesi 17/6/2014 tarihli ve E.2014/326, K.2014/946 sayılı kararıyla dava konusu işlemi iptal etmiştir. Anılan iptal kararı üzerine idare 19/8/2014 tarihli işlem ile 6/3/2014 tarihli ve 28933 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen 2577 sayılı Kanun’un maddesi gereği Hukuk Daire başkanı kadrosuna asaleten atama yapıldığı gerekçesiyle başvurucuyu tekrar iletişim uzmanı olarak atamıştır. Başvurucu 11/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra Danıştay Beşinci Dairesinin 21/12/2015 tarihli ve E.2014/6595, K.2015/10699 sayılı kararıyla Ankara İdare Mahkemesinin anılan iptal kararı bozulmuştur. Daire gerekçesinde, hakkında adli soruşturma yürütülen ve asıl kadrosu iletişim uzmanı olan başvurucunun vekâlet görevinin sona erdirilmesi konusunda idarece sahip olunan takdir yetkisinin hukuka aykırı olarak kullanıldığı yolunda herhangi bir tespit bulunmadığı gözönüne alındığında hizmet gereği tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 31/5/2016 tarihli ve E.2016/2116, K.2016/2014 sayılı kararıyla bozmaya uymuş ve davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı temyiz etmemiş ve davanın reddine ilişkin karar kesinleşmiştir A. Ulusal Hukuk 2577 sayılı Kanun'un "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin (1) sayılı fıkrası, yürütmenin durdurulması kararı üzerine idarece uygulama yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan şekliyle şöyledir: "Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. (İptal cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 10/7/2013 tarihli ve E.: 2012/107 K.: 2013/90 sayılı Kararı ile.)(…) (Ek cümleler: 21/2/2014-6526/18 md.) Kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekâleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının gereği; dava konusu edilen kadronun boş olması hâlinde bu kadroya, boş olmaması hâlinde ise aynı kurumda kazanılmış hak aylık derecesine uygun başka bir kadroya atanmak suretiyle yerine getirilir. Eski kadro ile atandığı yeni kadro arasında mali haklar bakımından bir fark bulunması durumunda, bu fark 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 91 inci maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen usul ve esaslar çerçevesinde ödenir.” Anayasa Mahkemesi, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde yapılan değişiklik ile kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekâleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının gereğinin dava konusu edilen kadronun boş olması hâlinde bu kadroya, boş olmaması hâlinde ise aynı kurumda kazanılmış hak aylık derecesine uygun başka bir kadroya atanmak suretiyle yerine getirileceğine ilişkin kuralın Anayasa’nın , , ve maddelerine aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir (AYM, E.2014/86, K.2015/109, 25/11/2015). Kararın ilgili kısmı ise şöyledir:“ Anayasa’nın maddesine göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Buna göre, idare bağlı yetkiye sahiptir. İdarenin, yargı kararlarını uygulayıp uygulamama konusunda takdir yetkisi bulunmamaktadır. Bunun yanında idare, yargı kararını uygulamayı herhangi bir koşula da bağlayamaz. Aksine bir yaklaşım, iptal kararı ile ortadan kaldırılan işlemin sonuçlarını geçerli kılmak anlamına gelir. İdare iptal kararının gereğine göre yeni bir işlem yapmak ve iptal edilen işlemden doğan sonuçları ortadan kaldırmakla görevlidir. İdarenin başkaca bir tercih ve takdir hakkı yoktur. Kuşkusuz, ilgililerin atama ve benzeri işlemlere karşı dava açmalarının nedeni, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmek ve yargı kararı ile dava konusu işlemin hukuka aykırılığının tespiti halinde önceki görevlerine dönebilmektir. Oysa itiraz konusu kurallarla yargı kararlarının uygulanması “kadronun boş olması” koşuluna bağlanmıştır. Uygulamada ise söz konusu kadroların boş bırakılmama, bu kadroların söz konusu işlemler sonrası diğer kamu görevlileriyle doldurulma ihtimali çok yüksektir. Bu durumda yargı kararıyla dava konusu işlemin hukuka aykırılığı tespit edilmiş olsa bile kadro boş olmadığından bu karar uygulanamayacaktır. Dolayısıyla yargı kararlarının uygulanmasının bu şekilde kadronun boş olması koşuluna bağlanmış olması hak arama özgürlüğünü etkisiz hale getiren ölçüsüz bir sınırlamadır. Kural idarenin yargısal denetimini ve hak arama özgürlüğünü etkisiz bırakacağından, hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturduğu gibi idarenin bütün işlemlerinin yargı yoluyla denetlenmesi ve yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkelerini de ihlal etmektedir.”. 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: "Kararın bozulması, kararın yürütülmesini kendiliğinden durdurur."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme/AİHS) adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkeme hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Ancak AİHM içtihatlarında, icra edilmediğinden şikâyet edilen ve bu nedenle ihlale konu olan yargı kararlarının kesinliğine ve nihailiğine vurgu yapıldığı görülmektedir (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997 § 40; Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2012 § 34; Büker/Türkiye, B. No: 29921/96, 24/10/2000, §§ 28-34; Ahmet Kılıç/Türkiye, B. No: 38473/02, 25/7/2006, § 27). AİHM, üst mercilerin incelemesine tabi olabilecek ya da üst mahkemece bozulabilecek kararların Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının güvencesi altına alınmadığını açıkça belirtmektedir. Temyiz merciinin, ilk derece mahkemesi kararının uygulanmasını erteleme veya askıya alma gibi bir etkisinin olup olmadığına bakılmaksızın madde sadece nihai ve bağlayıcı mahkeme kararlarının uygulanmasını korur. Özellikle de temyiz merciinin, başvuranların taleplerini dayandırdığı kararı bozduğunu gözönünde bulundurarak iç hukuk tarafından uygulanması zorunlu olsa bile idarenin bu karara uymamasını maddenin gerekliliklerine aykırı olarak görmemektedir (Ouzounis ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 49144/99, 15/4/2002,§ 21). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14828 | Başvuru, vekâleten yürütülen görevden alınarak asıl kadroya atanmaya ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada verilen iptal kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutuklunun hastalığı ile görme yetersizliğinin ceza infaz kurumunda tutulmasına kesin olarak uygun olmamasına rağmen tutukluluğun devam ettirilmesi, ceza infaz kurumundaki tutma koşullarının da tutuklunun hastalığına ve görme yetersizliğine uygun olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Avukat olan başvurucu 10/5/1966 doğumludur. Başvurucu, İzmir Alsancak Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesi tarafından hakkında düzenlenen 9/12/2014 tarihli sağlık kurulu raporuna göre yüzde doksan görme engellidir. Ayrıca başvurucunun hemofili hastası olduğuna dair 18/4/2007 tarihli Antalya Devlet Hastanesi sağlık kurulu raporu da mevcuttur. Başvurucu, Mardin'de avukatlık yapmakta iken 22/11/2016 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanmıştır. Başvurucunun ceza infaz kurumundaki şartlardan ve her iki gözünün görme yetisinden yoksun olduğundan bahisle tahliye talebinde bulunması üzerine Mardin Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/12/2016 tarihli kararıyla serbest bırakılmasına karar verilmiştir. Tutukluluk hâli sona eren başvurucu, Mardin'den İzmir'e taşınmış ve avukatlık yapmaya devam etmiştir. Yukarıda anılan suç kapsamında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada 6/2/2018 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına İzmir Sulh Ceza Hâkimliğince karar verilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianame İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilmiş ve kovuşturma aşamasına geçilmiştir. Mahkeme 27/6/2018 tarihinde başvurucunun serbest bırakılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 8/6/2018 tarihinde Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun başvurucu ile ilgili olarak düzenlediği bir rapora dayanılmıştır. Bu raporda başvurucunun her iki gözünde görme kaybı olduğu, başkasının yardımına muhtaç olduğu ve ceza infaz kurumunda hayatını tek başına idame ettiremeyeceği belirtilmiştir. Başvurucu hakkında İzmir Katip Çelebi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen 14/3/2018 tarihli raporda rehabilitasyon tipi ceza infaz kurumunda kalmasının uygun olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 11/1/2021 tarihinde, başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan 8 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutuklanmasına karar vermiştir. Anılan karara yönelik istinaf ve temyiz talepleri reddedilerek karar 2/3/2022 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu müdafii; başvurucunun hemofili hastası olduğunu, görme yetisinin olmadığını, belirtilen gerekçelere dayanılarak daha önce tutukluluk hâlinin kaldırılmasına karar verilmesine rağmen Mahkemece tekrar tutuklanmasına karar verilmesinin kabul edilemez olduğunu ifade ederek tutuklama kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen İzmir Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun ceza infaz kurumundaki tutulma şartları konusunda ceza infaz kurumundan gerekli bilgileri istemiştir. Mahkemece anılan raporda başvurucunun ceza infaz kurumunda tek başına hayatını idame ettiremeyeceğinin belirtildiği vurgulanmış ve doğrudan tahliyesini gerektirir bir durumun bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, ceza infaz kurumundan gelen bilgiler doğrultusunda başvurucunun durumuna uygun klozetli bir bölümde, kendisine yardımcı olması için aynı suçtan tutuklu üç kişiyle birlikte tutulduğuna işaret ederek itirazı reddetmiştir. Anılan karar başvurucuya 22/1/2021 tarihinde tebliğ edilmiş, başvuru 29/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu tedbir talebinde bulunmuştur. 5/2/2021 tarihinde Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm tarafından başvurucunun adli yardım talebinin, yaşamının ve maddi ve manevi bütünlüğünün korunması için gerekli tedbirlerin alınmasına yönelik tedbir talebinin kabulüne, tahliye talebinin reddine karar verilmiştir. Bireysel başvuru tarihinden sonra başvurucu 26/5/2021 tarihinde tekrar Adli Tıp Kurumuna sevk edilmiştir. Anılan tarihte düzenlenen Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu raporunda 8/6/2018 tarihli rapora benzer şekilde başvurucunun hayatını tek başına idame ettiremeyeceği belirtilmiştir. Anılan ihtisas kurulunun başvurucu hakkında düzenlediği 28/9/2023 ve 31/1/2024 tarihli raporlar da aynı yöndedir. Başvurucu 8/7/2021 tarihinde Menemen R (Rehabilitasyon) Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Başvurucu 30/8/2021 tarihli dilekçesi ile Anayasa Mahkemesine R tipi ceza infaz kurumunda ihtiyaçlarını kendisinin karşıladığını, kimseyle konuşmasının mümkün olmadığını, gazete veya hakkındaki mahkeme kararlarını dahi okutabilecek kimseyi bulamadığını belirtmiş ve F tipi ceza infaz kurumuna naklinin kendisi açısından daha iyi olacağını dile getirmiştir. Başvurucu 25/11/2022 tarihinde İzmir 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3520 | Başvuru, tutuklunun hastalığı ile görme yetersizliğinin ceza infaz kurumunda tutulmasına kesin olarak uygun olmamasına rağmen tutukluluğun devam ettirilmesi, ceza infaz kurumundaki tutma koşullarının da tutuklunun hastalığına ve görme yetersizliğine uygun olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; mahpusun avukatı ile yaptığı görüşmenin görevliler tarafından izlenmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, görüşme sonrasında tutulan tutanak doğrultusunda verilen disiplin cezasına karşı yapılan şikâyetin reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Celaleddin Kolutek 3/12/2021 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun eşi Fadime Kolutek, 6/11/2023 tarihinde kayda giren dilekçesiyle kendisi ve velayeten çocukları (Ömer Selahaddin Kolutek, Nureddin Kolutek, Alaaddin Kolutek) adına başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Olağanüstü Hal Sürecinde Uygulanan Tedbirler Ülkemizin 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmasına ilişkin süreç, Millî Güvenlik Kurulu kararları, darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) süreci ve bu süreçte uygulanan tedbirler Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında detaylı şekilde yer almaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-66; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10; ayrıca bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararı). OHAL sürecinde soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ve mahpusların birtakım haklarının kısıtlanmasına yönelik genel ve soyut normlar ihdas edilmiştir. 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı OHAL KHK'sı) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümü'nde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlardan tutuklu olanların olağanüstü hâlin devamı süresince avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı hâlinde tutuklu ile avukatının yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabileceği düzenlenmiştir. Ayrıca anılan maddede, tutuklunun yaptığı görüşmenin belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması hâlinde görüşmeye son verileceği, bu hususun gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanacağı ve tutanak tutulması durumunda tutuklunun avukatlarıyla görüşmesinin sulh ceza hâkimliğince yasaklanabileceği belirtilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS, Sözleşme); Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50).B. Başvurucu Hakkında Verilen Disiplin Cezasına İlişkin Süreç Müteveffa başvurucu Celaleddin Kolutek hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış ve bu soruşturma kapsamında başvurucu 17/7/2016 tarihinde tutuklanarak Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı tarafından FETÖ/PDY üyeliği suçlamasıyla ceza infaz kurumunda bulunan tutukluların avukatları ile yapacakları görüşmelerin 667 sayılı OHAL KHK'sının maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca izlenebileceği yönünde 27/7/2016 tarihli bir karar alınmıştır. Başvurucunun 20/9/2016 tarihinde avukatıyla yapmış olduğu görüşme, zikredilen karar kapsamında Ceza İnfaz Kurumunda görevli personel tarafından izlenmiştir. Görüşmenin akabinde ilgili personel tarafından tutulan tutanakta başvurucunun avukatıyla yaptığı görüşme esnasında "Burada dilekçelerimiz dışarıya gönderilmiyor, revire çıkarılmıyor, bir şey söylüyorsun anlamıyorlar, spor atölye gibi sosyal faaliyetlerden faydalandırmıyorlar. Ben hakimim buradaki memurlar karşımda sigara içiyorlar içemezler. Bu şekilde psikolojik işkence uyguluyorlar geldiğim cezaevinde kimse karşımda sigara içemiyordu. Bunlar kendini ne sanıyorlar, siz kimsiniz. Avukat bey bunları not edin. Bunların hepsinden hesap soracağım. Oylum oylum oyulacaklar haberleri yok. Ben göreve dönünce bunlara yapacağımı biliyorum. Buradaki arkadaşlarımın hepsi hakim, savcı ve öğretmenden oluşuyor. Ona göre davranacaklar. Bunların hepsinden tazminat alacağım." şeklinde ifadeler kullandığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından sarf edildiği iddia edilen ifadeler nedeniyle Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunca 21/9/2016 tarihinde disiplin soruşturması başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucudan üç gün içinde savunmasını sunması talep edilmiş ve başvurucu, 24/9/2016 tarihinde savunma dilekçesini sunmuştur. Ayrıca muhakkik tarafından ilgili personelin ifadesi alınmış ve soruşturma neticesinde görevli memura yönelik hakaret ve tehdit eyleminde bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (j) bendi uyarınca beş gün süreyle hücreye koyma cezası verilmiştir. Karara karşı başvurucu, 9/11/2016 tarihinde Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyet dilekçesi sunmuş ve işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek kaldırılmasını talep etmiştir. Başvurucu, avukatıyla yaptığı görüşmelerin gizli olması gerektiğini, bu ilkeye uygun davranılmadığını ileri sürmüştür. İnfaz Hâkimliğince başvurucunun yaptığı görüşmeyi izleyen iki personel ile başvurucunun avukatı tanık olarak dinlenmiştir. Ayrıca kamera kayıtları talep edilmiş ancak avukat görüş yerlerinde kameraların mevcut olmaması nedeniyle kamera kaydı dosyaya sunulamamıştır. İnfaz Hâkimliği, Kurum tarafından verilen disiplin cezasının hukuka uygun olduğunu ve isabetsizlik bulunmadığını belirterek 28/3/2017 tarihinde şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara karşı yapılan itiraz, usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 24/4/2017 tarihli kararıyla kesin şekilde reddedilmiştir. Nihai karar 28/4/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 667 sayılı OHAL KHK'sının "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...d) Tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve tâlimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. Tutuklunun yaptığı görüşmenin, belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. Tutuklu hakkında, tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemiyle tutuklunun avukatlarıyla görüşmesi sulh ceza hâkimliğince yasaklanabilir. ..." 5275 sayılı Kanun'un "Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir....h) Kanunlarda gösterilen tutum, davranış ve eylemler ile kurum düzenini ihlâl edenler hakkında Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır. Cezalara, Kanunda belirtilen merciler, sürelerine uygun olarak hükmederler. Cezalara karşı savunma ve itirazlar da Kanunun gösterdiği mercilere yapılır. ..." 5275 sayılı Kanun'un "Hücreye koyma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hücreye koyma cezası, hükümlünün eylemlerinin nitelik ve ağırlığına göre bir günden yirmi güne kadar, açık havaya çıkma hakkı saklı kalmak üzere, geceli ve gündüzlü bir hücrede tek başına tutulması ve her türlü temastan yoksun bırakılmasıdır. (2) Bir günden on güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:...j) Kurum görevlilerine hakaret veya tehditte bulunmak. ..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ..., 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin her bireyin diğerleriyle ve dış dünya ile ilişki kurması ve geliştirmesi için yaklaşımda bulunma hakkını yani özel sosyal hayat hakkını da kapsadığını vurguladıktan sonra bir kişinin hukuki yardım bağlamında bir avukatla iletişim kurma hakkının, bu tür bir etkileşimin amacının bir bireyin hayatı hakkında bilgiye dayalı karar vermesine imkân sağlamak olduğu için özel hayat kapsamına girdiğine hükmetmiştir. AİHM'e göre ayrıca avukata iletilen bilgilerin çoğunlukla mahrem ve kişisel meseleleri veya hassas konuları içermesi nedeniyle davalarına yardım bağlamında ya da genel hukuki tavsiye bağlamında bir avukata danışan bireylerin avukat ile iletişimlerinin özel ve gizli olması yönündeki beklentileri makul olarak kabul edilmelidir (Altay/Türkiye (No.2), B. No: 11236/09, 9/4/2019, § 49). AİHM mahpuslar ve avukatları arasındaki sözlü ve yazılı iletişimin, Sözleşme’nin maddesi altında imtiyazlı olduğunu ve avukat müvekkil gizliliği ilkesinin gözetilmesini temel kural olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre bir kişinin avukatıyla gizli iletişimi, savunma hakkının önemli bir güvencesi olması nedeniyle Sözleşme tarafından korunmaktadır ve bu bağlamda mahpusun avukatı ile ceza infaz kurumu yetkililerinin işitemeyeceği bir şekilde özgürce görüşebileceği koşullarının sağlanması gerekmektedir. AİHM'e göre mahpuslar sadece süregiden davalara ilişkin meseleler bakımından değil ayrıca maruz kaldıkları tacizleri bildirme bakımından da misillemeye maruz kalabilecekleri korkusuyla görevlilerin huzurunda avukatlarıyla görüşme konusunda çekingen hissedebilirler (Campbell/Birleşik Krallık, B. No:13590/88, 25/3/1992, § 46; Altay/Türkiye (No.2), §§ 50, 51). AİHM, avukatla gizli iletişim hakkının mutlak olmadığını ve kısıtlamalara tabi olabileceğini de kabul etmektedir. AİHM'e göre öngörülen sınırlamaların hakkın özünü zedeleyecek ve etkililiğini ortadan kaldıracak kadar hakkı etkilemediğinden söz edebilmek için sınırlamaların ilgilendirdiği kişiler için öngörülebilir olduğunun, Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrası uyarınca meşru amaç ya da amaçlar güttüğünün ve güdülen amaçlarla orantılı olmak bakımından demokratik bir toplumda gerekli olduğunun ortaya konulması gerekmektedir. Bununla birlikte AİHM; avukatla gizli iletişim hakkına müdahalenin izin verilen sınırlarının değerlendirilmesinde devletin takdir yetkisinin dar olduğunu, sadece ciddi bir suçun önlenmesi ya da ceza infaz kurumu güvenliğinin ağır ihlali gibi olağan dışı durumlarda anılan hakkın sınırlandırılmasının meşru görülebileceğini belirtmektedir (Altay /Türkiye (No.2), § 52). Nitekim AİHM, avukatlarıyla yaptıkları görüşmeleri izlenen ve kaydedilen başvurucuların özel hayata saygı haklarının ihlal edildiği iddiasıyla yaptıkları başvuruda; avukatla yapılan görüşmelerin izlenip kaydedilmesi şeklindeki tedbire ilişkin iç hukuk düzenlemelerinde bu tür tedbirlerin ne zaman sona ereceğinin belli olmadığını ve bu tedbirlerin gözden geçirilmesini öngören bir mekanizmanın mevcut olmadığını, bunun yanı sıra şikâyet konusu tedbirin dayanak düzenlemede öngörülen Cumhuriyet savcısı tarafından alınan bir karara dayanma şartını da taşımadığını ve tedbirlere ilişkin kararlarda bireyselleştirilmiş gerekçelerin bulunmadığını belirterek ihlal sonucuna ulaşmıştır (Canavcı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 24074/19, 14/11/2023, §§ 91-109). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25008 | Başvuru, mahpusun avukatı ile yaptığı görüşmenin görevliler tarafından izlenmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, görüşme sonrasında tutulan tutanak doğrultusunda verilen disiplin cezasına karşı yapılan şikâyetin reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 31/7/2013 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8336 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, destekten yoksun kalma tazminatının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 6/6/2012 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/4/2019 tarihli kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 21/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22287 | Başvuru, destekten yoksun kalma tazminatının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, haksız gözaltı tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 28/1/2011 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla gözaltına alınmış ve 31/1/2011 tarihinde serbest bırakılmıştır. Bu soruşturma neticesinde açılan davada başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu 11/6/2013 tarihinde haksız olarak gözaltına alınması nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının ödenmesi istemiyle tazminat davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yapılan yargılama sonucunda verilen kararın Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) tarafından bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, anılan karar Dairenin 11/1/2021 tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir. Başvurucu nihai kararı 2/3/2021 tarihinde öğrenmiş ve 12/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/13674 | Başvuru, haksız gözaltı tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/58775 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ulusal marker seviyesi geçersiz akaryakıt bulundurma gerekçesiyle idari para cezası uygulanması işleminin iptali talebiyle açılan davada davanın çözümüne etkili iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, lisanslı akaryakıt istasyonu sahibi ve işletmecisidir.A. Olayın Arka Planı Enerji Piyasası Düzenleme Kurumuna (EPDK) bağlı ekipler tarafından 18/6/2007 tarihinde başvurucunun işlettiği akaryakıt istasyonundan numuneler alınarak analiz için Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Marmara Araştırma Merkezi Enerji Enstitüsüne (TÜBİTAK) gönderilmiştir. Anılan Merkezce numuneler üzerinde yapılan inceleme sonucunda akaryakıttaki ulusal marker seviyesinin geçersiz olduğu tespit edilmiş ve akaryakıt istasyonu mühürlenmiştir. EPDK başvurucunun savunmasını aldıktan sonra 2/9/2010 tarihli kararla başvurucuya 000 TL idari para cezası uygulamıştır. EPDK kararında, başvurucuya ait akaryakıtın "yeterli seviyede ulusal marker içermediği ve teknik düzenlemelere aykırı olduğu" kabul edilmiştir. Kararda başvurucunun 4/12/2003 tarihli ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun maddesinin dördüncü fıkrasının (ı) bendi ile maddesini ihlal ettiği ifade edilmiştir. Kararda sonuç olarak başvurucuya 5015 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinin (4) numaralı alt bendi uyarınca ceza uygulandığı belirtilmiştir. Başvurucunun 7/9/2007 tarihinde yaptığı müracaat üzerine Manisa Sanayi Ticaret ve İl Müdürlüğü ekiplerince numune alınan istasyona gelinerek 11/9/2007 tarihli tutanak düzenlenmiştir. Başvurucunun deposunun mührü sökülmüş ve seviye tespiti yapılarak tank tabanında yaklaşık 10 cm yükseklikte su ile karışık motorin olduğunun tespit edilmesinin akabinde depo yeniden mühürlenmiştir. B. Ceza Yargılaması Süreci Olayla ilgili olarak suç duyurusunda bulunulması üzerine Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmış, 21/7/2009 tarihli ve 2009/1682 Esas sayılı iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulü ile Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) ceza yargılaması başlamıştır. Ceza Mahkemesi başvurucu vekilinin talebi üzerine EPDK, Türk Standartları Enstitüsü, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Ölçüler ve Standartlar Genel Müdürlüğünden bilgi ve belge talebinde bulunmuştur. Yazılan müzekkerelerde marker seviyesinin ölçülmesi amacı ile yapılan kontrollerde akaryakıt seviyesinin 10 cm altında olması durumunda numune alınıp alınmadığı, bu seviyenin su seviyesi olarak bilinip bilinmediği, her depoda bu seviyede su ve yakıt tortusu bulunup bulunmadığı ve bu seviyeden alınacak numunenin sağlıklı sonuç verip vermeyeceğinin sorulduğu anlaşılmıştır. Gelen cevaplarda özetle yakıt depolarından alınan numunenin belli bir seviyenin altında kalan yakıttan alınması durumunda tanklarda bulunması muhtemel dip suyu ve dip tortusu seviyesi, deponun kapasitesi, taban çapı, temizlenme sıklığı, içindeki yakıt miktarı, yakıt dolum-boşaltım sıklığı gibi nedenlere bağlı olarak numunenin alındığı ürünü temsil etmeyebileceğinin belirtildiği görülmüştür. Ceza Mahkemesinin E.2009/192 sayılı dosyası üzerinden yürütülen yargılamada başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Ceza Mahkemesi, ilgili kurumlara yaptığı müzekkerelere verilen cevapları da gözönüne alarak ve TÜBİTAK analiz raporunun kaynağı olan numunenin asıl ürünü temsil edecek seviyenin üzerinde dolu olan tanktan usulüne göre alınıp alınmadığı hususunda şüphe olduğunu, aşılamayacak şüphenin de sanık lehine yorumlanmasının temel ceza hukukunun gereği olduğunu gözeterek müsnet suçun işlendiğine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı kanaatine varmıştır. Ceza Mahkemesinin 23/2/2010 tarihli bu kararı temyiz edilmeden kesinleşmiştir. İptal Davası Süreci Başvurucu 2/8/2012 tarihinde hakkında uygulanan 000 TL idari para cezasının iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu; açtığı davada, numunesi alınan akaryakıtın bulunduğu depodaki seviye dikkate alındığında analizin sağlıklı bir sonuç vermeyeceğini ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi 22/3/2013 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. İdare Mahkemesinin gerekçesi şu şekildedir: “…bayilik lisansı sahibi olan davacıya ait akaryakıt istasyonunda yapılan denetimde pompadan alınan akaryakıt numunesinin TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Enerji Enstitüsü'nce analizi sonucu, numunenin ulusal marker seviyesinin geçersiz çıktığı ve teknik düzenlemede yer alan özelliklere uygun olmadığı yönünde rapor tanzim edildiği anlaşılmıştır.Bu durumda; analize tabi tutulan akaryakıt numunesinin ulusal marker seviyesinin geçersiz çıktığı ve teknik düzenlemelere de uygun olmadığının tespit edilmesi karşısında, 5015 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca işlem tesis edilebilmesi için gerekli olan teknik düzenlemelere aykırılık ve ulusal marker geçersizliği şartlarının bir arada bulunduğu anlaşıldığından, tesis edilen uyuşmazlık konusu Kurul kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.” Başvurucu, karara karşı temyiz yoluna gitmiştir. Temyiz dilekçesinde; ulusal marker seviyesinin tespiti için gerekli olan numunenin tabandan 10 cm yüksekliğe kadar olan kısımdan alınmasının yasak olduğunu, bu numunenin sağlıklı sonuç vermeyeceğini, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan ceza yargılamasında da aynı gerekçe ile hakkında beraat kararı verildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca ceza yargılamasında davalı EPDK Petrol Piyasası Daire Başkanlığı, Türk Standartları Enstitüsü, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Ölçüler ve Standartlar Genel Müdürlüğü tarafından mahkemeye ibraz edilen dilekçelerde, akaryakıt seviyesinin 10 cm'nin altında olan bir tanktan numune alınması hâlinde tankın dibindeki dip suyu ve dip tortusu numunenin içine gireceğinden numunenin sağlıklı olmayacağının belirtildiğini vurgulamıştır. Danıştay Onüçüncü Dairesi (Daire) 16/5/2019 tarihli kararıyla İdare Mahkemesi kararını ayrı bir gerekçe belirtmeksizin onamıştır. Başvurucu, temyiz aşamasında ileri sürdüğü aynı iddialarla bu kez Danıştaya karar düzeltme başvurusunda bulunmuştur. Daire ayrı bir gerekçe belirtmeksizin 3/12/2019 tarihli kararıyla karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir. Nihai karar 29/12/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç Anayasa Mahkemesi 2018/18975 numaralı bir başka bireysel başvuru dosyasında 2/4/2021 tarihinde EPDK'ya müzekkere yazmıştır. Müzekkereyle şunları sormuştur: i. Akaryakıta veya akaryakıtla harmanlanan ürünlere ulusal marker ekleme metodunun ne olduğu ve sistemin nasıl işlediğiii. Ulusal marker ekleme sürecinde akaryakıt bayilerinin bir rolünün bulunup bulunmadığı, sürece bir dahlinin söz konusu olup olmadığıiii. Yurt içinde pazarlanacak akaryakıta veya akaryakıtla harmanlanan ürünlere rafineri çıkışında veya serbest dolaşıma girişinde rafinericilerce ve dağıtıcılarca ulusal marker eklenmesi sırasında ya da sonrasında homojenleşmeme veya tabakalaşma benzeri teknik sorunların ortaya çıkmasının mümkün olup olmadığı, bu tür sorunların kamu otoritelerince yapılan denetim sırasındaki ölçümlerde tespitinin mümkün olup olmadığıiv. Bu tür sorunların ortaya çıkması teknik olarak olası ise akaryakıt bayilerinin işyerlerinde yapılan denetim sırasında ulusal marker seviyesinin geçersiz olduğu yolundaki tespitlerde bayinin bu hatanın kendisinden kaynaklanmadığını ileri sürebilme ve teknik olarak ispatlayabilme imkânı olup olmadığıv. Ulusal marker seviyesinin geçersiz olduğu biçiminde bir tespitin yapılması hâlinde bunun her hâlükârda lisans sahibinin akaryakıtı rafineri veya kanuna uygun, ithalat dışındaki yollarla temin ettiğinin işareti olarak kabul edilmesinin gerekip gerekmediği, diğer bir ifadeyle ulusal marker seviyesinin geçersiz çıkmasının akaryakıtın bayinin deposuna boşaltılmasından önceki aşamada yaşanan bazı teknik sorunlardan kaynaklanması ihtimalini kesin olarak dışlayıp dışlamadığı EPDK gönderdiği 21/4/2021 tarihli cevapta özetle şunları ifade etmiştir:i. Rafinerici ya da dağıtıcı lisans sahiplerine teslim edilen ulusal marker, uygulama kapsamındaki ürünlere rafineri çıkışında, gümrük girişinde veya ilk defa ticari faaliyete konu edileceği diğer tesislerde konsantrasyonda olacak şekilde ilgili lisans sahipleri tarafından bağımsız gözetim firması nezaretinde eklenmektedir. Ulusal marker ekleme işlemleri otomatik dozaj kontrollü enjeksiyon cihazları kullanılmak suretiyle yapılmaktadır. Ekleme işlemi tamamlandıktan sonra ve akaryakıt piyasaya arz edilmeden önce yeterli şart ve seviyenin sağlanıp sağlanmadığı lisans sahiplerince kendi ellerindeki cihazlarla (marker K+) kontrol edilmektedir. Ulusal markere ilişkin saha denetimlerinde ulusal marker kontrol cihazları (marker XP+) kullanılmaktadır. Denetim sonucunda alınan numuneler akredite laboratuvarlarda marker referans cihazlarıyla kontrol edilmektedir. Akaryakıt içindeki ulusal marker seviyesinin belirlenmesinde nihai olarak akredite laboratuvarlarda yapılan ölçümler esas alınmaktadır. ii. Bayilik lisansı sahiplerinin ulusal marker ekleme sürecinde herhangi bir yükümlülükleri bulunmamaktadır. Bununla birlikte bayilik lisansı sahiplerinin ulusal marker seviyesine uygun akaryakıt bulundurma yükümlülükleri mevcuttur. iii. Rutin ulusal marker ekleme işlemleri sırasında homojenleşme sağlanmakla birlikte istisnai olarak enjeksiyon sisteminden kaynaklı olarak homojen karışmama ve tabakalaşma gibi teknik sorunlarla karşılaşılabilmektedir. Bu gibi sorunlar henüz tank açılmadan lisans sahipleri tarafından tespit edilebildiğinden TÜBİTAK ile iletişime geçilmekte ve TÜBİTAK'ın yönlendirmesi doğrultusunda hareket edilmektedir. Lisans sahipleri tarafından marker K+ cihazıyla yapılan kontrolde sonucun geçersiz çıkmasının homojenleşememe veya tabakalaşma benzeri teknik sorunlardan kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespiti mümkün değildir. iv. Akaryakıt bayilerinin işyerlerinde yapılan denetim sırasında ulusal marker seviyesinin geçersiz olduğu yolundaki tespitlerde bayinin bu hatanın kendisinden kaynaklanmadığını ileri sürebilme ve teknik olarak ispatlayabilme imkânı vardır. Kurum tarafından yapılan ön araştırma ve incelemede bayinin savunması değerlendirilmekte ve bunun sonucuna göre hareket edilmektedir. v. Ulusal marker ekleme ve denetim sistemi gözetildiğinde ulusal marker seviyesinin geçersiz çıkmasının akaryakıtın bayinin deposuna boşaltılmasından önceki aşamada yaşanan bazı teknik sorunlardan kaynaklanması ihtimalini devre dışı bıraktığı değerlendirilmektedir. A. Ulusal Hukuk 5015 sayılı Kanun'un "Lisans sahiplerinin temel hak ve yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin dördüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanuna göre faaliyette bulunanlar;...ı) Piyasa faaliyetlerinde, Kurulun belirleyeceği teknik düzenlemelere uygun akaryakıt sağlamak,...l) Kaçak akaryakıt veya sahte ulusal marker elde etmeye, satmaya ya da herhangi bir piyasa faaliyetine konu etmeye yarayacak şekilde lisansa esas teşkil eden belgelerde belirlenenlere aykırı sabit ya da seyyar tank, düzenek veya ekipmanı bulundurmamak,İle yükümlüdür." 5015 sayılı Kanun'un "Bayiler" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: "Bayiler lisanslarının devamı süresince;a) Bayisi olduğu dağıtıcı haricinde diğer dağıtıcı ve onların bayilerinden akaryakıt ikmali yapılmaması,b) Tağşiş ve/veya hile amacıyla akaryakıta katılabilecek ürünlerin akaryakıta katılmaması ve istasyonunda bulundurmaması,İle yükümlüdür." 5015 sayılı Kanun'un "Ulusal marker" kenar başlıklı maddesinin 6455 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik hâli şöyledir: "Yurt içinde pazarlanacak akaryakıta veya akaryakıtla harmanlanan ürünlere rafineri çıkışında veya serbest dolaşıma girişinde rafinericilerce ve dağıtıcılarca Kurumun belirleyeceği şart ve özellikte ulusal marker eklenir. Biyoyakıt ilk üretim merkezleri ile tasfiye edilecek akaryakıt için ulusal marker ekleme noktaları Kurum tarafından belirlenir. Ulusal marker ekleme işlemleri Kurumca yetki verilen bağımsız gözetim firmalarının nezaretinde Kurumun belirleyeceği usul ve esaslara göre yapılır. Ulusal marker ekleme işlemlerinde meydana gelecek usulsüzlüklerden lisans sahibi ile bağımsız gözetim firmaları müştereken sorumludur.Ulusal marker eklemekle yükümlü lisans sahipleri, her yıl kasım ayı içinde takip eden yıla ait pazarlama projeksiyonlarını Kuruma bildirir ve bu projeksiyona göre Kurumca temin edilecek ulusal marker, Kurumca belirlenecek usul ve esaslara göre akaryakıta eklenmek üzere ilgili lisans sahiplerine teslim edilir.Kurum, ulusal marker ve idarî ve teknolojik yöntemler ile bir denetim sistemini kurar. Valilikler, görevli elemanların başvurusu halinde denetim amaçlı alınacak numunelerin kullanıcı ve bayilerden alınmasını ve emniyetini sağlamakla yükümlüdür. Numunelerde yapılacak testlerde ulusal markerin gerektiği şart ve seviyede bulunmadığı laboratuvar analizi ile tespit edildiğinde, 19 uncu madde hükümleri uygulanır." Anılan maddenin dördüncü fıkrasının 6455 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilmeden önceki hâli şöyledir: "Numunelerde yapılacak testlerde ulusal markerin gerektiği şart ve seviyede bulunmadığı ve alınan numunelerin laboratuar analizi ile teknik düzenlenmelere uymadığı tespit edildiğinde, 19 uncu madde hükümleri uygulanır." 5015 sayılı Kanun'un "İdari para cezaları" kenar başlıklı maddesinin işlem tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanuna göre idari para cezalarının veya idari yaptırımların uygulanması, bu Kanunun diğer hükümlerinin uygulanmasına engel oluşturmaz. Bu Kanuna göre verilen ceza ve tedbirler diğer kanunlar gereği yapılacak işlemleri engellemez.Bu Kanuna göre;a) Aşağıdaki hallerde, sorumlulara bir milyon Türk Lirası idari para cezası verilir:...3) 18 inci maddenin ihlali.... " B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Necat Kaya, B. No: 2017/31072, 20/10/2020, §§ 30- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5094 | Başvuru, ulusal marker seviyesi geçersiz akaryakıt bulundurma gerekçesiyle idari para cezası uygulanması işleminin iptali talebiyle açılan davada davanın çözümüne etkili iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklu olan başvurucunun avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla kayda alınması ve infaz memuru tarafından görüşmenin izlenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından başvurucunun avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla kayda alınması ve buna bağlı olarak tutukluluğun hukukiliğine etkili bir şekilde itiraz edememesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna, ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Öğretmen olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 26/4/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 8/5/2017 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başsavcılık 6/10/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul etmiş ve E.2017/385 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 16/2/2018 tarihinde başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiş, başvurucunun bu karara itirazını Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 16/3/2018 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu anılan kararın 22/3/2018 tarihinde tebliğ edildiğini bildirmiştir. Başvurucu 19/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 25/12/2018 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Emre Ayhan, B. No: 2016/80704, 13/2/2020, §§ 32- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10651 | Başvuru, tutuklu olan başvurucunun avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla kayda alınması ve infaz memuru tarafından görüşmenin izlenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, temyiz itirazlarının Yargıtayca incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Medikal Kozmetik ve Dış Ticaret Ltd. Şti. (Şirket), 24/8/2005 tarihinde iki ortaklı olarak kurulan ve kozmetik sektöründe faaliyet gösteren bir firmadır. Şirket ile İzmir'de aynı alanda faaliyet gösteren P... S... Sağlıklı Zayıflama ve Estetik Merkezi Sanayi Ticaret Ltd. Şti. (Bayi) arasında 21/2/2007 tarihinde MBR & MSB Yetkili Bayi Sözleşmesi (sözleşme) imzalanmıştır. Başvurucu Şirket, Bayinin makul ve kabul edilebilir ölçüde mal siparişinde bulunmadığını belirterek 8/1/2008 tarihinde sözleşmeyi feshetmiştir. Bayi; başvurucu Şirketin sözleşmeyi haksız olarak feshettiğini, sözleşmeden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle zarara uğradığını belirterek İzmir Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Mahkeme 25/2/2010 tarihli kararla, davalı Şirketin sözleşmeyi fesihte haksız olduğunu, edimin ifa edilmemesi nedeniyle uğranılan zararları tazmin etme yükümlülüğünün bulunduğunu tespit ederek davayı kabul etmiştir. Başvurucu, Mahkemenin davaya bakmakta yetkili olmadığını, davacı Bayinin ticari defterlerlerinin lehe delil niteliğinde olmadığını, bilirkişi raporlarının hatalı olduğunu, bedelsiz ürün teslimine ilişkin yemin teklif etme haklarının hatırlatılmadığını, zarar miktarının tespitinde yanlışlık yapıldığını belirterek 13/5/2010 tarihli dilekçeyle kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 20/12/2010 tarihli ilamında, bilirkişilerin şahsına yapılan itirazlar da gözetilerek yeni bir bilirkişi heyetinden denetime elverişli rapor aldırılması gerektiğini belirterek hükmü bozmuş; bozma nedenine göre başvurucunun diğer temyiz iddialarının (bkz. § 13) şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar vermiştir. Mahkeme bozma ilamına uyarak yeniden seçilen bilirkişi heyetine rapor düzenletmiş, 13/11/2012 tarihinde, önceki karardaki gerekçeyle (bkz. § 12) davayı kabul etmiştir. Başvurucu, bozmadan önceki temyiz iddialarını yineleyerek 20/2/2013 tarihli dilekçeyle kararı temyiz etmiş; Yargıtay Hukuk Dairesi 5/3/2014 tarihli ilamında, başvurucunun bozma kapsamı dışında kalan ve kesinleşmiş olan yönlere ilişkin temyiz iddialarının (bkz. § 13) incelenemeyeceğini belirterekhükmü onamıştır. Onama kararı 21/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 27/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu bu arada karar düzeltme talebinde bulunmuş, Daire 17/11/2014 tarihli kararıyla talebi reddetmiştir. A. Ulusal Hukuk22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Alacaklı hakkını kısmen veya tamamen istifa edemediği takdirde borçlu kendisine hiç bir kusurun isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bundan mütevellit zararı tazmine mecburdur."11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.(2) Bu hak;...c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,içerir." 4/2/1959 tarihli ve E.1959/13, K.1959/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Temyizce bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, dâvaların uzamasını önlemek maksadiyle kabul edilmiş çok önemli bir usulü hükümdür. Bir cihetin bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet, açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz reddedilmiştir, yahutta onu hedef tutan bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın Temyiz Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir bozma sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet Dairece bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de o konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usuli bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme, ne de Temyiz Mahkemesi halele uğratabilir. Zira usulü müktesep hakkın tanınması da âmme intizamı düşüncesiyle kabul edilmiş bir esastır...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkının, Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu, bu güvence kapsamında herkesin medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili iddialarını yetkili merciler önünde ileri sürme hakkının korunduğunu (bkz. Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), Sözleşme'nin maddesinde mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını; ancak, devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yoluna başvurma hakkı tanıması durumunda, incelemeyi yapan mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün güvence ilkelerine uygun olması gerektiğini belirtmiştir (bkz. Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, § 25). AİHM, mahkeme hakkının görünümlerinden biri olan etkili karar hakkı ile ilgili Kutic/Hırvatistan ( B. No: 48778/99, 1/3/2002, § 25) davasında yaptığı değerlendirmede, Sözleşme'nin maddesinin hukuki uyuşmazlıkların tespiti için mahkemeye erişim hakkını güvence altına aldığını; ancak, bu hakkın yalnızca dava açma hakkı ile sınırlı olmaksızın mahkeme tarafından uyuşmazlığın nihai olarak karar altına alınması hakkını da içerdiğini belirterek mal varlığının zarara uğraması nedeniyle Devlete karşı açılan tazminat davasında yargılama devam ederken yürürlüğe giren kanun hükmüne göre yeni düzenleme yapılıncaya kadar yargılamanın durdurulması ve davanın 6 yıl süreyle karara bağlanmamasının, Sözleşme'nin maddesi kapsamında etkili karar hakkının ihlali sonucunu doğurduğunu belirtmiştir. AİHM, Cezayir'deki tıp fakültesinden mezun olan bir başvurucunun diplomasının denkliğinin tanınmaması nedeniyle açtığı davada, Fransa Danıştayı'nın başvurucu tarafından ileri sürülen hukuki meseleler ile maddi olaylarıdeğerlendirmeden, yalnızca idari makamların mütekabiliyet şartı ile ilgili görüşüne bağlı kalarak karar vermesi nedeniyle, başvurucunun ileri sürdüğü iddialar çerçevesinde uyuşmazlığın tespiti ile ilgili tüm olgusal ve hukuki konuları incelemek üzere yeterli yargı yetkisine sahip olan bir mahkemeye eriştiğinin düşünülemeyeceğini belirterek Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. Chevrol/Fransa, B. No: 49636/99, 13/2/2003, §§ 76-84).. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8282 | Başvuru, temyiz itirazlarının Yargıtayca incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bireysel başvuruda bulunduktan sonra vefat eden başvurucu Abdulhamit Dalgıç'ın mirasçıları Bülent Dalgıç (23483427744),Nurhan Nur Beşenk (43768755690), Yasemin Dalgıç Mungan (19121577148), Songül Dalgıç (57973282384), Zekiye Sibel Dalgıç Dikmen (23480427808), Seda Aslan (23474428026) tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan 14/12/2016 tarihli dilekçe ile anılan kişiler murisleri tarafından yapılmış olan bireysel başvuruyu devam ettirdiklerini beyan etmişlerdir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun yönetim kurulu başkanı olduğu şirkete ait araçta 24/5/2003 tarihinde arama yapılmış, sonrasında marka hakkına tecavüz suçunu işlediği iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında Ömerli Cumhuriyet Başsavcılığının 31/12/2003 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Mardin Asliye Ceza Mahkemesinin 4/12/2008 tarihli kararıyla başvurucunun adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 22/2/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13481 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir bankaya elkoyma sürecinde iptale ilişkin yargı kararı sonrası hissedarların zararının tazminine ilişkin alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 12/6/2017 tarihinde yapılmışlardır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/26284, 2017/26286, 2017/26287 ve 2017/26290 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2017/26283 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2017/26283 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurucuların makul sürede yargılanma haklarının ihlali iddialarının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, diğer ihlal iddiaları yönünden ise başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Frankfurt Menkul Kıymetler Borsası aracılığıyla -başvuru formları ve eklerinde belirtilmeyen tarihlerde- ekli listenin (2) numaralı sütununda belirtilen sayıda Demirbank T.A.Ş. (Banka) hissesi satın almışlardır.A. Bankaya El Konulması Süreci Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) 6/12/2000 tarihinde, zararının öz kaynaklarını aştığı gerekçesiyle Bankanın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetiminin ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF/Fon) devredilmesine karar vermiştir. TMSF 24/1/2001 tarihinde BDDK'ya gönderdiği bir yazı ile meydana gelebilecek gecikmelerin büyük zarara yol açabileceği gerekçesiyle Banka için ayrı ve hızlı bir satış yönteminin belirlenmesi gerektiğini bildirmiştir. BDDK 25/1/2001 tarihinde Bankayı satışa çıkarmıştır. Yürütülen müzakereler ve alınan teklifler neticesinde Fon Yönetim Kurulu 19/9/2001 tarihinde, Banka hisselerinin 000 Amerikan doları bedelle H. Bankasına satılmasına karar vermiştir. Bu arada Bankanın hâkim ortağı olan Holding tarafından Bankanın Fona devri işleminin iptali istemiyle Danıştay Onuncu Dairesinde (Daire) dava açılmıştır. Daire 3/6/2003 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Ancak bu kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 18/6/2003 tarihinde hükmü bozmuş, karar düzeltme talebi de Danıştay İDDK tarafından 29/4/2004 tarihinde reddedilmiştir. Daire bozma kararı çerçevesinde 5/11/2004 tarihinde satışa hazırlık işlemlerini iptal etmiştir. Ayrıca TMSF tarafından yapılan satış işlemi de Ankara İdare Mahkemesince 21/4/2004 tarihinde iptal edilmiştir. Bu karar da Danıştay Onüçüncü Dairesince 24/1/2006 tarihinde onanmıştır.B. Başvurucular Tarafından Açılan İlk Dava Süreçleri Başvurucular, hisse senedi bedellerinin tazmini yönündeki taleplerinin BDDK tarafından zımnen reddedilmesi üzerine 28/5/2002 tarihinde BDDK aleyhine Danıştay Onuncu Dairesinde tam yargı davaları açmışlardır. Daire 26/6/2003 tarihinde davaların reddine karar vermiştir. Kararların gerekçesinde, başvurucuların uğradıklarını öne sürdükleri zararlara sebep olarak gösterdikleri BDDK kararının hukuka uygun olduğu belirtilerek davalı idarenin tazminat ödemekle sorumlu tutulamayacağı açıklanmıştır. