text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. 2019/42881 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/23393 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/23393 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23393
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, destekten yoksun kalma tazminatı talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 18/8/2008 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi17/10/2019 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucu 23/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18319
Başvuru, destekten yoksun kalma tazminatı talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi ve taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atılması, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davası sonunda hükmedilen bedele kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular ve diğer bir kısım davacı tarafından 9/3/2004 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörlüğü aleyhinekamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında 16/12/2010 tarihli karar ile tüm davacılar lehine 845 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak başvuruculara ve diğer davacılara ödenmesine hükmedilmiş; İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/9/2011 tarihli ilamı ile onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 16/1/2012 tarihli ilamı ile reddedilmiş ve yargılama süreci sona ermiştir. Başvurucular 23/12/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sundukları dilekçe ile İlk Derece Mahkemesince lehlerine hükmedilen tazminat için kendilerine kısmi ödemeler yapıldığını ancak alacaklarını tamamen tahsil edemediklerini bildirmişlerdir. İlgili idare 26/12/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu dilekçe ile ilgili tazminata ilişkin kısmi ödemeler yapıldığını ancak borcun tamamının ödenemediğini bildirmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4557
Başvuru, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi ve taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atılması, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davası sonunda hükmedilen bedele kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, tutukluluğunun kanunda öngörülen azami sınırı aşması nedeniyle hukuka aykırı hâle geldiğini ve böylece özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 23/1/2013 tarihinde Silivri Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2/4/2007 tarihinde göz altına alınmış ve 6/4/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Hakkında yürütülen soruşturma neticesinde 2007/355 numaralı iddianame ile dava açılmış ve bu dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin E.2007/367 sayılı dosyası üzerinden görülmüştür. Mahkeme, 24/2/2012 tarih ve E.2007/367, K.2012/19 sayılı kararla başvurucunun cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, 2/4/2012 tarihinde 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami sürenin dolmuş olması nedeniyle tahliye talebinde bulunmuş, ancak bu konuda verilen karar başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Başvurucu, 12/7/2012 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine hitaben bir dilekçe ile 5 yıllık tutukluluk süresinin dolmuş olduğu gerekçesiyle adli kontrol talepli yeni bir tahliye talebinde daha bulunmuştur. Mahkeme, 30/7/2012 tarihinde vermiş olduğu kararla, "dosyanın Yargıtay aşamasında olması" nedeniyle başvuruyu reddetmiştir. Bu karar başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Başvurucu, 2012/796 Değişik İş sayılı bu karara, bir örneğini Mahkeme kaleminden almak suretiyle 31/8/2012 tarihinde itiraz etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi itiraz dilekçesini merciine göndermeden talebin reddine karar vermiştir. Bu karar 5/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bundan önce başvurucu, 23/10/2012 tarihinde, 2012/979 Değişik İş numaralı bu karara karşı dilekçeyle ve kararın imzasız bir suretiyle birlikte itiraz etmiştir. Dilekçede talebin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesi istenmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi bu dilekçeyi merciine göndermiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ise 2012/909 Değişik İş sayılı kararla, "temyizde geçen sürenin tutukluluktaki makul süreden sayılmadığı" gerekçesi ile talebi reddetmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin iş bu kararı 24/12/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklulukta geçecek süre” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir;“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez..” Aynı Kanun’un “Şüpheli veya sanığın salıverilme sistemleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir.” Aynı Kanun’un “Kanun yollarına başvurma hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ (1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1130
Başvurucu, tutukluluğunun kanunda öngörülen azami sınırı aşması nedeniyle hukuka aykırı hâle geldiğini ve böylece özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, vesayet altında bulunan kişi adına araç alımına yönelik izin talebinin mahkemece reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 18/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 9/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Ülviye Yeşim Özşahin başvurunun devamı sırasında 29/8/2022 tarihinde vefat etmiş, mirasçıları Aslan Özşahin ve Ecem Özşahin başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/788
Başvuru, vesayet altında bulunan kişi adına araç alımına yönelik izin talebinin mahkemece reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; işe iade talebiyle açılan davada verilen işe iade kararında feshin geçersizliğine ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi B.E. 15/12/1998 tarihinden iş akdinin feshedildiği 2/3/2015 tarihine kadar başvurucu şirkette Ankara Bölge Müdürü ve Kuzey Anadolu Bölge Müdürü olarak çalışmıştır. Başvurucu Şirket, B.E.nin iş akdinin bazı görev tanımlarının değiştirilmesi ve kaldırılması suretiyle gerekli organizasyon değişiklikleri yapılarak verimliliğin, hizmet kalitesi ve etkinliğin sağlanması amacıyla yönetim kurulu kararı ile feshedildiğini açıklamıştır.B. Başvuruya Konu Dava Süreci B.E. tarafından iş akdinin feshinin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle başvurucu şirket aleyhine 31/3/2015 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Mahkeme B.Enin işveren vekili olması nedeni ile iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı gerekçesiyle 9/12/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. B.E. tarafından Mahkeme kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 14/3/2016 tarihli kararıyla temyiz başvurusunun kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, B.E.nin işveren vekili olarak tanımlanabilmesi için işyerinin bütününü sevk ve idare yetkisi ile birlikte işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisinin de olması gerektiği belirtilmiştir. Öncelikle B.E.nin işletmenin bütününde değil belirli bir bölgede görevli olması sebebiyle işletmenin bütününü sevk ve idare yetkisinin olmadığı tespit edilmiştir. Diğer yandan B.E.nin bir kısım işçilere ikale sözleşmesi imzalattırılmasının yönetim kurulunca alınan karar gereği B.E.ye verilen talimat üzerine yaptırıldığı ve B.E.nin uzun süredir bölge koordinatörü olmasına rağmen dosya kapsamında işçi alıp çıkardığına dair bir belge olmadığının tespit edildiği vurgulanmıştır. Kararda, B.E.nin fesih tarihi itibarı ile işveren vekili yardımcısı olmaması sebebiyle iş güvencesi hükümlerinden yararlanacağının anlaşılması nedeniyle davanın esasına girilerek fesih iddiasının araştırılması gerekirken davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu şirket tarafından tanık beyanlarına ve davanın esasına ilişkin Mahkemeye sunulan dilekçede, uyuşmazlığın çözümü için öncelikle feshin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerektiği, sonrasında ise iş güvencesi şartlarının bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Dilekçede, B.E.'nin iş akdine koordinatörlük uygulamasının kaldırılması sebebiyle son verildiği, koordinatör olarak görev yapan diğer çalışanlardan bir alt görev olan bölge müdürlüğü kadrosunda çalışmaya devam edenlerin bulunduğu vurgulanmış, bu nedenle başvurucunun işe iade talebinin samimi olmadığı ifade edilmiştir. Dairenin bozma ilamına uyan Mahkeme 19/9/2016 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir: "Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacı vekili tarafından müvekkilinin iş akdinin işverence haklı sebebe dayanılmaksızın feshedildiği ileri sürülerek, feshin geçersizliğine, davacının işe iadesine, işe başlatmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücretinin ve diğer haklarının belirlenmesinin talep olunduğu, davacının, davalı işverende Kuzey Anadolu Bölge Koordinatörü olarak çalıştığı, davacının, işletmenin bütününde değil belirli bir bölgede görevli olduğu, bu durumda; işletmenin bütününü sevk ve idare yetkisinin bulunmadığı, davacının fesih tarihi itibariyle işveren vekili yardımcısı olmadığı ve iş güvencesi hükümlerinden yararlanma hakkı bulunduğu anlaşılmakla, Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda, davacının sübuta eren davasının kabulü cihetine gidilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur." Başvurucu şirket tarafından Mahkeme kararı temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde, Mahkeme tarafından fesih iddiasının araştırılmadığı, dinlenen tanıkların beyanlarına itibar edilmediği, davacının işe iade talebinin samimi olmadığı, yerleşik içtihatlar doğrultusunda karar verilmediği, davacının iş güvencesi kapsamında olmadığı, işletmenin kararının tutarlı uygulanıp uygulanmadığının araştırılmadığı ve karada somut gerekçe bulunmadığı ileri sürülmüştür. Söz konusu karar Dairenin 26/12/2016 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar 30/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 28/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. (Ek cümle: 10/09/2014-6552 S.K./ md) Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz.Altı aylık kıdem hesabında bu Kanunun 66 ncı maddesindeki süreler dikkate alınır.Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak.b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak.c) Mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip (Ek ibare: 18/02/2009-5838 S.K./mad) veya yükümlülüklerini yerine getirmekiçin işveren aleyhine idari veya adli makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak.d) Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, doğum, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler.e) 74 üncü maddede öngörülen ve kadın işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek.f) Hastalık veya kaza nedeniyle 25 inci maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe geçici devamsızlık.İşçinin altı aylık kıdemi, aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde geçen süreler birleştirilerek hesap edilir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir.İşletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları ile işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleri hakkında bu madde, 19 ve 21 inci maddeler ile 25 inci maddenin son fıkrası uygulanmaz." 4857 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle, İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri uyarınca arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir. Taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede iş mahkemesi yerine özel hakeme de götürülebilir. Arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddi hâlinde ret kararı taraflara resen tebliğ edilir. Kesinleşen ret kararının da resen tebliğinden itibaren iki hafta içinde arabulucuya başvurulabilir.Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6246
Başvuru, işe iade talebiyle açılan davada verilen işe iade kararında feshin geçersizliğine ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru yönetim kurulu üyesinin sosyal güvenlik prim borcundan müteselsilen sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1957 yılında Kemerburgaz’da doğmuş olup İstanbul’un Kadıköy ilçesinde ikamet etmektedir. Gıda ve hayvancılık alanında faaliyet göstermek üzere kurulan T. Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.nin (Şirket) 30/6/2009 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yer alan ilana göre sermayesi 000 TL olup bu sermaye her biri 500 TL kıymetinde olmak üzere 100 hisseye ayrılmıştır. Başvurucu 21/8/2009 tarihinde bir adet hissesini devralmak suretiyle Şirket hissedarı olmuş ve Şirket Genel Kurulunun 8/9/2009 tarihli kararı ile Şirketin Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmiştir. Başvurucunun bu tarihte başlayan Yönetim Kurulu üyeliği 2011 yılında da devam etmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK veya Kurum) Bolu İl Müdürlüğü, Şirketin 2009 yılı Nisan, Mayıs, Haziran, Ağustos, Eylül ve Ekim ayları arası döneme ait 377,49 TL tutarında sosyal güvenlik prim ve 242,53 tutarında gecikme zammı olmak üzere toplam 620,02 TL borcu için Yönetim Kurulu üyesi sıfatıyla başvurucuya ödeme emri göndermiştir. Aynı ödeme emri Şirket Yönetim Kurulu başkanı ve başkan yardımcısı ile diğer Yönetim Kurulu üyesine de gönderilmiştir. Başvurucu, ödeme emrine konu sosyal güvenlik prim borçlarından dolayı sorumlu olmadığı iddiasıyla Bolu İş Mahkemesinde (Mahkeme) 10/7/2012 tarihinde SGK aleyhine icra emrine itiraz davası açmış ve ödeme emrinin de iptalini talep etmiştir. Başvurucu dava dilekçesinde, Şirketin tapu siciline kayıtlı bir taşınmazı ve makine parkları ile fabrikasının mevcut olduğunu, bu sebeple borcun Şirketin mal varlığından tahsil imkânının bulunduğunu belirtmiştir. Mahkeme konu hakkında bilirkişi raporu tanzim ettirmiştir. Bilirkişinin 28/6/2013 tarihli raporunda; başvurucunun yönetici sıfatıyla müteselsilen sorumlu tutulabilmesi için prim borcunun olduğu dönemde de bu sıfata sahip olması gerektiği belirtilmiştir. Bilirkişi buna göre 8/9/2009 tarihinde Yönetim Kurulu üyesi olan başvurucunun, 2009 yılı Eylül ve Ekim ayları dönemleri yönünden prim aslı ve gecikme faizinden sorumlu olduğu, ödeme emrindeki 2009 yılı Nisan, Mayıs, Haziran ve Ağustos aylarına ilişkin borçlar yönünden ise sorumlu tutulamayacağı görüşünü bildirmiştir. Mahkeme, bilirkişi raporunu hükme esas alarak 5/11/2013 tarihinde davayı kısmen kabul etmiştir. Mahkeme dava konusu 2009 yılı Nisan, Mayıs, Haziran ve Ağustos aylarına ait prim ve gecikme zammı borçları yönünden başvurucunun davalı Kuruma borçlu olmadığının tespiti ile ödeme emrinin buna ilişkin kısmının iptaline karar vermiş, fazlaya ilişkin talebi ise reddetmiştir. Karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 20/10/2014 tarihinde temyiz edilen hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararında, 11/9/2014 tarihli ve 29116 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak, öngörülen istisnaları haricinde aynı tarih itibarıyla yürürlüğe giren10/9/2014 tarihli ve 6552 sayılı İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun’un Maddesi ile 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na eklenen geçici maddesinin (1), (2), (3), (9) ve (19) numaralı fıkralarına atıf yapılmıştır. Daire bu hukuki olgu çerçevesinde yeniden değerlendirme yapılması gerektiğini belirtmiştir. Mahkemece bozma kararı doğrultusunda yapılan araştırma sonucunda Şirketin 6552 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılandırma talebinde bulunduğu tespit edilmiştir. Mahkeme 17/3/2015 tarihinde yine önceki kararında olduğu şekilde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen hüküm Dairece 8/10/2015 tarihinde düzeltilerek onanmıştır. Daire, hükmün ikinci bendinin sonuna “davacının, 2010/12086 takip nolu ödeme emrinde yer alan 2009/9 ve Aylara ait asıl alacağın %10’u oranında haksız çıkma tazminatına mahkum edilmesine,” yazılması suretiyle hükmü düzeltmiştir. Nihai karar, başvurucuya 23/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Erol Kesgin (GK), B. No: 2015/11192, 30/5/2019, §§ 18-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1550
Başvuru yönetim kurulu üyesinin sosyal güvenlik prim borcundan müteselsilen sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, gerçekleşmekte olan bir protesto gösterisine kolluk görevlilerinin müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkili olmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1990 yılı doğumlu olup beyanına göre öğrencidir. 23/7/2017 tarihinde başvurucu, arkadaşı F.B. ile birlikte Ankara'nın Kızılay Meydanı'ndaki bir sokakta bulunan Halkevleri Derneği Genel Merkezi binasının önünde bulunduğu sırada kolluk görevlilerinin gerçekleşmekte olan bir gösteriye/eyleme müdahalesi neticesinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun anlatımına göre eyleme katılmamış olan başvurucu, arkadaşı ile beraber kolluğun toplantıya müdahalesini izlerken kolluk memurları ile arasında tartışma yaşanması nedeniyle darbedilerek gözaltına alınmıştır. İddiaya göre başvurucu, gözaltına alınmasının ardından bulundukları sokakta bir başka binanın -Mimarlar Odası Ankara Şubesi binası- önüne götürülmüş, burada "Seni öldürürüz." şeklindeki tehditlere maruz kalmış ve memurlarca darbedilmiştir. Söz konusu darp olayının polis kamerasına yansıdığını fark eden bir başka kolluk memurunun kendisini darbeden memuru uyardığını iddia eden başvurucuya göre darbedilme anı kamera kayıtlarına yansımıştır. Ankara İl Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve olaya ilişkin on bir sayfadan oluşan evrak 27/7/2017 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Evrak içeriğinde öncelikle DHKP/C terör örgütü ile DMH (Devrimci Memur Hareketi) arasındaki bağlantıya yönelik bir kısım bilgilere yer verilmiş, ardından DHKP/C terör örgütü yapısı üzerinde durulmuş ve olay günü kolluk müdahalesine konu olan protesto gösterisi hakkında açıklama yapılmıştır. Buna göre DMH içinde faaliyet gösteren N.G. ve S.Ö. olağanüstü hâl dönemi (OHAL) çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) mesleklerinden ihraç edilmeleri nedeniyle açlık grevlerine başladıkları gerekçesiyle tutuklanmışlardır. Bu kişilerin tutuklanmalarını protesto etme ve bu kişilere destek verme amacıyla zaman zaman eylemler yapıldığı, Ankara Valiliğince Kızılay Meydanı'nda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklandığı, bu nedenle olay günü Valilik yasağına rağmen eylem yapılması nedeniyle yaklaşık elli beş kişilik gruba müdahale edilerek bu kişilerin gözaltına alındığı açıklanmış; yakalanan kişilerle ilgili bir kısım bilgiler paylaşılmıştır. 27/7/2017 tarihli söz konusu evrakta başvurucuya ilişkin bilgiler de yer almıştır. Başvurucunun Halkevleri Derneğinin organize ettiği eylem/etkinliklere katıldığı, sosyal medya hesabından N.G. ve S.A.nın tutuklanmalarıyla ilgili paylaşım yaptığı, ayrıca Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucu hakkında kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama suçu isnadıyla farklı tarihlerde açılmış çok sayıda dava bulunduğu belirtilmiştir. Diğer taraftan başvurucunun yakalanan öteki şahıslardan farklı olarak kolluk görevlilerine direnmediği, diğer kişilerin örgütsel tavır sergileyerek verilen yiyecekleri yememelerine rağmen başvurucunun bu tavra katılmadığı ve ifadesi sırasında susma hakkını kullandığı açıklanmıştır. Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi tarafından başvurucu hakkında 23/7/2017 tarihinde olaydan hemen sonra genel adli muayene raporu (ilk rapor) düzenlenmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:"Her iki skapula iç kenardan başlayarak orta hatta birleşen yaygın hiperemi, toraks alt vertebra üzerinde 2-3 cm çapında hiperemi, sağ kulak altı boyun lateralinde 4x2 cm lik laserasyon, hiperemi, sağ omuz ön yüzde iki adet biri 1 cm lik diğeri 1- 2 cm lik hiperemi ve laserasyon, sol tibia ön yüzde 2 cm lik hiperemi, sol tibia ön iç yan yüzde 1 cm lik hiperemi, sağ humerus iç yan yüzde 1-2 cm lik çizgisel hiperemik alan, verteskte ağrı tariflediği, bu bölgede darp cebir izi görülmediği" Başvurucu hakkında daha sonraki günlerde düzenlenen genel adli muayene raporlarında ilk rapora atfen başkaca darp ve cebir izi olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğü (Adli Tıp Kurumu) tarafından düzenlenen 6/3/2018 tarihli raporda başvurucunun ilk raporla tespit edilen yaralanmasının basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu ve yaşamını tehlikeye sokmadığı yönünde görüş bildirilmiştir.A. Başvurucu Hakkında Yürütülen Soruşturma Süreci Başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçunu işlediği isnadıyla soruşturma yürütülmüştür. Başvurucu 23/7/2017 ile 27/07/2017 tarihleri arası gözaltında tutulmuştur. Başvurucu, kolluk aşamasında susma hakkını kullanmış; Savcılıkta verdiği 27/7/2017 tarihli savunmasında suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"Ben Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Hallkla İlişkiler Sınıf öğrencisiyim. Aynı zamanla Halk Evleri üyesiyim. 23/07/2017 tarihinde Ankara Kızılay'da yapılan eyleme ilişkin herhangi bir çağrıdan haberim yoktur. Halkevleri üyesi olmam dolayısıyla o gün saat 14:00 sıralarında Konur Sokak'da bulunan Halkevleri Genel Merkezi'ne arkadaşım [F.B.] ile gidiyordum. Halkevleri Genel Merkezi'ne Esat Mahallesi tarafından Kocatepe Camii istikametinden gelmiştim. Halkevleri girişinde caddeden geçen Çevik Kuvvet ekiplerinden biri yanımda bulunan [F.B.ye] ne yapıyorsun diyerek arkadaşıma kafa attı. Bu sırada arbede oluştu. Ben de araya girmeye çalıştım. Bilahare bu sırada da beni gözaltına aldılar. Yine bu sırada çevrede bulunan [Z.] isimli cafe, [K.] isimli Cafe ve Ankara Kültürevinden gelen kişiler de bu arbede içinde kaldılar. Bu kişiler olaya müdahale etmeye çalıştılar. Onlar da gözaltına alındılar. Ben de arbede sırasında gözaltına alındım. 23/07/2017 tarihinde Kızılay'da meydana gelen yasadışı eyleme katılmadım. Herhangi bir eylemim olmadı " Kolluk memurlarınca başvurucu tanıkları F.B. ile A.B.nin bilgi sahibi sıfatıyla olayla ilgili beyanları alınmıştır. Tanık F.B. ifadesinde, başvurucu ile birlikte Halkevleri Genel Merkezine giderlerken kolluk memurlarıyla karşılaştıklarını, bir kolluk memurunun "Ne bakıyorsun?" demesi üzerine bakmadığını söylemesine rağmen memurun kafasıyla kendisine vurmasının ardından diğer görevlilerin bulundukları yere geldiğini, aralarında çıkan tartışma sonunda da başvurucuyu gözaltına aldıklarını belirtmiştir. Diğer tanık A.B., olay yerinde bulunan bir kafede çay içerken Halkevleri Genel Merkezinin önünde arbede yaşanması üzerine o yöne doğru gittiğinde başvurucu ile kolluk memurları arasında itişme yaşandığını ve kolluk memurlarının başvurucu gözaltına almaya çalıştıklarını gördüğünü, başvurucunun eylemci grup içinde olmadığını beyan etmiştir. Savcılık tarafından isnat edilen suçlarla ilgili olarak başvurucu hakkında 23/10/2017 tarihinde ceza davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonunda 5/11/2020 tarihinde başvurucunun her iki suçtan beraatine karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı ve başvurucu hakkındaki hüküm kısaca şöyledir:" ... sanık Tayfun Yıldırım'ın gözaltına alınma işlemleri sırasında direniş göstermediği ve slogan atmadığı;...Sanıkların 2911 sayılı yasanın maddesini ihlal ettikleri iddia edilmekle birlikte anılan hükmün kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü yapan kişilerin cezalandırılmasına dair olduğu; sanıkların atılı eylem bakımından cezalandırılabilmeleri için iddia edilen şekilde yasaya aykırı bir toplantıya ya da gösteri yürüyüşüne katıldıklarının hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde ortaya konulmasının gerektiği; somut olayda izah edilen kamera kayıtlarından ve dosya kapsamındaki diğer delillerden de anlaşıldığı üzere sanıkların bizatihi anılan toplantıyı organize eden tarafta bulunmadıkları, sosyal medya aracılığıyla ve sair vasıtalarla haberdar oldukları toplantıya çeşitli sıfatlarla katılma amacı taşıdıkları değerlendirilmekle birlikte gözaltına alınma süreci öncesi ve sonrasındaki eylemleri birlikte ele alındığında silahlı terör örgütü olan DHKP-C'yi kasteden herhangi bir somut söylemlerinin bulunmadığı, ayrıca yapılan toplantı sırasında bu faaliyete aktif olarak katılıp dağılmama iradesi taşıyan şekilde hareket etmedikleri, toplantının ya da gösteri yürüyüşünün yapıldığı yerin sınırlarına taşan kanuna aykırı bir faaliyette bulunduklarına dair somut bir delilin dosya kapsamında mevcut olmadığı görülmüştür. ...Sonuç olarak; sanıklar... Tayfun Yıldırım ... DHKP-C silahlı terör örgütünün cebir ve şiddet içeren eylemlerini meşru kılacak şekilde açık bir paylaşımda bulunduklarını ve buna dair slogan attıklarını gösterir somut bir delilin dosya kapsamında mevcut olmadığı, yine söz konusu paylaşımların ve sloganların içerikleri değerlendirildiğinde kanuna aykırı unsurlar taşımadığı anlaşılmakla, atılı bulunan silahlı terör örgütü propagandasını yapmak suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığı değerlendirilmekle ayrı ayrı beraatlerine dair; yine bu sanıkların 23/07/2017 tarihinde yapılan toplantı sırasında kanuna aykırı hareket ettikleri iddia edilse de söz konusu unsurları taşıyan somut bir eylemlerinin tespit edilememesi nedeniyle kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığı...H-TAYFUN YILDIRIM YÖNÜNDEN;1-Sanığın üzerine atılı bulunan terör örgütü propagandası yapmak suçu bakımından cezalandırılması istemi ile açılan kamu davasında; sanığın üzerine atılı bulunan suçun unsurlarının somut olayda gerçekleşmemiş olması sebebiyle atılı suç bakımından 5271 sayılı CMK'nun 223/2-a hükmü gereğince BERAATİNE, 2- Sanığın üzerine atılı bulunan Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmama suçu bakımından cezalandırılması istemi ile açılan kamu davasında; sanığın üzerine atılı bulunan suçun unsurlarının somut olayda gerçekleşmemiş olması sebebiyle atılı suç bakımından 5271 sayılı CMK'nun 223/2-a hükmü gereğince BERAATİNE..." İnceleme tarihi itibarıyla kanun yolu süreçlerinin tamamlanmadığı, dolayısıyla başvurucu hakkındaki beraat kararının henüz kesinleşmediği görülmüştür.B. Kolluk Görevlileri Hakkında Yürütülen Soruşturma Süreci Başvurucu 7/8/2017 tarihinde kendisini yaraladığını ileri sürdüğü kolluk görevlileri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur. Başvurucu, şikâyet dilekçesinde kamera görüntülerinin incelenmesini ve tanıkları F.B. ile A.B. nin dinlenilmesi talep etmiştir. Savcılık tarafından başvurucu tanıkları kötü muamele iddiaları bakımından ayrıca dinlenilmemiş, başvurucu hakkında yürütülen soruşturma kapsamında alınan ifadeleri ceza davası dosyasından temin edilerek incelenmiştir. Savcılıkça 12/9/2017 tarihinde olay yerini gösterir kamera görüntülerinin bulunup bulunmadığının kolluk birimleri tarafından araştırılması talep edilmiştir.- Olay yerine yakın işyerlerindeki kamera görüntüleri olup olmadığı araştırılmış, olayın gerçekleştiği sokağı gören kamera bulunmadığına ilişkin 26/9/2017 tarihli tutanak düzenlenmiştir.- Olay yerini gösteren Kent Güvenlik Yönetim Sistemi (KGYS) kamerasının bulunduğu ancak görüntülerin arşiv kaydının 8/8/2017 tarihinden başlaması nedeniyle görüntülerin elde edilmediği, buna karşın kolluk izleme merkezi tarafından arşivlenen görüntü kayıtlarının çıkarılarak CD'ye aktarıldığı İl Emniyet Müdürlüğünün 10/10/2017 tarihli yazısıyla bildirilmiştir.- Kolluk izleme merkezi tarafından CD'ye aktarılan görüntü kayıtları kolluk memurları tarafından izlenerek CD İzleme Tutanağı düzenlenmiştir. 4/12/2017 tarihli CD İzleme Tutanağı'nda başvurucu avukatına ulaşılarak görüntülerin birlikte incelenmesinin önerildiği, avukatın bu öneriyi kabul etmesine rağmen o tarihe kadar gelmemesi nedeniyle başvurucu veya avukatı olmaksızın görüntülerin incelendiği açıklanmıştır. Tutanakta, Foto Film Şube Müdürlüğüne ait CD'de, kameranın farklı noktalardan görüntü aldığı, başvurucunun görüntüye girdiğinde toplumsal müdahale aracının yanında gözaltına alındığı görüntülerinin izlendiği, KGYS görüntüleri içeren CD'de kameranın hareketli olarak görüntü aldığı, Çevik Kuvvet ekipleri tarafından müdahale yapıldığı, başvurucuya ait herhangi bir görüntü olmadığının görüldüğü belirtilmiştir. Tutanakta üç fotoğraf bulunduğu, fotoğraflarda başvurucunun kolluk görevlileriyle birlikte bir aracın yanında bulunduğu, fotoğraflardan birinde kolluk memurunun başvurucuya su içirdiği ifade edilmiştir. Savcılık tarafından başvurucu hakkında yürütülen soruşturmada başvurucunun avukatları vasıtasıyla kolluk görevlileri hakkındahakaret suçunu işledikleri isnadıyla başlatılan soruşturma 12/9/2017 tarihindeki başvuruya konu soruşturmayla birleştirilmiştir. Savcılığın 28/3/2018 tarihli kararıyla "23/07/2017 tarihinde Kızılay Konur Sokak ve çevresinde görevli olup müştekiye yönelik yakalama işlemini gerçekleştiren polis memurları ile amirleri" hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Müşteki hakkında yürütülen 2017/124968 sayılı soruşturmadan ve açılan kamu davası nedeniyle Ankara 21 Ağır Ceza Mahkemesinden bilgi ve belgeler istenerek Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılıp müşteki tarafın talep etmiş olduğu delillerin toparlanması sağlanarak soruşturma işlemlerinin gerçekleştirildiği, bu doğrultuda toplanan delillere göre müşteki tarafın göstermiş olduğu tanıklar [F.B] ve [A.B.nin] müşteki hakkında yürütülen soruşturma kapsamında bilgi sahibi olarak beyanlarına başvurulmuş olduğu, tanıkların Tayfun YILDIRIM'ın eylemci grup içerisinde bulunmamasına rağmen gözaltına alındığını belirtmelerine rağmen şikayet dilekçesinde belirtildiği gibi hakaret, tehdit ve gözaltı aşamasında müştekinin darp edildiğine ilişkin beyanda bulunmadıkları gibi müştekinin bu soruşturma kapsamında alınan savunmasında da hakaret, tehdit ve gözaltına alınma aşamasında kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin iddiada bulunmadığı, Emniyet ifadesi aşamasında susma hakkını kullanmış bulunduğunun görüldüğü, Çankaya Emniyet Müdürlüğünce toplanan görüntü kayıtları doğrultusunda düzenlenen izleme tutanağına göre iddia olunan eylemlere ilişkin herhangi bir olgu tespiti bulunmadığı, bu doğrultuda müştekiye yönelik gerçekleştirildiği iddia edilen tehdit ve hakaret suçlarının oluştuğuna dair müşteki vekili dilekçesindeki soyut iddiadan başkaca delil bulunmadığının anlaşıldığı, Müştekinin eylemci grup içerisinde bulunmamasına rağmen gözaltına alındığı ve bu süreçte görevli polis memurlarınca darp edilerek yaralandığı iddiası ile ilgili olarak; müştekinin temin olunan geçici raporunun ve bu raporları doğrultusunda Adli Tıp Kurumundan alınan kesin adli raporuna göre müştekinin olay sırasında vücudunun çeşitli bölgelerinde hiperemi, laserasyon, ağrı tespitlerinin yer aldığı görülerek görevli polis memurlarınca yapılan müdahale kapsamında bu olguların oluştuğu görülmüş ise de, müşteki hakkında 2017/124968 sayılı soruşturma kapsamında soruşturma yürütülerek 3713 sayılı yasanın 7/2 ve 2911 sayılı yasanın 32/1(ikikez) maddeleri kapsamında cezalandırılması için Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış olduğu, iddianame içeriği ile bu soruşturma kapsamında verilmiş olan Savcılık talimatları ve olaya ilişkin düzenlenen tutanaklardan 23/07/2017 tarihinde müştekinin de aralarında bulunduğu 55 kişinin yakalandığının, şüphelilerin terör örgütleri ile ilgi ve bağlantılarının araştırıldığının ve araştırma sonuçları doğrultusunda müşteki hakkında 22/05/2017 ve 23/07/2017 suç tarihleri tespit olunarak 2911 sayılı yasanın 32/1 maddesinde tanımlanan şekli ile 'Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar edenler' cümlesinden olarak iki kez cezalandırılması istemi ile iddianame düzenlendiğinin görüldüğü, bu itibarla müştekinin 23/07/2017 tarihli gösteriye katıldığının ve maddede belirtilen şartların oluştuğunun iddianame ile tespit edildiği, 2911 sayılı yasanın maddesi ile Kanuna aykırı toplantı ve gösterinin dağıtılması aşamasında müdahale eden kolluk güçlerine zor kullanma yetkisinin verildiği, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunun maddesinde zor kullanma yetkisinin nasıl kullanılacağının düzenlenmiş bulunduğu, bu maddede belirtildiği üzere direnişi kırmak amacı ile ve kıracak ölçüde direnmenin mahiyetine, derecesine göre kademeli olarak artan nispette bedeni kuvvet, maddi güç ve kanuni şartlar gerçekleştiğinde silah kullanılabileceğinin, bu amaçla kelepçe, jop, basınçlı veya boyalı su, göz yaşartıcı gaz ve tozlar, fiziki engeller, polis köpek ve atları ile sair hizmet araçlarının kullanılabileceğinin belirtildiği, müşteki hakkındaki yürütülen soruşturma içeriğinden müştekinin arasında bulunduğu gruba Ankara Valiliğinin her türlü eylemlerle ilgili yasaklama kararının bulunduğu ve dağılmaları yönünde yapılan ikazlara riayet edilmemesi üzerine müdahale edilerek grubun dağıtıldığının, müdahale esnasında taş atarak saldırı ve dağılmamakta direnme ile slogan atmaya devam etme eylemlerinin devamı ile yakalandıklarının belirlenmiş olmasına göre müştekinin da aralarında bulunduğu gruba karşı müdahalenin belirtilen yasa hükümleri doğrultusunda kullanılan yetkiden kaynaklandığı, bu müdahale sırasında adli rapor ile müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde yaralanmış olduğunun ve bu yaralanma derecesinin müştekinin de aralarında bulunduğu gruba yasadan kaynaklanan zor kullanma yetkisi kapsamında uygulanan güç ile oluşabileceğinin belirlenmesine göre müştekiye yönelik zor kullanma yetkisi aşılarak kasten yaralama eyleminin unsurları ile gerçekleştiğine dair iddia dışında delil bulunmadığı anlaşılmakla..." Başvurucu kovuşturma yapılmaması kararına itiraz etmiş, başvurucunun itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 4/6/2018 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 20/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. ...  (3) Kasten yaralama suçunun; ... d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine dair içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdendir. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22602
Başvuru, gerçekleşmekte olan bir protesto gösterisine kolluk görevlilerinin müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkili olmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular süresinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/43280
Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın müsadere edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesindeki Yargılama Süreci Başvurucu Haci İnan'ın da aralarında bulunduğu birçok kişi hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 10/4/2000 tarihli iddianamesiyle “Hizbullah” isimli terör örgütü ile ilişkilerinin saptandığı gerekçesiyle silahlı terör örgütüne üye olma, anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçlarından kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK maddesi ile görevli) 16/2/2012 tarihli kararıyla Haci İnan’ın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ayrıca tapu sicilinde başvurucu Miyeser İnan adına kayıtlı bulunan İstanbul'un Beykoz ilçesi Kanlıca Mahallesi 520 ada 100 parsel sayılı taşınmazın suç örgütünün parasıyla alındığı ve suç örgütüne tahsis edilerek suçun işlenmesinde kullanıldığı belirtilerek müsaderesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 15/5/2013 tarihli kararıyla Miyeser İnan’ın malen sorumlu sıfatıyla yargılama aşamasında davadan haberdar edilmediği, müsadere kararı verilen taşınmazın maliki olması nedeniyle verilen kararı temyiz etme hakkının olduğu belirtilerek ilk derece mahkemesinin kararı düzeltilmek suretiyle onanmıştır. Başvurucular ağır ceza mahkemesi kararına karşı mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 7/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Anayasa Mahkemesince başvurunun “süre aşımı” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Hacı İnan ve diğerleri, B. No: 2013/7932, 8/9/2015, § 31).B. Başvuru Konusu Yargılama Süreci Başvuru formu ekindeki tapu kaydına göre başvuru konusu İstanbul'un Beykoz ilçesi Kanlıca Mahallesi 520 ada 100 parsel sayılı müfrez arsa vasıflı taşınmaz 27/12/1999 tarihinde başvurucu Miyeser İnan tarafından satın alınmıştır. Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 17/11/2000 tarihli iddianamesiyle, karı koca olan başvurucuların kara paranın aklanması suçundan 13/11/1996 tarihli ve 4208 sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun'un mülga maddesinin birinci ve ikinci fıkrası ile aynı maddenin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında cezalandırılmaları ve anılan taşınmazın müsadere edilmesi istemiyle Beykoz Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucuların Hizbullah örgütüne ait parayla suça konu taşınmazı satın alarak örgüt üyelerinin kullanımına tahsis ettikleri ileri sürülmüştür. Mahkemece 15/11/2012 tarihinde başvurucu Miyeser İnan'ın iddia edilen suçu işlediğine dair şüpheden uzak, kesin ve yeterli delil elde edilememesi nedeniyle beraatine; başvurucu Haci İnan'ın ise mahkûmiyetine karar verilmiştir. Kararda, lehe ve aleyhe kanun değerlendirmesi yapılarak 4208 sayılı Kanun'un mülga maddesi uyarınca netice itibarıyla 4 yıl hapis ve 000 TL adli para cezasına hükmedilmiştir. Ayrıca başvuru konusu parsel üzerindeki villa ile içindekilerin 4208 sayılı Kanun'un mülga maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...SANIK MİYASER İNAN :İddianamede belirtilen evi eşi hacı inan ın satın aldığı, kendisinin ev hanımı olduğunu, şu anda da kahta da çiftçilik yaptığını, kara para işinden anlamadığını, bu işlere aklının yatmadığını, yasal olmayan işlerden polisin gelip kendisini götürmesi üzerine haberdar olduğunu beraatini karar verilmesini talep ettiğini...Tüm dosya içeriği sanıkların savunmaları, masak raporu, dosyada bulunan iddianame ve istanbul 13 ağır ceza mahkemesine ait karar örnekleri birlikte değerlendirildiğinde; sanık hacı inan ın 1985-1995 yılları arasında tarsus ilçesinde öğretmenlik yaptığı, 1997 yılında hizbullah örgütü lideri hüseyin velioğlu nun talebi ile Konya'ya gittiği ve kendisine ait birikmiş para ve cemaatin parası ile ev aldığı sanığın daha sonraki tarihte hiç bir ticari faaliyetinin ve gelirinin olmadığı, sanık Miyaser'in ev hanımı olduğu, sanık Hacı İnan'ın hizbullah örgütü içinde aktif olarak faaliyet gösterdiği ve kendi ifadesinden de anlaşılacağı üzere arkadaşları ile birlikte pazarlık yaparak suça konu taşınmazı 375 bin dolara satın aldıkları ve ev hanımı olan eşi Miyaser İnan adına kaydettirdikleri ve burayı örgüt lideri hüseyin velioğlu ve arkadaşları ile birlikte kullandıkları, kullanılan bu paranın tümüyle örgüt üyelerinden bir şekilde tahsil edilen para olduğu, ve taşınmazın örgüt tarafından kullanıldığı, Miyaser İnan'ın Hacı İnan'ın eşi olduğu ev hanımı olduğu kendi ifadesinden de anlaşılacağı üzere ticari faaliyetnin olmadığı geleneksel Türk aile yapısı içinde eşinin tapuyu miyaser adına yaptırdığı, ev hanımı olan Miyaser'in bu işleme karşı koyma iradesini ortaya koymasının kendisinden beklenemeyeceği, suç kastı ile hareket ettiğine dair savunmasının aksini gösterir delil bulunmadığı, suç tarihi itibariyle 4208 sayılı yasanın yürürlükte olduğu ancak daha sonra 5237 sayılı TCK nın yürürlüğe girdiği ve 5549 sayılı yasa ile 4208 sayılı yasanın ilgili mahkemelerinin ilga edildiği dikkate alındığında sanıkların eylemi suç tarihinde yürürlükte bulunan 4208 sayılı yasa ile suç tarihinden sonra yürürlüge gireni 5237 sayılı TCK hükümlerine göre ayrı ayrı değerlendirilmiş 5237 sayılı TCK 7/2 maddesi delaleti ile bulunan sonuç ceza bakımından sanıklar lehine sonuç doğuran yasa hükümleri tatbik edilmiş sanık hacı inan hakkındaki ceza dosyalarının bekletici mesele yapılması sebebiyle suçun zamanaşımına uğramadığı düşünülerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesince (Daire) 20/10/2016 tarihinde onanmıştır. Nihai karar 19/12/2016 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucular 22/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4208 sayılı Kanun'un "Karapara aklanması suçunda ceza" kenar başlıklı mülga maddesi şöyledir:"Karapara aklama suçu fiillerini işleyenler iki seneden beş seneye kadar hapis ve aklanan karaparanın bir katı ağır para cezasıyla cezalandırılır ve nemaları da dahil olmak üzere karapara kapsamındaki mal ve değerler ile bunların ele geçirilememesi halinde bunlara tekabül eden mal varlığının müsaderesine de hükmolunur.Karapara, terör suçlarından veya Türkiye’ye ithali veya Türkiye’den ihracı kanunla yasaklanmış herhangi bir madde ve eşya kaçakçılığından elde edilmiş veya suç yukarıda belirtilen terör suçlarına kaynak sağlamak amacıyla işlenmiş ise birinci fikra hükmüne göre faile verilecek hapis cezası dört seneden az olamaz.Suçun;a) Karaparanın aklanması maksadıyla teşekkül vücuda getirenler ile idare edenler veya teşekküle mensup olanlar tarafından,b) Görevi sebebiyle memur ve kamu görevlileri ile 3182 sayılı Bankalar Kanununa, 7397 sayılı Sigorta Murakabe Kanununa, 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanununa, 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanuna, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa, Ödünç Para Verme İşleri ile Özel Finans Kurumlarının Kurulması, Faaliyetleri ve Tasfiyelerine ilişkin Esas ve Usulleri düzenleyen mevzuata göre faaliyet gösteren kurumlarda çalışanlar tarafından,c) Şiddet veya tehditle veya silah kullanarak,İşlenmesi halinde hükmolunacak cezalar, ayrıca bir misli artırılır.Bu suçların tüzel kişilik bünyesinde işlenmesi halinde, üçüncü fıkranın (a)bendi hükmünün uygulanamadığı durumlarda, fiili gerçekleştiren yöneticiler hakkında da aynı cezalara hükmolunmakla birlikte, tüzel kişiler de beşyüzmilyon liradan beşmilyar liraya kadar para cezası ile cezalandırılır.Karapara aklama suçunun, usul veya füruu veya karı-koca veya kardeşlerinden biri tarafından karaparanın kaynaklandığı suçları gizlemek amacıyla işlenmesi halinde bu ceza, yarısından üçte ikisine kadar indirilir." 4208 sayılı Kanun'un "Zamanaşımı" kenar başlıklı mülga maddesi şöyledir:"Karapara aklama suçlarının kovuşturulmasında zamanaşımı suresi onbeş yıldır. Dava açılması zamanaşımını keser." 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'un maddesi ile 4208 sayılı Kanun'un ve maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Mahkûmiyet halinde cürüm veya kabahatte kullanılan veya kullanılmak üzere hazırlanan veya fiilin irtikabından husule gelen eşya fiilde methali olmayan kimselere ait olmamak şartiyle mahkemece zabt ve müsadere olunur.Kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması cürüm veya kabahat teşkil eden eşya bir ceza mahkümiyeti olmasa ve faile ait bulunmasa bile mutlaka zabt ve müsadere olunur." 29/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) (Değişik: 26/6/2009 – 5918/5 md.) Alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutan kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.(2) (Ek: 26/6/2009 – 5918/5 md.) Birinci fıkradaki suçun işlenmesine iştirak etmeksizin, bu suçun konusunu oluşturan malvarlığı değerini, bu özelliğini bilerek satın alan, kabul eden, bulunduran veya kullanan kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.  (3) Bu suçun, kamu görevlisi tarafından veya belli bir meslek sahibi kişi tarafından bu mesleğin icrası sırasında işlenmesi halinde, verilecek hapis cezası yarı oranında artırılır. (4) Bu suçun, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır. (5) Bu suçun işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. (6) Bu suç nedeniyle kovuşturma başlamadan önce suç konusu malvarlığı değerlerinin ele geçirilmesini sağlayan veya bulunduğu yeri yetkili makamlara haber vererek ele geçirilmesini kolaylaştıran kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle cezaya hükmolunmaz. " 5237 sayılı Kanun'un "Eşya müsaderesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/11 md.) Eşyanın üzerinde iyiniyetli üçüncü kişiler lehine tesis edilmiş sınırlı ayni hakkın bulunması hâlinde müsadere kararı, bu hak saklı kalmak şartıyla verilir. (2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir. (3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir. (4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir. (5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir. (6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelediği elkoyma ve müsadere tedbirleri, suçla mücadele için etkili ve gerekli bir araçtır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, §§ 27, 30). AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin devlete tanınması kişilerin mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı usule ilişkin güvenceler öngörülmelidir. AİHM kişilere, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin kanun dışı, keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Saccocia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008, § 89; Džinić/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68). AİHM benzer bir şikâyeti ele aldığı bir kararında uluslararası uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele için gerekli tedbirlerin alınmasına ve bu konuda devletlerin geniş bir takdir yetkisi olmasına karşın iç hukukta iyi niyetli malikin yararlanabileceği bir giderim mekanizmasının mevcut olmadığı gerekçesiyle toplumun genel yararı ile bireyin temel hakları arasındaki adil dengenin sağlanamadığı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Bowler International Unit/Fransa, B. No: 1946/06, 23/7/2009, §§ 34-47). Telbis ve Viziteu/Romanya (B. No: 47911/15, 26/6/2018) kararına konu olayda bir tıp doktoru hakkında rüşvet alma suçundan ceza soruşturması başlatılmış, doktor ve eşinin konutunda arama yapılarak doktorun eşi ve kızına ait bazı eşyalara ve 000 avro üzerinde paraya el konulmuştur. Ceza yargılaması sonunda doktorun mahkûmiyetine karar verilmiş ve rüşvet suçundan elde edildiği gerekçesiyle el konulan para ve eşyanın müsaderesine karar verilmiştir (Telbis ve Viziteu/Romanya, §§ 6-16). AİHM, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi üçüncü kural çerçevesinde incelemiş; müdahalenin hukuki bir dayanağının olduğunu ve yasa dışı yollarla elde edilen mülkün müsadere edilmesinin caydırıcı ve kamunun uğradığı zararı tazmin edici bir amacının olduğunu belirterek müdahalenin özellikle yolsuzlukla mücadele bakımından kamu yararına dayalı meşru bir amacının olduğunu vurgulamıştır (Telbis ve Viziteu/Romanya, §§ 72-74). AİHM, ölçülülük yönünden yaptığı değerlendirmede ise öncelikle haklarında bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı hâlde başvurucuların müsadere tedbirinin uygulandığı yönündeki şikâyetlerini irdelemiştir. AİHM ilk olarak gerek Avrupa ortak hukukuna gerekse de evrensel hukuk standartlarına göre yolsuzluk, kara para aklama veya uyuşturucu suçları gibi ciddi suçlar yönünden müsadere için mahkûmiyet kararının gerekli olmadığını vurgulamıştır. İkinci olarak ise haksız yere elde edilmiş olduğu varsayılan mülkün meşru kökenini kanıtlama yükümlülüğü hukuk davaları da dâhil olmak üzere cezai olmayan müsadereye ilişkin yargılama süreçlerinde kanunla muhataplar üzerine de bırakılabileceğini belirtmiştir. Üçüncü olarak müsadere tedbirinin sadece suçtan elde edilen gelirlerle ilgili değil suç gelirlerini dönüştürme veya bu gelirlerin devri ya da karıştırılması yoluyla elde edilen herhangi bir gelir veya dolaylı menfaatleri içeren mülkler yönünden de uygulanabileceğini ifade etmiştir. Son olarak AİHM'e göre müsadere tedbiri, sadece suç isnadında bulunulan şüpheli veya sanıklar yönünden değil söz konusu varlıkların elde edilmesindeki rolünü gizleyen, iyi niyetli olmayan mülk sahibi üçüncü kişiler bakımından da uygulanabilir (Telbis ve Viziteu/Romanya, § 76). AİHM, somut olayda ise başvurucuların isnat edilen suçtan menfaat sağlayan sanığın yakın aile üyeleri olduğu için mülklerinin kanun dışı yollarla elde edildiği yönünde şüpheye düşülmesinin makul olduğunu belirtmiştir. Ayrıca kamu hizmetinde yolsuzluğun önlenmesi ve azaltılması amacına ilişkin sürecin bir parçası olarak müsadere tedbirinin uygulanması bakımından devletlerin geniş bir takdir yetkilerinin olduğu vurgulanmıştır. AİHM; Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin öngördüğü şekilde iç hukukta müsadere tedbirine karşı etkili bir biçimde itirazda bulunabilme imkânının başvuruculara tanındığını, ilgili mal varlığı yasa dışı yollarla elde edildiği için derece mahkemelerinin müsadere kararı vermelerinin keyfî olmadığını, başvurucuların ise bunun aksini kanıtlayamadıklarını ifade etmiştir. AİHM son olarak derece mahkemelerinin sanığın yalnızca beş hafta içinde yüzlerce rüşvet alma suçunu işlediği ve devletin sosyal güvenlik sistemine zarar verdiği yönündeki tespitlerine yer vermiştir. AİHM ayrıca böylesine kısa bir sürede sanığın ve ailesinin elde ettiği mal varlığının -yasal gelirleri ile karşılaştırıldığında- açıkça orantısız olmadığını açıklamıştır (Telbis ve Viziteu/Romanya, §§ 77-80). AİHM yolsuzlukla mücadele alanında kamu makamlarına geniş bir takdir yetkisinin tanındığını ve başvuruculara müsadere tedbirinin uygulanmasına karşı etkili bir savunma ve itiraz hakkının tanındığını, derece mahkemelerinin kararlarının da keyfî olmadığını belirterek müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varmıştır (Telbis ve Viziteu/Romanya, § 81).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/73139
Başvuru, taşınmazın müsadere edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular sırasıyla 13/12/2014 ve 4/3/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/3906 sayılı bireysel başvuru dosyası, konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/20472 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine, 5/9/1985 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası sonucu yerel Mahkemece verilen karar Yargıtay tarafından bozulmuş ve bozma üzerine tekrar verilen karar Yargıtayca 15/4/2015 tarihinde onanarak anılan dava sona ermiş ve karar kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20472
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ulusal düzeyde yayın yapan Bugün gazetesinde (Gazete) çıkan habere (basın açıklamalarına) karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru 23/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde belirtilen olaylar özetle şöyledir: Gazetenin 28/5/2013 tarihli nüshasında “Milyonlarca lira ödediği tablolar sahte çıktı” başlıklı başvurucunun da adı geçen bir haber yer almıştır. Söz konusu haberin başvurucu ile ilgili kısım şöyledir: “İlginç bir olay da Gündeş’in koleksiyonuna kattığı Hoca Ali Rıza’ya ait resimde yaşandı. Resim Gündeş’e satılmadan önce, antika piyasasının en önemli merkezi Çukurcuma’da bir antikacıdaydı. Bu antikacı Gündeş’in İstanbul manzaralı resimler topladığını öğrenince, resmi sanatçıya göstermek istedi. Bunun için de eksper Bayram Karşit’e giderek orijinal raporu almak istedi. Ancak Karşit, resmi görür görmez, ‘Bu resim sahte. O yüzden orijinal raporu vermedik’ dedi.Bu olaydan kısa bir süre sonra aynı resim, değerinin çok altında bir fiyata eski uyuşturucu kaçakçısı, ‘Kör Hamit’ lakaplı Siirtli Hamit Karataş ve bir ortağı tarafından satın alındı. Bayram Karşit bu defa resme ‘orijinal’ raporu vererek, resmin Ebru Gündeş’e 220 bin liraya satılmasını sağladı. Konuyla ilgili görüştüğümüz eksper Bayram Karşit, resimlerle ilgili vermiş olduğu raporların arkasında olduğunu belirtti. Karşit, resimlerde hiçbir problem olmadığını, bu dedikoduları kendisini çekemeyenlerin çıkardığını belirtti.” Başvurucu, cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması üzerine İstanbul Sulh Ceza Mahkemesine tekzip metninin yayımlatılması talebinde bulunmuştur. Mahkeme, başvurucunun talebini kabul etmiştir. Karara yapılan itiraz, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 5/7/2013 tarihli kararı ile kabul edilmiştir. Başvurucu kararı 8/7/2013 tarihinde tebellüğ etmiştir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 23/7/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Düzeltme ve cevap” kenar başlıklı maddesinin birinci, dördüncü ve beşinci fıkraları ile “Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması” kenar başlıklı maddesi.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5686
Başvuru, ulusal düzeyde yayın yapan Bugün gazetesinde (Gazete) çıkan habere (basın açıklamalarına) karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
0
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri olmadan tutuklama kararı verilmesi nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, özel yetkili mahkemede yargılama yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/2/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 7/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 3/7/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Doğan Eren, yasa dışı örgüte üye olma suçunu işlediği iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında 28/2/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve Kurtalan Sulh Ceza Mahkemesinin 2/3/2011 tarihli ve 2011/14 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şu şekildedir:"Kurtalan Başsavcılığının talebinin kabulü ile şüpheli Doğan EREN'in üzerine yüklenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığı, şüphelinin serbest bırakılması halinde tanık ve başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunabileceği hususunda somut emarelerin bulunması, kuvvetli suç şüphesinin varlığı, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK'nun 100/maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu ve 5271 sayılı CMK'nun maddesinde öngörülen şartların şüpheli açısından gerçekleşmiş bulunması nedenlerinden ötürü Kurtalan Başsavcılığının istemi de dikkate alınarak şüphelinin CMK'nun ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına [karar verildi]." Başvurucu Muhammed Demir, yasa dışı örgüte üye olma suçunu işlediği iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında 28/2/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve Kurtalan Sulh Ceza Mahkemesinin 2/3/2011 tarihli ve 2011/15 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şu şekildedir:"Kurtalan Başsavcılığının talebinin kabulü ile şüpheli Muhammed DEMİR'in üzerine yüklenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığı, şüphelinin serbest bırakılması halinde tanık ve başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunabileceği hususunda somut emarelerin bulunması,kuvvetli suç şüphesinin varlığı, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK'nun 100/maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu ve 5271 Sayılı CMK'nun maddesinde öngörülen şartların şüpheli açısından gerçekleşmiş bulunması nedenlerinden ötürü Kurtalan Başsavcılığının istemi de dikkate alınarak şüphelinin CMK'nun ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına [karar verildi]. " Başvurucu Kasım Çelik, silahlı terör örgütüne silah sağlama suçunu işlediği iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında 28/2/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve Kurtalan Sulh Ceza Mahkemesinin 2/3/2011 tarihli ve 2011/17 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şu şekildedir:"Kurtalan Başsavcılığının talebinin kabulü ile şüpheli Kasım ÇELİK'in üzerine yüklenen silahlı terör örgütlerine silah sağlama suçunu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığı, şüphelinin serbest bırakılması halinde tanık ve başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunabileceği hususunda somut emarelerin bulunması, kuvvetli suç şüphesinin varlığı, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK'nun 100/maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu ve 5271 Sayılı CMK'nun maddesinde öngörülen şartların şüpheli açısından gerçekleşmiş bulunması nedenlerinden ötürü Kurtalan Başsavcılığının istemi de dikkate alınarak şüphelinin CMK'nun ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına [karar verildi]. " Başvurucu Mikail Seviş, silahlı terör örgütüne silah sağlama suçunu işlediği iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında 2/3/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve Kurtalan Sulh Ceza Mahkemesinin 2/3/2011 tarihli ve 2011/21 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şu şekildedir:"Kurtalan Başsavcılığının talebinin kabulü ile şüpheli Mikalil SEVİŞ'in üzerineyüklenen silahlı terör örgütlerine silah sağlama suçunu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığı, şüphelinin serbest bırakılması halinde tanık ve başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunabileceği hususunda somut emarelerin bulunması, kuvvetli suç şüphesinin varlığı, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK'nun 100/ maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşuve 5271 Sayılı CMK nun maddesinde öngörülen şartların şüpheli açısından gerçekleşmiş bulunması nedenlerinden ötürü Kurtalan Başsavcılığının istemi de dikkate alınarak şüphelinin CMK'nun ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına [karar verildi]." Kurtalan Cumhuriyet Başsavcılığı 2010/1300 Soruşturma ve 2011/17 sayılı, başvurucular Mikail Seviş, Muhammed Demir, Doğan Eren'e ilişkin fezlekeyi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Fezlekede şu değerlendirmelerde bulunulmuştur: "Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2010/1300 soruşturma sırasında kayıtlı 10/12/2010 tarihinde ilçemiz 2 nolu sağlık ocağının yanında faili meçhul şahıslar tarafından kalabalık bir grubun lastik yakarak, molotof atarak ve taş dizip çöp konteynırı koymak suretiyle yolu trafiğe kapatma, 2010/1362 nolu soruşturma sırasında kayıtlı 27/11/2010 tarihinde kalabalık bir grubun aynı şekilde aynı yerde lastik yakıp yolu trafiğe kapatarak olaya müdahale için gelen panzere taş atıp zarar vermeleri, 2011/178 nolu soruşturma sırasında kayıtlı 13/02/2011 tarihinde ihbar üzerine ilçemiz Yayıkdere Mahallesi küme evleri mevkiinde havai fişek ve molotof kokteyli malzemelerinin toprağa gömülü şekilde ele geçirilmesi, 2011/179 nolu soruşturma sırasında kayıtlı 15/02/2011 tarihindeilçemiz 304 sokak üzerinde faili meçhul kalabalık grup tarafından ellerinde bulunan molotof kokteyllerle eylem hazırlığı içerisinde olan ve kolluk kuvvetlerinin müdahalesi üzerine kaçan şahısların araştırmalarının yapıldığı,  Araştırmalar devam ederken Kurtalan İlçe Emniyet Müdürlüğüne kendiliğinden müracaat eden Kurtalan 56 takma isimli gizli tanığın ifadeleri doğrultusunda tahkikat genişletilerek bahsi geçen eylemleri PKK/ Kongra Gel terör örgütü adına kendilerini Apocu Gençlik olarak adlandıran yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı şüpheliler ile bu soruşturma dosyasından ayrılan çocuk şüpheliler tarafından gerçekleştirildiğinin anlaşıldığı, ...Şüpheli Mikail SEVİŞ’in bahsi geçen yukarıdaki eylem ve faaliyetlerin tümüne katıldığı, 2011 tarihinde ikametgahında yapılan aramada 'beyaz bir poşet içerisinde bulunan 4 adet fresh ibaresi yazılı yeşil renkli soda şişesi ve ağızlarına bez parçaları takılı benzin kokusu olan sağlam şişeler, iki adet yeşil renkli fresh ibareli kırık soda şişesi, 1 adet kullanıma hazır Efes yazısı ibareli ağız kısmında çaput bulunan içerisinde benzin olan sıvı dolu şişe, aynı poşet içerisinde koyu renkli fitil şeklinde hazırlanmış içerisinde benzin olan bit top bezin ele geçtiği,...Şüpheli DOĞAN EREN’in yukarıdaki eylem ve faaliyetlerden 27/11/2010, 2010 ve 15/02/2011 tarihli olanlara katıldığı, 2011 tarihinde ikametgahında yapılan aramada ''Kürdistan Komünist Partisi Dosyası- Savunma - Şemdin Sakık Apo Dehşetin ve İhanetin Belgesi ve Ön Bir Soluklanma Çabası Yegenime Mektuplar'' isimli yasak yayınların ele geçtiği, ...Şüpheli Muhammed DEMİR’in 27/11/2010, 10/12/2010, 15/02/2011 tarihli yukarıda ayrıntılı olarak belirtilen eylemlere katıldığı, ikametgahında yapılan aramada ''Navenda Çanda Mezopotamya Sala 2011'' yazılı yasaklanmış takviminele geçtiği, şüphelinin göz altına alındığı tarihte kullanmış olduğu cep telefonundan terör örgütü PKK' nın sözde lideri Abdullah ÖCALAN' ın ve mensuplarının propagandasının yapıldığı 4 adet fotoğraf karesinin bulunduğu [anlaşılmıştır]." Kurtalan Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucu Kasım Çelik ile ilgili 2011/355 Soruşturma ve 2011/33 sayılı fezlekesinde şu değerlendirmelerde bulunulmuştur:"Bu kapsamda yapılan soruşturma sonunda düzenlenen 2011/17 sayılı fezleke Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK'nun maddesiyle yetkili) gönderilmiş olup, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/723 soruşturma sırasına kaydedildiği, bu dosyada şüpheliler ... ile birlikte şüpheli Kasım'ın 2011/17 nolu fezlekede bahsi geçen eylemlere katıldığı, şüpheli Kasım'ın suç tarihlerinde şüphelinin yaşının kayden 18'den küçük olduğu, şüphelinin Cumhuriyet Savcılığında müdafii huzurundaki ifadesinde yaşının 18'den büyük olduğunu beyan etmesi üzerine şüphelinin yaşının düzeltilmesi amacıyla Kurtalan Asliye Hukuk Mahkemesine dava açıldığı, mahkemenin 31/03/2011 tarih ve 2011/63 Esas, 2011/ 127 Karar sayılı kararının 18/05/2011 tarihinde kesinleştiği, buna göre şüphelinin doğum tarihinin 15/01/1987 olarak düzeltildiği ve suç tarihinde 18 yaşından büyük olduğu anlaşılmıştır. " Ayrı düzenlenen fezlekelere konu soruşturma evrakları birleştirilmiş; Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 28/6/2011 tarihli ve 2011/1056 sayılı iddianamesiyle başvurucular hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma, PKK terör örgütü propagandası yapma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme, örgüt faaliyeti çerçevesinde görevli memura görevini yaptırmamak için direnme, tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucularla ilgili olarak internet inceleme ve tespit tutanakları, görüntü inceleme ve tespit tutanakları, olay tutanakları, gizli tanık beyanları, telefon, sim kart, flash bellek ve hafıza kartları inceleme tutanakları, arama ve el koyma tutanakları gibi delillere dayanılmıştır. Başvurucular hakkındaki dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/561 sayılı esasına kaydedilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/561 sayılı dosyasının 7/7/2011 tarihinde tensiben yapılan incelemesinde "kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve ayrıca, sanıkların kaçacağı, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapma olasılıklarının bulunması, bunların yanında, sanıkların 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan birini işlediği hususunda yoğun şüphenin varlığı" gerekçesiyle başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Devam eden on üç duruşmada Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi "atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak, PKK terör örgütü propagandası yapmak, 2911 sayılı Kanuna muhalefet, örgüt faaliyeti çerçevesinde görevli memura görevini yaptırmamak için direnme, tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması, suçlarının vasıf ve mahiyeti, ekspertiz raporu, olay yakalama muhafaza altına alma tutanağı, gizli tanık beyanları ve tüm dosya kapsamına göre, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, suçun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması, isnat edilen suç için öngörülen ceza miktarı nedeniyle kaçma şüphesinin varlığının bulunması, tutuklama tedbirinin makul ve dosya kapsamıyla uyumlu olması, bu koşullar altında adli kontrol uygulamasının tutuklamadan beklenen amaca ulaşılmasını sağlayamayacağı" gerekçeleriyle başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Başvurucuların bu kararlara karşı yaptıkları itirazlar da reddedilmiştir. 1/12/2011 tarihli duruşmada gizli tanığın tarihi ayrıca belirlenecek bir duruşmada dinlenmesine, Kurtalan İlçe Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılarak sanıkların 10/5/2010, 30/5/2010 ve 3/7/2010 tarihli eylemlerini gösterir şekilde görüntülerinin CD ortamına aktarılarak gönderilmesinin istenmesine, sanıklara ait görüntülerin yer aldığı CD geldiğinde duruşma günü beklenmeksizin önceki bilirkişiye tevdi edilerek sanıkların görüntülerdeki konumları ile ilgili olarak fotoğraf çıktısı da alınmak suretiyle rapor aldırılmasına ilişkin ara kararı verilmiştir. 7/8/2012 tarihli duruşmada bilirkişinin raporunu dosyaya ibraz ettiği anlaşılmıştır. 31/12/2012 tarihli duruşmada gizli tanık dinlenmiş ve başvurucuları teşhis ederek onları suçlayıcı beyanlarda bulunmuştur. 18/4/2013 tarihli duruşmadasavunması alınmayan sanığın savunması alınmış, dosyanın varsa tevsii tahkikat talepleri, yoksa esas hakkındaki mütalaa beyanının hazırlanması için Cumhuriyet savcısına tevdiine karar verilmiştir. 11/7/2013 tarihli duruşmada Savcılık dosyanın kapsamlı olmasını gerekçe göstererek mütalaasını hazırlayamadığını belirtmiştir. Mahkeme, dosyanın mütalaa beyanı için Savcılığa tevdi edilmesine ve hakkında yakalama emri bulunan sanığın yakalanmasının beklenmesine karar vermiştir. 31/10/2013 tarihli ve 25/2/2014 tarihli duruşmalar da benzer gerekçeyleertelenmiştir. Başvurucular son olarak 16/1/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine tahliye talebinde bulunmuşlardır. Tahliye talepleri Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 23/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir: "Tutuklu sanıklar Doğan EREN, Muhammed DEMİR,Mikail SEVİŞ ve Kasım ÇELİK'in üzerlerine atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak, PKK Terör Örgütü propagandası yapmak, 2911 sayılı Kanuna muhalefet, örgüt faaliyeti çerçevesinde görevli memura görevini yaptırmamak için direnme, tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması, suçlarının vasıf ve mahiyeti, ekspertiz raporu, olay yakalama, muhafaza altına alma tutanağı, gizli tanık beyanları ve tüm dosya kapsamına göre, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, suçun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması, isnat edilen suç için öngörülen ceza miktarı nedeniyle kaçma şüphesinin varlığının bulunması, tutuklama tedbirinin makul ve dosya kapsamıyla uyumlu olması, bu koşullar altında adli kontrol uygulamasının tutuklamadan beklenen amaca ulaşılmasını sağlayamayacağı gözönüne alınarak sanıkların tutukluluk hallerinin devamına [karar verildi]." Başvurucular bu karara itiraz etmişlerdir. İtirazı değerlendiren Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 10/2/2014 tarihli ve 2014/84 Değişik İş sayılı kararıyla tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararda bir isabetsizlik bulunmadığını belirterek itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucular19/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2014 tarihli ve E.2011/561, K.2014/36 sayılı kararıyla 6/3/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un maddesi uyarıncagörevsizlik kararı vererek dosyayı Siirt Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Bu karar üzerine dosya, Siirt Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/111 sayılı esasına kaydedilmiştir. Siirt Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan 14/4/2014, 5/5/2014, 28/5/2014 tarihli duruşmalarda "suçlarınınniteliği, suçun 5271 sayılı CMK’nın 100/ maddesine giren katalog suçlardan oluşu, mevcut delil durumuna göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, atılı suçun Yasada öngörülen hapis cezasının süresinin, sanıkların kaçacakları şüphesini uyandıran somut olgu niteliğini taşıması ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" gerekçeleriyle başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir.Başvurucu Doğan Eren 25/6/2014 tarihli duruşmada tahliye edilmiştir. Tahliye gerekçesi şu şekildedir: "Doğan Eren'in tutuklu kaldığı süre dosyadaki mevcut delil durumu, esasa müessir olabilecek delillerin büyük oranda toplanmış olması sanığın delilleri karartma ihtimali bulunmadığı kanaatine varılmış olması, sanığın saklanma ya da kaçacağına ilişkin dosyada somut bir bulgunun bulunmaması ve sabit ikametgah sahibi oluşu da göz önüne alınarak sanığın tutuksuz yargılanmak üzere tahliyesine [karar verildi.]" 23/7/2014 tarihli duruşmada başvurucular Kasım Çelik, Muhammed Demir, Mikail Seviş'in"suçlarınınniteliği, suçun 5271 sayılı CMK’nın 100/ maddesine giren katalog suçlardan oluşu, mevcut delil durumuna göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, atılı suçun Yasada öngörülen hapis cezasının süresinin, sanıkların kaçacakları şüphesini uyandıran somut olgu niteliğini taşıması ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" gerekçeleriyle tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Bu duruşmada Mahkeme ayrıca yakalamalı sanık için yapılan tüm arama ve araştırmalara rağmen bulunamadığıanlaşıldığından dosyanın sürüncemede kalmaması için sanık hakkındaki davanın bu dava dosyasından tefrikine, dosyanın yeni bir esas sıra numarasına kaydının yapılarak sanıkhakkında çıkartılan yakalama emrinin yeni esas üzerinden devamına, dosyanın varsa tevsii tahkikat, yoksa mütalaa yönünden Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar vermiştir.20/8/2014 tarihli duruşmadabaşvurucular Kasım Çelik, Muhammed Demir, Mikail Seviş 'intutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Başvurucular Kasım Çelik, Muhammed Demir, Mikail Seviş 19/9/2014 tarihli duruşmadatahliye edilmiştir. Tahliye gerekçesi şu şekildedir:"Sanıkların tutuklu kaldıkları süre dosyadaki mevcut delil durumu, esasa müessir olabilecek delillerin büyük oranda toplanmış olması sanıkların delilleri karartma ihtimali bulunmadığı kanaatine varılmış olması, sanığın saklanma ya da kaçacağına ilişkin dosyada somut bir bulgunun bulunmaması ve sabit ikametgah sahibi oluşu da göz önüne alınarak sanıkların tutuksuz yargılanmak üzere tahliyelerine [karar verildi] " Başvurucuların yargılandığı dava İlk Derece Mahkemesinde derdesttir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , , , 265 maddeleri. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi, 2911 sayılı Kanun'un maddesi.4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; (1) Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,(2) Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)...” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2432
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri olmadan tutuklama kararı verilmesi nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, özel yetkili mahkemede yargılama yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bir kısım başvurucular murisi Ömer Gökalp ile bir kısım başvurucular murisi Hasan Gökalp'in Derik Kadastro Mahkemesinde açtıkları kadastro tespitine itiraz davası, Yargıtayca merci tayini yoluyla Kızıltepe Kadastro Mahkemesine gönderilmiş, burada 1972/1 esasını alan davada yerel Mahkemece görevsizlik kararı verilmişse de anılan kararın temyizi üzerine karar bozularak dosya tekrar Kızıltepe Kadastro Mahkemesine gönderilmiş ve anılan Mahkemenin kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine devredilen dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13495
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, maluliyet aylığı bağlanması amacıyla Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) yapılan başvuru tarihinden yaklaşık 20 ay sonra maaş bağlanması nedeniyle bu süredeki maluliyet aylığının ödenmesi için İstanbul İş Mahkemesinde açılan davanın reddedilmesinin, sosyal güvenlik hakkı ile sosyal adalet ilkesini ihlal ettiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 24/10/2013 tarihinde İstanbul İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 25/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/3/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 16/6/2008 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu kolundan yaralanmıştır. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezinin 24/6/2008 tarihli raporuna göre başvurucunun kolu kesilmiştir. Başvurucu, 8/7/2008 tarihinde posta yoluyla SGK İstanbul İl Müdürlüğüne başvurarak maluliyet aylığı bağlanmasını talep etmiştir. Başvurucu, SGK tarafından 16/2/2010 tarihinde, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiş, anılan Hastane 5/3/2010 tarihli raporla başvurucunun %57 oranında vücut fonksiyon kaybına uğradığını bildirmiştir. SGK İstanbul İl Müdürlüğünün 29/3/2010 tarihli raporuna göre, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinin raporu dikkate alınarak, başvurucunun, çalışma gücünün en az %60’ını kaybettiğine karar verilmiştir. SGK İstanbul İl Müdürlüğünün yazısına göre, başvurucuya Nisan 2010 tarihi itibarıyla 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'na göre maaş bağlanmıştır. Başvurucu, 18/5/2010 tarihinde SGK İstanbul İl Müdürlüğüne başvurarak, 8/7/2008 tarihinde müracaat etmesine rağmen Nisan 2010 tarihinde maaş bağlandığını belirtmiş ve 8/7/2008 tarihi itibarıyla maaş ödenmesini talep etmiştir. SGK İstanbul İl Müdürlüğü, 3/6/2010 tarihli yazı ile 5/3/2010 tarihli rapora istinaden, raporu takip eden dönem olan Nisan 2010 tarihi itibarıyla maaş bağlandığını bildirmiştir. Başvurucu, SGK aleyhine 6/7/2010 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde açtığı davada, 8/7/2008 tarihinde SGK'ya başvurarak maluliyet aylığı bağlanmasını talep ettiği halde davalı tarafından 1/4/2010 tarihinden başlamak üzere maluliyet aylığı bağlandığını, 20 ay boyunca maaş ödenmediğini, bu süre içinde başvurusuna cevap da verilmediğini belirterek, davalının pasif kalması nedeniyle ödenmeyen 20 aylık maaş tutarının ödenmesi gerektiğini ileri sürmüş, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000,00 TL’nin 8/7/2008 tarihinden itibaren yasal faiziyle tahsilini istemiştir. Başvurucu, 28/2/2012 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini artırarak 278,63 TL’nin ödenmesini talep etmiştir. Mahkemece, 31/5/2012 tarihli ve E.2010/787, K.2012/451 sayılı kararla, başvurucuya, 506 sayılı Kanun'un maddesine göre rapor tarihinden sonraki aydan itibaren maaş bağlandığı, davalının işleminin kanuna uygun olduğu, başvurucuya 5/3/2010 tarihinde düzenlenen rapora istinaden rapor tarihini takip eden ayın başı itibarıyla maluliyet aylığı bağlandığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacının malullük aylığının geç bağlanması, daha önceki talebine göre aylık bağlanması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Davacının SGK sicil dosyası ve bu dosya içerisinde bulunan belgeler ile tüm dosya içeriğine göre; davacının 4/3/1983 tarihinde sigortalı olduğu, mevcut hasta epikriz raporlarına göre 4/7/2008 tarihinde maluliyet maaşı bağlanması için İstanbul İhtiyarlık Sigortası Müdürlüğüne müracaatta bulunduğu, yapılan inceleme sonucunda 52/51 sayılı 5/3/2010 tarihli raporla davacının çalışma gücünün en az 2/3'ünü kaybettiğinin tespit edildiği, söz konusu raporun verildiği tarihi takip eden ayın başı olan 1/4/2010 tarihinden itibaren davacıya malullük aylığının bağlandığı, davacının ise kurum işleminin hatalı olması ve kurumun pasif davranması nedeniyle 8/7/2008 tarihindeki talebine göre maluliyet maaşının bağlanması gerektiği halde geç işlem yapıldığından 20 aylık maaş karşılığının kendisine ödenmesi gerektiğini bildirerek Mahkememizdeki davayı açtığı anlaşılmış ise de, müracaat tarihinde yürürlükte bulunan 506 sayılı Kanun’un maluliyet aylığının başlangıcı ile ilgili maddesindeki ‘sigortalı olarak çalıştığı işten ayrıldıktan sonra, yazılı istekte bulunan ve malullük aylığına hak kazanan sigortalının aylığının ödenmesine, kendisinin yazılı isteğinden, malul sayılmasına esas tutulan raporun tarihi yazılı isteğini takip eden takvim ayından sonraki bir tarih ise, raporun tarihinden sonraki aybaşından başlanır’ yönündeki yasal düzenleme karşısında kurum işleminin yerinde olduğu, davacıya 5/3/2010 tarihinde düzenlenen rapora istinaden, rapor tarihini takip eden ayın başı itibariyle maluliyet aylığı bağlandığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilmiştir.” Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/5/2013 tarihli ve E.2012/20526, K.2013/11201 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır. Onama kararının gerekçesi şöyledir:“Dava, maluliyet aylığının geç bağlandığını iddia ederek, 8/7/2008 - 1/4/2010 tarihleri arasında ödenmeyen aylıklarının yasal faiziyle tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, ilâmında belirtildiği şekilde davanın reddine karar verilmiştir. Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddî delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar verilmiştir.” Karar, 11/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu, 24/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” 506 sayılı Kanun’un “Aylığın başlangıcı” kenar başlıklı mülga maddesi şöyledir:“Sigortalı olarak çalıştığı işten ayrıldıktan sonra yazılı istekte bulunan ve malüllük aylığına hak kazanan sigortalının aylığının ödenmesine, kendisinin yazılı isteğinden, malül sayılmasına esas tutulan raporun tarihi yazılı isteğini takibeden takvim ayından sonraki bir tarih ise bu raporun tarihinden sonraki ay başından başlanır. Çalışma gücünün en az üçte ikisini yitirmiş sayılan sigortalı birinci fıkraya göre aylıkların ödenmesine başlanacağı tesbit edilen tarihte hastalık sigortasından geçici iş göremezlik ödeneği almakta ise malüllük aylığı geçici iş göremezlik ödeneği verilme süresinin sona erdiği tarihten sonraki ay başından başlar. Şu kadar ki, bağlanacak malüllük aylığı, sigortalının hastalık sigortasından almakta olduğu geçici iş göremezlik ödeneğinin aylık tutarından fazla ise, aradaki fark, birinci fıkraya göre tesbit edilecek tarihten başlanarak verilir.” 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malûllük aylığının hesaplanması, başlangıcı, kesilmesi ve yeniden bağlanması” kenar başlıklı, 2008 yılı Ekim ayı başında yürürlüğe giren maddesi şöyledir:Malûllük aylığı; prim gün sayısı 9000 günden az olan sigortalılar için 9000 gün üzerinden, 9000 gün ve daha fazla olanlar için ise toplam prim ödeme gün sayısı üzerinden, 29 uncu madde hükümlerine göre hesaplanır. Sigortalı başka birinin sürekli bakımına muhtaç ise tespit edilen aylık bağlama oranı 10 puan artırılır. Ancak, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılanlar için 9000 prim gün sayısı 7200 gün olarak uygulanır. Malûllük aylığı, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamındaki sigortalılar ile (c) bendi kapsamında sigortalı iken görevinden ayrılmış ve daha sonra başka bir sigortalılık haline tabi olarak çalışmamış olanların; a) Malûl sayılmasına esas tutulan rapor tarihi yazılı istek tarihinden önce ise yazılı istek tarihini, b) Malûl sayılmasına esas tutulan rapor tarihi yazılı istek tarihinden sonra ise rapor tarihini, c) 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında çalışmakta olanların ise, malûliyetleri sebebiyle görevlerinden ayrıldıkları tarihi, takip eden ay başından itibaren başlar. …” 506 sayılı Kanun’un “Uyuşmazlıkların çözüm yeri” kenar başlıklı mülga maddesi şöyledir: “Bu kanunun uygulanmasından doğan uzlaşmazlıklar, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülür.” 5510 sayılı Kanun’un “Uyuşmazlıkların çözüm yeri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7970
Başvuru, maluliyet aylığı bağlanması amacıyla Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) yapılan başvuru tarihinden yaklaşık 20 ay sonra maaş bağlanması nedeniyle bu süredeki maluliyet aylığının ödenmesi için İstanbul 8. İş Mahkemesinde açılan davanın reddedilmesinin, sosyal güvenlik hakkı ile sosyal adalet ilkesini ihlal ettiği iddiası hakkındadır.
