text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru; terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Batman Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna 31/12/2007 tarihinde başvurmuş ve talebinin reddedilmesi üzerine Batman İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Batman İdare Mahkemesi (Mahkeme) 9/10/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda; başvurucu adına mal varlığı tespit edilemediği, başvurucu tarafından bu durumun aksini ispatlayacak bilgi ve belge sunulmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu 6/3/2014 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 15/11/2018 tarihinde mahkeme kararını bozmuştur. Kararda, Mahkemenin başvurucuyla ilgili karar vermek yerine başka bir şahsa ait işlem esas alınarak hüküm kurduğu belirtilmiştir. Mahkeme 9/4/2019 tarihinde dava konusu işlemin iptaline ve maddi tazminat istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararda başvurucunun taşınmazı ile eşinin taşınmazının aynı olup olmadığı hususunda keşif yapılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun eşinin başvurusu üzerine mahallinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi neticesinde belirlenen ve sulhnamaye esas alınan zilyetlik tespitinin, işleme dayanak olarak alınan (köyde yapılan 12/2/2009 tarihinden sonuçlanan kadastro çalışmasıyla örtüşmeyen beyanları içeren) 6/9/2010 tarihli tutanakla örtüşmediği ifade edilmiştir. Bununla birlikte belirtilen işlemler neticesinde başvurucu hakkında lazımgelen işlemlerin yapılması gerektiğinden bu aşamada tazminat istemi hakkında karar verilmesine hukuken olanak bulunmadığı söylenmiştir. Başvurucu yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle 6/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33263
Başvuru, terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, doğal hâkim ilkesine aykırı kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan mahkemelerce kanuna aykırı olarak tutuklanmaları ve isnat edilen suçlara ilişkin hakların bildirilmemesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, soruşturma sürecinde kamu görevlilerinin insan haysiyeti ile bağdaşmayan eylemleri nedeniyle kötü muamele yasağının, haklarında kesinleşmiş yargı kararı bulunmamasına karşın suçlu ilan edilmeleri nedeniyle masumiyet karinesinin, mensubu oldukları iddia edilen cemaate yönelik nefret ve ötekileştirme söylemi ile meslekten atılmaları ve uydurma soruşturmalar açılması nedeniyle ayrımcılık yasağının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, 24/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonu 24/11/2014 tarihlinde 2014/16849 numaralı başvurunun, 28/11/2014 tarihinde 2014/16851 ve 2014/16840 numaralı başvuruların, 2/12/2014 tarihinde 2014/16838 numaralı başvurunun; İkinci Bölüm Birinci Komisyonu ise 26/11/2014 tarihinde 2014/16844 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar vermişlerdir. Yapılan incelemede; 2014/16838, 2014/16840, 2014/16844, 2014/16849 ve 2014/16851 numaralı başvurular arasında konu bakımından bağlantı bulunma nedeniyle 2014/16838 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmelerine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık, başvurucu Kazim Aksoy ile ilgili görüşünü 7/1/2015, İbrahim Şener ile ilgili görüşünü 10/3/2015, diğer başvurucular ile ilgili görüşünü ise 21/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculara 15/1/2015-16/3/2015 tarihleri arasında tebliğ edilmiştir. Başvurucu İbrahim Şener haricindeki başvurucular, açıklamalarını süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri, Bakanlık görüş yazısı ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, kamuoyunda “25 Aralık Operasyonu” olarak isimlendirilen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 2012/656 numaralı soruşturma evrakının hazırlanma aşamasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde rütbeli personel olarak çalışmışlardır. Başvurucu Kazim Aksoy, Başsavcılığa verdiği 4/8/2014 tarihli dilekçe ile adli makamların her türlü talimatına uymak üzere ikametinde bulunduğunu ve ifade vermeye hazır olduğunu belirtmiştir. Başvurucu Yakup Saygılı, 4/8/2014 tarihinde Başsavcılığa başvurarak ifade vermeye hazır olduğuna ilişkin beyanda bulunduğunu, buna ilişkin belgenin, süresi içerisinde temin edilemediğini, bu konuya ilişkin basında çıkan haberleri sunarak ilgili belgenin Başsavcılıktan istenilmesini talep etmiştir. Başsavcılık, 31/8/2014 tarihli ve 2014/115949 Soruşturma sayılı kararla “görevi kötüye kullanma, resmî belgede sahtecilik, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya hükûmetin görevini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs, casusluk, gizliliğin ihlali” suçlarından şüphelilerin kaçma ve delilleri yok etme ihtimali ve isnat olunan suçların niteliği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’un ve maddeleri gereğince başvurucuların da aralarında bulunduğu toplam 33 kişi hakkında gözaltına alınmaları kararı vermiştir. Başvurucular 1/9/2014 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Başvurucularla ilgili 1/9/2014 ve 2/9/2014 tarihli tutanaklarda, 5271 sayılı Kanun’un maddesindeki yasal hakların yüzlerine okunduğu, aynı tarihli müdafi-şüpheli görüşme tutanaklarında da isnat olunan suçların yazılı olduğu ve şüphelilerin müdafileri ile görüşme yaptıkları belirtilmiştir. Başvurucu Yakup Saygılı’nın, gözaltında tutulduğu İstanbul Emniyet Müdürlüğünde kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü H.S. ve müdür yardımcısı A.N. hakkında yaptığı şikâyet üzerine Başsavcılık, 18/12/2014 tarihli ve 2014/88642 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu eksik soruşturma yapıldığı gerekçesiyle bu karara karşı itiraz kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu Yakup Saygılı, 1/10/2014 tarihinde İstanbul Valiliğine; gözaltında kötü muamele, işkence, hakaret ve görevi kötüye kullanma şikâyetiyle İstanbul Emniyet Müdürü, müdür yardımcısı, şube müdürü ve şube müdür yardımcısı hakkında şikâyette bulunmuştur. Başvurucu, İstanbul Valiliğinin 15/12/2014 tarihli ve 95270804-497-2014 sayılı dilekçenin işleme konulmaması kararına karşı 2/1/2015 tarihli dilekçe ile İstanbul Bölge İdare Mahkemesine itirazda bulunmuştur. Başvurucu, itiraz taleplerinin sonucu ile ilgili belge sunmamakla birlikte yapmış oldukları başvurular neticesinde lehlerine bir karar elde edilmediğini, bu nedenle kötü muamele yasağının ihlali iddiası ile ilgili olarak başvuru yollarının tüketilmesinin gerekli olmadığını belirtmiştir. Başvurucular, “Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya hükûmetin görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme” suçlarından tutuklanmaları talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmişlerdir. Başvurucular Kazim Aksoy ve Yakup Saygılı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/9/2014 tarihli ve 2014/95 Sorgu sayılı; başvurucular Mehmet Habip Kunt, İbrahim Şener ve Mehmet Fatih Yiğit ise aynı Hâkimliğin 5/9/2014 tarihli ve 2014/114 Sorgu sayılı kararlarıyla “Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya hükûmetin görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” suçundan tutuklanmışlardır. Aynı kararda başvurucuların “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme” suçu ile ilgili olarak tutuklama talebinin reddine karar verilmiştir. Her iki tutuklama kararının gerekçesi özetle şu şekildedir: “Şüphelilerin Üzerlerine Atılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya Veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme (TCK.nun 312/1) suçu ile ilgili tutuklama talebi irdelendiğinde;…Somut olaya bakıldığında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Kapanan TMK. Maddesi ile görevli) 2012/656 soruşturma sayılı dosyası ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/115949 soruşturma sayılı dosyaları ve bu dosya içerisine dayanak yapılan HSYK Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen rapor, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından kullanılan bilgisayarlar üzerlerinde yapılan incelemeler sonucunda düzenlenen rapor, TİB başkanlığının tespitleri, emniyet genel müdürlüğü teftiş kurulu başkanlığı müfettişleri tarafından yürütülen disiplin soruşturması, gizli tanık Fatih’in beyanları ve tüm somut dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;Somut olayda şüphelilerin emniyet müdürlüğü, mali suçlarla mücadele şube müdürlüğünde görev aldıkları, emniyet müdürlüğü hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyerek yasal olmayan oluşum çerçevesinde faaliyet yürüttükleri, meşru emir komuta zinciri dışına çıkabilen gizliliğe, güvenliğe, denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturdukları anlaşılmıştır, ancak bir kısım şüphelilerin, kanaatimizce yalnızca TCK’nın maddesinde düzenlenen suçu işledikleri yönünde anlaşmaya vardıkları, amaçları doğrultusunda hedef şahıslar olmadığı halde yasama dokunulmazlığı bulunan Hükümetin Başbakanı R.T.E., (2012 tarihinden 2013 tarihine kadar 63 kez)” olmak üzere yasama dokunulmazlığı bulunan çok sayıda bakan ve milletvekillerinin “muhtelif tarihlerde hedef şahıslarla olan görüşmeleri kayıt altına alarak tape haline getirerek dosyaya konulduğu, ancak yasama dokunulmazlığı olan bu kişilerle ilgili suç unsuruna rastlanılması halinde CMK.nun maddesinde belirtilen hükümler çerçevesinde işlem yapılmadığı, özel soruşturma usulüne tabi olduğu halde evrak tefrik edilerek özel soruşturma bürosuna gönderilmediği, bu şekilde yasal olamayan hiyerarşik yapılamanın gizliliğe riayet ettiği, hedef şahıslar üzerinden hükümet ve hükümet üyelerinin dinlendiği ve hükümeti iş göremez hale getirmek için kurdukları ittifak doğrultusunda hareket ettikleri, yaptıkları bilgisayar incelemeleri sonucunda düzenlenen raporlarda Hükümetin Başbakanı R.T.E. hakkında örgüt lideri ve dönemin Başbakanı şeklinde ibareler kullanıldığına ilişkin fezleke örneklerinin ele geçirildiği, 2013 günü fezleke yazılarak Cumhuriyet Başsavcılığı (Kapatılan TMK. Maddesi ile görevli)’na gönderilen fezlekede suç örgütünün yapılanması başlığını taşıyan bölümde yasama dokunulmazlığı olan eski Ulaştırma Bakanı B.Y. hakkında Grubun lideri olarak gösterildiği, Hükümetin Başbakanı R.T.E.’nin Nisan 2012 tarihinde Haliç Kongre Merkezinde yaptığı görüşmelerin güvenlik kamera görüntülerinin celp edilerek dosyaya konulduğu, CMK.’nın maddesinde şüpheli veya sanığın kamuya açık yerlerdeki faaliyetlerinin ve iş yerlerinin teknik araçlarla izlenerek ses veya görüntü kaydı alınabileceği hükmü altına alınmışken R.T.E’na suç işlemek amacıyla örgüt kurma, ihaleye fesat karıştırma suçu gerekçe gösterilerek 2012 günü saat 30 sıralarında Üsküdar ilçesinde bulunan evinde Y.E.K. isimli şahısla buluştuğuna dair cell-harita görüntüsünün dosya içerisine alındığı genel hatlarıyla görülmüştür.Bu açıklamalar ışığında şüpheliler İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Teknik Takip ve İzleme Büro Eski Amiri İbrahim Şener, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Sahtecilik Suçları Büro Eski Amiri Mehmet Habip Kunt ve Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Sahtecilik Suçları Büro Amirliğinde görevle eski ekip amiri Mehmet Fatih Yiğit’in TCK.nun Maddesinde anlamını bulunan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme suçunu işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunduğu, yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedenini “Kanun gereğince” var sayıldığı, nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı yasa ile değişik 5271 sayılı CMK.’nun 100 ve devam eden maddeleri şüphelilerin tutuklanmasına engel bir hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın maddesinde ifade olunan “ölçülülük” ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından “yetersiz” kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak Şüpheliler İ.Ş., Mehmet Habip Kunt ve Mehmet Fatih Yiğit’in ve müdafilerinin serbest bırakılmaları istemlerinin REDDİ ile bu şüphelilerin üzerlerine atılı suçtan 5271 sayıl CMK.nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA [karar verilmiştir.]” Başvurucuların tutuklama kararına yönelik itirazları İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/9/2014 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından itirazın reddine karar verildiği belirtilmiştir. Ret kararı başvuruculara 29/9/2014 - 30/9/2014 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 24/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular hakkındaki dosya soruşturma aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi öyledir:“(1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. (2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1), (2) ve (4) numaralı fıkraları şu şekildedir:“(1) Aşağıda belirtilen hâllerde, herkes tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir: a) Kişiye suçu işlerken rastlanması. b) Suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması. (2) Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler. (4) (Değişik fıkra: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Kolluk, yakalandığı sırada kaçmasını, kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri aldıktan sonra, yakalanan kişiye kanunî haklarını derhal bildirir.” Aynı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Yukarıdaki Maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. (Değişik cümle: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. (Ek cümle: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz. (2) Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır.” Aynı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir; “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;  …  Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), …” Aynı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini,  b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,  c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,  gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16838
Başvuru, doğal hâkim ilkesine aykırı kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan mahkemelerce kanuna aykırı olarak tutuklanmaları ve isnat edilen suçlara ilişkin hakların bildirilmemesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, soruşturma sürecinde kamu görevlilerinin insan haysiyeti ile bağdaşmayan eylemleri nedeniyle kötü muamele yasağının, haklarında kesinleşmiş yargı kararı bulunmamasına karşın suçlu ilan edilmeleri nedeniyle masumiyet karinesinin, mensubu oldukları iddia edilen cemaate yönelik nefret ve ötekileştirme söylemi ile meslekten atılmaları ve uydurma soruşturmalar açılması nedeniyle ayrımcılık yasağının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma ve saç tıraşının koğuş önünde yapılmasına izin verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 2016/73031 bireysel başvuru numarasına kaydedilen başvurunun 16/11/2018 tarihinde ceza infaz kurumunun tek kişilik odasında tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden ayrılarak 2018/33190 bireysel başvuru numarasına kaydedilmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Darbe teşebbüsü öncesinde hâkim olan başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütü (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması, FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanarak 18/7/2016 tarihinde Yozgat E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Başvurucu sırasıyla 16/8/2016 tarihinde Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna, 17/8/2016 tarihinde Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna ve son olarak 8/10/2016 tarihinde Ereğli (Konya) T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiş olup hâlen burada tutulmaktadır. Başvurucu, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün 7/10/2016 tarihli yazısına istinaden Ceza İnfaz Kurumunda tek kişilik odaya yerleştirilmiş ve sonrasında hakkında aşağıdaki şekilde oda/koğuş değiştirme kararları verilmiştir:i. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (Kurul) 10/10/2016 tarihli kararıyla Ceza İnfaz Kurumuna yeni gelen başvurucu, oda yerleştirme kriterleri gerekçesine dayanılarak E Blok üst 25 numaralı tekli odaya yerleştirilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz, Ereğli (Konya) İnfaz Hâkimliğinin 2/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 9 uncu Madde'si uyarınca yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan tek kişilik odalar ile hücre cezalarının infaz edildiği odalar farklıdır, farklı özellikleri, uygulamaları ve standartları bulunmaktadır. Hükümlü ve tutukluların kurumlarda barındırılacakları odalar, Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri Yönetmeliği'nin İkinci Kısım, İkinci Bölümünde bulunan esaslar, kurum düzeni ve güvenliğinin sağlanması, devam ettirilmesi, kurum personelinin, hükümlü ve tutuklunun, (saldırgan tavır ve davranışlarda bulunan hükümlü ve tutuklulara karşı) diğer hükümlü ve tutukluların can güvenliğinin sağlanması kurum düzen ve güvenliği ve işlenen suçların toplumda yarattığı infial ile örgütsel faaliyet ve eylemlerin engellenmesi amacında takdir hakkı bulunmakla beraber bunun gibi hususlar ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 114 ve 115 inci Madde'leri dikkate alınmak suretiyle İdare ve Gözlem Kurulu kararı ile belirlenmektedir. Yukarıda açıklanan sebepler de dikkate alındığında tutuklu hakkında tek kişilik odaya konulma hususunda yetkili ve görevli olduğu anlaşılan Ereğli(Konya) T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı'nın kararında usul ve esasa aykırı bir yanlışlık bulunmadığı anlaşıldığından tutuklunun ilgili karara itirazının reddine karar vermek gerekmiştir. "ii. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz Ereğli (Konya) Ağır Ceza Mahkemesinin8/12/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. iii. Kurulun 28/7/2017 tarihli kararıyla oda yerleştirme kriterleri gerekçesine dayanılarak göre E Blok zemin 1 No.lu tekli odaya nakledilmiştir.iv. Kurulun 16/8/2018 tarihli kararıyla "yaş, yargılama süreci, ceza süreleri, suçun niceliği, örgütsel durumları, akli ve sağlık durumları, ahlaki eğilimleri, suç işlemeden önceki yaşamları, sanat ve meslek faaliyetleri, suça bakış açıları, kuruma kabul tarihleri, sosyo-ekonomik ve kültürel yapı, ilgi ve yetenekleri, sağlık, eğitim, akrabalık, güvenlik, ziyaretçi durumları gibi kriterlerin ön değerlendirmeleri yapılmış olup; cezaevindeki durumunun değişmesi nedeniyle bulunduğu durumu belirtilen kriterlere uyduğu" gerekçesiyle başvurucunun odasının değiştirilerek E Blok zemin 4 No.lu tekli odaya nakline karar verilmiştir.v. Kurulun 28/1/2019 tarihli kararıyla "yaş, yargılama süreci, ceza süreleri, suçun niceliği, örgütsel durumları, akli ve sağlık durumları, ahlaki eğilimleri, suç işlemeden önceki yaşamları, sanat ve meslek faaliyetleri, suça bakış açıları, kuruma kabul tarihleri, sosyo-ekonomik ve kültürel yapı, ilgi ve yetenekleri, sağlık, eğitim, akrabalık, güvenlik, ziyaretçi durumları gibi kriterlerin ön değerlendirmeleri yapılmış olup; cezaevindeki durumunun değişmesi nedeniyle bulunduğu durumu belirtilen kriterlere uyduğu" şeklindeki gerekçeyle başvurucunun odasının değiştirilerek B Blok üst 32 No.lu tekli odaya yerleştirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 8/2/2019 tarihi itibarıyla 855 gündür tek kişilik odada tutulmaktadır. Başvurucu tutukluyken sürdürülen yargılama sonunda Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 27/12/2017 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilen başvurucu, bu tarihten itibaren Ceza İnfaz Kurumunda hükme bağlı olarak tutulmaktadır. Anayasa Mahkemesi 12/11/2018 ve 5/2/2019 tarihli yazılarla Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun tek kişilik odada tutulduğu sürece ilişkin ayrıntılı bilgi talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu, Anayasa Mahkemesinin sorduğu tüm hususlara 14/11/2018, 16/11/2018 ve 5/2/2019 tarihli yazılarıyla cevap vermiştir. Ceza İnfaz Kurumunun yazılarında;i. 8/10/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna alınan başvurucunun 13/12/2016-21/9/2018 tarihleri arasında farklı zamanlarda Konya Meram Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ereğli Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi ile Kurum revirinde toplam yirmi bir kez çeşitli hastalıklar nedeniyle tedavi olmasının sağlandığı,ii. Başvurucunun herhangi bir psikolojik destek talebinin olmadığı, 10/10/2016 tarihinde psikolog tarafından Araştırma ve Değerlendirme Formu (ARDEF) ve Gözlem Sınıflandırma Formu doldurmak ve kendisine psikolojik destek sağlamak amacıyla görüşmeye çağrılmasına rağmen başvurucunun reddetmesi üzerine kendisiyle görüşme yapılamadığı, iii. Ceza İnfaz Kurumu kitaplığında 502 adet kitabın bulunduğu, talebi üzerine başvurucunun eğitim ve iyileştirme çalışmaları kapsamında 10/8/2017-1/3/2018 tarihleri arasında kırk yedi süresiz yayından, biri gazete, diğeri de dergi olmak üzere iki süreli yayından faydalandırıldığı, iv. Başvurucunun, - 8/10/2016-28/7/2017 tarihleri arasında 293 gün E Blok üst 25 No.lu tekli odada, - 28/7/2017-16/8/2018 tarihleri arasında 384 gün E Blok zemin 1 No.lu tekli odada, - 16/8/2018-11/10/2018 tarihleri arasında 56 gün E Blok zemin 4 No.lu tekli odada,- 11/10/2018-25/1/2019 tarihleri arasında 106 gün B Blok üst 32 No.lu tekli odada,- 25/1/2019 tarihinden beri B Blok üst 32 No.lu tekli odada barındırıldığı, v. Tekli odaların 11,70m2 olup tek kişilik kapasitesi olduğu ve bu nedenle başvurucunun aynı anda başka kişiyle barındırılamadığı, odanın göbek hizasında havalandırma penceresi olduğu, odada toplamda 2,70 m2 genişliğinde duş, tuvalet ve mutfak bölümlerinin bulunduğu, vi. Başvurucunun kendi hesabından karşılaması suretiyle kantinden televizyon alıp odasında bulundurabilme, serbest yayınlardan dergi alabilme imkânının olduğu,vii. Kurumda su sayaç otomasyon sisteminin mevcut olup günlük 50 litre sıcak, 150 litre soğuk sudan faydalanma imkânının bulunduğu, viii. Başvurucunun tekli odada kaldığı süre içinde şehir dışında bulunan ilgili mahkemeye sevk edildiği, hastaneye çıkış yaptığı zamanların dışında her zaman havalandırmaya çıkmasının sağlandığı, bununla birlikte kimi durumlarda hastalık veya kendi talebine binaen havalandırmaya çıkmamasının da söz konusu olabildiği,ix. Başvurucunun kendisi ile aynı ünitede barındırılan ve aynı suç grubundan olan kişilerle üç kişiyi geçmeyecek şekilde aynı anda havalandırmaya çıkmasının sağlandığı, Kurumun ilk açıldığı tarihlerdeki mevcut kapasite nedeniyle bir buçuk saat olarak havalandırma imkânı söz konusu iken kapasitenin artması, tekli odalardaki farklı suç grubundan olan hükümlü ve tutukluların sayısının artması nedeniyle İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla havalandırma süresinin bir saat olarak belirlendiği,x. Başvurucunun 14/11/2018 tarihi itibarıyla Ceza İnfaz Kurumunda farklı tarihlerde 53 kez haftalık kapalı görüş, 23 kez olağan açık görüş, 8 kez Bakanlık emriyle açık görüş, 6 kez Savcılık izniyle kapalı görüş, 1 kez noterle ve 16 kez de avukatıyla görüşme imkânından faydalandığı hususları bildirilmiştir. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlilerine sahip, firara karşı teknik, mekanik, elektronik ve fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları sürekli kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasların geçerli olduğu sıkı güvenlik rejimine tâbi hükümlülerin bir veya üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir. Bu kurumlarda bireysel veya grup hâlinde iyileştirme yöntemleri uygulanır.(2) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar ile süresine bakılmaksızın, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu örgütün faaliyeti çerçevesinde, Türk Ceza Kanununda yer alan;...d) Devletin güvenliğine karşı suçlardan (madde 302, 303, 304, 307, 308), e) Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),Mahkûm olanların cezaları, bu kurumlarda infaz edilir...." 5275 sayılı Kanun’un "Tutukluların barındırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Tutuklular, maddî olanaklar elverdiğince suç türlerine ve taşıdıkları güvenlik riskine göre ayrı odalarda barındırılırlar. Aralarında husumet bulunanlar ile iştirak hâlinde suç işlemiş olanlar aynı odalarda barındırılmazlar ve birbirleri ile temas etmelerini engelleyecek tedbirler alınır." 5275 sayılı Kanun’un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, ...güvenlik ve iyileştirme programına ve sağlığın korunması kurallarına uyma, ...kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi, ...haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, hücreye koyma, ...yönetim tarafından alınabilecek tedbirler, zorlayıcı araçların kullanılması, ...şikâyet ve itiraz, ...avukat ve noterle görüşme hakkı, kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü, kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, telefonla haberleşme hakkı, radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı, ...muayene ve tedavi istekleri, ...hükümlülerin sayısı ve uygulanacak güvenlik tedbirleri, eğitim programları, öğretimden yararlanma, muayene ve tedavileri, sağlık denetimi, hastaneye sevk, ... ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76, 78 ilâ 84 ve 86 ilâ 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun sonradan ilga edilen ve bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların cezalarını tek kişilik ya da üç kişilik oda sistemine göre inşa edilen özel infaz kurumlarında çekmelerini, bu kurumlarda ziyaretçilerle açık görüş yaptırılmamasını, hükümlülerin diğer hükümlülerle irtibat ve haberleşmesine engel olunmasını öngören maddenin birinci ve ikinci fıkralarının iptali istemini Anayasa Mahkemesi 31/3/1992 tarihli ve E.1991/18, K.1992/20 sayılı kararıyla reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şu şekildedir: "Cezanın özel infaz kurumlarında çektirilmesinden amaç, ikinci fıkrada belirtildiği üzere, hükümlülerin birbirleri ile irtibatına ve haberleşmesine engel olmaktır. Gerçekte, hükümlülere karşı kimi önlemler alınması yeni değildir. Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkifevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzüğün 78/A maddesine göre, maddede sayılan anarşi ve terör suçlarından hükümlü olanlar, pekiştirilmiş güvenlik önlemleri alınmış, toplu iyileştirme ve eğitim uygulanan özel kapalı cezaevinde toplanırlar. Aynı Tüzüğün 78/B maddesi uyarınca, anarşi ve terör suçlarından hükümlü olanlar başta olmak üzere, hangi suçlu grubundan olursa olsunlar, ıslah olmayacakları anlaşılanlarla olay çıkaranlar, tek ya da üç kişilik odalar halinde yapılmış kapalı cezaevlerine gönderilirler. Tüzüğün maddesinde, bu nitelikte suçları işleyenlerin ayrı kesim ya da koğuşlarda bulundurulacakları öngörülmektedir.Tüm hükümlülerin aynı infaz rejimine bağlı tutulması düşünülemez. Cezanın kişiselleştirilmesi ilkesi, her hükümlünün onun toplum hayatına yeniden girmesini sağlamaya en uygun kurumda cezasını çekmesini gerektirir. İnfazda çağdaş eğilim, ihtisas cezaevleri diyebileceğimiz kurumlarda her gruba uygun tretman programları uygulanması yolundadır.Ceza infaz kurumları açık, yarıaçık ve kapalı olmak üzere üçe ayrılmakta ve hükümlüler biribirinden farklı uygulamalara tabi bulunmaktadır. Bu bakımdan, maddenin 'Bu kanun kapsamına giren suçlardan mahkum olanların cezaları, tek kişilik veya üç kişilik oda sistemine göre inşa edilen özel infaz kurumlarında infaz edilir' biçimindeki hükmü 'insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye' tabi tutulmak biçiminde değerlendirilemez. maddenin ikinci fıkrasında, bu kurumlarda açık görüş yaptırılamayacağı öngörülmüştür. Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkifevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzüğün maddesinde ise 'Kapalı cezaevlerindeki ziyaretlerin hükümlülerle her türlü maddi temasın önüne geçilebilecek şekilde yapılması ve konuşmaların hazır bulunan personel tarafından işitilebilecek tarzda cereyan etmesi lazımdır.' denilmektedir. Kapalı cezaevlerindeki görüşmelerde genel kural bu olmakla birlikte, ulusal, resmi ve dini bayramlarda Adalet Bakanlığı görüşmeye izin verebilir. Bu izin görüşmenin açık yapılmasını da içerebilir. Görülüyor ki, kapalı cezaevleri içinde genel kural görüşmenin açık yapılmamasıdır. Bu kural güvenlik amacıyla konulmuştur.Aynı fıkrada, bu kurumlarda hükümlülerin birbirleriyle ilişkilerine ve diğer hükümlülerle haberleşmelerine engel olunacağı da belirtilmektedir. İnfaz kurumlarında ilişkilerin sınırlandırılması yoluyla cezaevi yönetimine karşı ayaklanmaların, hükümlü ve tutukluların birbirlerini kötü yolda etkilemelerinin önlenmesine çalışılmıştır.Cezalandırmanın temelinde toplumun kendini savunma hakkı bulunmaktadır. İnceleme konusu fıkralara bu yönden bakıldığında, bu önlemler alınmakla bir yandan tutuklu ve hükümlülerin kaçmaları, ayaklanmaları, dışarıdaki yandaşlarıyla ilişki kurmaları, ileriye dönük suç planları yapmaları önlenmek istenmiş, diğer yandan, uygulamanın katılığı karşısında suç işlemeyi düşünenlerin bundan caymaları sağlanmaya çalışılmıştır. Dava dilekçesinde ileri sürülen iddialar yerindelikle ilgili olup Anayasa'ya uygunluk denetimi kapsamı dışındadır.Bu nedenlerle maddenin birinci ve ikinci fıkraları Anayasa'ya aykırı değildir. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."Sözleşme'nin maddesi şöyledir: “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, hükümlü ve tutukluların (mahpusların) Sözleşme'de yer alan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2) [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi kurumun güvenliğinin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir, makul gerekliliklerin olması durumunda sahip olunan haklar sınırlanabilir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/.., 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM, Sözleşme’nin maddesi çerçevesinde ceza infaz kurumunda tutulma koşullarını değerlendirirken başvurucular tarafından yapılan somut olaylara ilişkin iddialarla birlikte koşulların bir bütün olarak gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (Dougoz/Yunanistan, B. No: 40907/98, 6/3/2001, § 46). Bu kapsamda önlemlerin şiddeti, amacı ve bireyler için sonuçları birlikte değerlendirilmelidir (Van der Ven/Hollanda, B. No: 50901/99, 4/2/2003, § 51). AİHM'e göre infazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahpusların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve onlara gerekli tıbbi yardım sağlanması da insan onuruna yakışır şartların sağlanması için gereklidir (Piechowicz/Polonya, B. No: 20071/07, 17/4/2012, § 162). AİHM'e göre bir kişiyi özgürlüğünden alıkoyan önlemler genel olarak elem verici ve onur kırıcı bir durum içermektedir. Ancak yüksek güvenlikli bir ceza infaz kurumunda tutulma, mahpuslar için tek başına kötü muamele yasağının ihlali olarak kabul edilemez. Kamu düzeninin sağlanması amacıyla bazı suçlardan ceza alanların veya tehlikeli mahkûmların yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında tutulmaları gerekebilir. Firarı engellemek, diğer mahkûmların huzur ve güvenliğini sağlamak amacı ile yapılacak bu tür düzenlemeler bazı mahkûmların diğer mahkûmlardan ayrılmasını ve sıkı kontrol altında tutulmasını öngörebilir (Piechowicz/Polonya, § 161; Ramirez Sanchez/Fransa [BD], B. No: 59450/00, 4/7/2006, §§ 80-82, 138; Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, §§ 42-54; Rohde/Danimarka, B. No: 69332/01, 21/7/2005, § 78; Van der Ven/Hollanda, §§ 26-31, 50; Csüllög/Macaristan, B. No: 30042/08, 7/6/2011, §§ 13-16). Ayrıca güvenliği sağlama, tutulan kişiyi diğer tutulanlardan koruma, devam eden yargılamada sanıkların hileli iş birliği yapmalarını veya tutulan kişinin dışarıdakilerle suç için iş birliği yapmalarını önleme gibi amaçlarla tek başına tutma tedbirinin uygulanması da mümkündür. Başka bir ifade ile sıkı güvenlik rejimine ilişkin bir tedbir olan tek başına tutma, kendiliğinden Sözleşme’nin maddesine aykırı bir müdahale sayılmaz (Van der Ven/Hollanda, § 50). Uzun süre başkalarından ayrı tutmanın Sözleşme’nin maddesi kapsamında bir ihlal oluşturup oluşturmayacağı değerlendirilirken olayın özel koşullarına, tedbirin şiddetine, süresine, izlenen amaca ve ilgili kişi üzerindeki etkilerine bakılması gerekir (Rohde/Danimarka, § 93). AİHM tutma koşullarını değerlendirirken tek başına tutmanın bütüncül olarak etkilerinin ve başvuranın olaya özgü iddialarının dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir (Dougoz/Yunanistan, B. No: 40907/98, 6/3/2001, § 46; Muršić/Hırvatistan [BD], B. No: 7334/13, 20/10/2016, § 101). Nitekim tutma koşullarının ve süresinin ilgili kişinin sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisi olduğunun tespit edildiği bir başvuruda Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar verilmiştir (Ilaşcu ve diğerleri/Moldovya ve Rusya [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 438, 442). AİHM ayrıca kişinin tam olarak duyusal izolasyonunun sosyal hayattan bütünüyle izole edilmesiyle birleştiğinde kişiliği tahrip edebileceğini ve güvenlik gerekleri veya başka herhangi bir sebeple haklı çıkarılamayacak kötü bir muamele oluşturduğunu vurgulamıştır. Buna karşın güvenlik, disiplin ve koruma nedenleriyle diğer tutulanlarla temasın yasaklanması ise kendi başına bir insanlık dışı ceza veya muamele oluşturmaz (Güngör/Türkiye (k.k.), B. No:14486/09, 4/7/2017, § 27). Bunun yanında AİHM söz konusu tek başına tutulma tedbirinin Öcalan/Türkiye ([BD], B. No: 46221/99, 12/5/2005, §§ 190-196) kararında altı yıl, Ramirez Sanchez/Fransa kararında ise sekiz yıl sürmesinin (Ramirez Sanchez/Fransa, §§ 113-150) -tedbirin daha görünür olmasına rağmen- ihlal oluşturmadığı sonucuna varmıştır. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin asgari ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). Benzer şekilde AİHM darbe teşebbüsü sonrası FETÖ/PDY üyeliği iddiasıyla tutuklanan ve yaklaşık bir yıldan fazla süredir ceza infaz kurumunun tek kişilik odasında tutulmaya devam eden Ayhan Bora'nın başvurusunu asgari ağırlık eşiği aşılmadığı gerekçesiyle açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (Bora/Türkiye (k.k.), B. No: 30647/17, 28/11/2017, § 24). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (Bakanlar Komitesi) tarafından 11/1/2006 tarihinde Delegeler Komitesi toplantısı sırasında kabul edilen Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 No.lu Tavsiye Kararı'nın ekinde yer alan Avrupa Cezaevi Kurallarının ve maddeleri hükümlüler ve tutukluların yerleştirme ve barındırmalarına ilişkin kriterleri düzenlemektedir. Bu kuralların ilgili kısımları şöyledir:" Yerleştirme ve Barındırma... Cezaevlerine yerleştirmede, suçun devamlı takibi, güvenlik ve emniyet gerekleri ve tüm mahpuslara uygun rejimlerin sağlanması ihtiyacı hesaba katılmalıdır. ...Mahpuslara sağlanan barınma yerleri ve özellikle yatakhane bölümleri, insan onuruna ve mümkün olabildiğince özel yaşama saygı gösterecek biçimde olmalı, iklim koşulları ve özellikle zemin alanı, havanın metreküp miktarı, aydınlatma, ısıtma ve havalandırma dikkate alınarak, sağlık ve temizlik gereklerini karşılamalıdır.Mahpusların yaşadığı, çalıştığı veya bir araya geldiği tüm binalarda:...c. Mahpusların personel ile gecikmeksizin irtibat kurmasını mümkün kılan bir alarm sistemi olmalıdır.... Başkalarıyla aynı koğuşu paylaşmasının tercih edilebilir olması dışında, mahpuslar normal olarakgeceleri tek kişilik odalarda barındırmalıdır. ... Bütün mahpusların kaldıkları yerler, onların kaçma ve kendilerine veya başkalarına zarar verme tehlikesine karşı asgari sınırlayıcı güvenlik düzenlemelerine uygun koşullarda olmalıdır...." Kuralların açık havaya çıkma ve boş zaman faaliyetlerine ilişkin kriterleri düzenleyen maddesinin fıkrası şöyledir:"Eğer hava koşulları elveriyorsa, her mahpusun günde en az bir saat açık havaya çıkarak egzersiz yapmasına fırsat verilmelidir."Kuralların 51, 52 ve maddeleri özel yüksek güvenlik ve asayiş tedbirlerine ilişkin kriterleri düzenlemektedir. Söz konusu kriterlerin güvenliğe ilişkin ilgili kısmı şöyledir:"... Böylece her mahpus taşıdığı tehlike seviyesine uygun güvenlik koşulları altında tutulmalıdır. Gerekli olan güvenlik seviyesi, kişinin hapsedilme süresi boyunca düzenli aralıklarla gözden geçirilmelidir." Kuralların özel yüksek güvenlik ve emniyet tedbirlerine ilişkin kısmı ise şöyledir:"Özel Yüksek Güvenlik ve Emniyet Tedbirleri Özel yüksek güvenlik ve emniyet tedbirleri sadece istisnai hallerdeuygulanmalıdır.Bu tür tedbirlerin herhangi bir mahpusa uygulanması durumunda izlenecek açık prosedürler olmalıdır. Bu tür tedbirlerin her birinin mahiyeti, süresi ve uygulanma sebepleri ulusal mevzuat ile belirlenmelidir. Her olayda, söz konusu tedbirlerin belirli bir süre için uygulanması yetkili makam tarafından onaylanmalıdır.Onaylanmış olan sürenin uzatılmasına ilişkin olarak alınan herhangi bir karar, yeniden yetkili makamın onayına sunulmalıdır. Bu tür tedbirler mahpus gruplarına değil, bireysel mahpuslara uygulanmalıdır. Bu tür tedbirlere tabi tutulan herhangi bir mahpusun kural hükümleri gereğince şikayet hakkı olmalıdır. "
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33190
Başvuru, ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma ve saç tıraşının koğuş önünde yapılmasına izin verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, tapuda maliki olduğu arazinin kamulaştırılması nedeniyle açılan bedel tespiti ve tescil davasında arazinin gerçek değerinden daha düşük bir bedel tayin edilmesi ve faize hükmedilmemesi nedeniyle hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 17/12/2012 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 15/2/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 16/4/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığı’nın 14/6/2013 tarihli görüş yazısı 24/6/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer alan olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait taşınmazın da bulunduğu Ermenek İlçesinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 10/4/2002 tarih ve 1572 sayılı tasdikli projesi kapsamında Ermenek Barajı ve HES tesisleri projesi ve göl sahası inşaatı yapılması planlanmış ve 13/7/2006 tarihinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce (İdare) kamu yararı ve kamulaştırma kararı alınmıştır. Yapılması planlanan baraj ve HES projesine ilişkin 31/1/2009 günlü ve 27127 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 2009/14599 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile acele kamulaştırma kararı alınmıştır. Bahsedilen karara istinaden İdarece 10/2/2009 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) başvurucuya ait Kesirlik Mahallesi, 355 ada, 102 parselde tarla olarak kayıtlı 294,53 m2 büyüklüğündeki taşınmazın tamamının acele kamulaştırma yoluyla kamulaştırma bedelinin tespiti ve Hazine adına el konulması talebiyle dava açılmıştır. İdare tarafından oluşturulan kıymet takdir komisyonu taşınmazın değerini 113,68 TL olarak takdir etmiştir. 3/4/2009 tarihinde Mahkeme Heyeti ve bilirkişiler eşliğinde taşınmaz başında keşif yapılmıştır. Bilirkişi, 2008 yılı fiyat, masraf ve verim verilerini kullanarak Yargıtay içtihadı doğrultusunda Ermenek ve çevre ilçeler ile Karaman ili verilerinden üretim giderleri %40’tan yukarı olan verileri dikkate alarak, kamulaştırmaya konu taşınmazda sebze tarımına uygun ve uygun olmayan arazi, mevcut bahçede yer alan ağaçlar ve taşınmaz üzerindeki yapı için ayrı ayrı değer tespitini yapmış ve taşınmazın toplam değerini 061,69 TL olarak belirlemiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, 6/5/2009 tarih ve 2009/206, K.2009/298 sayılı kararıyla 10/4/2009 tarihli bilirkişi raporuna dayanarak el koyma bedelini 061,69 TL olarak belirleyerek bedelin başvurucuya ödenmesine ve bahsedilen taşınmaza acele el konulmasına karar vermiştir. İdare tarafından 25/5/2010 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davası açılmıştır. 24/2/2011 tarihinde kamulaştırma konusu taşınmazda Mahkeme Heyeti ve bilirkişiler eşliğinde keşif yapılmış, keşifte başvurucuya ait taşınmazın Ermenek Barajı göl sahası içinde kaldığı görülmüş ve bilirkişilere raporlarını hazırlamaları için 30 günlük süre verilmiştir. İdare temsilcisi keşif yapıldığı esnada 10/4/2009 tarihli bilirkişi raporuna dair itirazlarını tutanağa kaydettirmiştir. Mahkemeye sunulan 7/3/2011 tarihli bilirkişi raporuyla önceki bilirkişi raporundan farklı olarak arazinin nadasa bırakılmadığı dikkate alınarak ve 2010 yılı fiyat, masraf ve verim verileri kullanılarak taşınmazın toplam değeri 381,44 TL olarak belirlenmiştir. Başvurucu, 6/6/2011 tarihinde başta Ermenek ilçesi yanında çevre ilçe ve Karaman İli verilerinin hesaplamada kullanılmasının hatalı olduğu iddiası olmak üzere itirazlarını mahkemeye sunmuştur. İdare ise 15/6/2011 tarihli dilekçesiyle bilirkişi raporunda tüm sebzeler yerine en çok ekilen sebzelerin dikkate alınması gerektiği, Yargıtay’ın üretim giderlerinin %40’tan aşağı olamayacağı yönündeki içtihadına rağmen Ermenek ilçe verilerinde bu prensibin dikkate alınmadığı, Ermenek İlçe Tarım Müdürlüğü verilerinin olağan hayat koşullarına göre mümkün olamayacak derecede yüksek olduğu ve bu nedenle kapitalizasyon oranlarının farklı uygulanması gerektiği, arazinin yakınında kanal olmasının sulandığı anlamına gelmediği, bu nedenle kuru tarım arazisi olan parsellerin sulu olarak kabul edilemeyeceği gibi itirazlarını Mahkemeye sunmuştur Yapılan itirazlar üzerine Mahkemece ek bilirkişi raporu istenmiş, 29/11/2011 tarihinde Mahkemeye sunulan ek raporda taşınmazın değeri önceki raporla aynı tutarda tespit edilmiştir. Davacı İdare 25/1/2012 tarihli dilekçesiyle bilirkişi raporuna yaptığı itirazları sürdürmüştür. Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesi, 3/2/2012 tarihinde E.2010/779 ve K.2012/55 sayılı kararı ile davanın kabulüne, bilirkişi raporu ve Yargıtay Hukuk Dairesi içtihadı doğrultusunda yapılan keşif ve bilirkişi raporunda yer alan hususlara dayanmış ve sebze-tahıl münavebesi ile ağaçların verimleri ve taşınmaz üzerindeki yapının ayrı ayrı değerlerine göre, kamulaştırma bedelini Ermenek ve komşusu ilçeler ile Karaman ili tarım müdürlükleri verilerinin ortalamasını dikkate alarak 381,44 TL olarak tespit etmiş ve acele el koyma kararı sonrası ödenen bedeli mahsup ederek 23/12/2011 tarihli duruşmada başvurucu adına bankaya bloke edilmesine karar verdiği kalan 319,75 TL’nin başvurucuya ödenmesine ve taşınmazın baraj gölü içerisinde kalması nedeniyle tapu kaydının iptaliyle terkinine karar vermiştir. Mahkeme kararını başvurucu, kamulaştırma bedelinin 2942 sayılı Kanun’un maddesine aykırı bir usulle, özellikle çevre ilçeleri ve Karaman İli verileri de değerlendirmeye alınarak rayicinden düşük tespit edildiği ve faiz ödenmesine karar verilmediği gerekçesiyle; davacı İdare ise üretim giderleri %40’ın altında olan verilerin değerlendirmede kullanıldığı iddiası başta olmak üzere diğer iddialarıyla kamulaştırma bedelinin yüksek tespit edildiği gerekçesiyle temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, 16/10/2012 tarih ve E.2012/7605, K.2012/11383 sayılı kararıyla Mahkeme kararını düzelterek onamıştır. Onama kararı başvurucuya 3/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu karar düzeltme yoluna gitmediğinden karar kesinleşmiştir. Başvurucu 17/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.…Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hâkim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar… Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.…” 2942 sayılı Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;a)Cins ve nevini,b) Yüzölçümünü.c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,d)Varsa vergi beyanını,e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini.g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,h) Yapılarda, (…)(2) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.….” 2942 sayılı Kanunu’nun “Yetkili ve görevli mahkeme ve yargılama usulü” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanundan doğan tüm anlaşmazlıkların adli yargıda çözümlenmesi gerekenleri, taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü ile görülür.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1246
Başvurucu, tapuda maliki olduğu arazinin kamulaştırılması nedeniyle açılan bedel tespiti ve tescil davasında arazinin gerçek değerinden daha düşük bir bedel tayin edilmesi ve faize hükmedilmemesi nedeniyle hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru; işçilik alacağının ödenmediği gerekçesiyle açılan davanın dava şartı yokluğundan reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, emekli olması üzerine 24/12/2014 tarihinde Sarayönü Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinde (Mahkeme) belirsiz alacak davası niteliğinde işçilik alacaklarına ilişkin dava açmıştır. Mahkeme, davaya ilişkin bilirkişi incelemeleri yaptırmış ve yargılama neticesinde davanın kabulüyle başvurucu lehine iş ilişkisinden kaynaklanan alacaklara hükmetmiştir. İstinaf istemi üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) Mahkeme kararının kaldırılmasına ve yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde; kıdem tazminatı ve yıllık ücretli izin alacaklarının belirlenebilir olmasından dolayı belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri ifade edilerek hukuki yarar yokluğundan anılan alacaklara yönelik taleplerin usulden reddi gerekirken esasa girilerek kabul kararı verilmesinin hatalı olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, istinaf kararına uymuş ve kısmen kabul kısmen ret kararı vermiştir. Karar gerekçesinde; Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili olarak hak arama durumundaki kişinin hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilmesi amacıyla ihdas edildiği ve bu durumda davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gerektiği ifade edilmiştir. Dava dilekçesinde şartları bulunmadığı hâlde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığının belirtildiği durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddedilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Başvuruya konu davada da başvurucuların çalışma süresi ve ücretini bildiği bu sebeple dava konusu kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ve asgari geçim indirimi ücret alacaklarının miktarını belirleyebilme imkânına sahip olduğu, anılan alacak kalemleri yönünden belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığından belirtilen talepler yönünden davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmasının hatalı olduğu belirtilmiştir (detaylı benzer gerekçe için bkz. İsmail Avcı, B. No: 2019/12190, 22/2/2022, § 16) verilen kararlara atıfla kıdem tazminatı ve yıllık ücretli izin alacaklarının hukuki yarar yokluğundan usulden reddine, diğer alacakları yönünden ise ilk verilen karardaki meblağ üzerinden indirim yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu istinaf isteminde bulunmuşsa da Bölge Adliye Mahkemesi 27/2/2020 tarihinde talepleri kesin olarak reddetmiştir. Yargılama devam ederken başvurucu 26/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22664
Başvuru; işçilik alacağının ödenmediği gerekçesiyle açılan davanın dava şartı yokluğundan reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, işe iade isteğiyle açılan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve delillerin takdirinde hata yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/7/2009 tarihli dilekçeyle iş akdinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiği iddiasıyla işe iade davası açmıştır. Bakırköy İş Mahkemesi 29/9/2014 tarihli kararında bilirkişi incelemesine atıf yaparak başvurucunun tahsil ettiği işlem sayısını kuruma eksik olarak bildirmesi nedeniyle feshin haklı olduğu gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Hüküm temyiz edilmiş ve Yargıtay denetiminden geçerek 26/11/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai karar 23/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 15/1/2015tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1293
Başvuru, işe iade isteğiyle açılan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve delillerin takdirinde hata yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, polis memurlarının hukuka aykırı olarak zor kullanması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Polis memuru A. 17/8/2018 tarihinde müşteri olarak başvurucunun terzi dükkânına gelmiştir. Kısaltılmasını istediği pantolon paçalarıyla ilgili olarak başvurucu ile aralarında anlaşmazlık çıktığı anlaşılan A. olay yerine polis çağırmıştır. Saat 00 sıralarında olay yerine gelen polis ekipleri başvurucuyu kuvvet kullanarak polis merkezine götürmüş; hakkında hakaret, tehdit, görevi yaptırmamak için direnme, mala zarar verme suçlarından işlem başlatmıştır. Başvurucunun yakalandığı sırada hakkında gözaltı kararı bulunmadığı, Adli Kolluk Cumhuriyet Savcısı Görüşme Tutanağı'nın başvurucu polis merkezine götürüldükten sonra saat 10'da düzenlendiği, ifadesinin alınmak suretiyle başvurucunun serbest bırakılması talimatının alındığı anlaşılmıştır. Başvurucu saat 58'de serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış olup yargılama devam etmektedir. Başvurucunun polis memurları tarafından darbedildiği iddiasıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezine (CİMER) olayla ilgili şikâyette bulunması üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmıştır. Polis memurlarının olay günü saat 05'te düzenlediği Olay Tutanağı'na ve polis memurlarının müşteki sıfatıyla alınan beyanlarına göre olaylar özetle şöyledir: i. Şikâyetçi olan bir polis memuru bulunduğu bilgisinin iletilmesi üzerine polis memurları ivedi şekilde olay yerine gitmiş, olayın ne olduğunu sorduklarında polis memuru A., pantolonunu almak için terziye gittiğinde pantolonunun hazır olmadığının söylendiğini, pantolonunu almak istediğinde paçalarının kesilmiş olduğunu fark ettiğini, pantolonunun kesilen paçasını istemesi üzerine dükkân sahibinin kendisine küfrettiğini beyan etmiştir. ii. Polis memurları dükkân sahibine (başvurucu) olayın nasıl geliştiğini sorduğunda ise dükkân sahibi agresif şekilde bağırmaya başlamış, polis memurları kendisini karakola davet etmiş ancak başvurucu, polis memurlarının bu isteğine sözlü ve fiziksel olarak direnç göstermiş; polis memurlarından birinin eline vurarak "Çek lan elini, gelmiyorum." demiştir. Bunun üzerine zor kullanarak başvurucuya kelepçe takılmış ve başvurucu, araca bindirilerek hakkında işlem başlatılmıştır. Başvurucunun iddialarına göre olay özetle şöyledir: i. A. acele ederek pantolonunu almaya gelmiş, hazır olmadığını öğrenince pantolonunu almak istemiş, kesilmiş paçalardan birini bulamaması üzerine A. kendisine küfretmiş, kendisi de karşılık vermiş ve aralarında tartışma çıkmıştır. Bu sırada dükkânda yeğenleri ve çocuğu da bulunmaktadır. ii. A telefonla polis çağırmış, olay yerine dört polis memuru gelmiştir. İkisi olaya karışmamış, yalnızca olayı izlemiştir. Gelen polis memurları A.ya "Devrem siz çıkar mısınız?" diyerek A.yı dükkândan çıkarmıştır. İki polis memuru kendisine yaklaşarak "Hayırdır?" diyerek olayı sormuştur. Kendisi de olayı anlatmıştır. iii. Polis memurlarının "Karakola ifadeye geliyorsun." demesi üzerine "Ne için, hangi suçtan?" diye sormuştur. Bunun üzerine polis memurları "Cumhurbaşkanı'na hakaret etmişsin." diye cevap vermiştir. Kendisi de "Saçmalamayın ne alakası var." deyince "Fazla uzatma s..e s..e geleceksin." diyerek kolunu arkadan bükmüş, yere yatırarak kendisine ters kelepçe takmışlardır. Bu sırada çocuğu korkarak ağlamaya başlamıştır. Kendisini bir süre ters kelepçeli bekletmiş, ters kelepçeye itiraz etmesi üzerine kelepçeyi önden takmışlardır. Zayıf ve esmer olan polis memuru sırtına vurmuş, bunun üzerine başvurucu sol tarafına düşmüştür. Kendisini polis arabasına zorla bindirmeye çalışmış ve bu sırada darbetmişlerdir.iv. Sağlık muayenesine götürüldüğünde polis memurları odadan çıkmamış, kıyafetlerini çıkarmadan yüzeysel şekilde muayene edilmiştir. Başvurucu hakkındaki sağlık raporları şöyledir:i. Zor kullanılarak yapılan yakalama işlemi sonrası 17/8/2018 tarihinde saat 10 sıralarında düzenlenen adli muayene raporunda "sol frontalde yüzeysel lezyon, dizde hiperemi, boyunda çift taraflı yüzeysel hiperemi tespit edildiği" belirtilmiştir. ii. Başvurucu, polis merkezinden serbest bırakıldıktan sonra aynı gün saat 22'de yeniden sağlık kuruluşuna başvurarak sağlık raporu almıştır. Düzenlenen raporda "sol kulak ve yanakta eritem, omuzda abrazyon, sol ön kolda birden fazla eritem, sol el bileğinde yüzeysel kesi, sağ ve sol dirsekte abrazyon ve eritem, sol dizde abrasyon, sırtta orta ve alt bölgede eritem tespit edildiği" ifade edilmiştir.iii. 20/8/2018 tarihinde ise başvurucu, Türkiye İnsan Hakları Vakfına (TİHV) başvurmuştur. TİHV tarafından yapılan fiziki muayenede alın, yüz, omuz, bel, dirsek, diz ve bileklerde ekimoz ve sıyrıklar tespit edilmiş; ayrıca başvurucuya servikal disk bozukluğu tanısı konmuştur. Yapılan soruşturmada olaya ilişkin kamera kaydı görüntüsü olup olmadığı araştırılmış ancak bir kamera kaydına rastlanmamıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 2/10/2018 tarihinde başvurucunun şikâyetleri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Müştekinin beyanlarında bahsi geçen olaya ilişkin olarak Yenişehir ilçe Emniyet Müdürlüğünün 2018/2403 sayılı fezlekesinin incelenmesinde; müştekinin polis memurlarına mukavemette bulunması üzerine kademeli olarak güç kullanıldığı, alınan doktor raporunda mevcut yaralanmasının etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğunun belirlendiği, şüpheli polis memurlarının TCK nun 256 maddesinde tanımı yapılan zor kullanma yetkisini kullandıkları, bu bağlamda üzerlerine atılı bulunan yaralama suçunun unsurlarının oluşmadığı anlaşılmış olmakla,Açıklanan nedenlerle şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına..." Başvurucunun yaptığı itiraz 24/12/2018 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar 31/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal hukuk için bkz. Vedat Şorli ve Bilal Şorli, B. No: 2014/10459, 13/7/2016, §§ 64-69; Mehmet Baydan [GK], B. No: 2014/16308, 12/4/2018, §§ 24-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7312
Başvuru, polis memurlarının hukuka aykırı olarak zor kullanması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Erzincan'ın İliç ilçesinde özel bir şirket tarafından yapılması planlanan Çakmaktepe Madeni Açık Ocak İşletmesi Kapasite Artış Projesi (proje) için verilen çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptali talebiyle açılan davanın reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 9/8/2018 tarihli ÇED olumlu kararının iptali amacıyla 7/9/2018 tarihinde Erzincan İdare Mahkemesinde (Mahkeme) yürütmeyi durdurma talepli dava açmıştır. Dava dilekçesinde;i. İlgili yönetmelikte 2016 yılında yapılan değişiklik ile bilgilendirme toplantısının yalnızca askı ilanı ile değil ayrıca anons yapılarak duyurulması gerektiği düzenlenmesine rağmen somut olayda projeden etkilenme ihtimali olan Çaltı ve Sabırlı köylerinde askı ilanı ve anons ile duyuru yapılmadığı, İliç ilçesi ve Yakuplu köyünde ise yalnızca askı ilanı yapıldığı,ii. Projeyi yürüten şirketin mera alanlarında faaliyet izni olmamasına rağmen bu alanlarda sondaj, yarma ve galeri açılması gibi madencilik faaliyetleri yürüttüğü ayrıca projede kullanılacak kimyasalların bölgenin flora ve faunasına, tarım ve hayvancılık faaliyetleri ile yöre halkının sağlığına önemli zararlar vereceği, iii. Anılan şirketin aynı ruhsat alanında birden fazla maden işletmesi bulunması nedeniyle her iki işletme için tek bir ÇED raporu alması gerektiği ancak ayrı ÇED raporları alarak kümülatif etki değerlendirmesini engellemeyi amaçladığı,iv. Atık depolama tesislerine ilişkin yönetmelik hükümlerinde, anılan tesislerin yerleşim yerlerinin en az 250 m uzağında kurulabileceği düzenlenmesine karşın somut olayda tesisin köye 180 m uzakta ve aktif deprem bölgesinde kurulduğu,v. Proje alanı içinde birden fazla içme suyu kaynağı bulunduğu ve projenin faaliyeti sırasında oluşacak toz ve hafriyat atıklarının su kaynaklarını kirleteceği ayrıca aynı şirketin işletmesindeki diğer maden işletmesinde kullanılan siyanürün aşırı yağışlar sonucunda sızıntıya yol açarak hayvan ölümlerine neden olduğu ileri sürülmüştür. Mahkeme, yürütmeyi durdurma talebinin reddine ve uyuşmazlık konusuyla ilgili çevre, inşaat, orman, maden ve jeoloji mühendislerinden oluşan alanında uzman beş kişilik bilirkişi heyeti refakatinde keşif yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, kimyasal maddelerin niteliğinin ve çevresel etkilerinin kapsamlı şekilde değerlendirilebilmesi için metalürji ve malzeme mühendisi, biyolog ve halk sağlığı uzmanının da keşfe katılması talebinde bulunmuştur. Mahkemece, kimyasallar konusunda çevre mühendisi bilirkişinin de görüş bildirebileceğine ve rapor düzenlenmesi için mevcut bilirkişi heyetinin yeterli olduğuna dair ara karar verilmiştir. Mahkemeye sunulan 8/7/2019 tarihli bilirkişi raporunda;i. Bilgilendirme toplantısının ilgili yönetmeliğe uygun şekilde yapıldığı ve projenin etki alanı içinde bulunan Çaltı, Sabırlı, Yakuplu köyleri ve İliç ilçesine ait askı ilan tutanaklarının dosyada bulunduğu, ilgili yönetmelikte ayrıca anons ile duyuru yapılması gerektiğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığı,ii. Projenin yüzde 77,35 orman, yüzde 22,36 oranında da mera alanlarına isabet ettiği, orman alanlarında yeni yolların yapılması ile birlikte orman varlığı ve sürekliliği üzerinde oluşacak olumsuz etkilerin tahammül edilebilir boyutta olduğu, yolun geçtiği alanlarda orman alanlarının tamamen kaldırılacağı ancak bu durumun orman ekosistemine kalıcı bir etkisinin olmayacağı,iii. ÇED kararının yeterli bilimsel değerlendirme içerdiği bununla birlikte projenin etki alanındaki diğer yatırımlarla birlikte ele alınarak oluşabilecek kümülatif kirlilik etkisinin de incelendiği, iv. Proje kapsamında su kaynakları ile ilgili yeterli değerlendirme yapıldığı ve kirliliğe karşı gerekli önlemlerin alınacağının taahhüt edildiği, projenin yakınında bulunan aynı şirkete ait maden tesisi ile entegre olduğu kabul edilse dahi kimyasal kullanımı bakımından ek bir yük getirmeyeceği,v. Proje alanı içinde bulunan mera ve orman alanlarının verimsiz olduğu ve çalışmaların bitiminden sonra bu alanların rehabilite edileceği, yeniden bitkilendirileceği ve bu şekilde maden çalışmaları ile oluşacak zararın bertaraf edilebileceği,vi. Atık depolama tesisinin bu projeye ait olmayıp yakında bulunan daha önce ÇED olumlu kararı mevcut başka tesisin bir parçası olduğu belirtilerek sonuç olarak ÇED olumlu kararının sürdürülebilir bir çevre için gereken kriterlere, ulusal ve uluslararası mevzuatta belirtilen teknik kriterlere uygun olduğu bildirilmiştir. Mahkeme 26/9/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; bilirkişi raporuna atıfla, nihai ÇED dosyasında gerek tesisin yapım aşaması gerekse işletme aşamasında karşılaşılabilecek sorunların tespit edilerek incelendiği, projenin çevredeki insan yaşamına ve doğaya karşı oluşturacağı etkilerin önemli ölçüde değerlendirilerek muhtemel zararların asgari düzeye indirilmesi için gerekenlerin tespit edildiği ifade edilmiştir. Ayrıca projenin tarımsal üretim, canlı yaşamı ve insan yaşamını tehlikeye düşürmeyeceği, bu hususlarda ÇED kararındaki tespitlerin yeterli olduğu, taahhütlerin proje sahasına uygulanabilir olduğu belirtilerek ÇED olumlu kararında hukuka aykırılık bulunmadığı açıklanmıştır. Başvurucu, temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde; daha önce beyan ettiği hususları (bkz. § 2) tekrar edilerek bilirkişi heyetinin seçiminde hata yapıldığı, raporun ÇED kararını değerlendirmekten uzak ve yetersiz olduğu ileri sürülmüştür. Danıştay Altıncı Dairesi (Daire) 20/2/2020 tarihinde Mahkemenin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle oyçokluğuyla onama kararı vermiştir. Onama kararına katılmayan iki üyenin karşıoy gerekçesinde; proje alanının yüzde 22 oranında mera niteliği taşıdığı, dava dilekçesinde projenin tarım ve hayvancılık üzerine olumsuz etkilerine ilişkin iddialara yer verildiği belirtilerek Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunu hazırlayan heyette ziraat mühendisi bilirkişiye yer verilmemesinin esasa etkili bir eksilik olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 17/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra -pandemi sürecinde yargıda sürelerin durması nedeniyle- 6/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20484
Başvuru, Erzincan'ın İliç ilçesinde özel bir şirket tarafından yapılması planlanan Çakmaktepe Madeni Açık Ocak İşletmesi Kapasite Artış Projesi (proje) için verilen çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptali talebiyle açılan davanın reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, borçlu olunmadığının tespiti ile zararının tazmini talebiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuruculara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi 29/4/2014 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 2/4/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucular 23/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18477
Başvuru, borçlu olunmadığının tespiti ile zararının tazmini talebiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 22/1/2010 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 10/12/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4378
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 6/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvurular hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Yapılan incelemede 2014/13060 numaralı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2014/13059 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 8/11/2009 tarihinde yaşanan ve beş kişinin hayatını kaybettiği bir silahlı saldırı olayına ilişkin Başkale (Van) Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/11/2009 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Başkale Cumhuriyet Başsavcılığı 12/11/2009 tarihinde başvurucuları, tutuklanmalarına karar verilmesi talebiyle Başkale Sulh Ceza Mahkemesine sevk etmiştir. Mahkeme "şüpheliler hakkında kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunmadığı, şüphelilerin kaçması, saklanması ve kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunmadığı, şüphelilerin suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme ihtimalinin bulunmadığı, dosya kapsamında parmak izi inceleme sonuçlarının bulunmadığı, el sıvapları analiz sonuçlarının bulunmadığı, araçlardanateş edilip edilmediği konusunda olay yeri inceleme zaptının dosya içerisinde yer almadığı" gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Başkale Cumhuriyet Başsavcılığınca anılan karara itiraz edilmiştir. İtirazı inceleyen Başkale Asliye Ceza Mahkemesi 12/11/2009 tarihinde "bu şahısların [başvurucuların] içerisinde bulunduğu kamyonun koltuk kısmında çok sayıda boş kovanınbulunduğunu gösteren fotoğraflar ve bu itibarlakuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması, şüphelilerin üzerine atılı suçun CMK100/3,a-2 maddesinde yer alan suçlardan oluşu ve bu durumda da tutuklama koşularının kanunen varsayılabileceği" gerekçesiyle başvurucuların kasten insan öldürme ve kasten insan yaralama suçlarından tutuklanmalarına ve haklarında tutuklama müzekkeresi (yakalama emri) çıkartılmasına karar vermiştir. Bu karar uyarınca başvurucular 13/11/2009 tarihinde tutuklanmışlardır. Başkale Cumhuriyet Başsavcılığının 28/4/2010 tarihli fezlekesiyle isnat edilen suçların ağır ceza mahkemesinin görev alanında olduğu belirtilerek başvurucular hakkında soruşturma dosyası Van Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Van Cumhuriyet Başsavcılığının 25/10/2010 ve 26/10/2010 tarihli iddianameleriyle başvurucuların "kasten öldürme ve yasak olan vahim nitelikteki silahı bulundurma" suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Yargılama, Van Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/34 sayılı dosya üzerinden tutuklu olarak sürdürülmüştür. Mahkeme 8/7/2014 tarihli duruşmada başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucular bu karara 14/7/2014 tarihinde itiraz etmişler; Van Ağır Ceza Mahkemesi 5/9/2014 tarihli kararıyla itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucular 6/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Mahkeme 13/11/2014 tarihinde "tutuklu kaldıkları süre gözetilerek" başvurucuların tahliyelerine karar vermiştir. Mahkemenin 7/1/2016 tarihli kararı ile başvurucu Muttalip Parlak'ın üç ayrı kişiye yönelik kasten insan öldürme suçundan (toplamda) 45 yıl hapis, kasten insan öldürmeye teşebbüs suçundan 6 yıl 3 ay hapis, yasak olan vahim nitelikteki silahı bulundurma suçundan 4 yıl 2 ay hapis ve 320 TL adli para; başvurucu Teoman Atlı'nın üç ayrı kişiye yönelik kasten insan öldürme suçundan (toplamda) 30 yıl hapis, kasten insan öldürmeye teşebbüs suçundan 4 yıl 2 ay hapis, yasak olan vahim nitelikteki silahı bulundurma suçundan 2 yıl 9 ay 10 gün hapis ve 540 TL adli para cezalarıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz aşamasında derdesttir. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13059
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 27/1/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bandrolsüz CD satışı yaptığı gerekçesiyle hakkında başlatılan soruşturma neticesinde 11/6/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve aynı gün serbest bırakılmıştır. Hatay Asliye Ceza Mahkemesinin 11/6/2009 tarihli kararıyla başvurucu hakkında üzerine atılı bulunan suç kapsamında 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca 10 ay hapis ve 25 gün karşılığı olmak üzere 500 TL adli para cezası verilmiştir. Söz konusu hapis cezası 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi kapsamında ertelenmiştir. Başvurucu müdafiinin temyizi üzerine yapılan inceleme neticesinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde yer alan hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) müessesesine dair şartların oluşup oluşmadığına dair yeterli inceleme yapılmadığı gerekçesiyle Yargıtay Ceza Dairesinin 10/6/2013 tarihli kararıyla bozma kararı verilmiştir. Bozma sonrası yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 31/12/2013 tarihli kararıyla başvurucuya 10 ay hapis ve 4 gün karşılığı olmak üzere 80 TL adli para cezası verilmiştir. Bununla birlikte başvurucu hakkında HAGB kararı verilmesi uygun görülmüş, ayrıca 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca 5 yıl süreyle denetime tabi tutulmasına karar verilmiştir. Başvurucuya tefhim edilen söz konusu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Bu arada başvurucu, denetim süresi içinde trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçu kapsamında Hatay Asliye Ceza Mahkemesinin 6/7/2017 tarihli kararıyla -hapis cezasından çevrili olmak üzere- neticeten 500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmıştır. Söz konusu karar, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 9/10/2017 tarihli kararıyla kesinleşmiştir. Bunun üzerine Hatay Asliye Ceza Mahkemesince başvurucunun denetim süresi içinde kasten suç işlemesi nedeniyle 16/11/2017 tarihinde Hatay Asliye Ceza Mahkemesine ihbarda bulunulmuştur. Hatay Asliye Ceza Mahkemesi duruşma hazırlığı için 24/11/2017 tarihinde tensip zaptı düzenlemiştir. Bu kapsamda başvurucuya ve müdafiine duruşmayı bildiren tarih, meşruhatlı davetiye ile gönderilmiştir. Duruşma günü olarak 6/2/2018 tarihi tayin edilmiştir. Anılan tarihte yapılan duruşma sonunda Hatay Asliye Ceza Mahkemesi, daha önce açıklanması geri bırakılan hükmü açıklamış ve önceki hükümde herhangi bir değişiklik yapmamıştır. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi söz konusu hükmü 9/7/2018 tarihinde bozmuştur. Gerekçede, HAGB kararından önce -münhasıran başvurucu müdafiinin temyiziyle- bozulan hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine ilişkin kararın başvurucu lehine kazanılmış hak teşkil ettiğinin gözetilmediği belirtilmiştir. Bozma kararının ardından başvurucunun ve müdafiinin katıldığı duruşma sonunda Hatay Asliye Ceza Mahkemesinin 25/10/2018 tarihli kararıyla başvurucunun 10 ay hapis cezası ve 4 gün karşılığı olmak üzere 80 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Hapis cezası 5237 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında ertelenmiştir. Hüküm, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucu 22/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “(8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine,b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.... (10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir....”B. Uluslararası Hukuk Aynı suçlamalara dayalı olarak yargılamanın yenilenmesi durumunda makul sürede yargılanma hakkı bakımından gözönüne alınacak süre yönünden önceki yargılamada geçen sürenin dikkate alınmayacağı, başvurucunun ilk etaptaki yargılamanın çok uzun sürdüğünü düşünmesi durumunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) organlarına zamanında başvuru yapması gerektiğine ilişkin karar için bkz. Löffler/Avusturya, B. No: 30546/96, 3/10/2000, § Cezai soruşturmayı durdurma kararı verilirse kişinin etkilenmesi sona erer ve karar kendisine iletildiği andan itibaren Sözleşme'nin maddesinin sınırlamak istediği belirsizlikten artık muzdarip değildir (Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 89).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35039