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar Danıştay İDDK tarafından 21/10/2004 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, Dairenin hükme esas aldığı elkoyma sürecine ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararın Kurul tarafından bozulmuş olduğuna işaret edilmiştir. Bu durum karşısında Dairenin yeni bir karar vermesi gerektiği ifade edilmiştir. BDDK'nın karar düzeltme talebini Kurul 26/5/2005 ve 22/9/2005 tarihlerinde reddetmiştir. Danıştay Onüçüncü Dairesi 19/9/2005, 20/9/2005, 21/9/2005 ve 27/3/2006 tarihlerinde açılan davaların görev yönünden reddine ve dava dosyalarının Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Ankara İdare Mahkemesi 22/12/2005, 27/12/2005, 28/12/2005 ve 29/12/2005 7/8/2006 tarihlerinde davaların süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Mahkemeye göre Bankanın hisse senetleri 31/1/2001 tarihi itibarıyla TMSF hesabına aktarılmış olup borsada senet tahtasının da kapatılmış olduğu dikkate alındığında başvurucular 31/1/2001 tarihinden itibaren tüm işlemleri öğrenmiş kabul edilmelidir. Daire 13/9/2006, 20/10/2006 ve 12/2/2007 tarihlerinde temyiz edilen hükümlerin onanmasına karar vermiştir. Başvuruya Konu Tam Yargı Davası Süreçleri Başvurucular bu defa 30/4/2006 tarihinde, Bankanın devrine ilişkin BDDK kararının ve satışa hazırlık ile TMSF tarafından yapılan satış işleminin kesinleşmiş yargı kararlarıyla iptal edildiğini belirterek hissedarlık haklarının iade edilmesi istemiyle BDDK'ya başvurmuşlardır. Başvurucular bu taleplerin zımnen reddi üzerine dava dilekçesinde belirttikleri avro karşılığı Türk lirası tazminatların tahsil tarihlerindeki kur değeri üzerinden, elkoyma tarihi olan 6/12/2000 tarihinden itibaren 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un maddesi uyarınca işleyecek faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle ekli listede belirtilen tarihlerde Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davaları açmışlardır. Mahkeme 29/12/2010 tarihinde, açılan davaların kısmen kabulüyle ekli listede belirtilen tutarlardaki tazminatların davaların açıldığı tarihlerden itibaren işletilecek kanuni faizi ile birlikte başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. Kararların gerekçesinde şu tespitlere yer verilmiştir:i. Bankaya el konularak yönetim ve denetiminin TMSF'ye devrine ilişkin işlemin BDDK kararının hukuka aykırı olduğunun kesinleşmiş yargı kararı ile belirlenmiş olduğuna vurgu yapılmıştır. ii. Mahkeme, başvurucuların hisselerinin TMSF tarafından devralınarak Bankanın satılmış olması nedeniyle hissedarlık hakları iade edilmemiş olan başvurucuların sahibi olduğu, işlemden kaldırılan hisse senetleri karşılığı uğradıkları zararın tazmininin gerektiği sonucuna varmıştır. iii. Tazminatın belirlenmesi hususunda ise Mahkeme, başvurucuların sahibi olduğu hisselerin Bankaya el konulmasından bir gün önceki kapanış fiyatı olan 756 TL (eski TL ile) tutarını esas almıştır. Mahkeme ayrıca Almanya'da işlem gören bir adet sertifikanın Türkiye'de 500 adet hisseye karşılık geldiğini gözeterek tazminat tutarlarını hesaplamıştır. Mahkeme fazlaya ilişkin tazminat ve faiz taleplerini ise reddetmiştir. Bu kararlar taraflarca temyiz edilmiş, Danıştay Onüçüncü Dairesi önce 17/2/2016 tarihinde hükümlerin bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararlarında, iptal kararlarının uygulanması çerçevesinde BDDK tarafından yapılacak işlemler arasında hisselerin mülkiyetinin iadesinin bulunmadığı belirtilmiştir. Daire ayrıca yapılan hisse devri sonucu ortada Bankanın tüzel kişiliği bulunmadığı için hisselerin de varlığından söz edilemeyeceğini açıklamıştır. Daireye göre bu sebeple başvurucuların BDDK'ya yapılan başvuruların reddedilmesine bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Ancak başvurucuların karar düzeltme taleplerini kabul eden Daire 30/12/2016 tarihinde, bozma sebeplerinin bulunmadığı gerekçesiyle temyiz edilen hükümlerin onanmalarına karar vermiştir. Nihai kararlar başvurucular vekiline 15/5/2017 tarihinde tebliğ edilmişlerdir. Başvurucular 12/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “ Denetlemeler sonucunda bu Kanuna ve bu Kanuna dayanılarak alınan kararlara ve yapılan düzenlemelere, bankacılık ilke ve teamüllerine aykırı ve bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek nitelikte işlemlerin tespit olunması halinde Kurum, sorumluları hakkında yapılacak cezai işlem saklı olmak üzere, vereceği süreler içinde söz konusu işlemlerin düzeltilmesi ve tekrarına meydan verilmemesi için gerekli tedbirlerin alınması hususunda ilgili bankayı uyarır. Banka, verilen süreler içinde Kurumca istenen tedbirleri almak ve aldığı tedbirleri Kuruma bildirmek zorundadır. İstenen tedbirlerin alınmaması veya bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek nitelikteki işlemlerin tekerrürü halinde Kurul, işlemlerin mahiyet ve önemine göre;a) Yönetim kurulu üyelerinin tamamını veya bir kısmını görevden alarak veya üye sayısını artırarak bu kurula üye atamak, b) Bankanın faaliyetlerini, faaliyet türleri itibarıyla tüm teşkilatını veya gerekli görülecek şubelerini veya muhabirlerle ilişkilerini kapsayacak şekilde kısıtlamak,c) Bankanın mevduat sigortası primlerini yükseltmek veya kabul ettiği mevduatı yüzde yüz oranına kadar karşılığa tabi tutmak,da dahil olmak üzere bankanın emin bir şekilde çalışmasına ve mevduat sahiplerinin korunmasına yönelik her türlü tedbiri almaya ve uygulamaya yetkilidir. Bu maddeye göre Bankalara atanacak yönetim kurulu üyelerinin ücretleri Kurulca tespit olunur ve Kurumdan karşılanır. ... Kurum, bir bankanın;a) Bu maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamında alınması istenen tedbirleri kısmen ya da tamamen almadığını, bu tedbirlerin kısmen veya tamamen alınmış olmasına rağmen mali bünyesinin güçlendirilmesine imkan bulunmadığını ya da mali bünyesinin bu tedbirler alınsa dahi güçlendirilemeyecek derecede zayıflamış olduğunu,b) Yükümlülüklerini vadesinde yerine getiremediğini,c) Bu madde hükümlerinin uygulanmasında Kurulca belirlenecek değerleme esasları çerçevesinde yükümlülüklerinin toplam değerinin varlıklarının toplam değerini aştığını,d) Faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arzettiğini, tespit ettiği takdirde, Kurul, en az beş üyesinin aynı yöndeki oylarıyla alınan kararla temettü hariç ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetimini Fona devretmeye veya bankacılık işlemleri yapma ve/veya mevduat kabul etme iznini kaldırmaya yetkilidir. Kurum, bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortakların, banka kaynaklarını bankanın emin şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde doğrudan veya dolaylı olarak kendi lehlerine kullandıklarını veya bankayı bu suretle zarara uğrattıklarını tespit ettiği takdirde Kurul, en az beş üyesinin aynı yöndeki oyuyla alınan kararla bunların temettü hariç ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetimini Fona devretmeye yetkilidir. a) Fon, (3) numaralı fıkra hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın devir tarihi itibariyle düzenlenecek bilançosunu esas almak suretiyle;aa) Uygun göreceği aktiflerini, teşkilatını ve aksine talebi olmayan personeli ile devir tarihi itibariyle mevduat toplamları en yüksek beş bankaca uygulanan faiz oranları ortalamasını geçmemek üzere işlemiş faizleri ile birlikte sigortaya tabi tasarruf mevduatını ve pasifte yer alan karşılık kalemlerini, kurulacak bir bankaya ya da mevcut bankalardan istekli olanlara devretmeye ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasını Kuruldan istemeye, ab) Sigorta kapsamında bulunan mevduat tutarını aşmamak ve hisselerinin tamamına sahip olmak kaydıyla, sermayesine tekabül eden zararlarını devralmayaac) Devralınan zararlar sonucunda hisselerinin tamamına sahip olunamaması halinde, zararın ödenmiş sermaye tutarından düşülmesi suretiyle hesaplanacak sermaye esas alınmak üzere bulunacak hisse bedelinin Fon Kurulunca belirlenecek süre içinde banka hissedarlarına ödenmesi karşılığında hisselerini devralmaya, yetkilidir. Devralınan zararlara istinaden yapılacak ödemelerin karşılığını temsil eden hisseler başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Fona intikal eder....”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) elkoyma neticesinde banka hisselerinin kaybedildiği ve bu kayba ilişkin olarak tazminat da ödenmediği yönündeki şikâyetleri Reisner/Türkiye ([A.T.], B. No: 46815/09, 21/7/2015) kararında incelemiştir. AİHM kamu makamlarınca el konulmadan önce başvurucunun bankanın hissedarı olduğunu, bankanın tüzel kişiliğinin sona erdirilerek satışının ardından ticaret sicilinden silinmesiyle başvurucunun banka hisselerinin geçersiz hâle geldiğini belirterek mülkiyet hakkına müdahalenin söz konusu olduğunu açıklamıştır (Reisner/Türkiye, § 47). Mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde inceleyen AİHM, somut olayda ulusal mahkemelerin bankanın TMSF'ye devredilmesi ve sonrasında satışına ilişkin işlemleri iptal ettiğine vurgu yapmıştır. AİHM bu kararlarla söz konusu işlemlerin hukuka aykırı olduğunun geçmişe dönük bir etkiyle saptandığına ve geçersiz kılındığına işaret etmiştir. AİHM bu sebeple mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olduğunun değerlendirilemeyeceğini açıklamıştır (Reisner/Türkiye, § 48). AİHM bunun yanında başvurucunun dava açabilmesine rağmen dava sonunda bankanın devralınmasını iptal eden kararın icra edilemediğini, hâlbuki icra usulünün karmaşıklığı veya bütçe sisteminin devleti bağlayıcı ve icra edilebilir yargısal kararların makul süre içinde icra edilmesini sağlama yükümlülüğünden muaf tutamayacağını belirtmiştir. AİHMe göre fon ve diğer kaynak eksikliklerinin hüküm altına alınmış bir borcun ödenmemesi için gerekçe olarak gösterilemeyeceğini de vurgulamıştır (Reisner/Türkiye, § 49). AİHM sonradan hukuka aykırı olduğu tespit edilen idari bir işlem temelinde mülkiyetinden yoksun bırakılan başvurucunun yaşadığı kayıp için herhangi bir tazminat alamadığını belirterek mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında kanuna uygun olarak değerlendirilemeyeceği ve başvurucunun orantısız bir külfete katlanmak zorunda bırakıldığı sonucuna varmıştır (Reisner/Türkiye, § 50). AİHM ayrıca Sözleşme'nin maddesi çerçevesinde derece mahkemelerince başvurucuların açtıkları davaların süre aşımı yönünden reddedildiği yönündeki şikâyeti incelemiştir. AİHM, bankanın hukuka aykırı olarak devralınması sonrasında başvuranın orantısız bir yük altına girmek durumunda kaldığını ve satışı nedeniyle tarafından başvurucunun hisselerinin iade edilmesinin imkânsız hâle geldiğini, hâlbuki bu işlemlerin yargısal makamlarca sonradan hukuka aykırı bulunduğunu belirtmiştir. AİHMe göre başvurucu, transfer işleminin belirtilen tarihten sonra iptal edilmesi nedeniyle tazminat talebinin ancak bu tarihten sonra başlatılabilmiştir. AİHM bu tarihten önce tazminat davası açılmasını beklemenin makul olmayacağını, ilgili idari işlemlerin hukuka uygun olmadığının 2006 yılında tespit edildiğini belirterek süre sınırının olayda olduğu gibi katı bir şekilde yorumlamasının davanın esasının bütünüyle incelenmesini imkânsız hâle getirdiği ve başvuranın mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verdiği sonucuna varmıştır (Reisner/Türkiye, §§ 54-61). AİHM giderim yönünden ise en uygun adil tazminin başvuruculara maddi tazminat ödenmesi ile olacağını ve başvurucunun maddi kaybının belirlenmesi için Bankanın devrinden bir gün önce yani 5/12/2000 tarihinde Bankanın bir hissesinin ortalama piyasa değerinin dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda İstanbul Menkul Kıymetler Borsasına (İMKB) göre 5/12/2000 tarihinde bankanın bir hissesinin ortalama değerinin 756 eski Türk lirası olduğu ve bir Alman senedinin 500 Türk hissesine tekabül ettiğini kaydederek enflasyona göre güncellenip geçerli kura göre avroya dönüştürülmek üzere her başvurucuya bankada sahip olduğu hisse sayısının 756 eski Türk lirası ile çarpımını esas alan bir adil tazmin miktarının ödenmesine karar vermiştir. Buna göre 650 adet Alman hissesinin 5/12/2000 tarihi itibarıyla 000 Türk hissesi olacağı ve bu hisselerin rayiç değerinin ise 000 TL'ye (eski TL ile) tekabül ettiği belirtilmiştir. AİHM ayrıca enflasyon karşısında alacağın değer kaybettiğine işaret ederek Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tarafından kullanılan enflasyon hesaplayıcısına göre 000 TL'nin (eski TL ile) şu anda 697 TL’ye (514 avro) tekabül ettiğini tespit etmiştir. AİHM sonuç olarak başvurucu yararına 514 avro tazminat ödenmesine karar vermiştir. AİHM maddi tazminat ödenmesinin yeterli bir giderim oluşturduğunu belirterek başvurucunun manevi tazminat talebini ise reddetmiştir (Reisner/Türkiye, §§ 17-19). AİHM konu hakkında daha önce verdiği Reisner/Türkiye kararına atıfla 841 başvurucunun daha aynı olay sebebiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (Fellner ve diğerleri/Türkiye, B. No: 13312/.., 10/10/2017). AİHM mülkiyet hakkı yönünden yaptığı değerlendirmede bankanın devir ve satışını hukuka aykırı ilan eden yargı kararlarının iptal davalarına taraf olup olmadıklarına bakılmaksızın hem hâkim hissedarlar hem de küçük hissedarlar için sonuçları olduğunu belirtmiştir. AİHM'e göre hisselerinin sayısı ne kadar küçük olursa olsun başvurucuların maddi zarara uğradıkları açık olup kamu makamları, daha sonra Danıştay tarafından hukuka aykırı ilan edilen kanun dışı idari işlemlerden kaynaklandığı açık olan zararı tazmin etme yükümlülüğü altındadır. AİHM, başvurucuların hisselerinin hukuka aykırı müdahale temelinde ellerinden alınmış olmasına rağmen başvuruculara kayıpları için herhangi bir tazminat ödenmediğini ve bireysel anlamda orantısız bir yük altına girmek zorunda bırakıldıklarını vurgulamıştır (Fellner ve diğerleri/Türkiye, §§ 31-35). AİHM, adil yargılanma hakkı yönünden de bankanın satışı nedeniyle başvurucunun hisselerinin iade edilmesinin imkânsız hâle geldiğini belirtmiştir. AİHM, yapılan satış sözleşmesinin 24/2/2006 tarihli nihai kararla iptal edildiğini ve o tarihten önce başvurucunun tazminat talebinde bulunmasını beklemenin makul olmadığını gözönünde bulundurarak yerel mahkemenin kanuni süreye ilişkin katı yorumunun davanın esasının bütünüyle incelenmesine engel olduğuna ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verdiğine karar vermiştir (Fellner ve diğerleri/Türkiye, §§ 39-42). AİHM giderim yönünden ise Reisner/Türkiye kararına atıfla en uygun adil tazminin başvuruculara maddi tazminat ödenmesi ile olacağını ve başvurucunun maddi kaybının belirlenmesi için bankanın devrinden bir gün önce yani 5/12/2000 tarihinde bankanın bir hissesinin ortalama piyasa değerinin dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda İMKB'ye göre 5/12/2000 tarihinde bankanın bir hissesinin ortalama değerinin 756 eski Türk lirası olduğu ve bir Alman senedinin 500 Türk hissesine tekabül ettiğini kaydederek enflasyona göre güncellenip geçerli kura göre avroya dönüştürülmek üzere her başvurucuya bankada sahip olduğu hisse sayısının 756 eski Türk lirası ile çarpımını esas alan bir adil tazmin miktarının ödenmesine karar vermiştir. Buna göre karara ekli listede başvurucuya 909,84 avro maddi tazminat ödenmesi öngörülmüştür. AİHM'e başvuru yapan bütün başvuruculara ödenecek toplam maddi tazminat tutarı ise 799,26 avro olarak belirlenmiştir (Fellner ve diğerleri/Türkiye, §§ 47, 48 ve ekli liste). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26283 | Başvuru, bir bankaya elkoyma sürecinde iptale ilişkin yargı kararı sonrası hissedarların zararının tazminine ilişkin alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/18704 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/18704 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/18704 | Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular hakkında ekli listenin (D) sütununda gösterilen suçlardan açılan kamu davalarında ekli listenin (E) sütununda belirtilen mahkemelerce başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiş ancak verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına yapılan itiraz, ekli listenin (F) sütununda gösterilen mahkemelerce reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararlarda esas olarak HAGB kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararlarda hukuka aykırılık bulunmadığı, HAGB'nin şartlarının gerçekleştiği hususlarına dayanılmıştır. Başvurucular, nihai kararları öğrendikten sonra süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2021/28235 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2021/28235 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/28235 | Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sağlık sorunları bulunmasına rağmen ceza infaz kurumunda tutulmanın ve cerrahi müdahale için gerekli koşulların sağlanmamasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Ceza infaz kurumunda hükmen tutuklu bulunan başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesi uyarınca sağlık hizmetlerine erişimin sağlanması ve tahliye edilmesi konusunda tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 12/12/2018 tarihli kararıyla başvurucunun tahliyeye yönelik tedbir talebinin reddi, sağlık durumuna uygun koşulların sağlanarak sağlık hizmetlerine derhâl erişmesi yönünde tedbir kararı verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler ile Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı ve Erzurum H Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan (Ceza İnfaz Kurumu) temin edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında FETÖ/PDY (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) üyesi olduğundan bahisle 7/11/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, sağlık sorunları yaşadığını belirterek tahliyesini talep etmiş ancak talebi reddedilmiştir. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin 31/5/2018 tarihli kararıyla başvurucunun 9 yıl 2 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinde; başvurucunun FETÖ/PDY'nin ticari alanda meydana getirdiği dernek ve federasyonda genel sekreter olarak yetkili olduğu, bu yapıların örgütle irtibatı ile örgütsel faaliyetlerinin icrasını temin için gayriresmî olarak vazifelendirildiği, ilgili derneğin üyelerinin seçimi ve çalışmalarına yön verdiği, kendisine verilen örgütsel talimatları yerine getirdiği, bu kapsamda basın açıklaması yaptığı, örgütün hastanesi, Bank Asya isimli finans kurumu ve dershaneleri ile yurtlarına örgütsel amaçlı destek olduğu, örgütün yayın organı olan Zaman gazetesine yeni abone kazandırma hususunda referans olduğu, örgüte müzahir şirketlerin muvazaalı olarak el değişimi konusunda talimatlar vererek organizasyonları üstlendiği ve ByLock programını kullandığı ifade edilmiştir. Anılan kararın istinaf incelemesi devam etmektedir. Başvurucu, sol dizinde rahatsızlık olduğunu belirterek Anayasa Mahkemesine tedbir talebinde bulunmuş; yakın tarihli tıbbi geçmişine ilişkin bilgi ve belgeler sunmuştur. Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından sunulan bilgilerin tedbir hususunu sağlıklı bir şekilde karara bağlamaya yeterli nitelikte olmadığını gözeterek -benzer olaylarda takip ettiği usule uygun olarak- 7/11/2018 ve 13/11/2018 tarihli müzekkerelerle Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun tedavi süreci ve tutulma koşullarına ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. B. Başvurucunun Tutulduğu Ceza İnfaz Kurumu Tarafından Gönderilen Belgeler Ceza İnfaz Kurumunun 9/11/2018 tarihli yazısında şu hususlara yer verilmiştir:i. Başvurucunun 5/2/2018 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu revirine başvurduğu, yapılan muayene sonucunda kendisine dermatit tanısı konulduğu ve medikal tedavi düzenlendiği,ii. Başvurucunun 23/2/2018 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu revirinde muayene edildiği ve kendisine egzersiz önerildiği,iii. Başvurucunun sevk edildiği Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen 20/3/2018 tarihli raporda "Hastanın 15 seans FTR [fizik tedavi ve rehabilitasyon] alması eşliğinde medikal tedavi alması, quadriceps güçlendirme egzersizlerinin her gün yapılması, 1 (bir) ay sonunda FTR ve ortopedi poliklinik kontrolü ile operasyon gerekliliği açısından tekrar değerlendirilmesi uygundur." şeklinde karar alındığı,iv. Başvurucunun 22/3/2018 tarihinde hastanenin FTR polikliniğinde muayene olduğu, kendisine on beş seans FTR önerildiği ve ilaç tedavisi verildiği,v. 9/4/2018 tarihinde FTR polikliniği tarafından düzenlenen on beş seanslık tedaviye başlandığı,vi. 22/5/2018 tarihinde hastanenin ortopedi polikliniği tarafından başvurucuya artroskopi (endoskop kullanılarak eklem içinin gözle muayenesi, tedavisi) önerildiği, vii. 25/4/2018 tarihinde başvurucunun sağ alt kadranında defans mevcut olduğu gerekçesiyle 112 Acilin Ceza İnfaz Kurumuna çağrıldığı,viii. Başvurucunun 30/4/2018 tarihinde hastanenin ortopedi polikliniğine sevk edildiği ve tetkik istendiği,ix. Başvurucunun 1/6/2018 tarihinde FTR polikliniğine sevk edildiği ve hakkında medikal tedavi düzenlendiği, x. Hastanenin Sağlık Kurulu tarafından düzenlenen 26/7/2018 tarihli raporda "2 (iki) yıl önce traktörden düşme sonrası sol dizi dönen ve yürürken dizinin boşa düşmesi ve dönmesi, tuvalete oturduktan sonra kalkarken dizinde kilitlenme, yürüyememe şikayeti ile tetkiki daha önce yapılan ve cerrahi tedavi önerilen hastanın ceza evinde bulunmasının hayati açıdan risk teşkil edip etmeyeceği: ETMEZ. Beyan ettiği sağlık sorunları yüzünden sağlığına olumsuz tesirde bulunup bulunmayacağı; Operasyon öncesi, esnası ve sonrası (rehabilitasyon tamamlanıncaya kadar) KLOZET TUVALET kullandığı müddetçe BULUNMAZ." şeklinde karar verildiği,xi. Hastane tarafından 13/8/2018 tarihinde düzenlenen raporda başvurucunun rahatsızlığının "Sol diz hareketleri normal sol diz eha normal ön çekmece dersi (-) lochman (2+) dizde belirgin instabilite görülmedi fiziki muayenedeMCL ACL intakt MRG: ACL RÜKTÜRÜ BULGUSU VAR." şeklinde tarif edildiği ve "Hastanemizde tedavisi vardır. Nakline gerek yoktur." yönünde karar verildiği,xii. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda altı veya sekiz kişilik odada tutulduğu, bu odaların iki katlı olduğu, üst katın yatakhane, alt katın ise tuvalet, banyo ve ortak kullanım alanı olarak ayrıldığı belirtilmiştir. Öte yandan Ceza İnfaz Kurumundaki tüm tuvaletlerin alaturka tuvalet olduğu bildirilmiştir. Ceza İnfaz Kurumunun 13/11/2018 tarihli yazısında ise şu hususlara yer verilmiştir:i. Başvurucuya ameliyat sonrası alafranga tuvalet kullanımının önerildiği, Ceza İnfaz Kurumunda alafranga tuvalet bulunmaması nedeniyle başvurucunun kendi isteği ile ameliyat olmadığı,ii. Ceza İnfaz Kurumunun bina yapısı itibarıyla alafranga tuvalet için mevcut ortamın bulunmadığı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin Tedbir Kararı Anayasa Mahkemesince 12/12/2018 tarihinde verilen tedbir kararında somut olayda, başvurucunun tedbir talebinin dizindeki rahatsızlık nedeniyle ameliyat olması gerektiği ancak gerekli koşulların sağlanamaması nedeniyle Ceza İnfaz Kurumunda tutulmanın ötesinde acı yaşadığı iddiası ekseninde yoğunlaştığı ifade edilmiş; başvurucunun tutuklu kaldığı zaman diliminde kamu makamlarınca gerekli sağlık hizmetine erişiminin sağlandığı, ancak başvurucuya önerilen tedavi için gerekli fiziksel koşulların oluşturulamadığı tespit edilmiştir. Anılan tedbir kararında; başvurucunun hükmen tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan serbest bırakılması yönündeki tedbir talebinin reddine ve önerilen ameliyatın gerçekleştirilebilmesi amacıyla uygun koşulların sağlanması, bu çerçevede başvurucunun sağlık durumuna daha elverişli bir odada tutulması, başvurucuya alafranga tuvaletin temin edilmesi ve sağlık hizmetlerine derhâl erişmesi yönünde tedbir kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin Tedbir Kararı Sonrasında Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı Tarafından Gönderilen Belgeler Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 28/12/2018 tarihinde gönderilen yazıda; başvurucunun sağlık durumuna uygun ameliyat sonrası koşulların sağlandığı, sağlanan şartlar doğrultusunda başvurucunun tek katlı olan H-14 No.lu odada bir kişi ile birlikte kalabileceği konusunda bilgilendirildiği ancak başvurucunun Ceza İnfaz Kurumu tarafından alınan beyanında ameliyat olmak istemediğini belirttiği ifade edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu tarafından 13/12/2018 tarihinde düzenlenen İfade Tutanağı'nın ilgili kısmı şöyledir:"SORULDU: Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün ... 28/11/2018 tarihli yazısında hükümözlü H.G.nin tedavisinin gerekli kıldığı tüm işlemlerin yerine getirilmesini, kontrollerinin düzenli olarak yaptırılması hususunda gerekli duyarlılığın ve özenin gösterilmesini, adı geçenin ve benzer durumda olan hükümlü ve tutukluların rahatsızlığına bağlı ihtiyaçlarının kurum fiziki koşulları gözetilerek yerine getirilmesi açısından gerekli tedbirlerin alınması suretiyle infazına devam edilmesini emredilmiştir. Erzurum Böle Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nce düzenlenen sağlık kurulu raporunda; Beyan ettiği sağlık sorunları yüzünden sağlığına olumsuz tesirde bulunup bulunmayacağı 'Operasyon öncesi, esnası ve sonrası (Rehabilitasyon tamamlanıncaya kadar) KLOZET TUVALET kullandığı müddetçe BULUNMAZ' denilmiştir. Bahsi geçen ameliyatı olmanız durumunda raporda belirtilen şartların sağlanması adına tek katlı olan H-14 odasında yapılan tadilat ile birlikte bir adet klozet, bir adet engelli rampası kurulmuştur. Ameliyat sonrası bakımınıza yardım edebilecek aynı suç grubundan bir tutuklu ile kalabileceğinizi, bundan fazla tutuklunun odanın kapasitesi itibari ile odaya alınamayacağını bilmeniz gerekmektedir. Sağlanan imkanların yeterli olduğu değerlendirilmekle, ameliyat olup olmayacağınız hususunda cevap vermeniz gerekmektedir.CEVAP: 'Sağlanan şartlar içerisinde H-14 nolu odada imkanlar dahilinde 1 kişi ile birlikte kalabileceğim belirtilmiştir. Yanımda kalacak olan 1 kişinin rehabilitasyon süresi içinde sıkılıp tarafıma yardım etmeyeceğini düşünüyorum. Bu nedenle bu imkanlar dahilinde bu durumun sağlığıma daha olumsuz sonuçlar doğuracağı endişesi ile ameliyat olmak istemiyorum' dedi. Başvurucunun 3/8/2019 tarihinde Oltu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği, hâlen burada tutulduğu tespit edilmiştir. İlgili ulusal hukuk için bkz. Abdullah Baybaşin, B. No: 2014/5161, 20/9/2017, §§ 28-32; Kamil Erdoğan, B. No: 2017/4023, 19/4/2018, §§ 19- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32199 | Başvuru, sağlık sorunları bulunmasına rağmen ceza infaz kurumunda tutulmanın ve cerrahi müdahale için gerekli koşulların sağlanmamasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; bilirkişi raporu alınması talebinin reddedilmesi ve sanığın usule ilişkin imkânlar noktasına dezavantajlı konuma düşürülmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin, mahkûmiyet hükmünün yeterli gerekçe içermemesi nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Kemalpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) iş kazası sonucu ölen kişi ile ilgili işyeri sahibi ve sorumlu kişi olarak eğitim verilmesinden ve denetiminden sorumlu olmasına rağmen bu sorumluluğunu gereken şekilde yerine getirmediği ve kusuru bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık olay tarihinde fabrika sahibi ve yetkilisi olan başvurucunun asli kusurlu olarak taksirle ölüme neden olma suçundan cezalandırılması talebiyle 18/12/2015 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İddianamede özetle başvurucunun alınan tanık ve müşteki beyanları, otopsi raporu, 6/12/2015 tarihli bilirkişi raporu neticesinde atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Kemalpaşa Asliye Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 22/12/2015 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Duruşma, on iki celsede bitirilmiştir. Mahkeme talimat yoluyla, en az biri iş güvenliği uzmanı ve gıda mühendisi olmak üzere üç kişilik heyetin düzenlediği 23/5/2017 tarihli bilirkişi raporunu, yine en az biri iş güvenliği uzmanı olmak üzere üç kişilik heyetin düzenlediği 25/7/2018 tarihli bilirkişi raporu ve en az birisi gıda mühendisi olmak üzere üç kişilik heyetin düzenlediği 18/3/2019 tarihli bilirkişi raporlarını almıştır. Söz konusu 23/5/2017 ve 18/3/2019 tarihli bilirkişi raporlarına göre işyerinde eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılmasından işveren olarak başvurucunun sorumlu olması, işverenin çalışanların kimyasal maddelerin tehlikelerinden korunması için gerekli tüm önlemleri almakla yükümlü bulunması ve bu yükümlülüğü yerine getirilmemesi karşısında başvurucunun asli kusurlu olduğu belirtilmiştir. Söz konusu 25/7/2018 tarihli bilirkişi raporuna göre işyeri sahibi ve sorumlu kişi olarak başvurucunun eğitim verilmesinden ve bunun denetiminden sorumlu olmasına rağmen bu görevi gereken şekilde yerine getirmediği için tali kusurlu olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme 23/5/2017 ve 18/3/2019 tarihli bilirkişi raporlarına itibar ederek başvurucunun asli kusurlu olarak taksirle ölüme neden olma suçundan 200 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Dosya içerisinde farklı tarihlerde birden fazla kez bilirkişi raporu düzenlendiği, mahkememizce aldırılan 23/5/2017 tarihli raporda sanık Noman'ın [başvurucu] ve [B.nin] asli kusurlu olduğu, sanık [nin] bir kusurunun bulunmadığı; 25/7/2018 tarihli raporda sanık Noman[başvurucu] ve [nin] tali, sanık [B.nin] asli kusurlu olduğu, 18/3/2019 tarihli raporda ise sanık Noman'ın[başvurucu] asli, sanık [B.nin] tali kusurlu olduğu, sanık [nin] kusurunun olmadığı belirtilmiştir. Tüm raporlar incelendiğinde her birinin birbirinden farklı olduğu anlaşıldığından, kusura ilişkin değerlendirme raporlardaki gerekçeler de göz önünde bulundurularak ayrı ayrı yapılmıştır. Bu hususta; ... bilirkişi raporunda [18/3/2019 tarihli] belirtilen, sanık [nin] sorumluluğuna ilişkin olarak, isg mevzuatındaki gereklerin yerine getirilmesi sorumluluk ve yükümlülüğün işveren veya işveren vekilinde olduğu, sanık [nin] böyle bir pozisyonunun olmadığı, kazanın üretimi yapılan ürünle ilgili olmaması sebebiyle sorumlu olamayacağı yönündeki hukuka uygun gerekçeye itibar edilerek sanık hakkında beraat kararı verilmiştir. Yine aynı raporda sanık Noman [başvurucu] hakkında, işçilere gerekli eğitimlerin verilmemiş olması, kostikle ilgili tehlikelerin anlatıldığına ilişkin bir belgenin bulunmaması, fabrika sahibinin bundan doğrudan sorumlu olduğu yönündeki hukuka uygun gerekçe ile asli kusurlu olduğu anlaşıldığından mahkumiyetine karar verilmiştir. Sanık [B.] hakkında yapılan incelemede, sanığın kusurlu eylemi olmasa idi olayın gerçekleşmeyeceği açıkça anlaşıldığından, başka bir anlatımla sanığın kostiği açık alanda bırakıp gitmesinin, ölüm sonucu ile doğrudan ilgisi olduğu anlaşıldığından sanığın asli kusurlu olduğunun kabulüyle mahkumiyetine karar... [verilmiştir.]" Başvurucu; istinaf dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra bilirkişi raporları arasında çelişki olduğunu, Adli Tıp Kurumundan rapor alınarak karar verilmesi gerekirken bu yöndeki taleplerinin hukuka aykırı olarak reddedildiğini belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 8/7/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 7/8/2020 tarihinde öğrendikten sonra 1/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28111 | Başvuru; bilirkişi raporu alınması talebinin reddedilmesi ve sanığın usule ilişkin imkânlar noktasına dezavantajlı konuma düşürülmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin, mahkûmiyet hükmünün yeterli gerekçe içermemesi nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kamu makamları tarafından önlem alınmamasından karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu ölüm meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının; olaya ilişkin olarak açılan tazminat davasının makul sürede tamamlanmaması ve hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 25/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 2018/28790 numaralı başvuru ile 2018/28801 numaralı başvuru arasında konu bakımından hukuki irtibat bulunması nedeniyle başvurular 2018/28790 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmiş ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların oğlu T.K. 14/12/2009 tarihinde banyo yaparken karbonmonoksitten zehirlenerek hayatını kaybetmiştir. Başvurucular 1/6/2010 tarihinde E. marka LPG tüp üreticisi olan firmanın tüp gaz zorunlu sorumluluk sigortasını yapan A. sigorta şirketine karşı maddi tazminat ödenmesi talepli tazminat davası açmıştır. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi ( Ticaret Mahkemesi) bilirkişi incelemesi sonrasında 17/11/2011 tarihinde "...şofben ile baca bağlantısının ortadan kaldırılması yüzünden davacıların miras bırakılanın banyo yaptığı sırada karbonmonoksit gazının bacadan dışarı atılamayarak banyoda sızması sonucu ölümün gerçekleştiği, tüpgaz zorunlu sorumluluk sigortası LPG tüpünün verdiği zararları teminat altına aldığından ve olayda tüpten kaynaklanan bir etki bulunmadığından davalı sigortasının eylemi ile sonuç arasında bir illiyet bağının bulunmadığı, bu nedenle davalı sigorta şirketi hakkındaki davanın reddi[ne]..." karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 10/1/2014 tarihli kararıyla onanmış; karar düzeltme talebi ise Dairenin 16/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bununla birlikte başvurucular 17/2/2012 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde ( Ticaret Mahkemesi) E. marka LPG tüp ile A. marka şofbenin üretici firmalarına 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesi talepli tazminat davası açmıştır. Ticaret Mahkemesi 17/3/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkememizce aynı olaya ilişkin olarak aynı davacılar tarafından LPG tüpü üreticisi [E.] A.Ş.nin sigortacısı [A.] Anonim Türk Sigortası'na karsı açılan İstanbul ATM'nin ... dosyanın içeriği ve davacı tarafından şofbenin davalı [A.] A.Ş. tarafından monte edildiği ya da [A.] A.Ş.nin yetkili servisi tarafından bakım ya da onarım yapıldığına dair hiç bir belge sunulmaması nedeniyle dosyada mevcut bulunan kök ve ek rapordaki açıklamalara itibar edilmesi mümkün görülmemiştir. ...Davacıların oğlu... 14/12/2009 tarihinde banyo yaparken vefat ettiği anlaşılmaktadır. Davacılar bu ölüm nedeniyle oğullarının desteğinden yoksun kaldıklarını ve manevi zarara uğradıklarını iddia ederek LPG tüpünün imalatçısı ve şofbenin imalatçıları olan davalıların sorumlu olduklarını ileri sürmüşlerdir. ...İstanbul ATM'nin anılan ve kesinleşen daya dosyası içeriğine göre, olayda LPG Üretiçisi olan davalı [E.] A,Ş.nin her hangi bir sorumluluğunun bulunmadığı kesinleşmiş olmakla, bu davalı hakkındaki davanın reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.Davalı [A.] A.Ş.nin şofbeni imal eden firma olup, imalatçının 818 sayılı BK madde kapsamında sorumluluğu olsa da; sadece şofbenin üreticisi olduğunun, ... şofbenin [A.] marka şofben olmasının, bu davalı sorumlu olduğunun kabulü için yeterli bulunmadığı, davalı [A.nın] bu şofbenin kendileri tarafından monte edildiğine dair kayıtlarında bir bilginin olmadığının ileri sürüldüğü davacı tarafından da bu savunmanın aksine, montajın [A.] A.Ş.nin yetkilendirdiği bir servis tarafından montajının yapıldığı yada bakım veya onarımının gerçekleştirildiğine dair hiç bir bilgi ya da kaydın sunulamadığı ve mahkememizce alınan bilirkisi raporlarında da bu yönde bir tespit yapılmamış olup,..... Ölü Muayene Zabtında davacı Mevlüt Kazaklı'nın, 'banyoda şofbeni bacaya bağlayan borunun daha önceden var olduğu 1 hafta önce temizlik yapılırken düşüp kırıldığı için çıkardıkları' şeklinde beyanda bulunulduğu, dosyadaki raporlarda banyoda baca deliği olmasına rağmen şofbenin bacaya bağlanmadığı, baca deliğinin plastik kapak ile kapalı olduğu, banyonun kapısının büyük hole açılmadığı, daha küçük lavabo kısmına açıldığı ve olay esnasında tam kapalı olduğu, kapının alt kısmının hava almak için yeterli açıklıkta bulunmadığı, bu verilere göre banyonun havalandırılmasının ve baca bağlantısının olmaması nedeniyle, zehirlenme sonucu ölümün meydana geldiği, ancak şofbenin montajının davalı [A.] A.Ş. tarafından yapıldığının kanıtlanamadığı, dolayısıyla davalı [A.] A.Ş.nin sorumluluğunun olduğunun kabul edilemeyeceği kanaatine varılarak, bu davalı hakkındaki davanın da bu nedenle reddi gerektiği kabul edilmiş..." Karar, Dairenin 2/3/2016 tarihli kararıyla onanmış; karar düzeltme talebi ise Dairenin 28/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 14/9/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular 25/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/28790 | Başvuru, kamu makamları tarafından önlem alınmamasından karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu ölüm meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının; olaya ilişkin olarak açılan tazminat davasının makul sürede tamamlanmaması ve hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/33785 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, benzer nitelikteki eylemlere ilişkin olarak Yargıtayın ceza daireleri arasında içtihat farklılığı bulunması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Kırıkkale Askerlik Şubesinde çalışan başvurucu -iddiaya göre- burada çalışmayan arkadaşı F.nin banka kredisi çekebilmesi için arkadaşı adına sahte maaş bordrosu düzenleyerek bordroya Askerlik Şubesinin kaşesini basmış ve sahte imza atmıştır. Başvurucu tarafından düzenlenen sahte bordroyla F. kredi çekmiş, krediyi ödeyememesi üzerine banka tarafından durumun fark edilmesi üzerine başvurucu ve arkadaşı F. hakkında resmî belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından kamu davası açılmıştır. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/144 esasına kayıtlı yargılamada başvurucu hakkında her iki suçtan mahkûmiyet kararı verilmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/5/2016 tarihli kararıyla sahtecilik suçu yönünden onanmış; dolandırıcılık suçu yönünden ise bozulmuştur. Kararın bozma kısmının gerekçesi şöyledir:"... 2) Sanık hakkında dolandırıcılık suçundan kurulan hükmün incelenmesinde;Sanığın, diğer sanık [F.nin] kredi kullanması için sahte belge düzenleyip verdiği ancak sanık [F.] ile gidip kredi çekmediği, kredi çekilmesinden menfaat temin etmediği gözetilerek eyleminin sadece sahtecilik suçunu oluşturduğu dolandırıcılık suçuna iştirak etmediği anlaşıldığından sanık hakkında dolandırıcılık suçundan beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi...[bozmayı gerektirmiştir.]" Benzer şekilde -iddiaya göre- başvurucunun arkadaşı H.K.nın bankadan kredi çekebilmesi için bankanın maaş bordrosu istemesi üzerine başvurucunun Kırıkkale Askerlik Şubesinde çalışırken almış olduğu, üzerinde kurumun mührü ve yetkili imzası bulunan maaş bordrosu üzerinde başvurucunun bilgisi dâhilinde H.K. tahrifat yapmıştır. H.K.nın krediyi ödememesi üzerine yapılan araştırma sonucu eylem açığa çıkmıştır. Bu eylemler nedeniyle ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2/8/2011 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve diğer sanık H.K. hakkında banka veya kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken krediyi sağlamak amacıyla dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarından kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2012 tarihli kararıyla başvurucunun resmî belgede sahtecilik suçundan neticeten 2 yıl 1 ay hapis cezasıyla, banka veya kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken krediyi sağlamak amacıyla dolandırıcılık suçundan ise neticeten 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 300 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 10/5/2016 tarihli kararıyla her iki suç yönünden onanmıştır. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"Arkadaş olan sanıkların, sanık [H.K.] adına kredi alabilmek amacıyla banka ATM'sinden başvuruda bulundukları, sanıkların bankayla yaptıkları telefon görülşmesinde, çalışmadıkları halde Cebeci Askeri Şehitliğinde memur olarak çalıştıklarını söyledikleri, banka görevlilerinin sanık [H.K.dan] çalıştığı iş yerine ait maaş bordrosu istemeleri üzerine sanık [H.K.nın] sanık Tuncay Kaya'nın [başvurucu] bilgisi dahilinde ona ait olan öncesinde çalışmış olduğu Kırıkkale Askerlik Şubesinde çalışırken almış olduğu maaş bordrosunda bilgisayar vasıtası ile tahrifat yaparak sanık [H.K.nın] kendi kimlik bilgilerini yazdığı ve sahte olarak düzenlediği bu belgeyi katılan bankaya verip kredi çektiği, sanık [H.nin] ilk taksidi ödeyip sonraki ödemeleri aksattığı, bankanın yapmış olduğu araştırmada sanık [H.K.nın] böylebir iş yerinde çalışmadığını öğrendiği anlaşıldığından resmi belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarının oluştuğuna yönelik kabulde isabetsilik görülmemiştir..." Karar 1/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11377 | Başvuru, benzer nitelikteki eylemlere ilişkin olarak Yargıtayın ceza daireleri arasında içtihat farklılığı bulunması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı bir sakatlığa yol açılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/13647 numaralı aynı olaya ilişkin ikinci başvurucu Safiye Özkara'ya ait başvuru, başvurular arasında hukuki ve fiilî irtibat olması nedeniyle bu başvuruyla aynı başvuru numarası altında birleştirilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İkinci başvurucu Safiye Özkara, birinci başvurucu Ayşe Özkara'nın kızıdır. Birinci başvurucu Ayşe Özkara, gebeliğinin üçüncü ayından itibaren Konya'da bulunan özel bir hastanede (Hastane) Opr. Dr. H.B.nin takibi altında bulunmaktadır. Başvurucu, doğum sancılarının başlaması üzerine 4/3/2009 tarihinde sabah saatlerinde (saat 00 civarında) Hastaneye başvurmuş, yatışı yapılarak doğuma hazırlanmıştır. Hastanın durumu, muhtemel müdahaleler ve riskler hususunda genel olarak bilgilendirildiğine dair önceden hazırlanmış standart aydınlatma ve onay formu başvurucu Ayşe Özkara'nın eşi tarafından imzalanmıştır. Doğum, aynı gün öğle saatlerinde (saat 20 civarında) gerçekleşmiştir. Opr. Dr. H.B. gözetiminde yapılan doğum esnasında bebeğin iri olması nedeniyle bir başka doktora haber verilmiş ise de haber verilen doktor henüz doğumhaneye gelmeden ebe yardımıyla başvurucunun karnına baskı yapılmak suretiyle doğum gerçekleştirilmiştir. İkinci başvurucu Safiye Özkara 180 g ağırlığında normal yolla dünyaya gelmiştir. Doğumun bitiminde bebeğin röntgeni çekilerek kolunda zedelenme olduğu tespit edilmiş, doğumlarda sıklıkla rastlanılan bu durumun zamanla iyileşeceği bilgisi başvurucu anneye verilmiştir. Doğumdan itibaren iki ay süreyle bebek Safiye Özkara'nın takibi aynı Hastanede yapılmış, kolunda iyileşme olmaması üzerine 5/4/2009 tarihinde Safiye Özkara Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi (Tıp Fakültesi) Pediatri ve Pediatrik Nöroloji Bölümüne sevk edilmiştir. 8/5/2009 tarihinde Safiye Özkara aynı Tıp Fakültesinin bu kez Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümünde muayene edilerek tedavisine burada devam edilmiştir. Öncelikle fizik tedavi, iyileşme olmadığı takdirde ameliyat önerilmiştir. Başvuru dosyasına yansıyan en son bilgiye göre çocuğun kolunda kısmî iyileşme olduğu tespit edilmiştir. Başvurucular, doğum doktoru ve Hastane aleyhine kusurlu eylem sonucunda çocuğun sakatlandığını belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebiyle Konya Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 11/1/2010 tarihinde tazminat davası açmışlardır. Mahkeme tarafından yargılama dosyası Adli Tıp Kurumuna (ATK) gönderilerek bilirkişi raporu alınmıştır. 30/3/2012 tarihli bilirkişi raporunda;- Doğumun normal (vaginal) yolla gerçekleşmesi kararının tıbben uygun olduğu,-Omuz distosisnin (omuz takılması) ve buna bağlı olarak gelişenbrakiyel pleksus zedelenmesinin (sinir zedelenmesi) doğum komplikasyonu olduğu,- Doğuma katılan doktor ve ebelerin kusurlarının bulunmadığı tespitlerine yer verilmiştir. Başvurucuların bilirkişi raporuna itirazı üzerine Mahkemece kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarından oluşan bilirkişi heyetinden yeniden rapor alınmıştır. 4/3/2013 tarihli ikinci bilirkişi raporunda;-Omuz takılmalarının büyük bir kısmının öngörülemeyeceği,- Önleyici sezaryen uygulamasının genellikle 500 g üstünde ağırlıkta olan bebeklerin doğumunda önerildiği,- Doğum esnasında uygun manevraların yapılıp hekim tarafından bebeğin hayatının kurtarıldığı ve daha ağır sonuçları önlediği belirtilmiştir. Mahkeme 20/6/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde ATK ve ikinci bilirkişi heyetinden alınan rapora atıf yapılarak çocuğun doğumda kolunun sakat kalmasında davalı doktorun kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar,Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 1/12/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 28/5/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar7/7/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 6/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Olay tarihinde yürürlükte bulunan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur. Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur." 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:''Zararı ispat etmek müddeiye düşer, zararın hakiki miktarını ispat etmek mümkün olmadığı takdirde hakim, halin mutat cereyanını ve mutazarrır olan tarafın yaptığı tedbirleri nazara alarak onu adalete tevfikan tayin eder." 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar. Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlere ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir." 1/2/1999 tarihli Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının maddesi şöyledir:"Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.Acil durumlar ile hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır. Hekim temsilcinin izin vermemesinin kötü niyete dayandığını düşünüyor ve bu durum hastanın yaşamını tehdit ediyorsa, durum adli mercilere bildirilerek izin alınmalıdır. Bunun mümkün olmaması durumunda, hekim başka bir meslektaşına danışmaya çalışır ya da yalnızca yaşamı kurtarmaya yönelik girişimlerde bulunur. Acil durumlarda müdahale etmek hekimin takdirindedir. Tedavisi yasalarla zorunlu kılınan hastalıklar toplum sağlığını tehdit ettiği için hasta veya yasal temsilcisinin aydınlatılmış onamı alınmasa da gerekli tedavi yapılır. Hasta vermiş olduğu aydınlatılmış onamı dilediği zaman geri alabilir." 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 8/5/2014 tarihli değişiklikten önceki hâliyle maddesi şöyledir:"Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbî işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbî müdahale usûlleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçlan ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir.Sağlık durumu ile ilgili gereken bilgiyi, bizzat hasta veya hastanın küçük, temyiz kudretinden yoksun veya kısıtlı olması halinde velisi veya vasisi isteyebilir. Hasta, sağlık durumu hakkında bilgi almak üzere bir başkasına da yetki verebilir. Gerek görülen hallerde yetkinin belgelendirilmesi istenilebilir." Yönetmelik’in “Rızanın kapsamı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Rıza alınırken hastanın veya kanunî temsilcisinin tıbbî müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın, uygulanacak tıbbî müdahale için verdiği rıza, bu müdahalenin gerektirdiği sair tıbbî işlemleri de kapsar. Ancak, tıbbî işlemlerin uygulanmasında, bu Yönetmelik'te ve diğer mevzuatta belirlenen hakların ihlâl edilmemesi için azamî ihtimam gösterilir."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir." 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi'nin (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi) maddesi şöyledir:''Taraflar, sağlığa duyulan ihtiyaçları ve kullanılabilir kaynakları gözönüne alarak, kendi egemenlik alanlarında, uygun nitelikteki sağlık hizmetlerinden adil bir şekilde yararlanılmasını sağlayacak uygun önlemleri alacaklardır." İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:''Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahelenin, ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.'' Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye). AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010; Trocellier/Fransa). Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59 ) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59 ). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13646 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı bir sakatlığa yol açılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 21/10/2008 tarihinde gözaltına alınmış, Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesini müteakip 24/10/2008 tarihinde serbest bırakılmıştır. Yapılan yargılama sonunda başvurucunun üzerine atılı suçlardan beraatine karar verilmiş, bu karar 16/2/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu haksız gözaltı kararı nedeniyle 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesi 1/2/2018 tarihli kararıyla başvurucuya 50,31 TL maddi, 100 TL manevi tazminat ile 770 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminatların ve vekalet ücretinin düşük olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 2/5/2018 tarihinde hükmedilen vekalet ücreti tutarını 845 TL olarak düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498, 5/4/2017, §§ 19- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17048 | Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilerek cezanın kaldırılmasının ardından Cumhuriyet savcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 25/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 22/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun şikâyeti üzerine yapılan inceleme sonucunda infaz hâkimliğince ceza infaz kurumu tarafından verilen 3 ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma disiplin cezasının kaldırılmasına karar verilmiştir. Cumhuriyet savcısının itirazı üzerine itiraz makamınca infaz hâkimliği kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18370 | Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilerek cezanın kaldırılmasının ardından Cumhuriyet savcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucunun kendisi tarafından üretilen elektrik ve kok gazı üzerinden elektrik ve hava gazı tüketim vergisi alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/4791 numaralı bireysel başvuru ile aynı tarihte yapılan 2015/4792, 2015/4793, 2015/4794, 2015/4795, 2015/4797, 2015/4798, 2015/4799, 2015/4800, 2016/1994, 2016/4520, 2016/4521, 2016/4522, 2016/4523, 2016/8996, 2016/10263, 2016/10264, 2016/10265 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2015/4791 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ana iştigal konusu çelik üretimi yapmak olan başvurucu şirket, demir cevherini saf çelik hâline getirmek için gerekli karbonu edinmek üzere ihtiyaç duyduğu kok kömürünü ithal ettiği taş kömürünü işlemek suretiyle elde etmektedir. Başvurucu şirket ayrıca, taş kömüründen kok kömürü elde edilirken ortaya çıkan kok gazını elektrik ve buhar üretiminde veya doğrudan eritme işlemlerinde kullanmaktadır. Başvurucu şirket, böylelikle elektrik enerjisi ve gaz ihtiyacını kendi imkânlarıyla karşılamaktadır. Karadeniz Ereğli Belediyesi (Belediye), başvurucu şirketin bu şekilde elektrik ve hava gazı tüketmiş olması nedeniyle 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu'nun ila maddelerinde düzenlenen hükümlere dayanarak başvurucu şirketten elektrik ve hava gazı tüketim vergisini ödemesini istemiştir. Başvurucu şirket, bu talep üzerine elektrik ve kok gazı tüketiminin vergilendirilmesiyle ilgili olarak 2012, 2013 ve 2014 yıllarına ait dönemler için çeşitli tarihlerde ihtirazi kayıtla Belediyeye beyannameler vermiş ve bu beyannamelere istinaden Belediyece farklı dönemlere ilişkin elektrik ve hava gazı vergisi tahakkuk ettirilmiştir. Tahakkuk tutarlarının bir kısmı elektrik tüketimine bir kısmı ise kok gazı tüketimine ilişkin olup anılan tahakkuk tutarları farklı tarihlerde Belediyeye ödenmiştir. Başvurucu şirket 2013 ve 2014 yıllarında Zonguldak Vergi Mahkemesinde (Mahkeme), elektrik ve hava gazı tüketim vergisi tahakkuklarının terkini ve ödenen vergilerin iadesi istemiyle davalar açmıştır. Mahkeme, farklı tahakkuk dönemlerine ilişkin açılan söz konusu davalara ilişkin olarak yine farklı tarihlerde vermiş olduğu kararlarla davaların reddine karar vermiştir. Kararların aynı mahiyetteki gerekçelerinde;i. Başvurucu tarafından üretilen kok gazı ve elektrik enerjisinin başvurucunun kendi imalatında kullandığı girdileri oluşturmakta olduğu ve bu enerjinin başvurucunun ürettiği mal ve hizmetlerin üretim maliyetine yansıdığı gerçeğine işaret edilmiştir.ii. Mahkemece kendi tesislerinde ürettiği elektrik enerjisini yine kendi tesislerindeki üretim açısından girdi olarak kullanan başvurucunun, elektrik ve kok gazı enerjisinin tamamını tükettiği anlaşılmıştır. Mahkemeye göre bu nedenle mükellef yönünden 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinde belirtilen vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği anlaşılmıştır.iii. Mahkemeye göre 213 sayılı Kanun ile gerek satın alma yoluyla karşılanan gerekse kendi imkânlarıyla üretilmiş bulunan elektrik ve hava gazı tüketiminin vergilendirilmesi amaçlanmaktadır. Mahkeme, müesseselerin ürettiği elektriği tüketmesi hâlinde bu vergiden muaf olacağı yolunda herhangi bir düzenlemenin bulunmadığını vurgulamıştır.iv. Mahkeme nezdinde açılan 1985/380 esas sayılı davada; kok gazı üretilen bir işletme mahalinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu tesis edilen bilirkişi raporunda, kok gazının şehirlerdeki hava gazı fabrikalarında üretilen gazla aynı nitelikte bulunduğu ve bilimsel açıdan aralarında fark bulunmadığına işaret edildiğine dikkat çekilmiştir. Başvurucu şirket tarafından temyiz edilen kararlar, Danıştay Dokuzuncu Dairesince 18/9/2014 ve 24/3/2015 tarihlerinde onanmıştır. Onama kararlarında, temyize konu kararların usul ve kanuna uygun oldukları belirtilmiştir. Başvurucu şirketin karar düzeltme talepleri de aynı Dairenin 26/10/2015 ve 9/11/2015 tarihlerinde reddedilmiştir. Nihai kararlar başvurucu şirket vekiline sırasıyla 19/2/2015, 17/2/2016, 17/5/2016,6/1/2016, 13/5/2016, 17/5/2016 ve24/6/2016 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu şirket anılan kararlar hakkında sırasıyla 16/3/2015, 1/2/2016, 1/6/2016, 8/3/2016 ve 11/5/2016 tarihlerinde bireysel başvurularda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 2464 sayılı Kanun'un "Konu" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde elektrik ve havagazı tüketimi, Elektrik ve Havagazı Tüketim Vergisine tabidir." 2464 sayılı Kanun'un "Mükellef ve sorumlu" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Elektrik ve Havagazı tüketenler, Elektrik ve Havagazı Tüketim Vergisini ödemekle mükelleftirler." 2464 sayılı Kanun'un maddesinin 9/7/2008 tarihli ve 5784 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilmeden önceki ikinci fıkrası şöyledir:"Elektrik veya havagazını dağıtan kuruluşlar, satış bedeli ile birlikte bu verginin de tahsilinden ve ilgili belediyeye yatırılmasından sorumludurlar." 2464 sayılı Kanun'un maddesinin 5784 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik ikinci fıkrası şöyledir:"20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa göre elektrik enerjisini tedarik eden ve havagazını dağıtan kuruluşlar, satış bedeli ile birlikte bu verginin de tahsilinden ve ilgili belediyeye yatırılmasından sorumludurlar. Organize sanayi bölgelerinde tüketilen elektrik enerjisinin vergisini organize sanayi bölgeleri tüzel kişiliklerine elektriği temin eden kuruluş öder." 2464 sayılı Kanun'un "İstisnalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Aşağıdaki yazılı yerlerde ve şekillerde tüketilen elektrik ve havagazı vergiden müstesnadır.... Doğrudan doğruya elektrik ve havagazı üreten dağıtım ve istihsal müesseselerinde." 2464 sayılı Kanun'un "Matrah" kenar başlıklı maddesinin 5784 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilmeden önceki hâli şöyledir:"Verginin matrahı, tüketilen elektrik ve havagazının satış bedelidir. Matraha gider vergileri dahil edilmez." 2464 sayılı Kanun'un maddesinin 5784 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik hâli şöyledir:"Verginin matrahı; elektriğin iletimi, dağıtımı ve perakende satış hizmetlerine ilişkin bedelleri hariç olmak üzere, elektrik enerjisi satış bedeli ile havagazının satış bedelidir. Matraha vergi, fon ve paylar dahil edilmez." 2464 sayılı Kanun'un "Nispet" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Elektrik ve Havagazı Tüketim Vergisi aşağıda gösterilen nispetlerde alınır.a) İmal ve istihsal, taşıma, yükleme boşaltma, soğutma, telli ve telsiz telgraf ve telefon müraselesi işlerinde tüketilen elektriğin satış bedeli üzerinden yüzde 1,b) (a) bendi dışında kalan maksatlar için tüketilen elektriğin satış bedeli üzerinden yüzde 5,c) Havagazının satış bedelinden yüzde " 2464 sayılı Kanun'un "Beyan ve ödeme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Elektrik enerjisini tedarik eden veya havagazını dağıtan kuruluşlar tahsil ettikleri vergiyi, tahsil tarihini takibeden ayın 20 nci günü akşamına kadar belediyeye bir beyanname ile bildirmeye ve vergiyi aynı sürede ödemeye mecburdurlar. Elektrik ve havagazı işleri bütçesi içinde yer alan belediyeler bu hükümden müstesnadır." 4/9/1985 tarihli ve 18858 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye Elektrik Üretim İletim Anonim Şirketi ve Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi Dışındaki Kuruluşlara Elektrik Enerjisi Üretim Tesisi Kurma ve İşletme İzni Verilmesi Esaslarını Belirleyen Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Yönetmelikte adı geçen,......Otoprodüktör: Kendi faaliyet alanlarının enerji ihtiyacını karşılamak üzere bu Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin (g) bendinde belirtilen şartları taşıyan üretim tesisi kurup elektrik üreten tüzel kişileri,......ifade eder." Yönetmelik'in "İzin verme esasları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Üretim tesisi kurup işletme izni aşağıda belirtilen esaslar gözönüne alınarak verilir....... (Değişik: 18/5/2000 - 2000/743 K.) Otoprodüktör ve/veya otoprodüktör grubu şirketler faaliyet gösterdikleri bölge içerisinde TEAŞ, TEDAŞ, bağlı ortaklıkları veya görevli şirketler ile Enerji Satış Anlaşması imzalarlar. Otoprodüktör ve/veya otoprodüktör grubu şirketler TEAŞ, TEDAŞ, bağlı ortaklıklar veya görevli şirketler enerji alışverişi konusunda enerji mahsuplaşması yaparlar. Mahsuplaşılan enerji için taraflar Bakanlıkça belirlenen otoprodüktör enerji satış fiyatı üzerinden karşılıklı olarak fatura düzenlerler......." Danıştay İçtihadı Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 6/6/2007 tarihli ve E.2006/1348, K.2007/2214 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden, davacı şirket tarafından, bizzat kendi tesislerinde üretilerek yine kendi tesislerinde üretim yapmak amacıyla kullanılan elektrik enerjisinin, elektrik tüketim vergisi matrahının, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca belirlenenotoprodüktör enerji satış fiyatı esas alınarak hesaplandığı, davalı Belediye Başkanlığı tarafından ise, TEDAŞ'ın üçüncü şahıslara uyguladığısatış fiyatının matraha esas alındığı ve böylece iki farklı fiyat arasındaki farka isabet eden elektrik tüketim vergisinin davacı şirketten istenildiği anlaşılmaktadır.2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun maddesinde; belediye sınırları ve mücavir alan içinde elektrik ve havagazı tüketiminin elektrik ve havagazı tüketim vergisine tabi olduğu, maddesinde ise, verginin matrahının tüketilen elektriğin satış bedeli olduğu hükme bağlanmıştır.Yukarıdaki Kanun hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, genel olarak elektriğini kendisi üretmeyip, tüketeceği elektriği TEDAŞ'tan satın alan kişi ve kurumlar açısından elektrik tüketim vergisinin matrahının TEDAŞ'ın satış fiyatı olduğu açıktır. Ancak kendi tesislerinde ürettiği elektrik enerjisini yine kendi tesislerindeki üretim açısından girdi olarak kullanan otoprodüktör şirketlerin tükettikleri elektrik enerjisinin matrahının ne olacağı sorusu uyuşmazlığın özünü oluşturmaktadır. Türkiye Elektrik Üretim İletim Anonim Şirketi ve Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi Dışındaki Kuruluşlara Elektrik Enerjisi Üretim Tesisi Kurma ve İşletme İzni Verilmesi Esaslarını Belirleyen Yönetmelik'in "Tanımlar" başlıklı maddesinde; otoprodüktörün, kendi faaliyet alanlarının enerji ihtiyaçlarını karşılamak üzere bu Yönetmeliğin maddesinin (g) bendinde belirtilen şartları taşıyan üretim tesisi kurup elektrik üreten tüzel kişileri ifade ettiği, aynı bendin paragrafında, otoprodüktör ve/veya otoprodüktör gurubu şirketlerin, faaliyet gösterdikleri bölge içinde TEAŞ, TEDAŞ'a bağlı ortaklıklar veya görevli şirketler ile Enerji Satış Anlaşması imzalayacakları, otoprodüktör ve/ya otoprodüktör gurubu şirketlerin TEAŞ, TEDAŞ'a bağlı ortaklıklar veya görevli şirketlerin enerji alışverişi konusunda enerji mahsuplaşması yapacakları, mahsuplaşılan enerji için tarafların Bakanlıkça belirlenen otoprodüktör enerji satış fiyatı üzerinde karşılıklı olarak fatura düzenleyecekleri hükme bağlanmıştır.Yukarıdaki Yönetmelik hükümlerinin incelenmesinden, ürettikleri elektrik enerjisini TEDAŞ'a veya kendi konumlarındaki otoprodüktör firmalara veren şirketlerin bu satış veya mahsuplaşmaları Bakanlıkça belirlenen otoprodüktör enerji satış fiyatı üzerinden fiyatlandıracaklarına ilişkin hükmü ile otoprodüktör şirketlerin TEDAŞ'a elektrik satış fiyatlarının, genel olarak TEDAŞ'ın üçüncü şahıslara sattığı fiyattan farklı ve daha düşük bir fiyata satacakları düzenlenmek suretiyle üçüncü şahıslara TEDAŞ tarafından yapılan satışlar ile otoprodüktör firmalarca TEDAŞ'a yapılan satışlara ilişkin fiyatlar birbirinden ayrılmıştır.Yukarıdaki Yönetmelik hükümleri ile otoprodüktör firmaların ürettikleri elektrik enerjisini TEDAŞ'a hangi fiyattan satacakları düzenlenmiş olmakla birlikte, kendi faaliyet alanlarının enerji ihtiyacını karşılamak üzere üretim tesisi kurup elektrik enerjisi üreten otoprodüktör şirketlerin tükettikleri bu elektriğin alış fiyatının ne olması gerektiği hakkında bir düzenleme bulunmamaktadır.Davacı şirket tükettiği elektriği TEDAŞ'tan satın almayıp kendi tesislerinde ürettiğinden, ürettiği elektriğin kendisi açısından alış fiyatı, ürettiği elektriğin birim maliyet fiyatına isabet etmektedir. Bu fiyata yakın bir fiyat Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca otoprodüktör enerji satış fiyatı olarak belirlendiğinden, bu tip firmalar açısından elektrik tüketim vergisine esas alınacak matrahın, yükümlü şirketin ürettiği elektriğin maliyet fiyatına en yakın değer olan otoprodüktör firmaların TEDAŞ'a enerji satış fiyatı olarak Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığınca belirlenen fiyat olması, vergiyi doğuran olayın gerçek mahiyetinin esas olduğu yolundaki genel vergi hukuku prensibi ile hak ve nesafet ilkelerine uygun düşeceğinden aksi yöndeki Vergi Mahkemesi kararının bozulması gerekmektedir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafında öngörülen mülkiyetin kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural kapsamında değerlendirilmektedir. AİHM, bu paragrafta yer alan kuralın taraf devletlere vergi koyma ve vergilerin ödenmesini sağlamak için gerekli gördüğü kanunları çıkarma konusunda açık bir yetki tanıdığını kabul etmiştir (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, B. No: 15375/89, 23/2/1995, § 59). AİHM'e göre mülkiyet hakkını güvence altına alan Sözleşme'nin anılan maddesinin ilk ve en önemli koşulu, kamu makamları tarafından mülkiyet hakkına yapılan herhangi bir müdahalenin hukuka dayalı olması gerekliliğidir (Iatridis/Yunanistan [BD], B. No: 31107/96, 25/3/1999, § 58). Bu maddenin birinci paragrafının ikinci cümlesi, devletlere yalnızca hukukun öngördüğü koşullar dâhilinde mülkiyetten yoksun bırakma yetkisi vermiş; ikinci paragraf ise devletlere ancak hukuk kuralları uygulanarak mülkiyeti kamu yararına kontrol etme yetkisi tanımıştır. AİHM, hukuka dayalı olma ilkesini yalnızca bu maddede yer alan hükümlerden çıkarmamaktadır. Kararlarda sıklıkla demokratik bir toplumun temel ilkelerinden biri olan hukukun üstünlüğü ilkesinin Sözleşme’nin bütün maddeleri için geçerli olduğu ifade edilmektedir (Iatridis/Yunanistan, § 58). AİHM'e göre hukukilik ilkesi, müdahalenin ilk olarak iç hukukta bir temelinin olması gerektiği anlamına gelmektedir (Shchokin/Ukrayna, B. No: 23759/03, 37943/06, 14/10/2010, § 51). AİHM, Sözleşme’de geçen hukuk ya da hukuka aykırı terimlerine sadece iç hukuka atıfta bulunmakla kalmayıp aynı zamanda bu terimlerin hukukun üstünlüğü ile ilgili olduğunu belirtmektedir. Buna göre uygulanan iç hukuktaki düzenlemelerin hukukun üstünlüğü ilkesiyle de uyumlu olması gerektiği ifade edilmektedir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 67). Hukuka dayalı olma ilkesi, ayrıca iç hukukta uygulanan kanun hükümlerinin yeterli derecede erişilebilir, belirli ve öngörülebilir olmasını da içermektedir (Beyeler/İtalya [BD], B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 109; Hentrich/Fransa, B. No: 13616/88, 22/9/1994, § 42; Spaček, s.r.o./Çek Cumhuriyeti, B. No: 26449/95, 9/11/1999, §§ 56-61). Öte yandan Tkachenko/Rusya (B. No: 28046/05, 20/3/2018) kararında AİHM, iç hukuktaki düzenlemelere aykırı olan bir müdahalenin de hukukilik ölçütünü karşılamadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte herhangi bir usule aykırılığın müdahalenin hukukiliğiyle uyumsuz kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu bağlamda AİHM, hukukun doğru biçimde uygulanması ve yorumlanması konusunda sınırlı bir yetkisi olduğunu ve ulusal mahkemelerin yerine geçme gibi bir sorumluluğu olmadığını ancak bu kararların açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatasından yoksun olmaması gerektiğini vurgulamıştır (Tkachenko/Rusya, § 52). AİHM sonuç olarak somut olayda iç hukukta öngörülen kamulaştırma usulüne aykırı davranıldığını tespit ederek mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Tkachenko/Rusya, §§ 53-58). AİHM; vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin de yeterince ulaşılabilir, öngörülebilir ve belirli bir hukuka dayalı olması gerektiğini belirtmektedir (Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9006/.., 8/7/1986, § 110; Hentrich/Fransa, § 42). Bu bağlamda Hentrich/Fransa kararına konu olayda taşınmaz satışının vergi değerinin altında yapılması nedeniyle ön alım hakkının kullanılması söz konusudur. AİHM, ne zaman kullanılacağı belirli olmayan bu yetkinin öngörülemez biçimde kişiye özgü ve keyfî olarak uygulandığını ayrıca müdahalenin dayandığı hukuki düzenlemenin keyfîliğe karşı yeterli güvenceler içermediği sonucuna varmıştır (Hentrich/Fransa, § 42). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4791 | Başvuru, başvurucunun kendisi tarafından üretilen elektrik ve kok gazı üzerinden elektrik ve hava gazı tüketim vergisi alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Cizre'de terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen operasyonlar sırasında ölüm olayı meydana gelmesi ve konuya ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının, cenazeye ulaşılırken özensiz davranılması, cenazenin teşhisi ve teslimi ile defin sürecinde zorluklarla karşılaşılması nedeniyle de kötü muamele yasağının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. PKK terör örgütü 12/8/2015 tarihinden itibaren Cizre ilçesinin de dâhil olduğu bazı merkezlerde öz yönetim ilan etmiştir. Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü, kamuoyunda hendek olayları olarak adlandırılan ve aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır (hendek olayları, öz yönetim ilanları, PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 67, 346-348). Başvuru konusu olay, yukarıda özetlenen operasyonların gerçekleştirildiği ve sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde yaşanmış olup başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşü ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 18/2/2016 tarihinde, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının kararına istinaden, Cudi Mahallesi Niran Sokak'ta bulunan ve güvenlik güçleri tarafından C-3185 olarak belirtilen binanın kalıntıları arasında arama yapılmıştır. Tamamen yıkılmış olan binadaki moloz yığınları kepçe vasıtasıyla temizlendiğinde altısı erkeğe ve biri kadına olmak üzere toplam yedi cesede ulaşılmıştır. Arama Tutanağı'nda, olay yerinde iki adet AK-47 model silah ile boş şarjörlerin bulunduğu, cesetler üzerinden kimlik veya zati eşya çıkmadığı kayıt altına alınmıştır. Kimliği belirsiz cesetlere (1)'den (7)'ye kadar numara verilmiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca resen soruşturma işlemlerine başlanmıştır. (4) No.lu ceset üzerinde aynı gün yapılan ölü muayene işlemi sırasında fotoğraf ve kamera çekimi de yapılmıştır. Ölü muayene işlemi neticesinde (4) No.lu kişinin ölümünün üzerinden yaklaşık 15 (on beş) günden fazla süre geçtiği tespit edilmiştir. Yine aynı gün icra edilen otopsi işlemi de fotoğraf ve kamera çekimi ile kayıt altına alınmıştır. Otopsi işlemi sırasında cesetten, sol femur kemiğinden ve sağ omuz ekleminden olmak üzere -dip kısımları yassılaşmış hâlde- 2 (iki) ateşli silah mermi çekirdeği ele geçirilmiştir. İşlem sırasında -cesedin kimliğinin tespiti maksadıyla- doku örneği de alınmıştır. Otopsi Raporu'nda kişinin ölümünün, ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı olarak gelişen kemik kırıkları ile iç organ değişimleri ve büyük damar kopması sonucu meydana geldiği mütalaa edilmiştir. Ölü muayene ve otopsi işlemlerinde, çürümeye bağlı deformasyon nedeniyle vücuttan svap örneği ve parmak izleri alınamamıştır. Olay yerinde yapılan incelemede, olay yerinin fotoğraf ve kamera çekimleri yapılmıştır. Olay Yeri İnceleme Raporu'nda olay yerinde ele geçen iki adet silahın ve şarjörlerin moloz altından çıkması nedeniyle vücut izi incelemesine uygun olmadığı belirtilmiştir. Cesetten ele geçen kıyafetler kriminal inceleme yapılmak üzere alıkonmuştur. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 10/3/2016 tarihli uzmanlık raporuna göre cesetten alınan gömlek ve pembe renkli tişört üzerinde atış artıklarında bulunan antimion (Sb) elementi tespit edilmiştir. 4 No.lu cesetten alınan doku örneği ile Ş.İ.den alınan doku örnekleri moleküler genetik incelemeye tabi tutulmuş ve inceleme sonucunda cesedin başvurucuların yakını F.Ç.ye ait olduğun anlaşılmıştır. Soruşturma sırasında başvurulardan Abdurrahim Çağlı'nın ve Cemal Çağlı'nın ifadelerine başvurulmuştur:i. F.Ç.nin amcası olan başvurucu Abdurrahim ifadesinde -özetle- F.Ç.ye ve F.Ç.nin kardeşlerine kendisinin baktığını, sokağa çıkma yasağı ilan edildikten bir süre sonra, daha güvenli bir bölgeye gitmek için F.Ç. ve diğer aile efradı ile konutundan ayrıldığını ancak Cudi Mahallesi'nde bulunan kontrol noktasına vardıklarında F.Ç.nin yanlarında olmadığını fark ettiklerini, F.Ç.ye telefonla ulaştığını, olayların olmadığı mahallelere geçmesini söylediğini ancak F.Ç.nin çatışmaların yoğunluğu nedeniyle geçemediği şeklinde yanıt verdiğini, bir süre sonra da telefonlara bakmamaya başladığını, F.Ç.nin terör örgütü ile bir ilişkisi olmadığını beyan etmiştir.ii. F.Ç.nin kardeşi olan başvurucu Cemal ise ifadesinde -özetle- Cizre'de sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra F.Ç.nin dedelerinin evine gittiğini ve orada kalmaya başladığını, bir ay kadar sonra kendisinin ve diğer aile efradının evlerini terk etmek zorunda kaldıklarını ve köyde yaşayan akrabalarının evlerine gittiklerini; kendileri köye geldikten sonra dedelerinin de mahalleyi terk ettiğini ancak bu sırada F.Ç.nin kaybolduğu şeklinde kendilerine haber geldiğini, F.Ç.nin terör örgütü ile ilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir. Soruşturma kapsamında bazı gizli tanıklardan Cumhuriyet savcısı huzurunda F.Ç.yi fotoğraflarından teşhis etmeleri istenmiştir. Bu kişilerin konuyla ilgili beyanları aşağıda yer almaktadır:i. Gizli tanık : Şahsın ismini bilmiyorum kendisi YDG-H üyesiydi, Cudi Mahallesi'nde hendek ve barikatlarda kalaşnikof silahla nöbet tutardı, vatandaşları nöbet tutmaları ve barikat kurmaları yönünde tehdit ederdi.ii. Gizli tanık Ba.: Şahsın ismini F. olarak bilmekteyim, Cudi Mahallesi'nde güvenlik güçleri ile kalaşnikof silahla çatışmalara girdi ve girmiş olduğu silahlı çatışmada öldü.iii. Gizli tanık Be.: Şahıs, Cudi Mahallesi'nde ikamet ederdi, kendi ikametinin önünde bulunan hendek ve barikatlarda kalaşnikof marka silahıyla nöbet tuttuğunu ve hendekleri açan şahıslardan olduğunu bilirim. Kolluk tarafından yapılan açık kaynak araştırması neticesinde, güvenlik güçlerinin terör örgütüne müzahir yayın yaptığını değerlendirdiği bir haber ajansının internet sitesinde F.Ç.nin ölümünün, terör örgütünün silahlı aparatlarından YPS mensubu olarak sahiplenildiği saptanmıştır. Kolluk tarafından düzenlenen Arşiv Araştırma Tutanağı'nda, F.Ç. hakkında adli tahkikat veya yakalama emri bulunmadığı gibi sözü edilen kişinin aranan şahıslardan olmadığı; herhangi bir suç kaydının veya kapalı veya açık dava dosyasının da bulunmadığı, iltisaklı kurumlardan temin edilen istihbarat nitelikteki bilgiler arasında herhangi bir kayda rastlanmadığı kayıt altına alınmıştır. Soruşturma sırasında, olayın yaşandığı ve güvenlik güçleri tarafından C-3185 olarak kodlanan binanın civarında görev yapmış olan kolluk personelinin telsiz muhabere kayıtları getirtilmiştir. Telsiz kayıtlarından, C-3185 olarak kodlanan bina ve etrafında terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çok yoğun silahlı çatışmaların yaşandığı anlaşılmaktadır. Bu kayıtların ilgili kısmı özetle şöyledir:i. 3/2/2016-4/2/2016 tarihlerine ilişkin telsiz muharebe kayıtlarına göre saat 39'da sahadaki Poyraz 12 kodlu askerî tim, C-3182 ile C-3185 olarak kodlanan binaların arasındaki bahçe gibi yerde yaklaşık 10 kişilik terörist bir grup gördüklerini anons geçiyor. Bu anonsa cevaben Eser 30 kodlu askerî birim, tankla belirtilen yerlere atış yaptıracağı şeklinde yanıt veriyor. Aynı askerî birim 03'te aynı telsiz kanalında muharebe yapan tüm birimlere telsiz kestirmesi neticesinde caminin yanında bulunan, yarısı inşaat hâlinde 3 katlı evden, güvenlik güçlerine saldırı yapılacağı şeklinde bilgi yakalandığını ifade ederek, askerî unsurları dikkatli olması konusunda uyarıyor. Saat 05'te Kobra 7 kodlu askerî birim, biraz önceki tank atışı sonrası terör örgütü mensuplarının sol tarafa doğru kaçtıkları, 1 kişinin yaralı olabileceği, 5'inin ise orada kaldığı yönünde anons geçiyor. Saat 26 Poyraz 12 kodlu askerî birim, terör örgütü üyelerinin soldaki 9 istikametindeki binaya girdikleri, aynı paftadaki binalara dağıldıkları yönünde anons geçiyor ve aynı askerî birim "köşede biri var roketçi olabilir" şeklinde uyarıyor.ii. 3/2/2016-4/2/2016 tarihlerine ilişkin telsiz muharebe kayıtlarına göre, saat 28'de Ejder 210 kodlu askerî birim, C-3185 ve C-3156'da terörist cesetleri ile karşılaştıkları yönünde anons geçiyor. Saat 40'ta Arama 6 kodlu askerî birim, C-3185 No.lu olayın yaşandığı bina için arama kararı çıkartılması talebini dile getiriyor. Kolluk tarafından düzenlenen Kamera Araştırma Tutanağı'nda, olay yer ve çevresinde yapılan araştırmalar neticesinde herhangi bir mobese veya kamuya ya da özel kişiye ait kamera sisteminin bulunmadığı kayıt altına alınmıştır. Soruşturma dosyası, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının 28/11/2017 tarihli, soruşturmaların suçun işlendiği yerin bağlı olduğu ilin adıyla anılan Cumhuriyet başsavcılığınca yürütülmesinin gerektiğinden bahisle verdiği görevsizlik kararı üzerine Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir. Yürütülen soruşturma neticesinde Başsavcılık 7/2/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, F.Ç.nin diğer terör örgütü üyeleri ile birlikte güvenlik güçleri ile yapılan çatışmalara katıldığı ve güvenlik güçlerine karşı silahlı faaliyet gösterdiği esnada güvenlik güçlerince öldürüldüğü kabul edilmiştir. Kararda bu kabule gerekçe olarak; F.Ç.nin cesedinin bulunduğu yerde örgüt mensuplarına ait 6 cesedin daha ele geçirilmiş olması, yine ölene ait cesedin yanında örgüt üyeleri tarafından kullanılan silahların ele geçirilmiş olması, F.Ç.nin elbisesindeki atış artıklarından olan antimon elementinin bulunması, F.Ç.nin silahlı terör örgütü üyesi olduğuna yönelik tanık anlatımları ile örgüte müzahir sitelerde F.Ç.nin örgüt üyesi olarak belirtilmesi gösterilmiştir. Bu kabul ve tespitler sonrası kararda; F.Ç.nin meşru müdafaa hakkı kapsamında güvenlik güçlerince öldürüldüğü, güvenlik güçlerinin yetkili bir merciden almış oldukları hukuka uygun bir emri yerine getirdikleri, bu emrin yerine getirilmesi esnasında kendilerine, diğer güvenlik güçlerine ve sivil halka örgüt mensuplarınca yöneltilen, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız saldırıları o anda hâl ve şartlara göre saldırı ile orantılı biçimde def etme zorunluluğunda bulundukları; güvenlik güçlerinin kanunun verdiği yetkiyi kullandıkları ve verilen emri ifa ettikleri, bu durumun da hukuka uygunluk nedenleri arasında yer aldığı sonucuna ulaşılarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararda ayrıca operasyonu gerçekleştiren güvenlik güçlerine uzun namlulu silahlarla, roket atarlarla, el yapımı patlayıcı ve mayınlarla saldırılar gerçekleştirilmiş olup, bu saldırılarda çok sayıda polis ve askerin şehit olduğu, bunun yanı sıra terör örgütünün silahlı saldırıları esnasında çok sayıda sivil vatandaşın da yaralandığı ve vefat ettiğine vurgu yapılarak kullanılan gücün orantılı olduğuna dikkat çekilmiştir. Başvurucular, karara itiraz etmişlerdir. İtirazı inceleyen Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği 5/4/2018 tarihli kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda yer verilen benzer gerekçeler ile itirazın reddine hükmetmiştir. Kararda ayrıca etkin soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edilmediği tespitine de yer verilmiştir. Başvurucular, nihai kararı 27/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 26/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 208- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/611 | Başvuru, Cizre'de terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen operasyonlar sırasında ölüm olayı meydana gelmesi ve konuya ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının, cenazeye ulaşılırken özensiz davranılması, cenazenin teşhisi ve teslimi ile defin sürecinde zorluklarla karşılaşılması nedeniyle de kötü muamele yasağının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucunda alacağın tahsili imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. 2022/52408 sayılı dosya konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2022/52405 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2022/52405 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/52405 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucunda alacağın tahsili imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, düşük riski bulunmasına karşın gözaltında gerekli tedbirlerin alınmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, eski hâkim olup 18/7/2016 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçu isnadıyla gözaltına alınmıştır. Üç gün gözaltında kalan başvurucu, Büyükçekmece Çocuk Şube Müdürlüğünün bekleme salonunda tutulmuştur. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Büyükçekmece Devlet Hastanesine götürülmüş, burada saat 30 sıralarında düzenlenen Hasta Müşahade Formu'na göre başvurucunun düşük tehlikesinin olduğu tespit edilmiştir. Aynı gün Özel Beylikdüzü Medilife Hastanesi tarafından düzenlenen adli muayene raporunda kasık ağrısı olan başvurucunun kanamasının olmadığı, kanama olması hâlinde hastanede acil kontrol gerekeceği ve kontrol amacıyla yatışının uygun olacağı, aksi durumda üç gün sonra kontrol önerildiği, genel durumun iyi olduğu ve mevcut şartlarda yatış ve gözlem gerekmediği belirtilmiştir. Büyükçekmece Adliyesinde ifadesi alınan başvurucu, hamile olması ve sağlık durumu gözetilerek 20/7/2016 tarihinde adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştır. Özel Beylikdüzü Medilife Hastanesi tarafından 28/7/2016 tarihinde düzenlenen raporda; başvurucunun 9 hafta 2 gün ile uyumlu, tekil fetüs kalp aktivitesi izlenmeyen gebeliği olduğu, tıbbi tahliyesinin gerektiği belirtilmiştir. Bunun üzerine 1/8/2016 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesinde kalp atışı olmayan fetüs için kürtaj yapılmıştır. Başvurucu 21/12/2016 tarihinde, gözaltına alındığı tarihte gebe olduğunu, düzenli olarak vurulması gereken iğneler bulunduğunu, bunların uygulanması için her gün hastaneye götürüldüğünü, araba yolculukları ve gözaltındaki tutma koşulları nedeniyle gebeliğinin riske girdiğini, yapılan muayenelerde düşük riski tespit edilmiş ve yatak istirahati önerilmiş olmasına karşın açığa alınan hâkim ve savcılarla ilgili talimat nedeniyle yatış yapamayacağının kendisine söylendiğini, gebelik için uygun olmayan gözaltı şartlarında sandalye üzerinde beklediğini veya sandalyeleri birleştirerek uzanmak zorunda kaldığını, bu koşullarda bulunmaması gerektiğini doktorlara söylemesine rağmen kendisine rapor verilmediğini, gözaltında ve sonrasında yaşadıklarından dolayı bebeğinin kalp atışlarının durduğunu belirterek emniyet görevlileri ve muayene eden doktorlar hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 13/1/2017 tarihinde, başvurucunun gözaltına alındıktan sonra nezarethanede değil Büyükçekmece Çocuk Büro Amirliğinin bekleme odasında tutulduğu, mevcut rahatsızlığı sebebiyle başvurucunun isteği üzerine gerek Büyükçekmece Devlet Hastanesine gerekse Özel Medilife Hastanesine başvurusunun sağlandığı, kendisine tıbbi destek verildiği, reçete ve ilaçlarının temin edildiği, başvurucunun şikâyetçi olduğu görevlilerin ve kurumların başvurucuya yönelik olarak kasten işledikleri bir suç ve suç unsurunun tespit edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/9/2017 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Söz konusu karar başvurucuya 25/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 18/7/2019 tarihli kararıyla başvurucu hakkında üzerine atılı FETÖ/PDY'ye üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediğine dair kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte delil elde edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir... (2) Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır. (3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir." 5271 sayılı Kanun’un "Gözaltı İşlemlerinin Denetimi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet başsavcıları veya görevlendirecekleri Cumhuriyet savcıları, adlî görevlerinin gereği olarak, gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethaneleri, varsa ifade alma odalarını, bu kişilerin durumlarını, gözaltına alınma neden ve sürelerini, gözaltına alınma ile ilgili tüm kayıt ve işlemleri denetler; sonucunu Nezarethaneye Alınanlar Defterine kaydederler." 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin , , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 4 - …Gözaltına alma: Kanunun verdiği yetkiye göre, yakalanan kişinin hakkındaki işlemlerin tamamlanması amacıyla, yetkili hâkim önüne çıkarılmasına veya serbest bırakılmasına kadar kanunî süre içinde sağlığına zarar vermeyecek şekilde özgürlüğünün geçici olarak kısıtlanıp alıkonulmasını,…ifade eder....Madde 9 – ...Gözaltına alınanlardan herhangi bir nedenle sağlık durumu bozulanlar ile sağlık durumundan şüphe edilenler, derhâl hekim kontrolünden geçirilerek gerekiyorsa tedavileri yaptırılır. Bu durumdaki kişilerden kronik bir rahatsızlığı olanların, istekleri hâlinde varsa kendi hekimi nezaretinde resmî hekim tarafından muayene ve tedavi edilmeleri sağlanır....Madde 25 - Nezarethaneler en az 7 metrekare genişliğinde, 2,5 metre yüksekliğinde ve duvarlar arasında en az 2 metre mesafe olacak şekilde düzenlenir. Yeterli doğal ışıklandırma ve havalandırma imkânları sağlanır. Ancak, şüpheli sayısının çokluğu sebebiyle nezarethane imkânlarının yetersiz olması durumunda, nezarethaneler için öngörülen fizikî şartlara sahip başka yerler de kullanılabilir.Nezarethanelerde gözaltına alınan kişilerin yatmaları ve oturmaları için yeteri kadar sabit ve dayanıklı oturma yerleri bulundurulur.Mevsim ve gözaltı yerlerinin maddî şartları da dikkate alınarak, geceyi gözaltında geçirecek şahıslar için yeterli miktarda battaniye ve yatak temin edilir.Tuvalet, banyo ve temizlik ihtiyaçlarının giderilmesi için gerekli tedbirler alınır.Nezarethane girişine, onaylanmış nezarethane talimatı asılır.İç ve dış emniyeti sağlanmış, özel surette hazırlanmış, teknik donanımlı, bağımsız yerlerin ifade alma odası olarak kullanılmasına özen gösterilir.Mevcut nezarethane ve ifade alma odalarının standartlara uygun hâle getirilmesi bütçe imkânları çerçevesinde sağlanır.”...Madde 26 – Nezarethane ve ifade alma odalarının standartlara uygunluğunu sağlamak amacı ile kolluk kuvvetlerinin yetkili birimleri tarafından denetleme yapılır.Cumhuriyet başsavcıları veya görevlendirecekleri Cumhuriyet savcıları, adlî görevlerinin gereği olarak, gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethaneleri, varsa ifade alma odalarını, bu kişilerin durumlarını, gözaltına alınma neden ve sürelerini, gözaltına alınma ile ilgili tüm kayıt ve işlemleri denetler; sonucunu Nezarethaneye Alınanların Kaydına Ait Deftere kaydederler.Yetkili ve görevli mercilerin mevzuatta öngörülen denetim yetkileri saklıdır." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36555 | Başvuru, düşük riski bulunmasına karşın gözaltında gerekli tedbirlerin alınmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 2013 yılında askerde meydana gelen ölüm olayının ardından yapılan soruşturmanın etkili olmaması ve yaşamı korumak için gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinde güvence altına alınan yaşam hakkı ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir . Başvuru, 29/8/2013 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/11/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından 13/7/2015 tarihinde başvuru hakkında Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 27/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu Abdurrahman ÇİFTÇİ (A.Ç.), Muş-Hasköy Jandarma Komutanlığında askerlik hizmetini yerine getirmekte iken 6/3/2013 tarihinde, ateşli silah yaralanması sonucu hayatını kaybetmiştir. Ceza Soruşturması Süreci Olayın ardından başlatılan soruşturma kapsamında dinlenen tanıklar, birbirleriyle tutarlı olan ifadelerinde, “müteveffanın birlik içerisinde kendisine fazla nöbet yazıldığını ve üzerine gelindiğini düşünerek bunalımlı davranışlarda bulunduğunu, annesi ve babasının ayrı olması nedeniyle psikolojisinin bozuk olduğunu, annesini askere gelirken evli olan ağabeyine emanet ettiğini, ancak olaydan 15 gün kadar önce ağabeyinin annesini bıraktığını söylediğini, annesinin yalnız kalması nedeniyle müteveffanın çok üzgün olduğunu, 6/3/2013 tarihinde 14:00-16:00 saatleri arasında birlik nizamiye nöbetini devralmak üzere silahlıktan başkasına zimmetli G-3 piyade tüfeğini aldığını, saat 14:00 sularında elindeki tüfeğin kurma kolunu çekerek hizmet binasının yan duvarına ve havaya doğru tek tek ateş ettiğini, bu esnada 'yeter artık dayanamıyorum, rütbeliler çok üzerime geliyorlar' gibi sözler sarf ettiğini, sonrasında nizamiyeden çıkıp birlikten biraz uzaklaştıktan sonra karla kaplı olan bir tarlada durduğunu, ikna çabalarına rağmen elindeki tüfeğin namlusunu çenesinin altına dayayarak tetiğe bastığını” beyan etmişlerdir. Bazı tanıklar ayrıca “müteveffanın, komutanların üzerine çok geldiğinden ve artık buna dayanamadığından şikâyet ettiğini, ya kendisini ya da bir başkasını vuracağı yönünde bazı söylemlerinin olduğunu, ancak, kendilerinin bunu şaka zannettiklerini” belirtmişlerdir. Olayın ardından Muş İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Timi tarafından olay yerinde inceleme yapılmış ve olay yerindeki deliller toplanıp koruma altına alınmıştır. Yapılan incelemede olayda kullanılan J080665 seri numaralı G3 piyade tüfeğinin olay tarihinde izinde bulunan Er A.G.ye ait olduğu, müteveffanın nöbet görevi için silahlıktan bu silahı aldığı, ayrıca müteveffanın şahsi dolabı ve valizlikte bulunan eşyaları üzerinde yapılan aramada ölüm nedeninin tespitine yönelik herhangi bir bulguya rastlanmadığı rapor edilmiştir. A.Ç.nin cesedi üzerinde yapılan klasik ve sistematik otopsiye ilişkin raporda, “...müteveffanın sağ angulus mandibula alt kısmında 2 cm., 1,8 cm. ve 3 cm. ebadında kolları bulunan etrafında 6x3 cm.'lik alanda alev yanığı, duman-is artıkları ve barut kakmaları bulunan, kolları ile birlikte ölçüldüğünde 5,5x2,5 cm., kolları olmadan ölçüldüğünde 1x0,8 cm. ebadında bitişiğe yakın atış ateşli silah giriş deliği, bu giriş deliğinin cilt altı yumuşak dokularında yanık, duman, is ve barut artıkları olduğu, giriş deliğinin 2,5 cm. superiorunda sağ maksilla alt kısmından başlayıp alın sol leteraline, burun sağ kanadından başlayıp vertekse uzanan bölgeyi kapsayan, duramaterlasere beyin dokusu dışarı protüze, kafa kemikleri çok parçalı kırık vaziyette ve sağ gözün kaybedilmiş olduğu 22x17 cm. ebadında ateşli silah çıkış deliği olduğu, atış istikametinin anatomik pozisyonda aşağıdan yukarıya, çok hafif sağdan sola doğru yapılmış olduğu, bunun haricinde müteveffa üzerinde herhangi bir darp, cebir, delici ve kesici alet, elle-iple boğma ve benzeri harici lezyona rastlanılmadığı, müteveffanın bitişiğe yakın atışlı ateşli silah yaralanmasına bağlı kafa kemiklerinde kırık, beyin zarları arasında kanama ve beyin harabiyeti nedeniyle öldüğü...” sonucuna ulaşılmıştır. Anılan raporda ayrıca, müteveffanın sağ bacağının alt kısmında 0,6x0,3 ebadında üzeri kurutlu abrazyon bulunduğu görülmüştür. Jandarma Genel Komutanlığı Balistik İnceleme Şubesince yapılan incelemede, olayda kullanılan silahın emniyet ve ateş ayar mandalının sağlam ve işler durumda olduğu, atışa mâni herhangi bir arızasının bulunmadığı, olaydan önce ve ölüm anında kullanılan 10 adet mermi kovanının söz konusu silahtan çıktığı tespit edilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı Kimyasal İnceleme Şubesince yapılan incelemede ise müteveffaya ait svaplar ve elbiseler üzerinde yapılan analizler neticesinde müteveffanın yüz bölgesi svabı üzerinde atış artıkları tespit edildiği, müteveffaya ait bere üzerinde yaklaşık 5x5 cm ebatlarında bir adet delinme ve delinme bölgelerinin etrafında atış artıklarının olduğu, ayrıca müteveffaya ait pantolon, parka, bere, hücum yeleği ve bir çift bot üzerinde de atış artıkları bulunduğu rapor edilmiştir. Ölüm olayına ilişkin yapılan soruşturma sonucunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Savcılık), 22/4/2013 tarihli ve E.2013/395, K.2013/88 sayılı kararında soruşturma kapsamındaki tanık beyanları, ölü muayene ve otopsi raporu, balistik ve kimyasal inceleme raporları ve tüm dosyanın bir bütün hâlinde değerlendirilmesi neticesinde müteveffanın intihar etmek niyetiyle hareket ettiğini, bu eylemi gerçekleştirmek için kendisini azmettiren ya da teşvik eden yahut intihar kararını kuvvetlendiren veya kendisine yardım eden bir başka şahsın bulunmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Anılan karara başvurucu tarafından özetle “ölüm olayının ardından olay yeri incelemesinin geç gerçekleştirildiği, ölümün gerçekleştiğinin tanıklarca bilinmesine rağmen cesedin olay yerinden alınması suretiyle pek çok delilin karartıldığı, müteveffanın ayağındaki yara izinin kaynağının araştırılmadığı, olayda kullanılan silah üzerinden parmak izinin alınmadığı ve müteveffaya psikolojik baskı yapıldığına dair tanık beyanlarının yeterince dikkate alınmadığı” belirtilerek itiraz edilmiştir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme), 12/7/2013 tarihli ve K.2013/A-12-290 sayılı kararında “...olayı doğrudan gören tanıkların olduğu, ikna çalışmalarına rağmen müteveffanın ikna olmayarak G-3 piyade tüfeğini çene altından dayayıp bir el ateş ederek kendi eylemleri ile hayatına son verdiği; müteveffanın kullandığı silah üzerinde parmak izi alınmamasına yönelik itirazın değerlendirilmesinde, olayı doğrudan gören tanık beyanları olduğundan, parmak izi alınmamasının esası etkilemeyeceğinin değerlendirildiği; müteveffanın rütbeli komutanlar tarafından baskı gördüğüne dair itirazların değerlendirilmesinde, bu konuda Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığınca soruşturma yapıldığı ve soruşturma neticesinde şüpheliler hakkında iddianame düzenlendiği; müteveffanın ayak izinde yara olmasına ilişkin itirazın değerlendirilmesinde, bu konunun doğrudan müteveffanın vefat olayıyla nedensellik bağı olmadığı, diğer itirazların ise esasa yönelik delil elde etmeye dönük olmadığı...” gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir. Karar 30/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu ve müteveffanın diğer yakınlarının ölüm olayına ilişkin yürütülen soruşturmada özetle “A.Ç.'nin ölümüyle sonuçlanan olayda kastı veya ihmali olanların araştırılmasını, A.Ç.'nin askeri birliğe 2012 yılında tayin edilen bir rütbeli tarafından baskı altına alındığını, bu rütbelinin A.Ç.'ye çarşı izni dahi vermediğini, ölüm olayının gerçekleşmesinden önce A.Ç.'nin de aralarında bulunduğu 4-5 kişilik bir grupla rütbeli bir subayın kavga ettiğini duyduklarını” belirterek ölüm olayının gerçekleşmesinde kusuru bulunan kişilerden şikâyetçi olmaları üzerine bu iddialara ilişkin Savcılığın E.2013/506 sayılı dosyası kapsamında ayrı bir soruşturma başlatılmıştır. Bu doğrultuda yapılan soruşturma sonucu, Savcılığın 10/4/2013 tarihli ve E.2013/506, K.2013/216 sayılı kararıyla; i. İntihar olayının gerçekleştiği gün şüpheli S.A.nın, müteveffa A.Ç. ile olay kapsamında ifadeleri alınan diğer üç tanığı üç No.lu mevziyi temizlemek üzere götürdüğü, A.Ç. ile tanıkların şüpheliye görev yapmadıkları mevziyi neden temizleyeceklerini anlamadıklarını söyledikleri, şüphelinin cevaben temizlik yapacaklarını söylediği, A.Ç.nin ise “Biz burada yiyip içmedik.” dediği, şüphelinin bunun üzerine A.Ç.yi bir kere duvara vurup çektiği, bu surette şüpheli S.A.nın asta karşı müessir fiil suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlendiği, ii. A.Ç.nin ölümüyle sonuçlanan olayda kullanılan ve başka bir askere zimmetli olan silahın, olaydan önce A.Ç. tarafından silahlıktan alınması konusunda kusuru olan O.Y. hakkında emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlendiği, iii. Müteveffaya baskı yaptığı iddia edilen personelin E.K. olabileceğinin saptandığı; tanık ifadelerinde müteveffanın, E.K.nın kendisine çok fazla nöbet yazdığından yakındığının belirtildiği, bu iddialar kapsamında nöbet ve görevlendirme çizelgeleri, sağlık kayıtları ve çarşı izinlerine ilişkin belgelerin bilirkişi tarafından incelendiği ve bilirkişi tarafından hazırlanan raporda “...A.Ç.'ye 7 aylık hizmet defterinden çıkarılan toplam nöbet saatlerinde gözle görülür şekilde fazla nöbet yazıldığı anlaşılıyor olmasına rağmen, detaylı incelemede tek başına toplam nöbet saatinde yalnız olmadığı, her ay farklılıklar gösteren birkaç kişiye fazla nöbet yazıldığı, bu fazlalıkların da birlik içerisinde devam eden diğer faaliyetlerin yürütülmesi amacıyla nöbet grubu olarak belirlenen erlere tutturulduğunun anlaşıldığı, A.Ç.'ye yönelik kasti olarak fazladan veya ceza amaçlı nöbet yazılmadığı kanaatinin oluştuğu, nöbet defterinin daha özenli tutulması gerektiği, hizmet defterinin değişik şahıslar tarafından yazıldığının gözle görülür şekilde anlaşıldığı, ikiz görevleri bulunan personelin hergün nöbet grubuna dahil edilmesi halinde nöbet grubu olarak belirlenen erbaş ve erlere daha az nöbet saati gelebileceği, A.Ç.'nin sağlık belgeleri incelendiğinde, sağlık hizmetlerinden faydalanma konusunda herhangi bir sıkıntısının bulunmadığı, erbaş ve erlerin prensip olarak 15 günde bir sıra ile çarşı iznine çıkarılması emirlerde belirtilmesine rağmen, birliğin sorumluluk sahasındaki mevcut terör tehdidi konusunda kanaat oluşmadığından, çarşı izinlerinin yeterli olup olmadığı konusunda kanaat oluşmadığı...” sonucuna ulaşıldığı, bu nedenle memuriyet nüfuzunu kötüye kullandığına dair yeterli şüphe bulunmayan E.K. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır. Başvuru kapsamında incelenen soruşturma dosyasında, S.A. hakkında açılan kamu davası sonucunda asta müessir fiil suçundan 25 gün hapis cezasına, O.Y. hakkında açılan kamu davası sonucunda ise emre itaatsizlikte ısrar suçundan 25 gün hapis cezasına hükmedildiği, anılan cezalar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği ve bu cezaların kesinleştiği anlaşılmıştır. Ayrıca E.K. hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı başvurucunun itiraz yoluna başvurup başvurmadığına ilişkin ne soruşturma dosyasında ne de bireysel başvuru formu ve eklerinde herhangi bir bilgi veya belgeye ulaşılabilmiştir. Tazminat Davası Süreci Anayasa Mahkemesi tarafından; başvurucunun, oğlunun askerlik hizmetini yerine getirirken hayatını kaybettiği olayda devletin veya kamu görevlilerinin kusurunun bulunduğundan bahisle herhangi bir tazminat davası açıp açmadığı konusunda yapılan araştırma kapsamında 25/8/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinden (AYİM) bilgi talep edilmiştir. AYİM tarafından gönderilen cevap yazısında başvurucunun, başvuru konusuna ilişkin olarak 19/2/2014 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açtığı ve anılan davanın AYİM 2’nci Dairesi nezdinde derdest olduğu bildirilmiştir.B. İlgili Hukuk 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun “İtaatsizlikte ısrar edenlerin cezası” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Hizmete ilişkin emri hiç yapmayan asker kişiler bir aydan bir seneye kadar, emrin yerine getirilmesini söz veya fiili ile açıkça reddeden veya emir tekrar edildiği halde emri yerine getirmeyenler, üç aydan iki seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.” 1632 sayılı Kanun’un “Memuriyet nüfuzunun sair surette kötüye kullanılması” başlıklı maddesi şöyledir: “Emir vermek yetkisini veya memuriyet nüfuzunu kötüye kullanarak mevzuatın tayin ettiği ahvalden başka bir suretle herhangi bir gerçek veya tüzel kişi yahut astı hakkında keyfi bir işlem yapan yahut yapılmasını emreden amir veya üst, bir aydan iki seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu işlem, siyasi bir amaçla yahut kişisel bir çıkar sağlamak için yapılmış veya yapılması emredilmiş ise, fiil başka bir suç oluşturmadığı takdirde altı aydan aşağı olmamak üzere hapis cezası verilir.” 1632 sayılı Kanun’un “Maduna müessir fiiller yapanların cezası” başlıklı maddesi şöyledir: “Madununu kasten itip kakan, döven, veya sair suretlerle cismen eza verecek veya sıhhatini bozacak hallerde bulunan veyahut tazip maksadiyle madunun hizmetini lüzumsuz yere güçleştiren veya onun diğer askerler tarafından tazip edilmesine veya suimuamelde bulunulmasına müsamaha eden amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir. (2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.…” 25/10/1963 sayılı ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Askerî savcı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ile şüpheli ve suçtan zarar görene bildirilir. Bu karara karşı teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ya da suçtan zarar gören, kararın kendilerine tebliğinden itibaren onbeş gün içinde kararı veren askerî savcının teşkilâtında olduğu askerî mahkemeye yer itibarıyla en yakın askerî mahkemede itiraz edebilirler. En yakın askerî mahkemenin tayininde kararsızlık olursa, bu husus Millî Savunma Bakanlığınca giderilir. İtiraz isteminde kamu davasının açılmasını haklı gösterecek olaylar ve deliller gösterilir.” 353 sayılı Kanun’un “İtirazın reddi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “ İtiraz süresi içinde yapılmamış veya sebep gösterilmemişse veyahut kamu davasının açılması için yeter sebepler bulunmazsa askeri mahkeme itirazı reddeder.Ret kararı suçtan zarar görene; eğer itiraz, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri tarafından yapılmış ise bu makama tebliğ olunur ve ayrıca askerî savcıya ve şüpheliye bildirilir. İtiraz reddedildikten sonra kamu davası ancak yeni olaylara ve yeni delillere dayanılarak açılabilir.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7900 | Başvuru, 2013 yılında askerde meydana gelen ölüm olayının ardından yapılan soruşturmanın etkili olmaması ve yaşamı korumak için gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan yaşam hakkı ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir . | 0 |