1
Başvuru, bir hukuk davasına ilişkin yargılama sürecinde borçlunun mal varlığı üzerindeki tedbir kararlarının kaldırılmasından dolayı alacağı elde etmenin imkânsız hâle gelmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru devam ederken vefat eden Y.Ö.nün yasal mirasçıları olan eşi Safiye Öztürk ile çocukları Naziye Ünverdi, Mehmet Öztürk ve Gülbahar Öztürk başvuruya devam etmek istediklerini beyan etmiştir. Yasal mirasçı olan başvurucular bireysel başvurunun tarafı hâline gelmişse de anlatım kolaylığı açısından Y.Ö. başvurucu olarak nitelendirilecektir. İnşaat işçisi olan başvurucu 5/4/2002 tarihinde meydana gelen bir iş kazasında yaralanmıştır. Başvurucu 2/10/2003 tarihinde Antalya İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) taşeron , iş sahibi K.T. ile diğer davalılara karşı iş kazasından kaynaklı maddi tazminat davası açmıştır. Başvurucunun talebi üzerine İş Mahkemesi 12/2/2010 tarihinde davalı ye ait iki bağımsız bölüm ve bir araç hakkında ihtiyati tedbir kararı vermiştir. Başvurucu 6/6/2011 tarihinde aynı iş kazasına dayanarak ve K.T. aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Bu dava, başvurucunun daha önce açtığı maddi tazminat davası ile birleştirilmiştir. İş Mahkemesi 23/9/2013 tarihinde maddi tazminat talebi hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına ve manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulüne karar vermiştir. İş Mahkemesi, iş gücü kaybından kaynaklanan zarar tamamen karşıladığından maddi tazminat talebinin konusuz kaldığını belirtmiş; manevi tazminat yönünden ise ceza yargılamasında tespit edilen kusur oranına göre 000 TL'nin den, 000 TL'nin diğer davalı K.T.den olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Taraflar kararı temyiz etmiştir. Başvurucu 15/11/2013 tarihinde karara dayanarak icra takibi başlatmıştır. Buna karşılık davalı 26/11/2013 tarihinde 910 TL tutarında bir teminat mektubu sunmuş, icranın geri bırakılmasını istemiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Yargıtay Dairesi) 17/1/2014 tarihinde davalı yönünden ilam hükmünün temyiz incelemesi sonucuna kadar icranın geri bırakılmasına karar vermiştir. İş Mahkemesi de 31/10/2014 tarihinde daha önce davalı ye ait iki adet taşınmaz hakkında verdiği tedbir kararını (bkz. § 3) kaldırmıştır. Yargıtay Dairesi 11/12/2014 tarihinde kusur oranını tespit edecek bir rapor alınması ve kabule göre de manevi tazminatı müştereken ve müteselsilen karar verilmesi gerektiğini belirterek hükmü bozmuştur. Daire ayrıca bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığını belirtmiştir. Başvurucu 23/2/2015 tarihinde tedbirlerin kaldırıldığı ye ait taşınmazlara ve bir diğer araca yeniden tedbir konulmasını, bunun mümkün olmaması hâlinde ise borçlu adına kayıtlı başka taşınmazlar hakkında tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucu, bozma kararı doğrultusunda davalıların tazminattan müteselsilen ve müştereken sorumlu olacakları gözetildiğinde nin teminat mektubundaki tutarın alacağın tamamını karşılamayacağını ileri sürmüştür. İş Mahkemesi 24/2/2015 tarihinde başvurucunun belirttiği araca tedbir koymuştur. Bununla birlikte daha önce bir şirketin söz konusu araç hakkında rehinin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi başlatmış olması üzerine başvurucu 3/9/2015 tarihinde adına kayıtlı altı adet taşınmaz hakkında tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucu, üzerinde bulunan rehin nedeniyle araç hakkında verilen tedbir kararının anlamını yitirdiğini, daha önce tedbir konulup kaldırılan iki taşınmazın bu süreçte üçüncü kişilere devredildiğini, hakkında tedbir talep edilen taşınmazların alacağı karşılayacağının şüpheli olduğunu kaydetmiştir. İş Mahkemesi 4/9/2015 tarihinde başvurunun gösterdiği ve nin çeşitli oranlarda paydaş olduğu taşınmazlar hakkında tedbir kararı vermiştir. Yargıtay Dairesinin bozma kararına uyan İş Mahkemesi 12/7/2017 tarihinde 000 TL manevi tazminatın olay tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar ve K.T.den müştereken ve müteselsilen tahsiline karar vermiştir. Davalı nin kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Dairesi 25/12/2018 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucu tarafından sunulan 29/1/2019 tarihli icra dosyası hesabına göre 527,51 TL yekûn alacaktan 910 TL yatan para miktarı düşüldüğünde 617,51 TL bakiye borç miktarı kaldığı görülmektedir. Başvuru 1/2/2019 tarihinde Y.Ö. tarafından yapılmıştır. Başvurucu Y.Ö. 19/12/2020 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun mirasçıları başvuruyu devam ettirmek istediklerini 14/9/2022 tarihinde bildirmiştir. Komisyon 12/9/2023 tarihinde başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilemez olduğuna, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3999
Başvuru, bir hukuk davasına ilişkin yargılama sürecinde borçlunun mal varlığı üzerindeki tedbir kararlarının kaldırılmasından dolayı alacağı elde etmenin imkânsız hâle gelmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine 24/3/2009 tarihinde açtığı işe iade davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 22/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede dosyanın Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 27/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 3/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 28/2/2009 tarihinde iş akdinin feshedilmesi üzerine, 24/3/2009 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde açtığı işe iade davasında, iş akdine haksız olarak son verildiğini ileri sürerek, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, 2/12/2009 tarih ve E.2009/267, K.2009/663 sayılı kararla; feshin geçerli nedene dayandığının davalı işveren tarafından kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Davalının temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/10/2011 tarih ve E.2011/74, K.2011/3694 sayılı ilâmıyla, Mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli olmadığı, gerekli bilgi ve belgeler getirtilmeden, keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmadan eksik incelemeye dayalı hüküm kurulduğu gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. Ankara İş Mahkemesi bozma kararına uyarak, 17/4/2014 tarih ve E.2011/1211, K.2014/518 sayılı kararıyla, bilirkişi raporu, Türkiye İş Kurumundan gelen belgeler, başvurucunun iş akdine son verildikten sonra yeni çalışanların işe başladıkları bilgisi ve toplu iş sözleşmesi hükümlerini dikkate alarak davanın kabulüne, feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Davalının temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/11/2014 tarih ve E.2014/30593, K.2014/32191 sayılı ilâmıyla, Mahkemece tefhim edilen kısa kararla sonradan yazılan gerekçeli kararda, işe başlatmama tazminatının miktarı yönünden açık bir çelişki bulunduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkeme bozma kararına uyarak, 17/3/2015 tarih ve E.2014/2441, K. 2015/368 sayılı kararıyla, davanın kabulüne, davacının işe iadesine hükmetmiştir. Anılan karar davalı tarafından temyiz edilmiş olup, yargılama devam etmektedir. Başvurucu, 22/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin üçüncü fıkrası (bkz. B.No: 2014/1981, 18/9/2014, §§ 17–22).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5485
Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine 24/3/2009 tarihinde açtığı işe iade davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, murisin 8/7/1997 tarihinde hayatını kaybetmesi ve faili meçhul kalan ölüm olayı nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/7/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvurucular bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 26/5/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Hakime Şengül'ün eşi diğer başvurucuların babası olan A.Ş., 8/7/1997 tarihinde kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçırılmış vefaili meçhulbir silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmiştir. Başvurucular 5/1/2006 tarihinde, murislerinin ölüm olayı nedeniyle uğradıkları zararların karşılanması için 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırılmaları istemiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Komisyon 6/2/2007 tarihli ve 2007/2-331 sayılı kararı ile 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle başvurunun reddine karar vermiştir. Başvurucular murisin ölüm olayının 5233 sayılı Kanun kapsamına girdiğini belirterek yapılan başvurunun reddine ilişkin Komisyonun 6/2/2007 tarihli ve 2007/2-331 sayılı kararının iptali ile maddi ve manevi tazminat istemiyle Batman Valiliği aleyhine 16/4/2007 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 7/12/2007 tarihli ve E.2007/405, K.2007/1713 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:"... Bakılan davada; 1997 tarihli müşteki ve A. Ş.nin oğlu Yusuf Şengül’ünşikayet dilekçesinde; “ babasının 1997 günü saat 07:00 sıralarında ilçe merkezine gidiyorum diye evden ayrıldığı, işsiz olduğu, saat 20:00’ye kadar eve dönmemesi nedeniyle meraklandıklarını ve müştekinin amcasının oğlu olan Ş.nin ölenin 07:30 sıralarında Tekel Mahallesinde bulunan yol kenarındaki dükkanının önünde otururken siyah renkli Doğan veya Şahin marka bir otonun içinde dükkanının önünden geçtiğini, kendisine el kol işareti yaptığını, süratli bir şekilde Batman kavşağından Siirt istikametine döndüğünü,... sürücünün yanında bir kişi olduğu, babasının arka koltukta oturduğunu ve yanında bir kişinin daha olduğunu ve daha önceden kan davalıları olan H.Y., F.Y. ve O.Y. adlı şahısların kaçırmış olabileceğinden şüphelendiğini beyan ettiği, savcılıkça yapılan soruşturma sonucunda Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığının 2001/9 sayılı kararıyla sanıkların tespit edilemediğinden daimi arama kararı verildiği, 1997 tarihli olay yeri tutanağında; şahsın Batman Baraj Gölü kıyısı olan uçurumun yaklaşık 8-9 metre gerisinde vurulmuş olduğunun .... anlaşıldığı, ...Dosya kapsamında bulunan ifade tutanaklarına bakıldığında ise; 1997 tarihli N. A.nın ifade tutanağında; olay günü sabah 7:30 sıralarında Ş.nin dükkanının önünde işe gitmek için servis arabası beklerken ölenin lacivert renkli Doğan marka bir otomobille yanında 3 kişiyle beraber dükkanın önünden geçtiğini, plakada sadece 56 rakamını görebildiğini, ölenin el salladığını ancak ne demek istediğini anlayamadığını, o anda şüphelenmediğini fakat daha sonra A.Ş.yi emniyete sormaya gittiklerinde orada yakalanmış bulunan 56 AH 540 plakalı aracı tanıdığını ... bu aracın yüzde 99 sabah gördüğü araç olduğunu beyan ettiği, 1997 tarihli Ş.ye ait ifade tutanağında; T.B.ye ait 56 AH 540 plakalı otoyla 1997 günü Siirt’ten buzdolabı tamiri için Yayıklı Köyüne gittiğini, sonra Kurtalan’a döndüğünü ve ölen şahsı şahsen tanıdığını beyan ettiği, T.B.ye ait1997 tarihli ifade de ise; ölenle 1997 günü Kurtalan’da görüştüğünü, anlaşmazlığı olan bir şahısla ölenin anlaşmalarını sağladığını, daha sonra Ş. ile beraber üçünün Kurtalan’a geldiğini, 1997 günü ise A.Ş.yi hiç görmediğini beyan ettiği, olaya ilişkin vukuat raporunda ise olayın nedeninin kan davası veya düşmanlık nedeniyle adam öldürme olarak belirtildiği görülmektedir.Olayda; dosya kapsamı, ifade tutanakları ve yukarıdaki kanun hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden; olayın kan gütme saikiyle ya da herhangi kişisel bir meseleden dolayı adam kaçırma ve sonucunda öldürme olayı olduğu, vukuat raporu veKozluk Cumhuriyet Başsavcılığının 2001/9 sayılı daimi arama kararında da olayın adam kaçırma ve kan davası veya düşmanlık nedeniyle adam öldürme olarak belirlendiği, ifade tutanakları ve olay yeri tutanağından da A.Ş.nin kaçırıldığı ve sonra Batman Gölü kenarında öldürülerek suya atıldığı anlaşılmıştır.5233 Sayılı Yasa kapsamında tazminat ödenebilmesi için ise terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğranmış olması gerekirken bu kapsama girmeyen eylem nedeniyle 5233 Sayılı Yasaya göre tazminat ödenebilmesi mümkün değildir.Bu durumda; davacıların tazminat başvurusunun kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/3/2013 tarihli ve E.2011/9787, K.2013/2455 sayılı ilamıyla hüküm onanmasına karar verilmiştir. Karar, başvuruculara 11/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 2/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar'ın maddesi (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-24). 5233 sayılı Kanun'un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. ... Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5139
Başvuru, murisin 8/7/1997 tarihinde hayatını kaybetmesi ve faili meçhul kalan ölüm olayı nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/6/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç 1980 doğumlu olan başvurucu 2006 yılından itibaren Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinde (Belediye) çeşitli alt işverenler nezdinde (şirket) hizmet alım işçisi olarak çalışmakta iken 17/10/2017 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Fesih gerekçesinde; hukuk müşavirliğine gönderilen yazılı bildirimde kolluk kuvvetlerinden temin edilen bilgiler, idarece yapılan araştırmalar ve müfettiş raporları doğrultusunda terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerin iş akitlerinin 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) doğrultusunda feshedildiği belirtilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 15/11/2017 tarihinde dava açmıştır. Diyarbakır İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu, iş sözleşmesinin somut bir neden bildirilmeden, usul ve yasaya aykırı olarak feshedildiğini ileri sürmüştür. Davalı şirket cevap dilekçesinde, Belediye tarafından yapılan araştırmalar neticesinde başvurucunun PKK/KCK ile irtibat ve iltisakının tespit edildiğini, bu kapsamda Belediyenin talebi üzerine iş akdinin 667 sayılı KHK kapsamında feshedildiğini belirtmiştir. Davalı Belediye ise cevap dilekçesinde süre ve husumet yönünden itirazda bulunmakla yetinmiştir. Mahkeme yargılama sürecinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık), İl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet), Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT), Belediyeye, OHAL İnceleme Komisyonu ve diğer ilgili kurumlara müzekkere yazarak başvurucu hakkında bilgi/belge toplama yoluna gitmiştir. Bu kapsamda Başsavcılıktan gelen cevabi yazıda başvurucu hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde 2017/69 esasına kayden yargılama yapıldığı, Başsavcılık tarafından ayrıca yürütülen soruşturma kapsamında da takipsizlik kararı verildiği bildirilmiştir. Mahkeme 27/4/2018 tarihli karar ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Somut olayın dosyadaki delillerle birlikte değerlendirilmesinde; Davacının 22/11/2016 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 677 sayılı KHK ile iş sözleşmesinin feshedildiği, ülkemizde 20/07/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Olağanüstü Hâl ilân edildiği, davacının Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca devletin Milli Güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı olduğundan bahisle iş sözleşmesinin feshedildiği anlaşıldığından davanın reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." Başvurucu, anılan karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; Mahkemenin yaptığı değerlendirme ile hak arama hürriyetini engellediğini, işveren tarafından iddia ve isnatların ispatlanamadığını ileri sürmüştür. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 7/4/2021 tarihli karar ile istinaf talebinin esastan reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Mahkemece davacının iş akdinin feshiyle ilgili olarak davalıya, Cumhuriyet Başsavcılığı'na, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi'ne müzekkere yazıldığı anlaşılmaktadır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2017/69 esas 2017/270 karar sayılı ilamına göre, davacı hakkında terörizmin finansmanının önlenmesi hakkındaki kanuna muhalefet suçundan dava açıldığı, suç tarihinin 2011 olduğu, yargılama sonunda şüpheden uzak kesin delil elde edilemediğinden davacının beraatine karar verildiği ve kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmıştır.  Somut olayda; dosya içinde bulunan davacının terörle ilgili yapılarla iltisakı ya da irtibatı olup olmadığı hususunda davalıya, Cumhuriyet Başsavcılığı'na, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi'ne yazıların yazıldığı, cevabi yazılarda davacı hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2017/69 esas 2017/270 karar sayılı ilamına göre, davacı hakkında terörizmin finansmanının önlenmesi hakkındaki kanuna muhalefet suçundan dava açıldığı, suç tarihinin 2011 olduğu, yargılama sonunda şüpheden uzak kesin delil elde edilemediğinden davacının beraatine karar verildiğinin bildirildiği görülmüştür. Bu belge doğrultusunda Mahkemenin red kararının yerinde olduğu, işveren ile davacı arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği ve taraflar arasında sözleşmenin devamına engel teşkil edecek şekilde şüphe oluştuğu, bu nedenle davalı tarafından yapılan feshin geçerli nedene dayandığı anlaşıldığından, davanın reddine karar verilmesinin yerinde olduğu, ancak mahkeme gerekçesinde feshin geçerli nedenle yapıldığına dair tespit bulunmadığından mahkeme gerekçesinin feshin geçerli nedenle yapıldığı şeklinde düzeltilerek Mahkemece verilen kararda bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan bütün istinaf itirazlarının reddi ile usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşılan ilk derece mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusunun 6100 sayılı H.K.'nın 353/1-b(1) maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir." Nihai karar 28/5/2021 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Davasına İlişkin Süreç Başvurucunun 2011 yılında gerçekleştirdiği iddia edilen eylemler üzerine 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanun'a muhalefet ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlamaları ile hakkında soruşturma başlatılmış, 13/2/2012-16/2/2012 tarihlerinde gözaltı tedbiri uygulanmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) nezdinde görülen yargılama neticesinde 27/12/2017 tarihli karar ile delil yetersizliğinden başvurucunun beraatine hükmedilmiş; bu karar 9/2/2018 tarihinde istinaf edilmeksizin kesinleşmiştir. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç İşe iade davası devam ederken 15/12/2017 tarihinde başvurucu hakkında örgüt üyeliğinden soruşturma başlatılmış; 6/6/2018 tarihli karar ile kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4/2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu fark etmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/33217
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/16953 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/16656 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin 2015/16656 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, İzmir'de mukim S. Anonim Şirketine (Şirket) ortak olmuş ve Şirketin Yönetim Kurulu üyesi olarak görev almıştır. Şirketin 2002 ve 2004 yıllarına ait vergi borçlarının tahsili amacıyla başvurucuya 7/5/2010 tarihli birden fazla ödeme emri düzenlenmiştir. Bu ödeme emirleri başvurucunun bilinen adresinde bulunamaması üzerine 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesi uyarınca 20/12/2010 tarihinde ilanen tebliğe çıkarılmıştır. Başvurucu ilanen ödeme emri tebligatı yapıldığını 24/1/2011 tarihinde internet üzerinden öğrendiğini beyan ederek adresini de belirtmek ve bu adrese daha önce bir tebligat yazısı bırakılmadığını ileri sürmek suretiyle posta yoluyla tebligat yapılması için 25/1/2011 tarihinde Aliağa Vergi Dairesi Müdürlüğüne başvuruda bulunmuştur. Aliağa Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından tebligat talebine yönelik bir cevap verilmemesinin ardından başvurucu 20/4/2011 tarihinde ödeme emirlerinin iptali istemiyle İzmir Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 27/12/2011 tarihli kararıyla dava konusu ödeme emirlerini iptal etmiştir. Mahkeme öncelikle davaya ilişkin süre koşulunu incelemiştir. 213 sayılı Kanun uyarınca muhatabın adresinde bulunamaması hâlinin kanunda belirtilen kişiler nezdinde tespiti gerektiği ve bu husus dikkate alınmadan yapılan ilanen tebliğin usulsüz olduğu ifade edilerek davanın süresinde açıldığı kabul edilmiştir. Esasa ilişkin olarak ise öncelikle başvurucunun 2005 yılından itibaren Şirkette yönetim kurulu üyesi olduğu tespit edilmiş; ödeme emrine konu borcun ise bu tarihten önceki dönemlere ait olduğu belirtilerek kişisel sorumluluğu bulunmayan başvurucuya yönelik tesis edilen ödeme emirlerinde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir. Danıştay Üçüncü Dairesi 18/2/2014 tarihinde dava açma süresi yönünden değerlendirme yaparak iptal hükmünü bozmuştur. Öncelikle 213 sayılı Kanun uyarınca ilanen tebligat yapılmasından bir ay sonra ödeme emrinin tebliğ edilmiş sayılacağı, buna karşı dava açma süresinin yedi gün olduğu ve uyuşmazlık konusu ödeme emirlerinin 20/12/2010 tarihinde ilanen tebligata çıkarıldığı belirtilerek ödeme emrinin tebliğ edilmiş sayılacağı tarihten itibaren yedi gün içinde dava açılması gerekirken 20/4/2011 tarihinde açılan davanın süre aşımına uğradığı ifade edilmiştir. Mahkeme bozma ilamına uyarak ödeme emirleri için açılan davaları 15/10/2014 tarihli kararları ile bozma hükmünde belirtilen gerekçeler uyarınca reddetmiştir. Ret kararları Danıştay Üçüncü Dairesinin 7/5/2015 tarihli kararları ile onanmıştır. Başvurucu nihai kararı 30/9/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 20/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 213 sayılı Kanun'un "Tebliğ esasları" kenar başlıklı maddesinin ilk fıkrası şöyledir:"Tahakkuk fişinden gayri, vergilendirme ile ilgili olup, hüküm ifade eden bilumum vesikalar ve yazılar adresleri bilinen gerçek ve tüzel kişilere posta vasıtasiyle ilmühaberli taahhütlü olarak, adresleri bilinmiyenlere ilan yolu ile tebliğ edilir. " 213 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanuna göre bilinen adresler şunlardır: Mükellef tarafından işe başlamada veya adres değişikliğinde bildirilen işyeri adresleri, Yoklama fişinde veya ilgilinin imzası bulunmak şartıyla yetkili memurlar tarafından bir tutanakla tespit edilen işyeri adresleri, 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununa göre oluşturulan adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi.Birinci fıkranın (1) ve (2) numaralı bentlerinde yazılı bilinen adreslerden tarih itibarıyla tebligat yapacak makama en son olarak bildirilmiş veya bu makamca tespit edilmiş olanı dikkate alınır ve tebliğ öncelikle bu adreste yapılır.İşyeri adresinde tebliğ yapılacak olanların bu adresinde bulunamaması, işin bırakılması veya işin bırakılmış addolunması hallerinde tebliğ, gerçek kişilerde kendisinin, tüzel kişilerde bunların başkan, müdür veya kanuni temsilcilerinden birinin, tüzel kişiliği olmayan teşekküllerde ise bunları idare edenler veya varsa temsilcilerinden herhangi birinin adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresinde yapılır.İşyeri adresi olmayanlara tebliğ, doğrudan adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresinde yapılır. " 213 sayılı Kanun'un "Tebliğin ilanla yapılacağı haller" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Aşağıda yazılı hallerde tebliğ ilan yoluyla yapılır: Muhatabın bu Kanunun 101 inci maddesi kapsamında bilinen adresi yoksa, Bu Kanunun 101 inci maddesinin birinci fıkrasının (1) ve (2) numaralı bentlerinde sayılan bilinen adreste tebliğ yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde kayıtlı bir adresi bulunmazsa, Yabancı memleketlerde bulunanlara tebliğ yapılmasına imkân bulunmazsa, Başkaca nedenlerden dolayı tebliğ yapılmasına imkân bulunmazsa" 213 sayılı Kanun'un "İlanın neticeleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İlan üzerine bizzat veya bilvekale müracaat edenlere, yerinde, adres bildirenlere ise posta ile tebliğ yapılır. Posta ile yapılan bu tebliğ hakkında da 100 üncü madde hükmü cari olur.İlan tarihinden başlıyarak bir ay içinde ne vergi dairesine müracaat yapmış ve ne de adresini bildirmiş olanlara bir ayın sonunda tebliğ yapılmış sayılır. " 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un maddesinin işlem ve dava tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan hâlinde ödeme emri için dava açma süresi tebliğ tarihinden itibaren yedi gün olarak düzenlenmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16656
Başvuru, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, 9/7/1987 tarihinde terör örgütü tarafından evlerine baskın yapılması neticesinde murislerinin ve akrabalarının yaralanmasına ve öldürülmesine dair özel durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin olayın gerçekleştiği tarih itibarıyla Kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/3/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 20/1/2015 tarihli görüş yazısı 27/1/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili tarafından Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, terör örgütü mensupları tarafından 9/7/1987 tarihinde köylerine yapılan baskın sonucu murislerinin ve yakınlarından bazılarının yaralandığını, bazılarının öldürüldüğünü, bu özel durumdan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular 30/4/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. 12/12/2005 tarihli ve 2005/4-1282 sayılı Komisyon kararında, anılan olayın 9/7/1987 tarihinde meydana gelmesi ve tarih itibarı ile (19/7/1987 ve sonrası) 5233 sayılı Kanun kapsamına girmemesi nedeni ile talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucular tarafından, belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 5/12/2008 tarih ve E.2007/2180, K.2008/2275 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca karşılanması öngörülen zararlar, Kanunda 1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih olan 2004 tarihleri arasında terör ve terörle mücadele faaliyetleri sırasında uğranılan zararlar olarak belirtilmiştir. Bu durumda, dava konusu 1987 tarihli ölüm olayının, 5233 sayılı Kanun uyarınca 1987 - 2004 tarihleri arasında karşılanması öngörülen zararlar kapsamında değerlendirilemeyecek olması nedeniyle, başvurunun kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/12/2013 tarihli ve E.2011/9844, K.2013/10759 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama kararının 5/3/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edildiği ve 18/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 19/6/2014 tarihli ve E.2014/3916, K.2014/5597 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.” 5233 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. " 5233 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:"1987 tarihinden bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, görevleri başında iken terörden veya terörle mücadele sırasında zarar gören kamu görevlilerinden veya mirasçılarından, ilgili mevzuat uyarınca tazminat almış olup, ancak aldıkları tazminatın hesaplanma kriteri bu Kanundan farklı olanlardan, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içinde ilgili valilik veya kaymakamlıklara başvuranlara, yapılacak hesaplamada aldıkları tazminat ile bu Kanuna göre almaları gereken tazminat arasında fark bulunması halinde, eksik olan tutar yasal faiziyle birlikte ödenir. Ödenen tazminat tutarı fazla ise iade talep edilmez. Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde sonuçlandırılır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4245
Başvuru, 9/7/1987 tarihinde terör örgütü tarafından evlerine baskın yapılması neticesinde murislerinin ve akrabalarının yaralanmasına ve öldürülmesine dair özel durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin olayın gerçekleştiği tarih itibarıyla Kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, aile mahkemesi tarafından verilen tedbir kararında geçen ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 18/4/2019 tarihinde yapılan toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Bir üniversitede araştırma görevlisi olarak görev yapan başvurucunun eski kız arkadaşı, başvurucunun sürekli olarak kendisini takip ederek rahatsız ettiği iddiasıyla Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu hakkında kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçundan başlatılan soruşturma kapsamında Konyaaltı İlçe Emniyet Müdürlüğü 12/1/2016 tarihinde, hâkim onayına sunulmak ve üç ay süreyle geçerli olmak üzere 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un maddesine göre başvurucunun şiddet mağduruna yönelik şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına, korunan kişiye, bu kişinin bulunduğu konuta, okula ve işyerine yaklaşmamasına, gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmamasına karar vermiştir. Antalya Aile Mahkemesi (Mahkeme) 13/1/2016 tarihinde, kolluk makamı tarafından alınan tedbir kararını hâkim onayına kadar geçen süre için onaylamıştır. Mahkeme ayrıca iki ay süreyle geçerli olmak üzere şiddet uygulayan başvurucunun şiddet mağduruna yönelik şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması için uyarılmasına, şiddet uygulayanın korunan kişiye, bu kişinin bulunduğu konuta yaklaşmamasına, korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesine, bulundurulması ve taşınmasına kanunen izin verilen silahlarını kolluğa teslim etmesine, silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesine ve korunan kişiyi iletişim araçlarıyla rahatsız etmemesine karar vermiştir. Bu arada Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 8/2/2016 tarihinde, başvurucunun tedbir kararına dayanak gösterilen kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçunu işlediği konusunda müştekinin soyut iddiaları dışında kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte ve yeterlilikte delil bulunmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu 22/2/2016 tarihli dilekçesinde; tedbir talebinin soyut iddialara dayalı olarak verildiğini, isnat edilen eylemlere ilişkin olarak Cumhuriyet Savcılığı tarafından takipsizlik kararı verildiğini belirterek Antalya Aile Mahkemesi nezdinde tedbir kararına itiraz etmiştir. Antalya Aile Mahkemesi 23/2/2016 tarihli kararında; tedbir kararı verilebilmesi için şiddet uygulandığı hususunda delil ve belge aranmayacağını, mahkeme kararında kanuna aykırı bir yön bulunmadığını belirterek itirazı reddetmiştir. Başvurucu bu süreçte karşı tarafın trafikte kendisini takip ettiğini, aracıyla kırmızı ışıkta beklerken fotoğrafını çekip kendisine gönderdiğini, tanımadığı şahıslardan hakaret ve tehdit içerikli mesajlar aldığını, bu durumdan tedirgin olduğunu belirterek tedbir talebinde bulunmuştur. Antalya Aile Mahkemesi 11/3/2016 tarihli kararında, bir ay süreyle geçerli olmak üzere karşı taraf aleyhine 6284 sayılı Kanun'un maddesine göre tedbir kararı vermiştir. Başvurucu, Antalya Aile Mahkemesinin 23/2/2016 tarihli nihai kararını aynı tarihte öğrendiğini beyan etmiş; 23/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6284 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir..." 6284 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Bu Kanunda yer alan;...d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışıe) Şiddet mağduru: Bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışlara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalan veya kalma tehlikesi bulunan kişiyi ve şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulunan kişileri...g) Şiddet uygulayan: Bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişileri,...ifade eder." 6284 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" (1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması....c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması.d) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması.... (2) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birinci fıkranın (a), (b), (c) ve (d) bentlerinde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de alınabilir. Kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde hâkimin onayına sunar. Hâkim tarafından yirmi dört saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkar...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirtir. AİHM, içtihatlarında masumiyet karinesi ile sağlanan güvencenin iki yönünün bulunduğunu ifade etmiştir. Ceza yargılamasının yürütülmesine dair usule ilişkin güvenceyle, sonucunda mahkûmiyet kararı dışında bir hüküm kurulan ceza yargılaması ile bağlantılı olan durumlarda daha sonra yürütülecek yargılamalar boyunca kişinin masumiyetine saygı gösterilmesinin sağlanması amaçlanır. Usule ilişkin bu kapsamda masumiyet karinesi ilkesi, ceza yargılamasının kendisinin adil olmasını sağlayacak usule ilişkin güvence olarak kamu görevlilerinin davalının suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklar. Ancak bu husus, cezai meselelerde usule ilişkin güvence ile sınırlı olmayıp bu kapsam daha geniştir ve devletin hiçbir temsilcisinin, mahkeme kararı ile suçluluğu ispatlanıncaya kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu söylememesini gerekli kılar. Bu kapsamda sadece ceza yargılamasında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Sözleşme’nin maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamındaki güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza gerektiren bir suçla suçlandığı süreye ilişkin iken masumiyet karinesi güvencesinin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43). Masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir usul güvencesi olmasına rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve etkili şekilde sağlanabilmesi için beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması devam etmeyen kişilere kamu görevlileri veya otoritelerince suçlu muamelesinde bulunulmasını önlemelidir. Bu kapsamda ceza davasını takip eden ve ceza yargılaması niteliğinde olmayan herhangi bir yargılamada da (hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesine özen gösterilmelidir. Bununla birlikte ceza yargılamasında mahkûmiyetle sonuçlanmamış aynı olaylara dayanılarak bir kişinin disiplin suçundan suçlu bulunması veya hakkında tazminata karar verilmesi masumiyet karinesini otomatik olarak ihlal etmez. Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Allen/Birleşik Krallık [BD], B. No: 25424/09, 12/7/2013, §§ 92-105, 120-126). AİHM, bir mahkemenin sanığın suçlu olduğuna dair görüşünü zamanından önce ifade etmesinin masumiyet karinesine ters düşeceğini (Nestak/Slovakya, B. No: 65559/01, 25/2/2007, § 88), bir kişi yargılanmadan ve suçu sabit görülmeden önce kamu görevlilerinin bu kişi ile ilgili beyanlarında kullandıkları kelimeleri seçerken dikkatli olmalarının önemli olduğunu vurgulamıştır (Khuzhin ve diğerleri/Rusya, B. No: 13470/02, 23/10/2008, § 94). Bununla birlikte AİHM, açıklanan beyanların şekline değil gerçek anlamına da dikkat edilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Lavents/Letonya, B. No: 58442/00, 28/11/2002, § 126). AİHM gündemine gelen başka bir başvuruda, hakkında ceza soruşturması yürütülen başvurucu savcıdan takipsizlik kararı verilmesini talep etmiş, ancak savcı bu talebi reddetmiştir. Başvurucu, ret kararında kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiğini iddia etmiştir. AİHM öncelikle bir kişi kesinleşmiş bir mahkûmiyet ile suçlu bulunmadan önce kamu görevlilerinin kişi hakkında sarf ettiği ifadelerin seçiminin önemli olduğunu, bununla birlikte bir kamu görevlisinin beyanının masumiyet karinesi ilkesine aykırı olup olmadığının söz konusu ifadenin özel koşullarına göre belirlenmesi gerektiğini, başvuru konusu olayda da takipsizlik kararında geçen ifadelerin hangi bağlamda kullanıldığına dikkat edilmesi gerektiğine değinmek suretiyle kararda ispatlanma teriminin kullanılmış olması talihsizlik olsa da bu ifadenin başvurucunun üzerine atılı suçun delillerle sabit olduğu hususuna ilişkin olmadığını, yalnızca dava dosyasının soruşturmanın haklılığına ilişkin delilleri ortaya koyup koymadığı noktasına işaret ettiğini belirtmiş ve masumiyet karinesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir (Daktaras/Litvanya, B. No: 42095/98, 10/10/2000, §§ 42-45).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6038
Başvuru, aile mahkemesi tarafından verilen tedbir kararında geçen ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 15/9/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 24/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve 15 arkadaşı, 15/9/2006 tarihinde Kızıltepe Belediye Başkanlığı aleyhine Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtıkları davada, kanundan ve toplu iş sözleşmelerinden doğan alacaklarının ödenmesini talep etmişlerdir. Mahkemece, 24/12/2010 tarihinde, başvurucu ve diğer davacılara ait dava dosyasının tefrikine, ayrı esas numaralarına kaydedilmesine karar verilmiştir Mahkeme, 24/2/2011 tarih ve E.2006/606, K.2011/88 sayılı kararla; ücret ve yıllık ücretli izin alacaklarının davalıdan tahsiline karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/10/2013 tarih ve E.2011/38884, K.2013/27640 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır. Onama kararı, 10/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 24/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Davalının karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/2/2014 tarih ve E.2014/4415, K.2014/5961 sayılı ilamıyla, iş mahkemelerinin kararlarına karşı karar düzeltme istenemeyeceği gerekçesiyle karar düzeltme dilekçesinin reddine karar verilmiştir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası ile maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (Bkz. B.No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16-20).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1004
Başvurucu, 15/9/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/5/2007 tarihinde babalığın tespiti talebiyle dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 17/4/2008 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/3/2009 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyan Mahkeme 26/1/2012 tarihli kararı ile davayı kabul etmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/2/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/743 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4630
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsili imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Adli yardım talebinde bulunan başvurucuların taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/11537 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2020/11537 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Birinci Bölüm Birinci Komisyon 13/9/2023 tarihinde başvuruların makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiası yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden kabul edilebilirlik hususunun karara bağlanmasının Bölüm kararını gerektirmesi nedeniyle Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11537
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsili imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, intihar olayında yaşamın korunması için kamu görevlileri tarafından gerekli tedbirlerin alınmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde sunulan, ayrıca ilgili Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinden temin edilen soruşturma dosyalarındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul İl Jandarma Komutanlığı Silivri Cezaevi Jandarma Tabur Komutanlığı emrinde jandarma teğmen olarak görev yapmakta iken 8/10/2010 tarihli yazı ile geçici olarak Maltepe Cezaevi Jandarma Tabur Komutanlığı emrine görevlendirilip 9/10/2010 tarihinde yaşamını yitiren 1984 doğumlu nin babasıdır. A. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Olayla ilgili olarak 1'inci Ordu Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından derhâl soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında 1'inci Ordu Komutanlığı Askerî Savcılığının talimatı ile Sancaktepe İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri derhâl Maltepe Cezaevi Jandarma Tabur Komutanlığına geçerek olay yeri inceleme işlemini gerçekleştirmiştir. Olay yeri inceleme işlemi sırasında başlangıçta tarafından yazıldığı değerlendirilen, sonrasında yapılan kriminal inceleme sonucu nin el ürünü olduğu tespit edilen not kâğıdı bulunmuştur. İki sayfadan ibaret not kâğıdında şu ifadeler yer almaktadır:"Anne, BabaHiçbir şeyden siz sorumlu değilsiniz. Ben kendim bir hata yaptım ve yapılan muameleyi kaldıracak gücüm ve takatim kalmadı. Sizlerin hep benim iyiliğimi düşünerek hareket ettiğinizin farkındayım ve biliyorum. Bugüne kadar hiç söylemesem de sizleri çok seviyorum. Hakkınızı ne olur bana helal edin.  [ ] Paşa,Komutanım ben size hep iyi niyet ve saygıyla yaklaştım. Tüm bunlardan belki haberiniz [çizilmiştir] yok. Belki siz de iyi niyetle yaklaştınız ama bana yapılanlar ve sonuçları çok ağrıma gitti. Bu duruma dayanamıyorum.  [E. ],Kardeşim dünden beri seninle konuşup dertleşmek çok istedim. Sen benim düştüğüm durumu biliyorsun. Tüm arkadaşlarıma çok selamımı ilet ve benim iyi niyetim sonunda bu durumlara düştüğümü bil. Bugüne kadar yanımda olduğun için çok sağol. Hakkını helal et.[Es.i] görürsen onunla benim aramdaki durumdan kaynaklanmadığını onu çok sevdiğimi anlat. Biliyorum belki şu anda [Es.] ile ilişkimize gülüyorsun ama bu imkansızlık ve mantıksızlığın hiç bir zaman umurumda olmadığını anlat. Hayatımın en güzel ve kısa zamanını ben onunla yaşadım.  [çizilmiştir] [Ş. ],Kardeşim seni çok seviyorum ve bugünlerde senin daha da bir ihtiyacını duyuyorum. Abine, [Ö.'e], hepsinin birer kardeşim olduğunu söyle. Benim hayallerimin içinde hep sizler vardınız. Sizlerin yanımda olduğu bir hayalle yaşadım hep. Hakkını helal et. [B.], [S.], [Öz.'ye], çok selamlarımı söyle. Ben yaptığım bu hatayı belki de en kolay ve onursuz yolla telafi ediyorum. Bilinmeli ki bu olaydan kimsenin suçu, günahı yoktur. Ben bir anlık gaflet ve düşüncesizlikle bu durumlara düştüm. Yapılan muamele ve içine düştüğüm durum çok ağrıma gidiyor. Hayatıma kendime olan saygıyı kaybettiğim için son veriyorum." Olayın ardından nin cesedi Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Haydarpaşa Eğitim Hastanesi morguna kaldırılmış ve askerî savcı tarafından ölü haricî muayenesi yapılmıştır. Muayene sonrası düzenlenen 9/10/2010 tarihli tutanaktaki doktor bilirkişinin beyanının ilgili kısımları şu şekildedir:"...sol memenin 1,5 cm alt, 2,5 cm. iç kısmında çevresinde 4 adet noktasal, alt kısmında bir tane dağınık yanık izi olan 2,5 - 3 cm çapında düzensiz kenarlı etrafında muhtemelen bitişik atışa bağlı olduğunu gösterir tatuaj izinin olduğu giriş deliğinin gözlendiği... ......sırtta orta hatta 9 - 10'uncu vertebraya denk gelen yerde 1,5 - 2 cm.lik düzensiz sınırlı muhtemelen ateşli silah yaralanmasına bağlı olduğu düşünülen mermi çıkış deliğinin gözlendiği, ellerinde svap örneklerinin alınmasına bağlı mürekkep izlerinin olduğu, bunun dışında vücutta başkaca darp, cebir, delici ve kesici alet yarası ile ateşli silah izine dair emarenin mevcut olmadığı tespit edilmiştir.........Mermi giriş ve çıkış yerleri tam olarak belirlenmiş olmakla birlikte merminin izlediği tırasenin, bunun meydana getirdiği tahribat ile ölüm sebebinin belirlenmesi amacıyla klasik otopsi yapılması uygundur." Askerî savcı tarafından ölü haricî muayenesinin ardından kesin ölüm sebebinin tespiti için cesedin İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına (Adli Tıp Kurumu) gönderilmesine karar verilmiştir. Adli Tıp Kurumunun 13/12/2010 tarihli otopsi raporunun sonuç kısmında şu tespitlere yer verilmiştir:i. Kişinin vücuduna bir adet öldürücü nitelikte ateşli silah mermi çekirdeği isabet etmiştir. ii. Atış, bitişik atış mesafesinden yapılmıştır. iii. Kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı omur kırığı ile birlikte iç organ yırtılmasıyla gelişen iç kanama sonucu meydana geldiği kanaatine varılmıştır. 1'inci Ordu Komutanlığı Askerî Savcılığı, ivedi işlemleri tamamladıktan sonra olayla ilgili soruşturma yetkisinin 3'üncü Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığında (Askerî Savcılık) olduğunu belirterek dosyayı 21/12/2010 tarihli yetkisizlik kararı ile Askerî Savcılığa göndermiştir. Askerî Savcılık yürüttüğü soruşturma neticesinde 7/11/2013 tarihli iddianame ve kovuşturmaya yer olmadığına dair (takipsizlik) kararıyla; i. H.K. ve İ.Ç. hakkında kişiyi hürriyetinden kılma ve memuriyet nüfuzunu sair suretle kötüye kullanma suçlarından kamu davası,ii. Y. hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve zincirleme suretle memuriyet nüfuzunu sair suretle kötüye kullanma suçlarından kamu davası,iii. A.Ö. hakkında memuriyet nüfuzunu sair suretle kötüye kullanma suçundan kamu davası açmış,iv. E.E. hakkında ise intihara yönlendirme suçundan takipsizlik kararı vermiştir. 3'üncü Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) yaptığı yargılama neticesinde 26/12/2014 tarihli kararıyla H.K., İ.Ç., Y. ve A.Ö.nün ayrı ayrı beraatlerine karar vermiştir. B. Olaya İlişkin Olarak Açılan Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu, oğlunun ölümü nedeniyle zararlarının karşılanması talebiyle 18/7/2011 tarihinde İçişleri Bakanlığına (İdare) başvurmuştur. İdarenin talepleriyle ilgili olarak bir cevap vermemesi üzerine başvurucu 13/9/2011 tarihli dilekçeyle İdare aleyhine AYİM nezdinde tam yargı davası açmıştır. Dilekçede başvurucu; oğlunun hizmet dışı, keyfî ve kasti nitelikte suç teşkil eden baskıların etkisinde kalarak 9/10/2010 tarihinde nöbetçi ere ait G-3 piyade tüfeği ile birlik içinde intihar ettiğini, intihar eylemi ile İdarenin ajanlarının eylemleri arasında doğrudan illiyet bağı bulunduğunu, oluşan zarardan idarenin gerek hizmet kusuru gerekse de kusursuz sorumluluk gereği sorumlu olduğunu belirterek 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebinde bulunmuştur. AYİM İkinci Dairesinin 21/10/2015 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilerek başvurucunun tazminat talepleri oybirliğiyle reddedilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Dava konusu davacılar yakını müteveffa J.Tğm. 'ın ölümü olayında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı, ölüm olayının davacılar yakını olan müteveffanın hizmet dışı kişisel sebeplerle ateşli silahla kendisini vurmak suretiyle intihar etmesi sonucunda oluştuğu, ölüm olayında müteveffa dışında kimsenin katkısının bulunmadığı her ne kadar müteveffa nöbet görevini yerine getiren bir askerin silahı ile bu eylemi gerçekleştirmiş ise de; müteveffanın rütbeli bir şahıs olması ve nöbetçiye verdiği emir üzerine bu askerin verilen emri yerine getirmek üzere silahını yere bırakıp olay mahallinden uzaklaşması üzerine müteveffanın bu silahı yerden alarak bu eylemi gerçekleştirdiği, dolayısıyla bu yönüyle de davalı idare ajanı olan şahsın olayda hizmet kusurunun bulunmadığı, askeri hizmet ile ölüm olayı arasında uygun illiyet bağı bulunmadığından davalı idarenin kusursuz şartlarının da bulunmadığı bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.Her ne kadar dava konusu olay sonrasında İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ve bir kısım personel hakkında yapılan yargılama sonucunda verilen beraat kararı temyiz edilmiş ve temyiz incelemesi henüz tamamlanmamış ise de; bu yargılamanın davacılar yakınını ölüm olayıyla doğrudan bir illiyet bağının bulunmadığı ve mahkeme kararının yeterli, olayın anlaşılmasına yetecek açıklıkta olması sebebiyle temyiz incelemesi sonucu beklenilmeden karar verilmiştir..." Karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de AYİM İkinci Dairesinin 30/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucu vekiline 22/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 20/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9489
Başvuru, intihar olayında yaşamın korunması için kamu görevlileri tarafından gerekli tedbirlerin alınmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza yargılaması sırasında banka hesaplarına konulan tedbirler ile güvence bedeli alınmak suretiyle uygulanan tedbirlerin uzun süredir kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm İkinci Komisyonun 15/4/2019 tarihli kararı ile başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkı dışındaki ihlal iddialarına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bireysel başvuru formunda başvurucular A.A., H.İ. ve Z.E. dışındaki kişilerin de başvurucu olarak belirtildikleri görülmüş ise de başvurucular A.A., H.İ. ve Z.E. dışında kalan başvurucuların şikâyetlerinin yalnızca yargılamanın makul sürede yapılmadığına yönelik olduğu ve makul sürede yargılanma hakkına yönelik şikâyetlerin Komisyon tarafından 15/4/2019 tarihli karar ile başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verildiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla A.A., H.İ. ve Z.E. dışında kalan başvurucuların güvence bedeli ile tedbir yönünden bir şikâyeti bulunmadığından inceleme yalnızca A.A., H.İ. ve Z.E. yönünden yapılmış ve karar başlığında bu başvurucuların kimlik bilgilerine yer verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 13/1/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuru formu ekinde yeterli bilgi ve belge bulunmadığından Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden inceleme yapılmış ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) yazılan yazı ile bilgi ve belge temin edilmiştir. 2009 yılı içinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) yurt dışında bulunan bahis şirketlerine erişerek futbol ve diğer spor müsabakalarına ait bahis ve şans oyunlarını yasa dışı oynatan ve Türkiye futbol liglerinde şike olaylarına karışan organize suç örgütlerinin tespitine yönelik olarak soruşturma başlatmıştır. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma neticesinde başvurucuların da aralarında bulunduğu şüpheliler 21/2/2010 tarihinde gözaltına alınmış, aynı tarihte başvurucular H.İ. ile Z.E. tutuklanmış ve diğer başvurucu A.A. serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucular H.İ. ve A.A.nın banka hesaplarına 17/2/2010 tarihinde tedbir konulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuların suç işlemek amacıyla çıkar amaçlı örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma, örgüt faaliyeti kapsamında 29/4/1959 tarihli ve 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun'a muhalefet etme suçlarını işledikleri gerekçesiyle 7/6/2010 tarihinde dava açılmıştır. Mahkeme 9/7/2010 tarihli kararı ile örgütün faaliyeti çerçevesinde örgüt yönetici ve üyelerinin cebir ve tehdit uyguladıkları iddiaları karşısında yargılama yapma görevinin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince özel yetkili Diyarbakır ağır ceza mahkemelerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Kararla birlikte başvurucular H.İ. ve Z.E. ayrı ayrı 000 TL nakdi güvence karşılığında tahliye edilmiş ve yurt dışına çıkış yasağına tabi tutulmak suretiyle adli kontrol altına alınmıştır. Başvurucular H.İ. ve Z.E. nakdi güvence bedellerini 9/7/2010 tarihinde yatırmış ve tahliye edilmiştir. Yargılamaya Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi ( Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından devam edilmiş, 5/4/2011 tarihli duruşmada başvurucuların savunmalarının alındığı ifade edilerek adli kontrol kapsamında konulan yurt dışına çıkış yasaklarının kaldırılmasına karar verilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince yargılama sırasında ve farklı tarihlerde başvurucular ve diğer sanıklarca yapılan banka hesaplarındaki tedbirin kaldırılması -kovuşturma aşamasında açmış oldukları hesapların tedbir dışında bırakılmasına karar verilerek- talepleri reddedilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 17/3/2014 tarihli kararı ile 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici maddenin birinci ve dördüncü fıkraları uyarınca Diyarbakır ağır ceza mahkemelerinin yetkili olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. UYAP'tan yapılan incelemeye ve Mahkemeye yazılan yazıdan temin edilen bilgi ve belgelere göre Mahkemece yargılamaya devam edildiği, başvurucuların banka hesaplarındaki tedbirin kaldırılmasına ilişkin taleplerin reddedildiği, başvurucular vekilinin 16/3/2017 tarihli duruşmada güvence bedeli olarak yatırılan nakdi kefaletlerin iadesini talep ettiği ancak Mahkemenin güvence bedeli yönünden olumlu ya da olumsuz bir karar vermediği, dolayısıyla yargılamanın devam ettiği, banka hesapları üzerine konulan tedbir kararlarının kaldırılmadığı ve adli kontrol kapsamında güvence olarak alınan bedellerin iade edilmediği anlaşılmıştır. Başvurucular 26/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5271 sayılı Kanun’un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir. (2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir. (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:a) Yurt dışına çıkamamak....f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.... h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak....'' 5271 sayılı Kanun’un "Güvence" kenar başlıklı maddesi şöyledir: '' (1) Şüpheli veya sanık tarafından gösterilecek güvence, aşağıda yazılı hususların yerine getirilmesini sağlar:a) Şüpheli veya sanığın bütün usul işlemlerinde, hükmün infazında veya altına alınabileceği diğer yükümlülükleri yerine getirmek üzere hazır bulunması.b) Aşağıda gösterilen sıraya göre ödemelerin yapılması: Katılanın yaptığı masraflar, suçun neden olduğu zararların giderilmesi ve eski hâle getirme; şüpheli veya sanık nafaka borçlarını ödememeleri nedeniyle kovuşturuluyorlarsa nafaka borçları. Kamusal giderler. Para cezaları. (2) Şüpheli veya sanığı güvence göstermeye zorunlu kılan kararda, güvencenin karşıladığı kısımlar ayrı ayrı gösterilir.'' 5271 sayılı Kanun’un "Güvencenin geri verilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: ''(1) Hükümlü, 113 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde yazılı bütün yükümlülükleri yerine getirmiş ise güvencenin 113 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendini karşılayan ve aynı maddenin ikinci fıkrasına göre verilecek kararda belirtilen kısmı kendisine geri verilir. (2) Güvencenin, suç mağduruna veya nafaka alacaklısına verilmemiş olan ikinci kısmı, kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararları verildiğinde de şüpheli veya sanığa geri verilir. Aksi hâlde, geçerli mazereti dışında, güvence Devlet Hazinesine gelir yazılır. (3) Hükümlülük hâlinde güvence 113 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan hükümlere göre kullanılır, fazlası geri verilir. '' 5271 sayılı Kanun’un "Taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoyma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait; ...c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,...Elkonulabilir. Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (Ek cümle: 21/2/2014 – 6526/10 md.) Bu madde kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi için ilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan, suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınır. Bu rapor en geç üç ay içinde hazırlanır. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre talep üzerine iki ay daha uzatılabilir. (2) Birinci fıkra hükmü; a) Türk Ceza Kanununda tanımlanan;... (Mülga: 21/2/2014 – 6526/10 md.; Yeniden düzenleme: 24/11/2016-6763/25 md.) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220, fıkra üç),...Hakkında uygulanır. ... (5) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba elkonulması kararı, teknik iletişim araçlarıyla ilgili banka veya malî kuruma derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili banka veya malî kuruma ayrıca tebliğ edilir. Elkoyma kararı alındıktan sonra, hesaplar üzerinde yapılan bu kararı etkisiz kılmaya yönelik işlemler geçersizdir. ..." 5271 sayılı Kanun’un "Elkonulan eşyanın iadesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: '' (1) Şüpheliye, sanığa veya üçüncü kişilere ait elkonulmuş eşyanın, soruşturma ve kovuşturma bakımından muhafazasına gerek kalmaması veya müsadereye tabi tutulmayacağının anlaşılması halinde, re'sen veya istem üzerine geri verilmesine Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından karar verilir. İstemin reddi kararlarına itiraz edilebilir. (2) 128 inci madde hükümlerine göre elkonulan eşya veya diğer malvarlığı değerleri, suçtan zarar gören mağdura ait olması ve bunlara delil olarak artık ihtiyaç bulunmaması halinde, sahibine iade edilir.'' 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Eşya müsaderesi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir.(Ek cümle: 24/11/2016-6763/11 md.) Eşyanın üzerinde iyiniyetli üçüncü kişiler lehine tesis edilmiş sınırlı ayni hakkın bulunması hâlinde müsadere kararı, bu hak saklı kalmak şartıyla verilir.''