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bingöl M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü iken 8/6/2014 tarihinde yaşamını yitiren 1981 doğumlu O.nin kardeşidir.. Başvuru ve soruşturma dosyasına yansıdığı kadarıyla O. 31/5/2010 ile 3/6/2014 tarihleri arasında çeşitli rahatsızlıklar nedeniyle kurum aile hekimleri ve hastane doktorları tarafından muayene edilmiş, farklı teşhislerle tedavileri yapılmıştır. Son olarak 3/6/2014 tarihinde koğuştaki diğer mahkûmların rahatsızlandığını bildirmesi üzerine O. kanlı kusma şikâyetiyle Bingöl Devlet Hastanesi Acil Servisine getirilmiştir. Hastanede O.nin bilincinin kapalı, genel durumunun kötü olduğunun ve kusmasının devam ettiğinin görülmesi üzerine O. acil olarak endoskopiye alınmıştır. Şiddetli kusma nedeniyle endoskopi işleminin tamamlanamaması üzerine şahıs acilen ameliyata alınmıştır. Ameliyatta malign (kötü huylu) görünümlü kitle tespit edilerek alınmıştır.Hasta, hastanede yoğun bakım ünitesi olmadığından 5/6/2014 tarihinde Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Araştırma Hastanesi) sevk edilmiştir. Araştırma Hastanesinin Genel Cerrahi Kliniğinde solunumu durduğu tespit edilen O. Anestezi Yoğun Bakım Ünitesine alınmış, burada yapılan müdahalelere rağmen 8/6/2014 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun 22/8/2014 havale tarihli dilekçeyle kardeşinin ölümüyle ilgili ihmal suretiyle ölüme sebebiyet verme ve görevi kötüye kullanma suçlarından şikâyetçi olması üzerine Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 22/10/2014 tarihli müzekkereyle Ceza İnfaz Kurumundan O.nin hangi tarihte Ceza İnfaz Kurumuna alındığına, Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içinde herhangi bir hastalığının bulunup bulunmadığına, hastalığı bulunuyor ve tedavi talepleri var ise bu taleplerinin nasıl karşılandığına, tedavisinin usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığına, taleplerin kimler tarafından değerlendirildiğine, bununla ilgili ne tür işlemler yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin ivedi olarak iletilmesini istemiştir. Ceza İnfaz Kurumunun 27/10/2014 tarihli cevap yazısında özetle O.nin 27/04/2012 tarihinde hükümlü olarak Kuruma alındığı, hükümlü veya tutuklulardan ağır hastalığı olanların tedavilerinin Kurum tarafından resen yapıldığı, diğer hükümlü ve tutukluların ise Kurum revirindeki ilk muayenesinde gerek görülmesi hâlinde hastaneye sevk edildikleri belirtilmiştir. Yazıya göre O., Ceza İnfaz Kurumu revirinde aile hekimince muayene edilmiş, Bingöl Devlet Hastanesi ve Araştırma Hastanesindeki doktorlara tedavi ve kontrol için otuz sekiz kez gönderilmiş, herhangi bir ağır ve önemli hastalığı olduğuna dairkendisine teşhis konmamıştır. Son olarak 3/6/2014 tarihinde rahatsızlanması üzerine 112 Acil Servis görevlilerince ilk tedavisi yapılarak ambulans ile Bingöl Devlet Hastanesine sevk edilmiş, O.ye ileri evre mide kanseri teşhisi konulmuştur. Ceza İnfaz Kurumu, O.nin Kuruma alındığı 27/4/2012 tarihi sonrasında ve öncesindeki sürelerde gerek Kurum revirinde gerekse de sevk edildiği Bingöl ve il dışı hastanelerde gördüğü tedavilere ilişkin belgeleri de Başsavcılığa iletmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 17/11/2014 tarihinde Adli Tıp Kurumu Bingöl Şube Müdürlüğünden (Adli Tıp Kurumu) başvurucunun kardeşinin yanlış ve geç teşhis nedeniyle mide kanserinin ilerlemesi neticesinde vefat ettiği iddiasıyla ilgili olarak Bingöl Devlet Hastanesinde düzenlenen tüm tıbbi evrakın değerlendirilip ölüm olayında teşhis ve tedavi yönünden herhangi bir ihmal ya da kusurun bulunup bulunmadığına ilişkin rapor verilmesi talebinde bulunmuştur.Adli Tıp Kurumunun 18/12/2014 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:" Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2014/4078 Soruşturma nolu dosyası içerisinde bulunan [O.] adına kayıtlı bulunan tıbbi evraklarda; 1) 2010 tarih ve 2217 sayı ile KBB polk.kurum doktoru tarafından sevk edildiği,2) 2010 tarih ve 2010/4681sayı ile BDH KBB polikliniğine sevk edildiği paranazal sinüs BT'si çekilerek muayenesinin yapıldığı,3) 2010 tarih ve 2010/4915 sayı ile tomografi çekimi için BDH'ye sevk edildiği,4) 2010 tarih ve 2010/7431 sayı ile BDH nöroloji polikliniğine sevk edilerek EEG çekildiği senkop ve bayılma tanısıyla devamında Elazığ Ruh ve Sinir Hastanesine sevk edildiği,5) 2010 tarih ve 2010/7447 sayı ile Nöroloji polikliniğine sevk edildiği oradan da depresif nöbet tanısıyla psikiyatriye sevk edildiği, 6) 2011 tarih ve 1770 sayı ile kurum aile hekimi tarafından KBB polikliniğine sevk edildiği, 7) 2011 tarih ve 2009/490 sayı ile KBB polikliniğinde Muayene edildiği, alerjik rinit teşhisi konulduğu, 8) 2011 tarih ve 3989 sayı ile paranazal sinüs BT tetkik sonucu verildiği,9) 2011 tarih ve 2009/490 sayı ile tomografi çekimi yapıldığı, 10) 2011 tarih ve 2009/490 sayı ile Bingöl Devlet Hastanesi KBB polikliniğine sevk edildiği, "nazal septum deviasyonu" tanısı ile yatışı yapılarak tetkik ve tedavisinin yapıldığı, 2011 tarihinde salah ile taburcu edildiği,11) 2011 tarih ve 3097 sayı ile kurum aile hekimi tarafından plastik cerrahi polikliniğine sevk edildiği, 12) 2011 tarih ve 2009/490 sayı ile plastik cerrahi plikliniğine sevk edildiği, 13) 2011 tarih ve 3562 sayı ile kurum aile hekimi tarafından KBB polikliniğine sevk edildiği, 14) 2011 tarih ve 2009/490 sayı ile KBB sevk edildiği, 15) 2011 tarih ve 2009/490 sayı ile KBB'ye sevk edildiği, RF operasyonu için KBB yatışı yapıldığı, 16) 2011 tarih ve 428800 sayı ile konka hipertrofisi tanısı ile KBB polikliniğine müracaat ettiği, 17) 2012 tarih ve 2434 sayı ile acil polk. Gastrit ve alerjik rinit teşhisiyle reçete verildiği, 18) 2013 tarih ve 2012/240 sayı ile acil polikliniğine sevk edildiği ve yumuşak doku bozukluğu tanısıyla muayenesinin yapıldığı, 19) 2013 tarih ve 2012/240 sayı ile 2012/240 sayı ile acil polikliniğine sevk edildiği ve yumuşak doku bozukluğu tanısıyla reçete verildiği,20) 2014 tarih ve 543 sayı ile kurum aile hekimi tarafından reçete verildiği, 21) 2014 tarih ve 621 sayı ile Göğüs Hastalıkları polikliniğine sevk edildiği,22) 2014 tarih ve 2012/240 sayı ile acil polikliniğine sevk edildiği, muayenesonucunda kardiyoloji polikliniği önerildiği, 23) 2014 tarih ve 2012/240 sayı ile acil polikliniğine sevk edildiği, muayene sonucunda kardiyoloji polikliniği önerildiği, 24) 2014 tarih ve 883 sayı ile 112 acil servis tarafından muayene yapıldığı ve önerilerde bulunulduğu, 25) 2014 tarih ve 2013/240 sayı ile acil polikliniğine sevk edildiği, muayenesonucunda kardiyoloji polikliniği önerildiği, 26) 2014 tarih ve 2279 sayı ile kardiyoloji polikliniğine sevk edildiği ve göğüs ağrısı tanısıyla tetkiklerinin yapılarak miyalji teşhisi konulup reçete verildiği,27) 2014 tarih ve 887 sayı ile 112 acil servis tarafından göğüs hastalıklarıpolikliniğine kontrol önerildiği, 28) 2014 tarih ve 2012/240 Göğüs poliklinik muayenesinin yapıldığı, miyalji reflütanısıyla reçete verildiği, 29) 2014 tarih ve 894 sayı ile 112 acil servisi tarafından bel ağrısı şikayeti için iğne yapıldığı, 30) 2014 tarih ve 824 sayı ile kurum aile hekimi tarafından miyalji tanısıylareçete verildiği, 31) 2014 tarih ve 901 sayı ile 112 acil servis tarafından muayene yapıldığı ve önerilerde bulunulduğu, 32) 2014 tarih ve 983 sayı ile kurum aile hekimi tarafından reçete verildiği, 33) 2014 tarih ve 1040 sayı ile bel ağrısı tanısı ile kurum aile hekimi tarafındn reçete verildiği, 34) 2014 tarih ve 2012/240 sayı ile 112 acil servis tarafından acil poliklinik önerildiği, 35) 2014 tarih ve 1260 sayı ile psikiyatri polikliniğine aile hekimi tarafından sevk edildiği,36) 2014 tarih ve 1370 sayı ile kurum aile hekimi tarafından bel ağrısı tanısı ile reçete verildiği,37) [O.] hakkında düzenlenmiş Bingöl Devlet Hastanesinin 2014 yatış tarih ve 2014 çıkış tarih ... hastane evrakında; Kanlı kusma şikayetiyle acile getirildiği, hipotansiyonu, taşikardisi, ve hematokezyası ... ve dehidratasyonu olduğu, genel durumu kötü, bilinç kapalı, ajite olup, ... acil olarak endoskopiye alındığı, ancak şiddetli kusmanın devam etmesi ve hastanın hemodinamik instabilitesi ve intoleransı nedeniyle girişinin tamamlanamadığı, gastroenteroloji bölümü tarafından masif üst GİS kanaması tanısıyla yatırılarak yoğun bakım ünitesinde takipleri sırasında transfüzyona ve endoskopik müdahaleye rağmen kanamanın durmaması ve hipotansif şoka girmesi üzerine sıvı desteği + hemodinamik stabilizasyonu sağlanarak 2014 tarihinde acil cerrahi ameliyata alındığı ... kısmında malign görünümlü kitle mevcut olduğu, ... uygun seviyeden distal subtotalgastrektomi uygulandığı, ... 2014 tarihinde Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildiği kayıtlıdır.Gerekçe: Malign Neoplazmların hastalığın son evrelerine kadar belirgin ve/veya spesifik bir tıbbi bulgu göstermeden sinsi ilerleyen, semptomatik tedaviye yanıt veren, erken evrelerde fizik muayene ile tanı konulması çok güç olan, tanı koymada özellikli tetkikler (Ca markerları, sintigrafi, mamografi, ultrasonografi, MR vb.) yaptırılmasını gerektiren ve ayırıcı tanısı zor konulabilen bir hastalık grubu teşkil ettiklerinin de tıbbi bilgiden olduğu bilindiğine göre;SONUÇ: [O.nin] 2010 tarihinden Bingöl Devlet Hastanesinde son yatış tarihi olan 2014 tarihine kadar çeşitli nedenlerle kurum aile hekimleri ve hastane doktorları tarafından muayene edilerek farklı tanılarla reçete düzenlenmek suretiyle tedavi edildiği ve en son olarak da 2014 tarihinde gastrointestinal hemoraji nedeniyle mide malignneoplazmı tanısıyla invazif ve cerrahi girişimlerde bulunulduğu ve devamında Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildiği bundan sonraki akıbeti hakkında herhangi bir tıbbi belge bulunmadığı anlaşıldığından:Bingöl Devlet Hastanesine son başvurma tarihi olan 2014 tarihinde ve devamında adı geçen sağlık kuruluşunda yapılan tetkikleri ve konulan tanı ile uygulanan cerrahi ve medikal tedavisi ile ilgili olarak; sağlık kuruluşu imkanları ve çalışanlarının bir hastaya göstermesi gerekli olan asgari ilgi ve alakayı gösterip devamında sağlık kuruluşu imkanlarının ve çalışanlarının azami performansını uyguladıkları görülmekle şahsın Bingöl Devlet Hastanesine son başvurması ile ilgili uygulanan işlemlerde herhangi bir tıbbi kusur veya ihmalin bulunmadığı ,Muayenehane, revir, aile hekimliği merkezi veya kurum hekimliği gibi donanımlı olmayan sağlık kuruluşlarında konunun uzmanı olmayan hekimlerce malignite tanısı konulmasının tıbben beklenilir bir sonuç olmadığı cihetle söz konusu hastanın cezaevi hekimine şikayetleri doğrultusunda başvurması esnasında müracaatı alan hekimlerin şahısta mevcut olabilecek bir malignitenin farkına varmaları veya tanı koymalarının tıbben beklenilir olmadığı ve dahi bir üst merkeze hastayı sevk ederek üzerlerine düşen tıbbi sorumluluğu yerine getirdikleri, yaptıkları uygulamaların tıbba uygun olup herhangi bir kusurlu veya ihmali davranışlarının bulunmadığı, Adı geçenin son 6 ay içerisinde tıbbi şikayetleri ile ilgili hekime veya sağlık kuruluşuna müracaatları dikkate alındığında sağlık kuruluşlarının (kurum aile hekimi, revir, devlet hastanesi vs.)mevcut tıbbi imkanları doğrultusundahastanın şikayetleri ile ilintili olarak veya ayırıcı tanıyı koymak amacıyla yaptırılabilecek olan tıbbi tetkik ve işlemler sırasında söz konusu olan malignitenin tespit edilmesinin tıbben mümkün olduğu cihetle hekim ve/veya sağlık kuruluşu kusur veya ihmalinin tespiti için [O.nin] akıbeti ve ölümüne ilişkin, sevk edildiği bildirilen Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesinden tüm tıbbı evrakı ile ölümüne esas teşkil edecek olan otopsi raporunun ve kendisinde mevcut olan mide malign neoplazmının evresini gösteren patoloji raporunun temin edilerek Adli Tıp Şube Müdürlüğüne gönderilmesi gerektiği kanaatini bildirir rapordur." Cumhuriyet Başsavcılığı 9/3/2015 tarihinde Adli Tıp Kurumuna yazdığı müzekkerede O. hakkında otopsi işlemi yapılmadığından otopsi raporu temin edilemediğini, şahsın midesindeki malign neoplazmın evresini gösteren patoloji raporunun gönderildiğini belirtilerek yeni bir rapor iletilmesini talep etmiştir. Adli Tıp Kurumu 2/4/2015 tarihli raporuyla bir önceki raporundaki tespitleri yineleyerek (bkz. § 16) olayla ilgili İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulundan görüş alınması gerektiğini ifade etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 7/4/2015 tarihli talebi üzerine ATK İstanbul Adli Tıp İhtisas Kurulunca 29/4/2015 tarihli rapor düzenlenmiştir. Raporun sonuç bölümünün ilgili kısımları şöyledir:"Dosyada bulunan tıbbi belgelerinde zehirlenme bulguları saptanmadığı dikkate alındığında kişinin zehirlenerek öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığıDosyada bulunan tıbbi belgelerinde muayenesinde travmatik değişim tanımlanmadığına göre kişinin travmatik tesirle öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı,Tıbbi belgelerde ve adli dosyada kayıtlı bilgilerde Bingöl Cezaevinde hükümlü olarak bulunmakta iken cezaevinde farklı zamanlarda rahatsızlanması nedeniyle cezaevi doktoruna, sağlık merkezi ve hastanelere başvuruları olduğu, 2010 -2013 yılları arasındaki başvurularda depresif nöbet, alerjik rinit, nazal septum deviasyonu, konka hipertrofisi, gastrit ve yumuşak doku bozukluğu gibi tanılar aldığı, 2014 te Göğüs Hastalıkları polikliniğine sevk edildiği, 2014 te acil polikliniğine sevk edildiği, muayene sonucunda Kardiyoloji polikliniği önerildiği, 2014 te acil polikliniğine sevk edildiği, muayene sonucunda Kardiyoloji polikliniği önerildiği, 2014 te 112 acil servis tarafından muayene yapıldığı ve önerilerde bulunulduğu, 2014 te acil polikliniğine sevk edildiği, muayene sonucunda Kardiyoloji ve Göğüs Hastalıkları polikliniği önerildiği, 2014 te Kardiyoloji polikliniğine sevk edildiği ve göğüs ağrısı tanısıyla tetkiklerinin yapılarak miyalji teşhisi konulup reçete verildiği, 2014 te Göğüs Hastalıkları poliklinik muayenesinin yapıldığı, miyalji reflü tanısıyla reçete verildiği, 2014 te acil servisi tarafından bel ağrısı şikayeti için iğne yapıldığı, 2014 te kurum aile hekimi tarafından miyalji tanısıyla reçete verildiği, 2014 te 112 acil servis tarafından muayene yapıldığı ve önerilerde bulunulduğu, 2014 te kurum aile hekimi tarafından reçete verildiği, 2014 te bel ağrısı tanısı ile kurum aile hekimi tarafından reçete verildiği, 2014 te 112 acil servis tarafından acil poliklinik önerildiği, 2014 te Psikiyatri polikliniğine aile hekimi tarafından sevk edildiği, 2014 te kurum aile hekimi tarafından bel ağrısı tanısı ile reçete verildiği, 2014 tarihinde Bingöl Devlet Hastanesine kanlı kusma şikayeti ile getirildiği, ... genel durumu kötü, bilinç kapalı, ajite olup, ... endoskopiye alındığı, ... girişiminin tamamlanamadığı, ...2014 tarihinde acil cerrahi ameliyata alındığı, ... genel durum kötüleşmesi, solunum sıkıntısı, sepsis? ön tanılarıyla [F.] Tıp Merkezi ile görüşüldüğü, mahkum koğuşu olmadığından kabul edilmediği, Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi kliniğine kabul edildiği, 2014 tarihinde Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildiği, tedavi amaçlı Genel Cerrahi kliniğine yatırıldığı, ... solunum arresti olan şahıs Anestezi yoğun bakım ünitesine alındığı, ... yapılan müdahalelere rağmen 2014 tarihinde saat 45 te eks olarak kabul edildiği, her ne kadar zamanında otopsi yapılarak dokularda makroskopik, histopatolojik ve toksikolojik araştırma yapılmamakla birlikte adli tahkikat dosyasında kayıtlı bilgiler, olayın gelişimi, tanık ifadeleri, olay yeri inceleme bulguları, tıbbi belgeler ile otopsisinde tespit edilen makroskopik ve histopatolojik bulgular birlikte değerlendirildiğinde kişinin ölümünün mide kanseri (malign lenfoma) ve komplikasyonları sonucu meydana gelmiş olduğu,...... yapılan işlemlerin tıp kurallarınauygun olduğu cihetle;kişinin tedavi olduğu sağlık birimlerinde ve hastanelerde takip ve tedavisinde görev alan hekimlere ve yardımcı sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur." Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma kapsamında elde ettiği verileri değerlendirerek 9/6/2015 tarihinde 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca işleme konulmama kararı vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı; soruşturma kapsamında temin edilen, O.ye uygulanan tıbbi işlemlere ilişkin bilgi ve belgelerin Ceza İnfaz Kurumundan şahsın tedavisiyle ilgili verilen cevap yazısını doğrular mahiyette olduğunu, bilirkişi raporlarında şahsın tedavi olduğu sağlık birimi ile hastanelerde takip ve tedavisinde görev alan hekimlere, yardımcı sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı yönünde mütalaalar mevcut olduğunu belirterek Ceza İnfaz Kurumu yetkilileri ve ilgili sağlık personeli hakkında üzerlerine atılı suçtan soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte somut ve inandırıcı herhangi bir delil elde edilemediği gerekçesiyle anılan sonuca ulaşmıştır. Başvurucu 25/6/2015 tarihli dilekçesinde özetle işleme konmama kararının eksik incelemeyle ve hatalı bilirkişi raporuna dayalı olarak verildiğini belirterek karara itiraz etmiştir. Bingöl Sulh Ceza Mahkemesi 22/7/2015 tarihli kararı ile işleme konulmama kararının usul ve kanuna uygun olduğu, kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir.Ret kararı 27/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Nejla Özer ve Müslim Özer, B. No: 2013/3782, 21/4/2016, §§ 74-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15773
Başvuru, ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet eylemleri; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-27). Hendek olayları kapsamında PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından şehirlerin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı madde imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), §§ 28-33). 2016 yılında PKK'nın sadece başvurucunun seçim bölgesi olan Hakkâri'nin Şemdinli ilçesinde gerçekleştirdiği terör saldırısında onu güvenlik görevlisi olmak üzere on altı kişi hayatını kaybetmiş, on dördü güvenlik görevlisi olmak üzere yirmi sekiz kişi de yaralanmıştır. B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde Halkların Demokratik Partisinden (HDP) Hakkâri milletvekili seçilmiştir. Başvurucu, başvuru tarihinde milletvekilidir. Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle ilgili Savcılıkça yedi ayrı fezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. Bu fezlekelerde başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olay ve olgular şöyle özetlenebilir:i. 04/10/2015 tarihinde Hakkâri Valiliği tarafından PKK silahlı bölücü terör üyelerine yönelik operasyon yapılması amacıyla Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi Gürkavak köyü yakınlarında bulunan Varagöz mevkiinin özel güvenlik bölgesi ilan edildiği, başvurucunun suç tarihinde sekiz araçlık bir konvoy ile ana yol dışındaki değişik yolları kullanarak söz konusu özel güvenlik bölgesine geldiği, beraberinde bulunan elli kişilik grubun yanlarında gıda ve ilaç malzemeleri götürdükleri, ayrıca operasyon bölgesi olan bu alanda PKK silahlı terör örgütü üyelerine yapılan askerî operasyonu engellemek amacıyla canlı kalkan eylemine başladıkları ileri sürülmüştür.ii. 26/7/2015 tarihinde Hakkâri Yüksekova'da saat 55 sıralarında, HDP ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Yüksekova İlçe Başkanlığı tarafından, Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) gerçekleştirdiği hava operasyonlarını ve ülke genelinde gerçekleştirilen gözaltıları protesto etmek amacıyla bir otel önünde toplanıldığı ve toplanan kalabalığa başvurucunun basın açıklaması yaptığı, bu basın açıklamasında "... PKK'nın ve Kürt halkının gücünü kimse test etmeye kalkışmasın... PKK'nın öyle bir gücü var ki sizi tükürüğüyle boğar tükürüğüyle..." şeklinde ifadeler kullandığı ileri sürülmüştür. iii. 22/01/2016 tarihinde, Cizre'de bölücü terör örgütüne yönelik yapılan operasyonda ölen üç teröristin cenaze törenine başvurucunun da katıldığı, bu sırada tabutların üzerine bölücü terör örgütünü simgeleyen bezlerin örtüldüğü, cenaze merasimine katılan topluluğun "Ey şehit kanın yerde kalmayacak, yaşasın başkan Apo!" şeklinde sloganlar attığı ileri sürülmüştür.iv. 9/7/2015 tarihinde düzenlenen bir yürüyüş sırasında "Önder Apo'ya özgürlük halkların özgürlük çiçeğidir." şeklinde yazıların olduğu ve Abdullah Öcalan'ın resimlerinin bulunduğu pankartların açıldığı, ayrıca "Biji serok Apo, hoşt hoşt köpekler devlet sizden ne bekler." şeklinde sloganların atıldığı, yürüyüş sonunda Hakkâri Belediyesi binası önüne kurulmuş olan sinevizyon sisteminden terör örgütü elebaşının konuşmalarını içeren bir sinevizyon gösteriminin yapıldığı, başvurucunun da bu yürüyüş ve etkinliğe katıldığı ileri sürülmüştür.v. 11/11/2015 tarihinde saat 45 sıralarında Cölemerk Öğrenci Derneği (CÖDER) organizesinde, Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan sözde tecrit koşullarını ve Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde PKK-KCK terör örgütü mensuplarına yönelik operasyonlar kapsamında ilçede uygulanan sokağa çıkma yasağını protesto etmek amacıyla Hakkâri Merkez Kayacan Caddesi üzerinde bulunan Hakkâri Üniversitesi Eğitim Fakültesi binası bahçesinde yaklaşık otuz kişilik bir grubun toplandığı; bu kişiler arasında başvurucunun da bulunduğu, grubun "Önderine, şehidine, kendine, kimliğine sahip çık, şehid namırın, işgalci TC, kürdistandan defol!" şeklinde sloganlar attığı ileri sürülmüştür. vi. 5/8/2015 tarihinde Hakkâri'de, Suriye'deki çatışmalarda ölen YPG mensubu bir teröristin defin merasimine başvurucunun da katıldığı, bu sırada terör örgütünü simgeleyen bez parçaları ve Abdullah Öcalan'a ait resmin bulunduğu flamaların açıldığı, "Katil IŞID iş birlikçi AKP, biji serokApo, şehit namırın!" şeklinde sloganların atıldığı ileri sürülmüştür.vii. 9/10/2015 tarihinde Hakkâri DBP İl Başkanlığı binası önünde aralarında başvurucunun da olduğu yaklaşık yüz elli kişilik grubun toplandığı; kırmızı, yeşil ve sarı renklerde (Bu renkler PKK'nın kullandığı simgeleri ifade etmektedir.) "komploya navretewi ya li di ji kurdan, u sarokatiye Em şermezar dikın" yazılı ve Abdullah Öcalan'a ait resmin bulunduğu pankartlar açtığı, "Biji serok apo, gençlik aponun fedaisidir, baskılar bizi yıldıramaz, direne direne kazanacağız!" şeklinde sloganlar attığı ve PKK marşını okuduğu ileri sürülmüştür. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla (Gülser Yıldırım (2), §§ 21-27) siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi TBMM Başkanlığına 12/4/2016 tarihinde sunulmuştur. Bu teklif; hâlihazırda Adalet Bakanlığında (Bakanlık), Başbakanlıkta, TBMM Başkanlığında, Anayasa ve Adalet Komisyonlarının üyelerinden kurulu Karma Komisyonda bulunan yasama dokunulmazlığı dosyalarıyla ilgili olarak Anayasa ve TBMM İçtüzüğü'nde öngörülen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin usulün uygulanmamasını ve bu dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercilere iade edilmesini öngörmektedir. TBMM Genel Kurulunda kabul edilen 20/5/2016 tarihli ve 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde ile "Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz./ Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir." hükmü getirilmiştir. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm (bkz. § 11) uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciine iade edileceği öngörülmüştür. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki yedi ayrı fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları da Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 2016 yılının Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası için ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmiştir. Hakkâri ve Şırnak Cumhuriyet Başsavcılıklarınca verilen yetkisizlik ve birleştirme kararları sonrasında soruşturmalar Savcılıkça 2016/1526 sayılı dosyada birleştirilmiş ve soruşturmaya devam edilmiş, böylece ayrı ayrı fezlekelerde suça konu edilen tüm fiillerin birlikte değerlendirilmesi mümkün hâle gelmiştir. Diğer taraftan başvurucu, ifadesi alınmak üzere soruşturma makamları tarafından her bir fezlekeye konu soruşturma için ayrı çağrı kâğıtları gönderilmek suretiyle Savcılığa davet edilmiş; çağrı kâğıtları başvurucuya 20/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ancak başvurucu bu çağrıya uymamıştır. Bu sürecin öncesinde -dokunulmazlıklara ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasından sonra- HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 9/4/2016 tarihinde TBMM'de yaptığı grup konuşmasında "Biz mahkemelerde süründürüleceğiz, yok öyle bir şey. Şunu da net olarak söyleyeyim: Bu hafta öbür hafta dokunulmazlıklarımızı kaldırabilirler. Fakat tek bir arkadaşım kendi ayağıyla ifade vermeye gitmeyecek. Nasıl götürüyorlarsa kendileri bilirler. Bu iş öyle kolay olmayacak. Zannediyorlar ki dokunulmazlığı kaldırırız, tereyağından kıl çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız. Yok öyle yağma!" şeklinde ifadeler kullanmıştır. Savcılığın yürüttüğü 2016/1526 soruşturma dosyası kapsamında başvurucu hakkında gözaltı kararı verilmiştir. Anılan karar uyarınca başvurucu 4/11/2016 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış ve aynı gün hakkında soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Savcılığa getirilmiştir. Başvurucunun ifadesinin alınması işlemi sırasında Baro tarafından görevlendirilen müdafi ile iki avukatı hazır bulunmuştur. İfade tutanağında, ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamaların başvurucuya açıklandığı belirtilmiştir. Başvurucu, suçlamalarla ilgili olarak "TBMM'de dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili Anayasa değişikliğinin Anayasa'ya aykırı olması nedeniyle susma hakkımı kullanıyorum." demiş ve bundan sonra sorulan tüm sorulara "Susma hakkımı kullanıyorum." şeklinde beyanda bulunarak suçlamalara ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Başvurucunun müdafileri ise başvurucunun dokunulmazlığının Anayasa'ya aykırı olarak kaldırıldığını iddia ederek serbest bırakılmasını talep etmiştir. Savcılık 4/11/2016 tarihinde "silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla, suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi" gerekçesiyle tutuklanması istemiyle başvurucuyu Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında, başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Bu bağlamda konuyla ilgili Yargıtay içtihatları da değerlendirilerek milletvekili olan başvurucunun siyasi faaliyet görünümü altında gerçekleştirdiği, dosyaya yansıyan ve hemen hemen hepsi şiddet içeren eylemlerin salt siyasi faaliyet kapsamında görülemeyeceği; eylemlerin bir bütün hâlinde silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısı içinde yer alma suçunu oluşturduğu ileri sürülmüştür. Anılan yazı, sorgu işlemi öncesinde Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun üç avukatı hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimlikteki ifadesinde "... bizler seçilmiş halk temsilcileriyiz, şahsımızı değil bizi seçen seçmen kitlelerini temsil ederiz, şuanda da yasamanın meclisin dokunulmazlığına sahip bir üyesi milletvekili sıfatıyla karşınızdayım, benim temsil ettiğim bu kimliğe ve halkımın iradesine saygısızlık yapılmasına izin vermem mümkün değildir, ben adil ve tarafsız bir yargı huzurunda hesap vermekten asla çekinmiyorum, veremeyeceğim hiçbir hesabımda yoktur, ülkemizde yargının saygınlığı ayaklar altındayken düğmesiz olan cüppelerini iliklemeye çalışan böylesi bir siyasi yargılamanın öznesi olmayı da asla kabul etmiyeceğim, şahsınıza ve kişiliğinize yönelik hiçbir tereddütüm ve saygısızlığım yoktur, ancak bu yargı tiyatrosunda figüran olmayı kabul etmiyorum, soracağınız hiçbir soruya cevap vermeyeceğim, yapacağınız hiçbir yargılama faaliyetinin adil olacağına inancım yoktur... sizden hiçbir talebim ve beklentim yoktur, siyasi faaliyetlerim nedeniyle ancak beni seçen halkım sorguyalabilir." şeklinde beyanda bulunmuş ve kendisine isnat edilen suçlamalara ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Başvurucunun müdafileri ise suçlamaları kabul etmemiş, yapılan işlemlerin hukuka uygun olmadığını belirterek başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmişlerdir. Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararda, başvurucuya isnat edilen eylemlere ilişkin olarak da bazı değerlendirmelere yer verilmiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun 09/07/2015 ile 22/01/2016 tarihleri arasında terör örgütü propagandasına dönüşen birden çok yürüyüş ve toplantıya katıldığı belirtilmiştir.ii. Başvurucuya isnat edilen tüm bu fiillerin silahlı terör örgütü ile bağ oluşturacak şekilde süreklilik ve yoğunluk oluşturduğu değerlendirilmiştir. Kararda, yukarıdaki olaylara atfen tutuklamanın ön koşulu olan kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtildikten sonra tutuklama nedenlerinin varlığına ilişkin olarak "şüphelinin üzerine atılı suçun CMK100/ maddesinde sayılan katalog suçlardan olduğu ve bu nedenle tutuklama nedeninin var sayıldığı,söz konusu suça ilişkin olarak ön görülen ceza miktarının üst sınırı dikkate alındığında ... adli kontrol hükümlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşılmakla tutuklama tedbirinin bu aşamada isnat edilen suç ile ölçülü ve orantılı olacağı" değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucu 4/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Yüksekova Sulh Ceza Hâkimliği 20/11/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 28/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Savcılığın 16/11/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle hakkında aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu hakkında daha önce düzenlenen yedi ayrı fezlekedeki yedi ayrı eylem (bkz. § 12) suçlamaya konu edilmiştir. Savcılık, suçlamaya konu olaylarla ilgili dosyaların bir bütün olarak değerlendirilip suç nitelendirmesi yapılması yoluna gidildiğini belirttikten sonra başvurucuya yöneltilen suçlamalara ilişkin hukuki değerlendirmelerini ortaya koymuştur. Bu değerlendirmeler özetle şöyledir:"... TCK 314/2 maddesinde silahlı örgüte üye olma suçu bakımından korunmak istenen hukuki yarar gözönünde tutulduğunda devletin ülkesinin ve ulusun bütünlüğü ve egemenliğin anayasal düzenin ve kişi güvenliğinin korunmasının olduğu, Yargıtay Ceza Dairesinn 28/11/2011 tarih 2011/10371-30709 sayılı kararında PKK/Kongra-gel terör örgütünü bir devlet sistemi gibi yapılandırmayı hedefleyip birimlerini ve yapılarını sistematik bir yapıya kavuşturmayı amaçlayan örgütünün yasama meclisi kongra gel tarafından kabul edilip, sistemin anayasası olarak kabul edilen KCK sözleşmesinde KCK ile PKK'nın ideolojik, ahlaki, felsefi ve örgütsel bağlantısının açıkça anlatıldığı ve KCK yapılanması bağlamında PKK'nın amaç ve stratejisinin benimsendiği, şüphelinin de KCK'nın söylemlerinde basın açıklamalarında KCK'nın talimatlarından bahsettiği,Bir siyasi partinin milletvekili olan şüphelinin siyasi faaliyet görünümü adı altında gerçekleştirdiği dosyamızda yansıyan ve hemen hemen hepsi şiddet içeren eylemlerinin salt siyasi faaliyet kapsamında görülemeyeceği ve düşünülemeyeceği, eylemlerinin bir bütün halinde silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısı içinde yer alma suçunu oluşturacağı,Şüphelinin Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesine düzenlenen iki ayrı iddianamesinin bulunduğu, bunlardan birisinin örgüte bilerek isteyerek yardım etme olduğu, bu dosyada şüphelinin 50 kişilik grup ile birlikte 04/10/2015 tarihinde yanlarında gıda ve ilaç malzemesi getirerek PKK silahlı terör örgütü mensuplarına yönelik yapılan askeri operasyonlarını engellemek amacıyla canlı kalkan eylemi tarzında gerçekleştirdiği, bu dosyada açılan davanın davaya bakmaya yetkili ve görevli olan Hakkari Ağır Ceza Mahkemesine yetkisizlik kararı ile gönderildiği ve Hakkari Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/300 esas üzerinden kovuşturmanın yürütüldüğü, bunun haricinde yine Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesine açılan 2016/110 sayılı iddianame ile de şüphelinin 26/07/2015 tarihinde toplanan kalabalığa hitaben 'PKK'nın ve kürt halkının gücünü kimse test etmeye kalkışmasın, PKK'nın öyle bir gücü varki sizi tükürüğü ile boğar' demek suretiyle terör örgütü propagandası suçunu işlediği ve bununla ilgili açılan davanın Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesince yetkisizlik kararı verilerek, Hakkari Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/304 esas sırasına kaydının yapıldığı,Nitekim Yargıtay Ceza Dairesinn 2015/1381 esas, 2015/930 karar sayılı 27/04/2015 tarihli kararına göre; şüphelinin 13/01/2011 tarihinden 15/10/2011 tarihleri arısına kadar 7 ayrı terör örgütü propagandasına dönüşen gösterilere katılma eyleminin silahlı terör örgütü üyeliği suçu oluşturduğunun belirtildiği, bu içtihada göre propagandaya dönüşen bu gösterilere katılmanın örgüt üyeliği için yeterli olduğu, propaganda yapmanın şart olmadığı, kaldı ki şüphelinin Yüksekova ilçesinde askerimizle çatışma halinde olan örgüt üyelerine ilaç ve gıda yardımı götürmeye çalışma eylemi ile örgüte yardım ettiğinin sabit olduğu, dosyamızda şüphelinin hemen hemen her konuşmasında terör örgütü söz ve faaliyetlerinin yer alıp şiddet içerdiği ve propaganda yapma suçunu oluşturduğu, katıldığı eylemlerin propagandaya dönüşen eylemler olduğu, şüphelinin eylemleri hepsi bir bütün halinde düşünüldüğünde, PKK/KCK terör örgütü üyeliği olduğu,örgüt üyeliğinin temadieden suçlardan olduğu, şüphelinin yakalanması ile temadinin sona erdiği, eylemlerinin örgüt üyeliği içerisinde eridiği ... [anlaşılmıştır.]" Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi 17/11/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/311 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Tensip incelemesiyle Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/300 sayılı dosyası ile hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu belirtilerek verilen birleştirme kararıyla birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen 17/11/2016 tarihli iddianamede 1 ve 2 No.lu olay olarak anlatılan eylemlerle ilgili Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 27/9/2016 tarihli iki adet iddianameyle Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/218 ile E.2016/219 sayılı dosyalarında açılan davalarda yetkisizlik kararı verilerek dosyalar Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş ve tüm davalar birleştirilmiştir. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi kamu güvenliği nedeniyle davanın naklini talep etmiştir. Talebin kabulü ile davanın nakline dair verilen Yargıtay kararı doğrultusunda 16/1/2017 tarihinde dava dosyasının Diyarbakır Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine, bu kararla başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Bunun üzerine yargılamaya Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde E.2017/111 sayılı dosya üzerinden başlanmıştır. Davanın ilk duruşması 23/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, savunmasında özetle;i. Seçilmiş bir milletvekili ve yasama meclisinin üyesi olduğunu, dokunulmazlığının 20/5/2016 tarihinde Anayasa'ya eklenen bir madde ile hukuka aykırı bir şekilde kaldırıldığını, milletvekillerinin sınırsız dokunulmazlığına her zaman karşı olduklarını, sadece kürsü dokunulmazlığını savunduklarını, Anayasa'ya aykırı da olsa dokunulmazlığının kaldırıldığını ve Mahkemenin bu hususta mutlak yargılama yetkisi olduğunu, dokunulmazlığının aynı anda hem olduğunu hem de olmadığını, dokunulmazlığı devam eden bir milletvekili olarak yargılandığını, Anayasa Mahkemesinin Mustafa Ali Balbay (B. No: 2012/1272, 4/12/2013), içtihatına rağmen tutuklandığını ifade etmiştir.ii. Savunmasının esasına yönelik birinci olay ile ilgili olarak çözüm sürecinin akamete uğramaması için sarf ettiği tüm çaba ve gayretlere rağmen çatışmalı sürecin tekrar başladığını, sonraki her an tekrar çözüm sürecine dönüleceği düşüncesinin bir gerçeklik olduğunu, bu süreçte daha fazla asker, gerilla, polis, korucu, sivil insanımızın ölmemesi için demokratik ve insani bir şekilde, belki de hayatını da riske atarak yapılacak her canlı kalkan eylemini ahlaki, vicdani açıdan değerli ve anlamlı bulduğunu, bu amaçla Yüksekova'nın Kepur bölgesinde bulunan çadırda yüzlerce Yüksekovalı insan ölmesin diye bir irade ortaya koyduğunu, bir müddet sonra o bölgenin yasak bölge ilan edildiğini ve bölgeye geliş gidişlerin engellendiğini, üzerinde hiçbir şey olmadığını, sadece bir mont ve tabii ki yürüyen insanların yanına o anlık su ihtiyacını karşılayabilecek suyu ya da belki akşama kadar yiyebilecekleri iki domatesi almış olabileceğini, böyle bir iddia vardıysa niye orada bir gözaltı işlemi yapmadıklarını beyan etmiştir.iii. İddianamedeki ikinci olay ile ilgili olarak vekili olduğu Hakkâri Yüksekova ve diğer ilçelere hem Suriye’nin Rojawa bölgesinden hem de Fırat Kürdistan bölgesinden vahşi örgüt DAİŞ’in katlettiği yüzlerce gencin cenazesinin geldiğini ve büyük kalabalıklarla defnedildiğini, bu ailelerin hepsinin taziyesine gittiğini ve acılarını paylaştığını, bütün bunların halkında olduğu gibi kendisinde de DAİŞ'e karşı öfkeye neden olduğunu, özelikle 7 Haziran öncesi ve sonrası DAİŞ'in Türkiye'de gerçekleştirdiği tüm bombalı saldırılarda Hükûmetin ihmalinin bulunduğu, bunlara göz yumduğu ya da Türkiye’de kaos ve iç savaş çıkarmak için Hükûmetin ve devletin içine sızmış yapılar tarafından DAİŞ'le işbirliği yapıldığı, DAİŞ'e yol verildiği gibi ciddi iddialar ve izlenimlerin ortaya çıktığını; bu zorlu süreçte son dönemde Suruç saldırılarıyla doruğa çıkan DAİŞ saldırılarına ve bir gün önce adeta çözüm sürecinin bitirilmesine sebep olacak hava operasyonları ile son dönemde yapılan hukuksuzluklara karşı çözüm sürecinin korunması gerektiği adına yapılan demokratik yürüyüş sonunda kitleye yaptığı konuşma olduğunu, konuşmasının tamamına bakıldığında bağlam bütünlüğü açısından herkesin savaşa değil barışa odaklanması gerektiğini net bir şekilde ortaya koyduğunu ve ısrarla barışı savunan bir konuşma olduğunu, iddia edildiği gibi kimseyi ortadan kaldırmayı, öldürmeyi isteyen bir konuşma olmadığını, bu anlamda "PKK sizi tükürüğü ile boğar." cümlesinin bir kısım medya tarafından sanki Türkiye halklarını, kurumlarını kastederek söylediği algısı yaratıldığını ve bu yanlış yandaş medya tarafından konuşmasının tamamının hiçbir şekilde verilmeden sadece bir iki cümlesi alınarak, manipüle edilerek, bağlamından koparılarak, savaş ve şiddet taraftarıymış gibi şahsı üzerinden Partisini yıpratmaya dönük, siyasi çıkar elde etmeye yönelik bir süreç başlatıldığını ifade etmiştir.iv. Üçüncü olay ile ilgili olarak herkesin ailesinin geleneklerine, örf ve adetlerine uygun olarak gömülme hakkı olduğunu, herkesin akrabasını kendi örf ve kültürüne göre onu temsil eden bir bezin üstündeki renkler veya bir bayrak ile defnetme, son yolculuğuna uğurlama ve onun için kederlenme hakkı olduğunu, bu anlamda cenazeye katılımın ölen kişinin yakınlarının acılarını paylaşmaya yönelik olduğunu, dolayısıyla cenazeye katılımın suç oluşturmayacağını ifade etmiştir.v. İddianamedeki dördüncü olayla ilgili olarak siyasi partilerin etkinliklerine katılmasının demokratik siyasetin gereği olduğunu, demokrasi adına şiddet ve şiddet çağrısı yapılmayan her türlü etkinlik ile basın açıklamasının siyasi partinin hakkı olduğunu, bu hakkın hem yasada hem Anayasa'da güvence altına alındığını, mensubu olduğu Partinin basın açıklamasına ya da etkinliğine katılmamasının anormal bir şey olacağını, bu demokratik faaliyet sonunda kalabalığın şiddet olmadan, sessiz ve huzurlu bir şekilde dağıldığını, Sayın Öcalan'ın on milyon insanın "İrademdir." dediği bir şahsiyet, Türkiye’nin barışı ve geleceği için önemli bir kişilik olduğunu, bu son süreçteki barış insiyatifini ve bu süreçteki barışı getirme isteği ile gücünü de herkesin bildiğini, ayrıca Sayın Öcalan’ın kitaplarının zaten Anayasa Mahkemesinin kararı ile serbest olduğunu, okunabildiğini, bu açıdan hiçbir şekilde şiddet içermeyen bu demokratik siyasi faaliyetin suç oluşturmadığını beyan etmiştir.vi. Beşinci olayla ilgili olarak İlçe Seçim Kurulunda mazbatalarını aldıktan sonra Partide otururken Hakkâri Üniversitesi derneği olan CÖDER'den genç arkadaşların son dönemlerde yapılan hak ihlallerine dikkat çekmek için yapacakları basın açıklamasına kendilerini de davet ettiklerini, vekili olarak seçildiği ildeki siyasi parti, sivil toplum kuruluşları ve derneklerin düzenlediği etkinlik ve açıklamalara katılmasının demokratik siyasetin gereği olduğunu, hastaneden aldığı bir aylık rapor ve olay anında çekilen basın görüntüleriyle adli makamlara giderek şikâyette bulunduğunu ifade etmiştir. vii. İddianamedeki altıncı olayla ilgili olarak olay üçte de izah ettiği gibi herkesin ailesinin geleneklerine, örf ve adetlerine uygun olarak gömülme, ayrıca herkesin akrabasını kendi örf ve kültürüne göre defnetme hakkı olduğunu, bu anlamda cenazeye katılımın suç oluşturmayacağını, DAİŞ vahşi terör örgütünün sadece Suriye, Irak, Türkiye’de değil Almanya, Fransa, Belçika'da da insanlığa karşı suçlar işlediğini, hunharca katliamlar yaptığını, tüm dünyaya tehdit olan uluslar arası terörist örgüte karşı savaşmış ve yaşamını yitirmiş bir insanın cenazesine katıldığı için kendisine dava açılmış olmasını anlamakta zorluk çektiğini beyan etmiştir. viii. İddianamedeki yedinci olayla ilgili olarak on milyonlarca insanın irademdir diye kabul ettiği bir şahsın 1998 yılında Suriye’den çıkarılışını uluslararası bir komplo olarak gören ve böyle düşünen bir halk olduğunu, halkın neden böyle düşündüğü konusunda sorgulandığını, bu halkın Sayın Öcalan'ın Rusya, İtalya, Yunanistan ve Amerika’nın o süreçte komplosuna maruz kaldığını, burada hedeflenenin Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye iade edilip idam edilmesi ve bu süreçte Türkiye'de bir iç savaş çıkartmak olduğunu söylediğini ve ayrıca bunları kendilerine oy veren seçmenlerin sıkça dile getirdiğini, kendisinin sadece akan kardeş kanının tekrar akmaması adına bir insan olarak demokratik tepkilerini dile getirip siyaset hakkını milletvekili olarak kullandığını, bu açıdan bu konuşmaların sonunda şiddetle biten, halkın olay çıkardığı ve şiddete başvurduğu hiçbir olayın yaşanmadığını ifade etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 14/7/2017 tarihindeki ikinci duruşmada, başvurucunun terör örgütüne yardım etme suçundan 5 yıl hapis ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezalarıyla mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın gerekçe bölümü şöyledir:"1-Sanık Abdullah Zeydan 26/07/2015 tarihinde HDP ve DBP ilçe başkanlıklarının TSK'nın gerçekleştirdiği hava operasyonları ve ülke genelinde gerçekleştirilen gözaltı operasyonlarına tepki göstermek amacıyla organize ettikleri toplantı da Yüksekova ilçe merkezinde bulunan bir otel önünde bir konuşma yapmıştır. Konuşması sırasında sanık Abdullah Zeydan kalabalık gruba hitaben 'PKK'nın ve kürt halkının gücünü kimse test etmeye kalkışmasın. PKK Türkiye ve Ortadoğuyu gül bahçesine çevirmek için ortaya çıkmış bir barış ve halk hareketidir. PKK'nın öyle bir gücü var ki sizi tükürüğüyle boğar tükürüğüyle, kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerinde tecrit sürdüğü sürece medya (mezopotamya) savunma alanları bombalandığı sürece kürt halkı hem önderliğine hemde hareketine sahip çıkıp her yerde demokratik tepkilerini gençleriyle ve kadınlarıyla gün be gün yükseltecektir.' şeklinde konuşmuştur. Sanığın bu konuşmayı yaptığı ikrar içeren beyanı, tutanaklar ve bilirkişi raporuyla sabittir.2-Hakkari Valiliği tarafından Jandarma ve askeri birliklerin PKK silahlı bölücü terör örgütü üyelerine yönelik operasyon yapılması amacıyla Hakkari ili Yüksekova ilçesi Gürkavak köyü yakınlarında bulunan Varagözmevkiisi özel güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Sanık Abdullah Zeydan ve beraberindeki 8 araçlık konvoy 4/10/2015 tarihinde değişik bypass yollarını kullanarak bu özel güvenlik bölgesine gelmişler ve sanık Abdullah Zeydan ile beraberindeki grup operasyon bölgesi olan bu alanda PKK silahlı terör örgütü üyelerine yapılan askeri operasyonu engellemek amacıyla canlı kalkan eylemi yapmışlardır. Bu olay 4/10/2015 tarihli olay tutanağı ile tutanak altına alınmıştır. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Piyade Tümen Komutanlığı'nın 4/11/2015 tarihli soruşturma safhasında dosyaya giren müzekkere cevabında; sanık ve beraberindeki kişilerin geldiği yerin özel güvenlik bölgesi sınırları içerisinde olduğu, 21/01/2016 tarihli müzekkere cevabında ise; 04/10/2015 tarihinde operasyonların devam ettiği sanık ve beraberindeki kişilerin olay mahalline gelmeleri ve canlı kalkan eyleminin sivil kayıp meydana gelmemesi düşüncesiyle BTÖ mensuplarına yönelik yapılacak olan müdahale seçeneklerini kısıtladığı ve askeri operasyonları engellediği belirtilmiştir.Sanığın askeri güvenlik bölgesi olan Varagöz mevkiine gelerek BTÖ mensuplarına yönelik olarak yapılan operasyonları engellediği ve sanık ve beraberindekilerin buraya gelmesi nedeniyle askeri operasyonun engellendiği tanık beyanları ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Piyade Tümen Komutanlığı'nın müzekkere cevabı ile sabit kabul edilmiştir.Sanık Abdullah Zeydan'ın yukarıda oluş ve kabulü anlatılan 26/07/2015 tarihinde yaptığı konuşmada "PKK'nın gücünü kimse test etmeye kalkışmasın. PKK Türkiye ve Ortadoğuyu gül bahçesine çevirmek için ortaya çıkmış bir barış ve halk hareketidir. PKK'nın öyle bir gücü var ki sizi tükürüğüyle boğar tükürüğüyle" demek şeklindenki eylemi 3713 sayılı yasanın 7/2 maddesinde düzenlenen terörö örgütü propagandası yapmak suçu olarak mahkememizce vasıflandırılmıştır.Sanık üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiş ve bu sözleri DEAŞ için söylediğini beyan etmiştir.Her ne kadar sanık bu savunmada bulunmuş ise de; sanığın konuşmasının devamında "kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerinde tecrit sürdüğü sürece medya (mezopotamya) savunma alanları bombalandığı sürece kürt halkı hem önderliğine hemde hareketine sahip çıkıp her yerde demokratik tepkilerini gençleriyle ve kadınlarıyla gün be gün yükseltecektir" şeklinde beyanda bulunması gözetildiğinde sanığın sözlerinin muhattabının DEAŞ terör örgütü değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğu mahkememizce kabul edilmiştir. Zira teröristbaşı Abdullah Öcalan, Türkiye Cumhuriyeti bağımsız ve tarafsız mahkemelerince verilen hüküm gereğince ceza evinde cezasını infaz etmektedir. Sanığın konuşmasının devamında BTÖ'nün kamplarının bulunduğu medya (mezopotamya) alanını savunma alanı olarak nitelendirmesi ve buraya yapılan operasyonların Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından yapılmakta olması ve bu operasyonlar devam ettiği sürece kürt halkının sözde önderliğe sahip çıkacağını belirtmesi karşısında sanığın bu savunmasına itibar edilmemiş ve sanığın PKK terör örgütünün cebir, şiddet içeren eylemlerine yüceltmek suretiyle Türkiye Cumhuriyeti'ni gülbahçesine çevirebileceği veya tükürüğüyle boğabileceği şeklindeki sözleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik olarak söylediği kabul edilmiş ve sanığın terör örgütü propagandası yapmak suçundan mahkumiyetine,Sanığın yukarıda oluş ve kabulü anlatılan özel güvenlik bölgesi ilan edilen ve bölücü terör örgütü mensuplarına karşı operasyon yapılmakta olan Varagöz mevkiine beraberindeki kişilerle gelerek burada terör örgütü mensuplarına yönelik olarak yapılan operasyonları canlı kalkan olmak sureti ile zayıflatmak şeklindeki eylemi Yargıtay Ceza Dairesi'nin Birleşik İçtihatları doğrultusunda TCK'nın 220/7 maddesinde düzenlenen örgüte yardım suçu olarak mahkememizce vasıflandırılmıştır. Bu doğrultuda TCK'nın 314/3 maddesinin delaletiyle sanığın 314/2 maddesi gereğince mahkumiyetine ... [karar verildi]" Başvurucu verilen kararı istinaf etmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 25/11/2017 tarihli ilamıyla hükümler, usule ilişkin nedenlerle bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında yargılamaya devam eden Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 11/1/2018 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne yardım etme suçundan 5 yıl hapis ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezalarıyla mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu verilen kararı yeniden istinaf etmiş ve Gaziantep Bölge Adliye Ceza Dairesinin 25/4/2018 tarihli kararıyla talebin esastan reddine karar verilmiş, bu şekilde hükümler kesinleşmiştir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 64-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/29875
Başvuru, uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, toplumsal bir olaya kolluk görevlilerinin müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesiyle ilgili şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 17/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1976 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde İstanbul'da yaşamaktadır. Başvurucu, ülke genelinde gerçekleşen ve Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen gösterilerin 15/6/2013-16/6/2013 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen kısmına Taksim Dayanışması oluşumu kapsamında katılmıştır (Başvurucu, şikâyet dilekçesinde olay tarihini 16/6/2013 olarak belirtmiş; daha sonra alınan ifadesinde 15/6/2013 tarihinde yaralandığını dile getirmiştir. Aynı gün hastaneye gittiğini beyan eden başvurucu hakkında düzenlenen ilk sağlık raporu 16/6/2013 tarihli olup soruşturma makamlarınca başvurucunun 15/6/2013 tarihinde yaralandığı kabul edilmiştir.). Adı geçen oluşumun İstanbul Baro Başkanlığı önünde saat 00'da düzenleyeceği basın açıklamasına katılmak üzere Baro binasına ulaşmaya çalışırken kolluk görevlilerinin müdahalesiyle karşılaştığını dile getiren başvurucunun anlatımına göre saat 00 gibi müdahalenin yoğunlaşması nedeniyle ara sokaklara yönelmiş, sokakların birinde yalnız başına olduğu bir esnada toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) içindeki bir kolluk görevlisi 30-50 metre yaklaşarak doğrudan hedef almak suretiyle kendisine basınçlı su sıkmıştır. TOMA'ya sırtı dönük olduğu için basınçlı suyun etkisiyle yere düşerek yaralanmış, oradaki başka göstericilerin yardımıyla yürüyerek olay yerinden uzaklaşmış ve bir arkadaşının evine sığınmıştır. Daha sonra sağlık durumunun iyi olmadığını düşünerek hastaneye (Ok Meydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesine) başvurmuş, olay nedeniyle gözaltına alınmış, bu süreçte ağrılarının geçmediğini ifade ederek basınçlı su müdahalesi nedeniyle kaburgalarının kırıldığını iddia etmiştir. Başvurucu hakkında Ok Meydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisi tarafından düzenlenen 16/6/2013 tarihli rapor şöyledir:"Yoğun gaz distasyonu nedeniyle değerlendirme suboptimaldir. batın içi serbet sıvı izlenmedi. Abdominal solid organlarda acil postravmatik sonopatoloji izlenmedi." Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014 tarihinde yayımlanan Gezi Parkı olayları raporuna göre kısaca (detaylı bilgi için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §10) Gezi Parkı eylemleri/olayları;- İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre ve imar düzenlemelerine engel olmak için 27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış, haziran ve temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.- İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde bu kapsamda 532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiştir. - Türk Tabipleri Birliği verilerine göre kamu hastanelerine, özel hastanelere ve tıp merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Başvurucu 16/12/2013 tarihinde kendisini yaralayan kolluk görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur. Başsavcılık tarafından başvurucunun şikâyetine ilişkin olay yeri görüntüleri, kolluk görevlilerinin açık kimlik bilgileri, olaya ilişkin tutanak, sağlık raporları ilgili kolluk birimlerinden ve hastanelerden 2014 ile 2016 yılları arasında yazışma yapılarak istenmiştir. Ayrıca başvurucu hakkında alınan sağlık raporla ilgili hastanelerden temin edilerek İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünden rapor düzenlenmesi talep edilmiştir. Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 31/3/2014 tarihli raporda; başvurucuda ince raller (çıtırtı benzeri ses) saptandığı bildirildiğinden bunların gaza maruz kalma neticesinde oluşup oluşmayacağı hususunda Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan görüş alınmasının uygun olduğu belirtilmiştir. Ayrıca raporda, dayanak alınan Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinin isimsiz, tarihsiz ve sayısız sağlık raporuna atıf yapılmış olup atıf yapıldığı şekliyle ilgili kısım şöyledir:"Darp nedeniyle yaralandığı ifade edilen kişi hakkında düzenlenmiş Okmeydanı E.A. Hastanesinin isimsiz, tarihsiz ve sayısız raporunda; Göğüs kafesinde ağrı olduğu, görünürde şişlik ve kızarıklık olmadığı, kostalarda hassasiyet tariflediği, genel cerrahi muayenesinde, PA akciğer grafisi ve batın USG de özellik saptanmadığı, takip amacıyla müşahadeye alındığı, bilateral alt ve orta zonlarda solunum seslerinin doğal olduğu, sağ üst zonlarda ince raller mevcut olduğu, ortopedi muayenesinde, acil osseöz patoloji saptanmadığı kayıtlı bildirilmekle..." 18/2/2016 tarihinde başvurucunun şikâyet ve delillerinin tespiti amacıyla Başsavcılıkça ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle TOMA vasıtasıyla sıkılan basınçlı su nedeniyle yaralandığını, bu yaralanmaya bağlı olarak önce durumun teşhis edilemediğini, daha sonra tüberküloz teşhisi konulduğunu, en son aşamada tüberküloz olmadığının ancak kaburgalarında kırık olduğunun tespit edildiğini, mevcut kırığın olay nedeniyle oluştuğunu, kendisini yaralayan polis memurundan şikâyetçi olduğunu, olaya ilişkin görüntü kaydının kendisinde bulunmadığını ancak tanıklarının isimlerini daha sonra Başsavcılığa ibraz edeceğini beyan etmiştir. Başsavcılıkça temin edilen sağlık raporları Adli Tıp Kurumu İhtisas Kuruluna (Adli Tıp Kurumu) gönderilmiş ve başvurucunun yaralanmasının niteliğiyle ilgili görüş sorulmuştur. Adli Tıp Kurumu tarafındanönceki sağlık raporlarına atıf yapılarak düzenlenen 3/8/2016 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir: " Merkez Adli Tip Şube Müdürlüğü’nün 18/06/2013 tarih 2142 nolu raporunda, Evinde gözaltına alındığını, alınırken veya oradan getirilirken kötü muameleye maruz kalmadığını ifade etti. Sol skapular alt ucu üzerinde 1 hafta önce olduğunu ifade ettiği 3x2 cm lik krutlu mor renkli yara tespit edildiği, vücudun görülen bölgelerinde yeni oluşmuş harici travmatik lezyon veya darp cebir izine rastlanmadığını bildirir rapordur“ şeklinde kayıtlı olduğu, Haseki Eğitim Araştırma Hastanesi’nin 19/06/2013 tarihli Genel Adli Muayene raporunda Sağ taraf göğüs kafesinde ağrı tariflenen şahsın görünürde şişlik kızarıklığı yoktur. Sol skapular bölgede eski skarı bulunmaktadır. Şahıs kostalarda hassasiyet tariflediğinden ortopediye yönlendirildi. İntaniye Notunda: Hasta görüldü. Ocaktan beri 2-3 kg kaybı olduğunu, gece terlemeleri olduğunu ifade ediyor. FM’de sağ akciğer üst lobda yaygın krepitan raller mevcut. PA AC’de sağ üst lobda yaygın infiltrasyonlar mevcut. Ateş: 36,2 WBC:7600 ön tanı tbc? Pnömoni? Ortopedi: GD iyi şuur açık koopere oryante FM’de sağ skapulada ağrı mevcut ROM açık, grafilerde osse patoloki yoktur. Genel Cerrahi: Bilateral solunum sesleri orta alt zonlarda doğal üst zonlarda ince raller mevcut, PA AC’de hemotoraks pnömotoraks saptanmadı. Kot fraktürü saptanmadı, acil cerrahi patoloji saptanmadı.” şeklinde kayıtlı olduğu, İstanul Adli Tıp Şube Müdürlüğü’nün 20/06/2013 tarih 2013/14211 sayılı raporunda, zorla kelepçelediklerini, kelepçeleme sırasında çok sıktıklarını, hakaret ettiklerini, zorla tükürük örneği aldıklarını, tükürük örneği almaya götürülürken yerlerde sürüklediklerini ifade ettiği, kişide belinde orta alt kısımda 3x5 cmlik abrazyon, sol dirsekte 0,5x0,5 cmlik abrazyon, her iki el bileğinde kelepçe izleri tespit edildiği. Yumuşak doku yaralanmasının, kişinin yaşamını tehliye sokan bir duurm olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu şeklinde kayıtlı olduğu, Haseki Eğitim Ve Araştırma Hastanesi’nin 11/07/2013 istem kabul tarihli Dorsolomber grafi raporunda 'Osseos travmatik lezyon izlenmedi. Akciğer GRF: Sağ AC üst orta zonda sekel fibrotik opasiteler ve eşlik eden yaygın asiner infiltrasyon ile uyumlu nodüler opasiteler izlenmektedir.' Şeklinde kayıtlı olduğu Dosya içerisinde mevcut olan girafilerin incelenmesinde '12/01/2016 tarihli PA AC grafisinde sağ Kotta kırık sekeli' tespit edildiğiS O N U ÇKurulumuzun 19 Haziran 2015 tarih 3780 karar nolu müzekkeresinde olay tarihi ve sonrası çekilmiş grafilerin asıllarının ya da cd kopyalarının digital haliyle (DICOM formatında) temin edilerek gönderilmesi gerektiği belirtilmiş olup dosya ekinde olay tarihli grafilerin tespit edilmediği, dosya ile birlikte gönderilen 12/01/2016 tarihli PA AC filminde kotlarda kırık sekeli olduğu tespit edildiği ancak olay tarihi ile grafinin çekilme süresi arasındaki zaman farkı dikkat alındığında tespit edilen kırığın kişinin iddia ettiği gibi olay sırasında meydana gelmiş travmalara mı bağlı yoksa kişinin daha sonrasında maruz kaldığı bir travma neticesinde olup olmadığının tıbben bilinemeyeceği; olay sonrası tedavi gördüğü hastanelere ait tıbbi belgelerde herhangi bir kırık tarif edilmediği dikkate alındığında,Kişinin olaya bağlı yaralanmasının Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI, Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞU, Ek tıbbi belge veya grafi temini halinde yeniden değerlendirme yapılabileceği..." Başvurucunun şikâyet konusu yaptığı olaylara ilişkin görüntülerin CD şeklinde Başsavcılığa gönderildiği, ilgili kolluk merkeziyle yapılan yazışmada belirtilmiştir. Başsavcılık bilirkişi vasıtasıyla gönderilen görüntüleri incelemiştir. Bilirkişi tarafından düzenlenen 5/1/2017 tarihli raporda; 47 dakika 11 saniye olan video saatinde 16/6/2013 olarak görünen tarihte İstiklal Caddesi üzerinde yaklaşık 500-000 kişilik bir grubun elinde flamalar olduğu, polislerin "Lütfen dağılın, aksi hâlde müdahale edilecektir." şeklinde defalarca anons yaptığı ancak grubun dağılmamakta ısrar ettiği, insan kalabalığının İstiklal Caddesi'ni kapattığının görüldüğü, bir kısmının yüzünün kapalı olduğu, slogan attıklarının duyulduğu, yerlerde bulunan parke taşlarının sökülmüş olduğu, çöp kovalarının, aydınlatma direklerinin, polis barikatlarının vb. birçok malzemenin cadde ortasına yığıldığı, araç ve insan geçişinin engellendiği, işyerlerinin kapalı olup, camlarının ve kapılarının kırıldığı, gruptan bazılarının sapanla taş vb. cisimler attığı, çevrenin büyük oranda zarar gördüğü, iş makinelerinin bu barikatları temizlemek için çalıştığı, emniyet görevlilerinin kalabalık gruba gaz bombası attığı, 6397-63519 plakalı TOMA'ların su sıkarak müdahale ettiği, kalabalık grubun ara sokaklara, Kasımpaşa ve çevre semtlere doğru kaçtığı, yaşanan olayların ara sokaklarda da devam ettiği, göstericilerin eylemlerinin şiddet içeren görüntülerden olduğu, göstericilerin emniyet görevlilerine cisimler attığı, trafik akışının ve caddelerden geçişin mümkün olmadığı, çevrenin büyük oranda zarar gördüğü, vatandaşların bu eylemler sırasında normal günlük yaşantısını devam ettiremediği, görüntülerde müştekinin nasıl yaralandığına dair bir görüntü olmadığı, grubun çok kalabalık olması sebebiyle grupta kimin nasıl yaralandığının tespitinin mümkün olamayacağı belirtilmiştir. Başsavcılık toplanan deliller neticesinde 9/1/2017 tarihinde şüpheli polis memurları hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu bakımından kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun maddesi, toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde güvenlik kuvvetleri mensuplarına topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunma ve topluluk dağılmazsa zor kullanma yetkisi vermektedir. Bunun yanında 2559 S.Y. m. 16 uyarınca görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları halinde Polisin bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkisi bulunmaktadır. Yapılan soruşturma sonunda;1-Müştekinin katıldığı gösterinin yasal olmaması ve barışçıl nitelik taşımaması,2-Polis memurları açısından zor kullanma şartlarının oluşması,3-Müştekideki yaranın alınan Adli Tıp Kurumu raporuna göre basit tıbbi tedavi ile giderilebilir nitelikte olması,Ve tüm soruşturma evrakı birlikte değerlendirildiğinde müştekinin soyut iddiası dışında bilirkişi raporunda plaka bilgilerine yer verilen Tomaları kullanan Polis memurlarının ve müdahalede bulunan diğer Polis memurlarının zor kullanma yetkisindeki sınırı aştıklarına ilişkin haklarında kamu davası açmak için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilmediği anlaşılmıştır. Bu nedenle;KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..." Başvurucunun Başsavcılık kararına itirazı, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/2/2017 tarihli kararıyla Başsavcılık kararının ve dayandığı gerekçelerin soruşturmanın kapsamına, usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Anılan ret kararı başvurucuya 15/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kolluk görevlilerinin güç kullanımıyla ilgili ulusal mevzuat için bkz. Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin güvenlik güçlerini mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Sözleşme'nin maddesinde ifade edilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü muamele yasağının hiçbir istisnasına yer verilmediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/18189
Başvuru, toplumsal bir olaya kolluk görevlilerinin müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesiyle ilgili şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvuru, Habertürk adlı internet sitesinde yapılan bir haberde gerçeğe aykırı bilgilere yer verilerek başvurucunun kişilik haklarının zedelendiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 25/6/2013 tarihinde Alanya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 22/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Alanya Vergi Dairesinde memur olarak görev yapmaktayken adının karıştığı bazı adli olaylar nedeniyle memuriyetten çıkartılmıştır. Olayların geçtiği tarihte başvurucu hakkında ceza mahkemelerinde bazı davalar açılmıştır. 19/6/2009 tarihinde, Habertürk isimli internet sitesinde, başvurucu hakkında, “vergi şefinin serveti şaşırttı, 8 trilyonluk vergi şefi bankalardaki kasaları boşalttı, izini kaybettirdi, kaçtı, devlet bütün varlıklarına, emekli maaşına ve ikramiyesine el koydu” şeklinde bir haber yapılmıştır. Haberle ilgili olarak başvuru formu ve eklerinde daha fazla ayrıntıya yer verilmemiştir. Başvurucu, 2/6/2010 tarihli dava dilekçesiyle, Habertürk internet sitesinin sorumluları olan davalı aleyhine haberde yer alan bilgilerin doğru olmadığı, bir delile dayanmadığı, kendisi hakkında açılan bütün davaların yapay olduğu, sonuçlanmamış davayla ilgili bilgi yayımlamanın yargıya müdahale olduğu, hakkında suç üreterek kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Alanya Asliye Hukuk Mahkemesi, 28/4/2011 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davacı hakkında bahsi geçen internet sitesinde 3 yıl önce oğlu ile tartışan tezgahtarı alıkoyarak dövdürdüğü iddiasıyla hakkında dava açılan Alanya Vergi Dairesi gelir şefi Yıldız Oto Ağca'nın 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldığı, Alanya Asliye Ceza Mahkemesindeki dava sırasında, Ağca'nın yaklaşık 8 milyon değerinde mal varlığının ortaya çıktığı belirtilerek haberin devam ettiği, davacı ise bu haberlerin kişilik haklarına saldırı niteliği taşıdığından bahisle maddi ve manevi tazminat talep ettiği, Alanya Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/1075 esas sayılı dava dosyasında yapılan yargılama sonunda gerçeğe aykırı mal bildiriminde bulunmak suçundan davacının cezalandırılmasına karar verildiği, Alanya Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/209 esas sayılı dava dosyasında yapılan yargılama sonunda davacı Yıldız Oto Ağca'nın haberde geçen hürriyeti tahdit suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, Alanya Cumhuriyet Başsavcılığı 2009/272 esas 2009/148 iddianame no ile davacı Yıldız Oto Ağca hakkında 3628 sayılı yasaya muhalefet suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açtığı, bu dosyada davacı hakkında rapor aldırıldığı, aldırılan raporda davacının kaynağı açıklanamayan 000 TL mal varlığı bulunduğunun belirtildiği, bu dosyadaki yargılamanın halen devam ettiği, Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı Yüksek Disiplin Kurulu Başkanlığınca 23/6/2009 tarih 2009/18 karar no ile davacının memuriyetten çıkarılmasına karar verildiği, kişilik hakları hukuka aykırı bir şekilde saldırıya uğrayan kişinin manevi tazminat isteyebilmesi için yayımlanan haberin, yahut yapılan eleştirinin kişilik haklarına saldırı niteliği taşıması ve saldırının manevi bir zarar doğrup saldırı ile zarar arasında uygun illiyet bağı kurulabilmesi ve haberde hukuka uygunluk nedenlerinin de bulunmaması gerektiği, davacı Yıldız Oto Ağca'nın vergi dairesinde şef olarak çalıştığı, yapılan haberde Yıldız Oto Ağca'nın 2 yıl 6 ay hapis cezası aldığının belirtildiği, Alanya Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/209 esas, 2009/165 karar nolu ilamı ile davacı Yıldız Oto Ağca'ya hürriyeti tahdit suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası verildiği, böylece yapılan haberin bu kısmında her hangi bir abartı bulunmadığı, haberin gerçeğe uygun bir şekilde yapıldığı, haberin devamında, Alanya Asliye Ceza Mahkemesindeki dava sırasında Ağca'nın 8 milyon TL değerinde mal varlığının ortaya çıktığının belirtildiği, Alanya Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/1075 esas, 2010/384 karar sayılı ilamıyla davacının gerçeğe aykırı mal bildiriminde bulunmak suçundan cezalandırılmasına karar verildiği, ayrıca Alanya Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/65 esas sayılı dava dosyasında, davacının 3628 sayılı yasa kapsamında yargılamasının halen devam ettiği, bu dosyada aldırılan raporda davacının hesabında bulunan bir kısım paranın kaynağının açıklanamadığının tespit edildiği, yine davacının bağlı bulunduğu kurumun Yüksek Disiplin Kurulu Başkanlığının aldığı karar ile davacının memuriyetten çıkarılmasına karar verdiği, böylece bu haberinde gerçeğe uygun olup haberde manevi tazminatı gerektirir nitelikte bir abartı bulunmadığı, yapılan haberin ise güncel olup haber niteliği taşıdığı, böylece davacının kişilik haklarına saldırı niteliği taşımayan bu haber sebebiyle de tazminat talep edilemeyeceği anlaşıldığından davanın reddine (karar vermek gerekmiştir.)" Anılan karar, başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/11/2012 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin, 16/4/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar, 27/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru, 25/6/2013 tarihinde yapılmıştır. B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesinin şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5074
Başvuru, Habertürk adlı internet sitesinde yapılan bir haberde gerçeğe aykırı bilgilere yer verilerek başvurucunun kişilik haklarının zedelendiği iddiaları hakkındadır.
0
Başvuru, infaz erteleme talebinin reddedilmesi kararına karşı kanun yolu öngörülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 1/11/2012 tarihli kararı ile suç örgütlerinin ismini kullanarak tehdit suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 7/1/2014 tarihli kararı ile "...koşulları oluşmadığı halde 5237 sayılı TCK'nın 58/ maddesinin uygulanması(na)..." yönelik başvurucunun temyiz itirazını yerinde görerek ''5237 sayılı TCK'nun 58/ maddesinin'' uygulanmasına ilişkin bölümlerin hükümden çıkartılması suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesi sonrasında cezanın infazı için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının çıkardığı çağrı kağıdı 17/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, kalp hastalığı tedavisi görmesi ayrıca ticari faaliyetlerini yürütebilmesi için Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından (Başsavcılık) cezanın infazının 1 yıl süre ile ertelenmesini talep etmiştir. Başsavcılık, 19/3/2014 tarihli kararı ile mahkûmiyet hükmünün suç itibariyle örgüt kapsamında olması nedeniyle 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (6) numaralı fıkrasının (b) bendi gereğince yasal olanak bulunmadığından ve yine infazın ertelenmesi talebine konu dilekçesinde belirttiği mazeretlerin anılan Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında sayılan veya benzer nitelikteki mazeretlerden olmaması gerekçeleriyle erteleme talebin reddine karar vermiştir. Başvurucunun, Başsavcılık kararına yaptığı itirazı Diyarbakır İnfaz Hâkimliğinin (Hâkimlik) 31/3/2014 tarihli kararı ile 5275 sayılı Kanun'un maddesine göre infazın ertelenmesi reddi kararına karşı kanun yolu öngörülmediği gerekçesiyle itiraz yolu açık olmak üzere reddedilmiştir. Hâkimlik kararına karşı başvurucu, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde 16/4/2014 tarihinde itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucu 18/4/2014 tarihinde de bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurusunda, itiraz yolu açık olmak üzere karar verilmiş ise de Yargıtay içtihadı ve ret kararının gerekçesi dikkate alındığında Başsavcılık kararına yönelik yargısal denetim öngören bir düzenleme bulunmadığından Hâkimlik kararına itiraz yolunun etkisiz olacağını belirterek bireysel başvuruda bulunulduğunu açıklamıştır. UYAP üzerinden yapılan incelemede, bireysel başvuru sonrasında başvurucunun 21/4/2014 tarihli dilekçe ile Hâkimlik kararına itirazından feragat etmesi üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 25/4/2014 tarihli kararı ile feragat nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5363
Başvuru, infaz erteleme talebinin reddedilmesi kararına karşı kanun yolu öngörülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltına almanın hukuki olmaması, gözaltı süresinin makul olmaması, tutuklama, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik/mahkeme tarafından verilmesi, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin ve itiraz incelemelerinin hâkim önüne çıkarılmadan dosya üzerinden ve geç değerlendirilmesi ile soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve sarı basın kartı verilmemesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin; arama ve el koyma işlemlerinin hukuki olmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; gözaltına alma ve tutuklama nedeniyle eğitim hakkının; gözaltına alındığı ilk andan itibaren avukat yardımından yararlandırılmaması ve gözaltında iken fiziki ve psikolojik cebir uygulanması nedenleriyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Ankara Emniyet Müdürlüğüne yapılan bir ihbar üzerine 4/8/2016 tarihinde Ankara'da yakalanarak gözaltına alınmış ve altı gün gözaltında kalmıştır. Başvurucunun ifadesi 10/8/2016 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğünde kolluk tarafından alınmıştır. Başvurucunun emniyetteki ifade alma işlemi sırasında Ankara Barosunca görevlendirilen müdafii de hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamalar açıklanmıştır. Başvurucu savunmasında özetle;i. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde dördüncü sınıf öğrencisi olduğunu, 2012 yılında İstanbul'da Zaman gazetesinde muhabirlik yapmaya başladığını, 2013 yılında ise Ankara'ya geldiğini ve 2016 yılına kadar Zaman gazetesinde adliye muhabiri olarakçalıştığını, FETÖ/PDY ile Zaman gazetesinde çalışmak dışında herhangi bir bağlantısının olmadığını, gazetecilik faaliyeti dışında herhangi bir kimseden talimat almadığını ve herhangi bir toplantıya katılmadığını ifade etmiştir.ii. Zaman gazetesinde çalışması nedeniyle Bank Asya kartının olduğunu, maaşının bu hesaba yattığını, hesabında 000 TL bulunduğunu, bu parayı yurt dışına gidecek olması nedeniyle vize başvurusunda dekont göstermek amacıyla yatırdığını -Fetullah Gülen'in talimatıyla yatırmadığını- ifade etmiştir.iii. fuatavni isimli sosyal medya hesabının sahibini ya da sahiplerini tanımadığını ancak mesaj attığı zaman okuduğunu, fuatavninin -diğer adliye muhabirlerini takip ettiği gibi-kendisini de takip ettiğini ifade etmiş ve bunun dışında fuatavniyle bir irtibatının bulunmadığını, herhangi bir şekilde gizli bilgi paylaşmasının söz konusu olmadığını savunmuştur.iv. FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle haklarında soruşturma yürütülen savcı ve gazetecileri övmediğini, sosyal medyada kafası kesik asker fotoğrafları görünce kendisinin de bundan etkilenerek mesaj attığını savunmuştur.v. Üst aramasında elde edilen dijital materyalleri fotoğrafçılıkla ilgilenmesi nedeniyle bulundurduğunu, başka bir amacının olmadığını, ele geçirilen kâğıtta yazan yerin İngiltere'deki bir yabancı dil kursunun adresi olduğunu, yine ele geçirilen kâğıtta adı yazılı E.Y.nin de bir telefon tamiri sırasında tanıştığı kişi olduğunu savunmuş ve suçlamaları kabul etmemiştir. Başsavcılık 11/8/2016 tarihinde başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:"15/7/2016 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ/PDY) bir kısım Asker ve Sivil mensuplarının birlikte hareket ederek anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etmek, meclisi ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek ve meşru seçimlerle gelmiş hükümeti cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeleri ve çok sayıda polisi ve sivil vatandaşları helikopterlerden, tanklardan, uçaklardan ateş ederek öldürmeleri eylemlerinden dolayı Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülmekte olan soruşturmaya esas olmak üzere ...Şüphelinin sorgusunun yapılarak kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların, kaçma, delilleri yok etme, tanık, mağdur ve başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunması hususlarında kuvvetli şüphenin oluşması, eylemlerinin CMK 100/3/a.10 maddesindeki suçlardan oluşu dikkate alınarak tutuklanmasına ... [karar verilmesi talep edilmiştir.]" Anılan talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun Ankara Barosunca görevlendirilen müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu Hâkimlikteki savunmasında emniyetteki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 11/8/2016 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...Şüpheli Ayşenur Parıldak'ın üzerine yüklenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren deliller, şüphelinin saklanma veya kaçma şüphesini uyandıran somut olguların varlığı, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü'nün cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs eyleminin yakın ve somut bir tehdit olarak halen devam ediyor olması, 20/7/2016 tarihi itibariyle tüm ülke genelinde bu eylem nedeniyle olağanüstü hal ilan edilmesi, şüphelinin saklanma veya kaçma şüphesini uyandıran somut olguların varlığı (aynı suç kapsamında soruşturulan aynı statüdeki bir kısım şüphelinin kaçmış olması) fiilin kanunda karşılığı olan cezanın miktarı, suçların CMK'nın 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesinde yer alan tutuklamaya ilişkin şartların gerçekleştiği dikkate alınarak adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelinin CMK'nın vd. maddeleri gereğincetutuklanmasına ... [karar verildi]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 22/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelinin üzerine [atılı] suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, atılı suçun katalog suçlardan olması sebebiyle CMK[nın] 100/ maddesi gereğince şüphelinin kaçma, saklanma [ve] delilleri karartma ihtimalinin bulunduğu, atılı suçun ceza miktarı nazara alındığında adli kontrol hükümleri yetersiz kalacağından ... [itirazın reddine karar verildi.]" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 28/11/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamede başvurucunun işlediği iddia olunan suça ve başvurucunun örgüt bağlantısına ilişkin olarak özetle;i. FETÖ/PDY'nin yayın organı olan ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra kanun hükmünde kararname ile kapatılan Zaman gazetesinin adliye muhabiri olarak görev yapan başvurucunun 3/8/2016 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne yapılan "Sosyal medyada Fuat AVNİ'ye bilgi aktaran ve bizzat Fuat AVNİ tarafından takip edilen Ayşunur PARILDAK isimli şahsın Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde eşyalarını toparlamış olduğu ve son sınavından sonra kaçacağı" şeklindeki ihbar üzerine yakalandığı belirtilmiştir.ii. Taraf ve Zaman gazetesinde adliye muhabirliği yapan başvurucunun sosyal medya hesabından 2014 yılında yapılan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimleri ve örgüt mensuplarına yönelik yapılan soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili olarak "Cübbesini üç kuruşa satan alçak yargı mensupları, hukuk eğitim[i] almış biri olarak hepinizden utanıyorum", "Mit Tırları İşid'e silah taşıyınca acıları dinmiş, imza atan gazeteciler ikrar etmiş, Mut'acılar da imza atmış", "imzayı atanlar hakkında suç duyurusunda bulunulmalı teröre destekten" şeklinde paylaşımlarda bulunduğu, Fetullah Önal (@fetihonl) isimli sosyal medya kullanıcısının "hizmetin türkiyeden sonraki akıbetini merak edenler @MahirZeynalov_un şuanki eylemlerine bakıp yorum yapabilirler, etki alanı artıyor" şeklindeki mesajını ise kendi hesabından paylaştığı belirtilmiştir.iii. Başvurucunun 25/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesi Yüce Divan Salonunda çektirdiği fotoğrafının altına "Anayasa Mahkemesi Yüce Divan Salonu. Fotoğrafa iyi bakın, bir dahakine ne amaçla geliriz bilinmez." şeklinde yorum yaparak paylaştığı belirtilmiştir.iv. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün gerçekleştiği saatlerde başvurucunun -ellerinde bayraklar ile darbeye karşı koyan sivil halkı kastederek- "dün geceden itibaren şiddet tekeli devletin elinden alınıp halka verilmiştir, beni en çok ürküten şey bu anarşi ortamı", "(boğaz kesenler için) hayvan sahibinin sorumluluğu" şeklinde paylaşımlarda bulunduğu belirtilmiştir.v. Başvurucunun darbe teşebbüsünün başarısız olacağını anladıktan sonra ise "#darbeye hayır" başlığı altında "amaya yer yok, bu topluma karşı büyük bir suç işlendi, cümle dün gece ne idiyse bugünde o" şeklinde paylaşımlarda bulunduğu, bu tür paylaşımların FETÖ/PDY'ye mensup kişiler tarafından argüman olarak kullanıldığı ve darbe gecesi yapılan bu tür paylaşımların örgüt üyeliği bağlantısına delil teşkil ettiği ileri sürülmüştür.vi. Başvurucunun özellikle 17/25 Aralık sürecinden sonra FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda kamuoyunu manipüle etmek için örgütün hedefleri doğrultusunda paylaşım yapan @fuatavni_f isimli sosyal medya hesabını kullanan kişiyle DM (direkt mesaj) olarak -üçüncü kişilere kapalı olacak şekilde- mesajlaştığı, fuatavni hesabı tarafından arkadaş listesine eklendiği ve başvurucudan ele geçirilen dijital materyallerle ilgili bilirkişi raporuyla bu durumun tespit edildiği açıklanmıştır.vii. Başvurucunun Zaman gazetesinde çalıştığı sırada örgüt üyelerinin suçtan kurtulmalarına yönelik subjektif haberler yaptığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen çatı soruşturmasıyla ilgili yaptığı haberlerde "nefret operasyonu'' şeklinde tanımlamalarda bulunduğu belirtilmiştir.viii. Başvurucunun cep telefonunun güvenlik şifresini söylemediği ve teknik olarak bu telefonların şifresi bilinmeden açılamaması nedeniyle imajının alınamadığı ve incelemesinin yapılamadığı bilgisine yer verilmiştir.ix. Mali Suçları Araştırma Kurulu raporuna göre başvurucunun genellikle kullandığı hesabı dışında bir bankanın Ankara Maltepe şubesinde 25/5/2016 tarihinde açtırdığı vadesiz TL hesabına -hesabın açıldığı tarihte- Samanyolu Yayıncılık Hizmet A.Ş. unvanlı şirkette çalıştığı belirtilen A.B.nin hesabından 000 TL havale geldiği, A.B.nin hesabı sorgulandığında ise Nevşehir'de bir turizm şirketinde çalıştığı belirtilen F.nin hesabından -başvurucuya gönderilen havale ile aynı tarihte ve aynı miktarda- bir havalenin geldiği, yaklaşık olarak asgari ücret tutarında maaş alan F.nin daha önce de 28/9/2015 tarihinde 000 TL, 21/12/2015 tarihinde 400 TL olmak üzere havale gönderme işlemlerinin bulunduğu, başvurucu, A.B. ve F.nin arasında para transferlerinin mahiyetini açıklayabilecek yasal kayıtlara yansıyan bir mal veya hizmet alımı veya satımı işleminin bulunmadığı belirtilmiştir.x. Ayrıca başvurucunun anılan hesabından 14/1/2015 ile 3/11/2015 tarihleri arasında Koza İpek Basın ve Basım San. Tic. A.Ş.de çalışma kaydı olduğu belirtilen Ö.Ö.nün hesabına 9/6/2016 tarihinde 600 TL tutarında havale işlemi yapıldığı ve mahiyetinin anlaşılamadığı belirtilmiştir.xi. Başvurucunun babası tarafından BrooklynAmity School adlı kuruluşa 2/8/2013 tarihinde 933,50 TL tutarında havale gönderildiği belirtilmiştir. İddianame Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 13/12/2016 tarihinde kabul edilerek E.2016/21 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 13/12/2016 tarihinde tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 9/2/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle;i. Suçlamaya konu mesajların ekran resimleri şeklinde oluşturulmuş twitler olduğunu yani gerçekte bu twitlerin kendisine ait olmadığını ancak kendisine aitmiş gibi gösterilerek yargılamanın yönlendirilmeye çalışıldığını ileri sürmüştür.ii. fuatavni isimli sosyal medya hesabını takip ettiğinin doğru olduğunu, adliye muhabiri olması nedeniyle fuatavninin de kendisini takip etmesinin doğal olduğunu savunmuştur.iii. İddianamede havale aldığı belirtilen A.B.nin ikinci el oto alım satımı yapan biri olduğunu, paraya ihtiyacı olması nedeniyle aracını -bu kişi aracılığıyla- sattığını, gönderilen havalenin sattığı aracın bedeli olduğunu ileri sürmüştür.iv. İddianamede -aralarında para alış verişi olduğu- belirtilen Ö.Ö.nün yakın arkadaşı olduğunu ve Bugün gazetesinde çalıştığını, aldığı borç parayı iade ettiğini belirtmiştir.v. İddianamede babasının Amerika'daki bir kuruluşa havale yaptığı belirtilmiş ise de bu havaleyi hangi banka aracılığıyla gerçekleştirdiğinin belirtilmediğini, gerçekte böyle bir havalenin olmadığını, kaldı ki böyle bir havale söz konusu olsa bile bunun yargılamayla ilgisinin olmadığını ileri sürmüştür.vi. Dava açıldıktan sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yargılama dosyasına Bylock kullanıcısı olduğuna ilişkin bir belge sunulduğunu, bu belgede belirtilen telefon hattının ve imei numarasının kendisine ait olmadığını savunmuştur.vii. Hakkındaki soruşturmanın isimsiz bir ihbarla başladığını, isimsiz ihbarların dikkate alınamayacağını ve suçlamayı kabul etmediğini ifade etmiştir.viii. Bir soruya karşılık olarak, bahsi geçen sosyal medya hesabının kendisine ait olduğunu ancak paylaşımları kendisinin yapmadığını, ekran görüntüleri oluşturularak kendisi paylaşım yapmış gibi gösterildiğini ileri sürmüştür.ix. Anayasa Mahkemesi salonunda çekilen ve sosyal medyada paylaştığı bir fotoğrafının altına "fotoğrafa iyi bakın bir dahakine ne amaçla geliriz bilinmez" şeklinde bir yazı yazılarak paylaşılmış gibi gösterildiğini, paylaşımın kendisine ait olmadığını savunmuştur.x. Bir soruya karşılık olarak, gösterilen telefonun kendisine ait olduğunu, gözaltında iken telefonun şifresini görevlilere söylediğini ve görevliler tarafından telefonun açılarak rehberinin incelendiğini ancak daha sonra görevlilerin telefonun şarjının bittiğini ve kapandığını söylediklerini, şu anda şifreyi hatırlamadığını ileri sürmüştür. Mahkeme 9/2/2017 tarihinde yaptığı ilk duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, başvurucu bu karara itiraz etmiş, itirazı inceleyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 24/2/2017 tarihli kararı ile itirazı reddetmiştir. Karar başvurucuya 23/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 21/11/2017 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının 15/7/2017 tarihindeki darbe girişiminden sonra 3/8/2016 günü Ankara Emniyet Müdürlüğü 155 ihbar hattına yapılan'Sosyal medyada Fuat AVNİ'ye bilgi aktaran ve bizzat Fuat AVNİ tarafından takip edilen Ayşunur PARILDAK isimli şahsın Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde eşyalarını toparlamış olduğu ve son sınavından sonra kaçacağı' yönündeki ihbar üzerine yürütülen soruşturma kapsamında sanığın 4/8/2016 tarihinde yakalanarak gözaltına alındığı, sanığın 2012 yılından 2016 yılı Şubat ayına kadar örgütün yayın organı olan Zaman gazetesinde adliye muhabirliği yaptığı, tevil içeren savunmalarından da anlaşılacağı üzere '@sosyalmunzevi Ayşenur Parıldak' isimli sosyal medya hesabını kullandığıve bu hesaptan; 15 Temmuz 2016 akşamı yapılan hain darbe girişimine karşı demokrasiye sahip çıkılması yönündeki devlet görevlilerinin çağrısı üzerine ellerindeki bayraklarla ve kahramanca darbeye karşı koyan sivil halkı kastederek 'dün geceden itibaren şiddet tekeli devletin elinden alınıp halka verilmiştir, beni en çok ürküten şey bu anarşi ortamı', '(boğaz kesenler için) hayvan sahibinin sorumluluğu' şeklinde paylaşıma yer verdiği, yine FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait ve bu terör örgütünün amaçları doğrultusunda 17 Aralık sürecinden sonra kamuoyunu manipüle etmek için paylaşımlarda bulunan Twitter kullanıcısının arkadaş listesinde ekli olduğu ve"@fuatavni_f " isimli kullanıcı ile mesajlaştığı bu hususun bilirkişilerce yapılan sanığa ait dijital materyal incelemesinden anlaşıldığı (bilirkişi raporu sf.15 ve ekindeki 215-217 nolu belgeler), bununla birlikte sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerinin kendi aralarında iletişim amaçlı kullandıkları ByLock programını kullandığının tespit edildiği, sanığın ... nolu hatlar ile bu programı kullandığı, ... nolu telefon hattına ilişkin çözüm içeriklerinin tespit edildiği, bu tespite göre sanığın ByLock aboneliğinin ID numarasının ''60231'' ve kullanıcı adının 'paril' olduğu, sanığın oluşturduğu bu profilin diğer ByLockprogramı kullanıcılarınca eklendiği gibi kendi profiline de başka kullanıcıları eklediği, gerekByLock sorgu ve tespit değerlendirme tutanağı gerekse Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan gelen kayıtlar dikkate alındığında sanığın belirtilen cep telefonu hatları üzerinden ByLock programına ait IP numaralarına çok sayıda erişim yaptığı, her ne kadar sanık tarafından ByLock kullanımı bakımından aşamalardaki beyanlarında ilgili hatların başkaları tarafından da kullanıldığı yönünde tevil içeren bir savunma geliştirilmiş ise de; dijital metaryallerin incelenmesine yönelik bilirkişi raporunun '135' numaralı ekinde sanığın adının yazdığı kart vizit görüntüsünde ... nolu hattın sanık tarafından kullanılan GSM hattı olarak belirtildiği, kaldı ki ... nolu hattın ByLock çözüm içeriğinde ByLock kullanıcı adının sanığın 'Parıldak' soy isminin ilk beş harfi olan 'parıl' olduğu hususları bir arada değerlendirildiğinde aksi yöndeki beyanların suçtan kurtulmaya matuf nitelikte olduğu kabul edilmiştir.Yapılan açıklamalar ışında; sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yönetici/üyelerinin kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu suç örgütünün mensupları tarafından kullanılmakta olan ağ özelliğini bilerek ByLock programını kurması ve bir çok kez kullanması suretiyle silahlı terör örgütünün kuruluş amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği ve iradi olarak örgüt hiyerarşisi içerisine girdiği, yine bu aidiyet çerçevesinde '@sosyalmunzevi Ayşenur Parıldak' isimli sosyal medya hesabından 15 Temmuz 2016 akşamı yapılan hain darbe girişimine karşı demokrasiye sahip çıkılması yönündeki devlet görevlilerinin çağrısı üzerine ellerindeki bayraklarla ve kahramanca darbeye karşı koyan sivil halkı kastederek 'dün geceden itibaren şiddet tekeli devletin elinden alınıp halka verilmiştir, beni en çok ürküten şey bu anarşi ortamı', '(boğaz kesenler için) hayvan sahibinin sorumluluğu' şeklinde paylaşıma yer verdiği, yine FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait ve bu terör örgütünün amaçları doğrultusunda 17 Aralık sürecinden sonra kamuoyunu manipüle etmek için paylaşımlarda bulunan Twitter kullanıcısının arkadaş listesinde ekli olduğu ve"@fuatavni_f" isimli kullanıcı ile mesajlaştığı hususları bir arada değerlendirildiğinde, sanığın örgütün yapısına dahil olup örgütle organik bağ kurarak faaliyetlerine katıldığı, bu eylemlerinin süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk oluşturduğu anlaşılmıştır. Sanığın, '@sosyalmunzevi Ayşenur Parıldak' isimli sosyal medya hesabından 15 Temmuz 2016 akşamı yapılan hain darbe girişimine karşı koyan sivil halkı kastederek 'dün geceden itibaren şiddet tekeli devletin elinden alınıp halka verilmiştir, beni en çok ürküten şey bu anarşi ortamı', '(boğaz kesenler için) hayvan sahibinin sorumluluğu' şeklinde paylaşıma yer vermesi, FETÖ/PDY Terör Örgütüne ait ve bu terör örgütünün amaçları doğrultusunda 17 Aralık sürecinden sonra kamuoyunu manipüle etmek için paylaşımlarda bulunan Twitter kullanıcısının arkadaş listesinde ekli olması ve '@fuatavni_f' isimli kullanıcı ile mesajlaşması, ByLock programını kurması ve bir çok kez kullanması, tespit ve değerlendirme tutanağı, HTS ve internet trafik kayıtları ile tüm dosya kapsamı dikkate alındığında sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğuna dair şüphe bulunmadığından, inkara dayanan savunmasına itibar edilmemiş,Sanığın eğitim düzeyi, yaptığı görev nedeniyle edindiği bilgi, tecrübe vekonumu itibariyle bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda olduğu ve atılı suçu işlediği sabit olduğundan mahkumiyetine karar verilmiş[tir.]" Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdestttir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.  (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15375