Başvuru; üzerinde mutabakat sağlanmamış bir hususun hükme esas alınması, yargılama aşamasında ileri sürülen savunmaların gerekçeli kararda tartışılmaması ve delillerin takdirinde hata yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) Yalova ili ve çevresinde bulunan yerleşim merkezlerinde (dağıtım bölgesi) otuz yıl süre ile doğal gaz dağıtım lisansı ihalesi düzenlemiştir. Anılan ihaleye iştirak edip dağıtım lisansını 9/11/2004 tarihinde almaya hak kazanan başvurucu şirket ile Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi (BOTAŞ) arasında 25/3/2005 tarihinde doğal gaz alım satım sözleşmesi düzenlenmiştir. Sözleşmede sayaçların okunması ve devre dışı kalması hâlinde ne şekilde hareket edileceği ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Taraflar arasındaki sözleşme uyarınca 11/4/2005 tarihinde dağıtım bölgesi içinde bulunan BOTAŞ mülkiyetindeki mevcut sistem ve tesislerin başvurucuya devrini öngören protokol yapılmıştır. BOTAŞ, dağıtım bölgesindeki işletmenin başvurucuya devrini müteakip21/6/2005 tarihinde, ölçüm hattında bulunan sayacın yerleşimi standartlara uygun olmadığından ölçülen tüketimin hatalı olduğunu ve devir tarihinden itibaren baz tüketimin revize edileceğini belirtir ihtarname göndermiştir. BOTAŞ bu ihtarnamede ayrıca sayacın en geç 30/9/2005 tarihine kadar standartlara uygun hâle getirilmesi gerektiğine de yer vermiştir. BOTAŞ ihtarnameden sonra 30/6/2005, 25/7/2005, 31/7/2005, 31/8/2005 30/9/2005, 26/10/2005 ve 5/12/2005 tarihli revize edilmiş faturaları düzenleyerek başvurucuya göndermiştir. Başvurucu anılan ihtarnameye ve düzenlenen faturalara yönelik itirazlarını noter vasıtasıyla BOTAŞ'a göndermiştir. Sayacın standartlara uygun olarak ölçüm yaptığını ileri süren başvurucu, 15/7/2005 tarihli yazıyla yeni sayacın yerleşiminin uygun bulunması hâlinde revizyonun müşterek operasyonla yapılacağını bildirmiş ve revizyon 20/9/2005 tarihinde başlayan süreçte gerçekleştirilmiştir. BOTAŞ, revize edilen faturalardan (bkz. § 10) kaynaklanan 841,55 TL asıl ve 733,99 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 575,54 TL alacak için başvurucu hakkında 22/12/2005 tarihinde Ankara İcra Müdürlüğünde ilamsız icra takibi başlatmıştır. Ödeme emri 2/1/2006 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucunun 3/1/2006 tarihli itirazı üzerine takip durmuştur. BOTAŞ, 21/4/2006 tarihli dava dilekçesiyle icra takibine dayanak faturaların ödenmediği ve başvurucunun takibe yönelik itirazının haksız olduğu iddiasıyla itirazın iptaliyle icra inkâr tazminatına karar verilmesini istemiştir. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi (Mahkeme), sayacın standartlara uygun olup olmadığının belirlenmesi amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. İki petrol ve doğal gaz mühendisi ile bir mali müşavirden oluşan bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen ilk raporda sayacın içinden geçen gaz miktarını gerçeğe uygun olarak ölçmemesi hâlinde devre dışı kaldığının kabul edilmesi gerektiği ve bu durumda da taraflar arasında düzenlenensözleşmenin maddesi uyarınca "sayacın devre dışı kaldığı tarihten önceki 10 günlük çekiş miktarının ortalamasına göre" başvurucunun 577,54 TL borçlu olduğu belirtilmiştir. Anılan heyette yer alan Petrol ve Doğalgaz Mühendisi E.Ö. ise sayacın giriş ve çıkış mesafesinin önerilen standartlara uygun olması nedeniyle başvurucunun üzerine düşeni yaptığını ve faturalara dayanak günlük tüketim miktarına ilişkin tutanaklarda başvurucu temsilcisinin imzası bulunmadığından bu ölçümün gerçeği yansıtıp yansıtmadığının anlaşılamayacağını belirterek daha geçerli bir teknik analizin sayaçlar konusunda uzman bir mühendisin katılımı ile yapılabileceğiyönünde görüş bildirmiştir. Mahkeme taraf vekillerinin itirazı üzerine bilirkişi heyetine sayaçlar ve gaz şebekeleri hususunda uzman bir petrol mühendisinin dâhil edilmesinden sonra yeni bir rapor alınmasına karar vermiştir. 7/10/2010 tarihli bilirkişi raporunda, 4 inç çapa sahip ölçüm hattının artan talep nedeniyle 6 inç çapa çıkarılması esnasında çap düşürme elemanının sayacın hemensonrasında yapılması nedeniyle sayacın yerleşiminin ölçüme uygun olmadığı, bu imalatıntaraflar arasındaki sözleşme öncesinde yapılmış olduğu, buna mukabil devir protokolünde sistemin arızalı olduğuna dair bir bilgiye rastlanmadığı belirtilmiştir. Bilirkişi heyeti bu saptamalardan sonra yapmış olduğu değerlendirmede, ölçüm siteminin arızalı olduğunu ve bu sorunun sözleşme öncesinde bilindiğini, revizyon yapılması hususunda tarafların hemfikir olduğunu, ancak sayaçtan geçen gaz miktarının ne şekilde belirleneceği hususunda anlaşmazlık bulunduğunu bildirmiştir. Taraflar 7/10/2010 tarihli rapora itiraz etmiş ve Mahkemenin isteği üzerine aynı heyet sayaçtan geçen gazın miktarının belirlenmesi hususunda iki alternatif içeren ek birrapor düzenlemiştir. Mahkeme itirazlar üzerine farklı bir bilirkişi heyeti ile yeni inceleme yapılmasına karar vermiştir. Mali müşavir, petrol mühendisi ve hukukçudan oluşan heyet 7/3/2013 tarihli raporu sunmuştur. Söz konusu raporda ölçüm hattının 4 inçten 6 inçe çıkarılması nedeniyle standartlara uygunluğunun ortadan kalktığı, dolayısıyla ölçümlerin hatalı olduğu, eldeki verilerle tüketimin miktarının belirlenmesinin mümkün olmadığı ve bu durumda sözleşme uyarınca tüketim miktarının eski tüketimler baz alınarak belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Heyet bu yönteme göre yapmış olduğu hesaplamada başvurucunun841,55 TL asıl ve 172,15 TL işlemiş faiz borcu bulunduğu sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme, 28/6/2013 tarihli kararla 7/3/2013 tarihli heyet raporunun dosya kapsamındaki delillere uygun olduğu ve önceki raporlar ile başvurucunun sunduğu hukuki mütalaayı da karşıladığı kanaatiyle bu raporu esas alarak davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında, arızanın tespitinden sonra davacı tarafın 2005 yılı Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık ile 2006 yılı Ocak dönemlerine ilişkin faturaları tanzim ederek başvurucudan ödemesini istediği ancak başvurucunun, davacı tarafından belirlenen bedel yerine kendisinin tespit ettiği bedeli ödediği ve böylece ödenmeyen 841,55 TL borç bulunduğu sonucuna varmıştır. Mahkeme bu tespiti yaptıktan sonra takibin işlemiş faiz dâhil olmak üzere 333,70 TL yönünden devamına ve kabul edilen bedel üzerinden hesaplanan 733,48 TL icra inkâr tazminatının başvurucudan tahsiline karar vermiştir. Hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 1/12/2014 tarihli karar ile ilk derece mahkemesi kararına atıf yaparak hükmü onamıştır. Tarafların karar düzeltme isteği aynı Daire tarafından 15/6/2015 tarihinde reddedilmekle hüküm kesinleşmiştir. Nihai karar 30/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 27/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcrave İflas Kanunu’nun ''İtirazın iptali'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. (Değişik: 9/11/1988-3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.'' 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ''Delillerin değerlendirilmesi'' kenar başlıklı maddesişöyledir: "Kanuni istisnalar dışında hâkim delilleri serbestçe değerlendirir.'' 6100 sayılı Kanun'un ''Bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir.'' 6100 sayılı Kanun'un ''Bilirkişinin oy ve görüşünün değerlendirilmesi'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14479 | Başvuru, üzerinde mutabakat sağlanmamış bir hususun hükme esas alınması, yargılama aşamasında ileri sürülen savunmaların gerekçeli kararda tartışılmaması ve delillerin takdirinde hata yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Yargıtay Başkanlar Kurulunun kanun ve yönetmelik hükümlerine aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, bu karara karşı yargı yolunun kapalı olması nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 6/11/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 10/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 29/12/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adalet Meslek Yüksekokulundan mezun olmuş; yirmi üç yıl çalıştığı Yargıtayda son 8 yıl şeflik kadrosunda görev yapmıştır. 22/2/2008 tarihli ve 47 sayılı Yargıtay Yönetim Kurulu Kararıyla Yargıtay Başkanlığında açık bulunan yazı işleri müdürlüğü ve diğer kadrolara atama yapılabilmesi için görevde yükselme eğitimi açılmasına karar verilmiş ve 26/3/2008 tarihinde Sınav Kurulu ve Yönetim Kurulunca görevde yükselme eğitimine katılacak personel listesi belirlenerek ilan edilmiştir. Başvurucu, Adalet Meslek Yüksekokulu mezunu olması nedeniyle 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun maddesinin üçüncü fıkrası ve 3/8/2005 tarihli ve 25895 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yargıtay Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin özel şartlar başlıklı maddesi uyarınca öncelikli seçilecekler arasında yer alması gerektiğini belirterek değerlendirmeye itiraz etmiştir. Yargıtay Yönetim Kurulu, 1/4/2008 tarihli ve 122 sayılı kararıyla Sınav Kurulunca yapılan incelemelerde herhangi bir maddi hatanın bulunmadığını, karara karşı Başkanlar Kuruluna itiraz etme hakkının bulunduğunu belirterek başvurucunun talebini reddetmiştir. Ret kararı üzerine başvurucu, Yargıtay Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin maddesinin ikinci fıkrası hükmü ve Ek-1 Değerlendirme Formunda yer alan takdirname sayısal puan kısmı ile Yargıtay Yönetim Kurulu Kararı ve sınav aday listesinin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi, 24/4/2008 tarihli ve E.2008/639, K.2008/750 sayılı kararıyla “2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun maddesinde Yargıtay Yönetim Kurulu Kararlarına karşı Yargıtay Başkanlar Kuruluna itiraz yolunun öngörüldüğü…” gerekçesiyle dava dilekçesinin görevli idari mercii olan Yargıtay Başkanlar Kuruluna gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Başkanlar Kurulu 21/5/2008 tarihli ve 16 sayılı kararıyla başvurucunun talebini kesin olarak reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“…1- Yargıtay Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe konulan çerçeve yönetmeliğe göre ve Kamu Kurum ve Kuruluşlarında çalışan kamu görevlilerinin görevde yükselme kriterlerinin objektif nitelikte olması, birlik ve beraberlik içinde uygulama yapılabilmesi amacıyla hazırlandığı anlaşılmakla Remziye Baykal’ın yerinde görülmeyen taleplerinin Yargıtay Kanununun maddesinin birinci fıkrasının d bendi uyarınca kesin olarak reddine,2- Kararın adı geçene tebliğine, 21/5/2008 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.” Başvurucu, Yargıtay Başkanlar Kurulu kararının iptali, Yargıtay Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliğinin maddesinin ikinci fıkrası ile anılan Yönetmelik’in Ek-1 değerlendirme formunda yer alan takdirname sayısal puan kısmının iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu ayrıca 2797 sayılı Kanun’un, Başkanlar Kurulunun görevlerini düzenleyen maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinin (d) alt bendi ve aynı maddenin son fıkrasının ve sondan bir önceki fıkrada yer alan “1 (d) bentlerinde” ibaresinin Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Ankara İdare Mahkemesi, 17/6/2008 tarihli ve E.2008/1076 sayılı ara kararıyla 2797 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinin (d) alt bendinde yer alan “kesin olarak” ifadesi ve aynı maddenin son fıkrasında yer alan “Başkanlar kurullarının itiraz üzerine veya doğrudan doğruya verdikleri bütün kararlar kesin olup, bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine başvurulamaz.” cümlesinin Anayasaya aykırı olduğunu belirterek itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurmuş ve davanın geri bırakılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, 21/1/2010 tarihli ve E.2008/74, K.2010/15 sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “…Yargıtay Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinin (d) alt bendinde geçen “kesin olarak” ibaresi, Yönetim Kurulu kararlarına yönelik itirazların inceleme mercii olan Başkanlar Kurulunun bu konudaki kararlarının biçimsel yönden kesin, uygulanabilir ve bağlayıcı nitelikte olduğunu ifade etmektedir. Yargıtay Yönetim Kurulunun 2797 sayılı Yasa’nın maddesinin birinci fıkrasındaki, hâkimlik ve savcılık sınıfından olmayan Yargıtay personeline ilişkin atama ve nakil, yükselme, disiplin ve sair özlük işlerini yürütme, bunlarla ilgili karar ve tedbirleri alma ve yönetmelikleri yapma görevleri çerçevesinde aldığı kararlar, ilgililerce itiraz edilmesi durumunda ancak Başkanlar Kurulunun kararının ardından kesin ve uygulanması gerekli işlem hâlini almaktadırlar. Bu nedenle Yönetim Kurulunun kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine Yargıtay Başkanlar Kurulunca verilen kararların idarî bakımdan kesin olması, savunma ve hak arama özgürlüklerinin sınırlandırılamayacağı ve idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu yönündeki Anayasa kurallarına aykırı değildir.…Bir yüksek yargı organı olan Yargıtay’ın iç düzeni ve işleyişi bakımından, aslî görevleri esasen adlî ihtilafları çözüme kavuşturmak olan yüksek yargıçların oluşturduğu ve Yargıtay Birinci Başkanı, Birinci Başkan Vekilleri ile Yargıtay’daki tüm Daire Başkanlarından meydana gelen Başkanlar Kurulu tarafından Yönetim Kurulu kararlarına karşı yapılan itirazların bir sonuca bağlanması işinin, yargısal ağırlıklı bir faaliyet olduğu ve Yargıtay’ın aslî temyiz görevine ilaveten yasa koyucu tarafından anılan Kurula verilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Yasa koyucu Yargıtay Başkanlar Kurulunu işlevsel olarak “idare” kabul etmemiş ve Kanun’la kendisine verilen görevleri ifade ederken bu Kurulun verdiği kararları idarî tasarruf saymayarak, bunları yargı denetimi dışında tutmuştur. Bu nedenle, Yargıtay mensuplarının Yargıtay’ın ifa ettiği yüksek yargı hizmetinin işleyişi ile ilgili olarak doğabilecek kimi ihtilafların Yargıtay’ın içinde belirtilen çözüm mekanizmaları yoluyla sonuçlandırmasının öngörülmesinde Anayasa’nın yargı ve yüksek yargıyı düzenleyen hükümleri yönünden bir aykırılık söz konusu değildir. İtiraz konusu kuralla Yargıtay Başkanlar Kurulunun “Yönetim Kurulu” kararlarına itiraz üzerine verdiği kararların aleyhine başka yargı merciine başvuru olanağının ortadan kaldırılmasının, savunma ve hak arama özgürlüklerinin sınırlandırılamayacağı ve idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu yönündeki Anayasa kurallarına aykırı bir yönü görülmemiştir.…” Anayasa Mahkemesinin ret kararı üzerine Ankara İdare Mahkemesi 18/6/2010 tarihli ve E.2008/1076, K.2010/909 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “Olayda, davacı tarafından, Yargıtay Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliğinin maddesinin fıkrası ile anılan yönetmeliğin Ek-1 değerlendirme formunda yer alan takdirname sayısal puan kısmının iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmakta ise de, yukarıda hükmü aktarılan yasal düzenleme uyarınca, Yargıtay Yönetim Kurulu’nun kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine Yargıtay Başkanlar Kurulu’nca verilen kararların idari bakımdan kesin olması ve bu kararlar aleyhine yargı yolunun kapalı olması nedeniyle işbu davanın incelenme olanağı bulunmamaktadır.” Başvurucu, Yargıtay Başkanlar Kurulu kararının idari işlem olmasına rağmen karara karşı yargı yolunun kapalı olmasının Anayasa’ya aykırı olduğunu belirterek temyiz talebinde bulunmuş; Danıştay Dairesi, 11/11/2011 tarihli ve E.2010/6558, K.2011/6247 sayılı ilamı ile hükmü onamıştır. Başvurucu, temyiz dilekçesindeki benzer iddiaları dile getirerek karar düzeltme isteminde bulunmuş; aynı Daire 23/1/2013 tarihli ve E.2012/2642, K.2013/302 sayılı ilamıyla talebi reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 27/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 5/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 2797 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinin (d) alt bendi, ikinci ve üçüncü fıkrası şöyledir:“Başkanlar kurullarının görevleri şunlardır: Başkanlar Kurulunun Görevleri: …d) Birinci Başkanlık Kurulu, Yüksek Disiplin Kurulu ile Yönetim Kurulu kararlarına karşı yapılan itirazları kesin olarak karara bağlamak. Bu itirazların incelenmesinde karara katılan kurul üyesi daire başkanları Kurula katılamaz ve eksiklikler o dairenin kıdemli üyeleriyle tamamlanır.…Oylamanın şekli, ilgili kurullarca belirlenir. Ancak bu maddenin (1/b) ve (1/d) bentlerinde öngörülen hususlara ilişkin oylama gizli yapılır. Başkanlar kurullarının itiraz üzerine veya doğrudan doğruya verdikleri bütün kararlar kesin olup, bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine başvurulamaz.” 2797 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Yazı İşleri Müdürlüğüne, öncelikle hukuk fakültesi mezunları; bunlardan müracaat eden olmadığı takdirde sırasıyla Adalet Yüksekokulu, fakülte, yüksekokul, lise veya ticaret lisesi mezunları veya en az beş yıl yazı işleri müdür yardımcılığı veya ilk derece mahkemelerinde aynı süre yazı işleri müdürlüğü yapmış olanlar atanır.” Yargıtay Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin 10/12/2014 tarihli ve 29201 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan değişiklikten önceki maddesinin (a), (b) ve (c) bendinin (1) numaralı alt bendi şöyledir:“Bu maddede belirtilen kadrolara görevde yükselme suretiyle atanacaklarda aşağıda belirtilen özel şartlar aranır.a) Genel Yazı İşleri Müdürü, İdari ve Mali İşler Müdürü, Personel ve Eğitim Müdürü, Bilgi İşlem Merkezi Müdürü, Yayın İşleri Müdürü, Kütüphane Müdürü kadrosuna atanabilmek için;1) Dört yıllık yükseköğretim mezunu olmak,2) Kütüphane Müdürlüğü için fakülte veya yüksekokulların kütüphanecilik bölümü mezunu olmak,3) Başkanlıkta en az beş (5) yıl şef olarak çalışmış olmak,4)Yapılacak görevde yükselme sınavında başarılı olmak.b) Yazı İşleri Müdürü kadrosuna atanabilmek için;1) 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen şartları taşımak,2) Başkanlıkta en az beş (5) yıl şef olarak çalışmış olmak,3)Yapılacak görevde yükselme sınavında başarılı olmak.c) Şef kadrosuna atanabilmek için;1) İki yıllık yükseköğretim mezunu olmak,” Aynı Yönetmelik’in mülga maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Görevde yükselme eğitimine katılacakların sayısı atama yapılacak boş kadro sayısının iki katını geçemez. İki katından az istekli bulunması halinde, durumu uygun olan bütün personelin eğitime alınması sağlanır. Duyurulan kadro sayısının iki katından fazla personelin başvurması halinde, bu Yönetmelik EK-1’deki Değerlendirme Formunda belirtildiği şekilde puanlama yapılmak suretiyle, toplam puanı en fazla olandan başlamak üzere kadro sayısının iki katı kadar personel belirlenerek eğitime alınır. Puanların eşitliği halinde hizmet süresi fazla, son sicil notu yüksek olan tercih edilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1717 | Başvuru, Yargıtay Başkanlar Kurulunun kanun ve yönetmelik hükümlerine aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, bu karara karşı yargı yolunun kapalı olması nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, başvurucu B.’e ait doğum raporunda diğer başvurucu B. yerine başkasının gerçeğe aykırı şekilde anne olarak gösterilmesi neticesinde uğranılan zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 4/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/1/2014 tarihli görüşü başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili 5/2/2014 havale tarihli beyan dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Ukrayna uyruklu B., 20/8/1999 tarihinde turist olarak Türkiye’ye giriş yapmıştır. Başvurucu, 31/3/2002 tarihinde Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Hastanesinde diğer başvurucu B.’i dünyaya getirmiş, ancak doğum raporunda doğum yapan kişi olarak başvurucunun doğum sırasında yanında bulunan G.Ş. isimli kişi gösterilmiştir. 4/5/2002 tarihinde başvurucuların barındıkları fuhuş yapılan eve baskın yapılması sonucu başvurucu B. yakalanarak sınır dışı edilmiştir. Doğum raporunda annesi olarak görünmediği için oğlu olan diğer başvurucu B.’yi yanında götüremeyen başvurucu B., 15/6/2005 tarihinde tekrar Türkiye’ye giriş yapmış ve B.’in kendi oğlu olduğunun tespiti istemiyle dava açmıştır. Ankara Aile Mahkemesinin 3/5/2006 tarih ve E.2006/178, K.2006/485 sayılı kararıyla B.’in B.’in oğlu olduğunun tespitine karar verilmiştir. 27/9/2006 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat eden başvuranlar, gerçeğe aykırı doğum raporu düzenlenmesi nedeniyle uğradıkları zararlarına karşılık olarak maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır. Söz konusu müracaatın 7/11/2006 tarihli işlemle reddedilmesi üzerine başvurucuların 000,000 TL manevi ve 278,00 TL maddi zararın tazmini istemiyle açtıkları dava, Ankara İdare Mahkemesinin 16/11/2007 tarih ve E.2006/570, K.2007/1327 sayılı kararıyla “4/5/2002 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğü Şube Müdürlüğünde alınan ifadesinde çocuğunun G.Ş. adına düzenlenen belge ile çıkarıldığını beyan ettiği görülen davacının bu belgenin gerçeğe aykırı düzenlendiğini bu tarihte bildiğinin açık olduğu ve bu tarihten itibaren 60 gün içinde dava açılması ya da 2577 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca bu süre içerisinde davalı idareyi başvuruda bulunduktan sonra dava açılması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra 27/9/2006 tarihinde idareye yapılan başvuru üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğundan işin esasının incelenme olanağı bulunmadığı” gerekçesiyle süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 14/2/2012 tarih ve E.2008/4317, K.2012/547 sayılı kararıyla “uyuşmazlıkta davacının uğradığını ileri sürdüğü zararın doğmasının nedeni, davalı idare tarafından gerçeğe aykırı düzenlenen ve idari işlem niteliğinde olan doğum raporu olduğundan, bu nedenle uğranıldığı ileri sürülen zararın kesin olarak ortaya çıkması ve davacı tarafından öğrenilmesi, davacılardan B.’in yine davacılardan B.’in oğlu olduğunun tespitine ilişkin Ankara Aile Mahkemesinin kararının kesinleşmesine bağlı bulunmakta olup, kararın kesinleştiği 25/5/2006 tarihinden itibaren 2577 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca altmış gün içinde dava açılması gerektiğinden bu süre geçtikten sonra 27/9/2006 tarihinde yapılan başvurunun reddi üzerine 20/12/2006 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı” gerekçesiyle onanmış, karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 28/3/2013 tarih ve E.2013/3216, K.2013/2374 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucular vekiline 27/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 26/7/2013 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Üst makamlara başvurma” başlıklı maddesi şöyledir: " İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır." 2577 sayılı Kanun'un “İptal ve tam yargı davaları” başlıklı maddesi şöyledir: "İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." 2577 sayılı Kanun’un “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından: a) Görev ve yetki, b) İdari merci tecavüzü, c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süre aşımı, f) Husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları, Yönlerinden sırasıyla incelenir. (4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5609 | Başvurucular, başvurucu D. B. ’e ait doğum raporunda diğer başvurucu M. B. yerine başkasının gerçeğe aykırı şekilde anne olarak gösterilmesi neticesinde uğranılan zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 20. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/12036 numaralı başvuru dosyasının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2018/7666 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/7666 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Gaziantep Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından, başvurucunun vefat eden eşinin kanuni temsilcisi bulunduğu şirketin ödenmeyen borçlarının tahsili amacıyla başvurucu adına mirasçı sıfatıyla 25/1/2018 tarihli ödeme emirleri düzenlenmiştir. Anılan ödeme emirleri 29/1/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, ödeme emirlerinin iptali istemini içeren dava dilekçesini Gaziantep Vergi Mahkemesine gönderilmek üzere Kayseri Nöbetçi Vergi Mahkemesine sunmuştur. Bireysel başvuru formuna eklenen dava dilekçesinin üzerindeki havale tarihi 12/2/2018'dir. Başvurucu ayrıca Kayseri İdare Mahkemesince düzenlenen 12/2/2018 tarihli tahsilat makbuzlarını da başvuru formuna eklemiştir. Dava dilekçesi 20/2/2018 tarihinde Gaziantep Vergi Mahkemesine (Mahkeme) ulaşmıştır. Mahkeme 22/3/2018 tarihinde başvurucu tarafından açılan iki ayrı davanın süre aşımı nedeniyle reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararların gerekçelerinde; 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun'un maddesinde ödeme emri tebliğ olunan kişinin tebliğden itibaren on beş gün içinde itirazda bulunabileceğinin belirtildiği, başvurucu adına mirasçı sıfatıyla düzenlenen ödeme emirlerinin 29/1/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği hâlde 15 günlük süre geçtikten sonra 20/2/2018 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu kesin olan bu kararlara karşı 25/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Selin Mirkelam, B. No: 2013/7472, 7/1/ | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7666 | Başvuru, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Cizre'de terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen operasyonlar sırasında ölüm olayı meydana gelmesi ve konuya ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının, cenazeye ulaşılırken özensiz davranılması, cenazenin teşhisi ve teslimi ile defin sürecinde zorluklarla karşılaşılması nedeniyle de kötü muamele yasağının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. PKK terör örgütü 12/8/2015 tarihinden itibaren Cizre ilçesinin de dâhil olduğu bazı merkezlerde öz yönetim ilan etmiştir. Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü, kamuoyunda hendek olayları olarak adlandırılan ve aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır (hendek olayları, öz yönetim ilanları, PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 67, 346-348). Başvuru konusu olay, yukarıda özetlenen operasyonların gerçekleştirildiği ve sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde yaşanmış olup başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşü ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 11/2/2016 tarihinde, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) kararına istinaden, Şırnak'ın Cizre ilçesi Sur Mahallesi'nde bulunan ve güvenlik güçleri tarafından S-223 olarak numaralandırılan tek katlı bina ve bahçesinde, kolluk personeli tarafından arama yapılmıştır. Arama sırasında ikamet sahibi, mahalle muhtarı, aza veya herhangi bir komşu hazır edilememiştir. Arama Tutanağı'nda buna gerekçe olarak, bölgede sıcak çatışmaların devam etmesi nedeniyle güvenlik riski bulunması ve aramaya refakat eden kişilerin terör örgütü nazarında muhbir olarak değerlendirilerek hedef hâline gelme ihtimali gösterilmiştir. Aynı tutanakta, kolluk dışında hazirun bulundurulamaması nedeniyle arama işleminin dijital kamera ile kayıt altına alınmak suretiyle icra edildiği belirtilmiştir. Arama sırasında olay yeri inceleme ekipleri de hazır bulunmuştur. Arama Tutanağı ve Olay Yeri İnceleme Raporu'na göre, arama neticesinde olay yerinde -kimlikleri belirsiz- 12 (on iki) ceset ile çok sayıda silah ve el bombası, roket mermisi, RPG, EYB (el yapımı bomba) gibi patlayıcılar bulunmuştur. Bulunan ceset ve mühimmat -özetle- şunlardır:i. (1) olarak numaralandırılan erkek cesedinin yanında, Bixi olarak isimlendirilen makineli tüfek bulunmuştur. Silahın üzerinde mayon (mermilerin silaha yerleştirilmesinde kullanılan metal şerit) takılı olduğu ve mayonda 91 adet mermi bulunduğu tespit edilmiştir.ii. (2) No.lu erkek cesedinin yanında, Bixi makineli tüfek bulunmuştur. Silahın üzerinde mayon takılı olduğu ve mayonda 22 adet mermi bulunduğu tespit edilmiştir.iii. (3) No.lu erkek cesedinin üzerinde bulunan hücum yeleğinde 4 adet şarjör ve şarjörlere basılı vaziyette toplam 121 adet mermi ile bir karton kutu içerisinde 8 adet mermi bulunmuştur.iv. (4) No.lu erkek cesedinin yanında Kalaşnikof makineli tüfek bulunmuştur. Silahın üzerinde şarjör takılı olduğu ve şarjörde 30 adet mermi bulunduğu tespit edilmiştir. Ayrıca şahsın üzerindeki hücum yeleğinin ceplerinde aynı silaha ait 2 adet şarjör ve şarjörlere basılı vaziyette toplam 60 adet mermi bulunmuştur.v. (5) No.lu erkek cesedinin yanında Kalaşnikof makineli tüfek bulunmuştur. Silahın üzerinde şarjör takılı olduğu ve şarjörde 30 adet mermi bulunduğu tespit edilmiştir. Ayrıca şahsın üzerindeki hücum yeleğinin cebinde aynı silaha ait 1 adet şarjör ve şarjöre basılı vaziyette 6 adet mermi bulunmuştur.vi. (6) No.lu kadın cesedi üzerinde hücum yeleği bulunduğu ancak hücum yeleğinin ceplerinin boş olduğu görülmüştür.vii. (7) No.lu erkek cesedinin yanında Kalaşnikof makineli tüfek bulunmuştur. Silahın üzerinde şarjör takılı olduğu ve şarjörde 30 adet mermi bulunduğu tespit edilmiştir. Ayrıca şahsın üzerindeki hücum yeleğinin ceplerinde aynı silaha ait 3 adet şarjör ve şarjörlere basılı vaziyette toplam 86 adet mermi ile 1 adet el bombası bulunmuştur.viii. (8) No.lu kadın cesedinin yanında Kalaşnikof makineli tüfek bulunmuştur. Silahın üzerinde şarjör takılı olduğu ve şarjörde 30 adet mermi bulunduğu tespit edilmiştir. Ayrıca şahsın üzerindeki hücum yeleğinin ceplerinde aynı silaha ait 5 adet şarjör ve şarjörlere basılı vaziyette toplam 123 adet mermi ile 1 adet el bombası bulunmuştur.ix. (9) No.lu kadın cesedinin yanında Kalaşnikof makineli tüfek bulunmuştur. Silahın üzerinde şarjör takılı olduğu ve şarjörde 30 adet mermi bulunduğu tespit edilmiştir. Ayrıca şahsın üzerindeki hücum yeleğinin ceplerinde aynı silaha ait 3 adet şarjör ve şarjörlere basılı vaziyette toplam 86 adet mermi bulunmuştur.x. (10) No.lu erkek cesedinin üzerinde bulunan hücum yeleğinde 4 adet şarjör ve şarjörlere basılı vaziyette toplam 119 adet mermi bulunmuştur.xi. (11) No.lu kadın cesedinin yanında Kalaşnikof makineli tüfek bulunmuştur. Silahın üzerinde şarjör takılı olduğu ve şarjörde 30 adet mermi bulunduğu tespit edilmiştir. Ayrıca şahsın üzerindeki hücum yeleğinin ceplerinde aynı silaha ait 4 adet şarjör ve şarjörlere basılı vaziyette toplam 76 adet mermi bulunmuştur.xii. Bahse konu ikametin bahçesinde yer alan giriş kapısı iç kısmında ise (12) No.lu erkek cesedi bulunmuştur.xiii. Olay mahallinde ayrıca 2 adet roket mermisi, 2 adet güçlendirilmiş roket mermisi, 4 adet el bombası, 2 adet el bombası pimi, 1 adet piknik tüpü şeklinde EYB (el yapımı bomba), siyah renkli çanta içerisinde 7 adet RPG olarak tabir edilen mermi bulunmuştur. Aynı gün, kimliği belirsiz "2016-685-11 223 Sur" numaralı ceset torbası içerisinde yer alan (11) No.lu ceset üzerinde Cumhuriyet savcısı huzurunda adli ölü muayene işlemi yapılmıştır. İşlem sırasında fotoğrafçı ve kameraman bilirkişi ile olay yeri inceleme ekibi de hazır bulunmuştur. İşlem neticesinde kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için otopsi işlemi yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır, cesetten ele geçen kıyafet, hücum yeleği ve diğer eşyalar olay yeri inceleme ekibine teslim edilmiştir. Olay yeri inceleme ekibince, cesedin el, yanak svapları ile 10 parmak basım izleri ve olay yerinde ele geçirilen silahların tetik tertibatlarından biyolojik svap örnekleri alınmıştır. 12/2/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısı huzurunda otopsi işlemi yapılmıştır. Şırnak Barosu avukatlarından Ş.Ü. ve E.U.nun talebi kabul edilerek, İnsan Hakları Derneği Şırnak Şubesini temsilen adli tıp uzmanı Ö.Ö.nün otopsi sırasında hazır bulunmasına müsaade edilmiştir. Yapılan otopsi işlemi sırasında cesetten 1 adet kısmen deforme olmuş ve set izleri bulunan mermi çekirdeği ele geçirilmiştir. İşlem neticesinde, kişinin çok sayıda ateşli silah mermi çekirdeği ve penetran cisim yaralanmasına bağlı kafatası, seri kaburga, klavikula, sternum, omurga ve ekstremite kırıkları ile birlikte beyin doku harabiyeti, iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen dış kanama sonucu öldüğünün belirlendiği belirtilmiştir. İşlem sırasında ayrıca kimlik tespiti yapılabilmesi bakımından doku örnekleri de alınmıştır. 19/2/2016 tarihli ekspertiz raporuna göre, cesetten alınan parmak izlerinin APFİS (Otomatik Parmak İzi Teşhis Sistemi) veri tabanı üzerinden sorgulanması neticesinde herhangi bir kayda ve faili meçhul olay yeri parmak izleri ile yapılan sorgulamada da eşleşmeye rastlanmamıştır. Cesedin kimliğinin tespit edilmesi için DNA incelemesi yaptırılmıştır. Adli Tıp Kurumunun 23/2/2016 tarihli raporuna göre ölen şahıs ve başvuruculardan Sultan Dalmış'tan alınan DNA örneklerinin anne-kız yönünden uyumlu olduğu ve ölenin başvurucuların yakını N. olduğu tespit edilmiştir. Başsavcılık, Cizre İlçe Emniyet Müdürlüğüne gönderdiği yazıyla olayın meydana geldiği yerdeki kamuya ve özel kişilere ait tüm kamera kayıtlarının (araçlar dâhil) tespit edilmesi, görüntülerinin çözümlenerek tutanak hâline getirilmesi, olaya ilişkin bilgisi olan kişilerin tespit edilmesi ve beyanlarının alınması talimatı vermiştir. Ayrıca şahıs hakkında arşiv araştırması yapılmasını, olayın faillerinin tespit edilmesine yönelik araştırma yapılmasını istemiştir. Cizre İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün 11/10/2016 tarihli cevabi yazısında, ölen şahsın bulunduğu yer ve çevresinde yapılan araştırmalar neticesinde herhangi bir MOBESE ve kamuya/özel kişiye ait kamera sisteminin bulunmadığı, olaya ilişkin herhangi bir fail tespit edilmediği, N.nin aranan şahıslardan olmadığı bildirilmiştir. Kolluk tarafından tanzim edilen aynı tarihli Arşiv Araştırma Tutanağı'nda N.nin PKK/KCK terör örgütünün silahlı yapılanmalarından olan YPS içerisinde silahlı faaliyette bulunduğuna dair teyide muhtaç nitelikte istihbari bilgilerin bulunduğu kayıt altına alınmıştır. Kolluk tarafından düzenlenen 11/10/2016 tarihli internet tespit tutanağına göre, örgüte müzahir olduğu değerlendirilen anfturkce.net adlı internet sitesinde N. direnerek şehit oldu başlıklı haber yapıldığının tespit edildiği bildirilmiştir. Haber içerisinde N.nin annesinin 'başının dik olduğunu, gerilla saflarında ailelerinden 50 gencin mücadele ettiğini' söylediği ifade edilmiştir. Soruşturma kapsamında bir kısım gizli tanık, Cumhuriyet savcısı huzurunda N.yi fotoğraflarından teşhis etmiştir. Bu kişilerin konuyla ilgili beyanları özetle şöyledir:i. Gizli tanık F.: Şahsın ismini N. olarak bilirim. Şahsın operasyonlar döneminde Nur Mahallesi'nde YDG-H içerisinde faaliyet yürüttüğünü bilirim. Şahıs operasyonlar esnasında bodrum katta öldürülmüştü.ii. Gizli tanık P.: Şahıs PKK/KCK terör örgütünün gençlik yapılanması YDG-H asayiş içerisinde faaliyet bulunurdu. Nur Mahallesi'nde bulunan sağlık evine gidip gelirken görürdüm.iii. Gizli tanık G.: Şahsın ismini hatırlamıyorum, soyadının olduğunu hatırlamaktayım. Kendisinin Nur Mahallesi'nde YPS içerisinde keleş silahlı olarak faaliyet yürütmekte olduğunu bilirim. Güvenlik güçleri ile çatışmaya girmişti. Çatışmalarda öldüğünü biliyorum.iv. Gizli tanık B: Şahsın ismini N. olarak hatırlamaktayım. Kendisinin Nur Mahallesi'nde oturduğunu bilirim. Operasyonlar sırasında güvenlik güçleri ile Cudi Mahallesi'nde girdiği çatışmalarda öldürülmüştü. Yürütülen soruşturma neticesinde Başsavcılık 5/12/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, N.nin diğer terör örgütü üyeleri ile birlikte güvenlik güçleri ile yapılan çatışmalara katıldığı ve güvenlik güçlerine karşı silahlı faaliyet gösterdiği esnada güvenlik güçlerince öldürüldüğü kabul edilmiştir. Kararda bu kabule gerekçe olarak; N.nin cesedinin bulunduğu yerde örgüt mensuplarına ait 11 cesedin daha bulunması, N.nin cesedinin yanında da Kalaşnikof marka silah, bu silaha ait mermiler ve üzerinde hücum yeleği ele geçirilmiş olması, ikamette terör örgütü mensuplarınca kullanılan çok sayıda uzun namlulu silah, şarjör, mermi, el bombası, biksi silah, roket mermisi, el yapımı patlayıcı bulunması, N.nin terör örgütü üyesi olarak faaliyetlerde bulunduğu ve güvenlik güçleri ile çatışmalara girdiğine dair dört farklı gizli tanığın birbiri ile uyumlu beyanlarının bulunması gösterilmiştir. Bu kabul ve tespitler sonrası kararda; N.nin meşru müdafaa hakkı kapsamında güvenlik güçlerince öldürüldüğü, güvenlik güçlerinin yetkili bir merciden almış oldukları hukuka uygun bir emri yerine getirdikleri, bu emrin yerine getirilmesi esnasında kendilerine, diğer güvenlik güçlerine ve sivil halka örgüt mensuplarınca yöneltilen, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız saldırıları o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde def etme zorunluluğunda bulundukları; güvenlik güçlerinin kanunun verdiği yetkiyi kullandıkları ve verilen emri ifa ettikleri, bu durumun da hukuka uygunluk nedenleri arasında yer aldığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca operasyonu gerçekleştiren güvenlik güçlerine uzun namlulu silahlarla, roket atarlarla, el yapımı patlayıcı ve mayınlarla saldırıların gerçekleştirildiği, bu saldırılarda çok sayıda polis ve askerin şehit olduğu, bunun yanı sıra terör örgütünün silahlı saldırıları esnasında çok sayıda sivil vatandaşın da yaralandığı ve vefat ettiğine vurgu yapılarak kullanılan gücün orantılı olduğuna dikkat çekilmiştir. Başvurucular, karara itiraz etmişlerdir. İtirazı inceleyen Cizre Sulh Ceza Hâkimliği 13/3/2017 tarihli kararı ile dosya içerisinde bulunan ölü muayene ve otopsi tutanaklarını, olay yeri inceleme raporlarını, tanık beyanlarını ve teşhis tutanaklarını, adli tıp raporlarını, internet araştırma tutanaklarını gerekçe gösterilerek itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucular nihai kararı 10/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra 11/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde, yukarıda izah edilen süreç sonrası soruşturma dosyasına kollukça gönderilen 16/12/2020 tarihli bir yazı girdiği görülmüştür. Yazı içeriğinde, başka bir soruşturma kapsamında icra edilen bir arama işleminde "Ş.Erdal - Doğan Eğitim Devresine Öz Eleştiri Raporu" isimli el yazısı ile kaleme alınmış ve kod isim altına imza edilmiş bir doküman ele geçirilmiştir. Bahsi geçen doküman içeriğindeki kişisel bilgiler ile hakkında terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma yürütülen H. E. isimli şahsın 'örgüt içerisinde birlikte eğitim alarak faaliyet yürüttükleri' yönündeki beyanlarından hareketle dokümanın N. tarafından kaleme alındığı kanaatine ulaşıldığı belirtilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 208- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3428 | Başvuru, Cizre'de terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen operasyonlar sırasında ölüm olayı meydana gelmesi ve konuya ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının, cenazeye ulaşılırken özensiz davranılması, cenazenin teşhisi ve teslimi ile defin sürecinde zorluklarla karşılaşılması nedeniyle de kötü muamele yasağının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve bu örgütün faaliyeti kapsamında kasten adam öldürme suçlarından Hopa Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) yürütülen soruşturma kapsamında 25/1/2011 tarihinde gözaltına alınmıştır. Savcılık başvurucuyu suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve bu örgütün faaliyeti kapsamında kasten adam öldürme suçlarından tutuklanması istemiyle 28/1/2011 tarihinde Hopa Sulh Ceza Mahkemesine sevk etmiştir. Hopa Sulh Ceza Mahkemesi 28/1/2011 tarihinde başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve örgüt faaliyeti kapsamında kasten adam öldürme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Tutukluluk durumu 18/5/2011 tarihinde Hopa Sulh Ceza Mahkemesince resen değerlendirilmiş ve başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Savcılığın itirazı üzerine anılan tahliye kararı Hopa Asliye Ceza Mahkemesince 20/5/2011 tarihinde kaldırılarak başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmıştır. Hakkında çıkarılan yakalama emri üzerine yakalanan başvurucu, Hopa Asliye Ceza Mahkemesince 21/5/2011 tarihinde suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve örgüt faaliyeti kapsamında kasten adam öldürme suçlarından tutuklanmıştır. Savcılık 14/9/2012 tarihinde başvurucunun kasten öldürme, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma ya da bulundurma, tasarlayarak öldürme suçlarını işlediğinden bahisle hakkında kamu davasının açılması için Artvin Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben fezleke düzenlemiştir. Artvin Cumhuriyet Başsavcılığı 28/9/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucunun tasarlayarak öldürme, kasten öldürme, cebir tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma ya da bulundurma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Artvin Ağır Ceza Mahkemesi 7/6/2013 tarihinde başvurucunun tasarlayarak öldürmeye azmettirme suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezasıyla, nitelikli hürriyetinden yoksun kılma suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma suçundan 1 yıl 3 ay hapis ve 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 18/11/2014 tarihli ilamıyla kararı bozmuştur. Bozma üzerine yargılamaya Artvin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/125 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuş; Mahkeme 22/1/2015 tarihinde, başvurucu hakkında verdiği ilk kararın hukuka uygun olduğunu belirterek direnme kararı vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulu 6/10/2015 tarihli kararı ile direnme kararını bozmuştur. Bozma üzerine yargılamaya Artvin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/2 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur. Artvin Ağır Ceza Mahkemesi 5/1/2016 tarihinde yaptığı tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sırasında başvurucunun tutukluluk durumunu da değerlendirmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, Rize Ağır Ceza Mahkemesince 16/2/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir.Başvurucu 4/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Artvin Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2016 tarihinde başvurucunun tasarlayarak öldürmeye azmettirme suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezasıyla, nitelikli hürriyetinden yoksun kılma suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma ya da bulundurma suçundan 1 yıl 3 ay hapis ve 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 9/5/2017 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun“Tutuklulukta geçecek süre” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4401 | Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanan başvurucuya bir yakını tarafından gönderilen ve ekinde aile fotoğrafı olmayan birtakım fotoğraflar bulunan mektup, ceza infaz kurumu disiplin kurulunca kısmen sakıncalı olarak değerlendirilmiş ve mektup ekinde yer alan fotoğraflar alıkonulmuştur. Kararın gerekçesinde 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in maddesinde "Her hükümlünün kendisine ayrılan yattığı yer veya dolabında aile fertlerinin fotoğraflarına ait albüm bulundurulmasına izin verilir." hükmü gereğince mektubun kısmen sakıncalı olduğu değerlendirmesine yer verilmiştir. Sakıncalı bulunan kısmın kedi, bina, anahtarlık gibi içeriğe sahip fotoğraflardan oluştuğu yapılan incelemede görülmüştür. Başvurucu, kendisine gönderilen fotoğrafların kanuni dayanağı bulunmadan alıkonulmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz, ağır ceza mahkemesince reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327, 10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/2020, §§ 15- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25945 | Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, medikal sıhhi araç ve gereç satım işiyle iştigal etmektedir. Başvurucu Şirket, farklı tarihlerde Hacettepe Üniversitesine (Üniversite) 572,02 TL tutarında tıbbi araç ve gereç satmıştır. Başvurucu Şirketin satış işlemlerine konu hak ediş alacaklarının tahsili için idare nezdinde yaptığı başvurular sonuçsuz kalmıştır. Başvurucu Şirket, faturalara dayalı olup ödenmeyen hak ediş alacaklarının tahsili amacıyla bu defa Üniversite aleyhine Ankara İcra Müdürlüğünün (İcra Müdürlüğü) E.2010/2237 sayılı dosyasında ilamsız icra takibi başlatmıştır. Üniversitenin 22/2/2010 tarihinde takibin 794,16 TL'lik kısmına itiraz edip geri kalan tutarı kabul etmesi üzerine 777,86 TL dosya asıl alacağı kesinleşmiştir. Borçlu Üniversite tarafından 30/4/2010 tarihinde 000 TL, 24/4/2011 tarihinde 200 TL ve 30/7/2011 tarihinde 007,64 TL olmak üzere toplam 207,64 TL tutarında bir ödeme yapılmıştır. Müteakiben İcra Müdürlüğünce Üniversiteye 121,08 TL'lik bakiye borcun ödenmesi için 25/9/2014 tarihinde ödeme muhtırası gönderilmiş ve borcun yedi gün içinde ödenmemesi durumunda icra işlemlerine devam edileceği bildirilmiştir. Bu gelişme üzerine de idarece kesinleşmiş olan alacağın ödenmesini teminen herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Akabinde başvurucu, sırasıyla 1/11/2017, 21/12/2017, 9/1/2018 ve 12/9/2018 tarihlerinde de Üniversiteye bakiye borç muhtıraları göndertmiştir. Son tarihli muhtırada bakiye borç miktarı 049,18 TL olarak hesaplanmıştır. Nitekim başvurucu, İcra Müdürlüğünün 24/9/2018 tarihli hesabına göre de 049,18TL alacaklıdır. Üniversite; son iki muhtıraya ilişkin cevabi yazıda kamu mallarının haczedilemeyeceğini, Döner Sermaye İşletme Müdürlüğünde ödenek bulunmadığını ve nakit durumuna göre belirlenecek ödeme planı çerçevesinde ödeme yapılacağını belirtmiştir. Başvurucu Şirket 16/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre geçen süre zarfında Üniversite tarafından başvurucu Şirketin takibe konu kalan alacağına ilişkin herhangi bir ödeme yapılmadığı anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1591 | Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyon 19/12/2022 tarihinde mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/11723 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Darbe teşebbüsünden sonra başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yapan başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile görevden uzaklaştırılmış ve 24/8/2016 tarihinde meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık başvurucunun müdafiinin hazır bulunmasıyla ifadesini almış ve ardından mevcut delil durumu itibarıyla kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunduğunu belirterek tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 22/7/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/10/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 9/1/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 18/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 4/5/2017 tarihinde tahliye edilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 3/10/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 2/11/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/275 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6046 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun eşi olan S., göğüs ağrısı ve nefes darlığı şikâyetleri ile 28/1/2015 tarihinde Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvurmuştur. S.nin sol elinin üzerinden damar yolu açılmak suretiyle ilaç enjekte edilmiş ve hasta taburcu edilmiştir. S. enjeksiyon sonrası sol kolunda yaygın şişlik oluştuğu iddiasıyla 17/8/2015 tarihinde başka bir hastaneye müracaat etmiş ve burada kendisine periferik vasküler hastalığı teşhisi konulmuştur. Başvurucu ve S. hatalı enjeksiyon nedeni ile adı geçen hastalığın oluştuğu iddiasıyla Sağlık Bakanlığı (İdare) aleyhine 24/5/2016 tarihinde tam yargı davası açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi, İdarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesi için İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Adli Tıp Enstitüsünden (Enstitü) rapor alınmasına karar vermiştir. Enstitünün 1/8/2018 tarihli raporunda; S.nin kolundaki şişliğin lenfodem hastalığına bağlı olarak ortaya çıktığı, bu hastalığın ön koldan yapılan bir enjeksiyonu takiben gerçekleşmesinin olası olmadığı ve hastanın kolundaki ödemin enjeksiyon nedeniyle gerçekleştiğini teyit etmeye yeter ölçüde tıbbi bulgunun tespit edilemediği belirtilmiştir. S. 23/12/2018 tarihinde vefat etmiştir. İstanbul İdare Mahkemesi 31/12/2018 tarihinde başvurucu ve müteveffa eşi S.nin tazminat taleplerinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; söz konusu bilirkişi raporuna atıf yapılmış ve S.nin uğradığı zarar ile İdarece sunulan sağlık hizmeti arasında herhangi bir illiyet bağının mevcut olmadığı, bu nedenle davalı İdare'ye izafe edilebilecek bir kusur bulunmadığı vurgulanmıştır. Kararda ayrıca bilirkişi raporuna yönelik itirazların yerinde görülmediği ifade edilmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 20/2/2020 tarihinde başvurucu ve müteveffa S.nin avukatlarının istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 17/4/2020 tarihinde öğrendikten sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/23210 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Demokratik Toplum Partisinin (DTP) çağrısı üzerine yapılan toplantıya katılma sonucunda cezalandırılmanın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 10/10/1989 doğumlu olan başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde ikamet etmektedir. 