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31079
Başvuru, ceza yargılaması sırasında banka hesaplarına konulan tedbirler ile güvence bedeli alınmak suretiyle uygulanan tedbirlerin uzun süredir kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Hakkındaki İlk Soruşturmaya ve 6/11/2016 Tarihinde Uygulanan Tutuklama Tedbirine İlişkin Süreç Başvurucu 22/7/2007 ve 12/6/2011 tarihlerinde yapılan milletvekilliği seçimlerinde -bağımsız olarak- İstanbul milletvekili seçilmiştir. Başvurucu daha sonra Demokratik Bölgeler Partisine (DBP) katılmış ve bu Partinin eş genel başkanı olmuştur. Başvurucu tutuklandığı tarihte ve hâlen milletvekili değildir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı S. ve bazı milletvekilleri hakkında uygulanan gözaltı kararlarını protesto etmek için 4/11/2016 tarihinde Diyarbakır'da Adliye binası önünde toplanan kalabalığın içinde bulunan başvurucu, çıkan olaylar esnasında terör örgütü propagandası yapma suçlamasıyla gözaltına alınmış ve hakkında soruşturma başlatılmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 6/11/2016 tarihinde başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 22/11/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 30/11/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/5 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, hukuki irtibat bulunduğu gerekçesiyle anılan dosyayı kendisi önünde derdest olan E.2016/3 sayılı dosya ile 2/12/2016 tarihinde birleştirmiş ve güvenlik nedeniyle davanın nakli için Bakanlığa başvurmuştur. Bakanlığın talebi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 19/1/2017 tarihinde davanın Malatya Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar vermiştir. Bunun üzerine yargılamaya dava dosyasının gönderildiği Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/145 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur. Diğer yandan Hâkimler ve Savcılar Kurulunun 3/12/2018 tarihinde verdiği kararla Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan dava dosyası yeni kurulan Malatya Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiş ve yargılama Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/1 sayılı dosyası üzerinden devam etmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 1/2/2019 tarihinde başvurucunun atılı suçlardan hapis cezasına mahkûmiyetine hükmetmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin anılan hükmüne karşı Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı ve başvurucu istinaf kanun yoluna başvurmuş ve Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 17/7/2019 tarihli ilamı ile hüküm bozulmuştur. Bunun üzerine yargılamaya Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde E.2019/146 sayılı dosya üzerinden devam olunmuştur. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 2/7/2021 tarihli duruşmada hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle davanın başvurucunun sanığı olduğu -soruşturma aşamasında da işbu başvurunun konusu olan 12/10/2020tarihli tutuklama tedbirinin uygulandığı- Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2021/6 sayılı dosyasında yürütülen dava ile birleştirilmesine, ayrıca başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.B. Somut Başvuruya Konu İkinci Soruşturmaya ve 12/10/2020 Tarihli Tutuklama Tedbirine İlişkin Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 6/10/2014-7/10/2014 tarihlerinde başlayıp sonraki günlerde birçok şehre yayılan ve çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği veya yaralandığı şiddet olayları (Selahattin Demirtaş [GK], B. No: 2016/25189, 21/12/2017, §§ 24-30) dolayısıyla 9/10/2014 tarihinde bir (2014/146757 sayılı) soruşturma başlatılmıştır. Soruşturmanın devamında Başsavcılık 12/10/2020 tarihinde -Malatya Ağır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2019/146 sayılı dosyasında tutuklu olarak yargılanan- başvurucuyu devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürmeye teşebbüs, suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla gece vakti silahla birden fazla kişiyle yağma suçlarından tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) aynı tarihte başvurucunun atılı suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...6-8 Ekim 2014 tarihlerinde Türkiye'nin farklı şehirlerinde aynı anda koordine içerisinde uzun namlulu silahlar, patlayıcı maddeler, taş ve sopalar kullanılarak, barikat kurmak suretiyle yollar kesilerek kişilerin ölümüne, yaralanmasına, kamunun ve özel kişilerin mallarının zarar görmesine sebebiyet veren şiddet olaylarının PKK terör örgütü ve onun yurt dışı yapılanmasıyla işbirliği halinde koordine edildiği, Kobani'de belli bir etnik sınıfın mücadelesinin ön plana çıkarılarak ülkemizde gerçekleştirilecek hareket ve eylemler için kamuoyunda cesaret yaratılmaya çalışıldığı, HDP, DBP, HDK ve DTK eş başkanları, temsilcileri ve milletvekilleri tarafından bu kapsamda açıklamalar ve çağrılar yapıldığı hususunda dosya kapsamında tespitler ve medya paylaşım tutanakları bulunduğu, şüpheli Sebahat Tuncel'in söz konusu olayların gerçekleştiği tarihte HDK (Halkların Demokratik Kongresi) sözde eş başkanı olarak görevli olduğu, kendisinin söz konusu kongrenin karar alma ve idare süreçlerindeki görevi sebebiyle gerçekleştirilen faaliyetlerden haberdar olduğunu kabulü gerektiği, panel ve haberlerde yapılan açıklamalar ve çağrılar, diğer yandan diğer şüpheli [A.T.]'nin yapılan açıklamalar ile paylaşılan sosyal medya içeriklerinin birbirine koşut olması ve bu hesaplar yönünden kamuoyuna yönelik bir yalanlamada bulunulmaması karşısında hesabın başka kişilerce ele geçirildiği şeklindeki savunmasına itibar edilmediği, taraf beyanları, teşhis tutanakları, olay görüntülerini içeren tutanaklar, dijital inceleme tutanakları, arama ve el koyma tutanakları, örgütsel irtibata ilişkin e-mail içerikleri birlikte değerlendirildiğinde şüpheliler Sebahat Tuncel ve [A.T.]''nin üzerlerine atılı devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürmeye teşebbüs, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, yol kesmek suretiyle suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla gece vakti silahla birden fazla kişi ile yağma suçlarını işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, başka suçlardan tutuklu ve hükümlü bulunan şüphelilerin salıverilmeleri halinde dosya kapsamında ifadelerine başvurulan tarafların beyanlarına etki edilmesi ihtimalinin varlığı, atılı suçlar için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, oluşa uygun verilecek ceza miktarı ile ülkemizin güney sınırlarında gerçekleşen olaylar sebebiyle sınırlar arası geçişinin kolaylıkla sağlanabilmesi karşısında yine tutuklu ve hükümlü bulundukları dosyalardan salıverildikleri takdirde kaçma şüphelerinin olduğu, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı ve tutuklama tedbirinin ise ölçülülük ilkesine uygun olduğu kanaatiyle CMK’nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suçlar ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK'nun 101 ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA ... [karar verildi.]" Başvurucu 18/10/2020 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 21/10/2020 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 14/12/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın -başvurucuyla birlikte 108 şüpheli ve 676 müşteki/mağdurun yer aldığı- 30/12/2020 tarihli iddianamesi ile başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme ve öldürmeye teşebbüs etme, kasten yaralama, kamu malına zarar verme, hırsızlık, birden fazla kişi ile birlikte gece vaktinde suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla yağma, devletin egemenlik alametlerini aşağılama, çalışma hürriyetini ihlal etme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 7/1/2021 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2021/6 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Diğer yandan Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 2/7/2021 tarihinde başvurucu hakkındaki E.2019/146 sayılı davanın hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2021/6 sayılı dosyasında yürütülen dava ile birleştirilmesine karar vermiştir (bkz.§ 15). Başvurucu hakkındaki dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesi önünde derdesttir. Öte yandan Kocaeli F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 8/12/2021 tarihli yazısında; başvurucunun hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 6/11/2016 tarihinde kararlaştırılan tutuklama tedbirinin infazına devam edildiği, somut başvuruya konu olan ve Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen 12/10/2020 tarihli tutuklama kararının ise henüz infaz edilmediği belirtilmiştir. İlgili hukuk için ayrıca bkz. Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 64-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/871
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, aleyhine açılan ceza davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde koruma altına alınan adil yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 4/9/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 29/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığı görüşünü 22/1/2014 tarihinde bildirmiştir. Adalet Bakanlığı görüşü başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 25/2/2014 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 1/7/2004 tarihli iddianamesi ile resmi evrakta tahrifat ve emniyeti suistimal suçlarından cezalandırılması için İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 16/7/2004 tarihli yetkisizlik kararı ile dosya Muğla Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Muğla Ağır Ceza Mahkemesi, duruşmalara gelmemesi nedeniyle başvurucu hakkında 16/9/2004 tarihinde yakalama kararı vermiştir. Başvurucu, savunmasını 24/9/2004 tarihinde vermiştir. Başvurucu savunmasını vermesine rağmen Mahkeme 15/5/2006 tarihine kadar başvurucunun yakalanmasını beklemiş ve bu tarihte başvurucunun savunmasının önceden alındığı tespit edilerek yakalama kararı kaldırılmıştır. Başvurucu daha önce iki kez talimatla savunması alınmasına rağmen 26/9/2006 tarihli duruşmada üçüncü kez savunma yapmıştır. Mahkeme, 15/5/2006 tarihinden kararını verdiği 31/7/2008 tarihine kadar delil toplamış ve bu tarihte başvurucunun beraatına karar vermiştir. Katılan vekilince temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 15/2/2013 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararı dava zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle bozulmuş ve davanın düşürülmesine karar verilmiştir. Yargıtay ilamı ve ilk derece mahkemesinin kararının kesinleştiği başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Başvurucu, 27/8/2013 tarihinde, Muğla Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak dosyanın onaylı bir suretini talep etmiştir. B. İlgili Hukuk 13/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin dördüncü fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7057
Başvurucu, aleyhine açılan ceza davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi ve makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca kasten öldürme suçundan yürütülen soruşturma kapsamında 24/12/2007 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Savcılık başvurucuyu kasten öldürme suçundan tutuklanması istemiyle 25/12/2007 tarihinde Büyükçekmece Sulh Ceza Mahkemesine sevk etmiştir. Büyükçekmece Sulh Ceza Mahkemesi 25/12/2007 tarihinde başvurucunun kasten öldürme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 18/3/2008 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında kasten öldürme ve kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul etmiş ve E.2008/262 sayılı dosya üzerinden yargılama başlamıştır. Mahkeme 23/2/2011 tarihinde başvurucunun kasten öldürme suçundan müebbet hapis ve kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 12 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 13/11/2012 tarihli ilamıyla kararı bozmuştur. Bozma üzerine yargılamaya Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/424 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuş; Mahkeme direnerek 18/4/2013 tarihinde başvurucunun önceki hükümdeki gibi cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulu 10/6/2014 tarihli kararı ile Mahkemenin kararının yeni hüküm niteliğinde olduğu gerekçesiyle temyiz incelemesinin yapılması için dosyayı Yargıtay Ceza Dairesine göndermiştir. Anılan karar üzerine temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi 18/2/2015 tarihli ilamıyla önceki ilamda belirtilen gerekçelerle kararı bozmuştur. Bozma üzerine yargılamaya Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/90 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur. Başvurucu 3/4/2015 tarihinde tahliye talebinde bulunmuş, Mahkeme 12/3/2015 tarihinde tahliye talebini reddetmiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz ise Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 10/4/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 7/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme; bozma üzerine yaptığı yargılama sonunda direnerek 13/5/2015 tarihinde başvurucunun önceki hükümdeki gibi cezalandırılmasına karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 15/3/2017 tarihinde, direnme kararını yerinde görmeyerek dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna göndermiştir. Dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulu, yargılama esnasında hâkimin reddi talebinin geri çevrilmesine ilişkin karara karşı başvurucu müdafiine itiraz hakkını kullanma imkânı verilmeden nihai hüküm kurulması nedeniyle 2/12/2017 tarihinde kararı bozmuştur. Bozma üzerine yargılamaya Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/243 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur. Mahkeme 8/6/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dosya ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7565
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi ve makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın, dava konusu işlemle kişisel, meşru ve güncel bir menfaat ilişkisinin bulunmamasından dolayı ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Trabzon İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünde veteriner hekim olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, yönetmeliğe uygun olmayan araçlarla balık sevkine müsaade ettiği gerekçesiyle şahsına uyarma cezası verilmesine karşın aynı birimde görev yapan diğer veteriner hekimlere aynı nitelikteki fiillerinden dolayı ceza verilmemesi nedeniyle çalışanlar arasında ayrımcılık yaptığı iddiasıyla Hayvan Sağlığı Şube Müdür Vekili O.B. hakkında şikâyet dilekçesi vermiştir. İl Müdür Yardımcısı nin muhakkik olarak tayin edilmesi üzerine düzenlenen ön inceleme raporunda O.B. için soruşturma izni verilmemesi önerilmiş, bahsi geçen rapor doğrultusunda Trabzon Valiliği işlemiyle soruşturma izni verilmemesine karar verilmiş ve soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı yapılan itiraz Trabzon Bölge İdare Mahkemesinin 7/6/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu bu kez 16/11/2011 tarihli dilekçesiyle, ön inceleme raporunu usulüne uygun olarak hazırlamadığını ve gerekli araştırmayı yapmadığını ileri sürerek İl Müdür Yardımcısı hakkında idari soruşturma açılması talebinde bulunmuş; şikâyet dilekçesi üzerine hakkındaki idari soruşturmayı yürütmek üzere Trabzon Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürü muhakkik olarak görevlendirilmiş ve yürütülen soruşturma sonucunda muhakkik görüşü doğrultusunda şikâyetin işleme konulmamasına ve disiplin yönünden işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında verdiği şikâyet dilekçesinin işleme konulmamasına ve disiplin yönünden işlemden kaldırılmasına yönelik işlemin iptali istemiyle Trabzon İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 16/4/2013 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle; Trabzon İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdür Yardımcısı hakkında davacı tarafından verilen şikâyet dilekçesi üzerine ile aralarında ast üst ilişkisi bulunmayan Trabzon Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürünün muhakkik olarak görevlendirilmesi suretiyle araştırma raporu hazırlandığı, söz konusu araştırma raporunun şikâyet dilekçesinde iddia olunan hususlara ilişkin yeterli açıklamalar içerdiği ve anılan rapor esas alınmak suretiyle tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilerek davanın reddine hükmedilmiştir. Karar, davacının temyiz yoluna başvurması üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin (Daire) 1/12/2015 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde; davacının dava konusu işlemler yönünden kişisel, meşru ve güncel bir menfaatinin bulunmadığı, bu anlamda iptal davası açma konusunda menfaat ihlali şartının gerçekleşmediği, aksi durumun kişilerin kendilerine etkisi bulunmayan, menfaatlerini ihlal etmeyen idari işlemler hakkında da iptal davası açma hakkını doğuracağı ve bu durumun idarenin işleyişini olumsuz yönde etkileyeceği sonucuna varıldığından davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek davanın reddi yolunda verilen Mahkeme kararında hukuki isabet görülmediği belirtilmiştir. Mahkeme 29/3/2016 tarihli kararıyla, Danıştayın bozma kararında belirtilen gerekçeyle davanın ehliyet yönünden reddine karar vermiştir. Karar, Dairenin 6/4/2017 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi de Dairenin 21/9/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 9/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun Hükmü 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,...” Danıştay İçtihadı Danıştay Beşinci Dairesinin 30/11/2017 tarihli ve E.2016/7186, K.2017/23533 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Dava, ... Polis Merkezinde görev yapan polis memurları hakkında davacıların yaptıkları şikayet üzerine yapılan araştırma sonucunda disiplin soruşturması açılmasına gerek görülmeyerek araştırma dosyasının işlemden kaldırılmasına ilişkin ... sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.Zonguldak İdare Mahkemesinin ... sayılı kararıyla; kamu görevlisinin disiplin suçu işlediğine dair ciddi bir suç duyurusu veya şikayeti halinde ilgili hakkında araştırma ve soruşturma yapılması zorunlu ise de, davacıların, şikayet ettiği polis memurları hakkında başlatılan araştırma sonucunda söz konusu araştırma dosyasının işlemden kaldırılması şeklinde tesis edilen işlemin iptalini istemekte geçerli ve kişisel bir menfaatlerinin bulunduğundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle dava ehliyet yönünden reddedilmiştir....Yukarıda değinilen hususlar, disiplin cezaları özelinde değerlendirildiğinde ise, disiplin cezalarının, hizmetin iyi işlemesi ve kamu görevlisinin uyması gereken düzenleme ve yasaklara uyulmasının sağlanması amacıyla getirilmiş olduğu ve kamu görevlileri hakkındaki şikayetlerin disiplin suçunun ihbarı niteliğinde olması nedeniyle, şikayetçinin hak ve çıkarlarını doğrudan ilgilendirmediği sonucuna varılmaktadır. Bununla birlikte, şikayet konusu olayın, doğrudan kişilik haklarını ilgilendirir nitelikte olması ve bu yönüyle şikayetçiyi doğrudan etkilemiş olması idarî yargıda menfaat ihlâlinin varlığı için yeterli sayılmalıdır.Dava dosyasının incelenmesinden; davacıların ... Polis Merkezinde görev yapan polis memurları hakkında yaptıkları şikayet üzerine ilgili kişiler hakkında araştırma başlatıldığı, bu araştırma sonucunda hakkında araştırma yapılan polis memurlarının olayla ilgili ihmal ve kusurlarının bulunmadığı disiplin soruşturması açılmasına gerek olmadığı sonucuna varılarak dava konusu işlem ile söz konusu araştırma dosyasının işlemden kaldırılmasına karar verildiği, bu işlemin iptali istemiyle de bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.Bakılan uyuşmazlıkta, davacıların dava açma ehliyetinin bulunup bulunmadığının saptanabilmesi için, şikayet konusu olayın, davacıların doğrudan kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığınınve bu yönüyle davacıyı maddi veya manevi yönden doğrudan etkileyip etkilemediğinin açıklığa kavuşturulması, bunun için de şikayet üzerine yapılan araştırma sonucu düzenlenen rapor da dahil olmak üzere uyuşmazlığa ilişkin tüm bilgi ve belgeler araştırılarak, iptali istenen işlem ile davacılar arasında belirtilen şekilde meşru, kişisel ve güncel bir menfaatin bulunup bulunmadığının incelenmesi ve sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, bu hususlar gözetilmeksizin davanın ehliyet yönünden reddedilmesi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, [kararın] bozulmasına..." Danıştay Beşinci Dairesinin 30/12/2014 tarihli ve E.2014/4551, K.2014/10017 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Aksaray İli, ... Hastanesinde Aile Hekimi olarak görev yapmakta olan davacı; ... Tarihinde, ... Müdürü ... hakkında vermiş olduğu şikayet dilekçesi üzerine, adı geçen şahıs hakkındaki iddiaların sübuta ermediği gerekçesiyle iddiaların işleme konulmaması yönünde tesis edilen ... sayılı işlemin iptali istemiyle dava açmıştır.Aksaray İdare Mahkemesi kararıyla; kamu görevlileri hakkında yapılan şikayetler, disiplin suçunun ihbarı niteliğinde olup, şikayetçinin hak ve çıkarlarını doğrudan ilgilendirmediği, kamu görevlisinin disiplin suçu işlediğine dair ciddi bir suç duyurusu veya şikayet halinde ilgili hakkında başlatılan soruşturmanın sonucunda, disiplin cezasına veya soruşturmaya gerek görülmemesi halinde şikayetçinin menfaatinin ihlal edildiğinden bahsedilemeyeceği, buna göre; davacının, kendisini doğrudan ilgilendirmeyen, disiplin işlemi yapılmasına gerek olmadığı yönündeki, işlemekarşı açtığı bu davanın ehliyet yönüyle incelenemeyeceği gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir....Bu durumda, şikayet edilen kişi hakkındaki iddiaların subuta ermediğinden bahisle iddiaların işleme konulmamasına dair dava konusu işlemin, davacının şikayeti üzerine şikayet dilekçesindeki iddialarla ilgili olarak yapılan inceleme sonucunda tesis edilmesi ve tesis edilen bu işlemin, davacının maddi ve manevi haklarının tazmini ile ilgili hukuksal sonuç doğuracak nitelikte olması karşısında, şikayette bulunulan personelin kusurunun bulunup bulunmadığına yönelik olarak düzenlenen dosyanın işlemden kaldırılmasına dair işlem ile davacının güncel, kişisel ve meşru menfaati ihlal edilmiş olup, uyuşmazlığın esasını incelemeyerek davayı ehliyet yönünden reddeden Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, [kararın] bozulmasına..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni hak ve uyuşmazlıklar kolunun uygulanabilirliğine ilişkin içtihadını Regner/Çek Cumhuriyeti ([BD], B. No: 35289/11, 19/9/2017, § 99-112) kararında toparlamıştır. Kararın ilgili kısımları şöyledir:" AİHM 'medeni' kol bağlamında maddenin uygulanabilir olması için Sözleşme'de korunup korunmadığından bağımsız olarak ulusal hukukta tanınan -en azından savunulabilir bir temeli bulunan- bir 'hak' ile ilgili bir 'uyuşmazlık' olması gerektiğini tekrarlar. Uyuşmazlık samimi ve ciddi olmalıdır. Uyuşmazlık sadece bir hakkın gerçek varlığıyla değil, hakkın kapsamı ve uygulanma şekliyle de ilgili olabilir. Son olarak yargılamanın sonucu söz konusu hak için doğrudan belirleyici olmalıdır. Ancak hafif bağlantılar ya da uzak sonuçlar maddenin devreye girebilmesi için yeterli olmaz . AİHM hakkın varlığıyla ilgili olarak, ulusal hukukun ilgili hükümlerinin ve ulusal mahkemelerin bunlara ilişkin yorumlarının başlangıç noktası olması gerektiğini tekrarlar. maddenin (1) numaralı fıkrası 'hak ve yükümlülükler' için taraf devletin maddi hukukunda herhangi bir somut içerik garanti etmez. AİHM taraf devletin ulusal hukukunda yasal bir temeli bulunmayan maddi bir hakkı maddenin (1) numaralı fıkrasının yorumu yoluyla türetmeyebilir. Bu çerçevede AİHM ulusal kanun koyucu tarafından ihdas edilen hakların maddi veya usule ilişkin ya da alternatifli olarak bu ikisinin bir kombinasyonu da olabileceğini gözlemler. Ulusal hukukta tanınan ve mahkemeler kanalıyla icra ettirilebilme usul güvencesiyle desteklenmiş bir maddi hakkın bulunduğu hallerde maddenin (1) numaralı fıkrası bağlamında hakkın var olduğu hususunda şüphe yoktur. Kanun hükmünün lafzının [otoritelere] takdir yetkisi bahşetmesi tek başına hakkın varlığını dışlayan bir unsur olarak görülemez. Gerçekte madde başvurucunun hakkına müdahale sonucunu doğuran takdir yetkisine dayalı kararlara ilişkin davalara da uygulanır. Ancak madde ulusal kanun koyucu tarafından -herhangi bir hak bahşetmeksizin- mahkemelerde ileri sürülmesi mümkün olmayan belli avantajlar sağladığı hallerde uygulanmaz. Aynı durum bir kimsenin ulusal mevzuattaki haklarının, bunların tanınacağına dair basit bir umut ile sınırlı olduğu ve hakkın tanınmasının bütünüyle otoritelerin takdirine ve keyfiyetine bağlı bulunduğu haller yönünden de geçerlidir. ... Bazı durumlarda ulusal hukuk bireyin öznel bir hakkını tanımamasına karşın işlemin keyfi olduğu veya yetki aşımı içerdiği ya da usul hataları bulunduğu yolundaki iddialarını inceletmek için dava açma hakkı bahşetmektedir. Bu durum, kamu otoritelerinin bir avantajı veya ayrıcalığı tanımak veya buna ilişkin isteği reddetmek hususunda mutlak takdir yetkisini haiz olduğu ve kanunun kişiye bu hakla ilgili olarak tanıdığı, mahkemelere başvuru hakkının kullanımı üzerine mahkemelerin bu işlemi hukuka aykırı bularak iptal edebildiği hallerde önem taşır. Böyle bir durumda maddenin (1) numaralı fıkrası avantaj ya da ayrıcalığın bir kere tanınmakla medeni bir hakka vücut vermesi koşuluyla uygulanabilir. " AİHM'e göre, bir başvurunun "medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar" kapsamında ele alınabilmesi için öncelikle bir mevzuat hükmü ya da içtihat yoluyla tanınmış ve savunulabilir şekilde ileri sürülebilen bir hakkın ve bu hakla ilgili bir uyuşmazlığın mevcudiyeti gerekmektedir. Bu uyuşmazlık bir hakkın varlığı, kapsamı ya da kullanılma şekillerine ilişkin gerçek ve ciddi bir uyuşmazlık olmalı; davanın sonucu da söz konusu hak için doğrudan belirleyici olmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Vilho Eskelinen ve diğerleri/Finlandiya, B. No: 63235/00, 19/4/2007, § 40; Kienast/Avusturya, B. No: 23379/94, 23/6/2003, § 38). AİHM, savunulabilir bir hakkın mevcut olup olmadığı değerlendirilirken ilk olarak ileri sürülen hakka ilişkin iç hukuk hükümleri ile ulusal yargı makamlarının içtihatlarının dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir. Zira adil yargılanma hakkı bakımından iç hukukta yasal temeli olmayan bir hakkın yorum yoluyla hak olarak tanınması gibi bir durum söz konusu olamaz. Bu nedenle ancak yasal bir düzenleme ile ya da yargı mercilerinin yorumu yoluyla tanınan haklarla ilgili uyuşmazlıklar adil yargılanma hakkının konusu olabilir. Öte yandan bir başvurucunun hakka ilişkin olarak ileri sürdüğü iddiaların esasının yargı mercileri tarafından incelenmesi, o hakkın yargı mercileri önünde savunulabilir şekilde ileri sürülebildiğini gösteren kriterlerden biridir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 91-94).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38399
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın, dava konusu işlemle kişisel, meşru ve güncel bir menfaat ilişkisinin bulunmamasından dolayı ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; iddianamede 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun uygulanması talep edilmemesine rağmen ek savunma verilmeden söz konusu Kanun'un uygulanarak cezanın artırılmasına karar verilmesi nedeniyle suçu (isnadı) öğrenme hakkının, aynı olaya ilişkin olarak mahkemelerce farklı kararlar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olma ve resmî belgede sahtecilik suçlarını işlediği şüphesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve resmî belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılması talebiyle 1/11/2018 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede her iki suç için ayrı ayrı 3713 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanması talep edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Adana Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülmeye başlanmıştır. Yargılama üç celsede bitirilmiştir. 19/3/2019 tarihli üçüncü celsede Mahkeme, başvurucuya 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 3713 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanması ihtimaline binaen 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca ek savunma hakkı vermiş; başvurucu, ek savunma için süre istemediğini, önceki savunmalarını tekrar ettiğini belirtmiştir. Yine aynı celsede Mahkeme, başvurucuyu FETÖ/PDY üyesi olma ve resmî belgede sahtecilik suçlarından hapis cezasına mahkûm etmiş; hakkında her iki suçtan verdiği cezalarda ayrı ayrı 3713 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca artırım yapmıştır. Başvurucu, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf talebi ile ilgili olarak Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) bozma kararı vermiştir. Bozma kararı üzerine yeniden yapılan yargılama dört celsede bitirilmiştir. Üçüncü celsede esas hakkında mütalaa verilmiş, verilen mütalaada her iki suç için ayrı ayrı 3713 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanması talep edilmiştir. Esas hakkındaki mütalaaya karşı başvurucu ve müdafii süre talebinde bulunmuş; Mahkeme, başvurucu ve müdafiinin süre talebinin kabulüne ve duruşmanın 24/9/2020 tarihine ertelenmesine karar vermiştir. Mahkeme, dördüncü celsede başvurucuyu FETÖ/PDY üyesi olma ve resmî belgede sahtecilik suçlarından hapis cezasına mahkûm etmiş; hakkında her iki suçtan ayrı ayrı 3713 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca artırım yapmıştır. Mahkeme; FETÖ/PDY üyesi olma suçu yönünden mahkûmiyet gerekçesinde, başvurucunun FETÖ/PDY üyeleri tarafından gizli haberleşmede kullanılan ByLock programını 65378 user-ID numarası üzerinden kullandığına dair ByLock tespit raporuna, tanıkların ifadesine göre kod adı kullanmasına, örgüte ait evde ev abiliği yapmasına, büyük bölge talebe mesulü, il sözeli, il mezuncusu, doktor gibi görevlerde bulunmasına, örgüte ait eğitim kurumlarında öğretmen olarak çalışmasına ve Sosyal Güvenlik Kurumu girişlerinin yapılmasına, FETÖ/PDY ile iltisakı sebebiyle 27/7/2016 tatihli ve 29783 ( Mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Çukurova Fikir Sanat Eğitim ve Kültür Derneğinin kurucusu olmasına, yine aynı şekilde kapatılan PAK EĞİTİM İŞ Sendikasının üyesi olmasına, örgütün finans kurumu olan Bank Asyanın kurtarılması talimatı yönünde işlemler yapmasına ve bu kapsamda para yatırılması için telkinlerde bulunmasına dayanmıştır. Mahkemenin resmî belgede sahtecilik suçu yönünden başvurucu hakkında verdiği gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...[başvurucu] hakkında çıkartılan yakalama emri kapsamında kolluk görevlilerince yakalandığında başvurucunun Ş.T. adına düzenlenmiş ve kendisine ait fotoğraf bulunan sürücü belgesini ibraz etmesine, 31/10/2018 tarihli kriminal uzmanlık raporuna göre bu sürücü belgesinin sahte olmasına ve aldatma kabiliyetinin bulunmasına, sanık tarafından da bu sürücü belgesini, yakalanmamak amacıyla sahte olarak oluşturduğunun ikrar edilmesine, bu şekilde sanığın hakkındaki silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla devam eden soruşturmadan kaçmak amacıyla sahte sürücü belgesi yaptırdığının ve kullandığının sabit olmasına......Sanığın iş bu resmi belgede sahtecilik suçunu; temadi suçun niteliği gereği sanığın yakalandığı suç tarihine kadar devam eden örgüt üyeliği eylemliliği kapsamında, hakkındaki soruşturmadan kaçmak amacıyla işlemiş olması sebebiyle 3713 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi gereğince iş bu suçun da terör suçlarından sayıldığı ve aynı Yasanın 5/1 maddesi gereğince belirlenen ceza üzerinden yarı oranında artırım yapılması gerektiği anlaşıldığından, sanık hakkında, işlediği sabit olan resmi belgede sahtecilik suçundan verilen temel ceza hükmünün üzerinden yarı oranında artırım yapılmıştır." Başvurucu, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf talebi Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) tarafından resmî belgede sahtecilik suçu yönünden kesin olmak üzere FETÖ/PDY üyesi olma suçu yönünden temyiz yolu açık olmak üzere istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu, resmî belgede sahtecilik suçu yönünden nihai hükmü 21/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 16/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38950
Başvuru, iddianamede 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun uygulanması talep edilmemesine rağmen ek savunma verilmeden söz konusu Kanun'un uygulanarak cezanın artırılmasına karar verilmesi nedeniyle suçu (isnadı) öğrenme hakkının, aynı olaya ilişkin olarak mahkemelerce farklı kararlar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, emeklilikten vazgeçme talebinin kabul edilmemesine ilişkin idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrinde kurmay albay rütbesinde subay olarak görev yapmakta iken kamuoyunda Balyoz davası olarak anılan ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava kapsamında 11/2/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Anılan Mahkeme 21/9/2012 tarihli kararıyla başvurucuyu Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs suçundan 18 yıl hapis cezasına mahkûm etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 9/10/2013 tarihinde başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararını onamıştır. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu ceza infaz kurumundan Deniz Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiği 11/11/2013 tarihli dilekçe ile emeklilik talebinde bulunmuştur. Başvurucunun emeklilik talebi Millî Savunma Bakanı (Bakan) tarafından 12/11/2013 tarihinde onaylanmıştır. Başvurucu 16/12/2013 tarihinde idareye yeni bir dilekçe göndermiş ve emeklilik talebinden vazgeçtiğini belirterek emeklilik işlemlerinin iptal edilmesini istemiştir. Başvurucunun bu talebi, emeklilik işlemlerinin Bakan onayı ile tamamlandığı belirtilerek reddedilmiştir.A. Ceza Davasına İlişkin Yeniden Yargılama Süreci Başvurucu, mahkûmiyet kararına konu ceza davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur (B. No: 2013/7800). Anayasa Mahkemesi 18/6/2014 tarihinde, başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ve ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması gerektiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin mezkur kararı gereğince İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinde yeniden yargılanan başvurucu hakkında, anılan Mahkemece 31/3/2015 tarihinde beraat kararı verilmiş;söz konusu karartemyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.B. İdari Dava Süreci Başvurucu, emeklilik talebinden vazgeçme yönünde yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde gerçek iradesini yansıtmayan emeklilik talebinden vazgeçtiğini idareye bildirmesine rağmen bu isteği dikkate alınmaksızın ve mecburi hizmet süresini doldurmadığı hâlde emekli edilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. AYİM Üçüncü Dairesi (Mahkeme) 11/12/2014 tarihinde oybirliğiyle verdiği kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde şu tespitler yer almaktadır:i. Kararda öncelikle başvurucunun emeklilik dilekçesi verdiği tarihte mecburi hizmet yükümlülüğü bulunup bulunmadığı hususu irdelenmiştir. Bu kapsamda, başvurucunun yurt dışı görevlendirmesinden doğan ve 21 ay 10 gün olan mecburi hizmet yükümlülüğünün 11/6/2010 tarihinde başladığı, 11/2/2011 tarihinde tutuklanması nedeniyle kesintiye uğradığı belirtilmiştir. Hakkındaki mahkûmiyet kararının 9/10/2013 tarihinde Yargıtay tarafından onanmasıyla birlikte başvurucunun hükümlü statüsüne geçtiğine, 11/2/2011 ile 9/10/2013 tarihleri arasında geçen sürenin tutukluluk süresi olduğuna dikkat çekilmiştir. 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun 15/g maddesinde yer alan ve tutukluluk süresince fiilî hizmet müddetinin yarım hesaplanacağını öngören düzenleme uyarınca tutuklulukta geçen süresinin yarısının hizmetten sayılması hâlinde başvurucunun emeklilik dilekçesini verdiği tarih itibarıyla tamamlaması gereken mecburi hizmet süresi kalmadığı, dolayısıyla istekle emekliliğin onaylanmasında bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmadığı tespitinde bulunulmuştur. ii. Emeklilik işleminin kamu idaresinin en yüksek amirinin onayı ile tekemmül edeceğine ve emeklilik talebinin bir ay içinde sonuçlandırılması gerektiğine ilişkin kanun hükmüne atıfta bulunulmuş, emeklilik talebinden vazgeçmenin de personelin iradesi ile gerçekleşebileceği, ancak bu iradenin işlem tekemmül etmeden önce ortaya konulmuş olması gerektiği belirtilmiş; bu kapsamda benzer uyuşmazlıklara yönelik AYİM içtihadından örneklere yer verilmiştir.iii. Başvurucunun emeklilik dilekçesini verdiği tarihte 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre ayırt etme gücü olmadığına dair bir belge bulunmadığı hatırlatılmıştır. Hukuk devleti ilkesinin esaslarından birinin de yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine göre işlem tesis edilmesi olduğu ifade edilmiş, yürürlükteki kanun hükümlerini esas alarak istekle verdiği emeklilik dilekçesi üzerine şartları sağlayan başvurucunun emeklilik talebinin onaylanmasında ve onaydan sonra verilen emeklilikten vazgeçme dilekçesinin -işlemi sakatlayan bir sebebin ortaya konulmamış olması nedeniyle- geri alınmamasında hukuk devleti ilkesine aykırı bir yön bulunmadığıbelirtilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı karar düzeltme yoluna gitmiştir. Başvurucu 9/1/2015 tarihli karar düzeltme dilekçesinde derece mahkemesinin emeklilik dilekçesi verdiği tarihte içinde bulunduğu özel durumu değerlendirmediğini, haksız bir şekilde yargılanmak ve uzun süre özgürlüğünden yoksun bırakılmak suretiyle iradesinin sakatlığa uğratıldığı yönündeki iddialarına bir açıklık getirmediğini ileri sürmüştür. Mahkeme 2/4/2015 tarihli kararıyla başvurucunun karar düzeltme istemini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, düzeltme istemine konu kararda4721 sayılı Kanun'a göre fiil ehliyetine sahip olanların, ayırt etme gücü bulunanların yaptığı işlemlerin geçerli olduğu, başvurucunun işlem tarihinde ayırt etme gücüne sahip olmadığına ilişkin bir belgenin bulunmadığı hususuna yer verildiği, bu itibarla esasa etkili görülen iddiaların kararda karşılanmış olduğu belirtilmiştir. Herhangi bir çelişki içermediği, kanuna ve usule uygun olduğu görülen kararın düzeltilmesini gerektiren bir sebep bulunmadığı ifade edilmiştir. Nihai karar 21/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun Kamu görevlilerinin emekliye sevk onayları kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanların yaşlılık, malûllük veya vazife malûllüğü işlemleri;...b) İstek üzerine veya yaş haddi, malûllük veya vazife malûllüğü hallerinde kamu idaresinin en yüksek amirinin,  ...onayı ile tekemmül eder.Özel kanun hükümleri hariç olmak üzere yetkili makamın emekliye sevk onayı, talep tarihinden itibaren bir ayı geçemez...... Birinci fıkranın (b) bendine göre emekliye ayrılmak isteyenler için her durumda, istek tarihinden itibaren bir aylık süre sonunda ilişikleri kesilmiş sayılır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7968
Başvuru, emeklilikten vazgeçme talebinin kabul edilmemesine ilişkin idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hükümlü olan başvurucuya gönderilen mektuba sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Malatya (kapatılan) 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 17/11/1994 tarihli kararı gereğince hükümlü olarak Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucuya A. isimli kişi tarafından 6/11/2014 tarihinde bir mektup gönderilmiştir. Kürtçe yazılan söz konusu mektubun Türkçe tercümesi İnfaz Kurumunda yaptırılmıştır. Mektubun ilgili kısımları şöyledir:"Kürdistan'ın Sesi Radyosu;Güneşin ışınları programı çalışanlarına, ... Sizin programınız aracılığıyla bu mektubu ... gönderiyorum. Yol arkadaşım Kamuran Reşit Bekir; ... Rehber Apo ... adına ... düşman cezaevindeki yüreklere selam ve sevgilerimi gönderiyorum. ... Gerçekten ben uzun zamandır senin düşmanın elinde esir olduğunu bilmiyordum. ... barbar düşmanların elinde olan arkadaşlarımız ... Kobani direnişi ... faşist Türk devletine ... gençler şüphesiz özgür kürdistan hareketini savunacaklardır. ... destan yazıp ... faşist cezaevindeki arkadaşlara, özgür dağlarda olan arkadaşlara ... K.E." İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 14/1/2015 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla, yurt dışından posta yoluyla gönderilen mektubun başvurucuya verilmeden imha edilmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, mektubun içeriğinde terör örgütü mensuplarının radyo kanalıyla örgütsel amaçlı haberleşmelerini sağlayan ifadelerin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itiraz 21/1/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararda, mektubun K.E. isimli kişi tarafından yazıldığı ancak A. tarafından gönderildiği, Disiplin Kurulu kararında belirtildiği gibi mektup üzerinden terör örgütü ile haberleşmenin sağlandığı belirtilmiştir. Kararın gerekçesinde, söz konusu mektupta ceza infaz kurumlarının düşman olarak nitelendirildiği vurgulanmış ve uygulamanın hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 10/2/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 26/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektuplara ceza infaz kurumunun ilgili kurulları tarafından yapılan müdahalelere dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4503
Başvuru, hükümlü olan başvurucuya gönderilen mektuba sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tavzih yoluyla kesinleşmiş hüküm değiştirilerek aleyhe vekâlet ücreti ve yargılama giderlerine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi O.O. 2/1/1986-8/5/2000 tarihleri arasında R. isimli şahsın işyerinde işçi olarak çalışmıştır. O.O.; iş akdinin geçerli bir neden olmadan ihbarsız olarak feshedildiğini, işçilik haklarının ödenmediğini belirterek 22/11/2002 tarihinde dava açmış, 40 TL kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve fazla çalışma ücreti alacağı, 80 TL genel tatil ve hafta tatili ücreti talebinde bulunmuştur. Yargılama sırasında alınan 18/7/2012 tarihli bilirkişi raporunda, davacının 402 TL kıdem tazminatı, 233 TL ihbar tazminatı, 747 TL yıllık izin ücreti, 093 TL fazla çalışma ücreti, 774 TL hafta tatili ücreti, 183 TL bayram ve genel tatil ücreti alacağının bulunduğu tespit edilmiştir. Davacı, bilirkişi raporunda tespit edilen miktarlara göre 20/11/2012 tarihli dilekçesiyle dava değerini 500 TL olarak ıslah etmiştir. Davalı taraf, beyan dilekçesini 5/12/2012 tarihli duruşmada tekrarlayarak ıslaha karşı zamanaşımı defi ileri sürmüştür. Bursa İş Mahkemesi (Mahkeme) 17/12/2012 tarihli kararında, iş akdinin haklı nedenlerle feshedildiğinin davalı tarafça ispatlanamadığını, davacının işçilik alacak haklarının sübuta erdiğini belirterek davacı lehine 402 TL kıdem tazminatı, 233 TL ihbar tazminatı, 747 TL yıllık izin ücreti, 466 TL fazla çalışma ücreti, 172 TL hafta tatili ücreti, 56 TL bayram ve genel tatil ücreti alacağına hükmetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 18/2/2014 tarihli kararında davacının iş sözleşmesinin 8/5/2000 tarihinde feshedildiğini, 20/11/2012 tarihli dilekçesi ile tazminat ve alacaklarını ıslah etmişse de davalı vekilinin kanuni süresi içerisinde ıslaha karşı zamanaşımı definde bulunduğunu, davacının dava dilekçesinde talep ettiği tazminat ve alacakların dışında kalan miktarların zamanaşımına uğradığını, ıslahla artırılan tazminat ve alacakların hüküm altına alınmasının hatalı olduğunu belirterek hükmü bozmuştur. Bu arada davacı O.O.nun 23/1/2014 tarihinde vefatı üzerine başvurucular mirasçı sıfatıyla davaya katılmışlardır. Bozma ilamına uyan Mahkeme 18/9/2014 tarihli kararında, önceki kararın gerekçesini tekrarlayarak ıslahla artırılan alacak taleplerinin zamanaşımına uğradığını belirterek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin, fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil ücreti olarak toplam 240 TL'nin davalıdan tahsiline karar vermiştir. Mahkeme aynı kararla 240 TL vekâlet ücreti ve 429,62 TL yargılama giderinin dedavalıdan tahsiline kesin olarak karar vermiştir. Davalılar vekili 11/11/2014 tarihli dilekçeyle 260 TL alacak isteğinin reddine karar verilmesine rağmen kabul ret oranına göre vekâlet ücreti ve yargılama giderine hükmedilmediğini belirterek hükmün tavzihine karar verilmesini istemiştir. Bursa İş Mahkemesi dosya üzerinde yapmış olduğu inceleme sonunda11/11/2014 tarihli ek kararla tavzih isteğini kabul ederek 500 TL nispi vekâlet ücretinin davacı başvuruculardan tahsiline ve 328,86 TL yargılama giderinin başvurucular üzerinde bırakılmasına Yargıtay yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Bursa İş Mahkemesinin 11/11/2014 tarihli ek kararı başvurucular vekiline 5/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 5/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan başvurucular, Bursa İş Mahkemesinin 18/2/2014 tarihli kararı üzerine yargılamanın uzun sürmesi ve alacağın ıslah ile talep edilen kısmının zamanaşımından reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 20/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Anayasa Mahkemesi, 13/9/2017 tarihli karar ile zamanaşımı ile reddedilen alacak isteği yönünden mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. A. Kanun Hükümleri 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun ''Hükmün tavzihi'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:  "(1) Hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir. (2) Hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar, tavzih yolu ile sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez." 6100 sayılı Kanun'un ''Tavzih talebi ve usulü'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:  "(1) Tavzih, dilekçeye tarafların sayısı kadar nüsha eklenmek suretiyle hükmü veren mahkemeden istenebilir. Dilekçenin bir nüshası, cevap süresi mahkemece belirlenerek karşı tarafa tebliğ edilir. Cevap, tavzih talebinde bulunan tarafa tebliğ olunur. (2) Mahkeme, cevap verilmemiş olsa bile dosya üzerinde inceleme yaparak karar verir; ancak gerekli görürse iki tarafı sözlü açıklamalarını yapabilmeleri için davet edebilir. (3) Mahkeme tavzih talebini yerinde gördüğü takdirde 304 üncü madde uyarınca işlem yapar." 6100 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.'' Karar tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmışöyledir: "Mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurulubilir. Davada haklı çıkmış olan taraf da hukuki yararı bulunmak şartıyla, hükmü temyiz edebilir.Miktar veya değeri BİR MİLYAR lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.''B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/2/2018 tarihli ve E.2016/4336, K.2018/790 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Mahkemece, hükümde davacı yararına vekalet ücretine karar verilmemiş iken, daha sonra 05/02/2016 tarihli tavzih kararı ile; 'Davacı vekilinin tavzih talebinin kabulü ile; Mahkememizin 15/01/2016 tarih ve 2014/117 esas, 2016/13 karar sayılıkararının gerekçe kısmında vekalet ücretine ilişkin hüküm kurulmadığı, bu eksikliğin tavzih yoluyla giderilebileceği anlaşılmakla hüküm kısmına fıkra olarak -Karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca Maddi Tazminat Üzerinden takdir edilen 800,00 TL ve Manevi Tazminat Üzerinden 800,00 TL maktu vekalet ücretinin davalı H.E.den alınarak davacıya verilmesine- ibaresinin eklenmesine' şeklinde tavzih kararı verilmiştir. Hakim nihai kararını kendiliğinden veya talep üzerine değiştiremez. 6100 sayılı HMK’nın 305/ maddesinde 'Hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar tavzih yoluyla sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez.' hükmü getirilmiştir. Vekalet ücreti, hükmün eki niteliğinde olup; tavzih suretiyle değiştirilemez. Tavzih kararı ile davacı yararına vekalet ücretine hükmedilmesi HMK 305/2 maddesine aykırı olduğundan karar, bu bakımdan yerinde görülmemiş ve bozulması gerekmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/2/2018 tarihli ve E.2016/13189, K.2018/911 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''6100 sayılı HMK.nun maddesine göre, Hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece resen veya taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir. Hüküm tebliğ edilmişse hâkim, tarafları dinlemeden hatayı düzeltemez. Davet üzerine taraflar gelmezse, dosya üzerinde inceleme yapılarak karar verilebilir.Somut olayda, Mahkemece, gerekçeli kararda davalı lehine vekalet ücretine ve yargılama giderine hükmedilmemiş iken; davalı vekilinin davalı lehine reddedilen dava değeri üzerinden masraf ve vekalet ücretine hükmedilmediği ve bu hatanın düzeltilmesi talebini içerir tavzih dilekçesi üzerine, davalı yararına karar tarihinde yürürlükte olan avukatlık asgari ücret tarifesinin 12/2 maddesi gereğince davanın reddedilen miktarı yönünden hesaplanan 416,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine ve davalı tarafından yapılan toplam 781,00 TL yargılama giderinin davanın kabul ve red oranına göre hesaplanan 648,23 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine hükmedilmiştir. Söz konusu düzeltme ile davalı lehine verilen vekalet ücreti ve yargılama gideri davacı aleyhine değiştirilmiş olup, bu düzeltmenin maddi hatanın düzeltilmesi niteliğinde olduğunun kabulü mümkün değildir. Mahkemece; yukarıda açıklanan ilkeler nazara alınarak, hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar dışında hüküm değiştirilemeyeceğinden, davalı vekilinin tashih talebinin, ancak bozma nedeni yapılabileceği gerekçesi ile reddi gerekirken, yazılı şekilde maddi hatanın düzeltilmesi kararı verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/12/2017 tarihli ve E.2017/21939, K.2017/19668 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''Hakim tavzih yolu ile hükümde unuttuğu talepler hakkında karar verip bunu hükmüne ekleyemez. Bunun gibi hüküm verirken unutulan vekalet ücreti veya faiz hakkında tavzih yolu ile bir karar verip bunu hükmüne dahil edemez. Aynı şekilde kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişki de tavzih yolu ile giderilemez. Bütün bu anlatımlardan çıkan netice, tavzih yolu ile kesinleşmiş olan hüküm sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez. (Prof.Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, 2001, cilt 5, sayfa 5270 vd.) Öte yandan, Yargıtay'ın istikrar kazanmış görüşüne göre maddi hata kazanılmış hak oluşturmaz.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 305/2 maddesi de 'Hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar, tavzih yolu ile sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez.' hükmü ile de taraflara tanınan hakların ve yüklenen borçların tavzih yolu ile değiştirilemeyeceğini işaret etmektedir.Açıklanan yasal düzenlemeler ışığında somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde, mahkemece hüküm altına alınan işçilik alacaklarına işletilecek faiz türlerinin ve faizin başlangıç tarihlerinin tavzih yolu ile değiştirilmemesi doğru olup, davacının tavzih isteminin reddine ilişkin mahkemece verilen ek karar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesineuygun olduğundan bu karar yönelik temyiz isteminin reddi ile16/03/2017 tarihli EK KARARIN ONANMASINA [karar verildi] Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/2/2018 tarihli ve E.2016/12191, K.2018/1113sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Bu bağlamda 6100 sayılı HMK’nın Geçici maddesinde, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 2004 tarih ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ila madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı açıkça düzenlenmiştir. 1981 gün ve 2494 sayılı Kanunun geçici maddesi ile temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin değişikliklerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilecek nihai kararlara yönelik temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında uygulanacağı belirtilmiş; dolayısıyla, dava hangi tarihte açılmış olursa olsun, temyiz ve karar düzeltme sınırlarının saptanmasında, hakkında bu yollara başvurulan hükmün verildiği tarihteki yasal durumun esas alınacağı kabul edilmiştir.Temyiz kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır.Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde temyiz (kesinlik) sınırının saptanmasında alacağın tamamının gözetilmesi, tümü dava konusu yapılan bir alacağın kısmen kabulünde ise temyiz (kesinlik) sınırının belirlenmesinde kabul ve reddedilen miktarların esas alınması, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununu Geçici maddesi gereğince 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427'nci maddesi hükmü gereğidir.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak, öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayım tarihinde yürürlüğe giren, 2004 tarih ve 5219 sayılı "Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" ve ayrıca 5236 sayılı Kanun; katsayı artışı da uygulanmak suretiyle bu kanunların yürürlük tarihinden sonra yerel mahkemelerce verilen hükümler yönünden 2014 yılı için 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesindeki temyiz (kesinlik) sınırını 890,00 TL olarak değiştirmiştir.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/95
Başvuru, tavzih yoluyla kesinleşmiş hüküm değiştirilerek aleyhe vekâlet ücreti ve yargılama giderlerine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, idari para cezası verilmesine karşı yaptığı itirazın dosya üzerinden karara bağlandığını, keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılması yönündeki taleplerinin karşılanmadığını, idarenin cevabının kendisine tebliğ edilmediğini, Mahkeme kararlarının yeterli gerekçe içermediğini belirterek, adil yargılanma hakkının, çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkeleri ile gerekçeli karar hakkını da içerecek biçimde ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. Başvuru, 4/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 14/10/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/12/2014 tarihinde edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı tarafından 11/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 23/2/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 25/2/2015 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Altınova Belediye Başkanlığınca, başvurucunun sahibi olduğu tersanedeki iki adet boya deposunun kaçak yapı olduğu gerekçesiyle mühürlendiğine ilişkin 22/4/2013 tarihli yapı durdurma tutanağı hazırlanmıştır. Belediye Başkanlığının 24/4/2013 tarihli kararıyla da söz konusu kaçak yapılar (boya deposu/hangar) nedeniyle, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun ile 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun maddelerine göre, başvurucuya 276,80 TL idari para cezası uygulamıştır. Başvurucu 9/7/2013 tarihinde, söz konusu yapıların (sundurma) onaylı yerleşme planında yer aldıkları ve boya holleri olarak adlandırıldıkları, her halükarda 3194 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca ayrı bir yapı ruhsatı gerektirmedikleri gerekçesiyle para cezasına itiraz etmiştir. Başvurucu itirazını, sunmuş olduğu evrak ile yapılacak keşif ve bilirkişi incelemesine dayandırmıştır. Yalova Sulh Ceza Mahkemesi, başvurucunun itirazına karşı ilgili idarenin yazılı görüşünü almıştır. İdarenin görüşünün başvurucuya tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır. Sulh Ceza Mahkemesi, 6/9/2013 tarihli ve 2013/678 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun itirazını reddetmiştir. Mahkeme kararının ilgili bölümleri aşağıdaki gibidir:“İtiraz eden itiraz dilekçesinde özetle ve sonuç olarak: kendisi hakkında haksız şekilde uygulanmış bulunan idari yaptırım kararının hukuka uygun olmadığı iddiası ile kaldırılmasını talep etmiştir.İdari yaptırımı uygulamış olan idare birimine itiraz dilekçesi tebliğ edilmiş, itiraza konu olan tüm kayıt, tutanak ve evrak örneği ilgili kurumdan getirilerek dosya içerisine konulmuştur.İdari yaptırımı uygulamış olan idare birimi cevap yazısında özetle ve sonuç olarak: İtiraz eden hakkında verilmiş bulunan idari yaptırım kararının hukuka uygun olması nedeniyle itirazın reddine karar verilmesi gerektiğini bildirmiştir.Dosya kapsamına göre: İtiraz edenin itiraz dilekçesi ve ekleri, idari yaptırım kararını uygulayan idari birimin cevap yazası ve ekleri, idari yaptırıma ilişkin düzenlenen tutanak, kayıt ve evrak örnekleri, dosya kapsamı ile birlikte değerlendirildiğinde; itiraz eden hakkında verilmiş bulunan idari yaptırım kararında herhangi bir hukuka aykırılık durumu tespit edilememiş olması nedeniyle yerinde görülmeyen itiraz başvurusunun reddi yönünde karar vermek gerekmiştir.” Başvurucu, uyuşmazlık konusunun karara bağlanabilmesi için keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması gerekirken, sadece davalı Belediye tarafından sunulan evraka bakarak ve dosya üzerinden karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu, söz konusu sundurmaların “boya deposu” veya “hangar” şeklinde nitelendirilemeyeceği, onaylı yerleşim planında mevcut oldukları ve boya holü olarak belirtildikleri, idarenin denetiminden birkaç gün sonra da söküldükleri ve sundurmaların 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca ayrı bir yapı ruhsatı gerektirmediği gerekçesiyle karara itiraz etmiştir. Başvurucu, resen bulunacak nedenlerin de gözetilmesini talep etmiştir. Yalova Asliye Ceza Mahkemesi 25/10/2013 tarihli ve 2013/345 Değişik İş sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesinin kararında ve hâkimin takdirinde usul ve kanuna bir aykırılık bulunmadığını ve başvurucunun itirazının hukuki dayanaktan uzak olduğunu belirterek itirazı reddetmiştir. Nihaî karar, başvurucuya 7/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 4/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 3194 sayılı Kanun’un “Yapı ruhsatiyesi” kenar başlıklı maddesinin (1) – (3) numaralı fıkraları şöyledir“Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden (....) yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.Ruhsat alınmış yapılarda herhangi bir değişiklik yapılması da yeniden ruhsat alınmasına bağlıdır. Bu durumda; bağımsız bölümlerin brüt alanı artmıyorsa ve nitelik değişmiyorsa ruhsat, hiçbir vergi, resim ve harca tabi olmaz.Ancak; derz, iç ve dış sıva, boya, badana, oluk, dere, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması ve yönetmeliğe uygun olarak mahallin hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak imar yönetmeliklerinde belirtilecek taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer tadilatlar ve tamiratlar ruhsata tabi değildir.” 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Başvuru yolu” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“(1) İdari para cezası … ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. ...” 5326 sayılı Kanun’un “Başvurunun incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Başvuru üzerine mahkemece yapılan ön inceleme sonucunda; a) Yetkili olmadığının anlaşılması halinde dosyanın yetkili sulh ceza mahkemesine gönderilmesine, b) Başvurunun süresi içinde yapılmadığının, başvuru konusu idari yaptırım kararının sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığının veya başvuranın buna hakkı bulunmadığının anlaşılması halinde, bu nedenlerle başvurunun reddine, c) (a) ve (b) bentlerinde sayılan nedenlerin bulunmaması halinde başvurunun usulden kabulüne, Karar verilir. ... (3) İlgili kamu kurum ve kuruluşu, başvuru dilekçesinin tebliği tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde mahkemeye cevap verir. Başvuru konusu idari yaptırıma ilişkin işlem dosyasının tamamının bir örneği, cevap dilekçesi ile birlikte mahkemeye verilir. Mahkeme, işlem dosyasının aslını da ilgili kamu kurum ve kuruluşundan isteyebilir. Cevap dilekçesi, idari yaptırım kararına karşı başvuruda bulunan kişi sayısından bir fazla nüsha olarak verilir. (4) Mahkeme, başvuruda bulunan kişilere cevap dilekçesinin bir örneğini tebliğ eder; talep üzerine veya re'sen tarafları çağırarak belli bir gün ve saatte dinleyebilir. Dinleme için belirlenen günle tebligatın yapılacağı gün arasında en az bir haftalık zaman olmasına dikkat edilir. Dinleme sırasında taraflar veya avukatları hazır bulunur. Mazeretsiz olarak hazır bulunmama, yokluklarında karar verilmesine engel değildir. Bu husus, tebligat yazısında açıkça belirtilir. (5) Ceza Muhakemesi Kanununun tanıklığa, bilirkişi incelemesine ve keşfe ilişkin hükümleri, bu başvuru ile ilgili olarak da uygulanır.” 5326 sayılı Kanun’un “İtiraz yolu” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Mahkemenin verdiği son karara karşı, Ceza Muhakemesi Kanununa göre itiraz edilebilir. Bu itiraz, kararın tebliği tarihten itibaren en geç yedi gün içinde yapılır.(2) İtirazla ilgili karar, dosya üzerinden inceleme yapılarak verilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Keşifte, tanık veya bilirkişinin dinlenmesinde bulunabilecekler” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Keşif yapılması sırasında şüpheli, sanık, mağdur ve bunların müdafii ve vekili hazır bulunabilirler.…4) Bu işlerde hazır bulunmaya hakkı olanlar, işin geri bırakılmasına neden olmamak koşuluyla, işlerin yapılması gününden önce haberdar edilirler.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8756
Başvurucu, idari para cezası verilmesine karşı yaptığı itirazın dosya üzerinden karara bağlandığını, keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılması yönündeki taleplerinin karşılanmadığını, idarenin cevabının kendisine tebliğ edilmediğini, Mahkeme kararlarının yeterli gerekçe içermediğini belirterek, adil yargılanma hakkının, çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkeleri ile gerekçeli karar hakkını da içerecek biçimde ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, polis memurları tarafından gerçekleştirilen darp fiili hakkında yürütülen yargılamanın hızlı ve özenli şekilde yürütülmemesi, yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle etkili bir giderim sağlanmaması, başvurucuya isnat edilen suçlar hakkında yürütülen yargılamada özel yargılama usulünün uygulanmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağı, kanuni hâkim güvencesi ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 29/5/2014 tarihinde İzmir Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyon tarafından 30/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/2/2016 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 21/3/2016 tarihli yazısıylagörüş sunmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: İzmir Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yapan başvurucu, 9/9/2007 tarihinde gözaltında bulunan İ.T. ve Ö. ile görüşmek üzere Fuar Asayiş Ekipler Amirliğine gitmiştir. Emniyet amiri A.G. tarafından anılan kişilerle hemen görüşemeyeceğinin söylenmesi üzerine talebini yineleyen başvurucu ve A.G. arasında tartışma yaşanmış; başvurucu, zor kullanılarak gözaltına alınmıştır. Gözaltı giriş işlemleri için başvurucunun götürüldüğü Alsancak Devlet Hastanesinde Doktor Y. tarafından "herhangi bir darp ve cebir izine rastlanmadığı" şeklinde adli muayene raporu düzenlenmiştir. Kötü muamele iddiasıyla şikâyetçi olması üzerine başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Adli Tıp Kurumuna sevk edilmiş; olaydan bir gün sonra yapılan muayene sonucunda düzenlenen 10/9/2007 tarihli ve 2007/5827 sayılı Adli Tıp Kurumu raporunda "sağ kol iç yüzde açık kırmızı mor renkte ekimoz, göğüs sağ yanı dış yüzde hiperemi ve sathi sıyrık, sağ el bileğinde hiperemi, sol dirsek ön yüzde açık kırmızı mor renkte ekimoz" tespit edilmiştir. Olaya İlişkin Anlatımlar Başvurucu; özetle İzmir Barosuna kayıtlı avukat olarak çalıştığını, suç tarihinden önce tanıdığı Ö. ile İ. T.nin gözaltına alındığını aileleri ve arkadaşlarından duyup gözaltı işlemi yapılan Fuar Asayiş Ekipler Amirliğine gittiğini, amirliğin önünde kalabalık bir polis grubunun olduğunu, Baro kimliğini eline alıp Emniyet Amiri A.G.nin yanına gidip ona kimliğini göstererek gözaltına alınan kişiler ile görüşmek istediğini belirttiğini, A.G.nin bu kişiler ile kendisini doğrudan görüştüremeyeceğini söylemesi üzerine gözaltına alınan kişilerin avukat ile görüşme haklarının olduğunu belirttiğini, bunun üzerine bir üst merdiven basamağında bulunan A.G.nin eli ile göğsüne vurarak diğer polislere "Alın bunu." diye bağırdığını, görevli polislerin üzerine saldırıp kendisini yere düşürdükten sonra yüzüstü yatmış vaziyette iken kendisini darbedip çok sıkı şekilde kendisine ters kelepçe taktıklarını, bir polis memurunun karnına tekme attığını, bir polis ile A.G.nin ise hakaret ettiklerini belirtmiştir. A.G., özetle olay günü pankart asma nedeniyle iki kişinin Ekipler Amirliğine getirildiğini, bir süre sonra başvurucunun gelerek anılan kişilerle görüşmek istediğini söylediğini, bu kişilerin yeni yakalandığını, delillerin toplanmakta olduğunu ve Basmane Karakoluna gönderildiklerinde görüşebileceğini söylemesi üzerine başvurucunun "Siz kim oluyorsunuz, istediğim yerde görüşürüm terbiyesizler." diyerek fiziki hamleler yapıp üzerine doğru geldiğini, başvurucuya bu şekilde davranırsa gözaltına alınabileceğini söylediğini, bunun üzerine başvurucunun "Sen kimsin lan? Çekil." diyerek küfür ettiğini, yakasından tutmaya çalıştığını, bunun üzerine başvurucu hakkında yakalama işlemi yaptırdığını, başvurucuyu içeri alırken kendisini kollarından çektiğini, içeride de fevri hareketleri devam edince kelepçe taktıklarını, başvurunun bu sırada "Siz kim oluyorsunuz, ben çok polisin bacağını koparttım, sana da hesabını soracağım." şeklinde tehditvari sözler söylediğini, durumu Cumhuriyet Savcısı'na bildirip ertesi gün mevcutlu olarak getirilmesi talimatını aldığını, daha sonra Cumhuriyet Savcısı'nın telefon edip başvurucunun avukat olduğunu gözden kaçırdığını belirtip serbest bırakılmasını söylemesi üzerine ifadesini alıp serbest bıraktıklarını belirtmiştir. A.Ç., özetle fuardaki Ekipler Amirliğinin önünde başvurucu ile A.G.nin tartıştıklarını gördüğünü, başvurucunun küfürler edip A.G.yi eliyle itekleyerek temasta bulunması üzerine A.G.nin talimatı ile başvurucuyu yakalayıp içeri aldıklarını belirtmiştir. E.; özetle başvurucunun, müdürleri olan A.G.ye hakaret edip üzerine yürümesi sonucunda başvurucuyu gözaltına aldıklarını belirtmiştir. Başvurucuya İsnat Edilen Suçlar Kapsamında Yapılan İşlemler Başvurucu hakkında 1/12/2008 tarihli ve E.2008/50587 sayılı iddianame ile görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memura hakaret suçlarından İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin E.2008/887 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Mahkeme, başvurucunun olay yerine avukat sıfatı ile gittiğini beyan etmesi nedeniyle görevsizlik kararı vererek dosyanın 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin son fıkrası uyarınca Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Dosyanın gönderildiği İzmir Ağır Ceza Mahkemesi de 8/4/2010 tarihli ve E.2010/126, K.2010/171 sayılı kararı ile görevsizlik kararı vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:"... sanığın olay tarihinde izinsiz pankart açılması nedeni ile buna dair eylemi yapanları yakalayıp Asayiş Ekipleri Amirliği'ne getiren müştekilere karşı eyleminde Baroca kendisine bir görev verilmediği, bu sanıklarla ilgili herhangi bir vekaletinin bulunmadığı ve bu konuda görevli olmadığı halde olaylara müdahale ederek asayiş ekibindeki görevli müştekilere karşı "iki tane şahıs almışsınız, önümden çekilin, ben onlarla görüşeceğim" dediği, kendisine durumun izah edilmesi üzerine sanığın yine "siz nasıl gözaltına alırsınız, ben gidip kendisi ile görüşeceğim, çekilin önümden terbiyesizler, siz kim oluyorsunuz" diye bağırarak müştekilerin üzerine yürüdüğü, kendisini ikaz eden Ayhan'ı itekleyerek "sen kimsin lan, terbiyesiz, ben avukatım, çekilin lan siz kimsiniz" diye polislere mukavemet ettiği ve zor kullanılıp kelepçe takılarak yakalandığı, kendisi tarafından herhangi bir vekaletname ya da yetki belgesi, baroca görevlendirme belgesi olmadığı halde bu eylemleri yaptığı, bu sebeple eylemlerinin görev ile ilgili olmadığı ve ancak ve ancak şahsi suç kapsamında sayılabilecek eylemler olduğu...kanısına varılmıştır." Dosyanın gönderildiği Yargıtay Ceza Dairesi, 29/3/2011 tarihli ve E.2011/624, K.2011/2391 sayılı kararıyla İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:"İncelenen dosya içeriğine, sanığın üzerine atılan suçun niteliğine, iddianamede olayın anlatılış biçimine ve İzmir Ağır Ceza Mahkemesi kararındaki gerekçeye göre, yerinde görülmeyen İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin ...görevsizlik kararının kaldırılmasına ...karar verildi." İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin E.2011/340 sayısına kaydedilen dosya, başvurucunun kötü muamele iddialarına yönelik yürütülen yargılama dosyasıyla birleştirilmiş; İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin 20/1/2014 tarihli ve E.2013/465, K.2014/18 sayılı kararıyla başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan beş ay hapis cezasına hükmedilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 4/4/2014 tarihli ve 2014/563 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. İtirazın reddine ilişkin karar başvurucuya 30/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 29/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları Kapsamında Yapılan İşlemler Başvurucunun polis memurları tarafından darp ve hakarete maruz kaldığı yönünde şikâyetçi olması üzerine başlatılan soruşturma kapsamında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 26/9/2008 tarihli ve E.2008/40500 sayılı iddianamesiyle; emniyet amiri A.G. hakkında zor kullanma yetki sınırının aşılması suretiyle kasten yaralama ve hakaret, memurlar E., A.Ç., Ç. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama, Doktor Y. hakkında gerekli ve ayrıntılı vücut muayenesi yapılmasında gerekli özen gösterilmeyerek "herhangi bir darp izine rastlanmadığı" şeklinde rapor hazırlanmış olması nedeniyle görevi ihmal suçlarından İzmir Sulh Ceza Mahkemesinin E.2008/1649 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Anılan dava, başvurucunun görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memura hakaret suçlarından yargılandığı dava dosyası ile birleştirilmiş ve yargılamaya İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin E.2011/340 Esas sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvurucunun, sanık polis memurlarının eyleminin işkence suçunu oluşturduğu ve görevsizlik kararı verilmesi gerektiği yönündeki talepleri doğrultusunda Mahkemenin 6/3/2013 tarihli ve E.2011/340, K2013/125 sayılı görevsizlik kararıyla dosyanın ağır ceza mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, karara itiraz edilmesi neticesinde İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 13/5/2013 tarihli ve 2013/364 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz kabul edilmiştir. Dava dosyası, İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin E.2013/465 sayısına kaydedilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 20/1/2014 tarihli ve E.2013/465, K.2014/18 sayılı kararıyla sanık Doktor Y. hakkında görevi ihmal suçundan hapis cezasınahükmedilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, sanık polis memurları A.G., A.Ç. ve E. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşarak kasten ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralama suçundan adli para cezasına hükmedilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, sanık Ç.nin zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşarak kasten ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralama suçundan beraatine, sanık polis memuru A.G. ile başvurucu tarafından karşılıklı olarak işlendiği tespit edildiğinden hakaret suçundan ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Sanık polis memurları hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı başvurucu tarafından itiraz yoluna gidilmiş, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 4/4/2014 tarihli ve 2014/563 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir. İtirazın reddi kararı, 30/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu 29/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yapılan temyiz istemi üzerine hakaret suçundan ceza verilmesine yer olmadığı kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 15/6/2016 tarihli ve E.2015/42113, K.2016/13313 sayılı hükmüyle onanmıştır. B. İlgili Hukuk 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur...." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” 5237 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.(3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir: “… (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.” 1136 sayılı Kanun'un "Kovuşturma izni, son soruşturmanın açılması kararı ve duruşmanın yapılacağı mahkeme" başlıklı maddesi şöyledir: "58 inci maddeye göre yapılan soruşturmaya ait dosya Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne tevdi olunur. İnceleme sonunda kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde dosya, suçun işlendiği yer ağır ceza mahkemesine en yakın bulunan ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet Savcılığına gönderilir.Cumhuriyet Savcısı beş gün içinde, iddianamesini düzenliyerek dosyayı son soruşturmanın açılmasına veya açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine verir.İddianamenin bir örneği, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun hükümleri uyarınca, hakkında kovuşturma yapılan avukata tebliğ olunur. Bu tebliğ üzerine avukat, kanunda yazılı süre içinde bazı delillerin toplanmasını ister veya kabule değer bir istemde bulunursa nazara alınır, gerekirse soruşturma başkan tarafından derinleştirilir.Haklarında son soruşturmanın açılmasına karar verilen avukatların duruşmaları, suçun işlendiği yer ağır ceza mahkemesinde yapılır. (Ek cümle : 2/5/2001 - 4667/38 md.) Durum avukatın kayıtlı olduğu baroya bildirilir."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7703