Başvuru, gözaltına almanın hukuki olmaması, gözaltı süresinin makul olmaması, tutuklama, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik/mahkeme tarafından verilmesi, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin ve itiraz incelemelerinin hâkim önüne çıkarılmadan dosya üzerinden ve geç değerlendirilmesi ile soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve sarı basın kartı verilmemesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin; arama ve el koyma işlemlerinin hukuki olmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; gözaltına alma ve tutuklama nedeniyle eğitim hakkının; gözaltına alındığı ilk andan itibaren avukat yardımından yararlandırılmaması ve gözaltında iken fiziki ve psikolojik cebir uygulanması nedenleriyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, mal varlığına haksız şekilde uygulanan elkoyma tedbirinin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 1/10/2022 tarihinde Büyükçekmece ilçesi, Kumburgaz beldesi, Güzelce Mahallesi Yat Limanı mevkiinde deniz yolu ile yasa dışı yollarla getirilen yaklaşık 30 ton akaryakıt taşıyan başvurucuya ait Ferhat Kaplan isimli balıkçı teknesi ile tekneden hortumlarla akaryakıt yükleyen iki adet kamyon, yükleme esnasında ihbar üzerine yakalanmıştır. Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başvurucuya ait tekneye ve diğer araçlara el konulmuştur. Başsavcılıkça başvurucu hakkında kaçakçılık suçundan soruşturma başlatılmış, soruşturma sonucunda 9/12/2002 tarihinde iddianame düzenlenerek başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında 7/1/1932 tarih ve 1918 sayılı mülga Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun'un maddesinin fıkrası ve maddesinin son fıkrasına uyarınca cezalandırılmaları talebiylekamu davası açılmıştır. Büyükçekmece Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) iddianame kabul edilerek yargılamaya başlanmış, bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişi raporunda 532 litre motorinin yurda kaçak olarak sokulduğubelirtilmiştir. Mahkeme 13/2/2009 tarihinde başvurucu hakkında kaçakçılık suçundan mahkûmiyet kararı vermiştir. Anılan kararın temyiz incelemesi sonucunda Yargıtayca anılan kararın bozularak davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir. Anılan kararda el konulan eşya ve araçlar hakkında Mahkemece her zaman karar alınmasının mümkün olduğu belirtilmiştir. Mahkemece 27/1/2021 tarihinde ek kararla başvurucuya ait Ferhat Kaplan isimli teknenin sicili üzerindeki şerhin kaldırılmasına karar verilmiştir. Anılan ek karar, taraflarca temyiz edilmeksizin 25/3/2021 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu kararı 14/2/2021 tarihinde öğrendiğini belirtmiş 11/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/12687
Başvuru, mal varlığına haksız şekilde uygulanan elkoyma tedbirinin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; haksız yakalama tedbiri nedeniyle açılan davada tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/6/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular ile Ş.N.nin 31/12/2014 tarihinde aralarında husumet bulunan E.A.ya arabasıyla geçmekteyken av tüfeği ile ateş ettikleri iddiası üzerine soruşturma başlatılmıştır. UYAP üzerinden yapılan incelemede, Patnos/Doğansu İlçe Jandarma Komutanlığı görevlileri tarafından Cumhuriyet savcısı ile yapılan görüşme ve alınan emirler ile bu emirlerin yazılı emre dönüştürülmesine ilişkin tutanak hazırlandığı tespit edilmiştir. 31/12/2014 tarihli (saat 15) tutanağa göre, aynı tarihte saat 00 sıralarında meydana gelen söz konusu olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısına telefonla bilgi verilmiş, Cumhuriyet savcısı yakalanan şahısların şüpheli olarak ifadelerinin alındıktan sonra serbest bırakılmaları, gözaltına alınmamaları, E.A.nın müşteki olarak ifadesinin alınması, olay yeri incelemesi yapılması, olayla ilgili bilgi sahibi olanların beyanlarının alınması, evrakın ikmalen gönderilmesi talimatlarını vermiştir. Tutanakta; yakalanan şahısların üstünün, eşyalarının ve aracının aranması kısmında "hayır", yakalanan veya gözaltına alınanın durumunun yakınlarına bildirilmesi kısmında "hayır", gözaltına alınması kısmında "hayır", serbest bırakılması kısmında "evet" yazmaktadır. Söz konusu tutanak Jandarma Başçavuş tarafından imzalanmıştır. Saat 00'de düzenlenen olay yeri inceleme raporuna göre40 sırasında olay yerine gelinmiş, başvurucuların evlerinde ve araçlarında ateşli silah atış izi bulunup bulunmadığı araştırılmış, sonrasında başvurucuların el ve yüz svap örnekleri alınmış, elbiseleri muhafaza altına alınmıştır. Başvurucu Fesih Narman'ın ifadesi saat 00'te, başvurucu Selahattin Narman'ın ifadesi saat 40'ta, diğer şüpheli Ş.N.nin ifadesi 15'te olay yerinde alınmış olup başvurucular serbest bırakılmıştır. Başvurucuların serbest bırakılma saatlerini içeren herhangi bir belgeye rastlanmamıştır. Başvurucular hakkında yakalama ve gözaltına alma tutanağı düzenlenmemiştir. Başvurucular hakkında 28/7/2015 tarihinde, alınan svapların incelenmesi sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda herhangi bir atış artığı tespit edilemediği, suçun işlendiğine dair başka delil de bulunmadığı gerekçesiyle silahla tehdit suçundan ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Diğer şüpheli Ş.N. hakkında ise müsnet suçtan kamu davası açılmıştır. Ek kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesinleşmesi üzerine başvurucular 6/11/2015 tarihli dilekçeyle tazminat davası açmıştır. Başvurucular, ifade alma ve saat 00 sıralarındaki el ve yüz svaplarının alınması işlemi yapılana kadarki 5 saat boyunca güvenlik güçleri tarafından alıkonduklarını, sonrasında salıverildiklerini, haksız olarak yakalandıklarını ve haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini belirtmiş; her bir başvurucu için 100 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Patnos Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) "...davacılar hakkında yakalama ve/veya gözaltına alma tutanağı düzenlenmediği, yalnızca ifadeleri alınarak serbest bırakıldıkları, salt ifade alma işleminin tazminata konu edilemeyeceği, bu sebeple davacıların haksız yakalamaya dayalı tazminata hak kazanamayacakları..." gerekçesiyle 18/3/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucular beş saat boyunca iradelerine aykırı olarak tutulduklarını, bu işlemlere ilişkin olarak güvenlik güçlerince yakalama veya gözaltı tutanağı düzenlenmemesinin sorumluluğunun kendilerine yüklenemeyeceğini belirterek kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi (Yargıtay) 19/4/2021 tarihli kararla, yakalama veya gözaltına alma tutanağı düzenlenmediği, yalnızca ifadelerin alındığı, dolayısıyla başvurucuların tazminat isteme şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik görülmediğini belirterek kararı onamıştır. Başvurucular, nihai kararı 26/5/2021 tarihinde öğrendiğini bildirmiş olup 2/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk1-  İlgili Mevzuat 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...(2) Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler....(5) (Değişik:25/5/2005-5353/7md.) Birinci fıkraya göre yakalanıp kolluğa teslim edilen veya ikinci fıkra uyarınca görevlilerce yakalanan kişi ve olay hakkında Cumhuriyet savcısına hemen bilgi verilerek, emri doğrultusunda işlem yapılır...." 5271 sayılı Kanun'un "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. (Değişik ikinci cümle: 25/5/2005 – 5353/8 md.)" 5271 sayılı Kanun'un "Yakalama tutanağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Yakalama işlemi bir tutanağa bağlanır. Bu tutanağa yakalananın, hangi suç nedeniyle, hangi koşullarda, hangi yer ve zamanda yakalandığı, yakalamayı kimlerin yaptığı, hangi kolluk mensubunca tespit edildiği, haklarının tam olarak anlatıldığı açıkça yazılır." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:".... (2) Adlî kolluk görevlileri, elkoydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.(3) Cumhuriyet savcısı, adlî kolluk görevlilerine emirleri yazılı; acele hâllerde, sözlü olarak verir. (Ek cümle: 25/5/2005 - 5353/24 md.) Sözlü emir, en kısa sürede yazılı olarak da bildirilir. ...." 5271 sayılı Kanun’un “Adlî kolluk ve görevi” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Adlî kolluk; 1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 8, 9 ve 12 nci maddeleri, 1983 tarihli ve2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 7 nci maddesi, 1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesi ve 1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun 4 üncü maddesinde belirtilen soruşturma işlemlerini yapan güvenlik görevlilerini ifade eder.  (2) Soruşturma işlemleri, Cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adlî kolluğa yaptırılır. Adlî kolluk görevlileri, Cumhuriyet savcısının adlî görevlere ilişkin emirlerini yerine getirir....” 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Yakalama: Kamu güvenliğine, kamu düzenine veya kişinin vücut veya hayatına yönelik var olan bir tehlikenin giderilmesi için denetim altına alınması gereken veya suç işlediği yönünde hakkında kuvvetli iz, eser, emare ve delil bulunan kişinin gözaltına veya muhafaza altına alma işlemlerinden önce özgürlüğünün geçici olarak ve fiilen kısıtlanarak denetim altına alınmasını,ifade eder." Yönetmelik'in "Yakalama işlemi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Yakalanan kişiye, suç ayrımı gözetilmeksizin yakalama sebebi ve hakkındaki iddialar ile susma ve müdafiden yararlanma, yakalanmaya itiraz etme hakları ile diğer kanunî hakları ve itiraz hakkını nasıl kullanacağı, herhâlde yazılı, bunun hemen mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl bildirilir.Kolluk kuvveti tarafından yapılan yakalama hâlinde işlem, yakalanan kişi ve uygulanan tedbirler derhâl Cumhuriyet savcısına bildirilir....Yakalama işlemi bir tutanağa bağlanır. Bu tutanağa yakalananın, hangi suç nedeniyle, hangi koşullarda, hangi yer ve zamanda yakalandığı, yakalamayı kimlerin yaptığı, hangi kolluk mensubunca tespit edildiği, haklarının tam olarak anlatıldığı açıkça yazılır, bu tutanağın bir sureti yakalanan kişiye verilir. Bu kişiye ayrıca haklarının yazılı olarak bildirildiğini ve kendisi tarafından da bu hususun anlaşıldığını belirten bu Yönetmeliğe ekli 'Yakalama ve Gözaltına Alma Tutanağı Şüpheli ve Sanık Hakları Formu' (EK-A) tanzim edilerek imzalı bir örneği verilir.Suç işlerken rastlanması veya suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçması ihtimalinin bulunması veya hemen kimliğini belirleme imkânının bulunmaması nedeniyle başkaları tarafından yakalanıp kolluk görevlilerine teslim edilen veya bu hâllerde kolluk görevlilerince yakalanan ya da haklarında tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma imkânı bulunmaması sebebiyle kolluk görevlilerince yakalanan kişi ve olay hakkında Cumhuriyet savcısına hemen bilgi verilerek, emri doğrultusunda işlem yapılır. Cumhuriyet savcısı tarafından verilen sözlü emir, en kısa zamanda yazılı hâle dönüştürülerek mümkün olması hâlinde en seri iletişim vasıtasıyla ilgili kolluğa bildirilir; aksi hâlde ilgili kolluk görevlilerince alınmasına hazır edilir. Ancak, kolluk görevlisi emrin yazılı hâle getirilmesini beklemeden sözlü emrin gereğini yerine getirir.Yakalanan kişi, Cumhuriyet savcısının emri ile serbest bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınır...." Yargıtay İçtihatı Yargıtay Ceza Dairesinin 8/1/2018 tarihli ve E.2017/7910, K.2018/35 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Davacının, tazminat davasının dayanağı olan... Çocuk Mahkemesinin... sayılı davacı yönünden beraatle sonuçlanan dava dosyası kapsamında, 07/10/2014 tarihinde saat 14:40 sıralarında yakalanarak Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldüğü, bilahare Cumhuriyet Savcının talimatı ile ailesine teslim edildiği, CMK'nın 141/1-e maddesindeki 'Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen' kişilerin tazminat isteyebilecekleri hususu dikkate alındığında, davacı lehine maddi ve manevi tazminat isteme koşullarının oluştuğu, bu kapsamda uğranıldığı iddia edilen zarar için davacı lehine makul bir tazminata hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, 'davacının ifadesinin alınıp bekletilmeden serbest bırakıldığı, orada herhangi bir haksız muamele ile karşılaştığına dair iddianın ve eylemin yer almadığı, ifadesinin alınmasına yönelik yakalamada hukuka aykırılığın bulunmadığı' şeklindeki yasal olmayan yetersiz gerekçelerle tazminat talebinin reddine karar verilmesi,..." Yargıtay Ceza Dairesinin 15/10/2018 tarihli ve E.2017/6457, K.2018/366 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Tazminat talebinin dayanağını oluşturan ... Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ... soruşturma dosyasının yapılan incelenmesinde; davacının (şüphelinin) ... tarihinde ... Adalet Sarayı ... girişinde gerçekleştirilen eylem sırasında Cumhuriyet Savcısının talimatı ile yakalanarak aynı gün ifadesi alınmadan serbest bırakıldığı, CMK'nın 90 ve maddelerinde düzenlenen, yakalanan kişiye haklarının hatırlatılması ve buna dair tutanak tanzimini öngören Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliğinin 6/maddesindeki zorunluluğun yerine getirilmediği, davacının avukat olmasının bu hükümlerin uygulama koşullarını değiştirmeyeceği, suçlamadan haberdar edilme ve düzenlemede yer alan aydınlatma yükümlülüğüne ilişkin emredici hükümlerin ihlalinin işlemi haksız hale getirdiğinin anlaşılması karşısında, davacı lehine uygun bir tazminata hükmolunması yerine yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi, ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 20/12/2021 tarihli ve E.2021/3165, K.2021/9025 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...1- Dosya içerisinde bulunan... Asliye Ceza Mahkemesinin ... 2015 tarihli yazısında davacının, gözaltı kaydının olmadığına dair bilgi yer alsa da davacının haksız yakalama, gözaltı nedenine dayalı olarak tazminat isteminde bulunulmuş olunması karşısında, tazminat talebinin dayanağı olan dosyada davacı sanık hakkında 2013 tarihinde Genel Bilgi Toplama Sisteminde yakalama evrakının bulunduğu, 2013 tarihi saat 19:17’de hastane raporunun bulunduğu, 2013 tarih saat 21:10’da olay tespit ve Cumhuriyet Savcısı görüşme tutanağında davacının şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınması talimatı alındığı, 2013 tarih saat 21:40’da davacının şüpheli sıfatıyla ifadesinin alındığı anlaşıldığından davacı hakkında yakalama işlemi yapıldığı bu nedenle davacı lehine sembolik bir miktar maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden,davanın reddine karar verilmesi,...B. Uluslararası Hukuk2-  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:... (c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine yada suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;... Bu madde hükümlerine aykırı bir yakalama veya tutma işleminin mağduru olan herkes tazminat hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesiyle ilgili içtihadında, maddenin (1) numaralı fıkrasında geçen "özgürlük" kavramının kişinin fiziksel özgürlüğünü kapsadığını belirtmektedir (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 58). AİHM'e göre özgürlükten yoksun bırakmanın nesnel ve öznel iki unsuru bulunmaktadır. Nesnel unsur, kişinin gözardı edilemeyecek uzunlukta bir süre boyunca sınırları belli bir yere kapatılması; öznel unsur ise bu kapatılmanın geçerli bir rızaya dayanmamasıdır (Storck/Almanya, B. No: 61603/00, 16/6/2005, § 74). AİHM, özgürlükten yoksun bırakmanın öznel unsuru ile ilgili değerlendirmesinde özgürlük ve güvenlik hakkının demokratik toplumdaki önemini dikkate alarak bir kimsenin tutulmaya rıza göstermiş olmasının Sözleşme'nin maddesinin sağladığı korumadan vazgeçtiği anlamına gelmeyeceğini kabul etmektedir. Kişinin belli bir yerde tutulmaya rıza göstermiş olmasına rağmen yine de Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği durumlar olabilir (De Wilde, Ooms and Versyp/Belgium, B. No: 2832/66, 2835/66, 2899/66, 18/6/1971, § 65). Bir kimsenin madde anlamında özgürlüğünden mahrum bırakılıp bırakılmadığının değerlendirilmesinde somut olayın özelliklerinin yanı sıra uygulanan tedbirin çeşidi, süresi, etkileri ve uygulanma şekli gibi çeşitli faktörlerin dikkate alınması gerekir (Guzzardi/İtalya, B. No: 7367/76, 6/11/1980, §§ 92, 93). AİHM, bu bağlamda devletin fiilî bir durumu bu yönde tanımlaması veya tanımlamamasının özgürlükten yoksun bırakmanın var olup olmadığı hususunda belirleyici olamayacağını belirtmektedir (Creanga v. Romanya [BD], B. No: 29226/03, 23/2/2012, § 92).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/39196
Başvuru, haksız yakalama tedbiri nedeniyle açılan davada tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, menfi tespit talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 13/11/2007 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi kararı onamış, 29/4/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 23/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18183
Başvuru, menfi tespit talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Davacı İ. tarafından 5/8/2004 tarihinde dava konusu taşınmazın maliklerine karşı el atmanın önlenmesi talebiyle dava açılmış, dava Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/414 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Dava konusu taşınmazın maliklerinin değişmesi üzerine başvurucular taşınmazın yeni malikleri olarak 19/2/2008 tarihinde davaya dahil edilmişlerdir. Mahkemece 11/4/2008 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/11/2009 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 11/4/2012 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/5/2013 tarihli ilamı ile onanmıştır. Anılan ilam taraflara tebliğ edilmiş olup karar düzeltme talebinde bulunulmamıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2608
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle zabıta memuru görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 8/7/1988 doğumlu olan başvurucu 2011 yılında Adnan Menderes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümünden mezun olduktan sonra Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından düzenlenen 2016 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavı'na (KPSS) katılmıştır. Sınavda aldığı KPSSP3 puan türündeki 87,82 puana göre Arnavutköy Belediye Başkanlığı nezdinde zabıta memuru olarak yerleştirilmesi yapılmıştır. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 3/7/2017 tarihinde dava açmıştır. Başvurucunun mağdur sıfatıyla bulunduğu iftira suçundan başlatılan soruşturma sonucunda 26/7/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararda, başvurucuya herhangi bir kişi tarafından hukuka aykırı fiil isnat edilmediği belirtilmiştir. Bununla birlikte yapılan araştırmada ele geçirilen ve el konulan bilgisayar ve dijital depolama cihazlarında başvurucunun adının tespit edildiği ifade edilmiştir. İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) 23/5/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından yapılan soruşturmada N.U.ya ait ele geçirilen dijital materyallerin incelenmesinden başvurucunun Bursa, Bilecik, Kocaeli ve Yalova'da bulunan bütün ortakokul, lise ve üniversite öğrencilerinden sorumlu ve mahrem yapının alt yapılanmasını oluşturan eğitim danışmanı olarak faaliyet gösterdiğine dair kaydın bulunduğu ve alınan şüpheli ifadelerinde başvurucunun üniversite mezun mesulü olduğu yönünde ifadelerin bulunduğu ifade edilmiştir. N.U.ya ait bilgisayarda silindiği tespit edilen ancak geri getirilerek kurtarılan verilerde başvurucunun adı, eğitim bilgisi, cep telefonu gibi başvurucuya ait detaylı bilgilere yer verildiği belirtilmiştir. Söz konusu listede yer alan telefon numarasının sorgulamasından başvurucunun kimlik bilgilerine ulaşıldığı söylenmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olayda, Mahkememizce muhtelif tarihlerde yapılan ara kararlar sonucunda getirtilen bilgi ve belgerin incelenmesinden; Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu'nun Soruşturma No:2015/52389 sayılı soruşturması kapsamında [N.U.] isimli kişinin Osmangazi ilçesindeki adresinde yapılan aramada çok sayıda dijital materyaller ve dökümünların ele geçirildiği, dijital materyaller içerisinde yaklaşık 500 kişiye ait bilgilerin yer aldığı, çok sayıda excel listesinin bulunduğu, FETÖ/PDY Silahlı Terör örgütü üyesi olan şahsın bölge illerindeki (Bursa, Bilecik, Kocaeli ve Yalova) bütün ortakokul, lise ve üniversite öğrencilerinden sorumlu ve mahrem yapının alt yapılanmasını oluşturan eğitim danışmanı olarak faaliyet gösterdiği ve alınan şüpheli ifadelerinde şahsın üniversite mezun mesulü olduğu yönünde ifadelerin olduğu, şahsın ikametinin bodrum katında yapılan arama sonucunda [N.U.]'a ait olan ve silindiği tespit edilen 217 kişilik excel listesinin geri getirilerek kurtarıldığı, bu excel listesinin satırında ... gibi bilgilere yer verildiği, excel listesindeki ... cep telefonu numarasının yapılan sorgulaması ile de davacının açık kimlik bilgilerine ulaşıldığı görülmektedir. Bu durumda, davacının atanmamasına esas oluşturan istihbari bilginin doğruluğunun yapılan ara karar sonucunda Mahkememizce de teyit edildiği anlaşıldığından, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile irtibatı ve iltisakı olması sebebiyle güvenlik soruşturması olumsuz sonuçlanan davacının atamasının yapılmamasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Mahkeme kararında geçen N.U. hakkında terör örgütü lideri sıfatıyla terör örgütüne üye olmak suçundan dolayı 10/6/2016 tarihli iddianame düzenlenmiş olup yargılama hâlen devam etmektedir. Başvurucu karara karşı 30/7/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 8/11/2018 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 16/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36716
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle zabıta memuru görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; İstanbul Kumkapı Geri Gönderme Merkezinde (GGM) idari gözetim altında tutma koşullarının gayriinsani ve onur kırıcı olması nedeniyle Anayasa'nın maddesinin ihlal edildiği, anılan koşullara ve idari gözetim sürecine karşı etkili bir iç hukuk yolu bulunmaması nedeniyle Anayasa'nın maddesi ile bağlantılı olarak maddesinin ihlal edildiği; özgürlükten mahrum bırakılmanın yasal dayanaktan yoksun olması, yargısal denetiminin bulunmaması ve bu çerçevede iç hukukta tazminat sağlama imkânı tanınmaması nedenleriyle Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/12/2013 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 19/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 15/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 14/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 19/8/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Özbekistan Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucu, ailesiyle birlikle Türkiye’de ikamet etmektedir. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti ikamet tezkeresine sahiptir. Başvurucu, kendi beyanına göre Özbekistan'dan bir arkadaşının ricası üzerine Türkiye'den yurtdışına gidecek olan bir kadın ve beraberindeki iki çocuğuna havalimanına gitmeleri ve valizlerini taşımaları konusunda yardımcı olmuştur. Havalimanında, belirtilen şahısların belgelerinin sahte olduğunun anlaşılması üzerine ilgili kişiler ile birlikte başvurucu hakkında “resmî belgede sahtecilik” suçundan soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında şüpheli olarak 28/9/2013 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Sabiha Gökçen Havalimanı Adli Hizmetler Büro Amirliğinde iki gün gözaltında tutulmasının ardından 30/9/2013 tarihinde Kumkapı GGM’ye getirilmiştir. Başvurucu, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesini müteakip8/11/2013 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucu 6/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Kumkapı GGM’nin Durumu Başvuru formu ve Bakanlık görüş yazısında sunulan bilgiler karşılaştırıldığında başvurucunun 30/9/2013 ila 8/11/2013 tarihlerinde Kumkapı GGM’de tutulduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) tarafından 2009 yılının Haziran ayında, aralarında başvurucunun tutulduğu Kumkapı GGM’nin de bulunduğu, Türkiye’nin farklı illerindeki altı GGM’ye yönelik bir dizi ziyaret gerçekleştirilmiştir. Anılan ziyaretler sonucunda hazırlanan 16/12/2009 tarihli raporun (2009 tarihli CPT Raporu) ilgili kısımları şöyledir:“…2007 yılının Mart ayında açılan İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezi, 560 kişilik (tutulan 360 erkek ve 200 kadın için) resmi kapasiteye sahip olan, Türkiye’de tutulu bulunan göçmenlere yönelik en geniş tutuklu yerleşkesidir. Ziyaret tarihinde merkezde 124 yabancı uyruklu kişi barındırılmaktaydı.... Ziyaret edilen gözaltı merkezlerindeki maddi koşullara ilişkin olarak heyet, önceki iki hafta boyunca ziyaret edilen birkaç gözaltı merkezinde (özellikle İstanbul-Kumkapı ve Edirne-Tunca) tutulan kişi sayısında keskin bir düşüş olduğunu, söz konusu merkezlerde tutulan tüm kişilerin neredeyse %50’sinin serbest bırakıldığının anlaşıldığını belirtmiştir. Bunun ziyaret tarihinde, kuruluşlardaki yaşam koşulları üzerinde faydalı bir etkisi olduğu aşikârdır.... İstanbul-Kumkapı’da, yeni tutuklu yerleşkesindeki maddi koşullar, İstanbul’daki eski tutuklu yerleşkelerindeki koşullara kıyasla genel olarak çok daha iyiydi [dipnot: Ancak bazı iyileştirmeler ziyaretten çok kısa bir süre öncesinde yapılmıştır (örneğin; duvarların boyanması, dışarıdan temizlikçi görevlileriyle sözleşme imzalanması, v.b.)]. Özellikle, tutulma odalarının çoğu geniş, iyi ışıklandırılmış (gün ışığına iyi erişim ile) ve çok temizdi.Bununla birlikte, mevcut yer ve olanaklar göz önünde bulundurulduğunda, merkezin 560 kişilik mevcut resmi kapasitesinin çok yüksek olduğu açıktır. Özellikle, tutulma odalarındaki yaşam alanı yetersizdir (örneğin; 30 yatak için 58 m²) ve ortak kullanılan odalar boyut ve ekipman bakımından noksandır (örneğin; zemin katında 120 yatak bulunurken, ortak kullanılan odalarda sekiz masa ve 23 sandalye bulunmaktadır). CPT İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezinin resmi kapasitesinin önemli ölçüde azaltılması ve ilerideki doluluk düzeyinin daima yeni kapasitenin sınırları içerisinde tutulmasını sağlamak üzere tedbirler alınmasını tavsiye etmektedir.... Kırklareli ve çocuklar ile kadınlar açısından İstanbul-Kumkapı istisna olmak üzere [dipnot: Kumkapı’da mevcut avlu öncelikle polis araçları için park alanı olarak kullanılmıştır. Kısıtlı alan bulunmasından dolayı, sadece tutulan kadınlar ve çocuklar günlük açık hava egzersizi imkânından faydalanabilmekteyken, tutulan erkekler genellikle haftalar hatta aylar boyunca mütemadiyen açık hava egzersizi imkânından yoksun bırakılmışlardır.], ziyaret edilen gözaltı merkezlerinde tutulan yabancı uyruklu kişilere hiçbir açık hava egzersizi imkânı sunulmamıştır.Ziyaret sonu konuşmaları esnasında heyet derhal bir tespitte bulunmuş ve Türk makamlarını Ağrı, Edirne-Tunca, İstanbul-Kumkapı, Konya ve Van’daki gözaltı merkezlerinde tutulan tüm göçmenlerin günde en az bir saat boyunca açık hava egzersizi imkânından faydalanabilmelerini sağlamaya yönelik gerekli tedbirleri almaya çağırmıştır.Türk makamları 23 Eylül 2009 tarihli bir yazı ile İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezinde tutulan yabancı uyruklu kişilerin ‘günde ortalama bir saat boyunca açık havaya çıkmalarına ve açık hava faaliyetlerinden faydalanmalarına izin verildiği’ hususunda Komiteyi bilgilendirmiştir. ...CPT bu zamana kadar atılan adımları memnuniyetle karşılamakta ve Ağrı ve İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezlerinde tutulan tüm yabancı uyruklu kişilerin günde en az bir saat boyunca açık hava egzersizi imkânından faydalandığına ilişkin teyidin kendisine ulaştırılmasını istemektedir.... Ziyaret edilen birtakım gözaltı merkezlerinde, verilen yemeğin kalitesi ve/veya miktarına ilişkin çok sayıda şikâyet alınmıştır. Söz konusu merkezlerden birinin müdürü, kendi deneyimlerine göre günlük kişi başına tahsis edilen bütçe olan 60 TL’nin açık bir şekilde yetersiz olduğunu heyete beyan etmiştir. CPT, yabancılara yönelik tüm gözaltı merkezlerinde tutulan göçmenlere temin edilen yemek hizmetinin, hem miktar hem de kalite bakımından yeterli olmasını sağlamak üzere tekrar gözden geçirilmesini tavsiye etmektedir.…” Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu,11/5/2012 tarihinde Kumkapı GGM’ye bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyarete ilişkin olarak anılan Komisyon tarafından 10/10/2012 tarihinde kabul edilen “Edirne, İstanbul ve Kırklareli İllerinde Bulunan Geri Gönderme Merkezleri Hakkında İnceleme Raporu” başlıklı raporun (2012 tarihli TBMM Raporu) ilgili kısımları şöyledir:“… İNCELEMEDE UYGULANAN YÖNTEM…Alt Komisyon, geri gönderme merkezlerinde yerinde inceleme yapma yöntemini benimsemiştir. Bu amaçla, … 11 Mayıs 2012 tarihinde … İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezi’nde inceleme gerçekleştirmiştir.…İncelemeler sırasında illerin valileri, emniyet müdürleri, diğer idari yetkilileri ve geri gönderme merkezlerinde barınan yasa dışı göçmenlerle görüşmeler gerçekleştirilmiş, barınma mekânları incelenmiş, çeşitli bilgi ve belgeler edinilmiştir. İncelemelerde mülteciler, sığınmacılar ve yasa dışı göçmenlerle ilgili çalışmalarda bulunan sivil toplum örgütlerinden İnsan Hakları Araştırma Derneği, Mülteciler Dayanışma Derneği, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği, İnsan Hakları Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği, İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı ve Uluslararası Af Örgütü temsilcileri de incelemelere bilfiil katılarak görüş ve önerileriyle Alt Komisyon çalışmalarına katkı sağlamışlardır.… İNCELEMELER Genel BilgiHududumuzda yakalanan yasadışı göçmenlerin sınırdışı edilene kadar barınma iaşe ve sağlık ihtiyaçlarının karşılandığı yerlere geri gönderme merkezi denilmektedir. Ülke genelinde geri gönderme merkezlerinin kapasitesi 35 ilde toplam 2945 kişiden oluşmaktadır; ancak faal olarak bu illerden sadece 20’sinde bulunan merkezlerde hizmet verilmektedir. Ülkemizdeki yasa dışı göçmen sayısının ise geri gönderme merkezlerinin kapasitesinin oldukça üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Geri Gönderme Merkezlerinde Yapılan İncelemeler…c) İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezica) Geri Gönderme Merkezi Hakkında BilgilendirmeKomisyonumuz İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezindeki incelemesinden önce İl Emniyet Müdür yardımcısı H… P… ve Komiser E… Y…’dan bilgi almıştır. Edinilen bilgilere göre;- Yabancılar Şube Müdürlüğü bünyesinde; ikamet, vatandaşlık, sığınma, iltica ve sınır dışı işlemleri ile geri gönderme merkezindeki barınma hizmetleri yürütülmektedir.- Geri gönderme merkezinin profiline bakıldığında daha çok yasa dışı göçmenlerden oluştuğu görülmektedir.- Misafirhanenin barındırabileceği kişi sayısı 100’ü kadın, 200’ü erkek olmak üzere toplam 300’dür. Burada ülkemizde bulundukları esnada suça karışan, ülkemize illegal yollardan giriş-çıkış yapan/yapmaya çalışan, vize ve ikamet süresi ihlalinde bulunan, izinsiz çalışan yabancı uyruklu şahıslar sınır dışı işlemleri için bekletilmektedir.- Bina, 2007 yılından itibaren geri gönderme merkezi olarak kullanılmaktadır.- Geri gönderme merkezine yaklaşık 40 farklı ülkeden günlük ortalama 30 ila 40 yabancı teslim edilmekte ve yine günde 30 ila 40 yabancının sınır dışı işlemleri yapılmaktadır.- Yakalanan yasa dışı göçmenlerden üzerlerinde pasaportu olmayanların konsoloslukları ile irtibata geçilerek belge temin etmek suretiyle ülkelerine çıkışları sağlanmaktadır. Kişinin maddi imkânı varsa kendi imkânları ile uçak bileti alınmakta; ancak yoksa uçak biletleri İkmal Şube Müdürlüğü ve Genel Müdürlük ile yapılan yazışmalar neticesinde devletimizce karşılanmaktadır.- Gün içerisinde sabah ve akşam devlet bütçesinden, öğlen ise Zeytinburnu Belediyesi Aşevinden karşılanmak üzere 3 öğün yemek verilmekte olup, haftanın her günü 24 saat sıcak su imkanı sunulmaktadır.- İl sağlık müdürlüğü tarafından Merkeze gönderilen doktor, haftada bir gün gelip sağlık sorunları olanları muayene etmektedir. Doktorun gelmediği günlerde hastalananlar ise Haseki Hastanesine götürülmekte, acil hastalar için ambulans hizmeti sunulmaktadır. İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı aracılığıyla haftanın bir günü Merkeze gelen psikolog, sadece kadınlara psikolojik yardımda bulunmaktadır. Merkezde kadınlara yönelik kişisel hijyen malzemeleri ile tüm kalanlara yönelik temizlik malzemeleri ücretsiz verilmektedir. Ayrıca kıyafeti bulunmayanlara kıyafet yardımı yapılmaktadır. Özellikle Pakistan, Afganistan ve Bangladeş’ten gelenlerin yıpranan giysileri yenileriyle değiştirilmektedir. Merkezde kalan çocuklara oyuncak ve günlük süt verilmektedir.- Merkezin konumunun kaçmaya müsait olması nedeniyle sadece haftada 1 gün (özellikle Pazar günü) havanın müsait olduğu zamanlarda, barınanlar bahçede havalandırmaya çıkarılmaktadır. Çocuklar ise istedikleri zaman havalandırmaya çıkabilmektedir.- Merkezde bulunan yasa dışı göçmenlerin boş zamanlarını değerlendirmeleri ve bir meslek öğrenebilmeleri için bir takım sosyal faaliyetler sunulmaktadır. Bu kapsamda; geri gönderme merkezindeki spor aletleriyle spor yapma imkanının sağlanmasının yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kurslarınca (İSMEK) Merkeze gönderilen hoca tarafından verilen takı kurslarına da katılım sağlanmaktadır. Merkezde ibadethane de bulunmaktadır.…- 2010 yılı içerisinde İçişleri Bakanlığınca yayımlanan Genelgeye paralel olarak, geri gönderme merkezine gelenlere kendisinin anladığı dilde buraya neden alındığı, hangi haklara sahip olduğu, burada neleri yapmasının yasak olduğu gibi konularda bilgilerin yer aldığı bir bilgilendirme formu verilmektedir. Bu bilgilendirme formu yaklaşık 40 ila 50 dilde hazırlanmıştır.- Ayrıca Merkezde herhangi bir suç nedeniyle yakalanıp sınır dışı işlemleri yapılana kadar tutulanlar da yer almaktadır. Ancak bu kişiler suç türüne göre bir ayrım yapılmadan koğuşlarda barındırılmaktadır.- Yakalananların işlemlerinin yapılacağı süreçte Merkezde barındırılmaları için 3’er aylık olurlar alınmakta; ancak ortalama 10 günde işlemlerin gerçekleştirilip kişilerin sınır dışı edilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. …- Merkeze ilk defa gelen 3 Pakistanlının el ve ayak parmaklarının soğuktan kangren olduğunun teşhis edildiği, doktorun kesilmesi gerektiğini söylediği, ancak tedaviyi kabul etmedikleri, bunun sebebi olarak da buraya çalışmak için geldiklerini elleri ve ayaklarının kesilmesi halinde çocuklarına yük olacaklarını söyledikleri, ülkelerine geri gönderilmeyi istemeleri üzerine geri gönderildikleri belirtildi ve Merkezde duygu yüklü olaylarla karşılaşıldığının, yapılan işin bu yönden kolay olmadığının üzerinde duruldu.cb) Geri Gönderme Merkezinde Yapılan Gözlemlerİnceleme sırasında Merkezde 291’i erkek, 97’si kadın, 7’si çocuk olmak üzere toplam 3[9]5 kişinin bulunduğu bilgisi edinildi. Geri gönderme merkezinin inceleme yapılan diğer iki merkezin aksine şehir merkezinde olduğu görüldü.Merkezde erkek ve kadınların koğuşlarının ayrı bloklarda olduğu, koğuşların ayrı ayrı odaları içerdiği ve odalardaki ranza sayılarının değiştiği gözlemlendi. Koğuşlarda bulunan tuvalet ve banyoların hijyen açısından yetersiz durumda olduğu kanaatine varıldı.Merkezde sığınmacıların hemen hemen her istediklerini bulabilecekleri büyük bir kantin olduğu, kantinde masa ve sandalyelerin yer aldığı, ayrıca koğuşların önünde yiyecek ve temel ihtiyaçların satıldığı stantlar olduğu görüldü.Merkezde her zaman bulunan bir sağlık görevlisinin olmadığı, sağlık hizmetlerinin sadece haftada bir kez gelen doktor eliyle yürütüldüğü bilgisi verildi.İhtiyacı olanlara bedava verilecek kıyafetlerin toplandığı bir oda bulunduğu ve bu kıyafetlerin Merkeze yapılan bağışlar sayesinde toplandığı bilgisi edinildi. Yine Merkezde yasa dışı göçmenlerin özel eşyalarını emanete bırakabilecekleri emanet odalarının bulunduğu görüldü.Merkezde barınanların boş zamanlarını geçirebilecekleri faaliyet odasında İSMEK’ten gelen hocalarca haftada 3 gün çeşitli kurslar verildiği belirtildi.Merkezde çocukların günün her anında istedikleri zaman gelip oynayabilecekleri oyun odaları bulunmakta olup odalarda çeşitli oyuncaklar ile aktivite imkanları bulunduğu görüldü. Merkezde hem televizyon odası hem de yemek odası şeklinde kullanılmak üzere ayrılmış odalarda kişilerin sohbet etmekte oldukları ve iyi vakit geçirdikleri görüldü. Burada bulunan televizyonların son teknoloji ve büyük ekranlı oluşu dikkat çekti. Koğuşların birbirinden demir parmaklıklarla ayrıldıkları; ancak demir parmaklıkların kişilerin hareket imkanını engellemediği görüldü. Merkezde bulunan yasa dışı göçmenlerin serbestçe Merkez içinde dolaşabildikleri ve koğuşların koridorunda bulunan spor aletlerinde spor yapabildikleri gözlemlendi.Merkezde kalanların dışarı ile bağlantı kurabilecekleri telefonların olduğu ve bunların koğuş koridorlarında konuşlandırıldığına şahit olundu.…
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8810
Başvuru, İstanbul Kumkapı Geri Gönderme Merkezinde GGM) idari gözetim altında tutma koşullarının gayriinsani ve onur kırıcı olması nedeniyle Anayasa nın 17. maddesinin ihlal edildiği, anılan koşullara ve idari gözetim sürecine karşı etkili bir iç hukuk yolu bulunmaması nedeniyle Anayasa nın 17. maddesi ile bağlantılı olarak 40. maddesinin ihlal edildiği; özgürlükten mahrum bırakılmanın yasal dayanaktan yoksun olması, yargısal denetiminin bulunmaması ve bu çerçevede iç hukukta tazminat sağlama imkânı tanınmaması nedenleriyle Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bölüm tarafından 26/7/2022 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı başvurucu hakkında Samsun Valiliğince 24/1/2022 tarihinde4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca sınır dışı etme kararı alınmıştır. Başvurucunun anılan kararın iptali amacıyla açtığı dava Samsun İdare Mahkemesi tarafından 6/7/2022 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. 19/7/2022 tarihinde nihai kararı öğrenen başvurucu 26/7/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvurucu 29/8/2023 tarihli dilekçeyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini bildirmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/71723
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, mahrum kalınan maddi değerler sebebiyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının 18/11/2009 tarihli iddianamesi üzerine müstehcen yayınları alışveriş merkezleri dışında satmaya arzetmek, satmak veya kiraya vermek suçundan bahisle Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. Başvurucunun ilk derece yargılamasındaki duruşmalara katılmaması üzerine Mahkemece zorla getirme kararı alınmış ve zorla getirme kararına istinaden katıldığı duruşma dâhil başvurucu sekiz duruşmadan sadece ikisine katılmıştır. Başvurucunun katıldığı ilk duruşmada ifadesi alınmış ve katıldığı diğer duruşmada da karar verilmiştir. Mahkemece 16/4/2015 tarihinde başvurucunun 6 ay hapis ve 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Mahkeme tarafından verilen söz konusu kararın temyiz edilmesiyle dava temyiz aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24197
Başvuru, ceza davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, mahrum kalınan maddi değerler sebebiyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/9/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Suriye uyruklu başvurucu, Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının 2020/5225 sayılı soruşturması kapsamında PKK/KCK/PYD terör örgütü içinde faaliyet gösteren örgüt mensuplarıyla ve 5/2/2020 tarihinde Bursa'da elde edilen patlayıcı maddeye ilişkin yürütülen soruşturmanın şüphelileriyle irtibat ve bağlantı içinde olabileceği yönünde bilgiler bulunduğunun bildirilmesi üzerine gözaltına alınmıştır. Bu durum sebebiyle Kocaeli Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünce 18/2/2020 tarihinde kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğundan bahisle başvurucunun sınır dışı edilmesine ve idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı 3/6/2020 tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan başlatılan soruşturmada başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Başvurucu, sınır dışı etme kararının iptali için 17/7/2020 tarihinde Kocaeli İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu ayrıca hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini belirterek idari gözetimin sonlandırılması talebiyle 20/7/2020 tarihinde Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuştur. Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 28/7/2020 tarihinde başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kararı 2/8/2020 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 1/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kocaeli İdare Mahkemesi 24/12/2020 tarihli kararıyla sınır dışı işleminin iptaline kesin olarak karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Bu durumda, davacının silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınması üzerine, davalı idarece kamu düzeni ve güvenliği açısından tehdit oluşturduğu değerlendirilerek dava konusu sınır dışı etme işlemi tesis edilmiş ise de yukarıda yer verildiği üzere anılan soruşturma sonucunda atılı suçun işlendiğine dair soyut beyan haricinde bir delil veya emareye erişilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, söz konusu kararın itiraz edilmeyerek kesinleştiği, davacı hakkında başkaca bir soruşturma da bulunmadığı anlaşıldığından, kamu düzeni veya kamu güvenliği açısından tehdit oluşturabilecek herhangi bir eylemi veya davranışı tespit edilemeyen davacının, 6458 sayılı Kanun'un 54/1-d bendi uyarınca sınır dışı edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; dava konusu işlemin iptaline... [karar verildi.]" Sınır dışı işleminin iptal edilmesi üzerine idari gözetim sonlandırılarak başvurucu serbest bırakılmıştır. İlgili hukuk için bkz. B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28660
Başvuru, hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, 2002 yılında idari yargıda açmış olduğu davanın hâlihazırda karara bağlanmamış olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 17/12/2012 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 6/6/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 2/8/2013 tarih ve 74317 sayılı görüş yazısı 16/8/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun adına kayıtlı olan İzmir ili Konak ilçesi Aziziye mahallesi 2494 ada 58 ve 60 parsel sayılı taşınmazlar, Konak Belediye Meclisinin 23/3/1987 tarih ve 957/949 sayılı kararı ile park alanı olarak belirlenmiştir. Başvurucu tarafından 18/3/2002 tarihinde Konak Belediye Başkanlığı ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına yapılan, park alanına dönüştürülen ancak uzun süredir kamulaştırılmayan taşınmazların kamulaştırılarak bedelinin ödenmesi, bunun mümkün olmaması durumunda ise belediyeye ait başka taşınmazlarla takas edilmesi veya imara açılması hususlarını içeren talepler reddedilmiştir. Başvurucu tarafından her iki belediye başkanlığı aleyhine, İzmir İdare Mahkemesinin E.2002/604 sayılı dosyasıyla, imar planında değişiklik yapılarak inşaat izni verilmesi ve ilgili idarelerin ret işlemlerinin iptali istemiyle dava açılmış, başvurucunun talepleri Mahkemenin 1/10/2003 tarih ve E.2002/604 K.2003/1185 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun temyiz istemini inceleyen Danıştay Dairesinin 27/12/2005 tarih ve E.2004/480 K.2005/6658 sayılı kararıyla, ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur. Bozma üzerine yürütülen yargılama neticesinde verilen 16/11/2006 tarih ve E.2006/997 K.2006/1816 sayılı davanın reddine ilişkin hüküm temyiz edilmekle, Danıştay Dairesinin 24/2/2009 tarih ve E.2007/3614, K.2009/1800 sayılı kararı ile bozulmuştur. Bozma kararı üzerine, davalı belediye başkanlıklarınca karar düzeltme başvurusunda bulunulmuş, yapılan karar düzeltme başvurusu, Danıştay Dairesinin 22/7/2011 tarih ve E.2009/12286, K.2011/3045 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bozma üzerine yürütülen yargılama sonucunda verilen 21/9/2011 tarih ve E.2011/1616, K.2011/1178 sayılı davanın kabulüne dair hüküm temyiz edilmiş olup, başvuru tarihi itibarıyla dava Danıştay Dairesi önünde derdesttir.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından: a) Görev ve yetki,b) İdari merci tecavüzü,c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süre aşımı,f) Husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,Yönlerinden sırasıyla incelenir.(4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Kararın bozulması” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Kararın bozulması halinde dosya, Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderilir. Mahkeme, dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceler ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.” 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1198
Başvurucu, 2002 yılında idari yargıda açmış olduğu davanın hâlihazırda karara bağlanmamış olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, çalışanlar adına ödenen katkı payı ödemelerinin ücret olarak kabul edilmesi sonucu bu ödemeler üzerinden cezalı gelir vergisi ve damga vergisi tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Vergi idaresince Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. (Banka) nezdinde 2008-2011 yılları arasındaki dönem için yapılan vergi incelemesi sonucunda 4/1/2013 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiştir. Bu raporda özetle;i. Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Vakfına (Vakıf) personele ek haklar sağladığı, bu sebeple özel sigorta fonksiyonu gördüğü, Vakfın ana finansman kaynağının ise çalışanlardan ve Bankadan sağlanan katkı payları olduğu vurgulanmıştır.ii. Vakıf tarafından çalışanlara sağlanan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, bu yönüyle Bankaca ödenen katkı paylarının işçilere sağlanan menfaatlere ilişkin işveren payı olarak algılanması gerektiği ifade edilmiştir. iii. Bunun yanında Banka katkı payının hesaplanmasında çalışanların emekliliğe esas maaş ve ikramiye paylarının dikkate alındığı, bundaki amacın ise her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarının belirlenmesi olduğu belirtilmiştir. Rapora göre Banka katkı payı ödemelerinden esas yararlananlar çalışanlar olup Vakıf sadece buna aracılık etmektedir.iv. Sonuç olarak Banka tarafından çalışanları adına yapılan ödemelerin ücret mahiyetinde olduğu, bu ödemelerin ise 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinde yazılı şartları taşımaması nedeniyle ücret matrahından indirilemeyeceği belirtilmiştir. Vergi İdaresince rapordaki tespitler doğrultusunda, bu ödemeler üzerinden gelir vergisi tevkif edilerek beyan edilip ödenmediği gerekçesiyle vergi ziyaı cezalı gelir vergisi tarhiyatları yapılmıştır. Ayrıca bu katılım payları, ödemelerine ilişkin belgelerde gösterilmediğinden damga vergisi matrahının eksik hesaplandığı gerekçesiyle de cezalı damga vergisi tarh edilmiştir. Başvurucu 2012/04 dönemine ait muhtasar beyanname ile Vakıf çalışanları adına ödenen katkı paylarına ilişkin olarak pişmanlıkla beyan edilen gelir vergisi ve damga vergisi tutarlarını ihtirazi kayıtla ödemiştir. Ancak başvurucu, bu katkı paylarının ücret sayılamayacağı iddiasıyla 2/4/2014 tarihinde İstanbul Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 21/11/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle; i. Bir ödemenin ücret sayılabilmesi için işyerinde işverene bağlı çalışma yapılması ve bunun karşılığında bir menfaat elde edilmesi gerektiği belirtilerek işveren tarafından farklı isimler altında değişik usullerle ödeme yapılmasının söz konusu ödemenin ücret olma niteliğini değiştirmediği ifade edilmiştir.ii. Vergilendirme alanında muafiyet ve istisna hükümlerinin yorum yoluyla genişletilmesi veya daraltılmasının Anayasal güvence ifade eden yasallık ilkesine aykırı düşeceğine işaret edilmiş ve öngörüldüğü kuralda veya 193 sayılı Kanun'da vergiden müstesna tutulmayan ve gelirin unsurlarına dâhil olan her türlü kazanç ve iradın vergilendirilmesinin zorunlu olduğu vurgulanmıştır.iii. Vakfın kurulması esnasında düzenlenen Vakıf senedinde ödemenin bir yükümlülük olarak öngörülmüş olmasının Vakfa ödenen paranın çalışanlara bir maddi menfaat olarak yansıtıldığı gerçeğini ortadan kaldırmayacağı belirtilmiştir.iv. Bankanın hizmet akdiyle bağlı çalışanlarına menfaat temin etmek üzere kurulan Vakfın görevinin Bankanın ödediği tutarı belli şartlar altında çalışanlara ödemekten ibaret olduğuna, iç ilişkide Bankanın sorumluluğunun Vakfa ait olmasının bu gerçeği değiştirmeyeceğine ve Banka tarafından ödenen tutarın anlık olarak işçinin tasarrufuna sunulmamasının yasal bir zorunluluktan değil özel hukuk hükümlerine bağlı olan Vakıf senedinden kaynaklandığına işaret edilmiştir. Ayrıca bu durumun vergiyi doğuran olayın niteliğini değiştirmeyeceği belirtilmiş ve ödemelerin ayrı bir hesapta kişi bazında izlenmesi ile şartlar gerçekleştiğinde çalışan kişiye ödenmesi hususlarının Banka tarafından bu vakfa ödenen işçi payları üzerinden tevkifat yapılması ile birlikte değerlendirildiğinde tasarruf imkânının oluştuğunun kabulü gerektiğine vurgu yapılmıştır.v. Bu durumda, başvurucu tarafından Vakıf senedi uyarınca ödenen banka katılım payının, banka çalışanlarına hizmet karşılığı sağlanan bir menfaat olduğu ve 193 sayılı Kanun'un maddesi hükmü kapsamında ücret niteliğini taşıdığı ve vergi tevkifatına tabi tutulması gerektiği sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar; Danıştay Dördüncü Dairesince 17/12/2015 tarihinde başvurucunun pişmanlık talepli olarak verdiği 2012/4 dönem gelir (stopaj) vergisi beyannamesine koyduğu ihtirazi kaydın geçerliliği bulunmadığı, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesi hükmü uyarınca başvurucunun beyan ettiği matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacağından dava konusu gelir (stopaj) vergisi beyannamesi üzerinden hesaplanarak ödenen pişmanlık zammı ve verginin iadesi istemiyle açılan davayı reddeden Mahkeme kararında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 9/5/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 6/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş., B. No: 2015/12721, 18/9/2019, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1560
Başvuru, çalışanlar adına ödenen katkı payı ödemelerinin ücret olarak kabul edilmesi sonucu bu ödemeler üzerinden cezalı gelir vergisi ve damga vergisi tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik hususu karara bağlanmadan dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular tarafından 9/4/2010 tarihinde Gebze İş Mahkemesinde açılan iş kazası nedeniyle uğranılan zararların tazmini istemli dava İlk Derece Mahkemesinin 6/6/2013 tarihli hükmü ile kısmen kabul edilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/4/2014 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine yargılamaya devam edilerek 16/10/2014 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş, tarafların hükmü temyiz etmemeleri üzerine karar kesinleşerek yargılama süreci sona ermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19116
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru 1/1000 ölçekli ilave uygulama imar planında değişiklik yapılarak bina inşa edilmek istenen taşınmazdaki kat sayısının düşürülmesi sebebiyle eşitlik ilkesi ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/2/2014 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 26/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 8/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Uşak ili Merkez ilçesi Hacıkadem köyü 5305 ada 1 parsel sayılı arsa vasıflı taşınmazın paydaşlarındandır. Uşak Belediyesi (Belediye) Meclisince 19/6/1997 tarihli ve 45 sayılı karar ile Hacıkadem köyündeki Belediye mücavir alan sınırları içindeki toplam 600 m2lik taşınmazlar yönünden konut alanları için 40 metrelik yol boyunca "ayrık nizam sekiz kat" olacak şekilde hâlihazır harita ve plan izni verilmesi kararı alınmış; 27/10/2000 tarihli ve 108 sayılı karar kapsamında ise aynı köyde yer alan bir kısım taşınmazın bulunduğu alana konut yerleşim alanı yapılmasına yönelik olarak hazırlanan ilave uygulama imar planı taslağının uygun görülmesine ilişkin Komisyon kararı kabul edilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun hissedarı olduğu taşınmazı da kapsayan alan 27/10/2000 tarihinde Belediye Meclisince onaylanan 1/1000 ölçekli ilave uygulama imar planına göre "ayrık nizam sekiz kat konut alanı" olarak belirlenmiştir. Belediye Meclisi 22/12/2001 tarihli ve 146 sayılı kararıyla aynı yeri kapsayan 1/5000 ölçekli nazım imar planını onaylamıştır. Başvurucunun talebi üzerine Belediye İmar Müdürlüğü tarafından verilen 16/7/2004 tarihli ve 235 sayılı imar durum belgesinde 1/1000 ölçekli ilave uygulama imar planına göre 5305 ada 1 parsel sayılı taşınmaza ilişkin kat adedinin "sekiz" olduğu belirtilmiştir. Belediye Meclisi, 1/1000 ölçekli uygulama imar planı ile 1/5000 ölçekli nazım imar planı arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan sorunların giderilmesi amacıyla başvurucunun hissedarı olduğu taşınmazı da kapsayan alan yönünden;i. 8/1/2007 tarihli 10 sayılı kararla daha önce hazırlanan 1/5000 ölçekli nazım imar planında söz konusu alanın "orta yoğunluk konut geliştirme alanı" olarak belirlendiği, hazırlanan 1/5000 ölçekli revizyon nazım imar planında da bu alanların "orta yoğunluk konut gelişme alanı" olarak düzenlendiği, bu bakımdan 1/5000 ölçekli nazım imar planlarının dengesinin bozulmadığı vurgulanmak suretiyle 1/5000 ölçekli revizyon imar planının onaylanmasına, ii. 8/1/2007 tarihli ve 11 sayılı kararla 1/5000 ölçekli nazım imar planlarında kentin gelişimi için ayrılan konut, alt yapı ve sosyal donatı alanlarının yeterli miktarda olduğu ve bu alanlardaki konut alanlarının da "orta yoğunluklu konut gelişme alanı" olarak düzenlendiği, bu bakımdan üst ölçekli ana kararların oluşturulduğu, 1/5000 ölçekli nazım imar planlarının dengesi bozulmayıp uygun 1/1000 ölçekli uygulama imar planının hazırlandığı, bu alanda "ayrık nizam beş kat" olarak diğer alanlar ise "üç kata göre yapı nizamı" verildiği vurgulanarak hazırlanan 1/1000 ölçekli uygulama imar planının onaylanmasına karar verilmiştir. Başvurucu 1/5000 ve 1/1000 ölçekli revizyon imar planlarına ve paydaşı olduğu taşınmazı da kapsayan alandaki kat sayısının sekizden beşe düşürülmesine askı ilan süresi içinde itiraz etmiş; Belediye Meclisinin 7/3/2007 tarihli ve 69 sayılı kararı ile 1/1000 ölçekli revizyon imar planının 1/5000 ölçekli nazım imar planı değerleri dikkate alınarak hazırlandığı ve iki plan arasındaki uyuşmazlıkların hakkaniyet çerçevesinde giderildiği belirtilerek itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, Belediye Meclisinin 7/3/2007 tarihli ve 69 sayılı kararının iptali istemiyle Belediye aleyhine 10/5/2007 tarihinde Manisa İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkemenin 29/4/2008 tarihli ve E.2007/1058, K.2008/890 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "... rapordaki tespitler ve dosya içeriği dikkate alınarak yapılan değerlendirmede; davaya konu 1/5000 ölçekli plan değişikliğiyle taşınmazın bulunduğu bölgenin konut kullanımına yönelik yeni bir düzenleme getirilmediği, bu nedenle halihazırda buranın 22/12/2001 tarihli nazım imar planındaki haliyle yani orta yoğunlukta konut bölgesi olarak kaldığı, diğer dava konusu 1/1000 ölçekli kat adedinin düşürülmesine ilişkin değişikliğin de anılan 2001 tarihli -ve dava konusu edilmeyen- 1/5000 ölçekli nazım imar planı doğrultusunda yapıldığı, dolayısıyla dava konusu işlemin, mevcut durumda geçerliliğini koruyan 1/5000 ölçekli plana uygunluğun sağlanmasına yönelik içerik taşıdığı; ayrıca, diğer dava konusu olan 8/1/2007 tarihli 1/5000 ölçekli plan değişikliğiyle de davacı taşınmazı açısından, ileri sürülen itirazlar kapsamında herhangi bir düzenleme/değişiklik yapılmadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiş; bilirkişi raporundaki nihai görüşe de itibar edilmemiştir." Temyiz üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin 27/9/2010 tarihli ve E.2008/8671, K.2010/8503 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bizzat başvurucu şirket tarafından yapılan karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 10/10/2012 tarihli ve E.2011/941, K.2012/5113 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucu vekiline 19/2/2013; başvurucuya ise 15/1/2014 tarihindetebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi şöyledir: " Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. (Ek cümle: 5/4/1990 - 3622/11 md.; Değişik:10/6/1994-4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı ve bilirkişi seçimi Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır. Bu Kanun ve yukarıdaki fıkra uyarınca Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa atıfta bulunulan haller saklı kalmak üzere, vergi uyuşmazlıklarının çözümünde Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri uygulanır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir: "1) Davaya vekâlet, kanunda özel yetki verilmesini gerektiren hususlar saklı kalmak üzere, hüküm kesinleşinceye kadar, vekilin davanın takibi için gereken bütün işlemleri yapmasına, hükmün yerine getirilmesine, yargılama giderlerinin tahsili ile buna ilişkin makbuz vermesine ve bu işlemlerin tamamının kendisine karşı da yapılabilmesine ilişkin yetkiyi kapsar. (2) Belirtilen bu yetkiyi kısıtlamaya yönelik bütün sınırlandırıcı işlemler, karşı taraf yönünden geçersizdir."   11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(Değişik birinci fıkra : 6/6/1985 - 3220/5 md.) Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır. (Ek: 11/1/2011 - 6099/4 md.) Avukat tarafından takip edilen işlerde, avukatın bürosunda yapılacak tebligatlar, resmî çalışma gün ve saatleri içinde yapılır." 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun , ve maddeleri; 2/11/1985 tarihli ve 18916 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik'in , ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1831
Başvuru 1/1000 ölçekli ilave uygulama imar planında değişiklik yapılarak bina inşa edilmek istenen taşınmazdaki kat sayısının düşürülmesi sebebiyle eşitlik ilkesi ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 30/12/2013tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 30/5/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan Fatih Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonunda, 25/5/2006 tarihinde görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyası İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK maddesi ile yetkili) gönderilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, 21/6/2006 tarihinde görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı, 1/9/2006 tarihinde tekrar görevsizlik kararı vererek soruşturma dosyasını İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, 25/9/2006 tarihli ve E.2006/599 sayılı iddianame ile başvurucu ve diğer iki şüpheli hakkında "terör örgütü propagandası yapmak" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (CMK. maddesi ile görevli), 1/2/2007 tarihinde başvurucu ile diğer sanıklardan birinin savunması alınmış, diğer sanığın savunmasının alınması için adres araştırması yapılmış ancak adresi tespit edilememiştir. Mahkeme, 22/11/2007 tarihli ve E.2006/225, K.2007/302 sayılı kararla başvurucu ile savunması alınan diğer sanığın beraatine, adresi tespit edilemeyen ve savunması alınamayan diğer sanık hakkında açılan kamu davasının tefrikine karar vermiştir. Cumhuriyet savcısının temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 11/4/2011 tarihli ve E.2009/11668, K.2011/2181 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı iddiasıyla 15/7/2011 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuş; başvuru, AİHM tarafından kayda alınmış; AİHM, 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun’un yürürlüğe girmesi nedeni ile iç hukuk yollarının tüketilmediğine hükmederek 2013 yılında başvuruyu reddetmiştir. 6384 sayılı Kanun uyarınca Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı kurulmuş; başvurucu, AİHM kararının ardından 18/3/2013 tarihinde, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına başvurmuştur. Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı, 18/7/2013 tarihli ve 2013/319 sayılı karar ile iddianamedeki suçun niteliği, iki sanık olması, iki dereceli bir yargılama yapılması, temyiz aşamasında önemli bir gecikmenin olmaması dikkate alındığında yargılamanın makul sürede sonuçlandığı gerekçesiyle dört yıl altı ay on altı gün süren yargılamada makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine ve tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından, anılan karara yapılan itiraz üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu, 18/9/2013 tarihli ve E.2013/76, K.2013/37 sayılı kararla suçun niteliği, iki sanık olması, iki dereceli bir yargılama yapılması, temyiz aşamasında önemli bir gecikmenin olmaması dikkate alındığında dört yıl altı ay on altı gün süren yargılamada makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediği, kararın AİHM içtihatlarına da uygun olduğu ve kararda hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçeleriyle itirazın reddine karar vermiştir. Karar 3/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la yapılan değişiklikten önceki maddesi şöyledir:“3 ve 4 üncü maddelerle Türk Ceza Kanununun 168, 169, 171, 313,314 ve 315 inci maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu Kanunun 1 inci maddesinin kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler beş yıldan on yıla kadar ağır hapis ve iki yüz milyon liradan beş yüz milyon liraya kadar ağır para cezası, bu örgütlere girenler üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve yüz milyon liradan üç yüz milyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar.Yukarıdaki fıkra uyarınca meydana getirilen örgüt mensuplarına yardım edenlere ve örgütle ilgili propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve elli milyon liradan yüz milyon liraya kadar ağır para cezası hükmolunur.…” 6384 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir.” 6384 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Bu Kanun;a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği,iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar.…” 6384 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Komisyon;a) Müracaat konusu başvurunun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığını,b) Komisyona süresinde müracaat edilmediğini,c) Müracaat edenin hukuki menfaati olmadığını,ç) Müracaatın 2 nci madde kapsamına girmediğini, tespit ederse müracaatı reddeder.…” 6384 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır.(2) Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir.(3) Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.…” 6384 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Bu Kanun, 23/9/2012 tarihi itibarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde kaydedilmiş başvurular hakkında uygulanır.…”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/176
Başvuru, ceza davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
0
Başvurucu, kimlik bilgilerini bilen bir şahıs tarafından işlenen değişik suçlar nedeniyle maruz kaldığı kovuşturma ve ceza davalarının sebep olduğu maddi ve manevi zararın karşılanması istemiyle açtığı tam yargı davasının reddedildiğini, yargılamanın çok uzun sürdüğünü, kişi güvenliği hakkına müdahale edildiğini belirterek Anayasa’nın , ve maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 1/11/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/12/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 4/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kartal Cumhuriyet Savcılığının 2006/37784 Sor. sayılı dosyası kapsamında şüpheli olarak ifadesinin alınmasının akabinde sabıka kaydında işlemediği suçlar için kayıtlar bulunduğunu görmüş, 17/4/2007 tarihinde Kartal Cumhuriyet Savcılığına şikayet dilekçesi vermiş ve sonrasında yaptığı araştırma neticesinde pek çok suçtan arandığını yahut hakkında hüküm verildiğini görmüştür. Kartal Cumhuriyet Savcılığının 2007/17642 Sor. sayılı dosyasında 26/6/2007 tarihli şüpheli ifade alma tutanağında kendini Alper Kurtuldu olarak tanıtan Ferdi Ramadan Mehmed’in vermiş olduğu ifadede, başvurucunun teyzesinin oğlu olduğunu, aranmamak için tüm işlemlerde bu ismi verdiğini kabul etmiş, savcılık tarafından 2007/4283 İddianame numarası ile Ferdi Ramadan Mehmed hakkında iftira ve resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunmak suçlarından kamu davası açılmış, Kartal Asliye Ceza Mahkemesi 17/10/2007 tarih ve E.2007/742, K.2007/1047 sayılı kararı ile Alper Kurtuldu’nun adını kullanmak suretiyle 12 kez adli takibata uğratmaktan 12 kez birer yıl hapsine karar vermiştir. Başvurucu, haksız yere hakkında uygulanan takibatlar ve açılan davalar nedeniyle işini kaybettiğini, nişanlısından ayrılmak zorunda kaldığını, işlediği iddia edilen cinsel istismar, hırsızlık, uyuşturucu madde kullanmak ve satmak gibi suçlar nedeniyle toplumda saygınlığını kaybettiğini ve dışlandığını, bu süreç içerisinde birçok kere tutuklandığını, ifadesinin alındığını, sorguya çekildiğini ve bunun idarenin kusurundan kaynaklandığını belirterek maddi ve manevi zararının karşılanması için 18/12/2007 tarihli dilekçesi ile Adalet Bakanlığına başvurmuş ancak Bakanlık 26/12/2007 tarihli cevabi yazısında tazminat talebine ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararı bulunmadığından bahisle başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığı aleyhine 25/1/2008 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmış, Mahkeme 9/10/2008 tarih ve E.2008/144, K.2008/1967 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde şu ifadelere yer verilmiştir;“ İdarelerin, yerine getirmekle görevli oldukları hizmetlerin ifası sırasında kusurlu fiil ya da eylemi nedeniyle üçüncü şahısların zarara uğraması, zararın da hizmetin ya da eylemin doğal sonucu olması durumunda tazmin yükümlülüğü doğacaktır. Eğer zarar, kişinin kusurlu fiili ya da eylemi neticesi gerçekleşmişse fiil ile zarar arasındaki illiyet bağı kopacaktır.…Olayda davasının kimlik bilgilerinin başka bir şahıs tarafından kullanılması sonucu son derece ağır ve üzücü bir durumla karşılaştığı, mağdur duruma düştüğü hususunun açık olduğu, ancak bu durumun meydana gelmesinde Adalet Bakanlığının hizmet kusuru bulunmadığı, zira hâkim ve savcıların yargısal işlemler yönünden Adalet Bakanlığına bağlı olmadığı, suç işleyen kişinin kimliğinin belirlenmesi noktasında Adalet Bakanlığının açık ve net bir sorumluluğunun bulunmadığı, davacının şüpheli konuma düşürülmesine Ferdi Ramadan MEHMED’in fiilinin sebebiyet verdiği, dolayısıyla zararın meydana gelmesinde Şahsın fiil ya da eyleminin etkili olduğu görülmektedir.… olayın meydana gelmesinde şahsın kusurunun bulunması sebebiyle fiil ile zarar arasındaki illiyet bağının koptuğu anlaşıldığından tazminata ilişkin şartların gerçekleşmediği görülmektedir.” Başvurucu tarafından karar temyiz edilmiş, Danıştay Onuncu Dairesi 4/7/2013 tarih ve E.2009/2758, K.2013/5872 sayılı kararı ile kararın onanmasına karar vermiştir. Karar, başvurucuya 4/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve karar düzeltme yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Anayasa Mahkemesine 1/11/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tazminat istemi” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,…d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,…g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,…” 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat isteminin koşulları” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.(3) Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir.(4) Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur.(5) Mahkeme, dosyayı inceledikten sonra yeterliliğini belirlediği dilekçe ve eki belgelerin bir örneğini Devlet Hazinesinin kendi yargı çevresindeki temsilcisine tebliğ ederek, varsa beyan ve itirazlarını onbeş gün içinde yazılı olarak bildirmesini ister.(6) İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.(7) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/20 md.) Mahkeme, kararını duruşmalı olarak verir. İstemde bulunan ile Hazine temsilcisi, açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir.(8) Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya Hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme öncelikle ve ivedilikle yapılır.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8064
Başvurucu, kimlik bilgilerini bilen bir şahıs tarafından işlenen değişik suçlar nedeniyle maruz kaldığı kovuşturma ve ceza davalarının sebep olduğu maddi ve manevi zararın karşılanması istemiyle açtığı tam yargı davasının reddedildiğini, yargılamanın çok uzun sürdüğünü, kişi güvenliği hakkına müdahale edildiğini belirterek Anayasa’nın 19. , 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.