4/3/2009 tarihinde Doğubayazıt ilçesinde DTP tarafından açık hava toplantısı (miting) düzenlenmiştir. Miting, yerel idari otoritelere gerekli bildirimler yapılmasını müteakip mevzuatta öngörülen usullerle tertip edilmiştir. Biri İlçe Emniyet Müdürlüğü ve diğeri mitingin düzen içinde yapılmasından sorumlu miting komiseri tarafından mitingle ilgili iki ayrı rapor tanzim edilmiştir. Miting alanında başvurucunun hareketleri güvenlik güçlerine ait iki ayrı kamera ile kayda alınmıştır. Bundan başka başvurucunun uzaktan otuz kadar fotoğrafı çekilmiştir. Mitinge DTP milletvekillerinden birkaçı ile DTP'nin mahallî yöneticileri iştirak etmiştir. Toplantı, parti otobüsünün şehir meydanına gelişi ile başlamıştır. İdari otoritelerin düzenledikleri raporlara göre mitinge yaklaşık 000 kişi katılmıştır. Söz konusu topluluk miting otobüsü ile birlikte ve sloganlar eşliğinde miting alanına gelmiştir. Mitingde, yaklaşan belediye seçimlerinde DTP'nin Doğubeyazıt belediye başkan adayı tanıtılmış ve siyasetçiler Hükûmet politikalarını eleştirmişlerdir. Konuşmalar Türkçe ve Kürtçe yapılmıştır. Tanınmamak için yüzlerini kapatmış yaklaşık otuz kişilik bir grup miting alanına sonradan gelmiştir. Kalabalığın içine doğru ikişerli sıra hâlinde ve askerî disiplin içinde ilerleyen bu grup "Araratın özgürlük şahinlerinden İmralıya bin selam" yazılı pankart ile Abdullah Öcalan'a ait bir poster ve Türkçe adı Kürdistan İşçi Partisi olan PKK/KONGRA GEL terör örgütü ile kısa adı HPG olan Halk Savunma Güçleri isimli terör örgütünü temsil eden bayraklar ve flamalar taşımış, bunları kalabalığın arasında ve miting alanında gezdirmişlerdir. Tutanaklara göre miting esnasında "Biji serok Apo", "Dişe diş kana kan, seninleyiz Öcalan.", "Beyazıt ovası Apocular yuvası", "PKK halktır, halk burada." şeklinde sloganlar atılmıştır. İdari otoritelerin raporlarına göre miting olaysız bir şekilde sona ermiştir. Kamera kayıtlarına ilişkin bilirkişi raporuna göre başvurucu, miting alanında terör örgütlerini temsil eden bayraklar ile terör örgütü liderinin posterini açan ve örgüt lehine sloganlar atan grup içinde yer almış ve güvenlik güçlerinin kendisini tespit edememesi için yüzünü kapatmıştır. Bilirkişi raporlarına göre başvurucu, güvenlik güçlerinin çekim yaptığı kameraya saldırgan bir üslupla yönelerek güvenlik güçlerini tehdit etmiş ve daha sonra arkadaşlarına katılmıştır. Bu sırada başvurucunun yakın plan kamera görüntüleri çekilmiştir. Başvurucu ve içinde bulunduğu grubun diğer üyeleri mitingin sona ermesi ve topluluğun dağılması esnasında güvenlik güçlerinin kendilerini tespit edememesi için elbiselerini değiştirmişlerdir. Bu kişilerin kalabalık içinde elbiselerini değiştirdikleri ve yüzlerini kapatan örtüleri çıkarttıkları kameralar tarafından kayda alınmıştır. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında terör örgütü propogandası yapmak suçundan 3/4/2009 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda 11/4/2013 tarihinde başvurucunun 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "[başvurucu] savunması, olay tutanakları, [mahkeme kararında detayları verilen kamera kayıtlarına dayanan] bilirkişi raporu ile tutulan tüm tutanaklar bir arada değerlendirildiğinde; sanığın [başvurucu] yasadışı terör örgütünün bayraklarının ve terör örgütü liderinin posterlerinin taşındığı, terör örgütü lehine sloganların atıldığı yasa dışı gösteri sırasında yüzünü poşi ile kimliğini gizlemek amacıyla kapatmak suretiyle Terörle Mücadele Kanununun 7/2-a maddesinde tanımlanan terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği sabit olduğu" Temyiz üzerine karar Yargıtay Ceza Dairesince 9/5/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, karardan 20/8/2014 tarihli müddetnamenin kendisine tebliğ edilmesiyle haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 18/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımlarının 2013 ve 2015 yıllarında yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir:"Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır...Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır: a) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması. b) Terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde, örgüte ait amblem ve işaretlerin taşınması, slogan atılması veya ses cihazları ile yayın yapılması ya da terör örgütüne ait amblem ve işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi." 3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin yürürlükteki hâlinin ilgili kısımları şu şekildedir:"(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır... Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:...b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde; Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, Slogan atılması, Ses cihazları ile yayın yapılması, Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.(Ek fıkra: 27/3/2015-6638/10 md.) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suçu işleyenlerin cebir ve şiddete başvurmaları ya da her türlü silah, molotof ve benzeri patlayıcı, yakıcı ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya kullanmaları hâlinde verilecek cezanın alt sınırı dört yıldan az olamaz." B. Uluslararası Hukuk Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının yer aldığı kararlar için Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri (B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30) ve Ömer Faruk Akyüz (B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28-37) kararlarına bakılabilir. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Kapsamı ve Önemi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kendine özgü özerk işlevine ve uygulama alanına sahip olmakla birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir (Ezelin/Fransa, B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 37). Dolayısıyla ifade özgürlüğünün siyasi yararı ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar kapsamda olması toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uygulamasında da gözetilmelidir (Öllinger/Avusturya, B. No: 76900/01, 29/6/2006, § 38). Bu sebeple demokratik bir toplumda temel haklardan biri olan bu hak dar yorumlanmamalıdır (G./Federal Almanya (k.k.), B. No: 13079/87, 6/3/1989; Rassemblement Jurassien Unité/İsviçre (k.k.), B. No: 8191/78, 10/10/1979). AİHM, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şok edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edilemeyecek olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49). AİHM kararlarında, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve bu hak kapsamında ifade özgürlüğünün demokratik toplumun en temel değerleri arasında olduğu ve demokrasinin özünde açık bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücünün yer aldığı vurgulanmaktadır. AİHM'e göre şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma durumları dışında toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan ifadeler ve bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği ya da eylemlerin yasa dışı olduğu durumlarda dahi demokrasiye zarar vermekte ve hatta demokrasinin varlığını sık sık tehlikeye atmaktadır. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı sunulmalıdır (Gün ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8029/07, 18/6/2013, § 70; Güneri ve diğerleri/Türkiye, B. No: 42853/98, 43609/98 ve 44291/98, 12/7/2005, § 76). Barışçıl Toplantı Hakkının Korunması AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi bağlamında yalnızca barışçıl toplantı hakkının korunduğunu hatırlatmaktadır. Oya Ataman/Türkiye (B. No: 74552/01, 5/12/2006, § 42) kararında AİHM, "Göstericilerin şiddet içeren faaliyetlerde bulunmadığı hallerde, Sözleşmenin maddesi tarafindan güvence altına alınan özgürlüğün içeriğinin boşalmaması için, kamu makamlarının barışçıl toplantılara belirli bir hoşgörüyle yaklaşmaları büyük önem taşımaktadır." hükmüne varmıştır. Halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve olumsuz tepkilere yol açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplantı hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Achouguian/Ermenistan, B. No: 33268/03, 17/7/2008, § 90; Berladir ve diğerleri/Rusya, B. No: 34202/06, 10/7/2012, §§ 38-43; Disk ve Kesk/Türkiye, B. No: 38676/08, 27/11/2012, § 29; Oya Ataman/Türkiye). Barışçıl toplantı kavramı, düzenleyicilerinin ve katılımcılarının niyetlerinin şiddet olduğu bir gösteriyi kapsamaz (G./Almanya (k.k.), B. No: 13079/87, 06/03/1989; Irkçılığa ve Faşizme Karşı Hristiyanlık/ Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 8440/78, 16/7/1980). AİHM, sonraki tarihli Büyük Dairenin iki kararında önceki Komisyon içtihatlarını tekrar etmiş ve şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösterilerin barışçıl toplantı kavramı dışında kaldığını hatırlatmıştır. AİHM, söz konusu kararlarında, yasaklanan bir toplantıyla ilgili kişilerin şiddete başvurma niyetlerine eğilmiştir. AİHM kişilerin şiddet kullanma niyetlerine sahip olmadıkları sonucuna varmış ve Sözleşme’nin maddesinin uygulanabilir olduğuna karar vermiştir (Stankov ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan, B. No: 29221/95, 29225/95, 2/10/2001, §§ 77, 78; Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan, B. No: 44079/98, 20/10/2005, § 99). | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15428 | Başvuru, Demokratik Toplum Partisinin DTP) çağrısı üzerine yapılan toplantıya katılma sonucunda cezalandırılmanın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu kalınan dönemde maaştan yapılan kesintilerin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1985 doğumlu olup İzmir'de ikamet etmektedir. Başvurucu Türk Silahları Kuvvetleri bünyesinde kara pilot üsteğmen olarak görev yapmakta iken gizli bilgi ve belge bulundurma suçunu işlediği iddiasıyla 13/6/2012 tarihinde gözaltına alınmış, 16/6/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu 28/1/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu 26/2/2016 tarihinde atılı suçu işlemediği gerekçesiyle beraat etmiştir. Başvurucu hakkındaki beraat kararı 21/10/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucunun tutuklu kaldığı dönem için maaşının 1/3'ü kesilmiştir. Başvurucu 20/4/2017 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (Savunma Bakanlığı) müracaat ederek tutuklu kaldığı süre boyunca eksik ödenen maaş farklarının hak ediş tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca aylık ve yıllık uçuş tazminatlarını da istemiştir. Savunma Bakanlığı, başvurucuya 25/4/2017 tarihinde 108,59 TL ödemiştir. Başvurucu 12/5/2017 tarihinde maaş farkının faiz işletilmeden ödendiğini belirterek maaş farkları ile uçuş tazminatlarının nasıl hesaplandığının bildirilmesini talep etmiştir. Savunma Bakanlığı 25/5/2017 tarihinde 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi uyarınca maaş farklarının faiz işletilmeden ödendiğini açıklamıştır. Savunma Bakanlığı, başvurucuya aylık uçuş tazminatı ödendiğini fakat zorunlu uçuş saatini doldurmadığından yıllık uçuş tazminatının ödenmediğini belirtmiştir. Başvurucu 13/6/2017 tarihinde tutuklu bulunduğu dönemde maaşından yapılan kesintilerin yasal faiz işletilmeden ödenmesi ve yıllık uçuş tazminatı verilmemesine ilişkin idari işlemin iptali için dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde; kumpas davasında haksız olarak tutuklu kalması nedeniyle ortaya çıkan zararların tazmin edilmesi gerektiğini ve para alacağının değer kaybına uğratılmadan ödenmesinin zorunlu olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu, özlük hakları kapsamındaki maaş farklarının ve yıllık uçuş tazminatının hak ediş tarihlerinden ödeme tarihine kadar yasal faiz işletilerek ödenmesini talep etmiştir. İzmir İdare Mahkemesi (Mahkeme) 22/2/2018 tarihinde; özlük haklarının faizsiz olarak ödenmesine ilişkin işlemin iptaline, yıllık uçuş tazminatının ödenmesine ilişkin talebin ise reddine karar vermiştir. Mahkeme, kararın gerekçesinde; tutuklu kaldığı sürede alamadığı özlük haklarında meydana gelen değer kaybına başvurucunun katlanmasının hakkaniyete aykırı olacağını ifade etmiştir. Mahkeme, 926 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında ödeme yapılırken hak ediş tarihinden fiilî ödeme tarihine kadar yasal faiz işletilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme, başvurucunun tutuklu kaldığı dönemde uçuş gerçekleştirmediğinden uçuş tazminatına hak kazanmadığını açıklamıştır. Davalı Savunma Bakanlığı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (İstinaf Mahkemesi) 25/10/2018 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek Mahkeme kararının iptale ilişkin kısmını kaldırmış ve davayı kesin olmak üzere reddetmiştir. İstinaf Mahkemesi kararın gerekçesinde; 926 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde tutukluluk halinin sona ermesi durumunda iade edilecek maaş tutarlarına yasal faiz işletilmesine yer verilmediğini belirtmiştir. Nihai karar 20/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Görevden uzaklaştırılan veya görevinden uzak kalan memurların hak ve yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Görevden uzaklaştırılan ve görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınan memurlara bu süre içinde aylıklarının üçte ikisi ödenir." 926 sayılı Kanun'un "Açığa çıkarılan, tutuklanan veya firar ve izin tecavüzünde bulunan, cezası infaz edilmekte olan subaylar hakkında yapılacak işlem" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin ilgili kısmı şöyledir:"f) Açığa alınan ya da tutuklananlar;... (Değişik birinci cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Açığa alınanlara ve tutuklulara (hakim subaylar dahil), bu süreler içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 141 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi hükmüne göre aylık ödenir. Ancak, bu gibilerden haklarında kovuşturmaya yer olmadığına, muhakemenin menine, beraate, her ne sebeple olursa olsun kamu davasının düşmesine veya ortadan kaldırılmasına karar verilenlerin ödenmeyen veya noksan ödenen her türlü özlük hakları ödenir. (Ek cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yurtdışı kadrolarında görevliyken açığa alınan veya tutuklananlara da yurtiçinde bir kadroya atanıncaya kadar, bu alt bent uyarınca yurtdışı aylığı ödenir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Para alacaklarının değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiaları ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/2267, 21/12/2017, §§ 39-43; Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 25-31; Vildan Utku Atalay, B. No: 2015/4812, 7/2/2019, §§ 25- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37526 | Başvuru, tutuklu kalınan dönemde maaştan yapılan kesintilerin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, zorunlu askerlik görevini yerine getirdiği sırada bulduğu bir adet patlamamış T-40 bomba atar mühimmatının elinde patlaması sonucu yaralandığını, vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaatta bulunduğunu, isteminin reddedilmesi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açtığı davanın da, hakkında açılmış olan ceza davası sonucu beklenilmeden reddedildiğini, Mahkeme üyelerinden ikisinin askeri hâkim sınıfından olmayan subaylardan oluşması sebebiyle Mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını belirterek, Anayasa’nın , , ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 12/12/2012 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 18/3/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından, 26/6/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 28/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı görüşü, başvurucuya 12/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu, karşı görüşlerini 27/9/2013 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüş yazısında ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, zorunlu askerlik görevini ifa amacıyla 22/2/2010 tarihinde askere sevk edilerek, acemilik eğitimini Sivas’ta tamamladıktan sonra, Tunceli Komd. Tug. K.lığı emrinde görevlendirilmiştir. Başvurucu, 30/6/2010 tarihinde nöbet görevini yerine getirmek için bulunduğu nöbet bölgesine yakın atış sahasında patlamamış 1 adet bomba atar mühimmatı bularak alması ve merminin patlaması sonucunda çeşitli yerlerinden yaralanmış ve sağ eli de bilekten itibaren kopmuştur. Başvurucu hakkında düzenlenen Adana Asker Hastanesi Baştabipliğinin 4/11/2010 tarih ve 3030 nolu raporuyla “sağ el bileği dezartikülasyon” teşhisi konulmuş ve durumu için de “TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği madde D dilimi fıkra 2’ye uyar, barışta ve savaşta askerliğe elverişli değildir” tespiti yapılmıştır. Anılan rapor, Milli Savunma Bakanlığı Sağlık Daire Başkanlığınca 28/12/2010 tarihinde onaylanarak, başvurucu terhis edilmiştir. Osmaniye Devlet Hastanesi Özürlü Sağlık Kurulunun 7/3/2011 tarihli raporu ile başvurucunun olaydan ötürü %56 oranında özürlü olduğuna karar verilmiştir. Başvurucu, vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyle 6/6/2011 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat etmiş, ancak anılan kurum tarafından altmış gün içerisinde cevap verilmediğinden, bu kez işlemin iptali istemiyle AYİM’e dava açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesinin 31/5/2012 tarih ve E.2011/2276, K.2012/1367 sayılı kararında; “davacı hakkında olaydan sonra düzenlenen idari tahkikat raporundan ve hakkında düzenlenen soruşturma evrakında bulunan tutanak ve tanık beyanlarından; 30/6/2010 tarihinde saat 13:15 sıralarında korkuluk–1 nöbet yerinde nöbetçi olan davacının, nöbet yeri komutanı E.’nin ikaz etmesine rağmen nöbet yerini terk ederek kolye yapmak için mermi aramak üzere atış alanına indiği, çelik yeleğini ve kompozit başlığını çıkarıp, nöbet mahallinden uzakta emirler hilafına mermi çekirdeği aradığı, yaklaşık 5 dakika sonra yeniden nöbet yerine, elinde bir adet patlamamış T-40 mühimmatla döndüğü, yine ikaza aldırmayarak mermiyi kurcalarken patladığı ve belirtilen şekilde yaralandığı anlaşılmakla davacının hizmet hali dışına çıkarak yabancılaştığı, ayrıca ikazlara rağmen nöbet yerini terk ederek elde ettiği mühimmatı kurcalarken hadisenin oluştuğu sabit olduğundan olayda ‘vazife malullüğü’ hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Başsavcılık düşüncesinde hakkındaki adli sürecin sonuçlanması belirtilmiş ise de, bu sürecin davacının itham edildiği ceza hukuku cürmü açısından önem arz ettiği, idare hukuku açısından (idari işlem bakımından) eldeki verilere göre durumun tam olarak aydınlanmış olduğu kanısı ile bu görüşe iştirak edilmemiştir.” gerekçesi ile dava reddedilmiştir. Başvurucunun, bu karara karşı 9/7/2012 tarihinde karar düzeltme kanun yoluna gitmesi üzerine, anılan Mahkemenin 11/10/2012 tarih ve E.2012/1570, K.2012/2063 sayılı kararı ile bu istemi de reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 13/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Ayrıca olay ve olgular ile ilgili olarak Bakanlık görüş yazısında ek şu tespitlere yer verilmiştir:· Olay nedeniyle soruşturmayı yürüten askeri savcılık, olayla ilgili bilgi ve görgüsü olan tüm tanıkları ve başvurucuyu dinlemiş, olay yerinde uzman ekiplerce gerekli incelemeler yaptırılmıştır. Tahkikat çerçevesinde toplanan tüm delillerin değerlendirilmesi sonrasında başvurucu aleyhine kasten tahrip suçundan kamu davası açılmıştır.· Yargılamayı yapan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Askeri Mahkemesi, olayla ilgili bilgi ve görgüsü olan tüm tanıkları dinlemiş, gerekli tüm araştırma ve incelemeleri yapmıştır. Delilleri değerlendiren askeri mahkeme başvurucunun olayda tamamen kusurlu olduğunu, davranışıyla nöbet talimatına aykırı hareket etmek suçunu işlediğine 20/3/2012 tarih, E.2012/60, K.2012/75 sayılı kararıyla hükmetmiştir.· Başvurucuya başvuru konusu olay nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Mehmetçik Vakfı tarafından maddi yardım yapılıp yapılmaması konusu halen değerlendirilmekte olup karar verilebilmesi için başvurucu aleyhine yürütülen ceza kovuşturmasının sonucu beklenilmektedir.· Başvurucu tarafından 2/11/2011 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/509 sayılı dosyası üzerinden tazminat davası açılmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, 18/10/2012 tarih ve E.2011/509, K.2012/603 sayılı kararıyla başvurucunun davasını gören yargı merciinin AYİM olması gerektiği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, 15/5/2013 tarih ve E.2013/4678, K.2013/8891 sayılı ilamıyla kararı onamış, karar başvurucu vekiline 15/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.· Başvurucunun maluliyet aylığı haricindeki maddi ve manevi tazminat taleplerinin değerlendirildiği Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararından sonra AYİM’e aynı taleplerle dava açıp açmadığı yönünde başvurucu tarafından herhangi bir bilgi sunulmamıştır. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı olarak verdiği cevapta, vücut bütünlüğünün kaybı nedeniyle olay tarihinden sonra Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açtığını, verilen görevsizlik kararından sonra ise 6/8/2013 tarihinde AYİM’de tam yargı davası açtığını belirtmiştir. Başvurucu, 12/12/2012 tarihli dilekçesi ile süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 8/6/1949 tarih ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Muvazzaf, yedek ve gönüllü erlerin silah altında bulundukları esnada veya celp ve terhislerinde (Serbest sevkler dahil) sevkleri sırasında, Yedek Subay okulu öğrencilerinin gerek okulda, gerek okuldan evvelki hazırlık kıtasında vazife malulü olmaları halinde, kendilerine, öğrenim durumlarına göre, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı maddesinde tespit edilen giriş derece ve kademe tutarlarının, daha önce Devlet Memuriyetinde bulunmuş olanlardan kazanılmış hak aylıkları veya emekli keseneğine esas aylıkları, sözü edilen giriş derece ve kademe tutarının üzerinde olanlara bu aylıkları emeklilik gösterge tablosunda karşılığı olan derece ve kademe tutarının,% 70'i üzerinden aylık bağlanır.” 31/5/2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malul sayılma” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sigortalının veya işverenin talebi üzerine Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurullarınca usûlüne uygun düzenlenecek raporlar ve dayanağı tıbbî belgelerin incelenmesi sonucu, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamındaki sigortalılar için çalışma gücünün veya iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az % 60'ını, (c) bendi kapsamındaki sigortalılar için çalışma gücünün en az % 60’ını veya vazifelerini yapamayacak şekilde meslekte kazanma gücünü kaybettiği Kurum Sağlık Kurulunca tespit edilen sigortalı, malûl sayılır.” 5510 sayılı Kanun’un “Vazife malullüğü” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra ilk defa 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olanlar için aşağıdaki hallerde vazife malûllüğü hükümleri uygulanır. 25 inci maddede belirtilen malûllük; sigortalıların vazifelerini yaptıkları sırada veya vazifeleri dışında idarelerince görevlendirildikleri herhangi bir kamu idaresine ait başka işleri yaparken bu işlerden veya kurumlarının menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken ya da idarelerince sağlanan bir taşıtla işe gelişi ve işten dönüşü sırasında veya işyerinde meydana gelen kazadan doğmuş olursa, buna vazife malûllüğü ve bunlara uğrayanlara da vazife malûlü denir. Vazife malûllükleri;a) Keyif verici içki ve her çeşit maddeler kullanmaktan,b) Kanun, tüzük ve emir dışında hareket etmiş olmaktan,c) Yasak fiilleri yapmaktan,d) İntihara teşebbüsten,e) Her ne suretle olursa olsun kendisine veya başkalarına menfaat sağlama veya zarar verme amacından, doğmuş olursa bunlara uğrayanlar hakkında vazife malûllüğü hükümleri uygulanmaz.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1199 | Başvurucu, zorunlu askerlik görevini yerine getirdiği sırada bulduğu bir adet patlamamış T-40 bomba atar mühimmatının elinde patlaması sonucu yaralandığını, vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaatta bulunduğunu, isteminin reddedilmesi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açtığı davanın da, hakkında açılmış olan ceza davası sonucu beklenilmeden reddedildiğini, Mahkeme üyelerinden ikisinin askeri hâkim sınıfından olmayan subaylardan oluşması sebebiyle Mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını belirterek, Anayasa’nın 17. , 36. , 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; hükümlü/tutuklu olarak bulunulan ceza infaz kurumunda yapılan operasyonda güvenlik güçlerince güç kullanılması sırasında meydana gelen ölüm ve yaralanma olaylarıyla ilgili olarak yürütülen ceza soruşturması ile tam yargı davalarının makul sürede tamamlanmaması, ayrıca tam yargı davalarının haksız olarak reddedilmesi nedeniyle de yaşam hakkının ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu Firdevs Doğan tarafından 2015/17803 numaralı başvuru 6/11/2015 tarihinde, başvurucu Cenker Aslan tarafından 2015/18765 numaralı başvuru ise 25/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 2015/17803 numaralı başvuru ile 2015/18765 numaralı başvurunun konu bakımından benzer nitelikte olması nedeniyle 2015/17803 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Firdevs Doğan'ın yakını Z.K. ile başvurucu Cenker Aslan olay tarihinde Ulucanlar Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü/tutuklu olarak bulunmaktadır. Ülke çapında eş zamanlı olarak birçok cezaeviyle birlikte Ceza İnfaz Kurumunda da 26/9/1999 tarihinde gerçekleştirilen, Hayata Dönüş adı verilen operasyonda Z.K. vefat etmiş; başvurucu Cenker Aslan ise gözünden yaralanmış ve neticede gözünü kaybetmiştir. Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleştirilen bu operasyonda görev alan güvenlik güçleri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/12/2000 tarihli iddianamesiyle, kanunun bir hükmünü veya yetkili merciden verilip infazı vazifeden zaruri olan bir emri ifa suretiyle ölüme ve yaralamaya sebep olma suçu isnadıyla açılan kamu davası, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin ( Ağır Ceza Mahkemesi) 2013/452 esasa kayden derdesttir. Başvurucu Firdevs Doğan'ın yakınının ve başka hükümlü/tutukluların vefatı ve yaralanmasıyla ilgili olarak Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülen benzer yargılama da Ağır Ceza Mahkemesinde görülen söz konusu yargılamayla birleştirilmiştir. Diğer yandan başvurucu Cenker Aslan'ın yaralanması nedeniyle açtığı tam yargı davasında Ankara İdare Mahkemesince ( İdare Mahkemesi) 28/2/2006 tarihinde tazminat talebinin kısmen kabulüne karar verilmiş, kararının Danıştay Dairesince bozulması üzerine İdare Mahkemesi tarafından 27/1/2010 tarihinde davanın reddine karar verilmiş ve karara karşı yapılan temyiz talebi reddedilmiştir. Yakınının vefatı nedeniyle başvurucu Firdevs Doğan'ın açtığı tam yargı davasında ise Ankara İdare Mahkemesinin ( İdare Mahkemesi) 25/6/2003 tarihinde tazminat talebinin kısmen kabulüne karar vermesi üzerine hükmedilen tazminat miktarı başvurucuya ödenmiştir. İdare Mahkemesinin 25/6/2003 tarihli kararının Danıştay Onuncu Dairesinin 20/11/2006 tarihli kararıyla bozulması üzerine İdare Mahkemesi tarafından bozmaya uyulmayarak 16/4/2009 tarihinde yeniden tazminata hükmedilmiş, söz konusu kararın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından bozulmasına karar vermesi üzerine de İdare Mahkemesinin 27/9/2011 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Karar Danıştay Onuncu Dairesi tarafından onanarak kesinleşmiştir. Kararın kesinleşmesi üzerine Ankara İcra Müdürlüğünce başvurucuya geri ödeme muhtırası gönderilmiştir. Başvurucu Firdevs Doğan 6/11/2015 tarihinde, başvurucu Cenker Aslan ise 25/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun incelenmesi sırasında başvurucuların Ulucanlar Ceza İnfaz Kurumunda 26/9/1999 tarihinde gerçekleştirilen Hayata Dönüş operasyonunda ölen ve yaralanan diğer hükümlü/tutuklu yakınlarından oluşan diğer 73 başvurucuyla birlikte yaşam hakkı ve diğer bazı hakların ihlal edildiği iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulundukları tespit edilmiştir. AİHM Kavaklıoğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 15397/02, 6/10/2015, §§ 176-228, 270-285) kararında, operasyonda hayatını kaybeden başvurucu Firdevs Doğan'ın yakını Z.K.nın da aralarında bulunduğu sekiz tutuklu/hükümlü ile ağır yaralanan dokuz tutuklu/hükümlü bakımından yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine, ayrıca başvurucu Cenker Aslan'ın da aralarında bulunduğu, yaralanan on iki tutuklu/hükümlü bakımından ise kötü muamele yasağının maddi boyutunun (aynı kararda bkz. § 252), yaralanan tutuklu/hükümlü başvurucuların tümü bakımından ise kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir (aynı kararda bkz. § 285). AİHM ihlal kararında, operasyonu gerçekleştiren jandarma görevlileri hakkında açılan kamu davasının on beş yılı aşkın süre geçmesine rağmen Yargıtay incelemesinin devam etmesi nedeniyle derdest olduğunu belirterek bu bakımdan söz konusu yargılamada olaydaki sorumluları tespit etmeyi sağlayacak somut bir ilerleme kaydedilmediği tespitinde bulunmuştur (aynı kararda bkz. § 283). AİHM, yaşam hakkının ihlali nedeniyle başvuruculardan Firdevs Doğan'a Z.K.nın varislerine dağıtılmak üzere 000 avro manevi tazminat ödenmesine, kötü muamele yasağının ihlali nedeniyle başvuruculardan Cenker Aslan'a ise 000 avro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir(aynı kararda bkz. § 301). Başvurucuların bireysel başvurular sırasında değinilen AİHM kararından ve hükmedilen manevi tazminat miktarlarından Anayasa Mahkemesine bilgi vermedikleri görülmüştür. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17803 | Başvuru, hükümlü/tutuklu olarak bulunulan ceza infaz kurumunda yapılan operasyonda güvenlik güçlerince güç kullanılması sırasında meydana gelen ölüm ve yaralanma olaylarıyla ilgili olarak yürütülen ceza soruşturması ile tam yargı davalarının makul sürede tamamlanmaması, ayrıca tam yargı davalarının haksız olarak reddedilmesi nedeniyle de yaşam hakkının ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; protesto gösterilerine kolluk kuvveti tarafından yapılan müdahale esnasında, olayla ilgisi bulunmayan küçük çocuğun mermi isabetine bağlı olarak vefat etmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ankara Tren Garı'nda meydana gelen patlamayı protesto etmek amacıyla 2015 yılının Ekim ayında Adana'da muhtelif gösteriler/eylemler gerçekleştirilmiştir. Başvurucuların olay tarihi olan 11/10/2015 itibarıyla üç buçuk yaşında bulunan müşterek çocukları T., Adana'nın Mithatpaşa Mahallesi sınırları içinde mukim evlerinin önünde, saat 00 sıralarında annesi ile birlikte (kucağında) oturmakta iken kolluk kuvvetlerinin protestoculara yönelik olarak gerçekleştirdiği müdahale sırasında kafasına isabet eden ateşli silah ürünü ile yaralanmış ve kaldırıldığı hastanede vefat etmiştir.A. Soruşturma Süreci Olayı takiben Adana Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 12/10/2015 tarihinde soruşturma başlatılmıştır. 12/10/2015 tarihli, kolluk tarafından düzenlenen Olay Tutanağı'nda özetle Çukurova Aşkın Tüfekçi Devlet Hastanesine hayati tehlike kaydı ile gelen ve 11/10/2015 tarihinde saat 35 sularında vefat eden T.nin annesi ile hastane önünde yapılan görüşmede annenin "evin bulunduğu bölgede PKK yandaşlarının olay çıkardığını, polisin müdahale ettiği olayları izlemek için evin önüne çıktığını, sokak içinde kendisinin bulunduğu alana doğru kaçan göstericilerin polis tarafından kovalandığını, o sırada çocuğun kucağında olduğunu, polisin göstericilere doğru ateş ettiğini, kucağında bulunan oğlunun yaralandığını farkettiğini, hastaneye götürdüğünü, daha fazla bilgi vermek istemediğini, oğlunu devletin öldürdüğünü" beyan ettiği ifade edilmiş; nöbetçi savcının aynı gün çocuğun cesedinin otopsi yapılmak üzere Adli Tıp Morguna kaldırılması ve olay yeri incelemesi yapılması yönünde talimat verdiği belirtilmiştir. Tutanağın devamında "olay yeri incelemesi yapılabilmesi için olay yerindeki kalabalığın dağılmasının beklendiği, 12/10/2015 tarihinde saat 15 civarında olay yerinde inceleme yapılmasının kalabalık bir grup tarafından engellendiği, sokak girişlerinin taş konulması ve lastik yakılması suretiyle kapatıldığı, taş ve sopalarla mukavemet edildiği, 'T.nin katili polis burayı terk et' şeklinde sloganlar atıldığı, polis aracına taş ve sopalarla saldırıldığı, bazı polislerin yaralandığı" ifade edilerek "olay yeri incelemesinin yapılamadığı" kayıt altına alınmıştır. Olay mahallinin bağlı olduğu Seyhan İlçe Emniyet Müdürlüğü Denizli Şehit Özer Özkaya Polis Merkezi Amirliği tarafından 12/10/2015 tarihinde düzenlenen ve terörle mücadele, cinayet büro gibi ilgili birimlere iletilen, başvurucuların müşteki olarak belirtildiği yazılarda yukarıda aktarılan silsileye koşut olarak olay aktarılmıştır. Anne Kamile Dora beyanında "bulundukları sokakta eylem olmadığını, kendilerine ışık tutan aracın 'akrep' olarak tabir edilen polis aracı olduğunu, önce bir ışık sonra silah seslerinin geldiğini, çocuğunun başının arkasında ve kaşının üzerinde yara gördüğünü, kendilerini avluya attıklarını, kendisinin yaralanmadığını, avluya girmeye çalışan B.nin yaralandığını, oğluna ateş edenlerin polis olduğunu, ışıktan anladığı kadarıyla polisten başka kimsenin olmadığını, akrepten inen polislerin etrafa ateş ettiğini ve şikayetçi olduğunu" belirtmiştir. 12/10/2015 tarihinde T.nin üzerinden çıkan kıyafetlere el konulmuş ve bu kıyafetler üzerinde atış artığı barut izi olup olmadığı ve atış mesafesi hususlarının saptanması için gerekli incelemelerin yapılarak rapor tanzim edilmesini teminen Adana Emniyet Müdürlüğüne gönderilmiştir. Adana Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından müteveffaya ait tişört ve iç çamaşırları üzerinde yapılan inceleme sonucu tanzim edilen 9/11/2015 tarihli raporda kıyafetlerde atış artığına ve izine rastlanmadığı ifade edilmiştir. 12/10/2015 tarihli Otopsi Tutanağı'nda "T.nin ateşli silah ürünü yaralanmasına bağlı kafa kemik kırıklarıyla birlikte beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu vefat ettiği, cesetten ateşli silah ürünü elde edilemediği, ayrıntılı raporun daha sonra düzenleneceği" kayıt altına alınmıştır. 28/12/2015 tarihinde düzenlenen ayrıntılı otopsi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"... DIŞ MUAYENE...1- Oksipital saçlı deri üstte, orta hattın hafif sağında 0,4 cm çapta, etrafında vurma halkası bulunan, herhangi bir atış artığı bulunmayan ateşli silah ürünü giriş yarası, 2- Sol kaş üzerinde 2x1,5 cm'lik, düzensiz kenarlı, altında kemik kırıkları bulunan ateşli silah ürünü çıkış yarası tespit edildi....İÇ MUAYENEBAŞ AÇILDI: Saçlı deri kaldırıldı. Saçlı deri altında sol frontal bölgede ateşli silah ürünü çıkış yarası etrafına uyan bölgede 7x6 cm'lik alanda, oksipital bölge üst tarafta ateşli silah ürünü giriş yarası etrafına uyan bölgede 2,5 cm çaplı alanda doku içi kanama olduğu görüldü. ...SONUÇ1- Kimya İhtisas Dairesi'nin raporuna göre; kan ve göz sıvısında alkol (etanol ve metanol) bulunmadığı, kanda uyutucu-uyuşturucular dahil sistematik olarak aranan diğer maddelerin bulunmadığı, 2- Küçüğün vücudunda 1 (bir) adet ateşli silah ürünü giriş yarası saptanmış olup; oluşturduğu yaralanmanın müstakilen ölüm meydana getirir nitelikte olduğu, 3- Ateşli silah giriş yarası, cilt-cilt altı ve kemik doku bulgularına göre atışın uzak atış mesafesinden yapılmış olduğu, 4- Küçüğün vücudundan ateşli silah ürünü elde edilmediği,5- Küçüğün ölümünün ateşli silah ürünü yaralanmasına bağlı kafa kemik kırıklarıyla birlikte beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiği kanaatini bildirir rapordur." 12/10/2015 tarihinde Başsavcılık, olay yerini gösteren kamera kayıtlarının incelenmesini, olay yerinde bulunan tüm polis araçlarının kamera kayıtlarının temin edilmesini, olay yerinde bulunan polislerin kimlik bilgilerinin bildirilmesini ve T.nin anne babası ile diğer tanıkların ifadesinin alınması için tebligat çıkarılmasını emniyet birimlerinden talep etmiştir. Başsavcılığın talimatı doğrultusunda emniyet birimleri tarafından, olay günü görevli olan tüm personelin ve kullanılan araçların listesi soruşturma dosyasına sunulmuştur. Ayrıca Çevik Kuvvet araçlarında bulunan kameraların kaydettiği görüntüler ile MOBESE kayıtları emniyet birimleri tarafından izlenmiş ve inceleme, kolluğun göstericilere müdahale ettiği anlardan çeşitli fotoğraf karelerinin aktarılması suretiyle 26/10/2015 tarihli iki ayrı tutanak ile kayıt altına alınmıştır. Tutanaklarda olay yeri çevresinde ikamet eden insanların zaman zaman evlerinden çıkarak gösterileri izlediği, T.nin nasıl öldüğüne ilişkin bir görüntü kaydına rastlanmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca 2/11/2015 tarihli kolluk tutanağı ile çevrede bulunan işyerlerinde ve konutlarda kamera sistemine rastlanmadığı kayıt altına alınmıştır. 13/10/2015 tarihli tutanak ile polis ekiplerine ait zırhlı aracın lastiğinin 11/10/2015 tarihinde gerçekleşen olaylara müdahale edilmesi esnasında patladığı ve tamir için götürüldüğü işyerinde lastikte yedi adet saçma izi olduğunun saptandığı kayıt altına alınmıştır. Söz konusu tutanakta kolluk görevlisinin imzası dışında lastiği tamir eden sıfatıyla atılmış bir imza söz konusudur. Lastiği tamir edenin açık kimliği yazılmamıştır. 13/10/2015 tarihinde, emniyet birimlerinden olaya ilişkin kroki çıkarılmasını, olay yerinde mermi çekirdeği ve kovan araştırması yapılmasını talep eden Başsavcılık ayrıca dosyanın incelenmesinde şahıslar ile ilgili olarak gizli kalması gereken hususların bulunması, soruşturmanın niteliği, iddia edilen hususlar, gizli yazışmalar nazara alındığında bu belge ve bilgilerin açığa çıkmasının soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği yönünde değerlendirme yapmak suretiyle nöbetçi sulh ceza hâkimliğinden müdafinin hazırlık evrakını incelemesine ve suret almasına kısıtlama getirilmesini talep etmiştir. Adana Sulh Ceza Hâkimliği aynı gün verdiği kararla Başsavcılığın talebini 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca müdafi tarafından inceleme yapılmasının/suret alınmasının soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceği gerekçesiyle kabul etmiştir. Başvurucular söz konusu kararın henüz faillerin tespit edilemediğini, müştekiler olarak olayla ilgili bilgi edinemediklerini, kısıtlılık kararı alınmasını gerektirecek bir durum olmadığını belirterek kaldırılmasını talep etmiştir. Söz konusu talep Adana Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 23/12/2015 tarihinde reddedilmiştir. 16/10/2015 tarihinde müteveffanın babasının ve başvurucuların vekilinin de katılımıyla olay yerinde inceleme yapılmıştır. Olay Yeri İnceleme ve Keşif Tutanağı ile olayın gerçekleştiği yerin fotoğraflarının çekildiği, kolluk kuvvetleri tarafından ateş edildiği iddia edilen yer ile ölümün gerçekleştiği yer arasında mesafe ölçümleri yapıldığı, mermi, kovan gibi silah ürünlerine rastlanılmadığı kayıt altına alınmıştır. Başvurucu Azem Dora 16/10/2015 tarihinde alınan ifadesinde öz olarak olay günü iş yerinde olduğunu olayı görmediğini ancak yakınlarından olayı duyduğunu ve oğlunu vuran polislerden şikayetçi olduğunu, silah sıkılan noktalardan toplanan kovanları avukatı aracılığıyla adli birimlere teslim edeceğini ifade etmiştir. Kamile Dora'nın (anne) aynı gün alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ben olay günü saat:00 sıralarında evimden eltim olan ve B. ile birlikte dışarı çıktım, bu sırada oğlum benim kucağımdaydı, dışarıda ayakta bulunduğumuz sırada bizim komşumuzun evinin önünde bulunuyorduk. Önce sokağa bir ışık geldi ve o anda silah sesleri geldi. Kendimizi avluya attık. Çocuk kendini kucağımdan bıraktı. Yani çocuk kucağımdayken vuruldu. Çocuğumun başının arkasından ve sol kaşının üzerinde yara vardı. Anladığım kadarıyla kurşun çocuğumun başının arkasından girmiş, sol kaşının üzerinden çıkmış. Olay esnasında benim yanımda eltim olan ve B., komşum Ö.G., Ö.G.nin kocası E.G. ve de Ö.G.nin abisi ile yengesi vardı. Bizim bulunduğumuz sokakta herhangi bir eylem yoktu. Bize ışık tutan akrep diye tabir edilen polis aracıydı. Ben o esnada ana cadde de gösteri olup olmadığını bilmiyorum. Sokakta oynayan başka çocuk da yoktu. Bende herhangi bir yaralanma meydana gelmedi. Ancak eltim olan ve benimle birlikte o esnada avluya girmeye çalışan B.D de karnının sol tarafından yaralandı. Küçük bir yanma hissetmiş, sonra baktık yaraymış. Ancak yaralandığı merminin benim oğlumdan çıkanmı yoksa başka bir mermi mi bilmiyorum. Oğlum o esnada anne dedi. Ben kucağıma çektiğimde ve elimi başına koyduğumda elime kan geldi yaralandığını anladım ve hemen hastaneye götürdük. Oğluma ateş eden polisti çünkü o ışıktan anladığım kadarıyla polis dışında başka kimse yoktu. Etraftakiler akrepten inen polislerin geldiğini ve sokaklara silah sıktıklarını söylediler. Ben görmedim. Ancak yukarıda belirttiğim gibi silah sesini duyunca avluya koştuk. Ben oğlumu vurarak ölümüne sebep olan polislerin tespitini istiyorum. Kendilerinden şikayetçiyim ... " Başsavcılık tarafından ayrıca olay hakkında bilgisi olan/olay yerinde bulunan ve ifadesine göre (bkz. 20) Kamile Dora ile akrabalıkları ve/veya komşuluk ilişkisi bulunduğu anlaşılan , B., Ö.G., E.G., A.G. ve A.K.nın 2015 yılının son aylarında ifadelerine başvurulmuştur. İfadelerde ortak olarak Kamile Dora ve çocuğunun Ö.G.nin evinin bahçe kapısının önünde , B. ve Ö.G. ile birlikte oturmakta olduğu, bu sırada büyük caddenin olduğu taraftan üzerlerine kolluk aracına ait ışığın doğrultulduğu, evin avlusuna doğru hareket etmek istedikleri, Kamile Dora'nın bu sırada arkada kaldığı, ışığın gelmesi ile silah seslerinin de gelmeye başladığı, T.nin annesinin kucağından kaydığı, vurulduğunun anlaşıldığı, vurulan çocuğun, amcası ve E.G. tarafından hastaneye götürüldüğü ifade edilmiştir. Bu hususların dışında ayrıca B., olay esnasında karnından ateşli silah mermisinden kaynaklı sıyrık olacak şekilde yaralandığını, olay anında anne Kamile Dora'nın hemen arkasında bulunduğunu; A.G., olaylar olmakta iken 155 Polis İmdat hattını arayarak küçük bir çocuğun vurulduğunu, sivillerin olduğunu, ateşi kesmeleri gerektiğini söylediğini; A.K., cadde üzerinde polis aracı gördüğünü, aracın ışıkları tutularak polisler tarafından büyük silahlarla ateş edildiğini gördüğünü ifade etmiştir. Olay anında sıyrık oluşturacak şekilde vurulduğunu ifade eden B.nin emniyet birimleri tarafından gönderildiği Adana Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 16/10/2015 tarihli adli raporunda (evraktan anlaşılabildiği kadarıyla) "... bölgede sol tarafında cilt erozyonu mevcut olduğu" ifade edilmiştir. Ayrıca A.G. tarafından 155 Polis İmdat hattına yapılan aramanın kaydı emniyet tarafından Başsavcılığa CD ortamında sunulmuştur. Başvurucular 2/12/2015 tarihli dilekçe ekinde olay anına ilişkin olarak basın tarafından çekilen görüntüler ile kan izleri ve bazı silahlı kişilerin siluetlerini gösteren fotoğrafları ve ayrıca olay yeri ve çevresinde buldukları sekiz adet kovanı Başsavcılığa ibraz etmiştir. Başvurucular kovanları cadde başındaki sokak girişinde bulduklarını belirtmiştir. Başsavcılık 30/12/2015 tarihli yazısı ile olay yerinde bulunan sekiz adet kovanın niteliklerinin tespitini, daha önce herhangi bir olayda kullanılıp kullanılmadıklarının belirlenmesini Adana Kriminal Polis Laboratuvarından talep etmiştir. Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 4/1/2016 tarihli uzmanlık raporunda kovanların altısının 62x39 mm çapında, ikisinin ise 9x19 mm çapında olduğu belirtilmiş, ayrıca kovanların silahı tespit edilemeyen olay arşivindeki kovanlarla yapılan karşılaştırmada irtibatlarının olmadığının belirlendiği ifade edilmiştir. Başvurucular tarafından sunulan görüntü (Dicle Haber Ajansının kaydı) ve fotoğraflar da emniyet birimleri tarafından incelenmiş ve inceleme sonunda 13/4/2016 tarihli tutanakla haber ajansına röportaj verdiği sırada kayda alınan şahsın vücudunda saçma yaraları olduğu, bu yaraların terör örgütünce de kullanılan yivsiz av tüfeği ile atılmış olduğu ve T.nin ölümüne ilişkin bir kayda rastlanılmadığı kayıt altına alınmıştır. Adana Emniyet Müdürlüğünden 4/3/2016 tarihli yazı ile olay günü ölümün gerçekleştiği bölgede görevli olan polislerin bilgi alma şeklinde ifadelerinin alınmasını talep eden Başsavcılık 31/3/2016 tarihli yazısı ile de olay yerinde bulunan sekiz kovanın olay yerinde bulunan polislerin silahlarının tespiti ve karşılaştırılmasını, başvurucu vekili tarafından sunulan resim ve görüntülerin incelenmesini istemiştir. Emniyet birimleri tarafından Başsavcılığın 4/3/2016 tarihli talimatı gereği olay günü görevli olan kolluk görevlilerinin ifadelerine 2016 yılının Mart ayı içinde başvurulduğu anlaşılmaktadır. Çok sayıda kolluk görevlisinin ifadesinde öz ve ortak olarak gösterilerin meydana geldiği bölgede göstericilere su sıkılması ve gaz kullanılması marifetiyle dağılmaları için müdahale edildiği, ana caddede kalındığı, ara sokaklara girilmediği, ara sokaklardan silah seslerinin duyulduğu, zırhlı aracın lastiğinin patladığı, uyarı amaçlı -havaya- ateş açıldığı, göstericilere doğru ateş edilmediği beyan edilmiştir. Başsavcılığın 31/3/2016 tarihli talimatı gereği olay günü görev alan personelin silahları liste hâlinde ilgili birimlere sunulmuş ve 8/4/2016 tarihinde yapılan inceleme sonucu Adana Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından düzenlenen uzmanlık raporunda "mukayese için gönderilen 10 adet tüfek, 11 adet makineli tüfek, 36 adet yarı otomatik tabancanın ve 8 adet kovanın incelendiği, 9x19 çapındaki bir kovanın beretta marka yarı otomatik tabancadan yapılan atış sonucu, 9x19 çapındaki diğer kovanın ise MP-5 marka makineli tabancadan yapılan atış sonucu çıktığının tespit edildiği diğer 7,62x39 çapındaki 6 adet kovanın ise inceleme için gönderilen silahlarla ilgisinin bulunmadığı" ifade edilmiştir. Adana Emniyet Müdürlüğü 20/4/2016 tarihli yazısı ile uzmanlık raporunu da ilgi tutarak olay yerinde bulunan kovanlarla ilişkili olduğu tespit edilebilen silahlardan birinin Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü Ekipler Büro Amirliğinde komiser yardımcısı olarak görev yaptığı anlaşılan Ö.G.ye ait olduğunu, diğerinin ise 2474 numaralı terörle mücadele ekibine (TEM) zimmetli olduğunu Başsavcılığa bildirmiştir. Başsavcılık Ö.G.nin ve 2474 numaralı TEM ekibinden 11/10/2015 tarihinde olay yerinde görevli olan polislerin tespiti ve ifadesinin alınması için emniyet birimlerinden talepte bulunmuştur. Olay günü ölümün gerçekleştiği bölgede görevli olan ve olay yerinde bulunan kovan, silahı ile eşleşen polis Ö.G.nin şüpheli sıfatıyla olaydan yaklaşık 10 ay sonra alınan 19/8/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ben bana söylemiş olduğunuz Ekim 2015 tarihinde TEM Şube Müdürlüğü Ekipler Büro Amirliğinde komiser yardımcısı olarak görevliydim. 11/10/2015 tarihinde ben saat:00 gibi o bölgeden yani Denizli ve Mithatpaşa mahallerinden ben sorumluydum. Benim görevim ekipleri yaşanan toplumsal olayların önlenmesi amacıyla sevk etmekti. Olay gününden önce de yaklaşık 20 gündür aynı bölgede sürekli yoğun bir şekilde izinsiz ve korsan gösteri eylemleri oluyordu. Bu nedenle ben o bölgede çalışıyordum. Hatta ismini daha sonra T. diye öğrendiğim bir çocuğun ölmesi olayından 10 gün sonra da olaylar devam ettiği için ben yine orda görev yaptım. Olay günü olan 11/10/2015 günü saat:00 sıralarında daha doğrusu 45 e kadar kanalın üst tarafı olan Gürsel paşa 75001 sokak üzerinde yoğun bir müdahale yaptık. Orada da havaya doğru uyarı ateşi yaptık. Olayın meydana geldiğini söylediğiniz yer olan 58308 sokak ve o sokağın başına hiç gelmedim. Saat: 45 ten sonra takviye ekiplerinde gelmesi üzerine bahse konu sokağın iki üç sokak gerisinde konuşlandık. Ancak orda silah kullanmadım. Belirttiğim gibi olayın öncesinde ve olayın sonrasında yine aynı bölgede görev yaptığım için tam hatırlamamakla birlikte daha önce o bölge olayların yoğun olduğu bölge olduğu için silah kullanmış olabilirim. Ancak olay günü kesinlikle T... adlı çocuğun öldüğü yerde ve öldüğü yeri gören cadde üzerinde silah kullanmadım. Ancak olaylar sırasında diğer ekiplerde uyarı atışında bulundu, ayrıca sokak içerisinden ateşli silah sesi geliyordu. Bu ateşi korsan gösteriye katılan şahıslar tarafından yapılıyordu. Hatta shortland-11 nolu aracın lastiğinin mermi isabet etmesi sonucu patladı. Olay günü ben olay yerinde müdahale eden zırhlı araçlara binip sevk ve idare ettim. Olay saatinde ise 2474 kod nolu TEM Ekibine ait shortland zırhlı aracına bindim. Bu araçta bir tane MP-5 iki yada üç tane de kaleşnikof marka silah vardır. Bu MP-5 i bende dahil ekipten herkes kullanır. Hatırladığım kadarıyla 2474 nolu ekip o gün benimle birlikte 4 kişiydi. Bana okumuş olduğunuz rapordan kovanlardan birinin benim zati tabancamdan atıldığı ve birinin de ekibe ait MP-5 tabancadan atıldığını öğrendim. Bu kovanlar olayın meydana geldiği bölgenin yaklaşık 500 metre ilerisinde ve gerisinde toplanmış olabilir. O gece olaydan sonra yoğun bir taşlama ve silah kullanma olduğu için olay yeri inceleme ekibinin gerekli araştırma yapamadığını biliyorum. Ölenin yakınları bu boş kovanları daha önceki ve o günkü ve daha sonraki uyarı ateşleri sonucu oluşan kovanlardan hatta olay yeri ile ilgili olmayan yerlerden toplamış olabilirler. Belirttiğim gibi saat:00 sıralarında benim görev yaptığım yer olayın meydana geldiği 2-3 sokak gerisiydi. Dolayısıyla ölen çocuğun benim ateş etmem sebebiyle ölmesi mümkün değildir. Çünkü gerek ateş mesafesi gerek kullandığım tabancanın tesir mesafesi buna elverişli değildir. Kaldı ki belirttiği gibi o sokak ve o sokağın gören cadde üzerinden de sokağa doğru kesinlikle ateş etmedim. Bu nedenle üzerime atılı herhangi bir suçlamayı kabul etmiyorum. Sadece ölenin yakınları tarafından nereden toplandığı belli olmayan kovanlarla çocuğun ölümü arasında bağ kurulamaz. Böyle bir inceleme yapılabilmesi için öncelikle çocuğun ölümüne sebep olan kurşunun bulunması gerekir." Olay günü zırhlı araçta görevli olan polis S.A.nın 25/10/2016 tarihinde tanık sıfatıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bana sormuş olduğunuz olayı hatırlıyorum. O tarihte ben terörle mücadele şube müdürlüğünde çalışıyordum. O gün Mithatpaşa mahallesinde meydana gelen toplumsal olaylarla ilgili olarak saat 16:00 dan 21:00 a kadar ben Ural 7 adlı zırhlı araçta görevliydim. Bu araç çevik kuvvete aittir, ancak ben takviye olarak gitmiştim. Gündüz ekibi gittikten sonra da saat 21:00 den itibaren 2474 kodlu SHORTLAND zırhlı araçta görevliydim. O gün gece 02:00 de toplu olaylarda bir çocuğun öldüğü belirtilerek olay yeri inceleme ekibi ve cinayet büroyla birlikte olay yerinde gerekli inceleme yapmak amacıyla olay yerine gidiyorduk. Biz Tem şube olarak anayolda güvenlik önlemlerini alacak, cinayet büro ve olay yeri ekibi de araştırmaları yapacaktı. Ancak biz Mithatpaşa mahallesine gittiğimizde olay yeri inceleme ekibi ve cinayet büroya taşıyan araca ve içindekilere taşlı sopalı saldırı gerçekleşince güvenlik için bulunduğumuz 2474 nolu araçta kayıtlı olan MP5 cinsi bir silahla A. isimli arkadaşım havaya bir el ateş etti. Bunun amacı da saldırganların dağılmasını sağlamaktı. Ancak söylediğim gibi MP5 ile ateş ettiğimizde zaten biz ölüm olayıyla ilgili inceleme yapmak amacıyla olay yerine gidiyorduk. O gün A. isimli arkadaşım gece 12:00 ye kadar Ak parti binasını korumakla görevli idi. Saat 12:00 den sonra da bizim araca geldi. Kendisi o tarihte Tem şubede görev yapıyordu. Ayrıca ben o gün ekibimizde görev alan komiser yardımcısı Ö.G.nin kendi silahıyla ateş ettiğini görmedim. Olaya ilişkin bilgim ve görgüm bundan ibarettir dedi" Başsavcılık 15/11/2016 tarihinde şüpheli kolluk görevlileri için Adana Valiliğinden soruşturma izni verilmesini istemiştir. Soruşturma gizli yürütüldüğünden evrakta hangi görevliler için soruşturma izni istendiği anlaşılamamaktadır. Bununla beraber Adana Valiliği tarafından yapılan ön inceleme sonucu düzenlenen rapordan soruşturma izni istenilen şüphelilerin Ö.G., A.