Başvuru, polis memurları tarafından gerçekleştirilen darp fiili hakkında yürütülen yargılamanın hızlı ve özenli şekilde yürütülmemesi, yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle etkili bir giderim sağlanmaması, başvurucuya isnat edilen suçlar hakkında yürütülen yargılamada özel yargılama usulünün uygulanmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağı, kanuni hâkim güvencesi ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; işe iade talebiyle açılan davanın delillerin hatalı değerlendirilmesi suretiyle reddedilmesi ve davada gerekçesiz karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, istinaf kararına karşı temyiz yolunun kapalı olması nedeniyle de hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca diğer ihlal iddiaları yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: A. İkale Sözleşmesiyle İş Akdinin Feshedilmesi Süreci Başvurucu 3/6/2015 tarihli belirsiz süreli iş sözleşmesi ile davalı işyerinde tavan vinç operatörü olarak çalışmaya başlamış, 4/1/2018 tarihinde başvurucunun iş akdi sona ermiştir. Başvurucunun isim ve imzasını taşıyan 27/11/2017 tarihli dilekçede "Şirketinizde 3/6/2015-27/11/2017 tarihleri arasında çalışmış bulunmaktayım. Söz konusu çalışma sürem içeresinde doğan tüm kanuni ve akdi haklarımı aldım. İş yerinizden başka bir yerde daha iyi şartlarda bir iş bulduğumdan 04/01/2018 tarihinde ayrılmak istiyorum. Gerekli işlemlerin yapılmasını arz ederim." şeklinde ifade ettiği görülmüştür. 27/11/2017 tarihli ikale sözleşmesinin ilgili maddeleri şöyledir:''İşçi tarafından işverene daha iyi şartlarda bir iş bulunduğundan bahisle bir istifa dilekçesi sunulmuştur. Yönetim kurulu görüşü ile kıdem ve çalışma durumu göz önüne alınarak istifa etmesine rağmen işçiden eğitim giderlerinin talep edilmemesine ve sertifikalarının kendisine aidiyetine ve işçinin talebi üzerine mevzuatta ikaleye ilişkin çıkış kodu da bulunmadığından çıkış kodunun işveren tarafından fesih şeklinde bildirilmesine karar verilmiştir. İşçi tarafından da bu durum kabul edilmiştir. ...İş sözleşmesinin devam ettiği süre boyunca hak kazanmış olduğu ücret ve eklerini tam ve noksansız olarak almıştır. Herhangi bir ücret ve eki alacağı yoktur.... Herhangi bir fazla çalışma veya uzun sürelerle çalışma yapılmadığını, bu konuda alacağı olmadığını kabul ve beyan eder. Ayrıca ulusal bayram ve genel tatil günlerinde yaptığı çalışmasının olmadığını beyan ve kabul etmiştir....İşbu sözleşme tarihi itibariyle ücretli izinlerini kullanmıştır. İşçinin hak kazandığı halde kullanmadığı yıllık ücretli izni bulunmamaktadır....İş sözleşmesi ikale yoluyla sona eren işçi iş sözleşmesi nedeni ile herhangi bir konuda şirket aleyhine dava açamayacağını ve iş ilişkisine ilişkin tüm konularda şirketi ibra ettiğini kabul eder....Bu sözleşme 27/11/2017 tarihinde iki nüsha halinde düzenlenmiş olup aynı anda yürürlüğe girmiştir." Başvurucu ile işveren arasında 8/1/2018 tarihinde imzalanan ibranamede başvurucu "...Sözleşmemden ve kanuni haklarımdan dolayı doğmuş yada doğacak hiçbir şekilde ve surette hak ve alacağım kalmadığını ve bunlardan dolayı haiz olduğum ve olabileceğim her türlü maddi ve manevi zarar ziyan ve dava haklarından feragat ettiğimi ve bütün bu hususlarda işverenle sulh olduğumu ... İbra ettiğimi...," şeklinde beyanda bulunmuştur. İşveren 4/1/2018 tarihinde başvurucuya 584,83 TL net kıdem tazminatı ve 946,19 TL net ihbar tazminatı ödemiştir.B. Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucu, iş akdinin feshinin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle davalı Şirket aleyhine 2/3/2018 tarihinde Bursa İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; iş akdinin davalı işveren tarafından 4/1/2018 tarihinde tek taraflı ve neden bildirilmeksizin feshedildiğini, yaklaşık üç yıllık sürede üstün bir performansla çalıştığını, çalışma dönemi boyunca kendisine uyarı cezası verilmediğini, kendisinden hiç savunma alınmadığını, sendikaya üye olmasını takip eden birkaç hafta içinde iş akdinin feshedildiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 4/4/2019 tarihli kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun iş akdinin işverence sonlandırıldığını iddia ettiği, davalı işverenin ise daha iyi şartlarda yeni bir iş bulması nedeniyle başvurucudan gelen teklif üzerine, yapılan ikale ile iş akdinin sonlandırıldığını savunduğu ifade edilmiştir. İkale sözleşmesinde, başvurucunun iş akdini istifa yoluyla sonlandıracağını bildirmesi üzerine bu sözleşmenin yapıldığının yazdığı ancak başvurucunun işverenin yazdırdığını iddia ettiği istifa dilekçesi dışında ikaleye ilişkin bir istek geldiği yönünde yazılı bir belge sunmadığı gibi başvurucuya kıdem ve ihbar tazminatlarının da ödenmemesinin kendi içinde çelişki oluşturduğu vurgulanmıştır. İstifa eden işçi ile ikale sözleşmesi imzalandığını savunan işveren bakımından teklif işçiden gelse bile, makul yarar tazminatı olmasa bile en azından kıdem ve ihbar tazminatlarının ödenmesinin gerektiği işverenin başvurucunun istifa ve ikale savunmalarını ispatlayamadığını, bunun dışında geçerli feshi ispat yükü üzerinde bulunan işverenin geçerli fesih konusunda da ispat yükünü yerine getiremediği belirtilmiştir. Davalı Şirket istinaf talebinde bulunmuş, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 12/3/2020 tarihinde istinaf talebini kabul etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi mahkeme kararını ortadan kaldırarak davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:''Davacı iş akdinin işverence sonlandırıldığını iddia etmiştir. Davalı ise daha iyi şartlarda yeni bir iş bulması nedeniyle davacıdan gelen teklif üzerine yapılan ikale ile sonlandırıldığını savunmuştur....Davalı iş verence dosyaya sunulan 27/11/2017 tarihli davacı isim ve imzasını taşıyan belgede "şirketinizde 03/06/2015-27/11/2017 tarihleri arasında çalışmış bulunmaktayım. Söz konusu çalışma sürem içeresinde doğan tüm kanuni ve akdi haklarımı aldım. İş yerinizden başka bir yerde daha iyi şartlarda bir iş bulduğumdan 04/01/2018 tarihinde ayrılmak istiyorum. Gerekli işlemlerin yapılmasını arz ederim." şeklinde davacının dilekçe sunduğu görülmüştür.Yerel mahkemesince yapılan yargılama neticesinde davanın kabulüne karar verildiği, ve gerekçesinde "davacıya kıdem ve ihbar tazminatlarının dahi ödenmemiş olması kendi içinde çelişkilidir." denilmişse de davalı iş verenin 04/01/2018 tarihi itibari ile davacıya 584,83 TL net kıdem tazminatı ve 946,19 TL net ihbar tazminatı ödediği anlaşılmıştır.Davacıya ait işten ayrılış bildirgesi dosyaya sunulmuşsa da bildirgenin silik olması nedeniyle okunamadığı görülmüştür. Ancak "İŞ SÖZLEŞMESİNİN İKALE YOLU İLE SONA ERMESİNE İLİŞKİN SÖZLEŞME" başlıklı 27/11/2017 tarihli tarafların imzasını taşıyan belgede "mevzuatta ikaleye ilişkin çıkış kodu bulunmadığından çıkış kodunun işveren tarafından fesih şeklinde bildirilmesine" düzenlemesine yer verildiğinden işten ayrılış bildirgesindeki kodun 04 olabileceği değerlendirilmiştir. Zira ikale sözleşmesindeki düzenlemeye göre bunun önemi de bulunmamaktadır.Genel olarak iş sözleşmesini fesih hakkı, karşı tarafa yöneltilmesi gereken tek taraflı bir irade beyanı ile sözleşmenin derhal veya belirli bir sürenin geçmesiyle ortadan kaldırabilme yetkisi veren, bozucu yenilik doğuran bir haktır. İşçinin haklı nedenle iş sözleşmesini derhal feshi 4857 sayılı İş Kanununun 24 üncü maddesinde düzenlenmiştir. İşçinin önemli fesih bildiriminin normatif düzenlemesi ise aynı yasanın 17 nci maddesinde ele alınmıştır. Bunun dışında Yasada işçinin istifası özel olarak düzenlenmiş değildir.İşçinin haklı bir nedene dayanmadan ve bildirim öneli tanımaksızın iş sözleşmesini feshi, istifa olarak değerlendirilmelidir. İstifa iradesinin karşı tarafa ulaşmasıyla birlikte iş ilişkisi sona erer. İstifanın işverence kabulü zorunlu değilse de, işverence dilekçenin işleme konulmamış olması ve işçinin de işyerinde çalışmaya devam etmesi halinde gerçek bir istifadan söz edilemez. Bununla birlikte istifaya rağmen tarafların belirli bir süre daha çalışma yönünde iradelerinin birleşmesi halinde, kararlaştırılan sürenin sonunda iş sözleşmesinin ikale yoluyla sona erdiği kabul edilmelidir.Şarta bağlı istifa ise kural olarak geçerli değildir. Uygulamada en çok karşılaşılan şekliyle, işçinin ihbar ve kıdem tazminatı haklarının ödenmesi şartıyla ayrılma talebi istifa olarak değil, ikale (bozma sözleşmesi) yapma yönünde bir icap olarak değerlendirilmelidir. (Yargıtay Hukuk Dairesi 2018/10634 Esas 2019/9479 Karar sayılı ilamı)Dosyada davacının imzasını taşıyan "İş sözleşmesinin ikale yolu ile sona ermesine ilişkin 2711/2017 tarihli sözleşme ve davacının isim ve imzasını taşıyan27/11/2017 tarihli işten ayrılmak istediğini içerir dilekçe" sunulduğu görülmüştür. Davacının 27/11/2017 tarihli dilekçesi üzerine iş verenin vadeye bağlanmış ikale yapmak suretiyle iş akdini sonlandırdığı anlaşılmakla davacının bu talebinin ikale (bozma sözleşmesi ) olarak değerlendirilmesi gereklidir .Nitekim davacıya davalı işverence kıdem tazminatı, ihbar tazminatının ödendiği dosya kapsamından bellidir. Hal böyle olunca iş akdinin sonlandırılması yönünde davacı tarafından gelen talebe karşı, davalının da bu talebi kabulü neticesinde davacıya makul yarar niteliğinde kıdem ve ihbar tazminatı verilmek suretiyle iş akdinin sonlandırılmasının ikale olarak kabulü gerekmektedir. İş güvencesi hükümlerinin, ancak sözleşmenin işverence feshedilmesi halinde uygulanabilir olduğu dikkate alındığında işe iade davası ön şartlarının somut olayda bulunmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece davanın reddi gerekirken kabulü hatalı olmuştu..." Bölge Adliye Mahkemesi kararı başvurucuya 13/4/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulur." 6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler." B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11/2/2021 tarihli ve E.2016/(22)9-2367, K.2021/71 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“ ... UYUŞMAZLIK Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının iş sözleşmesinin istifa yoluyla davacı işçi tarafından mı, tarafların anlaşarak ikale sözleşmesi yoluyla mı yoksa davalı işveren tarafından mı feshedildiği, buradan varılacak sonuca göre davacının ihbar tazminatına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır. GEREKÇE İş sözleşmesinin sona erme nedenleri ölüm, fesih ve belirli süreli iş sözleşmelerinde sürenin dolması olarak karşımıza çıkmakta iken, 1475 sayılı İş Kanunu’nda değişiklik yapan 4773 sayılı Kanunla 15 Mart 2003 tarihinde yürürlüğe giren iş güvencesi hükümleri ve özellikle 4857 sayılı İş Kanunu sonrasında iş sözleşmesinin ikale ile sona erdirilmesi başka bir sona erme nedeni olarak yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu nedenle ikale (bozma) sözleşmesi hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır. İş sözleşmesinin tarafların anlaşması ile sona erdirilmesi bir sona erme nedeni olarak düzenlenmediği gibi, sözleşmeyi sona erdiren bir sözleşme türü olarak ikale 818 sayılı Borçlar Kanunu ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda da tanımlanmamıştır. Bu nedenle özel bir sözleşme türü olarak tanımlanmış ve düzenlenmiş ikale sözleşmesi düzenlemesi mevzuatımızda bulunmamaktadır. Yasal bir tanım bulunmamakla birlikte, bir sözleşmenin ve bu sözleşme ile kurulan hukuki ilişkinin, sözleşme özgürlüğü kapsamında tarafların karşılıklı iradelerine dayanan yeni bir sözleşme ile ortadan kaldırılması bozma, buna ilişkin sözleşme de bozma (ikale) sözleşmesi olarak tanımlanmaktadır (Astarlı, : İş Hukukunda İkale, Ankara 2013 s. 6). Bir sözleşme olması nedeniyle Türk Borçlar Kanunu’nun sözleşmeden doğan borç ilişkilerini düzenleyen genel hükümleri ikale sözleşmesi bakımından da geçerlidir. İkale sözleşmesi, sözleşmenin tarafı olan işçi ve işverenin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile kurulur. Bu karşılıklı irade beyanlarından zaman olarak önce olana icap, ikincisine de kabul denilmektedir. Sözleşmenin geçerli olarak kurulabilmesi için, tarafların iradelerinin birbiri ile karşılıklı ve uygun olması gerekir. Bu uygunluk sözleşmenin tüm objektif ve subjektif esaslı noktaları üzerinde olmalıdır. İkale sözleşmesinin objektif esaslı noktası, iş ilişkisinin belirli bir tarihte anlaşmayla bozulması ortadan kaldırılmasıdır (Astarlı, age, s. 53). Taraflar sözleşmenin esaslı noktalarında uyuşmuşlarsa, ikinci derecede noktalar üzerinde durulmamış olsa bile sözleşme kurulmuş sayılır (TBK m. 2/f.1). Sözleşmenin esası niteliğinde olmayan noktalar ikinci derecede yan noktalardır (Kocayusufpaşaoğlu Necip, Kocayusufpaşaoğlu/ Hatemi/Serozan /Arpacı, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, Birinci Cilt, Hukuki İşlem, Sözleşme, İstanbul, 2010, s.176). Taraflar sözleşmenin esaslı noktalarında uyuşup ikinci derecede yan noktaları müzakere dışı bırakıp sözleşme kurabilecekleri gibi ikinci derecede yan noktayı da sözleşmenin zorunlu şartı niteliğine dönüştürebilirler. Bir taraf için sözleşmenin subjektif esaslı noktası niteliğine dönüşmüş olan bu husus üzerinde anlaşılmadan ikale sözleşmesinin kurulması mümkün değildir (Astarlı, age, s.57). Yeri gelmişken, iş sözleşmesini sona erdiren nedenlerden biri olan fesihten de kısaca bahsedilmesinde yarar vardır. Bilindiği gibi fesih bildirimi tek taraflı bir irade beyanı olup, bu beyan belirsiz süreli hizmet sözleşmelerinde süre verilerek sözleşmenin sona erdirilmesinde kullanılabileceği gibi belirli ya da belirsiz süreli sözleşmelerin haklı nedene dayanarak, işçi veya işveren tarafından süre verilmeksizin sona erdirilmesinde de kullanılmaktadır. Bu nedenle iş sözleşmelerinde fesih bildirimi, sözleşmeyi belirli bir sürenin geçmesiyle ya da derhal sona erdiren karşı tarafa yöneltilmesi gerekli tek taraflı bir irade beyanı olup muhataba ulaşması ile sonuç doğurur. İş sözleşmelerinde fesih bildiriminde bulunma hakkı, kural olarak her iki tarafa da tanınmıştır. Hukuki niteliği itibariyle fesih bildirimi yenilik doğuran bir hak olduğundan beyanın karşı tarafa ulaşması ile sonuç doğuracağından karşı tarafın kabulüne gerek yoktur. Bozucu yenilik doğurucu bir hakkın kullanımı olan fesih bildirimi ile iş sözleşmesi sona ereceğinden, bildirimin belirli ve açık şekilde yapılması gerekmektedir. Bu nedenle fesih bildiriminde bulunan tarafın sözleşmeyi sona erdirme isteğinin bildirimden açıkça anlaşılması gerekmektedir. Bunun için sözleşmeyi sona erdirme iradesi açıkça anlaşılmayan teklif veya soru şeklindeki beyanlar fesih bildirimi sayılamaz (Çelik, N./Canikoğlu, N./ Canbolat, T.; İş Hukuk Dersleri, Beta, Bası, İstanbul 2018, s. 440-). Feshin bir sonucu olarak ortaya çıkan ihbar tazminatı, belirsiz süreli iş sözleşmesini haklı bir sebebi olmaksızın ve usulüne uygun bildirim öneli tanımadan fesheden tarafın, karşı tarafa ödemesi gereken bir tazminattır. Buna göre, öncelikle iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu'nun 24 ve maddelerinde yazılı olan sebeplere dayanmaksızın feshedilmiş olması ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinde belirtilen şekilde usulüne uygun olarak ihbar öneli tanınmamış olması halinde ihbar tazminatı ödenmelidir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davalı şirketin özelleştirme işlemine tabi tutulması sonucu, 2004 tarihli ve 25169 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 2004/7898 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında yer alan, özelleştirme tarihinden itibaren en geç altı ay içinde iş sözleşmesi özel sektör tarafından feshedilenlerin feshi takiben otuz gün içinde bizzat veya çalıştığı şirket aracılığıyla Özelleştirme İdaresi Başkanlığına müracaat etmeleri durumunda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4/C maddesi kapsamında istihdam edilebilecekleri düzenlemesinden faydalanmak amacıyla davacı süresi içerisinde davalı şirkete verdiği 2013 tarihli dilekçe ile kıdem tazminatı ve toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan hakları saklı kalmak kaydıyla 4046 sayılı Kanun kapsamında 4/C bendi statüsüne geçmek istediğini bildirmiş, davalı ise davacıya hitaben gönderdiği “fesih bildirim tebligatı” başlıklı ve 2013 tarihli yazıda “..tarihli dilekçeniz incelenmiş olup şirketimizin özelleştirilmesinden dolayı istihdamınıza ihtiyaç duyulmamaktadır. Bu nedenle iş akdinizin işbu fesih bildiriminin tarafınıza tebliğ olunduğu tarih itibariyle feshedilmesine karar verilmiştir..” ifadelerine yer vermiş, anılan bildirim aynı tarihte davacıya tebliğ edilmiştir. Diğer taraftan, 2013 tarihli ibraname davacı tarafından toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan ve ayrıca tüm yasal hakları saklı kalmak kaydıyla imzalanmış olup, işten ayrılış bildirgesinde işten ayrılışı “kod 32 (4046 sayılı Kanunun maddesine göre özelleştirme nedeni ile fesih)” ile bildirilmiştir. Ayrıca, davacı iş sözleşmesini doğrudan kendisi haksız feshettiğine dair bir irade açıklamasında bulunmadığından, iş sözleşmesinin davacı işçi tarafından istifa etmek suretiyle feshedildiği sonucuna da varılamaz. Davacının 4/C kapsamında çalışmak üzere haklarını saklı tutarak davalı işverene verdiği dilekçe, iş sözleşmesinin ikale yoluyla (bozma sözleşmesi) sona erdirilmesine yönelik bir icap niteliğindedir. Davacının ihbar tazminatı talebinden vazgeçtiğine dair bir dilekçe veya beyanı olmamasına rağmen davalı işverence davacıya gönderilen haksız fesih bildirimi ile sözleşmenin feshedilmesine rağmen ihbar tazminatı ödenmediği dikkate alındığında, ihbar tazminatı ödenmesi konusunda taraf iradelerinin uyuşmamış olması nedeni ile ikale (bozma) sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Bundan başka davalı işveren tarafından Sosyal Güvenlik Kurumuna verilen işten ayrılış bildirgesinde iş sözleşmesinin sona erme nedeni olarak gösterilen 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkındaki Kanunu’nun maddesinde yer alan “...bu kuruluşlarda iş sözleşmesine dayalı olarak ücret karşılığı çalışanlardan iş sözleşmeleri tâbi oldukları iş kanunları ve toplu iş sözleşmeleri gereğince tazminata hak kazanacak şekilde sona ermiş olanlara,..."açık düzenlemesi karşısında davacının iş sözleşmesinin iş kanunları ve toplu iş sözleşmeleri gereğince, ihbar tazminatına hak kazanacak şekilde işveren tarafından sona erdirildiğinin kabulü gerekmektedir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 2018 tarih ve 2016/22-2631 E., 2018/106 K. sayılı kararında da aynı sonuca varılmıştır. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır....” Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/3/2019 tarihli ve E.2019/2672, K.2019/6911 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:Dosya içeriğine göre; işverenden gelen ikale teklifi üzerine davacı ve davalı işveren arasında düzenlenen 2015 tarihli protokol ile, davacı işçiye kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve 4 maaşlık ücreti tutarında ek menfaatin ödenmesinin taahhüt edildiği anlaşılmaktadır. Davalı işyerinde, Şirket Yönetim Kurulu'nun ekonomik sebeplere binaen işletmesel karar aldığı ve bu kapsamda çok sayıda işçi çıkışı yapıldığı, çıkarılan işçilere ait İş Kurumu'na bildirimde bulunulduğu buna ait yazı ve listenin dosyaya sunulduğu, yine taraf tanık beyanlarından davalı işverenlikçe gönüllülerin tespiti bakımından panoya ilan asılarak durumun işçilere bildirildiği de anlaşılmaktadır. Buna göre davalı işverenin işçileri işten çıkarma iradesinde bulunduğu ve bu doğrultuda ikale paketi hazırlayarak teklif ettiği (icapta bulunduğu) açıktır. Davacı her ne kadar ikale sözleşmesini tazminatlarının ödenmeyeceği baskısı ile imzaladığını iddia etmekte ise de dinlenen tanıkların sözleşme imzalanırken davacının yanında bulunmadığı, görgüye dayalı bilgilerinin olmadığı, dolayısıyla davacıya doğrudan zorlama ve baskı yapıldığı kanıtlanamadığı gibi işverenin işletmesel sebebe dayanarak toplu işten çıkarma iradesini gizlemeyerek, hatta bunu ilan ederek işçiye işveren feshi veya ikale yoluyla fesih hususunda seçimli hak vermesinin de somut olayda baskı ya da zorlama olarak değerlendirilemeyeceği, işverenin yasal hakların kullanılmasını engelleyici bir tasarrufunun da bulunmadığı gözetildiğinde ortada tek taraflı işveren feshi olduğundan söz edilemeyeceği, davacıya tüm yasal istihkakları, kıdem ve ihbar tazminatının haricinde ayrıca 4 maaş tutarında ödeme taahhüdü nedeniyle makul faydanın sağlandığı, bu nedenle ikale anlaşmasının geçerli olduğu cihetle, davanın reddi gerekirken yazılı gerekçeyle kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir....'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/12019 tarihli ve E.2018/4949, K.2019/328 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"Taraflar arasındaki iş ilişkinin “bozma sözleşmesi” yoluyla sona erip ermediği hususu uyuşmazlık konusudur.Bozma sözleşmesi (ikale) yasalarımızda düzenlenmiş değildir. Sözleşme özgürlüğünün bir sonucu olarak daha önce kabul edilen bir hukuki ilişkinin, sözleşmenin taraflarınca sona erdirilmesi mümkündür. Sözleşmenin, doğal yollar dışında tarafların ortak iradesiyle sona erdirilmesi yönündeki işlem ikale olarak adlandırılır.İş Kanununda bu fesih türü yer almasa da taraflardan birinin karşı tarafa ilettiği iş sözleşmesinin karşılıklı feshine dair sözleşme yapılmasını içeren bir açıklama (icap), ardından diğer tarafın da bunu kabulü ile bozma sözleşmesi (ikale) kurulmuş olur.Bozma sözleşmesinde icapta, iş ilişkisi karşı tarafın uygun irade beyanı ile anlaşmak suretiyle sona erdirmeye yönelmiştir. Bu sebeple, ikale akdetmeye yönelik icap, fesih olarak değerlendirilip, feshe tahvil edilemez.İş ilişkisini taraflardan her birinin bozucu yenilik doğuran bir beyanla sona erdirmeleri mümkün olduğu halde, bu yola gitmeyerek karşılıklı anlaşma yoluyla sona erdirmelerinin nedenleri üzerinde de durmak gerekir. Her şeyden önce bozma sözleşmesi yapma konusunda icapta bulunanın makul bir yararının olması gerekir. İş ilişkisinin bozma anlaşması yoluyla sona erdirildiğine dair örnekler 1475 sayılı İş Kanunu ve öncesinde hemen hemen uygulamaya hiç yansımadığı halde, iş güvencesi hükümlerinin yürürlüğe girmesinin ardından özellikle 4857 sayılı İş Kanunu sonrasında giderek yaygın bir hal almıştır. Bu noktada, işveren feshinin karşılıklı anlaşma yoluyla fesih gibi gösterilmesi suretiyle iş güvencesi hükümlerinin bertaraf edilmesi şüphesi ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla irade fesadı denetimi dışında, tarafların bozma sözleşmesi yapması konusunda makul yararının olup olmadığının da irdelenmesi gerekir. Makul yarar ölçütü, bozma sözleşmesi yapma konusundaki icabın işçiden gelmesi ile işverenden gelmesi ve somut olayın özellikleri dikkate alınarak ele alınmalıdır. Dairemizin 2008 yılı kararları bu yöndedir (Yargıtay H. 2008 gün 2007/31287 E., 2008/9600 K).Somut uyuşmazlıkta; ikale gereğince davacıya 175,63 TL kıdem tazminatı, 509,68 TL ihbar tazminatı, 762,50 TL kullanılmamış izin ücreti ve iki maaşlık ödemeye karşılık gelen 150,00-TL ek ödeme yapılmasının kararlaştırıldığı, ancak ikale teklifinin davacı işçiden geldiğinin ispatlanamadığı, davacının iş akdinin işverenden gelen teklif ile sona erdiği ve davacıya makul menfaat sağlanmadığı anlaşıldığından Bölge Adliye Mahkemesi ile İlk Derece Mahkemesi kararlarının bozularak ortadan kaldırılmasına ve Dairemizce 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20/ maddesi uyarınca aşağıdaki gibi karar vermek gerekmiştir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/5/2018 tarihli ve E.2017/24768, K.2018/11605 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"Dosyadaki ikale sözleşmesinde davacının istifa yoluyla sonlanacağını bildirmesi üzerine ikale sözleşmesi yapıldığı yazmaktadır. Davacı işçiden bu yönde bir istek geldiği yönünde yazılı bir belge sunulmadığı gibi bu şekilde bir açıklama ile davacıya kıdem ve ihbar tazminatlarının ödenmiş olması kendi içinde çelişkilidir. Ayrıca ikale sözleşmesinin imzalanmasından 19 gün sonra davacının işe iade davası açmış olması, iş sözleşmesini sonlandırma talebinin işçiden geldiği iddiasının ispatlayamadığı, ikale sözleşmesinde teklifin işveren tarafından geldiğinin kabulü halinde dahi sözleşmede tanınan haklar değerlendirildiğinde, davacının kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti dışında bir menfaatin sağlanmadığı, davacının konumu ve aldığı ücrete göre makul yarar koşulunun gerçekleşmediği açıktır. Açıklanan nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesi’nin temyiz edilen kararının bozularak ortadan kaldırılmasına ve Dairemizce 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20/ maddesi uyarınca aşağıdaki gibi karar vermek gerekmiştir.... " Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/3/2018 tarihli ve E.2018/1761, K.2018/5945 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"Dosyada bulunan delil durumuna göre; davacının sağlık koşullarının elvermemesi sebebiyle iş akdini sona erdirmek zorunluluğunda bulunduğu, ancak iş akdini kendisinin feshetmesi halinde ihbar tazminatını alamayacağı saiki ile feshin anlaşmaya dayalı şekilde gerçekleşmesi için davalı işverene ikale teklifinde bulunduğu, davalının da bu teklifi kabul ederek, davacının iş akdini kıdem ve ihbar tazminatlarını ödemek suretiyle feshettiği anlaşılmaktadır. Davacı tarafın imzaya itirazı yada iradesinin sakatlandığı yönünde bir iddiası bulunmamaktadır. Keza, ikale teklifinin davacıdan gelmiş olması nedeniyle ek menfaat temininin aranması lüzumu da bulunmamaktadır. Buna göre ise, Bölge Adliye Mahkemesince, ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.... " Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/12/2017 tarihli ve E.2017/43888, K.2017/27868 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, davalı işyerinde 18/03/2014-12/10/2015 tarihleri arasında çalışan davacının iş sözleşmesinin 12/10/2015 tarihli iş sözleşmesinin ikale yolu ile sona ermesi ve sonuçlarına ilişkin protokol ile kıdem ve ihbar tazminatı, ekim maaşı ve izin ücretinin, maaş hesabına yatırılarak ödeneceğinin kararlaştırılması ile son bulduğu, davacının sözleşme altına "işbu sözleşmede yazıldığı gibi fazla mesai ücretlerim tarafıma ödenmemiştir, hukuk yoluna başvurma şartı ile imzalanmıştır" şerhi ile imza attığı anlaşılmaktadır.Davacının işverene sunduğu ikale teklifi niteliğinde bir dilekçesi bulunmadığı gibi, iş sözleşmesinin sona erdirilmesine ilişkin protokolü ihtirazi kayıt koyarak imzaladığı, davacıya ek bir menfaat sağlanmadığı ve dolayısıyla davacı ve davalı işverenin aralarında geçerli bir ikale sözleşmesi yapmak suretiyle iş akdini sona erdirmiş olduklarından sözedilemeyeceğinden davanın kabulüne karar vermek gerekirken yanılgılı değerlendirme ile reddine karar verilmesi hatalıdır.... "
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19638
Başvuru, işe iade talebiyle açılan davanın delillerin hatalı değerlendirilmesi suretiyle reddedilmesi ve davada gerekçesiz karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, istinaf kararına karşı temyiz yolunun kapalı olması nedeniyle de hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Aynı kararda başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne de karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye’de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu, en son Artvin Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsünden sonra başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile -Artvin Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş, 24/8/2016 tarihinde başvurucu meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Artvin Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile herhangi bir bağlantısının olmadığı yönünde beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle Artvin Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:“[Başvurucunun da aralarında olduğu] Şüphelilerin üzerilerine atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların özellikle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016/21241 B. yazıları ile belirtildiği ayrıca HSYK Dairesinin 16/7/2016 tarihli Paralel/Fethullahçı Terör Örgütüne üye olmaktan dolayı şüpheli şahıslar hakkında açığa alma kararı bulunduğu ve şahısların 3 ay tedbiren görevden uzaklaştırıldığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın şüpheliler hakkında tutuklanmaları konusunda takdir ve değerlendirmenin yapılmasının sağlanması hususunda talimatları da dikkate alınarak tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelilerin üzerilerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın [Ceza Muhakemesi Kanunu’nun] Vd. maddeleri uyarınca tutuklanmalarına karar verilmesi kamu adına talep olunur.” Başvurucunun sorgusu Artvin Sulh Ceza Hâkimliğinde 19/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Bu sırada başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasındaki beyanlarının ilgili kısımları şöyledir: “…Mevcut dosyada hakkımda tamamen soyut tutarsız bir listeden ibaret zaman zaman eleştirdiğimiz örgüte üye olmaktan hizmet etmekten gurur duyduğumuz ülkemize darbe yapmakla suçlandığımız yönünde bir liste dışında hiçbir delil bulunmamaktadır. İlk gün gözaltına alındığımızda savcı beyle görüşüp böyle bir durumun delilsiz gözaltının suç olduğunu kendisine anlatmaya çalıştım. Kendisinin de bana söylediği bizim elimizden hiçbir şey gelmez, önce gözaltına aldık, delil olarak MİT’ten belge bekliyoruz, ricam bir gün daha gözaltında kalın oldu. İki gün gözaltını bitirdikten sonra üçüncü güne gözaltına uzatma yönünde verilen kararın olmayan delil, kuvvetli suç şüphesi sayılmış ve son kısımda da muhtemel beklenen belge bir tabir kullanılmış. Burdan da zaten hakkımda verilerek kararın baştan belli olduğu, keyfi şekilde hürriyetimden yoksun bırakıldığım ve mağdur edildiğim açıkça ortadadır. …Bu resmi olmayan listeler sosyal medyadan öğrendiğimde evde çeşitli tadilat işleri için çalışan ustalar vardır ve o gün muhtemel gözaltına alınma ihtimalini düşünerek evden de ayrılmadım. Bugüne kadar ne benim ne de ailemdeki herhangi bir birey devletin yetkili ve resmi sıfata sahip organları dışında herhangi bir örgüt ya da bireyden gayrimeşru hukuka aykırı ne bir talimat aldık, ne de herhangi bir emri yerine getirdik. Bu suçlamaya karşı savunma yapmak bile bize bir zulümdür. Savcılık aşamasında usulen de olsa vermiş olduğum savunmam tamamen gerçek ve doğrudur. Soruşturma dosyası tamamen boştur. Şahsıma karşı açıkça suç işlenmektedir. Sadece ben değil tüm ailem bana ihtiyacı olan çocuğum ve herkes mağdur edilmiştir ve mağdur edilmeye devam etmektedir. Hiçbir gerekçe olmadan 3 gün boyunca gözaltı kararına sadece Günitiraz etmeme rağmen bu kararın ret ya da kabul edildiğine dair tarafıma tebliğ edilen bir kararda olmamıştır. Anayasada ve özel kanunlarda hâkim[lik] savcılık teminatı ve diğer ilkeler açıkça ihlal edilmiştir. Suçlanmış olduğum söz konusu örgüt ya da herhangi bir diğer örgüt ile en ufak bir bağımın tespit edilmesi ya da benim bu örgütlerle ilişkilendirilmem mümkün değildir. Soruşturma aşamasındaki ifade esnasında da bu hususu açıkça belirttim. Zaten savcılık tarafından hazırlanan soru metinleri ne kadar hukuktan uzak, magazinsel nitelikte olduğu açıktır. Hiçbir soruşturmada benim eşim ile nasıl tanıştığım kimseyi ilgilendirmez. Sorulan sorularda devlet tarafından en basit araştırma ile bile öğrenilmesi kolay hususlar örgüt ve darbe suçlaması ile alakalı şahsım ile ilişkilendirilmiş ve suçlayıcıve delil niteliği varmış gibi şahsıma tek tek sorulmuştur. Hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum. Bugüne kadar devlet lehine çalışmak hizmet etmek dışında hiçbir eylemim olmamıştır. Herhangi bir doğrudan suç isnadı şahsıma yapılmadığından bu aşamada savunmama eklenecek esaslı bir durumda söz konusu değildir. Hukukçu olmayan en basit edebiyat veya Türkçe bilgisi olan sıradan vatandaşın bile dosya içeriğinde benim söz konusu suç örgütüne üye olmam ve darbeye teşebbüs ettiğime dair hiçbir delil olmadığını anlaması mümkündür. Suçsuzum, bu durumda bu savunmayı vermek bile benim için bu suçlamaları gözönüne aldığımda zaten yeterince rencide edici, yüz kızartıcı bir durumdur. Ben son olarak mahkemenizden gerçek manada vicdanen ve somut gerekçeler verilmiş bir karar talep ediyorum. …Kesinlikle serbest bırakılmayı talep ediyorum, ilk gözaltına alındığım andan bu dakikaya kadar hürriyetimden yoksun bırakıldım. …Bu mesleği seçmemdeki amaç olan bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesini ihlal edip bir yerlerden hukuka aykırı talimat aldığım yönündeki tamamen soyut suçlamayı da reddediyorum. …Dosya içerisinde hangi gerekçe ile daha doğrusu hiçbir gerekçe olmadan alındığım açıktır. En ufak araştırmada bu husus tespit edilebilir. Resmi olmayan bir listeye göre alınmış olduğumu bu hususta huzurda öğrenmiş oldum. Gözaltına alındıktan iki gün sonra bu karar şahsıma tebliğ edildi. Ne darbeye teşebbüs ne de silahlı terör örgütüne üye olma gibi suçlamayı kabul etmiyorum. Masumiyet ilkesinin işletilmesini talep ediyorum. Bu aşamada bu ilkenin aksine suçluluk ilkesi esas alınmıştır bunu reddediyorum…” Artvin Sulh Ceza Hâkimliği sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“Şüpheliler E.B, F.G., K., E.A. [Başvurucu] ve nin üzerine atılı ‘silahlı terör örgütüne üye olma, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme’ suçlarını işlediği hususunda şüpheliler hakkında HSYK Dairesinin Fetullahçı Terör Örgütüne üye olmaktan dolayı 16/7/2016 tarihli hâkimlik ve savcılıktan açığa alma kararı gibi kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin bulunması, şüphelilerin üzerine atılı suçun katalog suçlardan olması, şüphelilerin üzerine atılı suçta öngörülen hapis cezası da dikkate alındığında şüphelilerin kaçma ihtimalinin bulunması ve bu aşamada adli kontrol tedbirinin yeterli olmayacağı nedenleriyle 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun Maddesinin atfıyla CMK’nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına…[karar verildi.]” Başvurucunun bu karara 20/7/2016 tarihinde yaptığı itiraz, Rize Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/7/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başsavcılık başvurucu hakkındaki soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesinin gerektiğini belirterek 9/8/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/10/2016 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 5/10/2016 tarihli talebi üzerine başvurucunun da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin tutukluluk durumunu incelemiş ve başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 23/11/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 5/12/2016 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 29/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 29940 Mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) Maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/ Maddesinde, hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 10/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Erzurum Sulh Ceza Hâkimliği 14/3/2017 tarihinde, başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tahliyesine karar vermiştir. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı 1/6/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir: i. HSYK’nın 16/7/2016 tarihli kararı ile başvurucunun görevinden uzaklaştırıldığı, 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği ve bu kararın 29/11/2016 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir. ii. Tanık sıfatıyla anlatımlarda bulunan Cumhuriyet Savcısı A. ve Zabıt Kâtibi E.Ç.nin başvurucu hakkındaki bir kısım beyanına dayanılmıştır.-Tanık A.nin beyanının ilgili kısımları şöyledir:“..ilerleyen aşamalarda MİT tırları kapsamında hakkında soruşturma bulunan Y.K. benim bulunduğum dönem içerisinde görevdeydi, Y.K.nın etrafında grup oluşturulmuş şekilde her zaman hep birlikte olmasa da ikişer üçer kişilik gruplar halinde çok samimi ilişkiler içerisinde T.A., A., B., E.A., [Başvurucu] H.K., S.S., Ö.G., Y. bulunmaktaydı, … odamda olduğum bir gün uzun süredir beni hiç ziyaret etmeyen meslektaşlarımdan Ö.G. ziyarete geldi, ziyaret esnasında kendisine gelen telefon üzerine Cumhuriyet savcısı Y.K.’nun açığa alındığı söylenilmiş, kendisi ağlamaklı üzgün olunca hayırdır demem üzerine durumu bana aksettirdi, daha sonra Cumhuriyet savcılarından saymış olduğum bu kişiler sıkça toplanmaya başladılar.…Görev yapmış olduğum süre içerisinde şahsen tanıdığım …E.A.[un] [Başvurucunun]…paralel yapılanma içerisinde olduklarını düşünüyordum.”-Tanık E.Ç.nin beyanının ilgili kısımları şöyledir:“… Aksaray adliyesinde 2013 yılından beri zabıt katibi olarak savcılık büroda çalışıyorum … 2015 yılı Şubat ya da Mart ayından itibaren savcı ilc birlikte çalıştım. Savcı ile çalışma sitilimiz kendisinin odasında birlikte çalışma şeklindeydi. Ben kendisinin odasında genellikle çalıştığım için odasına kimlerin gelip gittiğini aşağı yukarı biliyorum. Savcı ’nin odasına savcılar T.A., A., Y., S.S., A.Ö., B., Y. ve arasıra Ö.G., E.A.[Başvurucu] ve H.K., Asliye Hukuk Hakimi K.G., Asliye Ceza Hakimi Ç.A., İdare Mahkemesinden R.Ş., A.A., K.S ve A.K. sık gelen isimlerdi. Bu yukarıda isimlerini saydığım savcılar ’e gelerek kendilerinin baktığı soruşturma dosyalarının bazılarını özellikle önemli gördüklerini ’e sayın Başmüfettişim diyerek ne yapmaları gerektiği noktasında danışıyorlardı. e tevzi olan dosyalarm basit olanlarının kararlarını ben hazırlıyordum. Benim hazırlayamayacağun dosyaları da ’e gösteriyordum. de bu dosyaları yan odada bulunan savcı A.ye götürerek ‘Şu dosyaların kararını yazıver. Eren sisteme girsin’ diyordu. …Dolayısı ile e tevzi edilen dosyaların basit olanlarını ben yazıyordum. Zor olanlarını da genellikle A. Savcı’ya yazdırıyordu. Kendisi sürekli telefonu ile uğraşır, haber okur, whatsap grubunda paylaşır, onun dışında da misafirleri adliye içerisinde eksik olmazdı.…O dönemlerden sonra Sarayın Uşakları diye bir Twitter hesabından Aksaray Adliyesi ve FETÖ/PDY soruşturmalarını yürüten savcı A. ile [ilgili] olumsuz şeyler paylaşıldığınıduyuyordum. Ben A. ve Aksaray adliyesi ile Sarayın Uşakları adlı Twitter hesabına bu bilgileri kimlerin ulaştırdığını bilmiyorum. Ancak bu soruşturmaları yürüten A. ile ilgili bir karalama kampanyasının olduğu aşikardı. Sarayın Uşakları isimli bu Twitter hesabında paylaşılanları da ve eyfi hâkim ve savcılar sürekli konuşurdu…”iii. Başvurucunun kullanmış olduğu GSM hattına ilişkin analiz raporunda; hakkında FETÖ/PDY nedeniyle işlem yapılan hâkim, Cumhuriyet savcısı, emniyet personeli, avukat ve memur gibi değişik görevlerdeki insanlarla başvurucunun iletişim hâlinde olduğu ifade edilmiştir. Aynı raporda, başvurucunun iletişim hâlinde olduğu bu kişilerin birçoğunun FETÖ/PDY mensuplarınca kullanıldığı bilinen ByLock isimli programı kullandığının da tespit edildiği belirtilmiştir. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi 23/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve başvurucu hakkındaki yargılama, Mahkemenin E.2017/322 sayılı dosyası üzerinden sürdürülmüştür. Mahkeme 10/10/2017 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili kısımları şöyledir:“…Suçlama ağır ve endişe edici bir suçlama. 15 aydır tutukluyum. A.’i geçici görevle Aksaray Adliyesi’ne gelmesi dahilinde tanıdım. Meslek ilişkileri dahilince ziyaretlerimiz oldu. Kendisi müracaat savcısı olmuştu, ben Katta o da Kattaydı. Adliyede 300 personel varsa herkesle samimiyetim vardır, kimseyle husumetim yoktur. Tavır almam gereken bir durum da yoktur. Kişisel bir beyanda bulunmuş. …Yan yana çalışırken bir gün hem ziyaret amaçlı hem de bir dosya sormak için ziyarete gittiğimde odada katip olan A. olduğu halde bana sen kimsin lanlı lunlu konuşuyorsun gibi bir şey söyledi, ben de katipte şaşırdık. Sonra ben şok oldum ve kaldım. Neden böyle tepki verdiğini anlayamadım. A. araya girerek Savcı bey E. [Başvurucu] savcım dedi. Böyle diyince eyfiy oldu ceketini giydi ve özür diledi. Çay içtik, oturduk, muhabbet ettik. Odaya girdiğimde beni tanımadı. Beni tanımayan adam detayları hatırlıyor. Bu olayı A. gördü, H.Ç. savcıma da bu olayı anlatmıştım. Bundan sonra ister istemez biraz daha telkinli olmak gayretine girdim. Gördüğümde konuştum, yemeğe gitmişliğimiz var. Tavır alma gibi bir durum yok. Bu durumda tavır alsam bile haklıydım ancak böyle bir şey olmadı. Beyanlarına bakınca kendiliğinde şahsi ilişkilere farklı bir anlam yüklemiş. Kura ile atandığım için Aksaray’da herkes benden kıdemliydi ve yaşça da benden büyüklerdi. Aşırı samimi olma ihtimalimiz zaten yoktu. Y.K. ile zannediyorum ki telefon ile görüşmüşlüğüm yok. Y.K. o sırada görevindeydi, soruşturma savcısıydı, Katta benim 3-4 yan odamda oda tahsis edilmişti. Meslektaşımızla da merhabalaşmamdan normal bir şey yok. Kendisi benden yaş itibariyle büyük. İhraç olduktan sonra ben kendisiyle görüşmedim. Kendisi de görevden uzaklaştırıldıktan sonra birkaç sefer vedaya geldi, daha sonra bildiğim kadarıyla memlekete döndü. Adliye dışında kendisi ile görüşmedim. Kendi dönem arkadaşlarıyla görüşüyordu, biz kıdemsiz olduğumuzdan bizimle pek görüşmezdi. Meslektaşlarımla, personelimle ilişkilerim herkesle aynı düzeydeydi. Samimi olduğum kişiler de vardı. H.Ç. ile yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu. Meslektaşlarımla da çok fazla görüşmüyorum. …Benim bu yapı ile sempatimi ortaya koyacak bile bir şey yok. …A. beyanında düşünüyorum şeklinde ibarede bulunmuş. Örgüt üyeliği gibi çok ciddi, ispatı zor bir suçta düşünüyorum yeterli görülüp dava açılıyor. Tanık beyanından ziyade görgüye bilgiye dayalı olmayan şahsi düşünce, dedikoduya dayalı ifadelerdir. İfadesinde adı geçen H.K., Ö.G. halen çalışmaktadır. Ancak benim dosyamda bu tutuklama için delil gösteriliyor. …Bu beyanın ne ciddiyeti var. Düşünüyorum ile nasıl tanık olunabiliyor. …İddia edilen örgüte sempatim bile yoktur. İspat edecek bir delil de yok. İftira atılıyor. Tutukluluğumun neden devam ettiğini anlamış değilim…” Mahkeme, duruşma sonunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tahliyesine ve hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Sanığın tutuklu kaldığı süre, örgütün haberleşme aracı olarak kullandığı bylock isimli programın olmaması, orantılılık ilkesi uyarınca ileride telafisi zor zararlara yol açmamak amacıyla ve tutuklamanın tedbir oluşu ve bu tedbirden elde edilmek istenen maksadın adli kontrol hükümleri ile de sağlanabileceği anlaşıldığından sanığın CMK’nın 109/3-a ve b maddeleri uyarınca yurtdışı çıkış yasağı konulmak ve ikametinin bulunduğu kolluk kuvvetine haftanın pazartesi günleri imza atmak suretiyle tahliyesine … [karar verildi].” Kovuşturma aşamasında birçok tanığın beyanına başvurulmuştur:i. Tanıklardan H.K. ve Ö.G. beyanlarında özetle başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantısı olup olmadığı konusunda bir bilgilerinin bulunmadığını ifade etmişlerdir.ii. Tanık S.S.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:“Ben sanığın sınıf arkadaşıyım. 2006-2010 yılları arasından Selçuk Üniversitesi’nde birlikte okuduk, aynı dönem mezun olduk. …E. [Başvurucu] o dönemde yurt öğrencisiydi, yurtta kaldığını söyledi, kendisi zaten yurt içerisindeydi. Sınavlara, derse gidip geldikçe beraber oturduk kalktık, sürekli sohbetimiz olurdu. Yurttan çıkmadan önce haftalık maç yaptıkları için iki sefer de maç yaptık. Samimiyetimiz arttı. Buradaki kişiler de yurtta arkadaşlardı. 2008-2010 yıllarında yurtta arkadaşı olan T.Ö. ve K. isimli arkadaşlarıyla eve çıktılar. Eve çıktıktan sonra da ben not almaya eve gitmeye başladım. …E.nin [Başvurucunun] o dönem S. Adında bir kız arkadaşı olduğunu, Ankara’da okuyordu, bende kaldığı zaman da kendisi S. İle görüşmeye giderdi. Ben evine gittiğim zamanda evinin cemaat evi olduğuna dair en ufak bir belirti yoktu. Çünkü evdeki konuşmalarımızda fetö ile ilgili en ufak bir şey geçmedi. Okuldan sonra E.yi [Başvurucuyu] telefondan hayırlı olsun diye aradım. O da bir sefer beni bayramda aradı. 2012-2013 yıllarında yüksek lisansta aynı sınıfa düştük. Hafta sonları Konya’da geçiyordu. E. [Başvurucu] ile takılıyorduk. Kendisi bu dönemdeki bütün konuşmalarında bu yapıya dair her zaman aşağılar şekilde konuşuyordu. Bu tarihten sonra bir kez düğününe gittiğimde ve sonra avukat Ö.nun düğününde görüştük. Bu düğündeki sohbetimiz sırasında kendisi zaten Başkanımız bunları terör örgütü diye ilan etti, bunlar mit tırları vb. olaylarla artık ne yapacaklarını bilmiyorlar, ülkeye ne şekilde zarar vereceklerini düşünüyorlar dedi. Hatta biz pkk terör örgütünden daha tehlikeli olduğunu düşünüyorduk. Ben bunu dediğimde beni onaylayarak konuştu. Yüzünde en ufak kızarıklık, zoruna gitme bir durum olmadı. Bu şekilde sürekli eleştiri yapmıştık …Çok sık derse giden birisi değilim ancak arkadaşların çoğunu az çok tanırım. Selçuk Üniversitesi’nde kimin hangi grupta olduğu belli olurdu. Kimlerin fetöcü olduğunu da şuan bile çok iyi biliriz. E.[Başvurucu] bunların tamamından uzak dururdu. Hepsiyle arasında mesafe vardı. Sınıf arkadaşları olduğu için her gruptan olanla konuşmaları olmuştur. Ancak kendi aralarındaki toplantılarda aralarında görmediğim gibi belirttiğim şekilde sürekli yadırgadığına da denk gelmişimdir…”iii. Tanık K.nın beyanının ilgili kısmı şöyledir:“…E.A.yı [Başvurucuyu] tanırım. 2006-2010 yılları arasında Konya Selçuk üniversitesi hukuk fakültesinde aynı sınıfta okuduk. 2007 yılında Alaaddin Keykubat Kredi Yurtlar kurumunda tanıştık. İlk iki yıl sanık bu yurtta kaldı. Fakültenin son iki yılı Bosna Hersek Mahallesinde sincapmarketin yanında yine okuldan arkadaşımız olan T.Ö. ile birlikte ev tuttuk. Üçümüz birlikte o evde kaldık. 2010 yılında fakülteden mezun oluncaya kadar bu evde birlikteydik. Birlikte kaldığımız diğer arkadaşımız T.Ö. Zonguldak’ın Devrek ilçesinde halen avukatlık yapmaktadır. Sanık ise hakimlik sınavına girdiği halde birkaç defa başarısız oldu. Sonrasında icra müdürü olduğunu ve hakimlik sınavını kazanarak mesleğe başladığını biliyorum. 2010 yılından sonra görüşmemiz yılda bir iki defa olmuştur. Hal hatır muhabbeti yapmışızdır. Fakülte boyunca ve evde kaldığımız süre içerisinde sanıktan Fetö Pdy lehine övücü hiçbir sözünü duymadım. Sözkonusu örgütle irtibatını gösterecek hiçbir davranışını görmedim. O dönemde bildiğimiz kadarı ile sözkonusu yapıya mensup kişiler Cuma namazına gitmiyordu. Ancak sanık E.[Başvurucu] bizlerle birlikte Cuma namazına gidiyordu. Ayrıca üniversite yıllarında aslen Ardahanlı olduğunu bildiğim S. İsimli bayan ile görüşüyordu. Sonradan bu kişi ile evlendiğini biliyorum. Ancak ben düğününe katılmadım…”iv. Tanık T.Ö.nün beyanının ilgili kısım şöyledir:“Sanık üniversiteden sınıf arkadaşım olmaktadır. Kendisi ile iki yıl devlet yurdunda kaldıktan sonra iki yıl da ben, K. ve sanık beraber eve çıktık. Evden kastım normal özel evdir. Üniversiteden sonra sanık ile sadece telefonla konuşmaya devam ettik. Ancak yüz yüze görüşmemiz olmamıştır. Sanığı tanıdığım süre boyunca sanık 5 vakit namazını kılan, dürüst biriydi. Kendisi bu yapı ile ilişkisi olanlarla konuşmaz ve bu yapıda olan kişileri de sevmezdi. Ben sanığın bu yapı ile bir bağlantısı olduğunu düşünmüyorum. 4 yıl boyunca sanıkla genelde hep beraberdik. İkinci öğretim öğrencisi olmamızdan dolayı dersten geç saatte çıkar ve beraber yurda giderdik. Sanığın bu süre boyunca bu yapının sohbetlerine katıldığını görmedim ve duymadım. Eğer katılmış olsa idi bilirdim. Sanığın bu yapı ile bir bağlantısı olduğunu düşünmüyorum. Sanık dönemin (2008-2010 arası) hükümetini çok severdi. Ancak sanığın 2008-2010 yılları arasındaki hükümet döneminde sevmediği tek şey, dönem hükümetinin bu yapıyı çok fazla destekliyor olmasıydı. Ayrıca sanık 2009 yılında yaşanan Davos krizinde dönemin başbakanını karşılamak için İstanbul’a gitmek istedi, ancak hukuk fakültesinde okumamız ve derslerin yoğunluğundan dolayı gidememiştir…”v. Soruşturma aşamasında da başvurucu ile ilgili bir kısım beyanda bulunan E.Ç. kovuşturma aşamasında ise şu şekilde açıklamalarda bulunmuştur:“Ben sanığı tanırım, kendisi Aksaray adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapıyordu, ben de Aksaray adliyesinde zabıt katibi olarak görev yapmaktayım, sanıkla birebir irtibatımız ara ara olmuştu, ben sanığın Fetö anlamında herhangi bir beyanına veya eylemine şahit olmadım, ben daha önce ayrıntılı ifade vermiştim, o dönem Aksaray adliyesinde savcı olarak görev yapan Fetöcü olarak bilinirdi, sanık E.A.nın [Başvurucunun] ara ara savcı ile görüştüğünü biliyorum ancak bu görüşmeleri Fetö anlamında olduğunu düşünmüyorum, ben savcı nin katibi olarak görev yaptığım için sanık E.A.[Başvurucu] ile nin görüşme yaptığı zamanlarda odada bulunurdum, benim bulunduğum görüşmelerde Fetö anlamında herhangi bir beyanı veya faaliyete şahitlik etmedim…”vi. Soruşturma aşamasında da başvurucu ile ilgili bir kısım beyanda bulunan A. kovuşturma aşamasında ise şu şekilde açıklamalarda bulunmuştur:“2014 yılı itibariyle geçici yetkiyle Aksaray ilinde Cumhuriyet savcısı olarak çalışmaya başladım, Aksaray adliyesinde göreve başladıktan sonra bana sormuş olduğunuz E.A.[Başvurucu] Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktaydı ve odası bana tahsis edilen odanın hemen yanındaydı, kendisiyle hoşgeldin ve iadeyi ziyaret sohbeti dışında hiç bir yakınlığım olmamıştır, E.A.[Başvurucu] adliye içerisinde Cumhuriyet savcısı T.A., B., H.K., A., Y., Y. ile sürekli birlikte hareket eden birisiydi, benim göreve başladıktan sonra o dönemin Cumhuriyet savcısı A.nın odasına beni kahvaltı için davet ettiğinde odada bulunan Cumhuriyet savcısı T.A., idare mahkemesi hakimlerinden A.K., K.S. ve A.A. ile Fetullah Gülen’e yönelik olarak tarafımca hakaret içeren sözler söylememden sonra bu kişiler tarafıma yönelik olarak sürekli düşmanca tavırlar sergilemeye başladılar, daha sonra Aksaray adliyesine Konya’dan A.Ö., Ankara’dan Cumhuriyet savcısı olarak atandı ve yine Denizli’den H.K. isimli hakim ile savcı A. göreve başladıktan sonra bu kişilerin grupları genişledi, çoğu zaman gruplar halinde birbirlerine ziyarette bulunmaktaydılar, E.A.[Başvurucu] ile odalarımızın yan yana olmasına rağmen ve aramızda hiç bir problem olmamasına rağmen odamın önünden geçerken bile selam vermeden geçmekteydi, hatta bu kişiler çoğu zaman birbirlerinin odasında toplanış sanki kapalı bir grup gibi sohbet etmekteydiler, MİT tırları kapsamında ihraç edilen Y.K.nın yukarıda saydığı kişiler üzerinde gözle görülür bir etkinliği vardı, meslekten ihraç edilmiş olmasına rağmen adliyeye gelip gitmekte olan Y.K. bu kişilerle çoğu zaman birlikteydi ve kendisine sanki görevdeki bir Cumhuriyet savcısı gibi davranılmaktaydı, o dönemin Cumhuriyet savcısı E.A.nın [Başvurucunun] FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargısal yapılanması dahilinde olduğunu gözlemledim, kendisiyle hiç bir zaman şahsi bir problemim, husumetim olmadı…”vii. Tanık H.Ç. ise şu şekilde açıklamalarda bulunmuştur:“2013 yılı Temmuz ayında Van ili Erciş ilçesinden Aksaray merkez Cumhuriyet savcılığına atandım, o tarihten beri Aksaray’da görev yapıyorum, …İddianame sanığı olan E.A.yı[Başvurucuyu] tanırım, kendisi 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminden önceki kararname ile Artvin Cumhuriyet Savcılığı’na atanmıştı, 16 Temmuz 2016 tarihinde HSYK tarafından meslekten ihraç edildiğini öğrendim, E.A.[Başvurucu] yanlış hatırlamıyorsam 2013 yılı Eylül ya da Ekim ayında kura ile Aksaray adliyesine Cumhuriyet savcısı olarak atanmıştı, kendisinin odası benim odamla yanyanaydı, ayrıca lojmanda benim oturduğum dairenin hemen altında oturuyordu, E.A.[Başvurucu] ile hem odalarımızın yanyana olması hem de lojmanda eşlerimizin tanışması nedeniyle tanışıklığımız ilerlemişti, bu anlamda kendisini tanıyorum, …kendisiyle tanışıklığımız sürecinde kendisinin hükümeti eleştirdiğini biliyorum ancak Büyük Birlik Partisi’nden sürekli bahsetmesi ve Y.T. ile samimiyetlerini dile getirmesi nedeniyle ben kendisinin bu milliyetçi yapısı dolayısıyla hükümeti eleştirdiğini düşünüyordum …E.A.[Başvurucu] söylediğim gibi hem hükümeti eleştiriyordu hem de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tamamına yakını meslekten ihraç edilen Aksaray eski hakim ve savcılarının çoğu ile samimiydi, bazılarını da ilginçtir sevmezdi, ben yukarıda belirttiğim Büyük Birlik Partisi vurgusu ve kayınbiraderinin de Anadolu Ajansında muhabir olarak göreve başlaması nedeniyle kendisi ile alakalı o dönemin tabiri ile cemaatçi olmadığını, hükümeti Büyük Birlik Partisi yapısı nedeniyle eleştirdiğini düşünüyordum, …bu kapsamda E.A.nın[Başvurucunun] hükümete olan eleştirilerini kendisinin milliyetçi yapısı nedeniyle yaptığını düşünüyordum, kendisinin karakterini de bildiğim için bir türlü cemaatçi yaftasını kendisine yakıştıramıyordum, …E.A.[Başvurucu] söylediğim gibi hükümeti eleştiriyordu ancak ben hükümeti eleştirdiği kadar Fethullah Gülen yapılanması aleyhine konuştuğunu hatırlamıyorum, bu yapılanma ile ilgili kendisi çok konuşmazdı, 15 Temmuz 2016 darbe girişimiden 2 ya da 3 ay önce olabilir tam hatırlamıyorum ancak 2016 yılı içerisinde olduğundan eminim kendisine Fethullah Gülen yapılanmasının yurtdışında okullar açtığını, Türkçe’yi oradaki insanlara öğrettiğini, Doğu Anadolu’da fakir ve kimsesiz çocukları PKK’nın kucağından aldığını, bu gibi olumlu faaliyetler yapmışken …neden devlete ve hükümete karşı bu şekilde düşmanca davrandığını anlayamadığımı kendisine ifade ettiğimde kendisinin bana ‘Bunlar beni okuttu.’ Şeklinde bir sözü oldu ancak bu sözden sonra başka herhangi bir şey söylemedi, ben bu sözü ağzından kaçırdığını anladım, kendisi ile yaklaşık 3 yıllık tanışıklığımız döneminde bu söz dışında bu minvalde konuştuğunu hatırlamıyorum, o günkü düşünceme göre kendisi bu sözü ağzından kaçırmıştı, ben ağzından kaçırdığını anlayınca ve bu konuda bana bilgi vermek istemediğini görünce bu konuyu kendisine sormadım, …15 Temmuz Darbe Girişiminin hemen ertesi günü kendisinin meslekten ihraç edilmesi sonucu eşim ve ben de kendisi ile ilgili bu şüpheler de olduğu için bir daha ne kendisini ne de eşini aramadık görüşmedik, HSK tarafından darbe girişiminin hemen ertesi kendisinin meslekten ihraç edilmesi bizim aklımıza demek ki bizim bilmediğimiz başka şeylerde var düşüncelerini getirdi, bu kapsamda ne kendisiyle ne de eşiyle bir daha görüşmedik, kendisi tutuklu bulunduğu cezaevinden bana sahip çıkmadın diyerek ve beddua da ederek bir mektup gönderdi, …Yine E.A.[Başvurucu] ile ilgili 15 Temmuz Darbe Girişiminden önce bir konuşmamız sırasında Aksaray adliyesinde hakim olarak görev yapan ve sonra Erzurum’un bir ilçesine tayin olan Hakim A.A.nın Selçuk Üniversitesi’nde öğrenci iken başının kapalı olduğunu ve Fethullah Gülen yapılanması içerisinde öğrenci ablası olduğunu ifade etmişti, bunu da belirtmek isterim bu da kendisi hakkında benim lehe düşünmemi sağlayan unsurlardan bir tanesiydi, çünkü bu şekilde bir hakimle ilgili 15 Temmuz Darbe Girişiminden önce bilgi veren birisi nasıl bunlardan olabilir sorusunu sorduruyordu …Yine E.A.[Başvurucu] ile ilgili 15 Temmuz Darbe Girişiminden sonra kendisinin üniversiteden aynı sınıfta okuyan ve Aksaray adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan O.K. ve B. İsimli savcılarımıza kendisinin üniversite ile ilgili durumunu sordum, Cumhuriyet savcısı O.K., EA.yla [Başvurucuyla] aynı dönem Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuduklarını, kendisinin normal öğretim E.A.nın [Başvurucunun] ikinci öğretim olduğunu, E.A. [Başvurucu] ile ilgili arkadaşı olan T.Ö. isimli halen Zonguldak Devrek ilçesinde avukatlık yapan kişinin üniversite dönemi itibariyle ayrıntılı bilgiye sahip olduğunu bu avukat arkadaşından öğrendiğine göre E.A.nın [Başvurucunun] üniversite döneminde Fethullah Gülen yapılanması aleyhinde konuştuğunu ve hükümete bunlara çok yüz verdiği için kızdığını söylediğini bana iletti, T.Ö. isimli bu avukat E.A. [Başvurucu] ile 2 yıl aynı evde kalmış, …bahsettiğim B. isimli Cumhuriyet savcımız, E.A.yı [Başvurucuyu] simaen tanıdığını, kendisinin küpeli, şapka takan, değişik giyinen bir kişiyle takıldığını hatırladığını, hakkında bu yapılanma kapsamında bilgisi olmadığını ifade etti,…Bilindiği üzere hakim ve cumhuriyet savcılarının hangi safta yer aldığı 2014 yılı HSK seçimleri sürecinde 3 aşağı 5 yukarı ortaya çıkmıştı, beni bağımsız adaylara oy vermem yönünde arayanlar da oldu, odama gelenler de oldu ancak E.A.nın [Başvurucunun] benden söz konusu FETÖ ile irtibatlı olduğu tespit edilen bağımsız adaylar grubuna oy vermem yönünde herhangi bir talebi olmadı ancak kendisinin akademi döneminde akademi başkanı olan A.N.G.den olumlu bahsettiğini hatırlıyorum ayrıca 2014 yılı HSK seçimlerinden bir gün önce Cumhuriyet Başsavcısı G. Bey, bütün Cumhuriyet savcılarını cep telefonuyla aramış ve Yargıda Birlik Platformu’nun adaylarına oy vermesini istemişti, beni de aramıştı, E.A.yı [Başvurucuyu] da aramış, E.A.[Başvurucu] seçim gününden sonraki günlerde G. Başsavcı’nın bu telefonla aramasını yadırgamış ve bundan duyduğu rahatsızlığı bana iletmişti…” Yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 17/4/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…sanığın örgütün haberleşme aracı olan bylock programını kullanmadığı, sanığın Bank Asya hesap varlığı ve hesap hareketinin bulunmuyor olması sebebiyle talimatla bank asyaya para yatırmadığı, suçlamaları kabul etmeyen sanığın üniversitede bir süre yurtta kaldıktan sonra tanıklar K. ve T.Ö. ile birlikte beraber evde kaldıklarını ve bu evin FETÖ evi olmadığını belirttiği, tanıklar K. ve T.Ö.’nun sanığın beyanlarını doğruladığı ve sanığın örgüt ile bağlantısı olduğuna dair herhangi bir hususa rastlamadıklarını, sanığın örgütle bağlantısının olmadığını düşündükleri yönünde beyanda bulundukları, sanık ile aynı adliyede çalışan ve beyanları yukarıda bulunan tanıkların ise beyanlarında somut bilgiler anlatmadıkları, sanığın FETÖ ile irtibatlı eski meslektaşları ile fiziki iletişim halinde olmasının sanığın örgüt üyesi olduğunu gösterecek yeterlilikte olmadığı, zira tanıklardan bir kaçının sanığın yaptığı bu görüşmelerin mesleki nezaket kuralları dışında olduğu ile ilgili herhangi bir gözlemin olmadığını belirttikleri, bu hususlar ile dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde bu husus yönünde de sanık savunmasının aksinin ispat edilemediği, yine her ne kadar BTK’dan gelen HTS kayıtlarına göre sanığın örgüt mensupları ile görüşmesinin olduğu belirtilmiş ise de; sanığın örgüt üyesi olabilecek kişilerin dışında başka kişilerle de görüştüğü, örgütün yapısı ve bir kısmının sanığın eski meslektaşı olması hususları dikkate alındığında sanıktan görüştüğü kişilerin örgüt üyesi olduğunu bilmesinin beklenemeyeceği ve bu kişilerle yaptığı görüşmelerin içeriklerinin dosyada bulunmaması sebebiyle bu hususun örgüt üyeliği için yeterli kabul edilmeyeceği, HSK’dan gelen cevabi yazıda sanık aleyhine yeni ve yeterli herhangi bir delilin bulunmadığı görülmüş olmakla sanığın örgüt üyeliğine dair, yoğunluluk, çeşitlilik ve süreklilik gibi yukarıda ayrıntılı anlatılan şartları taşıdığına dair yeterli eylem ve delilin dosya kapsamında tespit edilemediği görülmüş olup sanığın cezalandırılmasına yeterli, her türlü şüpheden uzak, şüpheyi kanaat düzeyine vardıracak, kesin, inandırıcı ve somut delil bulunamadığı, bu nedenle yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı…” Başvurucu hakkında verilen beraat hükmü Cumhuriyet savcısınca istinaf edilmiştir. Cumhuriyet savcısının istinaf talebinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Erzurum Ağır Ceza Mahkemesince sanık E.A. [Başvurucu] hakkında delil yokluğundan beraat kararı verilmiştir. Karar celsesinde sanık hakkında incelemesi devam eden digital materyal sonuçlarının beklenmesi tevsi tahkikat olarak talep edilmiş mahkemece bu husus reddedilerek hüküm kurulmuştur. Kovuşturma aşamasında kanaatimizce bu hususun da tamamlanmasından sonra hüküm kurulması gerekirken eksik araştırma ile mevcut delillere göre hüküm kurulmuştur. “ Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39) başvurusu hakkında verilen karar.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/78293
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetede yayımlanan haber nedeniyle başvurucunun şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Davalara İlişkin Süreç Başvurucu, eski bir basın mensubu olup olayların meydana geldiği tarihte Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığında görevlidir. Başvurucu hakkında ulusal ölçekte yayın yapan Hürriyet gazetesinin (gazete) 10/6/2008 tarihli nüshasında başvuruya konu bir haber yayımlanmıştır. Bahsi geçen haberin yayımlandığı tarihte başvurucu ile eşi arasında Ankara Aile Mahkemesinde başlamış olan boşanma davası derdesttir. Ayrıca başvurucu hakkında -derece mahkemelerinin kararlarından anlaşıldığı kadarıyla- Ankara Asliye Ceza Mahkemesinde, bir kadına karşı cinsel taciz suçunu işlediği iddiasıyla açılmış bir kamu davası da bulunmaktadır. Gazetenin sayfasında "Aldatmadan Sorumlu Müdür" başlıklı ve sayfasında "Aldatmadan Sorumlu Daire Başkanı" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Başvurucu ile bir kadının birlikte çekilmiş fotoğraflarının da yer aldığı haber şöyledir:"Aldatmadan Sorumlu Müdür - Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nda Daire Başkanı olarak görev yaparken Başbakanlık bünyesinde atanan N.Ö., 17 yıllık eşi Hanım'a (51) boşanma davası açınca işler karıştı. Karşı dava açan Ö., mahkemeye, kocasının bilgisayarında kayıtlı değişik kadınlarla otel odalarında çektirdiği fotoğraflarını, sevişirken çektiği video görüntülerini ve aşk mesajlarını delil olarak sundu. N.Ö. Her şeyi inkâr etti." Başvurucu, bahsi geçen haberin yayımlanmasını takiben noter kanalıyla bir ihtarname ile haberin düzeltilmesini ve göndermiş olduğu tekzip metninin yayımlanmasını talep etmiştir. Başvurucunun gönderdiği tekzip metni ilgili gazeteye tebliğ edilmiş, ancak sonraki üç gün gazetede yayımlanmamıştır. Bunun üzerine başvurucunun yaptığı cevap ve düzeltme talebi Ankara Sulh Ceza Mahkemesince kabul edilmiştir. Kararda, düzeltme metninin haberin yayımlandığı gazetenin aynı sayfasında ve sütunlarda aynı puntolarla aynı şekilde ekleme ve çıkartma yapmadan yayımlanmasına yer verilmiştir. Mahkemenin tekzibe ilişkin kararına karşı, davalı gazetenin itirazı Ankara Asliye Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Böylece başvurucunun tekzip talebine ilişkin sulh ceza mahkemesi kararı kesinleşmiştir. Tekzip metni Gazetenin 30/10/2008 tarihli nüshasının sayfasının sağ iç köşesinde Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin kararında belirtilen usule uyulmadan yayımlanmıştır. Başvurucunun, söz konusu haberde kendisi hakkında sarf edilen ifadelerin kişilik haklarını zedelediği iddiasıyla gazete aleyhine açtığı tazminat davası ise Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 11/3/2014 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; ilgili haberin başvurucunun taraf olduğu boşanma ve ceza davalarında yer alan hususlara ilişkin olduğu, davaya konu haberin adli makamlara intikal etmiş olaylara dayandığı, haberin toplumsal ilgi, güncellik ve gerçeklik sınırları içerisinde kaldığı ve davacının kişilik haklarına bir saldırının söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin ret kararını temyiz etmiş, ancak Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 31/3/2014 tarihinde Mahkemenin kararını onamıştır. Başvurucu, Yargıtayın onama kararına karşı karar düzeltme talebinde bulunmuş, bu talep de aynı Daire tarafından 12/11/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu ret kararını 21/12/2015 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 14/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Konusu Olmayan Davalara İlişkin Süreç Başvurucunun başvuruya konu olan haber öncesi başlayan boşanma davası ile cinsel taciz nedeniyle açılan ceza davası tazminat davasıyla eş zamanlı olarak devam etmiştir. Yargılama neticesinde başvurucu, eşinden boşanmış; ceza davasında ise haberde sevgilisi olduğu belirtilen fotoğraftaki kadına karşı cinsel taciz suçunu işlediği kabul edilerek mahkûm edilmiştir. Ancak başvurucu hakkındaki bu ceza davası, daha sonra müştekinin şikâyetinden vazgeçmesi üzerine düşmüştür. Başvurucu hakkında cinsel taciz suçu nedeniyle verilen mahkûmiyet kararı ile davanın düşmesi arasındaki süreçte gazete, başvurucunun cinsel taciz suçu dolayısıyla hüküm aldığını üç kez haber yapmış ve ilgili haberleri gazetenin internet sitesinde yayımlamıştır. Başvurucu, davanın düştüğünü ve kendisinin masum olduğunu ileri sürerek ilgili haberlerin gazetenin internet sitesinden kaldırılmasını mahkemelerden talep etmiştir. Ankara Sulh Ceza Mahkemesi, Ankara Asliye Ceza Mahkemesi ve Ankara Sulh Ceza Mahkemesi, başvurucunun almış olduğu ceza hükmüne ilişkin olarak yapılan haberlerin gazetenin internet sitesinden kaldırılmasına karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Davalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “...Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ... bulunma hakkı saklıdır...."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Haci Boğatekin, B. No: 2014/18101, 26/10/2017, §§ 16-
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1152
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetede yayımlanan haber nedeniyle başvurucunun şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen soruşturmalar esnasında (Anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü bünyesinde yapılan -önleme amaçlı- iletişime müdahale işlemlerinin usulsüz olduğu iddiasına ilişkin olarak başvurucuların da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucular, anılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmışlardır. Başsavcılık 25/7/2014 tarihinde başvurucuları tutuklanmaları istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/7/2014 tarihinde başvurucuların resmî belgede sahtecilik ve kişilerin arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçlarından tutuklanmalarına karar vermiştir.B. Serbest Bırakılmamaya İlişkin Süreç Başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme, bu konuda karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, Başsavcılığa yazı yazılarak ilgili soruşturma dosyalarının tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde nöbetçi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucuların da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılıkça talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini Başsavcılığa göndermiştir. Başsavcılıkça İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları tekrar İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. Başvurucular 8/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Sonraki Süreç Başsavcılıkça başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, görevi kötüye kullanma, iftira, resmî belgede sahtecilik, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kaydetmek, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/371 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili Süreç Başvurucuların da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler -sonrasında meslekten de çıkarılmışlar- 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -kendilerinin de üyesi oldukları- FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiklerini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir: "... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd.maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir.Bu nedenle şüpheli/sanık,müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir.Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd.maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de, gerek ilgili madde metinlerinde açıkça 'şüpheli' kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, 'mahkeme' niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır.Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr.HakanHakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir.Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr.Ersan ŞEN yorumluyorum 13 syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi, evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerle gönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına vetamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin, kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd. maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte, bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına başvurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in 'www.he.o' isimli internet sitesinde yayınlanan 'Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları' başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından 'www.herkul.org' isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak 'adanmış' bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7677
Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, başvuruculara ait taşınmazların imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 23/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2016/4317, 2016/4318, 2016/4319, 2016/4320, 2016/4321, 2016/4322, 2016/4323, 2016/4324 ve 2016/4326 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2016/4317 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin 2016/4317 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki oldukları başvuruya konu Zonguldak ili Alaplı ilçesi Aşağıdoğancılar köyü, Örenci mevkii 132 ada 17, 19, 20, 21, 25, 31, 32, 35, 38, 43 ve 44 sayılı parseller 1986 yılında yapılan 1/1000 ölçekli uygulama imar planıyla yüksek öğretim tesis alanı vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, imar planındaki bu vasfa rağmen taşınmazların kamulaştırılmaması üzerine Alaplı Asliye Hukuk Mahkemesinde ayrı ayrı kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davası açmışlardır. Alaplı Asliye Hukuk Mahkemesi, farklı tarihlerde davaların kabulüne karar vermiş ve başvurucular lehine tazminata hükmetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 25/11/2013 tarihinde ilk derece mahkemesi kararlarını bozmuştur. Bozma kararlarının gerekçesinde 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun ek maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle fiilî olarak el atılmayan taşınmazlara yönelik kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davalarında görevli yargı yolunun idari yargı yolu olduğu vurgulanmıştır. İlk derece mahkemesince bozma kararına uyularak farklı tarihlerde dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmiştir. Başvurucular, idari yargı mercilerinin görevli olduğunun tespiti üzerine bu kez Zonguldak İdare Mahkemesinde (Mahkeme) ayrı ayrı maddi tazminat istemiyle idare aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Mahkeme 11/6/2015, 19/6/2015 ve 25/6/2015 tarihli kararlar ile davaların reddine karar vermiştir. Anılan benzer mahiyetteki kararlarda, imar kısıtlılığı nedeniyle kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davası açılabilmesi için idarenin kamulaştırma iradesinin devam etmesi gerektiğine işaret edilmiştir. Mahkemeye göre somut olaylar itibarıyla davalı idarenin dava tarihine kadar taşınmazlara ilişkin fiilî veya hukuki bir tasarrufunun söz konusu olmaması ve bu süreç içinde taşınmazların yüksek öğretim tesis alanı vasfının değiştirilmesi için Belediye Başkanlığına birçok kez müracaat etmesi kamulaştırmadan vazgeçme yönündeki iradesine delalet etmektedir. Mahkeme, bu saptamadan hareketle kamulaştırma iradesi bulunmaması nedeniyle tazminat ödenemeyeceği ve ayrıca başvurucuların imar durumunun değiştirilmesi amacıyla Belediye Başkanlığına müracaatta bulunabileceği kanaatindedir. Başvurucular verilen kararlara itiraz etmiş, Zonguldak Bölge İdare Mahkemesi 6/11/2015 tarihinde itirazları reddetmiştir. Aynı Bölge İdare Mahkemesinin 14/1/2016 ve 21/1/2016 tarihli kararlarıyla başvurucuların karar düzeltme isteminin de reddedilmesi üzerine hükümler kesinleşmiştir. Nihai kararlar 25/1/2016 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine 23/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal (B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-29) başvurusu hakkında verilen karar.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4317
Başvuru, başvuruculara ait taşınmazların imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; beyanları mahkûmiyet kararında belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanıkların duruşmada sorgulanamadığı, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılma yapıldığı ve yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve tanık sorgulama hakkı, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, tanık sorgulama hakkı, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, suçların ve cezaların kanuniliği ilkesine ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında başlatılan adli soruşturma sonunda açılan kamu davasında Isparta Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkeme mahkûmiyet gerekçesinde, başvurucunun ByLock programını kullanmasına, FETÖ/PDY'ye müzahir web sitelerine çok sayıda giriş yapmasına ve soruşturma aşamasında bilgisine başvurulan tanık Y.K.nin başvurucunun örgüt üyesi olduğuna ilişkin beyanlarına dayanmıştır. Başvurucunun istinaf talebi Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Ceza Dairesi) 14/12/2018 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Başvurucu müdafii 21/1/2019 havale tarihli temyiz dilekçesinde Ceza Dairesinin kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek yerel mahkemedeki savunmaları tekrarla ve resen nazara alınacak sebeplerle kararın bozulması talebinde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 25/9/2019 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu 21/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3620
Başvuru, beyanları mahkûmiyet kararında belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanıkların duruşmada sorgulanamadığı, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılma yapıldığı ve yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, daha önce Almanya’da mahkûm olunan suç için Türkiye’de de yargılama yapılması nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama ilkesinin, gerekçesiz biçimde ya da klişe gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının; eksik soruşturma sonucunda mahkûmiyete hükmedilmesi, ifadesi hükme esas alınan tanıkların duruşmada dinlenilmemesi ve mahkeme kararlarının yeterli gerekçeyi içermemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 25/1/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından 26/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 3/7/2015 tarihinde başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 20/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Hakkında Almanya’da Yürütülen Yargılama Süreci DHKP/C terör örgütünün Almanya’daki faaliyetleri kapsamında Ocak 1997 ile Ekim 1998 tarihleri arasında örgütün alt yapılanması olan “Özgür Halk Komitesi”nin (ÖHK) sorumluluğunu yürütmek suretiyle örgüt üyeliği suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında Almanya’da dava açılmıştır. Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi Ceza Dairesi, 29/11/2006 tarihli kararıyla (kesinleşme 7/12/2006) başvurucunun örgüt üyeliğinden 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Alman Mahkemesinin kararında, başvurucunun Ocak 1996 tarihinde bir kişinin örgüte para vermeye zorlanması eyleminden Almanya’da tutuklandığı, Ö.K. ismi altındaki mahkûmiyetinin 1/11/1996 tarihinde kesinleştiği, cezasının infazı ertelenerek başvurucunun cezaevinden tahliye edildiği ifade edilmiştir. Ayrıca Mahkeme, başvurucunun; 1997-1998 yılları arasında ÖHK’nın sorumlusu olarak faaliyet gösterdiğini, Ekim 1998’de bu görevine son verildiğini, örgüt yönetiminin emriyle 1999 başından 1999 yaz sonuna kadar Orta Doğu’da kaldığını, sonrasında Avrupa’ya geri döndüğünü, DHKP/C’nin Avrupa Komitesine tekrar katıldığını, örgüt adına Belçika ve Hollanda sorumluluğunu üstlendiğini, örgütün basın açıklamalarının hazırlanmasının ve örgüt yayınlarının işletilmesinin başvurucunun faaliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturduğunu, örgüt adına yapılan bir eylem nedeniyle Nisan 2000 ile Ocak 2001 tarihleri arasında Hollanda’da tutuklu kaldığını, 2005 yılı sonunda belirlenemeyen bir nedenle örgütten ayrıldığını belirtmiştir. Mahkeme, Federal Başsavcılık tarafından 25/7/2006 tarihinde yapılan sorgusunda suçlamaların önemli oranda doğru olduğunu başvurucunun kabul ettiğini belirtmiş; başvurucunun beyanlarının, üç adet tanığın ifadeleri ile başvurucunun “Hüseyin” kod adıyla imzaladığı 24/6/2001 tarihli özgeçmişte yer alan ve diğer delilerden elde edilen bilgilerle uyuştuğu sonucuna varmıştır. Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucu, 25/7/2007 tarihinde Türkiye’ye giriş yaptığı sırada havaalanında gözaltına alınmıştır. Aynı tarihli polis sorgusunda başvurucuya, 1/4/2004 tarihinde Hollanda’da DHKP/C örgütüne yönelik yapılan operasyon sonucu ele geçirilen ve örgüt üyeleri arasındaki yazışmaları içeren bilgisayar kayıtlarına ve Türkiye’de yürütülen farklı bir soruşturma kapsamında tutuklanan K.A. isimli kişinin başvurucunun Fransa’da örgüt adına faaliyet gösteren ikinci kişi konumunda olduğu yönündeki beyanlarına ilişkin sorular yöneltilmiştir. 2/10/2003 tarihli polis ifadesinde K.A., gösteri yapmak için gittikleri Fransa’da başvurucunun ve kendisinin de aralarında bulunduğu bazı kişilerin tutuklandığını, iki yıl tutuklu kaldıktan sonra kendisinin 1997 yılında tahliye edildiğini, başvurucunun Fransa’da ikinci kişi konumunda olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu; 1994 yılında yasa dışı yollardan yurt dışına çıktığını, sadece Almanya ve Hollanda’da bulunduğunu, iki veya üç defa gasptan dolayı tutuklandığını ancak bunlardan sadece birinde kendi ismiyle tutuklu kaldığını, DHKP/C veya başka bir örgütle ilişkisinin olmadığını, Hollanda’da ele geçirilen bilgisayar kayıtlarının kendisiyle ilgili olmadığını, kimliğini kaybettiği için başka birinin kendi ismini kullanmış olabileceğini, Fransa’ya hiç gitmediğini belirtmiştir. Başvurucu, Hollanda makamlarına kimliğini beyan ettiğinde bu isimde bir kişinin zaten var olduğunu, kendisinin belirttiği kişi olamayacağının söylendiğini, bu nedenle kimliğini DNA yoluyla ispatlamak için annesini Hollanda’ya getirttiğini söylemiştir. Başvurucu, 29/7/2007 tarihli savcılık ve hâkim önündeki ifadelerinde de herhangi bir örgütle bağlantısının bulunmadığını, bilgisayar kayıtlarındaki “Levent Yanlık” isimli kişinin kendisi olmadığını, başka birisinin kendi ismini kullanarak suç işlemiş olabileceğini, K.A. isimli kişinin Fransa’da bulunduğunu iddia ettiği tarihlerde kendisinin Almanya’da tutuklu olduğunu ileri sürmüştür. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 29/7/2007 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 15/8/2007 tarihli ve E.2007/1121 sayılı iddianame ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütü yöneticiliği suçundan ceza davası açmıştır. İddianamede, Hollanda’da ele geçirilen bilgisayar kayıtlarından “05110…” isimli dosyada başvurucunun şahsi ve ailevi bilgilerini bildirerek örgütün amaç ve felsefesine bağlı olduğunu beyan ettiğinin, örgüt içindeki önceki faaliyetlerini anlattığının, ÖHK ile Avrupa Komitesi içerisinde yer aldığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Yine bu öz geçmiş raporuna göre başvurucu 1994-1998 yılları arasında Yunanistan’da ve Almanya ÖHK’da, 1999 yılında ve hapisten çıktıktan sonra 2001 yılında Hollanda’da farklı kod isimlerle faaliyet göstermiştir. “5-46-….” isimli belgede Özgür Politika isimli gazeteye başka bir kişi adına başvurucunun imzası ile ilan verildiği görülmektedir. “03079-…” isimli belgede “Hollanda DHKP/C sözcüsü Yanlık” tabirine yer verildiği, örgütle “Hüseyin” adıyla yazışma yaptığı, başvurucunun 2003 yılında iki kez Türkiye’ye silah ve mermi gönderdiği bilgisine yer verilmiştir. İddianamede başvurucunun diğer bazı yazışmalarının da tespit edildiği belirtilmiştir. Sonuç olarak başvurucunun, “Hollanda ve Almanya’da yasa dışı terör örgütü adına etkin faaliyetlerde bulunduğu, örgütün Hollanda ve Belçika sorumlusu olduğunun tespit edildiği, bu sebeple örgütün yönetici kadrosu içerisinde sayılabilecek durumda bulunduğu” ileri sürülmüştür. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 7/12/2007 tarihli ilk duruşmada, iddianame ve ekleri başvurucunun huzurunda okunmuştur. Başvurucu, K.A.nın polis ifadesindeki iddialarını kabul etmemiş; Almanya’nın Köln kentinde Ö.K. ismiyle tutuklu kaldığını, B.A. ismindeki bir kişinin kendi ismini kullandığını, bu adla Almanya'ya iltica talebinde bulunduğunu, bu kişinin Fransa’da (Nasante) 1995-1997 yılları arasında tutuklu kaldığını ve 1999 yılında bir çatışmada öldürüldüğünü belirtmiştir. Başvurucu ayrıca 1999 yılında kendi ismiyle Hollanda’ya iltica başvurusunda bulunduğunu; ilgili makamlarca kendisine bu kişi olmadığının, gerçek Levent Yanlık’ın Fransa’da tutuklu olduğunun ve daha öncesinde Almanya’ya iltica talebinde bulunduğunun söylendiğini, bunun üzerine 2005 yılında annesini Hollanda’ya getirttiğini ve DNA testi yoluyla kendisinin Levent Yanlık olduğunun kanıtlandığını ifade etmiştir. Aynı duruşmada dinlenen başvurucunun annesi, 2005 yılında DNA testi için Hollanda’ya gittiğini ve böylelikle başvurucunun kendi oğlu olduğunun tespit edildiğini belirtmiştir. Başvurucu 4/4/2008 tarihli duruşmada tahliye edilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 5/11/2008 ile 29/9/2009 arasında tanık olarak dinlemek üzere K.A. isimli kişiyi araştırmıştır. K.A., öncelikle kaldığı cezaevinden sorulmuş; tahliye edildiğinin anlaşılması üzerine resmî kayıtlara bildirdiği adresten araştırılmıştır. Açık adresinin bulunamaması üzerine 29/9/2009 tarihli duruşmada görüşü sorulan başvurucu vekili, gereğinin Mahkemece takdir edilmesini talep etmiş ve tanık ifadesini esas hakkındaki savunmalarında değerlendireceklerini belirtmiştir. Mahkeme, tüm aramalara rağmen bulunamaması ve adresinin de tespit edilememesi nedeniyle K.A.nın dinlenmesinden vazgeçmiştir. 26/1/2011 tarihli duruşmada başvurucu vekili, K.A.nın başvurucuya ilişkin ifadesinden daha sonrasında vazgeçtiğini ve ifadede geçen hususların doğru olmadığını, Fransa’da olduğunu belirttiği tarihlerde başvurucunun Almanya’da cezaevinde tutulduğunu, Hollanda’da ele geçirilen belgelerde adı geçen “Levent Yanlık”ın başvurucu olmadığını, bu kişinin B.A. isimli kişi olduğunu ileri sürmüştür. Diğer yandan başvurucu vekilinin de talebi üzerine başvurucunun Türkiye’de yargılanabilmesi için 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Adalet Bakanı’nın talebinin sorulmasına karar verilmiştir. Bakanlık yazısında, başvurucuya atılı suçun düzenlendiği 5237 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci kitap, dördüncü kısım, beşinci bölümünde yer alması nedeniyle aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Adalet Bakanı’nın talebine gerek olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, bunun üzerine yargılamaya devam etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 30/11/2011 tarihli ve E.2007/565, K.2011/190 sayılı kararıyla başvurucunun Hollanda ve Belçika’da DHKP/C terör örgütünün yöneticisi konumunda olduğu sonucuna varmıştır. Mahkeme, başvurucunun 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme, terör örgütü üyeliği nedeniyle başvurucunun Almanya’da yargılanarak mahkûm edilmesi nedeniyle bahse konu hapis cezasının infaz edilen kısmının 5237 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca mahsup edilmesine hükmetmiştir. Mahkeme, kararında başvurucunun savunmalarına, DHKP/C örgütüyle ilgili Hollanda’da ele geçirilen belgelere, başvurucunun mahkûmiyetine hükmeden Alman Mahkemesinin kararına, ifade tutanakları duruşmalarda okunan K.A.nın ifadesine, Ş.Ç. isimli kişinin başka bir dosya kapsamında polise ya da yargı makamlarına verdiği ve yargılama aşamasında okunduğuna dair Mahkeme tutanaklarında bilgi bulunmayan beyanlarına ve diğer bazı belgelere dayanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Hollanda’da örgüte yönelik operasyonda ele geçirilen bilgisayar kayıtlarından başvurucunun, Avrupa ülkelerinde DHKP/C terör örgütünün sorumlu düzeyde yöneticisi olduğunun anlaşıldığını ve örgüte verdiği özgeçmişte kişisel ve ailevi bilgilerini verdikten sonra örgüt bünyesinde yaptığı görevleri anlattığını da dikkate almıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, Alman Mahkemesinin kararına göre Almanya’da bulunduğu dönemde DHKP/C terör örgütü içinde faaliyette bulunduğunu başvurucunun kabul ettiği konusunu da ayrıca belirtmiştir. Mahkeme, Ş.Ç.nin ifadesinde, fotoğrafı gösterilen kişinin başvurucu olduğunu belirttiğini, başvurucunun “Sedat” ve “Hüseyin” kod isimlerini kullandığını ve örgüt içinde sorumlu düzeyde olduğunu, Türkiye’de düzenlenen bombalı saldırıların talimatını verdiğini, devlet büyüklerine suikast düşüncesi içinde olduğunu söylediğini belirtmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, DHKP/C örgütünün faaliyetleri ile dosyadaki diğer bilgileri karşılaştırdığında tanığın beyanlarının oluşa uygun olduğu sonucuna varmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi; tanık beyanlarını, ele geçirilen bilgisayar dosyalarını ve Alman Mahkemesinin kararını dikkate alarak başvurucunun suçu işlemediğine yönelik savunmalarına itibar etmemiştir. Cumhuriyet savcısı terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyet yönünde mütalaa vermiş ise de Ağır Ceza Mahkemesi, davanın terör örgütü yöneticiliğinden açıldığını ve başvurucunun yönetici konumunda olduğunun açık olduğunu belirterek terör örgütü yöneticiliğinden hüküm kurmuştur. Başvurucu bu kararı; tanıklar K.A. ve Ş.Ç.nin duruşmada veya talimat yoluyla dinlenmediği, K.A.nın beyanlarının aksine tanığın belirttiği tarihlerde Fransa’da değil, Almanya’da cezaevinde olduğunun araştırılmadığı; ele geçirilen bilgisayar belgelerinde adı geçen Levent Yanlık’ın kendisi olmadığının araştırılmadığı, Alman Mahkemesi kararına konu suçun örgüt yöneticiliği olmadığı, 2005’te örgütten ayrıldığına dair tespitlerin aleyhine değerlendirildiği ve mükerrer yargılama olduğu gerekçeleriyle temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi duruşmalı inceleme yapmış, 17/12/2012 tarihli ve E.2012/8617, K.2012/14822 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır. Yargıtay ilamı 26/12/2012 tarihinde başvurucu vekilinin yokluğunda tefhim edilmiştir. Başvurucu 25/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un “Diğer suçlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Aşağıdaki suçların, vatandaş veya yabancı tarafından, yabancı ülkede işlenmesi halinde, Türk kanunları uygulanır:… b) İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci ve Sekizinci Bölümlerde yer alan suçlar.…(2) (Ek ikinci fıkra: 29/6/2005 – 5377/3 md.) İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerde yer alanlar hariç; birinci fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı Türkiye’de yargılama yapılması, Adalet Bakanının talebine bağlıdır(3) Birinci fıkranın (a) ve (b) bentlerinde yazılı suçlar dolayısıyla yabancı bir ülkede mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olsa bile, Adalet Bakanının talebi üzerine Türkiye’de yargılama yapılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Cezadan mahsup” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Nerede işlenmiş olursa olsun bir suçtan dolayı, yabancı ülkede gözaltında, gözlem altında, tutuklulukta veya hükümlülükte geçen süre, aynı suçtan dolayı Türkiye’de verilecek cezadan mahsup edilir.” 5237 sayılı Kanun’un ikinci kitap, dördüncü kısım, beşinci bölümünde yer alan “Silâhlı örgüt” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1189
Başvuru, daha önce Almanya’da mahkûm olunan suç için Türkiye’de de yargılama yapılması nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama ilkesinin, gerekçesiz biçimde ya da klişe gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının; eksik soruşturma sonucunda mahkûmiyete hükmedilmesi, ifadesi hükme esas alınan tanıkların duruşmada dinlenilmemesi ve mahkeme kararlarının yeterli gerekçeyi içermemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. 2019/27138 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/26989 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/26989 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26989