1
Başvuru, Kurum tarafından bakım tedbiri kararı verilmesi ve evlat edinme talebiyle açılan davada, anne ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmasına dair ara kararı verilmesinin aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Öncesi Olaylar Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucular 2003 yılından beri evli olup Ankara Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne 25/12/2012 tarihinde bir dilekçe vererek evlat edinme için talepte bulunmuştur. Daha sonra resmî kayıtlara göre 8/10/2013 tarihinde doğan Z.Ö. adlı bir kız çocuğu, annesi tarafından Erzincan Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü 13 Şubat Toplum Merkezine 9/10/2013 tarihli dilekçeyle teslim edilmek istenmiştir. Bu kapsamda 1997 doğumlu anne Ö.; yaşının küçük ve öğrenci olması nedeniyle çocuğuna bakamayacağını, bakımını üstlenmek istemediğini, uygun bir sosyal hizmet kuruluşuna verilmesini veya evlat edinilmesini dilekçesinde belirtmiştir. Ayrıca bu dilekçede anne Ö. söz konusu kararı kendi özgür iradesiyle aldığını belirtmiştir. Anne Ö.nün on sekiz yaşını doldurmamış olması ve mahkeme kararıyla da ergin kılınmadığının anlaşılması nedenleriyle hakkında sosyal inceleme raporu düzenlenmiştir. 10/10/2013 tarihli raporda annenin durumu tespit edilmiştir. Bu arada Erzincan Nüfus Müdürlüğü ihbarda bulunmuş ve Z.Ö.ye vasi atanmasını Erzincan Sulh Hukuk Mahkemesinden 10/10/2013 tarihinde talep etmiştir. Söz konusu talep üzerine 17/12/2013 tarihinde Erzincan Sulh Hukuk Mahkemesi, küçük Ö.nün babasını küçük Z.Ö.ye vasi olarak tayin etmiştir. Diğer taraftan sosyal inceleme raporu neticesinde evlilik dışı ilişki kapsamında doğduğu anlaşılan çocuk 24/5/1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu hükümlerine göre mahkeme kararı alınıncaya kadar Erzincan Valiliğinin 11/10/2013 tarihli onayıyla bakım altına alınmıştır. Bunun üzerine Erzincan Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü (Kurum) 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi kapsamında Z.Ö. için bakım tedbiri kararı verilmesi ile evlat edindirme işlemlerinin yapılabilmesi için anne ve babanın rızasının aranmaması talebiyle 23/10/2013 tarihinde Erzincan Aile Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Bu talep hakkında Mahkeme tarafından bir karar verilmeden önce Erzincan Valiliği ile başvurucular 8/10/2013 tarihinde doğan küçük Z.Ö. için evlat edinme öncesi geçici bakım sözleşmesini 1/11/2013 tarihinde imzalamıştır. On beş madde hâlinde hazırlanan sözleşmenin , ve maddeleri şu şekildedir:" Evlat edindirilmek üzere kişi veya aileye önerilen çocuğun, hukuksal işlemleri evlat edindirme sürecinde de devam edebilir. Evlat edinecek kişi veya ailenin yanına çocuk yerleştirilmesi, sürecin ilgili mahkeme tarafından evlat edinme kararı ile tamamlanması sonucunu getirmez. Evlat edinecek kişi veya ailenin, yanına yerleştirilen çocuğu yasal sürecin sonunda, hukuksal nedenlerle veya çocuktaki sağlık sorunu nedeniyle evlat edinememesi halinde, yapılacak durum değerlendirmesi sonucunda, çocuk aile yanında sorun çözümlenene kadar kalabilir. Hukuksal süreç sonunda, çocuğun evlat edindirilememesi ve ailenin de istemesi halinde, çocuk aynı aile yanında Koruyucu Aile Hizmeti kapsamında yararlandırılabilir. Bu kapsamdaki çocuğun hukuksal durumu yeniden evlat edinmeye uygun hale geldiğinde aynı aile tarafından evlat edinilebilir." Bu kapsamda küçük Z.Ö., başvuruculara 1/11/2013 tarihinde teslim edilmiş ve ikamet ettikleri yer olan Ankara'ya götürülmüştür. Bireysel Başvuruya Konu Yargılama Süreci Anne 13/11/2013 tarihinde Kuruma dilekçe vererek kızının kendisine verilmesini ve çocuğuna kendisinin bakabileceğini belirtmiştir. Duruşma öncesi Z.Ö. hakkında sosyal inceleme raporu Mahkemeye sunulmuştur. 5/12/2013 tarihinde yapılan duruşmaya Z.Ö.nün annesi de katılmıştır. Anne, çocuğunun evlat edinilmesine rıza göstermemiş ve çocuğun kendisine teslim edilmesini talep etmiştir. Ancak Mahkeme davayı kabul etmiştir. Hükmün temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 14/4/2014 tarihinde bozma kararı verilmiştir. Bozma kararında annenin velayet altında bulunması nedeniyle yasal temsilcisine husumet yöneltilmediği belirtilmiştir. Ayrıca yasal temsilcinin göstermesi durumunda delillerin toplanması gerektiği de ifade edilmiştir. Diğer taraftan Z.Ö.ye vasi tayin edildiği Yargıtay kararında belirtilmiştir. Vasinin de davaya dâhil edilmesi istenmiştir. Bozma sonrası ilk duruşma 1/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Mahkeme, bozmaya uymuştur. Bununla birlikte Mahkeme, Z.Ö.nün vasisi ile Ö.nün velisinin aynı kişi olması nedeniyle menfaat çatışması doğabileceğinden bahsederek Sulh Hukuk Mahkemesine ihbarda bulunmuş ve yeniden vasi tayin edilmesini istemiştir. Erzincan Sulh Hukuk Mahkemesinin 9/12/2014 tarihli kararıyla annenin dayısı, Z.Ö.nün vasisi olarak tayin edilmiştir. Erzincan Aile Mahkemesi 5/1/2015 tarihli duruşmada velayet konusunda sosyal inceleme raporu alınmasına karar vermiştir. Ayrıca Z.Ö.nün bulunduğu yerin tespit edilerek o yerdeki bilirkişiler vasıtasıyla ayrı bir rapor istenmesine karar verilmiştir. Söz konusu eksikliklerin tamamlandığının anlaşılması üzerine bilirkişi raporları taraflara 3/12/2015 tarihli duruşmada tebliğ edilmiş ve tarafların beyanları almıştır. Anne ve vasi, çocuğun kendilerine verilmesini talep etmiştir. Duruşma sonunda yine davanın kabulüne ilişkin karar verilmiştir. Erzincan Aile Mahkemesinin 3/12/2015 tarihli kararın gerekçesinde, Erzincan ve Ankara'da düzenlenen sosyal inceleme raporları dikkate alınarak çocuğun aday aile yanında kalmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Bu kapsamda Z.Ö.nün evlat edindirilmek üzere aile yanına yerleştirildiği, iki yıldır bu aileyle birlikte kaldığı, çocuğun aile yanında mutlu olduğu ile onları anne ve baba olarak benimsediği ifade edilerek davanın kabulüne dair hüküm kurulmuştur. Karara karşı temyiz yoluna gidilmiştir. Bu sırada çocuğun, babası tarafından 9/2/2016 tarihinde tanındığı nüfus kayıt örneklerinden anlaşılmıştır. Baba, velayetin kendisine verilmesi istemiyle 1/4/2016 tarihinde Erzincan Aile Mahkemesinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 6/10/2016 tarihinde hükmü bozmuştur. Bu kapsamda; davalı annenin küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmediğinin söylenemeyeceği, evlat edinmede asıl olanın anne ve babanın rızasının aranması olduğu ve küçüğün evlat edinilmesinde davalı annenin rızası bulunmadığı belirtilmiştir. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesindeki koşulların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Davacının karar düzeltme istemi 20/11/2017 tarihinde reddedilmiştir. Bozma kararı üzerine başvurucular 9/2/2018 tarihli dilekçeleriyle davaya müdahil olmak istemişlerdir. Bakım tedbiri kararı verilmesi ve evlat edindirme işlemlerinin yapılabilmesi için rızanın aranmaması istemiyle 2013 yılında açılan dava ile velayetin düzenlenmesine ilişkin 2016 yılında açılan dava 15/2/2018 tarihinde birleştirilmiştir. İkinci kez verilen bozma kararından sonra yapılacak olan ilk duruşma öncesinde, davacı Kurumun isteği üzerine bir sosyal çalışmacı tarafından rapor hazırlanmıştır. 15/2/2018 tarihli yazıda, dört yıllık süreç sonunda henüz kesinleşmiş bir karar verilmemesi ve bu süreç kesinleşinceye kadar geçecek olan zaman diliminde çocuğun şu anda kalmaya devam ettiği aile ile birlikte olacağı düşünüldüğünde, öncelikle bakım tedbirine ilişkin istemin karara bağlanmasının çocuğun yüksek yararına uygun olacağı belirtilmiştir. 20/2/2018 tarihinde yapılan duruşmada, başvurucuların katılma isteğine ilişkin talepleri kabul edilmiştir. Mahkeme bozmaya uyarak yargılamaya devam etmiştir. Duruşma sonunda esas ve birleşen dosyaya ilişkin tüm dosya kapsamı dikkate alınarak rapor tanzimi istenilmiştir. Ayrıca bu rapor alındıktan sonra Ankara Nöbetçi Aile Mahkemesine talimat yazılarak çocuk ve bakımı üstlenen aile ile gerekli görüşmeler yapılarak nihai bir rapor tanzim edilmesine ilişkin karar verilmiştir. Diğer taraftan bakım tedbirinin tefrikine ilişkin talebin reddine karar verilmiş ve raporlar alındıktan sonra nihai karar ile birlikte bakım tedbiriyle ilgili olarak karar verilmesi uygun görülmüştür. 27/6/2018 tarihinde düzenlenen sosyal inceleme raporuna göre küçüğün ailesi olarak bildiği başvurucuların yanında bulunmasının kendi yararına olacağı belirtilmiştir. Söz konusu rapor ve belgeler dosyaya geldikten sonra 11/9/2018 tarihli duruşmada, karşı beyanda bulunmak için küçük Z.Ö.nün anne ve babası tarafından süre istenmiştir. Ayrıca çocuğun anne ve babası, çocukla kişisel ilişki kurulmasını talep etmiştir. Mahkeme bu talepleri kabul etmiştir. Bu kapsamda geçici evlat edinme sözleşmesine binaen aile yanında bulunan çocuk Z.Ö.nün içinde bulunduğu özel durumun hassasiyeti dikkate alınarak her ayın ve cumartesi günleri saat 00'den saat 00'ya kadar, dinî bayramların günü saat 00'den saat 00'ya kadar çocuğun bulunduğu yerde uzman eşliğinde olmak koşuluyla anne ve baba ile şahsi münasebetin tesisine karar verilmiştir. Bu kararın infazı, ilk olarak Ankara Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü tarafından 6/10/2018 tarihinde gerçekleştirilmiştir. İlgili görüşmeye sadece küçük Z.Ö.nün babası katılmıştır. Görüşme Tutanağı'ndan çocuk Z.Ö.nün olaylardan haberinin olmadığı anlaşılmaktadır. Görüşme sırasında çocuğun evlat edinme isteminde bulunan aileyi araması ve ağlamaya başlaması sebebiyle çocuğun örselenmemesi adına biyolojik babanın rızası ile görüşme yaklaşık 40 dakika sonra sona ermiştir. Başvurucular 11/9/2018 tarihli ara kararına karşı itiraz yolunun gösterilmediğini, itiraz yolunun olmadığını belirterek ara kararının ifasının tedbiren durdurulması talebiyle bireysel başvuru yapmıştır.B. Bireysel Başvuru Sonrası Olaylar Başvurucuların tedbir talebi Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında 28/11/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular, başvuru sonrası süreç hakkında herhangi bir ek beyanda bulunmamıştır. UYAP üzerinden bakıldığında son duruşmada çocuk Z.Ö.nün huzurda dinlendiği anlaşılmıştır. Bu kapsamda küçük, anne ve babası olarak bildiği kişilerden ayrılmak istemediğini iletmiştir. Ayrıca kendisini dünyaya getiren kişilerin kim olduğunu öğrendiğini de ifade etmiştir. Sosyolog; çocuğun beyanlarına itibar edilebileceğini, çocuğun algılama yeteneğinin kısmen geliştiği ve çocuğun ikincil örselenme yaşadığını belirtmiştir. Duruşma sonunda davanın reddine karar verilmiştir. 6/3/2019 tarihli kararın gerekçesi; annenin dava süresince çocuğuna bakmak istediğine ilişkin dilekçe vermesine, davalı annenin küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmediğinin ispatlanamamasına, evlat edinmede asıl olanın anne ve babanın rızasının aranması olduğuna, küçüğün evlat edinmesinde annenin ve babanın rızasının bulunmadığına dayanmaktadır. Başvurucuların temyiz istemi 23/9/2019 tarihinde reddedilmiştir. Karar düzeltme istemi de 16/1/2020 tarihinde reddedilerek hüküm kesinleşmiştir. Bu süreçte başvurucuların ayrıca Ankara Aile Mahkemesi nezdinde 13/2/2019 tarihinde evlat edinme davası açtığı, 1/10/2019 tarihinde davanın kabul edildiği anlaşılmıştır. Ancak davalıların istinaf istemi üzerine hüküm kaldırılmış ve dava 30/6/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Bu kapsamda; Erzincan Aile Mahkemesinin 6/3/2019 tarihli kararındaki gerekçe dikkate alınmış, ana ve babanın rızasının aranmaması yönünde alınmış bir karar bulunmadığı belirtilerek 4721 sayılı Kanun'un maddesindeki şartların gerçekleşmediği belirtilmiştir. Diğer taraftan başvurucuların çocuk Z.Ö. ile kişisel ilişki tesisi kurulması için açtığı dava, Erzincan Aile Mahkemesi tarafından 25/6/2021 tarihinde kabul edilmiştir. Bununla birlikte cevaba cevap dilekçesinin karşı tarafa tebliğ edilmemesi nedeniyle Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Dairesi tarafından 25/11/2021 tarihinde ilk derece mahkemesi kararı usulen kaldırılmış ve dava dosyası ilk derece mahkemesine gönderilmiştir. Dava derdesttir. 4/2/2022 tarihinde hazırlanan sosyal inceleme raporundan hâlihazırda çocuğun annesi Ö. ile birlikte yaşadığı anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk 2828 sayılı Kanun'un "Korunma kararı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Korunmaya ihtiyacı olan çocukların reşit oluncaya kadar bu Kanun hükümlerine göre Kurumca kurulan sosyal hizmet kuruluşlarında bakılıp yetiştirilmeleri ve bir meslek sahibi edilmeleri hususundaki gerekli tedbir kararı 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununa göre yetkili ve görevli mahkemece alınır. Bu karar için gerekli belgeler Kurumca düzenlenir ve ilgili mahkemeye gönderilir.Haklarında derhal korunma tedbiri alınmasında zorunluluk görülen çocuklar mahkeme kararı alınıncaya kadar, bu Kanuna göre kurulmuş kuruluşlarda veya aile yanında mahalli mülki amirin onayı alınmak suretiyle bakım altına alınır. Sosyal hizmet kuruluşlarının kendisine teslim edilen çocuk hakkında yapacağı inceleme sonucunda hazırlayacağı raporda, 5395 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca çocuğun derhâl korunma altına alınmasını gerektiren bir durum olmadığı ve ailesine teslim edilmesinde herhangi bir sakınca bulunmadığı kanaatine varması hâlinde mülki idare amirinin onayı ile çocuk ailesine teslim edilebilir." 5395 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun uygulanmasında;a) Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış kişiyi; bu kapsamda, Korunma ihtiyacı olan çocuk: Bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuğu,...b) Mahkeme: Çocuk mahkemeleri ile çocuk ağır ceza mahkemelerini,c) Çocuk hâkimi: Hakkında kovuşturma başlatılmış olanlar hariç, suça sürüklenen çocuklarla korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında uygulanacak tedbir kararlarını veren çocuk mahkemesi hâkimini,d) Kurum: Bu Kanun kapsamındaki çocuğun bakılıp gözetildiği, hakkında verilen tedbir kararlarının yerine getirildiği resmî veya özel kurumları,...İfade eder." 5395 sayılı Kanun'un "Koruyucu ve destekleyici tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan;...c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilmesine,..." 4721 sayılı Kanun'un "Çocukların yerleştirilmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş halde kalırsa hakim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir...." 4721 sayılı Kanun'un Dördüncü Ayırım'ında evlat edinme düzenlenmiştir. Küçüklerin evlat edinilmesi 4721 sayılı Kanun'un ile maddeleri arasında yer almaktadır. 4721 sayılı Kanun'un "Rızanın Aranmaması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Aşağıdaki hâllerde ana ve babadan birinin rızası aranmaz:l. Kim olduğu veya uzun süreden beri nerede oturduğu bilinmiyorsa veya ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun bulunuyorsa, Küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmiyorsa." 4721 sayılı Kanun'un "Karar" başlıklı maddesi şöyledir:"Küçük, gelecekte evlât edinilmek amacıyla bir kuruma yerleştirilir ve ana ve babadan birinin rızası eksik olursa, evlât edinenin veya evlât edinmede aracılık yapan kurumun istemi üzerine ve kural olarak küçüğün yerleştirilmesinden önce, onun oturduğu yer mahkemesi bu rızanın aranıp aranmamasına karar verir.Diğer hâllerde,bu konudaki karar evlât edinme işlemleri sırasında verilir. Ana ve babadan birinin küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmemesi sebebiyle rızasının aranmaması hâlinde, bu konudaki karar kendisine yazılı olarak bildirilir." 15/3/2009 tarihli ve 27170 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Küçüklerin Evlat Edinilmesinde Aracılık Faaliyetlerinin Yürütülmesine İlişkin Tüzük'ün (Tüzük) "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Tüzükte geçen;...c) Geçici bakım sözleşmesi: Evlât edinilecek küçüğün, bakım ve eğitimi için evlât edinme başvurusu uygun görülen kişi veya eşlerin yanına yerleştirilmesi öncesinde bu kişilerle imzalanan sözleşmeyi,...ifade eder." Tüzük'ün "Küçüğün yerleştirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Geçici bakım sözleşmesinin imzalanmasından sonra, evlât edinilecek küçük, en az bir yıl süreyle bakım ve eğitimi için uygun görülen kişi veya eşlerin yanına yerleştirilir." 24/12/2006 tarihli ve 26386 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Çocuk Koruma Kanununun Uygulanmasına İlişkin Usûl ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Yönetmeliğin uygulanmasında;a) Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış kişiyi; bu kapsamda,1) Korunma ihtiyacı olan çocuk: Bedensel, zihinsel, ahlâkî, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuğu,...c) Kanun: 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununu,d) Kurum: Bu Yönetmelik kapsamındaki çocuğun bakılıp gözetildiği, hakkında verilen tedbir kararlarının yerine getirildiği resmî veya özel kurumları,e) Mahkeme: Çocuk mahkemeleri ile çocuk ağır ceza mahkemelerini, çocuk mahkemesi bulunmayan yerlerde aile ya da asliye hukuk mahkemeleri ile ceza mahkemelerini,...ifade eder."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat 14/9/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 20/11/1989 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:“(1) Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.(3) Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin maddesi şöyledir: " Geçici ve sürekli olarak aile çevresinden yoksun kalan veya kendi yararına olarak bu ortamda bırakılması kabul edilmeyen her çocuk, Devletten özel koruma ve yardım görme hakkına sahip olacaktır. Taraf Devletler bu durumdaki bir çocuk için kendi ulusal yasalarına göre, uygun olan bakımı sağlayacaklardır. Bu tür bakım, başkaca benzerleri yanında, bakıcı aile yanına verme, İslam Hukukunda Kefalet (Kafalah), evlat edinme ya da gerekiyorsa çocuk bakımı amacı güden uygun kuruluşlara yerleştirmeyi de içerir. Çözümler düşünülürken, çocuğun yetiştirilmesinde sürekliliğin korunmasına ve çocuğun etnik, dinsel kültürel ve dil kimliğine gerek saygı gösterilecektir." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), aile hayatının var olup olmadığını değerlendirirken öncelikle yakın kişisel bağların varlığını incelemektedir. AİHM; çocuk ile koruyucu aile olan ebeveyn arasındaki bağların aile hayatını oluşturup oluşturmadığı hususunu, özellikle çocuğun doğal ebeveyniyle yakın kişisel ilişkileri olup olmadığına ve çocuğun bakımını üstlenen ailenin yanında ne süredir bulunduğuna bağlı olarak durumun şartlarına göre belirlemektedir (X/İsviçre (k.k.), B. No: 8257/78, 10/7/1978). AİHM Kopf ve Liberda/Avusturya (B. No: 1598/06, 17/1/2012) davasında, 1995 yılında doğan bir çocuğun 1997-2001 yılları arasında koruyucu aileliğini yapan ve evli bir çift olan başvurucuların yaptığı bir başvuruyu incelemiştir. Söz konusu çocuğun biyolojik anne tarafından velayetinin alınmasından sonra başvurucular çocuğa erişme ve ziyaret hakkından yoksun bırakılmıştır. Başvurucular, üç buçuk yıl süren yargılamanın ardından Avusturya mahkemeleri tarafından koruyucu anne ve babaya ziyaret hakkı verilmesinin artık çocuğun üstün yararı ile uyumlu olmadığı yönünde karar verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. AİHM, Avusturya mahkemelerinin çocuğun ve koruyucu ailenin çatışan menfaatleri arasında adil bir denge kurduğunu ancak başvurucuların koruyucu ailesi oldukları çocuğu ziyaret etmelerine izin verilmesine yönelik talepleriyle ilgili olarak yeterince hızlı bir şekilde inceleme gerçekleştirmediğini belirterek aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Kopf ve Liberda/Avusturya, §§ 46-49).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31989
Başvuru, Kurum tarafından bakım tedbiri kararı verilmesi ve evlat edinme talebiyle açılan davada, anne ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmasına dair ara kararı verilmesinin aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmet alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bireysel başvuru 23/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eskişehir ili Tepebaşı ilçesi Eskibağlar Mahallesi 2326 ada 303 parsel sayılı taşınmazın malikidir. Bu taşınmaz 14/8/1989 tarihinde onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planında yol olarak ayrılmıştır. 5/2/2004 tarihinde tasdik edilen 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında da söz konusu taşınmazın imar durumu yol olarak belirlenmiştir. Başvurucu 5/10/2015 tarihinde bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Tepebaşı Belediyesine (Belediye) başvurmuştur. Belediye 27/10/2015 tarihli cevap yazısında taşınmaza karşılık olarak trampa yapılmasını önermiştir. Trampa teklifi, önerilen taşınmazların emsal nitelikte olmadığı gerekçesiyle başvurucu tarafından kabul edilmemiştir. Başvurucu, imar planında yol olarak ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine 19/1/2016 tarihinde Eskişehir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 30/11/2016 tarihinde davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararda 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Mahkeme, uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağını ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağını belirtmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, yeni yasal düzenleme uyarınca uyuşmazlığın esası hakkında bu aşamada karar verme olanağının bulunmadığı kanaatine varmıştır. Başvurucu, bu karar üzerine istinaf yoluna başvurmuş; Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 30/3/2017 tarihinde kararın usul ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun kesin olarak reddine karar vermiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 26/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "İmar programları, kamulaştırma ve kısıtlılık hali" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur. İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder." 3194 sayılı Kanun'un“İmar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(Birinci fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder.(Üçüncü fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık payı oranı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz." 2942 sayılı Kanun'a 6745 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen ek madde şöyledir: "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında, uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içerisinde imar programları veya imar uygulamaları yapılır ve bütçe imkânları dâhilinde bu taşınmazlar ilgili idarelerce kamulaştırılır veya her hâlde mülkiyet hakkını kullanmasına engel teşkil edecek kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı değişikliği yapılır/yaptırılır. Bu süre içerisinde belirtilen işlemlerin yapılmaması hâlinde taşınmazların malikleri tarafından, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesindeki uzlaşma sürecini ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemleri tamamlandıktan sonra taşınmazın kamulaştırmasından sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava açılabilir.Birinci fıkra uyarınca dava açılması hâlinde taşınmazın ya da üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki değeri, mahkemece; bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılarak, taşınmazın hukuken tasarrufunun kısıtlandığı veya fiilen el konulduğu tarihteki nitelikleri esas alınmak suretiyle tespit edilir ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir.Bu madde kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılacak dava ve takiplerde, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara bu madde hükümleri, kesinleşen ancak henüz ödemesi yapılmayan kararlar hakkında ise geçici 6 ncı maddenin üçüncü, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrılması gereken yüzde iki oranındaki ödenekler, yüzde dört olarak ayrılır. İlave olarak ayrılan yüzde iki oranındaki ödenekler, münhasıran bu ek madde ile geçici 11 inci ve geçici 12 nci maddeler kapsamında yapılacak ödemelerde kullanılır. Yapılacak ödemelerin toplam tutarının ilave olarak ayrılan ödeneğin toplamını aşması hâlinde, ödemeler, en fazla on yılda ve geçici 6 ncı maddenin sekizinci fıkrası hükmüne göre yapılır." 2942 sayılı Kanun'a 6745 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen geçici madde şöyledir:"Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında aynı fıkrada belirtilen süre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlar.Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, bu madde kapsamında kalan taşınmazlara ilişkin dava ve takipler hakkında da uygulanır." Yargı Kararları Anayasa Mahkemesinin 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesinin iptaline ilişkin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/196, K.2018/34 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" İtiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olup olmadığı da incelenmelidir. Bu bağlamda imar uygulamalarında kamulaştırma yapılmadan da ilgili kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi için kişilerin ve kamunun taşınmazlarının bedelsiz olarak devrine ilişkin hükümlerin varlığı dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla öncelikle kanun koyucu tarafından belirlenen araçları dikkate alarak kamu hizmeti alanına ayrılan yerlerin belirleneceği, ancak bu alanların yeterli olmaması durumunda ise bazı taşınmazların temininin ancak kamulaştırma yoluyla sağlanabileceği anlaşılmaktadır. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir. Diğer taraftan imar uygulamalarının geniş alanları kapsaması nedeniyle ve bütçeye yeterli ödeneğin konulması amacıyla kanun koyucu kamulaştırma sürecinin beş yıllık süre içinde tamamlanmasını öngörmüştür. Mülkiyetin kamu yararına kontrolüne ilişkin söz konusu müdahaleler bakımından kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu takdir yetkisi çerçevesinde söz konusu kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi yönünden belirtilen fiilî ve hukuki engeller sebebiyle malikin makul ve belirli bir süre boyunca bu kısıtlamalara katlanması beklenebilir. Ancak bu sürenin uzaması hâlinde söz konusu kısıtlamalar, taşınmaz malikine yüklenen külfeti ağırlaştıracağı gibi kısıtlılık süresinin uzamasına bağlı olarak malikin zararını karşılayabilecek herhangi bir giderim imkânının getirilmemesi de malike aşırı bir külfet yüklenmesine sebep olacaktır. İtiraz konusu kuralda, imar uygulamasıyla getirilen kısıtlılık yönünden öngörülen beş yıllık sürenin maddenin yürürlük tarihinden itibaren yeniden başlaması hüküm altına alınmaktadır. Başka bir ifadeyle mülkiyet hakkından dilediği gibi tasarruf edebilmesi ve yararlanabilmesi kısıtlanan malikin kamulaştırma bedeline kavuşabilmesi veya söz konusu kısıtlılık halinin kaldırılarak mülkiyet hakkından yararlanabilmesi için geçmesi gereken beş yıllık sürenin yeniden başlaması söz konusu olmaktadır. Kanun koyucu bu süre nedeniyle malikin uğradığı zararları telafi etmeye veya gidermeye yönelik herhangi bir düzenleme ise getirmemiştir. Üstelik bu kısıtlılık nedeniyle açılacak davalarda taşınmazı kullanamamaktan doğan zararların istenebileceği yönünde bir düzenleme mevcut olmadığı gibi itiraz konusu kural, yürürlük tarihinden önceki kısıtlılık sürelerinin de dikkate alınmamasına yol açmaktadır. Bu durum ise malike aşırı bir külfet yüklemekte ve kamu yararı ile malikin mülkiyetin hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi malik aleyhine bozmaktadır. Dolayısıyla imar uygulaması sonucu taşınmazın kamu hizmetine tahsis edilmesi suretiyle getirilen kısıtlamaların Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeniden başlamasına yol açan itiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahale orantılı değildir. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.Kural iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın , , ve maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir. ... 2942 sayılı Kanun'un geçici maddenin birinci fıkrasının iptal edilmesi nedeniyle itiraz konusu ikinci fıkranın uygulanma olanağı kalmamıştır. Bu nedenle itiraz konusu kural 6216 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmiş ve Anayasa'ya uygunluk denetimi yapılmasına gerekgörülmemiştir." Danıştay Altıncı Dairesinin 10/4/2014 tarihli ve E.2011/5403, K.2014/3033 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğundan ve mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itildiğinden sözedilebilmesi için, imar planının onaylanmasından sonra kamulaştırmanın ne kadar zaman içinde yapılması gerektiğinin de belirlenmesi gerekmektedir. Bugün itibarıyla, mevzuatta bu konuyu düzenleyen açık bir düzenleme yer almamaktadır.3194 sayılı Yasa'nın maddesinin, Anayasa Mahkemesinin 1999 tarihli, K:1999/51 sayılı kararıyla iptal edilen fıkrasında, imar planının onaylanmasından itibaren, beş yıl sonra müracaat edildiğinde, umumi hizmetlere ayrılan alanlarda, hizmet ile ilgili yapıların yapımından vazgeçildiğine dair görüş alınması şartıyla, taşınmaz maliklerine bazı haklar tanınmıştır.Diğer yandan, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesinde, kamulaştırma bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl içinde, kamulaştırma ve devir amacına uygun hiç bir işlem veya tesisat yapılmaması veya kamu yararına yönelik bir ihiyaca tahsis edilmeyerektaşınmaz malın olduğu gibi bırakılması şartıyla malike taşınmazını geri alma hakkı öngörülmüştür.Görüldüğü üzere, yasa koyucu, mülkiyet hakkını ilgilendiren konularda, idarenin beş yıl boyuncahareketsiz kalmasını, malikler lehine bazı haklar doğması bakımından yeterli görmüştür.Yasa koyucunun bu eğiliminin, uyuşmazlık konusu olayda da kıyasen uygulanması hukuka ve hakkaniyete uygun olacağından, imar planlarının onaylanmasından itibaren beş yıl geçmesine karşın, ilgili idarelerce kamunun kullanımına ayrılan taşınmazların kamulaştırılmaması durumunda, mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itildiğini, dolayısıyla, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu kapsamda uyuşmazlık konusu olayda da davacıların taşınmazlarının 2008 yılından itibaren imar planlarında ağaçlandırılacak alan olarak ayrıldığı dikkate alındığında, söz konusu beş yıllık sürenin geçtiği anlaşılmaktadır.Bu itibarla, davacıların başvurusu üzerine 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi hükmü uygulanmak suretiyle maliki oldukları taşınmazın davalı belediyece imar programına alınması, bu program dahilinde geciktirilmeksizin kamulaştırılması gerektiğinden, davacıların kamulaştırma istemlerinin reddedilmesi yolunda tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır..." Danıştay Altıncı Dairesinin 19/10/2016 tarihli ve E.2016/3530, K.2016/5834 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa 2016 tarihinde yürürlüğe giren 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun maddesi ile eklenen Ek Madde 1'de; "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında, uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içerisinde imar programları veya imar uygulamaları yapılır ve bütçe imkânları dâhilinde bu taşınmazlar ilgili idarelerce kamulaştırılır veya her hâlde mülkiyet hakkını kullanmasına engel teşkil edecek kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı değişikliği yapılır/yaptırılır. Bu süre içerisinde belirtilen işlemlerin yapılmaması hâlinde taşınmazların malikleri tarafından, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesindeki uzlaşma sürecini ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemleri tamamlandıktan sonra taşınmazın kamulaştırmasından sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava açılabilir.....Kanunda düzenlenen 5 yıllık sürenin ek madde kapsamında kalan ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce tasarruf hakkı kısıtlanan taşınmazlar hakkında da bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı sonucuna ulaşılmaktadır.Bu durumda, yeni yasal düzenleme uyarınca bu aşamada hukuken uyuşmazlığın esası hakkında karar verme olanağı bulunmadığından, İdare Mahkemesince bu hususlar göz önünde bulundurularak yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), imar planında taşınmazın kamu hizmetine ayrılmasının ve bu çerçevede kamu makamlarının süre sınırlaması olmaksızın herhangi bir zamanda taşınmazı kamulaştırmaya yetkili olmalarının mülkiyet hakkının kullanımını belirsiz ve kullanılamaz hâle getireceğini vurgulamıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75-7152/75, 23/9/1982, § 60; Hakan Arı/Türkiye, B. No: 13331/07, 11/1/2011, § 35). Sporrong ve Lönnroth/İsveç kararına konu olayda başvurucuların taşınmazlarının imar planı çerçevesinde kamulaştırılması öngörülerek taşınmazlar için on iki ve yirmi beş yıl süren inşaat yasakları uygulanmıştır. AİHM, bu taşınmazlar henüz kamulaştırılmadığından mülkten yoksun bırakmanın söz konusu olmadığını belirtmektedir. AİHM, gerçek anlamda bir kamulaştırmanın olmadığı ve dolayısıyla mülkiyetin devredilmediği bu gibi durumlarda görünenin arkasına bakılması ve şikâyet edilen hususta gerçek durumun ne olduğunun araştırılması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM, bu bağlamda getirilen kamulaştırma tedbirlerinin taşınmazlar üzerindeki sınırlandırıcı etkilerinden söz etmiş ve bu tedbirlerin taşınmazların değerinde olumsuz etkiye yol açtığını, başvurucuların taşınmazlarından dilediği gibi yararlanmalarının veya taşınmazları kullanmalarının önemli ölçüde kısıtlandığını vurgulamıştır. AİHM bu gibi kamulaştırma izinlerinin genel kamulaştırma sürecinin ilk aşaması olması nedeniyle kontrol amacı da gütmediğini belirterek müdahaleyi, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM sonuç olarak kamulaştırma tedbirlerinin uygulandığı sürenin uzunluğu ve bu süre içinde getirilen kısıtlamalar nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği kanaatiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, §§ 56-75). Hakan Arı/Türkiye kararına konu olayda, başvurucunun taşınmazı 2002 yılında yapılan uygulama imar planında okul alanı olarak ayrılmıştır. Başvurucu, taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi istemiyle Mersin Belediyesine başvurmuştur. Belediye; taşınmazın kamu hizmetine ayrıldığını ve kamulaştırılmasına dair karar alındığını, imar durumunun değiştirilmesinin mümkün olmadığını belirterek talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu, bunun üzerine mülkiyet hakkından dilediği gibi yararlanamaması nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla 2003 yılında tazminat davası açmıştır. Derece mahkemeleri taşınmazın okul alanı olarak ayrılmasına rağmen dava tarihi itibarıyla taşınmaz üzerinde idarenin fiilî bir müdahalesinin bulunmadığını, bu bağlamda tazminat ödenmesinin hukuken mümkün olmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir. Başvuru yollarının tüketilmesi sonucu verilen nihai karar 2007 yılında kesinleşmiştir. Bu arada 2005 yılında yapılan yeni imar planında da başvurucunun taşınmazının durumunda değişiklik yapılmamıştır (Hakan Arı/Türkiye, §§ 6-24). AİHM, öncelikle taşınmazın imar planında okul alanı olarak ayrılmış olmasının hem getirdiği inşaat yasağına hem de taşınmazdan dilenildiği gibi yararlanılmasına engel olacak nitelikteki sınırlamalara dikkat çekerek somut olayda mülkiyet hakkına müdahale edilmiş olduğunu kabul etmiştir. AİHM mülkten yoksun bırakma sonucunu doğurmadığını tespit ettiği müdahaleyi yine birinci kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM, başvurucunun taşınmazının kamulaştırılmamasının mülkiyetinin akıbeti konusunda belirsizliğe yol açtığını ve bu süreç içinde söz konusu belirsizliği telafi edecek herhangi bir işlemin de yapılmadığını belirtmiştir. AİHM özellikle bu durumun başvurucunun mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanması önünde engel teşkil ettiğini ve taşınmazın satış imkânını azalttığını, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde düşürdüğünü ve başvurucunun uğradığı kaybın tazminatla giderilmemiş olduğunu vurgulamıştır. AİHM sonuç olarak imar değişiklik tarihi ile kendi karar tarihi arasında geçen süreyi dikkate alarak kamu yararının gerekleri ile bireyin mülkiyet hakkının korunması arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğuna ve aşırı bir yüke katlanmak zorunda kalan başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Hakan Arı/Türkiye, §§ 41-47). AİHM'in Hüseyin Kaplan/Türkiye (B. No: 24508/09, 1/10/2013), Ziya Çevik/Türkiye (B. No: 19145/08, 21/6/2011) ve Elia Srl/İtalya (B. No: 37710/97, 2/8/2011) kararları da benzer yöndedir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/24715
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmet alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 3/4/2006 tarihinde açtığı davada yargısal süreç Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/11/2018 tarihli kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 21/1/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2189
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, pasaport iptaliyle ortaya çıkan uyuşmazlığın esasına etkili iddiaların ilgili ve yeterli gerekçeyle karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun pasaportu, eşi hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) kapsamında yakalama kararı bulunduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir. İşlemin iptali talebiyle açılan davada İstanbul İdare Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun eşi hakkında FETÖ/PDY kapsamında soruşturma yürütüldüğü, başvurucunun pasaportunun da "FETÖ/PDY Şüphelisi-İstanbul-eşi" şerhi düşülerek iptal edildiği ve 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hükümleri uyarınca işlemin hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, ret kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş olup İstanbul Bölge İdare Mahkemesi kesin nitelikte kararla istinaf başvurusunu reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliğinden sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14968
Başvuru, pasaport iptaliyle ortaya çıkan uyuşmazlığın esasına etkili iddiaların ilgili ve yeterli gerekçeyle karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 9/2/2022 tarihinde öğrendikten sonra 9/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/31703
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir internet sitesinde yayımlanan yazının mahkeme kararı ile internetten kaldırılmasının basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/4/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 4/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için 25/9/2013 tarihinde gönderilmiştir. Bakanlığın 21/11/2013 tarihli görüş yazısı, 3/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, görüşünü süresi içinde 10/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. İkinci Bölümün 16/9/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, borsagundem.com (internet sitesi) alan adı ile yayında bulunan internet sitesinin sahibidir. Adı geçen internet sitesi, borsa ve sermaye piyasasındaki olay ve gelişmeler konusunda yayın yapan ve ekonomik meselelerin ele alındığı yazıların yayımlandığı bir internet gazetesidir. 6/12/2012 tarihinde internet sitesinde “Çemaş-Çevik ilişkisi” başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haber şöyledir:“Çemaş-Çevik ilişkisi İştirakinden varlık alıyor, tahsisli sermaye artırımı yapıyor. Çevikler aracılık ediyorÇemaş, 2010 yılı ortasında halka arz seferberliğine katılarak borsaya giriş yaptı. Şirketin ödenmiş sermayesi 15 milyon liradan 23 milyon 250 bin liraya yükseltilirken sermayenin yüzde 48’ini temsil eden 8 milyon 250 bin lira nominal değerli paylar 14 liradan halka arz edildi. Halka arzı da Turkish Yatırım yaptı. Aradan iki yıl geçti, bugün Çemaş’ın hisse fiyatı yaklaşık 1 lira nominal değer seviyesinden işlem görüyor. Halka açıklık oranı ise yüzde 73’e çıkmış durumda! Yani şirketin yüzde 35’i 2010 yılında 2 lira seviyesinden halka açılmış patron sürekli sermaye artırımı yapmış ve hisse satmış. Halka arz seferberliğine katılan yatırımcı da almış. Çemaş’ın 2010 yılında 15 milyon lira olan sermayesi iştirakler arası yapılan bir işlemle bugün 237 milyon liraya yükseltilmek isteniyor. Rakamlar ilginç, çünkü şirket halka açıldıktan sonra sermayesini yüzde 480 oranında artırmış! 2 lira seviyesinden halka arz edilen hisselerin bugünkü değeri ise 19 lira. Halka arzı Turkish Yatırım yaptı ama şirketin sermayesi 23 milyon liradan 75 milyon liraya yükseltilirken ve halka açıklık oranı yüzde 35’ten yüzde 75’e çıkarken arzları kim hangi şartlarda yaptı? Çemaş ve Işıklar Grubu’nun yaptığı her sermaye artırımı ve ortak satışından neden bazı kişilerin ismi ön plana çıkıyor? Bu sorular cevapsız değil. TAHSİSLİ SERMAYE ARTIRIMI Halka arz seferberliğine katılan Çemaş’ın son yaptığı açıklama ise şöyle: “Çemaş Döküm Sanayi A.Ş. (Şirket)’nin sermayesinin 000 TL (yetmişbeşmilyon)’den 000 (ikiyüzotuzyedimilyon) TL’ye arttırılması dolayısıyla, ihraç edilecek toplam 000 TL nominal değerli payların, ortaklarının rüçhan haklarının kısıtlanması suretiyle, tahsisli olarak 1 TL nominal değerli pay için 1 TL fiyatla alıcı, Ege Kraft Torba San. ve Tic. A.Ş.’ye Kurumumuz aracılığıyla (alıcı/satıcı üye) Toptan Satışlar Pazarı’nda (TSP) satılacaktır.” AÇIKLAMADAKİ İMZA TANIDIK! Toptan Satışlar Pazarı’nda yapılacak satışla ilgili açıklamanın altında ise Mehmed Nureddin Çevik’in imzası var. Peki Mehmed Nureddin Çevik kim? Endeks Türev Yatırım Menkul Değerler Yönetim Kurulu Başkanı. Mehmed Nureddin Çevik halen 2499 Sayılı Yasaya muhalefet ve Sermaye Piyasası Kanunu’nun 47/I-A (1-2-3) maddesinde yer alan manipülasyon, içeriden öğrenenlerin ticareti ve sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek yalan yanlış mesnetsiz bilgi verme, haber yayma, yorum yapma suçlarını işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçundan açılan kamu davası kapsamında yargılanıyor. PEKİ, ÇEMAŞ NEDEN SERMAYE ARTIRIYOR? İştiraki Ege Kraft Torba Sanayi ve Ticaret A.Ş’den yaptığı varlık alımı için şirket çıkarılmış sermayesini 75 milyon liradan Ege Kraft Torba Sanayi ve Ticaret’e (Ege Kraft) tahsisli olarak 162 milyon lira artırılarak 237 milyon liraya yükseltiyor. Ege Kraft’a olan borç da tahsisli sermaye artırımı ile sermayeye dönüştürülüyor. İkisi de aynı patrona ait şirketlerde varlıklar yer değiştiriyor, bir anda sermaye artıyor, ortaya yeni hisseler çıkıyor. Borsada son dönemde çok sayıda şirketin yaptığı işlemlere benziyor. Sabah Gazetesi Yazarı Meliha Okur, bu işlemlere “Finans cinliği” diyor. Bu arada Ege Kraft denilen şirket de halka açık olan USAŞ ile birleştirilmek isteniyor. Işıklar Grubu, batmak üzere olan USAŞ’ı aldıktan hemen sonra bu birleştirme kararını almıştı. Ege Kraft da dolaylı bir şekilde halka açılmış olacak. Burada da bir sermaye artırımı söz konusu olacak. Tamamen borsa ve hesap oyunları üzerine kurulmuş işlemler. Anlamak mümkün değil. Buradaki danışman da Endeks Türev Yatırım Menkul Değerler. Yani Mehmed Nureddin Çevik’in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu şirket. Aslında tablo o kadar da karışık değil. Net bir şekilde bakıldığında amacın ve neler yapılmak istendiği açıkça görülüyor. VARLIĞI YÜKSEK DEĞERLEMİŞLER Bu arada yüzde 73’ü halka açık bir şirketle ilgili yapılan işlemin de değerinin çok üzerinden yapılmak istendiği şirketin yaptığı açıklama ile ortaya çıktı. Bir Işıklar Grubu şirketi olan Çemaş’ın yaptığı açıklama şöyle: “Işıklar Grubu şirketlerinden Ege Kraft Torba Sanayi ve Ticaret A.Ş. (Ege Kraft) nin sahip olduğu, ödenmiş sermayesinin % 79'una tekabül eden 883,53 TL nominal değerli, 883,53 adet Özışık İnşaat ve Enerji A.Ş( Özışık ) hisselerini, Kapital Karden Bağımsız Denetim ve YMM A.Ş. tarafından Sermaye Piyasası Mevzuatı uyarınca hazırlanan 2012 tarihli değerleme raporunda tespit edilen 629 TL tutarındaki şirket değeri baz alınarak 069,55 TL bedelle satın almış, 2012 tarihinde ise Ege Kraft'ın satış bedelinden doğan alacağının yapacağımız 000 TL tutarındaki tahsisli sermaye artışında sermayeye dönüştürülmesine karar verilmişti. Şirketimizin Tahsisli Sermaye artırımı için SPK ya müracaatından sonra, SPK yetkili organlarınca Özışık şirket değerleme raporunun Kapital Karden'in dışında başka bir değerleme şirketine yaptırılması istenmiş bunun sonucu Güreli Yeminli Mali Müşavirlik ve Bağımsız Denetim A.Ş.(Güreli) tarafından hazırlanan 2012 revize tarihli şirket değerleme raporunda şirket değeri 287 TL olarak tespit edilmiştir. Bu gelişme üzerine bu defa değerleme raporuna uygun olarak alım bedelinin, şirket değerinin % 79'una tekabül eden 903 TL' ye indirilmesine ve satıcı firma Ege Kraft'tan aradaki tutar kadar indirim istenmesine karar verildi.” SPK da olmasa 174 milyon lira değer biçilen şirket, değeri 226 milyon olarak yüzde 73’ü halka açık olan şirkete satılacak. 1 ya da 2 değil arada tam 52 milyon lira fark var. Halka açık Çemaş’ın iştirakinden neden hisse aldığı bir tarafa, şirketin değerinin çok üzerinden devredilmek istenmesi de yapılan işlemle ilgili şüpheleri artırıyor. Bir şirket halka açılıyor, patron sürekli hisse satıyor. Sonra sermaye artırımları başlıyor. Ardından hepsi bir patrona ait şirketler arasında iştirak alışı-satışı birleştirmeler, ayrıştırmalar yapılıyor. Bir anda şirketin sermayesi yüzde binin üzerinde artıyor. Bu işlemlere de Mehmed Nureddin Çevik aracılık ediyor.” Haberde adı geçen “Çemaş”, hisseleri borsaya kote edilmiş bir şirket; “Çevik” ise aracılık hizmetleri yürüten bir şirkettir. Söz konusu haberde Çemaş Şirketinin 2010 yılında halka arz edilerek borsaya giriş yapmasından haberin yayımlandığı tarihe kadar geçen süreçte Şirketin halka açıklık oranlarındaki değişimler ile Şirket hisselerinin fiyatlarındaki artışlar ve azalışlar analiz edilmiştir. Söz konusu haberde Çemaş Şirketinin halka arz işlemlerindeki bazı hareketlere dikkat çekilmekte ve Şirket hisselerinin ilk halka arz tarihinden daha aşağıda olması şüphe ile karşılanmaktadır. Haberde ayrıca Çevik Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı’nın yazının yayımlandığı tarihte borsada hileli yönlendirme yapan bir örgüte üye olmaktan yargılandığı iddia edilmektedir. Haberde son olarak Çemaş Şirketinin bazı varlık alımları ve sermaye artırımları sıralanmakta ve Şirketten yapılan bazı açıklamalarla birlikte analiz edilmektedir. Söz konusu haberde adı geçen aracı Şirket ile Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı, Üsküdar Sulh Ceza Mahkemesine başvurarak içeriğin yayından çıkartılmasını talep etmiştir. Üsküdar Sulh Ceza Mahkemesi 13/12/2012 tarihli kararıyla kişilik haklarına saldırı olduğu gerekçesiyle haberin yayından kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“5651 sayılı yasanın 9/ maddesine göre Çemaş-Çevik İlişkisi başlıklı haberin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu değerlendirildiğinden talebin kabulü cihetine gidilmiştir.” Söz konusu karara yapılan itiraz, Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesinin 26/12/2012 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. İtirazın reddi kararı başvurucuya 5/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 3/4/2013 tarihinde yapılmıştır. B. İlgili Hukuk 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un “İçeriğin yayından çıkarılması ve cevap hakkı” kenar başlıklı maddesinin 6/2/2014 tarihli ve 6518 sayılı Kanun’un maddesi ile değiştirilmeden önceki hâli şöyledir: “(1) İçerik nedeniyle hakları ihlâl edildiğini iddia eden kişi, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvurarak kendisine ilişkin içeriğin yayından çıkarılmasını ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabı bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasını isteyebilir. İçerik veya yer sağlayıcı kendisine ulaştığı tarihten itibaren iki gün içinde, talebi yerine getirir. Bu süre zarfında talep yerine getirilmediği takdirde reddedilmiş sayılır.(2) Talebin reddedilmiş sayılması halinde, kişi onbeş gün içinde yerleşim yeri sulh ceza mahkemesine başvurarak, içeriğin yayından çıkarılmasına ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabın bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu talebi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Sulh ceza hâkiminin kararına karşı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.(3) Sulh ceza hâkiminin kesinleşen kararının, birinci fıkraya göre yapılan başvuruyu yerine getirmeyen içerik veya yer sağlayıcısına tebliğinden itibaren iki gün içinde içerik yayından çıkarılarak hazırlanan cevabın yayımlanmasına başlanır.(4) Sulh ceza hâkiminin kararını bu maddede belirtilen şartlara uygun olarak ve süresinde yerine getirmeyen sorumlu kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İçerik veya yer sağlayıcının tüzel kişi olması halinde, bu fıkra hükmü yayın sorumlusu hakkında uygulanır.”
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2623
Başvuru, bir internet sitesinde yayımlanan yazının mahkeme kararı ile internetten kaldırılmasının basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, mahpus olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 25/4/2020 tarihinde öğrendikten sonra 28/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15166
Başvuru, mahpus olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; kanun hükmünde kararname ile kamu görevinden çıkarılan başvurucunun sendika yönetim kurulu üyeliğinin sona erdiğinin tespit edilmesi nedeniyle sendika hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, 1/9/2016 tarihli ve 29818 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) uyarınca kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, hakkında uygulanan kamu görevinden çıkarma işlemine karşı idari yargı yoluna başvurmuştur. Kocaeli İdare Mahkemesi 17/11/2016 tarihinde "idari davaya konu olabilecek bir idari işlem mevcut olmadığı veKHK'nın hukuki denetimini yapma yetkisi bulunmadığı" gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararın istinaf yargı yoluna götürülmesi üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Yedinci İdare Dava Dairesi 15/9/2017 tarihinde dosyanın Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (Komisyon) gönderilmesine ve bu nedenle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Olayların meydana geldiği tarihte dava derdesttir. Başvurucu, bu sırada diğer başvurucu Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES/Sendika) Kocaeli Şubesinin 19/2/2017 tarihli Genel Kurulunda yönetim kurulu üyesi seçilmiştir. Kocaeli Valiliği (Valilik) 17/5/2017 tarihinde Sendikaya yazı göndererek başvurucunun KHK ile kamu görevinden ihraç edilmiş olması nedeniyle sendika temsilciliği yapamayacağını belirtmiş ve bu görevden çıkarılarak yerine başka birinin atanmasını istemiştir. Sendika 7/7/2017 tarihinde Valilik yazısına cevaben başvurucu hakkındaki hukuksal sürecin tamamlanmadığını, bu nedenle sendika üyeliğinin de devam ettiğini belirterek talebin yerine getirilmeyeceğini bildirmiştir. Valilik, 1/3/2018 tarihinde başvurucunun sendika yönetim kurulu üyeliğinin sona erdiğinin tespiti talepli dava açmıştır. Kocaeli İş Mahkemesi 9/1/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararda, başvurucu hakkında Komisyon incelemesinin devam ettiği, bu süreçte sendikal haklarının ortadan kalkmadığı değerlendirilmiştir. Kararın istinaf yargı yoluna götürülmesi üzerine Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 23/10/2019 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar vermiştir. Kabul gerekçesinde; 672 sayılı KHK'nın maddesine göre meslekten çıkartılanların yeniden kamu görevlerine kabul edilemeyecekleri, bu nedenle başvurucunun sendika üyeliğini devam ettirmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Anılan karar Yargıtay tarafından onanmıştır. Başvurucular, süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/10035
Başvuru; kanun hükmünde kararname ile kamu görevinden çıkarılan başvurucunun sendika yönetim kurulu üyeliğinin sona erdiğinin tespit edilmesi nedeniyle sendika hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, on beş yaşından küçük çocukla cinsel ilişkiye girilmesi suçundan cezalandırılan başvurucunun suçun mağduruyla evlenmiş olmasına karşın ceza infaz kurumunda tutulmasından dolayı aile hayatının sürdürülememesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının; yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığından bahisle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun aynı konudaki 2016/65872 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının kişi ve konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/30913 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2016/65872 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2016/30913 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 18/5/1982 doğumludur. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 13/2/2007 tarihli iddianamesinde; başvurucunun işlediği suç tarihi olan 11/7/2005 tarihinde, on dört yaşında olan 31/3/1991 doğumlu mağdure ile cinsel ilişkide bulunma suçundan cezalandırılması için kamu davası açılmıştır. Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 2013/135 esasına kayıtlı yargılama sırasında beyanı alınan mağdure, kendi isteğiyle başvurucu ile cinsel ilişkiye girdiğini, ailelerin anlaşarak düğün yaptıklarını ve sanıkla karı koca hayatı yaşadıklarını, bir çocuklarının bulunduğunu belirtmiştir. Mahkemenin 31/10/2007 tarihli kararıyla mağdurenin nüfus kaydına göre 31/3/1991 doğumlu olduğu ve Merkezi Nüfus İdare Sistemi (MERNİS) doğum tutanağına göre Antalya Devlet Hastanesinde doğduğunun tespit edildiği, dolayısıyla suç tarihinde on beş yaşından küçük olduğunun anlaşıldığı belirtilerek başvurucunun on beş yaşından küçük çocuğun cinsel istismarı suçu nedeniyle ağırlaştırma sebebi de uygulanarak 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Söz konusu karar Yargıtay Ceza Dairesinin 13/12/2012 tarihli kararıyla ağırlaştırma sebebi uygulanmasının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyulmuş ve 12/12/2013 tarihli kararla, başvurucunun 6 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Cezanın belirlenmesinde sanığın yargılama sürecindeki hâl ve davranışlarının lehine takdiri indirim nedeni kabul edilerek cezadan 1/6 oranında indirim yapıldığı belirtilmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 29/9/2016 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu kararı 7/11/2016 tarihinde öğrenmiş ve 2/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun suç tarihinde yürürlükte olan "Çocukların cinsel istismarı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı (18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli) şöyledir:"(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden; a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, ..., anlaşılır.  (2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin anılan (2) numaralı fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğu yönündeki itiraz Anayasa Mahkemesinin 12/11/2015 tarihli ve E.2015/43, K.2015/101 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" İtiraz konusu kuralda, kanun koyucu takdir yetkisi kapsamında çocuklarda cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması şeklinde nitelikli hali hakkında ceza yaptırımı öngörmektedir. Kuralın, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin tüm çocukların cinsel dokunulmazlığı ile beden ve ruh bütünlüğünün etkin bir şekilde korunmasını sağlamayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Çocukların kendilerini korumalarındaki zorluk ve faillerin bu suçları büyük engellerle karşılaşmadan işleyebilmeleri, cinsel istismarın yetişkinlere nazaran daha kolay işlenmesine neden olmakta ve bu suçlar çocukların psikolojileri ile fizyolojilerinde yetişkinlere göre daha ağır etkiler bırakmaktadır. Bu bağlamda, söz konusu suçların işlenmesini önleyici ve caydırıcı nitelikte tedbirlerin alınması Devletin en önemli pozitif yükümlülüklerinden biridir. Zira Anayasa'da olduğu gibi çocukların korunmasına yönelik tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler ile tüm uluslararası metinlerde de çocukların cinsel istismarı ve cinsel sömürüsü hakkında etkili ve caydırıcı cezalar düzenlenmesi de dâhil olmak üzere devletlerin bu konuda gerekli tedbirleri almalarına özellikle vurgu yapılmaktadır. Bu bağlamda kanun koyucu itiraz konusu kuralla, suçun niteliğini, mağdurun yaşını ve mağdurda oluşan zararı gözeterek cinsel istismar suçunun nitelikli halini cinsel saldırı suçunun basit halinden ayrı bir suç olarak düzenleyerek söz konusu fiiller hakkında sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası öngörmüştür. 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (b) fıkrasında çocuk, henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi olarak tanımlanmaktadır. İtiraz konusu kuralın da yer aldığı maddede düzenlenmiş olan çocukların cinsel istismarı suçunda mağdur olabilme yaşı bakımından çocukları iki gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan ilkini onbeş yaşını tamamlamamış çocuklar, ikincisini ise onbeş ile onsekiz yaş arasındaki çocuklar oluşturmaktadır. Kanun koyucu suçun mağdur üzerinde yaratacağı etkileri dikkate alarak yaptığı ayrımda birinci grup olan onbeş yaşın altındaki çocukların, yeterli psikolojik ve fiziki olgunluğa ulaşmamış olmaları nedeniyle kendilerine yönelik olarak yapılan cinsel davranışların anlamını ve ağırlığını idrak etmelerinin mümkün olmadığını ve bunların cinsel davranışlara ilişkin rızalarının geçersiz olduğunu kabul etmiştir. Bu suretle kanun koyucu onbeş yaşın altındaki çocukları mutlak bir koruma altına almaktadır. ...Kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında, fiilin yol açması muhtemel zararları da göz önünde bulundurarak düzenlediği itiraz konusu kuralın, amaç ve araç arasında makul ve uygun bir ilişki kurduğu ve düzenlemenin amacına ulaşmaya elverişli ve orantılı olduğu anlaşıldığından kuralda hukuk devleti ilkesine aykırı bir yön bulunmamaktadır.... İtiraz başvurusunda ifade edildiği üzere failin mağdur ile evli olması ya da daha sonra evlenmesi halleri, kanun koyucu tarafından bu suç nedeniyle verilecek cezanın azaltılması sebebi olarak kabul edilmemiştir. Türk Medeni Kanunu'nun konuya ilişkin hükümleri incelendiğinde, Türk Ceza Kanunu'nda benimsenen ve henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişilerin çocuk olarak tanımlanması yolundaki yaklaşımın bir benzerinin kabul edildiği ve onsekiz yaşını dolduran her kişinin ergin sayıldığı ve evlenmenin kişiyi ergin kılacağının hükme bağlandığı görülmektedir. Yine Türk Medeni Kanunu'nda, erkek veya kadının onyedi yaşını doldurmadıkça evlenemeyeceği, ancak olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple onaltı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine hâkimin izin verebileceği belirtilmiştir. Bu anlamda, kişinin onsekiz yaşını doldurmadan önce evlenebilmesinin koşullarının Türk Medeni Kanunu'nda düzenlendiği ve buna uygun olarak gerçekleşen evlilikler yönünden itiraz konusu kuralda öngörülen suçun işlenebilmesinin mümkün olmadığı açıktır. Kaldı ki evli kişilerin cinsel davranışlarla eşlerinin vücut dokunulmazlığını ihlâl etmesi, Türk Ceza Kanununun maddesinde, takibi şikayete bağlı olan ayrı bir suç olarak öngörülmüştür. Öte yandan, çocukların cezai sorumluluğu da Türk Ceza Kanununda özel olarak düzenlenmiş ve cezai sorumluluklarının kapsamı ile verilecek cezalarıntürleri ve süreleri bakımından bu kişiler lehine özel hükümler getirilmiştir. Cinsel istismar suçunu işleyen failin çocuk olması halinde, bu kişilere söz konusu hükümlerin uygulanacağı da açıktır. Çocukların cinsel istismara uğramalarını önlemeyi amaçlayan kanun koyucu tarafından, söz konusu suçun işlenmesini kolaylaştıran bir konuma sahip olan faillerin farklı konumlarının gözetilerek bu kişilerin farklı kurallara tabi kılınması ve cezalarının artırılması dışında, bu suçu işleyen failler arasında bir ayrım gözetilmeksizin bu kişilerin cezai sorumlulukları bakımından aynı kurallara tabi tutulmaları eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmamaktadır. Cinsel istismar suçu failinin, mağdur çocuk ile evlenmesi halinde cezasının azaltılması, tecavüzcüsü ile evlenmesi hususunda mağdur çocuğa ve ailesine yapılabilecek baskılara sebep olabilecek nitelikte olup, kanun koyucu tarafından benimsenmeyen bu durumun ailenin korunması kapsamında değerlendirilerek kuralın Anayasa'ya aykırılığından söz edilebilmesi olanaklı değildir. Kanun koyucunun bu yaklaşımının, çocuğun cinsel istismarı suçu ile sınırlı olmadığı; 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde yer alan kızlık bozma suçunda yer alan '.Evlenme vukuu halinde ceza sakit olur. Şu kadar ki beş sene zarfında makbul bir sebep olmaksızın boşanma vakı olursa hukuku umumiye davası avdet eder.' hükmüne ve maddesinde yer alan ırza geçme suçunda 'Kaçırılan veya alıkonulan kız veya kadın ile maznun veya mahkumlardan biri arasında evlenme vukuunda koca hakkında hukuku amme davası ve hüküm verilmiş ise cezanın çektirilmesi tecil olunur. Müruru zaman haddine kadar erkek tarafından haksız olarak vukua getirilmiş bir sebeple boşanmıya hükmedilirse takibat yenilenir. Evvelce hüküm verilmiş ise ceza çektirilir.' hükmüne 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda yer verilmediği de bu bağlamda belirtilmelidir. 5237 sayılı Kanun'daki düzenlemelerde, cinsel saldırı ve cinsel istismar suçlarında, daha sonra evlilik birliğinin kurulması ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran veya azaltan bir neden ya da ceza indirim nedeni olarak kabul edilmemiştir. Toplum ile birey arasında yer alan ve toplumsal değerleri kuşaktan kuşağa aktarma işlevi bulunan aileler, toplumun temelini oluşturmaları nedeniyle sosyal açıdan önemli oldukları gibi aileyi oluşturan fertler bakımından da bireysel açıdan önem taşımaktadır. Çocuğun gelişimine uygun aile ortamlarının, sağlıklı bireylerin yetişmesini sağlayacağı ve sağlıklı ailelerin de sağlıklı toplumları oluşturacağı kuşkusuzdur. Çocuğun cinsel istismarı suçunun öngörülmesi suretiyle öncelikle çocukların beden ve ruh sağlıklarının korunması amaçlanmakla birlikte, çocukların aile içindeki önemi ve konumları gözetildiğinde bu korumanın aynı zamanda ailenin korunması anlamını taşıdığı açıktır. Cinsel istismara uğrayan çocuklar açısından bu eylemin yaşam boyu sürecek etkileri gözetildiğinde, bu kişilerin eylem tarihi itibarıyla aile hayatları olumsuz etkileneceği gibi mağdur çocukların ergin olduklarında kuracakları aile hayatları yönünden de bu olumsuz etkilerin devam etmesi söz konusudur. Bu çerçevede, failin ve mağdurun cinsiyetinin bir öneminin bulunmadığı söz konusu suçta, kanun koyucu tarafından yalnızca mağdurun çocuk olmasının esas alınması suretiyle ve çocuğun korunması amacıyla, ceza yaptırımlarının taşıması gereken ödetici, önleyici ve caydırıcı niteliklerin gözetilerek bu suçu işleyenlerin sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasının öngörülmesinde, ailenin Türk toplumunun temeli olduğu ve Devletin her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri almakla yükümlü kılındığının belirtildiği Anayasa'nın maddesi hükmüne aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın , ve maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hukuka uygun şekilde özgürlükten yoksun bırakılmanın doğal sonucu olarak ilgilinin özel hayatına ve aile hayatına yönelik bir kısıtlama içerebileceğini birçok kararında vurgulamıştır (Khoroshenko/Rusya [BD], B. No:41418/04,30/06/2015, § 106; Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/30913
Başvuru, on beş yaşından küçük çocukla cinsel ilişkiye girilmesi suçundan cezalandırılan başvurucunun suçun mağduruyla evlenmiş olmasına karşın ceza infaz kurumunda tutulmasından dolayı aile hayatının sürdürülememesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının; yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığından bahisle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle makine mühendisliği görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 10/8/1987 doğumlu olan başvurucu 2016 yılında girmiş olduğu Kamu Personeli Seçme Sınavı sonucuna göre Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Iğdır il Müdürlüğüne makine mühendisi olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 19/3/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde 2006 yılında 1 Mayıs toplantısına katıldığı sırada göz altına alındığını ve yapılan yargılama neticesinde kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma suçunda kovuşturmanın ertelenmesine, cebir ve şiddet suçu yönünden ise beraatine karar verildiğini belirtmiştir. 2014 yılında ise Maoist Kominist Parti (MKP) terör örgütünün gençlik yapılanması olan Demokratik Gençlik Hareketine (DHG) üye olma suçundan yargılandığını ve bu yargılamada da hakkında beraat kararı verildiğini ifade etmiştir. Bu nedenle güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına bağlı olarak tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 22/6/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dava dosyasının incelenmesinden, KPSS 2016 sonuçlarına göre Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Iğdır il Müdürlüğü'nün Makina Mühendisliği kadrosuna yerleştirilmesi yapılan davacının 657 sayılı Kanunun Maddesinin birinci fıkrası A bendi (8)gereğince yapılan inceleme ve değerlendirme neticesinde atama şartını taşımadığından bahisle atamasının yapılamayacağına (iptaline) ilişkin 2018 tarih, ve 86628278-01-28408sayılı işlemin tesisi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda; dosyadaki bilgi ve belgeler incelendiğinde, Elazığ Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü'nün 2017 tarihli yazısında, davacının kendisinin MKP(Maoist Kominist Parti) terör örgütüne müzahir olduğu kardeşinin de MKP gençlik yapılanması mensuplarına yönelik uygulamada gözaltına alınıp tutuklandığı 2006 da tahliye edildiği bilgisine yer verildiği, her ne kadar bu bilgi tek başına davacının atanmamasına gerekçe teşkil edemeyecek olsa da, görev yapacağı kurumun nitelik, önem ile hassasiyeti ve daha uygun personel tercih edilebileceği hususu da gözetildiğinde bu haliyle davalı kurumda görev almasının olumlu bulunmadığı sonucuna varıldığından atamasının yapılmaması takdirine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." Başvurucu karara karşı 5/12/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Başvuru dilekçesinde, dava dilekçesinde belirttiği hususları tekrar etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 24/1/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 16/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorundadırlar" 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7881
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle makine mühendisliği görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/17673
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri, başvurucu vekilinin başvuru tarihinden sonra ibraz ettiği dilekçeler, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün (GİGM) sunduğu belgeler ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Rusya Federasyonu vatandaşı ve 1970 doğumlu olan başvurucu 24/10/2013 tarihinde Sabiha Gökçen Havalimanı sınır kapısından Türkiye’ye girmiştir. Başvurucunun 24/12/2013 ila 23/6/2014 tarihlerini kapsayan turistik amaçlı ikamet izni bulunmaktadır. Bir arkadaşını ziyaret etmek için Antakya’ya gittiğini söyleyen başvurucu, bir ihbar üzerine pasaport ve benzeri belge bulundurmadığı gerekçesiyle 21/3/2014 tarihinde otobüs terminalinde yakalanmıştır. Başvurucu 23/3/2014 tarihinde Hatay Geri Gönderme Merkezine (GGM) yerleştirilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 10/3/2014 tarihinde başvurucu hakkında G-87 (genel güvenlik), 14/4/2014’te ise V-68 (ikamet izni verilmesi Bakanlık iznine tabi) tahdit kodlarıyla yurda giriş yasağı konulmuştur. Giriş yasağına karşı başvurucu, Ankara İdare Mahkemesine dava açmıştır. Bu dava Mahkemece 8/10/2015 tarihinde reddedilmiştir. Kararın temyiz edilip edilmediği hususunda bir bilgi bulunmamaktadır. Hatay Emniyet Müdürlüğü 24/3/2014 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğüne yazdığı yazıda başvurucunun da aralarında bulunduğu on iki kişinin IŞİD taraftarı olduğu, GGM’de fikir birliği içinde hareket ettikleri, bunların Hatay GGM’de birlikte barındırılmamasının daha sağlıklı olacağı bilgisini iletmiştir. Hatay Emniyet Müdürlüğü 24/3/2014 tarihinde başvurucu hakkında yapılacak işlemlerin bildirilmesi için Emniyet Genel Müdürlüğüne müzekkere yazmıştır. Genel Müdürlük 9/4/2014 tarihinde başvurucunun Türkiye’den çıkışının sağlanması için gereğinin yapılmasını istemiştir. Hatay Valiliği bu yazı üzerine 24/3/2014 tarihinde 15/7/1950 tarihli ve 5683 sayılı mülga Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun'un maddesindeki “Memleket dışına çıkartılmalarına karar verilipte pasaport tedarik edemediklerinden veya başka sebeplerden dolayı Türkiye'yi terkedemiyenler İçişleri Bakanlığının göstereceği yerde oturmağa mecburdurlar” şeklindeki düzenleme gereği başvurucunun muhafaza altına alınmasına ve aynı Kanun’un maddesine göre sınır dışı edilmesine karar vermiştir. Başvurucu 15/4/2014 tarihinde uluslararası koruma talebinde bulunmuştur. GİGM’nin 25/4/2014 tarihli kararıyla başvurucunun uluslararası koruma talebi reddedilmiştir. Ret kararına karşı başvurucunun Ankara İdare Mahkemesine açtığı iptal davası 10/6/2015 tarihinde kesin olarak verilen kararla reddedilmiştir. Hatay Valiliği 16/4/2014 tarihinde başvurucu hakkında yapılacak işlemin bildirilmesini GİGM’den istemiştir. GİGM 25/4/2014 tarihli cevap yazısında -başvurucunun uluslararası koruma talebinin reddedilmesini de dikkate alarak- başvurucu hakkında idari gözetim kararı alınmışsa devamı, alınmamışsa 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesi uyarınca idari gözetim kararı alınması, gözetimin sonlandırılması düşünülürse GİGM’nin görüşünün alınması gerektiğini Valiliğe bildirmiştir. Başvurucu hakkında yapılacak işlemin bildirilmesi için Hatay Valiliği, 20/5/2014 ve 22/5/2014 tarihli iki ayrı müzekkere daha yazmıştır. GİGM 22/5/2014 tarihli yazıyla başvurucunun 6458 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca en fazla otuz gün idari gözetim altında tutulması mümkün olduğundan idari gözetim kararının en kısa sürede sonlandırılarak Adana Kabul ve Barınma Merkezinde (KBM) barındırılmasını Hatay ve Adana Valiliklerine bildirmiştir. 22/5/2014 tarihinde başvurucu Adana KBM'ye getirilmiştir. Adana Valiliği 28/5/2014 tarihinde başvurucunun Adana KBM’de muhafaza altına alınmasına karar vermiştir. Başvurucu 11/6/2014 tarihinde idari gözetimin sonlandırılması için Hatay Sulh Ceza Hâkimliğine itiraz etmiştir. Hâkimlik, itirazın yapıldığı tarihten 148 gün sonra (6/11/2014) itirazı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:  “…Yapılan inceleme sonucu toplanan delillerde her ne kadar itiraz eden tarafından Hatay Emniyet Müdürlüğünce yapılan kontrolde pasaport yada posaport yerine geçerli herhangi bir belge olmadığının anlaşılması üzerine Hatay Yabancılar Şube Müdürlüğüne ait misafirhanede 23/04/2014 tarihinden 14/05/2014 tarihine kadar idari gözetim altında tutulduğu, uluslararası koruma talebinin reddi üzerine idare mahkemesine başvurduğu, bu arada otuz günlük idari gözetim süresinin sonlandırıldığı ve itiraz edenin Adana yabancılar şube müdürlüğüne gönderildiği daha sonra kabul ve barınma merkezinde tutulduğu, 6458 sayılı yasada bu merkezde tutulma sürecine ilişkin idari itiraz düzenlemesi bulunmadığı ve Hatay’daki idari gözetim süresi ile ilgili olarak söz konusu işlemin 14/05/2014 tarihinde zaten bu işlemin sonlandırılmış olduğu, yaniitiraz tarihinde kişinin Hatay da herhangi bir şeklide idari gözetim altında bulunmadığı anlaşılmakla itirazın REDDİNE karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm tesisi yoluna gidilmiştir.” Başvurucunun idari gözetim kararına karşı Adana Sulh Ceza Hâkimliğine yaptığı itiraz 8/9/2014 tarihinde kabul edilerek başvurucunun serbest bırakılmasına karar verilmiştir. Kararın bir sureti aynı gün Adana Yabancılar Şube Müdürlüğüne gönderilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “…Başvuran yabancı hakkında sınırdışı etme kararı bulunduğu, aynı yasanın [6458 sayılı Yasa] maddesinde düzenlenen koşullar oluşturduğundan bahisle idari gözetim kararı verildiği, idari gözetim kararından itibaren her ay idari gözetimin uzatılması ve her ay düzenli olarak yapılan değerlendirmelerin sonuçlarının gerekçesiyle yabancı veya yasal temsilcisine bildirilmesi yapılan değerlendirmelerin sonuçlarının gerekçesiyle yabancı veya yasal temsilcisine bildirilmesi gerekirken 6458 Sayılı Yasanın uzatılmasına dair kararın bulunmadığı anlaşımakla 6458 Sayılı Yasanın 57/6 maddesi gereğince başvurunun kabulüne, Adana Valiliği tarafından verilen gözetim kararının kaldırılmasına, kesin olmak üzere karar verilmiştir." Adana Valiliği 9/9/2014 tarihinde GİGM’ye yazdığı müzekkereyle mahkeme kararıyla serbest kalan başvurucu hakkında yapılacak işlemin tespitini istemiştir. GİGM 12/9/2014 tarihli elektronik postayla başvurucunun idari gözetim uygulanmaksızın Adana KBM'de barındırılmaya devam edilmesini istemiştir. GİGM 19/9/2014 tarihli yazıyla başvurucunun idari gözetiminin Adana Sulh Ceza Hâkimliğince sonlandırıldığını, bu yüzden 6458 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince sınır dışı kararı alınmasını, kırk sekiz saat içinde Türkiye’den çıkış yapmasının başvurucuya bildirilmesini, bu süre zarfında idari gözetim kararı uygulanmaksızın 6458 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı maddesine göre kabul ve barınma merkezinde barındırılmasını, kırk sekiz saat içinde çıkış yapmadığı takdirde 6458 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasında göre idari gözetim kararı alınarak İstanbul GGM’ye sevk edilmesini, sınır dışı işlemlerinin İstanbul Valiliğince yerine getirilmesini Adana ve İstanbul Valiliklerine bildirmiştir. Adana Valiliği 24/9/2014 tarihinde 6458 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun idari gözetim altına alınmasına karar vermiştir. Başvurucu 25/9/2014 tarihinde Adana KBM’den İstanbul Kumkapı GGM’ye getirilmiştir. İstanbul Valiliği 26/9/2014 tarihinde 6458 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi gereğince başvurucunun sınır dışı edilmesine, maddesi gereğince de kamu düzeni açısından tehdit oluşturması, kaçma ve kaybolma riskinin bulunması sebebiyle bir ay süreyle idari gözetim altına alınmasına ve kırk sekiz saat içinde GGM’ye yerleştirilmesine karar vermiştir. İstanbul Valiliği 25/10/2014 tarihinde idari gözetimi bir ay süreyle uzatmıştır. Başvurucunun İstanbul Valiliğinin kararına karşı yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 6/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, İstanbul Valiliğinin sınır dışı etme kararına karşı İstanbul İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 2/6/2015 tarihinde yargılama masraflarının yatırılmaması nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 12/11/2015 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozmadan sonraki safahatla ilgili bir bilgi mevcut değildir. Başvurucu, Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/9/2014 tarihli kararına karşın GGM’den salıverilmediğini belirtmiştir. Bu konuda başvurucunun çeşitli kamu kurumlarına müracaatı olmuştur. Başvurucu, kendisini serbest bırakmayan Yabancılar Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları hakkında görevi kötüye kullanma ve mahkeme kararını icra etmeme suçlarından Adana ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıklarına 17/10/2014 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur. Adana Valiliği 19/12/2014 tarihli kararıyla polis memurları hakkında soruşturma izni vermemiştir. İstanbul Valiliği de Kumkapı GGM’de görev yapan polisler hakkında 8/12/2014 tarihinde soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara başvurucunun yaptığı itiraz, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulu tarafından 3/3/2015 tarihinde reddedilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 24/9/2014 tarihinde soruşturma izni verilmemesine dayanarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz ise İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/5/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu Dubai’ye gitmek istediğine dair dilekçe vermesi üzerine 12/12/2014 tarihinde Türkiye’den ayrılmıştır. İlgili hukuk için bkz. T.T., B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25; B.T., [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19436
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2019/22854 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/22854 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, kamu kurumlarında (İdareler) ve bu İdarelere hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken yapılan tespitler ve ilgili birimlerce başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının İdarelere bildirilmesi üzerine başvurucuların iş akitleri İdarelerce ve Şirketçe feshedilmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve İdareler aleyhine dava açmıştır. Davalı İdareler ve Şirket cevap dilekçelerinde; ilgili birimlerin yazıları ekinde davacının bilgilerinin de yer aldığı listede bulunan kişilerin terör örgütü yapılanması ile irtibatı ve iltisakı olduğu tespitine yer verildiğini, başvurucuların iş akitlerinin bu kapsamda ve 667 sayılı KHK'nın maddesi gereği feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Ekli tablonun (D) sütununda belirtilen mahkemelerce bakılan davalar reddedilmiştir. Kararlarda; başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklı nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf merciince (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucuların istinaf istemleri reddedilmiştir. Kararda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve ilgili birimin yazısı ile başvurucuların terör örgütü yapılanmalarıyla irtibatı olduğunun bildirilmesi nedeniyle mahkeme kararının hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Temyiz yolu açık kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları da Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince (Daire) reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker ([GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-35).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22854