Ü ve S.T. adlı polisler olduğu anlaşılmaktadır. Adana Valiliği 10/1/2017 tarihli kararı ile öz olarak "[T.]'nin ölümünün şüpheli kolluk görevlilerinin eylemine bağlı olarak gerçekleştiğine ilişkin yeterli kanıt (tanık ifadesi, görüntü vb.) bulunmadığı" gerekçesiyle soruşturma izni vermemiştir. Başvurucuların yaptığı itiraz üzerine Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 18/5/2017 tarihli kararı ile soruşturma izni verilmemesi yönündeki kararı kaldırmış ve soruşturma izni verilmesine hükmetmiştir. Gerekçede "ölüm olayının mevcudiyetinin kamu adına soruşturma yapılmasını gerektirdiği, herhangi bir polisin kusurlu olup olmadığının ancak adli tahkikat ile anlaşılabileceği" ifade edilmiştir. Konya Bölge İdare Mahkemesi kararı ile devam edebilen soruşturma sürecinde Ö.G. 15/6/2017 tarihinde ifade vermiş ve eski ifadesine (bkz. § 27) ek olarak "bana ait silah Baretta 9mm olup tesirli mesafesi 150 metredir, duyduğum kadarıyla T. isimli çocuğun vücuduna mermi giriş ve çıkış yapmış, benim kullandığım silah bu kadar tesirli bir silah değildir" beyanında bulunmuştur. Görevli polis A.Ü.nün 15/6/2017 tarihinde (olaydan bir buçuk yılı aşkın bir süre geçtikten sonra) şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"[T.] isimli çocuğun öldüğü tarihte ben PKK/KCK silahlı terör örgütü yandaşlarınca Adana ilinde gerçekleşen sokak olaylarına müdahale amacıyla Seyhan ilçe emniyet müdürlüğünde görevliydim. O tarihte Hürriyet mahallesi, Güneykuşak bulvarı, Barbaros mahallesindeki eylemcilere müdahaleler de bulundum. Denizli mahallesindeki göstericilerin direncini kıramadıkları için takviye ekip olarak çağırılmam üzerine Denizli Mahallesine görevli olduğum zırhlı araç ve ekibimle gittim. Denizli Mahallesi Mithatpaşa caddesi üzerinde göstericilerin bizlere karşı molotof kokteyli, el yapımı patlayıcı, havai fişek ve uzun namlulu silahlarla saldırıda bulunmaları üzerine gösterici grubun dağılması amacıyla zırhlı aracın kulesinden MP5 silah ile havaya üç dört el uyarı ateşi yaptım. Ben bu uyarı ateşlerini söylediğim gibi Mithatpaşa caddesi üzerinde yaptım ve kesinlikle hedef gözeterek gösterici grubun üzerine değil, gösterici grubun dağılması amacıyla havaya ateş ettim. Ayırca sonradan öğrendiğim kadarıyla [T.] isimli çocuğun vurulduğu yer sokak arasıymış. Bunu da bir gün sonra Cumhuriyet Savcısı tarafından olay yerinde inceleme yapılması amacıyla gidileceğinden güvenlik önlemleri almak amacıyla gittiğimde öğrendim. Benim görev aldığım Vural10 isimli zırhlı aracın dar yerlerde ve sokak aralarında manevra kabiliyeti fazla olmadığı için sokak arasına girmiyoruz. Olay tarihinde de Mithatpaşa caddesi üzerinden her hangi bir sokağa girmedik. Olaydan sonra olay yeri inceleme ekibi ve Cumhuriyet Savcısının olay yerinde inceleme yapmasına eylemci grup taş ve molotoflarla karşılık vererek olay yeri inceleme yapılamadığı ve daha sonradan müşteki vekillerince olay yerinden toplandığı belirtilerek dosyaya sunulan kovanların yukarıda belirttiğim gibi eylemci grubun dağılması amacıyla havaya uyarı ateşi yaptığım sırada çıkan kovanlar olduğunu düşünüyorum. Ancak ben bu ateşleri havaya yaptım. [T.] isimli çocuğun ne şekilde öldüğünü bilmiyorum. Zaten öldüğü saatlerde benim öyle bir olayın meydana geldiğinden haberim yoktu. Yanlış hatırlamıyorsam çocuğun öldüğünü ertesi gün öğrendim. Bu çocuğun öldürüldüğü sokakta da bulunmadım. Suçlamaları kabul etmiyorum." Olay günü görevli polis S.T. 20/6/2017 tarihli (olaydan bir buçuk yılı aşkın bir süre geçtikten sonra) şüpheli ifadesinde yukarıda aktarılan ifadelere koşut beyanlarda bulunarak "olaya müdahale edilirken, grubun dağılması için sözlü uyarıda bulunulduğunu, molotof atılmaya devam edilmesi üzerine MP-5 silah ile havaya ateş ettiğini, ölen çocuğun bulunduğu bölgeye müdahalede bulunmadığını, olayda kendi ekip arkadaşlarının da salt havaya ateş ettiğini, şahısların üzerine ateş etmediklerini" ifade etmiştir. Soruşturma sonunda Başsavcılık 7/11/2017 tarihli kararı ile şüpheli polislere ilişkin olarak ek kovuşturmaya yer olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "[T.] isimli çocuk hakkında düzenlenen Ölü muayene tutanağında ölenin yapılan dış muayenesinde sol kaş bölgesinde 1,5X1 cm boyunda dikdörtgen görünümünde, kemik dokularını açıkta bırakan defektif yara yeri görüldüğü, bunun haricinde vücudunda kesici delici alet yaralı telem izi darp cebir izi boğma bulgusunun saptanmadığı, ölen [T.]'nin cesedi üzerinde yapılan otopsi işlemleri sonucunda da ölümün ateşli silah ürünü yaralanmasına bağlı, kafa kemikleri kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiği, ölenin cesedinden ateşli silah ürünü elde edilemediği anlaşılmıştır. Olay yerinde gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasından sonra olayın meydana geldiği tarihten beş gün sonraCumhuriyet Savcısının da katılımı ile soruşturmacı birim tarafından inceleme işlemleri yapılmış ancak olay yerinde her hangi bir kovan ve mermi çekirdeği olmadığı görülmüştür.Müştekiler vekili Av. Yasemin Dora Şeker'in 11/10/2015 günü gerçekleşen olaydan uzun bir süre sonra 02/12/2015 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığımıza ibraz etmiş olduğu dilekçe ekinde olay yerinden toplandığını ve uzun namlulu silaha ait olduğunu düşündükleri 6 adet mermi kovanı ile 2 adet tabanca mermisi kovanını soruşturma evrakına delil olarak ibraz ettiği, bu kovanlar üzerinde yapılan kriminal inceleme sonrasında mermilerin ateşlendiği tespit edilen Baretta marka silahın TEM Şube Müdürlüğünde görevli olan 246742 sicil numaralı komiser yardımcısına ait olduğu (1 adet mermi kovanına yönelik tespit yapılmıştır), MP-5 tabancanın (1 adet mermi kovanına yönelik tespit yapılmıştır) 2474 kod nolu TEM ekibine zimmetli olduğu, müştekiler vekilince olay yerinden toplandığı belirtilerek teslim edilen 6 adet mermi kovanının ise olay tarihinde olay yerinde görevli olan kolluk kuvvetlerinde bulunan uzun namlulu silah ve tabancalardan atılmadıkları tespit edilmiştir. Olay tarihinde 2474 kod nolu TEM ekibinde 179055, 201521 ve 242586 sicil numaralı polis memurlarının görev yapmakta oldukları tespit edilmiştir. 123811 ve 372385 sicil numaralı polis memurlarının da olay tarihinde görevli oldukları tespit edilmiştir. 2474 kod nolu ekipte olay tarihinde görev yapan polis memurunun tanık sıfatıyla ifadesi alınmış olup, belirtilen tarihte ölüm olayı meydana geldikten sonra olay yerinde inceleme yapmak isteyen olay yeri inceleme ekibi ve cinayet büroyu taşıyan araca taşlı saldırı gerçekleşince güvenlik için 2474 nolu araçta kayıtlı olan MP-5 cinsi bir silahla havaya bir el ateş edildiğini bunun da saldırganların dağılması için yapıldığını beyan ettiği anlaşılmıştır.Olay hakkında müşteki vekilince bilgi sahibi olduğu belirtilen kişilerin tanık sıfatıyla alınan ifadelerinde tanıkların [T.] isimli çocuğun ne şekilde vurulduğu yönünde açıklayıcı bilgi vermedikleri, sadece sokak başında bekleyen polisler tarafından açılan ateş sırasında vurulduğunu belirttikleri, olayın failini belirleyecek nitelikte ifade veremedikleri, bunu da değerlendirme sonucu görgüye dayalı olmaksızın ifade ettikleri anlaşılmıştır.13/10/2015 tarihinde Adana İl Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü'ne internet üzerinden yapılan bir ihbar içeriğinin 'sayın ilgililer, Mithatpaşa mah. ve denizli mah. bir çok noktasında esnafa tehditle dükkanlar kapattırılıyor ve dün küçük bir kız çocuğu saldırganlardan gelen bir kurşunla öldü. Evet gereken neyse yapılıyor fakat daha ileri adımlar atılmıyor. Halk bunlara boyun eymek zorunda değil. Gereken adımların atılmasını talep ederiz. Aksi taktirde Başbakanlık ile iletişime geçilecektir. Saygılarımla.' şeklinde olduğu görülmüş ve bu ihbar içeriğinde ölen [T.] isimli çocuğun yasa dışı gösteriler yapan PKK/KCK silahlı terör örgütü yandaşlarınca ateşlenen silah sonucu vurulduğu iddia olunmuştur. Yapılan kamera görüntüsü incelemelerinde [T.] isimli çocuğun ateşli silah ile öldürülmesi olayının ne şekilde meydana geldiğine dair herhangi bir görüntüye rastlanılmamıştır.Şüphelilerin alınan ifadelerinde olay hakkında detaylıca anlatımlarda bulundukları ve özetle üzerilerine atılı suçlamaları kabul etmediklerini beyan ettikleri anlaşılmıştır. Olay tarihinde görevli olan Adana İl Emniyet Müdürlüğü personelinin soruşturma kapsamında alınan beyanlarında yaşanan olaylarda PKK/KCK silahlı terör örgütü yandaşlarının kolluk kuvvetlerine yönelik silah kullandıklarını beyan etmeleri, aynı tarihte yaşanan olaylara müdahale için görevlendirilen zırhlı aracın lastiğine mermi isabet etmesi sonucu Adana İl Emniyet Müdürlüğüne tahsisli olan zırhlı aracın lastiğinin patlaması ve internet üzerinden yapılan ihbarda ölen kişinin göstericilerden gelen bir kurşunla öldürüldüğünün iddia edilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde ölen çocuğun silah kullanan PKK/KCK silahlı terör örgütü yandaşlarınca öldürülmüş olabileceği hususunda şüphe oluştuğu, çocuğun ölümüne neden olan mermi çekirdeğinin ölenin vücudundan ele geçirilememesi nedeniyle de çocuğun ölümüne kimin sebebiyet verdiği kesin olarak ortaya konulamadığı anlaşılmıştır. Amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan Ceza Muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; 'suçsuzluk' ya da 'masumiyet karinesi' olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede 'in dubio pro reo' olarak ifade edilen 'şüpheden sanık yararlanır' ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, soruşturma konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse şüpheli tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Şüphelinin bir suç nedeniyle yargılanması ve cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar şüphelinin aleyhine yorumlanamaz. Ceza mahkûmiyeti herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak kişiyi cezalandırmak, Ceza Muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir. Bu açıklamalar ışığında şüpheliler açısından soruşturma konusu olay değerlendirildiğinde; ölenin vücudu üzerinde yapılan otopsi işlemi sonrasında vücudundan her hangi bir mermi çekirdeği ele geçirilememesi nedeniyle şüphelinin ölümüne neden olan ateşli silahın kime ait olduğu ve kim tarafından kullanıldığının kesin olarak tespit edilemediği, alınan tanık beyanlarında olayın nasıl ve ne şekilde meydana geldiğini gören tanık bulunmadığı, ayrıca olay yerinde çalışma yapmak isteyen görevlilerin taşlanarak çalışmasına müsaade edilmediğinin 12/10/2015 tarih ve Saat:00 sıralarında tanzim edilen tutanakta belirtildiği, soruşturma yapmak ve suça ilişkin delilleri tespit etmekle görevli Cumhuriyet Savcısı tarafından olayın aydınlatılması için yapılacak olan çalışmalar kapsamında olay yerine yakın yerdeki Mithatpaşa caddesi üzerinde kalabalığın bulunması ayrıca olay yerinin eylemlerin yapıldığı bölge arasında olması dolayısıyla olay çıkabileceği ve can güvenliğinin tehlikeye düşebileceği değerlendirilerek incelemeler yapılamadığı, aynı olayla ilgili PKK/KCK silahlı terör örgütünün propagandasını yapan yayın organı tarafından olay yerinde çekim yapılmasına müsaade edildiği hususları da dikkate alındığında kim tarafından gerçekleştirildiği tespit edilemeyen olayın failinin olay tarihinde PKK/KCK silahlı terör örgütü yandaşlarınca gerçekleştirilen yasa dışı sokak olaylarına müdahale eden Emniyet Teşkilatı personeli olduğu şeklinde kamuoyu oluşturularak görevli personelin zan altında bırakılmasına çalışıldığı, olay tarihinde görevli olan Adana İl Emniyet Müdürlüğü personelinin soruşturma kapsamında alınan beyanlarında yaşanan olaylarda PKK/KCK silahlı terör örgütü yandaşlarının kolluk kuvvetlerine yönelik silah kullandıklarını beyan etmeleri, aynı tarihte yaşanan olaylara müdahale için görevlendirilen zırhlı aracın lastiğine mermi isabet etmesi sonucu aracın lastiğinin patlaması ve internet üzerinden yapılan ihbarda ölen kişinin göstericilerden gelen bir kurşunla öldürüldüğünün iddia edilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde ölen [T.]'nin silah kullanan PKK/KCK silahlı terör örgütü yandaşlarınca öldürülmüş olabileceği, [T.]'nin ölümüne neden olan mermi çekirdeğinin bulunamaması nedeniyle ölüm sonucuna sebebiyet veren kurşunun kim tarafından ateşlendiğinin tespit edilemediği, soruşturma kapsamında beyanları alınan müştekilerin ve müştekilerin tanık olarak gösterdikleri kişilerin alınan ifadelerinde de olayın kim tarafından ne şekilde gerçekleştirildiği yönünde yorum ve değerlendirmeler ötesinde beyanda bulunmadıkları, bu nedenle de şüphelilerin üzerilerine atılı suçu işlediklerine dair haklarında kamu davasının açılmasını gerektirecek yeterlilikte her türlü şüpheden uzak, somut, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği anlaşılmakla,Şüpheliler hakkında müsnet suçtan dolayı delil yetersizliği sebebiyle kamu adına KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA, ..." Başvurucular söz konusu karara karşı itirazda bulunmuşlardır. Başvurucular dilekçelerinde; soruşturma sürecinde olay yeri incelemesinin gereği gibi yapılmadığını, araçlarda bulunan kameralar ile MOBESE kayıtlarının incelenip incelenmediğini bilmediklerini, bu nedenle kamera kayıtlarının incelenmediği sonucuna ulaştıklarını, bu hususun araştırılması gerektiğini, olay anında "Ateşi kesin, siviller var." şeklinde bildirimde bulunan şahsın telefon görüşmesine ilişkin kayıtların incelenmediğini, T.nin polis kurşunu ile öldüğünü gösteren çok sayıda delile karşın kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini ileri sürmüştür. Başvurucuların itirazı Adana Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 13/2/2018 tarihinde kararda belirtilen gerekçelerin yerinde olduğu belirtilerek reddedilmiştir. Başsavcılık 19/2/2018 tarihli yazı ile Adana Emniyet Müdürlüğünden "30 yıl zaman aşımı süresi olan ve faili tespit edilemeyen suça ilişkin olarak failin/faillerin aranmaya zaman aşımı süresince devam edilmesini, tespit edildiği takdirde mevcutlu olarak sevkini, araştırmaya ilişkin olarak senede bir kez Ocak ayının sonunda tekide mahal vermeksizin bilgi verilmesini" talep etmiştir. Başsavcılığın bu talebini 2020 ve 2021 yılları başında yinelediği görülmektedir. Ayrıca Başsavcılığın 2018 yılının Şubat ve Aralık aylarında Adana İl Emniyet Müdürlüğüne gönderdiği yazılardan, başvurucuların soruşturma evrakından suret alma taleplerinin kısıtlılık kararı nedeniyle reddedildiği anlaşılmaktadır.B. Tam Yargı Davası Süreci Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucu başvurucuların meydana gelen ölüm olayı nedeniyle idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini ileri sürerek hem kusur hem kusursuz sorumluluk esaslarına dayalı olarak İçişleri Bakanlığı aleyhine manevi tazminat istemli tam yargı davası açtıkları anlaşılmıştır. Adana İdare Mahkemesi 22/12/2017 tarihli kararı ile sosyal risk ilkesi bağlamında (idarenin kusuruna dair belirleme yapmadan) davayı kabul ederek başvuruculara 000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. İdarenin kanun yollarına başvurması nedeniyle işbu karar verildiği tarihte tam yargı davasına ilişkin sürecin devam ettiği görülmektedir. Başvurucular Başsavcılığın 7/11/2017 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı yaptıkları itirazın reddine ilişkin kararın tebliği üzerine 23/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 5271 sayılı Kanun'un "Kamu davasını açma görevi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir.Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler. .... " 5271 sayılı Kanun'un "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Beraat kararı;a) Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması,b) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması,c) Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması,d) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluknedeninin bulunması,e) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması,Hallerinde verilir. ..." Ayrıca ilgili hukuk için çok sayıda karar arasından bkz. Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, §§ 35-42; Nesrin Demir, B.No:2014/5785, 29/9/2016, §§ 74-86; Esma Çelebi, B. No: 2014/17591, 19/4/2017, §§ 51-67; Abdullah Süngü, B. No: 2016/7039, 28/11/2019, §§ 31-48; Melih Dalbudak, B. No: 2016/16050, 13/2/2020, §§ 50-66; Devrim Zengin ve diğerleri, B. No: 2017/26413, 9/7/2020, §§ 35, | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9578 | Başvuru, protesto gösterilerine kolluk kuvveti tarafından yapılan müdahale esnasında, olayla ilgisi bulunmayan küçük çocuğun mermi isabetine bağlı olarak vefat etmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçunun işlendiği iddiasıyla yapılan şikâyet üzerine başlatılan soruşturma sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun yasal temsilcisi olan anne, ilk evliliğinden olma 9/8/2003 doğumlu kızı T.K.nın 2014ile 2016 yılları arasında üvey dedesi S.nin cinsel istismarına uğradığını ileri sürerek 31/1/2018 tarihinde Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur. Yasal temsilci olan anne; Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturma kapsamında alınan ifadesinde önceki evliliğinden olma kızı T.K. ile birlikte şikâyet tarihinden yaklaşık 1,5 yıl öncesine kadar ikinci evliliğini yaptığı eşinin babası olan S.nin evinde yaşadıklarını ve daha sonra taşındıklarını, T.K.nın şikâyet tarihinden on beş gün kadar önce kendisine anlattığına göre kayın babası S.nin aynı evde yaşadıkları süre boyunca değişik tarihlerde T.K.ya cinsel temas içeren eylemlerde bulunduğunu, "Kızının ne yapıyorsun?" diye tepki vermesi üzerine ise onu "Bak kimseye söyleme rezil olursun, annen, baban boşanmak zorunda kalır." şeklinde korkuttuğunu belirtmiştir. Başsavcılık aynı gün T.K.yı mağdur sıfatıyla beyanının alınması için Antalya Çocuk İzlem Merkezine (İzleme Merkezi) sevk etmiştir. Cumhuriyet savcısı, adli görüşmeci ve vekili eşliğinde alınan ifadesinde T.K., üvey dedesi olan şüphelinin aynı evde ikamet ettikleri zaman zarfında birden çok kere vücudunu ellediğini, bir seferinde de parmağını cinsel organına soktuğunu, bilgisayarından ya da telefonundan açtığı cinsel içerikli videolar izlettiğini, yaşanılan olayları kimseye anlatmaması konusunda kendisini tehdit ettiğini; yaşadıklarını öz babasıyla ayrılık yaşayan annesini üzmemek ve üvey dedesinin olanları birine söylerse annesinin boşanacağını ve sokakta kalacaklarını söylemesi üzerine korktuğu için kimseyle paylaşmadığını, olayları şimdi anlatmasının nedeninin ise benzer şeyler yaşamış olan bir arkadaşının olanları ailesine anlatmasından aldığı cesaret olduğunu söylemiştir. T.K., üvey dedesinin bu eylemleri anne ve babası evde yokken yaptığını, dedesinin eşi evdeyse eşini komşuya gönderdiğini de ifade etmiştir. Hemşire olan adli görüşmeci aynı tarihli adli görüşme değerlendirme raporunda; başvurucunun anlama, kavrama ve ifade etme ile ilgili bir sorunu olmadığını, zihinsel gelişiminin içinde bulunduğu dönemle, anlatımlarının da beden diliyle uyumlu olduğunun gözlemlendiğini belirtmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine yine aynı gün Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen sağlık raporunda T.K.nin vücut muayenesinde herhangi bir cinsel ilişki iz ve emaresi bulunmadığı ancak T.K.nin çocuk psikiyatrisi birimine sevkinin uygun olacağı tespitleri yapılmıştır. Başsavcılık talebi üzerine alınan ve bir çocuk psikiyatrisi uzmanı tarafından hazırlanan 7/2/2018 tarihli raporda; yapılan testlerde sinirlilik, olayla ilgili düşlemler, depresif belirtiler gibi travma sonrası stres bozukluğu ile uyumlu bulgular gözlenen ve psikiyatrik tedavi önerilen küçüğün cinsel istismar fiilinin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamadığı, ifadeleriyle psikolojik belirtilerin birbiriyle örtüştüğü ve ifadelerine itibar edilebileceği tıbbi kanaatine varıldığı belirtilmiştir. S.nin evinde yapılan aramada ele geçirilen dizüstü bilgisayar, cep telefonu, üç flash bellek ve bir hard disk üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen 23/2/2019 tarihli CD İzleme ve Çözümleme Tutanağı'na göre birçok doküman, yetişkinlere ait pornografik içerikli birçok fotoğraf ve küçük bir kız çocuğunun banyoda çıplak hâlde çekilmiş dört fotoğrafı tespit edilmiştir. Başvurucu vekili, Başsavcılığa verdiği 16/7/2019 tarihli dilekçede bu dört fotoğrafın anne T.nin ikinci evliliğinden dünyaya gelen ve dede S.nin öz torunu olan T.ye (cinsel istismar suçunun mağduru olduğu iddia edilen T.K.nın anne bir olan üvey kardeşi) ait olduğunu beyan etmiştir. Şüpheli S. Cumhuriyet savcısı huzurunda ve müdafii eşliğinde alınan ifadesinde, oğlu ile başvurucunun yasal temsilcisinin evlendikten sonra yanlarına taşındığını ve bir süre aynı evde birlikte yaşadıklarını, oğlunun ve başvurucunun yasal temsilcisi olan gelininin önceki borçlarından dolayı sürekli kendisinden para talep ettiklerini, sahibi olduğu bir tarlanın satılarak elde edilen paranın kendilerine vermesini istediklerini ancak bunu kabul etmediği için ev içinde sürekli huzursuzluk çıkardıklarını, bu nedenle eşiyle (S.nin eşi) T.K.nın kavga ettiğini, tarla satılmayınca oğlu ile ailesinin evden ayrıldıklarını ancak para istemeye devam ettiklerini, T.K.nın iftira atmasının sebebinin bu olabileceğini, nakliye işiyle uğraşıp şoförlük yaptığı için ayın yirmi beş günü evde olmadığını, evindeki dijital materyallerde bulunan pornografik fotoğrafların kendisiyle ilgisi olmayıp fotoğrafları bilgisayarı ortak kullanan oğullarının yüklemiş olabileceğini, küçük çocuğun banyo yaparken çekilmiş fotoğraflarının ise -hatırladığı kadarıyla- anı olması için bizzat T.K. tarafından çekildiğini beyan etmiştir. Başsavcılıkça tanık olarak dinlenen üvey baba F. istismar olayına dair görgüye dayalı bilgisi olmadığını ifade etmiştir. Tanık olarak dinlenen S.nin eşi Y. ise ifadesinde; T.K. ile aynı evde kaldıkları dönemde T.K.nın bir defasında kendisine "Bu borcu, yani annesinin borcunu ödeyin, ödemezseniz ben ya oğlunuza yani F...'ye ya da size iftira atacağım." dediğini, arsaların satılarak parasını almak için böyle bir yola başvurduklarını, evdeki bilgisayarın çocuklarından kaldığını, bilgisayardaki fotoğrafların eşine ait olmadığını, küçük çocuğun banyo fotoğraflarını ise kendisi torununu yıkarken hatıra olsun diye kardeşi T.K.nın çektiğini söylemiştir. Başsavcılık, toplanan bilgi ve belgelerden müştekinin soyut iddiası dışında şüphelinin yüklenen suçu işlediğini gösterir, dava açmaya yeterli olan kanıt ve emare bulunmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle 9/12/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararına yapılan itiraz Antalya Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 26/4/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 28/7/2020 tarihinde nihai kararı öğrenmesinin ardından 26/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan başvurucu, başvurusu Anayasa Mahkemesi önünde derdest iken 5/2/2021 tarihli dilekçe ile söz konusu karara karşı kanun yararına bozma talebinde bulunmuş; Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 10/12/2021 tarihli yazısı ile kanun yararına bozma yoluna gidildiği görüşünü bildirmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 10/1/2022 tarihli kanun yararına bozma talebi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 7/6/2022 tarihli kararı ile kanun yararına bozma talebinin reddine karar vermiştir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28269 | Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçunun işlendiği iddiasıyla yapılan şikâyet üzerine başlatılan soruşturma sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, telefonla haberleşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle haberleşme hürriyeti ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci devam etmektedir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri (B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütü (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması, FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2017 tarihli kararıyla tutuklanarak Menemen T TipiKapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) konulmuştur. İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı (İdare ve Gözlem Kurulu) 24/8/2016 tarihli ve 2016/4678 sayılı kararıyla 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (OHAL KHK'sı) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan hüküm doğrultusunda belirtilen suçlardan tutuklu olanlar ve ilk defa tutuklanarak ceza infaz kurumuna gelen tutukluların 28/8/2016 tarihinden itibaren ve olağanüstü hâlin devamı süresince on beş günde bir telefonla haberleşme hakkından faydalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) müracaat ederek anılan karara karşı şikâyette bulunmuştur. Başvurucu, şikâyet dilekçesinde telefonla görüşme hakkının on beş günde bir olmak üzere kısıtlandığını ve bu kısıtlamanın belirli bir suç grubuna yönelik olarak uygulandığını ileri sürmüştür. Başvurucu, telefonla haberleşme hakkı üzerinde kısıtlama getiren İdare ve Gözlem Kurulu kararının kaldırılması talebinde bulunmuştur. İnfaz Hâkimliğinin 22/6/2017 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar verilmiştir. Kararda uygulamanın mevzuata ve İnfaz Kurumu kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 8/8/2017 tarihli kararıyla, İnfaz Hâkimliği kararının gerekçesi yerinde görülerek anılan karara yapılan itiraz reddedilmiştir. Nihai karar 7/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2018 tarihli ara kararıyla başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Hükümlünün telefonla haberleşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir. Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir. " 5275 sayılı Kanun’un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları,... telefonla haberleşme hakkı, ... konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 667 sayılı OHAL KHK'sının "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...e) Tutuklu olanlar, belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir. Adalet Bakanlığı ile Cumhuriyet başsavcılığının yetkileri saklıdır. Tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak onbeş günde bir ve bu bentte sayılan kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilirler." 667 sayılı OHAL KHK'sı 29/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile onaylanmıştır. KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrası 6749 sayılı Kanun'un maddesinde aynen kabul edilmiştir. 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "İdare ve gözlem kurulunun görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi şöyledir:"g) Tehlikeli hâli bulunan ya da örgüt mensubu olan hükümlülerle ilgili olarak, telefon görüşmeleri ile radyo, televizyon yayınları ve internet olanaklarından yararlanma hakkının kısıtlanmasına karar vermek," Tüzük'ün "Telefonla görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kapalı kurumda bulunan hükümlüler, belgelendirmeleri koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yapabilir. (2) Telefonla görüşmeleri aşağıda belirtilen esaslara göre yapılır:a) Hükümlüler, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası ile hücreye koyma cezasının infazı sırasında olmamak koşuluyla, idarenin kontrolünde bulunan ve kurumun uygun yerlerine yerleştirilen telefonlardan yararlandırılır,...e) Hükümlüler, telefon görüşmesi hakkına sahip oldukları konusunda bilgilendirilir,f) Hükümlülerin telefonla görüşme gün ve saatleri, kurumda bulunan telefon adedi, başvuru sırası, kurumun asayiş ve güvenliği dikkate alınarak idare tarafından belirlenir. Hükümlüler görüşebilecekleri yakınlarından bir veya birden fazla kişi ile haftada bir kez ve bir telefon numarasıyla bağlantı kurarak kesintisiz görüşme yapabilir. Herhangi bir nedenle görüşme gerçekleşememişse daha önceden bildirilen numaralardan bir diğeriyle görüşebilir. Konuşma süresi görüşme başladığı andan itibaren on dakikayı geçemez. Ancak tehlikeli hükümlü oldukları idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen hükümlüler onbeş günde bir kez olmak ve on dakikayı geçmemek üzere sadece eşi, çocukları, annesi ve babası ile görüşebilir,..." Tüzük'ün "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir." Tüzük'ün "Tutuklulara uygulanacak hükümler ve yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Tüzüğün; 1, 4, 6, 9 ilâ 14, 22, 24 ilâ 27, 29 ilâ 31, 40 ilâ 46, 67 ilâ 73, 75 ilâ 96, 99 ilâ 108, 110 ilâ 117, 119 ilâ 132, 143 ilâ 171, 174, 176 ilâ 179, 185, 188, 189 uncu maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özel hayata saygı hakkı, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir özel hayatı güvence altına almaktadır. Bu yönü ile birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, §§ 165-167; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM'e göre suçun mahiyeti haklı gösteriyorsa bir tutuklunun özel bir hapishane rejimine veya sınırlayıcı ziyaret düzenlemelerine tabi tutulması onun Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki hakkına müdahale teşkil eder ancak kendiliğinden bu hakkın ihlali anlamına gelmez (Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ..., 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM'e göre hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Bu hakka getirilen sınırlamalar, suç ve düzensizliğin önlenmesi için güvenlik nedeniyle uygulamaya konulmuş olsa da haklı bir gerekçeye dayanmalıdır (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 46). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Ziyaretler için yapılan düzenlemeler,mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar ..." AİHM, tutukluların ziyaretçi alma haklarına getirilen kısıtlamaların güvenlikle ilgili nedenlerle veya bir soruşturmanın meşru yararlarını koruma gerekliliğiyle haklılaştırılsa da bu amaçlara bütün tutukluların haklarını kısıtlamayan başka yollarla da ulaşılabileceğini belirtmiş; oluşturulacak farklı tutukluluk kategorilerine özel kısıtlamalar getirilebileceğini kabul etmiştir (Laduna/Slovakya, B. No: 318327/02, 13/12/2011, § 66; Varnas/Litvanya, B. No: 42615/06, 9/7/2013, § 119 ). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34955 | Başvuru, telefonla haberleşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle haberleşme hürriyeti ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; sınır dışı etme kararının iptali amacıyla açılan davada bazı usul güvencelerine riayet edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, idari gözetim altında tutma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Bölüm, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin tedbiren durdurulmasına karar vermiştir. İzmir Valiliği 16/9/2022 tarihinde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin bir numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca başvurucunun sınır dışı edilmesine ve idari gözetim altına alınmasına karar vermiştir. Başvurucunun sınır dışı etme kararının iptali için açtığı dava İzmir İdare Mahkemesi tarafından 20/1/2023 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. 27/1/2023 tarihinde nihai kararı öğrenen başvurucu 21/2/2023 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2023/12940 | Başvuru, sınır dışı etme kararının iptali amacıyla açılan davada bazı usul güvencelerine riayet edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, idari gözetim altında tutma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda kamu görevlilerince şiddete maruz kalma şikâyetiyle ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1981 yılı doğumlu başvurucu, olay tarihinde Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) silahlı terör örgütüne üye olma/terör örgütü kurma ve yönetme suçlarından tutuklu olarak bulunmaktadır. Anlatımına göre başvurucu 3/4/2018 tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) odasından dönerken oturma eylemi yapmak istemesi nedeniyle infaz koruma memurları tarafından fiziksel şiddete maruz kalmış, yüzü ve vücuduna çok sayıda darbe almış, koridorda sürüklenmiş, gördüğü şiddeti protesto etmesi nedeniyle ayrıca disiplin cezasıyla cezalandırılmıştır. Olayın ardından muayene olmak istemesine rağmen kurum doktoruna görünme talebinin reddedildiğini ifade eden başvurucu, ertesi gün ziyaretine gelen ailesi ve avukatı A.H.nin, yüzündeki ve vücudundaki yaralanma izlerini gördüğünü iddia etmiştir. Başvurucu 4/4/2018 tarihinde İnfaz Kurumu aracılığıyla Bolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunarak kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucu; şikâyet dilekçesinde, kamera görüntülerinin izlenmesini, Adli Tıp Kurumuna sevk edilerek hakkında sağlık raporu düzenlenmesini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca oda arkadaşı E.Y.nin olayla ilgili görgüsüne dayalı beyanlarını içerir dilekçesini şikâyet dilekçesine eklemiştir. E.Y. dilekçesinde; başvurucunun odaya getirildiğinde ayağa kalkamayacak hâlde olduğunu, yüzünün sol yanak kısmında şişlik, sırt bölgesinde kızarıklık ve ezikler bulunduğunu, mide bulantısı ve baş dönmesi olduğunu söylemesi üzerine acil butonuna basarak infaz koruma memuru çağırdıklarını, başvurucu hakkında adli tıp raporu düzenlenmesini istediklerini ancak isteklerinin yerine getirilmediği gibi bir kez daha acil butonuna bastıklarında butonun fişinin 15 ile 30 saatleri arası çekili olduğunu dile getirmiştir. Akşam sayıma gelen görevlilere de durumu anlattıklarını ifade eden E.Y. kimsenin ilgilenmediğini, darp izlerini görmelerine rağmen görevlilerin kayıtsız kaldığını belirterek arkadaşını yaralayan kişilerden şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Başsavcılık 13/4/2018 tarihinde İnfaz Kurumundan şikâyet konusu ile ilgili olarak araştırma yapılmasını talep etmiştir. İnfaz Kurumu 16/4/2018 tarihli cevabıyla başvurucunun şikâyetiyle ilgili yapılan araştırmada iddiaları doğrulayan herhangi bir delil veya emareye ulaşılmadığını bildirmiştir. İnfaz Kurumu; bildirim yazısına Kamera İzleme Tutanağı, başvurucu hakkında düzenlenen 5/4/2018 tarihli reçete, araştırma ve ön inceleme raporu ile ifade tutanaklarını eklemiştir.- Başvurucu hakkında 5/4/2018 tarihinde düzenlenen reçetede ağrı kesici içerikli bir ilaç dâhil olmak üzere dört ilaç reçete edildiği, tanı kısmına "genel muayene" yazıldığı görülmüştür.- 4/4/2018 tarihinde infaz koruma memurlarınca düzenlenen ve iki sayfadan oluşanKamera İzleme Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS odasından saat 59'da çıkarıldıktan sonra kapının önünde oturduğu, infaz memurları , Y.U., S.Ş. ve E.Y.nin başvurucuyu elleri ve ayaklarından tutarak odasına doğru götürdükleri ve saat 03'te memurların başvurucuyu odasına bırakarak oradan ayrıldıkları belirtilmiştir.- Başvurucuyu odasına götüren dört infaz koruma memuru; olayla ilgili olarak İnfaz Kurumu personeli tarafından alınan benzer ifadelerinde suçlamayı kabul etmediklerini, başvurucuya şiddet uygulamadıklarını, başvurucunun direnmesi nedeniyle başvurucuyu ellerinden ve ayaklarından tutarak sadece odasına götürdüklerini beyan etmiştir.- İnfaz Kurumu Müdürü tarafından 11/4/2018 tarihinde düzenlenen ve üç sayfadan oluşan araştırma ve ön inceleme raporunda 4/4/2018 tarihinde başlatılan araştırma sonucunda başvurucunun geçmişte de disiplini bozan benzer eylemlerinin olduğu, kamera görüntülerinde veya infaz koruma memurlarının ifadelerinde başvurucuyu destekleyici emarelerin olmadığı, başvurucunun ve oda arkadaşının yalan söylediğinin değerlendirildiği, olay günü başvurucunun direnmesi nedeniyle başvurucuyu odasına kadar infaz koruma memurlarının elleri ve ayaklarından tutarak götürdüğü ifade edilmiştir. Başvurucunun avukatı A.H. de aynı olay nedeniyle başvurucu adına 9/4/2018 tarihinde Başsavcılığa şikâyetçi olmuştur. Şikâyet dilekçesinde A.H.4/4/2018 tarihinde başvurucuyu ziyaret ettiğinde başvurucunun çenesinin sol tarafının şiş olduğunu, sağ tarafında çizikler ve kızarıklıklar bulunduğunu, sırt ve bacaklarında kızarıklar olduğunu, kıyafetlerinde postal izlerinin olduğunu gözlemlediğini, şiddetli ağrıları olduğunu ifade ettiğini, talep etmesine rağmen doktor muayenesi yaptırılmadığını belirtmiştir. Dilekçede ayrıca başvurucunun tedavi amacıyla en yakın sağlık kuruluşuna derhâl sevk edilmesini, tanıklarının dinlenilmesini ve kamera kayıtlarının izlenmesini talep etmiştir. Başvurucunun avukatı vasıtasıyla yaptığı bu şikâyet 30/4/2018 tarihinde devam eden soruşturmayla birleştirilmiştir. Başsavcılık 2/5/2018 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Dosya bir bütün olarak değerlendirildiğinde; kamera kayıtlarında herhangi bir darp eyleminin bulunmadığının tespit edildiği, ön inceleme raporunda müştekilerin iddialarını karşılayacak herhangi bir somut delile rastlanılmadığı, müştekilerin soyut iddialarından başkaca kamu davasının açılmasını gerektirecek yeterlikte ve nitelikte delil elde edilemediği" Başvurucunun Başsavcılık kararına itirazı Bolu Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiş, ret kararı başvurucuya 7/9/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Diğer taraftan başvurucunun annesi Z.Ş.nin aynı olayla ilgili şikâyeti üzerine başlatılan soruşturma sonunda Başsavcılık 8/5/2018 tarihinde aynı şikâyetle ilgili daha önce kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle yeniden soruşturma yapılamayacağı gerekçesine istinaden kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiş, anılan karar aşamalardan geçerek kesinleşmiş ve başvurucuya nihai karar 7/9/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Gökhan Gündüz, B. No: 2017/39507, 3/11/2020, §§19- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29836 | Başvuru, ceza infaz kurumunda kamu görevlilerince şiddete maruz kalma şikâyetiyle ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Gökben Gökalp ve Zübeyir Çoksüer'in dedeleri olan murisin 1967 yılında Derik Kadastro Mahkemesinde açtığı ve hâkimin çekinmesi nedeniyle önce merci tayini yoluyla Yargıtayca Kızıltepe Kadastro Mahkemesine gönderilen, burada yerel mahkemece verilen kararların müteaddit kereler Yargıtayca bozulması üzerine anılan mahkemenin de kapatılmasıyla en son Mardin Kadastro Mahkemesine gönderilen kadastro tespitine itiraz davası, yerel mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7729 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, ebeveynleri ve kardeşi oldukları Durmuş Orhan’ın askerlik görevini yerine getirdiği Ağrı/Doğubayazıt Hudut Komutanlığında, 25/5/2010 tarihinde kendisini silahla vurması sonucu yaralanarak aynı gün yaşamını yitirmesinden dolayı kendilerine maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle yaptıkları başvurunun idarece reddedilmesi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açtıkları davada, Mahkemece, bilirkişi raporunda tespit edilen miktardan daha düşük oranda tazminata karar verilmesi ve reddolunan kısım üzerinden de dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) uyarınca idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi, ayrıca karar düzeltme taleplerinin reddedilmesi sonucunda 203,00 TL para cezası verilmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuru, 20/12/2012 tarihinde Edirne İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından, 10/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 11/10/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı görüşü, başvuruculara 12/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucular, karşı görüşlerini 24/12/2013 tarihinde sunmuşlardır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Mehmet Orhan ve Nurhan Orhan’ın oğlu, Merve Orhan’ın ise kardeşi olan Durmuş Orhan, Ağrı/Doğubayazıt Hudut Alay Komutanlığı emrinde er olarak askerlik görevini yapmakta iken, 25/5/2010 tarihinde kendisini silahla vurması sonucu yaşamına son vermiştir. Müteveffa Durmuş Orhan’ın intihar etmesi olayına ilişkin olarak, Ağrı Askeri Savcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda, sorumlulukları tespit edilen iki askeri personel hakkında görevi kötüye kullanma ve asta müessir fiil suçlarından 3/6/2011 tarih ve E.2011/130, K.2011/196 sayılı iddianame ile kamu davası açılmıştır. Başvurucular, olaydan dolayı kendilerine maaş bağlanması talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat etmiş olup, anılan kurumdaki işlemler devam etmekte iken destekten yoksun kalmaya bağlı maddi ve manevi zararlarının telafi edilmesi istemiyle 28/12/2010 tarihinde de Milli Savunma Bakanlığına başvuruda bulunmuşlardır. Anılan Bakanlık tarafından süresinde herhangi bir yanıt verilmeyerek talebin reddedilmesi üzerine, başvurucular tarafından 10/3/2011 tarihli dilekçeyle AYİM’de dava açılarak, olay nedeniyle kendilerine henüz maaş bağlanmamış olması ve hiçbir sosyal güvencelerinin bulunmaması gerekçesiyle 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesi talep edilmiştir. Yapılan yargılama ve başvurucuların uğradıkları zararın tespiti için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda, AYİM İkinci Dairesinin 8/2/2012 tarih ve E.2011/500, K.2012/203 sayılı kararı ile; idare tarafından başvuruculardan Nurhan Orhan’a 150 TL maddi, 250 TL manevi tazminat ödenmesine, Mehmet Orhan’a 384 TL maddi, 250 TL manevi tazminat ödenmesine, Merve Orhan’a 500 TL manevi tazminat ödenmesine ve başvurucuların fazlaya ilişkin istemlerinin reddine, hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi olarak hesap edilen 189 TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak başvuruculara verilmesine, ayrıca 659 sayılı KHK gereğince reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi olarak hesap edilen 207 TL avukatlık ücretinin de başvuruculardan alınarak davalı idareye verilmesine hükmolunmuştur. Mahkeme kararında şu gerekçeye yer verilmiştir: “Devlet adına kamu hizmetini yürüten idarenin halin icaplarına ve ihtiyaçlarına göre hizmeti devamlı ve en iyi şekilde topluma arz etmesi, hizmeti yürütürken kimsenin zarara uğramaması için gerekli önlemleri alması zorunludur. Bu zorunluluğun gereği gibi yerine getirilmemesi hizmetin kusurlu işlediğinin açık bir delilidir… Ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu olması nedeniyle müteveffanın da müterafik kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır. Bu nedenle davacıların uğradıkları zararlarının müterafik kusur da dikkate alınarak hizmet kusuru ilkesi gereğince davalı idarece karşılanması gerektiği kararlaştırılmıştır.” Başvurucular tarafından 9/4/2012 tarihli dilekçeyle karar düzeltme kanun yoluna gidilmesi üzerine, anılan Mahkemenin 26/9/2012 tarih ve E.2012/422, K.2012/1033 sayılı kararıyla bu istemleri reddedilmiş ve 203 TL para cezasına hükmedilmiştir. Bu karar başvuruculara, 10/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 20/12/2012 tarihli dilekçeleri ile süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdari Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesi şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir:“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı maddesi şöyledir:“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1258 | Başvurucular, ebeveynleri ve kardeşi oldukları Durmuş Orhan’ın askerlik görevini yerine getirdiği Ağrı/Doğubayazıt 5. Hudut Komutanlığında, 25/5/2010 tarihinde kendisini silahla vurması sonucu yaralanarak aynı gün yaşamını yitirmesinden dolayı kendilerine maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle yaptıkları başvurunun idarece reddedilmesi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açtıkları davada, Mahkemece, bilirkişi raporunda tespit edilen miktardan daha düşük oranda tazminata karar verilmesi ve reddolunan kısım üzerinden de dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) uyarınca idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi, ayrıca karar düzeltme taleplerinin reddedilmesi sonucunda 203, 00 TL para cezası verilmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. | 1 |
Başvuru, yayımlanan haberin kişilik haklarını zedelediği iddiasıyla açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Özel bir yayın kuruluşu olan Samanyolu televizyonunda, 18/7/2009 tarihinde başvurucu hakkında bir haber yayımlanmıştır. Söz konusu haber, o tarihte başvurucu hakkında yasa dışı "Ergenekon" örgütünün üyesi olduğu iddiasıyla yürütülen ceza davasına ilişkindir. Haberin konuşma bölümü şu şekildedir:"Yasa dışı Ergenekon örgütünün hedeflerini hayata geçirmek için birbirinden farklı gruplar oluşturduğu ve bunlarla topluluğu yönlendirmeye çalıştığı iddia ediliyor. Star gazetesinde yayınlanan habere göre onlardan biri Kırklar grubu. İddiaya göre yapılan operasyonlarda P. ve emekli Albay İlyas Çınar'dan (başvurucu) Kırklar doc. isimli dosya ele geçirildi. Kırklar tabiri işte ekranda orjinal haliyle gördüğünüz bu dökümanda geçiyor. Yani derin Ergenekon isimli belgede bu oluşumun şifreleri çözülür alt birim olan kırk kişiye dağıtılır. Kırk görevli bu sistemin dağılımını teknik bir şekilde Türk insanına sunar. Bu öğretinin ve uygulamanın bizzat sahibi Ergenekondur. İddiaya göre derin Ergenekon isimli belgeden yasa dışı örgütün TSK içine sızmaya çalıştığı anlaşılıyor. Ergenekonun görev alanlarının içinde Türk ordusunun çok önemli yeri vardır. Türk ordusu içinde bu görev ve görevliler Alpler ve Erenler olmak üzere iki misyona ayrılırlar her birim Türk ordusunun kült birimlerini oluşturur. Alpler özel harp dairesinin faaliyetlerini devam ettirir Erenler ise işin parapsikolojiksiprütüal yada başka bir anlatımla ilahi yönünün sergilenmesini yapar. Bu sistemin idarecileri çok özeldir. Sistemin başında görülmezler ve asla deşifre olmazlar. Derin Ergenekon isimli belgenin başka sanıklarda da ele geçirilmiş olması son derece dikkat çekici. Örneği İlyas Çınar'dan çıkan bu döküman aynı zamanda S. E.'de de çıkmıştır. İddiaya göre Kırklar grubu Ergenekonun kurduğu çok sayıdaki gizli gruptan bir tanesi. Üyeleri arasında İlyas Çınar gibi isimlerin yanında K. A. ve E. G. gibi sanıklar var." Başvuru konusu haber verilirken ekranda başvurucunun emniyetten çıkış görüntüleri ile haberde bahsedilen ceza davasında başvurucunun birlikte yargılandığı diğer sanıklarla çekildiği resimler yayımlanmıştır. Başvurucu, bu haber nedeniyle kişilik haklarının zedelendiği iddiasıyla Samanyolu Yayıncılık Hizmetleri A.Ş. aleyhinemanevi tazminat davası açmıştır. Kartal Asliye Hukuk Mahkemesince (Mahkeme) görülen davada aldırılan bilirkişi raporuna göre dayanağı soruşturma evrakı olduğu için haberde gerçeklik unsuru bulunmaktadır. Bunun yanında haberin yayımlanmasında kamu yararı bulunduğu sonucuna da varılmıştır. Öte yandan bilirkişi raporunda, haberin özle biçim arasında bulunması gereken uyum gözetilmeden yayımlandığı sonucuna varılmıştır. Nitekim haberde, başvurucu hakkındaki ceza yargılaması devam ediyor olmasına rağmen "Ergenekon" adında bir örgütün ve "Kırklar Grubu" adında bir grubun varlığının sabit olduğu, başvurucunun bu grupta söz konusu örgüt için çalıştığının kesin bir dille öne sürüldüğü belirtilmiştir. Raporda ayrıca gerçek bir haberin kamuya duyurulmasında kamu yararı bulunmasına rağmen haber konusunun somut olayda olduğu gibi işlenerek yargılamayı etkileyici, masumiyet karinesini ihlal edici ve sanığın peşinen suçlu görülmesini sağlayıcı biçimde verilmesinde kamu yararı bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme 13/11/2012 tarihinde söz konusu davayı reddetmiştir. Mahkeme, söz konusu haberin Star gazetesinde yayımlanan bir habere dayanılarak verildiğini, ayrıca haberde bahsedilen olguların başvurucunun sanık sıfatıyla bulunduğu derdest bir ceza davasındaki iddianamede yer aldığını belirtmiştir. Bu sebeple Mahkeme, söz konusu haberin güncel ve gerçek olduğunu, habere kamuoyunun ilgisi bulunduğunu ve haberde konu ile ifade arasındaki düşünsel bağlılığın da korunduğunuifade etmiştir. Başvurucu, Mahkemenin ret kararını temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 15/5/2014 tarihinde mahkeme kararını onamıştır. Başvurucu, onama kararına karşı karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Daire 28/10/2014 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiştir. Karar düzeltmenin reddine dair karar başvurucuya 26/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "İlke" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”B. Uluslararası Hukuk İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi ile ifade ve basın özgürlüğü ile itibarın korunmasını isteme hakkı arasındaki ilişkiyle ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Haci Boğatekin (B. No: 2014/18101, 26/10/2017, §§ 16-20) kararına bakılabilir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14 | Başvuru, yayımlanan haberin kişilik haklarını zedelediği iddiasıyla açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 18/12/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasının halen sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığı 11/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 18/12/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasında, dava konusu taşınmazı imar ihya ettiğini, tarım arazisi haline getirdiğini, kadastro tespit çalışmalarından bu yana otuz yıldır taşınmazı kullandığını ve taşınmazın zilyedi olduğunu ileri sürerek, kazandırıcı zamanaşımı yolu ile yaklaşık yüz dönüm taşınmazın adına tescilini talep etmiştir. Yargılama Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde devam etmekte iken, anılan Mahkemece dava dosyası, aralarında hukuki ve fiili bağlantı görülen aynı Mahkemenin E.2006/278 sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. Yargılamanın sonunda Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 28/4/2009 tarih ve E.2006/868, K.2009/411 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne ve 608,00 m² yerin başvurucu adına tapuya tesciline, birleştirilen E.2006/278 sayılı dava dosyasındaki talebin reddine karar vermiştir. Temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Hukuk Dairesi, 5/11/2009 tarih ve E.2009/4097, K.2009/5303 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını, eksik inceleme ve araştırma yapıldığını, ayrıca verilen kararın oluşa ve dosya içeriğine uymadığını belirterek bozmuştur. Bozma kararına uyarak dosyayı tekrar incelemeye alan Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 15/10/2010 tarih ve E.2010/267, K.2010/843 sayılı kararı ile tekrar davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Bu kararın da temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 26/3/2012 tarih ve E.2011/3988, K.2012/2175 sayılı ilamı ile eksikliklerin tamamlanması için dosyanın Mahkemesine geri gönderilmesine karar vermiştir. Eksikliklerin tamamlanmasından sonra, 20/4/2014 tarihinde dosya temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderilmiştir. Temyiz incelemesi halen Yargıtay Hukuk Dairesinde devam etmektedir. Başvurucu, 24/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/11/2011 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi, 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5603 | Başvurucu, 18/12/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasının halen sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