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kişisel verilerin güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 1989 doğumlu olan başvurucu, 2017 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) tercih sonucuna göre Şırnak'ın Cizre ilçesindeki Dr. Selahattin Cizrelioğlu Devlet Hastanesine hemşire olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Kanun'un maddesiyle aynen kabul edilen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Söz konusu araştırmanın olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun KPSS sonucuna göre yerleşmeye hak kazandığı kamu kurumuna ataması yapılmamıştır. Başvurucu anılan işlemin iptali talebiyle idare mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda hazırlanan istihbari bilgi notuna göre "başvurucunun PKK bölücü terör örgütünün alt yapılanmalarınca organize edilen ve PKK lehine kamuoyu oluşturmaya yönelik birçok gösteriye katıldığını, babasının da benzer şekilde birçok organizasyon içerisinde yer aldığı, abisinin ise PKK mensuplarına yönelik olarak güvenlik güçlerince gerçekleştirilen bir operasyonda ölü olarak ele geçirildiğini" belirterek başvurucunun yakın çevresinin yasa dışı örgütlerle ilişkili olduğu sonucuna varmıştır. Nihayetinde başvurucunun görev yapacağı kamu kurumunun nitelik, önemi ve hassasiyeti ile idarenin daha uygun personel tercih edilebileceği hususlarını birlikte değerlendirerek davanın reddine karar vermiştir. Anılan karar istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 14/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 7/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30759
Başvuru, kişisel verilerin güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında meydana gelen ölüm olayından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu A.P., Hakkari Şemdinli Hudut Tugay Komutanlığı emrinde zorunlu askerlik görevini yapmakta iken 25/9/2011 tarihinde başlayan mide bulantısı/baş ağrısı şikâyetleri üzerine iki gün süreyle üs bölgesinde bulunan revirde müşahede altında tutulmuştur. Burada uygulanan tedaviye rağmen 27/9/2011 günü sabah saatlerinde sağlık durumunun kötüleşmesi üzerine hastaneye sevki için birlik komutanı tarafından helikopter talep edilmiş ancak A.P. helikoptere nakledildiği esnada hayatını kaybetmiştir. Askerî Savcılık (Savcılık) tarafından olayla ilgili olarak resen soruşturma başlatılmış ve otopsi işlemi yapılmıştır. Soruşturma kapsamında A.P.nin nöbet arkadaşının, tedavisini takip eden sağlık memurunun ve ayrıca aile fertlerinden ağabeyinin tanık sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Otopsi sonucunda A.P.nin kesin ölüm nedeninin belirlenememesi nedeniyle dosya İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir. Başvurucu 5/11/2012 tarihinde Savcılığa bir dilekçe vermiş ve oğlunun kesin ölüm nedenini belirten adli tıp raporundan kendisine de gönderilmesini istemiştir. Savcılık 13/11/2012 tarihli cevap yazısı ile müteveffanın kesin ölüm nedeninin hâlen belirlenemediğini belirterek ilk otopsi raporlarının ve yapılan yazışmaların birer örneğini başvurucuya göndermiştir. Bu süreçte Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen 7/11/2012 tarihli raporda özetle müteveffanın otopsisinde travmatik değişim tanımlanmadığına göre kişinin travmatik tesirle öldüğüne dair tıbbi delil bulunmadığı, kanda toksik maddelerin olmadığı dikkate alındığında kişinin zehirlenerek öldüğünün tıbbi delillerinin de bulunmadığı, kişide tespit edilen beyincik kanamasının lokalizasyonu ve özelliğine göre kişinin ölümünün patolojik (travmatik olmayan) kökenli beyincik kanaması sonucu meydana geldiği belirtilmiştir. Soruşturma dosyası içindeki idari tahkikat raporunu, adli tıp raporunu, ifade tutanaklarını ve diğer bilgi belgeleri değerlendiren Savcılık; A.P.nin ölümünün bünyesinde mevcut rahatsızlığa bağlı olarak beyincik kanaması neticesinde gerçekleştiği, söz konusu kanamanın gerçekleşmesinde veya önlenmesinde başka bir asker şahsın kusurunun bulunduğunun söylenemeyeceği gerekçesiyle 22/4/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına (KYO) karar vermiştir. Van Askerî Mahkemesi, A.P.nin ağabeyinin 23/5/2013 tarihinde kendisine tebliğ edilen KYO kararına karşı yaptığı itirazı 28/6/2013 tarihinde kabul etmiş ve KYO kararını kaldırarak soruşturmanın genişletilmesine karar vermiştir. Başvurucu, oğlunu idarenin hizmet kusuru nedeniyle kaybetmesinden dolayı uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle 31/1/2014 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (MSB) yaptığı başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddi üzerine 15/4/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde sağlık durumunun ciddiyeti itibarıyla oğlunun vefatının önlenmesine yönelik tedbirlerin alınmadığını, hastaneye nakledilmesinin geciktirildiğini ileri sürmüştür. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 9/7/2014 tarihinde oyçokluğuyla verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Gerekçeli kararda öncelikle olay süreci anlatıldıktan sonra adli ve idari soruşturma safahatına ilişkin bilgilere yer verilmiş, bu kapsamda Savcılığın KYO kararının soruşturmanın genişletilmesi amacıyla Askerî Mahkeme tarafından kaldırıldığı ve soruşturma sürecinin hâlen devam ettiği hatırlatılmıştır. Başvurucunun soruşturma sürecinde 5/11/2012 tarihinde Savcılığa verdiği dilekçe ile oğlunun kesin ölüm nedenini belirten adli tıp raporunun kendisine gönderilmesini istediği, A.P.nin ağabeyinin 23/3/2012 tarihinde Savcılığa verdiği ifadede olaydan dolayı şikâyetçi olduğunu belirttiği ve 27/5/2013 tarihinde KYO kararına itiraz ettiği hususlarına yer verilen kararda, ölenin yakınlarının söz konusu dilekçelerde tazminat ile bağlantılı herhangi bir istemlerinin bulunmadığına dikkat çekilmiştir. Kararın gerekçesinde son olarak AYİM'in istikrar kazanmış içtihadına değinilmiş ve buna göre ölüm olayının gerçekleştiği 27/9/2011 tarihinden itibaren bir yıl içinde ve en geç 27/9/2012 tarihine kadar zorunlu idari başvuruda bulunulması gerekirken bu süre geçtikten sonra 29/1/2014 tarihinde idareye yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın süresinde olmadığı belirtilmiştir. Karşıoy görüşünde ise başvurucunun oğlunun ölüm nedenine ilişkin ilk bilgilerin Savcılığın 22/4/2013 tarihli KYO kararında yer aldığı belirtilmiş, bu tarihten önce başvurucu tarafından Savcılıktan ölüm nedenine ilişkin bilgi talep edilmişse de henüz adli tıp raporunun düzenlenmediği gerekçesiyle kendisine bilgi verilemediğine dikkat çekilmiştir. Birlik Komutanlığınca da ölenin ailesine ölüm nedeni konusunda bilgi verildiğine dair dosyada bilgi belge bulunmadığı belirtilen karşıoy görüşünde; KYO kararının verildiği 22/4/2013 tarihinden önce ölüm ve zarar nedeni konusunda bir bilgisi olmayan başvurucu için bir yıllık zorunlu idari başvuru süresinin başlatılmasına hukuken imkân bulunmadığı, öte yandan 22/4/2013 tarihinden itibaren yasal süresi içinde yapılan müracaatın reddi üzerine açılan davanın süresinde olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 19/11/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 12/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Ali Mama ve Güler Mama, B. No: 2015/1962, 12/6/2018, §§ 18-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/323
Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında meydana gelen ölüm olayından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucuların iş sözleşmelerinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/336 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2019/336 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Bazı başvurucular Belediyeler bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel şirketlerde, bazı başvurucular Belediyelere ait şirketlerde, bazıları ise kamu gücü ayrıcalığını haiz idarelerde veya şirketlerde işçi statüsünde çalışmaktadır. Başvurucuların 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) kapsamında terör örgütleri ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde yapılan bildirimler sonucunda çalıştıkları şirket veya idareler (İşveren) tarafından güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle iş sözleşmeleri feshedilmiştir. Başvurucular, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle İş Mahkemelerinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemelerce bazı başvurucular yönünden davanın kabulüne, bazıları yönünden davanın reddine karar verilmiştir. Davanın kabulüne ilişkin kararlara yönelik yapılan istinaf başvurularını bölge adliye mahkemeleri kabul etmiş ve davanın reddine karar vermiştir. Davanın reddine ilişkin kararlara karşı yapılan istinaf ve temyiz başvuruları ise reddedilmiştir. Davanın reddine ilişkin kararların gerekçelerinde, başvurucular veya başvurucuların aile bireyleri hakkındaki istihbari bilgilere, devam etmekte olan soruşturma veya kovuşturmalara, başvurucuların fesih tarihinden çok uzun süre öncesine ait mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararlarına yer verilmiştir. Kararlarda ayrıca bazı başvurucular hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar (KYOK) ile beraat kararlarına, Bank Asya hesap hareketlerinin bulunduğuna, disiplin soruşturma sonuçları ile teftiş raporlarına dayanılmıştır. Netice itibarıyla anılan kararlarda taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği ve feshin geçerli nedene dayandığı belirtilmiştir. Başvurucular, haklarındaki nihai hükümleri öğrendikten sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/336
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucuların iş sözleşmelerinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, ihaleye fesat karıştırma suçu nedeniyle şikâyetçi olduğu soruşturma dosyasında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca hukuka aykırı olarak işlemden kaldırma kararı verilmesi nedeniyle Anayasa'nın maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Başvuru, 16/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvurunun Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 20/10/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirket vekilleri, Botaş Boru Hatları Petrol Taşıma Anonim Şirketi (BOTAŞ) tarafından usul ve yasaya aykırı olarak alınan kararlar ile Azerbaycan-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı Projesi-Faz 3 (Hanak Doğal Gaz Basınçlandırma Kompresör İstasyonu ve Türkgözü Ölçüm Merkezi) Yapım İşi ve Sivas CS-2 Kompresör İstasyonu Yapım İşi ihalelerinin yeterlilik koşullarına sahip olmayan bir iş ortaklığına verilerek ihale sözleşmelerinin akdedildiğini, daha sonra yine usul ve yasaya aykırı olarak iş bu ihalelerin ve sözleşmelerin feshedildiğini, bu fesih sonucunda tamamlanamayan işlerin ise yine BOTAŞ tarafından yüksek miktarlar üzerinden başka şirketlere ihale edildiğini ve kamunun telafisi mümkün olmayan büyük zararlara uğratıldığını, bu sebeplerle söz konusu kamu zararına sebebiyet veren ve bugüne kadar bu kamu zararına sessiz kalarak hukuki ve cezai hiçbir yola başvurmayan BOTAŞ yetkilileri hakkında görevi kötüye kullanma, görevi ihmal ve ihaleye fesat karıştırma suçlarını işlediklerinden bahisle şikâyetçi olduklarını belirterek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/3/2014 tarihli yazısı ile eylemin görevden kaynaklanması nedeniyle “görevi kötüye kullanmak suçu”ndan soruşturma izni verilmesi için dosyayı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına göndermiştir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Denetim Hizmetleri Başkanlığı, konu hakkında 6/5/2014 tarih ve 107 sayılı ön inceleme raporu hazırlamış ve bu rapora istinaden ilgili kişiler hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 27/5/2014 tarih ve 2014/31534 soruşturma sayılı kararıyla dosyanın işlemden kaldırılmasına Danıştay Dairesinin 3/3/2005 tarih ve E.2004/794, K.2005/301 sayılı içtihadı gereğince kesin olarak karar vermiştir. Karar, başvurucu şirkete 17/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru, 16/7/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Görevi kötüye kullanma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un maddesinin iki ve üçüncü fıkraları şöyledir: "Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür. İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir." 19/4/1990 tarih ve 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu'nun "Soruşturma" başlıklı maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir: "(Değişik birinci fıkra: 12/12/2003-5020/12 md.) Bu Kanunda ve 1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununda yazılı suçlarla, irtikâp, rüşvet, basit ve nitelikli zimmet, görev sırasında veya görevinden dolayı kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından veya bu suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında 1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanmaz. "
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11720
Başvurucu, ihaleye fesat karıştırma suçu nedeniyle şikâyetçi olduğu soruşturma dosyasında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca hukuka aykırı olarak işlemden kaldırma kararı verilmesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Başvurucu Hakkında Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı Tarafından Yürütülen Soruşturma Süreci Esenyurt İlçe Emniyet Müdürlüğü (Emniyet Müdürlüğü) tarafından iletilen 11/4/2020 tarihli fezlekeden başvurucunun da aralarında bulunduğu on şüpheli hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan soruşturma yürütüldüğü, soruşturmada müştekiler arasında S.T. ve S.G.T. isimli müştekilerin de bulunduğu anlaşılmıştır. Fezlekeye göre Emniyet Müdürlüğüne başvuran Y.T., diğer iki şüphelinin kendisine kaçak bahisten para geleceğini, parayı almaları için banka hesabı gerektiğini, bu işten kendisine pay vereceklerini söylediğini, ATM'lerden parayı çektiklerini ve şüpheli B.nin bu parayı Dayı lakaplı şahsa verdiğini, hesaplara gelen paranın kaçak bahisten dolayı değil de bu kişilerin vatandaşları arayıp kendilerini hâkim, savcı ya da emniyet müdürü olarak tanıtarak dolandırması sonucu temin edildiğini öğrendiğini beyan etmiştir. Bunun üzerine Dayı lakaplı başvurucu yakalanmıştır. Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler, değişik tarihlerde Türkiye'nin farklı yerlerinde bulunan müştekileri telefonla arayıp kendilerini kamu görevlisi olarak tanıtmakta, çeşitli yöntemlerle bir kez kullandıkları banka hesaplarına para transferi yapmalarını sağlamakta ve paraları bölüşmektedir. Merzifon'da gerçekleşen olaydan da bahsedilen fezlekenin ilgili kısmı şöyledir:"...Yakalanan şüphelilerin Türkiye'nin değişik şehirlerinde müştekiler olduğu tespit edilmiş, dosyaların özetleri aşağıya çıkarılmıştır.Amasya - Merzifon - Asayiş Büro Amirliğince... dosya kapsamında müşteki olarakmüracaatı alınan ve 500 TL mağdur edilen [S.T.] ifadesinde özetle; 24/03/2020 tarihinde kendisini ... numaralı hattan arayan ve görüşme sırasında polis olduğunu söyleyen erkek şahsın, hesabındaki paraların terör örgütü tarafından ele geçirildiğini söylediğini ve bankalarda ne kadar parası varsa ... IBAN numaralı hesaba göndermesini söylediğini, ...bank ... Şubesine giderek 500 TL tutarındaki parayı bu hesaba transfer ettiğini, ayrıca şüpheli şahısların kendisiyle ... numaralı hattan da iletişim kurduğunu, şüphelilerin kendisiyle görüşürken telefonunu kapattırmadıklarını ... beyan ettiği, ... aynı dosya kapsamında müştekinin kızı [S.T.nin de] ifadesi alınmıştır." Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığının (Büyükçekmece Başsavcılığı) talebi üzerine Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 11/4/2020 tarihinde, başvurucu ve diğer bir şüphelinin kişinin kendisini kamu görevlisi veya banka, sigorta, kredi kurumlarının çalışanı olarak tanıtması veya bu kurumlarla ilişkili olduğunu söylemesi suretiyle dolandırıcılık yapma suçundan tutuklanmasına, diğer şüphelilerin adli kontrol tedbiriyle serbest bırakılmasına karar verilmiştir. Tutuklama gerekçesi "... atılı suçu işlediklerini gösterir kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut delillerin mevcut olması, atılı suçun vasıf ve mahiyeti ile kanunda gösterilen cezasının miktarı, delillerin henüz toplanma aşamasında oluşu, serbest bırakılma halinde kaçma ve saklanma şüphelerinin bulunması, tutuklama koruma tedbirinin uygulanması ile sağlanacak fayda ve tedbirinin uygulanmasındaki ölçülülük göz önünde bulundurulduğunda bu aşamada adli kontrol koruma tedbirinin uygulanmasının yetersiz kalacağı..." şeklindedir. Büyükçekmece Başsavcılığınca Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Bakırköy Başsavcılığı) iletilen soruşturma dosyasında Bakırköy Başsavcılığı tarafından tutuklamaya konu suçtan iddianame düzenlenmiş, iddianamede Merzifon'da gerçekleşen fezlekeye konu olaydan da diğer olaylarla birlikte bahsedilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme neticesinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) yapılan yargılama sırasında iddianame ve ekleri gönderilerek müşteki S.G.T.nin beyanının talimatla alınmasının talep edildiği, Merzifon Asliye Ceza Mahkemesince 31/3/2021 tarihinde bu kişinin müşteki olarak beyanının alındığı, müştekinin beyanında babası tarafından 500 TL'nin bankaya yatırılmasına ilişkin olayı anlattığı tespit edilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sırasında 26/5/2021 tarihinde "tutuklulukta geçirdiği süre, yürürlükteki infaz rejimi ve bu aşamada tesir edebilece[ği] delil bulunmaması" gerekçesiyle başvurucunun tahliyesine ve hakkında yurt dışına çıkama yasağı adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Bu adli kontrol tedbiri de 4/7/2023 tarihinde kaldırılmıştır. Söz konusu yargılama devam etmektedir.B. Başvurucu Hakkında Merzifon Cumhuriyet Başsavcılığı Tarafından Yürütülen Soruşturma Süreci Merzifon İlçe Emniyet Müdürlüğünün 17/7/2020 tarihinde Merzifon Cumhuriyet Başsavcılığına (Merzifon Başsavcılığı) ilettiği fezlekeye göre müşteki S.T. ve kızı S.G.T.nin iki şüpheli tarafından dolandırılması olayı soruşturulmaktadır. Fezlekenin ilgili kısmı şöyledir:"...Müşteki [S.T.nin] alınan ifadesinde özetle; 24/3/2020 günü... tanımadığı ... numarasının ... aradığı..., ...emniyetten aradığını beyan eden bir erkek şahıs... kendisine 'senin bilgilerin ve hesabındaki paralar terör örgütü tarafından ele geçirilmiş, bankalarda ne kadar paran var, sana göndereceğimiz İBAN numarasına parayı gönder' dediğini,... Şubesine gittiğini... 500 TL... parayı ...eft yaptığını,..." Merzifon Başsavcılığı çeşitli talimatlar yazarak çeşitli Başsavcılıklardan olayla ilgili şüpheli ifadelerinin alınmasını talep etmiştir. İlgili bankadan da olayla ilgili bilgi talep etmiştir. Diğer bir şüpheli ifadesinde, başvurucunun da işlenen suça iştiraki olduğuna dair beyanda bulunmuştur. Ardından başvurucunun 10/8/2021 tarihinde yakalanarak Büyükçekmece Başsavcılığında hazır edildiği bilgisi üzerine Merzifon Başsavcılığı tarafından başvurucunun bilişim sistemlerini, banka veya kredi kartı kurumlarını araç olarak kullanmak suretiyle dolandırıcılık yapma suçundan Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi aracılığıyla şüpheli olarak ifadesi alınmıştır. Aynı tarihte Merzifon Başsavcılığı başvurucunun tutuklanmasını talep etmiştir. Tutuklama talebinin ilgili kısmı şöyledir:"... 2020 tarihinde müştekiyi yabancı uyruklu... adına kayıtlı ... numaralı [GSM] hattını aradığı, arayan şahsın müştekiye 'hesabındaki paralar ve bilgilerin terör örgütü tarafından ele geçirilmiş, bankada ne kadar paran varsa vereceğimiz IBAN numarasına parayı gönder' şeklinde konuştukları, akabinde müştekinin 36 bin lira param var şeklinde cevap vermesi üzerine karşıdaki şahsın bir şekilde parayı 42500 TL ye tamamla ve ...IBAN numaralı hesabına gönder şeklinde beyanda bulunduğu ve müştekiye telefonun açık kalsın kapatma sakın diye telkinlerde bulunduğu, müştekinin de telefonu kapatmadan ... bank şubesine tek başına giderek... hesabından 42500 TL yi şüphelinin vermiş olduğu hesaba gönderdiği, yine şüphelinin müştekiyi oyalayarak bir müddet Merzifonda gezdirdikleri, telefonu açık olan müştekinin tekrardan şüphelinin söylemesi üzerine yeniden bankaya giderek hesapta bulunan toplamda 16 bin liralık parayı çekip bankadan ayrılacakken, sivil polis memurlarının olaya müdahale ettiği, bu esnada şüpheli şahsın telefonu kapattığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Türkiye genelinde bu şekilde pek çok yerde meydana gelen dolandırıcılık olaylarına ilişkin yapmış olduğu fiziki ve teknik takip sonucunda şüpheliler [B., H.Ç.], Doğan Fatih SAĞDİÇ ve [Y.T.] isimli şahısların olduğunun tespit edildiği, bu şahısların Amasya Merzifon, Adıyaman Kahta, Aydın Germencik, Sakarya Adapazarı, Amasya Merkez, Kayseri Kocasinan illerinde olmak üzere pek çok dolandırıcılık olaylarına karıştıkları, örgütün üst kademesinde 'dayı' lakaplı Doğan Fatih SAĞDİÇ isimli şahsın olduğu, ... parayı çeken şahısların belli bir miktar (% 5) komisyon aldıktan sonra kalan parayı [B.ye] verdikleri, [B.nin de] parayı dayı lakaplı Fatih SAĞDİÇ'a verdiği,... her ne kadar Fatih Sağdiç üzerine atılı suçlamaları kabul etmese de, [H. ve nin] birbirlerini doğrulayan beyanları, şüphelilerin İstanbul ilinde suçüstü olarak yakalanmaları, buna ilişkin dosyada mevcut olan tutanak,... şüpheli Doğan Fatih'in dayı lakabıyla örgüt kurarak bir çok dolandırıcılık eylemini icra ettiği..." Merzifon Sulh Ceza Hâkimliği 10/8/2021 tarihinde başvurucunun bilişim sistemlerini, banka veya kredi kartı kurumlarını araç olarak kullanmak suretiyle dolandırıcılık yapma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu, sorgusunda iddiaya konu olay nedeniyle 14 ay tutuklu kalıp tahliye edildiğini belirtmiştir. Tutuklama gerekçesi "...kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve tutuklama nedeninin bulunması, şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve tüm açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde bu aşamada adli kontrol tedbirinin uygulanmasının yetersiz kalacağı..." şeklindedir. Başvurucu; tutuklama kararına itirazında bu olay nedeniyle 26/5/2021 tarihine kadar tutuklu kaldığını, Merzifon Başsavcılığınca bir yılı aşkın süredir işlem yapılmadığını, sonrasında Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamada tahliye edilmesine rağmen tekrar haksız olarak tutuklandığını belirtmiştir. Amasya Sulh Ceza Hâkimliği 17/8/2021 tarihinde itirazı reddetmiştir. Başvurucu, ret kararını 19/8/2021 tarihinde öğrendiğini belirtmiş olup 9/9/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinden yapılan incelemede, 9/9/2021 tarihinde Merzifon Başsavcılığının başvurucunun ve diğer şüphelilerin müşteki S.T.nin de aralarında bulunduğu kişilere yönelik işledikleri iddia edilen dolandırıcılık eylemi nedeniyle haklarında Ağır Ceza Mahkemesinde yargılama yürütüldüğünü belirterek soruşturma dosyasının anılan dava dosyasıyla birleştirilmek üzere Bakırköy Başsavcılığına gönderilmesi gerektiği gerekçesiyle yetkisizlik kararı verdiği tespit edilmiştir. Yetkisizlik kararı sonrasındaki tensip kararıyla Ağır Ceza Mahkemesince 30/9/2021 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Tahliye kararında, başvurucunun aynı suçtan yargılandığı E.2021/3 sayılı dosyadan 26/5/2021 tarihinde tahliye edildiğinin gözetildiği belirtilmiştir. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:"Gözaltı süresinin dolması veya sulh ceza hâkiminin kararı üzerine serbest bırakılan kişi hakkında yakalamaya neden olan fiille ilgili yeni ve yeterli delil elde edilmedikçe ve Cumhuriyet savcısının kararı olmadıkça bir daha aynı nedenle yakalama işlemi uygulanamaz."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/40891
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, Toplu Konut İdaresinden (TOKİ) satın aldığı ve TOKİ'nin gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi ile anlaştığı şirketler tarafından yapılarak teslim edilen dairenin, eksik ve ayıplı olarak teslimi dolayısıyla açtığı davanın, TOKİ'nin zararın bir kısmından sorumlu tutularak kısmen kabul edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 3/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, TOKİ ile diğer davalılar olan yüklenici şirketler arasında yapılan gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi gereği yapılan dairelerden birini satın almış ve dairenin eksik ve ayıplı teslimi dolayısıyla dairede meydana gelen değer kaybının, davalılar TOKİ ve yüklenici şirketlerden tahsili amacıyla 18/6/2009 tarihinde Sincan Tüketici Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme, 24/3/2011 tarih ve E.2009/219, K.2011/259 sayılı kararıyla davayı kısmen kabul etmiş, temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/11/2011 tarih ve E.2011/14555, K.2011/17373 sayılı ilamıyla “…davalı TOKİ, Mahkemeye yazdığı 2009 tarihli cevabi yazıda; idare ile yükleniciler Kontaş İnş ve Mad. San. Tic. İhr. Ltd. Şti.-Canberk İnş. Turz. Paz. Ltd. Şti. ortak girişimi arasında yapılan sözleşmenin 7 ve maddelerinde işin tüm eksik ve kusurlu imalatlarından yüklenicilerin sorumlu olduğu, konut sahiplerinden muhtelif zamanlarda gelen şikayetler değerlendirilip durum tesbit tutanağı düzenlendiğini, bu işlerin yükleniciler nam ve hesabına giderilmesi için karar alındığını bildirmiş, ayrı bir yazı ile de idare tarafından tesbit edilen eksikliklerin yüklenici nam ve hesabına yaptırılmasını teminen Grup Lider İnş. Tur. San. Tic. AŞ’ye ihale edilip 2009 tarihli sözleşme imzalandığını, yer tesliminin 2009 tarihinde yapıldığını belirtmiştir. Bu durumda davalı TOKİ tarafından eksiklikler giderildiği takdirde giderilen eksiklik ve ayıplar yönünden dava konusuz kalacaktır. Her ne kadar mahkemece işin ihale edilmesinden sonra 2010 tarihinde yapılan keşif ve hazırlanan bilirkişi raporu esas alınarak sonca gidilmişse de, bu aşamadan sonrada eksikliğin giderilmesi mümkündür. Hal böyle olunca davalı TOKİ tarafından kişiyle yapılan 2009 tarihli sözleşme ve ekleri getirilip davacıya ait konutda olduğu iddia edilen ayıp ve eksik imalatlar ile ortak yerlerdeki ayıplı ve eksik imalatların bu sözleşme kapsamında olup olmadığı, varsa bunların giderilip giderilmediği, sözleşmede kişiye bu noksanların hangi tarihe kadar giderilmesi için sure verildiği gerektiğinde keşif yapılarak değerlendirilmeksizin yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir…” gerekçesiyle bozulmuştur. Bozmaya uyan ilk derece mahkemesi, bozma kararı doğrultusunda gerekli incelemeleri yaptıktan sonra, 11/10/2012 tarih ve E.2012/93, K.2012/754 sayılı kararında, konutta ve ortak alanlardaki eksik ve ayıplı işlerle ilgili bütün davalıların sorumlu olduğu, ancak, "kapalı yüzme havuzunun davalı yüklenici şirketler tarafından konut sahiplerine ayrıca taahhüt edildiği, kapalı yüzme havuzunun davalılar arasında kararlaştırılan sözleşmede yer almadığı, sitede sözleşme ve proje kapsamında ayrıca açık yüzme havuzunun da bulunduğu, bu nedenlerle davalı TOKİ'nin kapalı yüzme havuzu taahhüdünden ve inşasından sorumlu olmadığı" gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, kabul edilen tazminat kısmının konut ve ortak alanlardaki eksiklik ve ayıplara ilişkin kısmından TOKİ ile diğer davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarına, kapalı yüzme havuzu ile ilgili kısmından ise TOKİ dışındaki davalıların sorumlu olduklarına karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin, 15/4/2013 tarih ve E.2013/6434, K.2013/10132 sayılı ilamı ile “sair temyiz itirazlarının reddine ancak davacı, davalıların gelir ortaklığı esasına göre yaptığı Ankara Eryaman Göksu Park konutlarından satın aldığı dairede eksik ve kusurlu imalatlar bulunması nedeniyle dairede oluşan değer kaybının tahsili için eldeki davayı açmıştır. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, davalılar kendilerini vekille temsil ettirdiklerinden, davalılar yararına reddedilen kısım için ayrı ayrı vekalet ücreti tahsiline karar verilmiştir. Aynı dava sebebine dayanılarak dava açılması ve davalıların sorumluluklarının müteselsil olması nedeniyle davanın reddi halinde davacı aleyhine tek bir ücreti vekalete hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde her bir davalı için ayrı ayrı ücreti vekalete hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Ne var ki yapılan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden…” şeklinde gerekçe gösterilerek hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin, 22/10/2013 tarih ve E.2013/20784, K.2013/25456 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucu vekiline 11/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 3/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 23/2/1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un maddesi şöyledir : “Bu Kanunun amacı, (...) kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir.” 4077 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda ya da reklam ve ilanlarında yer alan veya satıcı tarafından bildirilen veya standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar, ayıplı mal olarak kabul edilir. Tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte ayıplı malın neden olduğu ölüm ve/veya yaralanmaya yol açan ve/veya kullanımdaki diğer mallarda zarara neden olan hallerde imalatçı-üreticiden tazminat isteme hakkına da sahiptir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2709
Başvurucu, Toplu Konut İdaresinden (TOKİ) satın aldığı ve TOKİ'nin gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi ile anlaştığı şirketler tarafından yapılarak teslim edilen dairenin, eksik ve ayıplı olarak teslimi dolayısıyla açtığı davanın, TOKİ'nin zararın bir kısmından sorumlu tutularak kısmen kabul edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
0
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Mardin Büyükşehir Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette (işveren) taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Mardin Valiliği OHAL Bürosu tarafından başvurucunun terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu Belediyeye bildirilmiştir. İşveren tarafından güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle 5/1/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle 3/2/2017 tarihinde Mardin Asliye (İş) Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 10/11/2017 tarihinde uyuşmazlıkla ilgili Olağanüstü Hal (OHAL) Komisyonunun görevli olduğu gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına dair hüküm kurmuştur. OHAL Komisyonu tarafından görevsiz olunduğundan bahisle dosyanın Mahkemeye iadesine karar verilmesi üzerine Mahkemece 2/7/2019 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararda; başvurucu hakkında açılmış idari veya adli bir soruşturma, kapatılan dernek veya vakıflarda üyelik veya ByLock kaydı bulunmadığı ancak Mardin Valiliği yazısına göre 2015 yılında İzmir merkezli mali kaçakçılık suçlarından evrak kaydının bulunduğu, PKK terör örgütüne müzahir olduğunun bildirildiği ifade edilmiştir. Kararda; başvurucunun terör örgütleri ile iltisaklı olabileceği şüphesinin devam ettiği ve işverenle başvurucu arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği, feshin zorunlu hâle geldiği ve geçerli sebebe dayandığı vurgulanmıştır. Başvurucu istinaf dilekçesinde; terör örgütleriyle hiçbir ilgisinin bulunmadığını, Mahkemece bu konuda bir araştırma yapılmadan karar verildiğini, savunmasının alınmadığını, mahkeme kararının kaldırılması gerektiğini ileri sürmüştür. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 20/5/2021 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararda; başvurucu hakkındaki emniyet müdürlüğü tarafından hazırlanan güvenlik soruşturması evrakındaki tespitler nazara alındığında işveren açısından şüphe feshi şartlarının oluştuğu belirtilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 24/6/2021 tarihinde öğrendikten sonra 14/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/48964
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2016/35 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında, 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/35
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, karar sonucunu etkileyecek bir iddianın İlk Derece Mahkemesi kararında karşılanmamış olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru 18/3/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 7/7/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölümün 9/9/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Ordu Gölköy Kaymakamlığının 23/7/2012 tarihli ve 684 sayılı yazısı ile sahte belge düzenlediği iddiasıyla ilgili olarak başvurucu hakkında ön inceleme emri verilmiştir. Ön inceleme 10/8/2012 tarihinde tamamlanmış ve soruşturma raporu tanzim edilerek Ordu Gölköy Kaymakamlığına, soruşturma izni verilmesi teklifinde bulunulmuştur. Ordu Gölköy Kaymakamlığının 14/8/2012 tarihli kararıyla 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca soruşturma izni verilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz, Ordu Bölge İdare Mahkemesinin 20/12/2012 tarihli ve E.2012/155, K.2012/159 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan kararın ilgili bölümü şöyledir:"Ordu İli Gölköy İlçesi Özel … Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi Kurum Müdürü Afitap SALMAN hakkında; Ordu ili Mesudiye ilçesi Mesudiye İlköğretim Okulu öğrencisi O. K. B.’nin bireysel gelişim raporunda; okul müdürü A’ya ait imzayı fotokopi ederek belgeye yapıştırdıktan sonra öğrenci velisi Z. B.’ye de imzalatarak düzenlenen bu sahte belge ile öğrenci ve veliyi .. Eğitim ve Rehabilitasyon merkezi aracılığı ile Ordu Rehberlik Araştırma Merkezine göndermek suretiyle sahte belge düzenlemek suçunu işlediği iddiasıyla ilgili olarak yapılan ön inceleme sonucu 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca soruşturma izni verilmesine ilişkin Gölköy Kaymakamlığı'nın 14/08/2012 gün ve 18 sayılı kararının yöntem ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından, Afitap SALMAN vekili Av. Fuat EKİN tarafından yapılan itirazın reddine, … karar verildi." Anılan karar 25/2/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 18/3/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4483 sayılı Kanun’un "Süre" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Yetkili merci, soruşturma izni konusundaki kararını suçun 5 inci maddenin birinci fıkrasına göre öğrenilmesinden itibaren ön inceleme dahil en geç otuz gün içinde verir. Bu süre, zorunlu hallerde onbeş günü geçmemek üzere bir defa uzatılabilir.Yetkili merci, herhalde yukarıdaki fıkrada belirtilen süreler içinde memur veya diğer kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesi konusunda karar vermek zorundadır." 4483 sayılı Kanun’un “İtiraz” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir. Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür. İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.” Danıştay Birinci Dairesinin 17/4/2000 tarihli ve E.2000/29, K.2000/59 sayılı istişari mahiyetteki kararının ilgili kısmı şöyledir:“… Madde 7- Madde, soruşturma izni kararının verilme süresine ilişkindir.(…) Maddenin açık hükmü izin merciinin suçun işlendiğini yukarıda belirtilen biçimlerde öğrendiğinde başlattığına göre, sürenin başlangıcının, ön inceleme emrinin verildiği tarih olarak kabul edilmesi gerekmektedir…”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2105
Başvuru, karar sonucunu etkileyecek bir iddianın İlk Derece Mahkemesi kararında karşılanmamış olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
0
Başvuru, vazife malulü olarak kabul edilmeme işlemine karşı açılan davada usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, sınav ve eğitim sürecini tamamlamasının ardından 2008 yılının Mart ayında komando uzman erbaş olarak Şırnak Çakırsöğüt Jandarma Komando Tugay Komutanlığı emrine atanmıştır. Başvurucu, bu atamadan önce sağlık kontrolünden geçirilmiş ve komando uzman erbaş olur yönünde sağlık raporu almıştır. Başvurucu, beyanına göre 7/8/2010 tarihinde başlayan pusu dinleme görevinin ardından 9/8/2010 günü geri dönüş esnasında baygınlık geçirmiştir. Araçla Güçlükonak Sağlık Ocağına sevk edilen başvurucu, burada bir gün müşahede altında tutulmuş ve kendisine dört gün istirahat verilmiştir. Rahatsızlığın devam etmesi üzerine başvurucu 23/8/2010 tarihinde Şırnak Asker Hastanesine sevk edilmiştir. Anılan Hastane tarafından organik mental bozukluk tanısıyla 1/9/2010 tarihinde Diyarbakır Asker Hastanesine sevk edilen başvurucu, bu Hastaneden de ambulans uçakla Gülhane Askerî Tıp Akademisine (GATA) nakledilmiştir. GATA bünyesinde 2010-2013 yılları arasında devam eden tedavi süreci boyunca anksiyete bozukluğu, ensefalopati, organik ruhsal bozukluk teşhisleriyle muhtelif tarihlerde hava değişimi izinleri verilen başvurucunun nihai olarak 20/3/2013 tarihli raporla Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) görev yapamayacağına karar verilmiştir. Bu raporda başvurucuya organik veya semptomatik mental bozukluk, epilepsi, ensofolapati tanısı konulmuştur. Başvurucunun söz konusu rapora itiraz etmesi üzerine sevk edildiği Etimesgut Asker Hastanesi tarafından düzenlenen 26/6/2013 tarihli raporda da GATA'nın raporunda yer alan tanıya ulaşılmıştır. Sağlık durumunun kesinlik kazanmasının ardından 24/9/2013 tarihinde terhis edilen başvurucu, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından adi malul olarak kabul edilmiştir. Başvurucu, maluliyetin görevi nedeniyle oluştuğunu ileri sürerek adi malul olarak kabul edilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi 23/10/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle vazife malullüğü için maluliyetin görev nedeniyle oluşması gerektiği hatırlatılmıştır. Başvurucunun intikal esnasında birden düşerek bayıldığı ve bu durumun bir tutanak ile tespit edildiği ancak başvurucunun birliğiyle yapılan yazışmada 2010 yılının Ağustos ayında intikal faaliyeti yapılmadığının belirtildiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte askerî hizmet sırasında birden bayılan kişilerin rahatsızlığının askerî görevin etkisiyle oluştuğunu kabul etmenin mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun rahatsızlığının askerî görevin etkisiyle oluştuğuna dair kanıt bulunmadığı belirtilerek işlemin hukuka uygun olduğu yönündeki ret gerekçesi oluşturulmuştur. Karar oyçokluğuyla alınmıştır. Azınlıkta kalan üyenin karşıoy gerekçesinde ise başvurucunun rahatsızlığının askerî görev koşullarından ileri gelip gelmediği hususunda bilirkişi incelemesi yaptırılarak uyuşmazlığın sonuca bağlanması gerektiği ifade edilmiştir. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi AYİM Üçüncü Dairesinin 5/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 27/2/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 9/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.'' 1602 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ...bilirkişi, keşif, delillerin tespitine... ilişkin hükümleri uygulanır.'' 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4304
Başvuru, vazife malulü olarak kabul edilmeme işlemine karşı açılan davada usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucu O.A. bireysel başvuru tarihinden sonra vefat etmiş, müteveffanın yasal mirasçıları bireysel başvuruya devam etmek istediklerini açıklamıştır. Başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/62702
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, alkollü olarak araç kullanma iddiasıyla aleyhe uygulanan idari yaptırım kararına itirazların gerekçesiz olarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eskişehir Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü tarafından yapılan kontrollerde 0,76 promil alkollü olarak araç kullandığının tespit edildiği iddiasıyla 844 TL idari para cezası ile cezalandırılmış ve başvurucunun ehliyetine altı ay süreyle el konulmuştur. Başvurucu, trafik ekiplerince alkolmetre ile yapılan ölçümden 51 dakika sonra Eskişehir Yunus Emre Devlet Hastanesinden (Devlet Hastanesi) kanında alkol bulunmadığını belirten bir rapor almıştır. Başvurucu; olay gecesi çalıştığı işyerinden gece vardiyasından çıktığını, alkollü olmasının mümkün olmadığını, alkol test cihazının kalibrasyonunun hatalı olduğunu, hatalı bir cihaz ile ölçüm yapıldığını iddia etmiştir. Başvurucu; trafik ekiplerince ehliyetinin alınması nedeniyle aracını olay yerinde bırakarak kendi imkânları ile Devlet Hastanesine başvurduğunu, Hastanedeki sıra ve yoğunluğa rağmen kan testi yaptırabildiğini, 51 dakika sonra verilen raporda alkolsüz olduğunun tespit edildiğini belirterek idari yaptırım kararına karşı itirazda bulunmuştur. Başvurucunun itirazı Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 28/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İtirazın reddi kararının ilgili kısmı şöyledir:"... İdari para cezası karar tutanağı, sürücü belgesi geri alma tutanağı, itiraz dilekçesi, cevap dilekçesi ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, Bursa Yolu Km de yapılan kontrolde itiraz eden Serhat Soysalan'ın 0,76 promil Alkollü olduğu, bu şekilde araç kullandığının tespit edildiği, bu nedenle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 48/5 maddesi kez ihlalden idari para cezası verilerek sürücü belgesine 6 ay süre ile geçici olarak el konulma işlemlerinin hukuka uygun olduğu anlaşıldığından başvurunun reddine karar verilmiştir..." Başvurucu, Hâkimliğin vermiş olduğu itirazın reddi kararına itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazını değerlendiren Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliği de 27/12/2016 tarihli kararı ile ret kararına itirazı reddetmiş, idari yaptırım kararı kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...tüm dosya kapsamı incelendiğinde Eskişehir Sulh Ceza Hakimliğinin kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından itirazın reddine karar vermek gerekmiştir..." Başvurucu 10/1/2017 tarihinde nihai karardan haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 9/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 24/5/2013 tarihli 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılıKarayolları Trafik Kanunu’nun "Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin etkisi altında araç sürme yasağı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri almış olan sürücüler ile alkollü olan sürücülerin karayolunda araç sürmeleri yasaktır.Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla, kollukça teknik cihazlar kullanılır....Yapılan tespit sonucunda, 50 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler hakkında, fiili bir suç oluştursa bile, 700 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi altı ay süreyle geri alınır..." Yargıtay Onikinci Ceza Dairesinin 24/12/2019 tarihli ve E.2019/5794 K.2019/12223 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...incelenen dosyada; olay gecesi aracı ile seyir halinde iken durdurulan sanığın saat 23:35'te alkolmetre ile yapılan ölçümde 1,00 promil alkollü olduğu, savunmasında yaklaşık yarım saattir araç kullanmakta olduğunu beyan ettiği ve yerleşik Adli Tıp uygulamalarında kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte alkol oranının her saat ortalama 15 promil azaldığı kabul edildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde 1,00 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sanığın, güvenli sürüş yeteneğini kaybettiği ve dolayısıyla atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde beraatine karar verilmesi.." Yargıtay Onikinci Ceza Dairesinin 14/1/2020 tarihli ve E.2019/2639 K.2020/451 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"..Dosya içeriğine göre olay günü, sanığın idaresindeki otomobille, meskun mahalde, gündüz vakti, tek yönlü parke kaplama yolda seyri sırasında, T şeklindeki kavşağa geldiğinde geçiş önceliğine uymayarak aracının ön sağ kısmıyla, gidiş yönüne doğru sağdan gelen motorlu bisikletin ön sol kısmına çarptığı, sanığın asli kusurlu şekilde bir kişinin basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği ve Adli Tıp uygulamalarına göre kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte alkol oranının her saat ortalama 0,15 promil azaldığının kabul edildiği gözetildiğinde sanığın olaydan yaklaşık 30 dakika sonra yapılan alkol muayenesine göre 95 promil alkollü olduğu gözetildiğinde sanığın kaza anında güvenli sürüş yeteneğini ortadan kaldıracak şekilde 100 promil üstünde alkollü olarak araç kullandığı tespit edildiği olayda;Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın kusur durumuna ve lehe olan hükümlerin uygulanması gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA..."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16903
Başvuru, alkollü olarak araç kullanma iddiasıyla aleyhe uygulanan idari yaptırım kararına itirazların gerekçesiz olarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, bu dönemde düzenlenen güvenlik operasyonu sırasında meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının, aile üyelerinin katılımıyla, dinî inançlara uygun bir törenle defin yapılamaması nedeniyle kötü muamele yasağı ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Olayın gerçekleştiği tarihlerde PKK terör örgütünün silahlı ayaklanma girişimine karşı Cizre'de sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Özellikle Cudi Mahallesi ve çevresinde yürütülen güvenlik operasyonlarında terörist unsurlarla güvenlik güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Terör örgütü mensuplarının ağır silahlar ve bombalar kullandığı terör saldırılarında çok sayıda güvenlik görevlisi yaralanmış bir çok görevli ise şehit olmuştur (bu olaylar ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 342). 25/2/2016 tarihinde yapılan somut başvuruda dile getirilen iddialara göre birinci başvurucunun yakını T.Y. terörle mücadele operasyonu sırasında güvenlik güçlerince öldürülmüş ve kimlik tespiti yapılarak cesedi ailesine teslim edilmiştir. İkinci başvurucunun yakını Y.Y.nin ise operasyon yürütülen bölgede bulunan Bostancı Sokak No: 23 adresindeki bir binanın bodrum katında iken güvenlik güçlerince öldürüldüğü yönünde güçlü şüpheler bulunmaktadır. İkinci başvurucu; Y.Y.nin cesedinin bulunarak yakınlarına teslim edilmesi, terörle mücadele operasyonlarında orantısız güç kullanımının önüne geçilmesi, ayrıca mülki amirliklerce sokağa çıkma yasağı kararı alınması ve bu yasağın uygulanmasının engellenmesi için Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca geçici tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Şırnak Valiliğinden başvurucunun iddiaları hakkında bilgi alınmış ve 29/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce başvurucunun geçici tedbir taleplerinin reddine karar verilmiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir." Somut olayda başvurucular Nihat Yalçın ve [Y.T], son olarak Bostancı Sokak No: 23 adresinde olduklarını değerlendirdikleri yakınlarının hayatta olup olmadığı ve hayatlarını kaybetmişlerse cenazelerinin akıbeti hakkında bilgi sahibi olamadıklarını ifade etmektedirler. Diğer başvurucu ise yakınının ölümüne ilişkin etkili soruşturma yürütülmediğini belirtmektedir. Kamu makamlarından alınan bilgilerden başvurucuların yakınlarının anılan adreste olmadığı anlaşılmaktadır (bkz. § 14). Başvurucuların yakınlarının hayatını kaybedip kaybetmediğinin anlaşılabilmesi için ise adli birimlerce DNA testi ve diğer yöntemlerle yürütülen kimlik tespit işlemlerinin sonucunun beklenmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin başvurucunun "yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne" yönelik gerçek ve ciddi bir tehlike oluşturabilecek nitelikte olması hâlinde İçtüzük'ün maddesi uyarınca tedbir değerlendirmesi yapabilmektedir. Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden kamu makamlarınca başvurucuların iddialarının aydınlatılması için gerekli işlemlerin yürütüldüğü ve sonucundan Anayasa Mahkemesine ve başvuruculara bilgi verileceği, etkili soruşturma yürütülmediği yönündeki iddiaların ise başvurunun esası incelenirken değerlendirilecek nitelikte olduğu anlaşıldığından, bu aşamada koşulları oluşmayan tedbir taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir." Süreçte Y.Y.nin Cudi Mahallesi Niran Sokak No: 6 (operasyon haritasına göre C-3154) adresindeki binada 17/2/2016 tarihinde yapılan aramada ölü bulunduğu anlaşılmış ve Y.Y.nin cesedi kimlik tespiti yapılarak adli işlemlerin tamamlanmasının ardından ailesine teslim edilmiştir. Başvurucular vekili 9/5/2018 tarihinde gönderdiği ek beyanında Y.Y.nin ölümüyle ilgili olarak Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu karara yaptıkları itirazın da reddedildiğini belirterek ilgili karar örneklerini bireysel başvuru dosyasına göndermiştir. Y.Y.nin ölümüyle ilgili yürütülen soruşturma dosyasında yer alan bilgileregöre özetle;1-  C-3154 numaralı bina ve çevresinde terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasındaki silahlı çatışmalar günlerce devam etmiş, terör örgütü mensuplarının el bombaları, uzun namlulu silahlar ve roketararlar kullanarak gerçekleştirdikleri saldırılarda birçok güvenlik görevlisi yaralanmış ve şehit olmuştur.2-  Y.Y., silahlı çatışmaların sona ermesinin ardından 17/2/2016-20/2/2016 tarihleri arasında C-3154 numaralı binada yapılan aramalarda örgüt üyesi olduğu değerlendirilen on üç başka şahısla birlikte ölü olarak bulunmuştur. Otopsi işleminde Y.Y.nin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı olarak gerçekleştiği belirlenmiştir. C-3154 numaralı binada yapılan aramalarda tabancalar, AK-47 saldırı tüfekleri, bunlara ait şarjör ve fişeklerle birlikte telsiz ve hücum yeleği gibi terör örgütü üyelerince kullanılan malzemeler ele geçirilmiştir. Arama sonucunda olay yeri inceleme raporu düzenlenerek işlemler fotoğraflanmış ve video kaydına alınmıştır.3-  Olay yerinden ele geçirilen silahlarla birlikte Y.Y.nin elbiseleri, vücudundan alınan svap örnekleri ve otopsi sırasında elde edilen mermi çekirdeği üzerinde kriminal incelemeler yaptırılmıştır. Y.Y.den alınan tüm svaplarda atış artıklarında bulunan antimon elementi saptanmıştır.4-  PKK terör örgütüyle iltisaklı medya organlarında, daha önce terör örgütü üyesi olma suçundan bir süre tutuklu kalan Y.Y.nin örgütte Ferhat kod adını kullandığı, Cizre'de YPS ( Sivil Savunma Birlikleri) saflarında güvenlik güçlerine karşı savaşırken öldürüldüğü hususları yer almıştır.5-  Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile bu karara yapılan itirazın reddi kararlarında Y.Y.nin güvenlik güçlerinin orantılı ve hukuka uygun güç kullanımı sonucu meşru müdafaa şartlarında öldürüldüğü belirtilmiştir. Valiliğin verdiği bilgiler ve Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşlerinden T.Y.nin ölümüyle ilgili de resen bir ceza soruşturması başlatıldığı anlaşılmıştır. Buna karşılık inceleme tarihi itibarıyla birinci başvurucu, bu ceza soruşturmasının aşama, kapsam ve sonuçları konusunda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3646
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, bu dönemde düzenlenen güvenlik operasyonu sırasında meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının, aile üyelerinin katılımıyla, dinî inançlara uygun bir törenle defin yapılamaması nedeniyle kötü muamele yasağı ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; hakkında sınır dışı etme kararı alınan başvurucunun açmış olduğu davanın süre yönünden reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Gine Cumhuriyeti vatandaşı olan ve Antalya'da yaşayan başvurucu hakkında, Antalya Valiliği Göç İdaresi İl Müdürlüğünce yapılan incelemede, başvurucunun ülkeye yasal giriş kaydının veya ikamet izninin bulunmadığı tespit edilerek 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 54/1-h maddesi uyarınca sınır dışı etme kararı alınmıştır. Aynı zamanda başvurucu altı ay süreyle idari gözetim altına alınarak Geri Gönderme Merkezine teslim edilmiştir. Başvurucu, sınır dışı etme kararına karşı idari yargıda dava açmıştır. İdare Mahkemesi, davayı süre yönünden kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden, Gine uyruklu olan davacı hakkında 6458 sayılı Kanun'un 54/1-h maddesi uyarınca 15/11/2018 tarihli sayılı sınır dışı edilmesi kararının alındığı ve bu kararın davacıya aynı tarihte tebliğ edilmek istendiği ancak davacının imzadan imtina ettiği, davacı vekili tarafından yukarıda hükmüne yer verilen Yasa maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren 15 günlük süre içerisinde ve en son 30/11/2018 tarihinde dava açılması gerekirken, 14/12/2018 tarihinde Mahkememiz kaydına giren dilekçe ile açılan işbu davanın süresinde olmadığı anlaşılmakta olup, süreaşımı nedeniyle davanın esasının incelenmesine olanak bulunmamaktadır..." Başvurucu, kesin nitelikteki idare mahkemesi kararını 21/1/2019 tarihinde öğrenmiş, 24/1/2019 tarihinde adli yardım ve tedbir talepli olarak bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun sınır dışı edildiği takdirde yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike oluşturduğuna dair bilgi veya bulgunun bulunmadığı gerekçesiyle 1/2/2019 tarihinde tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2653
Başvuru; hakkında sınır dışı etme kararı alınan başvurucunun açmış olduğu davanın süre yönünden reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 30/11/2011 tarihinde Antalya İş Mahkemesinde işçi işveren ilişkisinden kaynaklanan işe iade istemli tespit davası açılmış, İlk Derece Mahkemesinin 22/11/2013 tarihli davanın kabulü ve başvurucunun işe iadesine yönelik hükmü Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/4/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama sona ermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13724
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yakalama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 1997/161 sayılı dosyasında başvurucu hakkında TKP/ML TİKKO-TMLGB terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun yurt dışında olması nedeniyle kendisine ulaşılamamış veifadesi alınamamıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (CMK mülga madde ile görevli) tarafından 2/10/2006 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ifadesinin alınması amacıyla başvurucu hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Ayrıca İzmir 2 No.lu Hâkimliğin (TMK mülga maddesiyle görevli) 5/2/2013 tarihli kararıyla da başvurucunun üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, yurt dışında kaçak olması gözönüne alınarak yokluğunda tutuklanmasına karar verilmiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun ile (CMK mülga madde ile görevli) mahkeme ve savcılıkların kaldırılması sonrasında İzmir Sulh Ceza Mahkemesinin 29/4/2014 tarihli kararı ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve maddeleri gereğince başvurucu hakkında yeniden yakalama emri çıkarılmasına karar verilmiştir. Mezkûr yakalama kararına yapılan itirazlar reddedilmiştir. Başvurucu 22/12/2014 tarihli dilekçesiyle, isnat edilen suçun zamanaşımına uğradığını belirterek yakalama kararının kaldırılmasını yeniden talep etmiştir. Mezkûr talep, İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 23/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı üzerine dosyanın gönderildiği İzmir Sulh Ceza Hâkimliği 27/1/2015 tarihli kararı ile yakalama kararının kaldırılması talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir. Karar, başvurucu tarafından 10/4/2015 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu 8/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki soruşturma İzmir Cumhuriyet Başsavcılığında devam etmektedir. 5271 sayılı Kanun'un "Yakalama emri ve nedenleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) (Değişik: 25/5/2005 – 5353/10 md) Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir.  (2) Yakalanmış iken kolluk görevlisinin elinden kaçan şüpheli veya sanık ya da tutukevi veya ceza infaz kurumundan kaçan tutuklu veya hükümlü hakkında Cumhuriyet savcıları ve kolluk kuvvetleri de yakalama emri düzenleyebilirler.  (3) Kovuşturma evresinde kaçak sanık hakkında yakalama emri re'sen veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim veya mahkeme tarafından düzenlenir.  (4) Yakalama emrinde, kişinin açık eşkâli, bilindiğinde kimliği ve yüklenen suç ile yakalandığında nereye gönderileceği gösterilir. "
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8079
Başvuru, yakalama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun açtığı işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1972 doğumlu olup 2006 yılından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihe kadar Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette taşeron işçi olarak belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu; iş sözleşmesinin feshedildiği sıradabasın, yayın ve halkla ilişkiler biriminde sekreter olarak çalışmaktadır. 31/12/2019 tarihinde Belediye, sosyal medya paylaşımları nedeniyle başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. İş sözleşmesinin feshine neden olan ve yargılama dosyasına giren sosyal medya paylaşımları şöyledir:"- 21/10/2015 tarihinde ''Beyaz Toros' ,'yargısız infazların itirafı, bugünün tehdidi ve tarihin skandallıdır!' şeklinde paylaşımda bulunduğu,- Yeni Özgür Politika isimli sayfadan alıntı yaparak 'Şemdinli'de 18 harekatçı öldürüldü' şeklindeki yazıyı hesabında paylaştığı,- Facebook hesabında 26/03/2014 tarihinde "IMC TV " isimli sayfayı beğendiği,- 31/10/2015 tarihinde Twitter hesabında 'Son gün barışa demokrasiye ve insanlığa inadına HDP' şeklinde paylaşımda bulunduğu,- 2/11/2015 tarihinde Twitter hesabında ' Cinler, periler ve meleklermi AKP' ye oy verdi. Ben bu işten birşey anlamadım.' şeklinde paylaşımda bulunduğu,- 29/11/2015 tarihinde Twitter hesabında Özgör Gündem isimli sosyal medya sayfasından 'Sokağa çıkma yasağının 19 gün sürdüğü Dargeçit'te asker zırhlı ve sivil araçlar ilçeden aydıldı#DemirtaşİleÖzerkliğe' başlıklı videoyu paylaştığı," Başvurucu, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle işverenler aleyhine işe iade talepli tespit davası açmıştır. Davanın görüldüğü Diyarbakır İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) 9/9/2020 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında Mahkeme; başvurucunun sosyal medya paylaşımlarının bölücü terör örgütünü destekleyici ve övücü mahiyette, güvenlik kuvvetlerine ise hakaret mahiyetinde olduğunu, başvurucunun çalıştığı işyeri de gözönüne alındığında iş ilişkisinin sürdürülmesinin işveren açısından beklenemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme gerekçeli kararında ayrıca her ne kadar başvurucu hakkında söz konusu paylaşımlar nedeniyle gerçekleştirilen ceza yargılaması sonucu beraat kararı verilmiş ise de sonradan verilen beraat kararının işveren nezdinde başlangıçta ortaya çıkan şüpheyi kaldırmayacağını, bu nedenle iş sözleşmesinin şüphe nedeniyle feshinin geçerli olduğunu belirtmiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 31/1/2021 tarihinde İş Mahkemesi ile benzer gerekçelerle istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 17/4/2021 tarihinde öğrendikten sonra 11/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/25429
Başvuru, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun açtığı işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, etnik kökeni ve vatandaşı olduğu ülkenin mültecilere yönelik politikası nedeniyle sınır dışı etme kararının uygulanması hâlinde ülkede onur kırıcı muameleye maruz kalınacağı iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/10/2018 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işlemin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Amerika Birleşik Devletleri vatandaşıdır. Hatay Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için açılan davanın sınır dışı etme kararının uygulanmasını kendiliğinden durdurmadığını belirterek bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 15/1/2019 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30441
Başvuru, etnik kökeni ve vatandaşı olduğu ülkenin mültecilere yönelik politikası nedeniyle sınır dışı etme kararının uygulanması hâlinde ülkede onur kırıcı muameleye maruz kalınacağı iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, boş alanda bulduğu roketatar mermisinin patlaması sonucu uğradığı zararın tazmini için açtığı davada mahkemenin hiçbir ölçüt ortaya koymaksızın izafe ettiği kusur oranına bağlı olarak tazminat miktarı belirlediğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın , ve maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle maddi ve manevi zararının tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 14/3/2013 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Bölüm Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 14/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 13/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir A. Olaylar Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 10/3/1998 tarihinde Diyarbakır ili Lice ilçesi Yatılı İlköğretim Bölge Okulu alanında yer alan ve yakınlarında Piyade Tabur Komutanlığı bulunan boş arazide arkadaşlarıyla birlikte kola kutusu topladıkları sırada bir arkadaşının siyah renkli bir metali (roketatar mermisi) yerde bulması ve arkasında bulunan pervaneyi çıkartmak için bu metali taşa vurması üzerine meydana gelen patlamada iki arkadaşıyla birlikte yaralanmıştır. Başvurucunun roketatar mermisini taşa vuran arkadaşı ise ağır yaralanarak hayatını kaybetmiştir. Başvurucunun, söz konusu olay nedeniyle uğramış olduğu zararlarının tazmini amacıyla 27/2/2002 tarihinde yaptığı idari başvurunun reddedilmesi üzerine açtığı tam yargı davasında, Diyarbakır İdare Mahkemesinin 27/6/2007 tarih ve E.2002/1080, K.2007/902 sayılı kararıyla başvurucunun bilirkişi raporuyla belirlenen 177,74 TL tutarındaki çalışma gücü kaybı ve % 75 oranında belirlenen müterafik kusuru gözetilerek 294,43 TL maddi ve başvurucunun duyduğu elem ve acının karşılığı olarak da 500,00 TL manevi tazminatın ödenmesine hükmedilmiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 26/11/2012 tarih ve E.2008/1108, K.2012/6002 sayılı kararıyla onanmış, karar düzeltme yoluna ise gidilmemiştir. Karar, başvurucu vekiline 18/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Tazminatın tenkisi” başlıklı maddesi şöyledir: “Mutazarrır olan taraf zarara razı olduğu yahut kendisinin fiili zararın ihdasına veya zararın tezayüdüne yardım ettiği ve zararı yapan şahsın hal ve mevkiini ağırlaştırdığı takdirde hakim, zarar ve ziyan miktarını tenkis yahut zarar ve ziyan hükmünden sarfınazar edebilir. Eğer zarar kasten veya ağır bir ihmal veya tedbirsizlikle yapılmamış olduğu ve tazmini de borçluyu müzayakaya maruz bıraktığı takdirde hakim, hakkaniyete tevfikan zarar ve ziyanı tenkis edebilir.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.” “(5) Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2030
Başvurucu, boş alanda bulduğu roketatar mermisinin patlaması sonucu uğradığı zararın tazmini için açtığı davada mahkemenin hiçbir ölçüt ortaya koymaksızın izafe ettiği kusur oranına bağlı olarak tazminat miktarı belirlediğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. , 40. ve 125. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle maddi ve manevi zararının tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, sendika tarafından alınan grev kararının Bakanlar Kurulu tarafından ertelenmesine karşın başvurucunun iş yavaşlatma eylemine katılması nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun üyesi olduğu sendika, 1947 yılında kurulan Türkiye Maden-İş Sendikası ile 1963 yılında kurulan Otomobil-İş Sendikasının 1993 yılında birleşmesiyle oluşmuş ve Birleşik Metal İşçileri Sendikası (Sendika) adını almıştır. Sendika, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna bağlıdır. Davalı işyeri, internet sitesinde yer alan bilgilere göre ocak ve tam boy fırınların yanı sıra gaz sobaları, elektrikli su ısıtıcıları, radyatörler, katı yakıtlı sobalar, geleneksel kuzineler üretmektedir. Davalı işyeri ile Sendika arasında toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerinde anlaşma sağlanamamıştır. Bunun üzerine Sendika 2015 yılı Ocak ayında grev kararı almıştır (sürecin arka planına ilişkin detaylı bilgi için bkz. Birleşik Metal İşçileri Sendikası, B. No: 2015/14862, 9/5/2018, §§ 10-12). Bakanlar Kurulu 30/1/2015 tarihli ve 29252 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 29/1/2015 tarihli ve 2015/7251 sayılı kararı ile grevin ertelenmesine karar vermiştir. Karar şöyledir:"Ekli listede belirtilen işyerlerinde Birleşik Metal İşçileri Sendikası tarafından uygulanmakta olan grevin, milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu görüldüğünden altmış gün süreyle ertelenmesi; 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Kanunun 63 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu'nca 29/1/2015 tarihinde kararlaştırılmıştır." Erteleme kararı sonrası davalı işyerinde, başvurucunun da aralarında olduğu tüm işçiler 2/2/2015-12/2/2015 tarihleri arasında günde 20-25 dakika süren iş yavaşlatma eylemleri yapmıştır. Davalı işyeri, 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun maddesi uyarınca 16/2/2015 tarihinde başvurucu ile birlikte otuz işçinin iş akdini feshetmiştir. Fesih gerekçesi olarak, 2/2/2015-12/2/2015 tarihleri arasında başvurucunun işe geç başlaması, iş yavaşlatması ve kanunsuz grev eylemlerinde bulunmasını göstermiştir. Başvurucu, yapılan feshin sendikal nedenle gerçekleştirilen haksız ve geçersiz fesih olduğunu ileri sürerek işe iade ve sendikal tazminat talepli dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; işyerinde yasal sendikal faaliyetlerde bulunduklarını, buna karşın işverenin kendisini ve diğer işçileri sendikanın gözünü korkutmak amacıyla tazminatsız bir şekilde işten çıkardığını ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasına göre davalı işveren hiçbir yasal şarta uymaksızın salt sendikal nedenlerle iş akdini sonlandırmıştır. Davalı; ilk derece mahkemesine sunduğu cevap dilekçesinde, başvurucunun da aralarında olduğu işçilerin kanunsuz grev yaparak haksız bir biçimde iş yavaşlatma eylemi yaptıklarını, bu kapsamda işyerinin %30 ile %50 arasında değişen üretim kayıpları yaşadığını ileri sürmüştür. Davalıya göre iş akdi haklı nedenle feshedilmiştir. Yargılamayı yapan Eskişehir İş Mahkemesi 15/10/2015 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulü ile başvurucunun işe iadesine, sendikal tazminat talebinin reddine karar vermiştir. İlk derece mahkemesi gerekçeli kararda; 2/2/2015-12/2/2015 tarihleri arasında işyerinde çalışan işçiler tarafından iş yavaşlatma eylemleri yapıldığını, bu eylemlere tüm işçilerin katıldığını ancak eylemlerin 20-25 dakika kadar sürdüğünü ve bu bağlamda telafisi imkânsız zararlara yol açmadığını, işçilerin bu eylemlerinin toplu eylem hakkı kapsamında kaldığını, uluslararası sözleşmeler gözönüne alındığında demokratik nitelikte olduğunu değerlendirmiştir. Mahkeme; tüm işçilerin eyleme katılmasına karşın sadece otuz işçinin iş akdinin sonlandırıldığını, iş akdine son verilenler yönünden işveren tarafından önceden, ilan edilmiş kriterlerin bulunmadığını, bu kişilerin neye göre seçildiğinin anlaşılamadığını, bu anlamda işverenin eşit işlem borcuna aykırı hareket ettiğini belirtmiştir. Mahkemeye göre başvurucunun iş akdi geçerli ya da haklı nedenle feshedilmemiştir ancak işyerinde hâlâ Sendikanın örgütlü olması ve tüm işçilerin sendikalı olması hususları gözetildiğinde sendikal fesih iddiası ispatlanamamıştır. Davalı işverenin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Yargıtay) 23/12/2015 tarihli ilamıyla kararın bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Yargıtay kararında, Sendikanın aldığı grev kararının Bakanlar Kurulu tarafından ertelenmesine karşın başvurucunun da aralarında olduğu işçilerin eylem yaptığı, bu eylemlerin kanun dışı olduğu, bu yönden iş akdinin feshi haklı nedene dayanmakta ise de işverenin aynı eylemi yapan başka işçiler hakkında eşitlik ilkesine uymaması (eşit işlem borcuna aykırı davranması) nedeniyle iş akdinin feshinin geçerli nedenle fesih olarak nitelendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 15/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: "Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür." 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun "Sendika özgürlüğünün güvencesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) İşçilerin işe alınmaları; belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri, belli bir sendikadaki üyeliği sürdürmeleri veya üyelikten çekilmeleri veya herhangi bir sendikaya üye olmaları veya olmamaları şartına bağlı tutulamaz. (2) İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında, çalışma şartları veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayrım yapamaz. Ücret, ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardım konularında toplu iş sözleşmesi hükümleri saklıdır.(3) İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz.(4) İşverenin (…) yukarıdaki fıkralara aykırı hareket etmesi hâlinde işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir. (5) Sendikal bir nedenle iş sözleşmesinin feshi hâlinde işçi, 4857 sayılı Kanunun (…), 20 ve 21 inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir. İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiğinin tespit edilmesi hâlinde, 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması veya başlatmaması şartına bağlı olmaksızın sendikal tazminata karar verilir. Ancak işçinin işe başlatılmaması hâlinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez. İşçinin 4857 sayılı Kanunun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez.(6) İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiği iddiası ile açılacak davada, feshin nedenini ispat yükümlülüğü işverene aittir. Feshin işverenin ileri sürdüğü nedene dayanmadığını iddia eden işçi, feshin sendikal nedene dayandığını ispatla yükümlüdür.(7) Fesih dışında işverenin sendikal ayrımcılık yaptığı iddiasını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak işçi sendikal ayrımcılık yapıldığını güçlü biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren davranışının nedenini ispat etmekle yükümlü olur.(8) Yukarıdaki hükümlere aykırı olan toplu iş sözleşmesi ve iş sözleşmesi hükümleri geçersizdir.(9) İşçinin iş kanunları ve diğer kanunlara göre sahip olduğu hakları saklıdır.” 6356 sayılı Kanun’un “Grev ve lokavtın ertelenmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “(1) Karar verilmiş veya başlanmış olan kanuni bir grev veya lokavt genel sağlığı veya millî güvenliği bozucu nitelikte ise Bakanlar Kurulu bu uyuşmazlıkta grev ve lokavtı altmış gün süre ile erteleyebilir. Erteleme süresi, kararın yayımı tarihinde başlar. (2) Erteleme kararının yürürlüğe girmesi üzerine, 60 ıncı maddenin yedinci fıkrasına göre belirlenen arabulucu, uyuşmazlığın çözümü için erteleme süresince her türlü çabayı gösterir. Erteleme süresi içerisinde taraflar aralarında anlaşarak uyuşmazlığı özel hakeme de götürebilir.  (3) Erteleme süresinin sonunda anlaşma sağlanamazsa, altı iş günü içinde taraflardan birinin başvurusu üzerine uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulunca çözülür. Aksi takdirde işçi sendikasının yetkisi düşer.” Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/1/2018 tarihli ve E.2017/19017, K.2018/1205 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Grev hakkı Anayasa’nın maddesinde düzenlenmiştir. 7/5/2010 tarihli Anayasa değişiklikleri kapsamında maddede bir takım değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda Anayasamızın 54/ maddesinde yer alan 'Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler yapılamaz.' hükmü kaldırılmıştır. Anayasanın maddesinin değişiklik gerekçesinde: 'Maddeyle, tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler ile çağdaş demokratik toplumlarda çalışma hayatını düzenleyen ve genel kabul gören evrensel ilkelerle bağdaşmayan, grev ve lokavt hakkına gereksiz sınırlamalar getiren, maddenin üçüncü ve yedinci fıkraları yürürlükten kaldırılmaktadır. Söz konusu hükümlerin kaldırılmasıyla, sendikal haklar ile grev ve lokavt hakkının kullanılabilmesi bakımından, ileri bir adım atılmış olmaktadır.' denilmiştir. Anayasanın maddesinde anılan yasaklar kaldırılmasına rağmen 2822 sayılı Kanunda bu yönde bir değişiklik yapılmamış, ancak 6356 sayılı Kanunda ise bu yasaklara yer verilmemiştir.Diğer taraftan Anayasanın maddesi gereği usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler ulusal hukukun üstündedir. Kanunlar bu sözleşmelere aykırı olamaz. Genişletilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın maddesine göre; 'Akit Taraflar, çalışanların ve çalıştıranların ekonomik ve sosyal çıkarlarını korumak için, yerel, ulusal ve uluslararası örgütler kurma ve bu örgütlere üye olma özgürlüğünü sağlamak veya geliştirmek amacıyla ulusal mevzuatın bu özgürlüğü zedelemesini veya zedeleyici biçimde uygulanmasını önlemeyi taahhüt ederler.'Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 87 sayılı Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin maddesinde de benzer düzenleme yapılmış ve örgütlenme hakkının korunacağı belirtilmiştir. Yine 98 sayılı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Sözleşmesi’nin maddesine göre: 'İşçiler çalışma hususunda sendika hürriyetine halel getirmeye matuf her türlü fark gözetici harekete karşı tam bir himayeden faydalanacaktır. Böyle bir himaye bilhassa, bir işçinin çalıştırılmasını, bir sendikaya girmemesi veya bir sendikadan çıkması şartına tabi kılmak; bir sendikaya üye olması yahut çalışma saatleri dışında veya işverenin muvafakatı ile çalışma saatlerinde sendika faaliyetlerine iştirak etmesinden dolayı bir işçiyi işinden çıkarmak veya başka suretle onu izrar etmek; maksatları güden hareketlere mütaallik hususlarda uygulanacaktır'.Anayasadaki yasakların kaldırılması ile bağlantılı olarak değerlendirilmesi gereken bir başka durum konuya ilişkin uluslararası düzenlemeler ve Anayasanın maddesi hükmüdür. Gerek ILO gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Mahkeme kararları ve yine Avrupa Sosyal Şartı kapsamında grevi de kapsayan toplu eylem hakkı bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda toplu eylem hakkı bir üst kavram olarak benimsenmiş olup, buna grev yanında grev benzeri protesto eylemleri, kurallı çalışma, işi yavaşlatma gibi eylemler de dahil edilmiştir. ILO denetim organları çeşitli tarihlerde verdikleri kararlarda siyasi amaçlı grev, genel grev ve sempati grevlerinin yasaklanmasını Türkiye bakımından eleştirmiş ve sendika üyelerinin menfaatlerini etkileyen konularda eylem yapma imkanının tanınması ve desteklenen grevin yasal olması kaydıyla sempati eylemlerine izin verilmesi gerekliliğini belirtmiştir. ILO'nun denetim organlarına göre; grev hakkı yalnızca toplu iş sözleşmesinin imzalanması ile çözülebilecek endüstriyel uyuşmazlıklarla sınırlı değildir. İşçilerin grev hakkı vasıtasıyla korudukları mesleki ve ekonomik menfaatler sadece daha iyi çalışma koşulları veya mesleki nitelikteki toplu taleplere ilişkin değildir. Ayrıca işçileri doğrudan ilgilendiren ekonomik ve sosyal politika sorunları ve işletmenin karşılaştığı problemlere yönelik çözümleri de içerir. Hükümetin ekonomik politikasının sosyal ve istihdama ilişkin sonuçlarını protesto eden ulusal grevin yasak olmadığına ilişkin açıklama ve grevin yasaklanması, örgütlenme özgürlüğünün ciddi ihlali niteliğindedir.ILO denetim organlarına göre dayanışma grevlerinin tümüyle yasaklanması kötüye kullanmalara sebebiyet verebilecektir. Aynı değerlendirme sempati grevleri için de geçerli olup, bu tür eylemlerin meşruiyeti grevin yasal olması şartına bağlıdır. Aletlerin bırakılması, işi yavaşlatma, oturma, aşırı kurallı çalışma gibi eylemler barışçıl şekilde gerçekleştirildiği sürece korunmalıdır. Bu eylemler ancak barışçıl olma niteliğini kaybettiği takdirde kısıtlanabilir.Grev hakkı bakımından önemli bir diğer düzenleme de Avrupa Sosyal Şartı ve denetim organı olan Avrupa Sosyal Haklar Komitesinin yorumudur. Avrupa Sosyal Şartının 6/ maddesinde 'grev hakkı dahil toplu eylem hakkı' düzenlenmiştir. Avrupa Sosyal Haklar Komitesi maddeyi yorumunda: grev hakkının sadece toplu iş sözleşmesi prosedürü sırasında ve bu prosedürle bağlantılı olarak kullanılamayacağını kabul etmektedir. Komiteye göre: toplu iş sözleşmesi prosedürü dışında, işçilerin iş sözleşmelerinin feshinin bildirildiği dönemde bir grup işçinin bunu önleme veya işten çıkarılanların geri alınması için yaptıkları eylemler toplu eylem hakkı kapsamında yer alır. Belirtmek gerekir ki Türkiye, Avrupa Sosyal Şartı'nın ve maddelerini onaylamamıştır. Bununla birlikte, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Türkiye'ye ilişkin kararlarında Şartın ilgili hükümlerini uygulamıştır.AİHM, Türkiye aleyhinde verdiği kararda toplu iş sözleşmesi prosedürü ile bağlantılı olmayan 1 günlük genel grevin Hükümet tarafından yasaklanmasının ve çalışanlara disiplin cezası uygulanmasının AİHS ve Avrupa Sosyal Şartı ve ILO ile benimsenen kurallara aykırı olduğunu kabul etmiştir. Sonuç olarak, uluslararası normlar uyarınca; işçilerin ekonomik ve sosyal durumlarını etkileyen veya işyerindeki uygulamalara yönelik olarak kısa süreli, demokratik bir hakkın kullanımı niteliğindeki protesto eylemleri toplu eylem hakkına dahildir. Bu gibi eylemler salt politik nitelikte olmadıkça yasaklanamaz...Nitekim 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda yasağın kaldırıldığı dikkate alındığında, temelde işçilerin işten çıkarılacağı yönündeki söylentilere karşı ve ekonomik sosyal durumlarını iyileştirmek bunu işverene iletmek amacıyla toplanmaları şeklindeki yaklaşık 10 saat süren somut uyuşmazlıktaki eylemin uluslararası normlar kapsamında toplu eylem hakkı çerçevesinde korunan bir eylem olarak değerlendirilmesi gerekirken eylemin yasadışı grev olarak değerlendirilip davanın kabulüne karar verilmesi hatalıdır." Yukarıda yer verilen içtihat Yargıtayın farklı dairelerince de benimsenmiştir (diğerleri arasından bkz. Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/3/2016 tarihli ve E.2015/6191, K.2016/6856 sayılı kararı). Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/5/2013 tarihli ve E.2012/22-1407, K.2013/708 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Feshin işletme, işyeri ve işin gerekleri nedenleri ile yapıldığı ileri sürüldüğünde, ... işverenin bu kararı tutarlı şekilde uygulayıp uygulamadığı (tutarlılık denetimi), işverenin fesihte keyfi davranıp davranmadığı (keyfilik denetimi) ve işletmesel karar sonucu feshin kaçınılmaz olup olmadığı (ölçülülük denetimi-feshin son çare olması ilkesi) açıklığa kavuşturulmalıdır.... İşveren işletme, işyeri ve işin gerekleri nedeni ile aldığı fesih kararında, ... feshin kaçınılmazlığını kanıtlamak zorundadır. İş sözleşmesinin feshiyle takip edilen amaca uygun daha hafif somut belirli tedbirlerin mevcut olup olmadığının değerlendirilmesi, işverenin tekelinde değildir. Bir bakıma feshin kaçınılmaz olup olmadığı yönünde, işletmesel kararın gerekliliği de denetlenmelidir. Feshin kaçınılmazlığı ekonomik açıdan değil, teknik denetim kapsamında, bu kararın hukuka uygun olup olmadığı ve işçinin çalışma olanağını ortadan kaldırıp kaldırmadığı yönünde, kısaca feshin son çare olması ilkesi çerçevesinde yapılmalıdır"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi kapsamındaki sendika özgürlüğünün temel alanı iki yol gösterici ilke ile karakterize edilmektedir. AİHM, ilk olarak -takdir marjı dâhilinde- ilgili devlet tarafından sendika özgürlüğünü korumak için alınan tedbirlerin bütününü dikkate alacağını belirtmiştir. AİHM ikinci olarak sendika özgürlüğünün temel unsurları üzerinde bu özgürlüğün özünden yoksun bırakılacağı kısıtlamaların kabul edilmeyeceğini vurgulamıştır (Demir ve Baykara/Türkiye [BD], B. No: 34503/97, 12/11/2008, § 144). AİHM sendika özgürlüğünün temel unsurlarını, geliştirilmeye açık bir liste hâlinde şu şekilde sıralamıştır: sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkı, kapalı işyeri anlaşmalarının yasaklanması, bir sendikanın üyeleri adına işveren tarafının kendisini dinlemesini talep etme hakkı ve ilke olarak işveren tarafıyla toplu pazarlık hakkı (Demir ve Baykara/Türkiye § 145; Pastorul Cel Bun Sendikası/Romanya [BD], B. No: 2330/09, 9/7/2013, § 135; Association of Civil Servants and Union for Collective Bargaining ve diğerleri/Almanya, B. No: 815/18 vd., 5/7/2022, § 57). AİHM, toplu pazarlık hakkının temel ilkesi çerçevesinde, işveren tarafından tanınmayan bir sendikanın üyelerinin çıkarları için gerekli olduğunu düşündüğü konularda işvereni toplu pazarlığa girmeye ikna etmek için gerekirse toplu eylem de dâhil olmak üzere adımlar atmasının mümkün olması gerektiğinin altını çizmiştir (Association of Civil Servants and Union for Collective Bargaining ve diğerleri/Almanya, § 58). AİHM, toplu eylem hakkı sendika özgürlüğünün temel bir unsuru olarak görülmese de grev hakkının sendikal faaliyetin bir parçası olarak madde tarafından açıkça korunduğunu belirtmiştir. AİHM, sendika üyelerinin işverenine karşı grev eylemi de dâhil olmak üzere toplu pazarlık ve toplu eylem sürecinin -sendika ve üyeleri tarafından arzu edilen sonuca götürmese dahi- madde haklarının kullanılmasının işlevsel olmadığı anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir. AİHM'e göre Sözleşme'nin gerektirdiği şey ulusal hukuk kapsamında, sendikaların maddeye aykırı olmayan koşullarda, üyelerinin çıkarlarının korunması için çaba göstermelerinin sağlanmasıdır (The National Union of Rail, Maritime and Transport Workers/Birleşik Krallık, B. No: 31045/10, 8/9/2014, § 85).