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, kanun yolu incelemesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, usulüne uygun kamulaştırma işlemi yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin taşınmaza el konulması ile el atma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Adana'nın Sarıçam ilçesi Sofulu Mahallesi'nde bulunan 755 m² yüz ölçümlü ve tarla vasıflı 661 parsel sayılı taşınmazda başvurucuların murisi N.A. 9600/102425 oranında (820,55 m²) hisseye sahiptir. Başvurucuların murisi tarafından taşınmaza kamulaştırma yapılmaksızın el atıldığı gerekçesiyle 17/11/2008 tarihinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) aleyhine Adana Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Başvurucuların murisi bu davada, taşınmazın yol olarak kamulaştırıldığına ilişkin hiçbir tebligat yapılmadığı hâlde yol olarak kullanılmak suretiyle taşınmaza fiilen el atıldığını ileri sürmüş ve el atma nedeniyle 500 TL tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Mahkeme 9/6/2009 tarihinde, murisin taşınmazdaki hisseyi 18/7/1980 tarihli ifraz işlemi ile edindiği ve DSİ tarafından 1980 yılında taşınmaza el konulmasından itibaren yirmi yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince ( Hukuk Dairesi) 12/7/2010 tarihinde bozulmuştur. Hukuk Dairesi bozma gerekçesinde, taşınmaza hangi tarihte fiilen el atıldığının saptanmadığını belirterek taşınmaza 9/10/1956-4/11/1983 tarihleri arasında el atılmış ise 18/6/2010 tarihli ve 5999 sayılı Kanun ile 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na eklenen geçici maddesinin uygulanması gerektiğine işaret etmiştir. Yapılan karar düzeltme istemi Hukuk Dairesince 26/1/2011 tarihinde reddedilmiştir. Mahkemece bozmaya uyulmuş ve taşınmaz üzerinde 20/12/2011 tarihinde keşif yapılmıştır. Harita mühendisi bilirkişi tarafından düzenlenen 25/1/2012 tarihli raporda, taşınmaz üzerinde hâlen Çatalan Barajı yolunun bulunduğu ve taşınmazın 1979 tarihinde kamulaştırıldığı belirtilmiş, inşaat mühendisleri ve mülk bilirkişi tarafından düzenlenen 2/2/2012 tarihli raporda ise arsa olarak nitelendirilen taşınmazın kamulaştırmasız el atma değerinin 446 TL (58 m² arsa hissesi*148 TL/m² boş arsa birim fiyatı) olduğu tespit edilmiştir. Başvuru dosyası ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden bilirkişi raporları temin edilemediğinden hesaplama yöntemine ilişkin başka bir tespitte bulunulamamıştır. Başvurucuların murisi 29/4/2012 tarihinde davayı ıslah etmiş ve dava değerini 946 TL'ye yükseltmiş ve 7/5/2012 tarihinde ıslah harcı olarak 705 TL'yi mahkeme veznesine yatırmıştır. Muris 7/5/2012 tarihinde aynı taşınmaz için DSİ ve Sarıçam Belediye Başkanlığı aleyhine Adana Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2012/570 sayılı dosyası ile ayrı bir dava açmış ve dava kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası ile birleştirilmiştir. Birleşen davada muris, taşınmazın 1979 yılından bu yana fiilen yol olarak kullanıldığını belirterek 000 TL ecrimisil ödenmesini istemiştir. Mahkeme 28/2/2013 tarihinde asıl davanın kısmen kabulüne, 446 TL kamulaştırmasız el atma bedelinin murise ödenmesine, muris hissesinin tapu kaydının iptali ile bu kısmın yol olarak terkinine ve ecrimisil ödenmesi istemiyle açılan birleşen davanın reddine karar vermiştir. Yalnızca DSİ tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince ( Hukuk Dairesi) 25/9/2014 tarihinde bozulmuştur. Hukuk Dairesinin bozma gerekçeleri şu şekildedir:i. Taşınmaza yol yapılmak suretiyle 1980 yılında el atıldığı anlaşılmıştır. 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'la değişik 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesinin birinci ve ikinci fıkrasında "Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması halinde taşınmazın dava tarihindeki değeri taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak ve bu Kanunun 11 inci ve 12 nci maddelerine göre hesaplanmak suretiyle tespit edilir." hükmü öngörülmüştür.ii. Taşınmazın 1980 yılı itibarıyla 1/000 ölçekli uygulama imar planı içinde bulunup bulunmadığı, bu tarih itibariyle kesinleşmiş imar planı içinde olmadığının anlaşılması halinde belediye veya mücavir alan sınırları içinde olmakla beraber belediye ve altyapı hizmetlerinden (yol, su, elektrik, çöp toplama, kanalizasyon, aydınlatma vd. gibi) yararlanıp yararlanmadığı, özellikle etrafının meskûn olup olmadığı, taşınmaz belediye nazım imar planı içinde ise, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 17/4/1998 tarihli ve 1996/3-1998/1 sayılı kararı uyarınca bu plan kapsamına alındığı tarih ve plandaki konumunun hangi amaçla plan kapsamına alındığı, yerleşim merkezlerine uzaklığının, altyapı hizmetlerinden yararlanma ve ulaşım olanaklarının, kullanma biçimi itibarıyla iskân amacına yönelik yapılaşma olasılıklarının, Belediye Başkanlığından araştırılması gerekir. Bu konuda taraflara delillerini ibraz etmek üzere süre verildikten ve hava fotoğrafları da getirtilmek suretiyle taşınmazın 1980 yılı itibarıyla niteliği tespit edildikten sonra sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken eksik incelemeyle arsa olarak kabul edilerek bedel belirlenmesi doğru görülmemiştir.iii. Kabule göre de taşınmaz kadastro parseli olup bilirkişi kurulu raporunda emsal olarak incelenen 626 ada 7 parsel sayılı taşınmazın ise İmar Kanunu uyarınca düzenleme görmüş imar parseli olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda dava konusu taşınmazın emsalle karşılaştırma sonucu bulunan değerinden düzenleme ortaklık payına karşılık gelecek oranda indirim yapılması gerektiğinin düşünülmemesi doğru değildir. Ayrıca 2942 sayılı Kanun'un maddesinin (d) bendi gereğince emlak vergi değerlerinin de dava konusu taşınmaz ile emsalin karşılaştırılmasında gözönünde tutulması gerekir. Bu itibarla dava konusu taşınmazın ve emsalin emlak vergisine esas tutulan asgari m² değerlerinin oranı ile bilirkişi raporunda değerlendirmeye esas alınan oran birbirinden fahiş ölçüde farklı olduğunda bu farklılık ve çelişki giderilmelidir. Dosyadaki kayıtlara göre 2008 yılında dava konusu 661 parsel sayılı taşınmazın emlak vergisine esas değeri 10 TL, emsal alınan 626 ada 7 parselin değeri ise 14 TL'dir. Buna göre emsal taşınmazın dava konusu taşınmazdan daha değerli olduğu, dava konusu taşınmazın emsal taşınmazla en fazla eşdeğer kabul edilerek değerlendirme yapılabileceği düşünülmeden dava konusu taşınmaz daha değerli kabul edilerek vergi değerlerine ters düşecek şekilde yeterli, inandırıcı ve somut gerekçelere dayandırılmayan rapor doğrultusunda hüküm kurulması hatalı olmuştur. Mahkeme 16/4/2015 tarihinde bozmaya uyulmasına, birleşen (ecrimisil) dosya yönünden verilen ret kararı kesinleştiğinden asıl davada taraf olmayan davalı Belediyenin sistem üzerinden davalı sıfatının kaldırılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların murisi 12/8/2015 tarihinde vefat etmiştir. Geriye mirasçıları olarak başvurucular kalmış ve davaya başvurucular tarafından devam edilmiştir. Mahkeme 1/3/2016 tarihinde yeniden taşınmaz üzerinde keşif yapmıştır. Keşif sonrası bilirkişilerce sunulan raporlarda şu tespitlere yer verilmiştir:i. DSİ.nin 5/6/2009 ve 8/1/2014 tarihli yazılarında Çatalan Barajı Ulaşım Yolu işinin 1980 mali yılı yatırım programı ve uygulama planında yer aldığının tespit edildiği ve taşınmaza 1980 yılında el atıldığı bildirilmiştir. Ayrıca incelenen hava fotoğraflarından anılan tarihte taşınmaz kuru tarla vasıflıdır. ii. Kamulaştırma belgelerinde 661 sayılı taşınmazın 644 parsel sayılı tarla vasıflı taşınmazdan geldiğinin tespit edildiği ve 1980 yılı itibarıyla belediye mücavir alanı sınırları dışında olduğu belirtilmiştir.iii. Belediyenin farklı tarihli yazılarında, taşınmazın kapatılan Sofulu Belediye Meclisinin 5/9/2005 tarihli ve Adana Büyükşehir Belediye Meclisinin 18/1/2006 tarihli kararları ile onaylanan 1/000 ölçekli nâzım imar planı ve 1/000 ölçekli imar planı kapsamına alındığı, planda yol olarak göründüğü, belediye mücavir alanı içinde yapılaşmış bölgede bulunduğu, belediye altyapı hizmetlerinden faydalandığı, yerleşim merkezine uzaklığının 000 metre olduğu, ifraz yapılarak oluşan ve imar düzenlemesi yapılmadığından hâlen kadastro parseli olduğu ifade edilmiştir.iv. Taşınmazın 1980 yılındaki niteliği esas alınarak dava tarihi olan 17/11/2008'deki değeri tespit edilecektir. Bu kapsamda 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesine göre aynı Kanun'un ve maddelerine göre 2008 yılındaki Yüreğir İlçe Tarım Müdürlüğü (Sarıçam Belediyesi 2008 yılında kurulduğundan)verilerine göre münavebe uygulanarak değer belirlenecektir. Taşınmaz için el atma tarihine göre uygulanacak kapitalizasyon faiz oranı %6'dır.v. Taşınmaz 1980 yılında Adana merkezine 3-4 km mesafede bulunmakta ve Çukurova Üniversitesi arazisinin kuzeyinde kalmaktadır. Mevcut durumda ise Sarıçam ilçesi Sofulu Mahallesi'ndeki bölünmüş şehir içi ve çevre mahallelere ulaşım yolunun bir bölümünü oluşturmaktadır. Ayrıca tamamen yerleşim yeri içinde kalmış, kenarlarında konut ve işyerleri bulunmaktadır. Bölgede devlet tarafından yapılan destekleme ödemeleri taşınmazın değerini artırmakta olduğundan taşınmaza %50 oranında objektif değer artışı uygulanmalıdır.vi. Bu tespitlere göre taşınmazın dekar değeri 625 TL'dir. Buna göre taşınmazın toplam değeri (820,58 m²*625 TL/dekar) 974,60 TL/m²dir. Mahkeme 26/4/2016 tarihinde bileşen dosyanın kesinleşmesi nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına, kamulaştırmasız el atma tazminatına ilişkin asıl davanın kısmen kabulü ile 974,60 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline ve taşınmazın başvurucuların murisi adına kayıtlı 9600/102425 payının tapusunun iptali ile DSİ adına tesciline yasa yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Karar taraflarca temyiz edilmiştir. Hukuk Dairesi 10/5/2018 tarihinde, 4650 sayılı Kanun'la değişik 2942 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca kamulaştırma davalarında paydaşlar arasında zorunlu dava arkadaşlığı olmadığı, karar tarihinde yürürlükte bulunan 5219 sayılı Kanun'la değişik 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi uyarınca 190 TL'den az olan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin hükümlerin kesin olduğu gerekçesiyle temyiz istemlerini incelemeksizin reddetmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede başvuruculardan Orhan Arun'un e-devlet sistemi üzerinden Hukuk Dairesinin 10/5/2018 tarihli nihai kararını 1/6/2018 tarihinde 41, 38 ve 40 saatlerinde okuduğu kayıt altına alındığı anlaşılmıştır. Ayrıca Mahkemece çıkarılan tebliğ üzerine nihai karar başvurucular vekiline 14/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 12/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2942 sayılı Kanun’un ''Dava hakkı'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir....İştirak halinde veya müşterek mülkiyette, paydaşların tek başına dava hakları vardır....'' 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici maddesi şöyledir:''(Ek: 31/3/2011-6217/30 md.) (1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (Ek cümle: 1/7/2016-6723/34 md.) Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez. (3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.'' 1086 sayılı mülga Kanun’un ''Temyiz edilemeyen kararlar '' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(Yeniden Düzenleme: 26/9/2004 – 5236/16 md.) Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna gidilemez: Miktar veya değeri beşmilyar lirayı geçmeyen davalara ilişkin kararlar,... (1) numaralı bentteki kararlarda alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda, beşmilyar liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. Alacağın tamamının dava edilmiş olması hâlinde, kararda asıl istemin kabul edilmeyen bölümü beşmilyar lirayı geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Ancak, karşı taraf temyiz yoluna başvurduğu takdirde, diğer taraf da düzenleyeceği cevap dilekçesiyle kararı temyiz edebilir.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23695
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, kanun yolu incelemesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, usulüne uygun kamulaştırma işlemi yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin taşınmaza el konulması ile el atma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm Üçüncü Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların kabul edilemez olduğuna, başvurunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası bakımından Bölüm'e gönderilmesine ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu, en son Sayıştay başdenetçisi olarak görev yapmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi sonrası Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER) üzerinden 19/7/2016 ve 16/8/2016 tarihlerinde başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye mensubiyetinin bulunduğuna dair isimsiz ihbar mektupları gönderilmiştir. Başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan soruşturma başlatılmış ve bu kapsamda gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 24/10/2016 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğünde (Emniyet) alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle eğitim hayatının tamamını devlet okullarında tamamladığını, sadece 2003 yılında bir sene boyunca örgüte müzahir olduğu değerlendirilen Maltepe Dershanesine gittiğini, bu süreç boyunca bir defaya mahsus olmak üzere Kadir Gecesi programına katıldığını, bunun haricinde herhangi bir etkinliğe katılmadığını belirtmiştir. Başvurucu; ifadesinin devamında Gümrük Müsteşarlığında stajyer kontrolör olarak, Sayıştayda ise denetçi ve başdenetçi olarak görev yaptığını, örgütsel iletişime hizmet eden herhangi bir uygulamayı telefonuna ya da bilgisayarına yüklemediğini, himmet adı altında örgüte adına para toplamadığını, kimsenin de kendisinden böyle bir talepte bulunmadığını, örgütün toplantılarına katılmadığını, Bank Asyada hesabının olmadığını, Digitürk aboneliğinin bulunduğunu ancak aboneliğini iptal ettirmediğini, meslek hayatı boyunca herhangi bir adli ya da idari soruşturma geçirmediğini beyan etmiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca silahlı terör örgütü yöneticiliği suçundan tutuklanması istemiyle 27/10/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince aynı tarihte yapılmış, sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, Emniyetteki ifadesine benzer şekilde beyanlarda bulunmuştur. Hâkimlik, sorgu sonucunda başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, şüphelilerin kaçma şüphesi altında olduğunu gösteren somut olguların bulunması, delilleri yok etme gizleme değiştirme ihtimalini gösteren olguların bulunması ve süphelilere isnat edilen suçun niteliği, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde öngörülen suçlardan oluşu ve atılı suç ile tutuklama tedbirinin orantılı bir tedbir niteliğini taşıması dikkate alınarak şüpheliler ... ve AKİF ÇENDEK'in isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ... TUTUKLANMASINA ..." Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 9/11/2016 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu anılan kararı aynı tarihte öğrendiğini bildirmiş ve 25/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu, soruşturmanın devamı sürecinde 29/10/2016 tarihinde 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19/10/2017 tarihinde soruşturmanın geldiği aşama, mevcut delil durumu, başvurucunun ByLock kullanıcısı olduğuna dair tespitin bulunmaması ve tutuklu kaldığı süreyi dikkate alarak başvurucunun tahliyesini talep etmiştir. Bunun üzerine başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/10/2017 tarihli kararıyla tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...İncelenen dosya kapsamına göre şüphelinin şüphelinin sabit ikametgah sahibi olduğu, soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumu itibariyle (toplanan deliller itibariyle şüphelinin BYLOCK kullanıcısı olduğuna dair tespit bulunmaması ve tutuklu kaldığı süre gözetilerek) tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu kanaatine varılmakla, şüpheli AKİF ÇENDEK ... hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebinin KABULÜ İLE şüpheli hakkındaki ... tutuklama kararının KALDIRILMASINA..." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 9/6/2020 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili yapılan değerlendirmeler şöyledir:-Başvurucu, 675 sayılı KHK ile meslekten çıkartılmıştır.- Mali Suçları Araştırma Kurulu tarafından düzenlenen 25/4/2017 tarihli raporda, hakkında aynı suçtan işlem tesis edilen E. ile 1 defa toplamda 000 TL ve B.K. ile 1 defa toplamda 600 TL para transferinin bulunduğu belirtilmiştir.- Başvurucu hakkında ihbarda bulunan ve 17/10/2017 tarihinde tanık olarak ifadesine başvurulan S.S.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:"Bana sormuş olduğunuz 19/07/2016 başvuru tarihli Bimer başvurusunu ben gönderdim. Akif Çendek'i tanırım. Kendisi benim eşimin Halasının oğlu olur. Uzun yıllardır akrabam olması nedeniyle tanışırız ve görüşürüz. Lise yıllarını bilmemekle beraber İstanbul da Marmara Üniversitesinde okuduğu dönemde Fetö'ye ait yurt ve evlerinde kaldığını biliyorum. Akrabalık nedeni ile zaman zaman bir araya geldiğimizde kendisinin Fetullah Gülen'i öven konuşmaları yapması nedeniyle aramızda tartışmalar da oldu. 17-25 Aralık sürecinden sonra da benzer konuşmalara devam etti. Bundan dolayı kendisi ile görüşmeyi kestim. Bildiğim kadarıyla eşiyle de cemaat vasıtası ile evlenmiştir. Sayıştay'da bulunduğu dönemlerde de benzer işlerine devam etmiştir. Bildiğim kadarıyla da örgütün toplantılarına katılır. İsmini hatırlayamadığım Keçiörende olduğunu bildiğim bir cemaat abisi ile görüşüyordu. Halen de bu kişi ile görüştüğünü biliyorum ancak bu kişiyi tanımıyorum. Zaman zaman mali konularda da bu kişiye danıştığını biliyordum. Kendisi ile aramda bir husumet yoktur. Himmet şeklinde örgüte para yardımında bulunduğunu bizzat bilmiyorum. Ancak örgütle ilgili kişilere zaman zaman yardım yaptığını duydum ..."- Başvurucu hakkında ihbarda bulunan ve 15/4/2019 tarihinde tanık olarak ifadesine başvurulan F.K.nın beyanının ilgili kısmı şöyledir:"BİMER Başbakanlık İletişim Merkezine gönderilen 16/8/2016 tarih[li] ... başvuruda 2003-2012 yılları arasında lisede Lise hazırlıkta bir yıl, üniversitede yarım yıl ve mezun olduktan sonra da yarım yıl FETÖ içinde bulunmuş 17-25 Aralık kumpası olmadan 1 yıl öce bu örgütle ilişkisini koparmış bir vatandaş olarak anlatacaklarımda isimlerini vereceğim şahısların halen FETÖ ile bir ilişkileri varsa bu kişilerin tespit edilmesi ve gereğinin yapılmasını arz ederim...Lise sınıfta FETÖ mensupları ile tanıştım lise sınıfta bizim öğrenci grubundan sorumlu şahıs Akif Çendek (marmara işletme mezunu sayıştayı kazandı)...idi...Lise sınıfta İstanbul ili Bağcılar semtinde Fettullah Gülen yapılanmasına ait evlerde şu an adreslerini hatırlayamadığım üniversite öğrencilerinin bulunmuş olduğu evlere ders çalışmaya gidiyordum. Bu evler genelde Askeri okullara öğrenci hazırlayan evlerdi ve askeri okullara hazırlanan öğrencilere vasıflı talebe deniliyordu...2003 yılında Lise sınıfta gittiğim evde öğrenci grubundan sorumlu olan şahıs Akif Çendek (marmara işletme mezunu sayıştayı kazandı)..idi..."- BİMER aracılığıyla gizli olarak yapılan 19/7/2016 tarihli ihbarda, başvurucunun örgüte bağlı olduğu, örgütün okullarında okuduğu, örgüte maaşından bağışta bulunduğu şeklinde beyanda bulunulmuştur.- BİMER aracılığıyla gizli olarak yapılan 19/7/2016 tarihli ihbarda, başvurucunun FETÖ/PDY mensubu olduğu ve şüphelinin halen örgütü desteklediği şeklinde beyanda bulunulmuştur. Başvurucu hakkındaki soruşturma bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. A. Kanun Metinleri 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)..."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 14/1/2019 tarihli ve E.2018/3259, K.2019/207 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"Bir hücre evi ya da en küçük örgüt biriminin sorumlusu erkekler için 'abi', kadınlar için 'abla'dır. Abilik örgütte hocalık makamıdır. Hiyerarşiye göre üst tabaka belirler ve görevine son verir. Üyeler abiye itaat etmek mecburiyetindedir. Lider ve abilerin alttakiler tarafından seçimi söz konusu olmaz ve onaylamalarına da gerek yoktur. Abilik dokunulmazdır." Yargıtay Ceza Dairesinin 4/7/2018 tarihli ve E.2018/1520, K.2018/2237 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"... FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca kullanılan kriptolu iletişim ağı ByLock'u kullandığı, dosyada ifadesi bulunan ve etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan B.'nin beyanlarından da anlaşılacağı üzere, örgüt içerisinde Kartepe bölgesinden sorumlu ve lisans mezunlarını askeri okullara hazırladığı belirtilen sanık ile ilgili hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımların kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 16/1/2018 tarihli ve E.2017/3415, K.2018/495 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün diğer örgütlerden farklı kendine özgü eleman kazanma, örgütlenme, gizliliği sağlama amaçlı iletişim sistemi ve diğer örgütlerden farklı bir faaliyet sistemi vardır. Genel olarak eleman temini okul-dersane üzerinden sağlanmakta, sohbet adı altında yapılan örgütsel toplantılarla örgütsel bilinç verilip, örgütsel bağın canlı tutulmasına çalışılmakta, himmet adlı nakdi yardımlar ve diğer faaliyetler ve hukuka aykırı yöntemlerleörgüte gelir temin edilmektedir..." Yargıtay Ceza Dairesinin 5/12/2019 tarihli ve E.2018/4735, K.2019/7776 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Askeri mahrem yapılanmasında yer alan bir örgüt mensubunun hayatını dört evrede özetlemek mümkündür. Bunlar şu şekildedir:- Birinci evre; Işık Evi, - İkinci evre; Hususi/Özel ev,- Üçüncü evre; Askeri okullardaki eğitim süreci,- Dördüncü evre; Birim yapılanması,Çocuk yaşta örgüte kazandırılan öğrenciler, talebe evlerinden alınarak mahrem yapı dışındaki kişilerin bilmediği ve sadece mahrem hizmetlerde kullanılan özel evlere yerleştirilmektedir.Örgüt mensupları, ortaokul ve lise dönemlerinden itibaren düzenli olarak örgüt liderinin ses veya görüntü kaydı haline getirilmiş vaazlarını, kitaplarını sohbet toplantılarında dinlemekte, izlemekte ve okumaktadır. Sohbet toplantıları, örgüt tarafından masum dini faaliyetler gibi gösterilmeye çalışılarak ardındaki örgütsel fikir ve idealler gizlenmektedir. Oysaki bu toplantılarda, dini kılıf altında ya da buzdağının görünmeyen yüzünü oluşturan kısımlarında örgütsel bir bakış açısı kazandırılmaktadır....Askeri Mahrem Yapılanmada örgüt, özel olarak seçip yetiştirdiği elemanlarını Askeri Okullara sokarak dikey büyüme stratejisini takip etmekte, Emniyet Mahrem Yapılanmasında olduğu gibi sızdırdığı bu elemanlarını kullanarak kendi örgütüne mensup olmayan öğrencileri saflarına çekerek yatay büyüme stratejisini uygulamadığı görülmektedir.Türk Silahlı Kuvvetlerinin eğitim birimlerine giren öğrencilerin örgütsel görevi hedef üniteye girmekle sonlanmaz. Öğrenci sınavı kazandıktan sonra, kendisini hazırlayan abisi ya da onun yerine görevlendirilen başka bir abi ile takibi yapılır. Bu abiler vasıtasıyla hedef ünitelere sokulan örgüt mensubu öğrencilerle sık sık görüşülür. İrtibatın hiçbir zaman koparılmadığı FETÖ mensuplarının sadakatlerine göre gruplara ayrılarak eğitim hayatları boyunca bir an olsun boş bırakılmadan verilen görevleri yerine getirmesi istenir. Öğrenci okulu bitirene kadar bu işlemler, bu şekilde büyük bir gizlilikle devam eder."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/72351
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; depremde konutların yıkılması üzerine kamu makamlarının kusurlarından dolayı açılan tam yargı davasında idarelerin kusur oranlarının düşük belirlenmesi ve hükmedilen manevi tazminatın yetersiz görülmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının, reddedilen kısım üzerinden nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1943 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir.A. Bireysel Başvurudan Önceki Gelişmeler Başvurucuya ait Yalova ili Çiftlikköy ilçesi "Aydın 5 Sahil Sitesi A Blok No:18 ve D Blok No: 24" adreslerinde bulunan iki adet taşınmaz, 17/8/1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucu yıkılmıştır. Başvurucu 16/8/2000 tarihinde Yalova Belediye Başkanlığı (Belediye) ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığına (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı) tazminat ödenmesi istemiyle başvurmuştur. Talebin reddi üzerine başvurucu 2005 yılı içinde ancak dosyadan tam olarak anlaşılamayan bir tarihte, Belediye ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı aleyhine Bursa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talepli tam yargı davası açmıştır. Mahkemece, zararın meydana gelmesinde davalı idarelerin kusurlarının bulunup bulunmadığının ve varsa kusur oranlarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Üç akademisyenden oluşan bilirkişi heyeti tarafından Mahkemeye sunulan raporda, yapının inşa edildiği yörenin etkili depremler ürettiği bilinen Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF) üzerinde bulunduğu belirtilmiş; yapının inşa edildiği yerde taban kayası ve taban formasyonunun üzerindeki zeminin kalınlığının kontrol edilmediği ifade edilmiş; Belediye tarafından yörenin zemini için makro bölgelendirme çalışmasının yapılmadığına işaret edilmiş; depremden önce afete uğrayabilecek yerlerin tespit ve ilan edilmediği ve bu tür yerlerde kat kısıtlamalarının belirlenmediği vurgulanmış ve sonuç olarak Belediyenin tam kusurlu olduğu kanaatine ulaşılmıştır. Raporda buna karşın Bayındırlık ve İskan Bakanlığının gereken yönetmelik ve haritaları yaptığının altı çizilerek bir sorumluluğunun bulunmadığı görüşü açıklanmıştır. Raporda ayrıca, yıkılan konutların maliyeti 083,39 TL olarak tespit edilmiştir. Mahkeme 28/5/2007 tarihli kararla bilirkişi raporunu esas alarak Belediye aleyhine 083,39 TL maddi tazminata hükmetmiş, davanın Bayındırlık ve İskan Bakanlığı aleyhine açılan bölümünü ise Bakanlığın kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Mahkeme ayrıca Belediye aleyhine 000 TL manevi tazminata da hükmetmiştir. Mahkeme kararı, Danıştay Altıncı Dairesinin (Daire) 3/3/2008 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme tekrar bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi raporunda, ihtilaf konusu yapıların alüvyonlu topraklar üzerine yapılmış olmasının depremin olumsuz etkilerini artırdığı belirtilmiştir. Raporda; i. Bayındırlık ve İskan Bakanlığının bölgede şiddetli depremlerin olabileceği öngörülmesine rağmen detaylı bir zemin araştırması ve mikro bölgelendirme çalışmalarını yapmaması, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeleri tespit etmemesi, zemin parametrelerine göre inşa edilebilecek yapıların kat adetleri ve diğer özelliklerini belirlememesi, gerçekleşen depremi boyutlandırma açısından yeterli düzenleyici işlemleri çıkarmaması nedeniyle%20,ii. Belediyenin imar planlarının hazırlanmasında mikro bölgelendirme çalışmalarını yapmaması, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeleri tespit etmemesi, zemin parametrelerine göre inşa edilebilecek yapıların kat adetlerini ve diğer özelliklerini ayrıntılı olarak belirlememesi, Belediye sınırlarındaki yerleri imara açması ve yapı ruhsatı vermesi nedeniyle %50,iii. Fenni mesulün yapıya ait statik projeleri zemin parametreleri olmadan uygulatması, müteahhitin yerine getirdiği uygulamalarda gerekli denetim ve kontrolleri eksik yapması nedeniyle %15,iv. Müteahhitin zemin etüdü yapılmadan oluşturulan yapının uygulamasını yapması ve muhtemelen standartlara uygun olmayan malzemelerin kullanılmasına sebep olması nedeniyle %10,v. Statik proje müellifinin yapının bulunduğu zeminin özellikleri bilinmeden statik hesapları ve deprem hesaplarını yapması nedeniyle %5 oranlarında kusurlu bulundukları saptanmıştır. Mahkeme 8/7/2011 tarihli kararıyla, toplam 083,89 TL olan maddi zararın bilirkişi raporundaki kusur oranları doğrultusunda 541,94 TL'sinden (%50) Belediyeyi, 416,77 TL'sinden (%20) Bayındırlık ve İskan Bakanlığını sorumlu tutarak anılan tutarların idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte söz konusu idareler tarafından başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca Belediye aleyhine 000 TL, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı aleyhine ise 800 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme son olarak, reddedilen miktar üzerinden kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (AAÜT) uyarınca hesaplanan 550,70 TL nispi vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davalı Belediyeye verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 6785, 3194 ve 7169 sayılı Kanunlar ile 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve bunlara dayanılarak çıkartılan ikincil mevzuatın Belediye ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığına yapıların inşa edileceği yerin seçimi ve inşası ile ilgili sorumluluklar yüklediği belirtilmiş ve somut olayda her iki idarenin de bu sorumluluklarını yerine getirmediği ifade edilmiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 29/1/2013 tarihli ilamıyla yargılama giderleri dışındaki kısım yönünden onanmış; kararın yargılama giderlerine ilişkin hüküm fıkrası, nispi vekâlet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmı dâhil bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Dairenin 21/4/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Anılan karar 21/5/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvurudan Sonraki Gelişmeler Bozma kararına uyan Mahkemece yeniden yapılan yargılama sonucu davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca reddedilen miktar üzerinden 116,64 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davalı Belediyeye verilmesine karar verilmiştir. Mahkeme kararı, Dairenin 13/6/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. Daire kararına karşı başvurucu ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından karar düzeltme yoluna başvurulmuş olup karar düzeltme istemi henüz karara bağlanmamıştır. İLGİLİ ULUSLARARASI HUKUK İlgili uluslararası hukuk içinbkz. Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A. Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, §§ 22-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10279
Başvuru, depremde konutların yıkılması üzerine kamu makamlarının kusurlarından dolayı açılan tam yargı davasında idarelerin kusur oranlarının düşük belirlenmesi ve hükmedilen manevi tazminatın yetersiz görülmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının, reddedilen kısım üzerinden nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22328
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, gazeteci olan başvurucunun ulusal bir gazetede yayımlanan köşe yazısında geçen ifadeler nedeniyle hakaret suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. 1927 doğumlu olan başvurucu; kendisini gazeteci, yazar, sivil toplum gönüllüsü, emekli Kültür ve Turizm Bakanlığı müsteşarı olarak tanıtmaktadır. Başvurucu, olayların geçtiği tarihte çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yapmakta ve ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetede siyasi konularda gündeme ilişkin makaleler yazmaktadır. Başvurucu 15/3/2015 tarihinde gazetede bir yazı kaleme almıştır. Başvurucunun makalede kullandığı ifadelerin onur ve saygınlığa saldırı niteliğinde olduğu belirtilerek başvurucu hakkında suç duyurusunda bulunulmuş ve ceza davası açılmıştır. Yargılamayı yapan Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesi başvurucunun mahkûmiyetine, 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 12/7/2016 tarihinde öğrendikten sonra 10/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14203
Başvuru, gazeteci olan başvurucunun ulusal bir gazetede yayımlanan köşe yazısında geçen ifadeler nedeniyle hakaret suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucuların izinsiz bildiri dağıtarak ve slogan atarak kişilere rahatsızlık verme kabahatini işledikleri gerekçesiyle haklarında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 27/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/489, 2018/493, 2018/501, 2018/504, 2018/510, 2018/518, 2018/519, 2018/585, 2018/621 ve 2018/872 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2018/402 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Ayrıca OHAL döneminde çeşitli kurumlarda görev yapan çok sayıda kamu görevlisi, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca (MGK) karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamudan ihraç edilmiştir.B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Başvurucular, başvuruya konu olayın meydana geldiği 7/10/2016 tarihinde Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM SEN/Sendika) İstanbul 7 No.lu şube üyesidir. Başvurucular 7/10/2016 tarihi saat 20 sıralarında İstanbul Avcılar'da yer alan bir cadde üzerinde "İşimize Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz, Bu Ağır Saldırıyı da Püskürteceğiz" başlıklı bir bildiriyi vatandaşlara dağıtmaya başlamıştır. Bildirinin dağıtıldığı yere gelen polisler tarafından, başvurucular hakkında çevreyi rahatsız ettikleri gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 105 TL idari para cezası uygulanmış ve aynı gün kendilerine tebliğ edilmiştir. Başvurucular, bildiri dağıtma eyleminin 5326 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında cezalandırma konusu yapılamayacağını ve sendikal kapsamda barışçıl bir şekilde gerçekleştirdikleri eylemlerinin herhangi bir suç teşkil etmediğini belirterek idari para cezalarına ayrı ayrı itiraz etmiştir. İtirazları inceleyen Küçükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucuların eylemini "kişilerin talebi ve istemi olmaksızın bildiri dağıtmaya çalışmak ve slogan atmak suretiyle kişilere rahatsızlık vermek" olarak değerlendirmiş, uygulanan idari yaptırım kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazları 30/11/2017 tarihinde ayrı ayrı reddetmiştir. Karar 15/12/2017 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 27/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mevcut başvurulara ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020, §§ 14-19; Kadriye Çağlar Yılmaz, B. No: 2017/22304, 1/7/2020, §§ 14-
Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/402
Başvuru, başvurucuların izinsiz bildiri dağıtarak ve slogan atarak kişilere rahatsızlık verme kabahatini işledikleri gerekçesiyle haklarında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, askerlik hizmetinin yerine getirilmesi sırasında meydana gelen patlamada yaralanma sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/06/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 8/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 24/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 9/10/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu olan yargılama dosyasından tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Silvan Jandarma Komando Taktik Alay Tabur Komutanlığında askerlik görevini yapmakta iken 17/3/2009 tarihinde roketatar intibak atış eğitimi yapıldığı sırada başka bir erin atış yaptığı roketin namlu içinde patlaması sonucu yaralanmıştır. Bir dizi tedavi, hava değişimi ve ameliyatın ardından Kasımpaşa Asker Hastanesinin 26/3/2010 tarihli raporu ile başvurucunun askerliğe elverişli olmadığına karar verilmiş ve başvurucu 5/4/2010 tarihinde terhis edilmiştir. Anılan sağlık raporu ise 25/6/2010 tarihinde onaylanmış ve 8/12/2010 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucunun söz konusu raporu ibraz ederek yaptığı müracaat üzerine Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının 7/3/2011 tarihli kararıyla malul olduğuna karar verilmiştir. 12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinde, idari işlemler ve idari eylemler ile idarenin sorumlu tutulabildiği diğer durumlarda vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalarda asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu kurala bağlanmıştır. Başvurucu, 31/10/2011 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde uğradığı zararlardan dolayı maddi ve manevi tazminat istemiyle dava açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 19/6/2012 tarihli ve E.2011/ K.2012/282 sayılı karar ile yargılamanın devamı sırasında Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararıyla, 6100 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen kuralın iptaline karar verildiği gerekçesiyle görevli olmadığından bahisle davayı usulden reddetmiştir. Anılan karar 11/9/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu bu karar üzerine 000 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Dairesi 10/10/2012 tarihli ve E.2012/846, K.2012/905 sayılı kararında "idari eylemler nedeniyle zarara uğrayanların zarar doğuran eylemi öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl içinde ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde idareye başvurarak zararlarının karşılanmasını istemeleri, idarece bu konuda verilecek cevabın yazılı bildirim tarihinden itibaren altmış gün içinde, şayet altmış gün içinde cevap verilmez ise bu sürenin bittiği tarihten başlayarak ikinci altmış gün içinde dava açmaları gerekmektedir. Davacının, atış yapıldığı sırada, roketin namlu içerisinde patlaması sonucu yaralandığı, olayın ardından bir dizi tedavi, 5, 3, 6 ay hava değişimi ve ameliyatın ardından Kasımpaşa Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 2010 tarihinde onaylanan 2010 tarih ve 1712 sayılı raporu ile “Mandibula Kırığı-Arif Ameliyatlısı, Sağ Median Sinir Lezyon” tanısıyla davacının askerliğe elverişli olmadığına karar verildiği, dava konusu olay nedeniyle meydana gelen yaralanmasına ilişkin zararı tedavi süreci sonucunda düzenlenen Kasımpaşa Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 2010 tarihinde onaylanan 2010 tarih ve 1712 sayılı raporu ile öğrendiği, bu durumda davacının rapor tarihinde veya lehine bir kabulle en geç rapor onay tarihi olan 2010 tarihinde zarar doğuran eylemi öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği, Sosyal Güvenlik Kurumunun yukarıda belirtilen 2011 tarihli kararının veya raporun tebliğ tarihinin zararın öğrenilme tarihini etkileyen bir niteliği olmadığı, buna göre, bu tarihlerden itibaren bir yıl içerisinde, bu tarihte sonradan Anayasa Mahkemesince 2012 tarihinde iptal edilen Hukuk Muhakemeleri Kanununun maddesi yürürlüğe girmediği için, zararın karşılanması için idareye müracaat etmesi, idarece isteğinin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin yazılı bildirim tarihinden itibaren altmış gün içinde, şayet altmış gün içerisinde cevap verilmez ise bu sürenin bittiği tarihten başlayarak ikinci altmış gün içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dava açması gerekirken, bir yıllık sürenin geçmesinden sonra, 2011 tarihinde, idari başvuru yapılmadan doğrudan Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada süre aşımı bulunduğu" gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 8/5/2013 tarihli ve E.2012/1183, K.2013/555 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 20/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “İhtiyari müracaat” başlıklı maddesinin (a) bendi şöyledir: “Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.” Anılan Kanun’un “Dava açma süresi” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.” Anılan Kanun’un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.” 6100 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen “Ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların tazmini davalarında görev” başlıklı maddesi şöyledir: “Her türlü idarî eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddî ve manevî zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır.” 6100 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmaz.” 6100 sayılı Kanun’un “Yürürlük” başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanun 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe girer.” 1/7/2012 tarihi itibarıyla yürürlükten kaldırılan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müruru Zaman” başlıklı maddesi şöyledir:“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.Şukadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.Eğer haksız bir fiil, mutazarrır olan taraf aleyhinde bir alacak tevlit etmiş olursa, mutazarrır kendisinin tazminat talebi müruru zaman ile sakıt olsa bile o alacağı vermekten imtina edebilir.” Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idarî yargıda bir bölümünün adlî yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir. Esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramları, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlardır. İdare hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakârlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkündür. Özel hukuk alanındaki kusursuz sorumluluk halleri ise belirli konular için düzenlenmiş olup sınırlıdır. İdarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idarî yargı yerlerinde görülmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı idari eylem, işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden olduğu söylenemez.Öte yandan, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un maddesine göre, Mahkemenin, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya aykırılığı hususunda ileri sürülen gerekçelere dayanma zorunluluğu yoktur. Mahkeme, taleple bağlı kalmak şartıyla başka gerekçeyle de Anayasaya aykırılık kararı verebilir. Bu nedenle iptali istenen kural Anayasa'nın maddesi yönünden de incelenmiştir. Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasında, 'Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.' hükmü yer almaktadır. Anayasa'nın maddesi gereğince asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar, adli yargının değil; askeri idari yargının yani Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görev alanına girmektedir. İptal konusu kural ile, vücut bütünlüğünün kısmen ya da tamamen yitirilmesine yol açan eylem veya işlem, bir askeri hizmete ilişkin olsa ve bir asker kişiyi ilgilendirse bile, bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar asliye hukuk mahkemesinin görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların kanunla adli yargının görev alanına sokulması Anayasa'nın maddesine de aykırılık oluşturur.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4072
Başvuru, askerlik hizmetinin yerine getirilmesi sırasında meydana gelen patlamada yaralanma sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/13241 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/13241 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13241
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı bir iddianın karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, 1977 doğumlu olup Şanlıurfa'ya bağlı bir köyde yaşamaktadır. Başvurucunun beyanına göre okuma yazması yoktur. Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü, sosyal medya hesapları aracılığıyla terör örgütü propagandası yapan şahıslara yönelik araştırma başlatmıştır. Bu araştırmalar sonucunda 2015 yılında çeşitli tarihlerde başvurucunun adıyla açılan, fotoğrafının bulunduğu bir sosyal medya hesabından terör örgütü propagandası içeren paylaşımlar yapıldığı tespit edilmiştir. Başvurucu, terör örgütü propagandası yapma suçundan 19/10/2017 tarihinde gözaltına alınmış; 25/10/2017 tarihinde ise tutuklanmıştır. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında anılan suçtan kamu davası açmıştır. Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) yaptığı yargılama sonucunda 22/12/2017 tarihinde başvurucunun terör örgütü propagandası yapma suçundan 4 yıl 8 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu; soruşturma ve yargılamanın her aşamasında suça konu paylaşımların yapıldığı sosyal medya hesabının kendisine ait olmadığını, başkaları tarafından adının ve fotoğrafının kullanılarak açılan bu sosyal medya hesabının kullanıldığını ileri sürmüştür. Mahkeme, başvurucunun bu savunmasına itibar etmeyerek mahkûmiyetle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanık mahkememizde alınan savunmasında paylaşımların kendisine ait olmadığını, profil sayfasına fotoğrafının nasıl girdiğini kendisininde bilmediğini, facebook hesabı kullanmadığını, Whatsapp hesabının olduğunu belirtmiş, sanık müdafisi de müvekkilinin üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmadığını, müvekkilinin beraatine karar verilmesini talep etmiş ise de, sanığın mahkememiz kabulünde belirtilen paylaşımları kendisine ait facebook adresinde yayınladığı, facebook hesabının profil sayfasında sanığın fotoğrafının bulunduğu, yapılan paylaşımların sayısı ve içeriği dikkate alındığında sanığın savunmasının cezalandırılmaktan kurtulmaya yönelik olduğu, sanığın açık kaynak araştırma tutanağında belirtildiği üzere silahlı terör örgütü mensubu silahlı kişilerin bulunduğu fotoğrafların paylaşıldığı, sanığın silahlı terör örgütü PKK'nın propagandasını yaptığı, söz konusu paylaşımların bir kısmında cebir ve şiddeti teşvik edecek silahlı paylaşımların bulunması dikkate alınarak sanığın sabit olan basın ve yayın yoluyla ve zincirleme suç hükümleri gereğince silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçundan dolayı 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/2, birinci cümle, 7/2, ikinci cümle gereğince cezalandırılmasına, yine sanık 15/07/2014-28/08/2015 tarihleri arasında değişik zamanlarda paylaşımlarda bulunduğundan sanığa verilen cezada zincirleme suç hükümlerini düzenleyen 5237 sayılı TCK'nın 43/1 fıkrası gereğince yapılan 50'ye yakın paylaşım dikkate alınarak takdiren 1/2 oranında artırım yoluna gidilerek sanığın cezalandırılması yoluna gidilmiştir.Dosya içerisinde bulunan 19/10/2017 tarihli tutanakta belirtildiği üzere, arama sonucunda sanığın cep telefonuna ve sim kartına el konulduğu, sanığın mahkememizdeki savunmasında facebook hesabının kendisine ait olduğunu beyan ettiği dikkate alınarak mahkememizce dijital verilerin beklenmesi esasa etkili olmadığından beklenmesine yönelik ara karardan vazgeçilmesine karar verilmiştir.Sanığın sabit olan basın ve yayın yoluyla zincirleme suç hükümleri gereğince silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçundan dolayı sanığın kastının yoğunluğu, meydana gelen tehlikenin ağırlığı, eylemine devam etmekteki ısrarı, yapılan paylaşımların içeriği dikkate alınarak alt sınırdan uzaklaşmak suretiyle sanığın takdiren ve teşdiden neticeten hapis cezası ile cezalandırılmasına, sanığa verilen hapis cezasının süresi dikkate alınarak sanığa verilen hapis cezasının ertelenmesine yer olmadığına ve sanık hakkında kurulan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına, sanığın gözaltında ve tutuklulukta kaldığı sürenin sanığa verilen cezadan 5237 sayılı TCK'nın Maddesi gereğince mahsubuna, sanıktan ele geçirilen ve dijital incelemeye esas olmak üzere el konulan dijital materyalların sanıkla ilgili rapor geldikten sonra sanığa iadesine, sanığa verilen ceza miktarı dikkate alınarak hükmen tutukluluk halinin devamına dair mütalaaya uygun olarak oybirliğiyle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, daha önceki savunmalarında olduğu gibi paylaşımların yapıldığı sosyal medya hesabının kendisine ait olmadığını belirterek karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi, Mahkeme tarafından hapis cezasına ilişkin yapılan hesap hatasını 3 yıl 20 ay 7 gün hapis cezası olarak düzelterek istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Başvurucu, daha önceki itirazlarını yineleyerek kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, Mahkemenin ikrara yönelik kabulünün hatalı olduğu tespitinde bulunmasına karşın bunun sonuca etkili olmadığını belirterek 29/6/2021 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucu, nihai kararı 23/9/2021 tarihinde öğrendikten sonra 21/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/52004
Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı bir iddianın karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, intihar olayında yakınlarının yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması ve olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular Songül ve Satılmış Çağıran 2015/15853 numaralı başvuruyu 17/9/2015 tarihinde, tüm başvurucular 2016/11768 numaralı başvuruyu 22/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2016/11768 numaralı başvuru ile 2015/15853 numaralı başvuru, konu bakımından aynı nitelikte olmaları nedeniyle 2015/15853 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmiş ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde sunulan, ayrıca ilgili Cumhuriyet Başsavcılıkları ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Hasdal Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığından (Askerî Savcılık) temin edilen soruşturma dosyalarındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakını olan 1993 doğumlu A.Ç. Muhabere Alayı TASMUS Taburu TASMUS Bölük Komutanlığında muhabere er olarak zorunlu askerlik görevini ifa etmekteyken 10-11/5/2014 tarihlerini kapsar biçimde birliğinden iki günlük hafta sonu izni almıştır. 11/5/2014 tarihinde ablası olan başvuruculardan Selin Çağıran ve kuzeni A.A. ile yemek yedikleri sırada A.Ç., Alışveriş Merkezinin (AVM) en üst katından atlayarak intihar etmiştir. A.Ç. kaldırıldığı Özel P. Hastanesinde aynı gün vefat etmiştir.A. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Tarafından Resen Yürütülen Soruşturma Kapsamındaki Olaylar Olayla ilgili olarak Bahçelievler İlçe Emniyet Müdürlüğünce (Emniyet Müdürlüğü) 11/5/2014 günü saat 00'te düzenlenen tutanağa göre olayın Emniyet Müdürlüğüne saat 45 sıralarında bildirilmesi üzerine olay yerine intikal edilmiş ve o sırada A.Ç.nin ambulansa taşındığı görülmüştür. Bunun üzerine gerekli birimlere haber verilerek hastaneye gidilmiş fakat yapılan tüm müdahalelere rağmen şahsın vefat ettiği ilgili polis memurlarına Özel P. Hastanesi tarafından saat 00 sıralarında bildirilmiştir. Olayın Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) bildirilmesi üzerine resen başlatılan 2014/47902 numaralı soruşturma kapsamında ölü muayenesi işlemini müteakip gerçekleştirilen 11/5/2014 tarihli otopsi işlemi sonucu Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca 23/6/2014 tarihli rapor hazırlanmıştır. Raporda kişinin ölüm sebebinin genel beden travmasına bağlı kemik kırıklarıyla birlikte iç organ ve büyük damar yaralanmasıyla gelişen iç kanama olduğu belirtilmiştir. İlçe Emniyet Müdürlüğünün Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Grup Amirliği tarafından aynı gün olay yeri inceleme raporu düzenlenmiş ve olay yerinin basit krokisi çizilmiştir. Olay anında A.Ç.nin yanında olan ablası S.Ç. 11/5/2014 tarihli kolluk beyanında; İstanbul'da er olarak askerlik görevini ifa eden kardeşinin çarşı izni aldığını, 10/5/2014 tarihinde buluşup gezdiklerini, ertesi gün yine birlikte AVM'ye gittiklerini, üst katta yemek yiyip sohbet ederken kendisinin "Son lokmanı yemedin ablam, hadi onu da ye." demesi üzerine kardeşinin boş boş yüzüne bakıp bir anda oturduğu yerden çevik bir hareketle kalkıp AVM'nin iç kısmında bulunan boşluğa kendisini bıraktığını, kardeşinin askere gitmeden önce psikolojik rahatsızlığı olduğunu ve tedavi gördüğünü, askerde birilerinin dalga geçip hakaret ettiğini, el şakası yaptığını ve bunun hoşuna gitmediğini kendisine anlattığını, kardeşinin psikolojik sorunları nedeniyle intihar ettiğini, kimseden şikâyetçi olmadığını ifade etmiştir. Olay anında A.Ç.nin yanında olan kuzeni A.A. 11/5/2014 tarihli kolluk beyanında 10/5/2014 günü buluşup dolaştıklarını, bir sorun olmadığını, ertesi gün sözleştikleri üzere yeniden buluştuklarını, yemek yerken ablasının A.Ç.ye "Son lokmanı yemedin ablam, hadi onu da ye." demesi üzerine şahsın birden hızla aşağı atladığını ifade etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 16/7/2014 tarihli kararıyla olayda kimseye atfedilebilecek suç ve suç unsuru bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu Selin Çağıran; kardeşinin intihara sürüklenmesinde AVM'nin mimari yapısındaki eksiklikler ve AVM'de acil müdahale uzmanı bulundurulmaması nedeniyle birçok kişinin kusuru olduğunu, askerde kardeşine rahatsızlık veren, bunu önlemeyen ve tedavisini tam yapmayanların da kusurlu olduğunu, olay akabinde şaşkınlıkla kimseden şikâyetçi olmadığını belirtmiş olsa da şu anda olayda kusuru bulunan herkesten şikâyetçi olduğunu, soruşturmanın eksik yapıldığını belirtilerek karara itiraz etmiştir. İtiraz, Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 31/10/2014 tarihli kararıyla soruşturma dosyası bir bütün olarak değerlendirildiğinde kararın delillere, oluşa, eylemin niteliğine ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.B. Cumhuriyet Başsavcılığı Tarafından Başvurucuların Şikâyeti Üzerine Yürütülen Soruşturma Kapsamındaki Olaylar Başvurucular Songül ve Satılmış Çağıran'ın 29/8/2014 tarihli dilekçeyle Millî Savunma Bakanlığı (MSB) ile adına işlem yapan tüm kişi ve kurumlar, AVM yetkilileri, AVM inşaatının yapılmasına ruhsat veren ilgili belediye başkanlığı ve yetkililerinden şikâyetçi olmaları üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca 2014/78751 numaraya kayden olayla ilgili ayrı bir soruşturma açılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 13/11/2014 tarihinde MSB'nin adresinin Ankara olması sebebiyle MSB yönünden yapılan görevi kötüye kullanma ve taksirle ölüme neden olma suçlarından şikâyete ilişkin soruşturmanın ayrılmasına karar verilmiştir. Soruşturma kapsamında temin edilen olaya dair kamera kayıtlarının izlenmesi sonucu kolluk tarafından düzenlenen 20/4/2015 tarihli tutanağa göre özetle olay, saat 51'de A.Ç.nin yukarıdan buz pistine düşerek hareketsiz kalması, insanların A.Ç.nin etrafına toplanması, bir kişinin A.Ç.ye kalp masajı yapmaya çalışması, 58'de sağlık personeli olduğu düşünülen, beyaz kıyafetli üç kişinin buz pistine sedye ile gelerek A.Ç.yi alıp çıkması şeklinde gerçekleşmiştir. Başvuru dosyası kapsamında sunulan belgelerin incelenmesi neticesinde Psikiyatri Merkezince düzenlenen 1/7/2014 tarihli yazıda A.Ç.nin 16/3/2013 tarihinde ilk kez söz konusu kliniğe başvurduğu, kendisine organik olmayan psikoz, obsesif kompulsif bozukluk ve majör depresyon teşhisleri konularak 21/5/2013 tarihine kadar ilaç tedavisi ve psikiyatrik tedavi uygulandığının belirtildiği görülmüştür. Soruşturma kapsamında temin edilen, askerlik görevi sırasında düzenlenen A.Ç.nin sağlık safahat raporundan A.Ç.nin anksiyete bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk gibi teşhislerle 17/12/2013 ile 22/4/2014 tarihleri arasında birçok kere değişik asker hastanelerine sevk edilerek ilaç tedavisi gördüğü, hakkında Rehberlik ve Danışma Merkezi (RDM) tarafından takibi, hava değişimi, gece nöbetlerinden muafiyeti, moral motivasyon artırıcı görevler verilmesi, can dostu sistemiyle takibinin yapılması gibi tedbirler uygulanması yönünde öneriler verildiği anlaşılmıştır.Cumhuriyet Başsavcılığı 6/5/2015 tarihli kararıyla ilgili belediye başkanlığı ve AVM yetkilisi olan güvenlik müdürü hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Olay yeri CD görüntülerinin polis marifetiyle çözümünde; gerekli müdahalenin yapıldığının tespit edildiği, intihar olayı ile ilgili olarak daha önce 2014/47902 soruşturma numaralı dosya ile tahkikat yapıldığı ve 16/06/2014 tarihinde takipsizlik kararı verildiği, bu karar yapılan itirazın Bakırköy Sulh Ceza Hakimliğinin 31/10/2014 tarih ve 2014/1863 İş sayılı kararıyla reddedildiği, dosyada mevcut deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde şüphelilere atfı kabil suç ve suç unsurunun bulunmadığı anlaşılmıştır. ..." Her iki başvurucu tarafından yapılan itiraz Hâkimliğin 7/8/2015 tarihli kararıyla, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın delillere, oluşa, eylemin niteliğine ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Askerî Savcılık Tarafından Yürütülen Soruşturma Kapsamındaki Olaylar Başvuru dosyasının incelenmesinden Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından MSB yönünden ayrılarak yürütülen soruşturmanın (bkz. § 16) yetkisizlik kararıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına, buradan da görevsizlik kararıyla Askerî Savcılığa gönderildiği anlaşılmıştır. Dosyadaki sevk belgesinden A.Ç.nin 6/11/2013 tarihinde askere sevk edildiği, 8/11/2013 tarihinde ise acemi birliği olan Burdur Piyade Eğitim Tugayı Piyade Eğitim Alay Komutanlığı Piyade Eğitim Taburu Piyade Eğitim Bölük Komutanlığına katıldığı anlaşılmıştır. A.Ç.nin 13/7/2012 tarihli son yoklama belgesindeki "Sevk tehiri istiyor musunuz?" şeklindeki soruya bir cevap vermediği, son yoklama sırasındaki sağlık durumu bilgi formunda "Sağlık sorununuz var mı? sağlığınızla ilgili endişeniz var mı?" sorularına "Bilmiyorum.", "Devamlı kullandığınız ilaç ya da madde var mı?" sorusuna ise "Hayır" şeklinde cevap verdiği, askerlik öncesindeki psikolojik rahatsızlıklarına ve gördüğü tedavilere, kullandığı ilaçlara ilişkin herhangi bir bilgi vermeyerek son yoklama işlemlerini yaptırdığı görülmüştür. Ayrıca olay hakkında düzenlenen idari tahkikat raporunun incelenmesinden A.Ç.nin birliğine katılış yaptıktan sonra 18/12/2013 tarihinde ailesine ilk temas mektubu gönderilerek çocuklarının askerlik öncesi sorunları varsa bildirilmesinin talep edildiği, A.Ç.nin ailesi tarafından çocuklarının askerlik öncesinde var olan psikolojik sorunlarına dair birliğine hiçbir zaman bir bildirimde bulunmadığı tespitlerine yer verildiği görülmüştür. Yine A.Ç.nin acemi eğitimi sonrası katıldığı TASMUS Bölük Komutanlığınca ailesine oğullarının sağlığı ile ilgilenileceği, aile olarak kendilerinin de oğullarına destekleyici mektuplar göndermeye devam etmelerinin iyi olacağı yönünde mektup iletildiği görülmüştür. Askerî Savcılık 19/3/2015 tarihli yazı ile A.Ç.nin tedavi ve takibinin yapıldığı asıl hastane olan GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesinden (Hastane) müteveffaya uygulanan tedavileri içeren tüm bilgi ve belgeleri talep etmek suretiyle temin etmiştir. A.Ç.nin birliğine katılımından üç gün sonra 11/11/2013 tarihinde ilaçlarının bitmesi nedeniyle kendi isteğiyle RDM'ye başvurduğu, sivil hayatında kendisine yaygın anksiyete bozukluğu tanısı konulduğu, sorunlarının devam ettiği ve algılamada bozukluk yaşadığının gözlemlendiği psikolog tarafından aynı tarihli raporda belirtilmiştir. 27/11/2013 tarihli Psikolojik Danışma Özet Formu'nda da aynı psikolog tarafından aynı tespitlere yer verilerek hastanın RDM takibinin uygun olduğu ifade edilmiştir. 29/11/2013 ile 6/12/2013 tarihleri arasında memleket izni kullanan A.Ç. 6/12/2013 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ordu MEBS Alayı TASMUS Taburu TASMUS Bölük Komutanlığında telsiz işletmeni olarak görevlendirilmiştir. 8/12/2013 tarihli RDM Kayıt Kabul Formu'ndaA.Ç.nin önceden psikiyatrik rahatsızlık geçirdiğine, bu yönde Tıp Merkezinde tedavi edildiğine, ilaç kullandığına, iki ay süren sinir krizinin tekrar ettiğine, tedavi olmak istediğine dair bildirimlerde bulunduğu görülmüştür. 19/12/2013 tarihinde Kasımpaşa Asker Hastanesinin sevki üzerine Hastanenin Psikiyatri Er Polikliniğinde yapılan muayenenin 24/12/2013 tarihli sonuç raporunda, A.Ç.ye anksiyete bozukluğu teşhisiyle ilaçlar verildiği belirtilmiş; birlik komutanınca moral motivasyon artırıcı görevler verilmesi, idari ve uyum artırıcı tedbirlerin alınması, RDM tarafından takip edilmesi, ilaçlarını kullandığı müddetçe gece nöbetinden muaf tutulması şeklinde önerilere yer verilmiştir. A.Ç. birliği olan TASMUS Bölük Komutanlığınca doldurulan 17/1/2014 tarihli iş yapacak durumda olmadığı ve askerlik yapamayacağı yönündeki kanaati içeren Kıta Anket Formu'yla birlikte aynı tarihte yeniden Hastaneye sevk edilmiştir. Yapılan muayene sonucu karışık obsesyonel düşünceler tanısıyla Hastaneye yatışı sağlanmıştır. Tedaviyi müteakip düzenlenen 24/1/2014 tarihli epikriz raporunda, A.Ç.nin yapılan ruhsal muayenesinde etrafına ilgisi normal, mizacı sıkıntılı, konuşması artmış, ailevi sorunlarına ve hastalığına yoğunlaşması mevcut, duygulanımı hafif anksiyöz, davranışlarında psikomotor huzursuzluk, kompulsiyon mevcut tespitlerine ulaşıldığı belirtilmiştir. Raporda;iki yıl önce obsesyonel düşünce ve takıntılarının başladığı, banyoda fazla kalma, aşırı titizlik, yaptıklarını tekrar kontrol etme ihtiyacı, kompulsiyonları yapmazsa kendisi ya da ailesine kötü bir şeyler olacağı düşüncesi olduğunun ve ilaç tedavisi gördüğünün öyküsünden ve aile görüşmesinden tespit edildiği ifade edilmiştir. Rapora göre A.Ç. tedaviden fayda görmüş, askerlik görevine başladıktan sonra ilaç tedavisinin bırakılması ve birlik içi stresörlere bağlı şikâyetleri tekrarlamış, Hastanede yatarak gördüğü tedavi sonrası tama yakın remisyon (hastalık belirtilerinin azalması ya da bulunmaması) sağlanarak 24/1/2014 tarihinde taburcu edilmiştir. Ayrıca A.Ç.ye Hastane tarafından 24/1/2014 tarihinde obsesif-kompulsif tedavisinden taburcu edilmesindensonrası için bir aylık hava değişimi raporu verilmiş ve kullanacağı ilaçlar raporda belirtilmiştir. 24/1/2014 ile 24/2/2013 tarihleri arasında hava değişimi iznini kullanan A.Ç. dönüşünü müteakip gönderildiği Kasımpaşa Asker Hastanesinin sevki üzerine 28/2/2014 tarihinde Hastanede muayene edilmiştir. Sonuçta düzenlenen raporda remisyondaki obsesif-kompulsif bozukluk yönünden şahsın ilaçlarını kullandığı müddetçe gece nöbetinden muaf tutulması, bir ay sonra ayrıntılı Kıta İşlevsellik Formu'yla psikiyatri bölümüne sevki, RDM takibi, can dostu sistemine dâhil edilmesi, pasif görevlerde istihdamı, Komutanlığınca uyum, moral ve motivasyon artırıcı tedbirlerin alınması, maddi ve sosyal sorunlarına dair çözüm yolu araştırılması yönünde önerilere yer verilmiş; ilaç tedavisine devam edilmiştir. 28/3/2014 ve 22/4/2014 tarihli muayeneler sonucundaki raporlar da aynı yöndedir. A.Ç. ile RDM takibi kapsamında görüşen Psikolog B.B. tarafından düzenlenen 21/3/2014 tarihli Danışma Özet Formlarında (form), A.Ç.nin ilaçlardan fayda gördüğünü beyan ettiği, şahsın obsesif-kompulsif davranışlarının azaldığı, bu tip durumlardaki personele daha önceden askerliğe elverişsizlik raporu verildiği, şahsın ilaçlardan dolayı nöbette uyukladığını, bu nedenle askerliğinin uzamasından korktuğunu, buna rağmen askerliğini yapmak istediğini belirttiği not edilmiştir. Aynı şekilde Psikolog B.B. tarafından düzenlenen 4/4/2014 tarihli formda, A.Ç.nin hastane dönüşü kendisini daha iyi hissettiğini, herhangi bir problemi olmadığını, askerlik ve görevleri yapma konusunda sorun yaşamadığını, askerliğe elverişsizlik raporu almamak için görevleri konusunda daha motive olduğunu, daha çok çaba gösterdiğini beyan ettiği, personele özel durumundan dolayı daha destekleyici davranılmasının önerildiği görülmüştür. Askerî Savcılık tarafından 19/3/2015 tarihinde A.Ç.nin askerlik öncesinde gördüğü tedavilere dair bilgi ve belgeler talep edilmiştir. Ankara Kamu Hastaneleri Birliğinin 6/4/2015 tarihli yazısı ekindeki evraka göre 10/7/2013 ile 30/10/2013 tarihleri arasında altı kez Dr. Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde obsesif-kompulsif bozukluk, organik olmayan psikotik bozukluk ve hafif derecede mental retardasyon tanılarıyla tedavi gördüğü anlaşılmıştır. A.Ç. vefat tarihinden iki gün öncesi olan 9/11/2014 tarihinde RDM takibi kapsamında psikolog B.B. ile görüşmüştür. Psikolog tarafından TASMUS Bölüğüne hitaben yazılan raporda; A.Ç.nin özel durumu nedeniyle bazen arkadaşları ve üstlerinin baskısına maruz kaldığını, bu durumun kendisini biraz üzüp zorladığını, ...14 tertip A. isimli bir personelin kendisine selam veren bir başka personele bu yüzden baskıcı davrandığını, tekmil verdirdiğini, aynı personelin kendisini daha önce de tehdit ettiğini beyan ettiği bildirilmiştir. Raporda; bu personele konuyla ilgili bilgilendirme yapıldığı, görev ve sorumluluklarının hatırlatıldığı belirtilmiştir. Ayrıca 28/3/2014 tarihli rapora göre A.Ç.nin hastaneye sevkini uygun olduğu, personelin hastalığına uygun görev verilmesi gerektiği, özel durumundan dolayı haksız ve yersiz davranışlara maruz kalmasının engellenmesi önerileri verilmiştir. Yine 9/5/2014 tarihli Kıta Anket Formu'nda şahsın iş yapacak durumda olmadığı ve askerlik yapamayacağı yönündeki kanaat yer almaktadır. Psikoloğun beyanına göre A.Ç. 12/5/2014 tarihi için Hastanenin Psikiyatri Polikliniğine sevk edilmiştir. A.Ç. 10/5/2014 tarihinde iki günlük çarşı iznini kullanmış, izninin son günü ve aynı zamanda Anneler Günü olan pazar günü intihar etmek suretiyle vefat etmiştir. Askerî Savcılık tarafından olayla ilgili yürütülen idari tahkikat neticesinde düzenlenen 16/5/2014 tarihli idari tahkikat raporunda, birliğine katıldıktan sonra üstleri tarafından verilen lider danışmalığında, askerlik öncesinde başlayan rahatsızlığı ile ilgili olarak A.Ç.nin sıralı komutanlarınca takip edileceği, RDM'deki psikologla görüştürüleceği, gerekirse hastaneye sevk edileceğinin kendisine bildirildiği, şahsın RDM takibinin yapıldığı, 13/12/2013 tarihinden itibaren RDM'de görevli Psikolog B.B. ile görüşmelerinin başladığı ve A.Ç.nin can dostu sistemine dâhil edildiği, intihar ettiği tarihe kadar on kez hastaneye sevk edildiği, bir hafta hastanede yatarak tedavi görmesini müteakip bir ay hava değişimi izni kullandığı tespitlerine yer verilmiş; tedavi ve muayene safahatının çizelgesi oluşturulmuştur. Aynı tahkikat kapsamında birliğinde görev yapan şahısların alınan beyanlarında A.Ç.nin davranışlarının dengesiz olduğu, bazı şeyleri aşırı tekrarladığı, duraksayarak konuştuğu, unutkan olduğu, sürekli kendisinin iyi bir insan olup olmadığını sorduğu, sivil hayatında kız verilmemesi ve iş bulamamasından korktuğu için "Askerliğe elverişsizdir." raporu almak istemediği, ilkokulda iken dayak yemesi ve babasının kendisine destek vermemesi nedeniyle okuldan soğuyarak okuyamadığını ve bunu takıntı hâline getirdiğini, ailesinden destek göremediğini, içine kapandığını belirttikleri tespitlerine idari tahkikat raporunda yer verilmiştir. Sonuç olarak A.Ç.nin duygu durumunu kontrol etmekte zorlandığı, kolay manipüle olduğu, anlık olumsuz bir duygusal değişim neticesindeki ruhsal bunalımından dolayı ailesine ceza vermek amacıyla ani bir tepki ile intihar ettiği belirtilerek idarenin gözetim ve kontrol noksanlığı bulunmadığı kanaati belirtilmiştir. İdari tahkikat kapsamında 14/5/2014 tarihinde beyanı alınan aynı takım aynı tertip Muhabere Er A.K.nın A.Ç.nin genelde yalnız takıldığını, ailesi ve hastalığından bahsetmediğini, sorunca "Size değil RDM'ye anlatacağım." dediğini, takıntıları ve unutkanlığı olduğunu, askerlik yapmak istediğini, devlette iş bulamam diye askere elverişsizlik raporu almak istemediğini, diğer askerlerle arasının iyi olduğunu, selam verdiğini, intihar etmesine şaşırdığını, Anneler Günü'nden bir gün önce annesiyle telefonla konuşurken ağladığını, komutanlar dahil herkesin onunla ilgilendiğini, intiharına dair bir sebep bulamadığını ifade etmiştir. Aynı erin Askeri Savcılıkça yürütülen soruşturma kapsamındaki 27/5/2014 tarihli beyanında, A.Ç.nin ruhsal durumu ile ilgili aynı bilgileri verdiği, herkes ona iyi davrandığı hâlde onun hep yalnız kalıp uzaklaşmak istediğini, komutanların iyi davrandığını, hastalığını bildikleri için ona kızmadıklarını, kötü davranma ya da kötü şaka yapma türünde bir olaya şahit olmadığını, talep ettiği her zaman revire ya da hastaneye gönderildiğini belirttiği görülmüştür. Can dostu sistemindeki yedek can dostu olarak atanan er dâhil diğer arkadaşlarının da alınan beyanlarında A.Ç.nin ruhsal durumu ve genel yapısıyla ilgili benzer ifadelerde bulundukları görülmüştür.İdari tahkikat kapsamında 13/5/2014 tarihinde beyanı alınan, A.Ç.ye can dostu olarak atanan Er A.B., şahsı birliğe katıldığı günden beri tanıdığını, kendisiyle problemlerini pek paylaşmadığını, yalnız kalmayı tercih ettiğini, komutanları tarafından can dostu sisteminin kendilerine ayrıntılı olarak anlatıldığını, A.Ç.nin intihar edeceğini hiç tahmin etmediğini beyan etmiştir. İdari tahkikat kapsamında 13/5/2014 tarihinde beyanı alınan ve A.Ç.ye 17/1/2014 tarihinde psikiyatri polikliniğine giderken refakatçi olarak atanan Astsubay Çavuş U.Y.nin gitmeden önce H. Üsteğmen'in hastanedeki uzman doktora iletilmek üzere A.Ç.nin askerliğe elverişli olmadığı yönündeki Kıta Kanaat Formu'nu kendisine verdiğini, kendisinin bu kanaati doktora ilettiğini, A.Ç.nin doktora takıntıları olduğunu, nöbetle ilgili sorunu olmadığını, doktorla özel konuşmak istediğini söylemesi üzerine kendisinin çıktığını, sonra da şahsın hastaneye yatışının yapıldığını bildirdiği görülmüştür. İdari tahkikat kapsamında 13/5/2014 tarihinde beyanı alınan ve A.Ç.ye hava değişimi izni sonrasında 28/2/2014 tarihinde psikiyatri polikliniğine giderken refakatçi olarak atanan Uzman Onbaşı S.nin A.Ç.ye niçin askere elverişsizlik raporu almak istemediğini sorması üzerine A.Ç.nin kendisine sivil hayatında sorun yaşamasına neden olacağını düşündüğünü söylediğini, doktorun hava değişiminin şahsa yaradığını, daha iyi göründüğünü, ilaçlarını kullanması hâlinde bir problem olmayacağını belirttiğini ifade ettiği anlaşılmıştır. İdari tahkikat kapsamında 16/5/2014 tarihinde beyanı alınan, 13/12/2013 tarihinden itibaren A.Ç. ile RDM kapsamında görüşen Psikolog B.B., şahsın kendisine ailevi problemlerinden ve okul yaşantısındaki zorluklardan dolayı sorun yaşamaya başladığını, lise yıllarında hastalığının iyice arttığını, ailesinden baskı gördüğünü, askerlik yaparken zorlansa da ailesinden gördüğü baskıdan dolayı askerliğe devam edeceğini söylediğini bildirmiştir. Ayrıca A.Ç.nin duygu durumunu kontrol etmekte zorlandığı ve çok kolay manipüle olduğu için anlık olumsuz bir duygusal değişimle intihar etmiş olabileceğini, en son görüşmelerinde motive olmuş şekilde ayrıldığını, onu hastaneye sevk ettiğini, şahsın geleceğe dair planları olduğunu, Anneler Günü'nde kızkardeşi ve kuzeninin yanında intihar etmesinin ailesine verdiği bir tepki olabileceğini, bölük ve alay komutanlarıyla yapılan görüşmelerde şahsa azami tolerans gösterildiği sonucuna vardığını, yardımcı olunup RDM tarafından kendisiyle yakinen ilgilenildiğini, son dönemde kendisini iyice toparlamış ve bundan fayda gördüğünü ifade etmiş olduğunu bildirmiştir. İdari tahkikat kapsamında 13/5/2014 tarihinde beyanı alınan Tabur Komutanı S., A.Ç.ye birliğe katılışının ertesi günü lider danışmanlığı verildiğini, RDM tarafından takip edilen personeli kendisinin de yakından takip ettiğini, bu kapsamda şahsın hastalığı ve tedavisinden haberi olduğunu, bizzat kendisinin de gördüğünü, arkadaşlarından şahsın ailevi sorunları ve okulda yediği dayağın etkisiyle olumsuz etkilendiğini öğrendiğini, şahsın ailesine ilk temas mektubu gönderildiği hâlde bir dönüş alınamadığını, askerde verilen görevlerini iyi yapmaya çalıştığını, arkadaşlarıyla sınırlı ilişki kurduğunu, arkadaşlarının bazı şaklarının kendisini rahatsız ettiğini bölük komutanına bildirmesi üzerine bölük komutanlarınca tüm er ve erbaşın davranış şekilleri konusunda uyarıldığını, kendisinin de her fırsatta tertipçilik, hemşehricilik, alay etme, hakir görme gibi konularda personelini ikaz ettiğini bildirdiği görülmüştür. Beyanda, A.Ç.ninAVM'de yemek yiyecekleri masayı kendisinin seçmesi, Anneler Gününde ve yüksek öğrenim gören ablasının yanında intihar etmesi nedeniyle önceden planlamış olabileceğini de değerlendirdiği söylenmiştir. Bölük Komutanı A.S. idari tahkikat kapsamındaki 13/5/2014 tarihli beyanında, şahsın hastalığı ve tedavisini bildiğini, ilaçlarının bitmek üzere olduğunu söylemesi üzerine kendisine her türlü yardım ve desteğin gösterileceğini söylediğini, şahsın 8/5/2014 tarihinde Takım Komutanı olan H. Üsteğmene okuyup hayatta bir yere gelmeyi çok istediğini fakat geçmişteki olayları unutamadığını belirttiğini, şahsın askere elverişsiz raporu almak istemediğini, o yüzden 28/1/2014 tarihinde Hastanedeki muayenesinde "ben şu an çok iyiyim, rapor istemiyorum, sivil hayatımda sorun olur, ilaçlarım bana çok iyi geliyor" demesi üzerine doktorunda şahsa "seni iyi gördüm ilaçlarını alman şuan yeterli" dediğinin tespit edildiğini, şahsın askerliğini yapmak istediği hatta daha çok sorumluluk almak istediği yönünde beyanları olduğu, intihar edeceğine dair bir söyleminin olmadığı, ani bir sinir kriziyle intihar ettiğini düşündüğünü ifade etmiştir. Takım komutanı olan Üsteğmen H.A.A. idari tahkikat kapsamındaki 14/5/2014 tarihli beyanında; şahısla ilk görüşmesi olan 13/12/2014 tarihinde psikolojik sorunlarını anladığını ve RDM takibini yakından izlediğini, onu telsiz işletmeni olarak görevlendirdiğini, şahsın kendisine rahatsızlıklarını anlattığını, iyi biri olmasına rağmen bir sinir krizi anında etrafındakilere zarar verebileceğini düşündüğünden ilaçlarını alıp almadığını yakından takip ettiğini, 8/5/2014 günü şahsın üzgün olması üzerine odasına çağırarak yaptığı görüşmede A.Ç.nin takıntılarının tekrar başladığını, bazı insanların kendisine zarar vermesinden korktuğunu, bunu takıntı hâline getirdiğini söylediğini, kendisinin de ona burada güvende olduğunu, kimsenin ona zarar veremeyeceğini söylediğini, ablasıyla buluşmak için izin aldığını, psikologla görüşmesi olduğunu ona hatırlattığını, okuldaki dayak olayını atlatamayıp bunu takıntı hâline getirdiğini belirtmiştir. 16/5/2014 tarihinde, olayla ilgili intihar davranışı ve psikolojik otopsi raporu düzenlemekle Tabip Üsteğmen K. görevlendirilmiştir. Bu kapsamda düzenlenen raporda; intihardan iki gün önceki RDM görüşmesinde şahsın devrecilikten dolayı kendini kötü hissettiğinin fark edilmesi üzerine durumun bölük komutanına bildirildiği, birkaç arkadaşına "Hakkını helal et." şeklinde cümleler kurduğu, arkadaşı A.K. tarafından ailevi nedenler ya da tertipçilik/devrecilikten bunu yapmış olabileceğinin söylendiği, şahsın kendisini değersiz hissetmesi nedeniyle sürekli olarak "Ben iyi bir insan mıyım?" diye sorduğu, şahsın son dönemde arkadaşlarından daha çok uzaklaştığı ve son iki haftadır hiçbir aktiviteye katılmadığı, bir başka arkadaşı T.G.nin devrecilik nedeniyle bu eylemi yapmış olabileceği yönünde değerlendirmesi olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Raporda sonuç kanaati olarak şahsın ruh sağlığının sağlam olmadığının aşikâr olduğu, tertipçilik/devrecilik anlayışının ve yaşadığı birkaç onur kırıcı hareketin intihar etmesine sebep olacak nitelikte olmadığı, olayın Anneler Günü'nde gerçekleşmesinin de düşündürücü olduğu belirtilmiştir. Dosyadaki Mehmetçik Vakfına ait 23/9/2014 tarihli yazıdan A.Ç.nin anne ve babasına toplam 000 TL ölüm yardımı yapıldığı anlaşılmıştır. Askerî Savcılık 24/2/2016 tarihli kararıyla, olaya dair tahkikat ve bilirkişi raporları, tanık ve psikolog beyanları, şahsın tedavisine dair belgeleri ve tüm dosya kapsamını birlikte değerlendirerek olayda kimseye atfı kabil suç ve suç unsuru bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"... bu kişiler yukarıda tekrar eden hususlara ek olarak ve onlardan farklı olarak aşağıda yazılı şeklide beyanlarda bulunmuşlardır....[A.] ifadesinde özetle; Müteveffaya arkadaşları tarafından askerlikte yapılan şafak alma şeklinde şakalar yapıldığını, ancak kötü niyetli herhangi bir hareket ve şaka yapıldığına ta1nık olmadığını, komutanlarının ona hastalığı nedeniyle çok iyi davrandıklarını ve ilgilendiklerini beyan etmektedir.[B.S.K.] ifadesinde özetle; Müteveffaya birlikteki askerler tarafından klasik el şaklarının yapıldığını, kötü niyetli olarak nitelendirebileceğimiz herhangi bir şakanın yapılmadığını, ancak kendisinin psikiyatrik sorunlanrıın ortaya çıkması nedeniyle bu tarz davranışların bir daha yapılmadığını, bu tarz şakaların herkese yapıldığını, Müteveffanın bu tarz şakaları fazla büyüttüğünü, komutanlarının Müteveffaya şaka yapılmaması hususunda kendilerini uyardıklarını beyan etmektedir....[T.G.] ifadesinde özetle; 'askerlik yaptığı süre içerisinde benim gözlemlediğim kadarıyla üst devremizden olan asker [B.A.], bir keresinde koğuşun temizliğini yapması için ona baskı yapmştı. Bir keresinde de- hatta bu olay [A.] intihar ettiği gün yaşandı- bölük olarak çarşıya çıkma iznimiz vardı, sivil deponun anahtarı [A.Ç.deydi], [A.] bu anahtarı kaybettiği için çarşıya bölüğümüz yaklaşık l saat geç çıktı, bu gecikme nedeniyle herkes daha çarşıya çıkılmadan [A.nın] üzerine geldi ve ona kötü davrandılar. [A.ya] bu olay nedeniyle kötü davrandığını hatırladığım doğrudan bir isim yok, o gün çarşıya çıkacak olan herkes [A.ya] bu baskıda bulundu. Bu olaylar dışında komutanların veya doktorların [A.ya] olumsuz davrandıklarına dair birşey duymadım benim gözlemlediğim kadarıyla iyi davranıyorlardı.' ......Mu.zb. [A.S.] ifadesinde özetle; ... Müteveffaya raporu doğrultusunda gece nöbeti yazmadıklarını, askerliğe elverişli değildir raporu aldırmak istediklerinde Müteveffanın askerliğini tamamlamak istediğini, aynca çürük raporu aldığında sivilde bunun hoş karşılanmayacağını beyan ettiğini, ... müteveffanın aşın alıngan, ... yaşadığı olaylar sıradan bile olsa aşırı tepki gösterdiğini tespit ettiklerini, Müteveffanın bazen arkadaşlarını şikayet ettiğini ... diğerlerin de ise olayı araştırdıklarında basit bir meselenin Müteveffa tarafından ciddi olarak algılandığını tespit ettiklerini, bu nedenlerle anlattığı olayların üzerine çok gidemediklerini, anlattığı hiçbir olayda bir arkadaşının kendisine fiziki müdahalede bulunduğunu, onu ittiğini vs yada ona hakaret ettiklerine veya onu tehdit ettiklerine yönelik bir şikayetinin olmadığını, ... Müteveffanın son zamanlarda askerlik hususunda daha istekli davrandığını, ona verilen emirleri abartacak şeklide harfiyen uyguladığını, intihar edeceğini hiç düşünmediklerini beyan etmektedir....Müteveffanın hastalık ve tedavi süreci hususlarında Askeri Savcılığımızca bilirkişi olarak PsikiyatriUzmanıDr.Tbp.Bnb.[O.Y.nin] görevlendirildiği,... raporunda; ' ... Dosya içeriğinden anlıışıldığı kadarıyla, askerlik muayenesi ve sevki sırasında Müteveffanın kendi yazılı beyanları da göz önünde bulundurulduğunda müteveffanın askerliğe kabul işlemleri sırasındaki muayene sürecinin yönetmeliklere uygun olarak gerçekleştirildiği, temel askerlik eğitimi süresince gerçekleştirilen muayene, tedavi ve RDM işlemlerinin yönetmeliklerine uygun olarak yerine getirildiği anlaşılmaktadır. ... Yapılan RDM görüşmelerinde, Müteveffanın farklı tarihlerde kendisini daha iyi hissettiğine yada yakınmalannın arttığına dair beyanlarının bulunduğu, buna karşın görüşmelerinin hiç birinde kendisine zarar verme/intihar etme düşüncelerinden sözetmediğianlaşılmıştır. .. Müteveffanın 09 Mayıs 2014 tarihli RDM görüşmesinde kendisine zarar verme olasılığına dair bir gözlemin not edilmemiş olması, hafta sonu iznini ablası ile birlikte geçirmek isteyerek dilekçe vermesi, ... Müteveffanın olaydan bir gün önce gün boyu ablası ile zaman geçirmesi ve bu süre zarfında ablasında da herhangi bir intiba oluşmaması gibi olaya çok yakın tarihlerde gerçekleşen görüşmelerde Müteveffanın intiharına ilişkin gerçek ve somut bir tehlike varlığına dair bir tespitlerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak: ... Müteveffanın tıbbi tedavi ve takip işlemlerinin GAT HEH tarafından usulüne uygun olarak, bilimsel temellere dayanan bir şekilde, düzenli aralıklarla gerçekleştirildiği, RDM birimlerindeki takiplerin de yönergelere uygun olarak yerine getirildigi tıbbi kanaati oluşmaktadır. Temel askerlik hizmeti sırasında ve son görev yaptığı birliğinde de, ruh sağlığı hizmetlerinden düzenli olarak yararlanabilmesi konusunda birlik komutanlıkları tarafından yeterli ve gerekli işlemlerin yapıldığı izlenimi oluşmaktadır...' şeklinde mütalaada bulunduğu anlaşılmıştır....... Müteveffanın, askere alım sürecinde, birlik komutanlıklarınca Müteveffanın RDM ve Hastaneye sevk ve takip işlemlerinde, RDM ve Hastanelerce yapılan takip, tetkik, tanı ve tedavilerinde herhangi bir usule aykırı bir durum tespit edilmemiştir. Bu itibarla, Milli SavunmaBakanlığı adına işlem yapan kişilerin, doktorların ve sağlık görevlilerinin, birlik personelinin ve başkaca bir kişinin bu hususta cezai (suç) sorumluluğunu gerektirecek herhangi bir kusurunun olmadığı sonucuna varılmıştır....Tüm dosya kapsamından Müteveffaya yönelik fiili bir müdahale, darp veya maddi cebir içeren bir eylemin bulunmadığı, buna ilişkin bir iddia ve talep olmadığı gibi buna ilişkin herhangi bir emare olmadığı anlaşılmıştır....... Yine üst devrelerin alt devrelere yaptırdıktarı bu temizliklerin alt devreler tarafından baskı olarak görüldüğü bilinmektedir. ... Müteveffaya yönelik fiili bir müdahalenin olmadığı, tanıkların hiçbirinin Müteveffaya yönelik hakaret ya da tehdit içerikli bir söz söylendiğini belirtmemiş oldukları göz önünde bulundurulduğunda, Müteveffaya temizlik yapması yönünde baskı yapıldığı şeklinde tasvir edilen eylemin suç boyutuna ulaşmadığı, dolayısıyla herhangi bir suça vücut vermeyeceği sonucuna varılmıştır.Yine kışla hayatında askerler için çarşı izinlerinin çok değerli olduğu bilinen bir gerçektir. Bu sebeple çarşı iznine geç çıkılmasına sebep olan eyleme karşı tepki göstermeleri, bu eylemin bir kişiye yönelmesi durumunda bu kişinin üzerine gelindiği ve kötü davranıldığı algısının oluşması doğaldır. Yine yukarıda değinildiği üzere Müteveffaya yönelik fiili bir müdahalenin olmadığı, tanıkların hiçbirinin Müteveffaya yönelik hakaret ya da tehdit içerikli bir söz söylendiğini belirtmemiş oldukları göz önünde bulundurulduğunda, Müteveffaya temizlik yapması yönünde baskı yapıldığı şeklinde tasvir edilen eylemin suç boyutuna ulaşmadığı, dolayısıyla herhangi bir suça vücut vermeyeceği sonucuna varılmıştır.Tanık ifadelerinde de belirtildiği üzere, askerler arasında çeşitli şakalaşmaların olduğu, Müteveffaya da bu şekilde şakaların yapıldığı, ancak Müleveffanın bu şak[a]lardan hoşlanmadığı ve hastalığı öğrenildiğinde, bu şakların bir daha yapılmadığı ve bu şakaların da kötü niyetli olarak yapılmadığı göz önünde bulundurulduğunda, el şakası ve şafak alma şeklinde tasvir edilen eylemlerin suç boyutuna ulaşmadığı, dolayısıyla herhangi bir suça vücut vermeyeceği sonucuna varılmıştır. ..." Yukarıdaki gerekçede işaret edilen tanık beyanları ile bilirkişi raporuna başvuru dosyası ve temin edilen belgeler kapsamında ulaşılamamıştır. Karara yapılan itiraz, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kasımpaşa Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askerî Mahkemesinin (Mahkeme) 10/5/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şu şekildedir:"...Soruşturma dosyasında mevcut bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından müteveffanın askere alım sürecinin TSK sağlık yeteneği yönetmeliğine uygun olarak yerine getirildiği, Birlik komutanlığınca müteveffanın RDM'ye, hastaneye sevk ve takip işlemlerinde herhangi bir usule aykırılık bulunmadığı, RDM ve Hastanelerce yapılan tetkik, tanı ve takiplerin bilimsel temellere dayanan şekilde, yerine getirildiği, dolayısıyla bu süreçlerde görev almış kişilerin cezai sorumluluğunu doğuracak herhangi bir eylemleri bulunmadığı anlaşılmıştır...  Tanık ifadelerinden askerliği süresince herhangi bir şahsın müteveffaya yönelik hakaret, tehdit ve cebir içeren bir eylemde bulunmadığı, müteveffaya Birlik komutanları tarafından kötü davranılmadığı, arkadaşları tarafından yapılan ve müteveffanın hoşuna gitmeyen şakaların Birlik komutanları tarafından yapılan uyarılar üzerine yapılmamaya başlandığı anlaşılmıştır. Müteveffanın hoşuna gitmeyen şakalaşma ve temizlik yapması yönündeki baskıların cezai sorumluluk doğuracak boyutta bir eyleme dönüşmediği anlaşılmıştır. 3'ncü Kolordu K.lığı As.Savcılığının İstanbul (Anadolu) Cumhuriyet Başsavcılığının ... görevsizlik kararına konu yönleriyle soruşturduğu, kovuşturmaya yer olmadığı kararının hukuka anlaşıldığından itirazın reddine karar vermek gerekmiştir. ..."Mahkemenin ret kararı 24/5/2016 tarihinde, Hâkimliğin ret kararı ise 19/8/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup her iki başvuru da süresinde yapılmıştır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15853
Başvuru, intihar olayında yakınlarının yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması ve olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yersiz olarak ödenen ölüm aylığı ve sağlık giderinin yasal faiziyle birlikte tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 1/4/2014 tarihinde açılan davada yargısal süreç, Kayseri İş Mahkemesi kararının Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/4/2019 tarihli bozulması sonrası yeniden yapılan yargılama sonucu verilen kararın temyizi üzerine Yargıtay aşamasında derdesttir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğünü iddia ederek 20/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18179