BAŞVURU KONUSU Başvuru, telefonla görüşme hakkının kullandırılmaması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma ve kamu görevlisine hakaret ve silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçlarından hükümlü olarak bulunmaktadır. İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (Kurul) 29/6/2015 tarihli kararıyla başvurucunun telefonla görüşmesi yasaklanmıştır. Kararın gerekçesinde, başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu ve tehlikeli hükümlüler sınıfında sayılması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun aynı örgüte mensup hükümlülerle ve Abdullah Öcalan ilehaftada üç kez toplantılara katıldığı, bu toplantılarda Abdullah Öcalan'ın verdiği talimat niteliğini taşıyan mesajların Ceza İnfaz Kurumu dışında bulunan örgüt mensuplarına telefon, mektup ve faks yolu ile ulaştırılmaya çalışıldığının anlaşıldığı, bunun engellenmesi amacıyla telefonla görüşmesinin ikinci bir değerlendirilmeye kadar kısıtlanarak yaptırılmamasına karar verildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı itirazı, Bursa İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 30/7/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, öncelikle Kurul kararına kadar ankesörlü telefonun bozuk olması ve hükümlünün belgelerinin eksik olması nedenleriyle telefonla görüşme yapılamadığı belirtilmiştir. Öte yandan ilgili mevzuata göre başvurucunun, infaz edilen mahkûmiyet kararının niteliğine göre tehlikeli hükümlüler sınıfında değerlendirilmesi gerektiği kabul edilerek Kurul kararının usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucunun itirazı Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 21/8/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Gerekçede, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Nihai karar 27/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İnfaz Kurumunun gönderdiği belgelerde; başvurucunun 24/12/2015 tarihinde başka bir ceza infaz kurumuna sevk edildiği, 29/6/2015 tarihli Kurul kararının başvurucunun bu İnfaz Kurumunda kaldığı altı aylık süre boyunca uygulandığı, hükümlünün PKK terör örgütünün faaliyetleriyle ilgili tutumunda ve konuşmalarında değişiklik olmadığı gözlemlendiğinden yeniden bir değerlendirme yapılmadığı ve belirtilen süre boyunca telefon görüşmesinin tamamen yasaklanarak görüşme yaptırılmadığı belirtilmiştir. İnfaz Kurumu, hükümlülerin sohbet toplantılarında örgütsel faaliyetlere yönelik konuşmalar yapıldığı konusunda infaz koruma memurları tarafından düzenlenen beş tutanak göndermiştir. Ayrıca UYAP üzerinden yapılan araştırmada İnfaz Kurumunun ilgili Kurul kararına itirazın değerlendirilmesi kapsamında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına tutanak ve mektup örnekleri gönderdiği anlaşılmıştır. 29/4/2015 tarihli tutanakta Abdullah Öcalan'ın diğer hükümlülere hitaben konuşurken güncel olaylarla ilgili görüşlerinin örgüt üyelerine ulaştırılması yönünde talimat verdiği ve bir hükümlü tarafından gönderilen 30/4/2015 tarihli mektupta da anılan talimatın yerine getirildiği hususlarının tespit edildiği görülmüştür. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Hükümlünün telefon ile haberleşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "İdare ve gözlem kurulunun görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi şöyledir:"g) Tehlikeli hâli bulunan ya da örgüt mensubu olan hükümlülerle ilgili olarak, telefon görüşmeleri ile radyo, televizyon yayınları ve internet olanaklarından yararlanma hakkının kısıtlanmasına karar vermek," Tüzük'ün "Telefonla görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(2) Telefonla görüşmeleri aşağıda belirtilen esaslara göre yapılır:a) Hükümlüler, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası ile hücreye koyma cezasının infazı sırasında olmamak koşuluyla, idarenin kontrolünde bulunan ve kurumun uygun yerlerine yerleştirilen telefonlardan yararlandırılır,...g) Hükümlünün, kurumun güvenliğini tehlikeye düşüren, suç oluşturan veya bir suça azmettirme ya da yardım etme sonucunu doğurabilecek konuşmalarda bulunduğu dinleme sırasında belirlendiğinde, görüşme derhâl kesilir. Bu hâlde hükümlü hakkında adlî veya idarî soruşturmaya esas olacak işlemler kurum en üst amiri tarafından yapılır,h) Suç işlemek amacıyla kurulan silâhlı örgütün yöneticiliğini yapmaya devam eden, bu konuda herhangi bir yöntemle, kurum içi veya dışındaki kişilere talimat veya mesaj veren hükümlülere idare ve gözlem kurulu kararıyla telefon görüşmesi hiçbir şekilde yaptırılmaz,ı) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan hükümlüler, idare ve gözlem kurulunun uygun gördüğü hâllerde ve onbeş günde bir olmak üzere eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve vasisi ile on dakikayı geçmemek üzere görüşebilir,..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes .... yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), haberleşme hürriyetine yapılan müdahalelerin demokratik toplumda zorunluluk teşkil etmesine ilişkin kriteri incelediği kararlarda öncelikle ceza infaz kurumlarında bulunan kimselerin yazışmalarının belirli ölçüde kontrolünün başlı başına Sözleşme'nin ihlaline sebebiyet vermeyeceğini, keza ceza infaz kurumunun olağan ve makul gereksinimleri dikkate alınarak bir değerlendirmede bulunmanın gerekli olduğunu belirtmiştir (Mehmet Nuri Özen/Türkiye, B.No:15672/08…11/1/2011, § 51;Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 6205/73, 7052/75, 7061/75, 7107/75, 7113/75, 7136/75, 25/3/1983, § 98).AİHM kararlarına göre haberleşme özgürlüğüne yapılan müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 85-90; Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, B. No: 13590/88, 25/3/1992, § 34). AİHM içtihatlarında ifade edilen demokratik toplumda zorunluluk kavramı, müdahale teşkil eden eylemin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanması ve takip edilen meşru amaç bakımından orantılı olması unsurlarını içermektedir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 97).AİHM'e göre hükümlü ve tutuklu olanlar Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda, mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 99-105). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir.2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar ..." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15983 | BAŞVURU KONUSU Başvuru, telefonla görüşme hakkının kullandırılmaması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuka aykırı olarak elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Aynı başvurucuya ait 2014/5445 sayılı bireysel başvuru dosyası kişi ve konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/4704 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 4/10/2017 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Olayların geçtiği tarihlerde E. ve Ö.Ö. Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü Çocuk Büro Amirliğinde polis memuru olarak görev yapmaktadır. Anılan polis memurlarının iddiasına göre 17/1/2011 tarihinde başvurucu, yanlarına yaklaşarak kendisini Sertif Kılıç olarak tanıtıp uyuşturucuya ihtiyaçları olup olmadığını sormuş; bunun üzerine daha fazla uyuşturucu madde ele geçirmek için başvurucu ve diğer şüphelinin yaşadığı eve gidilmiş ve evde bulunan (nitelikleri tutanakta belirtilen) uyuşturucu maddeye el konulmuştur. Başvurucu ise bu iddiaları kabul etmemiştir. Anılan konutta 17/1/2011 tarihinde ele geçirilen uyuşturucu maddeler muhafaza altına alındıktan yaklaşık on sekiz saat sonra durum Cumhuriyet savcısına bildirilmiş ve bu işlemle ilgili olarak 18/1/2011 tarihli ve 03 saatli tutanak düzenlenmiştir. Tutanakta, başvurucunun polis memurlarına yaklaşarak uyuşturucu satma teklifinde bulunduğu ve polislerin daha fazla uyuşturucuya ulaşmak düşüncesiyle başlangıçta alıcı gibi hareket ettikleri, evden hassas terazi, çok sayıda uyuşturucu hap, değişik miktarlarda kokain ve eroin maddesi ele geçirildiği ifade edilmiştir. Anılan tutanakta kolluk görevlileri E. ve Ö.Ö.nün imzası bulunmaktadır. Daha sonra Cumhuriyet Başsavcılığının telefonla verdiği talimat üzerine olaya müdahale eden kolluk görevlileri , A.A., E.Ü. ve E.K. tarafından 18/1/2011 tarihli ve 00 saatli tutanak düzenlenmiştir. Başvurucu ve yanındakilerle birlikte önceki tutanağı düzenleyen kolluk görevlileri E. ve Ö.Ö. hakkında yasal işlemler başlatılmış; evde ele geçirilen suç eşyaları (9 g kokain ve 0 g amfetamin tabletler, 245 ml amonyak ve hassas terazi) E. ve Ö.Ö. tarafından diğer kolluk görevlilerine teslim edilmiştir. Soruşturmalar sonucunda başvurucu ile arama ve yakalama işlemi yaparak 18/1/2011 tarihli ilk tutanağı düzenleyen kolluk görevlileri E. ve Ö.Ö. hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 1/3/2011 tarihli iddianamesiyle rüşvet ve irtikâp suçlarındankamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince, anılan polis memurları yakaladıkları uyuşturucu maddelerle ilgili yasal işlem yapmama karşılığında başvurucu ile anlaşma yaptıkları gerekçesiyle rüşvet suçundan mahkûm edilmiştir. Söz konusu karar 26/6/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8/3/2011 tarihli iddianamesiyle başvurucu ile birlikte aynı evde yakalanan K. hakkında uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma suçundan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2011/98 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Bu arada İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 20/3/2013 tarihli iddianamesiyle kolluk görevlileri E. ve Ö.Ö. hakkında konut dokunulmazlığını ihlal ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından da kamu davası açılmıştır. Yargılama sonunda atılı suçlardan hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünde verilen karar 13/12/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Mahkemenin 15/12/2011 tarihli kararıyla (E.2011/98) uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma suçunu işlediği kanaatine ulaşılarak başvurucunun 7 yıl 6 ay hapis ve 150 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçe kısmı şöyledir:“Olay nedeniyle polis memurları [E.] ve [Ö.Ö.] tarafından düzenlenen sayfa 122'de bulunan tutanak ile polis memurları [], [A.A.], [E.Ü.] ve [E.K.] imzasını içeren olay tespit, savcısı telefon görüşme ve talimat tutanağı, polis memurları [Ö.Y.], [B.], [H.] ve [Y.B.] imzasını içeren 2011 günü saat 14'de düzenlenen tutanak, tartı ve tespit tutanağı, ev arama tutanakları, teşhis tutanakları, 2011 tarihli İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı müdürlüğünce düzenlenen ekspertiz raporu ile diğer tutanak ve belgeler dosyadadır.Dosyada mevcut olay tespit, Savcısı telefon görüşme ve talimat tutanağı, polis memuru [E.] ve [Ö.Ö.] imzasını içeren 2011 tarihli tutanak, keza polis memurlarından [Ö.Y.] ve arkadaşlarınca düzenlenen 2011 tarihli tutanağın birlikte değerlendirilmesinden: sanık Orhan Kılıç'ın [başvurucu] uyuşturucu madde kullanıcısı olmadığı, [K.nın] kaldığı konutta ele geçirilen uyuşturucu maddelerin sahibi ya da ortağı olduğu kabul edilmiştir. Zira bu sanık haklarında sonradan rüşvet suçundan kamu davası açılan tutanak imzacısı [E.] ve [Ö.Ö.] ile rüşvet pazarlığına girişmiş, onlara suça konu olayın ortaya çıkarılmaması, hakkında uyuşturucu madde ticareti yapılmasından tutanak tutulmamasının temini için rüşvet teklif etmiş, onun teklif ettiği rüşvet polis memurları tarafından kabul edilmiş ve olay gecesi saat 20:00'den itibaren ertesi gün saat 12:00'ye kadar beklenmiş, beklenen süre sonunda sanık [K.nın] temin edip getirterek polis memuru sanıkların yönlendirdiği kişiye vaat edilen paranın teslim edilmemesi sonucu olay daha sonra ilgili makamlara ihbar edilerek resmiyete konulmuştur. Olay nedeniyle düzenlenen tutanaklar ve sanıkların ifadesi ve [E.] ve [Ö.Ö.nün] aşamalardaki ayrıntılı ifadelerinin karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmesiyle; sanık Orhan Kılıç'ın suça konu uyuşturucu maddelerle bağlantılı olduğu, polis memurları tarafından ele geçirilen uyuşturucu maddeler nedeniyle tutanak tutulup ilgili mercilere intikal ettirilmemesi için polis memurları ile pazarlık yaptığı, sonunda vaat ettiği parayı temin edip, teslimini sağlayamaması üzerine ilgili polis memurlarının da her iki sanık hakkında işlem yaptığı açıklıkla anlaşılmaktadır. Bu nedenle sanık Orhan Kılıç'ın uyuşturucu maddelerle ilgisi olmadığı, içmek için uyuşturucu madde satın almak için geldiği yerde yakalanınca nişanlı olup, ilerde düzeninin bozulmaması için polis memurlarının baskısı sonucu onların talebini kabul ettiği yolundaki savunmasına itibar edilmemiştir.Ayrıca polis memurları [E.] ve [Ö.Ö.] işten ayrılıp, sivil giyimli olarak sokakta yürüdükleri sırada, sanık Orhan Kılıç'ın yanlarına yaklaşıp kendisinde uyuşturucu madde olduğunu belirterek, isteyip istemediklerini sorduğunu, ondan daha fazla uyuşturucu madde istediklerini, daha sonra onun kendilerini diğer sanığın ev[ine] getirdiğini bildirmişlerdir ki, bu tanıkların anlatımının bu bölümünün doğru olduğu, sanık Orhan Kılıç'ın olayın başlangıcına ilişkin anlatımlarının gerçeği yansıtmadığı kabul edilmiştir.Toplanan tüm kanıtların birlikte değerlendirilmesiyle; olay tarihinde [K.nın] kaldığı evde ele geçirilen tüm uyuşturucu maddelerin, Orhan Kılıç'a ait olduğu, [K.nın] uyuşturucu maddelerin korunması, pazarlanması konusunda para ile tutulmuş birisi olmakla birlikte zaman zaman evde bulunan uyuşturucu maddeleri pazarladığı kanaatine varılmıştır. Sanık Orhan Kılıç'ın uyuşturucu maddenin gerçek sahibi mi yoksa ortağı mı olduğu net değildir. Ancak uyuşturucu maddenin tek başına sahibi olabileceği gibi başka bir kişi ile birlikte ortağı da olabileceği kabul edilmiştir. Gerçi [K.] ifadelerinde Hacı diye birisinden bahsetmekte ise de, o kişinin Orhan Kılıç olup olmadığı net değildir. Orhan Kılıç olması ihtimali bulunduğu gibi, Orhan Kılıç'ın ortağı birisi de olması ihtimali sözkonusudur. Ancak her halükarda Orhan Kılıç'ın uyuşturucu maddelerle ilişkisi olduğu, yani uyuşturucu maddenin sahip ve ortağı olduğu, diğer sanık [K.] vasıtası ile uyuşturucu maddeleri pazarladığı sonuç ve kanaatine varılarak her iki sanık hakkında aşağıda yazılı olduğu gibi hüküm kurulması mahkememizce uygun görülmüştür.” Anılan hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 14/1/2014 tarihli kararıylaonanmıştır. Başvurucu, nihai karardan 25/3/2014 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu 10/4/2014 tarihinde ve başvurucu vekili ise 4/4/2014 tarihinde ayrı ayrı bireysel başvuruda bulunmuştur.A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Şüpheli veya sanıkla ilgili arama” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Arama kararı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.(2) Arama karar veya emrinde; a) Aramanın nedenini oluşturan fiil, b) Aranılacak kişi, aramanın yapılacağı konut veya diğer yerin adresi ya da eşya, c) Karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi, Açıkça gösterilir. (3) Arama tutanağına işlemi yapanların açık kimlikleri yazılır. (Mülga ikinci cümle: 25/5/2005 – 5353/15 md.)(4) Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur. (5) Askerî mahallerde yapılacak arama, Cumhuriyet savcısının istem ve katılımıyla askerî makamlar tarafından yerine getirilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.…” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(3) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (4) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır." Yargı Kararları Yüce Divanın 19/12/2012 tarihli ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı kararında konuya ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir:“Çağdaş hukuk sistemlerinde, hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınıp alınamayacağı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasındaki kamu yararı ile kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması sırasında ihlal edilen hakkının dengelenmesi, kamu yararının ağır basması hâlinde hukuka aykırı olarak toplanmış olan delillerin hükme esas alınması, aksi hâlde bunların hükme esas alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise delillerin hukuka aykırı olarak toplanması sırasında kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu yararının ağırlığı dikkate alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller hükme esas alınmamalıdır.Anayasa’nın maddesinin altıncı fıkrasında, 'Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak değerlendirilemez.'; 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasında, 'Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir' denilmiştir. Aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı; maddesinde (1) numaralı fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği kurala bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate alındığında, hukukumuzda toplanmaları sırasında kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine bakılmaksızın hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılması yasaklanarak ikinci görüşün benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere, delillerin toplanması için yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle ilişkin basit usul hatalarının bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir…” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25/11/2014 tarihli ve E.2014/8-166, K.2014/514 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Esrar bulundurduğu yönünde gelen ihbar üzerine, hakim kararı alınmaksızın yapılan aramada ele geçen suça konu kurusıkıdan çevrilme tabancaya elkonulmuş ise de, arama emrinin verilmesinden bir gün önce arama kararı verilmesi talebinin sulh ceza hakimi tarafından reddedildiği ve bu karara karşı kanun yoluna başvurulmadığı gibi, gerçekleştirilen arama için hakim kararı alınmasının ya da hakim tarafından verilen ret kararına karşı kanun yoluna başvurulmasının gecikmeye neden olacağı ve bunun da telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracağını düşündürecek bir belge ve bilgi de dosyada mevcut değildir. Dolayısıyla, Cumhuriyet savcısının arama konusundaki istisnai yetkisinin doğabilmesi için gereken kanuni şartlar oluşmadan, verilen arama emri ile buna dayalı olarak gerçekleştirilen arama işleminin hukuka aykırı olduğu ve arama sonucu elde edilen suça konu tabanca ve eklerinin de hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş delil olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Bu itibarla; sanığın evinde hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama işlemi sonucu elde edilen maddi delil ile buna ilişkin düzenlenen tutanağın, yerel mahkemece hükme esas alınmaması isabetlidir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 23/2/2016 tarihli ve E.2014/MD-98, K.2016/83 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kararlarında istikrarlı bir biçimde; dürüst ve adil bir yargılamadan söz edilebilmesi için, delillerin elde edilme yol ve yöntemi dahil olmak üzere yargılamanın bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;Emniyet müdürlüğü talep yazısında, hakkında iletişimin denetlenmesi kararı verilmesi istenilen cep telefonu numarasının, aynı adliyede birinci sınıf hâkim olarak görev yapan sanık [nin] kullanımında olup, açık kimlik bilgileri ve adresi bilinmeyen yabancı uyruklu Olga Buzadji adına kayıtlı bulunduğu açıkça bildirilmesine rağmen, Cumhuriyet savcılığınca sulh ceza mahkemesinden talepte bulunulurken telefon numarası ve kayıtlı olduğu kişilere ilişkin kimlik bilgileri doğru yazılmasına rağmen kullanıcı olarak diğer sanık [E.nin] gösterildiği, sulh ceza mahkemesince de tedbir uygulanacak kişi olarak kararda [E.nin] isminin yazıldığı anlaşılmaktadır. Sulh ceza mahkemesi tarafından verilen 2009 tarih ve 989 değişik iş sayılı iletişimin tespitine ilişkin bu karar, CMK’nun 135/ maddesine aykırı olup, hukuka aykırı bu kararla elde edilen delillerin mahkûmiyet hükmüne esas alınması mümkün değildir.Bu itibarla hukuka aykırı yolla elde edilen bu deliller değerlendirme dışı bırakıldıktan sonra sanık ile ilgili bir karar verilmesi gerekmektedir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14/3/2017 tarihli ve E.2016/20-348, K.2017/140 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Sanık [B.nin] olay tarihinde evinde yakalandığını ve burada yapılan arama sonucu pantolonunun cebindeki uyuşturucu maddelerin bulunduğunu savunması, inceleme dışı sanık [İ.nin] bu savunmayı destekleyecek şekilde, sanık [B.nin] polisler tarafından evinde yakalandığını ve evde arama yapıldığını beyan etmesi ile kolluk görevlileri tarafından düzenlenen tutanağın, suçun konusu ve delili olan uyuşturucu maddelerin nerede ve nasıl ele geçirildiğine ilişkin bir açıklık taşımaması karşısında, arama işleminin sanık [B.nin] konutunda yapıldığı şüphesinin hasıl olduğu ve bu durumun sanık lehine değerlendirilmesi gerektiği, öte yandan [sanık H.nin] üzerinde ele geçen maddenin de uyuşturucu veya uyarıcı niteliğinde olmadığı nazara alındığında, sanık [B.nin] konutunda yapılan aramanın, Anayasanın 21 ve CMK'nun 119/ maddelerine aykırı olduğu kabul edilmelidir.Bu itibarla, adli arama kararı alınmadan yapılan arama işlemi sonucunda hukuka aykırı şekilde ele geçirilen suçun maddi konusu ve delili niteliğindeki uyuşturucu maddenin hükme esas alınamayacağı ve buna bağlı olarak da suçun unsurları oluşmayacağı anlaşıldığından, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan … bir mahkeme tarafından davasının … hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir…” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), hakkaniyete uygun yargılanma hakkının -ceza muhakemesini ilgilendiren boyutunda- savunma hakkı ile bağlantılı olduğunu vurgulamaktadır; delillerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak somut davada kullanılan delillerin sanığın hazır bulunduğu duruşmada “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmektedir (Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40, 41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 67, 68, 81-89). Delil sunmak veya bazı belgeleri istemek gibi davanın taraflarının inisiyatifine bırakılan konularda dahi mahkemenin gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fırkasındaki hakları güvence altına alma pozitif yükümlülüğü bulunduğuna değinilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, § 76). AİHM, Sözleşme’nin maddesinde güvence altına alınan “özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı” kapsamındaki güvencelere aykırı olarak elde edilen delillerin mahkûmiyete esas alınmasının yargılamanın hakkaniyete uygun olmadığı ve dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılması bakımından tek başına yeterli bir ölçüt olmadığını vurgulamaktadır. Bunun için yürütülen ceza soruşturmasının iç hukukta bir dayanağının var olması, delillerin sıhhati veya gerçekliği konusunda kuşkuya düşülmesini haklı kılan sebeplerin bulunmaması veya bulunsa dahi destekleyici diğer deliller sayesinde bu kuşkuların giderilmiş olması ve sanığa delillerin gerçekliğine etkili bir şekilde itiraz etme fırsatının tanınmış olması şartlarını aramaktadır (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46, 48; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 124, Khan/Birleşik Krallık, B. No: 35394/97, 12/5/2000, §§ 36-38). AİHM, bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün -iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil olmak üzere- kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008, § 52; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699). AİHM’e göre iç hukukta yeterli hukuki temeli bulunmadan veya hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilmiş materyallerin yargılamada kanıt olarak kullanılması kural olarak -başvurucuya gerekli usule ilişkin güvencelerin sağlanmış olması ve materyalin baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek yöntemlerle elde edilmemiş olması şartıyla- Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil yargılanma standartlarına aykırılık oluşturmaz (Chalkley/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 63831/00, 26/9/2002). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4704 | Başvuru, hukuka aykırı olarak elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 23/1/2020 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 30/9/2019 tarihinde alınan kararla, başvurucunun güvenli bir üçüncü ülkeye sınır dışı edilmesine veya gönüllü olması hâlinde ülkesine çıkışının sağlanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun 5/10/2019 tarihinde gönüllü geri dönüş kapsamında ülkesine çıkış yaptığı tespit edilmiştir. Sınır dışı kararının iptali istemiyle açılan dava Edirne İdare Mahkemesinin 30/12/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3231 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan hükümlüye posta yoluyla gönderilen kol saatinin teslim edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1970 doğumlu olup başvuru tarihinde Kocaeli 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Kardeşi tarafından başvurucuya posta yoluyla bir adet kol saati gönderilmiştir. Ancak Cezaevi idaresince güvenlik açısından kontrolünün yapılması amacıyla saat başvurucuya teslim edilmemiştir. Başvurucu, saatin teslim edilmesi istemiyle 19/11/2013 tarihinde idareye başvurmuştur. Cezaevi idaresince, saatin dışarıda bir saatçi tarafından kontrol edilmesini (aranmasını) talep eden bir dilekçe yazması koşuluyla saatin başvurucuyateslim edileceği sözlü olarak bildirilmiştir. Başvurucu, bunun üzerine 19/11/2013 tarihinde Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Cezaevi idaresi tarafından İnfaz Hâkimliğine sunulan savunmada, ses ve video kaydedici, fotoğraf çekimi yapabilen ve cep telefonu özelliği bulunan cihaz ile hafıza kartı ve Mp3 çalar yerleştirilen kol saatlerinin cezaevlerine sokulduğuna dair vakıalara rastlandığı ifade edilmiş; X-Ray cihazlarında uyarı vermeyen bu parçaların monte edilip edilmediğinin tespiti açısından saatin konrolü gerektiği açıklanmıştır. İnfaz Hâkimliği 14/1/2014 tarihli kararla talebin reddine ancak saatin aranmasının kabul edilmesi hâlinde ve arama gerçekleştikten sonra hükümlüye verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, eşyasının aranması yolunda başvurucunun dilekçe vermeye zorlanamayacağı ve idarenin bu yöndeki uygulamasının doğru olmadığı belirtilmiş ancak başvurucudan, oluşacak zarardan dolayı bir talebinin olmayacağı biçiminde bir beyan alınabileceği ifade edilmiştir. Kararda, Cezaevi idaresince güvenlik gerekçesiyle saatin aranmasının hukuka aykırı olmadığı vurgulanmış ve başvurucunun saatin aranmasını kabul etmemesi durumunda kendisine iade edilmesinin mümkün olmayacağı ifade edilmiştir. Başvurucu 5/2/2014 tarihli dilekçe ile Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) bu karara itiraz etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince 13/3/2014 tarihli kararla itiraz istemi reddedilmiştir. Bu karar 26/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:“(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir.” 5275 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "(1) Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlü, dinî bayram, yılbaşı veya kendi doğum günlerinde, dışarıdan gönderilen ve kurum güvenliği için tehlikeli olmayan bir hediyeyi kabul etme hakkına sahiptir. Bunun esas ve usûlleri tüzükte gösterilir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kapalı kurumlardaki hükümlü, mensup olduğu dinin bayram günlerinde, yılbaşında ve nüfus kaydında belirtilen doğum günlerinde dışardan gönderilen ve kurum güvenliği için tehlikeli olmayan hediyeyi, aşağıda belirtilen esaslar dahilinde kabul etme hakkına sahiptir:a) Hükümlü hediye olarak ancak kitap veya giyim eşyası kabul edebilir,b) Hediye, ziyaretçi tarafından verilebileceği gibi posta veya kargo yolu ile de gönderilebilir,c) Gönderilen eşya, güvenlik kontrolünden geçirilir,..." 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin ilgili bölümü şöyledir:" ... Hükümlüler ... kol saati ... bulundurabilir. ..." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6190 | Başvuru, kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan hükümlüye posta yoluyla gönderilen kol saatinin teslim edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, cezalı vergi tarhiyatına karşı açılan davada emsal kararlara aykırı şekilde davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucuya ait 2014/5358 ve 2014/5359 başvuru numaralı dosyaların 2014/5357 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, belirtilen dosyaların kapatılmasına, incelemenin 2014/5357 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İnşaat malzemeleri satışı faaliyetinde bulunan başvurucunun 2004 yılı hesaplarının incelenmesi sonucunda sahte belge düzenleyerek piyasaya sürdüğü tespit edilen mükelleften sahte belge aldığı ve kullandığı kanaatine varılarak başvurucu adına, 2004 ve 2005 yıllarının farklı dönemleri için vergi zıyaı cezalı katma değer vergisi (KDV) tarhiyatı yapılmıştır. Başvurucu söz konusu tarhiyatın iptali için üç ayrı dava açmıştır. Ankara Vergi Mahkemesi (Mahkeme) 24/3/2010 tarihli kararlarıyla, öncelikle ilgili dönemlerde trilyonlarca lira tutarında matrah beyanına karşın işi organize edecek işyeri, depo, araç ve işçilerin bulunmadığının inceleme raporları ile ortaya konulduğunu tespit etmiştir. Bu bağlamda düzenlenen faturaların gerçek bir mal teslimine dayanmaksızın tanzim edildiği sonucuna ulaşan Mahkeme, bu faturalara isabet eden katma değer vergileri tutarının reddi suretiyle yeniden düzenlenen beyannamelere istinaden salınan vergi ve kesilen cezada yasal isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu kararlar; Danıştay Dördüncü Dairesinin24/1/2011 tarihli ilamlarında başvurucu tarafından uyuşmazlık konusu fatura karşılıklarının banka kanalıyla ödendiğinin belirtilmesi ve buna ilişkin belgeler sunulmasına karşın vergi inceleme raporu ve davalı idare savunmasında bu hususa değinilmediği,lehe olan bu hususun Mahkemece değerlendirilmediği, eksik inceleme ve varsayıma dayalı vergi ve cezanın kaldırılması talebiyle açılan davanın reddinin hukuka aykırı olduğu gerekçeleriyle bozulmuştur. Bozma kararına uymayan Mahkeme 8/7/2011 tarihli kararlarıyla, kuruluşundan beri gerçek bir ticari faaliyette bulunmadığı açık olan firmanın mal tesliminde bulunmasının mümkün olmayacağı, ayrıca banka sisteminin ödeme aracı olarak kullanılmasının da tek başına ilgili firmadan mal alımında bulunulduğunu göstermeyeceği gerekçeleriyle önceki kararlarında ısrar etmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu ısrar kararları, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 27/2/2013 tarihli ilamlarıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talepleri, aynı Kurulun 11/12/2013 tarihli ilamlarıyla reddedilmiştir. Bu kararlar başvurucu vekiline 21/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5357 | Başvuru, cezalı vergi tarhiyatına karşı açılan davada emsal kararlara aykırı şekilde davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, yargılama sırasında usule ilişkin güvencelere riayet edilmemesinin de adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/10/2013 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu E.K. 1987 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Konya'nın Ereğli ilçesinde ikamet etmekte ve İnönü Üniversitesi Mühendislik Fakültesinin Kimya Mühendisliği Bölümünde öğrenim görmektedir. Başvurucu hakkında Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (DHKP/C) terör örgütüne üye olmak ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçlarını işlediği şüphesiyle Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucu hakkında 22/3/2011 ve 21/4/2011 tarihlerinde dört hafta süreyle teknik araçlarla izleme kararı verilmiştir. 21/4/2011 tarihinde ikinci kez verilen kararda, başvurucu hakkında tekrar "ilk kez teknik araçlarla izleme kararı verildiği" ibaresine yer verilmiştir. Anılan soruşturma kapsamında başvurucu 3/6/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 6/6/2011 tarihinde tutuklanarak Adıyaman E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 17/6/2011 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında anılan suçlardan kamu davası açılmıştır. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (ilk derece mahkemesi) 1/2/2012 tarihinde başvurucunun DHKP/C terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetine ve 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan kararda başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan da mahkûmiyet kararı verilmiştir. İlk derece mahkemesi başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine hükmettiği kararında DHKP/C terör örgütü hakkında genel bilgi vermiştir. Buna göre DHKP/C terör örgütü ilk olarak 13/12/1978 tarihinde Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi adıyla kurulmuştur. Dursun Karataş'ın liderlik ettiği "Dayıcılar" grubunun örgüte hâkim olması sonrası 30/3/1994 ve 9/5/1994 tarihleri arasında örgüt Şam'da Kongresi'ni gerçekleştirmiş ve örgütün ismi Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi olarak değiştirilmiştir. İlk derece mahkemesi kararında örgütün amacı, mevcut anayasal düzeni halk ayaklanması yoluyla yıkarak yerine Marksist-Leninist ilkelere dayalı komünist bir düzen kurmak olarak belirtilmiştir. Örgütün Türkiye'nin emperyalizme bağımlı faşizmle yönetildiği ve iktidarın niteliğinin seçimle değişmesinin mümkün olmadığı, bu sebeple oluşturulacak kitlelerin başlatacağı silahlı savaş ile iktidarın yıkılması gerektiği görüşünü benimsediği ifade edilmiştir. Bu doğrultuda örgütün stratejisinin iki aşamadan oluştuğu aktarılmıştır. Birinci aşama, kitlelerin politize edilerek savaşa dâhil edilmeleri için örgütün silahlı propagandayı temel alarak yürüttüğü ve düzenli ordular aşamasına kadar süreceği belirtilen "öncü savaşı" olarak belirlenmiştir. İkinci aşama ise gerilla ordusunun halk ordusuna dönüştürülerek devrimci halk iktidarının kurulduğu ve bunların yaygınlaştırılarak sürekli saldırılarla iktidar güçlerinin moral olarak çökertildiği son saldırıya hazırlanma sürecidir. Örgütün nihai amacı da sosyalizme varacak olan "millî demokratik devrim" olarak belirtilmiştir. Bu bağlamda Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (DHKC), örgütün askerî faaliyetlerini içine alan ve "millî demokratik devrim"in gerçekleşmesi için öncü savaşı yürüten gerilla mücadelesinin genel adı olarak belirtilmiş ve örgütün 2009 yılından itibaren gerçekleştirdiği faaliyetlerde "Halk Cephesi" ismini kullanmaya başladığı ifade edilmiştir. Demokratik Halk Kurtuluş Partisinin (DHKP) ise halk ihtilalini gerçekleştirmek amacıyla öncü savaş yürüten unsurların yürütme organı ve "millî demokratik devrim"in ardından devrimi yönlendirecek siyasi organ olduğu belirtilmiştir. Her parti üyesinin bir cephe üyesi olduğu fakat her cephe üyesinin parti üyesi olmasının zorunlu olmadığı da eklenmiştir. Kararda DHKC'nin de silahlı ve demokratik olmak üzere iki esas çalışma alanı olduğu belirtilmiştir. Buna göre silahlı cephe, düzene karşı verilen doğrudan silahlı mücadele içinde yer almak isteyen herkesin silah elde savaşmak için istihdam edileceği yapılanmadır. Demokratik cephe ise cephe tüzük ve programını kabul edecek çok daha geniş kitlelere ulaşma potansiyeli bulunan ve böylece başlangıçta küçük olan katılımların büyümesi ile yeni cephe organları ve örgütlülüklerin oluşturulabileceği yapı olarak belirlenmiştir. İlk derece mahkemesi kararında DHKP/C terör örgütünün kuruluş tarihinden itibaren gerçekleştirdiği şiddet eylemlerine de yer verilmiştir. Buna göre söz konusu örgüt 1994 yılında Ankara'da avukatlık yapan eski bir adalet bakanının öldürülmesi, 1995 yılında ülkenin önde gelen şirketlerinden olan Koç Holdingin deposunun basılarak tahrip edilmesi, aynı yıl bir siyasi parti binası önünde nöbet tutan polis memuru ile İl Jandarma Komutanlığı önünde nöbet tutan iki jandarma erinin, 1996 yılında da iş adamı Özdemir Sabancı'yla birlikte iki kişinin Sabancı Holdingin merkezinde öldürülmesi eylemlerini gerçekleştirmiştir. Daha sonraki yıllarda da terör eylemlerine aralıksız devam eden örgüt, 2000 yılında Harbiye Orduevinde örgüt üyesi bir militan tarafından canlı bomba saldırısı gerçekleştirilmesi, 2001 yılında Şişli Emniyet Müdürlüğü önünde ve Taksim'de bir polis noktası önünde örgüt üyesi militanlar tarafından canlı bomba saldırısı gerçekleştirilmesi, 2002 yılında İstanbul'daki ölüm orucu evlerinde örgüt militanları tarafından silahlı çatışmaya girilmesi, 2003 yılında intihar saldırısı hazırlığı yapan örgüt üyesi militanın üzerindeki bomba düzeneğinin Ankara'da bir kafenin lavabosunda devreye girerek patlaması, 2003 yılında örgüt üyesi bir militanın Ankara'da Mehmet Ağar'a suikast hazırlığı içindeyken yakalanması, İstanbul'da bir intihar saldırısı hazırlığı içindeki örgüt üyesi militanın üzerindeki bomba düzeneğinin belediye otobüsünde bulunduğu sırada devreye girmesi ve patlaması eylemlerini gerçekleştirmiştir. Söz konusu örgüt, 2005 yılında da adalet bakanına suikast hazırlığı içindeki örgüt üyesi militanın ölü olarak ele geçirilmesi, 2009 yılında Bilkent Üniversitesinde eski adalet bakanlarından Hikmet Sami Türk'e örgüt üyesi bir militan tarafından intihar saldırısı düzenlenmesi ve Körfez Savaşı sırasında üç Amerika Birleşik Devletleri (ABD) askerî personelinin öldürülmesi ile yirminin üzerinde ABD ve NATO tesisinin bombalanması şeklinde şiddet eylemleri gerçekleştirmiştir. Ayrıca kararda, örgütün uyuşturucu madde kaçakçılığıyla finansal kaynak sağladığı yönündeki istihbarat üzerine 2010 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğünce örgüte yönelik gerçekleştirilen operasyonda uyuşturucu madde ele geçirildiği bilgisine de yer verilmiştir. Kararda örgütün 1990 yılında silahlı faaliyetlerine başladığı, o dönemde ismi "Silahlı Devrimci Birlikler" olan ve daha sonra "Silahlı Propaganda Birlikleri" olarak değiştirilen örgütün silahlı kanadının kır ve kent birlikleri olarak iki grup hâlinde silahlı faaliyetlerde bulunduğu belirtilmiştir. 8/4/2007 tarihinde Tunceli'de çıkan çatışmada dört örgüt mensubunun ölü ve bir örgüt mensubunun sağ olarak ele geçirilmesiyle sonlandırılana kadar örgütün Tokat, Sivas, Amasya, Çorum, Denizli, Hatay ve Tunceli'de kırsal alan faaliyetinde bulunduğu ifade edilmiştir. DHKP/C terör örgütünün yakın zamanlı sansasyonel şiddet eylemlerinden biri de 31/3/2015 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında görev yapan Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın İstanbul Çağlayan Adliyesindeki çalışma odasında görevi başındayken rehin alınması ve sonrasında şehit edilmesidir. İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararında terör örgütü üyesi olmak suçu yönünden başvurucunun delil olarak dikkate alınan eylemleri şu şekilde sıralanmıştır :"Sanık [E.K.]'ın [başvurucu] 15/11/2009 tarihinde Malatya Soykan Parkı'nda, 25/09/2010 tarihinde Malatya AKP il başkanlığı önünde, 12/12/2010 tarihinde Malatya Halklar Derneğinde düzenlenen eyleme, 19/12/2010 tarihinde Malatya İsmetpaşa Caddesi'nde düzenlenen eyleme katılma, düzenlenecek eylemle ilgili hazırlık yapma, metin, broşür vb malzeme hazırlama, organizasyonla ilgilenme, yapılacak eylemlere terör örgütüne müzahir diğer şahısları davet etme, 24/02/2011 tarihinde düzenlenen eyleme katılma, örgüte müzahir şahıslarla eylemlerle ilgili konuşma, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle düzenlenen eyleme katılma, diğer örgüt üyesi veya örgüte müzahir şahıslarla yapılacak eylemlere katılmaları konusunda iletişim kurma, 09/03/2011 tarihinde düzenlenen 'toplu mezarlar' eylemine katılma, 30 Mart-17 Nisan tarihleri arası DHKP/C terör örgütün kuruluş yıldönümü ve sözde devrim şehitleri haftası kapsamında Kızıldere'ye gitme, 15/03/2011, 30/03/2011, 06/04/2011 ve 08/04/2011 tarihlerinde Malatya Yeşilyurt Caddesi ve Kernek Meydanı civarında örgüt yanlısı YÜRÜYÜŞ isimli dergiyi satma, 25-26-27 Nisan 2011 tarihlerinde Malatya Paşaköşkü Mahallesi'nde İstanbul İli'nde yapılacak alternatif 1 Mayıs etkinlikleri için sergi açma, 1 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da düzenlenen 1 Mayıs etkinliklerine tek tip kıyafet giyerek askeri düzende yürüyüş yapan grubun yanında görevli olarak katılma, 05/05/2011 tarihinde Malatya Kemal Özalper İlköğretim Okulu'nda düzenlenen yürüyüşe katılma, 07/05/2011 tarihinde örgüt tarafından şehit ilan edilen Güler Zere'nin mezarını ziyaret etme, öncesinde aynı şahsın cenaze törenine katılma, 10/05/2011 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nce terör örgütüne düzenlenen operasyonu protesto eylemine katılma..." İlk derece mahkemesinin kararında başvurucunun katıldığı belirtilen eylemlerin DHKP/C terör örgütü tarafından organize edildiği ve başvurucunun örgüt talimatı uyarınca bu eylemlere katıldığının kabul edildiği görülmektedir. Kararda başvurucunun 2011 yılında İstanbul'da gerçekleştirilen 1 Mayıs İşçi Bayramı etkinliğine "Halk Cephesi" yazılı önlük giyerek katıldığı ve askerî nizamda yürüyen grubu müdahalelerden korumak amacıyla önleyici pozisyonda yanlarında yürüdüğü de belirtilmiştir. Başvurucunun örgüt üyesi cenazesine de "Halk Cephesi" yazılı önlükle katıldığı ifade edilmiştir. Yine başvurucunun sattığı belirtilen "Yürüyüş" dergisinin de anılan terör örgütüne müzahir yayın yaptığı ve satışından elde edilen gelirin örgüte mali kaynak olarak aktarıldığı kabul edilmiştir. İlk derece mahkemesinin kararında, anılan terör örgütü tarafından organize edildiği kabul edilen eylemlere ilişkin olarak başvurucunun gerçekleştirdiği hazırlıklar ve bu eylemlere diğer örgüt üyelerinin çağrılmasıyla ilgili konuşmalarının bulunduğu birçok iletişim kaydına yer verildiği görülmektedir. Başvurucunun gerçekleştirdiği kabul edilen iletişim kayıtlarında telefonların başka şahıslar üzerine kayıtlı olduğu belirtilmişse de konuşmaların bazılarında başvurucu olduğu kabul edilen şahsın "Ben Halk Cephesinden [E.]" ya da "Ben [E.]" demiş olduğu ve bazılarında da konuştuğu şahısların kendisine "[E.]" şeklinde hitap ettiği görülmektedir. İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararında terör örgütü üyesi olmak suçu yönünden başvurucuyla beraber tüm sanıklar hakkında yapılan değerlendirme şu şekildedir:"Sanıkların bu şekilde; örgütün amacı, stratejisi, yapılanması ve faaliyetleri doğrultusunda düzenli, ve sürekli olarak eylemde bulunmaları bu eylemlerin diğer örgüt üyeleri veya örgüte müzahir şahısları organize etme, birçok propaganda ve gösteri eylemine katılma, yapılacak eylem ve gösteriler için materyal hazırlama temin etme, terör örgütüne müzahir yayın yapan gazete, dergi gibi yayınlardan birden çok bulundurma, dağıtma, diğer örgüt üyeleri ile örgütün amacı doğrultusunda organize bir şekilde irtibat kurma, örgüt üyelerini, örgüt üyesi yakınlarını sahiplenme, onların ihtiyaçları ile ilgilenme vb gibi ve yukarıda izah edildiği şekilde çeşitlilik gösteren eylemlerde bulunmaları yine bu eylemlerinin bir kısmının terör örgütüne müzahir yayın yapan basın yayın organlarında propaganda amaçlı yayınlanması eylemleri dikkate alındığında sanıkların terör örgütü üyesi olduklarının kabulü gerekmiştir. Öte yandan deliller ve oluş kısmında ayrıntılı olarak değerlendirildiği üzere sanıklara isnat edilen eylemlerin sabit olması yanında esasen sanıklar da atılı eylemleri gerçekleştirdiklerini kabul etmektedirler. Ancak bir kısmı yukarda sayılan birçok vahim eylemde bulunan DHKP/C terör örgütü ve DHKP/C terör örgütünü temsil eden 'HALK CEPHESİ' isimli yapılanmanın eylemlerinin paralelinde hareket edilmiş olunması, DHKP/C terör örgütünün sahiplenilerek anılan örgütçe sözde şehit ilan edilen kişilerin benimsenmesi, örgüte yönelik güvenlik kuvvetlerince yapılan operasyonlara organize ve düzenli bir şekilde refleks gösterilerek tepki verilmesi, 1 Mayıs İşçi Bayramı, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, cezaevi operasyonları gibi yıldönümlerinde mutat bir kutlama veya protesto yapılmayıp örgütü ifade eden pankart, yazılı afiş, yazı ve benzeri metaryal taşınması, örgüt ve örgütün geçmişinde yer alan kişilerin ifade edildiği sloganların atılması, örgütün simgesi haline gelmiş flama, bayrak ve benzeri metaryal taşınması, tek tip elbise giyilmesi gibi demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılması sayılamayacak eylemler ve bu eylemlerin sürekliliği değerlendirildiğinde sanıkların eylemleri ile örgütü sürekli gündemde tutma kamunun ilgisini çekme örgüte elaman veya yandaş kazandırma niteliğinde olduğu dolayısı ile bu yöndeki savunmalarına itibar edilemeyeceği veSanıkların üyesi bulunduğu silahlı terör örgütü, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı cebir ve şiddet kullanarak değiştirme amacına yönelik olarak vahamet arz eden olayları gerçekleştiren örgüt olup, sanıkların sübutu kabul olunan eylemlerinin de amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki örgütsel bağlılıkla ülke genelindeki organik bütünlüğüne göre örgütün amacı ve stratejisi doğrultusunda örgütle organik bağ kurup, örgütün amacı doğrultusunda süreklilik, çeşitlilik, yoğunluk ve etkinlik gösteren nitelikte eylemler olduğu değerlendirilmiştir. " Başvurucu terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyetine dair kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 21/6/2013 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetini onamış, terör örgütü propagandası yapmak suçundan mahkûmiyetini ise yasal değişiklik uyarınca kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi gerektiğinden bozmuştur. Başvurucunun terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetinin onanmasına dair kararın ilgili kısmı şöyledir:"1- Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan hükümlere yönelik yapılan incelemede;Fiziki takip tutanakları, iletişimin usulüne uygun olarak tespitine ilişkin kayıtlar, arama ve elkoyma tutanakları ile tüm dosya kapsamına göre; Dairemizce de silahlı terör örgütü DHKP/C'nin alt yapılanması olarak kabul edilen HÖC (Hak ve Özgürlükler Cephesi)'ün 2008 yılından itibaren Halk Cephesi adı altında sürdürdüğü faaliyetleri kapsamında düzenlenen etkinlik ve eylemlere katılma, müzahir kitlenin anılan eylemlere katılması için çalışma, eylemlere katılımı ve eylem yerlerine ulaşımı koordine ve organize etme, örgütün propagandasını yapma, örgüt mensubu iken ölen ya da öldürülen şahısların cenazelerini ve sanık veya hükümlü sıfatıyla cezaevinde bulunan örgüt mensuplarını örgütsel bağlılık içinde sahiplenme ve bu kapsamda gerçekleştirilen eylemlerin örgütle bağlantılı yayın organlarında yer almasını sağlama şeklindeki çeşitlilik ve süreklilik gösteren eylemleri nedeniyle sanıkların DHKP/C silahlı terör örgütü üyesi olduklarına ilişkin kabul ve uygulamada bir isabetsizlik görülmemiştir." Başvurucu 2/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı, başvurucu hakkında teknik araçlarla izleme kararı verildiği 21/4/2011 tarihinde şu şekildedir:" Teknik araçlarla izleme kararı en çok dört haftalık süre için verilebilir. Bu süre gerektiğinde bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir..." Diğer ilgili ulusal ve uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Metin Birdal [GK] (B. No:2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39)başvurusu hakkında verilen karar. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7637 | Başvuru, bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, yargılama sırasında usule ilişkin güvencelere riayet edilmemesinin de adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, vazife malulü olarak kabul edilmeme işlemine karşı açılan davada usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, beyanına göre 2005 yılında belindeki fazla kemik nedeniyle ameliyat edilmiş ve 2007 yılı içinde tekrar ameliyat edilerek daha önce beline yerleştirilen platin çıkarılmıştır. 6/7/2012 tarihinde yapılan son yoklamasında askerliğe elverişli olduğu kabul edilen başvurucu 21/11/2012 tarihi itibarıyla geçici askerlik görevine başlamıştır. İzin dönemindeyken kendi müracaatı üzerine Muş Devlet Hastanesi tarafından başvurucuya 21/5/2013 tarihinde otuz gün istirahat raporu verilmiştir. İstirahat raporunun onayı için sevk edildiği Elazığ Asker Hastanesi tarafından Gülhane Askerî Tıp Akademisine sevk edilen başvurucunun 6/6/21013 tarihli raporla askerliğe elverişli olmadığı tespit edilmiştir. Raporda başvurucuya lomber bölgede 3 vertebrayı içine alan posterior füzyon ameliyatlısı omurganın görünümünü bozan lomberskolyoz tanısı konulmuştur. Söz konusu rapor üzerine başvurucu 6/6/2013 tarihinde terhis edilmiştir. Terhis edilmesinin ardından sağlık durumu ile ilgili olarak Muş Devlet Hastanesine müracaat eden başvurucu hakkında düzenlenen 30/1/2014 tarihli raporda tüm vücut fonksiyon kaybı oranının %40 olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu 16/4/2014 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna vazife malulü olarak kabul edilmesi istemiyle müracaatta bulunmuştur. İstem cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Başvurucu, vazife malulü olarak kabul edilmemesi işlemine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde iptal davası açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi (Mahkeme) 13/2/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle vazife malulü olarak kabul edilmesi için kişinin askerî görevin etki ve tesiri ile malul hâle gelmesi gerektiği hatırlatılmıştır. Başvurucunun 2005 ve 2007 yıllarında askerliğe elverişsiz hâle gelmesine neden olan hastalık nedeniyle ameliyat edildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun askerliğe elverişsiz olduğunu saptayan rapordan maluliyet anlamının çıkarılmayacağı, fakat başvurucu lehine düşünülerek maluliyetin varlığının kabul edildiği, bununla birlikte maluliyete askerî hizmetin etkisinin bulunmadığı kanısına varıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun askerliğe kabul edildiği tarih ile beş ay sonra malul hâle geldiği tarih arasında sağlık durumu açısından bir fark bulunmadığı ve rahatsızlığın somut bir vazife sırasında oluştuğuna dair bilgi/belge sunulmadığı vurgulanmıştır. Rahatsızlığın askerliğe kabul esnasında ciddi bir muayene ile anlaşılabilecek durumda olduğu, ancak başvurucunun mevcut hâliyle askere alındığına dikkat çekilerek maluliyetin askerî hizmetin etkisiyle oluşmadığı ifade edilmiş ve ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin 10/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 3/7/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 31/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 'nun "Bazı aylık tazminat ve yardımlara ilişkin geçiş hükümleri" kenar başlıklı geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "İlgili kanunlarında düzenleme yapılıncaya kadar;a) 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinin birinci fıkrasında belirtilenlerden bu Kanunla yürürlükten kaldırılan maddeleri dahil 5434 sayılı Kanuna göre vazife veya harp malûlü sayılması gerekenlerin ve Türk Silâhlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından görevlendirildiği tarihte uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak çalışmayanlardan bu Kanunla yürürlükten kaldırılan maddeleri dahil 5434 sayılı Kanuna göre harp malûlü sayılması gerekenlerin kendileri ile bunların dul ve yetimlerine bağlanacak aylıklar hakkında bu Kanunun yürürlük tarihinden önceki hükümlerin uygulanmasına devam olunur. " 5510 sayılı Kanun'un atıfta bulunduğu 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı mülga Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun maddesinin ilk fıkrası şöyledir: "Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamıyacak duruma giren iştirakçilere (malul) denir ve haklarında bu kanunun malullüğe ait hükümleri uygulanır. " 5434 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"44 üncü maddede yazılı malullük;,a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa; ...Buna (Vazife malullüğü) ve bunlara uğrıyanlara da (Vazife malulü) denir." 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.'' 1602 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ...bilirkişi, keşif, delillerin tespitine... ilişkin hükümleri uygulanır.'' 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12914 | Başvuru, vazife malulü olarak kabul edilmeme işlemine karşı açılan davada usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hükümlü olan başvurucuların gönderdiği mektuplara sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Cihat Ayik'e ait 2017/34423 sayılı bireysel başvurunun konu yönünden irtibat nedeniyle 2017/31506 sayılı bireysel başvuru dosyasıyla birleştirilmesine 24/12/2019 tarihinde karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu Hacı Ali Baştürk 2017/31506 numaralı bireysel başvuru dosyası yönünden Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Diğer başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İzmir 3 No.lu T Tipi Ceza İnfaz Kurumunda bulunan başvurucu Hacı Ali Baştürk ile Ağrı M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan diğer başvurucu, farklı tarihlerde İnsan Hakları Derneğine mektup göndermek istemiştir. Benzer içerikli mektuplarda başvurucular; ceza infaz kurumlarında kendilerine tecrit uygulandığından, kötü koşullar altında çok fazla kişiyle birlikte aynı odalarda kaldıklarından, sağlık durumlarıyla yeterince ilgilenilmediğinden, mektuplarının gönderilmediğinden, ziyaretçi kısıtlamaları getirildiğinden, hukuksuz bir biçimde aramalar yapıldığından, aynı suçtan arkadaşlarıyla farklı koğuşlarda kaldıklarından, belirli kitap ve gazetelerin verilmediğinden bahsetmişlerdir. Hacı Ali Baştürk'e ait bireysel başvuruya konu mektupta ayrıca Kürt ve Kürdistan kelimesi geçen kitapların kendilerine verilmediği, mektuplarının gönderilmediği, İnfaz Kurumunda yaşanan keyfîliklerin siyasi sürece göre şekillenen politikalar sonucunda oluştuğu, siyasi tutsaklar olarak bu zulmü mektubun muhatabına iletmek istedikleri belirtilmiştir. Cihat Ayik'e ait bireysel başvuruya konu mektupta ise bunların yanında İnfaz Kurumu Müdürlüğünün sorunları çözme yerine sürekli ceza verdiği, İnfaz Kurumu idareci ve personelinin kurumu yönetmekten çok kariyer yapmak amacında olduğu, devrimci tutsaklar olarak keyfî uygulamaları kabul etmedikleri ifadelerine yer verilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlıkları (Disiplin Kurulu) 14/4/2017 ve 24/5/2017 tarihlerinde sakıncalı mektup değerlendirme kararlarıyla iki mektubun muhataplarına gönderilmemesine karar vermiştir. Hacı Ali Baştürk'e ait bireysel başvuru dosyasındaki Disiplin Kurulu karar gerekçesinde; mektubun Ceza İnfaz Kurumu ve uygulamalarla ilgili yalan yanlış bilgiler içerdiği vurgulanmıştır. Cihat Ayik'e ait bireysel başvuru dosyasındaki Disiplin Kurulu karar gerekçesinde ise mektupta Ceza İnfaz Kurumu ile ilgili birtakım iddialarda bulunulduğu belirtilmiş, bu iddialar örnekleme niteliğinde sayılmış ve iddiaların asılsız olduğu ifade edilmiştir. Başvurucular tarafından Disiplin Kurulu kararlarına karşı Ağrı ve Karşıyaka İnfaz Hâkimliklerine yapılan itirazlar 15/6/2017 ve 28/4/2017 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Kararlarda, Disiplin Kurulu karar gerekçesi ve ilgili mevzuat hatırlatıldıktan sonra mektup içeriklerinde ceza infaz kurumları ve uygulamalarla ilgili yalan yanlış bilgilerin yer aldığı vurgulanmıştır. Başvurucular tarafından anılan kararlara karşı Karşıyaka ve Ağrı Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itirazlar 11/7/2017 ve 22/5/2017 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Karar gerekçelerinde, itirazların dayanağını oluşturan İnfaz Hâkimliği kararlarının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai kararlar 30/6/2017 ve 28/7/2017 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 7/7/2017 ve 21/8/2017 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un (5275 sayılı Kanun) "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir. Ancak, hükümlünün savunması için avukatına gönderilen mektup, faks veya telgraflar 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde, bu gönderiler hakkında da 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen esas ve usuller uygulanır." Tüzük'ün "Mektupların gönderilmesi ve gelen mektupların verilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine 'görüldü' kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir. (2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır. (3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.” Tüzük'ün "Sakıncalı görülen mektuplar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır. (2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir. (3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Herkes .... yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) haberleşme hürriyetine yapılan müdahalelerin demokratik toplumda zorunluluk teşkil etmesine ilişkin kriteri incelediği kararlarda öncelikle ceza infaz kurumlarında bulunan kimselerin yazışmalarının belirli ölçüde kontrolünün başlı başına Sözleşme'nin ihlaline sebebiyet vermeyeceğini, keza ceza infaz kurumunun olağan ve makul gereksinimleri dikkate alınarak bir değerlendirmede bulunmanın gerekli olduğunu belirtmiştir (Mehmet Nuri Özen/Türkiye, B. No:15672/08, 11/1/2011, § 51; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 6205/73 ..., 25/3/1983, § 98). AİHM, her somut olayda kamu makamlarının bu değerlendirmeyi yaparken mektup gönderme ve almanın bazı durumlarda ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin ve tutukluların dış dünya ile tek bağlantısı olduğu gerçeğini gözönünde bulundurmaları gerektiğini belirtmektedir (Campbell/Birleşik Krallık, B. No: 13590/88, 25/3/1992, § 45). AİHM kararlarına göre haberleşme hürriyetine müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 85-90; Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, § 34). AİHM’in Gülmez/Türkiye (B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 51) kararında 5275 sayılı Kanun’un ceza infaz kurumlarında mektupların denetlenmesine yönelik hükümlerinin herhangi bir haksız müdahaleye karşı yerinde koruma sağlayabilecek derecede açık ve ayrıntılı olduğu tespiti yapılmış ve 5275 sayılı Kanun’un, Avrupa İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaları Önleme Komitesi tarafından incelendiği, herhangi bir eleştiriye maruz kalmadığı belirtilmiştir. AİHM içtihatlarında ifade edilen demokratik toplumda zorunluluk kavramı, müdahale teşkil eden eylemin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanması ve takip edilen meşru amaç bakımından orantılı olması unsurlarını içermektedir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 97). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklu olanlar Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 99-105). Bunun yanı sıra, yapılacak değerlendirmede hükümlüler hakkında uygulanan infaz rejiminin ve mahkûmiyet sebeplerinin de dikkate alınması gerekmektedir (Silver ve Diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 98, 102; Atilla ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 18139/07, 11/5/2010). AİHM “yetkililerin hor görmesine dikkat çekmek”, “ceza infaz kurumu yönetimi yetkililerine hakaret içeren sözler sarf etmek”, “ceza infaz kurumu personeli hakkındaki iddialar” gibi unsurları içeren şahsi mektupların engellenmesinin demokratik bir toplum için gereklilik oluşturmadığını belirtmiştir (Fazıl Ahmet Tamer/Türkiye, B. No: 6289/02, 5/12/2006, § 53). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar ..." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31506 | Başvuru, hükümlü olan başvurucuların gönderdiği mektuplara sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucuya 1/1/2002 tarihinde Özel İ. Hastanesindeki varikosel ameliyatı sonrasında enjeksiyonla ağrı kesici ilaç verilmiş, bu işlemden sonra başvurucunun sağ bacağında uyuşma ve hissizlik meydana gelmiştir. Bu şikâyetlerinin artarak devam etmesi üzerine hastanede yapılan muayene ve tetkiklere göre anılan şikâyetlerin enjeksiyon işlemine bağlı olduğu değerlendirilerek fizik tedaviye gitmesi önerilmiştir. Tedavi sürecinin sonunda başvurucunun şikâyetlerinde bir azalma olmadığı ve sağ ayakta düşme oluştuğu belirlenmiştir. Başvurucu 3/12/2002 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde; hastane çalışanı hemşirenin hatalı müdahalesi sonucunda sağ ayağını tam olarak kullanamadığını, bu sebeple işgücü kaybına uğradığı gibi manevi olarak çöküntü yaşadığını belirten başvurucu fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Mahkeme dosyayı bilirkişi incelemesi için Adli Tıp Kurumuna (ATK) göndermiştir. ATK İhtisas Kurulunun 27/10/2004 tarihli raporunda; enjeksiyonu yapan hastane personelinin 4/8 oranında kusurlu olduğu, başvurucunun iş gücünden %28 kayıp yaşadığı belirtilmiştir. Başvurucu bu rapora itiraz ederek kalan 4/8 kusurun kime ait olduğunun belirlenmesi gerektiğini ileri sürmüş, Mahkemece dosyanın Yüksek Sağlık Şurasına (Sağlık Şurası) gönderilmesine karar verilmiştir. Sağlık Şurasının 14/12/2007 tarihli kararına göre enjeksiyon sağlık personeli tarafından yapılmış ise ortaya çıkan sonucun komplikasyon olması nedeniyle ilgili kişinin kusursuz olduğu, aksi hâlde somut olayın Sağlık Şurasının görev alanında olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla ATK Genel Kurulundan bilirkişi raporu almıştır. Bu raporda; başvurucuya 1/1/2002 tarihli ameliyatından sonra yapılan enjeksiyon işleminin düşük ayak oluşumuna yol açtığı iddia edilmekte ise de başvurucunun 2/1/2002 tarihli EMG sonucuna göre sağ siyatik sinirinde lezyon tespit edildiği oysa enjeksiyona bağlı siyatik sinir hasarlarında EMG bulgusunun 15-20 günden önce ortaya çıkmasının beklenmediği belirtilmiştir. Bu sebeple başvurucudaki rahatsızlık ile 1/1/2002 tarihli enjeksiyon arasında illiyet kurulamadığı ve kusur tayininin gerekli olmadığı bildirilmiştir. Mahkeme 23/2/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; ATK Genel Kurulundan alınan bilirkişi raporunda yer verilen somut bulguların diğer raporlar ile çelişmediği belirtilerek enjeksiyon ile düşük ayak oluşumu arasında illiyet bağı bulunmadığından maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddinin gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz yoluna başvurulmuştur. Başvurucu temyiz dilekçesinde; olay tarihinde 19 yaşında olan başvurucunun sağ ayağında meydana gelen sakatlığın, davalının eylemi dışında hangi nedenlere bağlı olarak meydana gelebileceğinin tespit edilmesine ilişkin ATK raporu alınması taleplerinin reddedilerek eksik incelemeye dayalı karar verildiğini ileri sürmüştür. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) tarafından yapılan değerlendirmede; Sağlık Şurasının kararının gerekçeden yoksun olduğu, ATK İhtisas Kurulu raporunda imzası bulunan Kurul üyelerinin ATK Genel Kurulu raporuna da iştirak ettikleri ancak bu iki rapor arasında çelişki bulunduğu dikkate alındığında ATK Genel Kurulu raporunun da hükme esas alınamayacağı belirtilmiştir. Anılan sebeplerle Mahkemece üniversite hastanelerinde görev yapan ve alanında uzman kişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulundan rapor alınması gerektiği bildirilerek bozma kararı verilmiştir. Mahkemece yeniden yapılan yargılamada ATK İhtisas Dairesinden, üniversitelerin nöroloji, fizik tedavi ve rehabilitasyon, ortopedi ana bilim dallarında görevli öğretim üyelerinden oluşan üç ayrı kurul raporu alınmıştır. Mahkemeye sunulan 16/6/2015 tarihli kurul raporunda; enjeksiyon işlemi ile siyatik sinir hasarı arasında illiyet bağı bulunduğu, bu sonucun iki nedenle oluşabileceği ilk ihtimalin enjeksiyon iğnesinin sinire temas etmesi, diğer ihtimalin ise verilen ilacın enjeksiyon yerinde göllenerek sinir kılıfına sızması olduğu belirtilerek her iki ihtimalin de komplikasyon olarak nitelendirildiği vurgulanmıştır. Mahkeme 24/11/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; ATK aracılığıyla temin edilen bilirkişi raporları ile üniversitelerde görevli öğretim üyelerinden oluşan kurullarca hazırlanan raporlarda enjeksiyon ve sonuç arasındaki illiyet bağı yönünden farklı görüşler olsa da tüm raporların durumun komplikasyon olduğu konusunda birleştiği belirtilmiştir. Ayrıca illiyet bağının varlığı hâlinde de sonucun iki ayrı nedene dayandırıldığı bu sebeplerden birisinin enjeksiyon uygulayan sağlık görevlisinin hatalı uygulaması, diğerinin ise verilen ilacın enjeksiyon yerinde göllenmesi ve sinir kılıfına sızması ile oluşan kimyasal etkiye bağlı olarak komplikasyon oluşması şeklinde açıklanması nedeniyle sonucun tıbbi uygulama esnasındaki hatadan kaynaklandığının kabul edilemeyeceği vurgulanmıştır. Dairece 6/12/2017 tarihinde onanan karar, 17/2/2020 tarihli karar düzeltme kararı sonucunda kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 10/3/2020 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 4/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/16941 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; iş kazasında meydana gelen ölüm olayı hakkında başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının, açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların müşterek çocukları İ.E., İnşaat San. Tic. A.Ş. unvanlı şirketin Trabzon ili Maçka ilçesinde bulunan inşaatında araç şoförü olarak çalışmakta iken dere tahkimat alanında kalarak 13/1/2007 tarihinde ölmüştür. Olayla ilgili olarak Maçka Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma sonucunda 9/3/2007 tarihinde ''...yapılan inceleme ve keşif sonucunda bu kazadan dolayı tüm kusurun müteveffa [İ.E.de] olduğu olduğu, şüphelilerin kazada kusursuz oldukları anlaşıldığı...'' gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz, Rize Ağır Ceza Mahkemesinin 9/4/2007 tarihli kararı ile reddedilmiş ve karar bu tarihte kesinleşmiştir. İ.E.nin ölümü nedeniyle başvurucular, maddi zararları için 2007 yılında, manevi zararları için ise 2010 yılında Maçka Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) olayda kusurlu olduğunu değerlendirdikleri şirket aleyhine tazminat davası açmışlardır. Aralarında maddi bağlantı olduğu gerekçesiyle farklı yıllarda açılan her iki davanın birleştirilmesi sonrasında Mahkeme, maddi tazminat yönünden açılan davanın reddine; manevi tazminat yönünden ise her iki başvurucu lehine ayrı ayrı ödenmek üzere 000 TL tazminata 25/10/2011 tarihinde hükmetmiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, belirlenen tazminatın az takdir edildiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına 15/1/2013 tarihinde karar vermiştir. Bozma kararı üzerine Mahkeme, bu kez her bir başvurucu lehine 000 TL manevi tazminatın ödenmesine 21/5/2013 tarihinde karar vermiştir. Bu kararın da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, davalı şirketin %80, ölenin ise %20 oranında kusuru bulunduğu şeklindeki raporları gözönünde bulundurarak hükmedilen tazminatın fazla olduğu gerekçesiyle kararın bozulmasına 20/1/2014 tarihinde karar vermiştir. Mahkeme, bozma kararı üzerine her bir başvurucu lehine 000 TL olmak üzere toplamda 000 TL manevi tazminatın başvuruculara ödenmesine 10/6/2014 tarihinde karar vermiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 20/11/2014 tarihli ilamı ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Kesinleşen bu kararın 7/1/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 5/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2120 | Başvuru, iş kazasında meydana gelen ölüm olayı hakkında başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının, açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, fazladan tahsil edilen verginin iadesi isteğinin zamanaşımından dolayı reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle mülkiyet hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Başvurucu, sahip olduğu hazine bonosundan kaynaklanan faiz geliri nedeniyle 2004 yılına ilişkin gelir vergisi beyannamesi vermiş ve tahakkuk ettirilen 087,41 TL vergiyi ödemiştir. Başvurucunun murisi B.A. 23/3/2006 tarihinde vefat etmekle geriye başvurucu ile A. ve A.A. kalmıştır. Vergi Dairesi tarafından muris hakkında yapılan inceleme sonucunda 15/3/2006 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiştir. Söz konusu inceleme raporundaki tespitler uyarınca mirasçı sıfatıyla başvurucuya miras hissesi oranında ikmalen vergi tarhiyatı yapılmıştır. Başvurucu mirasçı sıfatıyla sorumlu tutulduğu gelir vergisinin iptali talebiyle dava açmıştır. İstanbul Vergi Mahkemesi 11/12/2006 tarihli kararla tarhiyatın kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkeme anılan kararda; murise ait hesapta bulunan hazine bonosunun 1/3'er hisse hâlinde muris, başvurucu ve A. adınabaşka bir hesaba aktarıldığı, murise ilişkin vergi incelemesinde bu paranın tamamının murise ait olduğu kabul edilerek tarhiyat yapılmışsa dabu üç kişinin inceleme öncesinde 2004 yılına ait faiz gelirini beyan ederek tahakkuk ettirilen vergiyi ödemiş oldukları saptamasına yer verilmiştir. Bu karar idare tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay Dairesi 23/10/2008 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Daire, murise ait banka hesabından çıkan ve başvurucu tarafından çeşitli yatırım araçlarında değerlendirilen hazine bonoları ve gelirinin murise ait olduğunun kabulünün gerektiğine işaret etmiş ancak bu paranın kime ait olduğu hususunda başvurucu ve murisi arasındaki davanın sonucunu bekletici mesele yaparak hükmü bozmuştur. Başvurucu tarafından murise karşı açılan alacak davası İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin 19/12/2006 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/12/2008 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme isteğinin reddiyle 2/7/2009 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Danıştay Dördüncü Dairesinin 23/10/2008 tarihli bozma kararından sonra 29/12/2009 tarihinde beyan üzerine ödemiş olduğu 087,41 TL nin miras payı uyarınca kendisine isabet eden 889,44 TL gelir vergisinden mahsup edilmesi isteğiyle Beşiktaş Vergi Dairesine başvurmuştur. İdare yapılan başvuruya karşı herhangi bir cevap vermemiştir. Başvurucu miras hissesi uyarınca tarh edilen vergi yönünden 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun hükümlerinden yararlanma talebinde bulunmuştur. Başvurucunun yapılandırma talebi 12/4/2011 tarihinde kabul edilmiştir. Başvurucu, yapılandırma talebinin kabulünden sonra verdiği 14/5/2011 tarihli dilekçede; 6111 sayılı Kanun kapsamında yapılan yapılandırma üzerine belirlenen 427,06 TL vergi borcundan daha önce beyanname üzerine ödemiş olduğu miktarın mahsup edilerek fazla ödenen 660,35 TL'nin iadesini istemiştir. Başvurucunun bu isteği 27/4/2011 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu düzeltme isteğinin reddi üzerine 17/5/2011 tarihinde Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığına (GİB) müracaat ederek beyan üzerine ödemiş olduğu 087,41 TL'nin mahsup edilmesi yönündeki talebinin reddini şikâyet konusu yapmıştır. Başvurucunun bu şikâyetine GİB herhangi bir cevap vermemiştir. Başvurucu, mahsup isteğinin idare tarafından ikinci kez reddedilmesinden önce Danıştayın 23/10/2008 tarihli kararına karşı karar düzeltme isteğinde bulunmuştur. Danıştay Dördüncü Dairesi 14/6/2011 tarihinde 6111 sayılı Kanun kapsamında yapılandırma talebinde bulunduğundan uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilemeyeceği gerekçesiyle karar düzeltme isteğini reddetmiştir.B. Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucu, fazladan yapmış olduğu ödemeye ilişkin şikâyetinin GİB tarafından zımnen reddinden sonra 5/8/2011 tarihinde işlemin iptali talebinde bulunmuştur. Başvurucu, dava dilekçesinde; 2004 yılına ilişkin verdiği beyanname üzerine tahakkuk ettirilen 087,41 TL tutarındaki gelir vergisini ödediği hâlde murisi hakkında yapılan vergi incelemesi sonucunda aynı gelire ilişkin ikinci bir tarhiyat yapıldığını belirterek işlemin iptaline ve fazladan yapılan ödemenin iadesine karar verilmesini istemiştir. İstanbul Vergi Mahkemesi 21/2/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkemeye göre 29/12/2009 tarihli dilekçesiyle miras payına isabet eden 889,44 TL vergiden beyan üzerine ödediği 087,41 TL'nin mahsup edilmesini isteyen başvurucunun bu isteği Beşiktaş Vergi Dairesi tarafından zımnen reddedilmiş ancakbaşvurucu tarafından bu ret kararına karşı yargı yoluna gidilmemiştir. Hâl böyle iken başvurucu, 6111 sayılı Kanun'a göre yapılan yapılandırma isteğinin kabulünden sonra 14/4/2011 tarihinde yeni bir düzeltme isteğinde bulunmuş ve bu talebin reddi üzerine önce şikâyet ve sonrasında da dava yoluna gitmiştir. Bu tespitleri yapan Mahkeme, başvurucunun dava konusu ettiği hususun 29/12/2009 tarihli düzeltme başvurusu ile bir ilgisi bulunmadığı sonucuna varmış ve 2004 yılına ilişkin gelir vergisi tarhiyatı yönünden beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu 31/12/2009 tarihinden sonra yapılan düzeltme başvurusunun reddine karar vermiştir. Danıştay Dördüncü Dairesi 30/4/2015 tarihinde temyiz edilen hükmü onamış ve karar düzeltme isteğini de 27/11/2015 tarihinde reddetmiştir. Nihai karar 21/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 19/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisine tâbidir. Gelir bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır.” 193 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Gelire giren kazanç ve iratlar şunlardır :... Menkul sermaye iratları” 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun "Zamanaşımı süreleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlıyarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmiyen vergiler zamanaşımına uğrar.'' 213 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:''Vergi hatası, vergiye mütaallik hesaplarda veya vergilendirmede yapılan hatalar yüzünden haksız yere fazla veya eksik vergi istenmesi veya alınmasıdır.'' 213 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''Mükellefler, vergi muamelelerindeki hataların düzeltilmesini vergi dairesinden yazı ile isteyebilirler.'' 213 sayılı Kanun’un maddesinin "Düzeltmede zamanaşımı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''114 üncü maddede yazılı zamanaşımı süresi dolduktan sonra meydana çıkarılan vergi hataları düzeltilemez.''B. Danıştay Kararı Danıştay Yedinci Dairesinin 20/4/2016 tarihli ve E.2013/3855, K.2016/4159 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “213 sayılı Vergi Usul Kanununun 'Düzeltmede zamanaşımı' başlıklı 126'ncı maddesinin 1'inci fıkrasında, 114'üncü maddede yazılı zamanaşımı süresi dolduktan sonra meydana çıkarılan vergi hatalarının düzeltilemeyeceği öngörülmüş; 114'üncümaddesinin 1'inci fıkrasında ise, vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmeyen vergilerin zamanaşımına uğrayacağı hükme bağlanmış olup, bu hükümlere göre, düzeltme-şikâyet yoluna, vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden beş yıl içerisinde başvurulması zorunlu bulunmaktadır.Olayda ise, 2006 yılına ilişkin banka ve sigorta muameleleri vergisi için mükellefiyette hata yapıldığı iddiasıyla 2012 yılında düzeltme talebinde bulunulduğunun anlaşılması karşısında, öngörülen beş yıllık sürenin geçirildiği açık olduğundan, davanın bu gerekçeyle reddedilmesi gerekirken, istemin özeti bölümünde yazılı olan gerekçeyle verilen mahkeme kararında isabet görülmemiştir.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1330 | Başvuru, fazladan tahsil edilen verginin iadesi isteğinin zamanaşımından dolayı reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle mülkiyet hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/54695 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, basit yaralama, kamu malına zarar verme, tasarlayarak öldürme, yangın, su baskını, tahrip, batırma, bombalama ya da nükleer, biyolojik, kimyasal silah kullanarak öldürme, yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kişiyi öldürme, mala zarar verme, devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma suçlarından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 26/5/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma suçundan tutuklanması istemiyle sevk edildiği Nusaybin Sulh Ceza Hâkimliğince 30/5/2016 tarihinde atılı suçtan tutuklanmıştır. Soruşturma sonucunda 15/9/2017 tarihinde başvurucu ve diğer 16 şüpheli hakkında yukarıda belirtilen atılı suçlardan iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin Mardin Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilmesiyle kovuşturma evresi başlamıştır. Mahkemece 8/4/2019 tarihinde başvurucu yönünden dosya tefrik edilmiş ve başvurucunun yargılaması yeni bir esas numarası üzerinden devam etmiştir. Mahkeme 16/10/2019 tarihinde başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan 13 yıl, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 7 yıl 6 ay, kamu malına zarar verme suçundan ise 1 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun terör örgütünün nihai amacını gerçekleştirmek için silahlı çatışmalara girdiğini ancak hangi mağdura karşı öldürme eylemleri gerçekleştirdiğinin belirlenemediğini, mağdur sayısının belirlenememesi nedeniyle asgari seviyede bir kez adam öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılmasının gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu hakkında diğer suçlar açısından karar verilmesine yer olmadığına ya da beraat kararları verilmiştir. Mahkeme başvurucunun tutukluluk hâlinin hükümle birlikte devamına karar vermiştir. Anılan kararlara karşı başvurucu tahliye talebini de içeren dilekçesiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 5/12/2019 tarihinde başvurucunun kamu malına zarar verme suçu açısından beraatine, diğer suçlar açısından ise istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. İstinaf Mahkemesi tarafından verilen bu karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, 26/1/2022 tarihinde başvurucu hakkında verilen hükmü bozmuş ve dosyayı Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Bozma üzerine yapılan yargılamada Mahkeme 22/4/2022 tarihli ilk duruşmada devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan kanuni tutukluluk süresini doldurduğu gerekçesiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Ancak aynı duruşmada Mahkeme kasten öldürmeye teşebbüs suçundan başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu 10/10/2022 tarihinde vermiş olduğu dilekçe ile tahliyesini talep etmiş ancak bu talebi 11/10/2022 tarihinde Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Bu karara karşı yapılan itirazı değerlendiren Mardin Ağır Ceza Mahkemesi 12/10/2022tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 14/11/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Mahkeme 24/11/2022 tarihinde başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan 13 yıl, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun tutukluluk hâlinin hüküm ile birlikte devamına da karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 13/9/2023 tarihinde mahkûmiyet hükümlerini onamıştır. Başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına Komisyonca karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/100111 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şahinbey Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmıştır. Başvurucu, kamu personeli olduğunu ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine dava açmıştır Gaziantep İş Mahkemesi yapmış olduğu yargılama sonunda 19/7/2017 tarihli kararla başvurucunun davasını reddetmiştir. Gerekçeli kararda, Yargıtay Hukuk Dairesinin emsal kararı uyarınca Vakfın özel hukuk tüzel kişi olduğu bu nedenle 6772 sayılı Kanun kapsamına girmeyeceği belirtilerek ilave tediye alacağından sorumlu olmayacağı ifade edilmiştir. Davacı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) Hukuk Dairesi 27/12/2018 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 5/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14160 | Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; zorunlu askerlik hizmeti sırasında asta karşı uygulanan fiziksel şiddet nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, İstanbul Kasımpaşa Asker Hastanesi emrinde er olarak zorunlu askerlik görevini ifa etmekte iken 2012 yılının Şubat ayının başlarında, aynı birimde onbaşı olarak görev yapan İ.H. başvurucunun omuz ve karın bölgesine yumruk atarak saldırıda bulunmuştur. Tanıkların olaya ilişkin anlatımlarına göre başvurucu, fiziksel müdahale sırasında kalorifer peteğine kelepçe ile bağlı hâldedir ve İ.H. şakalaşmaktadır, kavga söz konusu değildir ancak başvurucu; şakalaşmanın söz konusu olmadığını, İ.H.nin şiddet eylemlerinin olay öncesinde de var olduğunu ileri sürmüştür (sürece ilişkin detaylı aktarım için bkz. Sinan Işık, B. No: 2013/2482, 13/4/2016). Başvurucu, olaydan bir süre sonra 24/2/2012 tarihinde eğitim sırasında rahatsızlanarak sağlık kurumuna kaldırılmış ve akabinde Gülhane Askerî Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesinde yapılan cerrahi operasyonla başvurucunun dalağı alınmıştır. Başvurucu, tıbbi sürecin ardından hakkında askerliğe elverişsiz raporu düzenlenerek terhis edilmiştir. Söz konusu tıbbi vakanın bir darbe/travma olasılığını gerektirmesi nedeniyle başvurucuya şiddete maruz kalıp kalmadığı doktorlar ve komutanları tarafından ısrarla sorulmuş, başvurucu sorulara olumsuz cevap vermiş ancak askerliğe elverişsiz raporu alacağı ve terhis edileceği beyan edildikten sonra İ.H.nin kendisine vurduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun babası oğluna uygulanan fiziksel şiddet nedeniyle ilgililerden şikâyetçi olmuştur. Askerî yargısal makamlar tarafından yürütülen ceza soruşturmasında düzenlenen bilirkişi raporunda; dalak yaralanmasının karın bölgesine alınacak bir darbe ile olabileceği, gecikmiş dalak yaralanmalarının kişinin günlük aktivitelerinin arttığı bir zamanda meydana geldiği, somut olayda askerî eğitim sırasında rahatsızlanma öyküsüyle bu durumun uyumlu olduğu belirtilmiştir. Soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. 27/11/2012 tarihli kararın gerekçesinde özetle başvurucunun çelişkili ifadelerde bulunduğu, omuz bölgesine yönelik darbeler ile organ kaybı arasında uygun bir nedensellik bağı bulunmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar üzerine yapılan bireysel başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesi 2013/2482 numaralı dosya üzerinden verdiği 13/4/2016 tarihli kararla kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine, yeniden soruşturma yapılmasına ve başvurucuya manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Gerekçede özetle maddi olayı çevreleyen koşulların aydınlatılması için gereken özenin gösterilmediği ifade edilmiştir. İhlal kararının akabinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen soruşturma sürecinde Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan bilirkişi raporu alınmıştır. Raporda özetle başvurucunun olay tarihinde bir sağlık kuruluşuna başvurmadığı, yaralanması ile ilgili olarak tıbbi belge düzenlenmediği, darp olayı ile dalak yırtılması arasında geçen sürede (yaklaşık üç hafta) başvurucunun karın ağrısı şikâyetiyle bir sağlık kuruluşuna başvurmadığı, herhangi bir tıbbi görüntüleme yapılmadığı anlaşıldığından başvurucunun dalak yırtılması ile üç hafta kadar önce uğradığını iddia ettiği darp olayı arasında illiyet bağı kurmaya yeter ölçüde tıbbi delil bulunmadığı ifade edilmiştir. Başsavcılık ilk etapta kovuşturmaya yer olmadığına karar vermişse de itiraz üzerine kararı kaldırmış ve İ.H. hakkında işkence suçu isnadıyla kamu davası açmıştır. İddianamede özetle organın travmaya bağlı olarak gelişen dalak yırtılması sebebiyle alındığı, tanıklar olayın şakadan ibaret olduğunu belirtmişse de asker olduklarından ifadelerini verirken tanıkların yönlendirilmiş olabileceği, mağdurun eylemin şaka olduğunu kabul etmediği, şüphelinin iddia edilen eylemi işleyiş biçimi, müştekiyi kelepçeledikten sonra kendisini darbetmesi ve bunun sonucunda da müştekinin dalağının alındığı gözönünde bulundurulduğunda eylemin işkence suçu kapsamında değerlendirilebileceği ifade edilmiştir. Denizli Devlet Hastanesinin 21/5/2013 tarihli raporunda da belirtildiği üzere splenektomi (ameliyatla dalağın alınması) ve travma sonrası stres bozukluğu temelinde %37 oranında vücut fonksiyon kaybına uğrayan başvurucu, ayrıca 2/5/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmıştır. AYİM 5/11/2014 tarihinde davayı 27/11/2012 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararına atıf yaparak hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiş, karar kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Anayasa Mahkemesi başvurucunun başvurusu üzerine tam yargı davası süreci ile ilgili olarak başvurucunun daha önce yaptığı başvuru üzerine verdiği ihlal kararının gerekçesine koşut şekilde kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir (Sinan Işık (2), B. No: 2015/12734, 25/9/2019). İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) ceza yargılaması sürecinde tanıkları dinlemiş ve ilgili birimlerden bilgi toplamıştır. Yargılama sonunda 17/9/2019 tarihinde İ.H.yi asta müessir fiil suçundan 1 yıl hapis cezası ile cezalandırmış ancak cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkilerini dikkate alarak cezayı 10 ay hapis olarak belirlemiştir. Mahkeme ayrıca cezanın nevi ve miktarı, sanığın sabıkasız olması, duruşma tutanaklarına olumsuz bir durumun yansımaması sebebiyle ileride tekrar suç işlemekten çekineceği kanaatinin oluşması ve giderilebilecek somut bir zararın olmaması hususlarını dikkate alarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşen kararın gerekçesinde; travmaya bağlı dalak patlaması sonrası başvurucunun dalağının alındığı, bu olay öncesinde sanığın başvurucuyu kelepçe ile kalorifer peteğine bağlayıp omzuna ve karnına vurduğu sabit ise de bu kişilerin terhis olduğu gözönüne alınarak duruşmalarda tekrar dinlenen tanıkların olayın şakalaşma olduğunu, sert darbelerin söz konusu olmadığını ifade ettiğinin altı çizilmiştir. Başvurucunun takip eden süreçte olası bir kavgaya ilişkin bir şikâyeti olmadığı vurgulanarak Adli Tıp İhtisas Kurulunun raporu ile gazinodaki olay ile dalağının alınması arasında illiyet bağı kurulamadığı belirtilmiştir. Sonuç itibarıyla sanığın başvurucunun omuz ve karnına vurması eylemi ile katılanın travmaya bağlı dalağının patlamasının gerçekleşmesinin illiyet bağı içinde şüpheli kaldığı, işkence suçundan mahkûmiyet için kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı ifade edilerek olay tarihinde sanığın başvurucunun üstü olduğu, her ikisinin de asker olduğu dikkate alındığında sanığın başvurucuyu şaka amacıyla dahi olsa kalorifer peteğine kelepçeleyip omzuna ve karnına şiddetli olmayan şekilde vurması eylemi ile asta müessir fiil suçunu işlediğinin sabit olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 6/12/2019 tarihinde öğrenmesinin ardından 3/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1329 | Başvuru; zorunlu askerlik hizmeti sırasında asta karşı uygulanan fiziksel şiddet nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutuklama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın adil bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından yapılan soruşturma sürecinde başvurucu 16/10/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve sonrasında İstanbul 3 No.lu Hâkimliğin (TMK madde ile görevli) 19/10/2012 tarihli kararıyla tutuklanmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (TMK madde ile görevli) 3/12/2012 tarihli iddianamesiyle de anılan suçlardan hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (TMK madde ile görevli) 31/12/2013 tarihli kararıyla başvurucunun müsnet suçlarının oluş ve kabule göre tek suç teşkil edip bu suçların terör örgütüne silah ve patlayıcı temin etme vasfında gerçekleştiği kabul edilerek bu suçtan eylemine uyan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesinin birinci fıkraları uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanık baştan beri atılı suçlamaları reddetmiş ise de, sanık [Ü.nün] arama anından itibaren, kolluk, savcılık ve sorgu hakimliğinde, müdafii huzurunda vermiş olduğu ısrarlı ve istikrarlı beyanlarından suça konu eşyanın sanık tarafından bırakılmış olduğunu belirtmesi, sanıkların, olay günü aynı saatlere denk gelen, beyanlar ile uyumlu kamera kayıtları, sanıkların gün içinde bu fiil için birlikte hareket ettiklerinin en büyük kanıtıdır.Yine Yusuf Demir ile kardeşi olan [] arasında geçen telefon konuşmalarında, [Ü.Ş.nin] ikametine bırakılan bombalı çantadan bahsedildiği, sanık Yusuf çantayı bıraktıktan bir gün sonra, 2012 tarihinde kardeşi sanık [] ile yaptığı ve kendisinin de içeriğini kabul ettiği (yorumlanmasını reddettiği) telefon görüşmesinde:Yusuf DEMİR:......dedim sen 10 gibi çocuktan alabilir misin ya?[]: Alsam da yarın vermeyecem mi sanaYusuf DEMİR: tamam en azından onda kalmasın alsan bile sen de kalsın.[]: Yo yo sabah alıyım ben o zaman ondanYusuf DEMİR: tamam söyle o zaman gelir sabah alırım diye,[]: He arıyım derim ben sabah gelir alıyımYusuf DEMİR: Tamam ama şey yapmasın söyle[]: Yo yo birşey yapmazŞeklindeki konuşmalardan, bu konuşmaların olayın hemen ertesi günü, yakalamadan iki gün önce gerçekleşmesi ve olayla uyumlu olması, sanık Yusuf un bu konuşmayı net olarak açıklayamaması, (kitap parasına ilişkin olduğuna dair beyanlarının ise konuşmalardaki gizleme çabaları ile uyumlu olmadığı), bu nedenle sanık Yusuf bu konuşmayı sanık [Ü.deki] suça konu çanta ile ilgili yapmış olduğu tezini güçlü kılmaktadır.Sanık Yusuf savunmalarında sosyalist bir düşünceye sahip olduğunu, eğitim sendikası faaliyetlerinde bulunduğu, bu yöndeki sosyal çalışma ve etkinliklere basın açıklamalarına katıldığını ancak yasa dışı bir etkinliğe katılmadığını, bunların örgtsel faaliyet gibi gösterilmeye çalışıldığını belirtmiştir. Sanığın dosyadaki tape kayıtları ve fotoğraflara göre çok sayıda etkinlik ve basın açıklamasına katıldığı anlaşılmıştır. Bu bağlamda tape kayıtlarına göre:Klasör 2 dz 214-324 syf aralarında özetlenen konuşmalardan: sanığın 2012, 2012, İstanbul, 2012 günü Ankara ilinde, 29-30-31 mart tarihlerinde yine İstanbul ilinde gerçekleşen ve güvenlik güçlerince müdahale edildiği anlaşılan yasa dışı gösterilere çok defa katıldığı, konuşma içeriklerine bakıldığında organize edenler içinde olduğunun anlaşıldığı, sanık bu gösterilerde polis müdahalesine maruz kaldığını gaz ve su yediğini, direndiklerini yolu kapattıklarını ve sair fiillerde bulunduğunu ifade etmiş, savunmalarında iddia ettiği gibi tamamı yasal gösteriler olmadığı anlaşılmış bulunmaktadır.Bu nedenlerle, sanık [Ü.nün] istikrarlı beyanları, ele geçen malzemeler, sanıkların eylemin oluştuğu tarihte olaydan hemen önceki birlikteliklerini gösteren kamera görüntüleri, sanığın kardeşi ile yaptığı görüşme ve örgütsel eğilimi dikkate alındığında, sanık Yusuf DEMİR'in oluş ve anlatıma uygun olarak suça konu patlayıcı malzemeleri diğer sanıkla işbirliği içinde hareket ederek, sanık [Ü.de] muhafaza edilmek ve daha sonra örgütsel eylemlerde kullanılmak üzere bulundurmak fiilini işlediği kanaatine varılmıştır."Başvuru dilekçesi ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucunda başvurucunun anılan tutuklama kararına karşı itiraz yoluna başvuruda bulunup bulunmadığı belirlenememiştir. Başvurucu 29/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 31/12/2013 tarihinde temyizi üzerine dava dosyası Yargıtaya gönderilmiştir. Başvuru tarihi itibarıyla dava dosyasının temyiz incelemesinde olduğu görülmüş, UYAP üzerinden yapılan inceleme sonucunda başvuru tarihinden sonra Yargıtay Ceza Dairesinin 23/6/2014 tarihliilamı ile başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararının onandığı anlaşılmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6236 | Başvuru, tutuklama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın adil bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yurt dışına çıkma yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirine karar verilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Orta Doğu Teknik Üniversitesinde öğretim görevlisi iken Türkiye'nin doğusu ve güneydoğusunda terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve çatışmaların sona erdirilmesi çağrısını içeren bir bildiriye imza atmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucunun imza verdiği bildiriye ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına daha önce Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri ([GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 9-14) kararında yer vermiştir. Söz konusu bildirinin yayımlanmasından sonra başvurucu hakkında terör örgütü propagandasını yapma suçu kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmış ve akabinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Anılan Mahkemenin yetkisizlik kararı vermesi üzerine dava dosyasının gönderildiği Ankara Ağır Ceza Mahkemesi de yetkisiz olduğuna ve yetki uyuşmazlığı nedeniyle dosyanın Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmesine 5/4/2019 tarihinde karar vermiştir. Söz konusu kararda, başvurucu hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında yurt dışına çıkışın yasaklanması şeklinde adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan karara karşı yapılan itiraz Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 9/4/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 15/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 14/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay tarafından yetkili olduğuna karar verilen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde başvurucunun beraatine ve yurt dışına çıkmama şeklinde verilen adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına 17/10/2019 tarihinde karar verilmiştir. Karar istinaf kanun yoluna başvurulmaksızın 25/10/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16846 | Başvuru, yurt dışına çıkma yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirine karar verilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 31/7/2014 tarihi ve devamında yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/14836, 2014/17963 ve 2014/20329 sayılı bireysel başvuru dosyaları, konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/12430 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Seydo Başçı'nın 1975 yılında Derik Kadastro Mahkemesinde başvurucular Aynur Mercen, Hatice Öz, Mehmet Sait Mercen, Şülan Mercen, Abdulkadir Mercen, Zeynep Yıldız ve Ayşe Bayraktaroğlu'nun babaları ve başvurucu Lamia Mercen'in eşi olan murisleri Mehmet Mercen; başvurucular Gülişah Mercan, Pervin Üstüner, Selda Araç ve Şükran Mercen'in babaları ve başvurucu Süreyya Mercen'in eşi olan murisleri İzzettin Mercen; başvurucu Reşit Mercan'ın babası olan murisi Mehmet Veysi Mercan; başvurucu Fevzi Mercan'ın babası ve başvurucu Mirhan Mercan'ın dedesi olan murisleri Abdulkadir Mercen ile başvurucular Orhan Mercen, Remzi Mercen, Zeynelabidin Mercen, Aynur Karaca, Ayten Erdem, Celal Mercen, Şerefhan Mercen ve Mülkiye Mercen'in babaları olan murisleri İbrahim Mercen aleyhine açtığı kadastro tespitine itiraz davası hakkında yerel Mahkemece verilen kararlar müteaddit kereler Yargıtayca bozulmuş, son bozma üzerine yerel Mahkemece tekrar verilen karar temyiz neticesinde Yargıtayca onanmış, onama kararına karşı da karar düzeltme talebinde bulunulması üzerine söz konusu dava hâlen karar düzeltme incelemesi için Yargıtay'a gönderilme aşamasındadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12430 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunda (TÜBİTAK) iş sözleşmesine tabi biçimde mühendis olarak çalışmaktadır. TÜBİTAK noter vasıtasıyla gönderdiği 31/8/2016 tarihli yazıyla başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Fesih bildirimi ''İş sözleşmeniz 15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Ülkemizin içerisinde bulunduğu fevkalade durum ve bu durum neticesinde ortaya çıkan güvenlik gerekçeleri ile hakkınızda duyulan şüphe gereği Kurumumuz ile iş ilişkinizin devamı mümkün olmadığından, ayrıca istihdam edildiğiniz görev ve işletmesel gereklerle 4857 sayılı İş Kanununun madde hükmü gereğince tazminatsız olarak haklı nedenle feshedilmiştir.'' şeklindedir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle Ankara İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 8/12/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; TÜBİTAK'ın gizlilik dereceli projelerin yürütüldüğü tesis güvenlik belgesine sahip bir kurum olduğu, bu nedenle çalışan personelin terör örgütü ile irtibatı ve ilişkisine ilişkin bir şüphenin varlığının haklı fesih için yeterli bulunduğu belirtilmiştir. Kararda sonuç olarak TÜBİTAK'ın görevleri nazara alındığında 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) kapsamında gerçekleştirilen fesih işleminin hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf kanun yoluna gitmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 4/4/2017 tarihinde, mahkeme kararında usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığını vurgulayarak istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 20/2/2018 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 13/6/2018 tarihinde öğrendikten sonra yasal süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18573 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34018 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits