text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık,görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Siirt Pervari’de piyade er olarak zorunlu askerlik hizmetini yerine getirirken 2/8/2012 tarihinde terör örgütü mensupları ile girilen çatışma esnasında yaralanmıştır. Başvurucu Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) ve Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon ve Bakım Merkezinde bir müddet tedavi gördükten sonra 16/8/2012 tarihli sağlık kurulu raporu ile kendisine yirmi bir gün hava değişimi izni verilerek taburcu edilmiştir. Başvurucunun izinde bulunduğu süreçte kendi imkânları ile müracaat ettiği Gebze Fatih Devlet Hastanesi tarafından yapılan muayenesi neticesinde düzenlenen 9/10/2012 tarihli sağlık kurulu raporunda; travmatik stres bozukluğu, sağ kulakta ileri düzeyde olmak üzere her iki kulakta işitme kaybı, sağ dizde kısıtlılık bulgularına bağlı olarak % 67 vücut fonksiyon kaybı bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucu zorunlu askerlik görevinin ifası sırasında yaralanması nedeniyle uğradığı manevi zararın tazmini istemiyle 8/2/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) adli yardım talepli olarak dava açmıştır. Bu dava öncesinde başvurucu tarafından tazmin talebiyle idareye yapılmış herhangi bir başvuru bulunmamaktadır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 27/2/2013 tarihli kararıyla başvurucunun adli yardım talebini kabul etmiş ancak 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesine uygun düzenlenmediği gerekçesiyle otuz gün içinde dava açılmak şartıyla dava dilekçesini reddetmiştir. Dilekçe ret kararında, manevi tazminat istemine ilişkin olarak idareye başvuruda bulunulup bulunulmadığının, başvurulmuş ise idarece cevap verilip verilmediğinin, cevap verilmiş ise yazılı bildirim tarihinin belirtilmediği, bu hususlara ilişkin bilgi ve belgelerin dilekçeye eklenmediği ifade edilmiştir. Kararda ayrıca, şayet idareye başvuruda bulunulmadıysa bu hususun dilekçede belirtilmesinin yeterli olduğu, idareye yeni bir başvuru yapılmasına gerek olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 19/3/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına doğrudan başvuruda bulunmuş, başvurunun zımnen reddi üzerine 18/6/2013 tarihinde AYİM’de adli yardım talepli olarak yeni bir dava açmıştır. Bu dava da aynı Mahkeme esasına kaydedilmiştir. Mahkeme 2/10/2013 tarihinde oybirliğiyle verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararda öncelikle bakılan davaya ait dilekçenin, 27/2/2013 tarihli dilekçe ret kararı üzerine verilen yenileme dilekçesi mahiyetinde bir dilekçe olduğu kabul edilmiştir. Dilekçe ret kararının 13/3/2013 tarihinde başvurucu vekilinin çalışanına usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde ve en geç 12/4/2013 tarihi mesai saati bitimine kadar yeniden dava açılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra 18/6/2013 tarihinde kayda giren yenileme dilekçesiyle açılan davanın süresinde olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca, 27/2/2013 tarihli dilekçe ret kararında idareye başvuruda bulunulmadıysa bu hususun dava dilekçesinde belirtilmesinin yeterli olduğunun, idareye yeni bir başvuru yapılmasına gerek olmadığınınhatırlatıldığına da dikkat çekilmiş, bu sebeple dilekçenin reddinden sonra idareye yapılan başvurunun yenileme dilekçesinin gecikmesini haklı göstermeyeceği ve davanın süresine bir etkisinin olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan kararda, adli yardım talebinin kabul edilmiş olması nedeniyle daha önce alınmayan harç ve posta giderinin başvurucudan tahsili yönünde de hüküm kurulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 9/4/2014 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karşıoy gerekçesinde ilgililerin derdestlik, kesin hüküm gibi davanın görülmesini engelleyen durumlar olmadığı müddetçe dava açma süresi içinde diledikleri kadar dava açabilecekleri ifade edilmiştir. Şayet dilekçe ret kararında bahsedilen eksiklik başvurucu tarafından giderilmiş ve 18/6/2013 tarihinde verilen dilekçede idari başvuruda bulunulmamış olduğu belirtilmiş olsaydı Mahkeme tarafından dava dilekçesinin görevli mercie tevdiine karar verilmesinin icap edeceği, bu hâlde idarenin cevabına göre 18/6/2013 tarihinde açılan davanın süresinde kabul edileceği belirtilmiştir. İdari başvuru koşulunun Mahkeme aracılığıyla değil de bizzat başvurucu tarafından haricen yerine getirilmiş olmasının esasa ilişkin bir fark yaratmadığı, neticede idari başvuru şartının başvurucu tarafından ikmal edilerek dilekçenin usule uygunluğunun temin edildiği vurgulanmıştır. Bu sebeple dilekçe ret kararının tebliğinden itibaren otuz günlük zaman dilimi ve olay tarihi olan 2/8/2012 tarihinden itibaren bir yıllık idari başvuru süresi içinde 20/3/2013 tarihinde idareye yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine altmış günlük dava açma süresi içinde ancak otuz günlük yenileme dilekçesi verilmesi için gerekli olan süre geçtikten sonra 18/6/2013 tarihinde açılan davanın süresinde olduğu görüşüne yer verilmiştir. Nihai karar başvurucuya 2/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 1602 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler." Anılan Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kaydı yapılan dilekçeler, Genel Sekreterlikçe;...b) İdari veya yargı mercii tecavüzü,...e) 36 ve 38 inci maddelere uygun olup olmaması,f) Süre aşımı,Noktalarından sırası ile incelenir.Bu noktalardan kanuna aykırı görülmeyenlerin tebligat işleri yapılır.Kanuna aykırı görülen dilekçeler, karar verilmek üzere görevli Daire veya Daireler Kuruluna havale olunur..." Anılan Kanun'un"İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Daireler veya Daireler Kuruluna gelen dilekçelerde 44 üncü maddede yazılı noktalardan kanunsuzluk görülürse:A) ... (f) [bendinde yazılı hâlde], davanın reddine;B) ... (e) bendinde yazılı hâlde bir defaya mahsus olmak üzere otuz gün içinde 36 ve 38 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlemek veya noksanları tamamlamak... üzere dilekçelerin reddine;C) ... (b) bendinde yazılı hâllerde dilekçenin görevli mercie tevdiine karar verilir.Dilekçelerin görevli mercie tevdii halinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine başvurma tarihi merciine başvurma tarihi olarak kabul edilir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 34-37). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8469 | Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedenleriyle de ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 21-30). Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca patlayıcı ve bomba imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), §§ 28-30). Terör saldırılarının gittikçe yoğunlaştığı ve ülkenin birçok bölgesine yayıldığı bu dönemde hem güvenlik güçleri hem de siviller hedef alınmıştır. Bu bağlamda PKK tarafından başvurucunun konuşmalar yaptığı Diyarbakır'da da çok sayıda terör saldırısı gerçekleştirilmiştir. Bu terör saldırılarında önemli bir bölümü sivillerden oluşan çok sayıda kişi hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır.B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu 23/7/2007 tarihinde bağımsız olarak Batman'dan ve 12/6/2011 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinde ise Halkların Demokrasi Partisi (HDP) Batman milletvekili olarak seçilmiştir. 7/6/2015 tarihinde yapılan dönem seçimlerine kadar devam eden milletvekilliği bu tarihte sona ermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında PKK terör örgütüyle bağlantılı olarak değişik tarihlerde yürütülen çok sayıda soruşturma dosyaları "eylem bütünlüğü" açısından -2015/31910 sayılı soruşturma dosyasında- birleştirilmesine karar verilmiştir. Bu soruşturma dosyası kapsamında başvurucu 26/10/2016 tarihinde Diyarbakır'da yakalanarak gözaltına alınmış ve sonrasında hakkında soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne getirilerek burada dört gün süre ile gözaltında tutulmuştur. Başvurucu 30/10/2016 tarihinde ifadesi alınmak üzere Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiştir. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun avukatları da hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya, ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamalar açıklanmıştır. Başvurucuya Demokratik Toplum Kongresi (DTK) kapsamındaki faaliyetlerine, PKK lehine değişik tarihlerde yaptığı basın açıklamalarına, PKK tarafından yapılan çağrılar üzerine toplantı ve yürüyüş yapması ile bunlara katılmasına ilişkin sorular yöneltilmiştir. Başvurucu anılan suçlamaların hiçbirini kabul etmemiştir. Başvurucunun müdafilerinin ise tutuklama koşullarının oluşmadığını iddia ederek müvekkillerinin serbest bırakılmasını talep ettikleri görülmüştür. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 30/10/2016 tarihinde "kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu ... suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi" gerekçesiyle başvurucuyu tutuklanması istemiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında, başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı açıklamalara yer verilmiş; bu kapsamda başvurucunun bazı konuşmalarına ve DTK bünyesindeki faaliyetlerine değinildiği anlaşılmıştır. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada da başvurucunun üç avukatı hazır bulunmuştur. Başvurucunun Hâkimlikteki ifadesi şöyledir:"...2007 de bağımsız olarak milletvekili seçildim, daha sonra öteki arkadaşlarım ile birlikte DTP ye geçtik, ve mecliste grup kurduk, aynı yılın Ekim ayında Demokratik Toplum Kongresi kuruldu, ben DTP ve DTK daki görevlerimi eş zamanlı olarak yaptım, DTP de Adalet Komisyonunda görevler aldım, grup başkan vekili olarak görev yaptım, DTK daki görevim kordinasyon kurulu üyesi olarak görev yaptım, zaten şuanda daimi meclis üyesi olarak görev yapmaktayım, şuanda 101 kişiden oluşan daimi meclis üyesi görev yapmaktadır, Aynı zamanda ben anayasa hukuk ve insan hakları komisyonunda görev yapmaktayım, 8 yıl aralıksız olarak millet vekilliği yaptım, ben aralıksız bir şekilde çözüm için silahların durması için bir siyasetçinin ne yapması gerekiyorsa onu yaptım, Meclis'te kurulan yeni anayasa kurulu üyesiydim, anayasa ve kürt sorunun çözümü için ilk olarak atılması gereken adımlar için görüşme ve temaslarımız oldu, [DTK'nın PKK, KCK terör örgütü talimatları doğrultusunda kurulduğuna yönelik tanık beyanlarıyla ilgili olarak] Ben DTK'nın hangi koşullarda kurulduğunu ifade ettim. DTK gizli tanık ifadeleri ile aydınlanacak bir kuruluş değildir, başta hükümet yetkilileri tarafından da bu husus bilinmektedir, DTK çözümsüzlüğün açığa çıkarmış olduğu siyasi muhattaplardan biridir, tıpkı BDP, KJA gibi, meşrudur, bu güne kadar bir kapatılmaya konu olmamıştır, [Abdullah Öcalan'ın avukat görüşme tutanaklarında geçen ifadeleriyle ilgili olarak] Tutanakta da belirtiği üzere barışın sağlanması, cumhuriyetin demokratikleşmesi için DTK sayın Öcalan'ın önerisi ile kurulmuş bir çatı yapıdır, kendi içerisinde birden fazla bileşeni vardır, kurulduğu ilk günden bu yana yaptığı çalışmaların hepsi kamuoyuna açık bir şekilde yapılmıştır, hiçbir şekilde gizli toplantı yapmamıştır, şeffaf ve kamuoyuna açık bir şekilde faaliyetlerimize devam ettik, toplum nezdinde demokratik özerklik, özellikle Türkiye toplumu açısından demokratik özerkliğin ne anlam ifade ettiğini anlatmaya çalıştık, Bir bütün olarak değerlendirdiğimizde DTK'daki KJA daki siyasi çalışmalarımın hepsini inanarak bilinçli bir şekilde yaptık, şiddetin tek hak arama yöntemi olmadığını anlattım, bu kurumlar olmasaydı Türkiye hakkımızda bilgi sahibi olmayacaktı, biz 2007 de DTK'yı kurarken Türkiye için yeni bir başlangıcın arefesindeydik, şiddet bir hak arama yöntemi olmaktan çıkacaksa, savaş ve çatışma sona erecekse insanların kendilerini ifade edebileceği bu tarz çatı yapıların yaşatılması gerekmektedir, bu gün tartıştığımız konular ise şiddeti reddeden bu tarz yapıların kapatılmasıdır, bu da Türkiye için bir dönüm noktası olabilir, dosyanın bir bütün olarak değerlendirildiğinde herhangi bir şiddet çağrısı olmadığı açıktır, Türkiye toplumu yeni bir toplumsal sözleşme ile nasıl bir arada yaşayabilir, yeni bir vatandaşlık tanımı, bizim projemiz demokratik özerklik bütün Türkiye içindir, Öz yönetim bir siyasi taleptir, biz bu yönde silahı kınayan bir çok açıklama yaptık, ben çözüm sürecinin bir seçim için bittiğini düşünüyorum, hiçbir zaman kendim silahlı mücadeleyi tasvip etmedim, Benim şuanda sizin karşınızda olmamın tek sebebi siyasi faaliyetlerim ve savunmuş olduğum demokratik özerklik, Türkiye de kadın haklarına olan tahammülsüzlük, bunların hepsi burada olmamın bir nedeni, yargı Kürt sorunun çözüm yeri değildir, bu ağır bir sorumluluktur ve yargıya yüklenemez, sorunun çözümsüzlüğü yargıya havale edilmektedir, ben hakkımdaki dosyalardan haberdardım, benim henüz aldığım bir ceza yoktur, KJA 1,5 yıl oldu kurulalı, 2 defa basıldı, üyeleri gözaltına alındı, birçoğu tutuklandı, Silopi de çalışan bir arkadaşımız katledildi, kendisi örgüt üyesi değildi, baştan beri kadınlar bu sürecin dışında tutulmaya çalışıldı, İmralı adasına çözüm süreci kapsamında görüşmeye giden ilk heyetin içerisindeyim, sayın öcalan görüşmede devlet heyetine şunu söyledi: 20 yıldır konuşuyoruz, ancak bu konuştuklarımızın arkasında bir siyasi irade konulacak mı diye sordu, devletin ilgili heyeti ise buna evet diye cevap verdi, parlementoda bu görüşmelerle ilgili olarak sadece 1 yasa çıktı, benim şuanda önünüzde olmamın sebebi bu görüşmelerde alınan kararlar çerçevesinde çözüm için çalışmamdır, dediğim gibi KJA bu görüşmelerde karar alınıp kurulmuştur, çıkan yasada bu faaliyetlerin cezasızlık sebebi olduğu belirtilmesine rağmen bu gün yargıya konu edilmiştir, Direnme hakkı uluslar arası belgelerde geçen bir haktır, direnmek sadece