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5002
Başvuru, sendika tarafından alınan grev kararının Bakanlar Kurulu tarafından ertelenmesine karşın başvurucunun iş yavaşlatma eylemine katılması nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
1-  Başvuru, karar sonucunu etkileyecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Başvurucu Hakkındaki Ceza Yargılaması Süreci Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu 26/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış, ardından Trabzon Sulh Ceza Hâkimliğince 29/7/2016 tarihinde müsnet suçtan tutuklanmıştır. Açılan davada Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi 28/11/2017 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun mahkûmiyet kararına karşı yaptığı istinaf kanun yolu başvurusu Samsun Bölge Adliye Mahkemesi tarafından 4/10/2018 tarihinde, temyiz talebi de Yargıtayca 29/4/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen hapis cezasının infazını tamamlayarak 11/3/2021 tarihinde tahliye edilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, başvurucunun tutuklanması sonrasında ileri sürdüğü tutukluluk süresinin makul olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının 2017/39662 numaralı başvuruda incelendiği tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından 25/12/2018 tarihinde suç isnadına bağlı olarak tutuklanan kişinin tahliyesine ya da mahkûmiyetine karar verilmesi hâlinde tutukluluğun makul veya kanunda öngörülen azami süreyi aştığı iddiasının 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında açılacak tazminat davasında incelenebileceği gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle bu başvurunun kabul edilemez olduğu sonucuna ulaşıldığı anlaşılmıştır. Başvurucu bu karar sonrasında, incelemeye konu tazminat davasını açmış olup başvuru formunda bu hususu dile getirmiştir.B. Başvurucunun Tutukluluğunun Makul Süreyi Aştığı İddiasıyla Açtığı Tazminat Davasıyla İlgili Süreç Başvurucu 15/11/2018 tarihli dilekçesiyle 5271 sayılı Kanun'un maddesine dayalı olarak özetle tutukluluğunun makul süreyi aştığı iddiasını ileri sürerek tazminat davası açmıştır. Dilekçesinde başvurucu, Yargıtay Ceza Dairesinin (Yargıtay) ceza yargılaması/soruşturması süreci sonuçlanmadan tazminat davası açabileceğine dair ilgili içtihadına da değinmiş; miktar belirtmeden maddi tazminat ile 000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur. Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 20/3/2019 tarihinde başvurucunun tazminat talebini reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı Yakup Enes Aka 15/11/2018 tarihli dilekçesinde özetle; Trabzon Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/58 Esas sayılı dava dosyasında 22/10/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararına karşı itiraz ettiğini ve bu karara karşı yapılan itirazı reddeden Trabzon Ağır Ceza Mahkemesinin ... kararına istinaden 5271 Sayılı CMK'nın maddesi gereğince hak ihlalleri ile uğradığı maddi haklarının saklı tutulmasına, makul süreyi aşan uzun tutukluluk nedeni ile manevi tazminat olarak 000,00 TL'nin tarafına ödenmesine ve maddi zararlarının araştırılarak bunların da tazmin edilmesini talep etmiştir.......Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi... davacı hakkında silahlı terör örgütü FETÖ-PDY'ye üye olmak suçundan... 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği verilen ve kararın istinaf edilmesi üzerine Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi'nin 04/10/2018 tarih... kararıyla istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği,... doyanın temyiz incelemesi için Yargıtay'da olduğunun, dolayısıyla henüz kesinleşmediği anlaşılmıştır....Dava dosyası içeriğindeki bilgi ve belgeler incelendiğinde, davacı hakkında yapılan yargılama neticesinde terör örgütüne üye olmak suçundan mahkumiyet kararı verilerek hükümle birlikte tutukluluk halinin devamına hükmedildiği, hüküm verilmeden önce tutukluluk halinin devamına karşı yapılan itiraz üzerine Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nin itirazın reddine karar verdiği anlaşılmakla, Trabzon Ağır Ceza Mahkemesinin... kararına karşı tazminat davasının açıldığı, lakin açılan bu davanın CMK'nun vd. maddelerine göre açılacak tazminat istemlerinden olmadığı, zira sanığın yargılama sonucunda mahkumiyetine karar verildiği ve kararın henüz kesinleşmediği, dolayısıyla açılan maddi ve manevi tazminat davasının hukuki dayanağının bulunmadığının tespiti ile açılan... davasının reddine ... karar verilmiştir. ...koruma tedbirleri nedeniyle maddi tazminat davası açılmış ise de, mağduriyet konusunun [CMK'nın] 141,142 maddelerinde ön görülen tazminat hukuku gerekçelerinden biri olmadığından, şartlarının mevcut olmaması nedeni ile davacı Yakup Enes Aka'nın tazminat talebinin reddine... [karar verilmiştir.]" Başvurucunun istinaf kanun yolu başvurusu Samsun Bölge Adliye Mahkemesinin 1/2/2021 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Temyiz talebi ise Yargıtay tarafından 8/11/2021 tarihinde esastan reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 20/1/2022 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 7/2/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, iddialarının kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. İlgili ulusal hukuk için bkz. İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, §§ 21-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/13607
Başvuru, karar sonucunu etkileyecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul İcra Müdürlüğünün E.2013/4147 sayılı dosyasında yürütülen icra takibi kapsamında satışına karar verilen taşınmazla ilgili olarak İstanbul İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ihalenin feshi davası açmıştır. Mahkeme 8/6/2015 tarihinde dosya üzerinden yaptığı incelemede taşınmazın ihalesinin İstanbul Anadolu İcra Dairesince gerçekleştirildiğini, kanun hükmü uyarınca artırma ve ihaleye ilişkin uyuşmazlıkların çözümünde istinabe olunan icra dairesinin bağlı bulunduğu icra mahkemesinin (İstanbul Anadolu İcra Mahkemesi) yetkili olduğunu belirtmiş; kesin olarak yetkisizliğine hükmetmiştir. Davalı tarafın talebi üzerine Mahkeme 2/7/2015 tarihli ek kararında 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinde görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekeceğini, aksi takdirde bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verileceğinin düzenlendiğini, davacı tarafından karar tarihinden itibaren iki haftalık yasal süre içinde dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesinin talep edilmediğini belirterek davanın açılmamış sayılmasına hükmetmiştir. Yetkisizlik kararı ve ek karar 14/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu aynı tarihte dosyanın görevli ve yetkili İstanbul Anadolu İcra Mahkemesine gönderilmesini talep etmiştir. Başvurucu ek kararı temyiz etmiş, ancak Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 23/11/2015 tarihli kararıyla hükmü onamıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 15/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 6/4/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 5/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası olay tarihindeki hâliyle şöyledir:"(1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar." 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"İhalenin feshine ilişkin şikâyet görevsiz veya yetkisiz icra mahkemesi veya mahkemeye yapılırsa, icra mahkemesi veya mahkeme evrak üzerinde inceleme yaparak başvuru tarihinden itibaren en geç on gün içinde görevsizlik veya yetkisizlik kararı verir. Bu kararlar kesindir." 2004 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Haczedilen mallar başka bir yerde bulunduğu takdirde satış, istinabe suretiyle yapılır. Artırma ve ihaleye mütedair ihtilaflar istinabe olunan icra dairesinin tabi bulunduğu icra mahkemesince hallolunur." Anayasa Mahkemesi Kararı Başvuru konusuna benzer bir olayla ilgili olarak açılan başka bir davada 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "...bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten..." ibaresinin Anayasa'nın maddesine aykırılığı ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi, mahkemeler tarafından kesin olarak verilen görevsizlik ve yetkisizlik kararını öğrenme imkânı olmayan tarafın dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye süresinde gönderilmesini talep etme imkânını bulamaması nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi halinde usul hukuku anlamında hak kayıplarının yaşanacağını, davacının yeniden harç ödemek suretiyle tekrar dava açmak zorunda bırakılmasının yanında zamanaşımının kesilmesi, hak düşürücü sürenin korunması gibi hakların da sona ereceğini belirtmiştir. Bu açıdan tarafların henüz varlığından haberdar olmadığı görevsizlik ya da yetkisizlik kararının verildiği tarihten itibaren iki haftalık süre içinde yetkili ve görevli mahkemeye başvurmadıkları gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin sonuçlarının hak arama özgürlüğünü ölçüsüz bir şekilde sınırlandırdığı belirtilerek anılan hükmün Anayasa'nın maddesine aykırı olduğuna karar verilmiş veKanun'da yer alan "...bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten..." ibaresi iptal edilmiştir (AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016).B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında bu fıkranın mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmektedir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu, sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki lafzın Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; mahkeme hakkının bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirterek AİHM'in rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9878
Başvuru, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, resmî evlenme akdi olmayan başvurucunun dul aylığından yararlandırılmaması nedeniyle sosyal güvenlik hakkının; bu sürece ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1937 Siirt doğumlu olup Diyarbakır'ın Kayapınar ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu, H.G. ile -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- resmî bir evlenme akdi olmaksızın dinî nikâh yapmıştır. Başvurucu ile H.G.nin ortak çocukları E.A. 28/4/1975 tarihinde doğmuştur. H.G., Türk Silahlı Kuvvetleri Kara Kuvvetleri Komutanlığında Topçu Yarbay olarak görev yapmakta iken 22/8/1960 tarihinde emekliye ayrılmıştır. Bu tarihten sonra emekli aylığı almakta olan H.G. 22/4/1992 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu 11/9/2007 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvurarak emekli aylığı alan H.G.nin ölümü nedeniyle kendisine dul aylığı bağlanmasını talep etmiştir. Başvurucunun bu talebine SGK tarafından bir cevap verilmemiştir. Başvurucu, bunun üzerine zımni ret kararının iptali istemiyle SGK aleyhine 9/1/2008 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Bu davada 29/1/2008 tarihinde yetkisizlik kararı verilmesi üzerine yargılamaya Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) devam edilmiştir. Mahkeme 5/2/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 17/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun mülga maddesine değinilmiştir. Mahkemeye göre bu maddede yer alan "eş" kavramından resmî nikâh ile evlenen kişilerin anlaşılması gerekir. Mahkeme, Medeni Kanun'un kabulünden sonra bu Kanun hükümlerine aykırı şekilde teşkil olunan birlikteliğin evlilik olarak kabulünün hukuken mümkün olmadığını vurgulamıştır. Mahkeme, bu sebeple başvurucunun H.G.nin ölümü nedeniyle dul aylığına hak kazanmadığı gerekçesiyle tesis olunan dava konusu işlemde mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Danıştay Onbirinci Dairesinin 27/12/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Nihai karar, başvurucu vekiline 7/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5841
Başvuru, resmî evlenme akdi olmayan başvurucunun dul aylığından yararlandırılmaması nedeniyle sosyal güvenlik hakkının; bu sürece ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; tutuklu bulunulan ceza infaz kurumunda fotoğraf çekiminin ve gönderiminin kısıtlanması, koğuş ve odalara ait havalandırma bahçesinin üzerine fens teli çekilmesi nedenleriyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, ziyaretçi sayısı ile ziyaret gün ve saatlerinin sınırlandırılması ve öğrenim gören çocuklara hafta sonu ziyaret yasağı konulması nedenleriyle aile hayatına saygı hakkının; radyo kullanımının kısıtlanması nedeniyle ifade hürriyetinin ve sınavlara girişin yasaklanması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci devam etmektedir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri (B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle(kapatılan) İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/12/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Hâlen tutuklu olan başvurucu evli ve çocuksuzdur.A. Fotoğraf Çekiminin ve Gönderiminin Kısıtlanmasına İlişkin Süreç Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu)Başkanlığının 20/1/2017 tarihli ve "Terör Örgütü Şüphelisi Tutuklular ile Terör Örgütü Mensubu Hükümlülerin Fotoğraf Çekimi ve Gönderiminin Kısıtlanması" başlıklı kararıyla terör örgütü üyesi olma ya da benzer suçlamalarla tutuklu ve hükümlü olan kişilerin fotoğraf çekimlerinin kısıtlanmasına ve yanlarında bulunan mevcut fotoğrafların dışarıya gönderilmemesine karar verilmiştir. İnfaz Hâkimliğine itiraz yolu açık olmak üzere verilen kararda, Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 22/1/2007 tarihli ve Ceza İnfaz Kurumlarının Tahsisi, Nakil İşlemleri ve Diğer Hükümler Hakkında Genelge (Genelge) kapsamında İdare ve Gözlem Kurulunun bu yönde bir yetkisinin bulunduğu ifade edilmiştir. Anılan Genelge'de ceza infaz kurumu düzeni, kişi ve kurum güvenliği, örgütsel amaçlara, iletişim ve propagandaya imkân verilmemesi, devam eden soruşturmaların aksamaması ve toplumsal hassasiyet ile beklentiler dikkate alınarak bazı kişiler yönünden fotoğraf çekiminin kısıtlanabileceği belirtilmiştir. Kararda; hükümlü ve tutukluların koğuş ve odalarda, ziyaret alanlarında çektirdikleri fotoğrafları Ceza İnfaz Kurumu dışına gönderdikleri, söz konusu fotoğraflar vasıtasıyla Ceza İnfaz Kurumunun fiziki yapısı, genel ve özel hâlleri hakkında diğer örgüt mensuplarına bilgi ve fikir aktarıldığı, bu durumun da Ceza İnfaz Kurumunun güvenliğini tehdit ettiği ifade edilmiştir. Ayrıca bu suretle dışarıda bulunan terör örgütü mensuplarına moral ve örgütü ayakta tutma çabasına yönelik bir izlenim verilebileceği, fotoğrafların örgüt sempatizanlarınca propaganda aracı olarak kullanılabileceği vurgulanmıştır. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı itiraz Karşıyaka İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 17/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının anılan kararının gerekçesi tekrarlanarak kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı ve kararın mevzuata uygun şekilde verildiği belirtilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 15/8/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 8/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. Koğuş ve Odalara Ait Havalandırma Bahçelerinin Üzerine Fens Teli Çekilmesine İlişkin Süreç İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 30/5/2017 tarihli ve "FETÖ/PDY Terör Örgütü Mensubu Hükümlü ve Tutukluların Barındırıldıkları Koğuş ve Odaların Bahçeleri Üzerine Fens Teli Çekilmesi" başlıklı kararıyla terör örgütü üyesi olma ya da benzer suçlamalarla tutuklu ve hükümlü olan kişilerin barındırıldıkları koğuş ve odalara ait havalandırma bahçelerinin üzerine fens teli çekilmesine karar verilmiştir. Söz konusu kararda 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinde hükümlülerin kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde tutulacağının ifade edildiği vurgulanmıştır. Ayrıca anılan Kanun hükmü gereğince bu kişilerin Anayasa'da yer alan haklarının infazın temel amaçları saklı kalmak üzere kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabileceği belirtilmiştir. Kararda, çatı aramalarında ele geçen notlardan anlaşıldığı üzere Ceza İnfaz Kurumunda barındırılan bu kapsamdaki kişilerin koğuşlara ait havalandırma bahçelerinden diğer koğuşlarda kalan tutuklu ve hükümlülere pusula olarak tabir edilen haberleşme notları attıklarının ve bu şekilde yasal olmayan yollardan haberleşmeye çalıştıklarının anlaşıldığı ifade edilmiştir. Ele geçirilen notlarda, terör örgütünü ayakta tutmaya ve örgüt mensuplarının çözülmelerini engellemeye dönük ifadelerin yer aldığı belirtilmiştir. Kararın örgütsel amaçlı olarak haberleşmenin önüne geçilmesi, diğer tutuklu ve hükümlülere talimat ve mesaj verilmesinin engellenmesi, firar, isyan, dışarıdan sızma, silahlı, silahsız veya drone vasıtası ile saldırı gibi muhtemel olayların engellenmesi ve Ceza İnfaz Kurumunun asayiş ve güvenliğinin tehlikeye düşmemesi amacıyla verildiği ifade edilmiştir. Ayrıca kararda, havalandırma bahçelerinin üzerine fens teli ya da file çekilmesi konusunda gerek ülkemiz gerekse yabancı ülkeler aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) verilen herhangi bir olumlu ya da olumsuz kararın bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı itiraz İnfaz Hâkimliğinin 18/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının anılan kararının gerekçesi tekrarlanmış ve kararın mevzuata uygun şekilde verildiği belirtilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinin 24/8/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 7/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Hükümlü ve Tutukluların Öğrenim Gören Çocuklarının Hafta Sonu Ziyaretlerinin OHAL Süresince Yasaklanmasına İlişkin Süreç İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 24/11/2016 tarihli ve "Hükümlü ve Tutukluların Öğrenim Gören Çocuklarının Hafta Sonu Ziyareti" başlıklı kararıyla tutuklu ve hükümlülerin öğrenim gören çocuklarının hafta sonu ziyaretlerinin OHAL süresince yasaklanmasına karar verilmiştir. Söz konusu kararda 5275 sayılı Kanun ile bu Kanun dayanak alınarak çıkarılan 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik (Ziyaret Yönetmeliği) kapsamında hükümlü ve tutukluların ziyaretçileri ile görüştürüldüğü, ziyaret günleri ve saatleri ile ziyaretçi sayısının fiziki yapı ve kapasite dikkate alınarak ceza infaz kurumu tarafından belirleneceği vurgulanmıştır. 24/11/2016 tarihi itibarıyla Ceza İnfaz Kurumunda toplam tutuklu ve hükümlü sayısının 158'e ulaştığı, yaklaşık 800 kişinin FETÖ/PDY'ye ve PKK terör örgütüne yardım, üye olma veya anayasal düzene karşı işlenen suçlardan tutuklu olduğu, öğrenim gören çocukların hafta sonu gerçekleştirdiği ziyaretlerde artış gözlenmesine rağmen Ceza İnfaz Kurumunda görevli personel sayısının ciddi oranda azaldığı ifade edilmiştir. Kararda; meydana gelebilecek müessif bir olayı bastırmada zorluklar yaşanabileceği ve yeterli zaman aralığının olmadığı belirtilerek Ceza İnfaz Kurumunun mevcudu, düzeni, görüş sıklığı, ziyaretçi sayısı, güvenlik ve asayiş durumu dikkate alınarak bu yöndeki kararın tüm tutuklu ve hükümlüler yönünden ve OHAL süresince kısıtlı olmak üzere verildiği belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı itiraz İnfaz Hâkimliğinin 18/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının anılan kararının gerekçesi tekrarlanmış ve kararın mevzuata uygun şekilde verildiği belirtilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinin 21/8/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 7/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Hükümlü ve Tutukluların Görüşebileceği Ziyaretçi Sayısının Düşürülmesine İlişkin Süreç İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 8/11/2016 tarihli ve "Hükümlü ve Tutukluların Görüşebileceği Ziyaretçi Sayısının Belirlenmesi'' başlıklı kararıyla tutuklu ve hükümlülerin görüşebileceği ziyaretçi sayısı yedi olarak belirlenmiştir. Söz konusu kararda, 5275 sayılı Kanun ile Ziyaret Yönetmeliği kapsamında ziyaret günleri ve saatleri ile ziyaretçi sayısının fiziki yapı ve kapasite dikkate alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde Ceza İnfaz Kurumu tarafından belirleneceği vurgulanmıştır. 20/8/2015 tarihinde verilen karar doğrultusunda hükümlü ve tutuklularının görüşebileceği ziyaretçi sayısının on olarak belirlendiği ancak görüş yerlerinde yaşanan yoğunluk nedeniyle Kurumda çıkabilecek isyan, rehin alma ve firar gibi durumların engellenmesi hususunda oluşan ihtiyaç kapsamında bu sayının düşürüldüğü ifade edilmiştir. Kararda; Ceza İnfaz Kurumunda dört açık görüş ve dört kapalı görüş yeri bulunduğu, barındırılan hükümlü ve tutuklu sayısının ise mevcut kapasitenin üzerine çıktığı belirtilerek Ceza İnfaz Kurumu düzeninin ve güvenliğinin tehlikeye düşmemesi için önlem alındığı belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı itiraz, İnfaz Hâkimliğinin 17/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının anılan kararının gerekçesi tekrarlanmış ve kararın mevzuata uygun şekilde verildiği belirtilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinin 15/8/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 8/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.E. Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Günü ve Saatlerinin Sınırlandırılmasına İlişkin Süreç İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 15/11/2016 tarihli ve "Ziyaret Gün ve Saatlerinin Düzenlenmesine İlişkin Karar'' başlıklı kararıyla tutuklu ve hükümlü ziyaretlerinin 00 ile 30 saatleri arasında, kırk dakika süreyle ve belirlenen ziyaret programı esas alınarak yaptırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu kararda, 5275 sayılı Kanun uyarınca yaptırılacak ziyaretlerin yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde gerçekleştirilebileceği ifade edilmiştir. Ayrıca Ziyaret Yönetmeliği kapsamında ziyaret günleri ve saatleri ile ziyaretçi sayısının fiziki yapı ve kapasite dikkate alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde ceza infaz kurumu tarafından belirleneceği vurgulanmıştır. Kararda, 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra tutuklu ve hükümlü sayısında kapasitenin üzerinde artış meydana geldiği ve bu durumun iş yoğunluğunun artmasına neden olduğu belirtilerek ceza infaz kurumu düzeni ve güvenlik durumu gözönüne alınarak haftalık ziyaret düzeninin yeniden belirlenmesi yönünde ihtiyacın ortaya çıktığı belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı itiraz, İnfaz Hâkimliğinin 18/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının anılan kararının gerekçesi tekrarlanmış ve kararın mevzuata uygun şekilde verildiği belirtilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinin 15/8/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 7/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.F. Hükümlü ve Tutukluların Radyo Kullanımının Kısıtlanmasına İlişkin Süreç İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 19/4/2017 tarihli ve "FETÖ/PDY Terör Örgütü Mensubu Hükümlü ve Tutukluların Radyo Dinlemesine İlişkin Kısıtlama Kararı" başlıklı kararıyla bu kapsamda olan tutuklu ve hükümlülerin koğuşlarında kullandıkları radyolarına güvenlik nedeniyle ileri bir tarihte yeniden değerlendirilmek üzere el konulmasına ve geçici olarak Ceza İnfaz Kurumu Emanet Eşya Biriminde muhafaza altına alınmasına karar verilmiştir. Söz konusu kararda, 5275 sayılı Kanun uyarınca tehlikeli hâlde bulunan veya örgüt mensubu hükümlüler ve tutuklular bakımından radyo kullanımının kısıtlanabileceği belirtilmiştir. Kararda, FETÖ/PDY'ye mensup hükümlüler ile FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklu olanların kullandıkları radyolara beş-altı metre uzunluğunda anten görevi gören telleri bağladıkları, bu suretle farklı frekans aralığını dinledikleri ve Ceza İnfaz Kurumu dışında bulunan örgüt mensupları ile şifreli olarak haberleştikleri vurgulanmıştır. Anılan yöntem kullanılarak örgüt lehine propaganda yapıldığı, Ceza İnfaz Kurumunda bulunan örgüt üyelerinin ruh hâlinin diri tutulmaya çalışıldığı ve hatta bazı eylemlere teşvik edildiği ifade edilmiştir. Kararda, örgütsel amaçlı haberleşmenin engellenmesi amacıyla koğuş ve odalarda yapılan aramalar sonucunda bulunan radyolara geçici olarak el konulduğu belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı itiraz İnfaz Hâkimliğinin 18/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının anılan kararının gerekçesi tekrarlanmış ve kararın mevzuata uygun şekilde verildiği belirtilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinin 24/8/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 7/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.G. Sınavlara Girişin Yasaklanmasına İlişkin Süreç 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (OHAL KHK'sı) uyarınca terör örgütü üyeliği veya bu örgütlerin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü olanların ülke genelinde uygulanan merkezî sınavlar ile eğitim ve öğretim kurumları ile kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılan ya da yaptırılan sınavlara girişleri OHAL süresince yasaklanmıştır. Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) Başkanlığının 24/11/2017 tarihli ve "Kurumda Uygulanacak Eğitim ve İyileştirme Kararı" başlıklı kararıyla belirtilen OHAL KHK'sı kapsamında olan tutuklu ve hükümlülerin söz konusu sınavlara katılmamalarına karar verilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı itiraz, İnfaz Hâkimliğinin 18/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda; eğitim hakkına OHAL KHK'sı kapsamında kısıtlama getirildiği, Anayasa'da düzenlenen eğitim ve öğrenim hakkının sadece kanunla ve zorunlu hâllerde kısıtlanabileceği, devletin güvenliği için gerekli tedbirlerin yine devlet tarafından alınmasının zorunlu olduğu, bu kapsamda Eğitim Kurulu Başkanlığınca verilen kararda herhangi bir isabetsizliğin bulunmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinin 21/8/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 7/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 6/2/2018 tarihli ve 7083 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesiyle 677 sayılı OHAL KHK'sında yer alan söz konusu düzenleme kanunlaşmıştır. Başvurucu 6/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin 22/2/2018 tarihli müzekkeresiyle, ilgili İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının söz konusu kararlarının hâlen yürürlükte olup olmadığı, yürürlükte değilse hangi tarih aralığında uygulandığı ve istisna niteliğinde uygulamalar yapılıp yapılmadığı hususlarına ilişkin olarak bilgi ve belgeler talep edilmiştir. 26/2/2018 tarihli cevap yazısında, gerekçesi hatırlatılan söz konusu kararların hâlen yürürlükte olduğu ve istisna niteliğinde uygulamalar yapılmadığı belirtilmiştir. A. Ulusal Hukuk Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma ve Geliştirme Hakkı Yönünden 5275 sayılı Kanun’un ''Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.d) İyileştirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir.e) Cezanın infazında adalet esaslarına uygun hareket edilir. Bu maksatla ceza infaz kurumları kanun, tüzük ve yönetmeliklerin verdiği yetkilere dayanarak nitelikli elemanlarca denetlenir.f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.g) Hükümlünün infazın amacına uygun olarak kanun, tüzük ve yönetmeliklerin belirttiği hükümlere uyması zorunludur.h) Kanunlarda gösterilen tutum, davranış ve eylemler ile kurum düzenini ihlâl edenler hakkında Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır. Cezalara, Kanunda belirtilen merciler, sürelerine uygun olarak hükmederler. Cezalara karşı savunma ve itirazlar da Kanunun gösterdiği mercilere yapılır." 5275 sayılı Kanun gereğince Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan 22/1/2007 tarihli ve 45/1 No.lu Ceza İnfaz Kurumlarının Tahsisi, Nakil İşlemleri ve Diğer Hükümler konulu Genelge'nin "Diğer işlemler" başlıklı Beşinci Bölümü'nün -20/12/2016 tarihinde yapılan değişiklikleri de içeren- ilgili kısmı şöyledir: "(8) Hükümlü ve tutuklular; kendi oda veya koğuşunda beraber kaldıkları arkadaşlarıyla veya açık görüş günlerinde ziyarete gelen yakınlarıyla, idarece belirlenen yerlerde ve bedelleri kendileri tarafından karşılanmak koşuluyla fotoğraf çektirebilecektir. Fotoğraf çekimi, müdürü ve fotoğrafçılık işkolu bulunan ceza infaz kurumlarında sadece fotoğrafçılık işkolunca yerine getirilecek, dışarıdan fotoğrafçı temini yoluna gidilmeyecektir. Müdürü bulunmayan kurumlardaki fotoğraf çekimleri dışarıdan temin edilen fotoğrafçı tarafından gerçekleştirilecektir. Ancak, kurum düzeni, kişi ve kurum güvenliği, örgütsel amaç, iletişim ve propagandaya imkân verilmemesi, devam eden soruşturmaların aksamaması (Bu çerçevede adli soruşturmaları yürüten savcılardan görüş alınabileceği) ve toplumsal hassasiyet ve beklentiler dikkate alınarak, bu olgulardan bir veya birkaçının olduğuna dair İdare ve Gözlem Kurulu üyelerinde bir kanaat oluşması durumunda, tüm kurumda veya bazı örgütler ve kişiler yönünden fotoğraf çekimi kısıtlanabilir." Aile Hayatına Saygı Hakkı Yönünden 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir. ...(3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinde tutuklular, kurumun bu husustaki genel düzenine uymak suretiyle ziyaretçi kabul edebilirler. Ancak soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkeme, soruşturmanın veya davanın selameti bakımından tutuklunun ziyaretçi kabulünü yasaklayabilir veya bu hususta kısıtlamalar koyabilir." 5275 sayılı Kanun’un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: "(1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, ... kuruma alınma ve kayıt işlemleri, hükümlüler ile yakınları ve ilgililerin bilgilendirilmesi, cezayı çekme, güvenlik ve iyileştirme programına ve sağlığın korunması kurallarına uyma, bina ve eşyaların korunması, kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi, oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar, arama, disiplin cezalarının niteliği ve uygulanma koşulları, ... haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, ... yönetim tarafından alınabilecek tedbirler, zorlayıcı araçların kullanılması, ... şikâyet ve itiraz, ... kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü, kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, telefonla haberleşme hakkı, radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı, mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, bu Kanunda sayılan günlerde dışarıdan gönderilen hediyeyi kabul etme hakkı, ... hükümlülerin sayısı ve uygulanacak güvenlik tedbirleri, eğitim programları, öğretimden yararlanma, ... ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, ... kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında ... düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Ziyaret gün ve saatleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ziyaret günleri ve saatleri ile bir hükümlü ve tutuklunun görüşebileceği ziyaretçi sayısı, kurumun fiziki yapısı ve kapasitesi dikkate alınarak, kurumca belirlenir..." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Açık görüş" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Açık görüş, hükümlü ve tutuklular ile ziyaretçilerinin maddi temasına imkan verecek şekilde, konuşulanların hazır bulunan görevli tarafından işitilebildiği ve izlenebildiği, ceza infaz kurumunun bu iş için tahsis edilmiş özel bölümünde yapılan ziyaret ve görüşmelerdir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Açık görüş yapılacak yer" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Açık görüşler, ceza infaz kurumunun oda ve eklentileri dışında, bu iş için ayrılmış özel bölümünde, bulunmadığı takdirde, ceza infaz kurumu müdürünün uygun göreceği yerde yaptırılır." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Görüş süresi ve saatleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Açık ziyaretler, bir saatten fazla olmamak kaydıyla 00 - 00 saatleri arasında yaptırılır. Ziyaret süresi, görüşmenin fiilen başladığı andan itibaren işler." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Açık görüşe ilişkin diğer konular" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Hükümlü ve tutuklu sayısının, verilen açık görüş günü sayısına bölünmesi suretiyle, görüş gününe kadar gruplar oluşturulur, her grubun görüş günü ve saatleri, ailelerine bildirilmek üzere, hükümlü ve tutuklulara tebliğ edilir ve hazırlanan program ayrıca koğuşlara ve ziyaretçilerin görebileceği uygun yerlere asılır.Belirtilen gün ve saatler dışında görüş yaptırılmaz, ...Her grubun açık görüşü bittikten sonra, görüş yerinde bulunan hükümlü ve tutuklular, görevliler nezaretinde dikkatli bir şekilde arandıktan sonra koğuş veya odalarına götürülerek burada sayılır. Kimlikleri, fotoğraflı belgelerle kontrol edilir, grup mevcudunun tam olduğunun anlaşılması üzerine, ziyaretçilerin kurum dışına çıkmasına izin verilir.Açık görüşlerde, görüş mahallinde yeteri kadar dış güvenlik görevlisi gözlemci olarak bulundurulur..." İfade Hürriyeti Yönünden 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlünün radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü, ceza infaz kurumlarında merkezî yayın sistemi bulunduğu takdirde bu sisteme bağlı olarak radyo ve televizyon yayınlarını izleme hakkına sahiptir.(2) Merkezî yayın sistemi bulunmayan kurumlarda, yararlı olmayan yayınların izlenmesini ve dinlenmesini engelleyecek önlemler alınmak suretiyle bağımsız anten kullanılarak televizyon ve radyo izlenmesine ve dinlenmesine izin verilir. Bu cihazlar, bedeli kendisi tarafından ödenmek koşuluyla hükümlü adına kurumca satın alınır. Her ne biçimde olursa olsun dışardan gelenler tarafından getirilen radyo, televizyon ve bilgisayarlar kuruma alınmaz.(3) Kapalı ve açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitim evlerinde ancak, eğitim ve iyileştirme programları çerçevesinde kurum yönetimince belirlenen yerlerde görsel ve işitsel eğitim araç ve gereçlerinin kullanımına izin verilebilir. Eğitim ve iyileştirme programları gerekli kıldığı takdirde denetim altında internetten yararlanılabilir. Hükümlü, odasında bilgisayar bulunduramaz. Ancak, Adalet Bakanlığının uygun görmesi hâlinde eğitim ve kültürel amaçlı olarak bilgisayarın ceza infaz kurumuna alınmasına izin verilebilir. (4) Bu haklar, tehlikeli hâlde bulunan veya örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir." 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) "Hükümlünün radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü, kurumlarda merkezî yayın sistemi bulunduğu takdirde bu sisteme bağlı olarak radyo ve televizyon yayınlarını izleme hakkına sahiptir. (2) Merkezî yayın sistemi bulunmayan kurumlarda, yararlı olmayan yayınların izlenmesini ve dinlenmesini engelleyecek önlemler alınmak suretiyle bağımsız anten kullanılarak televizyon ve radyo izlenmesine ve dinlenmesine izin verilir. Bu cihazlar, bedeli kendisi tarafından ödenmek koşuluyla hükümlü adına kurumca satın alınır. Her ne biçimde olursa olsun dışardan gelenler tarafından getirilen radyo, televizyon ve bilgisayarlar kuruma alınmaz.(3) Kapalı ve açık kurumlar ile çocuk eğitim evlerinde ancak, eğitim ve iyileştirme programları çerçevesinde kurum yönetimince belirlenen yerlerde görsel ve işitsel eğitim araç ve gereçlerinin kullanımına izin verilebilir. Eğitim ve iyileştirme programları gerekli kıldığı takdirde denetim altında internetten yararlanılabilir. Hükümlü, odasında bilgisayar bulunduramaz. Ancak, Bakanlığın uygun görmesi hâlinde eğitim ve kültürel amaçlı olarak bilgisayarın kuruma alınmasına izin verilebilir. (4) Bu haklar, idare ve gözlem kurulu kararı ile tehlikeli hükümlü oldukları saptananlar veya örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir. (5) İşlediği suçun nitelik ve işleniş biçimi göz önüne alındığında, toplum için ciddi bir tehlike oluşturan, kurumdaki tutum ve davranışlarıyla, suç işlemek amacıyla kurulan silâhlı örgütün yöneticiliğini yapmaya devam eden, bu konuda herhangi bir yöntemle, kurum içi veya dışındaki kişilere talimat veya mesaj veren hükümlülerin, idare ve gözlem kurulu kararıyla televizyon yayınlarını izlemesine ve bilgisayar ile internetten yararlanmasına izin verilmez." 17/6/2005 tarihli ve 2005/25848 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in (Eşya Yönetmeliği) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Koğuş, oda ve eklentilerinde, kantinden temin edilmek koşuluyla, bir adet otuzyedi ekran televizyon ile elektrikli su ısıtıcısı, saç kurutma makinesi ve büro tipi buzdolabı ile kurumun bulunduğu coğrafi bölgenin iklim koşulları dikkate alınarak, her koğuş veya odada bir adet vantilatör bulundurulmasına izin verilebilir. Ayrıca her hükümlü, kurum kantininden satın almak kaydıyla bir adet kulaklıklı küçük el radyosu bulundurabilir." Eğitim Hakkı Yönünden 5275 sayılı Kanun'un "Öğretimden yararlanma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitimevlerinde bulunan hükümlülerin örgün ve yaygın, kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlülerin yaygın öğretimden yararlanmaları sağlanır." Adalet Bakanlığının 27/7/2007 tarihli ve 46/1 sayılı Genç ve Yetişkin Hükümlü ve Tutukluların Eğitim ve İyileştirilme İşlemleri ve Diğer Hükümlere ilişkin Genelgesi’nin ilgili kısımları şöyledir:"E- Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi ve Millî Eğitim Bakanlığı Tarafından Yapılan Sınavlar (1) Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) ve Millî Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen ÖSS, YDS, KPSS ve benzerî sınavlar, sınav merkezi olan ceza infaz kurumlarında yapılacaktır. (2) Hükümlü ve tutukluların sınav başvuruları yakınları tarafından yapılabilir, yapılamaması hâlinde, başvuru ceza infaz kurumlarının bulunduğu mahalde yapılabiliyorsa kurum tarafından görevlendirilen bir personel tarafından gerçekleştirilir. Sadece il merkezlerinde başvuru yapılıyorsa, öğrencinin bulunduğu kurum tarafından sınav merkezi olan kuruma bilgi verilerek, gerekli belgeleri gönderecek ve başvuru işlemi il merkezlerindeki sınav merkezi olan ceza infaz kurumlarından yapılacak müracaatlarla birlikte, sınav merkezi olan kurum idaresince görevlendirilecek bir personel tarafından gerçekleştirilecektir.(3) Sınavların başvuru tarihi kurum öğretmeni, yokluğunda ise eğitimden sorumlu personel tarafından takip edilecektir.(4) Sınavlar, belirlenen sınav merkezlerindeki ceza infaz kurumlarına gelen sınav komisyonları tarafından yapılmaktadır. Bu nedenle, sınavlara katılacaklara ilişkin T. kimlik numarası, adı soyadı, baba adı, doğum yeri ve tarihine ilişkin bilgileri içeren liste sınavdan en az 20 gün önce Genel Müdürlükte olacak şekilde gönderilecektir. Kuruma yeni gelen hükümlü ve tutuklu olduğu takdirde sınavdan önceki son iş gününe kadar bildirim yapılabilecektir...."  677 sayılı OHAL KHK'sının maddesi şöyledir: "(1) Terör örgütü üyeliği veya bu örgütlerin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar sebebiyle tutuklu veya hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunanlar, olağanüstü halin devamı ve kurumda barındırıldıkları süre zarfında, ülke genelinde uygulanan merkezî sınavlar ile örgün veya yaygın her türlü eğitim ve öğretim kurumları ile kamu kurum ve kuruluşları tarafından ceza infaz kurumu içinde veya dışında yapılan ya da yaptırılan sınavlara giremezler." 7083 sayılı Kanun'un "Sınavlara ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Terör örgütü üyeliği veya bu örgütlerin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar sebebiyle tutuklu veya hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunanlar, olağanüstü halin devamı ve kurumda barındırıldıkları süre zarfında, ülke genelinde uygulanan merkezî sınavlar ile örgün veya yaygın her türlü eğitim ve öğretim kurumları ile kamu kurum ve kuruluşları tarafından ceza infaz kurumu içinde veya dışında yapılan ya da yaptırılan sınavlara giremezler."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS, Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Sözleşme’nin "İfade özgürlüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol’ün "Eğitim hakkı" kenar başlıklı maddesinin (P1-2) birinci cümlesi şöyledir:"Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz." AİHM'e göre özel hayat, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir “özel hayatı” güvence altına almaktadır. Bu yönü ile birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, §§ 165-167; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptirler (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2) [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM'e göre, suçun mahiyeti haklı gösteriyorsa bir tutuklunun özel bir hapishane rejimine veya sınırlayıcı ziyaret düzenlemelerine tabi tutulması onun Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki hakkına müdahale teşkil eder ancak kendiliğinden bu hakkın ihlali anlamına gelmez (Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123). AİHM'e göre hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Bu hakka getirilen sınırlamalar, suç ve düzensizliğin önlenmesi için güvenlik nedeniyle uygulamaya konulmuş olsa da haklı bir gerekçeye dayanmalıdır (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 46). AİHM, hükümlü ve tutukluların ifade özgürlüğünü de Sözleşme kapsamında koruma altında tutmaktadır (Yankov/Bulgaristan, B. No. 39084/97, 11/12/2003). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ..., 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM, “hükümlüler”in bir mahkeme tarafından verilen mahkûmiyetin infazı için tutuldukları süreye karşılık gelen süre boyunca (Epistatu/Romanya, B. No: 29343/10, 24/9/2013, § 62), “tutuklular”ınise devam etmekte olan bir yargılama esnasındaki yasal tutukluluk süresi zarfında (Boltan/Türkiye (k.k.), B. No: 32777/09, 27/3/2012) tam zamanlı eğitime erişimlerinin engellenmesinin ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin birinci cümlesi kapsamında eğitimden yoksun bırakma olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Bu kapsamda AİHM, Sözleşme'ye hükümlü veya tutukluların ceza infaz kurumunda bulundukları süre zarfında fiilen eğitimlerine devam edememelerinin eğitim hakkını ihlal ettiğine ilişkin başvuruları açıkça dayanaktan yoksun bulmaktadır (Durmaz, Işık, Unutmaz ve Sezal/Türkiye (k.k.), B. No: 46506/99, 46569/99, 46570/99, 4/9/2001).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36529
Başvuru, tutuklu bulunulan ceza infaz kurumunda fotoğraf çekiminin ve gönderiminin kısıtlanması, koğuş ve odalara ait havalandırma bahçesinin üzerine fens teli çekilmesi nedenleriyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, ziyaretçi sayısı ile ziyaret gün ve saatlerinin sınırlandırılması ve öğrenim gören çocuklara hafta sonu ziyaret yasağı konulması nedenleriyle aile hayatına saygı hakkının; radyo kullanımının kısıtlanması nedeniyle ifade hürriyetinin ve sınavlara girişin yasaklanması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, uzman erbaş statüsünde yürüttüğü görevi sırasında katıldığı operasyon sonucunda oluşan fiziksel ve ruhsal rahatsızlıkları nedeniyle ilgili idare aleyhinde açtığı tam yargı davasında, bilirkişi raporuna yaptığı itirazın reddedildiğini, davanın kısmen kabul kısmen retle sonuçlanmasıyla reddedilen tazminat miktarı üzerinden idare lehine vekâlet ücreti ödenmesine hükmedildiğini belirterek Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 4/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir Bakanlığın 21/7/2014 tarihli yazısı ile benzer nitelikteki başvuruya ilişkin Anayasa Mahkemesi kararına atıfta bulunularak ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun, Şırnak/İkizce Komando Tugay Komutanlığı emrinde sözleşmeli uzman erbaş statüsünde görev yapmakta iken 21/7/2009 tarihinde katıldığı bir operasyonda, terör örgütü mensuplarınca daha önceden döşenen patlayıcı düzeneğin kendisine yakın bir mevzide patlaması sonucu bir asker ağır yaralanmış, başvurucu yaralı askerle birlikte helikopterle Şırnak Asker Hastanesine sevk edilmiştir. Helikopterle tahliye sırasında ağır yaralı olan ve aynı zamanda başvurucunun çocukluk arkadaşı olan asker şehit düşmüş, bu olayı müteakip başvurucu sıkıntı, huzursuzluk ve bunaltı yakınmalarıyla 23/7/2009 tarihinde muayene olmuş ve kendisine ''Akut Stres Bozukluğu'' teşhisi konularak ilaç tedavisi önerilip yirmi gün istirahat verilmiştir. Başvurucunun 27/7/2009 tarihli muayenesinde, önerilen ilaç tedavisinin aşırı sedasyon nedeniyle kesilerek başka bir ilaç tedavisine başlanıldığı, 31/7/2009 tarihli muayenesinde, her iki kulağında, yüksek frekanslarda orta derecede sensorinöral işitme kaybı olduğu teşhisi konulmuştur. Başvurucu, izleyen aylarda ''Postravmatik Stres Bozukluğu'' ve ''BTA Anksiyete Bozukluğu'' teşhisiyle ayakta ve yatarak tedavi görmüş, son bir yıl içinde üç aydan fazla hava değişimi ve istirahat aldığından bahisle sağlık nedeniyle 16/7/2010 tarihinde sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, 14/7/2010 tarihinde idareye başvurarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş, ancak başvurusuna yasal süresi içinde cevap verilmemiştir. Başvurucu, zımni ret işlemi üzerine 000,00 TL maddi ve 000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi istemiyle Milli Savunma Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmış, AYİM İkinci Dairesi, 11/9/2013 tarih ve E.2010/1311, K.2013/1082 sayılı kararıyla davayı kısmen kabul ederek “377,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminat verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, 641,00 TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin ve maddeleri ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin ve maddeleri dikkate alınarak 527,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine” karar verilmiştir. Başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmuş ise de AYİM İkinci Dairesinin 26/2/2014 tarih ve E.2014/341, K.2014/256 sayılı kararı ile istemi reddedilmiştir. Karar başvurucuya 24/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından 4/4/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir: “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 659 sayılı KHK’nin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen ve 30/4/2013 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren cümle şöyledir:“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4683
Başvurucu, uzman erbaş statüsünde yürüttüğü görevi sırasında katıldığı operasyon sonucunda oluşan fiziksel ve ruhsal rahatsızlıkları nedeniyle ilgili idare aleyhinde açtığı tam yargı davasında, bilirkişi raporuna yaptığı itirazın reddedildiğini, davanın kısmen kabul kısmen retle sonuçlanmasıyla reddedilen tazminat miktarı üzerinden idare lehine vekâlet ücreti ödenmesine hükmedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru; kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi ve aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Erzurum'un Tortum ilçesi Aksu Mahallesi'nde bulunan 148 ada 92 parsel sayılı 71,94 m² yüz ölçümündeki taşınmazın malikidir. Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından söz konusu taşınmazın yol, inşaat ve emniyet sahası olarak kullanılmak üzere kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda İdare, başvurucu aleyhine 19/12/2014 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili istemiyle Tortum Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemece aldırılan 20/3/2015 tarihli bilirkişi raporunda, net gelir yöntemine göre 966,67 TL kamulaştırma bedeli tespit edilmiştir. Objektif değer artış oranı ise taşınmazın Tortum-Oltu kara yoluna yakın olması nedeniyle %25 kabul edilerek kamulaştırma bedeli 458,34 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkeme 25/6/2015 tarihinde davanın kabulüne, taşınmazın yol olarak terkinine, kamulaştırma bedelinin 458,34 TL olarak belirlenmesine ve tespit edilen bedelin taşınmaz malikine ödenmesine karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 27/4/2016 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında; başvuru konusu taşınmazın konumu, yüz ölçümü ve niteliği gözetildiğinde objektif değer artışının uygulanmaması gerektiği belirtilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak ve ek bilirkişi raporu aldırılarak 13/6/2017 tarihinde bu kez objektif değer artış oranı dikkate alınmaksızın 966,67 TL kamulaştırma bedeline hükmedilmiştir. Bunun yanında davacı İdare lehine davalı başvurucudan alınmak üzere 980 TL ve başvurucu lehine davacı İdareden alınmak üzere yine 980 TL vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmiştir. Taraflarca temyiz edilen karar, Dairece 4/6/2018 tarihinde faiz tarihi yönünden düzeltilerek onanmıştır. Nihai karar, başvurucu vekiline 27/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Vekâlet ücretiyle ilgili hukuk için bkz. Sadettin Ekiz, B. No: 2016/9364, 9/5/2019, §§ 20- Objektif değer artış oranıyla ilgili hukuk için bkz. Celal Afşin ve diğerleri, B. No: 2015/18943, 19/9/2018, §§ 18-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30814
Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi ve aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ön alım (şufa) davasında vesayet altında olunmasına karşın bu husus gözetilmeden karar verildiği, yargılama sürecinde İlk Derece Mahkemesinin ara kararları doğrultusunda Mahkeme veznesine yatırılan şufa bedellerinin yasal faizleri olmadan geri ödendiği ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/1/2014 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 15/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 3/10/1996 tarihinde Bakırköy Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı şufa davasında, uyuşmazlığa konu taşınmazın 1/4 hissesi kendisine ait olmasına rağmen taşınmazın üzerine bazı şahıslarca bina yapılarak işgal edildiğini, davalı yirmi bir kişinin taşınmazdan hisse aldıklarını, taşınmaz üzerindeki ön alım hakkını kullanmak istediğini belirterek taşınmazın tapusunun iptalini ve ön alım hakkına binaen adına tescilini talep etmiştir. Yargılama devam etmekte iken Bakırköy Sulh Hukuk Mahkemesinin 14/9/1998 tarihli kararı ile başvurucu vesayet altına alınmış, eşi Fadime Ateş kendisine vasi tayin edilmiştir. Başvurucu yargılama sürecinde alınan ara kararlar gereği Mahkeme veznesine ön alım hakkı için 9/12/1999 tarihinde 752 TL, 2/2/2005 tarihinde 200 TL para yatırmıştır. Yargılama sonunda Bakırköy Sulh Hukuk Mahkemesi, dosyada ibraz edilen tüm belge ve deliller, dosya kapsamına göre yapılan değerlendirmeler sonucunda 1/10/2009 tarihli ve E.1998/1318, K.2009/1012 sayılı kararı ile taşınmaz üzerinde şufa hakkı talep edilen hisselerin bir kısım davalılarca 30/3/1994, 10/5/1994, 20/6/1994 ve 27/9/1994 tarihlerinde satın alındığını ve taşınmaz üzerine 1995 yılında bina inşasına başlandığını; başvurucunun, ailesi ile birlikte aynı mahalde ve taşınmaza yakın mevkide ikamet ettiğinin anlaşıldığını, başvurucunun vesayet altına alınmasını gerektiren rahatsızlığı sabit olmakla beraber vasi eşinin veya yakınlarının, bina inşasına başlandığını görmelerinin hayatın olağan akışına uygun olduğunu belirtmiş; eşin veya yakınlarının, hissedar olunan taşınmaz üzerinde bina yapımına başlanmış olmasını görmeleri durumunda bunu araştırmaları ve herhangi bir hak ihlalinin mevcut olması durumunda süresinde yasal yollara başvurmaları gerekirken başvurucu tarafından 3/10/1996 tarihinde dava açıldığını, bu durumda olay tarihinde yürürlükte olan 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi’nin maddesi gereğince süresinde şufa hakkının ortaya konulmadığını belirterek davanın reddine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesinin kararı temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/7/2011 tarihli ve E.2011/3174, K.2011/8204 sayılı ilamı ile onanmış, aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi de 30/10/2013 tarihli ve E.2013/9068, K.2013/14435 sayılı ilam ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam başvurucuya 5/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 743 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“A. Mukaveleden Mütevellit Şuf’a: Mukaveleden mütevellit şuf’a hakkı; tapu siciline şerh verildiği surette bu şerhte tayin olunan müddet zarfında ve sicilde gösterilen şartlar dairesinde her hangi bir malike karşı dermeyan olunabilir. Sicilde şart gösterilmemiş ise gayrimenkulün müddeaaleyhe satışındaki şarta itibar olunur. Meşfu satıldıkta bayi keyfiyeti şefia haber vermeğe mecburdur. Şefiin bey’e ıttılaı gününden itibaren bir ay ve herhalde sicille şerh verildiği tarihten itibaren on sene geçmekle şuf’a hakkı sakıt olur.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/499
Başvuru, ön alım (şufa) davasında vesayet altında olunmasına karşın bu husus gözetilmeden karar verildiği, yargılama sürecinde İlk Derece Mahkemesinin ara kararları doğrultusunda Mahkeme veznesine yatırılan şufa bedellerinin yasal faizleri olmadan geri ödendiği ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, beraat kararıyla neticelenen ceza yargılaması sırasında yapılan avukatlık giderlerinin tazmini için Hazine aleyhine açılan davada delillerin değerlendirilmesinde açıkça hata yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1991 doğumlu olup Mardin'de ikamet etmektedir. Başvurucu, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen soruşturma kapsamında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olma suçlamasıyla 25/5/2017 tarihinde gözaltına alınmış; 5/6/2017 tarihinde de tutuklanmıştır. Başsavcılık 11/6/2017 tarihli iddianameyle terör örgütü üyeliğinden mahkûm edilmesi istemiyle başvurucu hakkında kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucuya yöneltilen suçlamanın dayanağı olarak cep telefonunda ByLock haberleşme programını kullandığının tespit edilmesi gösterilmiştir. Mardin Ağır Ceza Mahkemesince 19/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilerek yargılamaya E.2017/494 sayılı dosya üzerinden başlanmıştır. Mardin Ağır Ceza Mahkemesi 28/12/2017 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine, 24/1/2018 tarihli duruşmada da başvurucunun beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun kullandığı başka programlar (Mor Beyin) vasıtasıyla iradesi dışında ByLock programına yönlendirildiği belirtilmiş; başkaca bir delilin bulunmadığı gözetildiğinde başvurucunun beraatine karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ceza soruşturması sürecinde kendisini Av. A. ve İ.A. ile temsil ettiren başvurucu lehine 360 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Beraat kararı, kanun yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Başvurucu 3/4/2018 tarihinde Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) Hazine aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, haksız gözaltı ve tutuklanma nedeniyle maddi ve manevi tazminat ödenmesi isteminin yanında ceza soruşturması sürecinde avukata ödediğini ileri sürdüğü toplam 000 TL'nin de tazminini talep etmiştir. Başvurucu, ceza soruşturması sürecinde kendisini temsil eden avukatı A.ya 4/7/2017 tarihinde 500 TL, 2/6/2017 tarihinde 500 TL ve 28/2/2018 tarihinde 000 TL'yi EFT yoluyla gönderdiğini gösteren banka dekontlarını da dava dilekçesine eklemiştir. Söz konusu banka dekontlarında sırasıyla "Vekalet Ücreti (Yarısı)" "Vekalet Ücreti - 2" ve "Süleyman Altıntaş, Vekalet Ücreti, son ödemesi" açıklamaları yer almaktadır. Hazinenin savunma yazısında, maddi zararların varlığının ispatlanamadığı ileri sürülmüştür. Mahkeme 22/10/2018 tarihinde başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine, haksız gözaltı ve tutuklanmadan dolayı manevi tazminat talebini kısmen kabul ederek başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/6/2018 tarihli ve E.2018/1929, K.2018/6549 sayılı kararına atıfta bulunularak Mardin Ağır Ceza Mahkemesince başvurucu lehine hükmedilen vekâlet ücretini aşan avukatlık ücretinin tazminat davasına konu edilmesi mümkün ise de avukata para ödendiğinin serbest meslek makbuzu veya geçerli bir belgeyle ispatlanması ve ödemenin hüküm tarihinden önce yapılması gerektiği belirtilmiştir. Somut olayda başvurucunun avukata ödeme yaptığını ortaya koyan serbest meslek makbuzunun gösterilemediğinin vurgulandığı kararda; dosyaya sunulan dekontların açıklama kısmında dosya numarasının da yer almadığı, ayrıca 28/2/2018 tarihli 000 TL tutarlı dekontun hüküm tarihinden sonrasına ait olduğu, bu sebeple avukatlık ücretine ilişkin maddi tazminat talebinin reddi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu; EFT alıcısının, kendisini ceza soruşturmasında temsil eden avukat olmasının dekont içeriğindeki ödemenin anılan yargılamaya ilişkin olduğunu ortaya koyduğunu savunmuştur. Başvurucu, ödeme yaptığı avukattan serbest meslek makbuzu düzenlemesini istediği hâlde avukatın serbest meslek makbuzu düzenlemeyi reddettiğini belirtmiştir. Başka bir davasının bulunmadığına işaret eden başvurucu, tazminat istemine konu dava dışındaki bir iş için avukata ödeme yapmasının mümkün olmadığını vurgulamıştır. Başvurucu son olarak bir miktar ödemeyi beraat kararından sonra yapmış olmasının avukatıyla yaptığı anlaşmanın gereği olduğunu iddia etmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 2/4/2019 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 20/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." Yargıtay Ceza Dairesinin 17/12/2018 tarihli ve E.2018/6834, K.2018/12190 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Beraat hükmünün verildiği tarihten önce düzenlenen ve avukatlık ücreti olarak ödendiği iddia edilen bedelin geçerli bir belge ile ispatlanması halinde maddi tazminat kapsamında hüküm altına alınabileceği, incelenen dosya kapsamında, ceza davasına esas Muğla Ağır Ceza Mahkemesinin ... sayılı dosyasına ilişkin ödendiği belirtilen 331,93 TL ye ilişkin banka dekontlarında, bu paranın ne için gönderildiğine dair bir açıklamanın bulunmadığı, diğer yandan, davacının tazminat davasına esas dosyada kendisini vekil ile temsil ettirmesi sebebiyle karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca lehine 000 TL vekalet ücreti takdir edilmesi gerektiği, bu dosyada davacı lehine vekalet ücreti takdir edilmemiş ise de, ceza dosyasına ilişkin yasa yollarına müracaat edilerek giderilebilecek olan bu hukuka aykırılıktan kaynaklı uğranılan 000 TL tutarındaki zararın tazminat davasında ileri sürülemeyeceği, davacının ancak bu miktarı geçen ve serbest meslek makbuzu ya da muadili bir belge ile ispatlanan vekalet ücretinden kaynaklı zararının maddi tazminat kapsamında hüküm altına alınabileceği hususu gözetilmeden, davacının vekalet ücretinden kaynaklı maddi tazminat isteminin reddine karar verilmesi yerine, kabulüne dair yazılı şekilde hüküm tesisi,..Kanuna aykırı olup ... hükmün bu sebeplerden dolayı ... BOZULMASINA,"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (7) No.lu Protokol'ün "Adli hata hâlinde tazminat hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bir kişinin, kesin bir kararla cezai bir suçtan mahkum edilmesi ve sonradan yeni veya yakın zamanda keşfedilmiş bir delilin kesinlikle yanlış bir adalet uygulaması olduğunu göstermesi veya kişinin affedilmesi nedeniyle cezai kararın iptal edilmesi halinde, bilinmeyen delilin açıklanmamış olmasının tamamen veya kısmen o kişiye atfedildiğinin ispatlandığı haller dışında, böyle bir mahkumiyet sonucunda cezaya maruz kalan kişi, ilgili devletin yasası ve uygulamasına göre tazmin edilecektir"
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16367
Başvuru, beraat kararıyla neticelenen ceza yargılaması sırasında yapılan avukatlık giderlerinin tazmini için Hazine aleyhine açılan davada delillerin değerlendirilmesinde açıkça hata yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvurucunun 4/8/2016 tarihinde öldüğü anlaşılmıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 22/10/2010 tarihinde gözaltına alınmış; 26/10/2010 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, tefecilik yapma, nitelikli yağma suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yaptığı soruşturma sonunda31/5/2011 tarihli iddianameyle; suç işlemek amacıyla örgüt kurma, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım etme, nitelikli yağma, tehdit, silahla tehdit, kişi hürriyetini kısıtlama, suç üstlenme, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından başvurucu ile birlikte 96 şüpheli hakkında kamu davası açmıştır. Dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (TMK mülga madde ile görevli) E.2011/133 sayılı dosyası üzerinden ve başvurucu yönünden tutuklu olarak görülmüştür. 31/1/2014 tarihinde yapılan celsede başvurucunun tutukluluk hâlinindevamına karar verilmiştir. Duruşmada verilen tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara başvurucu tarafından itiraz edilmiş, itirazı değerlendiren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 21/2/2014 tarihli kararı ile itirazı reddetmiştir. Bu karar, başvurucuya 11/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun mülga maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, E.2014/89 sayılı dosyasında 16/6/2014 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4864
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında önce kamu hizmeti alanına ayrılması ve daha sonra da imar durumunun özel spor alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu Ankara ili Mamak ilçesi Şahap Gürler Mahallesi 35787 ada 14 parsel sayılı taşınmaz 1/1000 ölçekli uygulama imar planıyla spor alanı vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Mamak Belediyesine başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Mamak Belediye Meclisinin 1/10/2012 tarihli kararı ile kabul edilen ve Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 11/2/2013 tarihli kararıyla onaylanan imar planı değişikliği sonucu taşınmazın imar durumu özel spor alanı olarak değiştirilmiştir. Başvurucu, imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle 13/2/2015 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 1/11/2016 tarihinde dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 23/6/2017 tarihinde davanın esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.Kararın gerekçesinde, Mamak Belediye Meclisinin 1/10/2012 tarihli kararı ile kabul edilen ve Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 11/2/2013 tarihli kararıyla onaylanan imar planı değişikliği sonucu taşınmazın imar durumunun özel spor alanına çevrildiği ifade edilmiştir. Buna göre taşınmazının kamulaştırılması gibi bir zorunluğun ortadan kalktığı, imar planıyla belirlenen koşullar dâhilinde mülk sahipleri veya devir suretiyle üçüncü kişiler tarafından yapılaşma hakkının kullanılabileceği, dolayısıyla hak mahrumiyetine yol açacak biçimde mülkiyet hakkının belirsiz bir süre kısıtlandığından söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Nihai karar 19/7/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu 11/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31663
Başvuru, taşınmazın imar planında önce kamu hizmeti alanına ayrılması ve daha sonra da imar durumunun özel spor alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında önce kamu hizmeti alanına ayrılması daha sonra da imar durumunun özel sosyo-kültürel tesis alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu Ankara ili Yenimahalle ilçesi Aşağıyahyalar Mahallesi 60448 ada 1 parsel numaralı taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planıyla 7/2/2001 tarihinde sosyal ve kültürel tesis alanı vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Ankara Büyükşehir Belediyesine (Büyükşehir Belediyesi) başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Büyükşehir Belediyesi aleyhine 15/6/2011 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi davanın idari yargıda görülmesi gerektiği gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kararın kesinleşmesi üzerine 8/6/2015 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Büyükşehir Belediyesince 10/9/2015 tarihinde onaylanan imar planı değişikliğiyle taşınmazın vasfı özel sosyo-kültürel tesis alanı olarak değiştirilmiştir. Mahkeme 30/11/2016 tarihinde dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 26/10/2017 tarihinde davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararda, taşınmazın sosyal ve kültürel tesis alanı olarak kamu hizmetine ayrıldığı fakat Ankara Büyükşehir Belediyesince 10/9/2015 tarihinde onaylanan imar planı değişikliğiyle taşınmazın vasfının özel sosyo-kültürel tesis alanı olarak değiştirildiği vurgulanmıştır. Buna göretaşınmaz üzerindeki tasarruf hakkına yönelik kısıtlamaların imar planı değişikliği sonucu ortadan kalktığı, başvurucunun taşınmazı kullanabilme imkânına kavuştuğu belirtilmiştir. Diğer taraftan taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılma durumunun kalkması nedeniyle taşınmazın kamulaştırılması zorunluluğunun bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, yargılamanın devamı sırasında 16/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5981
Başvuru, taşınmazın imar planında önce kamu hizmeti alanına ayrılması daha sonra da imar durumunun özel sosyo-kültürel tesis alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun verdiği bir röportajda bir kamu görevlisine yönelik ifadeleri nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Demokratik Bölgeler Partisi (DTP) üyesi ve Van'ın Muradiye ilçesi Belediye Meclis üyesidir. Başvurucu, internet üzerinden yayın yapan www.Prestijgazetesi.com isimli haber sitesine ilçede uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması sorununu konu edinen bir röportaj vermiştir. Röportaj sırasında başvurucu tarafından kullanılan ifadelere de bire bir yer verilen haber şu şekildedir:"Uyuşturucu Alarmı!Van'ın Çaldıran ve Muradiye ilçelerinde uyuşturucu kullanım yaşının 9'lara düştüğü ifade edilirken, Çaldıran'da 200 kişinin bonzai müptelası olduğu ve ailelerin zor duruma düştükleri, Muradiye'de de uyuşturucu maddelerin açıktan satıldığı iddia edildi. İlçelerle birlikte Van merkezde de son dönemlerde uyuşturucu kullanımı ile ilgili artışın söz konusu olduğu ve biran önce bu sıkıntının önüne geçilmesi için uygulanabilir tedbirlerin alınması gerektiği vurgulandı.Van'da uyuşturucu kullanımı giderek yayılıyor. Merkez ilçelerin yanı sıra diğer ilçelerde de kullanım oranı günden güne artıyor.Çaldıran ilçesi, kentin en yoksul ilçesi, ancak uyuşturucu kullanımı da en yaygın olan ilçelerden biri. İlçede tespit edilen 200 bonzai vakıası var. Bonzai dışında tiner ve eroin yüksek oranda kullanılırken, esrarın ikinci planda kaldığı ve neredeyse uyuşturucu maddeden sayılmadığı belirtiliyor.Bonzai İlk Sıradaİlçede uyuşturucu kullanımı ile ilgili gazetemize konuşan Çaldıran Belediye Eş Başkanı S.A., bonzai kullananların ilk sırayı aldığını söyledi.Bonzai kullanan 200 civarında kişi olduğunu belirten A., 'Bu kullanıcılar da hem kendileri hem de geçirdikleri kriz nedeni ile ailelerini perişan ediyorlar. Her türlüsünü kullanıyorlar, zaten esrarı uyuşturucundan saymıyorlar. Görüştüğümüz bazı aileler büyük sıkıntı yaşadıklarını söylüyorlar.' dedi. A. , sivil toplum kuruluşlarını uyuşturucu kullanımına karşı belediye ile birlikte önlem almaya çağırdı.Muradiye'de Açıktan SatıyorlarMuradiye ilçesinde de uyuşturucu kullanımı oldukça yaygın. Uyuşturucu satıcılarının şehir içinde açıkça satış yaptıkları iddia ediliyor. Ancak Muradiye'de belediye, birtakım önlemler alma yoluna gitmiş.Tiner, bozai, esrar gibi uyuşturucu müptelalarının uğrak yeri olan katlı boş bir binanın giriş çıkışları kapatılarak önüne iki bekçi bırakılmış.Yine ilçenin ayrı noktalarında bulunan 2 boş ahşap ev yıkılarak ortadan kaldırılmış. İçicilerin barına haline getirdiği büyük beton borular da yine alt yapı çalışmalarında kullanılarak ortadan kaldırılmış.Güneş: Polis İlgilenmiyorMuradiye Belediye Eş Başkanı Sefure Güneş, belediye olarak ellerinden geldiğince önlem aldıklarını ancak polisin aynı duyarlılığı göstermediğini söyledi. Kaymakamla yapılan bir toplantıda konuyu gündeme getirdiğini belirten Güneş, şunları söyledi:'Kaymakamlıkta polis müdürü ile tartıştım, o kadar güzel anlatıyor ki nasıl alınıp satıldığını, tabi önce o anlattı ben dinledim, kaç gram olduğunu, içilme şeklinin nasıl olduğunu o kadar iyi anlattı ki, bire bir sanki o yapmış gibi. Benim kendi görüşüm sistemin burada rolü büyüktür. Çünkü ben orada şunu sordum, dedim ki, biz yarın bir basın açıklaması yapmaya hazırlandığımızda siz bunu hemen duyuyor ve görüyorsunuz da ilçede iki evli uyuşturucu sattığını söylüyorsunuz ama neden yakalamıyorsunuz? Bu sorularıma çok sinirlendi, bana yasaları hatırlattı. İşte 'şu gramın altında olduğu zaman tutuklama hakkımız yoktur.' dedi. Kendince hatırlattığı yasalarla içici içebiliyormuş, yanındakilere de sağlayabiliyormuş. Aynen tabir oydu, açık söyleyeyim ben öyle anladım.'İçmek Suç DeğilGüneş konuşmasını şu şekilde sürüdürdü. 'İçmek suç değil biz onları alamıyoruz.' dedi. Ben de dedim ki, 'O zaman bu bir gelenektir, ben içiyorum yanımdakilere de ısmarlıyorum, siz öyle mi bakıyorsunuz' diye sordum. Bu kez de giden kaymakam sinirlendi, siz niye direkt polisi suçluyorsunuz diye. Ama gerçek bu."Belediyenin ÖnlemleriGüneş, içicilerin uğradığı yerleri ortadan kaldırmaya çalıştıkları gibi halk içinde de anlattıklarını ifade etti. Güneş, şu bilgileri verdi:'Uyuşturucu kullanımı ile ilgili belediye seçimlerinden önce de dile getirdik, bununla ilgili yürüyüş düzenledik. Şu anda da en çok üzerinde durduğumuz noktalardan biridir. Kullanım yaşı Muradiye'de 9'a kadar düşmüştür. Satıcılar ortadadır, açıktır. Konuyla ilgili toplumsal duyarlılık oluşturmak için broşür dağıttık ve kahvelerde toplantılar düzenledik. Halen de devam ediyoruz. Ancak başta emniyet ve sivil toplum olmak üzere herkes bu kötü illete karşı gereken mücadeleyi vermelidir. Biz belediye olarak ancak bunları yapabiliyoruz. Ne yargılama ne de tutuklama yetkimiz var.Gençlik MerkeziUyuşturucu kullanımını engellemek için istihdam alanlarını oluşması gerektiğini de ifade eden Güneş, bazı kullanıcıları esnafın yanına vererek geçici işlere yerleştirdiklerini, buna ek olarak da bir gençlik merkezi oluşturma düşünceleri olduğunu kaydetti." Müşteki Ş.Y. söz konusu haberde başvurucunun emniyet müdürü olarak bahsettiği kişinin kendisi olduğunu, başvurucunun "İçmek suç değil, biz onları alamıyoruz, şu kadar gramın altında olduğu zaman tutuklama ve alma hakkımız yoktur." şeklindeki ifadelerini toplumda Emniyet teşkilatının ve kendisinin (müşteki Ş.Y.nin) uyuşturucu ile mücadele etmediği hatta bu işi kendilerinin organize ettiği imajını yaratmak amacı ile kullandığını belirterek başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Yapılan soruşturma sonucunda başvurucunun kamu görevlisine görevi nedeni ile hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan Muradiye Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 1/6/2016 tarihli kararı başvurucu tarafından kullanılan "... bir toplantıda polis müdürü ile kavga ettim, sanki uyuşturucuyu kendi satıyormuş gibi..."şeklindeki ifadelerin müştekiyi uyuşturucu satmakla, işini iyi yapmamakla itham eder nitelikte olduğunu, ifade özgürlüğü ve sistem eleştirisi sınırlarını aştığını belirterek başvurucunun söz konusu beyanının müştekinin toplum nezdinde onur, saygınlık ve şerefini rencide edici mahiyette olduğu saptamasında bulunmuştur. Başvurucu hakkında kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan mahkûmiyet kararı veren Mahkeme, başvurucunun 080 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Mahkûmiyet kararı 7/9/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk14 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraların ilgili kısımları şöyledir:  “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...... (3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,..İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.B. Uluslararası Hukuk İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi ile ifade özgürlüğü ve itibarın korunmasını isteme hakkı arasındaki ilişkiyle ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/24905
Başvuru, başvurucunun verdiği bir röportajda bir kamu görevlisine yönelik ifadeleri nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurular, ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunanların satın aldığı süreli yayınların kendilerine teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli (3) numaralı listede numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2016/12936 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 6/3/2016 tarihinde yapılan toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ekli (1) numaralı listede belirtilen başvuruculardan Mahmut Özdemir, Nihat Oğuz ve Veysel Öztürk dışındakiler PKK terör örgütüyle ilgiliterör suçlarından tutuklu ya da hükümlü olarak, adı geçen üç başvurucu ise başka suçlardan hükümlü olarak muhtelif yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunmaktadır. Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü verilerine göre 8/1/2019 tarihi itibarıyla ülkemizde bulunan 389 ceza infaz kurumunun 288’i kapalı ceza infaz kurumu niteliğindedir. 288 kapalı ceza infaz kurumundan 14’ü F Tipi olmak üzere toplam 17’si yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumudur. Somut olayda başvurucular Tekirdağ 1 ve 2 No.lu, Sincan 2 No.lu, Ankara 2 No.lu, Bolu ve Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumları ile Eskişehir H Tipi, Kırklareli E Tipi, Bafra T Tipi, Balıkesir L Tipi, İzmir 3 No.lu T Tipi, Bingöl M Tipi, Kayseri 2 No.lu T Tipi, Burdur E Tipi, Silivri 9 No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumları ve Elazığ 2 No.lu Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktadır. Başvurucuların ücretini ödeyerek abone oldukları ya da satın aldıkları dergi ve gazete gibi süreli yayınların çeşitli nüshaları, infaz kurumu eğitim kurullarının aldıkları kararlar uyarınca başvuruculara teslim edilmemiştir. Başvuruculara teslim edilmeyen süreli yayınlar “Özgürlükçü Demokrasi”, “Demokrasi”, “Demokratik Ulus”, “Yeni Demokratik Ulus”, “Serxwebun”, “Özgür Gündem”, “Özgür Halk”, “Azadiya Welat”, “Diz Çökmeyenlerin Gazetesi” ve “Atılım” isimli gazeteler ile “Jineoloji” isimli derginin 2014 ve 2018 yılları arasına yayımlanmış tek ya da çeşitli nüshalarıdır. Başvuru tarihlerinde, başvuruculara teslim edilmeyen bu süreli yayınlar hakkında verilmiş bir toplatma ya da elkoyma kararı bulunmamaktadır. İnfaz kurumu eğitim kurullarınca alınan bu kararların bir bölümünde, ilgili süreli yayınlarda ağırlıklı olarak PKK terör örgütü ve liderleri ile üyelerini öven, bunların sözleri ile eylemlerine yer verilen ve terör örgütü propagandası teşkil eden içerikler bulunduğu belirtilmiş; dolayısıyla ceza infaz kurumunun güvenliği ile mahkûmun ıslahı amaçlarının gerçekleştirilmesine engel olacağı gerekçesiyle söz konusu yayınların başvuruculara teslim edilmemesine karar verilmiştir. İnfaz kurumu eğitim kurullarınca alınan söz konusu kararların sayıca daha fazla olan diğer bölümünde ise ilgili yayınların genel olarak PKK terör örgütü ve liderleri ile üyelerini öven, bunların sözleri ile eylemlerine yer verilen ve terör örgütü propagandası niteliğinde olduğu belirtilen sakıncalı kısımlarının ilgili yayının hangi sayfalarında bulunduğu açıkça belirlenmiş; buna rağmen ceza infaz kurumunun güvenliği ile mahkûmun ıslahı amaçlarının gerçekleştirilmesine engel olacağı gerekçesiyle söz konusu yayınların tamamının başvuruculara teslim edilmemesine karar verilmiştir. Anılan kararlardaki gerekçelerin ilgili kısmı şöyledir:“Yasadışı terör örgütünün görüş, amaç ve eylem sürecinin gerçek kişi-zaman ve mekanlarla ayrıntılı olarak anlatıldığı, terör örgütüne ait açıklamaların bizzat alıntılandığı, örgütün faaliyetleri meşru gösterilerek kişilerin kanunsuz eylemlere özendirildiği, terör örgütü propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerine dair görsel haberlerin yapıldığı, örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin yer aldığı, devlete meydan okuma ve devlete karşı yapılan kanunsuz eylemleri doğru bir öz güven hareketiymiş gibi göstererek topluma kin ve nefret duyguları aşılayarak suç işleme ve kanunlara uymama konusunda tahrik ettiği, toplumda infial yaratacak söylemlerde bulunulduğu ve toplumu kutuplaştırdığı, gayri meşru eylemleri meşru gibi gösterdikleri, suçu ve suçluyu öven, suç işlemeye teşvik eden ifadeler yer aldığından...”“ ...terör örgütlerinin sözde üst düzey yöneticilerinin/ mensuplarının açıklamalarının bu gazete vasıtasıyla örgüte müzahir şahıslara iletildiği tabanına talimatlar verildiği örgüt tabanının bu şekilde bilinçlenmesinin sağlandığı, Ceza infaz kurumlarındaki tutuklu/hükümlüler arasında örgütsel dayanışmayı artırıcı ibareler taşıdığı, kurumlarda örgütsel faaliyeti artırarak disiplinsizliğe yol açmak suretiyle kurum güvenliğini tehlikeye düşürecek haberler yapıldığının tespit edildiği...”“...örgütün sözde liderlerinin açıklamalarına yer verildiği, örgüt propagandası yapıldığı, üyelerini öven yücelten ifadelere yer verildiğitespit edilmiştir.” Başvurucular, anılan kararlara karşı infaz hâkimliklerine şikâyette bulunmuştur. Başvurucuların şikâyetleri ilgili infaz hâkimlikleri tarafından benzer gerekçelerle reddedilmiştir. Başvurucular; ret kararlarına karşı ağır ceza mahkemelerine itiraz etmiş; ancak bu itirazlar, ilgili ağır ceza mahkemeleri tarafından infaz hâkimliği kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai kararlar başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili ulusal hukuk için bkz. İbrahim Kaptan (2), B. No: 2017/30723, 12/9/2018, §§ 15-19; Cengizhan Pilaf, B. No: 2015/12095, 13/9/2018, § İlgili uluslararası hukuk için bkz. Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, ½/2017, §§ 17-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/12936