Başvuru, yersiz olarak ödenen ölüm aylığı ve sağlık giderinin yasal faiziyle birlikte tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; hayatı yalnız idame ettiremeyecek fiziksel bir engele rağmen ceza infaz kurumunda tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 21/10/2016, 10/11/2016, 2/2/2017, 9/2/2017, 23/3/2017, 28/6/2017, 13/10/2017, 30/10/2017, 8/1/2018, 26/2/2018, 14/8/2018, 7/1/2019 ve 29/5/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, sağlık durumu dikkate alınmaksızın ceza infaz kurumunda tutulduğu iddiasıyla yaşamının maddi ve manevi bütünlüğünün tehlike altında olduğunu belirterek farklı tarihlerde birden fazla kez Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca serbest bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesince bu talepler 2/12/2016, 9/3/2017, 3/4/2017, 29/6/2017, 7/12/2017, 2/7/2019, 13/5/2020 tarihli kararlarda değerlendirilmiştir. Buna göre başvurucunun sağlık mazeretine bağlı tahliye talepleri reddedilmiş ancak başvurucunun fiziksel hâli ve sağlık durumuna uygun koşullarda tutulması için ceza infaz kurumunca gerekli önlemlerin alınması yönünde tedbir kararı verilmiştir. Yapılan incelemede kişi bakımından aralarında bağlantı bulunduğu anlaşılan 2016/22185, 2016/24235, 2017/5580, 2017/5837, 2017/14760, 2017/27894, 2017/35586, 2017/36347, 2018/461, 2018/5258, 2018/24217, 2019/672 ve 2019/18333 numaralı başvurular 2016/24235 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmiş ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edilenler, Anayasa Mahkemesi tarafından ilgili kurumlarla yapılan yazışmalar sonucu elde edilen bilgiler ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1953 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) başvurucunun da aralarında bulunduğu birçok kişi hakkında FETÖ/PDY kapsamında örgüt kurma ve yönetme suçlamasıyla 2014 yılında adli soruşturma başlatılmıştır. Akyurt Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/12/2015 tarihli kararı ile başvurucunun konutunda arama yapılmış ve Cumhuriyet Başsavcılığınca 15/12/2015 tarihinde başvurucunun tutuklanması talep edilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/12/2015 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki tutuklama talebi reddedilerek adli kontrol kararı verilmiştir. Kararda başvurucunun bedensel engelini gösterir doktor raporu ve fiziksel hâlinin gözönüne alındığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamenin Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilmesiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Mahkeme 22/7/2016 tarihli tensip zaptında başvurucu hakkında adli kontrol kararının devamına ve yakalama kararı çıkarılmasına karar vermiştir. Başvurucunun 26/7/2016 tarihinde mahkemeye müracaat etmesiyle günsüz olarak açılan duruşmada başvurucunun savunması dinlenmiş ve tutuklanmasına karar verilmiştir. Karar doğrultusunda başvurucu önce Sincan 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiş; 14/8/2017 tarihinde Sincan 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna, buradan da 9/3/2018 tarihinde -hâlen bulunduğu- Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) sevk edilmiştir. Tutuklama kararına yapılan itiraz, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Tutukluluk hâlinin devamına dair verilen kararlara karşı yapılan itirazlar da aynı şekilde reddedilmiştir. Başvurucu 21/10/2016 ve 10/11/2016 tarihlerinde sağlık gerekçesiyle tahliye edilmesi yönünde tedbir talepli bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru formu ekinde Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinin 14/12/2015 tarihli ve 74235 sayılı raporu ile özürlü kimlik kartı da sunulmuştur. Anılan raporda başvurucuda sol kol ve sağ bacakta polio sekeli (çocuk felci hastalığına bağlı işlev bozukluğu) bulunduğu, özürlü kimliğinin görüldüğü ve %64 özürlülük bulunduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesince 2/12/2016 tarihli tedbir talebine ilişkin ara kararında başvurucunun sağlık durumunun ceza infaz kurumunda tutulmasına engel teşkil edip etmediği hususunda rapor aldırılmasına ve daha sonra tekrar değerlendirme yapılmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda başvurucu Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) sevk edilerek hakkında 26/11/2016 tarihli ve 21389 numaralı sağlık kurulu raporu düzenlenmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:"Polimiyelit [çocuk felci] sekeli, sol üst ekstremite [uzuv] poliomyelit sekeli, total paralitik [felç durumu] tablo 4,2 % 45, sağ alt ekstremite ayak bileği dorsifleksiyonu [ters yönde bükülme] 3/5 tablo 35 % 8 = %49, Ağır özürlü değildir, öz bakımı ile ilgili fonksiyonların bir kısmı yerine getirilebilir. Bazı günlük aktiviteleri yerine getirebilmesi için başkalarının güç ve yardımına ihtiyacı vardır. Şahıs hayatını tek başına idame ettirebilir. Hazırlanmış yemeğini yiyebilir, tuvalet ihtiyacını giderebilir. Öz bakımında iki elin kullanılması gereken faaliyetlerini yapamaz…" Başvurucu hakkında Hastane tarafından düzenlenen 24/1/2017 tarihli ve 1217 sayılı raporda ise "poliomiyelit sekeli tutuklu, sol üst ekstremite flaks paraletik sağ alt ekstremite ayak bilek dorsi fleksiyonu ve plantar fleksiyonu [düz yönde bükülme] 3/5 sağ kuruliste 5 cm atrofi [zayıflama] mevcut, hastanın hastalığı çocukluktan beri süren bir hastalık olup aktif rehabilitasyona gerek yoktur." şeklinde tespitler bulunmaktadır. Başvurucu; Anayasa Mahkemesine sunduğu 9/1/2017 tarihli dilekçesinde, tahliye talebi yönünde tedbir kararı verilmesi yerine tutulma koşullarının iyileştirilmesi gerekçesiyle Ankara dışında başka bir yere sevkine neden olacak şekilde tedbir kararı verilmemesini, aksi takdirde zorunlu olarak tedbir talebinden vazgeçtiğini beyan etmiştir. Başvurucu 18/1/2017 tarihinde yazdığı dilekçesinde ise yargılandığı Mahkemenin 13/1/2017 tarihli ara kararını gerekçe göstermiş ve başka bir ceza infaz kurumuna sevkinin sağlanamayacağını belirterek bu nedenle tedbir talebi konusunda karar verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesince 9/3/2017 tarihli ara kararında başvurucunun serbest bırakılma yönündeki tedbir talebi reddedilmiş, sağlık durumuna uygun fiziksel hâliyle uyumlu koşullarda tutulması için gerekli önlemlerin alınmasına karar verilmiştir. Bu karardan sonra başvurucu hakkında sağlık raporu düzenleyen sağlık kuruluşları ile düzenlenen sağlık raporlarının içeriği öz itibarıyla şöyledir:i. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalınca düzenlenen 20/10/2017 tarihli raporda başvurucunun sol üst ekstremitesinde palsi (felç) olduğu için sağ elinin tırnaklarını kesemeyeceği, sağ koltuk altını ve vücudunun tüm bölümlerini (özellikle sağ tarafını) temizleyemeyeceği, tuvaletlerin musluk olduğu takdirde hijyenik temizliğini yapabileceği, kıyafetlerinin düğmelerini yalnız başına ilikleyemeyeceği, bir eliyle sabitleyerek diğer eliyle parçalaması gereken günlük gıdaları kesemeyeceği, bir başkasının iki eliyle yapması gereken günlük etkinlikleri yapamayacağı, tek eliyle bulaşık ve çamaşır yıkayamayacağı belirtilmiştir.ii. Hastane tarafından hazırlanan 13/7/2018 tarihli raporda başka hususlar yanında başvurucunun kulaklarında hafif düzeyde işitme kaybının mevcut olduğu, ayrıca başvurucunun subtotal gastrektomi (midenin bir kısmının alınması) ve vagatomi (mide sinirlerinden birinin kesilmesi) hastası olduğu, cezanın infazının hayati tehlike arz etmediği, başvurucunun hayatını tek başına idame ettirebileceği ve cezanın infazının ertelenmesinin gerekmediği açıklanmıştır.iii. Dr. Nafiz Körez Sincan Devlet Hastanesince tanzim edilen 26/2/2019 tarihli tıbbi malzeme raporunda başvurucuya bilateral (iki taraflı) sensörinöral (tüy hücrelerin zarar görmesi) işitme kaybı tanısı konulduğu, sol kulak için kanal içi dijital tipte işitme cihazından fayda göreceği ve işitme kaybının kalıcı olduğu ifade edilmiştir. Tedbir talebi üzerine bilgi ve belge talebiyle Ceza İnfaz Kurumuna yazılan 31/5/2019 ve 18/6/2019 tarihli müzekkerelere verilen 10/6/2019 ve 18/6/2019 tarihli cevaplardan başvurucunun farklı şikâyetleri nedeniyle çeşitli sağlık kuruluşlarınca muayene edildiği anlaşılmıştır. Bu muayeneler sonrasında başvurucuya bazı ilaçlar reçete edildiği, başvurucuya en son 28/5/2019 tarihinde kâğıt tırnak törpüsü reçete edildiği, başvurucunun acil yardım butonu bulunan C2 No.lu 16 kişilik koğuşta (34,87 m2 yaşam alanı, 10 m2, WC-banyo, 54,29 m2 yatma alanı ve 46,50 m2 ortak bahçe) hükümözlü olarak tutulduğu görülmüştür. Başvurucunun yedi gün yirmi dört saat acil sağlık hizmetinden yararlanabildiği, içinde tuvalet, banyo, mutfak dolabı ve tezgâhı bulunan odasında televizyon izleyebildiği, sabah gün doğumundan akşam hava kararana kadar havalandırma imkânından yararlandırıldığı verilen cevapta belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun revir, kantin, telefon, açık görüş, avukat ile görüşme, berber ve çamaşırhane gibi hizmetlerden Kurumun güvenlik ve fiziki imkânları dikkate alınarak faydalandırıldığı da verilen bilgiler arasındadır. Ceza İnfaz Kurumunun cevabında; başvurucunun 9/3/2018 tarihinde günlük işlerini daha rahat görebileceği, içinde alaturka ve alafranga tuvalet bulunan hasta koğuşuna yerleştirilmek istendiği ancak başvurucunun hasta olmadığını engelli olduğunu belirterek bu öneriyi reddettiği belirtilmiştir. Anılan cevap yazısında, başvurucunun günlük işlerinde kendisine yardımcı olabilecek, çoklu tutuklu barındıran bir koğuşa yerleştirilmesini talep ettiği ve iki elini kullanmasını gerektiren işlerin çoğunu yaklaşık bir yıldır birlikte kaldığı koğuş arkadaşlarının yardımıyla yaptığını, ancak vücudunun sağ tarafını yıkayamadığını ve koltuk altını tıraş edemediğini dile getirdiği ifade edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin başvurucuya sağ el tırnaklarını kesmesinde ve sağ koltuk altını tıraş etmesinde berber vasıtasıyla yardımcı olunabileceğinin söylendiği, ancak başvurucunun tırnaklarını koğuş arkadaşlarının kestiğini ve koltuk altını eşi haricinde bir kimseye tıraş ettirmediğini beyan ettiği öğrenilmiştir. Başvurucu, tedbir talebine esas olmak üzere Ceza İnfaz Kurumu tarafından gönderilen bilgi ve belgelere ilişkin olarak Anayasa Mahkemesine sunduğu 24/6/2019 tarihli dilekçesinde konuyla ilgili bazı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına yer vererek birtakım açıklamalarda bulunmuştur. Başvurucu; sağlık durumuyla ilgili olarak Ceza İnfaz Kurumu tarafından gönderilen bilgiler arasında kendisine miyelopati (omurilik zedelenmesi) tanısı konulduğu hususunun yer almadığını oysa bu hastalık nedeniyle sağlam olan sağ kolunda ağrı, incelme ve güç kaybı meydana geldiğini, sağ el parmaklarının kilitlenmesi ve elindeki eşyaların düşmesi gibi durumlarla karşılaştığını ifade etmiştir. Zedelenen omuriliğin tedaviyle eski hâlini alması mümkün olmadığından fizik tedavi sürecinin de sonuç vermediğini belirten başvurucu; kaldığı koğuşun 16 kişilik olmasına rağmen koğuşta 22 kişi barındırıldığını, 18/6/2019 tarihli cevap yazında sağ tarafını temizleyememesi ile ilgili bir bilgiye yer verilmediğini dile getirmiştir. Başvurucu, üç yıldır vücudunun sağ tarafını temizleyemediğini, bu temizliğin mahrem bir iş olması nedeniyle aile bireylerinin yardımına muhtaç olduğunu, hasta koğuşunun diğer koğuşlardan tek farkının tuvalette klozet bulunması olduğunu, bu nedenle hasta koğuşunda tutulmasının kişisel durumunda bir değişiklik yaratmayacağını iddia etmiş; hasta koğuşunda kalan kişilerin kendisine günlük işlerinde yardımcı olamayacak durumda olmaları sebebiyle durumunun daha da kötüleşeceğini belirterek tedbir kararının uygulanmaması nedeniyle engellilik durumuna ek olarak bir de kalıcı omurilik zedelenmesine ve kalıcı işitme kaybına maruz kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucu serbest bırakılması yönünde tekrar eden birçok tedbir talebinde bulunmuş, 29/5/2019 tarihinde yapılan başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesince 2/7/2019 tarihinde tedbire ilişkin ara karar verilmiştir. Ara kararında başvurucunun serbest bırakılması yönündeki tedbir talebi reddedilmiş, başvurucunun fiziksel hâli ve sağlık durumu dikkate alınarak talebi hâlinde kişisel bakımının sağlanması hususunda gerekli önlemlerin Ceza İnfaz Kurumunca alınmasına karar verilmiştir. Ayrıca başvurucunun son dönemde ortaya çıkan salgın hastalık nedeniyle yaşamını tehlikede olduğuna ilişkin tedbir talepli başvurusu da Anayasa Mahkemesince 13/5/2020 tarihli kararda değerlendirilerek reddedilmiştir. Başvurucunun yargılandığı davada ise Mahkeme, yaptığı yargılama sonunda 8/6/2018 tarihinde kararını açıklamış, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasına hükmetmiştir. Başvurucu anılan kararı istinaf etmiştir. İstinaf incelemesi Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından yapılmakta olup başvurunun incelendiği tarih itibarıyla henüz sonuçlanmamıştır. Öte yandan başvurucu 4/12/2016 tarihinde AİHM'e yaptığı başvuruda, avukat olması nedeniyle hakkında özel soruşturma usulü uygulanması gerekirken bu usule uyulmadan ceza soruşturması yürütülmesinden, hukuka aykırı mesken araması yapılmasından ve sağlık durumu elvermemesine rağmen tutuklu olarak yargılanmasından şikâyetçi olmuştur. AİHM, başvuruyu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ve maddesi kapsamında incelemiştir. AİHM, madde incelemesinde mesken aramasına ilişkin şikâyete dair iç hukuk yollarında var olan tazminat yolunun tüketilmediğine vurgu yapmış; madde incelemesinde ise Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurunun henüz sonuçlanmadığını belirterek başvuruyu iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (Aksoy/Türkiye (k.k.), B. No: 47585/16, 5/3/2019). Başvurucu 16/1/2018 tarihinde ise AİHM'e yaptığı başvuruda sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. AİHM 22/10/2018 tarihinde tedbir talebinin reddine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk Anayasa Mahkemesi 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un , , , , ve maddelerinin ilgili kısımlarına Civan Boltan (B. No: 2014/5324, 30/10/2018, § 31) kararında yer vermiştir.B. Uluslararası Hukuk Anayasa Mahkemesi, Sözleşme'nin maddesine ve AİHM'in eldeki başvuruyla ilgili içtihatlarına Fatma Müge Tekin ve Özge Tekin (B. No: 2014/2504, 20/3/2019, §§ 32-39) kararında değinmiştir. AİHM, devletin ciddi bedensel engeli bulunan mahpusların soyunmak, giyinmek ve yıkanmak gibi günlük ihtiyaçlarının karşılanmasında sadece diğer mahpusların yardım etmesi ihtimaline bel bağlamasını kötü muamele olarak nitelemiştir (Zarzycki/Polonya, B. No: 15351/03, 12/3/2013, § 104; Engel/Macaristan, B. No: 46857/06, 20/5/2010, §§ 27-30; Vincent/Fransa, B. No: 6253/03, 24/10/2006, §§ 94-103). Öte yandan AİHM, iki kolu ampute olan bir mahpusun günlük asgari işlerini yapmada ceza infaz kurumu görevlilerince kendisine yardımcı olunmasını, başvurucunun acil durumlarda görevlilere ulaşabilir durumda olmasını, ceza infaz kurumu idaresince başvurucunun duş süresinin diğer mahpuslara kıyasla artırılmasını ise önemsemiştir. Anılan başvurucuya protez kol takılması sürecinde devletin aktif katkısını da gözeten AİHM, başvurucunun sadece diğer mahpusların yardım insafına bırakılmadığı tespitinde bulunmuş ve Sözleşme'nin maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır (Zarzycki/Polonya, §§ 116-119, 125). AİHM belden aşağısı tutmayan bir mahpusun kötü muamele iddiasını incelediği başka bir başvuruda ise devam eden tutmanın başlı başına Sözleşme'nin maddesini ihlal eder nitelikte olmadığını vurgulamış ancak devlet görevlilerinin mahpusun özel durumunu dikkate alarak gerekli destekte bulunmamalarını ve gerekli tedaviyi almasında yardımcı olmamalarını eleştirmiştir (Helhal/Fransa, B. No: 10401/12, 19/5/2015, § 63).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/24235
Başvuru, hayatı yalnız idame ettiremeyecek fiziksel bir engele rağmen ceza infaz kurumunda tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 22/7/2013 tarihinde açtığı davada yargısal süreç Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/10/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucular, açtıkları davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 28/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19371
Başvuru, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sonuçlandırılmamış başka soruşturmalar esas alınarak cezanın bireyselleştirilmesi kurumlarına başvurulmaması ve gerekçesiz mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1965 tarihinde Ordu/Çarşamba'da doğmuş olup olayların gerçekleştiği tarihte İstanbul ilinde ikamet etmektedir. Başvurucu ulaşım sektöründeki firmalardan birinin kurucusu ve yöneticisi olup İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK mülga maddeyle görevli) yürütülen bir soruşturma kapsamında savcılığın arama emrine istinaden başvurucunun özel aracı seyir hâlindeyken kolluk görevlilerince durdurulmuştur. Yapılan aramada aracın arka koltuk iç kısmına sıkıştırılmış vaziyette bir adet ateşli silah ve mermiler ele geçirilmiştir. İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce düzenlenen ekspertiz raporunda ele geçen silahın 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun uyarınca yasak niteliği haiz olduğunun belirtilmesi üzerine başvurucu hakkında Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığının 8/3/2012 tarihli iddianamesiyle 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan kamu davası açılmıştır. Beykoz Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 15/11/2012 tarihli kararıyla başvurucunun müsnet suçtan iki yıl hapis ve 500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 2/7/2014 tarihli kararıyla hükmü onamıştır. Nihai karar, başvurucuya tebliğ edilmemiş olup başvurucunun en geç hakkındaki infazın ertelenmesi kararının tebliğ edildiği 3/9/2014 tarihinde kararı öğrendiği kabul edilmiştir. Başvurucu 29/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun dilekçesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca 13/3/2015 tarihli tebliğnameyle kararın bozulması talebiyle itiraz yoluna başvurulmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 4/5/2015 tarihli kararıyla itirazı yerinde görmeyerek dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna göndermiştir. Dosya, Kurulun 2015/583 sayılı esasında derdesttir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15854
Başvuru, sonuçlandırılmamış başka soruşturmalar esas alınarak cezanın bireyselleştirilmesi kurumlarına başvurulmaması ve gerekçesiz mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, hakkında yürütülen yargılamanın dokuz yıl sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 14/12/2012 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 24/7/2013 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 31/7/2013 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 23/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 13/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 23/9/2013 tarihinde sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bandrolsüz kitap satışı yaptığı şüphesi ile 9/9/2003 tarihinde gözaltına alınmış ve ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 3/11/2003 tarih ve H.2003/37148, İ.2003/398-14865 sayılı iddianamesi ile 5/12/1951 tarih ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu hükümlerine aykırı olarak çoğaltılmış kitap satışı yapmak suçunu 15 defa işlediği iddiası ile İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesinde (1 No.lu Mahkeme) kamu davası açılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 9/6/2005 tarih ve 461 sayılı kararı ile 1 No.lu Mahkemenin işlerinin 1/3’üne bakan hâkimin uhdesindeki dosyaların, İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesine (3 No.lu Mahkeme) devredilmesine karar verilmesi üzerine, başvurucu hakkında devam eden yargılama, 1 No.lu Mahkeme’nin 17/6/2005 tarih ve E.2003/2058, K.2005/2083 sayılı kararı ile 3 No.lu Mahkeme’ye devredilmiştir. 3 No.lu Mahkeme 12/6/2006 tarih ve E.2005/1100, K.2006/614 sayılı kararı ile başvurucunun “5846 sayılı yasa hükümlerine aykırı olarak çoğaltıldığını bildiği ya da bilmesi icap ettiği eser nüshalarını ticari amaçla elinde bulundurmak” suçunu işlediği kanaatine vararak, adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, 7/7/2006 tarihli dilekçe ile bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi, 1/12/2009 tarih ve E.2008/12439, K.2009/14080 sayılı kararı ile “5728 sayılı Yasa ile 5846 sayılı Yasada yapılan değişiklik ve aynı yasanın maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulaması olanaklı hale geldiğinden, 5237 sayılı TCK.nun maddesi gözetilerek, yasal koşullarının oluşup oluşmadığının saptanması ve sonucuna göre uygulama yapma görevinin de yerel mahkemeye ait bulunması zorunluluğu”nun bozmayı gerektirdiği gerekçesiyle başvurucu hakkında verilen mahkumiyet kararının “sair yönleri incelenmeksizin” bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrası yargılama neticesinde Mahkemenin 1/7/2010 tarih ve E.2010/22, K.2010/316 sayılı kararı ile başvurucunun 5846 sayılı Kanun’un maddesinin birinci ve maddesinin on üçüncü fıkraları gereğince 486 gün olarak belirlenen adli para cezası, günlüğü 20,00 TL’den paraya çevrilerek başvurucunun 720,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, yeniden suç işlemeyeceğine kanaat getirilemediğinden “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına takdiren gerek bulunmadığına” karar verilmiştir. Başvurucu bu kararı, 20/8/2010 tarihli dilekçe ile temyiz etmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesinin 26/9/2012 tarih ve E.2012/20596, K.2012/24005 sayılı kararı ile başvurucu hakkında devam eden ceza davasının zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle “ortadan kaldırılmasına” karar verilmiştir. Başvurucu, 30/11/2012 tarihli dilekçe ile dosyadan suret alması üzerine Yargıtay kararından haberdar olduğunu beyan etmiş olup, başvurucunun karardan daha önce haberdar olduğunu gösteren başka herhangi bir bulgu tespit edilememiştir.B. İlgili Hukuk 5846 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi şöyledir:“(Değişik: 23/1/2008-5728/138 md.)Bu Kanunda koruma altına alınan fikir ve sanat eserleriyle ilgili manevi, mali veya bağlantılı hakları ihlal ederek: Bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı hak sahibi kişilerin yazılı izni olmaksızın işleyen, temsil eden, çoğaltan, değiştiren, dağıtan, her türlü işaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma ileten, yayımlayan ya da hukuka aykırı olarak işlenen veya çoğaltılan eserleri satışa arz eden, satan, kiralamak veya ödünç vermek suretiyle ya da sair şekilde yayan, ticarî amaçla satın alan, ithal veya ihraç eden, kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran ya da depolayan kişi hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.” 5846 sayılı Kanun'un maddesinin on üçüncü fıkrası şöyledir:“Bandrol yükümlülüğüne aykırılığın aynı eserle ilgili olarak 71 inci maddenin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde tanımlanan suçla birlikte işlenmesi hâlinde, fail hakkında sadece 71 inci maddeye göre cezaya hükmolunur. Ancak, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1145
Başvurucu, hakkında yürütülen yargılamanın dokuz yıl sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/42961
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yurt dışında geçen hizmete ilişkin borçlanmanın eksik hesaplanması ve bu sebeple yaşlılık aylığının geç bağlanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Yurt dışında işçi olarak çalışan başvurucu 12/12/2013 tarihinde 8/5/1985 tarihli 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun hükümleri uyarınca borçlanma talebinde bulunmuştur. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) başvurucunun talebini kabul ederek hakkında borç tahakkuk cetveli düzenlemiş ve başvurucu da SGK tarafından belirlenen toplam 08 TL'yi25/2/2014 tarihinde ödemiştir. SGK, 11/11/2014 tarihinde başvurucuya borçlanmış olduğu miktarın 3600 günlük prim süresini karşılamadığı ve 3600 günlük prim şartının tamamlanması hâlinde dosyanın değerlendirmeye alınacağı bildiriminde bulunmuştur. 3600 günlük prim şartını 15/12/2014 tarihinde yerine getiren başvurucuya SGK tarafından 1/1/2015 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Başvurucu 18/11/2015 tarihli dava dilekçesiyle, davalı SGK'nın özensizliği nedeniyle kendisine dokuz ay sonra yaşlılık aylığı bağlandığını belirterek bu aylara ilişkin toplam 000 TL'nin yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Mersin İş Mahkemesi (Mahkeme) 11/4/2017 tarihli kararla davanın kısmen kabulüyle 134,14 TL'nin yasal faizi ile birlikte davalı kurumdan tahsiline karar vermiştir. Mahkeme, kararının gerekçesinde, başvurucunun bildirilen borçlanma miktarını 25/2/2014 tarihinde ödeyerek tahsis talebinde bulunduğunu, ancak kurumun bir aylık süre içinde cevap vermemesi nedeniyle üç aylık süre içinde ödeme yapamadığından 1/5/2014 ile 1/1/2015 tarihleri arasındaki emekli maaşından mahrum kaldığını belirtmiştir. Davalı SGK karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 25/9/2017 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını ortadan kaldırarak davayı kesin olarak reddetmiştir. Daire kanunda öngörülen prim ödeme gün sayısı ve prim ödenmeden yaşlılık aylığı bağlanamayacağına işaret etmiştir. Daire ayrıca sunduğu dilekçenin akıbetini takip etmeyen başvurucunun da sonucun meydana gelmesinde kusurlu olduğunu ifade etmiştir. Nihai karar 16/10/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38608
Başvuru, yurt dışında geçen hizmete ilişkin borçlanmanın eksik hesaplanması ve bu sebeple yaşlılık aylığının geç bağlanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/18559 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/18559 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/18559
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucuların ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan oğlunun kamu görevlilerinin ihmali dolayısıyla hayatını kaybetmesi ve olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların oğlu olan 1986 doğumlu T.K. birden fazla kişiyle gece vakti silahla yağma yapma suçundan hükümlü olarak tutulduğu Seydikemer-Eşen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) 19/1/2015 tarihinde isteğe bağlı sevk ile gelmiştir. Ceza İnfaz Kurumuna kabulü sırasında Psikososyal Yardım Servisi ile görüşemeyen T.K. 26/1/2015 tarihli dilekçesine istinaden kurum psikoloğu S.E. ile görüşmüştür. Görüşme sonrası S.E. dilekçenin üzerine "Ağır ilaçlar kullanmış ve kendi isteği ile ilaçları bırakmış, dışarıda kokain kullanımı var, çocuk yaşta maddeye başlamış, 2 kere intihar girişimi var. Kız arkadaşı Malatya'da, kendisine zarar verme dav. var. İlaçlarına tekrar başlamak istiyor. Doktora yönlendirildi. Amcası cezaevinde kendisini asmış. İlaçla intihar girişimi var."şeklinde not düşerek dilekçeyi imzalamıştır. T.K. 28/1/2015 tarihinde psikotik bozukluk tanısıyla Fethiye Devlet Hastanesi (Hastane) Psikiyatri Polikliniğine sevk edilmiş, 30/1/2015 tarihinde psikiyatri uzmanı tarafından yapılan muayenesinin ardından T.K.ya bipolar bozukluk tanısıyla reçete düzenlenmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Yardım Servisi 26/1/2015 tarihli görüşmeden sonra T.K. ile herhangi bir görüşme gerçekleştirmemiştir. Ancak Ceza İnfaz Kurumu psikoloğu S.E. ilk görüşmeden sonra 8/6/2015 tarihinde T.K. hakkında Hükümlü-Tutuklu Tanıma Formu hazırlamıştır. T.K. 3/7/2015 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne dilekçe vererek kendisine psikolojik baskı yapıldığını, bu nedenle açlık grevine gittiğini belirtmiştir. Anılan dilekçeye istinaden T.K. Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Yardım Servisi ile görüşme yapmak üzere 6/7/2015 tarihinde çağrılmış fakat T.K.nın görüşme yapmak istemediğini bildirmesi nedeniyle herhangi bir görüşme gerçekleştirilememiştir. Hastanenin Psikiyatri Polikliniğinde yeniden muayene edilen T.K. hakkında düzenlenen 1/9/2015 tarihli sağlık kurulu raporunda, hastanın davranış bozukluğu tanısıyla Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevkinin uygun olduğu belirtilmiştir. Ceza İnfaz Kurumunun C-18 koğuşunda kalan E.Ç. ile T.K. arasında yaşanan kavga üzerine Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tarafından disiplin soruşturması başlatılmış ve T.K. 16/9/2015 günü saat 42 sıralarında üst araması yapılarak tedbiren A-120 No.lu tekli odaya alınmıştır. Tekli odada bulunan T.K.ya aynı gün saat 44 sıralarında yemek verilmiş, saat 10 sıralarında boş yemek karavanları toplanmış, saat 08 sıralarında tekli odalar mazgaldan kontrol edilmiş, saat 37 sıralarında sayım kontrolü mazgaldan yapılmış ve saat 05, 17, 20, 24, 28 ve 20 sıralarında tekli odalar yeniden kontrol edilmiştir. Kontroller sırasında Ceza İnfaz Kurumu personeli tekli odalara girmemiştir. 17/9/2015 günü saat 10 sıralarında T.K. kaldığı A-120 No.lu tek kişilik odadaki yatağı kapı arkasında duvara yaslamak ve dolabı yatağın üzerine devirmek suretiyle yatağı ateşe vererek yangın çıkarmıştır. Tek kişilik odadan dumanlar çıktığının anlaşılması üzerine koridorda bulunan iki nöbetçi infaz ve koruma memuru tarafından olaya derhâl müdahale edilmiş, saat 12 sıralarında odanın kapısı açılmaya çalışılmış fakat bu esnada demir kapı kolu kırıldığından ilk aşamada odaya girilememiştir. Saat 13 sıralarında mazgaldan yangın hortumu ile odanın içine su sıkılmış, saat 15 sıralarında ise başka bir kapı kolu yardımıyla kapı açılmıştır. İnfaz ve koruma memurlarının yoğun duman altında bulunan tek kişilik odaya müdahalesinin ardından saat 20 sıralarında T.K. odadan baygın şekilde çıkarılmış ve ambulansla hastaneye sevk edilmiştir. Genel durumu kötü olan ve bilinci kapalı olarak hastaneye getirilen T.K. 18/9/2015 tarihinde Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiş ve burada tedavisine devam edilirken 24/9/2015 tarihinde hayatını kaybetmiştir.A. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Süreci Yaşanan olayla ilgili olarak Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) derhâl bir soruşturma başlatmıştır. T.K.nın tedavi gördüğü Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hayatını kaybetmesi nedeniyle Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 24/9/2015 tarihinde ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiş ve kesin ölüm nedeninin tespiti için ceset üzerinde klasik otopsi yapılmasına karar verilmiştir. Muğla Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 15/12/2015 tarihli otopsi raporunda, şahsa ait tüm adli tahkikat dosyası içeriği ile tıbbi evrakların İstanbul Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesine gönderilerek ölüm nedeninin buradan sorulmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Anılan otopsi raporu üzerine tüm adli tahkikat dosyası içeriği ve tıbbi evraklar Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kuruluna gönderilmiş olup düzenlenen 8/2/2016 tarihli otopsi raporunda; T.K.nın sağ hyoid kemik kırığı ile epiglosttis ve trakea girişindeki lezyonların tıbbi müdahale işlemleri sırasında oluşmasının mümkün olduğu, kişinin zehirlenerek veya travmatik bir tesirle öldüğüne ilişkin tıbbi delilin bulunmadığı, kronik kalp ve damar hastalığı bulunan kişide ölümün yangın ortamında kalmaya bağlı olarak dumandan boğulma, oksijensiz kalma ve sonrasında gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği mütalaa edilmiştir. Başsavcılık tarafından T.K.nın kaldığı A-120 No.lu tek kişilik odanın kapı koridorunu gören kamera görüntüleri inceletilmiş, T.K.nın infaz dosyası temin edip Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı ve Bakanlığa hitaben yazdığı dilekçeleri incelenmiş, dilekçelerde geçen iddialar araştırılmıştır. T.K.nın 2013 yılında İnebolu M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda iken Bakanlığa yazdığı dilekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...benim amcam da Elazığ E Tipinde intihar etti, ben de yaşamıma son vereceğim, üç kere intihar ettim ölmedim. Allah (c.c.) nasip ederse dördüncü de olacak efendim..." T.K. tarafından Ceza İnfaz Kurumu vasıtasıyla Afyon Kocatepe Üniversitesi psikiyatri uzmanına hitaben yazılan 26/1/2015 tarihli dilekçenin ilgili kısmı ise şu şekildedir: "...kötü rüyalar kabuslar ve geçmişe dayalı unutamadığım sorunlarım var intiharı düşünüyorum. Siz değerli büyüğüm bana bir yıl kullan ben senin tedavin için Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine tedavi için yollayacam diye arz etmiştiniz R.. ilacımı ve A.. içmediğimde kötü şeyler vs. rüyalar aklımdan çıkmıyor intihar saplantım var. Elim ayağım titriyor. Sayın Büyüğüm ben ilaç tedavisinden kurtulmak istiyorum. Fakat bir bir psikiyatri uzmanından yardım almak istiyorum. Çocuk yaştan beri uyuşturucu madde kullanıyorum. Ben kendi irademle Kastamonu Devlet Hastanesinde heyete çıktım. Tüm doktorlara iyi olduğumu söylemiştim. Çünkü çok aşırı ilaç almıştım. Ama olmuyor. Bir uzmandan yardım almadan bırakamıyorum. Üç defa intihar ettim, midem yıkandı, kendimi defalarca kestim. Siz değerli büyüğümden tarafıma yardım etmenizi önemle arz ederim..." Yürütülen soruşturma kapsamında Başsavcılık olaya ilk müdahalede bulunan nöbetçi infaz ve koruma memurları ve T.K. ile aynı koğuşta kalan hükümlülerin tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır. Tanık sıfatıyla ifadesi alınan hükümlü R.Ş.nin ifadesinin ilgili kısmı şu şekildedir:" [T.K.]yı cezaevinde tanıdım, C18 koğuşunda yaklaşık bir ay kadar kaldı, ben halen aynı koğuşta kalıyorum, koğuşta [E.Ç.] isimli hükümlü ile bir kavgaları oldu, bu nedenle koğuştan alındı, koğuşa geldiğinde normaldi, ancak daha sonra psikilojik rahatsızlığı olduğunu beyan ederek hastaneye gitti, hastanede roj isminde bir ilacı yazmışlar, bu ilacı aldığı zaman kendisinden geçiyordu, ne yaptığını hatırlamıyordu, ben koğuş sözcüsü olduğum için ara ara benimle konuşuyordu ve hayattan bıktığını, artık ölmek istediğini söylüyordu..." Başsavcılık yürüttüğü soruşturma kapsamında görevi kötüye kullanmak suçlamasıyla Ceza İnfaz Kurumu İkinci Müdürleri O.A. ile İ.G.nin, Başmemur A.K.nın, vardiya görevlisi A.R.İ.nin ve psikolog S.E.nin şüpheli sıfatıyla ifadelerini almıştır. Ceza İnfaz Kurumu İkinci Müdürleri O.A. ile İ.G. ifadelerinde, olay günü görevde olmadıklarını belirterek üzerilerine atılı suçlamaları kabul etmemişlerdir. Yine şüpheli sıfatıyla ifade veren Başmemur A.K. ile vardiya görevlisi A.R.İ. de olay sırasında gerekli işlemleri yaptıklarını belirterek atılı suçlamaları kabul etmemiştir. Ceza İnfaz Kurumu psikoloğu olarak görev yapan ve T.K. ile ilk kez görüşen S.E.nin şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...[T.K.] ile görüştüğümde kendisinde intihar eylemi sezinlemedim. Kendisi bana intihar girişimde bulunduğu ve bulunacağı hususunda herhangi bir beyanda bulunmadı. Biz tanıma takip formunu hükümlü/tutuklunun beyanına göre dolduruyoruz. Benim infaz dosyasını incelemek, gibi bir görevim ve yetkim de bulunmamaktadır Ayrıca o tarihte kadro sayısı düşünülür ise buna imkan ve mesaim de yetmeyecektir. [T.K.] dilekçe ile müracaat edip 26/01/2015 tarihinde servisimizde kendisi ile bireysel görüşme gerçekleşmiş ve bu hususa ilişkin notlarım görüşme notları hanesine yazılmıştır. Kişinin intihara teşebbüs ettiğini bu tarihte beyanı üzerine öğrendim. Daha sonra kendisi servise müracaat etmedi. Ben açlık grevine başladığı zaman kendisini çağırttım. Ancak bizimle görüşmeye gelmedi. 31/08/2015 günü ikinci müdür [İ.] beyle görüşmüş. Bu görüşmeden sonra [İ.] bey hükümlüyü bize yönlendirdi. Ben o tarihte kendisi ile bir bireysel görüşme daha yaptım ve bu görüşmede bir gün sonrası için hastanenin psikiyatrı polikliniğinden randevu aldığını ve oraya gideceğini söyledi. Daha sonra servisimize müracaat etmediği gibi benimde kendisini çağırmam söz konusu olmadı.Bildiğim kadarı ile mevzuatta intihara eğilimli olan kişilerin dönem dönem çağrılıp görüşülmesi gibi bir düzenleme bulunmamaktadır. Uygulama da bu yönde değildir. Ancak intiharın önlenmesi için psikososyal servis görevlileri imkanlar ve kadro ölçüsünde hükümlüler ile ara ara görüşebilmektedir. Ancak hükümlünün bu konuda bir talebi veya servisle iş birliği olmadan bu hususlarda başarı sağlamak mümkün değildir. Ben bana yüklenen görevleri bihakkın yaptığımı düşünüyorum. Yukarıda da söylediğim gibi kişinin bize müracaatı ve bizimle işbirliği olmadan sonuç almak mümkün değildir. Ben kendisini ara ara çağırsam bile bizimle işbirliği yapmadığı müddetçe yapılabilecek herhangi birşey yoktur..." Başsavcılık yürüttüğü soruşturma neticesinde ölümün T.K.nın intihar amacıyla yatağı yakması sonucu meydana gelen yangın ortamında kalmaya bağlı dumandan boğulma sonucu gerçekleştiği, şüphelilerin olayın oluşuna etki edecek, adli yönden illiyet bağı bulunan herhangi bir fiili olmadığı, ceza hukuku yönünden herhangi bir suç ve suçlu bulunmadığı gerekçesiyle 18/5/2016 tarihinde takipsizlik kararı vermiştir. Ayrıca Başsavcılık anılan takipsizlik kararında şu tespit ve değerlendirmelere yer vermiştir:i. T.K.nın husumeti olduğu kişilerin koğuşuna verildiği iddiası doğru değildir.ii. Hastanenin Psikiyatri Polikliniğince muayene ve kontrolleri yapılan T.K. için ilaç tedavisine başlanmış ancak T.K.nın ilaçları kullanmak istemediğine dair dilekçe vermesi nedeniyle yapılan muayene dışında başka bir sağlık kuruluşuna sevki sağlanmamıştır.iii. T.K. hakkındaki kötü muamele iddiaları somutlaştırılmamış olup iddialar gerçeği yansıtmamaktadır.iv. T.K.nın yazdığı dilekçe ve beyanları dikkate alındığında daha önce üç kez intihara teşebbüs ettiği anlaşılmaktadır. Takipsizlik kararına başvurucular tarafından yapılan itirazı inceleyen Fethiye Sulh Ceza Hâkimliği 22/7/2016 tarihli kararıyla itirazın reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. Başvurucular 6/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Olayla İlgili İdari Soruşturma Süreci Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Başkontrolörlüğünün 15/10/2015 tarihli yazısında; Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Yardım Servisinden ve hükümlülerin dışarıyla ilişkilerinden sorumlu ikinci müdürler ile T.K.yla ilk görüşmeyi yapan psikoloğun T.K.nın intihara meyilli olduğunu gösterir ifade, dilekçe ve mektuplarına rağmen görüşme ve takip işlemlerini yapmadıkları, gerekli önlemleri almadıkları, bu suretle görevlerini ihmal ettikleri yönünde güçlü bir kanaat oluştuğunun Başsavcılığa bildirilmesi üzerine Başsavcılık tarafından ilgililer hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başsavcılık Disiplin Amirliğinin 23/5/2016 tarihli kararıyla, Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Yardım Servisinden sorumlu İkinci Müdür O.A., hükümlülerin dışarıyla ilişkilerinden sorumlu İkinci Müdür İ.G. ve T.K. ile ilk görüşmeyi yapan kurum psikoloğu S.E.nin "verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması bakımında kusurlu davranmak" fiillerinden dolayı kınama cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Başsavcılık Disiplin Amirliği 23/5/2016 tarihli disiplin kararını şu gerekçelere dayandırmıştır: i. T.K.nın Ceza İnfaz Kurumuna kabulü sırasında Psikososyal Yardım Servisi bölümünde kendisi ile baş başa görüşme yapılmamıştır. ii. T.K. 26/1/2015 tarihli, psikologla görüşme talepli dilekçesi üzerine aynı gün kurum psikoloğu S.E. ile görüşmüş, görüşme sonrası S.E., T.K.nın intihar eğilimine ilişkin tespitler yapmasına rağmen bir daha kendisiyle görüşme yapmamıştır. iii. S.E. Hükümlü/Tutuklu Tanıma Formu'nu ilk görüşmeden beş ay gibi uzun bir süre sonra ve 26/1/2015 tarihli görüşmedeki tespitlerin aksine doldurmuştur. iv. Bu ihmaller Psikososyal Yardım Servisinden sorumlu İkinci Müdür O.A. tarafından dikkate alınmamış ve durumdan kurum en üst amiri bilgilendirilmemiştir.  v. İkinci Müdür İ.G. de intihar edeceğine dair beyan ve dilekçelere rağmen T.K.yı Psikososyal Yardım Servisine yönlendirmemiş ve sürecin takibini yapmamıştır. Konuyla ilgili ulusal hukuk, Anayasa Mahkemesinin Nejla Özer ve Müslim Özer (B. No: 2013/3782, 21/4/2016) ve Hilmi Moray (B. No: 2013/3053, 21/4/2016) başvuruları hakkında verdiği kararlarda yer almaktadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/16239
Başvuru, başvurucuların ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan oğlunun kamu görevlilerinin ihmali dolayısıyla hayatını kaybetmesi ve olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; yürütülen soruşturma kapsamında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma aşamasında bağımsız ve tarafsız olmayan savcılık ve Sulh Ceza Hâkimliklerince kararlar verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin engellenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, hâkimliklerce keyfî ve dayanaksız yöntemlerle kararlar verilmesi nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/5992, 2016/7822, 2016/10108 ve 2016//12770 numaralı bireysel başvuruların 2016/3704 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine; incelemenin 2016/3704 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında 13/12/2015 tarihinde ilgili kolluk birimi tarafından dönem Adalet ve Kalkınma Partisi İzmir milletvekili olan başvurucunun ifadesi alınmıştır. Bu ifade işlemi sırasında başvurucuya FETÖ/PDY (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) ile ilgili bazı isnatlar yöneltilmiştir. Başvurucu 14/12/2015 tarihinde ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifadesi şöyledir:"...Beni milletvekilliği yaptığım dönemdeki milletvekilleri, ayrıca Adalet Bakanı B.B.ye sorup hakkımda bilgi alabilirsiniz. B.Y., İ.Y. beni iyi tanır. B.A. hakkımda olumlu şeyler söylemişti. Siyasete girişimi ifademde ayrıntılı şekilde anlattım. Ben bana yöneltilen hiçbir suçlamayı kabul etmem. 24 dönem TBMM'de cemaatten hiçbir milletvekili yoktur. Siyaseten parti içerisindeki bir kavga nedeniyle bu olaylar yaşandı. Durdurmak için elimden gelen bütün gayreti gösterdim. Ben milletvekili olduğum dönemde Bakanlar ve milletvekilleri ile içiçeydim. Hiçbir suçla ilgim olmadığını onlar çok iyi bilirler. Hükümet ve Devlet aleyhine şimdiye kadar hiçbir faaliyetim olmadı. Yurt dışına bu süre içinde defalarca çıkıp geri döndüm. Ben bir iş adamıyım. İstesem yurt dışında kalabilirdim. Vicdanen ve gerçekten suçlu olmadığımı düşündüğüm için ülkeme geri döndüm. Benim ailem Devletine bağlıdır. Bu ülke ve Devlet için şehit vermiş bir aileyim. Ailemde birçok subay vardır. Olan olaylar siyasi parti içerisindeki güç dengesi, güç kavgasıdır. B.Y. milletvekilliğine aday olduğu için ben İzmir'e bile gitmedim. Seçimin sonuçları benim gidişimle etkilenebilir düşüncesiyle ben yanlış anlaşılabilirdim. Suçlamaların hiçbirini kabul etmem." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 14/12/2015 tarihinde başvurucuyu bir kısım şüphelilerle birlikte silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, Türkiye Cumhuriyeti hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmaya engellemeye teşebbüs etme ve Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanmaları istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Savcılığın talep yazısında başvurucuya isnat edilen eylemlerle ilgili değerlendirmeler yapılmak suretiyle özetle şöyle ifade edilmiştir:"...Fetullah Gülen tarafından kurulup yönetilen örgütlenmenin dini cemaat olmadığı, kamu kurumlarında sınav sorularını çalarak kadrolaştığı, kadrolaşmanın Emniyet, Adalet, Mülkiye TSK gibi birimlere yayıldığı, Devletin kritik kurumlarında kamu hiyerarşisi dışında ayrı hiyerarşiye bağlı bir örgütlenme oluşturulduğu, bu örgütlenmenin kişilerin haberleşmesinin gizliliğini ihlal ettiği, konuşmaları dinlediği, kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal ettiği, kişisel verilerin kaydedilip depolandığı, örgütlenmenin siyasi ve askeri casusluk, dini duyguları istismar ederek dolandırıcılık, kamu kuruluşuna karşı dolandırıcılık, resmi evrakta sahtecilik, yağma, ihmalle öldürme, işkence, tehdit, kişi hürriyetini kısıtlamak, nitelikli hırsızlık, irtikap, iftira, suç uydurma, suç delilini gizleme gibi suçları işlediği, bu suçların örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar olduğu, örgütün yöneticisi şüphelilerin bu suçlardan da ayrıca sorumlu olduğu... " Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesi şöyledir:"1946 Uzunköprü doğumluyum, astubay bir babanın oğluyum, Çankırı ve İzmir'de eğitimimi tamamladım, 1972 yılında Ege Üniversitesinde göreve başladım, 9 Eylül Üniversitesinin de kurucu genel sekreteriyim, Manisa'da Vakıflar Müdürlüğü yaptım, 1989-2004 yılları arasında Türkder Dersanesi yönetim kurulu başkanlığını yaptım, 2005 yılında Cezayirde bir tersane kurdum, yaptığımız geminin ilk kaynağını B.A. ve denize indirilmesi töreninde K.T. bey yaptılar, 2011 yılı milletvekili seçimleri için sayın R.T.E. halen bakan olan S. Hanımı aracı ederek bana milletvekilliği teklif ettiler. Meclise girdim ve 4 yıl vekillik yaptım, bu süre içinde ne parti, ne meclis ne de hükümetimizin mevzuatına veya işleyişine bir olumsuz müdahalem olmadığı gibi birlikte çalıştığım diğer vekiller ve kamu görevlileri tarafından takdir edilmişimdir, ayrıldıktan sonra da hiçbir şekilde partim veya sayın Başbakan ve Cumhurbaşkanı hakkında herhangi bir eleştirim veya müdahalem olmadı, hatta sayın Başbakan bazı şahıslar hakkında eleştiriler yapsa da hakkımda tek bir söz söylememiştir, memleketim İzmir'dir. İzmir'den B.Y. bey adaylığını koyduğu için son seçim sürecinde de çağrıldığım halde hiçbir içtimai veya siyasi organizasyona da yanlış anlaşılır saikiyle icabet etmedim. Benim gibi çalışmalarda bilen bir kişinin terörle bir ilgisi olamaz. Ben Fethullah Gülen ile nasıl tanıştığımı emniyette de açıkça anlattım. Ben hem okuyup hem çalışırken aynı zamanda berberlik de yapıyordum, esnaflık yaptığım için pek çok insanla temasım olmuştur, ben gençlik zamanımdan beri dini bütün bir insan olarak yetiştim, namazımı ve ibadetimi hep yerine getirdim. Bana sorulan tüm soruları samimiyetle cevapladım, ben Asya Finanstan ayrıldıktan sonra bu firmanın hiçbir ürününü kullanmadım, benden sonra Tuna Gayrimenkul diye bir yer kurulmuş MASAK inceleme yaparken beni de yanlışlıkla diğer ortaklar içinde görülmüş, 2004 Haziranda benim ilişkim bitmiştir, bu firma 2009 yılında kurulmuştur, bunun da bir yanlışlık neticesinde olduğunu düşünüyorum, böyle birşey söz konusu değildir, ben uzun süre ticari faaliyette bulundum benim ticari hayatımda karanlık hiçbir nokta yoktur, benim hiçbir milli eğitim faaliyetim olmadı, ben ticaretin içindeyim ancak bana savcılıkta sınav sorularının çalınması, casusluk, dolandırıcılık, yağma, iftira, nitelikli hırsızlık vb bazı suçlamalarla ilgili sorular yöneltildi. Benim şahsi geçmişim ve kişisel duruşum söz konusu suçlamalarla adımı yan yana getirecek vasıfta değildir. Benim kaçma şüphemin olması da söz konusu değildir, kendi işlerimle uğraşan birisiyim aynı zamanda ben kaçacak bir kişi olsaydım, ticari sebeplerle şahsi sebeplerle yurtdışına çıkıp geliyorum, bu da söz konusu değildir. Milletvekili iken tedavi amaçlı yurt dışına çıktım ve bu çıkışımda devlet erkanından Ş. bey, A. bey, E.E. bey gibigörevlilerle Washington'da ziyaretlere iştirak ettim. Bu esnada Fethullah Gülen ile görüşmüş olmam ileri sürülmektedir, ancak ben kendisi ile yıllar öncesinden İzmir'den tanışıklığım vardır, ayrıca devlet erkanındaki pek çok insan da Ş. bey, A. bey, E.E. bey vb gibigörevliler de kendisine ziyarete gitmiştir. Herhangi bir gizli kapaklı görüşme söz konusu değildir, Mecliste parlamento dostluk gruplarında görev yaptım, bu sebeple yurt dışından gelen heyetleri de ağırlama vazifemiz vardı. Bunun dışında yurt dışından gelen heyetlerin burdaki görüşmelerinde randevu almaları ile ilgili tarafımca yapılmış herhangi çalışma olmamıştır, kimse için randevu almış değilim. Dosyada gizlilik vardır, detayından bilgim yoktur, ancak bahsi geçen tarihlerde benim bu faaliyetlerde bulunmam hayatın normal akışına uygundur, B.Y. bey, B.A. bey, K.T bey vs pek çok siyasetçi de benim gemicilikle ilgili yurtdışındaki ticari faaliyetlerim sırasında moral katkı sunmuşlardır. Örgüt faaliyeti iddiası vardır, ancak bana bununla ilgili herhangi bir delil sorulmamıştır veya ibraz edilmemiştir, ben güya örgüt yöneticisi olarak sunulmaktayım, ben K.A. dışında huzurdaki diğer şüphelileri tanımam, tanımadığım daha önce bilmediğim insanlarla örgütsel bir birliktelik içerisinde olmam mümkün değildir, bu kadar siyasi ve ticari yaşamdan sonra bu suçlamaları kabul etmem söz konusu değildir, ben milletvekili olarak ve siyasi yaşamın içerisindeyken de partimin kararlarına ve kurallarına aynen uymuş birisiyim, 11 yaşından beri hem çalıştım hem okudum, devlet ve toplum yaşamında ve ticari yaşamda faaliyetlerde bulundum, liyakati olmayan bir insan olsaydım, fakülte sekreterliklerini, kurucu üniversite sekreterliğini vb işleri yapamazdım, hakkımdaki suçlamalarla ilgili şaşkınlık içindeyim, halihazırda ben ve eşim tüm servetimizi bir eğitim vakfı kurarak milletimize vakfettik, eşim de bir holdingin %11 hissesine sahip bir insandır, söz konusu eylemleri ben işlemiş olsaydım, bu zamana kadar devletin emniyet ve istihbarat kurumlarının hakkımda takibatta bulunması gerekirdi, bunun dışında herhangi bir adli sorunum soruşturmam da olmamıştır, Vakıflar Bölge Müdürlüğü gibi üçlü kararname ile atama yapılabilen bir kuruma ve hatta B.A. beyin isteği ile müdürlük yaptım, isteklerle vazife kabul eden ve onurlu biçimde vazifelerini bırakan bir insan olarak hakkımdaki suçlamalardan dolayı rencide olmuş durumdayım, zaten kalp ve tansiyon hastalığım vardır, hakkımdaki tüm suçlamalar asılsızdır, suçlamaları kabul etmem. Vatikan ziyaretine ilişkin olarak olay şöyledir, söz konusu tarihte Dinlerarası Diyalog çalışmaları yapılmaktaydı. Vatikan İstanbul temsilcisi Vatikandan bir randevu talebinde bulunmuştu, Vatikanda bir Türkiye büyükelçiliği vardır, oraya gidildi ziyaretler yapıldı. Bana bununla ilgili sorulan husus el öpme meselesidir. Gidilen yer Vatikandır, protokol kurallarının en sıkı uygulandığı yerdir, buranın görevlileri tarafından uygulanacak protokol ile ilgili yönlendirmeler yapılmaktadır. Ziyaret sırasında papa Jean Paul'ün protokol kuralları içerisinde elini öpmüş bulunduk ancak biz kendi kendimize böyle birşey yapmış değiliz. Bir mahsuru görülmüş olsaydı Dışişleri ve hükümetin ilgili birimleri tarafından müdahaleler yapılırdı." Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 14/12/2015 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmaya engellemeye teşebbüs etme ve Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Hâkimliğin tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"...suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren MASAK raporu, tanık beyanları, tape kayıtları ve tüm dosya kapsamı çerçevesinde somut olguların bulunması, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde öngörülen suçlardan oluşu ve atılı suç ile tutuklama tedbirinin orantılı bir tedbir niteliğini taşıması dikkate alınarakşüpheliler K.A., İlhan İşbilen ve A.nın isnat edilen silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmaya engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından ayrı ayrı tutuklanmasına..." Başvurucunun verilen tutuklama kararlarına karşı yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/12/2015 tarihli verdiği kararla kesin olarak reddedilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 12/2/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiş ve bu karara karşı başvurucu müdafince yapılan itiraz Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 18/2/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 25/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda 6/6/2016 tarihli ve E.2016/24769 sayılı iddianame ile FETÖ/PDY'nin kurucusu ve liderinin de aralarında olduğu başvurucuyla birlikte yetmiş üç örgüt yöneticisi hakkında silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs, siyasi ve askerî casusluk yapma, zimmet, nitelikli dolandırıcılık, resmî belgede sahtecilik, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, kişisel verileri hukuka aykırı olarak başkasına verme, yayma, ele geçirme suçlarını işledikleri iddiasıyla dava açılmıştır. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hangi tür hukuka aykırı eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. Devamında ise örgütün yapılanmasına ilişkin unsurlara yer verilmiştir. İddianamede, başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas alınan olgular şöyle özetlenebilir. Başvurucunun;i. Fetullah Gülen’in "Ben Cemaat’i iki deli ve bir veli ile kurdum." şeklindeki söyleminde deli olarak bahsedilen şahıs olduğu,ii. Fetullah Gülen’in sohbet ve vaazlarının kaset, CD vb. hâline getirilerek çoğaltılmasından bizzat sorumlu olduğu,iii. 1980’li yıllarda Akyazılı Orta ve Yüksek Öğretim Vakfı sekreterliği yaptığı,iv. 1995 yılında Feza Gazetecilik Anonim Şirketi eski genel müdürlüğü yaptığı,v.FETÖ İstişare Kurulunda görev yaptığı,vi. FETÖ Tayin Heyetinde yer aldığı,vii.FETÖ Üst Kurulu üyesi olduğu,viii. Fetullah Gülen’in operasyon ekibi içinde yer aldığı,ix. FETÖ Erzurum il imamlığı yaptığı,x. FETÖ Azerbaycan imamlığı yaptığı,xi. 2006 yılı itibarıyla Zaman gazetesi sarı basın kartı sahibi olduğu,xii. Geçmiş dönemde Asya Finans A.Ş.'de murakıp üye olarak görev yaptığı,xiii. FETÖ’nin siyasi kanadında yer aldığı,xiv. Adalet ve Kalkınma Partisi dönem milletvekiliyken 17/25 Aralık operasyonları sonrası süreçte istifa ettiği,xv. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'ne bağımsız aday olarak katılıp seçilemediği,xvi. HTS ve baz istasyon analizinde FETÖ üyeleri ile sık sık bir araya geldiği ileri sürülmüştür. Tanık beyanlarında başvurucu hakkında belirtilen hususlar özetle şöyledir: - S.Ç. beyanında; FETÖ/PDY’nin ana kadrosu içinde yer aldığını, ayrıca Zaman gazetesinin ilk genel müdürü olduğunu ifade etmiştir.- K.Ö. beyanında; İlhan İşbilen’in Fetullah Gülen ile İzmir’e geldiğinden beri beraber olduğunu, Manisa’da Kurşunluhan Öğrenci Yurt Müdürlüğü yaptığını, Akyazılı Orta ve Yüksek Eğitim Vakfı başkanlığı yaptığını, bir dönemde Erzurum’da örgüt imamlığı yaptığını, Medya Genel Müdürlüğü (Zaman gazetesi, Samanyolu TV) yaptığını, Asya Finans ortaklığı olduğunu, Bankanın murakıplığını yaptığını, bu Bankanın kurucusu olduğunu, Türkter Tersanesi Yönetim Kurulu başkanlığı yaptığını, Mayna Denizcilik Limitet Şirketini, Cezayir’de Türk Maritime Limitet Şirketini ve tersanesini kurduğunu, Evyap Holding Yönetim Kurulu ve Oruç Reis Denizciler Kulübü Yönetim Kurulu üyelikleri yaptığını ve şu anda İzmir bağımsız milletvekili olduğunu, Başyüceler Kurulunda bulunduğunu ifade etmiştir.- A.K. beyanında; cemaat yapılanmasında İlhan İşbilen’in kademede olduğunu, Zaman grubu içinde yer aldığını, Fethullah Gülen’in operasyon ekibinden olduğunu, PDY’nin siyasi kanadında bulunduğunu, ayrıca ana kadro içinde yer aldığını ifade etmiştir.- E. beyanında; hizmette üst düzey görevde bulunduğunu, örgüt içinde Akyazı Vakfının genel müdürlüğünü, Erzurum imamlığını, Zaman gazetesi ve Samanyolu TV’nin genel yayın yönetmenliğini yaptığını, örgütün Tayin Heyetinde de yer aldığını, cemaat içinde kendisinin ayrı bir özel ekibinin olduğunu, mülki amirlerle (vali ve kaymakam) koordine sağladığını, bürokrasiyi bildiğini, Asya Finans Başkanlığı ve Ege Üniversitesi genel sekreterliği ile Manisa Vakıflar bölge müdürlüğü yaptığını, cemaat içinde önemli bir isim olduğunu, Vatikan ile Fetullah Gülen’in görüşmelerinin cemaatin Vatikan görevlisi olan ancak şu an hayatta olmayan tarafından sağlandığını, Gülen’in Vatikan’a ziyaretinde ise A.K., İlhan İşbilen, E. ve T.nin de bulunduğunu ifade etmiştir.- Ç.A. beyanında; ...örgüt içinde 1985 ve 1986 yıllarında Erzurum imamlığı ile 1992 yılı sonrasında yurt dışına açılım kapsamında Azerbaycan imamlığı yaptığını duyduğunu, Fetullah Gülen’in vaazlarının kasetler ve videolar aracılığı ile çoğaltılması işlemi ile bizzat kendisinin ilgilendiğini, bu şahıs ile 1988-1990 yılları arasında yaklaşık beş altı ay kadar aynı örgüt evinde birlikte kaldıklarını, bu dönemde Zaman gazetesi genel müdürü olduğunu, 1988-90 yılları arasında Zaman gazetesi genel müdürü olan İlhan İşbilen'in Ankara’ya geldiğinde H.nin kaldığı evde kaldığını, bu evde kendisi ile birlikte H.nin de kaldığını, Afganistan’da Raşit Dostum’a karşı yapılan darbe girişimi ile ilgili olarak N.G.nin Afganistan’a problemi çözmek için bizzat Fetullah Gülen tarafından gönderildiğini, iddia edilen Azerbaycan darbe girişiminin gerçeklik payının olması durumunda bu konuda o dönemin Azerbaycan İmamı İlhan İşbilen ve Y.A.nın yakın diyaloğunun dikkate alınması gerektiğini ifade etmiştir.- H.A. beyanında, İlhan İşbilen'in örgüt içinde faaliyet yürüttüğünü ifade etmiştir.- N. beyanında; FETÖ/PDY'nin başlangıç tarihi olan 1960'dan beri üst düzeyde görev alan ve görevine devam eden şahıslardan birisinin de İlhan İşbilen olduğunu, 1997 yılında Fetullah Gülen'in Zaman gazetesinin eski sahibi A.K. vasıtası ile eski Halk Partili Dışişleri Bakanı K.G. aracılığı ile Vatikan'la temasa geçtiğini öğrendiğini, ABD ile irtibatı olduğunu duyduğunu, K.G.nin kız kardeşinin de Amerika'da albay rütbesi ile asker olduğunu duyduğunu, yurt dışından bir seyahatten döndüğünde Altunizade Fem'de Fetullah Gülen ile birlikte O. (Türkiye'deki Yahudi cemaatinin başkanı), İ.H. (Yahudi Cemaati Başkanı), o zamanki Ermeni Cemaati Başkanı , Ortadoks Kilisesi Başkanı B. ile gizli bir toplantı yaptıklarını gördüğünü, bu şahısların Fetullah Gülen ile fotoğraf çektirdiklerini, Fetullah Gülen'in orta büyüklükte sandıklar içinde bu şahıslara hediyeler takdim ettiğini, Vatikan tarafından her hafta kendisine dua edildiğinin tarafından halka açık her yerde ilan edildiğini, daha sonra 1997 yılında yanında İlhan İşbilen, A.K., E., K.nın ağabeyi olduğunu bildiği ancak ismini bilmediği kişi ile birlikte Vatikan'a Papa Jean Paul'ü ziyarete gidip çok kıymetli halı ve vazolar götürüp hürmetlerini ve bağlılıklarını ilettikleri, Papa'nın elini öptüklerini ifade etmiştir.- B.Ç. beyanında; cemaatle ilk tanıştığı 1986 yılında hizmetteki abiler arasında bilmediği bir sebepten kavga çıktığını, o tarihte bütün yetkili abilerin görevden alındığını, tüm yetkinin İlhan İşbilen'e verildiğini, İlhan İşbilen'in isteği üzerine yanında kalmaya başladığını, kendisini örgüt içinde yetiştiren kişinin İlhan İşbilen olduğunu, o zamanki görevinin doğu ve güneydoğu illerinin sorumluluğu ile Akyazılı Vakfının genel müdürlüğü olduğunu, İlhan İşbilen ile beraber çalıştığı dönem Muş valisi ile görüşme yaptığını, İçişlerinden bir kişinin kendisini arayarak kaymakam olmak için destek istediğini, Samanyolu televizyonunun kurulması ile ilgili işlerin başında olduğunu, televizyon kuruluşu ile ilgili tek yetkili kişi olduğunu, Fetullah Gülen’in vaaz video kasetlerine bandrol alınıp resmî yoldan satılması için çalıştığını, örgütün illegal işlerinin başına getirilen ilk kişi olduğunu, istihbarat ve devletin kritik kurumlarındaki özel yapıyı hazırladığını, daha sonra bu yapının K.Ö.ye devredildiğini, İlhan İşbilen ile K.Ö. arasında sürtüşme olduğunu ve bunun sebebinin bu görev devri olduğunu ifade etmiştir.- Gizli tanık G. beyanında; bu görüşmede Ş.A.T., H.K., İlhan İşbilen, S.Y., A.Ş., E.nin de olduğunu, toplantıda İlhan İşbilen’in Ş.A.T.yı dinlediğini, o konuşmada yapılacak olanın kendileri tarafından yapılacağının kamuoyuna söyleneceğini, bunu da cemaat yaptırdı diye bir savunma geliştirileceğini, bu durumun kendi aleyhlerine olabileceğini, bu durumun önlemini almak gerektiğini söylediğini, 2011 yılı başlarında kendisini Ö.nün telefon ile aradığını, bu telefonun normal bir telefon olmadığını, bir firma tarafından temin edilen kriptolu bir telefon olduğunu, Gaziantep, Ankara ve İstanbul'da da görüşmelerinin olduğunu, İstanbul’daki görüşmelere Ş.A.T., Y., U. ile isimlerini hatırlamadığı kişilerin katıldığını, bu görüşmelere kendilerinin alınmadığını, Ş.A.T., Y., U. ve İlhan İşbilen'in kendi aralarında görüşmelerini ve müzakerelerini yaptıktan sonra kendilerine toplantıda alınan kararlar hakkında bilgi verdiklerini, kendilerine bildirilen kararın "Bulunduğunuz illerde devlet büyüklerinin, bürokrasideki üst düzey görevlilerin, AK Partiye yakın siyasi ve mütahitlerin aile yapısının, ne iş yaptıklarının, özellikle özel hayatlarının organize bürolar tarafından ayrıntılı olarak araştırılmasını istediklerini, bir siyasinin gizli çekilmiş cinsel içerikli görüntüsünü izlettiklerini, bu şekilde görüntüler olursa daha güzel olur." şeklinde bildirildiğini ifade etmiştir.- Gizli Tanık K. beyanında; Fetullah Gülen'in Bank Asya'da kendi görevlendirdiği gerek genel müdür, gerekse murakıp İlhan İşbilen gibi üst düzey bir kişi olarak adamı olduğunu, bu kişilerin Hoca'ya direkt bağlı olduklarını, Bank Asya üzerinden yapılan işlemlerin bu kişi/kişiler aracılığıyla yapıldığını bildiğini, ayrıca Bank Asya tarafından yeterli görülmeyen kişi veya kuruluşlara verilecek kredilerde Ö. ve onun gibi etkili kişilerin devreye girmesiyle hak edilmeyen krediler verildiğini, Bank Asyanın ağırlıklı ortağının cemaate bağlı (Kaynak Holding, Sürat Kargo vs.) bazı şirketler olduğunu düşündüğünü ifade etmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak yapılan hukuki değerlendirmenin ilgili bölümü ise şöyledir:"Fetullahçı Terör Örgütü içerisinde siyasi işlerden sorumlu imam olarak faaliyet yürüttüğü, Dönem İzmir AKP Milletvekili olduğu ve fakat 17-25 Aralık sonrası partisinden istifa ettiği, Fetullah Gülen’in operasyon ekibi içerisinde yer aldığı, FETÖ içerisinde üst düzey sorumlulardan olduğu, Samanyolu TV ve Zaman Gazetesi Genel Müdür olarak görev yaptığı, çeşitli tarihlerde örgüt mensupları ile aynı otel, konaklama yerlerinde bir araya geldiği, Fetullah Gülen'e yakınlığı ile bilindiği, örgüt içerisinde halen 'İstişare Heyeti Üyesi' olarak faaliyetlerine devam ettiği [anlaşılmıştır]." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 22/7/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/238 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, aynı gün yapılan tensip incelemesi ile "atılı suçların niteliği, yasada öngörülen cezasının üst sınırı, kuvvetli suç şüphesinin varlığına dair, müşteki ve tanık beyanları, HTS analiz raporları, MASAK Raporu, bilirkişi raporları, soruşturma raporları, iddianame ve karar suretleri, atılı suçun CMK.nun 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması, sanıkların kaçma şüphesi, eylem ile tutuklama tedbiri arasında orantılılık bulunması, bu aşamada adli kontroltedbirlerinin yetersiz kalacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu aynı konulardaki şikâyetleriyle ilgili olarak 30/3/2016 tarihinde 2016/5992 numaralı, 26/4/2016 tarihinde 2016/7822 numaralı, 31/5/2016 tarihinde 2016/10108 numaralı ve 18/7/2016 tarihinde 2016//12770 numaralı bireysel başvurular da bulunmuş ve bu başvuruların 2016/3704 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesini talep etmiştir. Başvurucu kovuşturma aşamasındaki savunmasında da suçlamaları kabul etmeyerek soruşturmadaki beyanları yönünde ifade vermiştir. Mahkemece kovuşturma aşamasında yapılan araştırmada Emniyet Genel Müdürlüğünce hazırlanan 8/2/2017 tarihli rapor içeriğine göre başvurucunun ByLock programını 3/11/2015 tarihine kadar kullandığı ve değişik hatlar üzerinden belirtilen cihazlarla sorgulanan tarih aralığında toplam 800 kez internet üzerinden bu programa erişim sağladığı belirtilmiştir. Yapılan yargılama sonucu Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 8/6/2018 tarihli kararıyla başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçundan 10 yıl 8 ay hapis ve 000 TL adli para cezası ile dinî inanç ve duyguları istismar etmek suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçundan 6 yıl 8 ay hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Kararın ilgi kısmı şöyledir:" ... Fetullah Gülen'in 'Ben Cemaat’i iki deli ve bir veli ile kurdum' şeklinde geçen söyleminde deli olarak bahsedilen şahıs, F.Gülen ile cemaatin kuruluşundan itibaren toplantılar yapıp cemaate bağlı öğrencilerin yetiştirilmesini, eğitim, askeriye, mülkiye, adliye ve emniyetin ele geçirilmesi konusunda istişareler yapan, Fetullah Gülen ’in sohbet ve vaazlarının kaset, cd vb. haline getirilerek çoğaltılmasından bizzat sorumlu olan, 1980’li yıllarda Akyazılı Orta ve Yüksek Öğretim Vakfı sekreterliği yapan, 1995 yılında Feza Gazetecilik Anonim Şirketi Eski Genel Müdürlüğü yapan, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü İstişare Kurulunda görev alan, Tayin Heyetinde yer alan,Üst Kurulu üyesi, Fetullah Gülen’in operasyon ekibi içerisinde bulunan, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü Erzurum İl İmamlığı,Azerbaycan İmamlığı yapan, 2006 yılı itibarıyla Zaman Gazetesi Sarı Basın Kartı sahibi olan, Asya Bank'ın kuruluşunda görev alıp bankanın %5 hissesine sahip olan ve murakıp üye olarak görev yapan, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü’nin siyasi kanadında görev üstlenen, dinler arası diyalog projeleri içinde yer alıp F.Gülen ile birlikte Papa ziyaretine katılan, kuruluşundan itibaren sürekli ve hatta Milletvekilliği döneminde F.Gülen ile ABD'de birçok kez bizzat görüşebilen, 2011 yılında F.Gülen'in tavsiyesi ile Ak Partiden milletvekili olan 4 kişiden biri olan ve Dönem Milletvekiliyken, 17/25 Aralık Operasyonları sonrası sözde cemaat lehine tepki olarak partisinden istifa eden ve açıklamasında F.Güleni 50 yıldır tanıdığını, F.Gülen'i terör örgütü lideri olarak görmediğini ve cemaat ile parti arasında aracı olabileceğini beyan ve kabul eden, Dönem Milletvekili Seçimlerine bağımsız aday olarak katılıp seçilemeyen, Emniyet birimlerinin kullandığı böcek ve ortam dinlemesi yapan aletlerin temin edildiği Hacking Team şirketinin sahibi ile Beren Tarım Hayvancılık şirketinin yönetim kurulunda beraber yer alan sanık İlhan İşbilen'in istişare heyeti üyesi olarak FETÖ/PDY silahlı terör örgütü/PDY silahlı terör örgütününkurucusu ve yöneticisi olduğu ......" Başvurucu verilen hükmü 10/6/2018 tarihinde istinaf etmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir.B. İlgili Süreç Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Mahir Kanaat (B. No: 2017/12653, 30/10/2018, §§ 28-48).
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3704
Başvuru, yürütülen soruşturma kapsamında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma aşamasında bağımsız ve tarafsız olmayan savcılık ve Sulh Ceza Hâkimliklerince kararlar verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin engellenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, hâkimliklerce keyfî ve dayanaksız yöntemlerle kararlar verilmesi nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından aynı gün tedbir talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Somali vatandaşıdır. Aydın Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 10/2/2017 tarihinde kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 2/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 9/10/2017 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6334
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hizmet alım işi ihalesine ilişkin sözleşmenin yapılamamasından kaynaklı mahrum kalınan kârın ödenmemesi nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Çevre ve Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından 24/6/2008 tarihinde açık ihaleye çıkarılan Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesinin Gözden Geçirme Toplantısı (CRIC 7) ve Bilim ve Teknoloji Komitesi Özel Toplantısı'nın (CST) organizasyon hizmet alımı işi için başvurucu Şirket de teklifte bulunmuştur. Ancak ihale neticesinde organizasyon işi T.B. ortak girişimi üzerinde bırakılmıştır. F. Şirketinin itirazen şikâyet başvurusu üzerine Kamu İhale Kurulu (KİK) tarafından 26/8/2008 tarihinde ihalenin üzerinde bırakıldığı firmanın teklifinin değerlendirme dışı tutulması yönünde düzeltici işlem tesis edilmiştir. Ardından bu kez ihale, başvurucu Şirket üzerinde bırakılmış ve başvurucuya 23/9/2008 tarihli sözleşmeye davet yazısı tebliğ edilmiştir. Söz konusu yazıda başvurucu Şirkete, tebliğ tarihinden itibaren en geç on gün içinde ihale tarihi itibarıyla 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun maddesinin son fıkrasının (a), (b), (c), (d), (e) ve (g) bentlerinde sayılan durumlarda olmadığına dair belgeler ile ihale bedelinin %6’sı oranında kesin teminatı vermek ve gerekli olan diğer işlemleri de tamamlamak suretiyle ihale konusu işe ilişkin sözleşmeyi imzalaması gerektiği bildirilmiştir. Bunun üzerinde başvurucu Şirket 25/9/2008 tarihli yazı ekinde sözleşmenin imzalanması için gerekli belgeleri idareye sunmuştur. Söz konusu belgeler arasında Türkiye Ekonomi Bankası A.Ş.nin 500 TL bedelli kesin teminat mektubu ile Halkbank A.Ş.nin 000 TL bedelli kesin teminat mektubu ve teminat mektuplarının vadesinin 30/11/2008 tarihine kadar uzatıldığına dair her iki teminat mektubuna ait süre uzatım belgeleri de vardır. Buna mukabil idarenin 7/10/2008 tarihli yazısında başvurucu Şirketin sözleşme için gereken belgeleri sunmakla birlikte;i. 4734 sayılı Kanun'un maddesinin son fıkrasının (e) bendinde sayılan durumlarda olmadığına dair belgenin eksik olduğu, ii. Kesin teminat mektuplarının sürelerinin de işin bitim tarihi olan 21/11/2008'i ve işin kabulü için gerekli süreyi kapsamadığı, iii. Toplantının yapılması için gerekli olan ve teknik şartnamede tanımlanan beş yıldızlı otel veya toplantı merkezinin belirlenmediği, iv. Sözleşme imzalamak için gerekli işlemlerin verilen on gün içinde yapılmaması sebebiyle geçici teminatın gelir kaydedilerek 4734 sayılı Kanun'un maddesinde belirtilen müeyyidelerin uygulanması için gerekli işlemlere başlanacağı hususunun başvurucu Şirkete bildirildiği belirtilmiştir. Başvurucu Şirket 8/10/2008 tarihli yazı ile idareye başvurarak iki otelden konfirme/onay belgesi alındığı bilgisiyle, Grand Cevahir ve Hilton Otelleri önererek idarece seçim yapılması hususlarını belirtmiş ise de anılan başvuru idarece reddedilmiştir. Neticede idare, başvurucu Şirket ile sözleşme imzalanmaması yönünde işlem tesis etmiştir. Ardından bu işleme karşı 13/10/2008 tarihinde başvurucu Şirketin yaptığı şikâyet başvurusunun 3/11/2008 tarihinde reddedilmesi üzerine 4/11/2008 tarihinde yaptığı itirazen şikâyet başvurusu sonucunda KİK'in 18/12/2008 tarihli kararı ile itirazen şikâyet başvurusunun uygun bulunmadığına karar verilmiştir. Bunun üzerine başvurucu Şirketin bu işlemin iptali talebiyle açtığı davada Ankara İdare Mahkemesi 28/12/2009 tarihli kararıyla davanın kabulüyle işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu Şirketin gerekli şartları taşımasına ve sözleşmenin imzalanması için gerekli belgeleri sunmasına rağmen sözleşmenin imzalanmadığı belirtilerek geçici teminatının irat kaydedilmesi, bu işlemlere karşı yapılan şikâyet ve itirazen şikâyet başvurularının reddine ilişkin işlemlerin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. B. Başvuru Konusu Yargılama Süreci Bu kararın uygulanması amacıyla KİK tarafından 4/6/2009 tarihinde düzeltici işlem belirlenmesine karar verilmiş ancak söz konusu uluslararası toplantının 3-14 Kasım 2008 tarihinde yapılması nedeniyle anılan yargı kararı uygulanamamıştır. Bunun üzerine başvurucu Şirket, hukuka aykırılığı yargı kararı ile tespit edilen idari işlem nedeniyle sözleşme imzalanması hâlinde kazanacak olduğu 801 TL mahrum kaldığı kâr, sözleşme nedeniyle tahsil edilen 484 TL damga vergisi ve organizasyon işi nedeniyle kazanacak olduğu 000 TL kâr olmak üzere toplam 285 TL maddi zararının tazmini talebiyle 11/6/2010 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Orman ve Su İşleri Bakanlığı ve KİK aleyhine dava açmıştır. Mahkeme 12/11/2012 tarihinde tazminat talebinin 042,12 TL'lik kısmı yönünden davanın kabulüne, kalan kısmı yönünden ise davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. İdarenin tesis ettiği işlemlerin hukuka aykırı olduğu yargı kararıyla tespit edildiğinden hizmet kusurunun varlığının tartışmasız olduğu vurgulanmıştır.ii. Ayrıca hukuka aykırı olarak sözleşme imzalanmadan ihalenin sonuçlandırılması ve işin süreli olması nedeniyle sözleşmenin imzalandığı diğer şirket ile sözleşmenin bitirilmesinden kaynaklandığı iddia edilen zarar ve idarenin işlemi arasında nedensellik bağı bulunduğu ifade edilmiştir. iii. Bununla birlikte idari işlemlerden kaynaklanan maddi zararların illiyet bağı nedeniyle doğrudan işlemin yarattığı ve işlemin hukuk âleminde oluşması ile ortaya çıkan maddi varlıkta azalmayı ifade ettiği ve ticari bir faaliyetin başlayamaması ya da tamamlanamaması sonucunda maddi varlığında bir etkiye sebep olmayan beklenen/muhtemel kârın maddi/gerçekleşmiş zarar olarak nitelendirilmesinin mümkün bulunmadığı izah edilmiştir. iv. Buna göre başvurucu Şirketin ihale konusu hizmetin edimi için sözleşmeyi imzalayamaması ile gerçekleşen zararının tazmininin zorunlu olduğu belirtilerek ihale ilanından sözleşme imzalanmaması üzerine yapılan itirazen şikâyet başvurusunun reddine ilişkin KİK kararına kadar yapılan harcamaların ve meydana gelen zararların tevsik edici belgelerle ortaya konularak tazmin edilecek zararın hesaplanması gerektiği kabul edilmiştir. v. Bu çerçevede başvurucu Şirketin sözleşmenin imzalanması nedeniyle yatırdığı 484,61 TL damga vergisinin, geçici teminat mektubunu nakde çevirmesi nedeniyle teminat mektubunu düzenleyen bankaya ödenen 156,51 TL komisyon ve ücretlerinin, ihale şartname bedeli olarak ödediği 100 TL ve KİK'e itirazen şikâyet bedeli olarak ödediği 301 TL olmak üzere toplam 042,12 TL tutarındaki gerçekleşmiş zararının tazmini gerektiği açıklanmıştır. Tarafların temyiz istemi üzerine Danıştay Onüçüncü Dairesince (Daire) 10/2/2014 tarihinde davacı başvurucu Şirket ile davalı Orman ve Su İşleri Bakanlığının temyiz taleplerinin reddi ile kararının onanmasına, davalı KİK'in temyiz talebinin kabulü ile KİK'in hükmedilen tazminattan sorumlu tutulmasına yönelik kısmının bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucu Şirket ile davalı Orman ve Su İşleri Bakanlığının karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 22//11/2017 tarihinde reddedilmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak 27/3/2018 tarihinde ilk karardaki gerekçeyle ancak bu kez sadece davalı Orman ve Su İşleri Bakanlığı aleyhine davanın kısmen kabulüyle 042,12 TL'ye hükmedilmiştir. Tarafların temyizi üzerine Dairece 9/10/2018 tarihinde başvurucu Şirketin maddi tazminat talebinin 042,12 TL'lik kısmı yönünden kabulüne, tazminat talebinin kalan kısım yönünden reddine ilişkin kısmının onanmasına, vekâlet ücreti yönünden ise bozma kararına karar verilmiştir. Tarafların karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 2/10/2019 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 31/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez ... (Değişik: 2/7/2012-6352/58 md.) Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir. (Değişik: 21/2/2014-6526/18 md.) Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir...." 4734 sayılı Kanun'un "İhaleye katılımda yeterlik kuralları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Aşağıda belirtilen durumlardaki istekliler ihale dışı bırakılır:a) İflas eden, tasfiye halinde olan, işleri mahkeme tarafından yürütülen, konkordato ilân eden, işlerini askıya alan veya kendi ülkesindeki mevzuat hükümlerine göre benzer bir durumda olan.b) İflası ilân edilen, zorunlu tasfiye kararı verilen, alacaklılara karşı borçlarından dolayı mahkeme idaresi altında bulunan veya kendi ülkesindeki mevzuat hükümlerine göre benzer bir durumda olan.c) Türkiye'nin veya kendi ülkesinin mevzuat hükümleri uyarınca kesinleşmiş sosyal güvenlik prim borcu olan.d) Türkiye'nin veya kendi ülkesinin mevzuat hükümleri uyarınca kesinleşmiş vergi borcu olan.e) İhale tarihinden önceki beş yıl içinde, mesleki faaliyetlerinden dolayı yargı kararıyla hüküm giyen.f) İhale tarihinden önceki beş yıl içinde, ihaleyi yapan idareye yaptığı işler sırasında iş veya meslek ahlakına aykırı faaliyetlerde bulunduğu bu idare tarafından ispat edilen.g) İhale tarihi itibariyle, mevzuatı gereği kayıtlı olduğu oda tarafından mesleki faaliyetten men edilmiş olan...." 4734 sayılı Kanun'un "İhalelere katılmaktan yasaklama" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "17 nci maddede belirtilen fiil veya davranışlarda bulundukları tespit edilenler hakkında fiil veya davranışlarının özelliğine göre, bir yıldan az olmamak üzere iki yıla kadar ... 2 nci ve 3 üncü maddeler ile istisna edilenler dahil bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmaktan yasaklama kararı verilir. Katılma yasakları, ihaleyi yapan bakanlık veya ilgili veya bağlı bulunulan bakanlık, herhangi bir bakanlığın ilgili veya bağlı kuruluşu sayılmayan idarelerde bu idarelerin ihale yetkilileri, il özel idareleri ve bunlara bağlı birlik, müessese ve işletmelerde İçişleri Bakanlığı; belediyeler ve bunlara bağlı birlik, müessese ve işletmelerde ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilir.Haklarında yasaklama kararı verilen tüzel kişilerin şahıs şirketi olması halinde şirket ortaklarının tamamı hakkında, sermaye şirketi olması halinde ise sermayesinin yarısından fazlasına sahip olan gerçek veya tüzel kişi ortaklar hakkında birinci fıkra hükmüne göre yasaklama kararı verilir. Haklarında yasaklama kararı verilenlerin gerçek veya tüzel kişi olması durumuna göre; ayrıca bir şahıs şirketinde ortak olmaları halinde bu şahıs şirketi hakkında da, sermaye şirketinde ortak olmaları halinde ise sermayesinin yarısından fazlasına sahip olmaları kaydıyla bu sermaye şirketi hakkında da aynı şekilde yasaklama kararı verilir.İhale sırasında veya sonrasında bu fiil veya davranışlarda bulundukları tespit edilenler, idarelerce o ihaleye iştirak ettirilmeyecekleri gibi yasaklama kararının yürürlüğe girdiği tarihe kadar aynı idare tarafından yapılacak sonraki ihalelere de iştirak ettirilmezler.Yasaklama kararları, yasaklamayı gerektiren fiil veya davranışın tespit edildiği tarihi izleyen en geç kırkbeş gün içinde verilir. Verilen bu karar Resmi Gazetede yayımlanmak üzere en geç onbeş gün içinde gönderilir ve yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Bu kararlar Kamu İhale Kurumunca izlenerek, kamu ihalelerine katılmaktan yasaklı olanlara ilişkin siciller tutulur.İhaleyi yapan idareler, ihalelere katılmaktan yasaklamayı gerektirir bir durumla karşılaştıkları takdirde, gereğinin yapılması için bu durumu ilgili veya bağlı bulunulan bakanlığa bildirmekle yükümlüdür." 11/9/2003 tarihli ve 25226 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliği'nin (mülga Yönetmelik) "Yaklaşık maliyetin hesaplanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hizmetin gerçekleştirilmesi için gerekli iş kalemlerinin bu Yönetmelik hükümlerine göre tespit edilen fiyatlarla çarpımı sonucu bulunan her iş grubuna ait tutarların toplanması ile bulunan genel toplam tutar, katma değer vergisi hariç olarak hesaplanır ve bulunan bu tutara işin niteliği dikkate alınarak % 25 oranını geçmemek üzere kar ve genel gider karşılığı eklenmek suretiyle, yaklaşık maliyet tespit edilir. Buna ilişkin hesap cetveli hazırlayanlarca imzalanmak suretiyle onay belgesi ekine konulmak üzere ihale yetkilisine sunulur" 4/3/2009 tarihli ve 27159 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Yaklaşık maliyetin hesaplanması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Hizmetin gerçekleştirilmesi için gerekli olan iş kalemlerine veya iş gruplarına ilişkin miktarların tespit edilen fiyatlarla çarpımı sonucu bulunan tutarların toplanması ile elde edilen genel toplam tutar, sözleşme giderleri ve genel giderler ile KDV hariç olarak belirlenir. Bulunan bu tutara işin niteliği dikkate alınarak (Değişik ibare: 25/01/2017-29959 R.G./ md.) % 7 oranını geçmemek üzere yüklenici kârı eklenir. Bu tutar, kâr hariç belirlenen genel toplam tutar üzerinden hesaplanan sözleşme giderleri ve genel giderler ile toplanarak yaklaşık maliyet hesaplanır. Buna ilişkin hesap cetveli hazırlayanlarca imzalandıktan sonra, ihale onay belgesinin ekine konularak ihale yetkilisine sunulur. (Ek 16/7/2011-27996 R.G./ md.) Yüklenici için öngörülen kar tutarının bu cetvelde gösterilmesi zorunludur." Yönetmelik'in "Yürürlükten kaldırılan yönetmelik" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "11/9/2003 tarihli ve 25226 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Nebi Seyhan [GK], B. No: 2018/27882, 27/10/2021, §§ 30-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39236
Başvuru, hizmet alım işi ihalesine ilişkin sözleşmenin yapılamamasından kaynaklı mahrum kalınan kârın ödenmemesi nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir başka yargılamada verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının mahkûmiyet kararına esas alınması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1981 doğumlu olup olayların gerçekleştiği tarihte Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucu hakkında sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımlar yüzünden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca hakaret ve iftira suçlarından kamu davası açılmış olup Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 2/7/2014 tarihli kararıyla başvurucunun iftira suçundan beraatine, hakaret suçundan ise bilişim sitesinden elde edilen bilgi ve belgeler ve bu sitenin sanık tarafından kullanıldığına dair ifadelerle eylemin sabit olduğu gerekçesiyle adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Sonrasında başvurucunun sosyal medya hesabından bulunduğu yeni paylaşımları nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 18/9/2014 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle bir başka kamu davası açılmıştır. Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 30/12/2014 tarihli kararıyla Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin gerekçesinin ve tüm dosya kapsamından atılı iletilerin sanığa ait internet hesabından gönderildiğinin sabit olduğunun kabul edildiğini gerekçe göstererek başvurucunun müsnet suçtan neticeten 112 gün adli para cezasına mahkûm edilmesine kesin olarak karar verilmiştir. Karar, başvurucuya 30/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 28/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Bireysel başvuru sonrasında Adalet Bakanlığının talebi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Mahkemenin 30/12/2014 tarihli kararına karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmiştir. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 18/1/2016 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin 2016/346 esasına kaydedilen yargılamanın 22/9/2016 tarihli celsesinde başvurucu müdafiinin huzurunda verilen kararla başvurucunun müsnet suçtan beraatine karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1736