savaşmak kaos anlamına gelmemektedir, Demokratik çözüm yolları her zaman için açık olmalıdır, açık olmadığı takdirde şiddet ortaya çıkar, yaptığım siyasetten ve demokratik kurumların faaliyetlerinden dolayı burada bulunmaktayım ..." Başvurucunun müdafileri ise tutuklama nedenlerinin bulunmadığını belirterek müvekkillerinin serbest bırakılmasını talep etmişlerdir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 30/10/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Hâkimliğin tutuklama kararının ilgili bölümü şöyledir: "Şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçunu işlediğine dair kuvvetli suç varlığını gösterir somut delillerin (Şüphelinin,PKK/KCK terör örgütü kurucusu ve yönetici olmak suçundan hükümlü Abdullah Öcalan isimli şahsın terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyet yürütmesi için kurulması talimatı verdiği legal yapı altında örgütlenerek illegal faaliyet yürüten Demokratik Toplum Kongresi isimli yapının kordinasyon kurulu üyesi olması, DTK isimli yapının terör örgütü talimatlarına istinaden kurulduğuna dair terör örgütü lideri Abudlah Öcalan'ın avukatları ile yapmış olduğu görüşmelere ilişkin tutanaklar, çeşitli soruşturmalar çerçevesinde alınmış dosyda mevcut şüpheli ve tanık beyanları, dinleme tutanakların içeriği, örgüt mensuplarınca yapılan telsiz konuşmalarının içeriğine ilişkin dökümlerin mevcut olması, şüphelinin bu yapı içerisinde aktif olarak yönetici pozisyonunda görev aldığını ve yapılan çalışmaları benimsediğini beyan etmesi, şüphelinin terör örgütünün propagandası haline dönüşen yasadışı pankarların açıldığı, terör örgütü lideri lehine sloganlar atılan, teröristlerden şehit adı altında bahsedilen 20'den fazla kanun dışı gösteriye katıldığı, bu gösterilerin bir kaçında konuşma yaparak terör örgütünün amaçlarını benimsediği, terör örgütü liderinden önder sayın öcalan diye bahsettiği, silahlı terör örgütü'nün kolluk kuvvetlerine karşı girişmiş olduğu yasa dışı silahlı eylemleri direniş diye nitelendirdiği, tüm bu yukarıdaki hususlar birlikte değerlendirildiğinde Yargıtay Ceza Dairesinin yerleşmiş içtihatlarında belirtildiği gibi şüphelinin eylemlerinin terör örgütü üyeliği veya yöneticiliği suçunun oluşması bakımandan gerekli olan süreklilik, yoğunluk ve çeşitlilik unsurlarını bir arada taşıdığı ve tüm dosya kapsamı) mecut olması dikkate alındığında, Şüpheli hakkında 5271 Sayılı CMK’ 100/1 maddesinde belirtilen “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin”, Anayasanın 19/ maddesinde belirtilen “kuvvetli belirti“ in (şüphe) ve AİHS’ in 5/1-c. maddesinde belirtilen “makul şüphenin” bulunduğuna dair hakimliğimizi ikna edebilecek bilgi ve somut deliller var olduğu...... Şüphelinin üzerine atılı silahı terör örgütü kurma ve yönetme suçunun nitelik itibariyle 5271 Sayılı CMY'nun 100/3-a11 maddesindeki belirtilen katalog suçlar içerisinde yer olması, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğuna yönelik yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında isnad edilen suçlamanın işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunduğu anlaşılmakla; şüpheli hakkında CMY'nun 100/3-a11 maddesinde belirtilen tutuklama nedeni var olduğu ... tutuklama tedbirinin ölçülü olması bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu 8/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 11/11/2016 tarihinde "soruşturma dosyasında mevcut olay tutanakları görüntü tespit tutanakları terör örgütüne müzahir internet sitelerinde yayınlanan örgüt çağrıları alıntıları ile değerlendirme tutanakları nazara alındığında şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetlu suç şüphesi oluşturan somut delillerin bulunması sorgu tutunaklarında belirtilen delil durumunda herhangi bir değişiklik bulunmadığı atılı suç için öngörülen cezanın miktarı dikkate alındığında kaçma ve delilleri karartma şüphesi bulunduğu bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, tutuklama tedbirinin orantılı ve ölçülü olduğu" gerekçeleriyle itirazın reddine karar vermiştir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 11/1/2017 tarihinde yaptığı inceleme sonunda başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 19/1/2017 tarihinde "delil durumunda herhangi bir değişiklik olmadığı, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği'nin 2017/337 İşile verilen kararda herhangi bir isabetsizlik görülmediği, kararda belirtilen gerekçeler dikkate alındığında kararın usul ve yasaya uygun olduğu, şüphelinin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte henüz yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı anlaşıldığından tutuklama tedbirinin bu aşamada ölçülü olduğu" gerekçeleriyle itirazın reddine karar vermiştir. Anılan karar 23/1/2017 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 23/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 23/1/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu hakkında ileri sürülen iddialar özetle şöyledir:i. Başvurucunun PKK/KCK terör örgütünün tabana yayılması için oluşturulduğu iddia edilen DTK'nın kuruluş sürecinde görev aldığı, ayrıca DTK tarafından organize edilen birçok etkinliğe katıldığı soruşturma mercilerince ileri sürülmüştür. İddianamede PKK/DTK ilişkisi şu şekilde ifade edilmiştir:"PKK/KCK terör örgütünün amacının ülkemiz doğu ve güneydoğu bölgelerini de içine alacak şekilde Suriye, İran ve Irak toprakları üzerinde Kürdistan olarak adlandırdıkları bölgede marksist/leninist ilkeler doğrultusunda Bağımsız Birleşik Kürdistan Devleti kurmak olduğu bilinmektedir. Bu kapsamda birinci aşama olarak Türkiye, Suriye, İran ve Irak ülkelerinde özerk yönetimlerin oluşturulması, ikinci aşama olarak Türkiye, Suriye, İran ve Irak ülkelerinde oluşturulan özerk yönetimlerin birleştirilmesinden müteşekkil Kürdistan Demokratik Konfederalizminin oluşturulması, üçüncü ve son aşama olarak ise 4 parçada oluşturulan yönetimin Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan adı altında devletleştirilmesi şeklinde planlandığı, örgüt tarafından hayata geçirilmeye çalışılan Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan hedefinin ilk aşaması olan demokratik özerklik stratejisinin (siyasi boyut, hukuki boyut, özsavunma boyutu, kültürel boyut, sosyal boyut, ekonomik boyut ve diplomasi boyutu) 8 boyutta hayata geçirilmesinin hedeflendiği, belirlenen bu hedeflerin hayata geçirilmesi kapsamında Demokratik Toplum Kongresi, Kent Meclisleri, Mahalle Meclisleri, Köy Komünleri/Komiteleri, YDG-H, Komalen Jinen Azadi (Özgür Kadınlar Birliği) gibi yapılanmalar ile aktif faaliyet yürütüldüğü, devlet kurumlarının işlevsiz hale getirilmesi amacıyla bazı il ve ilçelerde öz yönetim adı altında demokratik özerklik ilan edildiği, Abdullah Öcalan tarafından 'Yerel birimlerin daha güçlü hale getirilmesini, idari yapıda özerk yönetim birimleri olarak yapılandırılacak bölgesel meclislerin kurulmasını, tüm yerel birimlerde meclis sistemini esas alan bir