Başvurular, ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunanların satın aldığı süreli yayınların kendilerine teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, “parada sahtecilik” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/2/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Manavgat Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan soruşturma kapsamında 30/7/2006 tarihinde gözaltına alınmış, 31/7/2006 tarihinde serbest bırakılmıştır. Manavgat Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 9/10/2007 tarih ve K.2007/110 sayılı fezleke, kamu davası açılmak üzere, görevli ve yetkili Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvurucu ve diğer şüpheli hakkında, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 6/11/2007 tarih ve E.2007/18000 sayılı iddianamesi ile “parada sahtecilik” suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi, 9/11/2007 tarih ve E.2007/424, K.2007/399 sayılı karar ile Mahkemenin yetkisizliğine, dosyanın görevli ve yetkili Manavgat Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Manavgat Ağır Ceza Mahkemesi, 25/12/2007 tarihinde tensip tutanağı düzenleyerek, başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına bildirdiği adresine, savunmasının alınması amacıyla talimat yazılmasına karar vermiştir. Başvurucunun belirtilen adreste bulunamaması nedeniyle savunmasının alınamaması üzerine, Mahkemece 6/2/2008 tarihli duruşmada, başvurucunun savunmasının alınması amacıyla hakkında yakalama emri çıkarılmasına karar verilmiş ve yakalama emri 2/8/2008 tarihinde yerine getirilerek başvurucunun savunması alınmıştır. Manavgat Ağır Ceza Mahkemesi, 19/6/2009 tarih ve E.2007/38, K.2009/142 sayılı kararıyla başvurucunun 3 yıl 6 ay hapis ve 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/12/2012 tarih ve E.2011/14669, K.2012/39726 sayılı ilâmı ile bozulmuştur. Manavgat ilçesinde Ağır Ceza Mahkemesinin kurulmasından sonra yargılamaya devam eden Manavgat Ağır Ceza Mahkemesince bozma ilâmına uyularak, 12/2/2013 tarihli tensip tutanağı ile bozma ilâmına karşı savunmasının alınması amacıyla başvurucunun Mahkemeye bildirdiği adresine talimat yazılmıştır. Mahkemece başvurucunun savunmasının alınması için üç duruşma ertelenmiş, 20/9/2013 tarihinde savunması alınarak, 29/1/2014 tarihli duruşmada E.2013/12, K.2014/17 sayılı karar ile beraatine karar verilmiştir. Karar, 19/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucu, 24/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası; 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2622
Başvurucu, “parada sahtecilik” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, telif hakkından bahisle ön söz mahiyetindeki takriz metninin yayımcısı olduğu kitaptan çıkarılmasına karar verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, basım ve yayım alanında faaliyet gösteren bir şirkettir. İlk baskısı 1960 yılında yapılan "Tam İlmihal Se`âdet-i Ebediyye" isimli kitabın 1967 yılındaki baskısına eski Kadıköy Müftüsü A.Ü. 7/7/1967 tarihli, eser ile müellifini övücü nitelikte bir takdim yazısı olan takriz metnini ilave etmiştir. Başvuruya konu takriz metni, bahse konu kitabın sonraki yıllarda yapılan baskılarında da aynen yer almaya devam etmiştir. A.Ü.nün mirasçısı olan oğlu A.H.Ü. 30/10/2013 tarihinde başvurucu Şirkete karşı takrizin söz konusu kitaptan kaldırılması talebiyle bir dava açmıştır. Dava dilekçesinde davacı; "Tam İlmihal Se`âdet-i Ebediyye" kitabındaki takrizin babasına ait olmadığını, takrizin kitabın reklamında bir vasıta olarak kullanılıp bu yolla ticari gelir elde edildiğini ve kitabın güvenirliğini artırmak için kullanılan yazının kaldırılması talebiyle çekilen ihtarnamelerden sonuç alınamadığını belirtmiştir. Davacı murisin ölümünden sonraki her yeni basımıyla kitabın birçok değişikliğe uğradığını, takrizin yayımlanmasının kişilik haklarına saldırı olduğunu, 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca eserin sahibinden veya mirasçılarından yayım için izin alınmadığını belirterek takrizin kaldırılmasını istemiştir. Başvurucu Şirket, davaya cevabında davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur. Başvurucu; cevap dilekçesinde öncelikle davacının aktif dava ehliyetine sahip olmadığını ve hak düşürücü sürenin geçtiğini ileri sürmüştür. Murise ait takrizin bir eser niteliğinde olmadığını, takrizin murisin izni ile kitaba konulduğunu, takrizin yayımlanmasının kişilik haklarına bir saldırı teşkil etmediği gibi kitapta murisin övüldüğünü ve yeni basımlarında kitabın sadece hacimsel olarak genişlediğini, buna karşılık içeriğinde bir değişiklik olmadığını açıklamıştır. Açılan davaya bakan İstanbul Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) tarafların iddia ve itirazları kapsamında bilirkişi raporları aldırmıştır. İlk bilirkişi raporunda; davaya konu takrizin 5846 sayılı Kanun kapsamında bir ilim ve edebiyat eseri olduğu, eserin davacının murisi olan A.Ü. tarafından yazıldığı, takrizin eser sahibinin rızası dışında basılamayacağı ve kitabın farklı baskılarında takriz metninde bir değişiklik yapılmadığı belirtilmiştir. İkinci bilirkişi heyetine ait raporda ise murise ait takrizin bir eser niteliğinde olduğu, kitapta takrize yer verilmesinin davacının manevi haklarına bir saldırı kabul edileceği ancak kitap baskısından baskısına kadar takriziyle yayımlandığından uzun bir süre sonra dava açılmasının hakkın kötüye kullanılmasını teşkil ettiği açıklanmıştır. Bilirkişi heyetindeki bir üye ise yıllar sonra açılan davanın hakkın kötüye kullanılması mahiyetinde olmayacağını ifade etmiştir. Mahkeme 8/3/2016 tarihinde davanın kabulü ile takriz kısmının kitaptan çıkarılmasına karar vermiştir. Mahkeme; kararın gerekçesinde takrizin murise ait olduğunu, takrizin 5846 sayılı Kanun'un 1/B ve maddeleri kapsamında eser niteliği taşıdığını ve başvurucunun kitabı yayımlamaya devam etmesi nedeniyle zamanaşımı itirazının yerinde olmadığını açıklamıştır. Mahkeme, eser sahibi olan muristen takrizin yayımlanabileceğine ilişkin izin alındığına dair bir belgenin bulunmadığını ve sonraki yıllarda yapılan genişletilmiş baskılar için mirasçılardan herhangi bir izin de alınmadığını belirtmiştir. Kararda, bilirkişi raporunun aksine takrizin ilk yazıldığı baskının 496 sayfa olmasına karşın son baskılarda 248 sayfaya ulaşan kitapta murisin takriz yazısının aynen korunuyor olmasının hukuka uygun sayılamayacağı, bir yazarın veya eserin tanıtılması amacıyla yazılan takrizin amacını aşar şekilde son baskılarda da kullanıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu Şirket, kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 9/5/2018 tarihinde 5846 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası ile maddesi uyarınca eserin mahiyet ve hususiyetini bozucu hâllerde ref kararı verilebileceğini belirterek başvurucu Şirketin temyiz itirazlarını reddetmiş, usul ve yasaya uygun bulduğu mahkeme kararını onamıştır. Başvurucu Şirket, temyiz itirazları kapsamında karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Aynı Daire 4/2/2019 tarihinde karar düzeltme nedenleri bulunmadığını belirterek başvurucunun istemini reddetmiştir. A. Ulusal Hukuk 5846 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı 1/B maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunda geçen tanımlardan;a) Eser: Sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsullerini,b) Eser sahibi: Eseri meydana getiren kişiyi," 5846 sayılı Kanun'un "İlim ve edebiyat eserleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İlim ve edebiyat eserleri şunlardır: Herhangi bir şekilde dil ve yazı ile ifade olunan eserler ve ..." 5846 sayılı Kanun'un "Eserde değişiklik yapılmasını menetmek" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Eser sahibi kayıtsız ve şartsız olarak yazılı izin vermiş olsa bile şeref ve itibarını zedeleyen veya eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri menedebilir. Menetme yetkisinden bu hususta sözleşme yapılmış olsa bile vazgeçmek hükümsüzdür. " 5846 sayılı Kanun'un "Hakları kullanabilecek kimseler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Eser sahibi 14 ve 15 inci maddelerin birinci fıkralariyle kendisine tanınan salahiyetlerin kullanılış tarzlarını tesbit etmemişse yahut bu hususu her hangi bir kimseye bırakmamışsa bu salahiyetlerin ölümünden sonra kullanılması, vasiyeti tenfiz memuruna; bu tayin edilmemişse sırasiyle sağ kalan eşi ile çocuklarına ve mansup mirasçılarına, ana - babasına, kardeşlerine aittir.Eser sahibinin ölümünden sonra yukarıdaki fıkrada sayılan kimseler eser sahibine 14, 15 ve 16 ncı maddelerin üçüncü fıkralarında tanınan hakları eser sahibinin ölümünden itibaren yetmiş yıl kendi namlarına kullanabilirler."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Ashby Donald ve diğerleri/Fransa (B. No: 36769/08, 10/1/2013) kararında, bir defilede başvurucunun çektiği fotoğrafların izin alınmaksızın diğer başvurucuların yönettiği bir internet sitesinde yayımlanması nedeniyle telif hakları mevzuatına aykırı davrandıklarından başvurucuların adli para cezasına mahkûm edilmesi ile uğranılan zarar için tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini değerlendirmiştir. Başvurucular yayımlanan fotoğrafların kamu yararını ilgilendirdiğini ve müdahalenin orantısız olduğunu ileri sürmüştür. AİHM, öncelikle fotoğrafların bir moda şirketinin internet sitesinde yayımlanmasının kâr amacı gütmekle birlikte ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını ve verilen mahkûmiyet kararının ifade özgürlüğüne bir müdahale teşkil ettiğini belirtmiştir (Ashby Donald ve diğerleri/Fransa, § 36). Anılan başvuruda müdahalenin kanun tarafından öngörüldüğünü ve başkalarının haklarının korunması amacı taşıdığını kabul eden AİHM, ifade biçiminin ticari gayelere yönelik olduğunu ve bu hâliyle kamu yararına yönelik bir tartışmaya katkı sunduklarının söylenemeyeceğini açıklayarak devletin bu alanda genişleyen takdir yetkisinin somut olayda aşılmadığını açıklamıştır (Ashby Donald ve diğerleri/Fransa, §§ 39-42). AİHM, başvurucuların tazminat olarak ödedikleri miktarın ekonomik durumları üzerinde nasıl bir etkiye yol açtığına dair herhangi bir delil de sunmadıklarından müdahalenin orantısız olduğunun söylenemeyeceğini belirterek ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir (Ashby Donald ve diğerleri/Fransa, §§ 43-45). Neij ve Sunde Kolmisoppi/İsveç ((k.k.), B. No: 40397/12, 19/2/2013) başvurusunda ise dosya paylaşımına imkân sağlayan bir internet sitesinin yöneticileri olan başvurucular hakkında söz konusu sitede telif hakları mevzuatına aykırı olarak müzik, film ve bilgisayar oyunları paylaşılması nedeniyle hapis cezasına ve tazminat ödemelerine hükmedilmiştir. Başvurucular; dosya paylaşımı sağlayan bir platform işletmenin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını, bazı kullanıcıların telif haklarına aykırı paylaşımlarından dolayı kendilerinin cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. AİHM Neij ve Sunde Kolmisoppi/İsveç kararında, insanların birbirleriyle dosya paylaşmalarına imkân sağlayan bir platform işletmenin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını ve müdahalenin kanunla öngörülüp başkalarının haklarının korunması meşru amacına yönelik olduğunu kabul etmiştir. Bununla birlikte cezalandırılmaya konu paylaşımların kamu yararına ilişkin bir tartışmaya katkı sunan diğer ifade biçimlerine tanınan korumadan faydalanamayacağını ve başvuru konusu olayda devletin takdir yetkisinin geniş olduğunu açıklayan AİHM; başvurucuların mahkûmiyete ilişkin kararda ilgili ve yeterli gerekçe bulunduğuna, ayrıca daha önce talep edilmesine rağmen cezaya neden olan içeriklerin siteden kaldırılmadığına dikkat çekerek başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna hükmetmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6570
Başvuru, telif hakkından bahisle ön söz mahiyetindeki takriz metninin yayımcısı olduğu kitaptan çıkarılmasına karar verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, gerçekleştirilmesi planlanan bir etkinliğin hukuka aykırı olarak   yasaklanmasının başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/7/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Hrant Dink Vakfı (Vakıf), 2007 yılında İstanbul'da kurulmuş olan ve tüzel kişiliği bulunan bir vakıftır. Kuruluş belgesine göre Vakıf; toplumda ekonomik, sosyal ve kültürel olarak güvenli ve sağlıklı bir ortamın ve demokratik yurttaşlık bilincine sahip kültürel çeşitliliğe ve farklılıklara saygılı bireylerin gelişmesine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Vakıf; bu amaç doğrultusunda faaliyetlerini kültürler arası diyaloğun artması, her türlü ayrımcılığın giderilmesi, kuşaklar arası iletişimin iyileştirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, eğitim ve iletişim olanaklarının artırılması, toplumda barış ve uzlaşma kültürünün benimsenmesi ve sürdürülebilir kalkınma anlayışıyla yoksulluğun azaltılması ve özellikle çocuklar, gençler, engelliler ve kadınlar gibi dezavantajlı kesimlerin yaşam kalitelerinin iyileştirilmesi yönünde programlar geliştirmek ve hizmetler sunmak olarak belirlemiştir. Vakıf 18-19 Ekim 2019 tarihlerinde Kayseri'de"Kayseri ve Çevresi: Toplumsal, Ekonomik ve Kültürel Değişimin 100 Yılı, 1850-1950" konulu bir konferans düzenlemek istemiştir. Vakıf bu amaçla Marmara Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, Nebraska Üniversitesi, Harvard Üniversitesi, California Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, İllionis Üniversitesi, Paris Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi öğretim elemanlarından oluşan bir komite tertip etmiş; söz konusu komite başta Türkiye olmak üzere Amerika, Fransa, Yunanistan ve Ermenistan'dan yirmiden fazla bilim insanının başvurusunu kabul etmiştir. Tebliğlerden bazılarının başlıkları şöyledir:"Kıtlık Günlerinde Kayseri ve Talas: Bartlett Ailesinin Günlükleri (1873–1875)", " Yüzyılda Tomarza Ermenileri: Bir Aile Arşivinin ‘Küresel Mikrotarihi’", "Şer’iyye Sicillerine Göre Yüzyılın Son Yıllarında Kayseri’de Aile Yapısı", " Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı’da Merkezi ile Taşra Arasındaki İktidar İlişkileri ve Yerel Demografi: Bereketli Madeni Örneği", "Şiddet ve Sermaye: 1900’lerin Başında Kayseri Bölgesindeki Halı Üretimi Üzerine Yeniden Düşünmek", "Kilikya Katliamı Öncesinde ve Esnasında Kayseri’de Etno-Dinsel İlişkiler", "1909 Adana Olayları ve Kayseri Sancağı", "Osmanlı Ermenileri, Kayseri’deki Amerikalı Misyonerler ve Zekai Apaydın", "Unutulmuşluktan Hatırlanmaya: Güney Ürdün’deki Ermeni Kadınların Dinî İnancı ve Aşiret Yapısı", "Osmancılıktan Helenizme: Karamanlı Rum Kimliği ve Rumlar Arasındaki İdeolojik Yönelimler (1850–1923)", "Kapadokya’nın Protestan Rumları","Toprak Türk’ün, Taş Rum’un: 1850 Yılında Kayseri’deki Ayios Nikolaos Rum Ortodoks Kilisesi’nin Yeniden İnşası Konusunda Rumlar ile Ermeniler Arasında Yaşanan Çatışmalar", "Kayseri’de Ermenilerin Eğitim Hayatı", "Muhalif Bir Osmanlı Entelektüeli: Teodor Kasap", "Sersem Kocanın Kurnaz Karısı ya da Yorgaki Dandini’den Himmet Ağa’ya Bir Dönüşüm Hikâyesi" Başvurucu Vakfın yetkilileri Kayseri Valiliğini (Valilik) ziyaret ederek bilgilendirmek için 9/9/2019 tarihinde randevu talebinde bulunduğunu ifade etmiştir. Başvurucu'nun iddia ettiğine göre, Valilik bu talebe uzun süre cevap vermemiş, 23/9/2019 tarihinde Kayseri Vali yardımcısı N.A, anılan konferansın yapılmasının uygun olmadığını şifahen Vakfa iletmiştir. Başvurucu Vakıf, 27/9/2019 tarihinde konferans gerçekleştirme talebini Valiliğe yazılı olarak bildirmiştir. Anılan yazıda konferans amacının, Türkiye'nin farklı kentlerinde yaşanan toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel değişimlerin anlaşılması ve bu konuda yapılan yeni çalışmaların duyurulması hedeflendiği açıklanmıştır. Bu amaçla yapılacak konferans sonunda konuşmaların kalıcı hale getirilmesi ve yeni araştırmalara kaynak sağlanması amacıyla sunumların kitaplaştırılacağı da ifade edilmiştir. Daha önce de birçok ilde gerçekleştirildiğini ve pek çok yabancı ülke bilim komitelerinin de bu konferansa katıldığını belirten başvurucu, etkinliğin bu seferinde Kayseri'de gerçekleştirmek istediğini iletmiştir. 1/10/2019 tarihlinde Valilik 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi,2911 sayılı Kanun'un Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin maddesi ile 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (A) ve (C) fıkraları uyarınca yapılması planlanan konferansı il sınırları içerisinde süresiz şekilde yasaklamıştır. Yasaklama gerekçesinde, konferansa katılacak bir akademisyenin yapmayı planladığı sunumunun konu başlıklarının Vakfın amaçlarına uygun olmadığını, bu nedenle kamu güvenliğine ve suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike yaratacağını değerlendirmiştir. Anılan yasaklama kararının ilgili kısmı şöyledir :" Valiliğimize yapılan bilgilendirmeler ile Hrant Dink Vakfı resmi internet sitesinde 18-19 Ekim 2019 tarihlerinde ilimizde 'Kayseri ve Çevresi: Toplumsal, Ekonomik ve Kültürel Değişimin 100 Yılı, 1850-1950' konulu Panel-Konfrans düzenleneceği anlaşılmıştır....Mezkur Vakfın internet sitesinde, planlanan konferansın akademik komitesinde yer alan [B.A] isimli akademisyenin, Emniyet Müdürlüğümüze verdiği konferans konu başlıklarının: 'Kayseri'den çölün kenarına sürgünler, soykırımın tarihçesi, Kayseri bölgesinde Ermenilerin sürgün sürecinin hazırlanması, 1909 Adana katliamı ve Kayseri'ye etkileri, Kilikya katliamı sırasında ve öncesinde Kayseri'deki etnik ilişkiler' şeklinde olduğu görülmüştür.Bu konuların yukarıda belirtilen vakıf amaçlarına uygun olmadığı bu nedenle kamu güvenliğine ve suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlikeleri ortaya çıkaracağı değerlendirilmiştir.Düzenlenmek istenilen panel-konferansın ... maddesine istinaden ilimiz sınırları içerisinde sair yer ve zamanlarda yapılmasının YASAKLANMASI, ilgili mevzuatlar kapsamında belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılması..." Başvurucu 20/11/2020 tarihinde yasaklama işleminin iptali talebiyle Kayseri İdare Mahkemesine (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; planlanan konferansın vakfın amacına uygun olduğunu, etkinliğin2911 sayılı Kanun'daki "istisnalar" kapsamında olup anılan Kanun hükümlerine tabi olmadığını, yasaklama gerekçesinde yer alan konunun sunum yapılacak başlıklar arasında yer almadığını iddia etmiştir. Ayrıca yasaklamaya dayanak konu başlığının bilimsel bir toplantıda tartışılmasının kamu düzenini ne şekilde tehlikeye düşüreceğinin idarece somut olarak ortaya konulmadığını belirtmiştir. Bunun yanında başvurucu; amaç, yetki ve sebep unsuru yönünden hukuka aykırı olan süresiz yasaklama kararı ile Vakfın Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan haklarının kullanılamaz hâle getirildiğini ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi 26/2/2020 tarihinde işlemin iptaline ilişkin davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; sunum yapılacak konu başlığının Vakfın amacına uygun olup olmadığı ile kamu güvenliğine ve suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlikeye neden olup olmayacağı yönünden idari işlem değerlendirilmiştir. Kararda, "Soykırımın Tarihçesi, 1909 Adana Katliamı, Kilikya Katliamı" şeklindeki konu başlıklarının Vakfın amaçları arasında yer alan kültürler arası diyaloğun artması, her türlü ayrımcılığın giderilmesi ve toplumda barış ve uzlaşma kültürünün benimsenmesi hedefleriyle örtüşmediği aksine kültürler arası diyaloğun azalmasına, ayrımcılığa ve toplumdaki barış ve uzlaşma kültürünün olumsuz etkilenmesine sebebiyet vereceği ifade edilmiştir. Ayrıca, soykırım ve katliamın gerçekleştirildiğinin kabulü için tarihsel ve hukuksal yönden tespitin varlığının şart olduğu ve bu yönde bir tespitin bulunmadığı belirtilmiş, gerçekleştirilmesi planlanan konferansın konu başlıklarının Vakfın amacına hizmet etmediği kabul edilmiştir. Öte yandan İdare Mahkemesi, anılan isnatlarla yapılacak konferansın ve konferans sonrasında hazırlanacak sonuç bildirgesinin kamuoyuna yansıması hâlinde şiddet olaylarına sebebiyet vereceğini ve kamu düzeninin bozulmasının muhtemel olduğunu değerlendirmiştir. Kararda, idarenin sadece belirtilen konu başlıkları ile yapılacak konferansı yasakladığı bu nedenle Vakfın faaliyetlerinin kısıtlanması anlamına gelmediği belirtilerek idarenin kanuni yetkisi kapsamındaki işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...Bakılan davada, dava konusu işlemin, planlanan konferansın akademik komitesinde yer alan B.A. adlı akademisyen tarafından Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü'ne verilen, yapılacak konferansa ait "Kayseri'den çölün kenarına sürgünler, soykırımın tarihçesi, Kayseri bölgesinde Ermenilerin sürgün sürecinin hazırlanması, 1909 Adana katliamı ve Kayseri'ye etkileri, Kilikya katliamı sırasında ve öncesinde Kayseri'deki etnik ilişkiler" şeklindeki konu başlıklarının, Vakfın amacına uygun olmadığı ve kamu güvenliğine ve suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlikeleri ortaya çıkaracağı gerekçeleri ile tesis edildiği görüldüğünden, bu kapsamda her bir gerekçe yönünden yapılacak değerlendirme ışığında uyuşmazlık irdelendiğinde; 1-Konu başlıklarının Vakfın amacına aykırılığı yönünden; Hrant Dink Vakfı'nın Amacının (Vakıf Senedi Madde): "Vakıf, toplumda ekonomik, sosyal ve kültürel olarak güvenli ve sağlıklı bir ortamın ve demokratik yurttaşlık bilincine sahip, kültürel çeşitliliğe ve farklılıklara saygılı bireylerin gelişmesine katkıda bulunmayı amaçlar. Bu kapsamda, kültürler arası diyaloğun artması, her türlü ayrımcılığın giderilmesi, kuşaklar arası iletişimin iyileştirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, eğitim ve iletişim olanaklarının artırılması, toplumda barış ve uzlaşma kültürünün benimsenmesi ve sürdürülebilir kalkınma anlayışıyla yoksulluğun azaltılması ve özellikle çocuklar, gençler, özürlüler ve kadınlar gibi dezavantajlı kesimlerin yaşam kalitelerinin iyileştirilmesi yönünde programlar geliştirir ve hizmetler sunar." olarak belirlendiği, yukarıda yer verilen soykırımın tarihçesi,1909 Adana katliamı, Kilikya katliamı gibi konu başlıklarına yer verilmek suretiyle yapılacak olan konferansın, yukarıda yer verilen Vakfın amaçları arasında yer alan kültürler arası diyaloğun artması, her türlü ayrımcılığın giderilmesi ve toplumda barış ve uzlaşma kültürünün benimsenmesi hedefleriyle örtüşmediği, bilakis amaçlanan hedefin aksine, kültürler arası diyaloğun azalmasına, ayrımcılığa ve toplumdaki barış ve uzlaşma kültürünün olumsuz yönde etkilenmesine sebebiyet vereceği, kaldı ki katliam ve soykırım ifadeleri ile uluslararası mevzuat ile de suç olarak kabul edilen unsurlara işaret edildiği, soykırım suçunun maddi- manevi unsurlarına ve tanımına, Birleşmiş Milletlerde 9 Aralık 1948 tarihinde 260 A (III) sayı ile kabul edilen Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin maddesinde yer verildiği, Sözleşmenin maddesine göre:'Bu Sözleşme bakımından,• ulusal,• etnik,• ırksal veya dinsel bir grubu• veya o gruba mensup olanların tümünü veya bir kısmını• yok etmek kastıyla öldürmek gibi ... fiillerden herhangi birinin, soykırım suçunu oluşturacağının düzenlendiği, katliam kelimesinin de benzer bir şekilde topluca öldürme, toplu kırım anlamına geldiği, her iki fiilin de ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grup aleyhine gerçekleştirildiğinin kabulü için, gerek tarihsel gerekse hukuksal yönden bir tespitin var olmasının gerektiği, konu başlıklarında yer alan bahse konu soykırım ya da katliam isnatları ile ilgili olarak bu yönde bir tespitin var olmadığı, bu kapsamda da yapılacak olan konferansa ait konu başlıklarının, Vakfın amacı ile paralellik arz etmediği değerlendirildiğinden; dava konusu işlemde bu gerekçe yönünden hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.'2- Konu başlıklarının kamu güvenliğine ve suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlikeleri ortaya çıkaracağı yönünden;Yukarıda 1 nolu gerekçe başlığı altında yapılan değerlendirmelerde de yer verildiği üzere, katliam ve soykırım isnatları ile yapılacak konferansın, gerek konferans öncesi ve esnasında gerekse konferans sonrasında hazırlanacak sonuç bildirgesinin kamuoyuna yansıması sonrasında şiddet olaylarına sebebiyet vermesinin olası olduğu, bu yönüyle kamu düzeni ve genel sağlığının bozulabileceği, gerek toplumun, gerekse konferans katılımcılarının korunması amacıyla ve yasal düzenlemelerin tanıdığı yetki çerçevesinde davalı idarece tesis edilen dava konusu işlemde, bu gerekçe yönünden de hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Diğer taraftan davacı tarafça, planlanan konferansta sunulacak tebliğlerin konu başlıkları arasında, davalı idare yazısında belirtilen konu başlığını taşıyan bir sunum bulunmadığı iddia edilmiş ise de; davacı tarafça dava dilekçesi ekinde (ek:7) sunulan konferans programı incelendiğinde; panelin 18 Ekim tarihli oturumundaki konu başlıklarından birinin "Genevieve Du Val Irvin-Soykırımın Vakanüvisi" olduğu, oturumundaki başlıklarından birinin ise "Kilikya Katliamı Öncesinde ve Sırasında Kayseri'de Etnik İlişkiler" olduğu anlaşıldığından, davacı tarafın bu yöndeki iddiasına itibar edilmemiştir. Öte yandan; dava konusu işlemle getirilen süresiz yasaklama kararı nedeniyle Vakfın Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan haklarının kullanılamaz hale geldiği ve başta ifade özgürlüğü olmak üzere, toplanma ve örgütlenme, fikir edinme ve akademik özgürlük gibi çok sayıda özgürlüğün ihlal edildiği iddia edilmiş ise de; dava konusu işlemle bahse konu konu başlıkları ile yapılacak konferansın sair yer ve zamanda yapılmasının yasaklandığı, yasaklama kararının genel olarak Vakfın faaliyetlerinin kısıtlanması sonucunu doğurmadığı değerlendirildiğinden, bu yöndeki davacı taraf iddialarına da itibar edilmemiştir...." Başvurucu, davanın reddine ilişkin karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 19/3/2021 tarihinde istinaf başvurusuna konu mahkeme kararının kaldırılması nedeni bulunmadığından istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. A. Ulusal Hukuk 2911 sayılı Kanun'un "Amaç ve kapsam " kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanun; toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller ile gerçek ve tüzelkişilerin düzenleyecekleri toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yerini, zamanını, usul ve şartlarını, düzenleme kurulunun görev ve sorumluluklarını, yetkili merciin yasaklama ve erteleme hallerini, güvenlik kuvvetlerinin görev ve yetkileri ile yasakları ve ceza hükümlerini düzenler." 2911 sayılı Kanun'un "İstisnalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Aşağıda belirtilen toplantı ve faaliyetler bu Kanun hükümlerine tabi değildir.a) Siyasi partilerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, sendikaların, vakıfların, derneklerin, ticari ortaklıkların ve diğer tüzel kişilirin özel kanunlarına ve kendi tüzüklerine göre yapacakları kapalı yer toplantıları,...c) Spor faaliyetleri ile bilimsel, ticari ve ekonomik amaçlarla yapılan toplantılar,..." 2911 sayılı Kanun'un "Toplantının ertelenmesi veya bazı hâllerde yasaklanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir." 5442 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"A) Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür.....C) İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir.(Ek cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. (Ek paragraf: 25/7/2018-7145/1 md.)Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini vurgulamıştır. AİHM'e göre maddenin ikinci paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (benzer kararlar için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08, 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM, Chauvy ve diğerleri/Fransa (B. No: 64915/01, 29/6/2004, § 69), kararında tarihsel olgular ve olguların yorumlanmasına ilişkin görüşünü ortaya koymuştur. Buna göre -Yahudi soykırımı gibi tarihî gerçekliğin açıkça ortaya konduğu kategori dışında yer alan durumlarda- tarihî hakikat arayışının ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu belirtilmiştir. AİHM, geçmişte yaşanmış olaylar ve bu olayların yorumlanmasına ilişkin tarihçiler arasında süregelen tartışmaların bir parçası olan temel tarihsel sorunları tahkim etmenin Mahkemenin görevi olmadığını ifade etmiştir. AİHM, Perinçek/İsviçre (B. No:27510/08, 15/1/2015, § 102, §§ 226-282, §§ 271-280) kararında, başvurucu olan Türk siyasetçinin İsviçre'de verdiği konferanslarda, Osmanlı İmparatorluğu'nun Ermeni halkına yönelik soykırım gerçekleştirdiği iddialarını yalanlaması nedeniyle verilen cezayı Sözleşme'nin maddesi kapsamında inceleyerek ihlal kararı vermiştir. İsviçre mahkemesi, başvurucunun soykırım iddiasına ilişkin olarak İsviçre'deki yerleşik görüşten farklı bir görüşünü dile getirdiği için mahkûmiyet kararı vermiştir. AİHM, Ermeni halkına yönelik 1915 tarihinde uygulanan tehcirin ve mallara el konulmasının "soykırım" olup olmadığını belirleme görevinin olmadığını vurgulamış ve ayrıca hukuken bu şekilde bir yetkisinin de bulunmadığını açıklamıştır. Somut olayda ifade hürriyetinin ihlali sonucuna varırken AİHM; başvurucunun ifadelerinin kamuoyunu ilgilendiren bir konuyla ilgili olduğunu, bir nefrete veya hoşgörüsüzlüğe teşvik niteliğinde olmadığını, ilgili ülkede konuya dair artan bir gerilimin veya belirli bir tarihi izin bulunmadığını ve sözlerin dile getirildiği bağlamı dikkate almıştır. Ayrıca söz konusu ifadelerin ilgili ülkede yaşayan Ermeni toplum mensuplarının onurunu, ceza yaptırımı gerektirecek nitelikte etkilemediğini gözeterek bu şekildeki bir müdahaleyi gerekli görmemiştir. AİHM Güçlü/Türkiye (B. No:27690/0, 10/2/2019) kararında, başvuranın"demokrasi ve Kürt sorunu" başlıklı bir toplantıda 1915 yılında bir Ermeni soykırımı yapıldığına yönelik konuşması nedeniyle verilen mahkûmiyetine ilişkin başvuruyu inceleyerek ifade hürriyetinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan veya yaşamış olan Ermeni ve Kürt halkını başlı başına ulusal bir halk olarak nitelendirmiş ve bu iki halktan 1915’te önce Ermenilerin ve daha ileri tarihlerde de Kürtlerin "zorla kendi topraklarından uzaklaştırıldıklarını" iddia etmiştir. Konuşmasında söz konusu iki halkın başına gelenlerin benzerliğine dikkat çeken başvurucu, kendisini dinleyenlere önce "Ermenilere yapılan haksızlığı" kabul etmeleri gerektiğini, ziraiddiasına göre "Kürt sorununu" çözmek için bunun bir ön şart olduğunuileri sürmüştür. İhtilaflı söylemin içeriğini ve anlatım tarzını daha iyi analiz edebilmeye yönelik AİHM, olaya tarafların sunduğu açıdan bakmış ve özellikle ulusal mahkemenin mahkûmiyet kararının gerekçesine odaklanmıştır. Kararda, ihtilaflı söylemin açıkça kamu yararına bir tartışma olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte AİHM, hem Türkiye’nin sosyo-politik ve tarihsel gündeminde sıcak bir tartışma konusu olan "Kürt sorunu" hem yine aynı ülkede ulusal düzeyde ve uluslararası platformlarda en çok tartışılan konulardan biri olan "Ermeni sorunu" söz konusu olduğunu vurgulayarak böylesine önemli bir konuda ifade özgürlüğü kısıtlamalarının daha dar bir çerçevede yorumlanması gerektiğini açıklamıştır. Başvuruya konu analizin, ulusal makamların düşüncelerine uymadığını ancaktartışma kavramının genelde farklı düşüncelerin karşı karşıya gelmesi olarak tanımlandığını belirten AİHM, eğer ihtilaflı söylem, özellikle Devlet politikasını benimseyen bazı kimselerin düşünceleriyle çakışan, onları inciten ve hatta endişelendiren sonuç ve öneriler içeriyorsa-bu kadarla sınırlı kaldığı sürece- bu tür düşüncelerin ifade özgürlüğü kapsamında mütalaa edilebileceğini değerlendirmiştir. Somut olayda ifadelerinhalkı şiddete veya nefrete teşvik ettiğine yönelik bir belirleme olmadığını, kamuoyunun Türkiye’nin güneydoğusundaki duruma ilişkin farklı bir bakış açısı konusunda bilgi alma ve ülkenin politika ve tarihi hakkında demokratik bir tartışma yapma hakkına yeterli ihtimamı gösterilmediğini belirten AİHM -daha sonrasında kaldırılsa bile- verilen mahkûmiyet nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/29443
Başvuru, gerçekleştirilmesi planlanan bir etkinliğin hukuka aykırı olarak yasaklanmasının başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucunun 20/10/2017 tarihli ve 2017/36467 numaralı bireysel başvurusu, hukuki irtibat nedeniyle 20/5/2019 tarihinde 2016/71413 numaralı bireysel başvuruda birleştirilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/5/2019 tarihinde tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği şikâyetine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında gözaltına alınmış ve silahlı terör örgütü (FETÖ/PDY) üyesi olma suçundan tutuklanması istemiyle Van Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Hâkimlik 19/7/2016 tarihinde başvurucunun müsnet suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu, tutuklama kararına ve tutukluluğun devamına yönelik kararlara müteaddit defa itiraz etmiş; son olarak İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 21/9/2017 tarihinde tutukluluğun devamına ilişkin karara yapılan itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 16/12/2016 ve 20/10/2017 tarihlerinde 2016/71413 ve 2017/36467 numaralı bireysel başvurularda bulunmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 17/7/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 19/1/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/8 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 27/5/2019 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca beraat eden başvurucunun gözaltında ve tutuklulukta geçirdiği süreler yönünden, beraat kararının kesinleştiğinin tebliğ edildiği tarihten itibaren üç ay içinde ve her hâlde kararın kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde oturduğu yere en yakın ağır ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe ile başvuruda bulunmak suretiyle tazminat davası açma hakkının bulunduğunun ihtarına da hükmetmiştir. Karar, istinaf kanun yoluna başvurulmadan 3/6/2019 tarihinde kesinleşmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir. ..." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/71413
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, lojman ihtiyacı nedeniyle kamulaştırılan taşınmazların önceki sahiplerine bedel iade teklifi yapılıp onayları alınmadan özel mülkiyete dönüştürülmek suretiyle amaç dışı kullanımla yüksek kazanç elde edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 9/6/2015 tarihli görüş yazısı 16/6/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 25/6/2015 tarihinde yasal süresi içinde ibraz etmişlerdir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile dava dosyasında yer aldığı şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların hisseleri bulunan Ankara ili Çankaya ilçesi Dikmen Mahallesi’nde bulunan 65, 66, 67, 68, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 84 ve 85 parsel sayılı taşınmazlar Or-An Sitesi ve Türkiye Emlak Kredi Bankası A.Ş. adına kayıtlı iken TBMM Genel Sekreterliğinin 26/7/1984 tarihli ve 5467 sayılı kararı ile milletvekillerinin konut ihtiyacı sebebiyle kamulaştırılmalarına karar verilmiş ve Maliye Hazinesi adına tescil edilmişlerdir. 1987 yılında başlanan imar düzenlemesi sonucu sayılan parseller birleştirilerek 16743 ada 1 parsel sayılı taşınmaz oluşturulmuş ve TBMM Başkanlığına tahsis edilen 650 m2 yüz ölçümlü taşınmazın üzerine lojman ve sosyal tesis inşa edilmiştir. Bahse konu taşınmaz kamulaştırıldıktan yaklaşık 19 yıl sonra 15/1/2003 tarihinde TBMM Başkanlığı, söz konusu taşınmazın başka bir kamu kuruluşuna devredilmemesi ve özel kişi veya kuruluşlara en uygun sürede satışının yapılması şartı ile tahsis kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Millî Emlak Genel Müdürlüğü ile TBMM arasında 15/1/2003 tarihinde yapılan protokolle taşınmaz, Genel Müdürlüğe devredilmiş ve Genel Müdürlüğün 16/1/2003 tarihli ve 1701 sayılı yazısı ile ihtiyaç kalmadığı gerekçesiyle tapudaki lojman tahsis kararı kaldırılmıştır. 31/7/2003 tarihli ve 4969 sayılı Kanun’un geçici maddesi ile Maliye Bakanlığının; söz konusu taşınmaz malı, üzerindeki muhdesatı ile birlikte 26/5/1927 tarihli ve 1050 sayılı Kanun, 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile 21/02/1967 tarihli ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın, mevcut hâliyle ya da kat mülkiyeti veya kat irtifakı kurdurmak ya da yeni veya ilave inşaat yaptırmak suretiyle, tespit edeceği veya ettireceği rayiç bedel üzerinden peşin veya taksitle, T. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünün iştiraki olan Emek İnşaat ve İşletme Anonim Şirketi aracılığıyla satmaya, satış işlemleri ile ilgili olarak kamu kurum ve kuruluşları nezdinde Hazine adına her türlü işlemi yaptırmaya, satış bedelinin %2'sini geçmemek üzere hizmet karşılığı olarak anılan Şirkete yapılacak ödemeye esas oranı belirlemeye, satış işlemleri ile ilgili her türlü gider, masraf ve hizmet bedeli karşılığını Maliye Bakanlığı bütçesinden bu Şirkete ödemeye yetkili olduğu düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye istinaden başvuruya konu taşınmaz üzerindeki her bir bağımsız bölüm için ayrı ayrı kat irtifakı tesis edilmiş ve bir kısmı Emek İnşaat ve İşletme Anonim Şirketi aracılığıyla satılmıştır. Satılmayan kısımlar ise 13/2/2006 tarihli protokol üzerine Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığına devredilmiştir. Bu tarihten sonra başvuru konusu 16743 ada 1 parsel sayılı taşınmaz, imar uygulaması değişikliğine tabi tutulmuştur. Bu kapsamda yapılan Nazım ve İmar Uygulama İmar Planı ve Plan Notu Değişikliği onaylanmıştır. Başvuru konusu taşınmazdan ifraz edilen taşınmazların bir bölümü ihale usulü ile özel bir firmaya satılmış, bir bölümü üzerinde ise TOKİ tarafından konut inşasına başlanılmıştır. Başvuruculardan Habibe KALENDER ve Zekiye ÖCAL 22/7/2009 tarihli dava dilekçeleriyle idarenin söz konusu parsele yönelik tasarruflarının mülkiyet haklarına zarar verdiğini, devletin ihtiyaç nedeniyle kamulaştırdığı taşınmazı özel mülkiyete konu olacak şekilde ifraz edip satışa arz ederek yüksek kazanç sağladığını, davalı idarenin elde ettiği kazancın hisselerine düşen miktardaki zararlarına eşit olduğunu, bu zararın hesaplanarak sebepsiz zenginleşme hükümleri gereğince kendilerine ödenmesi gerektiğini belirterek fazlaya dair talep hakları saklı kalarak 000 TL'nin temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ayrı ayrı kendilerine ödenmesini talep etmişlerdir. Başvurucu Or-An Orta Anadolu İnşaat Anonim Şirketinin Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/255 esasında kayıtlı davasıyla, başvurucu Memiş CANTÜRK'ün Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/277 esasında kayıtlı davası hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle başvurucular Habibe KALENDER ve Zekiye ÖCAL'ın Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 2009/275 esasında kayıtlı dava dosyasıyla birleştirilmiştir. Mahkemenin 12/4/2011 tarihli ve E.2009/275, K.2011/131 sayılı kararında “…2942 sayılı yasanın 21, 22 ve maddelerinde hangi hallerde kamulaştırmadan vazgeçileceği ve geri alınacağı hükme bağlanmıştır. Anılan madde hükmü için bu maddelerin yeterli olmadığı, somut olaya bu maddelerin uygulanmasının mümkün bulunmadığı görülmüştür. Bu durumda Anayasa’da yer alan mülkiyet hakkına ilişkin hükümlerin ve Anayasa Mahkemesi kararları ile Yargıtay’ın kararlarının ve genel uygulamanın dikkate alınması gerekmektedir. Davacı vekilinin dava dilekçesinde ve davalı tarafın cevap dilekçesinde belirtildiği üzere, milletvekili lojmanı yapılan ve bu amaçla kamulaştırılan 16743 ada 1 parselin özel mülkiyete dönüştürülmesine ilişkin Yasanın Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulmuş, bu maddenin Anayasa’ya aykırı olmadığı hususunda Anayasa Mahkemesince hüküm kurulmuştur. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin kararı gereğince, anılan parselin özel mülkiyete dönüştürülmesinde ve kamulaştırma şerhinin kaldırılmasında yasaya aykırılık yoktur. Davacının, davalının sebepsiz zenginleştiği iddiasını doğrulayan yasa hükmü bulunmadığı gibi, Yüksek Yargıtay kararlarında ve diğer mahkemelerin verdikleri kararlarda, davacının talebini karşılayan herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Kaldı ki, kamulaştırma bedelinin tespit edilmesinde taşınmazın kamulaştırma tarihindeki şartları ve durumu nazara alınıp bedel tespiti yapılmaktadır. 20 sene kadar önce kamulaştırılan davacılara ait mülkiyet payları o tarihteki şartlar ve emsaller dikkate alınarak değerlendirilip, taşınmazların bedeli davacıya ödenmiştir. Aradan 20 sene kadar geçtikten sonra, kamulaştırılan davaya konu taşınmazın bulunduğu mevkideki arsalar, dolayısıyla davacıların kamulaştırılan payları çok fazla değer kazanmış, dava tarihindeki taşınmaz değerinin dikkate alınarak zarar hesabının yapılması halinde, kamulaştırma tarihindeki şartlar dikkate alınarak bedel tespiti yapılması ilkesine aykırılık söz konusu olacaktır. Davacıların ileri sürdüğü mantık doğrultusunda olaya bakıldığında, kamulaştırma tarihinden sonra, kamulaştırılan yerlerin değerinde herhangi bir sebeple düşme meydana geldiği takdirde, kamulaştırma tarihindeki değer ile değer düşüklüğünden sonra oluşan taşınmaz değeri arasındaki farkın, kamulaştırmayı yapan idare tarafından taşınmazı kamulaştırılan kişilerden talep etmesi gerekir. Bunların yanında, Anayasa Mahkemesinin dava konusu uyuşmazlıkla yasa hükmünün Anayasa’ya aykırı olmadığına dair kararının, Anayasanın 153/son maddesi gereğince tüm yargı organları için bağlayıcı olduğu, bu nedenle de davacının talebinin kabulünün mümkün olmadığı anlaşılmış, davanın reddine ilişkin hüküm kurulmuştur.” gerekçesiyle başvurucuların taleplerinin reddine karar vermiştir. Anılan karar, başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/11/2012 tarihli ve E.2012/8981, K.2012/23131 sayılı ilamıyla “… Dosyada bulunan kanıt ve belgelere, kararın dayandığı gerekçelere göre davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir” gerekçesiyle onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talepleri, aynı Dairenin 18/4/2013 tarihli ve E.2013/4478, K.2013/7668 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar 28/5/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup 7/6/2013 tarihinde yapılan başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Vazgeçme, iade ve devir” başlıklı maddesi şöyledir:“(Değişik fıkra: 24/04/2001 - 4650/ md.) Kamulaştırmanın ve bedelinin kesinleşmesinden sonra taşınmaz malların kamulaştırma amacına veya kamu yararına yönelik herhangi bir ihtiyaca tahsisi lüzumu kalmaması halinde, keyfiyet idarece mal sahibi veya mirasçılarına 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre duyurulur. (Değişik cümle: 10/09/2014-6552 S.K./ md) Bu duyurma üzerine mal sahibi veya mirasçıları, kamulaştırma bedelini aldıkları günden itibaren işleyecek kanuni faiziyle birlikte üç ay içinde ödeyerek taşınmaz malı geri alabilir. (Değişik cümle: 10/09/2014-6552 S.K./ md) İade işleminin kamulaştırmanın ve bedelinin kesinleşmesinden sonra bir yıl içinde gerçekleşmesi hâlinde kamulaştırma bedelinin faizi alınmaz. (Mülga cümle: 10/09/2014-6552 S.K./ md)(Ek fıkra: 10/09/2014-6552 S.K./ md) Bu madde hükümlerine göre taşınmaz malı geri almayı kabul etmeyen mal sahibi veya mirasçılarının 23 üncü maddeye göre geri alma hakları da düşer.(Ek fıkra: 10/09/2014-6552 S.K./ md) Bu madde hükümleri, kamulaştırmanın kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl geçmiş olması hâlinde uygulanmaz.Ancak, kamulaştırılan taşınmaz mala kamulaştırmayı yapan idare dışında başka bir idare, kamulaştırma yoluyla gerçekleştirebileceği bir kamu hizmeti amacıyla istekli olduğu takdirde, yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmayarak bu Kanunun 30 uncu veya 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununun 23 üncü maddesine göre işlem yapılır.” 2942 sayılı Kanun’un “Mal sahibinin geri alma hakkı” başlıklı maddesi şöyledir: “Kamulaştırma bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl içinde, kamulaştırmayı yapan idarece veya 22 nci maddenin dördüncü fıkrası uyarınca devir veya tahsis yapılan idarece; kamulaştırma ve devir amacına uygun hiç bir işlem veya tesisat yapılmaz veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilmeyerek taşınmaz mal olduğu gibi bırakılırsa, mal sahibi veya mirasçıları kamulaştırma bedelini aldıkları günden itibaren işleyecek kanuni faiziyle birlikte ödeyerek, taşınmaz malını geri alabilir.Doğmasından itibaren bir yıl içinde kullanılmayan geri alma hakkı düşer. Aynı amacın gerçekleşmesi için birden fazla taşınmaz mal birlikte kamulaştırıldığı takdirde bu taşınmaz malların durumunun bir bütün oluşturduğu kabul edilerek yukarıdaki fıkralar buna göre uygulanır.(Ek fıkra: 10/09/2014-6552 S.K./ md) Birinci ve ikinci fıkrada belirtilen süreler geçtikten sonra kamulaştırılan taşınmaz malda hakları bulunduğu iddiasıyla eski malikleri veya mirasçıları tarafından idareden herhangi bir sebeple hak, bedel veya tazminat talebinde bulunulamaz ve dava açılamaz.Özel kanunlarda bu maddenin uygulanmayacağına ilişkin hükümler saklıdır. 1164 sayılı Arsa Ofisi Kanununa dayanılarak yapılan kamulaştırmalarda ve bu Kanunun 3 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak kamulaştırmalarda bu madde hükmü uygulanmaz.” 4969 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:“Maliye Bakanı, mülkiyeti Hazineye ait Ankara İli, Çankaya İlçesi, 5 inci Bölge, Dikmen Mahallesinde bulunan 3 pafta, 16743 ada, 1 parsel numaralı taşınmaz malı, üzerindeki muhdesatı ile birlikte 26/05/1927 tarihli ve 1050 sayılı Kanun, 08/09/1983 tarihli ve 2886 sayılı Kanun, 04/01/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kanun ve 21/02/1967 tarihli ve 832 sayılı Kanunun vize ve tescile ilişkin hükümlerine tabi olmaksızın, mevcut haliyle ya da kat mülkiyeti veya kat irtifakı kurdurmak ya da 04/01/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın yeni veya ilave inşaatlar yaptırmak suretiyle, tespit edeceği veya ettireceği rayiç bedel üzerinden peşin veya taksitle, T. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünün iştiraki olan Emek İnşaat ve İşletme Anonim Şirketi aracılığıyla satmaya, satış işlemleri ile ilgili olarak kamu kurum ve kuruluşları nezdinde Hazine adına her türlü işlemi yaptırmaya, satış bedelinin % 2'sini geçmemek üzere hizmet karşılığı olarak anılan şirkete yapılacak ödemeye esas oranı belirlemeye, satış işlemleri ile ilgili her türlü gider, masraf ve hizmet bedeli karşılığını Maliye Bakanlığı bütçesinden bu şirkete ödemeye yetkilidir. Satış bedellerinin tahsil edilen kısımlarından ilgili belediyeye % 2, büyükşehir belediyesine ise % 1 oranında pay verilir. Bu taşınmaz mal ile ilgili olarak (...) * (İptal ibare: Anayasa Mah.nin 22/07/2008 tarihli ve E. 2008/39, K. 2008/134 sayılı Kararı ile.) , her ölçekteki imar planını yapmaya, yaptırmaya, değiştirmeye ve resen onaylamaya ve her türlü ruhsatı vermeye Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yetkilidir. Plan hazırlama ve onaylama işlemleri Bayındırlık ve İskan Bakanlığının uygun görülen birimince, ruhsat ve plan uygulama işlemleri ise Bayındırlık ve İskan Bakanlığı il teşkilatınca yerine getirilir. Kesinleşen planlar ilgili belediyelere tebliğ edilir. Bu planların uygulanması zorunludur. Bu maddenin birinci fıkrasının uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı, ikinci fıkrasının uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ise Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yetkilidir.” 29/3/2003 tarihli ve 4833 sayılı 2003 Mali Yılı Bütçe Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Maliye Bakanı, mülkiyeti Hazineye ait Ankara İli, Çankaya İlçesi, 5 inci Bölge, Dikmen Mahallesinde bulunan 3 pafta, 16743 ada, 1 parsel numaralı taşınmaz malı, üzerindeki muhdesatı ile birlikte 1927 tarihli ve 1050 sayılı Kanun, 1983 tarihli ve 2886 sayılı Kanun, 2002 tarihli ve 4734 sayılı Kanun ve 1967 tarihli ve 832 sayılı Kanunun vize ve tescile ilişkin hükümlerine tabi olmaksızın, mevcut haliyle ya da kat mülkiyeti veya kat irtifakı kurdurmak ya da 2002 tarihli ve 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın yeni veya ilave inşaatlar yaptırmak suretiyle, tespit edeceği veya ettireceği rayiç bedel üzerinden peşin veya taksitle, T. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünün iştiraki olan Emek İnşaat ve İşletme Anonim Şirketi aracılığıyla satmaya, satış işlemleri ile ilgili olarak kamu kurum ve kuruluşları nezdinde Hazine adına her türlü işlemi yaptırmaya, satış bedelinin % 2'sini geçmemek üzere hizmet karşılığı olarak anılan şirkete yapılacak ödemeye esas oranı belirlemeye, satış işlemleri ile ilgili her türlü gider, masraf ve hizmet bedeli karşılığını Maliye Bakanlığı bütçesinden bu şirkete ödemeye yetkilidir. Satış bedellerinin tahsil edilen kısımlarından ilgili belediyeye % 2, büyükşehir belediyesine ise % 1 oranında pay verilir.Bu taşınmaz mal ile ilgili olarak imar mevzuatındaki kısıtlamalar ile plan ve parselasyon işlemlerindeki askı, ilan ve itirazlara dair sürelere ilişkin hükümlere tabi olmaksızın, her ölçekteki imar planını yapmaya, yaptırmaya, değiştirmeye ve resen onaylamaya ve her türlü ruhsatı vermeye Bayındırlık ve İskân Bakanlığı yetkilidir. Plan hazırlama ve onaylama işlemleri Bayındırlık ve İskân Bakanlığının uygun görülen birimince, ruhsat ve plan uygulama işlemleri ise Bayındırlık ve İskan Bakanlığı il teşkilatınca yerine getirilir. Kesinleşen planlar ilgili belediyelere tebliğ edilir. Bu planların uygulanması zorunludur.Bu maddenin birinci fıkrasının uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı, ikinci fıkrasının uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ise Bayındırlık ve İskân Bakanlığı yetkilidir.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3845
Başvuru, lojman ihtiyacı nedeniyle kamulaştırılan taşınmazların önceki sahiplerine bedel iade teklifi yapılıp onayları alınmadan özel mülkiyete dönüştürülmek suretiyle amaç dışı kullanımla yüksek kazanç elde edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, taşıma ruhsatının iptal edilmesi sonucu silahlara el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Emekli hâkim olan başvurucu 1947 doğumlu olup Kırıkkale'de ikamet etmektedir. Başvurucuya ait taşıma ruhsatlı 76136301 ve BB70919 seri numaralı iki adet silah ile 14/8/2004 tarihinde bir düğün yerinde havaya ateş edildiği iddiasıyla başvurucu ve başvurucunun oğlu hakkında ceza soruşturması başlatılmıştır. Ceza soruşturması aşamasında bahsi geçen silahlar adli emanete alınmıştır. Sulakyurt Cumhuriyet Başsavcılığının 9/9/2005 tarihli iddianamesiyle; başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca, oğlunun ise 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca diğer şüphelilerle birlikte cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Sulakyurt Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 18/4/2007 tarihli kararı ile, silahların başvurucu tarafından olayda kullanıldığı ve başvurucunun bu silahları oğluna rızasıyla verdiği hususlarında delil elde edilemediğini belirterek mahkûmiyete yeterli kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden başvurucunun beraatine, başvurucunun oğlunun ise atılı suçlardan cezalandırılması ile cezaların ertelenmesine hükmetmiştir. Mahkeme, geçerli belgenin ibrazı hâlinde silahların başvurucuya teslimine karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun, hükümden sonra yürürlüğe giren 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik maddesindeki koşulların varlığı hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması için sair yönleri incelenmeksizin hükmün bozulmasına 4/6/2009 tarihinde karar vermiştir. Mahkeme bozma kararına uyarak 24/2/2010 tarihinde başvurucunun oğlu ve diğer sanıklar hakkında HAGB kararı vermiştir. Kararda, iki silahın başvurucuya iadesine ilişkin olarak bir önceki karardaki hüküm tekrarlanmıştır. Sanıkların, HAGB kararına karşı yaptıkları itiraz bir üst mahkemece 12/4/2010 tarihinde reddedilmiştir. Kırıkkale Valiliğinin (Valilik) 14/2/2012 tarihli ve 1121 sayılı işlemi ile başvurucuya ait 76136301 ve BB70919 seri numaralı silahlar ile birlikte yine başvurucuya ait D511260 seri numaralı silah olmak üzere üç adet silah hakkında geçici elkoyma kararı verilmiştir. Söz konusu işlemde 1/6/1991 tarihli ve 20888 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile aynı maddenin (4) numaralı fıkrası gereğince başvurucunun oğlu hakkında verilen HAGB kararına ilişkin süre sonuna kadar söz konusu silahların emanete alınacağı ve kamu davasının düşürülmesine dair kararın ibrazı hâlinde başvurucunun silah ruhsat işlemlerinin yürürlükteki mevzuat hükümlerine göre değerlendirileceği belirtilmiştir. Silahlar Emniyet Müdürlüğü emanetine teslim edilmiştir. Başvurucu işlemin iptali ve silahların iadesi için dava açarak ceza davasından beraat ettiğini, mahkeme kararı ile silahların iade edildiğini, ayrıca elkoymaya konu D511260 seri numaralı silahı olaydan üç yıl sonra satın aldığını belirtmiştir. Kırıkkale İdare Mahkemesi 14/9/2012 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... davacıya ait silahlar ile suç işleyen davacının oğlu hakkında verilen cezalarla ilgili olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ise de; beş yıllık denetim süresi içerisinde ilgilinin kasten işlenebilen bir suç işlemesi halinde, verilen hükmün açıklanabilecek olduğu dolayısıyla da davacıya ait silahları kullandığından bahisle ceza alan davacının oğlu hakkındaki denetimin devam ettiği açık olduğundan davacıya ait ruhsatlı üç adet silahın (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması sonrasındaki beş yıllık denetim süresi doluncaya kadar) geçici olarak emanete alınmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucu kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 11/6/2013 tarihinde hükmün değişik gerekçeyle onanmasına karar vermiş ve 20/2/2014 tarihinde karar düzeltme talebini de reddetmiştir. Onama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...davacının oğlunun davacıya ait silahlarla; ruhsatsız silah taşımak ve korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etmek suçlarını işlediği ve cezalandırıldığı, dolayısıyla davacının silahının muhafazasındaki ihmal ve kusuru neticesi başkaları tarafından bir suç işlenmesine neden olduğu açık olduğundan, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa dahi, davacının oğlu hakkındaki mahkumiyet kararı davacıya ait silah ruhsatlarının iptalini gerektirmektedir." Başvurucunun oğlu, beş yıllık sürenin dolduğunu belirterek hakkındaki HAGB kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi, denetim süresi içerisinde hiçbir suç işlenmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (10) numaralı fıkrası uyarınca açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine 9/6/2015 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, HAGB kararının ortadan kaldırılarak ceza davasının düşmesi üzerine, emanetteki üç silahın iadesini Valilikten talep etmiştir. Başvurucunun talebi 11/5/2016 tarihli ve 62709/1149 sayılı işlemle reddedilmiştir. Söz konusu işlemde, Yönetmelik'in maddesinin (b) bendi gereğince Valiliğin 13/2/2012 tarihli Oluru ile üç silahın ruhsatının iptal edildiği ve buna karşı açılan iptal davasının temyiz incelemesinden de geçerek reddedildiği, dolayısıyla silahların iade edilmeyeceği belirtilerek silahların altı ay içerisinde silah taşımaya veya bulundurmaya hak kazanan kişilere devredilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı, yürütmenin de durdurulmasını talep ederek iptal davası açmıştır. Kırıkkale İdare Mahkemesi 30/11/2016 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...davacının oğlunun davacıya ait silahlarla; ruhsatsız silah taşımak ve korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etmek suçlarını işlediği ve cezalandırıldığı, dolayısıyla davacının silahının muhafazasındaki ihmal ve kusuru neticesi başkaları tarafından bir suç işlenmesine neden olduğu açık olduğundan, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ve davacı tarafından bu süre içerisinde hiç bir suç işlemediği gerekçesiyle davanın düşmesine karar verilmiş olsa bile davacının oğlu hakkındaki mahkumiyet kararı davacıya ait silah ruhsatlarının iptalini gerektirmektedir.Nitekim Danıştay Dairesi E:2012/12390, K:2013/4296 sayılı benzer kararında davacının denetim süresi içerisinde olup olmadığına veya bu süreyi geçirip geçirmediğine bakmaksızın; başkasının suç işlemesine sebep olduğu gerekçesiyle mahkeme tarafından davanın reddi yolunda verilen kararın gerekçesini bahsedilen gerekçeyle düzelterek onamıştır." Bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu da Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 13/4/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 4/5/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 30/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(5) Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlâlin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36644
Başvuru, taşıma ruhsatının iptal edilmesi sonucu silahlara el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklu olan başvurucunun ceza infaz kurumuna nakli sırasında kamu görevlisi tarafından yaralanması ve olaya ilişkin yapılan yargılama sonucunda fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedenleriyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Kırklareli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) terör örgütü üyeliğinden tutuklu bulunan başvurucunun öğrencisi olduğu Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesinin sınavlarına girmesi amacıyla İstanbul'a sevki sağlanmıştır. Başvurucu, sınavlara girdikten sonra tutulduğu Ceza İnfaz Kurumuna götürülmek amacıyla 11/6/2007 tarihinde İstanbul Maslak Sevk Bölüğüne (Sevk Bölüğü) getirilmiştir. Başvuruya konu olay burada meydana gelmiştir ve taraflarca farklı şekilde aktarılmaktadır. Bu nedenle taraflar arasında yaşananlar bu husus dikkate alınarak inceleme yapılacaktır. Başvurucu, Sevk Bölüğünde yaşanan olaydan sonra aynı gün, tutulduğu Ceza İnfaz Kurumuna getirilmiştir. Ertesi gün başvurucu, Ceza İnfaz Kurumundan Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) dilekçe yazarak suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu yazdığı dilekçede özetle Sevk Bölüğü jandarmasının işkencesine maruz kaldığını, işkence izlerinin tespit edilmesi için adli tabipliğe sevk edilmesi gerektiğini, konu hakkında Savcılığa ayrıntılı ifade vermek istediğini, iki altın, iki gümüş yüzüğünü kendisi işkence altındayken aynı askerin gasbettiğini, sonra da bunların İstanbul H Tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne bırakıldığının kendisine söylendiğini belirtmiştir. Başvurucu aynı gün Ceza İnfaz Kurumundaki doktora muayene olmuştur. Yapılan muayene sonucuna göre hekim tarafından bazı tespitlerde bulunulmuştur: "Baş-boyun muh. fiziksel bulgu olmamakla beraber yutma güçlüğü çektiğini söylüyor, sağ üst dudak kenarı içten minimal sıyrık, sağ [veya sol] kol biceps kası orta hattında ekimoz ve ödem, dokunma ile ağrılı, thoraks muayenesinde sağ kaburga 10-11-12 izasında bastırmakla ağrı, solunum sesleri normal, sağ axial bölgede (koltuk altından) yaklaşık 7-8 cm aşağıda darbeye bağlı yaygın hipermi ve ağrı mevcut sol ayak ventral bölümde metatarslar üzerinde yaygın ödem ve ağrı, bel bölgesinde ağrı tarifliyor. Darp ve cebir kanaati hasıl olmuştur. Basit tıbbi müdahale ile iyileşebileceği kanaati olmasına rağmen kaburga kırığı veya çatlağı şüphesi ile kati rapor için Kırklareli Devlet Hastanesi Hariciye Polikliniğine sevki gerekir." 12/6/2007 tarihinde Savcılıkta müşteki sıfatıyla beyanda bulunan başvurucu buradaki ifadesinde Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunduğunu, sınava girmek amacıyla İstanbul'a sevk edildiğini, 11/6/2007 tarihinde İstanbul Jandarmasına bağlı Maslak Sevk Bölüğü tarafından ring aracı ile Kırklareli'ndeki Ceza İnfaz Kurumuna getirildiğini, Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumunda ring aracına bindirilmeden önce Maslak Sevk Bölüğünde görevli jandarma uzman çavuş ve emrindeki on asker tarafından Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumunun tuvaletine götürülerek dövüldüğünü, hayalarının sıkıldığını, copla boğazına vurulduğunu ve kendisine hakaret edildiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca ifadesinde; isimlerini bilmediği bu kişilerin söz konusu eylemleri kendisinin örgüt üyesi olduğunu iddia etmeleri ve parmağındaki yüzüğü çıkarmak istemeleri sebebiyle yaptıklarını, zorla yüzüklerini aldıklarını, yüzüklerin akıbetini bilmediğini, kendisini döven ve kendisine hakaret edenlerden şikâyetçi olduğunu söylemiştir.l 13/6/2007 tarihinde sevk edildiği Kırklareli Devlet Hastanesinde muayene olan başvurucu hakkında düzenlenen raporda yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu değerlendirilmiştir. Başvurucunun şikâyeti üzerine yürütülen soruşturma hakkında Savcılık tarafından 14/6/2007 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dosya Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Hükümlü Teslim Tutanağı'nda imzası bulunan ve başvurucuyu Ceza İnfaz Kurumuna getirdiği anlaşılan Jandarma Uzman Çavuş N.T., yetkili Savcılığa 10/1/2008 tarihinde ifade vermiştir. Başvurucu buradaki ifadesinde şunları söylemiştir: "Ben İl Jandarma alay komutanlığı cezaevi jandarma sevk bölük komutanlığında uzman çavuş olarak görev yapmaktayım. bana sormuş olduğunuz hükümlü Fırat Can ın iddialarına ilişkin olarak olayı şu anda hatırlayamadım. ben devamlı olarak mahkum sevklerine gitmekteyim. sevkler sırasında zaman zaman problemler olmaktadır. bana mevzuat ve yönelgelerler verilen talimatlara uygun biçimde sevk işlemlerini yapıyoruz. cezaevinden teslim aldığımız hükümlü ve tutuklunun üzerinde para, altın, mücevherat, dijital elektronik eşya gibi eşyaları kabul etmiyoruz. bu eşyaları cezaevi idaresine iade ediyoruz. daha sonra cezaevi kendisi nakil olan diğer cezaevine göndermesi gerekiyor. uygulama bu yöndedir. müşteki Fırat Can ın iddia ettiği yüzüklerde bu şekilde cezaevi idaresine iade edilmiştir. ancak ben kesinlikle kendisini darp etmedim. böyle bir olay olsaydı hatırlardım. bu nedenle iddiayı kabul etmiyorum. nakil sırasında her nakil işleminde ayrı bir asker görevlendirilir. müştekinin iddia ettiği tarihte hangi askerlerin görevli olduğnu hatırlamıyorum. ancak o tarihte ben görevli idim. 11/06/2007 tarihli teslim tutanağındaki imza da bana aittir." Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 25/2/2009 tarihli iddianame ile N.T. hakkında zor kullanma yetkisinin aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan kamu davası açılmıştır. Söz konusu iddianamede, Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi olduğu, sınav dönemi olması nedeniyle Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumuna sevk edildiği, sınavlarının bitmesi sonrasında Sevk Bölüğü komutanı olan şüpheliye yeniden Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmek üzere tutanak ile teslim edildiği, şüphelinin başvurucunun parmağında bulunan yüzükleri çıkarmasını istediği, başvurucunun yüzüklerini çıkarmak istememesi nedeniyle 12/6/2007 ve 13/6/2007 tarihli sağlık raporlarına göre basit bir tıbbi müdahale ile iyileşecek biçimde dövülmek suretiyle yaralandığı, şüphelinin savunmasında başvurucuyu darbetmediğini beyan ettiği, olaya ilişkin tutanak bulunmadığı ancak başvurucunun iddiasını doğrulayacak biçimde rapor düzenlendiği, bu şekilde şüphelinin sevk sırasında yüzüğünü vermek istemeyen başvurucuyu darbetmek suretiyle üzerine atılı suçu işlediği ileri sürülmüştür. Eyüp Sulh Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada şüphelinin savunması ve başvurucunun beyanları alınmış, 3/6/2010 tarihli üçüncü duruşmada görevsizlik kararı verilmiştir. Söz konusu kararda; failin eyleminin işkence suçunu oluşturma ihtimalinin bulunduğu, bu konuda yargılama yapma yetkisinin ağır ceza mahkemesinde olduğu belirtilmiştir. Verilen kararın kesinleşmesi üzerine yargılama Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) devam etmiştir. 7/12/2011 tarihinde ilk duruşma yapılarak başlayan yargılama sürecinde failin savunması talimat yoluyla iki kez alınmıştır. N.T. söz konusu savunmalarında daha önceki beyanları gibi başvurucuyla tartışma dahi yaşamadığını, kendisine herhangi bir şekilde vurmadığını ileri sürmüştür. Mahkemece tutukluluğu sona eren başvurucunun ifadesi ve şikâyetleri alınmak istenmiş ise de kendisine ulaşılamadığından beyanları alınamamıştır. Başvurucu vekili, N.T. dışında olaya karışan kamu görevlilerinin de yargılanmasını Mahkemeden talep etmiştir. Yargılamanın hâlihazırda sanık hakkında devam ettiğini, istendiği taktirde bu konuda kendilerinin Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunabileceğini belirten Mahkeme, talebi reddetmiştir. Başvurucunun talebi üzerine başvurucuyla Ceza İnfaz Kurumunda aynı tarihte hükümlü olarak bulunan N.T., G.K. ve K.Y.nin tanık olarak dinlenmelerine karar verilmiştir. Talimatla alınan ifadesinde N.K. özetle 11-12-13/6/2007 tarihlerinde Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunduğunu, başvurucunun da aynı Ceza İnfaz Kurumunda hükmen tutuklu olarak kaldığını, iş kollarının aynı olması sebebiyle atölyede görüştüklerini, farklı odalarda kaldıklarını, başvurucunun sınav sonrası getirildiğinde kendisinin kaldığı odaya konulduğunu, tarihin 13/6/2007 saatin 00 civarı olduğunu, başvurucunun saçında biraz dağınıklık ve boynunda hafif kızarıklar gördüğünü, hâlsizliğinin ve yorgunluğunun bakınca anlaşıldığını, kendisine sadece “Beni uzman çavuş dövdü.” dediğini ancak nedenlerini, nerede ve nasıl bir olay yaşadığını anlatmadığını, o gece rahat uyuduğunu, herhangi bir inleme veya sızlanma durumunun olmadığını, aynı gecenin sabahında başvurucunun Kırklareli Devlet Hastanesine götürüldüğünü, geri geldiğinde doktorun muayene edip rapor verdiğini belirttiğini ancak yüzünde, boynunda veya kollarında tedavi edildiğine dair bir belirti veya yaralandığına dair bir olgu bulunmadığını söylemiştir. Tanık olarak talimat yoluyla dinlenen G.K. ifadesinde özetle Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunduğunu, başvurucuyu Ceza İnfaz Kurumuna girmeden önce de tanıdığını, sınav sonrası getirildiğinde kendisinin kaldığı odaya konulduğunu, bu sırada tarihin 13/6/2007saatin ise 00 sıraları olduğunu, başvurucunun kendisine olayları anlattığını, Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumu çıkışında güvenlik kontrolü yapıldığı sırada elindeki yüzüğü çıkarmak istemeyince görevlilerin boğazını sıktığını ve darbettiklerini söylediğini, koğuşa geldiğinde boğazında izlerin göründüğünü, sesinin çıkmadığını, saçları çekildiği için başında yaralar olduğunu, hastaneye götürüldüğünü, ilerleyen günlerde başvurucunun başındaki yaraların pansumanını kendisinin yaptığını, saçların çekilmesi nedeniyle bazı bölgelerdeki derilerin soyulduğunu, başvurucunun moralinin ve psikolojisinin bozulduğunu beyan etmiştir. Başvurucunun tanık olarak dinlenmesini istediği K.Y.nin ifadesi Ceza İnfaz Kurumundan tahliye edildiği için alınamamıştır. Olay sırasında Sevk Bölüğünde başvurucuyla beraber nakil aracında bulunan E.A. talimatla tanık olarak dinlenmiştir. İfadesinde özetle olay sırasında Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumundan Tekirdağ Ceza İnfaz Kurumuna sevk edildiğini, başvurucunun da kendisi ile birlikte başka bir ceza infaz kurumuna sevk edildiğini, ayrıca kendileri ile birlikte birden fazla tutuklu ve hükümlünün sevk edilmek üzere orada olduğunu, olay günü saat 00-00 sıralarında Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumunun çıkış kapısında, Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince tutukluların jandarmaya teslim edildiği yerde jandarma görevlisi rütbeli bir subay ya da astsubayın başvurucunun elinde bulunan alyansı çıkarıp teslim etmesini istediğini, başvurucunun ise alyansın bir zararı olmadığını, daha önceki uygulamalarda alyansın çıkarılmadığını, bu nedenle de alyansı çıkarmayacağını söylediğini, bunun üzerine iki jandarma erinin başvurucunun kollarından tuttuğunu, rütbeli jandarmanın da elindeki copla birkaç defa sırtına vurduğunu, başvurucuya hakaret ettiğini ve daha sonra jandarma görevlilerinin başvurucuyu zorla sürükleyerek bir başka odaya götürdüklerini, oradan başvurucunun bağırdığını, katılanın "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek." şeklinde slogan attığını, daha sonrası hakkında bilgi sahibi olmadığını, başvurucuya vuran şahsı tanımadığını, rütbesini de hatırlamadığını, kollarından tutan askerleri de aradan zaman geçtiği için hatırlamadığını, o gün görevli olan ve sevki gerçekleştiren komutan ve erlerin olaydan sorumlu olduğunu beyan etmiştir. Sınavdan sonra başvurucuyu teslim alan ve buna ilişkin tutanakta ismi ve imzası bulunan infaz koruma memuru R. tanık olarak verdiği ifadesinde özetle başvurucunun İstanbul’da sınava girdikten sonra jandarma tarafından tutulmakta olduğu Ceza İnfaz Kurumuna getirildiğini, 11/6/2007 tarihinde saat 00’de başvurucuyu kendilerinin teslim aldığını, teslim aldıkları sırada kişide herhangi bir darp ve cebir izi olmadığını ancak sınava girme sırasındaki hadiselerden bir bilgisi olmadığını, teslim sırasında başvurucuda darp, cebir veya işkenceye dair bir iz olmadığını, görmüş olmaları durumunda zaten hastaneye sevkini sağlamaları gerektiğini söylemiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda Cumhuriyet savcısının mütalaasına uygun olarak sanık N.T., kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kasten yaralama suçundan 180 gün adli para cezası ile cezalandırılmış; duruşmadaki davranışları lehine takdirî indirim nedeni kabul edilerek cezasından 1/6 oranında takdirî indirim yapılmış ve neticeten 150 gün adli para cezası karşılığı olarak 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmıştır. Ayrıca başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Mahkemenin 27/10/2014 tarihli karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Her ne kadar basit yaralama suçundan Eyüp Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açılan sanık N.T.nin eyleminin işkence suçunu oluşturduğundan bahisle Eyüp Sulh Ceza Mahkemesince görevsizlik kararı verilerek dava dosyası mahkememize gönderilmiş ise de sanığın savunması, müşteki ve müdahilin beyanları, tanık anlatımları, müştekiye ait doktor raporları ve bu raporlarda belirtilen yaralanmanın basit oluşu, olayın oluş şekli, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından olay tarihinde Kırklareli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu bulunan müştekinin sınav için İstanbul'a getirilip tekrar Kırklareli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na götürüleceği sırada parmağındaki yüzüğü çıkarmamakta ısrarda bulunan müşteki Fırat Can'a olay sırasında kamu görevi yapan ve kamu görevlisinin sahip olduğu yetkiyi kötüye kullanan Jandarma görevlisi sanık N.T.nin müştekiyi basit şekilde darp etmek suretiyle TCK 86/2, 86/3-d maddelerinde tanımlanan suçu işlediği anlaşıldığından değişen suç vasfına göre eylemine uyan 5237 sayılı TCK.nun 86/2, 86/3-d, 62/1, 52/2 maddeleri uyarınca tecziyesine,......[karar verilmesi gerekmiştir.]" Başvurucu, suç vasfının yanlış değerlendirildiğini de belirttiği dilekçeyle, sanık hakkında verilen HAGB kararına itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 4/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş ve verilen karar başvurucu vekiline mahkeme kaleminde elden 9/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Takdiri indirim nedenleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir. (2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir." 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Madde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun’un "İşkence" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması hâlinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:"…  (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz." 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin inandırıcı kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov (Jalaloglu)/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; benzer yöndeki karar için bkz. Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme'nin maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet görevlisi olması veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini kabul etmektedir (Beganović/Hırvatistan, B. No: 46423/06, 25/6/2009, § 69). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05 ve 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, affın ya da genel affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının, hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55). AİHM, hukuka aykırı öldürme eylemlerine ilişkin olarak Türkiye'de yürürlükte bulunan ulusal hukukun mahkemelere HAGB kararı vermelerine olanak sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini, ilgili eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan ziyade ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullandıklarını belirtmektedir (Kasap ve diğerleri, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 60; hâkimlerin takdir haklarını kullanmalarına ilişkin benzer yöndeki eleştiriler için bkz. Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006, § 75). Ayrıca AİHM, HAGB kararı verilmesiyle faillerin cezadan tamamen muaf kaldığını çünkü HAGB kararının uygulanması sonucunda -failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen kararın içerdiği ceza da dâhil olmak üzere tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 60). Aynı şekilde AİHM, negatif yükümlülükler kapsamında kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu ortaya çıkan kötü muamele iddialarını içeren bazı başvurularda (Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 36; Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46; Böber/Türkiye, B. No: 62590/09, 9/4/2013, § 35; Ateşoğlu/Türkiye, B. No: 53645/10, 20/1/2015, § 28), yapılan yargılama sonucunda verilen mahkûmiyete ilişkin HAGB kararı verilmesinin Sözleşme’nin maddesini usul yönünden ihlal ettiği gerekçesiyle kabul edilemez bir önlem olarak belirtmiştir. Ancak AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme'nin maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet memuru olması veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini de kabul etmektedir (Beganović/Hırvatistan, § 69). Öte yandan AİHM, üçüncü kişiler arasında gerçekleşen kasten yaralama olayına ilişkin mevcut davaya özgü koşulları dikkate alarak ceza davası sonucunda verilen mahkûmiyet hükmünün yeterli caydırıcı etkiye sahip olduğunu ve HAGB kararının Sözleşme’nin maddesine aykırı muamelelere karşı bireylerin korunmasının amaçlandığı caydırıcı yasal önlemleri etkisiz kılmadığını belirterek devletin Sözleşme’nin maddesi gereğince üstüne düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirdiğini de dile getirmiştir (Çalışkan/Türkiye (k.k.), B. No: 47936/11, 1/12/2015, §§ 46-52). AİHM kolluk görevlilerinin güç kullanımlarının hukuka aykırılık teşkil ettiğine ilişkin yerel yargı makamlarınca yapılan nihai tespitlerden sonra ayrıca Sözleşme kapsamında söz konusu hakkın maddi boyutu itibarıyla ihlal edilip edilmediği yönünde bir inceleme yapmayacağını ancak yerel yargı makamlarınca söz konusu ihlalin verilen ceza ile orantılı şekilde giderilip giderilmediğini cezanın caydırıcı etkisi yönünden değerlendireceğini belirtmiştir. Başka bir ifadeyle AİHM yerel mahkemelerce hukuka aykırı eylemin sabit görülmesinden sonra ihlale yönelik uygun ve yeterli bir tazminatın sağlanıp sağlanmadığı ile sınırlı bir inceleme yapacağını belirtmiştir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 56; Fadime ve Turan Karabulut/Türkiye, B. No: 23872/04, 27/5/2010, § 43; Külah ve Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 38).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/762