Başvuru, bir başka yargılamada verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının mahkûmiyet kararına esas alınması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yetkisi olmayan soruşturma mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; elkoyma işlemi nedeniyle mülkiyet hakkının; hakkındaki soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olmayan makamlarca yürütülmesi ve bu süreçte masumiyet karinesine aykırı birtakım eylem ve işlemlerde bulunulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu 25/7/2005 tarihinde Hâkimler ve Savcılar Kurulunca (HSK) Yargıtay üyeliğine seçilmiştir. Başvurucu, uzun yıllar Yargıtayın çeşitli dairelerinde görev yaptıktan sonra 27/6/2016 tarihinde kendi isteğiyle emekli olmuştur. Darbe teşebbüsü sonrası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının 16/7/2016 tarihli yazılı talimatıyla "Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullah[çı] Terör Örgütlenmesi üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimali bulunduğu" gerekçesiyle başvurucunun gözaltına alınmasına; konutu, aracı ve işyerinde arama yapılmasına karar verilmiştir. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 17/7/2016 tarihinde soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre şüphelinin ve müdafiinin dosya içindeki belgeleri incelemelerinin ve belgelerden örnek almalarının kısıtlanmasına karar verilmesini Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik 17/7/2016 tarihinde dosya içeriğinin incelenmesine veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğüne bağlı polislerce başvurucunun konutunda 17/7/2016 tarihinde arama yapılmış ve suç delili olabileceği değerlendirilen bazı dijital materyallere el konulmuş, bununla birlikte başvurucu aynı tarihte yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Savcılık, ifade alma sürecine geçmeden önce başvurucuya, isnat edilen suçlamaya ilişkin olarak somut olayda ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlinin var olduğunu belirterek soruşturmanın başlatıldığını ifade etmiştir. Daha sonra ise başvurucuya FETÖ/PDY'nin üyesi olması ve bu örgütün yargı alanındaki yapılanmasında yer alması nedeniyle hakkında bir soruşturma yürütüldüğü belirtilerek bu husustaki beyanları sorulmuştur. Başvurucu; ifadesinde uzun yıllar devlete hizmet ettiğini, FETÖ/PDY ile bir bağlantısının olmadığını, bu örgüte ait olduğu iddia edilen yerlerde kalmadığını, Asya Finans grubuna bağlı yerlere para yatırmadığını, kimseye himmet adı altında para vermediğini beyan etmiştir. Darbe teşebbüsü sırasında evde bulunduğunu söyleyen başvurucu, darbe girişimi ile bir alakasının olmadığını savunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs ve FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suç[ların]dan mevcutlu olarak gönderildiği" belirtilerek "atılı suçların CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/3-a-11 maddesinde tutuklama nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıkları tespit edilmiş olup [başvurucunun da aralarında olduğu] mevcutlu şüphelilerin de kaçma şüphesinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir edip delilleri değiştirme ihtimallerinin olması, AİHM'nin [Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi] birden çok vermiş olduğu kararlarında belirtildiği üzere şüphelilerin salıverilmeleri halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin veya başka suçlar işleme tehlikesinin bulunması nedenlerine göre" tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Savcılığın talep yazısı ve kısıtlama kararı kapsamı dışında kalan bilgi ve belgeler, sorgu işlemi öncesinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların anlatıldığı da belirtilmiştir. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Sorgu işlemi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda alınmıştır. Başvurucu; sorgu sırasındaki ifadesinde soruşturmanın 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'na göre yürütülmesi gerektiğini, herhangi bir örgütün üyesi olmadığını ve suçlamaları kesinlikle kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucunun müdafii de aynı yönde beyanda bulunmuş, suçu işlediğine dair somut bir delil bulunmaması ve tutuklama şartlarının mevcut olmaması dolayısıyla müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler ve/veya müdafileri tarafından ileri sürülen, görevleri (Yüksek Mahkeme üyeliği) dolayısıyla özel soruşturma usullerine tabi olmaları nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının ve Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin yetkili olmadığına dair iddialar Hâkimlik tarafından "şüphelilerin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olması, suçüstü halinin varlığı dikkate alınarak ... soruşturmanın genel hükümlere tabi olduğu" gerekçesiyle kabul edilmemiştir. Sorgu sonucunda Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelilere isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, dosyada mevcut tutanaklar, Yargıtay ve Danıştay Başkanlar Kurulunun 17/7/2016 tarihli kararları, arama ve el koyma tutanakları ve tüm dosya kapsamı ile üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, üzerlerine atılı suçun CMK'nun maddesinde öngörülen katalog suçlardan olması, Yasada öngörülen ceza miktarı nedeniyle verilen tutuklama kararının ölçülü oluşu, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimaline binaen adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin CMK ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]" Başvurucu, bu karara itiraz etmiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 9/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 12/8/2016 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 1/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Soruşturma sürecinde N.Y. ve A.H. adlı kişiler başvurucu ile ilgili birtakım beyanlarda bulunmuşlardır.i. Tanık A.H.nin 3/11/2016 tarihli beyanının başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:"...Ben size Fetullah Gülen cemaat mensubu olan veya bu cemaat ile ilişkisi olan veya birlikte hareket ettiğini düşündüğüm Yargıtay ve Danıştay üyelerini belirtmek istiyorum. ...72-A. S. [Başvurucu]; benim kurulda görev yaptığım dönemden önce Yargıtay üyesi seçilmiştir. Fetullah Gülen ceamaat mensubu olmadığını biliyorum...."ii. Tanık N.Y.nin 13-14-15/9/2017 tarihli beyanlarının başvurucu ile ilgili kısımları şöyledir:"...17-25 aralık olaylarından sonra yapı içerisinde daha önceleri Hususi yapı olarak bilinen ve cemaatin Emniyet teşkilatında, yargıda ve Askeriyedeki yapılanması ön plana çıkartıldı ve 17-25 aralık olaylarından sonra bu yapılanmanın adı 'mahrem yapı' olarak anılmaya başlandı. Dediğim gibi Mahrem yapı Emniyet, Adalet ve silahlı kuvvetlerdeki örgütün özel yapılanma şeklidir....Dediğim gibi 17-25 Aralık olaylarından sonra bu bahsettiğim mahrem yapılanmanın dağılmaması, çözülmemesi ve deşifre edilmemesi amacıyla moral motivasyonu yükseltici faaliyetler ve sohbetler Ankara ilinde düzenlenmiştir. ...2014 yılı 12 ekiminde HSYK [Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu] seçimleri yapıldı yukarda size anlattığım 9-10 kasım 2013 kararlarında hakim ve savcılara yönelik alınan tedbirlere rağmen Yargıda Birlik platformunun başarısına engel olunamadı. Hiçbir cemaat mensubu HSYK ye seçilemediği örgüt içerisinde konuşuldu. HSYK seçim sonuçları örgüt açısından başarısız olunca örgüt sohbet programlarına ve diğer faaliyetlerine bir süreliğine ara verdi. Bu sohbet programları 2015 yılının ocak ayının sonlarına doğru yeniden başladı. Mahrem yapıya ait sohbetlerin yeniden baslamışındaki [başlamasındaki] en büyük neden ise örgüt içerisinde bozulan morallerin düzeltilmesi ve yeniden toparlanma aşamasına geçilmesidir. Bu bağlamda ki yapacağım sohbetlerde beni yine Faruk kod [adlı] ., Ö.Y., A.Ç ve F.E.ye yönlendirdi ve hakim savcı oldukları tahmin ettiğim şahıslar ile Faruk kod [adlı] Ö.Y. A.Ç. ve F.E. [nin] yönlendirmeleri ile bazen Faruk kod [adlı] Ö.Y.nın h.t. okulu yerleşkesindeki makam odasında bazen de hatırladığım kadarı ile Ankara Aşağı Öveçler 1096 veya 2146 cadde de bulunan Beyaz Saray apartmanındaki örgüte ait ofiste, Cevizlidere mahallesindeki 1076 veya 1096 sokakta bulunan köşem apartmanın dördüncü katındaki örgüte ait olan ofiste, Çukurambardaadresini bilmediğim bir apartmanda A.Ç. ve F.E.’nin getirdiği 2-3 kişilik gruplara 15 gün veya ayda bir sohbet düzenledim. Bu olay 2015 yılı 7 haziran seçimlerine kadar devam etti. Bu sohbetlere katılan şahıslar anladığım kadarı ile yargı mensuplarıydı. Ben bu şahıslara genel sohbet konularının yanında ayrıca örgütün dağılmaması yönünde moralleri yükseltecek manada konuşmalar yapıyordum. Gizlilik ön planda olduğu için sohbete katılanlara isim sormuyor mesleği ile ilgili sorular sormuyordum....Bana fotoğrafını göstermiş oludğunuz [olduğunuz] şahıs yukarıdaki ifademde de bahsetmiş olduğum gibi 2014 yılı Eylül ve Ekim ayında yani 12 Ekim 2014 tarihindeki HSYK seçilmerinin [seçimlerinin] yapılmasından önceki tarihlerde Faruk kod [adlı] Ö.Y.ın Ankara Yenimahalle ilçesi Eşref Bitlis caddesi üzerinde bulunan Fetullah Gülen cemaatinin okulu olan H.T. okulunun içerisinde bulunan Anadolu kurul AŞ. isimli şirketin binasındaki ofiste mahrem yapı imamları olan ve yukarıda size teşhis etmiş olduğum şahısların bana sohbet vermem için getirdiği ve benim de tam olarak Anadolu kurul AŞ.nin binasındaki özel olarak tasarlanmış odada mı, Aşağı Öveçler 1906 veya 2146 caddedeki beyaz saray apartmanındaki ofiste mi yoksa Cevizlidere Mahallesi l076 veya 1906 sokaktaki köşem apartmanında mı veya Çukurambar semtindeki tam olarak yerini bilmediğim örgüte ait bir ofiste mi sohbet verdiğimi tam olarak hatırlayamadığım ama sohbet içeriklerinden hakim veya savcı olduğunu ve Adalet mahrem yapılanma içerisinde olan bir şahıs olduğunu anladığım şahıstır. diyerek A.S. [Başvurucu] ...isimli şahsı tespit etmiştir...." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 13/11/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede ilk olarak -darbe tehlikesinin tam olarak bertaraf edilemediğine dikkat çekilerek- somut olayda ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü hâlinin mevcut olduğu belirtilmiş, buna göregenel hükümler doğrultusunda 16/7/2016 tarihinde başvurucu hakkında soruşturma başlatıldığı ifade edilmiştir. İddianamede daha sonra FETÖ/PDY'ye ve bu örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin genel bilgilere yer verilmiştir. İddianamede başvurucu yönünden yapılan değerlendirmede ise atılı suçun işlediğine ilişkin olarak N.Y. isimli şahsın vermiş olduğu bir beyana dayanılmıştır. Bu beyanda N.Y.nin FETÖ/PDY içinde bulunan yargı mensuplarının morallerinin düzeltilmesi, yeniden toparlanmalarının sağlanması amacıyla 2014 yılının Eylül ayından sonra Ankara'da yapılan sohbet toplantılarına başvurucunun da katıldığını belirttiği ifade edilmiştir. İddianame, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 28/11/2017 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2017/63 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Mahkeme 30/11/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk durumunu değerlendirerek tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme 16/1/2018 tarihli duruşmada görevsizlik kararı vererek başvurucu hakkındaki yargılamayı yapması amacıyla dosyanın Yargıtay Ceza Dairesine (ilk derece mahkemesi sıfatıyla) gönderilmesine karar vermiştir. Görevsizlik kararı üzerine dosya Yargıtay Ceza Dairesinin E.2018/33 sayısına kaydedilmiş ve bu dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Yargıtay Ceza Dairesi 16/7/2018 tarihli birinci duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu; savunmasında genel olarak üzerine atılı suçla bir alakasının olmadığını, iddianamede tanık olarak ismi geçen şahsı tanımadığını ve hakkında böyle bir beyanda bulunmasının sebebini de bilmediğini belirterek beraatine karar verilmesini talep etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 29/11/2018 tarihli ikinci duruşmada birçok kişiyi tanık olarak dinlemiştir. i. Tanık İ.O.nun beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...A.S.i [Başvurucuyu] tanıyorum, şahsen tanıdığım ve görüştüğüm, konuştuğum insanlardan birisidir. Kendisi Yargıtay Tetkik Hakimi olduğu dönemde bizden çok önce 2006, 2007'lerde olabilir, belki daha önce olabilir Yargıtay Üyeliğine seçilen birisidir. O tarihte de Bakanlık olarak, Bakanlığın desteklediği, seçilmesini istediği isimlerden bir tanesiydi kendisi. Yargıtay üyeliğine seçildi. Biz kurula geldiğimiz dönemde kendisi Yargıtay üyesiydi. O vesileyle de mesleki olarak irtibatımız olan, görüştüğüm kişilerden bir tanesidir. Savcılıkta da hakkında işlem yapılan eski Yargıtay ve Danıştay Üyelerinin hepsi tek tek sorularak haklarında ne bildiğim soruldu. A.S.de [Başvurucuda] bu kapsamda sorulan kişilerden bir tanesidir. Benim kendisinin örgüt ya da eski adıyla cemaat mensubiyetine ilişkin herhangi bir bilgim yok. Tam tersine bağlı olmadığını düşündüğüm kişilerden bir tanesidir. ...Bu yapıyla herhangi bir irtibatını duymadım, şahit olmadım böyle bir şeye. Sadece 2011 yılında Yargıtay'da N. bey Başkan olduktan sonra A. [Başvurucu] bey Başkanlık Divanında görev aldı diye hatırlıyorum. O sebeple kendisine böyle bir yafta yapıştırılmış olabileceğini, o tarihte Divanda görev aldığı için bu yapıyla irtibatlı olabileceği değerlendirilmiş olabilir diye Savcılıkta da bunu söylemiştim. Bunun dışında ben bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum..."ii. Tanık B.E.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...ben A.S.yi [Başvurucuyu] beyi Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde çalıştığım dönemde gıyaben tanıdım önce. Çünkü kendisi ben herhalde kendisinin ismini duyduğumda Yargıtay'da Tetkik Hakimiydi ve ortak tanıdıklarımız vardı bizden kıdemli personelde A.K. bey, N.Y. hanım ve benzeri kıdemli abilerimiz kendisini tanıyordu, meslek büyüklerimiz ve kendisi hakkında da hep olumlu bahsedilirdi gerek mesleki yeterliliği, gerek insanlar arası ilişkileri. Yargıtay'da sevilen birisi olduğunu o dönemde biliyorum. Nitekim 2005 yılında Yargıtay üyeliğine seçildi. O dönemde milliyetçi muhafazakar kesimden pek fazla seçim olmadığı için biz kendisinin seçilmesine de son derece sevinmiştik. ...2011 yılında yapılan Yargıtay Üyeliği seçimlerinden sonra Sayın Başkanım o zamanki adıyla cemaat diye bilinen yapı Yargıtay'da organize bir şekilde hareket ederek yönetim ve seçim işlerinde etkili olmaya başladılar. Bu da diğer bu yapıya mensup olmayan üyeler arasında rahatsızlık meydana getirdi. Bazı konularda şikayetler bize de yansıdı. A.S. beyin Başkanlığının yenilenmemesi gibi, bizim de adımızın kullanıldığı İ.O. bey ve benim kulağımıza geldi. ...daha sonra bazı konularda görevin, mensubiyetin göreve yansıtıldığına ilişkin bazı örneklerde tarafımıza intikal etti ve bu, bu olaylar üzerine bu daha önce saydığım bize yansıyan dedik ki ya bu Yargıtay'dan bazı yakın tanıdığımız arkadaşları çağırıp bu konuları bir görüşelim. Hakimevine 25-30 arkadaş çağırdık ve bu konuları müzakere ettik ve sıkıntının daha çok bu yapı mensuplarının birbirini tanımasından, bu yapı mensubu olmayanların da birbirini tanımamasından, eskilerin yenileri, yenilerin eskileri tanımamasından istifade edildiğini anladık. Bu nedenle dedik ki, bu yapı mensubu olmayanları da biz birbirleriyle tanıştıralım ve bu kapsamda kimleri çağırabiliriz diye Yargıtayın listesini önümüze koyduk ve hızlı bir şekilde çağırıp konuşabileceğimiz bu meseleleri bir liste hazırladık Sayın Başkanım. ...Ben A.S. [Başvurucu] beyi bu yapıdan olmadığını bildiğim için çağırmamız gereken kişiler arasına o ana listeye yazmışım. Kendisini çağırdık, kendisi de sağolsun geldi diye hatırlıyorum toplantıya. Bu meseleleri konuştuk. Gelen arkadaşlarda benzer sıkıntılardan bahsettiler ve dedik ki hatta bu grupları çağırmadan önce ben o zaman ki Yargıtay Genel Sekreteri A.B.yle de konuşup böyle bir şey yapacağımızı, İ. beyle birlikteydik daha önce anlatmıştım ve onların yani bu yapı mensubu olmayan kişilerin görüşlerini, kanaatlerini almadan seçim ve yönetim işlerinde tek başlarına davranmamaları gerektiği konusunda böyle bir faaliyet yapacağımızı kendilerine söyledik ve kendilerinde de mutabık kaldık. ... A.S. [Başvurucu] beyi biz, orada da bize bir muhalefeti olmadı. Hatta bu anlattığım sıkıntıları destekleyen, tasdik eden yaklaşımları oldu. Dolayısıyla biz kendisini hep farklı bildik Sayın Başkanım. Böyle bir algı kendisi hakkında nasıl oluştu o süreci ben Yargıtayın içinde olmadığım için bilmiyorum ama benim kendisiyle ilgili bilgilerim, kanaatlerim ve faaliyetlerim bundan ibaret. ...kendi hazırladığım listede A.S. [Başvurucu] beyi o zaman Başkandı ben listeyi hazırlarken, birlikte hareket edebileceğimiz kişiler arasında ayrı bir grupta gösterdim..."iii. Tanık A.H.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:"... ben Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğüne tetkik hakimi olarak geldim. 1997 yılında geldim. A.S. [Başvurucu] beyi de o tarihlerde tanıdım. Kendisi Yargıtay'daydı. Biz HSYK'ya 2010 yılında HSYK'da ben göreve başladım. Bizden çok önce yani zannedersem bir 4-5 yıl kadar önce Yargıtay Üyeliğine seçilmişti. ...Hukuk Dairelerinde çalışıyor diye biliyorum. Daha sonra Daire Başkanı oldu. Efendim ben hiç A.S. [Başvurucu] beyin cemaatçi olduğunu veya eski adıyla cemaatçi yeni adıyla FETÖ'cü olduğunu, onlarla iltisaklı, irtibatlı olduğu gibi bir şey duymadım. Yani cemaatle ilgili biri olarak değil de ben milliyetçi muhafazakar bir insan olarak kendisini tanır ve o şekilde hep değerlendirirdim. Yine de aynı kanaatteyim..." İddianamede beyanları başvurucu hakkındaki suçlamaya esas alınan N.Y. ise Yargıtay Ceza Dairesinde vermiş olduğu beyanında şu şekilde açıklamalarda bulunmuştur:"...şöyle ben yaklaşık 30 yıl FETÖ/PDY terör örgütü içerisinde bulundum. Değişik örgüte müzahir kurumlarda ve örgüte yine müzahir onların bölge sistemleri dedikleri ve ünite sistemleri dedikleri bölge ve ünite yapılanması içerisinde görev aldım. Özellikle son 2007-2016 15 Temmuz darbe girişimine kadar 10 yıl, yaklaşık bir 10 yıl kadar genel sohbetçi dediğimiz örgüt içerisinde böyle bir vazifem vardı. Genel sohbetçi de tüm üniteler, tüm birimler, örgüt içerisindeki tüm üniteler ve birimlere moral motivasyonu yükseltmek, örgütün özellikle değişik zamanlarda hem himmet olsun, burs mevsimi olsun, değişik mevsimlerde dediğimiz örgüt içerisinde bu sohbetlere veya diğer farklı programlara katılan insanların, örgüte müzahir veya örgüt üyesi insanların veya dışarıdan gelen insanların moral motivasyonunu artırma adına sohbetler yapıyorduk. Özellikle 17-25 Aralıktan sonra, 2013 17-25 Aralıktan sonra 2014 yılı içerisinde ve 2015 yılı içerisinde de oldu fakat genel itibariyle de 2014 yılı içerisinde yoğun bir biz genel sohbetçilere ihtiyaç düştü. Bu üniteler ve diğer birimler içerisinde özellikle 2013'ten sonra mahrem yapılanma dediğimiz örgüt içerisindeki işte yargı, emniyet gibi mahrem yapılanmada da sohbetlerim oldu. Özellikle 2014 yılında yoğun bir sohbet trafiği olmuştur. Bu daha sonra 2016 darbe girişimi, Temmuz darbe girişiminden sonra 2016'da gözaltına alındım. Samsun, Konya ve Ankara'da 3 değişik ilde hakkımda davalar açıldı, davalar neticelendi. Şuan hakkımda herhangi bir dava yok. Etkin pişmanlıktan faydalandığım için 1 yıl 6 ay 22 gün ceza alarak hükmün açıklanmasının geriye bırakılması şeklinde hüküm verildi, ceza aldım. Bu 2014 yılı içerisinde özellikle mahrem yapılanma dediğimiz, özellikle emniyet ve yargı mensuplarının sohbetlerini yaptım. 2017 Eylül ayında Ankara emniyetinde bir ifadem oldu. Orada özellikle yargı mensuplarının örgüte müzahir veya örgütle ilişkisi olan yargı mensuplarına dair sohbet yapıp yapmadığıma dair bir ifadem oldu. O ifade içerisinde tabi yüzlerce örgüte sohbete gelip giden kişileri, şahısları teşhis ettim. Tabi bu teşhis içerisinde sayı çok fazla olduğu için bazen doğru teşhislerim olduğu gibi yanlış teşhislerimde olmuştur. Daha önceki duruşmalarda ve mahkemelerde bu şahıslarla alakalı beyanlarım olmuştur. ... [Tanığa sohbetlerde başvurucuyu görüp görmediği hususu sorulduğunda] Hayır efendim hatırlamıyorum. ... [Tanığa başvurucu hakkındaki daha önceki beyanı okunarak sorulduğunda] Efendim tespitlerin tamamı fotoğraf, resimler üzerinden yapıldı. Tabi siz de takdir edersiniz ki yaklaşık bana 5000'e yakın fotoğraf gösterildi. Tabi genel sohbetçi olduğumdan dolayı tüm yapıdaki, örgüt içerisindeki tüm birimlere, ünitelere sohbete gidiyorduk. Bunların içerisinde mahrem yapılanma dediğimiz emniyet ve yargıda vardı. Tabi yüzlerce fotoğraf içerisinde doğru teşhislerim olduğu gibi yanlış bir teşhislerim de olmuştur. Onları farklı duruşmalarda, mahkemelerde de söyledim yani. ...[Tanığa hangi ifadesinin doğru olduğu sorulduğunda] Efendim buradaki beyanım doğru ve gerçektir.... [Tanığa başvurucunun yüzüne bakarak tekrardan beyanda bulunması istenip daha önce vermiş olduğu ifadede neden yanıldığı hususu sorulduğunda] Ben evet girişte de baktım şimdi de bakıyorum. Tabi üzerinden bir süre de geçmiş bir, ikincisi tabi çok fazla fotoğraf gösterildiği için o günkü şartlarda benzetmişte olabilirim veya hatırladığım kadarıyla böyle bir durum da olabilir. Ondan kaynaklanıyordur ..." Yargıtay Dairesi 20/3/2019 tarihli üçüncü duruşmada başvurucu hakkındaki yargılamanın durmasına karar vermiştir. Durma kararının ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın üzerine atılı silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan yargılanması talebiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ankara Ağır Ceza Mahkemesine hitaben iddianame düzenlenmiş ve bu mahkemece görevsizlik kararı verilerek dosya Dairemize gönderilmiş ise de; sanığın, silahlı terör örgütü FETÖ'nün hiyerarşik yapısına dahil olup atılı silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu oluşturduğu iddia edilen eylemlerin gerçekleştirildiği tarih itibariyle haiz olduğu Yargıtay Üyeliği sıfatı nedeniyle 2797 sayılı Yargıtay Kanununun maddesi gereğince iddianame düzenleme, görev ve takdiri yetkisine sahip olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenmiş bir iddianame olmaması nedeniyleDairemize usulüne uygun olarak açılmış bir kamu davası da olmadığından CMK 223/8 maddesi gereğince yargılamanın durdurulmasına, İddianame düzenleyip düzenlememe hususunun takdiri için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine ... [karar verildi.]" Dosyanın gönderildiği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 18/7/2019 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Yargıtay Ceza Dairesinde kamu davası açmıştır. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'ye ve bu örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin genel bilgilere yer verilmiştir. Sonrasında ise başvurucunun FETÖ/PDY'de yer aldığına ilişkin birtakım olgulara dayanılmıştır. Bunlar özetle şöyledir:i. Başvurucu hakkında açıklamaları bulunan tanık beyanlarına yer verilmiştir. Bu beyanlar şu şekildedir:-Tanık İ.O.nun şu şekildeki açıklamasına dayanılmıştır:"A.S.;[Başvurucu] Bizim zamanımızdan önce Yargıtay üyeliğine seçilmiştir. Kendisinin Fetullah Gülen cemaat mensubu olmadığını düşünüyorum. Yargıtay Başkanlık Divanında bir dönem görev aldığı için aklımda şüphe oluşmuş olabilir. "-Tanık A.H.nin şu şekildeki açıklamasına dayanılmıştır:"benim kurulda görev yaptığım dönemden önce Yargıtay üyesi seçilmiştir. Fetullah Gülen ceamaat mensubu olmadığını biliyorum. " -Tanık B.E.nin şu şekildeki açıklamasına dayanılmıştır:"Şahsen tanıyorum, samimiyetim yoktur. Fethullah Gülen Cemaati mensubu olmadığını düşünüyorum ancak Fethullah Gülen Cemaati Yargıtay'da belli bir etkinlik sağlayınca A.S.nin [Başvurucunun] başkanlık divanına seçildiğini duymuştum. Yani, 'sen biz seçtirdik' diyerek kendi taleplerini yaptırmış olabileceklerini düşünüyorum." -Tanık E.O.nun şu şekildeki açıklamasına dayanılmıştır:"... isimli şahıs Ankara Barosuna kayıtlı avııkattır. ... Bu şahıs tüm gücünü FETÖ/PDY lideri Fethullah Gülen'den almaktadır. isimli şahıs R.K.'den daha fazla tanınmış biridir ve dolayısıyla aslında Yargıtay imamıdır .... R.K. ve 'in yıllarca işbirliği içerisinde hareket ettikleri Yargıtay Hukuk Dairesi Başkanı A.S. [Başvurucu] tutuklanmıştır." -Tanık E.O.nun ilk ifadesinden sonra vermiş olduğu şu şekildeki açıklamasına da dayanılmıştır:"Kendisini daha önceden duruşmalarda davam olması nedeniyle tanıdım, ama ilk defa karşılıklı 2015 yılı 10 Haziranda odasında görüştüm. ... A. [Başvurucu] Bey olayları yazılı olarak bildirmemi istedi. Ben yazı hazırlayarak K.K.'nın fetö cemaatçi olduğunu ve rüşvete ilişkin yazı yazıp kendisine onun adına mektup yazarak gönderdim .... Yargıtay'da o an için görüştüğüm üyeler ve tetkik hakiınleri, A.S. [Başvurucu] ve K.K.'nın cemaatçi olduklarını söylediler, ... R.K. ve , A.S. [Başvurucu] ile çok yakın ilişkileri vardı. Aynı zamanda Yargıtay Hukuk dairesinde görevli olup, 15 Temmuz sonrasında tutuklanan fetöcü hakimler ile çok sıkı ilişki içerisindeydiler, ... Sonuçda, A.S. [Başvurucu] fetullahçıdır, daha önce de ismini şikayet ve ihbar dilekçelerimde belirttiğim o dönem Yargıtay Hukuk Dairesinde çalışan iki üye ve iki tetkik hakimi de fetullahçıdır. Yargıtayda o dönemde birçok üye ve hakim fetöden atılmıştır, ancak benim tanıdıklanm bu isimlerdir. Ortada dönen bütün paralar fetullah organizasyonuna giden paralardır." -Tanık O.Y.nin şu şekildeki açıklamasına dayanılmıştır:"160 üyenin seçiminden bir süre sonra, bir iki arkadaşım yeniden seçilmem konusunda karar alındığını söyledi. ...Adli tatile iki hafta vardı. Başkanlığa aday oldum, karşı aday çıkarılmayınca engel olmadığını değerlendirdim. ...Bir önceki seçimde o zamana kadar görülen en yüksek oyla seçilmiştim. Tek adaydım, sonuçlar açıklandığında şaşırıp kaldım. Seçime 50'si eski, 30'u yeni olmak üzere 80 üye katılmamıştı. On üye raporluydu. Öğlen arası daire arkadaşlarıyla bir araya geldiğimizde bazı üyelere ulaşamamışlardı. Şimdi onlara da ulaştılar, 'boşlar artacak' denildi. Gerçekten boşlar 133'den 155 çıktı. 170 civarında oy aldım. 20-25 oy daha alamadığım için seçilemedim. ...Adli tatil sonrasında karşıma bir aday çıkarıldı. ... ne seçilen E.S.Y., sonraları olayı şöyle anlatıyor. 'Yazlığımdayken Yargıtay üyesi A.S. [Başvurucu] ve Genel Sekreter A.B. telefonla beni aradılar. Yargıtay Başkanı N.K.'ın aday olmasını istediğini bana söylediler. Teklifi kabul ettim.' diyor. ...14 yıl tctkik hakimliği, 7 yıl üyelik, 4 yıl başkanlık olmak üzere o tarihte 25 yıldır Ceza Dairesinde görev yaparken, kendileri Ceza Dairesinden gelip başkan seçiliyor. Özgür bir ortam yok. Blok oy kullanılıyor. ..." -Tanık N.Y.nin Savcılıkta (bkz. § 25) ve Yargıtay Ceza Dairesindeki (bkz. § 32) açıklamalarına yer verilmiştir. Tanık N.Y.nin Savcılıkta alınan beyanını başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olduğunun delili olarak değerlendiren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, tanığın daha sonra alınan beyanlarının örgütün maddi ve manevi baskısı altında verildiğini belirterek ilk alınan beyanının dikkate alınması gerektiğini ileri sürmüştür.ii. Başvurucu hakkında düzenlenen mali analiz raporuna dayanılmıştır. Bu raporda temel olarak iki eyleme delil olarak yer verilmiştir:- Başvurucunun 950 TL para gönderdiği E.K. adlı kişi hakkında terör örgütüne üye olma suçundan bir yargılama yürütüldüğü ifade edilmiştir.- Başvurucunun 23/7/2016 tarihli ve 667 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Yargıçlar ve Savcılar Birliği Derneğine (YARSAV) üye olduğu belirtilmiştir. UYAP üzerinde yapılan incelemede başvurucunun Derneğe üyelik tarihinin 3/7/2006 olduğu, üyelik tipinin ise kurucu üye olarak ifade edildiği anlaşılmıştır.iii. Başvurucu hakkında düzenlenen HTS analiz raporuna dayanılmıştır. Bu raporda -temel olarak- iki eyleme delil olarak yer verilmiştir:- Başvurucunun FETÖ/PDY'nin yargı kanadında yer aldığı iddiasıyla haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunan kişilerin cep telefonlarıyla ortak baz hareketliliği bulunduğu belirtilmiştir.- Başvurucunun uluslararası numaralarla iletişim hâlinde olduğu ifade edilmiştir.iv. Başvurucuya ait olan dijital materyallerin incelenmesi sonucunda düzenlenen bilirkişi raporuna dayanılmıştır. Bilirkişi raporunda yer alan ve delil olarak belirtilen hususlar şunlardır:-"H.Ş. AKP'den İstifa Etti" başlıklı bir açıklamanın ele geçirildiği belirtilmiştir.-"Y.nin Açıklamaları" isimli bir metin belgesinin ele geçirildiği ifade edilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamede, dosya kapsamında bulunan ve yukarıda sıralanan tüm delilleri birlikte değerlendirmiştir. Bu değerlendirme şu şekildedir: "...2005 tarihinde Yargıtay Üyesi olduktan sonra, 2012 tarihinde Ondördüncü Hukuk Dairesi Başkanlığına seçilen ve 2011-2012 ve 2014 -2014 tarihleri arasında Yargıtay Divan Üyeliği yapan şüpheli A.S. [Başvurucu] hakkında, uzun yıllar örgütün içerisinde kalıp, sohbet hocalığı yapan, FETÖ/PDY soruşturması kapsamında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanarak itirafçı olan N.Y.'ın, 2017 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesinde, 'örgütün adalet mahrem yapılanma içerisinde olan bir şahıs olduğunu anladığım şahıstır.' diyerek fotoğraf üzerinden teşhis yaptığı, İ.O.'un, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında 2016 tarihinde alınan ifadesinde: ' ...Yargıtay Başkanlık Divanında bir dönem görev aldığı için aklımda şüphe oluşmuş olabilir.' dediği, B.E.in, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında 2017 tarihinde alınan ifadesinde: '...Fethullah Gülen Cemaati Yargıtay'da belli bir etkinlik sağlayınca A.S.nin [Başvurucunun] başkanlık divanına seçildiğini duymuştum. Yani, 'sen biz seçtirdik' diyerek kendi taleplerini yaptırmış olabileceklerini düşünüyorum." şeklinde tespitte bulunduğu, E.O. isimli kişinin çeşitli makamlara sunduğu dilekçeleri ve talimatla alınan ifadesinde 'A.S. [Başvurucu] fetullahçıdır,' şeklinde şikayetinin olduğu, E.O.'ın şikayet ve beyanlarında şüpheli ile işbirliği içerisinde hareket ettiğini iddia ettiği R.K. hakkında, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/34 Esas 2019/117 Karar sayılı kararıyla silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan TCK'nun 314/2, 62, 3713 sayılı Kanunun 5/1 maddeleri uyarınca 8 Yıl 1 Ay 15 Gün Hapis cezası ile mahkumiyet kararı verildiği, örgütün yargı kanadında yer almaktan hakkında soruşturma ve yargılama devam eden mensupları ile ortak baz hareketliliği kapsamında irtibatlı olduğu, şüpheli A.S.de [Başvurucuda] ele geçirilen dijital materyallerle ilgili düzenlenen 2019 tarihli bilirkişi kurulu raporunun incelenmesinde, Cvrıa Europa Eu 2011 ibareli 2 GB flash bellek ve Sandısk BH1111VWGN 4 GB flash bellek içerisinde, H.Ş.'e ait '...Ben yirmi seneden fazla bir süredir hizmet hareketini ve Muhterem Hocaefendiyi tanıyor ve seviyorum' şeklinde başlayan haber yazısı ile HP wx81c9025943 500 GB taşınabilir HDD içerisinde, örgüt adına mesajlar verdiği değerlendirilen, 'Y.'in açıklamaları' isimli bir word belgesinin bulunduğu, Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığınca hazırlanan 2018 tarihli Mali Analiz Raporunun incelenmesinde, şüpheli A.S.nin [Başvurucunun] 2018-2013 tarihleri arasında toplam 1950 TL EFT gönderdiği '21115162896' TC numaralı E.K. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Afyonkarahisar Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/830 Esas sayılı kovuşturma dosyasının bulunduğu ve 667 sayılı Olağanüstü Hal KHK ile kapatılan 'Yargıçlar ve Savcılar Birliği Derneği 'ne' üye olduğunun belirlendiği,...Bu şekilde şüphelinin, gizliliğe riayet ederek örgütün amaçları doğrultusunda süreklilik ve çeşitlilik arz eden faaliyetlerde bulunmak suretiyle örgüt ile organik bağ içerisine girdiği, hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün üyesi olduğu sonucuna ulaşılmıştır." İddianame, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 23/7/2019 tarihinde kabul edilmiş ve yargılamaya yeniden başlanmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla -ilk derece mahkemesi sıfatıyla- Yargıtay Ceza Dairesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56), Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39); Mustafa Baldır (B. No: 2016/29354, 4/4/2018, §§ 26-37); Mustafa Özterzi ([GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48) başvuruları hakkında verilen kararlar.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/21966
Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yetkisi olmayan soruşturma mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; elkoyma işlemi nedeniyle mülkiyet hakkının; hakkındaki soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olmayan makamlarca yürütülmesi ve bu süreçte masumiyet karinesine aykırı birtakım eylem ve işlemlerde bulunulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, uzman öğretmen unvanı verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali için açılan davada yargı kararları dikkate alınmadan hüküm verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 25/1/2016 ve 2/4/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır. 2016/7754 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/1819 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2016/1819 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Öğretmen olarak görev yapan başvurucular uzman öğretmen unvanı verilmesi istemiyle Millî Eğitim Bakanlığına başvuruda bulunmuştur. Başvurucular talebin reddi üzerine ayrı ayrı Kayseri ve İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmışlardır. Mahkeme ilk etapta dava konusu işlemin iptaline hükmetmiş ise de Danıştay İkinci Dairesinin iptal kararlarını esastan bozmuştur. Mahkeme bozma kararına uyarak davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun görevde yükselme hususlarını düzenleyen maddelerinin Anayasa Mahkemesinin 21/5/2008 tarihli ve E.2004/83, K.2008/107 sayılı kararıyla iptal edilmesi üzerine uzman öğretmenliğe atanma hususundaki bütünlüğün bozulduğunu, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra yasal bir düzenleme yapılmamış olmasının bu konuda boşluk yarattığını ve bu boşluğun yargı içtihadıyla doldurulmasının da olanaklı olmadığını tespit etmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra sadece eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans eğitimine veya sınavdan alınan nota dayanılarak uzman öğretmen unvanının kazanılmasına olanak bulunmadığını vurgulayan Mahkeme, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun aynı yöndeki 28/3/2013 tarihli ve E.2010/2397, K.2013/1123 sayılı kararını da emsal göstererek dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı yönündeki ret gerekçesini oluşturmuştur. Başvuruculardan Birgül Arslan bozma üzerine verilen kararı temyiz etmemiştir. Diğer başvurucu Arzu Ülker'in temyiz ve karar düzeltme talepleri Danıştay İkinci Dairesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucular nihai kararları tebellüğ etmelerinin ardından süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1819
Başvuru, uzman öğretmen unvanı verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali için açılan davada yargı kararları dikkate alınmadan hüküm verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/27461 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27461
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 21/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 8/1/2015 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16040
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Yol TV logosuyla yayın yapan başvurucunun yayın iletiminin durdurulmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Almanya merkezli olarak 2007 yılından itibaren Yol TV ünvanıyla televizyon yayını dâhil yayımcılık yapmaktadır. Başvurucu, Almanya ve İngiltere'de ulusal ve uluslararası mevzuata uygun yayın lisansına sahip olup 2007 yılından itibaren tüm AB ülkelerinde TV yayını yapmıştır. Söz konusu şirket TV yayımcılığını Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi (bkz. § 18) hükümleri çerçevesinde gerçekleştirmektedir. Başvurucu Türkiye'de yayın yapmak amacıyla Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme Anonim Şirketi (TÜRKSAT) ile 2015-2016 ve 2016-2017 yılları için Uydu Üzerinden TV-Radyo İletim ve Uplink Servisi Sözleşmesi yapmış ve bu sözleşme hükümleri gereğince Türkiye'de TV yayımcılığı faaliyetinde bulunmuştur. Başvurucunun Yol TV logolu kanalında 13/10/2016 tarihinde saat 00'de sunuculuğunu F.A.nın yaptığı Yol Aşkına isimli bir program yayımlanmış ve söz konusu programa Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun (RTÜK) ilgili kararında (bkz.§ 8)yer aldığı şekliyle "Avrupa Demokratik Kürt Toplumu Kongresi Eş Başkanı ile Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı" konuk olarak katılmıştır. Söz konusu programda konuşmacılar görüşlerini beyan etmiştir. Akabinde söz konusu program hakkında RTÜK tarafından inceleme başlatılmış, 21/12/2016 tarihli kararla Yol TV'nin yayın iletiminin durdurulması için hizmet sağlayıcıya bildirimde bulunulmasına karar verilmiş ve 29/12/2016 tarihinde Yol TV'nin yayını durdurulmuştur. Anılan kararın içeriği şöyledir:"İzleme ve DeğerIendirme Dairesi Başkanlığının 18/11/2016 tarih ve 955 sayılı yazısına konu; YOL TV logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 2016 tarihinde, saat 22:33'de yayınladığı 'Yol Aşkına' adlı yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerIendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;Ayrıntıları bahse konu uzman raporunda belirtildiği üzere; kuruluşun 13/10/2016 tarihinde, saat 22:33'de sunuculuğunu F. A.'in yaptığı, Avrupa Demokratik Kürt Toplumu Kongresi Eş Başkanı Y. K. ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) Genel Başkanı H. 'ın konuk olduğu ve Türkiye gündemi üzerinden haber ve tartışmaların yapıldığı 'Yol Aşkına' İsimli programda; Avrupa Demokratik Kürt Toplumu Kongresi Eş Başkanı olduğu belirtilen Y. K. tarafından Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Hükümetin El Nusra ve DAİŞ gibi terör örgütlerini geliştirdiği, büyüttüğü ve bugünlere getirdiği, Türkiye'nin tekçi, Sünni, egemenlikçi, Türkçü anlayışı Ortadoğuda gerçekleştirmek istediği, Kürt düşmanlığı, Alevi düşmanlığının devletin 90 yıllık tarihinde var olduğu, Kürt şehirlerinin yakıldığı, yıkıldığı, binlerce insanın katledildiği, Milli Güvenlik Kurulu'nda Alevileri çökertme planı çıkarıldığı, devletin Kürtleri ve Alevileri hedef aldığı ve bu iki kesimi bertaraf etmek istediğinin iddia edildiği, buna karşın PKK, YPG, YPC, YPŞ, HPG gibi terör örgütlerinin ise özgürlük savunucusu gerillalar olarak gösterildiği, Y. K., 'herkes' şeklinde Avrupa devletlerini kasdederek 'Herkes şunu biliyor ki Tayyip Erdoğan insanlık başına beladır. Bizim de başımıza beladır. Bu mezhepçi, tekçi anlayışın sahibi, işte katliamcı adam hepimizin başına bela olacaktır.' ve "Faşizm her zaman aynı mantıktır. Bunun adı Muaviye'dir o gün, bunun adı Yezid'dir, bugünkü adı Tayyip Erdoğan'dır... Fakat mantık, zihniyet, temsilciliği aynıdır." şeklinde ifadelere yer verildiği görülmüştür.İhlale konu 'Yol Aşkına' adlı programda;-Kürt düşmanlığı, Alevi düşmanlığının devletin 90 yıllık tarihinde var olduğu, Kürt şehirlerinin yakıldığı, yıkıldığı, binlerce insanın katledildiği, Milli Güvenlik Kurulu'nda Alevileri çökertme planı çıkarıldığı, Devletin Alevi ve Kürtleri hedef aldığı ve bu iki kesimi bertaraf etmek için herşeyi yaptığı şeklindeki ifadelerle, Kürt ve Alevi toplumunun Devlete karşı kin ve düşmanlığa tahrik edildiği,-Türkiye'nin El Nusra, DAİŞ gibi bir terör örgütlerini geliştirdiği, büyüttüğü, desteklediği, Cerablus'ta işgalci olduğu ifadeleri ve PKK, YPG, YPC, YPŞ, HPG gibi terör örgütlerinin özgürlük savunucusu gerillalar olduğu söylemleri ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik 'mezhepçi, katliamcı' ifadelerinin kullanıldığı ve Yezid benzetmesi yapıldığı,Bu nedenlerle mezkur yayında, 6112 sayılı Kanun'un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (b), (ç) ve (d) bentleri ile Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesinin 7/I/b hükmünün ihlal edildiği kanaatine varılmıştır,İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığının 8/11/2016 tarih ve 28563 sayılı yazısı doğrultusunda, Üst Kuruldan yayın lisansı olmadığı tespit edilen ve siyasi haber ve tartışma programlarının önemli bir bölümünün Türkiye'ye yönelik olduğu ve Türkiye gündemi üzerinden haber ve tartışmaların yapıldığı görülen söz konusu kuruluşa, bu yayım nedeniyle müeyyide uygulanması mümkün olmadığı, ancak anılan kuruluş hakkında 6112 sayılı Kanun'un 29'uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükmünün ihlali nedeniyle işlem yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.Bu itibarla; İzin ve Tahsisler Dairesi Yayıncı Bilgileri Veritabanı'ndaki mevcut durum itibariyle, Üst Kurul'dan U-TV lisansına sahip olduğuna ilişkin kayıt bulunmayan ve uydu ortamından YOL TV logosuyla yayın yapmakta olan Kuruluş hakkında, 6112 sayılı Kanun'un 29'uncu maddesinin üçüncü fıkrasındaki; 'Platform ve altyapı işletmecileri, Üst Kuruldan yayın lisansı almayan veya yayın lisansı iptal edilen medya hizmet sağlayıcılar ile Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar ve bu Kanun hükümlerine aykırı yayın yaptığı Üst Kurulca tespit edilen bir başka ülkenin yargı yetkisi altındaki medya hizmet sağlayıcılarının yayım hizmetlerinin iletimini, Üst Kurul kararının tebliğini müteakiben durdurur; Tebliğe rağmen yayın hizmetlerinin iletimini durdurmayan işletmecinin yayın iletim yetkisi iptal edilir ve bu durum Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna bildirilir.' hükmü gereğince işlem yapılmasına,...karşı oyları ve oy çokluğu ile karar verildi." Başvurucu anılan kararın iptali talebiyle dava açmış, Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 28/12/2017 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Dava, davacı şirkete ait Yol TV logosuyla yayın yapan kanalın 2016 tarihinden itibaren yayın iletiminin durdurulmasına ilişkin davalı idare işlemin iptali istemiyle açılmıştır.6112 sayılı Radyo Ve Televizyonların Kuruluş Ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 'kapsam' başlıklı maddesinde; ... hükümleri öngörülmüştür.Anılan Kanun'un 'Tanımlar' başlıklı maddesinin birinci fıkrasının; ( a ) bendinde ise; '...'; (l) bendinde, ' ...; (p) bendinde, '...' ; (ğğ) alt bendinde, ...' ;ifade edeceği belirtilmiştir.Öte yandan, anılan Kanun'un "Platform işletmecileri ve yayın hizmeti iletimi yapan altyapı işletmecileri" başlıklımaddesinde;'..'düzenlemelerine yer verilmiştir.Dosyanın incelenmesinden; Almanya'da kurulu olan ve İngiltere'den OFCOM lisansına sahip bulunan davacı şirketin, 'Yol TV' logosuyla yürüttüğü yayın hizmetlerinin iletiminin Türksat A.Ş. ile yaptığı sözleşme uyarınca Türksat uydusu üzerinden sağlandığı, anılan sözleşmeye dayanılarak iletilen yayınların Türkiye'den izlenebildiği, 'Yol TV' logosuyla yürütülen yayın hizmetleri için Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan alınmış uydu yayın lisansının bulunmadığı, uydu ortamından Yol TV logosuyla yayın yaptığı belirtilerek, davacı yayın kuruluşunun yayınların 6112 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası kapsamında iletiminin durdurulmasına karar verilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır. Olayda, davacı yayın kuruluşu tarafından, hem Almanya hem de İngiltere'de yayın lisansı sahibi olduğu, şirket merkezinin Almanya olup editoryal kararların Almanya'da alındığı, bu nedenle yargılama alanının yerleşik olunan ülke olduğu, Türkiye'den lisanslı olmayan kanalların yayına devam edemeyeceğine dair açık bir düzenleme bulunmadığı, Türkiye'de program yapılmadığı, tüm programlarını merkezinin bulunduğu ülkede yaptığı, dolayısıyla dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenilmiş ise de; dosyadaki bilgi ve belgeler ile ilgili mevzuat hükmü birlikte değerlendirildiğinde, Türksat A.Ş. ile yaptığı sözleşme uyarınca Türksat uydusu üzerinden medya hizmet sağlayıcısı olan (televizyon yayını yapan) davacı şirket tarafından, Türkiye'ye ait uydular üzerinde kapasite kullanmaları nedeniyle 6112 sayılı Yasanın maddesinin fıkrasının 3 nolu bendi uyarınca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı yetkisinin kapsamında bulunan medya hizmet sağlayıcıların yayınlarının iletiminin yapıldığı ve davacı şirketin bu faaliyette bulunabilmesi için anılan Yasanın maddesiyle Medya Hizmet Sağlayıcı Kuruluşlar İle Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Uydu Yayın Yönetmeliğinin ve maddeleri uyarınca, iletiminin sağlanması istenilen medya hizmet sağlayıcı kuruluş ile ilgili olarak davalı idareye sunulması gereken bilgi ve belgelerin uydu altyapı/platform işleticisi tarafından davalı idareye sunulması gerektiği sonucuna varılmış olup, ancak Yasa kapsamında bulunan yayınların iletiminin yapıldığı dikkate alındığında, ilgili bilgi ve belgeler ile bildirimde bulunmaksızın yapılan iletiminin durdurulmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine," Anılan kararın istinaf edilmesi üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 27/9/2018 tarihli kararıyla ve "Ankara İdare Mahkemesi'nce verilen 28/12/2017 tarih ve E:2017/48, K:2017/3469 sayılı karar usul ve hukuka uygun olup istinaf başvurusunun kabulünü gerektiren bir neden bulunmadığından, davacı tarafın istinaf başvurusunun reddine," gerekçesiyle temyiz yolu açık olmak üzere istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesinin kararı da başvurucu tarafından temyiz edilmiş ve Danıştay Dairesi 27/2/2019 tarihli kararıyla temyiz başvurusunun reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"İlgili Mevzuat:6112 sayılı Radyo Ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 'kapsam' başlıklı maddesinde;.....Anılan Kanun'un 'Tanımlar' başlıklı maddesinin birinci fıkrasının;........ ifade edeceği belirtilmiştir,Öte yandan, anılan Kanun'un 'Platform işletmecileri ve yayın hizmeti iletimi yapan altyapı işletmecileri' başlıklı maddesinde........kurallarına yer verilmiştir. Hukuki Değerlendirme:Yukarıya alınan Kanun hükümleri uyarınca, gerek Türkiye sınırları içinde konuşlandırılmış uydu bağlantısını kullanarak, gerekse Türkiye'ye ait uydular üzerinde kapasite kullanarak yayın yapan medya hizmet sağlayıcılarının Türkiye'nin yargı yetkisi altında oldukları ve yayın hizmetlerinde 6112 sayılı Yasa hükümleri ile bağlı oldukları ve uydu üzerinden yayın yapabilmeleri için ayrıca uydu yayın lisansı almak zorunda oldukları açıktır.Bu durumda, Türkiye 'ye ait Türksat uydusu üzerinden kapasite kullanarak yayın yapan davacı şirketin Türkiye'nin yargı yetkisi altında ve 6112 sayılı Yasa hükümlerine tabi olduğu, bu kapsamda anılan Kanun'un maddesi uyarınca her bir yayın tekniği ve ortamına ilişkin Üst Kurul'dan ayrı ayrı yayın lisansı alınması gerektiği göz önüne alındığında, Üst Kurul'dan gerekli izni almayan ve Türkiye'ye ait uydu üzerinden yayın yaptığı anlaşılan davacı şirket hakkında 6112 sayılı Kanun'un 29/3 maddesi uyarınca tesis edilen yayın iletiminin durdurulmasına ilişkin dava konusu Kurul kararında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Nihai kararı başvurucu 16/5/2019 tarihinde öğrenmiş, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 15/2/2011 tarihli ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir:(1) Bu Kanun, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı yetkisi altında, her türlü teknik, usul ve araçlarla ve her ne isim altında olursa olsun elektromanyetik dalgalar veya diğer yollarla yapılan radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetleriyle ilgili hususları kapsar. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı yetkisi altındaki medya hizmet sağlayıcılar, ikinci fıkra gereğince Türkiye’de yerleşik kabul edilenler ile üçüncü ve dördüncü fıkra hükümlerine tabi olanlardır. (2) Bu Kanunun uygulanmasında;a) Medya hizmet sağlayıcı, şirket merkezinin Türkiye’de bulunması ve yayın hizmetlerine ilişkin editoryal kararların Türkiye sınırları içinde alınıyor olması durumunda Türkiye’de yerleşik kabul edilir.b) Medya hizmet sağlayıcının şirket merkezinin Türkiye’de bulunmasına rağmen, yayın hizmetlerine ilişkin editoryal kararların Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesine taraf başka bir ülkede alınması ya da yayın hizmetlerine ilişkin editoryal kararlar Türkiye’de alınmakla birlikte şirket merkezinin anılan Sözleşmeye taraf başka bir ülkede bulunması durumunda medya hizmet sağlayıcı, yayın hizmeti faaliyetini yürüten işgücünün önemli bir kısmının bulunduğu ülkede yerleşik kabul edilir. Ancak,1) Yayın hizmeti faaliyetini yürüten işgücü her iki ülkede de bulunmakla birlikte, hangi ülkede daha yoğun olarak çalışıldığının tespit edilemediği durumlarda medya hizmet sağlayıcı, şirket merkezinin bulunduğu ülkede yerleşik kabul edilir.2) Yayın hizmeti faaliyetini yürüten işgücünün önemli bir kısmının, her iki ülkede de yoğun olarak faaliyet göstermediği durumlarda medya hizmet sağlayıcı, faaliyetine Türkiye’de daha önce başlamış olması ve Türkiye ekonomisi ile istikrarlı ve etkili bir bağlantısının bulunması hâlinde Türkiye’de yerleşik kabuledilir.c) Bir medya hizmet sağlayıcının şirket merkezi Türkiye’de bulunmakla birlikte, yayın hizmeti faaliyetine ilişkin editoryal kararların Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesine taraf olmayan bir ülkede alınması ya da yayın hizmetlerine ilişkin editoryal kararlar Türkiye’de alınmakla birlikte şirket merkezinin anılan Sözleşmeye taraf olmayan üçüncü bir ülkede bulunması durumunda medya hizmet sağlayıcı, yayın hizmeti faaliyetini yürüten işgücünün önemli bir kısmının Türkiye’de bulunması hâlinde Türkiye’de yerleşik kabul edilir.(3) İkinci fıkra hükümlerinin uygulanamadığı durumlarda;a) Türkiye sınırları içinde konuşlandırılmış uydu bağlantısını kullanan medya hizmet sağlayıcılar,b) Türkiye sınırları içinde konuşlandırılmış uydu bağlantısını kullanmamalarına rağmen, Türkiye’ye ait uydular üzerinde kapasite kullanan medya hizmet sağlayıcılar, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı yetkisi altında kabul edilir.(4) (Ek: 17/4/2017-KHK-690/58 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7077/48 md.) Türkiye’ye ait uydular üzerinden Türkçe olarak Türkiye’ye yönelik yayın yapan veya yayın dili Türkçe olmamakla birlikte Türkiye’ye yönelik ticari iletişim yayınlarına yer veren yayın kuruluşları, bu maddenin diğer fıkralarına bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı yetkisi altında kabul edilir. Bu kuruluşların da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı yetkisi altındaki kuruluşlar gibi Üst Kuruldan yayın lisansı alması zorunludur." 6112 sayılı Kanun'un "Yeniden iletim" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Yayın hizmetlerinin alımı ve yeniden iletimi serbesttir. Yeniden iletim, ancak Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin ilgili hükümleri çerçevesinde sınırlandırılabilir...." 6112 sayılı Kanun'un "Platform işletmecileri ve yayın hizmeti iletimi yapan altyapı işletmecileri" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"(3) Platform ve altyapı işletmecileri, Üst Kuruldan yayın lisansı almayan veya yayın lisansı iptal edilen medya hizmet sağlayıcılar ile Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası andlaşmalar ve bu Kanun hükümlerine aykırı yayın yaptığı Üst Kurulca tespit edilen bir başka ülkenin yargı yetkisi altındaki medya hizmet sağlayıcılarının yayın hizmetlerinin iletimini, Üst Kurul kararının tebliğini müteakiben durdurur. Tebliğe rağmen yayın hizmetlerinin iletimini durdurmayan işletmecinin yayın iletim yetkisi iptal edilir ve bu durum Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna bildirilir." 15/6/2011 tarihli ve 27965 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Uydu Yayın Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Uydu platform işletmecilerinin yükümlülükleri ve yaptırımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) Uydu platform işletmecileri;a) Kanunda, bu Yönetmelikte, İdari ve Mali Şartlar Yönetmeliğinde ve ilgili diğer mevzuatta, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası andlaşmalarda öngörülen yükümlülükleri ve idarî, malî ve teknik şartları yerine getirmek ve Üst Kuruldan yayın iletim yetkisi almakla,b) Yayın lisansı olmayan veya yayın lisans süresi sona eren medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yayınlarını iletmemekle,...g) Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası andlaşmalar ve Kanunda düzenlenen yayın ilkeleri ile ilgili hükümlere aykırı yayın yaptığı Üst Kurulca tespit edilen bir başka ülkenin yargı yetkisi altındaki medya hizmet sağlayıcılarının yayın hizmetlerinin iletimini, Üst Kurul kararının tebliğini müteakiben durdurmakla.. yükümlüdürler....(3) Uydu platform işletmecileri, Üst Kuruldan yayın lisansı almayan veya yayın lisansı iptal edilen medya hizmet sağlayıcılar ile Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası andlaşmalar ve Kanunda düzenlenen yayın ilkeleri ile ilgili hükümlere aykırı yayın yaptığı Üst Kurulca tespit edilen bir başka ülkenin yargı yetkisi altındaki medya hizmet sağlayıcılarının yayın hizmetlerinin iletimini, Üst Kurul kararının tebliğini müteakiben durdurur. Tebliğe rağmen yayın hizmetlerinin iletimini durdurmayan veya diğer yükümlülüklerini Üst Kurulca verilen süre içinde yerine getirmeyen platform işletmecisinin yayın iletim yetkisi iptal edilir ve bu durum Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna bildirilir.(4) (Ek:RG-26/6/2015-29398) Uydu platform işletmecileri,a) Platform üzerinden iletimini yapacakları medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; iletim sözleşmesi, lisans belgesi, yayın logosu/çağrı işareti ve yayın dilini gösteren belgelerin asılları veya noter tasdikli örnekleri ile medya hizmet sağlayıcının unvanı, adresi, telefon numarası ile Türksat uyduları üzerinden yabancı bir ülkeden alınan lisansla iletilmek istenen radyo ve televizyon yayınına ilişkin olarak yukarıda belirtilenler dışında, şirket merkezi, yayın hizmetlerine ilişkin editoryal kararların alındığı ülke, yayın hizmeti faaliyetinin yürütüldüğü işgücünün bulunduğu ülke ve uplink çıkış yerine dair bilgi ve belgeleri, iletim tarihinden en az 30 gün önce her yayın için ayrı bir dosya halinde Üst Kurula bildirmek zorundadır. Üst Kurulca yapılan inceleme neticesinde, dosyasındaki bilgi ve belgeleri eksiksiz olan medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yayınlarının iletimi hususu platform işletmeci kuruluşa yazı ile bildirilir. Dosyasında eksik bulunan kuruluşların dosyaları iade edilir. Türk yargı yetkisinde olduğu anlaşılan kuruluşların yabancı bir ülkeden alınan lisansla Türksat uyduları üzerinden Türkiye’ye yönelik yayın iletimi sağlanamaz. Üst Kurulca platform işletmecilerine yazı ile yapılan bildirime müteakip, yayın iletimine başlama tarihini ve saatini, uydu yayın frekansı, polarizasyonu, sembol oranı (SR), ileri yönlü hata kodu (FEC), video paket tanıma (V-PID), ses paket tanıma (A-PID), servis tanıma (SID) bilgilerini en az 24 saat önce Üst Kurulun bildireceği faks numarasına veya eposta adresine bildirmek zorundadır....c) Bu fıkrada belirlenen yükümlülüklere uymayan platform işletmecileri hakkında, Kanunun 29 uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır. " Yönetmelik'in "Uydu altyapı işletmecilerinin yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"c) (Değişik:RG-26/6/2015-29398) Uydu ortamından kapasite tahsis ettiği uydu platform işletmecilerinin, unvanı, adresi, telefon numarası bilgilerini ve bu kuruluşlarla ilgili her türlü değişikliği ise değişikliğin olduğu tarihten itibaren en geç bir ay içerisinde Üst Kurula bildirmekle, ....(3) (Ek:RG-26/6/2015-29398) Uydu altyapı işletmecileri,a) Sahip olduğu veya kiraladığı uydu kapasitesi üzerinden iletimini yapacakları medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; iletim sözleşmesi, lisans belgesi, yayın logosu/çağrı işareti ve yayın dilini gösteren belgelerin asılları veya noter tasdikli örnekleri ile medya hizmet sağlayıcının unvanı, adresi, telefon numarası ile Türksat uyduları üzerinden yabancı bir ülkeden alınan lisansla iletilmek istenen radyo ve televizyon yayınına ilişkin olarak bu bilgi ve belgelerin dışında, şirket merkezi, yayın hizmetlerine ilişkin editoryal kararların alındığı ülke, yayın hizmeti faaliyetinin yürütüldüğü işgücünün bulunduğu ülke ve uplink çıkış yerine dair bilgi ve belgeleri, iletim tarihinden en az 30 gün önce her bir yayın için ayrı bir dosya halinde Üst Kurula bildirmek zorundadır. Üst Kurulca yapılan inceleme neticesinde, dosyasındaki bilgi ve belgeleri eksiksiz olan medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yayınlarının iletimi hususu altyapı işletmeci kuruluşa yazı ile bildirilir. Dosyasında eksik bulunan kuruluşların dosyaları iade edilir. Türk yargı yetkisinde olduğu anlaşılan kuruluşların yabancı bir ülkeden alınan lisansla Türksat uyduları üzerinden Türkiye’ye yönelik yayın iletimi sağlanamaz. Üst Kurulca altyapı işletmecilerine yazı ile yapılan bildirime müteakip, yayın iletimine başlama tarihini ve saatini, uydu yayın frekansı, polarizasyonu, sembol oranı (SR), ileri yönlü hata kodu (FEC), video paket tanıma (V-PID), ses paket tanıma (A-PID), servis tanıma (SID) bilgilerini en az 24 saat önce Üst Kurulun bildireceği faks numarasına veya e-posta adresine bildirmek zorundadır....c) Bu fıkrada belirlenen yükümlülüklere uymayan altyapı işletmecileri hakkında, Kanunun 29 uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır"B. Uluslararası Hukuk 7/9/1992 yılında ülkemizce imzalanan ve 4/11/1993 tarihinde 3915 sayılı Kanun ile onaylanan 5/5/1989 tarihli, Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi'nin "Konu ve Amaç" başlıklı maddesi şöyledir:"Bu sözleşme, yayınlarda yer alan program hizmetleri ile ilgilidir. Amaç, taraflar arasında televizyon program hizmetlerinin sınır ötesi yayınını ve tekrar yayınını kolaylaştırmaktır." Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi'nin "Yayın İzleme ve Yeniden İletim Özgürlüğü" başlıklı maddesi şöyledir:"Taraflar, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunması Sözleşmesi'nin Maddesi'ne uygun olarak, ifade ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak ve yayın izleme özgürlüğünü güvence altına alacak ve bu Sözleşme hükümlerine uygun bulunan program hizmetlerinin kendi toprakları üzerinde yeniden iletimini kısıtlamayacaktır." Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi'nin "Yayıncının Sorumlulukları" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Program hizmetlerinin sunuş ve içerik bakımından bütün unsurları, insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olacaktır.Program hizmetleri, özellikle :a) Edebe aykırı olmayacak ve pornografi içermeyecek,b) Şiddet eğilimini körüklemeyecek veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmayacaktır. Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyebilecek türden program hizmetleri, bunların seyredilebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmayacaktır..."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19624
Başvuru, Yol TV logosuyla yayın yapan başvurucunun yayın iletiminin durdurulmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memurlarının saldırısına maruz kalarak hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmasının, bu olay nedeniyle Disiplin Kurulu tarafından kendisine verilen iki ayrı 20 gün süreli hücreye koyma cezasına karşı yaptığı itirazda avukatı huzurunda savunma yapmak için kendisine makul süre verilmemesinin ve üç ayrı cezaevine sevkinin yapılarak avukatı ile görüşmesinin kısıtlanmasının kötü muamele yasağını ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş, disiplin cezalarının sonuçları itibariyle kaldırılması ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 28/11/2013 tarihinde Elazığ Ceza Mahkemeleri Ön Bürosu vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, adli yardım talebinin kabulü ile başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 18/7//2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık görüşünü, ek süre sonunda 22/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüşü, başvurucuya 25/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu görüşe karşı cevaplarını 8/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ve UYAP üzerinden temin edilen belgelerde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Elazığ E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, 8/2/2013 tarihinde infaz koruma memurları tarafından yaralandığını ve işkenceye maruz kaldığını belirterek vekilleri vasıtasıyla Bolu Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuştur. Yapılan soruşturma sonucunda bazı infaz koruma memurları hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan Bolu Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmış ancak işkence, kasten öldürmeye teşebbüs, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, tehdit ve hakaret suçundan kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karara yapılan itiraz, Düzce Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiş ve anılan karar kaldırılmıştır. Bunun üzerine Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı, altı şüpheli infaz koruma memuru hakkında işkence suçundan Bolu Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır. Bolu Asliye Ceza Mahkemesinde infaz koruma memurları hakkında açılan zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçuna ilişkin E.2013/243 sayılı dosyası Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/246 sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. Birleştirilen dosya, Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde halen derdesttir. Başvurucunun infaz koruma memurlarını şikâyetine konu olan olay ile ilgili olarak başvurucu hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. Disiplin soruşturması sonucunda Disiplin Kurulu, başvurucuya, 13/2/2013 tarihli ve 2013/20 sayılı kararı ile "hükümlü ve tutukluları kasten veya neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama ve görevlileri her türlü kasten yaralama" eylemi ve 14/2/2013 tarihli ve 2013/21 sayılı kararı ile "kurum görevlilerine karşı hakaret ve tehditte bulunmak" eylemi nedeniyle iki ayrı 20 gün hücreye koyma cezası vermiştir. Başvurucu, anılan kararlara karşı 27/2/2013 tarihinde Bolu İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Şikâyet dilekçesinde aynı koğuşta bulunan hükümlüler Ç., S.A. ve E.R.’nin tanık olarak dinlenmesini ve şikâyetin duruşmalı incelenmesini talep etmiştir. Bunun üzerine Bolu İnfaz Hâkimliği her iki itiraz ile ilgili olarak başvurucunun savunmasının alınması için başvurucunun sevk edildiği cezaevlerinin bulunduğu yerler gözetilerek önce Tekirdağ İnfaz Hâkimliğine sonra Elazığ İnfaz Hâkimliğine talimat yazmıştır. Elazığ İnfaz Hâkimliğinde her iki şikâyet kapsamında Bolu İnfaz Hâkimliği tarafından yazılan 3/7/2013 tarihli talimat üzerine yapılan 4/7/2013 tarihli duruşmada başvurucu "ben beyanlarımı avukatım ile birlikte vermek istiyorum. Avukatım Hüseyin Yılmazdır, kendisi Diyarbakır Barosuna kayıtlıdır. Kendisine ben haber vereceğim avukatım ile beyanda bulunacağım. Şu an beyanda bulunmak istemiyorum, talimatın mahkemesine iadesini istiyorum, daha sonra itiraz dilekçemle ilgili avukatımla beyanda bulunacağım" şeklinde açıklamada bulunmuştur. Başvurucunun talebi doğrultusunda iade edilen talimat üzerine Bolu İnfaz Hâkimliği başvurucunun şikâyet dosyasını Bolu Cumhuriyet Başsavcılığına göndererek görüş istemiştir. Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı, 16/7/2013 tarihli mütalaasında başvurucunun savunması alındıktan ve ileri süreceği deliller toplandıktan sonra mütalaa istenmesi yönünde görüş beyan etmiştir. Bunun üzerine Bolu İnfaz Hâkimliği, Elazığ İnfaz Hâkimliğine tekrar talimat yazarak başvurucunun talebi doğrultusunda avukatı ile birlikte dinlenilmesini, varsa delillerinin sorulmasını başvurucuya makul bir süre verilerek bu yönde tebligat yapılmasını istemiştir. Elazığ İnfaz Hâkimliği, Elazığ E Tipi Kapalı İnfaz Kurumuna yazdığı 1/8/2013 tarihli müzekkerede, başvurucunun avukatı ile görüşüp birlikte savunma yapıp yapmayacağının sorulmasını, avukatı ile savunma yapması halinde avukatının kimliğini bildirmesi için bir hafta süre verilmesini, bu hususun başvurucuya tebliğ edilmesini ve düzenlenecek tutanağın gönderilmesini istemiştir. Elazığ E Tipi Kapalı İnfaz Kurumu 13/8/2013 tarihli ve 2013/10493 sayılı cevabında başvurucunun avukatına ulaşamadığını, ulaşmak için yakınları aracılığıyla haber gönderdiğini, haber gelmesi durumunda başvurucunun kendiliğinden bir dilekçe ile avukatının ismini ve adresini bildireceğine dair beyanda bulunduğunu belirtmiştir. Talimatların iadesi üzerine Bolu İnfaz Hâkimliği, 9/9/2013 tarihli ve E.2013/573, K.2013/1645 sayılı kararında başvurucunun "hükümlü ve tutukluları kasten veya neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama ve görevlileri her türlü kasten yaralama" eylemi nedeniyle aldığı disiplin cezasına dair şikâyetlerinin "makul süre içinde savunma yapmadığı ve delilleri de sunmadığı" gerekçesiyle reddine karar vermiştir. Başvurucunun "kurum görevlilerine karşı hakaret ve tehditte bulunmak" eylemi nedeniyle aldığı disiplin cezasına ilişkin şikayetleri ise İnfaz Hâkimliğinin 10/9/2013 tarihli ve E.2013/574, K.2013/1651 sayılı kararında "makul sürenin iki kez verilmesine rağmen savunma yapmadığından savunma hakkından vazgeçmiş sayılacağı" anlaşılmakla disiplin cezası verilmesine dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile reddedilmiştir. Anılan kararlara karşı itiraz, Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin sırasıyla 23/10/2013 tarih ve 2013/1126 Değişik İş sayılı ve 7/10/2013 tarihli 2013/1159 Değişik İş sayılı kararları ile reddedilmiştir. Başvurucu, kararların kendisine tebliğ edilmediğini ve 28/10/2013 tarihinde kararlardan haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, 26/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 16/5/2011 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak." 4675 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Şikayet başvurusu, 5 inci maddede yazılı sürenin geçmesinden sonra veya infaz hâkimliğinin görev ve yetki alanı dışında kalan bir işlem veya faaliyete karşı ya da başvuru hakkı olmayan kimselerce yapılmışsa infaz hâkimi, başvuru dilekçesini esasa girmeden reddeder; şikayet başvurusu başka bir yargı merciinin görevi içerisinde ise o mercie gönderir.Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K/md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K/md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K/md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.İnfaz hâkimi, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre inceleme ve işlemlerini yürütür ve kararını verir.İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikayetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir.İtiraz, infaz hâkimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine, ağır ceza mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması halinde (2) numaralı daireye yapılır. İnfaz hâkimi aynı zamanda bu mahkemenin üyesi olduğu takdirde itirazla ilgili karara katılamaz." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hücreye koyma cezası, hükümlünün eylemlerinin nitelik ve ağırlığına göre bir günden yirmi güne kadar, açık havaya çıkma hakkı saklı kalmak üzere, geceli ve gündüzlü bir hücrede tek başına tutulması ve her türlü temastan yoksun bırakılmasıdır.2) Bir günden on güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:…j) Kurum görevlilerine hakaret veya tehditte bulunmak.…(3) Onbir günden yirmi güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:...e) Hükümlü ve tutukluları kasten veya neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamak ile görevlileri her türlü kasten yaralamak.…(4) Hücre, yaşamsal gereksinmeleri karşılayacak biçimde düzenlenir." Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 Sayılı Tavsiye Kararlarında hükümlü ve tutukluların disiplin ve cezalandırılmalarına dair kısmı şöyledir:“Disiplin suçu işlediği öne sürülen mahpuslar:a. Kendilerine isnat edilen suçlamaların mahiyeti hakkında anlayacakları bir dilde ve ayrıntılı olarak bilgilendirilmelidir;b. Savunmalarını hazırlayabilmeleri için yeterli zaman ve imkanlara sahip olmalıdırlar;c. Savunmalarını bizzat kendilerinin yapmasına ya da adaletin yararı bunu gerektiriyorsa hukuki bir yardım alarak yapmalarına izin verilmelidir;d. Tanık dinlenmesini istemelerine ve onları dinlemelerine, ya da kendileri adına dinlenmelerine izin verilmelidir; ve,e. Soruşturma esnasında kullanılan dili anlayamıyor veya konuşamıyorsa bir çevirmenin yardımından ücretsiz olarak yararlanmalıdır.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8635
Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memurlarının saldırısına maruz kalarak hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmasının, bu olay nedeniyle Disiplin Kurulu tarafından kendisine verilen iki ayrı 20 gün süreli hücreye koyma cezasına karşı yaptığı itirazda avukatı huzurunda savunma yapmak için kendisine makul süre verilmemesinin ve üç ayrı cezaevine sevkinin yapılarak avukatı ile görüşmesinin kısıtlanmasının kötü muamele yasağını ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş, disiplin cezalarının sonuçları itibariyle kaldırılması ve tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, tutukluluğa dair kararlarda kamu yararının varlığını somut olay ve hukuki değerlendirmelerle ortaya koyan bir gerekçenin olmaması, tutukluluğun devamına dair kararlara itirazların denetim usulüne ilişkin kurallar uygulanmadan karara bağlanması ve tutukluluğa itiraz incelemelerinin duruşmalı yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 7/6/2013 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 7/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından 7/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş yazısı 29/7/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı 14/8/2015 tarihinde beyanda bulunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 2013/9187 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında “çocuğun basit cinsel istismarı” suçundan 20/2/2013 tarihinde gözaltına alınmış ve aynı gün Antalya Sulh Ceza Mahkemesinin 20/2/2013 tarihli ve 2013/24 sorgu sayılı kararı ile tutuklanmışlardır. Tutuklama kararının gerekçesi şöyledir: “Şüphelilerin üzerlerine atılı suçun varlığını gösteren mevcut delil durumu, delillerin tam olarak toplanmamış olması, bu suç için öngörülen hapis cezasının süresi göz önüne alındığında şüphelilerin kaçmaya ve delilleri karartmaya yönelik davranışları bulunduğu anlaşılmakla ...” Başvurucular 21/2/2013 tarihinde ayrı ayrı sundukları dilekçeler ile tutuklama kararına itiraz etmişler ancak söz konusu itirazlar Antalya Asliye Ceza Mahkemesinin 22/2/2013 tarihli ve 2013/87 ve 2013/91 Değişik İş sayılı kararları ile kesin olarak reddedilmiştir. Mahkemenin aldığı her iki ret kararının gerekçesi şöyledir: “Şüpheliye isnat edilen suçun niteliği, işleniş şekli ve soruşturma dosyası kapsamına göre suç delillerinin henüz tam olarak toplanmamış olması karşısında şüphelinin delilleri karartma ve kaçma şüphesinin bulunduğu anlaşılmakla ...” Başsavcılık, 20/3/2013 tarihinde Antalya (Nöbetçi) Sulh Ceza Mahkemesinden başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 20/3/2013 tarihli ve 2013/186 Değişik İş sayılı kararı ile “şüphelilerin üzerine atılı suçun tür ve niteliği, mevcut delil durumu, tutuklama nedenlerinde şüphelilerin lehine bir değişiklik bulunmaması, şüphelilerin tutuklulukta geçirdiği süre, soruşturmanın tamamlanmamış oluşu ve atılı suça kanunda öngörülen hürriyeti bağlayıcı ceza miktarı, şüphelilerin tutuklanmasının ölçülü tedbir olduğu” gerekçesiyle Başsavcılığın talebini kabul ederek başvurucuların tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucular, 2/4/2013 tarihinde tutukluluğun devamı kararına itiraz etmişlerdir. İtirazı, Başsavcılığın “tutukluluk hâlinin devamı talebi” olarak inceleyen Antalya (Nöbetçi) Sulh Ceza Mahkemesi, 4/4/2013 tarihli ve 2013/471 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucuların tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucular 15/4/2013 tarihinde, bu kez Antalya Sulh Ceza Mahkemesinin 20/3/2013 tarihli ve Antalya Sulh Ceza Mahkemesinin 4/4/2013 tarihli kararlarına itiraz etmiştir. Başvurucuların bu itirazları, Antalya (Nöbetçi) Sulh Ceza Mahkemesince 15/4/2013 tarihli ve 2013/461 Değişik İş sayılı kararı ile yine Başsavcılığın “tutukluluk hâlinin devamı talebi” olarak nitelendirilmiş ve başvurucuların tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucular, 7/5/2013 tarihinde Antalya Sulh Ceza Mahkemesinin 15/4/2013 tarihli kararına itiraz etmişler; Antalya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesinin 7/5/2013 tarihli ve 2013/447 Değişik İş sayılı kararı ile itiraz incelemesi için dosyanın ilgili merciine gönderilmesine karar verilmiştir. İtirazı inceleyen Antalya Asliye Ceza Mahkemesinin 9/5/2013 tarihli ve 2013/235 Değişik İş sayılı kararı ile “şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumlarına, şüphelilerin tutuklu kaldığı süreler dikkate alınarak, Sulh Ceza Mahkemesinin kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından” başvurucuların itirazının kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucular anılan kararı 13/5/2013 tarihinde öğrenmişlerdir. Başvurucular 7/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başsavcılığın 6/6/2013 tarihinde yapmış olduğu talep üzerine başvurucuların tutukluluk durumunu inceleyen Antalya Sulh Ceza Mahkemesi, 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde yapılan değişikliği (“şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle” ibaresinin madde metnine eklenmesini) gözeterek verdiği 7/6/2013 tarihli ve 2013/512 Değişik İş sayılı kararında başvurucuların avukatlarını dinleyerek değerlendirmesini yapmış ve tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başsavcılığının 10/6/2013 tarihli ve E.2013/12330 sayılı iddianamesi ile başvurucular hakkında “çocuğa nitelikli cinsel istismarda bulunma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve hakaret” suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Davaya bakan Antalya Ağır Ceza Mahkemesi, 31/3/2014 tarihli ve E.2013/349, K.2014/116 sayılı kararı ile başvurucuların “çocuğun cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından toplam 10 yıl 20 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve “cinsel istismar suçundan verilen ceza miktarı, tutuklulukta geçirdikleri süre, adli kontrol kararlarının tutuklamadan beklenen menfaati sağlayacağı sonucuna varılmakla” başvurucuların tahliyelerine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesince incelemenin yapıldığı tarih itibarıyla dava, temyiz incelemesi için Yargıtay aşamasındadır. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Çocukların cinsel istismarı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının, 1/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir: “Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden; a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, Anlaşılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.  ... (3) Bu suçun;  ... f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,  ... İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.  ... (5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır. 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterensomut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Çocukların cinsel istismarı (madde 103),...” 5271 sayılı Kanun'un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun'un “Tutukluluğun incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.” 5271 sayılı Kanun'un “Tazminat istemi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a)Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” 5271 sayılı Kanun'un “Tazminat isteminin koşulları” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.” 5271 sayılı Kanun'un “İtiraz usulü ve inceleme mercileri” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4128
Başvuru, tutukluluğa dair kararlarda kamu yararının varlığını somut olay ve hukuki değerlendirmelerle ortaya koyan bir gerekçenin olmaması, tutukluluğun devamına dair kararlara itirazların denetim usulüne ilişkin kurallar uygulanmadan karara bağlanması ve tutukluluğa itiraz incelemelerinin duruşmalı yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, vazife malullüğü aylığının yükseltilmesi talebine ilişkin davanın hakkaniyete aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bitlis Polis Meslek Yüksekokulunda (Yüksekokul) öğrenci iken 21/9/2011 tarihinde bölücü terör örgütü mensupları tarafından yapılan saldırıda -daha sonra alınan raporlara göre- %84 oranında engelli olacak nitelikte yaralanmıştır. Başvurucuya 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ve ilgili diğer mevzuat uyarınca vazife malullüğü aylığı bağlanmıştır. Başvurucu, iç güvenlik ve asayişin korunması görevi sırasında yaralandığını, bu nedenle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca, kendisine emsallerine göre ödenmesi gereken aylığın ödenip ödenmediğini, ödenmiyorsa bu farkın hesaplanarak anılan hüküm uyarınca faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesini Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından (SGK) talep etmiş ve talebi zımnen reddedilmiştir. Başvurucu anılan zımni ret kararının iptali ve tazminata karar verilmesi için SGK aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde SGK'ya başvuru aşamasında ileri sürdüğü hususları tekrarlamıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde özetle 3713 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca verilecek vazife malullüğü aylığının daha yüksek tutarda olduğunu, kendisinin de bu madde kapsamında olduğunu, buna rağmen talebinin kabul edilmediğini iddia etmiştir. İdare Mahkemesi 22/1/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesi kararının ilgili kısmı şöyledir: ''... [D]osyanın incelenmesinden; Bitlis Polis Meslek Yüksekokulunda öğrenci adayı olan davacının 2011 tarihinde terör örgütü üyeleri tarafından yapılan saldırıda yaralandığı, bu olay neticesinde malul olan davacıya 3713 sayılı Kanun'un yukarıda aktarılan maddesinin fıkrasının (i) bendi kapsamında vazife malulü aylığı bağlandığı ve bu aylığına 5434 sayılı Kanun'un ek maddesi uyarınca asgari ücretin net tutarının iki katı oranında ek ödeme eklendiği, davacının bu defa vazife malullüğü aylığının emsal görev aylığından az olmayacak şekilde düzeltilmesi talebiyle davalı idareye başvuruda bulunduğu ve bu başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile bu işlem nedeniyle yoksun kalındığı iddia olunan parasal hakların yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi talebiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Yukarıda aktarılan mevzuatta, terörle mücadeleden kaynaklanan olaylar nedeniyle yaralanan polis meslek yüksekokulu öğrencilerine 2330 sayılı Kanun kapsamında vazife malulü aylığı bağlanacağının düzenlendiği görülmektedir.Bakılmakta olan davada da davacının yukarıda aktarılan mevzuat kapsamında vazife malulü aylığından yararlandığı ve fakat bu aylığın emsal görev aylığından az olmayacak şekilde düzeltilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır. Ancak 3713 sayılı Kanun'un yukarıda aktarılan hükümleri uyarınca bağlanan vazife malulü aylığının, emsal görev aylığından az olamayacağına ilişkin olan kural, aylık bağlanması gerektiren olay tarihinde görevde bulunan veya emekli olan emniyet hizmetleri sınıfına dahil olanlara ilişkindir. Davacı ise aylık bağlanması gerektiren olayın gerçekleştiği tarihte polis meslek yüksekokulu öğrencisidir ve bu haliyle davacının emsali görev yapan olmadığından, emsal görev aylığı da bulunamamaktadır. Keza polis meslek yüksekokulu öğrencilerinin aylık alma usulü 3713 sayılı Kanun'un yukarıda aktarılan maddesinin fıkrasının (i) bendinde ayrıksı olarak belirlenmiş ve davacı bu hüküm kapsamında aylıktan yararlanmıştır.Bu durumda; vazife malulü aylığı bağlanmasını gerektiren olayın gerçekleştiği tarihte polis meslek yüksekokulu öğrencisi olan davacının görev yapan emsali olmadığından, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında bağlanan vazife malullüğü aylığının, emsal görev aylığından az olmayacak şekilde düzeltilmesi talebiyle yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ve bu işlem nedeniyle davacının yoksun kaldığı herhangi bir parasal hakkı olmadığı anlaşılmaktadır.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine... [karar verilmiştir.]'' Anılan karar aleyhine yapılan istinaf başvurusu da Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 31/10/2019 tarihli kararı ile reddedilmiştir. İstinaf başvurusunun reddine dair kararın 20/11/2019 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 13/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: '' Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur. Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir…'' 3713 sayılı Kanun’un ''Yardım'' kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasınınilgili kısmı şöyledir: "Kamu görevlilerinden yurtiçinde ve yurtdışında görevlerini ifa ederlerken veya sıfatları kalkmış olsa bile bu görevlerini yapmalarından dolayı terör eylemlerine muhatap olarak yaralanan, engelli hâle gelen, ölen veya öldürülenler hakkında 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Ayrıca;a) Malul olanlarla, ölenlerin aylığa müstehak dul ve yetimlerine bağlanacak aylığın toplam tutarı, bunların görevde olan emsallerinin almakta oldukları aylıklardan; emekli olanların öldürülmeleri halinde ise, dul ve yetimlerine bağlanacak aylığın toplam tutarı ve Kanuna göre kendisine bağlanabilecek emekli aylığından az olamaz...i)Polis Akademisi ile Polis Meslek Eğitim Merkezlerinde veya üniversitelerin fakülte ve yüksekokullarında Emniyet Genel Müdürlüğü hesabına öğrenim görenler veya kendi hesabına öğrenim görmekte iken Emniyet Genel Müdürlüğü hesabına öğrenim görmeye devam edenler, Emniyet Genel Müdürlüğü veya Millî İstihbarat Teşkilatı hesabına açılan okullarda öğrenim görenler ile Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı veya Emniyet Genel Müdürlüğü adına öğrenim görmek üzere temel ve intibak eğitimine tabi tutulanlardan; 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı sayılmamış olup bu öğrenimleri veya eğitimleri nedeniyle bu Kanun kapsamındaki terör eylemlerinde hedef alınarak hayatını kaybedenler ile yaralanan veya engelli hâle gelenlerden ilgili mevzuatına göre malullük aylığı bağlanması koşullarının oluştuğu tespit olunanların kendileri, 2330 sayılı Kanuna göre aylık bağlanması hakkından ve bu fıkranın (c), (d) ve (g) bentlerindeki haklardan, bunların eş, ana ve babaları ile bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına giren çocukları da bu fıkranın (d) bendinde düzenlenen haklardan yararlandırılır.'' 2330 sayılı Kanun’un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu kanunun amacı; barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle, trafik ve yol güvenliğini veya tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakillerini sağlamakla görevli olanların; Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Teşkilatında bulunan patlayıcı maddelerin incelenmesi, muhafazası, nakli, imha edilmesi ve zararsız hâle getirilmesi işlemlerinde görevlendirilenlerin bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya engelli hâle gelmeleri halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerinin düzenlenmesidir.’’ 2330 sayılı Kanun’un ''Yönetmelik'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Bu kanuna göre verilecek nakdi tazminatların ödenme şekli ile 3 ncü maddenin (b) bendi uyarınca ödenecek tazminatların tutarları ve bu kanunla ilgili diğer hususlar bir yönetmelikle düzenlenir.’' 25/11/1992 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Yönetmelik’in maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''a) İç güvenlik ve asayişin korunmasında, kaçakçılığın men, takip ve tahkikinde, trafik ve yol güvenliğini veya tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakillerini sağlamada, güven ve asayişi ihlal eden eylemler nedeniyle yakalanan, gözaltına alınan, tutuklanan veya hükümlü bulunanların muayene ve tedavilerinde, kaçakçılığın men, takip ve tahkiki maksadıyla mayınlanmış sahaların temizlenmesinde, 2935 sayılı Kanunun 28 inci maddesinde belirtilen görev ve işlerin yerine getirilmesinde, Devlet istihbarat faaliyetlerinde, Devletin kara sınırlarının korunması ve güvenliğinin sağlanmasında ve terörle mücadele faaliyetlerinde ve patlayıcı madde ve şüpheli cisimlerin tespiti, incelenmesi, muhafazası, nakli, imhası ve zararsız hale getirilmesinde görevlendirilen;… (1) ... Emniyet Genel Müdürlüğü ..... personelinin,…bu görev ve yardımlarından dolayı veya görev ve yardımları sona ermiş olsa bile yaptıkları bu görev ve yardımları nedeniyle ya da Devlet güçlerini sindirme amacına yönelik saldırı sonucu, derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma ve hastalık sonucu ölmeleri halinde, 2330 sayılı Kanunda belirtilen hak sahiplerine verilecek nakdi tazminat ile dul ve yetimlerine bağlanacak aylıkların, engelli hale gelmeleri halinde kendilerine verilecek nakdi tazminat ile bağlanacak aylığın, yaralanmaları halinde ise kendilerine verilecek nakdi tazminatın ve yapılacak öğrenim ve sağlık yardımının esaslarını kapsar.’’