modelin geliştirilmesini, bölgede emniyet ve adalet hizmetlerinin ortak yürütülmesini' şeklinde ifade edilen ve politik idari bir yapılanma olarak tanımlanan demokratik özerkliğin ilk aşama olarak değerlendirildiği, uzun vadedeki ana hedefin ise Birleşik Bağımsız Demokratik Kürdistan olduğu ...PKK/KCK silahlı terör örgütünce ... önderlik olarak nitelendirilen Abdullah Öcalan’ın 26/9/2007 tarihinde avukatları ve ... önderlik komitesi aracılığıyla terör örgütünün yönetimine ve müzahir oluşumlara vermiş olduğu talimatlar neticesinde terör örgütünün 2000 yılı sonrası süreçte yeniden yapılandırıldığı, özellikle 2007 yılında KCK örgütlenmesinin teorik ve pratik olarak bizzat Abdullah Öcalan’ın talimatlarıyla şekillendirildiği, bahsi geçen süre zarfında KCK' nın PKK/KCK silahlı terör örgütünün çatı örgütlenmesi pozisyonuna ulaştığı, yine yurdumuzda ... özerk bir bölge oluşturma amacı kapsamında bölgesel bir meclis pozisyonunda olması hedeflenen ve KCK tarafından doğrudan yönetilen/yönlendirilen DTK örgütlenmesinin de bizzat Abdullah Öcalan’ın talimatlarıyla 26-27-28/10/2007 tarihinde Diyarbakır ilinde Demokratik Toplum Partisi (DTP) il binası içerisinde bu partiye ait milletvekilleri, çevre il ve ilçelerden gelen DTP Belediye Başkanları ve delegeler ile birlikte yaklaşık 500 kişinin katıldığı sözde Olağan Genel Kurul ile kuruluş aşamasına geçtiği ..."ii. Başvurucunun Kongeya Jinen Azad Derneğinin -Özgür Kadınlar Kongresi Derneği- (KJA) yöneticisi ve bu derneğin çıkarmış olduğu KovaraJinen Azad (KJA) isimli dergide imtiyaz sahibi olduğu, söz konusu KJA Derneğinde yapılan aramada Abdullah Öcalan'a ait, PKK örgüt mensuplarının posterlerinin ve PKK propagandası içeren basılı dergi ve kitapların ele geçirildiği, bu Derneğin ve Dernek çerçevesinde yayımlanan yayınlarda PKK propagandası yapıldığı, bu kapsamda suç teşkil eden eylemlerde Derneğin yöneticisi ve yayınlarının imtiyaz sahibi olan başvurucun sorumlu olduğu ileri sürülmüştür. 22/11/2016 tarihli ve 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile söz konusu Dernek kapatılmıştır.iii. Başvurucunun DTK yönetciliği dışında çeşitli tarihlerde PKK/KCK'nın propagandasını yaptığı, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet ettiği ileri sürülmüş ancak bu eylemelerin 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun kapsamına dâhil olmasından dolayı erteleme kararı verildiği belirtilmiştir.iv. Başvurucunun çeşitli tarihlerde PKK/KCK silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı, 2911 Sayılı Kanun'a muhalefet ettiği ve kendine ait Twitter hesabından PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- Başvurucu tarafından yapıldığı belirtilen eylemlerin ve konuşmaların bazıları özetle şöyledir:i. 29/1/2012 tarihinde Diyarbakır'da yapılması planlanan Kürt Sorununun Çözümü için Müzekkere ve Özgürlük konulu açık hava toplantısının Valilik tarafından yasaklanmasını protesto etmek amacıyla Barış ve Demokrasi Partisi İl Başkanlığınca yapılan toplantıda Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) il yönetimi ve milletvekillerinin olduğu, başvurucunun da bu eyleme katıldığı ve yaptığı konuşmasında "... bu mitingi yasaklayanlar kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecriti protesto etmek amacıyla miting düzenleyen halkımızın önüne yasaklama kararı koyanlar bu yasakların halkların demokratik birliğine koymuşlardır." şeklinde açıklamalarda bulunduğu, açıklamanın yapıldığı sırada topluluğun Abdullah Öcalan'ın fotoğrafının olduğu flamaları ve PKK'yı simgeleyen pankartların taşındığı, böylece terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. ii. 2012 yılı nevruz kutlamalarıyla ilgili olarak www.fıratnews.ws isimli sitenin 13/3/2012 tarihli yayınında “KCK yürütme konseyi başkanı Murat Karayılan’ın Amed ve İstanbul nevrozu önemli, nevroz isyanın zafere ulaştığı bir gündür, nevroz her tarafta özgürlük mücadelesinin verildiği bir gündür, Amed nevrozunu büyük bir şenlik havasıyla kutlamak üzere herkesi Amed nevrozuna katılmaya çağırıyorum ... KCK operasyonlarına karşı bir duruş olacak” şeklindeki çağrısı üzerine 18/3/2012 tarihinde, içinde başvurucunun da bulunduğu BDP yöneticilerinin Diyarbakır'da nevruz programı düzenledikleri, bu kapsamdaki protestolarda birçok olayın çıktığı, başvurucunun ön saflarda yer aldığı, güvenlik güçlerinin tedbirlerine zor kullandığı, böylece 2911 sayılı Kanun'a muhalefet ettiği ve terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. iii. 15/4/2012 tarihinde Diyarbakır'da yapılacak açık hava konserinin Diyarbakır Valiliği kararı ile yasaklanmasını protesto etmek için birden çok kişinin bir araya geldiği, BDP İl Başkanlığı tarafından organize edilen eylemde başvurucunun basın açıklaması yaptığı, bu açıklamasında Abdullah Öcalan'ı övdüğü, “Bahar Ortadoğuya dayanmışken bu baharı Kürtlerin yaşamaması (yaşaması) engellenmektedir.” sözleriyle ülkenin güneyinde gerçekleşen halk ayaklanmalarına atıfta bulunarak Kürt halkını ayaklanmaya teşvik ettiği, söz konusu yasa dışı eylemlerin en ön safında yer aldığı, böylece terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. iv. 18/9/2015-19/9/2015 tarihlerinde Diyarbakır'da bir parkta Demokratik Bölgeler Partisince (DBP) öz yönetim konulu bir etkinlik düzenlendiği, bu toplantıda KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı BeseHOZAT'ın özerklik ilanlarının her yerde yapılmasını savunduğu, bu kişinin Özgür Gündem gazetesinde yayımlanan açıklamasında "Öz yönetim ilanlarının ve uygulamalarının her yerde geliştirilmesi gerekiyor, devletin her türlü yönelimi karşısında daha çok güçlü bir şekilde toplumsal direniş ve öz savunmayla kendi sistemini halkımızın savunması gerekiyor. Öyle olmalı ki polis tek bir kişiyi tutuklamaya dahi cesaret edemesin, polisin mahallellere girişine izin verilmemelidir, halkımız devletin hiç biri kurumuna ihtiyaç duymadan kendi sistemini inşa edip, kendini yönetmeli ve savunmalıdır." şeklinde özerklik konusunda açıklamalarda bulunduğu, başvurucunun da aynı tarihte PKK/KCK terör örgütünün talimatları ve yol haritasından hareketle yapmış olduğu basın açıklamasında terör örgütü propagandası yaptığı ileri sürülmüştür. v. 6/2/2016 tarihinde PKK mensuplarınca Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde PKK/KCK terör örgütülerine yönelik olarak güvenlik güçlerinin yapmış olduğu operasyonları kınamak amacıyla barış nöbeti tutma eylemi ve bu eylem kapsamında basın açıklamalarının yapıldığı, başvurucunun burada yaptığı konuşmada "...bugün burada daha sürecin başında E.nın cenazesine ölümü bile fazla görüp, soyup sokağın ortasına atıp, onun bedeninin çıplaklığıyla çıplak kalan devlete, katil devlete, utanın demek için biraraya geldik buraya... Kürdistan bu ülkenin parçasıdır ve demokratik özerk Kürdistan demokratik Türkiye'nin olmazsa olmazıdır." şeklinde açıklamalarda bulunduğu, böylece terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.vi. 13/2/2016 tarihinde