Başvuru, tutuklu olan başvurucunun ceza infaz kurumuna nakli sırasında kamu görevlisi tarafından yaralanması ve olaya ilişkin yapılan yargılama sonucunda fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedenleriyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, soğuk algınlığı şikâyetiyle gidilen özel bir hastanede yapılan iğne sonucu sakat kalınması ve bu duruma sebebiyet verdiği iddia edilen ilgili personel hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle, Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 22/5/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 21/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Soğuk Algınlığı Şikâyeti ile Özel İ. Ş. Hastanesine Başvurması Üzerine Yaşanan Süreç Başvurucu, 12/10/2011 tarihinde saat 40 sularında soğuk algınlığı şikâyeti ile Özel İ. Ş. Hastanesine (Hastane) başvurmuş ve burada dahiliye doktoru H. A. tarafından muayene edilmiştir. Muayene sonucunda Hemşire E. A., Dr. H. A.’nın talimatı doğrultusunda voltaren isimli ağrı kesici iğneyi, sol kalça üst kısmından başvurucuya uygulamıştır. Uygulanan iğneden sonra başvurucunun bacağında ağrı, yanma ve uyuşma meydana gelmiştir. Başvurucu, bacağının tutmadığı şikâyetini dile getirmesi üzerine, saat 10 sularında Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı O. G. tarafından muayene edilmiş ve anılan doktor tarafından yazılan reçeteyle Hastaneden ayrılmıştır. Başvurucu, soğuk algınlığı nedeniyle yapılan enjeksiyon sonrasında sol bacağında duyu kaybı yaşadığı şikâyeti ile aynı gün Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine başvurmuştur. Başvurucunun söz konusu olay sebebiyle yaşadığı sorunun tedavisine, bu hastanede devam edilmiştir. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Nöroloji Kliniğinin 27/10/2011 tarihli elektromyografi tetkikleri sonucunda, başvurucunun sol bacağında sural sinir duyusal aksiyon potansiyelinin kaybolduğu, başvurucunun tibial sinirinin uyartılamadığı ve bazı kaslarında kısmen ya da tamamen motor ünite potansiyeli kaybının saptandığı tespitlerine yer verilmiştir. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Nöroloji Anabilim Dalı, 3/11/2011 tarihli sağlık kurulu raporu ile siyatik sinir lezyonu tanısıyla başvurucunun 3 ay istirahatine karar vermiştir. Anılan hastane, 16/1/2012 tarihli ve 26/4/2012 tarihli sağlık kurulu raporları ile başvurucunun istirahat süresini üçer aylık dönemler için iki defa uzatmıştır. Son iki raporda, başvurucunun sol bacağında 12/10/2011 tarihinde yapılan enjeksiyon sonrası güçsüzlük atrofisinin mevcut olduğu belirtilmiştir. İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 27/2/2012 tarihli raporunda, başvurucunun sol kalçasından yaptırdığı iğneye bağlı olarak sol bacağında gelişen siyatik sinirin tibial ve fibuler dalındaki dejenerasyonun, başvurucunun yaşamını tehlikeye sokmadığı ancak başvurucu üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilemez nitelikte olduğu belirtilmiştir. Başvurucu ayrıca, enjeksiyon sonrasında sol bacağında meydana gelen siyatik sinir zedelenmesi nedeniyle özel bir merkezde fizik tedavisi görmüş ve depresyon tedavisi almıştır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına Yapılan Şikâyet Üzerine Yaşanan Süreç Başvurucu, 29/11/2011 tarihli dilekçe ile özetle, Hastanede uygulanan enjeksiyon sonucu sol bacağında şiddetli ağrı, yanma ve uyuşma olduğunu ve bacağını hissedemez hâle geldiğini belirterek, Hastane ile Hastanenin ilgili personeli hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. Dr. H. A., 28/12/2011 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde özetle, atılı suçlamayı kabul etmediğini, boğazında yaygın enfeksiyon, yüksek ateş ve kas ağrıları ile dahiliye kliniğine gelen hasta için order hazırladığını, yani hastanın sadece muayenesini yaptığını fakat hastaya herhangi bir tıbbi uygulamada bulunmadığını, hastanın acil servisine gidip voltaren isimli ağrı kesici iğneyi yaptırmasından sonra rahatsızlığının başlamış olduğunu belirtmiştir. Hemşire E. A., 4/1/2012 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu beyan dilekçesinde özetle, Dr. H. A.’nın talimatı doğrultusunda voltaren isimli ağrı kesici iğneyi sol kalça üst kısmından başvurucuya uyguladığını, enjeksiyonu doğru yere yaptığını ve suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, 17/4/2012 tarihli yazı ile başvurucu hakkındaki evrakı Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumuna göndermiş ve başvurucunun şikâyet bulgularının enjeksiyonu yapan kişinin kusur ya da dikkatsizliğinden kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespiti hususunda rapor istemiştir. Nöroloji alanında uzman bir üyenin de katılımıyla Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulu, başvurucunun şikâyet dilekçesini, Hemşire E. A.’nın ve Dr. H. A.’nın ifadelerini dikkate alarak ve Özel İ. Ş. Hastanesi ile Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde başvurucu hakkında düzenlenen belgeleri inceleyerek, 30/5/2012 tarihli raporu hazırlamış ve “(…) Mahmut Sancar’a 11 tarihinde Özel İ. Ş. Hastanesinde uygulandığı belirtilen enjeksiyon sonucu gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış yere uygulandığına dair kayıt bulunmadığı, enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması durumlarında da; ödem, hematom, ilacın difüzyon yoluyla sinire toksik etkisi, vücut yapısı, siyatik sinirin anatomik lokalizasyon farkı gibi nedenlerle nöropatinin gelişebileceği, nöropatinin; enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olarak değerlendirildiği oy birliği ile mütalaa olunur.” yönünde görüş bildirmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, 4/3/2013 tarihli ve Sor. No.2011/98759, K.2013/11217 sayılı kararıyla, Adli Tıp İhtisas Kurulu raporundaki değerlendirmeler doğrultusunda şüphelilere atfı kabil bir suç bulunmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle, şüpheliler hakkında taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin 9/4/2013 tarihli ve 2013/935 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Söz konusu karar, 26/4/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve 22/5/2013 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit edilmiştir.B. İlgili Hukuk Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı maddesi şöyledir:“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi ise şöyledir:“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarihli ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı şöyledir:“…Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak HUMK.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir. Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. ( BK. 386-390 ) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur ( BK.321/md. ) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.…” Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/19947, K.2012/3097, sayılı kararı şöyledir:“…Davadaki ileri sürülüşe ve kabule göre dava temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır ( BK. 386-390). Vekil, vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de; bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. 290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta, tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K.'nun 394/ maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır….” Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/10/2008 tarihli ve E.2008/11477, K.2008/11825 sayılı kararı şöyledir:“…Dava konusu olay nedeniyle davacıların Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet başvurusunda bulundukları anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu maddesine göre hukuk hakimi ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı değilse de verilecek mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olguları ile bağlıdır. Bu durumda mahkemece hazırlık soruşturması sonucunun eğer dava açılmış ise ceza davasının sonucunun beklenerek, hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde, hüküm kurulması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.…”
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3583
Başvuru, soğuk algınlığı şikâyetiyle gidilen özel bir hastanede yapılan iğne sonucu sakat kalınması ve bu duruma sebebiyet verdiği iddia edilen ilgili personel hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
0
Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle kararların icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Alacak İsteğine İlişkin Yargılama Süreci İller Bankası A.Ş. (Banka) Hatay ili Dörtyol ilçesi Kuzuculu-Yeşil-Altındağ İçme Suyu İnşaatı işini ihaleye çıkarmış ve başvurucunun murisi Ö. sunmuş olduğu teklifle ihaleyi almıştır. İhale gereğince taraflar arasında 18/12/1996 tarihli sözleşme imzalanmıştır. Başvurucunun murisi 17/8/1998 tarihli dava dilekçesiyle ihale öncesinde inşaat işini üstlendiği bölgenin terör bölgesi olduğu hususunda bilgilendirilmediği gibi idare tarafından gerekli tedbirlerin de alınmadığını, makine ve ekipmanını işin yapılacağı sahaya nakletmesine rağmen güvenliğin sağlanamaması nedeniyle işe başlayamadığını ve 6/5/1998 tarihinde teröristler tarafından gerçekleştirilen saldırı sonucunda sahada bulunan makine ve ekipmanın tahrip edildiğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla 000 TL (eski TL) maddi tazminatın tahsiline karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun murisi talep ettiği maddi tazminat miktarını ek dava ile 000 TL artırmış, hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle davalar birleştirilmiştir. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi 14/10/1999 tarihli karar ile davacının proje dışı yol yapımı ve boru ferşiyatından kaynaklanan toplam 000 TL maddi zararının davalı kurumdan tahsiline karar vermiş, diğer taleplerini reddetmiştir. Karar taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 13/4/2000 tarihli kararla davacının temyiz itirazlarının reddine karar vermiştir. Davalı Bankanın bir kısım temyiz itirazlarını haklı bulan Daire, proje dışı yol yapımından kaynaklanan alacağın usulüne uygun olarak belirlenmediğine, davalı idarenin hükme esas alınan bilirkişi raporuna yönelik itirazlarının karşılanmadığına ve yapılan işin varlığı ve metrajı taraflar arasında çelişkili olduğundan mahallinde keşif yapılması gerektiğine işaret ederek hükmün bozulmasına karar vermiştir. Başvurucunun murisi olan davacı karar düzeltme isteğinde bulunmuştur.Yargıtay Hukuk Dairesi 27/9/2000 tarihli kararında davacının makine ve ekipmanının teröristlerce yakılmasından kaynaklanan alacağa ilişkin karar düzeltme isteğini yerinde bulmuş ve gerekli araştırma ve incelemenin yapılması amacıyla hükmün bu kısmını da bozmuştur. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi bozmaya uymuş ve 19/7/2001 tarihli kararı ile proje dışı yol yapımından kaynaklanan 000 TL'nin tahsiline, boru ferşiyatından kaynaklanan alacak isteğinin ise reddine karar vermiştir. Mahkeme aynı kararda makine ve ekipmanın yakılmasından kaynaklanan tazminata ilişkin karar düzeltme isteği üzerine verilen bozma kararına karşı direnmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) 6/2/2002 tarihli kararla direnmeye konu makine ve ekipmanın teröristlerce yakılmasından kaynaklanan zarar istemine ilişkin direnme kararını bozmuş ve diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyayı Yargıtay Hukuk Dairesine göndermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 30/5/2002 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesinin proje dışı yol yapımından kaynaklanan 000 TL ödenmesi ve boru ferşiyatından kaynaklanan tazminat isteğinin reddine ilişkin 19/7/2001 tarihli kararının onanmasına ve direnme kararına konu tazminat isteği yönünden bozma çerçevesinde yargılama yapılmak üzere dosyanın mahalline iadesine karar vermiştir. Başvurucunun murisi olan davacı, boru ferşiyatından kaynaklanan 000 TL alacak isteği yönünden karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 16/1/2003 tarihli kararıyla bu talebi reddetmiştir. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi bozmaya uyarak makine ve ekipmanın teröristlerce yakılmasından kaynaklanan alacak talebi yönünden yargılamaya devam etmiştir. Mahkeme yargılama sonucunda 2/6/2005 tarihli kararla 000 TL alacağın değişen oranlarda avans faizi ile davalı Bankadan tahsiline karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/3/2006 tarihli kararı ile onanmış ve karar düzeltme isteğinin 16/10/2006 tarihinde reddiyle kesinleşmiştir.B. Alacağın İcrasına İlişkin Yargı Süreci Başvurucunun murisi Ö. 12/11/1999 tarihinde Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin 14/10/1999 tarihli kararına dayalı olarak davalı kurum hakkında 000 TL asıl alacak, 745 TL işlemiş faiz ve vekâlet ücretinden oluşan toplam 592 TL ödenmesi talebiyle icra takibi başlatmıştır. İcra takibine dayanak kararın bozulmasından sonra aynı mahkeme tarafından verilen 19/7/2001 tarihli karar icra dosyasına sunulmuştur. Borçlu Banka dosyaya sunulan ikinci karar üzerine 000 TL asıl alacak üzerinden hesaplanan 000 TL'yi alacaklı tarafa ödemiştir. Başvurucunun murisi aynı icra takibi üzerinden 30/1/2003 tarihinde asıl ve işleyen faiz alacağı olarak toplam 457 TL'nin ödenmesi talebinde bulunmuştur. Borçlunun şikâyeti üzerine Ankara İcra Hukuk Mahkemesi icra takibinin dayanağı olan 19/7/2001 tarihli kararda hüküm altına alınan 000 TL alacağı esas almış ve yapmış olduğu değerlendirmede 30/1/2003 tarihi itibariyle bakiye borcun 028 TL olduğu tespitini yapmıştır. Karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Borçlu anılan miktarı icra dosyasına yatırmıştır. Başvurucunun murisi, Ankara Asliye Ticaret Mahkemesine müracaat ile 14/10/1999 tarihli kararda hükmedilen 000 TL alacaktan proje dışı yol yapım bedeli olarak belirtilen 618,40 TL'lik kısmı düşüldükten sonra kalan 518,28 TL alacak miktarının kesinleştiğine dair şerh verilmesini istemiştir. Mahkemece bu isteğin kabulüyle 5/5/2008 tarihinde ilgili karara düşülen şerh, itiraz üzerine 27/5/2008 tarihinde iptal edilmiştir. Kesinleştirme şerhi verilip bu şerh henüz iptal edilmeden önce başvurucu murisi şerhte belirtilen 518,28 TL alacak üzerinden asıl ve işlemiş faiz alacağı olarak toplam 036,59 TL ödenmesi talebinde bulunmuştur. İcra müdürlüğü anılan miktarı içerir 13/5/2008 tarihli muhtırayı borçluya göndermiştir. Borçlu, işlemi şikâyet etmiş; Ankara İcra Hukuk Mahkemesi 21/1/2009 tarihli karar ile 036,59 TL ödenmesine dayanak yapılan kesinleştirme şerhi daha sonradan iptal edildiğinden ve takibin dayanağı olan mahkeme kararında hüküm altına alınan 860,17 TL üzerinden hesaplanan borç miktarı da icra takibi sırasında borçlu tarafından ödendiğinden şikâyetin kabulüyle 13/5/2008 tarihli muhtıranın iptaline karar vermiştir. Karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucunun murisi 5/5/2008 tarihli kesinleştirme şerhine dayanarak borçluya icra müdürlüğü vasıtasıyla 13/5/2008 tarihli muhtıranın içeriği ile benzer şekilde 17/6/2008 tarihinde ikinci bir muhtıra göndermiştir. Borçlunun şikâyeti üzerineAnkara İcra Hukuk Mahkemesi, 19/10/2010 tarihli kararıyla daha önceki kararındaki gerekçeye atıf yaparak şikâyetin kabulüne karar vermiş ve muhtırayı iptal etmiştir. Karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Tazminat Davalarına İlişkin Yargılama Süreci Başvurucunun murisi 17/10/2011 tarihli dilekçesiyle, Ankara İcra Hukuk Mahkemesinin 21/1/2009 ve 19/10/2010 tarihli kararlarını veren hâkimler ile bu kararların temyiz ve karar düzeltme incelemesinde görev alan Yargıtay daire başkanı ve üyelerinin verdikleri bu kararlarla daha önceden lehine kesinleşmiş bulunan hükmü hukuka aykırı olarak ortadan kaldırdıklarını ve bunun sonucunda kişilik haklarının ihlal edildiğini belirterek ihlalin tespiti ve manevi tazminata karar verilmesi talebiyle, ilgili hâkimlere karşı dava açmıştır. Başvurucu aynı dilekçede ayrıca, kesinleştirme şerhine ve bu şerh üzerine yapılan icra müdürlüğü işlemlerine karşı şikâyet yoluna giden Banka'yı da aynı nedenlerle sorumlu tutmuş ve davalı olarak göstermiştir. Yargıtay HGK (ilk derece mahkemesi sıfatıyla) yapmış olduğu yargılama sonucunda16/12/2011 tarihli kararla davanın usulden reddine karar vermiştir. Aynı kararda ayrıca, Banka'ya yönelik davaya ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakılamayacağından tefriki ile ayrı bir esasa kaydedilmesine karar vermiştir. Yargıtay HGK tefrik edilen dosya yönünden yapmış olduğu yargılamada 16/12/2011 tarihli kararla dava dilekçesinin görev yönünden reddiyle dosyanın talep hâlinde görevli Ankara Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu murisi Yargıtay HGK'nıniki kararını temyiz etmiş, Yargıtay Büyük Genel Kurulu 21/1/2013 tarihli kararları ile iki kararı da onamıştır. Talep üzerine kişilik haklarına saldırı iddiasıyla Banka aleyhine açılan davada yargılamaya asliye hukuk mahkemesinde devam edilmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 17/6/2014 tarihli kararıyla davalı Banka'nın eylem ve işlemlerinde hukuka aykırılık bulunmadığından davanın reddine karar vermiştir. Hüküm Yargıtay denetiminden geçerek 29/9/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai karar 3/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 30/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18748
Başvuru, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle kararların icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 30/6/2011 tarihinde açtığı dava 12/6/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 7/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23517
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, öğretmen olan başvurucunun eğitim-öğretim yılı başlangıcı seminer çalışmasında Millî Eğitim Bakanı'nın telekonferans yoluyla gerçekleştirdiği konuşmayı protesto etmesi nedeniyle hakkında disiplin cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru konusu olayların yaşandığı tarihte Kocaeli'de bir ilkokulda sınıf öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucu aynı zamanda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Sendika) üyesi olduğunu da ifade etmiştir. Başvurucu, Sendikanın 2012-2013 eğitim-öğretim yılı başlangıcı seminer döneminde Millî Eğitim Bakanı'nın telekonferans yoluyla yapacağı konuşmayı, konuşma sırasında salon dışında bekleyerek protesto etme kararı aldığını belirtmiştir. Başvurucu, Sendikanın bu kararı almasına sebep olarak Millî Eğitim Bakanı'nın bir konuşmasında öğretmenleri Yeni Cami önünde bekleyen güvercinlere benzetmesini göstermiş ve bu açıklamanın kamuoyunda infiale sebep olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, öğretmenlik yaptığı ilkokulda Sendikanın söz konusu kararını icra etmesi sebebiyle hakkında disiplin soruşturması başlatıldığını ve kınama cezasına hükmedildiğini belirtmiştir. Başvurucu söz konusu disiplin cezasının iptali talebiyle idari yargıda dava açmıştır. İlk derece mahkemesi davayı reddetmiştir. Ret kararının gerekçesinde; Millî Eğitim Bakanı'nın mesleki gelişim eğitiminde telekonferans sistemi ile konuşmaya başladığı esnada başvurucunun Millî Eğitim Bakanı'nı protesto edici konuşmalar yaparak alkış tuttuğu, salonu terk etmeleri için diğer öğretmenlerden destek istediği ve salonun huzurunu bozarak birkaç arkadaşı ile salonda gezinmeye başladıkları belirtilmiştir. Bunun üzerine İzmit İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünde görevli Şube Müdürü'nün toplantının huzur ve sükûnunun bozulmaması için dinlemek istemeyenlerin dışarı çıkabileceğini söylediği, akabinde yaşanan tartışmalar sonucu salon dışına çıkan başvurucunun Sendikanın Kocaeli Şube Başkanı ve bir grup yönetici ile birlikte salona döndükleri, burada Sendika kararının açıklandığı, ayrıca İzmit İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünde görevli Şube Müdürü tarafından başvurucuya fiziksel şiddet uygulandığı ileri sürülerek protestoya devam edildiği ifade edilmiştir. Soruşturma raporunda yer alan tanık ifadeleri incelendiğinde başvurucunun kendisine şiddet uygulandığına ilişkin iddiasının tanıklar tarafından doğrulanmadığını belirten ilk derece mahkemesi, başvurucunun eyleminin Sendika tarafından alınan sivil itaatsizlik kararı kapsamında bir protesto olarak da değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir. Nitekim Mahkeme, herhangi bir davranışın sivil itaatsizlik eylemi sayılabilmesi için hukuk normlarının uygulamasının ağır bir haksızlığa yol açması gerektiğini ve somut olayda böyle bir durum bulunmadığı gibi başvuru konusu eylem gerçekleştirilirken üçüncü kişilerin toplantıya katılma, dinleme gibi haklarının da çiğnendiğini tespit etmiştir. Sonuç olarak başvurucunun eylemi ile toplantıya huzur ve sükûnu bozacak şekilde müdahale etmesinin sendikal faaliyet kapsamında da değerlendirilemeyeceğini belirten ilk derece mahkemesi, başvurucuya 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin (B) bendinin (1) alt bendi uyarınca kınama cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığına hükmetmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucunun talebi, kararın bozulmasını gerektirecek nedenler bulunmadığından bahisle reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı karar düzeltme talebi de ilgili Kanun'da yazılı herhangi bir karar düzeltme sebebi bulunmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Nihai ret kararı başvurucuya 14/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...B. Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...l) Kurumların huzur, sükün ve çalışma düzenini bozmak."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7757
Başvuru, öğretmen olan başvurucunun eğitim-öğretim yılı başlangıcı seminer çalışmasında Millî Eğitim Bakanı'nın telekonferans yoluyla gerçekleştirdiği konuşmayı protesto etmesi nedeniyle hakkında disiplin cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Gülnar Belediyesi aleyhine başlatılan icra takibinde 1998 yılında kesinleşen alacağın yirmi dört yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 20/2/2020 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6566
Başvuru, Gülnar Belediyesi aleyhine başlatılan icra takibinde 1998 yılında kesinleşen alacağın yirmi dört yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, örgün eğitim dışına çıkarma disiplin cezasıyla cezalandırılması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Olayların gerçekleştiği 2019 yılında başvurucu Çankırı 15 Temmuz Şehitler Anadolu Lisesinde (Lise) sınıf öğrencisidir. Başvurucu hakkında 18/12/2019 tarihinde derste sınıf arkadaşını bıçakla yaralamaya teşebbüs ettiği gerekçesiyle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Soruşturma neticesinde başvurucunun Öğrenci Ödül ve Disiplin Kurulunun 27/12/2019 tarihli kararıyla Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği'nin maddesinin dördüncü fıkrasının (ı) bendi uyarınca örgün eğitim dışına çıkarma disiplin cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar mevzuat gereği İl Öğrenci Disiplin Kurulunun onayına sunulmuştur. İl Öğrenci Disiplin Kurulu; suçla ilgili raporlamanın usule uygun uygun olduğu, suçun bilgi ve belgelerle ispatlandığı, suçun karşılığı olarak önerilen teklifin yerinde ve gerekçelerinin uygun olduğunu değerlendirerek verilen cezayı 7/1/2020 tarihinde onaylamıştır. Anılan karara başvurucunun velisi tarafından itiraz edilmesi üzerine karar Üst Disiplin Kuruluna gönderilmiştir. Üst Disiplin Kurulu itirazı, Kurul başkanının karşıoyuyla 15/1/2020 tarihinde reddetmiştir. Kurul Başkanı örgün eğitim dışına çıkarma cezasının öğrencinin psikolojisi üzerinde oluşturacağı muhtemel zararlar dikkate alınarak itirazın kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle karara muhalif kalmıştır. Başvurucunun velisi, anılan karara karşı Kastamonu İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Ayrıca konuyla ilgili olarak Çankırı Cumhuriyet Başsavcılığına da suç duyurusunda bulunulmuştur. Başsavcılık eylemin yaralamaya yönelik gerçekleştirildiğine dair yeterli şüphe oluşturulacak nitelikte delil bulunmadığını belirterek 4/3/2020 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. İptal davasını gören İdare Mahkemesi; İl Millî Eğitim Müdürünün hem İl Disiplin Kurulunda hem de Üst Disiplin Kurulunda yer aldığını, aynı kişinin hem kararı veren hem de karara yönelik itirazı inceleyen kurulda olması nedeniyle itiraz incelemesinin objektif ve tarafsız bir şekilde yapılamayacağını belirtmiştir. Ayrıca başvurucu hakkında mala zarar verme, basit yaralama, yivli ve yivsiz silahlarla, bıçak ve diğer aletleri sırf saldırı amacıyla taşıma suçlarından yürütülen ceza soruşturmasında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu sebeple başvurucunun örgün eğitim dışına çıkarma cezasını gerektiren fiili işlediğinden bahsedilemeyeceğini belirterek dava konusu işlemi 1/6/2020 tarihinde iptal etmiştir. İdare anılan kararı istinaf kanun yoluna taşımıştır. İstinaf incelemesini yapan Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 16/9/2020 tarihinde anılan kararı oyçokluğuyla kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Bölge İdare Mahkemesi, İl Millî Eğitim Müdürünün hem İl Disiplin Kurulunda hem de Üst Disiplin Kurulunda yer almasının Yönetmelik'le düzenlendiğini belirtmiştir. Ayrıca Kurulların oluşumu, üye sayısı, başkanlarının birbirinden farklı olması ve İl Millî Eğitim Müdürünün doğrudan olayın muhatabı, soruşturanı veya öğrencinin disiplin kuruluna sevkini sağlayan kişi olmamasını dikkate alarak Kurulların oluşumunda mevzuata aykırı bir durum olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanan soruşturmanın mala zarar verme, basit yaralama, yivli ve yivsiz silahlarla, bıçak ve diğer aletleri sırf saldırı amacıyla taşıma suçlarına ilişkin olduğunu, oysa disiplin soruşturmasına konu suçun bıçakla yaralamaya teşebbüs etme suçu olduğu, dolayısıyla eylem aynı olsa da disiplin ve ceza soruşturmalarının konusunun tam olarak örtüşmediğini belirtmiştir. Sonuç olarak ceza soruşturmasında, mağdur çocukta herhangi bir kesi olmaması nedeniyle yaralama eylemi yönünden yeterli delil bulunmadığı belirtilmişse de bıçakla yaralamaya teşebbüs etme eylemi yönünden başvurucunun isnat edilen fiili işlediğinin sabit olduğu belirtilmiş ve idare mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamıştır. Nihai karar, başvurucuya 29/10/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu'nun "Örgün ve yaygın eğitim" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Türk milli eğitim sistemi, örgün eğitim ve yaygın eğitim olmak üzere, iki anabölümden kurulur. Örgün eğitim, okul öncesi eğitimi, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarını kapsar. Yaygın eğitim, örgün eğitim yanında veya dışında düzenlenen eğitim faaliyetlerinin tümünü kapsar." Aynı Kanun'un "Ortaöğretimden yararlanma hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İlköğretimini tamamlayan ve ortaöğretime girmeye hak kazanmış olan her öğrenci, ortaöğretime devam etmek ve ortaöğretim imkanlarından ilgi, istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde yararlanmak hakkına sahiptir." 7/9/2013 tarih ve 28758 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan ve olay tarihinde yürürlükte olan Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "disiplin cezaları" başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Öğrencilere, disiplin cezasını gerektiren davranış ve fiillerinin niteliklerine göre;a) Kınama,b) Okuldan kısa süreli uzaklaştırma,c) Okul değiştirme,ç) Örgün eğitim dışına çıkarma cezalarından biri verilir. (2) Disipline konu olan olaylar okul öğrenci ödül ve disiplin kurulunda görüşülüp karara bağlandıktan sonra;a) Kınama ve okuldan kısa süreli uzaklaştırma cezaları okul müdürünün,b) Okul değiştirme cezası, ilçe öğrenci disiplin kurulunun,c) Örgün eğitim dışına çıkarma cezası, il öğrenci disiplin kurulunun,onayından sonra uygulanır." Aynı Yönetmelik'in "Disiplin cezasını gerektiren davranış ve fiiller" başlıklı maddesinin "Örgün eğitim dışına çıkarma cezasını gerektiren davranışlar" alt başlıklı dördüncü fıkrasının (ı) bendi şöyledir: "Yaralayıcı, öldürücü her türlü alet, silah, patlayıcı maddeleri kullanmak veya fiziki güç kullanmak suretiyle bir kimseyi yaralamaya teşebbüs etmek, yaralamak, öldürmek, maddi veya manevi zarara yol açmak"
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34927
Başvuru, örgün eğitim dışına çıkarma disiplin cezasıyla cezalandırılması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucuya tedavisine ilişkin belgelerin verilmemesi ve üvey annesinin ziyaret etmesinin engellenmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca adli yardım talebinin kabulüne ve kabul edilmezlik kararı verilmeyen kısmı yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla Osmaniye 1 No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır. A. Tıbbi Belgelerin Verilmediği İddiasına İlişkin Süreç Başvurucu, Osmaniye İnfaz Hâkimliğinden (İnfaz Hâkimliği) 27/4/2018 tarihli dilekçesiyle Osmaniye Devlet Hastanesinde çeşitli tarihlerde yaptırdığı tahlil sonuçlarını istemesine rağmen İnfaz Kurumu tarafından verilmediğini belirterek mağduriyetinin giderilmesini talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği 10/5/2018 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun sağlık evrakını istemesi konusunda somut bir gerekçe sunmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca ceza infaz kurumunun yapısı gözetildiğinde koğuşta çok sayıda belge bulundurulmasının yangın çıkmasına veya çıkarılmasına sebebiyet verebileceği, mahpusun talebi hâlinde ya da ilgili kurum veya kuruluşlar tarafından istenilmesi durumunda tıbbi belgelerin istenilen yere gönderilebilineceği ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 28/5/2018 tarihinde, itiraz edilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar 18/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ziyaret İzninin Verilmediği İddiasına İlişkin Süreç Başvurucu, Osmaniye İnfaz Hâkimliğinden (İnfaz Hâkimliği) 6/3/2018 tarihli dilekçesiyle, babasının resmî eşi ve kendisini büyüten üvey annesiyle kapalı ve açık görüş yaptırılmadığını belirterek mağduriyetinin giderilmesini talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği 8/3/2018 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'ye (667 sayılı OHAL KHK'sı) göre tutuklu olanların belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebileceği vurgulanarak İnfaz Kurumunun uygulamasının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 31/5/2018 tarihinde, İnfaz Hâkimliği kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar 8/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" (1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir." 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumunda Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in "Bulundurulabilecek hayvanlar ve diğer eşyalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Ceza infaz kurumu işyurdu yönetim kurulunca kantinde satışına karar verilen, bu Yönetmelikte sayılmayan ve kurum güvenliğini tehlikeye düşürmeyen eşyaların stok oluşturmayacak şekilde koğuş, oda ve eklentilerde bulundurulmasına izin verilebilir." 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir..." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Soruşturma ve kovuşturma evrelerinde tutuklular, kurumun bu husustaki genel düzenine uymak suretiyle ziyaretçi kabul edebilirler. Ancak soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkeme, soruşturmanın veya davanın selameti bakımından tutuklunun ziyaretçi kabulünü yasaklayabilir veya bu hususta kısıtlamalar koyabilir." 667 sayılı OHAL KHK'sının "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi şöyledir:"Tutuklu olanlar, belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir. Adalet Bakanlığı ile Cumhuriyet başsavcılığının yetkileri saklıdır. Tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak onbeş günde bir ve bu bentte sayılan kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilirler."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20084
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucuya tedavisine ilişkin belgelerin verilmemesi ve üvey annesinin ziyaret etmesinin engellenmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, idare hukukunun aksine iş hukukunda işverenin işletmeyle ilgili kararlarına karşı başvurulabilecek yargısal bir yol bulunmaması ve iş yeri değişikliği işleminin iptali için açılan davanın reddedilmesi nedenleriyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ve maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/12/2013 tarihinde İzmir İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Toplu İş Sözleşmesi (TİS) hükümleri uygulanan Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Ege Bölge Müdürlüğünde ambarcı unvanı ile işçi olarak çalışmakta iken kadrosuna ihtiyaç bulunmadığı gerekçesiyle önce kat hizmetlerinde, buna itirazı üzerine de yemekhane iaşe hizmetlerinde görevlendirilmiştir. Başvurucunun, bu görevlendirmeye de kadrosuyla ilgisi bulunmadığından bahisle itiraz etmesi üzerine Ege Bölge Müdürlüğünde kadrosuna ihtiyaç bulunmadığı gerekçesiyle Kızılcahamam Bölge Müdürlüğüne nakli yapılmıştır. Başvurucu, nakil işlemini ihtirazi kayıtla kabul edip yeni görev yerinde işe başlamış; 17/11/2011 tarihinde ise bu işlemin iptali için dava açmıştır. İzmir İş Mahkemesi 17/10/2012tarihli ve E.2011/843, K.2012/474 sayılı kararı ile iş hukukunda bir işin yürütülmesi ile ilgili her türlü işletmesel kararı alma ve uygulama hak veyetkisinin işverene ait olduğu, idare hukukunun aksine iş hukukunda -işten çıkarma ile sonuçlanan kararlar hariç- işverenin işletmesel kararlarının yerindeliğinin yargı yoluyla da olsa denetlenemeyeceği ancak iş güvencesi hükümleri nedeniyle işten çıkarma ile sonuçlanan kararların ve bu kararlara dayalı uygulamaların yargı denetiminde olduğu, somut olayda davacının iş akdinin feshedilmediği, yeniden yapılanma sonucu kadrosuna ihtiyaç kalmaması nedeniyle başka işlerde görevlendirildiği, verilen yeni işleri kabul etmemesi üzerine ihtiyaç bulunan başka bir yere naklinin yapıldığı, yapılan bu işlemde kanuna ve TİS’e aykırılık olmadığı, cezai mahiyette bile olsa TİS’e göre bu işlemin iptalinin istenemeyeceği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/9/2013 tarihli ve E.2013/7663, K.2013/14356 sayılı ilamıyla onanmıştır. Nihai karar olan Yargıtay onama ilamı, başvurucuya 3/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 30/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi şöyledir:“İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir.Taraflar aralarında anlaşarak çalışma koşullarını her zaman değiştirebilir. Çalışma koşullarında değişiklik geçmişe etkili olarak yürürlüğe konulamaz.” İş yerinde uygulanan TİS’in maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “İşe alınan işçiler işveren tarafından belirtilen yerlerde ve saatlerde MTA iş tanımlarında belirtilen işleri yapmak zorunda olduğu işçilerin cezai mahiyette olmamak şartıyla atandıkları pozisyonda gerektiği taktirde iş yeri mahallinde unvanı ve niteliği benzer pozisyonlarda veyahut birbirine benzer işlerde çalıştırılmaları esastır. Yukarıda belirtilen şekilde çalıştırılmak kaydıyla işçilerin iş yeri içinde veya aynı şehir içinde çalışma yerleri geçici veya sürekli olarak rızaları aranmaksızın değiştirilebilir...iş hacminin azalması, iş yükünün azaltılması, arama tekniğinin geliştirilerek değiştirilmesi, hizmetin belirli bir bölgede yoğunlaştırılması ve plan, program ve projeler olarak hizmetin belirli sürede bitirilmesi gibi zorunlu nedenlerle ihtiyaç fazlası veya hizmetine ihtiyaç duyulan işçiler, işverenin iş gücü ihtiyacı bulunan diğer şehirlerdekiiş yerlerinde niteliklerine uygun olmak kaydı ile aynı veya başka sanat unvanlarına nakledilebilir. Ancak nakli kabul etmediğini 6 iş günü içerisinde işverene bildirdiği taktirde İş Kanunu’nun ilgili maddesine göre işçinin iş sözleşmesi feshedilir. Bu esaslar MTA Ege Bölge Müdürlüğüne bağlı tüm iş yerlerinde görevlendirilme ve nakil için de geçerlidir. Bu şekilde nakillerde işçilerin yevmiyeleri önceki yevmiyelerinden aşağı düşürülemez.”
Kapsam dışı haklar
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9807
Başvuru, idare hukukunun aksine iş hukukunda işverenin işletmeyle ilgili kararlarına karşı başvurulabilecek yargısal bir yol bulunmaması ve iş yeri değişikliği işleminin iptali için açılan davanın reddedilmesi nedenleriyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ve 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tapu iptali ve tescil talebiyle açılan davada uzun süredir devam eden yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma ve çelişmeli yargılama hakları ile silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, taşınmaz satış vaadi ile müteahhitten satın aldığı taşınmazın hukuka aykırı ve kötü niyetli olarak bir başkasına devredilmesi nedeniyle 18/8/2004 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 9/12/2004 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 7/6/2005 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 28/3/2006 tarihli karar ile Mahkemenin görevsizliğine, talep edildiği takdirde dava dosyasının görevli ve yetkili Ankara Tüketici Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Görevsizlik kararı üzerine Ankara Tüketici Mahkemesinin E.2006/725 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 19/12/2006 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Daire 5/6/2007 tarihli ilamı ile başvurucu tarafından bildirilen tanıklar dinlenmeden hüküm kurulduğu gerekçesiyle anılan kararı bozmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 6/3/2014 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Daire 27/10/2014 tarihli ilamı ile taraf teşkili sağlanmadan hüküm kurulduğu gerekçesiyle anılan kararı bozmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.2015/464 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2890
Başvuru, tapu iptali ve tescil talebiyle açılan davada uzun süredir devam eden yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma ve çelişmeli yargılama hakları ile silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl yeniden uzatılmayarak 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu, en son Tufanbeyli hâkimi olarak görev yapmıştır. Başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 10/8/2016 tarihli kararıyla görevinden uzaklaştırılmış; 24/8/2016 tarihli kararıyla da meslekten çıkarılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla meslekten çıkarılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Kozan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan bir soruşturma kapsamında 13/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu aynı tarihte Kozan Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle liseyi bitirene kadar dershaneye gitmediğini, üniversiteyi kazanamadığı için dershaneye gitmek zorunda kaldığını, bulunduğu ilçede iki dershane olduğunu, diğerinin çok kötü olması nedeniyle kayıt sırasında cemaat dershanesi olduğunu bilmediği Aksu Dershanesini seçtiğini, iki sene bu dershaneye kendi evinden gelip gittiğini, bu sırada cemaat yurtlarında kalmadığını, programlarına katılmadığını, hukuk fakültesinde öğrenim görürken de kesinlikle FETÖ/PDY ile bağlantılı kişi, kurum, yurt, ev ile hiçbir ilişkisinin olmadığını, örgütün sohbetlerine ve toplantılarına gitmediğini belirtmiştir. Başvurucu; hâkimlik sınavlarına kendi imkânlarıyla hazırlandığını, hazırlık ve mülakat sürecinde FETÖ/PDY ile bağlantılı hiçbir kimseden yardım almadığını, hâkimlik staj döneminde de örgüt üyesi kişilerle ilişkisinin olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, darbe teşebbüsünden sonra HSYK tarafından meslekten uzaklaştırılmasının sebeplerinden birinin 2014 yılında HSYK seçimleri döneminde izne ayrılması olduğunu ancak bağımsız adaylar lehine herhangi bir seçim faaliyeti yürütmek için izin almadığını, birlikte çalıştığı diğer arkadaşının izin dönüşünden sonra söz konusu tarihte izin alabildiğini, annesine bakan ablasının ameliyat olması nedeniyle yalnız yaşayan annesine bakmak zorunda olduğunu, seçim dönemiyle ailevi zorunluluklarının denk geldiğini, seçim döneminde ailesinin yanında olduğunu ve o yerde oy kullandığını, sandık mahallinde bulunmadığını, müşahitlik yapmadığını veya kamera çekimi yapmadığını belirtmiştir. Başvurucu; meslekten uzaklaştırılmasının diğer sebebinin ise 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinde aday olan Y.A. olduğunu, 2013 yılında Anayasa Mahkemesi raportörü olan H.A.nın düzenlediği Maraşlılar yemeğinde Y.A. ile tanıştırıldığını, Y.A.nın kendisine telefon numarasını verdiğini, kendisini HSYK seçimlerinden önceki süreçte mesleki soru sormak için aradığını ve oradan hukukları olduğunu, HSYK seçim döneminde de H.A.nın Y.A.nın ülkücü camiadan biri olduğunu söylemesi üzerine "Ülkücü camiadan olduğu için oy veririm." dediğini, seçim döneminde kendisinden fikir soran ve kendisinin fikir sorduğu kişilere de bir tek Y.A.yı tanıdığını, ona kesin oy vereceğini, diğerlerini de duruma göre değerlendireceğini, daha kim olduklarını bilmediğini söylediğini ifade etmiştir. Başvurucu; liseyi bitirdikten sonra iki yıl bu örgütle bağlantılı dershaneye gitmesi dışında hayatının hiçbir döneminde FETÖ/PDY ile bağlantısının olmadığını ve yolunun kesişmediğini savunmuştur. Başsavcılık, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 13/8/2016 tarihinde Kozan Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Kozan Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı tarihte yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu sorgudaki ifadesinde önceki anlatımlarına ek olarak Y.A.nın örgütle bağlantılı olduğunu öğrendikten sonra kendisini tanıştıran H.A.yı arayarak bu şahsı kendisine yanlış tanıttığını, Y.A.ya ülkücü olduğu için oy vereceğini söylediğini ve böyle bir düşünce ile oy verdiğini, bunun haricinde bağımsız adaylardan A.N.E.ye, H.T.ye ve Yargıçlar ve Savcılar Birliğinden (YARSAV) aday olan soyadını hatırlayamadığı ve isimli hâkimlere oy verdiğini, bunun haricindeki oylarını da Yargıda Birlik Platformu (YBP) adaylarına verdiğini belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Hâkimlik, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, bu aşamada tutukluluk tedbirini haklı kılacak ve atılı suçla ilgili kuvvetli suç şüphesini gösteren delillerin bulunuyor olması, tutukluluk tedbirinin bu aşamada somut olayla ölçülü olması, tutukluluktan beklenen faydanın adli kontrol hükümleri ile giderilemeyeceği, atılı suça öngörülen ceza miktarı da dikkate alındığında şüphelinin kaçma, saklanma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olması, atılı suçun CMK 100/3-a maddede sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle Başsavcılığının talebinin kabulü ile şüphelinin CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına... [karar verildi.]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ceyhan Sulh Ceza Hâkimliğince1/9/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Soruşturma aşamasında 18/10/2016 tarihinde dinlenen tanık E.Y.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Birlikte öğrenim gördüğümüz ve aynı dönemde staj yaptığımız için Yahya'yı yakından tanıyorum. ... Bu süre zarfında FETÖ/PDY yapılanması ile doğrudan veya dolaylı olarak herhangi bir irtibatına şahit olmadım zira öğrenim gördüğümüz dönemde de sınıf mevcudumuzun az olması sebebiyle kimlerin FETÖ/PDY yapılanması bünyesinde yer aldığını yakinen biliyorduk. Yine Yahya'nın bu yapılanmanın düşünce yapısıyla da herhangi bir şekilde örtüşür yanı olmadığı gibi zaman zaman bu yapı aleyhine söylemlerine de şahit oldum. ...HSYK seçimlerine 2-3 ay kala Yahya beni telefonla aradı. Hal hatır sorduktan sonra seçimlerde bağımsız aday olan Ankara Hakimi Y.A.nın hemşerisi olduğunu, seçimlerde ona oy vermemi istedi. Yine bağımsız adaylardan İ.Ç. hakkında da iyi şeyler duyduğunu söyledi. Ben kendisine daha erken olduğunu, Alaşehir savcısı olan A. ve A. Hoca'yla görüştükten sonra bakarız diye söyledim. Akabinde 4-5 kere beni aradı. Aynı şekilde Y.A.ya oy istedi. Kendisine A. Hocanın aradığını, Hoca'nın Yargıda Birlik Platformu (YBP) listesinde aday olan İ.Ç.yi tanıdığını, kendisinin bu listeyi desteklediğini ve listedeki adayların bağımsız aday olanlardan daha bağımsız olduğunu, bağımsız adayların sıkıntılı olduğunu söylediğini kendisine belirterek A. ile konuşup konuşmadığını söyledim. Bana konuştuğunu, yine Hoca'nın kendisiyle de görüştüğünü ve YBPden aday olanlara oy vermesini istediğini söyledi. Yahya bana aslında YBP listesinden aday olanlara oy vermeyeceğini, ancak Hoca'nın hatırı için bu listeden bir kaç kişiye oy vereceğini söyledi. Yanlış hatırlamıyorsam seçime bir hafta kala bir veya iki defa yine beni aradı, ancak ben açamadım. Bunun üzerine seçim günü bana kendisinin oy vereceği listeyi mesajla attı. Aynı mesajı A.ya da gönderdiğini mesajda belirtmişti. Listede FETÖ/PDY yapılanması adına hareket eden 6 veya 7 tane bağımsız adayla birlikte 4 veya 5 tane YBP üyesi de vardı. HSYK seçimleri sonrasında kendisiyle yaptığımız görüşmede YBP adaylarının kazanmasını 'hayırlısı buymuş' şeklinde yorumladı. Sonrasında kendisiyle telefonda görüşmelerimizde seçim konusuyla ilgili herhangi bir konuşmamız olmadı. Kendisini ihraç ve tutuklamaya kadar götüren bu sürecin sebebinin HSYK seçimlerinde yapılanmanın desteklediği Ankara Hakimi Y.A.nın kazanması için seçim sürecinde rol üstlenmesi olduğunu düşünüyorum ancak sırf bu nedenle örgütün içerisinde yer aldığını düşünmüyorum, eğer olsaydı kendisini tanıdığım 9 yıllık süre zarfında bunu bilirdim. Yukarıda da ifade ettiğim üzere Yahya'nın FETÖ/PDY yapılanması ile dolaylı veya doğrudan bir ilişkisinin olmadığını söyleyebilirim ..." Soruşturma aşamasında dinlenen bazı tanıkların beyanının ilgili kısmı şöyledir:- A.Ü. "Başvurucuyu öğrencisi olması nedeniyle tanıdığını, hakimlik mülakatı için kendisine referans olduğunu, 2014 HSYK seçimlerine kadar başvurucu hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne yakın olduğuna dair herhangi bir bilgisinin veya görgüsünün olmadığını, başvurucuyu 2014 HSYK seçimleri için arayarak Yargıda Birlik adayları için destek istediğini, ancak başvurucunun bağımsızlara da oy vereceğini içlerinde tanıdıkları olduğunu söylediğini, sosyal medyada muhalif bir paylaşımını gördüğünü" belirtmiştir.- A. "Başvurucuyu fakülteden tanığını, adaylık süresi içerisinde Akademi'de görüştüklerini, aynı ilde görev yapmaları nedeniyle de dönem dönem görüştüklerini, bu zaman zarfında örgütle irtibatına rastlamadığını, başvurucunun kendisine HSYK seçimleri öncesinde hemşehrisi olan Y.A.ya destek verme hususunda telkinde bulunduğunu, seçim günü de sabah oy vereceği kişilere dair bir listeyi kendisine mesajla gönderdiğini, bunların arasında YBP adaylarının da bulunduğunu, başvurucunun örgüt üyesi olduğuna ilişkin bilgisinin olmadığını, buna dair herhangi bir söylem veya eylemine de şahit olmadığını" ifade etmiştir.- S. "Başvurucunun fakülteden sınıf arkadaşı olduğunu, aynı dönemde staj yapıp mesleğe birlikte başladıklarını, başvurucunun bu süre zarfında örgütle bir irtibatının olmadığını, ancak kendisinden ve bir kaç arkadaşından 2014 HSYK seçimleri öncesinde örgüt adına bağımsız aday olarak hareket eden Y.A. için oy istediğini, başvurucunun bunu adı geçen kişiyle hemşehrilik ilişkisi nedeniyle yaptığı kanaatinde olduğunu, zira başvurucunun kendisine 'Y.A. seçilsin onun haricinde kimin seçildiğiyle ilgilenmiyorum' şeklinde bir cümle kullandığını" ifade etmiştir. Başsavcılık 12/7/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğini iddia etmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:i. HSYK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile başvurucunun meslekten çıkarıldığı belirtilmiştir. ii. Tanık sıfatıyla anlatımlarda bulunan E.Y.nin (bkz. § 18) ifadelerindeki bazı hususlara yer verilmiştir.iii. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/26827 soruşturma sayılı dosyası üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında 2010 yılında yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı'nda (KPSS) usulsüzlük dosyasının şüpheli listesinde başvurucunun yer aldığı tespit edilmiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 19/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemenin E.2017/137 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu, tutukluluğunun devamına ilişkin bu karara itiraz etmiş; Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 4/8/2017 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Anılan karar başvurucuya 28/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 11/9/2017 tarihinde yargılama yapma yetkisinin Adana Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir. Yetkisizlik kararı üzerine dosyanın tevzi edildiği Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/172 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya devam edilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 24/10/2017 tarihli tensip zaptıyla "soruşturma aşamasında dinlenen tanık beyanları, mevcut delil durumu, tutuklulukta kaldığı süre ve dosya içerisindeki bilgi ve belgeler nazara alındığında adli kontrol hükümlerinin yeterli olacağı" gerekçesiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucu hakkında yurt dışına çıkmama ve konutu terk etmeme adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına hükmetmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 29/1/2018 tarihinde yetkili ve görevli mahkemenin Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi olduğu gerekçesiyle yetkisizliğine, olumsuz yetki uyuşmazlığı çıkmış olması ve yetkili mahkemenin belirlenmesi amacıyla dosyanın ilgili Yargıtay dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 13/3/2018 tarihli kararıyla Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiş ve anılan karar üzerine yargılamaya Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/150 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 23/1/2020 tarihli iddianame ile başvurucunun resmî belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede, alınan bilirkişi raporlarına göre başvurucunun 2010 yılı KPSS'nin genel yetenek-genel kültür testlerinden toplamda 90 ve üzeri net yapan 706 adayın içinde bulunduğu, ayrıca cevabı koyu olarak işaretlenerek sınavdan önce sızdırıldığı belirtilen üç sorudan en az bir soruda yanlış seçeneğe giden 841 aday içinde olduğu ve genel yetenek testinin sorusunda diğer şüpheli adaylar ile birlikte yanlış cevapta birleştiği belirtilmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı; bilirkişi raporunda başvurucunun durumunun kuvvetli şüpheli olarak nitelendirildiği gerekçesiyle resmî belgede sahtecilik suçunun işlendiğini, başvurucunun 2010 yılı KPSS kapsamında herhangi bir kuruma yerleşmemesi nedeni ile kamu kurumu ve kuruluşları zararına dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşmadığını iddia etmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 27/1/2020 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Aynı Mahkemenin E.2020/26 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. 25/2/2020 tarihinde E.2020/26 sayılı dosyasının Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/150sayılı dosyası ile birleştirilmesine ve bu dosyanın Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/150 esas sayılı dosyasına gönderilmesine karar verilmiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi, birleştirme sonrası resmî belgede sahtecilik ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından yapılan yargılama sonucunda 8/10/2020 tarihinde başvurucunun her iki suçtan da beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın mahrem nitelikte olan örgüt çalışma ve staj evlerinde kaldığına, örgütün gizli haberleşme programı olan bylocku kullandığına, 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra örgütün sohbet ve toplantılarına düzenli olarak katıldığına, sanığın görev yaptığı süre zarfında örgütün emir ve talimatı doğrultusunda soruşturma ve yargılama yapıp karar verdiğine ve 2014 HSYK seçiminde örgütün desteklediği sözde bağımsızlar adına örgütsel saiklerle çalışmalar yürüttüğüne, kısacası; sanığın örgütün yapısında bulunup hiyerarşisine dahil olduğuna ve örgütle organik bağ kurarak örgüt üyesi olduğuna dair dosyada her türlü şüpheden uzak, inandırıcı, somut delillerin bulunmadığı, yukarıda detaylı bir şekilde izah edilen gerekçelerle sanık hakkında iddia olunan eylemlerin ve yapılan tespitlerin, mahkemece sanık aleyhine silahlı terör örgütüne üyelik suçunun sübutu açısından her türlü şüpheden uzak, somut delil olarak itibar edilmediği, şöyle ki; iddianameye konu edilen somutlaştırılamayan ve doğrudan örgütsel eylem niteliğinde olmayan iddiaların olması ve HSK tarafından 667 sayılı KHK 3/1 maddesi uyarınca FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibat veya iltisakı nedeniyle mesleğinden çıkarılmış olması ile aynı irtibat veya iltisak nedeniyle 2802 sayılı yasanın maddesi uyarınca hakkında soruşturma izni verilmiş olmasının sanığın üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun oluşması için yeterli nitelikte olmadığı, bu eylemlerin sanığın örgüt üyeliği için aranan süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk arz eden ve sanığın organik bağ ile örgüte bağlı olduğunu açıkça gösteren eylemlerden ve faaliyetlerden olmadığı, sanığın örgütün hiyerarşisinde yer alarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren eylemleri gerçekleştirmek suretiyle üzerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin, somut ve inandırıcı delil elde edilemediği ve yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı...sanığın 2010 KPSS sınavında sınav evrakları üzerinde resmi belgede sahtecilik suçu işlediği hususunda yeterli delil bulunmadığı, ilgili sınav sorularının sanık tarafından para karşılığı çalındığı ya da FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından kendisine verildiğine ve öncesinde örgüt evlerinde çalınan sorulara hazırlanıldığı hususunda herhangi bir tanık beyanının bulunmadığı, 2010 yılı KPSS puanı ile kamu kurumlarına atamasının bulunmadığı ve başkaca bir bilgi belgenin olmadığı, bilirkişi raporunda sanığın durumunun kuvvetli şüpheli olarak nitelendirilmiş ise de, yapılan yargılama sonucunda mahkememizde oluşan şüphenin giderilmediği, oluşan şüphenin sanık lehine değerlendirilmesinin gerektiği, resmi belgede sahtecilik suçundan sanığın cezalandırılmasına yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı kanaat oluşturacak delil bulunmadığı, şüpheden sanık yararlanır ilkesi (in dubio pro reo) uyarınca yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı[na karar verildi]..." Beraat kararına karşı başvurucu, gerekçenin suçun işlenmediğinin sabit olması şeklinde değiştirilerek hükmün onanması; Cumhuriyet savcısı ise kurulan hükmün kaldırılması talebiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf kanun yolunda derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34534
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru işverenle güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, 28/1/2013 tarihinden itibaren Türk Telekom'a bağlı TT International Telekomünikasyon Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi (Şirket) bünyesinde strateji ve pazarlama direktörü olarak çalışmaktadır. Şirket, noter vasıtasıyla gönderdiği 22/9/2016 tarihli yazıyla başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Fesih bildirimi ''İş sözleşmeniz, İnsan Kaynakları Yönetiminden sorumlu Kurumsal Gelişim Başkanlığı'nın 22/9/2016 tarihli kararı neticesinde, şirket ile güven ilişkisinin zedelenmesi dolayısıyla, İş Kanunu madde 25/II-e hükmüne göre derhal feshedilmiştir.'' şeklindedir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 14/10/2016 tarihinde dava açmıştır. İstanbul İş Mahkemesi (Mahkeme) 3/10/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, davalı işverenliğin Türk Telekom'a bağlı olarak kurulduğu, davacının davalı iş yerinde Strateji ve Pazarlama Direktörü olarak görev yaptığı, pozisyon itibariyle davacının davalı iş yerinde stratejik bşr konumunun bulunduğu, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2017 tarih 2017/19203 Esas 2017/5147 Karar sayılı kararında açıklandığı üzere terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek kanun hükmünde kararname tarafından verilen yetki ile işçinin iş akdinin yasal düzenleme kapsamında sona erdirilmesi durumunda 4857 sayılı İş Kanunu'nun 18 ve devamı maddeleri uyarınca geçersizlik koşulları aranmayacağı hususunun belirtildiği, dosya kapsamında mevcut belgelere göre davacının FETÖ ile iltisaklı banka olan Bank Asya nezdinde hesaplarının bulunduğu, bu hesaplar otomatik ödeme talimatlarının verildiği, davacının iş yerindeki konumu, Bank Asya hesabı ve tüm dosya birlikte değerlendirildiğinde davalı işveren ile davacı işçi arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı, iş akdinin devamının işverenden beklenemeyeceği anlaşıldığından davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, karara karşı 10/9/2019 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 27/12/2019 tarihinde istinaf başvurusunu esastan kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 14/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 17/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun ile COVID-19 pandemisi nedeniyle yargı alanındaki süreler 13/3/2020 tarihinden 15/6/2020 tarihine kadar durduğundan başvurunun süresinde olduğu değerlendirilmiştir. Başvurucu hakkında 2016 yılında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Söz konusu soruşturmaya ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 9/12/2021 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, başvurucunun ByLock kullanıcısı olmadığı ve FETÖ/PDY kapsamında değerlendirilen dernek ve sendikalarda kaydı olmadığı, örgüt tepe yönetimi ile irtibatı bulunmadığı, başvurucu hakkındaki tek tespitin Bank Asyada hesabının bulunması olduğu belirtilmiştir. Söz konusu hesaplar incelendiğinde 2013 yılından itibaren başvurucunun hesap bakiyesinin azaldığı, son olarak 2014 yılında 150 euro para yatırma işlemi yaptığı, bu işlem dışında Bank Asyanın yoğun likidite krizi yaşadığı dönemde hesaba para yatırmadığı ve yeni hesap açtırmadığı, yaptığı işlemlerin rutin bankacılık işlemi olduğu ifade edilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20052
Başvuru işverenle güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayırma, sözleşmenin yenilenmemesi, personel güvenlik incelemesi (PERGİN) ve yurt dışı görevine son verme işlemleri tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli listede sıralanan başvurulara ait dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvuru konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun A sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2015/2738numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonlarca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurular iki grupta toplanabilir.A. Birinci Grup Başvurular (B. No: 2015/2738, 2742, 6070, 6243, 6289, 6796, 6799, 8345, 8346, 8348, 10182, 10569, 10911, 11150, 11340, 11348, 11925, 12285, 13011, 13899, 14122, 14180, 14429, 14592, 14726, 15325, 18637, 18824; 2016/426, 9423) Başvurucular, muvazzaf subay, astsubay statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı davranışlarda bulunduklarına dair isimsiz bir e-posta gönderilmesi üzerine haklarında idari tahkikat başlatılmıştır. İstihbarata karşı koyma faaliyeti çerçevesinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı görevlileri tarafından başvurucuların ifadesi alınmıştır. Söz konusu ifade metinlerinde başvurucuların ifadelerine hangi kapsamda başvurulduğu hususu belirtilmemiştir. Anılan ifade metinlerine göre başvuruculara, sanal ortamdaki herhangi bir sosyal paylaşım sitesinde üyeliklerinin olup olmadığı, internet üzerinden veya yüz yüze tanıştıkları kadınların kimler olduğu ve yaşadıkları cinsel birliktelikler sorulmuştur. Başvurucular, sorulan soruları ayrıntılı olarak yanıtlamışlar ve ifade tutanaklarını imzalamışlardır. İdari tahkikat sonucunda TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulundukları belirtilerek başvurucular hakkında;-TSK'dan ayırma (B. No: 2015/6070, 6243, 6289, 6796, 6799, 8345, 8346, 8348, 10911, 11150, 11340, 11348, 13011, 13899, 14122, 14180, 14592, 14726, 15325, 16175, 18637, 18824, 2016/9423),- Sözleşmenin feshi (B. No: 2015/10182, 11925), - PERGİN işlemi ve yurt dışı görevine son verme (B. No: 2015/12285, 2016/426), - PERGİN işlemi (B. No: 2015/2738, 2742) tesis edilmiştir.B. İkinci Grup Başvurular (B. No: 2015/5782, 6242, 9085, 10397, 13313, 13649, 14121, 14429, 15042) Başvurucular; TSK bünyesinde muvazzaf subay, astsubay statüsünde görev yapmakta iken İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 2010 yılında başlatılan ve kamuoyunda "kumpas soruşturması" adıyla bilinen soruşturma üzerine açılan kamu davasında, zincirleme olarak kişisel verileri kaydetme ve suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma suçu isnadıyla sanık olarak yargılanmışlardır. Bu davada aralarında başvurucuların da bulunduğu tüm sanıklar, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2016 tarihli kararıyla isnat edilen suçları işlemediklerinin sabit görüldüğü gerekçesiyle beraat etmişlerdir. Anılan karar Yargıtay Ceza Dairesinin 21/10/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucular hakkında idari tahkikat süreci başlatılmıştır. Yukarıda belirtilen kamu davası kapsamında düzenlenen iddianame, iddianameye ekli dijital materyaller ve başvurucuların kişisel bilgisayarlarından elde edilen cinsel hayatlarına dair bazı fotoğraf ve videolar esas alınarak fotoğraf ve videolardaki başvurucuların davranışlarının TSK'nın ahlak anlayışıyla uyuşmadığı belirtilmek suretiyle başvurucular hakkında ahlaki durum gerekçe gösterilerek TSK'dan ayırma işlemi (B. No: 2015/6242, 9085, 10397, 13313,13649, 14121, 14429, 15042) tesis edilmiştir. Bir başvurucu ise yukarıda belirtilen kamu davasının soruşturma aşamasında mağdur sıfatıyla dinlenilmiştir. İdare tarafından söz konusu davada yargılanan sanıkların tuttuğu ileri sürülen kayıtlarda başvurucunun cinsel hayatına ilişkin ve TSK'nın ahlak anlayışıyla uyuşmayan bazı iddiaların yer aldığı gerekçesiyle PERGİN işlemi (B. No: 2015/5782) tesis edilmiştir . Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Açılan Davalara İlişkin Süreç Başvurucular söz konusu işlemlere karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmışlardır. Yapılan yargılamalar sonunda açılan davalar reddedilerek kesinleşmiştir. AYİM'e göre başvuruculara isnat edilen davranışlar, TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamındadır. Ayrıca AYİM, başvurucuların ifadelerinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. Davaların reddine dair AYİM kararlarının tarih ve sayılarına ilişkin bilgiler ekli tablonun (H) ve (I) sütunlarında gösterilmiştir. Yargılamaları sona erdiren nihai kararlar ekli tablonun (F) sütununda belirtilen tarihlerde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, ekli tablonun (G) sütununda gösterilen tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka yer vermiştir (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30; Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704, 3/3/2016, §§ 23-39; Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 20-33; Mehmet Çakır, B. No: 2014/5121, 16/2/2017, §§ 19-27).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2738
Başvurular, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayırma, sözleşmenin yenilenmemesi, personel güvenlik incelemesi (PERGİN) ve yurt dışı görevine son verme işlemleri tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, yeni koronavirüs (COVID-19) salgınına yönelik tedbirler kapsamında ceza infaz kurumundaki görüşlerin kısıtlanması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular hükümlü ve tutuklu olarak değişik infaz kurumlarında barındırılmaktadır. Türkiye'de ilk kez 11/3/2020 tarihinde görüldüğü açıklanan COVID-19 hastalığının pandemiye dönüşmesi üzerine oluşturulan Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulunun (Bilim Kurulu) tavsiye kararları doğrultusunda Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce (Genel Müdürlük) başsavcılıklara gönderilen 14/3/2020 tarihli yazı ile mahpusların açık ve kapalı görüş haklarının kullanımı ikinci bir yazıya kadar ertelenmiştir. Genel Müdürlükçe 27/3/2020, 11/4/2020, 30/4/2020, 15/5/2020 tarihlerinde başsavcılıklara gönderilen yazılarda da kısıtlamanın aynı şekilde uygulanmasına devam edileceği ve mahpusların diğer hakları saklı kalmak üzere görüşlerin tüm ceza infaz kurumlarında 1/7/2020 tarihine kadar ertelendiği belirtilmiştir. Genel Müdürlük tarafından gönderilen 29/5/2020 tarihli yazıda açık ve kapalı görüş hakkına yönelik kısıtlamanın mahpusun belirleyeceği bir kişi ile ayda bir kez kapalı görüş yaptırılması şeklinde uygulanacağı ve mahpusların diğer hakları saklı kalmak üzere görüşlerin tüm ceza infaz kurumlarında 15/6/2020 tarihine kadar ertelendiği belirtilmiştir. Genel Müdürlüğün 16/6/2020 ve 30/6/2020 tarihli yazıları ile söz konusu tedbirin aynı şekilde devam edeceği bildirilmiştir. Genel Müdürlüğün 28/8/2020 tarihli yazısı ile kısıtlamanın kapsamı değiştirilerek uygulama süresi uzatılmıştır. Başvurucular barındırıldıkları infaz kurumları idarelerinden haftalık açık ve/veya kapalı görüş yaptırılması talebinde bulunmuşlar ancak talepleri reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucular açık ve kapalı görüş hakkına getirilen kısıtlamalara karşı infaz hakimliklerine şikâyet başvuruları yapmışlardır. İnfaz hâkimlikleri, pandemi nedeniyle Bilim Kurulunun önerisi üzerine getirilen kısıtlamaların sağlık açısından zorunlu olduğu ve 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinde belirtilen ziyaret hakkını ihlal edici nitelikte olmadığı gerekçeleriyle şikayetleri reddetmiştir. Başvurucuların itirazları da ret kararlarının yasaya ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle ağır ceza mahkemelerince reddedilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25564
Başvuru, yeni koronavirüs (COVID-19) salgınına yönelik tedbirler kapsamında ceza infaz kurumundaki görüşlerin kısıtlanması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, konut hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun da dâhil olduğu, bazı kimselere ait İstanbul ili Maltepe ilçesi 13 pafta, 212 ada ve 12 parselde kayıtlı taşınmazın 120,62 metrekarelik kısmına yönelik olarak Ulaştırma Bakanlığınca inşa ettirilecek olan ve yapım ihalesi gerçekleştirilen Gebze-Haydarpaşa, Sirkeci-Halkalı banliyö hattının iyileştirilmesi ve Demiryolu Boğan Tüp Geçit İnşaatı Projesi kapsamında 12/5/2004 tarihli ve 25460 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun 2004/7255 sayılı kararı gereğince acele kamulaştırma kararı alınmıştır. Ulaştırma Bakanlığı 2007 yılında Kartal Asliye Hukuk Mahkemesinden (Mahkeme) bedeli tespit edilmek kaydıyla anılan taşınmaza acele el konulmasını talep etmiştir. Mahkeme, ilgili tarihli kararı ile bilirkişi raporuna dayanarak el koyma bedelini 995 TL olarak belirleyip bedelin davacılara ödenmesine ve bahsedilen taşınmaza acele el konulmasına karar vermiştir. Tarafların kamulaştırma bedelinde anlaşamamaları üzerine idare, başvurucu ve diğer malikler adına kayıtlı olan tapu kaydının iptali ile mezkûr taşınmazın kendi adına tapuya tesciline karar verilmesi ve kamulaştırma bedelinin tespiti talebiyle 14/1/2008 tarihinde dava açmıştır. Kartal Asliye Hukuk Mahkemesi, taşınmazın değerinin saptanması için bilirkişi raporu hazırlatmış; başvuru ve eki belgelerinden tarihi anlaşılamayan bu ilk bilirkişi raporunda görülmekte olan davada taşınmazın kısmi olarak kamulaştırılması durumunda imara uygun olmayacağından tamamının kamulaştırılması yönünde görüş bildirilmiş ve yapılan değerlendirmelere göre taşınmazın metrekare fiyatı 300 TL olarak tespit edilmiştir. Bilirkişi Kurulu, emsal karşılaştırma yöntemini uygulayarak kamulaştırma bedelini belirlemiştir. Kartal Asliye Hukuk Mahkemesindeki mezkûr dava devam ederken başvurucu ve bazı malikler Kartal Sulh Hukuk Mahkemesine başvurarak taşınmazın giriş katında kafe olarak kullanılan kendi mülkiyetlerindeki bölümün değerinin tespitini talep etmişlerdir. Mahkemece bilirkişiler kullanılmak suretiyle yapılan inceleme neticesinde başvurucunun da hissedarı olduğu anılan kafenin değeri 000 TL olarak tespit edilmiştir. Ayrıca taşınmaz maliklerinden Y.B.nin başvurusu üzerine bir taşınmaz müşavirlik firmasınca düzenlenen değerleme raporunda mezkûr kafenin metrekare değeri 300 TL olarak tespit edilmiştir. Kartal Asliye Hukuk Mahkemesi, bu defa davanın 26/6/2009 tarihli duruşmasında ilk bilirkişi raporuna yapılan itirazlar üzerine yeniden keşif yapılmasına karar vermiş; anılan karar doğrultusunda 7/8/2009 tarihinde yapılan keşif sonucunda hazırlanan ve 15/10/2009 tarihinde Mahkemeye sunulan ikinci bilirkişi raporunda taşınmazın metrekare fiyatı bu defa 200 TL olarak belirlenmiştir. Mahkeme bu kez davanın 21/5/2010 tarihli duruşmasında bilirkişi raporlarında takdir olunan değerler arasında mübayenet oluştuğundan yeniden keşif yapılmasına karar vermiş, anılan karar doğrultusunda 3/6/2010 tarihinde yapılan keşif sonucunda hazırlanan üçüncü ve son bilirkişi raporunda taşınmazın metrekare fiyatı 500 TL olarak tespit edilmiştir. Buna göre Bilirkişi Kurulu, arsa bedelini 725 TL ve bina bedelini de 975 TL olarak belirlemek suretiyle kamulaştırma bedelini toplamda 700 TL olarak tespit etmiştir. Yapılan tüm bu tespitler ışığında Mahkeme 13/10/2010 tarihli kararı iletoplanan delillere, mahallinde yapılan keşifler ve son bilirkişi raporuna dayanarak taşınmaza ait kamulaştırma bedelini 700 TL olarak belirlemiştir. Mahkeme, belirlenen kamulaştırma bedelinden daha önce ödenen tutarın mahsubu ile idare tarafından bloke edilen 705 TL'nin davalılara hisseleri oranında verilmesine de karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, bedelin başvurucunun da dâhil olduğu söz konusu davalılara ödenmesine ve bunlar adına olan tapu kaydının iptali ile mezkûr taşınmazın idare adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince 13/10/2010 tarihinde düzeltilerek onanmıştır. Onama kararında, kamulaştırılan taşınmazın Hazine yerine davacı idare adına tescil edilmesinin doğru olmadığı belirtilerek temyiz edilen hüküm bu yönüyle düzetilmiştir. Anılan karara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi üzerine aynı Dairenin 20/5/2015 tarihli kararı ile bu defa "Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının a) Tescile dair bendindeki (davacı) kelimesinin çıkartılmasına, yerine (Hazine) kelimesinin yazılmasına, b)Bedelin ödenmesine ilişkin bendinin sonuna (iş bu bloke edilen toplam fark bedel (705,00) TL'dan temyiz eden davalılar Yusuf Ziya, Yüksel Mustafa Yalçın ve Fatma Bayraktar ile Aysel Kırali hisselerine düşen bedellere 2008 tarihinden karar tarihi olan 2010 gününe kadar yasal faiz işletilmesine) cümlesinin eklenmesine, hükmün böylece" düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.Nihai karar, başvurucuya 14/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma şartları” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İdareler, kanunlarla yapmak yükümlülüğünde bulundukları kamu hizmetlerinin veya teşebbüslerinin yürütülmesi için gerekli olan taşınmaz malları, kaynakları ve irtifak haklarını; bedellerini nakden ve peşin olarak veya aşağıda belirtilen hallerde eşit taksitlerle ödemek suretiyle kamulaştırma yapabilirler. Bakanlar Kurulunca kabul olunan, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla yapılacak kamulaştırmalarda, bir gerçek veya özel hukuk tüzelkişisine ödenecek kamulaştırma bedelinin o yıl Genel Bütçe Kanununda gösterilen miktarı, nakden ve peşin olarak ödenir. Bu miktar, kamulaştırma bedelinin altıda birinden az olamaz. Bu miktarın üstünde olan kamulaştırma bedelleri, peşin ödeme miktarından az olmamak ve en fazla beş yıl içinde faiziyle birlikte ödenmek üzere eşit taksitlere bağlanır. Taksitlere, peşin ödeme gününü takip eden günden itibaren, Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddi uygulanır.Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanların bedeli, her halde peşin ödenir. (Ek : 24/4/2001 - 4650/1 md.) İdarelerce yeterli ödenek temin edilmeden kamulaştırma işlemlerine başlanılamaz.” 2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister." 2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;a) Cins ve nevini,b) Yüzölçümünü.c) Kıymetini ektileyebilecek bütün nitelik ve unsarlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,d) Varsa vergi beyanını,e) Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini.g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,h) Yapılarda, resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler....”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14290
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, konut hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, savunma hakkının kısıtlanması, gerekçesiz karar verilmesi ve delillerin hatalı değerlendirilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bismil Cumhuriyet Başsavcılığınca petrol hırsızlığından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu dışındaki diğer şüphelilerin ifadeleri 7/12/2005 tarihinde alınmış ve aynı tarihte şüpheliler sorguya sevk edilmişlerdir. 28/12/2005 tarihinde başvurucunun ifadesi seçilmiş müdafi A.B.nin huzurunda alınmıştır. Aynı tarihte tutuklamaya sevk edilen başvurucu, Baro tarafından atanmış başka bir avukat huzurunda sorgulanmıştır. Başvurucu tarafından müdafi tayin edilmiş avukat A.B., diğer şüpheliler R.B. ve T.A. tarafından da sonradan seçilmesine karşın bu şüphelilerin ifadeleri Baro tarafından atanmış başka müdafiler huzurunda alınmıştır. Bismil Cumhuriyet Başsavcılığının 27/2/2006 ve 24/1/2007 tarihli iddianameleriyle kamu malına zarar verme ve nitelikli hırsızlık suçlarından başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucu, Bismil Asliye Ceza Mahkemesinin 9/3/2011 tarihli ve E.2006/252, K.2011/328 sayılı kararı ile kamu malına zarar vermek suçundan 2 yıl, diğer suçtan ise 6 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Bismil ilçesinde bulunan MSB ... pompa İstasyon Şefliğince Natoya ait petrol boru hattından 03/12/2005 günü saat 20:30 civarlarında basınç azalmasının tespit edildiği, 04/12/2005 tarihinde saat 21:55 civarlarında basıncın sıfıra düşmesi neticesinde güvenlik güçleri tarafından yapılan araştırmada suç tarihinden önce sanık R. B.nin diğer sanıklar Nesih Altuner [başvurucu] ile T. A.ya evinde petrol boru hattından hırsızlık yapılacağını bildiği halde kiraya verdiği Bozkurt mahallesi 15 sokak no:... sayılı ev içerisinde 15 sokağın altından geçen petrol boru hattına uzanan bir tünel tespit edildiği ve petrol boru hattının delinerek kelepçe ve vana monte edilmiş olduğu, vanaya da su borusu ve takiben su hortumu tesis edilerek bahse konu evin yanına park edilmiş halde ele geçirilen suça konu gerçek plakası 06 KK .. olup üzerinde 06 K... 45 nolu sahte plaka bulunan tankere dönüştürülmüş Hundai marka pikap kamyonet tipindeki araca petrol boru hattından geçen mazotun aktarıldığı, olay yerinde R. B. dışındaki diğer kimliği tespit edilemeyen firari şüphelilerin kaçtıkları, sanıkların boru hattında maddi zarar oluşturdukları, 30/05/2006 tarihli bilirkişi raporuna göre boru hattında meydana gelen zayii olan akaryakıtın olay tarihindeki ekonomik değerinin 445,30 YTL, kurumun personel, malzeme ve ekipman giderlerinden oluşan tamirat giderlerinin 914,36 YTL olduğu,maddi olayın bu şekilde gerçekleştiği sanık savunmaları, tanık ifadeleri, olay yeri tutanakları, yapılan keşif veyapılan yargılama ile toplanan delillerden anlaşılmıştır." Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 10/4/2014 tarihli ve E.2011/20322, K.2014/6877 sayılı kararıyla anılan mahkûmiyet hükümlerini onamıştır Anılan karar, başvurucu tarafından 10/7/2014 tarihinde öğrenilmiştir. Bireysel başvuru 22/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12072
Başvuru, ceza davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, savunma hakkının kısıtlanması, gerekçesiz karar verilmesi ve delillerin hatalı değerlendirilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0