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40656
Başvuru, vazife malullüğü aylığının yükseltilmesi talebine ilişkin davanın hakkaniyete aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, bir gösteri yürüyüşüne katılan başvurucunun cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1995 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünde öğrencidir. 19/12/2013 tarihinde Giresun'un Sultan Selim Mahallesi üzerinden başlayarak Atatürk Meydanı'nda basın açıklaması ile sona eren bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmıştır. Halkevleri Derneği Giresun Şubesi ile bu Derneğin bir kolu olan Liseli Genç Umut mensubu başvurucunun da aralarında olduğu yaklaşık yirmi beş kişilik bir grubun saat 00 sıralarında Dernek binasından çıkarak ellerinde "Hırsızlığa Talana Artık Yeter Hükümet İstifa Giresun Halkevleri" yazılı pankartı ve "Yolsuzluğa Karşı Liseliler İsyanda Liseli Genç Umut, Yağma ve Talana Son Giresun Halkevi, AKP ve Cemaat Halka Karşıdır, Halkın Parasını Yedirtmeyeceğiz Giresun Halkevi" yazılı dövizleri açtıkları, yürüyüş esnasında "Hırsız Akp Hesap Verecek, Yalana Talana Zorbalığa Son, Sizin Yolunuz Yolsuzluk Olmuş, Akp Mezara Halk İktidara, Karanlığa Meydan Okuyoruz, Artık Yeter Hüküm Halkındır" şeklinde slogan attıkları polis memurları tarafından tutulan CD Döküm Tutanağı ile tespit edilmiştir. Toplantı öncesi herhangi bir bildirim yapılmamıştır. Ayrıca söz konusu yürüyüşün yapıldığı güzergâh, Giresun Valiliği tarafından belirlenen toplantı ve gösteri yapılabilecek yerler arasında değildir. Giresun Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) söz konusu toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılanlar hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sonucunda Savcılık başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası gereğince kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü düzenleme veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılma suçundan23/1/2014 tarihinde iddianame düzenlemiştir. Başvurucu da dâhil dokuz kişinin yargılandığı dava Giresun Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Mahkeme 22/12/2016 tarihinde başvurucu hakkında kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezasına ve verilen cezanın ertelenmesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:" ... Emniyet Müdürlüğünün ... yazısı uyarınca gösteri yürüyüşlerinin şekil ve şartlarına ilişkin hükümlere sanıklarca riayet edilmediği, dernek tarafından düzenleme kurulu oluşturulmadığı, Valilik makamına herhangi bir bildirimde bulunulmadığı, eylem başlangıcından yürüyüş bitiminde Atatürk Meydanında yapılan basın açıklaması esnasına kadar kanunsuz olarak gerçekleştiği, yürüyüşün yapılmaması konusunda dernek başkanına gerekli ikazların yapıldığı, yapılan yürüyüşün 2911 sayılı kanunun maddesinde belirtilen a, d, e, f, h bentlerine aykırılık teşkil ettiğinin bildirildiği anlaşılmakla, sanıkların üzerlerine atılı eylemin unsurlarının oluştuğu kanaatine varılmıştır..." İstinaf üzerine karar, Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 17/3/2017 tarihli ret kararıyla kesinleşmiştir. Karar başvurucuya 3/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2911 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir." 2911 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"(Değişik fıkra: 3/8/2002 tarih ve 4771 sayılı Kanun'un md.) Toplantı yapılabilmesi için, düzenleme kurulu üyelerinin tamamının imzalayacakları bir bildirim, toplantının yapılmasından en az kırksekiz saat önce ve çalışma saatleri içinde, toplantının yapılacağı yerin bağlı bulunduğu valilik veya kaymakamlığa verilir." 2911 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;...e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,... Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır." 2911 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22718
Başvuru, bir gösteri yürüyüşüne katılan başvurucunun cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ilçede polis memuru olarak görev yapan kişiler ile yaşanan tartışma sırasında tehdit edilme ve küçük düşürücü muameleye maruz kalma iddiasıyla yapılan şikâyet sonucunda eksik araştırma ve yanlış delil değerlendirmesi yapılarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle Anayasa’nın , ve maddelerinin ihlali iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2014 tarihinde Görele Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 24/3/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 11/3/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/3/2016tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Giresun ili Görele ilçesinde bir lokanta sahibidir. 31/8/2013 tarihinde akşam 00 sıralarında polis memuru T.T. lokantaya gelerek amiri İ.Y.ye götürmek üzere pet şişe içinde çorba istemiş; başvurucunun çalışanı H.Ç. çorbayı pet şişe içine koyamayacaklarını beyan ederek alüminyum kase içine çorbayı koyarak teslim etmiştir. Polis memuru T.T.nin İ.Y.ye kendisini lokantada beklettiklerini ve ilgilenmediklerini söylemesinden bir süre sonra İ.Y. bir başka polis memuru N. ile birlikte lokantaya gitmiştir. İ.Y., çalışan H.Ç.yi sormuş, başvurucunun sebebini öğrenmek istemesi üzerine tartışma yaşanmıştır. Başvurucunun çalışanı H.Ç., polis memurları ile birlikte karakol binasının girişindeki merdivenlere gitmiş ve burada aralarında bir konuşma geçmiştir. Başvurucu, 15-20 dakika sonra polis memurları ve çalışanının yanına gitmiştir. Başvurucunun gitmesi ile çalışan H.Ç. olay yerinden ayrılmış, başvurucunun iddiasına göre emniyet amiri kendisini kara listeye almakla ve sürekli ceza yazmakla tehdit etmiş ayrıca eline vurarak ve bağırarak "Defol git." demiştir. Başvurucu, Cumhuriyet savcılığına verdiği dilekçe ile emniyet amiri İ.Y. ve polis memurları N. ile T.T. hakkında şikâyetçi olmuştur. Şikâyet dilekçesinde başvurucu; İ.Y.nin kendisini kara listeye almakla, rahat bırakmamakla ve sürekli ceza yazmakla tehdit ettiğini, karakolun merdivenlerinde herkesin duyabileceği şekilde bağırarak "Defol git." dediğini ve eline vurduğunu ifade etmiştir. Başvurucu şikâyet dilekçesinde ayrıca çalışanı H.Ç.nin suç isnadı olmaksızın polis aracına bindirilip götürülmesinden ve yine H.Ç.ye karakol binası önünde hakaret edilmesinden şikâyetçi olmuştur. Görele Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakaret ve basit tehdit isnadıyla başlatılan soruşturma kapsamında İ.Y., N. ve T.T.nin şüpheli sıfatıyla ifadeleri, başvurucu ve çalışanı H.Ç.nin müşteki sıfatıyla beyanları alınmıştır. Başvurucu, Savcılık tarafından alınan beyanında " ... İ.Y'nin elime vurarak" kes, sizinle görüşeceğiz, bundan sonra hiçbirşey eskisi gibi olmayacak, bu dükkanın kapısına rahat rahat araba çekilmeyecek, size her türlü cezayı keseceğim'', "sizi karakola götüreceğim, sizinle orada görüşeceğiz.'' ve ''Defol git.'' şeklinde sözler söylediğini belirtmiş, bağırıp çağırarak kendisini, çalışanlarını ve işyerinde bulunan müşterilerini rahatsız eden polis memurlarından, aynı zamanda eline vurarak sert bir şekilde "Kes sesini." diyerek hakaret ve tehdit içerikli beyanlarda bulunan İ.Y.den şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Polis memurları; tehdit ve hakaret fiillerini kabul etmemişler, yalnızca müşteri olarak hizmet talep ettiklerini, bekletilmelerinden dolayı rahatsız olduklarını, konuşmak istediklerini, lokantadaki müşterileri rahatsız etmemek içi dışarı çıktıklarını ve yağmur yağması nedeniyle lokantaya çok yakın olan polis merkezinin merdivenlerinde konuştuklarını beyan etmişlerdir. Yürütülen soruşturma sonucunda 30/10/2013 tarihli ve S.No. 2013/1395, K.2013/879 sayılı kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir: " [İ.Y.nin] Süleyman'a ve [H.Ç.ye] sair tehditte bulunduğunun ve hakaret ettiğinin iddia edildiği,Süleyman'ın diğer müşteki şüpheliler [N. ve T.T.den] şikâyetçi olduğu ancak herhangi bir atfı cürümde bulunmadığı,...Süleyman ve H.Ç.'nin [İ.Y.'nin] üzerine atılı hakaret ve tehdit iddiasıyla ilgili olarak, soyut anlatımlar dışında bağımsız ve tarafsız başkaca tanık anlatımı olmadığı, [İ.Y.] hakkında dava açılabilecek yeterli şüphe oluşmadığı,..." Başvurucu anılan karara, lokantadaki müşterilerin tanık olarak dinlenilmediği, olay yeri krokisi tanzim edilmediği ve çalışanı H.Ç. hakkında adli rapor aldırılmadığı hususlarını belirterek itiraz etmiş; Ordu Ağır Ceza Mahkemesinin 26/12/2013 tarihli ve 2013/1645 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz reddedilmiştir. İtirazın reddi kararı başvurucuya 20/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır."  4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılıCeza Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. .." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi başkanına itiraz edebilir."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1549
Başvuru, ilçede polis memuru olarak görev yapan kişiler ile yaşanan tartışma sırasında tehdit edilme ve küçük düşürücü muameleye maruz kalma iddiasıyla yapılan şikâyet sonucunda eksik araştırma ve yanlış delil değerlendirmesi yapılarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17., 36. ve 40. maddelerinin ihlali iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 18/2/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı vermiş; başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyetine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/28370
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kat maliki olunan taşınmaza ilişkin yapı kayıt belgesinin iptali talebiyle üçüncü kişi tarafından açılan davanın kişiye ihbar edilmeyerek yargılamaya katılımının sağlanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/4/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir ili Karşıyaka ilçesi İmbatlı Mahallesi'nde bulunan apartmanın alt katında yer alan dükkânın malikidir. Taşınmazın bulunduğu apartmanın yöneticisi G.B. anılan dükkânda gerçekleştirilen ruhsata aykırı imalatlar için düzenlenen yapı kayıt belgesinin iptali talebiyleİzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne başvurmuştur. İdari başvuru, anılan Müdürlüğün 16/12/2019 tarihli işlemiyle reddedilmiştir. G.B. anılan taşınmazın ruhsat ekindeki mimari projede 207/B No.lu dükkânın alt katının dolgu alanı olduğu, aynı dükkânın zemin katında ortak alan olan su deposu ve hidrofor alanı bulunduğu ancak projeye aykırı olarak dükkân alanına dâhil edilen her iki bölüme de dükkân sahibi olan başvurucunun yapı kayıt belgesi aldığı, apartmanın ortak kullanım alanlarında diğer kat maliklerinin onayı alınmadan yapılan işlemin hukuka aykırı olduğu iddialarıyla başvurunun reddi işleminin iptali talebiyle İzmir Valiliği aleyhine İzmir İdare Mahkemesinin(Mahkeme) E.2020/455 sayılı dosyası ile dava açmıştır. Mahkeme 12/10/2020 tarihli kararıyla dava konusu işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde; ortak alan niteliğindeki apartman su deposu ile hidrofor alanının 207/B No.lu dükkân alanına dâhil edilerek dükkânın büyütüldüğünün, bu alanlar üzerinde tasarruf yapılabilmesi için tüm kat maliklerinin oybirliğiyle karar alması gerekirken diğer maliklerin rızası hilafına anılan imalatlarla ilgili olarak yapı kayıt belgesi düzenlendiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Davalı idare tarafından istinaf talebinde bulunulması üzerine İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 23/3/2021 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun reddine kesin olmak üzere hükmedilmiştir. İzmir Valiliği Çevre ve Şehirlik İl Müdürlüğünün 8/3/2021 tarihli yazısı ile başvurucu adına kayıtlı yapı kayıt belgesinin anılan mahkeme kararı ile iptal edildiği, Karşıyaka Belediye Başkanlığınca yapı kayıt belgesinin iptali sonucunda lüzumlu işlemlerin yapılması gerektiği bildirilmiş, anılan ihtarname 22/3/2021 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk1-  İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; ... üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, ... hallerinde ...Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. Ancak, davanın ihbarı Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun;i. "Yargılamaya Hâkim Olan İlkeler" ana başlıklı İkinci Bölümü'nde yer alan maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir. Anılan madde şöyledir:"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. (2) Bu hak;a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,b) Açıklama ve ispat hakkını,c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir."ii. "İhbar ve şartları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir."iii. "Fer'î müdahale" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Üçüncü kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer'î müdahil olarak davada yer alabilir." Danıştay Kararları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 8/11/2021 tarihli ve E.2021/1015, K.2021/2270 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...davanın ihbarı konusunda taraflardan birinin talebi olmasa bile, ihbarın Danıştay, mahkeme veya hâkim tarafından re'sen yapılması gerekmektedir. Ayrıca, yargılanan işlem olmakla birlikte, dava sonucunda verilecek karardan doğrudan etkilenecek kişiye ihbarda bulunulmayıp, onun bilgisi dışında ve uyuşmazlığa ilişkin beyanları alınmadan davanın sonuçlandırılması, Kanun'un amir hükmünün ihlâli olacağı gibi, Anayasa'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının da ihlâli sonucunu doğuracağı açıktır.Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Menemen Minibüsçüler Odası/Türkiye kararında, yargıya erişim hakkının, AİHS'nin maddesinin "yargılanma hakkı" ile ilgili birinci fıkrasının yalnızca bir yönünü oluşturduğuna, mahkemeye erişim hakkının etkin olabilmesi için, haklarına müdahale edilen bir kimsenin açık ve kesin bir şekilde bu işleme itiraz edebilmesi ve bu itirazların mahkemece tartışılabilmesi ve incelenmesi gerektiğine, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin mahkemeye erişim hakkını doğrudan etkilediğine işaret etmiştir.Olayda, Hazine tarafından taşınmazın tarım amacı dışından kullanılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle mevzii imar planının iptali talep edildiğinden, bu konuda Mahkemece verilecek karardan, dava konusu taşınmaz maliki Cihangiroğulları Gıda Paz. İnş. Ltd. Şti.'nin hak ve menfaatinin etkileneceği açıktır.Dolayısıyla, Van İdare Mahkemesince, anılan Şirkete dava ihbar edildikten sonra dava hakkında bir karar verilmesi gerekmektedir.Bu itibarla; davanın, taşınmaz malikine ihbar edilmeksizin ve imar planı yönünden bir değerlendirme yapılmaksızın, dava konusu işlemin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi ısrar kararında hukuki isabet bulunmamaktadır...." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 12/2/2020 tarihli ve E.2018/1928, K.2020/326 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Uyuşmazlıkta, davacı tarafından, 2011 yılı öğretmenlerin il içi isteğe bağlı yer değiştirme döneminde Ankara ili, Çankaya ilçesi, Ayten Tekışık İlköğretim Okulu'na sıralı atanma talebinin reddine ilişkin işlem ile anılan okula G.K.'nin atanmasına ilişkin işlemin ve bu işlemlerin dayanağı olan 2011 Yılı öğretmenlerin İl İçi İsteğe Bağlı Yer Değiştirme Kılavuzu'nun ekinde yer alan " Yer Değiştirme Takvimi" başlıklı Ek-1'in iptalinin istenildiği anlaşılmakta olup, bu davanın sonucunda G.K.'nin menfaatinin etkileneceği açıktır. Buna göre, davanın G.K.'ye ihbar edildikten sonra Dairesince bir karar verilmesi gerekmektedir.Bu itibarla, davada, G.K.'ye ihbar edilmeksizin verilen dava konusu bireysel işlemlerin iptali yolundaki Daire kararında hukuki isabet bulunmamaktadır..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı için bkz. Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498, 26/12/2017, §§ 28-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/16758
Başvuru, kat maliki olunan taşınmaza ilişkin yapı kayıt belgesinin iptali talebiyle üçüncü kişi tarafından açılan davanın kişiye ihbar edilmeyerek yargılamaya katılımının sağlanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, Yargıtay Hukuk Dairesi Başkan ve üyeleri hakkında yaptığı şikâyetin herhangi bir gerekçe gösterilmeden işleme konulmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 9/11/2012 tarihinde Karaman Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 8/4/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Yargıtay Birinci Başkanlık Kuruluna (Başkanlık Kurulu) hitaben yazdığı 21/2/2012 tarihli dilekçesi ile Yargıtay Hukuk Dairesi Başkan ve üyeleri hakkında temyiz incelemesi sonucunda verilen 20/9/2010 tarih ve E.2009/16174, K.2010/11690 sayılı; karar düzeltme incelemesi sonucu verilen 5/4/2011 tarih ve E.2010/18844, K.2011/5314 sayılı kararlarda lehine hükmedilmesi gerektiğini iddia ettiği 222,41 TL vekalet ücretini müvekkili lehine hükmederek bağımsızlık, tarafsızlık, doğruluk, tutarlılık, eşitlik, ehliyet ve liyakat ilkelerine aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle şikayetçi olarak, bu kişilerin Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edilmelerini talep etmiştir. Başkanlık Kurulu, 15/3/2012 tarih ve 44 sayılı kararı ile şikayetin konusunun yargı yetkisinin kullanılmasından kaynaklanan bir konuya ilişkin olduğu gerekçesiyle işlem yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, Yargıtay Birinci Başkanlığından 5/4/2012 tarihli dilekçe ile işlem yapılmasına yer olmadığına dair karara karşı başvurabileceği kanun yolu, başvuru mercii ve süresinin bildirilmesini talep etmiştir. Yargıtay Birinci Başkanlığının 24/4/2012 tarih ve YBB.07/2012/3515/ 6505-2663 sayılı yazısı ile başvurucuya, anılan karara karşı 4/2/1983 tarih ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinin (d) alt bendi gereğince Yargıtay Başkanlar Kuruluna (Başkanlar Kurulu) itirazda bulunabileceği bildirilmiştir. Başvurucu, bu bildirim üzerine 7/5/2012 tarihli dilekçesiyle Başkanlar Kuruluna itirazda bulunarak, Başkanlık Kurulu kararının kaldırılmasını ve yukarıda sözü edilen Hukuk Dairesi Başkan ve üyeleri hakkında disiplin soruşturması ve ceza kovuşturması açılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Başkanlar Kurulu, 24/9/2012 tarih ve 19 sayılı kararıyla yeniden incelenmesi istenilen Başkanlık Kurulu kararının 2797 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle işin esasına girmeksizin başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. B. İlgili Hukuk 2797 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinin (d) alt bendi şöyledir:“Başkanlar kurullarının görevleri şunlardır: Başkanlar Kurulunun Görevleri: …d) Birinci Başkanlık Kurulu, Yüksek Disiplin Kurulu ile Yönetim Kurulu kararlarına karşı yapılan itirazları kesin olarak karara bağlamak. Bu itirazların incelenmesinde karara katılan kurul üyesi daire başkanları Kurula katılamaz ve eksiklikler o dairenin kıdemli üyeleriyle tamamlanır.…” 2797 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir. Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.…”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/613
Başvurucu, Yargıtay Hukuk Dairesi Başkan ve üyeleri hakkında yaptığı şikâyetin herhangi bir gerekçe gösterilmeden işleme konulmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, cinsel istismar isnadıyla ilgili soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu S.K. 1997 doğumlu bir kız çocuğudur. Başvurucu, teyzesi Z.O. ile eniştesi Ö.T.O. arasında devam etmekte olan boşanma davasında 11/12/2014 tarihinde tanık olarak ifade vermiştir. Babaeski Asliye Hukuk Mahkemesinde yapılan talimat duruşmasında tespit edilen beyanlardaki olayların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle Mahkeme tarafından Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur. Başvurucunun burada verdiği ifade şu şekildedir:"Davalı-davacı Z. benim teyzemdir, ben tarafların evlilikleri içerisinde gördüğüm kadarıyla eniştem Ö.T.'nin bir takım kusurları, hataları var ise de teyzem Z. onun bu hatalarını kusurlarını düzeltme yönünde çaba sarf etmiştir, yine bildiğim kadarıyla davacı-davalı Ö.T.'nin psikolojik sorunları vardır, ben şuan 17 yaşındayım, 2011 senesi yaz aylarıydı, davalı-davacı teyzem beni İstanbul'a çağırdı, daha doğrusu teyzem ve eniştem K. köyüne gelerek beni ve kardeşimi alıp İstanbul'a götürdüler, maksatları bizi İstanbul'da gezdirip eğlendirmekti, yaklaşık 15 gün kadar İstanbul da kardeşim ile teyzemlerin evinde kaldık, eniştem ilk günlerde bana teyzemin olmadığı ortamlarda 'ne kadar güzelsin' gibi sözlerle iltifatlar etmeye başladı, yine teyzem görmeden bana yüz mimikleriyle öpücük göndermeye başladı, daha sonra bir gece hep beraber televizyon seyrediyorduk, daha sonra teyzem beni ve kardeşimi uyutmak üzere yatağımıza götürdü, daha sonra kardeşim uyudu, ancak benim uykum gelmediği için kalkıp biraz daha televizyon seyretmek istedim, eniştem de televizyon seyretmeye devam ediyordu, daha sonra oturduğu yerden kalkıp benim yanıma geldi, 'teyzenle kardeşin uyudumu' diye sordu, bende uyuduklarını söyledim, 'seninle başbaşa bir gece geçirelim' dedi ve benim vücudumu kollarıyla sarmaya ve vücudumun çeşitli yerlerine dokunmaya başladı, bir ara cinsel organımı öpmeye başladı, ben daha sonra yapmamasını söyledim, bana bu olayı kimseye anlatma dedi. Bunu teyzene kesinlikle söylemeyeceksin yoksa seni yaşatmam dedi. Daha sonra başka bir gün ben ve eniştem birlikte Bağdat Caddesinde geziyorduk, gezerken eniştem elimi sıkı sıkı tutmaya başladı, belimden sarılıp kendisine doğru sarılmaya başladı, daha sonra 'elimi çekeyim teyzen yanlış anlar' dedi, yine aynı şekilde 'bana bu yaşadıklarımızı kesinlikle teyzene anlatma, yoksa seni yaşatmam' dedi, daha sonra ben ve kardeşim köye döndük, köye döndükten sonrada eniştem köydeki sabit hatlı telefonumuzu arayarak telefonda bana cinsel içerikli sözler söylemeye başladı, yine bana 'beni unut, bu konuştuklarımızı unut', 'konuştuklarımızı başkalarına anlatırsan seni yaşatmam' gibi sözlerle beni hem taciz ediyor, hem de tehdit ediyordu, 'seni dudağından öpmek istiyorum, yalnız mısın, beni özledin mi' gibi sözler söylüyordu 'bir daha aradığımda telefonun başında dur, kimse açmasın' diyordu ben de telefonu bekleyip açıyordum, daha sonra 1 yıl sonra teyzem ve eniştem köye geldiler, bir gün teyzem kardeşime bisiklete binmeyi öğretiyordu, onlar benim önümdeydiler, eniştem arkamdan gelip belimden sarıldı, ben 'yapma' dedim, yine daha sonra köydeki evde ben onun odasına gittim, ben gittiğim de odada yatıyordu, o sırada teyzemle annem evde değillerdi, büfeye gitmişlerdi, 'herşey bitsin ben bu kötülükleri teyzeme yaşatmak istemiyorum' dedim, o bana 'dur gitme, bitmesin, son bir kez sarılalım' dedi, ben de kendisini kıramadım, sarıldık, daha sonra beni yaklaşık 15 dakika kadar vücuduma sarıldı, vücudumun her yerine dokundu, dudaklarımdan öptü, cinsel organımdan da öptü ve ben oradan odadan ayrıldım, daha sonra bana 'yarın sabah yine gel' dedi, ben yarın sabah tekrar gittim, odaya girdim ancak bir önceki sabah söylediğim şeyler aklıma geldi ve hemen odadan çıktım, çıkışta teyzemle karşılaştım, teyzem bana 'senin ne işin var burada' dedi, bende yalan söylemek zorunda kaldım 'tokamı almaya geldim' dedim, ancak teyzem bu durumdan şüphelenmiş ve anneme bahsetmiş, annem de beni bayağı sıkıştırdı ve ben herşeyi anneme anlattım, daha sonra teyzemle eniştem köyden ayrıldılar, benim bu olaylardan sonra psikolojim altüst oldu, okulum bırakmak zorunda kaldım, halende psikolojik tedavi görüyorum, bu olaylar nedeniyle herhangi bir şekilde adli mercilere şikayette bulunulmadı."Davalı-davacının talebi üzerine; "ben İstanbuldayken eniştem ile bir gün ellerimiz birbirine kenetlenmiş vaziyette iken teyzem bizi gördü, görünce kızdı ve akabinde hemen köye döndük."Davacı-davalı vekilinin talebi üzerine; "ben köye döndükten sonra şuan net süresini hatırlamıyorum, 'bayağı bir müddet' beni eniştem aradı, bu aramalar gerek annemin gerekse diğer teyzemin rahatsız olması ve benim eniştemle sürekli konuştuğumu anlamaları sebebiyle teyzembir gün telefonu elimden aldı 'ben senin kim olduğunu biliyorum' dedi ve telefonu kapattı. Telefonun fişini çekti ve telefonla aramalar bu şekilde son buldu." Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yetkisizlik kararı verilerek dosya İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) gönderilmiştir. Savcılık tarafından talimat yoluyla yeniden başvurucunun ifadesi müşteki sıfatıyla alınmıştır. Başvurucu, jandarmada ifade verdiği sırada avukatı ile psikolojik danışman hazır bulunmuştur. Başvurucunun ifadesinde tanık sıfatıyla verdiği anlatımına göre iddia konusu olayların zamanına ve niteliğine ilişkin birtakım çelişkiler bulunmakta ise de bunların açıklığa kavuşturulması için başvurucuya soru sorulmamıştır. Psikolojik danışman, başvurucunun ifadesinin alınmasından sonra 19/1/2014 tarihinde Savcılığa görüşlerini yazılı sunmuştur. Psikolojik danışmanın yaptığı değerlendirme şöyledir: - S. ifadesini rahat bir şekilde, mevcut hiçbir baskı ve zorlayıcı etkenin bulunmadığı bir ortamda vermiş ve okuyarak imzalamıştır,- İfadesi sırasında zaman zaman kafa karışıklıkları yaşamış ve önceki ifadesiyle en azından kronolojik de olsa kısmi çelişkiler yaşamıştır.- Anlatım tarzı, tekrarlara rağmen seçtiği kelimeler ve ses tonu ifade için hazırlık yaptığını göstermekle, kafasındakileri bu şekilde aktarmaya çalışması bu ifade işleminden duyduğu rahatsızlığı belli eder şekildedir.- Boşanma davasında taraf olan teyzesi ile birlikte hareket etmesi ve teyzesinin S. üzerindeki psikolojik etkisi dikkat çekicidir.- S. nin yaklaşık sekiz yaşından beri öğrenme güçlüğü yaşadığı, bir dönem kaynaştırma öğrencisi olduğu, babasının annesine uyguladığı kötü muamelelere tanık olduğu ve bu durumun psikolojisine olumsuz etki yapacağının açık olduğu, kendisine dikkat eksikliği ve hiperaktivite teşhisi konulmasının yanı sıra Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı doktorlarınca obsesif kompulsif bozukluk+major depresyon tanılarıyla takipli hasta olduğunun görüldüğü şeklindeki tespitlere yer verilmiştir. Başvurucunun annesi S.K.nın da aynı gün kolluk tarafından tanık sıfatıyla beyanı alınmıştır. S.K. ifadesinde özetle 2011 yılının yaz aylarında kızlarını kız kardeşi Z.nin yanına gönderdiğini ve burada on beş gün kaldıklarını, sonrasında kız kardeşi ve eşiyle birlikte kızlarının döndüğünü, kız kardeşi ve eşinin bir gün kaldıktan sonra İstanbul'a gittiklerini, eniştesi olan Ö.T.O.nun kızı S.ye enişte gibi değil de farklı bir şekilde baktığını söylemiştir. Ayrıca ifadesinde; kız kardeşi İstanbul'a döndükten sonra ev telefonlarının çok aranmaya başladığını, her seferinde kızı S.nin koşarak telefonu açıp konuştuğunu, bir keresinde bu konuşmaya şahit olduğunu, kızının "Ben de özledim, yalnızım." dediğini duyduğunu, kızına sorduğunda ise telefondaki kişinin eniştesi olduğunu söylediğini ve aralarında geçenleri kendisine anlattığını beyan etmiştir. S.K. ifadesinin devamında eniştesinin İstanbul'da bulunduğu sırada kızına akşam televizyon izlerken "Sen benimsin, gel yanıma otur, seni seviyorum, tatlı canım." gibi sözler söylediğini, kızının olanlardan hoşlandığı, ilgiye ihtiyaç duyduğu ve kendisinden korktuğu için kendisine anlatamadığını söylediğini belirtmiştir. Bu olaydan bir yıl sonra eniştesi ve kız kardeşinin ziyaret amacıyla yeniden evine geldiğini beyan eden S.K., eniştesinin kızına farklı şekilde bakmaya devam ettiğini, kızı ile eniştesinin kapı önünde bir şeyler konuştuğunu gördüğünü, kızına sorduğunda "Tekrar gel, yarın sabah yine gel." şeklinde eniştesinin sözler sarf ettiğini öğrendiğini, nereye giderse eniştesinin kızını takip ettiğini gördüğünü söylemiştir. S.K. ifadesinin sonunda kızının tanık sıfatıyla verdiği beyanı sırasında anlattıklarının tamamını daha önce kızından duymadığını, kızının psikolojik sorunları olduğu için olayı büyütmediklerini beyan etmiştir. Başvurucunun teyzesi Z.O. Cumhuriyet savcısına 7/1/2015 tarihinde tanık sıfatıyla ifade vermiştir. İfade şöyledir: "Müşteki S.K. benim kız kardeşimin kızı olur. Kendisini 2011 yılı yaz aylarında İstanbul iline gezmek için küçük kardeşi E.K. ile birlikte istanbula getirmiştim. Burada bizimle 15 gün kaldılar. Bu 15 günlük süre içerisinde ben eşim olan Ö.T.O.nun bir keresinde hep birlikte çarşıya çıktığımızda küçük E.K.nın yorulması nedeniyle ben onunla birlikte bir yerde oturmuş dinleniyordum. Eşim ile S. ise biraz dolaşacaklarını söyleyerek yanımızdan ayrıldılar. Biz bir süre dinlendikten sonra bulunduğumuz yerden kalkarak onların gittiği yöne doğru bizde arkalarında gittik. Bir süre sonra eşim ile S. el ele tutuşmuş vaziyette ve eşimin diğer eliniS.nin boynuna atmış vaziyette yürümekte olduklarını gördüm. Bu şekilde karşımızdan geliyorlardı. Ben onları görünce öfkelendim onlarda beni görünce ayrıldılar. Ben tepkimi kendilerine belli ettim bu olay üzerine yiğenimin yaşı küçük olduğu için hemen her iki yiğenimi de memleketime geri götürdüm ailelerine teslim ettim. Benim eşimin S.ye cinsel istismarda bulunduğuna dair görgüye dair bilgim bundan ibarettir. Bunun dışında ben yiğenlerimi memlekete bıraktıktan sonra eşimin gecenin geç saatlerinde sık sık S.K. ile görüşmek amacıyla evlerine telefon ettiğini öğrendim. Ben bunu da eşime sorduğumda bana önce cevap veremedi daha sonra aradan bir kaç ay geçince İstanbul da evde birlikte olduğumuz sırada bana S. ile aşk yaşadıklarını söyledi. Hatta bana 'o çocuk değil her şeyin farkında, önce o başlattı' gibi cümleler kullandı. Ayrıca 2012 yılı yaz aylarında yaz başlarında eşim ile birlikte köyümüze gittiğimiz bir dönemde S.K.nın eşimin bulunduğu odadan çıktığını gördüm. Kendisine orada ne arıyorsun diye sordum. Bana 'tokamı almaya geldim.' şeklinde cevap verdi ancak yüzü kızardı tedirgin bir hali vardı. Eşim de odadaydı. bu olaydan üç dört ay geçtikten sonra kendisi ile yaptığımız bir telefon görüşmesinde eşim bana S. ile aralarındaki ilişkiyi bana anlattı. Ben bu konuşmayı kayda aldım. Yaptığım kaydı da aramızdaki boşanma davası dosyasına delil olarak sundum. Ancak mahkemece bu ses kaydı bilirkişiye teslim edildiğinde bilirkişi bu konuşmayı açamamış. Ancak ses kaydı halen dosyadadır. Ben eşimin müşteki S.ye zorla her hangi bir temasta bulunduğuna dair bir şey görmedim. Böyle bir şey de hissetmedim. Ben ayrıca S.nin her hangi bir şekilde eşime tepki gösterdiğine tanık olmadım. Sadece bir keresinde S.nin eşime 'niye bu kadar dikkatli bakıyorsun, başım dönüyor' diye bir cümle kullandığını duydum. Ayrıca eşim aramızda boşanma davası açılmadan önce ısrarla S. ile konuşmak üzere Babaeskiye gitmeyi istedim. Ben kesinlikle red ettim. Ayrıca eşim S. ile telefon ile gece ve gündüz saatlerinde bir çok kereler görüşmeler yapmış. En son görüşmede ablam K. telefon görüşmesine tanık olmuş telefonu S.nin elinde almış eşime 'ben senin kim olduğunu biliyorum, bak ben sana neler yapacağım' diye söylemiş ve o günden sonra telefonu fişinden çekip telefonu iptal etmişler ve bir daha da eşim arayamamış. Hatırlayabildiklerim bunlardan ibarettir." Başvurucunun şikâyeti kapsamında olayın faili olduğu iddia edilen Ö.T.O.nun tebligat ve zorla getirme kararı çıkarılmasına rağmen kendisine ulaşılamadığından ifadesi alınamamıştır. Ö.T.O. avukatı aracılığıyla 14/7/2015 tarihinde soruşturma dosyasına savunmasını içeren yazılı bir dilekçe sunmuştur. Yazılı dilekçede Ö.T.O. özetle eşiyle arasındaki boşanma davası nedeniyle S.K.ya yalan tanıklık yaptırıldığını, iddiaların hayal mahsulü olduğunu, küçüğün ifadelerinin çelişkili olduğunu, hiçbir şekilde cinsel dokunulmazlığı ihlal edecek sözlü veya fiziki bir eylemde bulunmadığını, telefonla kendisini aramadığını, suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Savcılık yürüttüğü soruşturma sonunda 10/8/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şu şekildedir:"Müşteki mağdur S.K.nın ifadesinde 2011 yılı yaz aylarında teyzesi olan Z.O.nun yanına ziyarete gittiğinde teyzesinin eniştesi olan Ö.T.O.nun kendisine yönelik olarak cinsel içerikli konuşmalar yaptığını ve vücuduna dokunduğunu, öptüğünü beyan etmektedir. Müştekinin bu açıklamalarından sonra Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığına katıldığı ifadeden sonra mütalaa bildiren psikolojik danışman A.nin ifade veren S.K.nın "verdiği ifadesinin sağlığı konusunda kuşkularım oluşmuştur" şeklinde açıklamalarda bulunduğu tespit edilmiştir. Müştekinin anlatmış olduğu olayın 2011 yılı içerisinde meydana geldiği açıklamalardan anlaşılmakta ise de, bu hususun müştekinin teyzesinin olan Z.O. ile Ö.T.O. arasında görülmekte olan boşanma davası sırasında ortaya çıkmış olması ve tanık olarak ifade verdiği sırada ortaya çıkmış olması karşısında psikolojik danışmanın savcılığa sunduğu raporda bu durumla birleştirildiğinde, müştekinin etki altında kalarak tanıklık yaptığı değerlendirilebilecektir. Şikayet edilen Ö.T.O.nun yazılı savunmasında, üzerinde atılı suçlamaların hiç birisini kabul etmediğini, bütün bunların eşiyle arasında görülen boşanma davası sırasında ortaya çıktığını ve müşteki beyanlarının hayal mahsulü olduğunu ifade ettiği anlaşılmaktadır. Soruşturmada şüphelinin arasında boşanma davası bulunduğu Z.O.nın tanıklığına müracaat edilmiş ve Z.O.nun ifadesinde eşi ile S.yielele tutuşmuş vaziyette yolda yürüyerek kendilerine doğru geldiklerini gördüğünü, ancak eşinin S.ye zorla herhangi temasta bulunduğuna dair bir şey görmediğini özetle ifade etmiştir. Yine S.K.nın da bu hususta beyanına müracaat edilmiş ve beyanında S.nin kendisine Ö.T.O.nun söz ve davranışları ile ilgili olarak bazı şeyler anlattığını, ancak S.nin psikolojik sorunları olduğunu bildikleri için o zamanlar bu konuşmaları büyütmediklerini ifade ettiği tespit edilmiştir. Yukarıdaki açıklamalara göre, şikayet edilen Ö.T.O.nun müşteki S.K.ya yönelik olarak cinsel istismarda bulunduğu yönünde kesin ve yeterli delil bulunmadığının kabulü gerektiği değerlendirilmiş olup, Şüphelinin üzerine atılı suç ile ilgili olarak hakkında kamu davası açmaya yeterli şüphe oluşturacak kesin ve yeterli delil bulunmadığı anlaşıldığından şüpheli hakkında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]" Başvurucu vekili, kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu vekili; şüphelinin ifadesinin dahi alınmadığını, olayın failinin eşiyle -tanık Z.O. ile- telefonda yaptığı konuşmadaki ikrarına ilişkin ses kaydının boşanma davasında sunulmasına ve yine boşanma davasında dinlenen tanık E.B.nin de ses kaydındaki konuşmayı duyduğunu bildirmesine rağmen soruşturma dosyasına bu delilin istenmediğini, müştekinin dinlenmesi sırasında yanında bulunan psikolojik danışmanın soruşturma dosyasına sunduğu raporun subjektif kanaatler içermesine rağmen karara dayanak yapıldığını ileri sürmüştür. Ayrıca müştekinin ve dinlenen tanıkların istikrarlı ve çelişkisiz beyanları, HTS kayıtlarına göre şüphelinin adına kayıtlı telefondan müştekinin kaldığı evin telefonunun üç ay içinde yetmiş dokuz kez arandığı, isnat edilen suçlamanın rızanın varlığına bağlı olmadığı görmezden gelinerek yetersiz soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini iddia etmiştir. Başvurucu vekili itiraz dilekçesine iddialarında belirttiği ses kaydının, HTS kayıtlarının ve tanık E.B.nin mahkeme beyanının bir örneğini eklemiştir. Ayrıca söz konusu kayıt ve belgeleri bireysel başvuru formu yanında Anayasa Mahkemesine de sunmuştur. Başvurucunun itirazı İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğinin 30/9/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş, verilen karar başvurucu vekiline 19/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Ceza kanunlarının uygulanmasında;…b) Çocuk deyiminden; henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi,…Anlaşılır." 5237 sayılı Kanun’un başvuru konusu olayların gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan hâliyle maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Çocukların cinsel istismarı Madde 103 - (1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,…" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi ile maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının göreviMadde 160 – (1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.  (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararMadde 172 – (1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir…”B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz." 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz." 1/2/2001 tarihli ve 24305 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 25/1/1996 tarihli Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin "Kendi inisiyatifiyle harekete geçme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bir çocuğu ilgilendiren davalarda, çocuğun esenliğinin ağır bir tehlike altında olduğunun iç hukuk tarafından belirlendiği durumlarda, adli merciin resen harekete geçme yetkisi vardır." 10/9/2011 tarihli ve 28050 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/10/2007 tarihli Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi’nin (Lanzarote Sözleşmesi) , , , ve maddeleri şöyledir:"Madde 1 - Amaçlar Bu Sözleşmenin amaçları: a. çocukların cinsel sömürüsü ve istismarını engellemek ve bunlarla mücadele etmek; b. cinsel sömürü ve istismara maruz çocuk mağdurların haklarını korumak;c. çocukların cinsel sömürü ve istismarına karşı ulusal ve uluslararası işbirliği geliştirmektir. Bu Sözleşme Taraflarca hükümlerinin etkin uygulamasını temin etmek için özel bir gözetim mekanizması kurar.Madde 3 - Tanımlar Bu Sözleşme amacı için: a. "Çocuk" 18 yaşın altındaki herhangi bir kişi anlamına gelir; b. "Çocuğun cinsel sömürüsü ve istismarı" bu Sözleşmenin 18 ila 23 üncü maddelerde belirtilen davranışları içerir;c. "Mağdur" cinsel sömürü veya istismara maruz kalan herhangi bir kişi anlamına gelir.Madde 4 - İlkeler Taraflardan her biri, çocukların cinsel sömürü ve istismarının her türünü engellemek ve çocukları korumak için gereken yasal ve diğer tedbirleri alır.Madde 18 - Cinsel istismar l. Taraflardan her biri aşağıdaki kasti fiilin suç kapsamına girmesini sağlamak için gereken yasal ve diğer tedbirleri alır: a. ulusal hukukun ilgili hükümlerine göre yasal olarak cinsel erginlik yaşına gelmemiş olan bir çocukla cinsel faaliyetlerde bulunmak; b. bir çocukla aşağıdaki yollarla cinsel faaliyette bulunulması halinde: - zor, güç veya tehdit kullanma; veya - aile içi dahil, çocuk üzerinde güven, yetki veya etki gerektiren mevkii kullanarak istismar; veya - özellikle bir zihinsel veya fiziksel özürlülük veya bağımlılığı sebebiyle, çocuğun özellikle savunmasız bir durumundan yararlanarak istismar. Yukarıdaki fıkra amacına uygun olarak, Taraflardan her biri bir çocukla cinsel faaliyette bulunmanın yasak olduğu yaş alt sınırına karar verir. Madde a. hükümleri, küçükler arasında rızaya dayalı cinsel faaliyetleri düzenlemeye yönelik değildir. Madde 32- İşlemlerin Başlatılması Taraflardan her biri işbu Sözleşmedeki suçların soruşturulması ve kovuşturulmasının mağdur tarafından yapılan bir açıklama ya da suçlamaya dayandırılmamasını ve mağdur ifadelerini geri alsa bile işlemlerin devam etmesini sağlamak için gerekli yasal ve diğer tedbirleri alır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin maddesiyle birlikte maddesinin yüksek Sözleşmeci taraflara, yetki alanı içinde bulunan herkese Sözleşme’de tanımlanan hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlüğü ve kamu görevlisi olmayan kişiler tarafından yapılsa bile söz konusu kişilerin kötü muamelelere maruz kalmalarının engellenmesine yönelik önlemleri alma ve gerçekleşmesi durumunda etkili yargısal soruşturma yapma yükümlülüğü ortaya çıkardığını kabul etmektedir (Y./Slovenya, B. No: 41107/10, 28/5/2015, § 95; Denis Vasilyev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 98; A./Birleşik Krallık, B. No: 25599/94, 23/9/1998, § 22; /Bulgaristan, B. No: 39272/98, 4/12/2003, § 149; Secic/Hırvatistan, B. No: 40116/02, 31/5/2007, § 52; Fahri Çalışkan/Türkiye (k.k.), B. No: 47936/11, 1/12/2015, § 38; Yehovanın Şahitleri Gldani Cemaatinin 97 üyesi ve diğer dört kişi/Gürcistan, B. No: 71156/01, 3/5/2007, § 96; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, §§ 26-28; ve Y./Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 27). Söz konusu koruma, özellikle cezai konularda hükümler getirilerek ve bu hükümlerin uygulamada etkin bir şekilde hayata geçirilerek kişilerin Sözleşme’nin maddesine aykırı muamelelerden yeterince uzak kalmalarını sağlayan yasal bir çerçeve oluşturulmasını gerektirmektedir (/Bulgaristan, §§ 150-153; N./Bulgaristan, B. No: 3832/06, 27/11/2012, §§ 36, 37; G.U./Türkiye, 16143/10, 18/10/2016, § 60). Diğer vakalarda bir eylemin kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için fiilin asgari eşiği aşmasını bekleyen (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, § 30) AİHM, çocuklara karşı işlenen cinsel istismarlarda eşik değerlendirmesi yapılmaksızın madde kapsamında inceleme yapmaktadır (birçok karar arasından bkz. Y./Slovenya, /Bulgaristan). AİHM, devletin negatif yükümlülüğüne aykırı olarak kamu görevlilerinin karıştığı nitelikli cinsel eylemleri sadece madde kapsamında incelemektedir (Zontul/Yunanistan, B. No: 12294/07, 17/1/2012; Maslova ve Nalbandov/Rusya, B. No: 839/02, 24/1/2008; Aydın/Türkiye [BD], B. No: 23178/94, 25/9/1997). AİHM; koruma ve etkili soruşturma yükümlülüğü ile birlikte değerlendirme yaptığı, kamu görevlileri dışında üçüncü kişilerin karıştığı cinsel istismar vakalarını ise hem özel hayat hem de işkence ve kötü muamele yasağı açısından incelemektedir (G./Romanya, B. No: 61495/11, 15/3/2016, § 48; /Bulgaristan § 148; G.U./Türkiye, § 56). Üçüncü kişiler açısından sadece usul yükümlülüğünün incelendiği başvurularda ise maddedeki usule ilişkin güvencelerin yeterli hukuki koruma sağladığı sonucuna ulaşıldığında özel hayat yönünden ayrıca bir inceleme yapılmamaktadır (A./Slovenya, B. No: 3400/07, 15/1/2015, § 36; P./Bulgaristan, B. No: 49669/07, 24/1/2012, § 58;G./Moldova, B. No: 53519/07, 15/5/2012, § 45). Bir kişinin savunabilir bir şekilde Sözleşme’nin maddesine aykırı bir eylemin mağduru olduğunu iddia etmesi hâlinde Sözleşme’nin maddesi, ulusal makamlara olay ve olguların tespiti ile sorumluların belirlenmesi ve gerektiğinde cezalandırılmasına yönelik etkin bir resmî soruşturma yürütme görevi yüklemektedir. Bu yükümlülükler, özel kişiler de dâhil olmak üzere ilgili kişilerin sıfatına bakılmaksızın uygulanmaktadır (Y./Slovenya, § 95; Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titiz ve süratli çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007,§ 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). Etkili soruşturma yükümlülüğü sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. AİHM, söz konusu zorunluluk bütün yargılamaların mahkûmiyetle sonuçlanmasını hatta belirlenen cezanın verilmesini gerektirmese de ulusal mahkemelerin hiçbir zaman kişilerin fiziksel ve manevi bütünlüğüne yönelik ihlallerin cezasız kalmasını istiyormuş gibi gözükmemesi, iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini dile getirmiştir (G.U./Türkiye, § 63; N./Bulgaristan, §§ 46, 49; Stoev ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 41717/09, 11/3/2014, § 48; Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90,91). Yürütülen soruşturmanın etkili olması için yeterince kapsamlı ve nesnel olması gerekmektedir. Yetkili makamlar söz konusu olaylara ilişkin delillerin elde edilmesi için gerekli, makul önlemleri almalıdır (N./Bulgaristan, §§ 38, 39; P./Bulgaristan, §§ 63, 64).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17914
Başvuru, cinsel istismar isnadıyla ilgili soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, uyarma ve kınama disiplin cezalarına karşı yargı yolunun açılmasının ardından hakkında daha önce verilen kınama cezasının iptali istemiyle açtığı davada bu husus dikkate alınmaksızın davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 24/1/2013 tarihinde Iğdır Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı emrinde Dış Ticaret Standardizasyon Denetmeni olarak görev yapan başvurucu, 11/11/2009 tarih, 218 sayılı işlemle kınama cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucunun, 17/11/2009 tarihinde anılan cezaya karşı yaptığı itiraz idare tarafından cevap verilmemek suretiyle reddedilmiştir. Başvurucu, Anayasa’nın maddesinde değişiklik öngörerek devlet memurlarına verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolunu açan 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un kabul edilerek halk oyuna sunulmak üzere 13/5/2010 tarih ve 27580 sayılı ResmiGazete’de yayımlanması üzerine 20/5/2010 tarihinde hakkında tesis edilen kınama cezasının iptali istemiyle dava açmıştır. Muğla İdare Mahkemesi, 24/9/2010 tarih ve E.2010/2844, K.2010/2477 sayılı kararıyla, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun ilgili hükümlerinde belirtilen sürelerden sonra açıldığı anlaşılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 24/9/2012 tarih ve E.2011/2181, K.2012/5016 sayılı kararı ile onanmıştır. Karar başvurucuya 26/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Danıştay Dairesinin onama kararına karşı karar düzeltme isteminde bulunmuş, akabinde 24/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun karar düzeltme başvurusu Danıştay Dairesinin 24/10/2013 tarih ve E.2013/2748, K.2013/7397 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin, 7/5/2010 tarih ve 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile değişik üçüncü fıkrası şöyledir:“Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.” 2577 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “ İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.   Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.  İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.” Aynı Kanun’un maddesinin 3/e bendinde dilekçenin süre aşımı yönünden inceleneceği; maddesinin 1/b bendinde ise süre aşımı hususunda kanuna aykırılık görülmesi halinde davanın reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/852
Başvurucu, uyarma ve kınama disiplin cezalarına karşı yargı yolunun açılmasının ardından hakkında daha önce verilen kınama cezasının iptali istemiyle açtığı davada bu husus dikkate alınmaksızın davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
0
Başvurucu, 19/1/2009 tarihinden beri tutuklu olması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının ve yargılamadaki usul hataları nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 10/2/2014 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler giderilmiş ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonu, 31/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar vermiştir. Bölüm, 29/5/2014 kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu adli yardım talebinde bulunmuş, 31/3/2014 tarihinde Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurucunun yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olması nedeniyle adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 29/5/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, 30/6/2014 tarihinde daha önceki görüşlerine atıfta bulunarak başvuruya ilişkin ayrıca görüş sunmaya gerek görülmediğini bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında "Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, tasarlayarak öldürme" suçlarından dolayı 19/1/2009 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmış ve hakkında 2/2/2009 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının E.2009/126 sayılı iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, E.2009/19 sayılı dosya kapsamında 3/9/2009 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. 15/12/2009 tarihindeki celsede ve devamında yapılan 16 celsede Mahkeme başvurucunun tutukluluk hâlinin devamı yönünde karar vermiştir. Başvurucunun, 14/1/2014 tarihli duruşmada tahliye talebi, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince "... atılı suçu işledikleri hususunda olay tutanağı, otopsi raporu, cep telefonu inceleme tutanakları, bir kısım sanıkların tüm aşamalardaki diğer sanıklar hakkındaki ifade ve savunma içerikleri ve tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesini gösteren olgular bulunması, suçun niteliği, delil durumu, atılı suçun 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100/ maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, tutuklama tarihleri ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesindeki şartların devam etmesine Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddedeki tutukluluk süresinin iki kat uygulanacağına dair hükmün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesine rağmen henüz yürürlüğe girmemiş olması, ayrıca sanıklara birden fazla Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren suçun isnat edilmesine binaen ..." gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Bu karara karşı yapılan itirazı değerlendiren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 11/2/2014 tarih ve Değişik İş 2014/194 sayılı kararı ile verilen kararda bir isabetsizlik olmadığından itirazın reddine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 10/3/2014 tarih ve E.2009/1, K.2014/255 sayılı kararıyla “06/03/2004 tarihinde Resmi Gazetenin mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe giren "6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun Maddesi uyarınca", Terörle Mücadele Kanunun Maddesi gereğince görevlendirilen mahkememizin kapatıldığı, aynı kanun hükmü uyarınca mahkememize ait dosyaların görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesi gerektiği anlaşıldığından, mahkememize ait yukarıda esas numarası yazılı dava dosya bakımından görevli ve yetkili mahkemenin (İstanbul Nöbetçi) Ağır Ceza Mahkemesi olduğu anlaşıldığından, Mahkememizin bu dosyasının görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine” karar verilmiştir. Dosya halen derdesttir. Bireysel başvuru ise, 10/2/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2275
Başvurucu, 19/1/2009 tarihinden beri tutuklu olması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının ve yargılamadaki usul hataları nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1
Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresi tarafından hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2014 tarihi ve devamında yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/11242, 2014/12165, 2014/12569, 2014/12571, 2014/12613, 2014/12615, 2014/13252, 2014/13253, 2014/13255, 2014/13256, 2014/13705, 2014/13706, 2014/13707, 2014/14010, 2014/14013, 2014/14533, 2014/14537, 2014/14793, 2014/15665, 2014/15666, 2014/15965, 2014/15966, 2014/16399, 2014/16400, 2014/16403, 2014/16405, 2014/3164, 2014/3199, 2014/3733, 2014/3741, 2014/4169, 2014/4170, 2014/4172, 2014/4176, 2014/4179, 2014/4888, 2014/4889, 2014/4890, 2014/5677, 2014/5681, 2014/5684, 2014/5686, 2014/5687, 2014/5689, 2014/6156, 2014/6158, 2014/8330, 2014/8335, 2014/8498, 2014/8506, 2014/8507, 2014/8509, 2014/8510, 2014/8512, 2014/8514, 2014/8524, 2014/8525 sayılı bireysel başvuru dosyalarının kişi ve konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle 2014/3163 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu başvuru tarihinde, yasa dışı silahlı örgüte üye olmak suçundan Malatya (Kapatılan) 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 17/11/1994 tarihli kararı ile hükümlü olarak Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumundabulunmaktadır. Başvurucuya gelen "Azadiya Welat"isimli gazetenin 14/1/2014 ve 28/8/2014 tarihleri arasında yayımlanan bazı nüshalarının belirli sayfaları, Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulunun (Eğitim Kurulu) çeşitli tarihli kararlarıyla başvurucuya verilmemiştir. Eğitim Kurulu söz konusu gazetenin 14/1/2014 tarihli nüshasının yeminli tercümesinde, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan tarafından yazılan ve Siirt (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesinin 17/8/2012 tarihli kararıyla hakkında toplatma ve el koyma tedbirlerinin devamına hükmedilen "Demokratik Toplum Manifestosu Özgürlük Sosyolojisi (Üçüncü Kitap)" isimli kitabın haftanın belli günleri söz konusu gazetede yayımlanacağı bilgisine yer verildiğini tespit etmiştir. Bu doğrultuda anılan kitabın yayımlandığı sayfalar, Eğitim Kurulu tarafından söz konusu kitabın yasaklı olduğu gerekçesiyle başvurucuya verilmemiştir.Eğitim Kurulu kararlarında, ilgili sayfalar çıkarıldıktan sonra geri kalan kısımların talebi hâlinde başvurucuya verileceği de belirtilmiştir. Eğitim Kurulu kararlarına karşı başvurucu, Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliğine) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, yasaklanmış bir kitaptan alındığı anlaşılan sayfaların başvurucuya verilmemesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetleri reddetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin ret kararlarına itiraz etmiştir. İtirazları inceleyen Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi (Sincan Ağır Ceza Mahkemesi), İnfaz Hâkimliğinin kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiylebaşvurucunun itirazlarını reddetmiştir. Başvurucu süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan ulusal hukuk kaynakları için bkz. Mehmet Çelebi Çalan, B. No: 2014/4163, 19/12/2017, §§ 14-B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, §§ 17-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3163
Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresi tarafından hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tapuya kayıtlı taşınmazın orman olarak tespiti üzerine açılan davanın reddi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/7/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 8/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 21/3/2016 tarihinde sunduğu belge ile mevcut başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararının kendilerine gönderilmesi hâlinde 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un49/ ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddeleri uyarınca görüş bildirebileceğini belirtmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve bir diğer davacı tarafından 27/7/1997 tarihinde Marmara Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescil davasında, başvurucu ve diğer davacı, adlarına tapuya kayıtlı olan Balıkesir ili Marmara Adası Çınarlı köyü Kerenya ve Türkos mevkiinde bulunan taşınmazın 1987 yılında Orman Kadastro Komisyonu tarafından orman alanı olarak tespit edildiğini oysa söz konusu taşınmazın 1939 yılında ihale edilmesi sonucu murisleri R.S. adına tescil edildiğini ve R.S.den kendilerine intikal ettiğini belirtmişler, bu nedenle davanın kabulü ile Kadastro Komisyonu kararının iptalini istemişlerdir. Yargılama devam ederken üçüncü kişiler tarafından konusu aynı taşınmaz olan başka davalar da açılmıştır. Bu davalarda davacılar uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerinde ipotek haklarının bulunmasına istinaden icra takibi başlattıklarını ifade etmiş, dolayısıyla taşınmaz için Maliye Hazinesi adına yapılan tespitin iptaline karar verilmesini istemişlerdir. Aynı taşınmaza ilişkin Orman İdaresi tarafından açılan iki ayrı davada da orman olarak tespit edilen taşınmazın tapusunun iptaline, taşınmaza müdahalenin önlenmesine ve taşınmaz üzerinde bulunan hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi istenmiştir. Belirtilen yargılamalar devam ederken başvurucu tarafından konusu aynı taşınmaz olan son bir dava daha açılmış; bu davada başvurucu, taşınmazın yarı hissesinin diğer mirasçı A.H.S. tarafından T.A.ya satıldığını belirtmiş ancak yasal şuf'a hakkından dolayı T.A. adına kayıtlı tapunun iptali ile taşınmazın yarı hissesinin kendi adına tescil edilmesini istemiştir. Tümü Marmara Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ve aynı taşınmaza ilişkin olan bu davalar Marmara Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından birleştirilmiş ve dava E.1997/68 sıra sayısında görülmeye devam edilmiştir. Yargılama safhasında dava konusu taşınmazın tedavüllü tapu kayıtları ve krokileri, taşınmazın bulunduğu yöreye ait bulunabilecek en eski tarihli memleket haritası, amenajman planları ve hava fotoğrafları, kadastro tespit tutanakları ile askı ve ilanına ilişkin bilgi ve belgeler toplanarak incelenmiş; 2002 yılında bir fen bilirkişisi, iki teknik bilirkişi ve üç mahallî bilirkişi eşliğinde keşif yapılmış; 2010 yılında üç serbest yüksek orman mühendisi, bir jeoloji mühendisi, bir maden mühendisi bilirkişileri, bir mahalli bilirkişi, bir fen bilirkişisi ve bir harita bilirkişisi eşliğinde tekrar keşif yapılmış; bilirkişilerce hazırlanan raporlar ile düzenlenen harita ve krokiler dava dosyasına dâhil edilmiştir. Yargılama sonunda Marmara Asliye Hukuk Mahkemesi 19/4/2012 tarihli ve E.1997/68, K.2012/50 sayılı kararı ile başvurucu tarafından açılan davaların reddine, taşınmazın başvurucu ve diğer mirasçı adına kayıtlı olan tapusunun iptaline, taşınmazın orman niteliği ile Maliye Hazinesi adına tapuya kayıt ve tesciline hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "...  2010 tarihinde yapılan keşifte hazır edilen bilirkişilere, tapunun 1939 tarihindeki ilk oluşumundan itibaren tüm gittileri ve krokileri ile eski tarihli memleket haritası, hava fotoğrafları ve amenajman planı uygulatılmış, arazinin sınırları ve komşuları belirlenmiş, taşınmaz evvelinin maliye hazinesine ait mermer ocağı olduğu, arazinin yer yer çok dik ve sarp olduğu, topoğrafyasına bağlı olarak gelişmiş sığ toprak yapısı üzerinde özellikle maki elemanları bulunduğu, arazi üzerindeki çatlaklı kayalık alanlarda ardıç türleri ile yine derin topraklı alanlarda ardıç ve seyrek kızılçam ağaçlarının bulunduğu, arazi meyilinin çok dik olduğu alanlarda yer yer mermer kayalarının açığa çıktığı, aşırı otlatma ve düzensiz faydalanma neticesinde bitki dokusunun bozuk olduğu anlaşılmış,Yine bilirkişilerce dosya arasına alınan memleket haritasının ölçeği kadastro paftası ölçeğine, kadastro paftası ölçeği de memleket haritası ölçeğine çevrildikten sonra, her iki harita komşu ve yakın komşu parselleri de içine alacak şekilde birbiri üzerine aplike edilmiş, bu şekilde çekişmeli taşınmazın konumu çevre parsellerle birlikte haritalar üzerinde gösterilerek bilirkişilerin onayını taşıyan uygulama ve araştırmaya dayalı kroki düzenlettirilerek rapor alınmış,Gerekçeli ve denetime açık olduğu anlaşılıp hükme esas alınan bilirkişi raporları ve hazırlanan krokilerden de anlaşıldığı üzere, dava konusu taşınmaz üzerinde 1930 yıllarda maden olarak işletilmiş çıplak alanların bulunduğu, ayrıca aşırı otlatma ve düzensiz faydalanma neticesinde bitki dokusunun bozulduğu belirlenmiş, ancak öncesi orman olan bir yer üzerindeki orman bitki örtüsü yokedilmiş olsa dahi bu vasfını kaybetmeyeceği, taşınmazın toprak ve su muhafaza karakteri itibariyle 1945 Yılında yürürlüğe giren 4785 Sayılı Yasa kapsamında devletleştirmeye konu orman vasfında olduğu anlaşılmıştır.Ayrıca, taşınmaz deniz kenarında bulunduğundan jeoloji mühendisine inceleme yaptırılmış, dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kalmadığı, çizginin taşınmazın sınırı üzerinden geçerek taşınmazın herhangi bir kısmını içerisine almadığı anlaşılmıştır. Bütün bu anlatımlardan sonra; aralarında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunan davacılar Hilmi ve E. Serter'in davalarının reddine, birleşen dava davacısı orman idaresinin davasının kabulüne, birleşen şuf'a davasının konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına, takip edilmeyen diğer davaların ise açılmamış sayılmasına karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir. ..." İlk Derece Mahkemesi kararına karşı başvurucu tarafından temyiz talebinde bulunulması üzerine temyiz incelemesi yapan Yargıtay Hukuk Dairesi 20/5/2013 tarihli ve E.2013/1409, K.2013/5784 sayılı ilamı ile onamaya hükmetmiştir. İlamın ilgili kısımları şöyledir: "... Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, tapu kaydına dayalı on yıllık süre içinde açılan ormankadastrosuna itiraz ve kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kalan tapu kaydının iptal ve tesciline ilişkindir.  Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde dava tarihinden önce 1987 - 1988 tarihinde ilan edilerekkesinleşen orman kadastrosu ve 2/B uygulaması vardır.İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, uzman orman bilirkişi kurulu tarafından eski tarihli hava fotoğrafları ve memleket haritasına dayalı olarak yöntemine uygun biçimde yapılan inceleme ve araştırma sonucunda çekişmeli taşınmazın öncesinin kızılçam, ardıç maki bitkileri ile kaplı yüksek eğimli orman sayılan yerlerden olduğu, 4785 sayılı Kanun karşısında davacıların dayandığı tapu kaydının değerinin bulunmadığı anlaşıldığınagöre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, ..." Başvurucu bu defa karar düzeltme talebinde bulunmuş, yapılan değerlendirme sonucu Yargıtay Hukuk Dairesi 10/4/2014 tarihli ve E.2013/9980, K.2014/4322 sayılı ilamı ile başvurucunun esasa ilişkin karar düzeltme isteklerinin reddine ancak başvurucunun söz konusu taşınmaz üzerindeki hâkimiyetinin bir tapu kaydına dayandığı hususu gözetilmeden hakkında el atmanın önlenmesi hükmünün İlk Derece Mahkemesince kurulmasının doğru olmadığına hükmetmiş; bu hususun ise İlk Derece Mahkemesi kararının düzeltilerek onanması yolu ile giderilebileceğini belirterek 20/5/2013 tarihli onama ilamının kaldırılmasına, 19/4/2012 tarihli İlk Derece Mahkemesi kararının düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/4/2014 tarihli düzelterek onama ilamı başvurucuya 3/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 9/7/1945 tarihli ve 4785 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte varolan gerçek veya tüzel özel kişilere, vakıflara ve köy, belediye, özel idare kamu tüzel kişiliklerine ilişkin bütün ormanlar bu kanun gereğince devletleştirilmiştir. Bu ormanlar hiç bir işlem ve bildirime lüzum olmaksızın Devlete geçer." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10954
Başvuru, tapuya kayıtlı taşınmazın orman olarak tespiti üzerine açılan davanın reddi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasıyla cezalandırılması nedeniyle yüksek lisans eğitimine devam edemeyen başvurucunun uğramış olduğu zararın tazmin edilmemesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Olayların gerçekleştiği tarihte Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmen olarak görev yapan başvurucu, aynı zamanda Pamukkale Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Bilimleri Ana Bilim Dalında yüksek lisans öğrencisidir. Başvurucu 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname uyarınca kamu görevinden çıkarılmıştır. Ayrıca başvurucu, Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında 2/5/2017 tarihinde tutuklanmış ve hakkında kamu davası açılmıştır. Bunun üzerine başvurucunun eğitim gördüğü Üniversite, 16/4/2018 tarihinde başvurucunun yükseköğretim kurumundan çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucu önce söz konusu çıkarma işleminin iptali istemiyle dava açmış, ayrıca bu dava sonuçlanmadan anılan çıkarma işlemi nedeniyle uğradığı zararların tazmini için de tam yargı davası açmıştır. Söz konusu çıkarma işleminin iptali talebiyle açılan davada İdare Mahkemesi, davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun karara yönelik istinaf başvurusu, Bölge Mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu anılan kararı, temyiz etmiştir. Danıştay, Bölge Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Bu durumda, işlem tarihi itibariyle, davacının suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, böyle bir örgütü yönetmek veya bu amaçla kurulan örgüte üye olmak, üye olmamakla birlikte örgüt adına faaliyette bulunmak veya yardım etmek fiillerinden herhangi biri ya da hepsini işlediğine veya bu yönde eylemde/faaliyette bulunduğuna dair adli yargı mahkemelerince verilen kesinleşmiş bir karar bulunmadığı, dolayısıyla ortada Yönetmeliğin 9/1-a maddesi uyarınca verilmiş böyle bir karar olmadan yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası verilemeyeceği, bundan bahisle dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Diğer yandan, işlem tarihi itibariyle davacı hakkında, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinin 9/1-a maddesi uyarınca suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, böyle bir örgütü yönetmek veya bu amaçla kurulan örgüte üye olmak, üye olmamakla birlikte örgüt adına faaliyette bulunmak veya yardım etmek fiillerinden dolayı kesinleşmiş mahkumiyet hükmü bulunmamakta ise de, davacı hakkında Şırnak Ağır Ceza Mahkemesince verilen mahkumiyet hükmünün dava sürecinde 2019 tarihi itibariyle kesinleştiği görülmekte olup, bu durumda idarece yeniden işlem tesis edilebileceği de açıktır.Bu itibarla, davanın reddi yönündeki İdare Mahkemesi kararına yönelik istinaf isteminin reddine ilişkin temyize konu kararda hukuki isabet bulunmamaktadır." Bölge Mahkemesi, Danıştayın bozma kararına uymuş ve bozma kararı doğrultusunda İdare Mahkemesinin kararını kaldırarak dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Bölge Mahkemesinin söz konusu iptal kararı, temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucunun, söz konusu çıkarma işlemi nedeniyle uğradığı zararların tazminine yönelik tam yargı davasında ise İdare Mahkemesi, davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yönelik istinaf ve temyiz başvuruları da reddedilmiştir. Danıştayın gerekçesi şöyledir;"...davacının davalı idare bünyesinde lisansüstü eğitim öğrencisi olduğu, öğretmen olarak görev yapmakta iken 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin Eki Liste'de ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarıldığı, öte yandan, Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2018/285 esasına kayden açılan davada davacı hakkında FETÖ/PDY Terör Örgütü Üyeliği suçundan mahkumiyet kararı verildiği ve bahsi geçen kararın temyiz incelemesi neticesinde kesinleştiği, bundan bahisle davacının yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasına ilişkin işlem nedeniyle idarece maddi ve manevi zarara uğratıldığından bahsedilemeyeceği sonucuna varılmıştır." Bu arada başvurucu hakkında Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan davada, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği suçundan 21/11/2018 tarihinde mahkûmiyet hükmü verilmiş, söz konusu mahkûmiyet hükmü 25/9/2019 tarihinde Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, tam yargı davasına ilişkin nihai hükmü 8/3/2021 tarihinde öğrendikten sonra 17/3/2021 tarihinde adli yardım talepli olarak bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca aralarında konu yönünden irtibat bulunan 2021/43260 numaralı başvurunun 2021/21435 numaralı başvuru ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/21435
Başvuru, yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasıyla cezalandırılması nedeniyle yüksek lisans eğitimine devam edemeyen başvurucunun uğramış olduğu zararın tazmin edilmemesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, tutukluluğunun Kanun’da öngörülen azami süreyi aştığını ve uzun bir süredir tutuklu olduğunu belirterek Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 12/7/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/12/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 23/8/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 27/8/2006 tarih ve 2006/38 sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinde tanımlanan “Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” ile maddesinde tanımlanan “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçlarını işlediği iddiasıyla, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 13/11/2006 tarih ve 2006/623 sayılı iddianame hazırlanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 8/12/2009 tarih ve E.2006/346, K.2009/205 sayılı kararıyla başvurucu hakkında 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (3), (4) ve (5) numaralı fıkraları ile maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarını işlediğinden bahisle mahkûmiyet kararı vermiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 8/12/2009 tarihli kararını temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, 20/6/2011 tarih ve E.2010/56086, K.2011/5104 sayılı ilamıyla, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 8/12/2009 tarihli kararını suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu bakımından onamış, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçu bakımından ise bozmuştur. Bozma kararının ardından yapılan yargılama neticesinde, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 20/9/2012 tarih ve E.2011/196, K.2012/206 sayılı kararıyla, başvurucunun 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca 15 yıl 7 ay 15 gün hapis ve 340,00 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucular, 12/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. UYAP üzerinden edinilen bilgiye göre başvurucu hakkındaki dava başvuru tarihi itibariyle temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un maddesinin, (3), (4) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:“(3) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.(1)(4) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.(2)(5) Yukarıdaki fıkralarda gösterilen suçların, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tutuklulukta geçecek süre” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5512
Başvurucu, tutukluluğunun Kanun’da öngörülen azami süreyi aştığını ve uzun bir süredir tutuklu olduğunu belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
0
Başvuru; başvurucunun sosyal güvenlik kayıtlarında yer alan işten çıkış kodu nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu; müzik öğretmeni olarak özel kurslarda ve eğitim kurumlarında çalıştığını, 2016 yılında çalıştığı özel eğitim kurumunun Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi ( OHAL KHK'sı) ile kapatıldığını, akabinde hem kamu kurumlarında hem de özel kurumlarda işe alınmadığını belirtmiştir. Başvurucu en son 2020 yılının Aralık ayında iş başvurusu yaptığını, işyeri yetkilisinin sigorta işlemleri sırasında başvurucunun OHAL KHK'sı ile kapatılan kurumda çalıştığını ve 36 No.lu kod ile işten çıkışının yapıldığını tespit etmesi üzerine işe alınmayacağının tarafına bildirildiğini belirtmiştir. Bunun yanında başvurucu 8/12/2020 tarihinde Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğüne (İş-Kur) başvurduğunu, iş başvurusunda OHAL KHK'sı ilekapatılan okulda sigortalı olarak çalıştığı ve hakkında 36 No.lu sigorta kodunun kayıtlara işlendiğinin kendisine sözlü olarak bildirildiğinde bu durumu öğrendiğini ifade etmiştir. Bunun yanında başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan yapılan bir soruşturma veyahut kovuşturma olup olmadığının bildirilmesi talebiyle Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunduğunu, başvurusunun reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucu anılan kodun varlığını 8/12/2020 tarihinde öğrendiğini belirterek 6/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bireysel başvuru tarihinden sonraki süreçte başvurucunun anılan kaydın silinmesine yönelik başvurusunun reddi üzerine idari yargıda açtığı iptal davasının görevsizlik kararıyla sonuçlandığı tespit edilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/518
Başvuru, başvurucunun sosyal güvenlik kayıtlarında yer alan işten çıkış kodu nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Silopi Cumhuriyet Başsavcılığının 28/10/2004 tarihli iddianamesiyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Silopi Asliye Ceza Mahkemesinin 26/4/2007 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 20/9/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 5/6/2014 tarihli kararıyla başvurucunun hapis ve adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Hüküm temyiz edilmiş, dosyada eksiklik olduğu gerekçesiyle dava dosyası Mahkemesine gönderilmişolup inceleme devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13473
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı hakkının, geri gönderme merkezindeki tutulma şartları nedeniyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli listede numaraları belirtilen başvuruların 2020/11421 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesi uyarınca 2022/11663 numaralı başvuru haricinde başvurularda sınır dışı etme işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Çeşitli ülkelerin vatandaşı olan başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesi uyarınca sınır dışı etme kararı alınmıştır. Ayrıca bazı başvurucular gibi 2020/31761 numaralı dosyadaki başvurucu da idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezinde tutulmaya başlanmış fakat bireysel başvuruda bulunmasından önce salıverilmiştir. Başvurucular, haklarında alınan sınır dışı etme kararlarına karşı yetkili idare mahkemelerinde iptal davası açmıştır. İlgili idare mahkemeleri farklı tarihlerde açılan davaların tamamının kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucuların nihai hükümleri öğrenme ve bireysel başvuruda bulunma tarihleri ekli listede gösterilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11421
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı hakkının, geri gönderme merkezindeki tutulma şartları nedeniyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21981
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde ele geçirilmesine yönelik şikâyet hakkında etkili bir ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile eşi arasında devam eden boşanma davasında, başvurucunun eşi 19/12/2018 tarihinde mahkemeye beyan ve delil dilekçesi ibraz etmiştir. Anılan dilekçede başvurucunun eşi; başvurucunun dava ve cevaba cevap dilekçelerinde evlendikten sonra migren ataklarının arttığı, bu durumun da kendisinden (başvurucunun eşinden) kaynaklandığı yönünde iddialarının olduğunu, bu iddialarının aksini ispatlamak amacıyla yaptığı araştırma sonucunda başvurucunun evlenmeden önce de migren ve psikolojik rahatsızlığının olduğunu tespit ettiğini belirtmiştir. Bu bağlamda ilgili Afyonkarahisar Devlet Hastanesinin 2014 ve 2015 yıllarına ait raporları ve tedavi bilgileri gözetildiğinde başvurucu hakkında migren ve anksiyete bozukluğu tanısıyla reçete düzenlendiğini, daha sonra başvurucuya bipolar duygulanım bozukluğu teşhisi konulduğunun ve başvurucunun yatarak tedavi gördüğünün anlaşıldığını vurgulayan başvurucunun eşi 2013 ile 2018 tarihleri arasında düzenlenen tedavi evrakı ile ilaç reçetelerinin anılan Hastaneden temini için müzekkere yazılmasını talep etmiştir. Başvurucu; hakkındaki hastane kayıtlarını eşinin ele geçirip delil olarak mahkemeye sunması nedeniyle görevi kötüye kullanma, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi ve verilerin paylaşılması suçlarını işlediği iddiasıyla 20/12/2018 tarihinde eşinden şikâyetçi olmuştur. Şikâyet dilekçesinde başvurucu vekili; başvurucunun evlilik öncesi dönemine ait hastane kayıtları, tedavi gördüğü poliklinik numarası ve tedavi tarihi ile ilgili reçeteler ve tedavi bilgilerinin özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması haklarına aykırı olarak başvurucunun eşi tarafından ele geçirilip mahkeme dosyasına sunulduğunu vurgulamıştır. Başvurucunun eşinin anılan ilde doktor olarak görev yaptığını, Hastane tarafından gizli tutulması gereken bilgilere yetkili merci talebi olmadan, mesleki imtiyazlarını kullanarak ulaştığını belirtmiştir. Hasta ile doktoru arasındaki bilgilerin gizliliğinin esas olduğunu, başvurucunun eşinin doktor olmasının verdiği kolaylıktan yararlanıp mahkemenin ya da resmî bir kurumun talebi olmaksızın bu bilgilere ulaşmak suretiyle bilgileri menfaati için kullanmasının 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun , ve maddeleri ile 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesine aykırı olduğunu ifade etmiştir. Ceza soruşturmasını yürüten Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 6/2/2019 tarihli müzekkereyle, ilgili hastaneden başvurucunun tedavi bilgileri talep edilmiştir. Ayrıca bu bilgilere sorgulama yaparak ulaşan veya çıktı alan tüm kamu görevlilerinin isimleri, görevleri, sorgulamanın tarih ve zaman aralığı ile sisteme girerken kullanılan cihazların bilgisinin tespit edilerek ayrıntılı bir şekilde raporlandırılması istenmiştir. Kurumun 4/3/2019 tarihli cevabında, başvurucunun yatarak tedavi gördüğüne dair kayıt bulunmadığı, ayakta tedavi gördüğü dönemlere ait raporların gönderildiği belirtilmiş; ayrıca Adli Kalem Biriminde görevli veri hazırlama kontrol işletmen memuru A.G. tarafından 19/2/2019-4/3/2019 tarihleri arasında cep telefonu ve bilgisayar üzerinden sorgulama ve çıktı alma işleminin yapıldığı bildirilmiştir. Başsavcılık başvurucunun eşinin ifadesini 17/1/2019 tarihinde almıştır. Başvurucunun eşi ifadesinde; başvurucunun boşanma ve ceza davalarında aleyhine beyanda bulunduğunu hatta migren şikâyetlerinin evlilik hayatında yaşadıklarından dolayı arttığını iddia ettiğini belirtmiştir. Bunun üzerine kendisinin de eşinin evlenmeden önceki rahatsızlığı hakkında bilgi sahibi olmak için hastaneye giderek hastane bilgisayarında araştırma yaptığını, araştırma sonucunda bazı rahatsızlıkları olduğunu gördüğünü ancak herhangi bir belge almadığını beyan etmiştir. Ayrıca başvurucunun kişisel haklarını ihlal etme niyetinin olmadığını, yargılama esnasında kendini koruma maksadıyla hareket ettiğini, hasta hakları mahremiyetini ihlal etmediğini vurgulamıştır. Bu süreçte başvurucu vekili 1/2/2019 tarihinde ek şikâyet dilekçesi vererek soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunmuştur. Anılan dilekçede; başvurucunun eşinin ifadesinde hastaneye giderek hastane bilgisayarlarından müvekkilinin hastane kayıtlarını araştırdığını beyan ettiğini, bu yolla kişisel verileri ele geçirme ve yayma suçunu işlediğini açıkça ikrar ettiğini vurgulamıştır. Hastane bilgisayarlarında şifre olduğunu belirterek şüphelinin hastane kayıtlarına hangi bilgisayardan erişim sağladığı, bu bilgisayarın kimin kullanımında olduğu hususlarının araştırılarak şüpheliye suçun işlenmesinde yardım ve iştirakte bulunan diğer şüphelilerin tespitini talep etmiştir. Başsavcılık 13/3/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; anılan Hastanenin cevap yazısı ile şüphelinin ifadeleri tekrarlandıktan sonra eşin diğer eş hakkında birinci dereceden yakını olması nedeniyle kişisel ve sağlık bilgilerine ulaşma hakkının bulunduğu vurgulanmıştır. Bu nedenle şüphelinin eyleminin mahremiyetin ve özel hayatın ihlali olarak değerlendirilemeyeceği, aynı zamanda taraflar arasında devam eden dava kapsamında iddia ve delilleri sunmanın iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığı, delil değerlendirmesinin yargılamayı yapan makama ait olduğu görüşüne yer verilmiştir. Başvurucu vekili bu karara karşı yaptığı itirazında Başsavcılığın eksik inceleme ile karar verdiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda şüphelinin hastane kayıtlarına bizzat bilgisayar kullanarak ulaştığını beyan ettiğini ancak bir memur tarafından sorgulama yapıldığının Hastane tarafından bildirildiği gözetildiğinde bir çelişkinin mevcut olduğunu belirtmiştir. Bu durumda çelişkiyi gidermek için ilgili memurun tanık olarak dinlenmesi ya da müştekinin beyanına itibar ediliyorsa görevli olmadığı hastanede kimin bilgisayarını ve şifresini kullanarak kayıtları incelediğinin tespit edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ayrıca mevzuatta hastane kayıtlarının gizliliğinin kişisel verilerin korunması kapsamında sıkı kurallara tabi olduğunu, mevzuatın sınırlı sayıda kişinin erişimine izin verdiğini, eşlerin ya da birinci dereceden yakınların bu kayıtlara ulaşacağına dair mevzuatta bir düzenleme olmadığını, bu durumun hukuka uygunluk nedeni olarak da düzenlenmediğini ifade etmiştir. Karara karşı yapılan itiraz, Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/5/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, Başsavcılık tarafından verilen kararın usule ve mevzuata uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 14/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde aile mahkemesinde görülen boşanma davasında, başvurucuya ait tedavi kayıtlarının ve raporlarının anılan Hastaneden celbedildiği, bu belgelerle başvurucunun başka bir devlet hastanesine sevkinin yapılarak akıl sağlığıyla ilgili rapor tanziminin sağlandığı, başvurucunun fiilî ve cezai ehliyetinin tam olduğuna yönelik rapor düzenlendiği görülmüştür. Mahkeme ayrıca asliye ceza mahkemeleriyle yaptığı yazışma neticesinde bir yargılamada eşinin başvurucuyu tehdit etme suçundan ceza aldığını, diğer bir yargılamada da eşe karşı yaralama suçundan başvurucu ile eşinin ceza aldığını ve bu mahkûmiyet kararlarının kesinleştiğini tespit etmiştir. Mahkeme tarafların boşanmalarına 10/3/2020 tarihinde karar vermiştir. Dava istinaf incelemesinde derdesttir. Anılan kararın gerekçesinde dava dosyasındaki deliller belirtilen ceza yargılamalarıyla birlikte değerlendirilmiş ve eşinin başvurucuya şiddet uyguladığı, başvurucuyu tehdit ettiği, yaşadığımız toplumun değer yargılarıyla bağdaşmayacak şekilde kıskandığı, bu kıskaçlık nedeniyle başvurucuya psikolojik şiddet uyguladığı tespitlerine yer verilmiştir. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, yargı kararları, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. E.Ü. [GK], B. No: 2016/1310, 17/9/2020, §§ 22-51; Bestami Eroğlu [GK], B. No: 2018/23077, 17/9/2020, §§ 42- 5237 sayılı Kanun'un "Özel hayatın gizliliğini ihlal" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır" 5237 sayılı Kanun'un "Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Nitelikli hâller" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Yukarıdaki maddelerde tanımlanan suçların; ...b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,İşlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. " Yönetmelik'in "Kayıtları İnceleme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hasta, sağlık durumu ile ilgili bilgiler bulunan dosyayı ve kayıtları, doğrudan veya vekili veya kanuni temsilcisi vasıtası ile inceleyebilir ve bir suretini alabilir. Bu kayıtlar, sadece hastanın tedavisi ile doğrudan ilgili olanlar tarafından görülebilir." Yönetmelik'in "Bilgilerin Gizli Tutulması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık hizmetinin verilmesi sebebiyle edinilen bilgiler, kanun ile müsaade edilen haller dışında, hiçbir şekilde açıklanamaz.Kişinin rızasına dayansa bile, kişilik haklarından bütünüyle vazgeçilmesi, bu hakların başkalarına devri veya aşırı şekilde sınırlanması neticesini doğuran hallerde bilginin açıklanması, bunları açıklayanın hukuki sorumluluğunu kaldırmaz.Hukuki ve ahlaki yönden geçerli ve haklı bir sebebe dayanmaksızın hastaya zarar verme ihtimali bulunan bilginin ifşa edilmesi, personelin ve diğer kimselerin hukuki ve cezai sorumluluğunu da gerektirir..." 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür." 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun "Amaç" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Bu Kanunun amacı, kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın gizliliği olmak üzere kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul ve esasları düzenlemektir.'' 6698 sayılı Kanun'un "Özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesi şartları" kenar başlıklı maddesişöyledir:"(1) Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi veya diğer inançları, kılık ve kıyafeti, dernek, vakıf ya da sendika üyeliği, sağlığı, cinsel hayatı, ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik verileri özel nitelikli kişisel veridir. (2) Özel nitelikli kişisel verilerin, ilgilinin açık rızası olmaksızın işlenmesi yasaktır. (3) Birinci fıkrada sayılan sağlık ve cinsel hayat dışındaki kişisel veriler, kanunlarda öngörülen hâllerde ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir. Sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel veriler ise ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir. (4) Özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesinde, ayrıca Kurul tarafından belirlenen yeterli önlemlerin alınması şarttır." 6698 sayılı Kanun'un "Kişisel verilerin aktarılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kişisel veriler, ilgili kişinin açık rızası olmaksızın aktarılamaz..." 6698 sayılı Kanun'un "Veri güvenliğine ilişkin yükümlülükler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Veri sorumlusu;a) Kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesini önlemek,b) Kişisel verilere hukuka aykırı olarak erişilmesini önlemek,c) Kişisel verilerin muhafazasını sağlamak,amacıyla uygun güvenlik düzeyini temin etmeye yönelik gerekli her türlü teknik ve idari tedbirleri almak zorundadır.... (3) Veri sorumlusu, kendi kurum veya kuruluşunda, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasını sağlamak amacıyla gerekli denetimleri yapmak veya yaptırmak zorundadır.... (5) İşlenen kişisel verilerin kanuni olmayan yollarla başkaları tarafından elde edilmesi hâlinde, veri sorumlusu bu durumu en kısa sürede ilgilisine ve Kurula bildirir. Kurul, gerekmesi hâlinde bu durumu, kendi internet sitesinde ya da uygun göreceği başka bir yöntemle ilan edebilir."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20473
Başvuru, kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde ele geçirilmesine yönelik şikâyet hakkında etkili bir ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; haksız biçimde ceza davası açılması, zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle davada düşme kararı verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/6/2013 tarihinde İzmir Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 30/6/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. İkinci Bölümün 21/12/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında 23/2/2004 tarihinde hırsızlık suçundan dava açmıştır. İzmir Asliye Ceza Mahkemesi, 22/3/2007 tarihli ve E.2005/604, K.2007/189 sayılı kararı ile başvurucunun para cezası ile mahkûmiyetine ve verilen cezanın ertelenmesine hükmetmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 5/11/2010 tarihli ve E.2010/17997, K.2010/17813 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur. İzmir Asliye Ceza Mahkemesi 25/4/2011 tarihli ve E.2011/1, K.2011/269 sayılı kararı ile başvurucu hakkındaki davanın zamanaşımının dolması nedeniyle düşürülmesine karar vermiştir. Söz konusu karar, müşteki tarafından temyiz edilmiş; Yargıtay Ceza Dairesi 15/10/2012 tarihli ve E.2012/19080, K.2012/21754 sayılı ilamı ile hükmü onamıştır. Başvurucu, İzmir Asliye Ceza Mahkemesi önünde süren tüm yargılama süresince bir avukat tarafından temsil edilmiştir. Yargıtay ilamının en geç kesinleşme şerhinin hazırlandığı 27/11/2012 tarihinde İlk Derece Mahkemesi Kalemine ulaştığı anlaşılmaktadır. Başvurucu karardan 20/5/2013 tarihinde haberdar olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu 17/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Dosya içinde başvurucunun 4/3/2013 ile 13/3/2013 tarihleri arasında akut ağrı teşhisine dayalı tek hekim tarafından verilmiş ayaktan istirahat raporu bulunmaktadır. Başvurucu 14/3/2013 tarihinde akut ağrı tanısıyla tekrar muayene edilmiş ve bu tarih itibarıyla çalışabileceğine ilişkin rapor düzenlenmiştir. Başvurucunun 20/3/2013 tarihinde saat 24’te acil polikliniğine başvurduğu, kendisine düşme + YDT tanısının konulduğu, tedavisinin 21/3/2013 tarihinde saat 00’de bittiğine dair tek hekim raporu hazırlandığı görülmekte; ancak dosyaya sunulan fotokopiden çalışabileceğinin belirtildiği tarih tam olarak okunamamaktadır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4690
Başvuru, haksız biçimde ceza davası açılması, zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle davada düşme kararı verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, boyun ağrısı şikâyetiyle İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) müracaat etmiştir. Burada yapılan tetkikler sonucunda başvurucunun fizik tedavi bölümüne yönlendirilerek boynuna enjeksiyon yapılması gerektiği tespit edilmiştir. Bu kapsamda, başvurucunun boyun bölgesine 13/10/2011 ve 5/12/2011 tarihlerinde enjeksiyon yapılmıştır. Başvurucu, boyun ağrılarının devam etmesi nedeniyle 25/7/2013 tarihinde Ankara Sincan Devlet Hastanesine müracaat etmiştir. Bu hastanede yapılan tetkikler sonucunda başvurucunun boynunda iğne ucuna benzer metal bir cisim bulunduğu belirlenmiştir. Başvurucu, anılan tıbbi müdahale nedeniyle oluşan zararlarının tazmini amacıyla idareye yaptığı müracaatın olumsuz sonuçlanması üzerine 22/8/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Sağlık Bakanlığı (İdare) aleyhinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; hatalı tıbbi müdahale sonucunda uzun süredir ağrı içinde yaşadığını, gündelik temizlik işlerinde çalışarak geçimini sağlamasına rağmen bu olay nedeniyle çalışamadığını beyan etmiştir. Başvurucu dilekçede ayrıca boynunda bulunan iğne ucunun çıkarılması için yapılacak ameliyatın hayati risk taşıması nedeniyle müracaat ettiği kurumların bu operasyonu yapmak istemediklerini, bu nedenle boyundaki cismin hâlen çıkarılamadığını belirterek sürekli ölüm korkusu içinde olduğunu ifade etmiştir. İdare vekili cevap dilekçesinde, başvurucunun zararı ile idarenin eylemleri arasında nedensellik bağının olmadığını ve olayda hizmet kusuru bulunmadığını belirtmiştir. Mahkeme, yargılama sırasında Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İkinci İhtisas Kurulundan (ATK) bilirkişi raporu almıştır. 7/11/2016 tarihli raporda; Sincan Devlet Hastanesindeki tetkikler sonucunda belirlenen yabancı cismin aidiyetinin tespit edilemediği belirtilmiştir. Raporda, bu cismin iğne ucu olduğunun kabulü hâlinde; enjeksiyon tarihleri ile tespit tarihi arasındaki süre itibarıyla başvurucunun başka bir kurumda da enjeksiyon yaptırmış olabileceği belirtilmiştir. ATK ayrıca iğne ucu kırılmasının tıbbi komplikasyon olduğunu; ancak bu durumun kişiye bildirilmemesinin özen eksikliği olarak nitelendirilebileceğini vurgulamıştır. Başvurucu, bu rapora itiraz ederek farklı bir sağlık kurumuna müracaatının olmadığını ve enjeksiyon yaptırmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme, 10/5/2017 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinde; ATK raporuna atıfta bulunarak başvurucunun boynunda iğne ucu kaldığına ilişkin teşhisin 25/7/2013 tarihinde konulduğu, oysa enjeksiyon tarihlerinin 13/10/2011 ve 5/12/2011 olduğu belirtilerek zarara neden olan eylemin idarenin kusurundan kaynaklandığının saptanmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu; istinaf yoluna müracaat etmiştir. İstinaf dilekçesinde; dava dilekçesindeki iddialarını tekrar ederek Mahkemenin resen araştırma yükümlülüğü bulunduğunu, Hastanede yapılan enjeksiyonlardan sonra farklı bir sağlık kuruluşuna gidip gitmediğinin veya hangi ilaçları kullandığının araştırılmadığını beyan etmiştir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Altıncı İdare Dava Dairesi (Daire) 28/12/2017 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçede, istinaf başvurusuna konu kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 26/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5401
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/9410 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/9410 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9410
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; başkasının taşınmazı üzerine yapılan binanın bulunduğu kısmın tescili istemiyle açılan tapu iptali ve tescili davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi sebebiyle makul sürede yargılanma hakkının, yargılamayı yapan derece mahkemesi hâkimlerinin kamu görevinden çıkarılmaları nedeniyle de bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, murisleri Z.nin tapuda A.Ö. adına kayıtlı olan Diyarbakır'ın Ergani ilçesi Aziziye Mahallesi 904 ada 7 parsel sayılı taşınmaz üzerine iki katlı bir bina inşa ettiğini belirtmektedirler. Başvurucuların beyanına göre murisleri bu binayı tapu maliki olan A.Ö.nün bilgisi ve izni ile inşa etmiştir. Ayrıca murisleri ve A.Ö. arasında bu taşınmazın tapuda kendilerine devredileceğine dair bir anlaşma da bulunmaktadır. Ergani Belediyesi (Belediye) tarafından düzenlenen 11/11/1997 tarihli yapı kullanma izin belgesinde bu taşınmaz üzerindeki yapı sahibinin muris Z. olduğu belirtilmiştir. Başvurucular, bu taşınmazın A.Ö.nün mirasçıları tarafından 9/12/2010 tarihinde B.A. isimli üçüncü bir kişiye satılarak tapuda devredildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular; murisleri ve önceki malik A.Ö. arasında yapılan anlaşmaya göre bu taşınmazın kendilerine devredilmesi gerektiğini, satış işleminin her iki tarafının bu durumu bildiğini, satın alanın dava dışı ilk malikle birlikte hareket ettiğini ve kötü niyetli olduğunu ileri sürerek B.A. aleyhine Ergani Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 14/1/2011 tarihinde tapu iptali ve tescili davası açmışlardır. Taşınmazı satın alan B.A. da aynı Mahkemede başvuruculara karşı haksız kullanım nedeniyle ecrimisil ve taşınmaza el atmanın önlenmesi ile binanın kal'ine yönelik dava açmıştır. Mahkemece her iki dava birleştirilerek yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme 6/3/2014 tarihinde asıl ve birleşen her iki davanın da reddine karar vermiştir. Asıl davaya yönelik kararın gerekçesinde; davaya konu taşınmazın tapu kaydında herhangi bir kısıtlayıcı kaydın bulunmadığı, taşınmazı satın alanın tapu kaydı dışında bir araştırma yapma zorunluluğunun da olmadığı, başvurucuların davalının kötü niyetli olarak taşınmazı satın aldığına yönelik iddialarını ispat edemedikleri vurgulanmıştır. Diğer taraftan taşınmaz üzerinde yer alan binanın başvurucuların murisi tarafından yapıldığına yönelik bir ihtilaf bulunmadığı ancak davalının kötü niyetli olduğu ispat edilemediğinden kişisel nitelikteki bu hakkın önceki malik A.Ö.ye karşı ileri sürülebileceği ifade edilmiştir. Birleştirilen dava yönünden ise başvurucuların önceki malikin izni ve rızası ile inşa edilen binada oturdukları, bu bakımdan kötü niyetli sayılamayacakları gerekçesiyle davanın reddi gerektiği belirtilmiştir. Hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 26/10/2015 tarihinde asıl davadaki tapu iptali ve tescili isteğinin reddi kararını onamış, birleştirilen davada el atmanın önlenmesi, kal ve ecrimisil isteğinin reddine dair kararını ise bozmuştur. Daire kararında asıl dava yönünden çaplı taşınmazlarda başkasının taşınmazına inşaat yapılması hâlinde kural olarak iyi niyet iddiasının dinlenmeyeceği ve başvurucuların murisleri ile önceki malik arasında taşınmazın kendilerine devredilmesi yönünde bir anlaşma olduğu iddiasına yönelik bir delil de sunmadıklarına işaret edilmiştir. Başvurucular karar düzeltme yoluna başvurmuşlardır. Daire 28/11/2016 tarihinde birleştirilen davanın davacısı B.A.nın yasal temyiz süresinden sonra temyiz yoluna başvurduğu saptamasında bulunmuş ve birleştirilen davaya ilişkin 26/10/2015 tarihli bozma kararını kaldırarak, temyiz itirazlarının süre yönünden reddi ile birleştirilen davanın reddine ilişkin mahkeme kararını onamıştır. Nihai karar, başvurucular vekiline 12/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 10/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur. Bütünleyici parça, yerel âdetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçadır." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bir kimse kendi arazisindeki yapıda başkasının malzemesini ya da başkasının arazisindeki yapıda kendisinin veya bir başkasının malzemesini kullanırsa, bu malzeme arazinin bütünleyici parçası olur.Ancak, sahibinin rızası olmaksızın kullanılmış olan malzemenin sökülmesi aşırı zarara yol açmayacaksa, malzeme sahibi, gideri yapıyı yaptırana ait olmak üzere bunların sökülüp kendisine verilmesini isteyebilir.Aynı koşullar altında arazinin maliki de, rızası olmaksızın yapılan yapıda kullanılan malzemenin, gideri yapıyı yaptırana ait olmak üzere sökülüp kaldırılmasını isteyebilir. " 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Malzeme sökülüp alınmazsa arazi maliki, malzeme sahibine uygun bir tazminat ödemekle yükümlüdür.Yapıyı yaptıran arazi maliki iyiniyetli değilse hâkim, malzeme sahibinin uğradığı zararın tamamının tazmin edilmesine karar verebilir.Yapıyı yaptıran malzeme sahibi iyiniyetli değilse, hâkimin hükmedeceği miktar bu malzemenin arazi maliki için taşıdığı en az değeri geçmeyebilir." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Yapının değeri açıkça arazinin değerinden fazlaysa, iyiniyetli taraf uygun bir bedel karşılığında yapının ve arazinin tamamının veya yeterli bir kısmının mülkiyetinin malzeme sahibine verilmesini isteyebilir."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15263
Başvuru, başkasının taşınmazı üzerine yapılan binanın bulunduğu kısmın tescili istemiyle açılan tapu iptali ve tescili davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi sebebiyle makul sürede yargılanma hakkının, yargılamayı yapan derece mahkemesi hâkimlerinin kamu görevinden çıkarılmaları nedeniyle de bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 4/12/1981 doğumlu başvurucu, 2/4/2013 tarihinden itibaren Borsa İstanbul A.Ş. (Şirket) nezdinde sözleşmeli bir şekilde uzman yardımcısı olarak çalışmaya başlamıştır. En son iş analisti uzman yardımcısı konumunda çalışırken 18/7/2016 tarihinde iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 21/7/2016 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, feshin gerekçesinin açıklanmadığını ifade etmiştir. Çalışma süresi boyunca herhangi bir şekilde bildirim yapılmadığı gibi savunması da alınmadığını belirtmiştir. Dava konusu feshinhaksız, belirsiz, gerekçesiz ve usule aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İstanbul İş Mahkemesi (Mahkeme) 8/12/2016 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucunun iş akdinin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile iltisaklı olduğunun değerlendirilmesi neticesinde feshedildiği ifade edilmiştir. Fesih nedenine göre başvurucunun 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (673 sayılı KHK) maddesi uyarınca işe geri alınma yönünde talepte bulunamayacağı belirtilmiştir. Başvurucu, karara karşı 21/12/2016 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, olağanüstü hâle dayanılarak çıkarılan kararnamelerin fesih tarihinden sonra olması nedeniyle fesih işleminde bu kararname hükümlerinin uygulanamayacağını belirtmiştir. Dava konusu uyuşmazlığın çözümünde, fesih işleminin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan olağan hukuk kuralları uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür. Şirketin iş akdinin feshine ilişkin şekil şartlarının hiçbirine uymadığı gibi belirttiği fesih sebeplerinin de doğru olmadığını ifade etmiştir. Terör örgütü ile herhangi bir bağlantısı bulunmamasına rağmen haksız ve masumiyet karinesini ihlal edecek şekilde sözleşmesinin feshedildiğinden Mahkemece bu konuda araştırma yapılmaksızın karar verildiğinden yakınmıştır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 16/11/2017 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek Mahkeme kararını kaldırmış ve davayı kabul etmiştir. Kararda, başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisaklı olduğuna dair delil bulunmadığı ifade edilmiştir. Davalı Şirket tarafından süresinde karara karşı temyiz yoluna başvurulmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi (Yargıtay) 22/10/2018 tarihinde temyiz talebini kabul ederek Bölge Adliye Mahkemesi kararını bozmuş ve davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dosya içeriğine göre; davacının iş sözleşmesi 2016 tarihinde 'hizmetlerine ihtiyaç duyulmaması' gerekçesiyle feshedilmiştir. Ancak davalı vekili cevap dilekçesindeki açıklamalarında; FETÖ/PDY terör örgütüne üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilmek (kanaat olarak) suretiyle davacının iş akdinin feshedildiği belirtmiş olup, temyiz aşamasında Dairemiz’in 2018 tarih, 2018/944 Esas /- 2018/4634 Karar/ sayılı ilamı sonrası gelen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından düzenlenen 2018 tarih, 2017/ 119100 soruşturma dosyasında 'S.Ç.nin şüpheli sıfatıyla yer aldığı, soruşturmanın derdest olduğu' belirtilmiştir. Bu halde; davalı savunmasına göre davacının FETÖ/PDY ile ilgi, iltisak ya da irtibatı bulunduğu konusunda davalı işveren açısından şüphe feshini gerektirir yeterli delil olduğu, terör örgütü ile irtibat veya iltisakı bulunduğuna dair şüphe bulunan bir işçiyi çalıştırmaya devam etmenin, davalı işverenden beklenemeyeceği feshin, şüphe feshinin şartlarını taşıdığı ve geçerli nedene dayandığı anlaşıldığından davanın reddi gerekirken kabulü hatalıdır." Nihai karar, başvurucuya 7/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, karara karşı 21/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında 2017 yılında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin soruşturma başlatılmıştır. Söz konusu soruşturmaya ilişkin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 7/3/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, başvurucunun Bank Asyada belirli bir dönem hesabı bulunsa da 31/12/2013-24/12/2014 tarihleri arasında para artışı ya da yeni bir hesap açtırmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu hakkında 15/7/2016 tarihinden sonra herhangi bir işlem yapılmadığı, FETÖ/PDY kapsamında değerlendirilen dernek ve sendikalarda kaydının bulunmadığı belirtilmiştir. ByLock kaydının da bulunmaması karşısında başvurucunun FETÖ/PDY'yle organik bağı bulunduğuna dair kamu davası açmaya yeterli delil bulunmadığı ve Bank Asyada bulunan hesaplarında örgüt liderinin talimatıyla gerçekleştiğini gösterecek herhangi bir hareketin bulunmadığı söylenmiştir. Karara karşı Şirket tarafından yapılan itiraz İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 19/7/2019 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. A. Mevzuat Hükümleri İlgili mevzuat için bakınız Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37697
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur bırakılması sonucu özel hayatın gizliliği ilkesi ile mülkiyet hakkının 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi ve ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2014 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/3/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Batman ili Sason ilçesi Umurlu köyünde ikamet etmekteyken yoğun terör olaylarının yaşanması nedeniyle yerleşim yerinde can ve mal güvenliği kalmadığını iddia etmiştir. Başvurucu 20/7/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. 22/7/2011 tarihli ve 2011/1-1839 sayılı Komisyon kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda "...köy boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, köyde korucu aileleri dışında ikamet eden ailelerinde olduğu, 1990 yılında 1185 nüfus, 1997 yılında 666 nüfus ve 2000 yılında 908 nüfus yaşadığı, köyde asgari yaşam şartlarının bulunduğu ve köyde seçim sandıklarının kurulduğu tespit edildiğinden ödeme yapılmamasına, talebin reddine..." karar verilmiştir. Başvurucu tarafından Batman İdare Mahkemesinde Komisyon kararının iptali istemi ile dava açılmıştır. Batman İdare Mahkemesinin 19/4/2012 tarihli ve E.2011/4337, K.2012/2678 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir; "...Batman İli Sason İlçesi Umurlu Köyüve bağlı mezralara ait dava dosyasında ve Mahkememizde yer alan bu köye ait bilgi ve belgelere göre, Umurlu Köyü'nün; Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 0490-18647-11/Ter.Suç.Ks sayılı Batman Valiliği'ne hitaben yazılı boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısından; 1993-1995 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının 09/10/2009 tarih ve 3700-63966-09/GKK/Ks. sayılı yazısı ve eki çizelgeye göre, Umurlu Köyü'nde GKK ve GÖKK görevlendirilmediği ve koruculuk sisteminin bulunmadığı,köy nüfusunun 1990 yılında 1185, 1997 yılında 666, 2000 yılında, 908 kişi olduğu, Batman/Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 2009 tarih ve 185 sayılı yazısına göre; yapılan araştırmalarda, 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA' ya gönderildiğinin, ifade edildiği görülmektedir.Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Umurlu Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemektedir." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/12/2012 tarihli ve E.2012/10899, K.2012/14354 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 2/4/2014 tarihli ve E.2014/965, K.2014/2338 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 2/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Ayrımcılık yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12919
Başvuru, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur bırakılması sonucu özel hayatın gizliliği ilkesi ile mülkiyet hakkının 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi ve ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0