PKK/KCK'ya müzahir bir televizyonda KCK yürütme konseyince “Sur ve Cizre’de gerçekleşen öz yönetim direnişlerini sahiplenelim.” çağrısı üzerine 15/2/2016 tarihinde Diyarbakır'ın Sur bölgesinde PKK mensuplarına karşı gerçekleştirilen operasyonları protesto etmek amacıyla başvurucunun da ön saflarında yer aldığı bir grup tarafından Diyarbakır'da eylem gerçekleştirildiği, bu eylemde aynı zamanda Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının protesto edildiği, eylemde yer alan grubun “Yaşasın Sur direnişi”, “Öndersiz yaşam olmaz.” şeklinde sloganlar attığı, başvurucunun burada yaptığı açıklamada ise Abdullah Öcalan’ın yakalanmasını uluslararası bir komplo olarak ifade ettiği, böylece terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. vii. 27/2/2016 tarihinde Diyarbakır'ın Sur bölgesinde PKK mensuplarınca hendeklerin kazılması, yollara ve sokaklara barikat kurularak PKK mensuplarınca ilçede devlet egemenliğinin engellendiği, bu kapsamda Sur ilçesinde başlatılan operasyonları protesto etmek amacıyla Diyarbakır'da yaklaşık bin beş yüz kişilik bir grubun toplandığı, bu grubun “Her yer Suriçi, her yer direniş”, “PKK halktır, halk burada”, “Suriçinde direnen gerillaya bin selam”, “PKK intikamdır”, “Gerilla gerilla” şeklinde sloganlar atıldığı, olaydan bir gün önce 26/2/2016 günü PKK/KCK'ya müzahir bir televizyona konuşmacı olarak katılan başvurucunun PKK'nın Cizre ve Sur’da gerçekleştirmiş olduğu eylemlerden dolayı başlatılan operasyonları protesto etmek amacıyla 27/2/2016 tarihinde yapılan bu eylemlere halkın destek vermesi yönünde çağrıda bulunduğu, organizasyon içinde yöneticisi olduğu KJA Derneğinin de yer aldığını belirttiği, böylece terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.viii. 8/3/2016 tarihinde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kapsamında yapılan toplantının PKK/KCK'ya müzahir bir televizyonda canlı olarak yapılan yayında başvurucunun bir konuşma yaptığı, bu konuşmasında "Değerli arkadaşlar sevgili kadınlar eğer 2016, 8 Martında bir yerlere selam göndereceksek ve gurur duyduğumuzu ifade edecekseko da direnenler olacaktır. Sur'a selam olsun, Nusaybin'e selam olsun, Cizre'ye selam olsun, Silopi'ye selam olsun...", PKK mensuplarına yönelik yürütülen operasyonları kastederek "Buralara selam olsun." dediği, bu operasyonlarda yaşamını yitiren bölücü terör örgütü mensuplarını ve gerçekleştirilmek istenen öz yönetim, özerklik eylemlerini övdüğü, böylece terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. ix. 12/4/2016 tarihinde Diyarbakır'da Demokratik Bölgeler Partisi tarafından parti binası önünde siyasi tutuklamalar adı altında basın açıklaması yapıldığı, başvurucunun burada yaptığı konuşmada "... sayın Öcalan'a özgürlük istedik, çözüm yolu imralıdan geçer dedik, ... öz yönetimleri tanıyın dedik... Sur'daki abluka kalksın diye günlerce nöbet tutarken aynı şeyleri söyledik, demokrasi dedik, özgürlük dedik, eşitlik dedik... AKP Hukuk Devletinin ruhuna fatiha okumuştur, öldürmüştür, fiziki olarak bir imha, katliam politikası vardır..." şeklinde beyanda bulunduğu, böylece terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. x. 5/8/2016 tarihinde Diyarbakır'da "Önderliğe Sahip Çıkıyoruz" adı altında yapılan toplantının PKK/KCK güdümünde yayın yapan bir televizyonda canlı olarak yayımlandığı, başvurucunun burada yaptığı konuşmasında Abdullah Öcalan'ı övdüğü ve öz yönetimi savunduğu, böylece terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. xi. 11/8/2016 tarihinde Diyarbakır Barış Anneleri adlı oluşum tarafından Abdullah Öcalan'a tecrit uygulandığı ve Siirt ilinde yapılan saldırıyla ilgili Dernek binasında basın toplantısı düzenlendiği, bu toplantıda başvurucunun yapmış olduğu konuşmasında "...analara 15 gün verilmiştir, 15 gün sonra sizinde sonunuz gelecek denmiştir, 15 gün sonra devletni yapacağı bir operasyon daha mıdır?,... bu analar tam da Diyarbakır'da koşu yolu parkında öcalan siyasi idaremdir dedikleri için aylarca cezaevinde tutuklu kaldılar, yargılandılar..." şeklinde açıklamalarda bulunduğu, böylece terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. xii. PKK/KCK'ya müzahir bir televizyonda 31/8/2016 tarihinde başvurucu ile yapılan röportajda "...siz posteri engelleyebilirsiniz, asılmasın engelleyebilirisiniz sayın Öcalan'ı İmralı Cezaevinde tutubilirisiniz dört duvar arasında ama onun şahsında Türkiye'de yaşayan tüm kürdistanlı halkları özellikle kürt halkını, ortadoğuda yaşayan Kürtleri Avrupa'da yaşana Kürtleri esir alma arayışınız önünde bugün var olan bir özgürlük iddiası vardır ve sayın Öcalan'ın ortaya koyduğu proje ile şekillenmiştir..." şeklinde açıklamalarda bulunduğu, böylece terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. - Başvurucu tarafından yapılan başlıca sosyal medya paylaşımları ile ilgili tespitler ise şöyledir:"5 Eylül 2015 tarihli paylaşımında bölücü terör örgütü liderinin basılı fotoğrafının olduğu tişörtleri giyen birden fazla kadın fotoğrafı paylaşılarak 'direnişi ören kadınlarımızı dönüşümsüz açlık grevine girdi' paylaşımının yapıldığı, 7 Eylül 2015 tarihli paylaşımında F.S. twitini reedtweedleyerek propaganda yaptığı, 7 Eylül 2015 tarihli paylaşımında N.A. twitini reedtweedleyerek propaganda yaptığı, 5 Eylül 2015 tarihli paylaşımında Z.P. tiwitini reedtweedleyerek propaganda yaptığı, 6 Mart 2015 tarihinde yapmış olduğu iki paylaşımla PKK terör örgütünün Suriye'deki kadın örgütlenmesi olan YPJ'li iki teröristin ölümüyle ilgili propaganda yaptığı, 3 Mart 2015 tarihli yapmış olduğu paylaşımında PKK terör örgütünün Suriye kolu olan YPG terör örgütüne mensup olduğu öldürülmüş bir teröristin fotoğrafını paylaştığı [ileri sürülmüştür.]" Savcılık, suçlamaya konu olaylarla ilgili dosyaların "eylem bütünlüğü açısından birleştirildiğini ve bir bütün olarak suç nitelendirilmesi yapılması yoluna gidildiğini" belirttikten sonra başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin hukuki değerlendirmelerini ortaya koymuştur. Bu değerlendirmeler özetle şöyledir:"...Şüphelinin PKK/KCK terör örgüt yapısı içerisinde yer alan DTK'da DTK sözcülüğü, koordinasyon kurulu üyeliği gibi üst düzey yönetici olarak görev yaptığı, şüphelinin bu eylemiyle silahlı terör örgütünün yapısı içerisinde üst düzey yönetici olduğu, şüphelinin kendi ikrarı, iletişimin tespiti, teknik araçlarla izleme ve dosya kapsamındaki tüm delil ve belgeler neticesinde somut delillerle tespit edildiği, şüphelinin bu eylemiyle Türk Ceza Kanunu 314/1 fıkrasında belirtilen suçu işlediği......Şüphelinin 2012 yılından başlayarak yakalandığı tarihe kadar gerek PKK/KCK terör örgütüne destek vermek amacıyla organize eden toplantılara katılarak yapmış olduğu konuşmalarda gerekse de yukarıda belirtilen açık kaynak araştırması sonucu elde edilen terör örgütü propagandası niteliğindeki paylaşımları ile yöneticisi olduğu KJA Derneğinde elde edilen delil ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin farklı tarihlerde terör örgütü propagandası suçunu işlediği,...Şüphelinin 14 defa terör örgütü propagandası suçunu işlediği, 1 defa 2911 sayılı yasanan 28/1 fıkrasına muhalefet ettiği, şüphelinin sosyal medya hesabı olan twitter hesabı üzerindeki paylaşımlarının birden çok olması ve yapılan paylaşımlarının zaman aralığının kısa olmasından kaynaklanarak TCK 43 kapsamındaki zincirleme suç hükümlerinin oluştuğu, bu çerçevede şüphelinin 1 defa 2911 sayılı yasanan 28/1 fıkrası gereği, 14 defa terör örgütü propagandası yapmak suçu kapsamında cezalandırılması,...Şüphelinin DTK kapsamındaki eylemleri çerçevesinde örgüt yöneticisi olduğu hususunun tespitiyle beraber şüphelinin farklı tarihlerde birden çok kez terör örgütü propagandası suçunu işlediği hususlarının tespit edildiği... [anlaşılmaktadır.]" Başvurucu hakkındaki dava Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilmiş,3/2/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiş ve E.2017/110 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Aynı tarihte yapılan tensip incelemesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar verilmiştir. Başvurucu 4/5/2017 tarihli duruşmada savunmasının alınmasından sonra söz konusu yargılama kapsamında tahliye edilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.... (5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek....f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ile (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),...(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz." (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5037 | Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedenleriyle de ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, cenaze ve defin giderinin tazmini için açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Van'da 23/10/2011 tarihinde meydana gelen depremde başvurucunun ailesiyle yaşadığı apartman yıkılmış, başvurucunun eşi ve beş çocuğu hayatını kaybetmiştir. Başvurucu 3/5/2012 tarihinde kamu makamlarının depreme karşı gerekli tedbirleri almadığını ileri sürerek diğer maddi tazminat taleplerinin yanında 000 TL cenaze ve defin giderinin tazmin edilmesi için dava açmıştır. Davanın açıldığı Van İdare Mahkemesi 5/11/2015 tarihinde belediyeden 2011 yılı defin ve cenaze masrafları tutarını sormuş, 15/1/2016 tarihinde ise cenaze ve defin giderlerini gösterir bilgi ve belgeleri başvurucudan sunmasını istemiştir. Başvurucu söz konusu bilgi ve belgeleri sunduğuna dair bir açıklamaya bireysel başvuru formunda yer vermemiştir. Van İdare Mahkemesi 3/3/2016 tarihinde davayı kısmen kabul etmiş ve ev eşyasından doğan zarar nedeniyle 750 TL, cenaze ve defin gideri için ise 250 TL maddi tazminata hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, diğer açıklamalarının yanında olayda idarenin %50 kusurlu olduğu ve alınan belediye yazısı doğrultusunda cenaze ve defin giderinin belirlendiğini açıklamıştır. Taraflar kararı temyiz etmiştir. Danıştay 15/6/2017 tarihinde hükmün cenaze ve defin giderine ilişkin kısmının bozulmasına, sair hususların ise onamasına karar vermiştir. Kararda; ölümle doğrudan bağlantılı olup cenaze için mutlaka yapılması gereken cenazenin nakli, yıkanması, tabut, kabir yeri, kabir kazma için belediyenin herhangi bir ücret almadığını, bu zorunlu giderler dışındaki masraf kalemlerine ilişkin olarak ise herhangi bir belge de sunulmadığını belirtmiştir. Van İdare Mahkemesi 14/3/2018 tarihinde bozma kararına uyarak cenaze ve defin giderine ilişkin tazminat talebini reddetmiştir. Danıştay 2/4/2019 tarihinde kararın cenaze ve defin gideri talebinin reddine ilişkin kısmını onamış, maddi tazminat miktarı için davalı kamu makamları lehine hükmedilen vekâlet ücretine ilişkin kısmı bozmuştur. Kararı 21/5/2019 tarihinde öğrenen başvurucu 14/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon 8/8/2023 tarihinde başvurucunun cenaze ve defin giderine ilişkin talebin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiş, cenaze ve defin gideri dışındaki giderlere ilişkin tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları ise kabul edilemez bulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21755 | Başvuru, cenaze ve defin giderinin tazmini için açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öğrencilik statüsünün kazanılmamış olduğundan bahisle yükseköğretim kurumu ile ilişiğin kesilmesi nedeniyle eğitim ve öğrenim hakkının ve yargılamanın uzun sürdüğünden bahisle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. 2014/3774, 2014/14563, 2014/14568, 2014/14625 ve 2014/14629 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibatları nedeniyle 2014/3773 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından herhangi bir görüş bildirilmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP'tan elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, özel yetenek sınavı ile öğrenci alan Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulunun (BESYO) 2011-2012 eğitim-öğretim yılı için açmış olduğu sınava girmişlerdir. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM)tarafından yayımlanan "2011 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzun"da söz konusu üniversitenin Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği Programı için 20'si bayan, 30'u erkek toplam 50 kontenjan bulunduğu ilan edilmiştir. Sınav sonucunda , ve başvurucular bayan adaylar arasında sırasıyla , ve yedek; diğer başvurucular ise erkek adaylar arasında sırasıyla , ve sırada yer alarak asıl listeye girememiştir. Üniversitenin resmi internet sayfasında 2011-2012 eğitim-öğretim yılı kesin kayıt işlemleri ve kayıt tarihlerine ilişkin yapılan duyuruda, asıl kayıt tarihinin 12/9/2011; yedek kayıt tarihinin ise 13/9/2011 olduğu açıklanmış; asıl ve yedek öğrencilerin kayıt yapılmasından sonra boş kontenjan olması durumunda 21/9/2011 tarihinde internetten boş kontenjanların ilan edileceği ve kayıtların 23/9/2011 tarihinde yapılacağı belirtilmiştir. Ege Üniversitesi BESYO Müdürlüğü tarafından sınavı asıl olarak kazanan 50 kişilik öğrenci listesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığına gönderilmiştir. Anılan bölümün öğrenci işlerince asıl listede sınavı kazanan 11 bayan ve 15 erkek adayın son kayıt tarihi olan 12/9/2011 tarihi itibarıyla kayıt yaptırmadığının tespit edilmesi üzerine başarı sıralamasına göre hazırlanan yedek liste üniversitenin resmi internet sitesinden ilan edilmiş ve listede yer alan adaylardan başvuranların kaydı 13/9/2011 tarihinde yapılmıştır. başvurucu hariç diğer başvurucular, anılan yedek listesinde isimlerinin yer alması üzerine çeşitli üniversitelerin aynı ya da benzer programlarını asıl olarak kazanmış olmalarına rağmen, bu programları tercih etmeyerek ya da buradaki kayıtlarını sildirerek Ege Üniversitesi BESYO'ya anılan tarihte kayıt yaptırmışlardır. Aynı gün kayıt işlemlerinin kontrolü sırasında asıl listede olan 10 bayan ile 12 erkek öğrencinin kaydını yaptırdığı halde belgelerinin personel hatası nedeniyle dikkate alınmadığı farkedilmiş ve aslındaasıl listeden sadece 1 bayan ve 3 erkek öğrencinin kayıt yaptırmadığı anlaşılmıştır. Hatanın fark edilmesi üzerine yedek listelerden kaydı yapılan 18 öğrenci için 14/9/2011 tarih ve 6122 sayılı yazı ile Yükseköğretim Kurulu'ndan (YÖK) 2011-2012 eğitim-öğretim yılına mahsus olmak üzere kontenjan sayısının 68'e çıkarılması talebinde bulunulmuştur. Öte yandan 21/9/2011 tarihli duyuru ile ikinci yedek liste ilan edilerek 3 erkek ve 1 bayan öğrenci için daha kontenjan açıldığı duyurulmuştur. başvurucu, adının listede yer alması üzerine Ege Üniversitesi Spor Yöneticiliği bölümüne yaptırdığı kaydını sildirerek 23/9/2011 tarihinde Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği Bölümüne kaydolmuştur. Bu arada, kontenjan artırım talebinin YÖK tarafından 22/9/2011 tarihli karar ile reddedildiği 27/9/2011 tarihinde idareye tebliğ edilmiştir. Bu gelişme üzerine, Ege Üniversitesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığının 19/10/2011 tarihli ve 7894 sayılı işlemiyle YÖK'ün kontenjan artırımı talebini reddettiğinden bahisle yedek liste üzerinden kaydı yapılan ve içlerinde başvurucuların da bulunduğu 22 öğrencinin üniversite ile ilişikleri kesilmiştir. Başvurucuların, anılan işlemlerin iptali istemiyle açtıkları iptal davalarında yürütmenin durdurulması istemlerinden bir kısmı İzmir İdare Mahkemesi tarafından kabul edilmiş, bir kısmı ise İzmir İdare Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Bu kararlara itiraz edilmesi üzerine İzmir Bölge İdare Mahkemesi tarafından yürütmenin durdurulmasının reddi yönündeki kararlara yapılan itirazlar kabul edilmiş, diğerleri yönünden yapılan itirazlar reddedilmiştir. Böylece dava konusu işlemlerin yürütülmesi durdurulmuştur. Anılan kararlar üzerine başvurucular söz konusu okulda öğrenci olarak eğitim almaya devam etmişlerdir. İzmir ve İdare Mahkemeleri, farklı tarihlerdeverdikleri kararlar ile dava konusu işlemleri iptal etmiştir. Karar gerekçelerinin ilgili bölümleri şöyledir:İzmir İdare Mahkemesi:"... Doktrinde kazanılmış hak; objektif bir hukuk kuralının kişi hakkjnda uygulanması veya kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi, böylece objektif ve genel hukuki durumun kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönmesi, hukuka aykırı işlemlerde ise; bir süre yararlanılması sonucunda Anayasa ve yasalarca korunmaya değer hak haline gelmesi olarak tanımlanmaktadır. Özellikle, hukuka uygun olarak elde edilen meşru hakların korunması, anılan kazanılmış hak ilkesi nedeniyle geniş uygulama alanı bulmaktadır. Öte yandan idare hukukunun önemli bir ilkesi de, idari işlemlerdeki doğruluk karinesidir. İdarenin tek taraflı kararlarına vatandaşın uyma mecburiyetini getiren bu ilkenin doğal sonucu olarak da, idari işlemlerde devamlılık ve istikrar sağlanmaktadır. Buna karşılık idarelerin de yokluk, açık hata ve ilgilinin gerçek dışı beyanı veya hilesi ile tesis edilen idari işlemler ayrık tutulmak kaydıyla kişiler lehine sonuç doğuran diğer hatalı işlemleri dava açma süresinin geçmesinden sonra geri alamayacakları hususu yargı kararlarıyla istikrar kazanmıştır (Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulunun E: 1968/8, K: 1973/14 sayılı Kararı). İdari istikrar ilkesinin uzantısı olan bu ilkeler bir yandan devamlı olan idarede istikrarı sağlarken, aynı zamanda ilgililer açısından da hukuki güvenlik ortamı yaratmaktadır. Hukuk güvenliği ilkesi, ilgili kimsenin etkin bir şekilde korunması, her bir uyuşmazlığa uygun olacak şekilde somut mekanizmalar aracılığıyla sağlanır. Bu mekanizmalar, geriye yürümezlik ilkesi, usuli önlemler, yetki ve sorumluluk gibi denetim ölçütleri yanında, kazanılmış haklara saygı ve haklı beklentilerin korunmasıdır. Kazanılmış hak, her ne şekilde olursa olsun, kişilerin devlet ve hukuka güvenerek geleceklerini planlamalarına imkan tanınması, yine bu güvene dayanarak kurdukları ilişkilerin tanınması ve korunması gereğinin bir ürünüdür. Kazanılmış haklar, hukuka uygun işlemler sonucunda doğarlar. Halbuki bazen, hukuka aykırı da olsa, üzerinden belirli bir süre geçmesi, iyi niyetin korunması ve idari istikrar kaygılarıyla kişilerin lehine doğan hukuki durumların korunması gereklidir. ... Bu durumda, yapılan hatalı kayıt işleminin davalı idare tarafından da kabul edildiği, bu hatanın telafisi amacıyla Yükseköğretim Kurulu Başkanlığından kontenjan artırımı talebinde bulunulduğu, idarece kontenjan artırımı talebinde bulunulmakla kontenjan dışı alınan öğrencilere de aynı kalitede eğitim ve öğretiminverilebileceğinin kabulünün zorunlu olduğu da göz önüne alındığında, idari istikrar ilkesi ile idari güven ve tutarlılık ilkesi gereğince davacının okuldan kaydının silinmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka ve hakkaniyete uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır...." İzmir İdare Mahkemesi: "... Kazanılmış hak; objektif bir hukuk kuralının kişi hakkında uygulanması veya kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi, böylece objektif ve genel hukuki durumun kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönmesi olarak tanımlanmaktadır. Kazanılmış haklar, kural olarak hukuka uygun işlemler sonucunda doğarlar. Ancak bazen hukuka aykırı da olsa, üzerinden belirli bir süre geçmesi, iyi niyetin korunması ve idari istikrar kaygılarıyla kişilerin lehine doğan hukuki durumların da korunması gereklidir. Bu durumun en önemli nedeni, her ne şekilde olursa olsun, kişilerin devlet ve hukuka güvenerek geleceklerini planlamalarına imkan tanınması, yine bu güvene dayanarak kurdukları ilişkilerin tanınması ve korunmasıdır. ... Olayda yapılan hatalı kayıt işleminin davalı idare tarafından kabul edilerek bu hatanın telafisi amacıyla kontenjan dışı alınan öğrencilere de aynı kalitede eğitim ve öğretiminverilebileceği belirtilerek Yükseköğretim Kurulu Başkanlığından kontenjan artırımı talebinde bulunulduğu, kişiler lehine hukuki durumlar yaratan hukuka aykırı işlemlerin geri alınmasının hak ve nesafet kurallarını zedelememesi gerektiğinin yerleşik yargısal içtihatlarla kural altına alındığı, somut durumda, davacıyakayıt hakkı tanınması sonrası buna güvenerek diğer bölüm ve üniversitelerin kayıtlarını takip etmediği göz önüne alındığında, dava konusu işlemin idari istikrar ve idari güven ilkesine aykırı olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu durumda, Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu beden eğitimi ve spor öğretmenliği bölümü öğrencisi olan davacının kontenjan dışı olarak kaydının yapıldığından bahisle kaydının silinmesine ilişkin 19/10/2011 gün ve14-7871 sayılı işlemde hukuka uygunluk bulunmamaktadır." Davalı idare tarafından temyiz edilen idare mahkemesi kararları, Danıştay Sekizinci Dairesinin muhtelif tarihlerde vermiş olduğu kararlar ile hukuka aykırı bir şekilde kontenjan fazlası olarak yapılan kayıtların idari istikrar süreleri geçirilmeksizin geri alınması işleminde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararlarına karşı yapılan karar düzeltme başvuruları aynı Dairenin kararlarıyla reddedilmiştir. Anılan kararlar başvuruculara sırasıyla 17/2/2014, 17/2/2014, 4/8/2014,4/8/2014,5/8/2014 ve 5/8/2014 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular sırasıyla 18/3/2014, 18/3/2014, 2/9/2014, 2/9/2014, 3/9/2014 ve 3/9/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular, kayıt silme işlemi nedeniyle oluşan zararlarının tazmini amacıyla iptal davasını müteakiben tam yargı davası da açmışlardır. İzmir İdare Mahkemelerinin, tazminat istemlerinin kısmen kabulü kısmen reddi yolunda vermiş olduğu kararlardan başvurucu Anıl Özçelebi'ye ilişkin olanı Danıştay Sekizinci Dairesi tarafından onanırken, diğerleri uygulanacak faizin başlangıç tarihi ve manevi tazminatın tutarı yönünden bozulmuştur. Anılan kararlara karşı karar düzeltme talebinde bulunulmuş olup dosyalar henüz sonuçlandırılmamıştır. B. İlgili Hukuk 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 2880 sayılı Kanun’un maddesi ile değişik "Yükseköğretim Kurulunun görevleri" başlıklı maddesinin (h) bendi şöyledir: "Üniversitelerin her eğitim - öğretim programına kabul edeceği öğrenci sayısı önerilerini inceleyerek kapasitelerini tespit etmek; insangücü planlaması, kurumların kapasiteleri ve öğrencilerin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda ortaöğretimdeki yönlendirme esaslarını da dikkate alarak öğrencilerin seçilmesi ve kabul edilmesi ile ilgili esasları tespit etmek" Aynı Kanunun "Yükseköğretime giriş ve yerleştirme" başlıklı ve 6287 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik maddesinin (a) bendi şöyledir: "Yükseköğretim kurumlarına giriş ve yerleştirme işlemleri imkân ve fırsat eşitliğini sağlayacak tedbirleri almak kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılır." Danıştay Sekizinci Dairesinin 17/10/2014 tarihli ve E.2013/4561, K.2014/7192 sayılı kararı şöyledir: "Dava, davacıların çocuğunun 2009 tarihinde girmiş olduğu ÖSS cevap anahtarının kaybolmuş olması nedeniyle uğradıklarını öne sürdükleri toplam 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi zararın sınav tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.İdare Mahkemesince; baba tarafından çocuğun eğitim ve öğretim giderleri için harcamalar yapılacağı açık olduğundan; son yıl eğitim masrafı olan 000,00 TL ile yiyecek, giyecek, ulaşım vb. masraflar için talep edilen ve koşullara uygun olduğu kanaat getirilen 600,00 TL zararın davacılara ödenmesi gerektiği, manevi tazminata ilişkin olarak da tazminat isteminin kısmen kabulü ile takdir olunan toplam 500,00 TL'nin ödenmesine karar verilmiştir. İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır.İdare Mahkemesince maddi tazminat isteminin kısmen kabulü, kısmen de reddi yönünde verilen karar vedayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından,kararın bu kısımlarının onanması gerekmektedir. Davacıların, İdare Mahkemesi kararının manevi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısmı yönünden temyiz istemine gelince;Manevi tazminat, mal varlığında (patrimuanda) meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, manevi tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın yaşanan manevi acı ile orantılı olması gerekmektedir.Ayrıca manevi zararın tazminine hükmedilirken ilgililerin sosyal ve ekonomik durumu dikkate alınarak olay nedeniyle duyduğu elem ve ızdırabın kısmen giderilmesini ifade edecek, idarenin hukuka aykırılığını ortaya koyacak ve hukuka aykırılığı özendirmeyecek bir miktarın belirlenmesi gerekmektedir.Dava konusu olayda olduğu gibi, özellikle üniversitelere giriş sınavlarının gelecek kaygısıyla gerek çocuk üzerinde gerekse de veliler üzerinde çok ciddi bir stres ve endişe kaynağı olduğu tartışmasızdır. Bu yönüyle kamu hizmeti gören idarelerin azami dikkatli davranmaları önem arz etmektedir. Buna göre çocuğun en azından bir yıl üniversiteye geç girmesine neden olan idarenin kusuru, olayın oluş şekli ve zararın niteliği dikkate alındığında, mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının, duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa giderecek düzeyde olmadığı görülmektedir.Bu durumda, anne-baba ve öğrenci için mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan, manevi tazminatın amaç ve niteliği dikkate alınarak yukarıda belirtilen ölçütlere göre Mahkemece yeniden belirlenmesigerekmektedir.Açıklanan nedenlerle, Ankara İdare Mahkemesi kararının; maddi tazminata ilişkin kısmının onanmasına, manevi tazminata ilişkin kısmının ise bozulmasına, bozulan kısım hakkında yeniden karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,... karar verildi" Yine Danıştayın anılan Dairesinin 18/7/2005 tarihli ve E.2005/410, K.2005/3559 sayılı karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararı da şöyledir: "Davacının mezun olduğu alanın ÖSYM'ye yanlış bildirilmesi nedeniyle ÖSS puanının düşük hesaplanması sonucu uğradığını öne sürdüğü 972 lira maddi, 000 lira manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan davada; davacının mezun olduğu alanın okul idaresince ÖSYM'ye yanlış bildirilmesi nedeniyle puanın düşük olarak hesaplandığı ve bu sebeple İstanbul Bilgi Üniversitesinde okumak zorunda kaldığının anlaşıldığı, hukuka aykırılığı mahkeme kararı ile tespit edilen işlemler nedeniyle davacının İstanbul Bilgi Üniversitesine yatırdığı döviz karşılığı Türk lirasının tazmini gerekeceği, olayda ÖSYM' nin herhangi bir kusuru bulunmadığı, kusur okul idaresinden kaynaklandığından bu paranın Milli Eğitim Bakanlığınca maddi tazminat olarak davacıya ödenmesi gerektiği, davacının manevi tazminat istemine gelince; idarenin açık hatası sonucu davacının yanlış olarak yerleştirildiği okulda 1 yıl okumak zorunda kaldığı ve öğrenim hayatının gereksiz yere bir yıl uzadığı için olaydan duyulan elem ve ızdırabını kısmen de olsa hafifletmek amacıyla -lira manevi tazminatın olayda kusuru bulunan Milli Eğitim Bakanlığınca davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle maddi tazminat isteminin kısmen kabulü ile toplam 062 lira maddi tazminatın olayda kusuru bulunan Milli Eğitim Bakanlığınca Ankara İdare Mahkemesindeki iptal davasının açılma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat isteminin reddine, ÖSYM'nin dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmaması nedeniyle anılan idare yönünden davacının maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminatın kısmen kabulü ile 000 lira manevi tazminatın davalı Milli Eğitim Bakanlığınca davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine, manevi tazminata yasal faiz yürütülmemesine karar veren Ankara İdare Mahkemesinin 2003 gün ve E:2002/1060, K:2003/1204 sayılı kararını temyizen inceleyerek; maddi tazminat isteminin kısmen kabulü ile toplam 062 lira maddi tazminatın olayda kusuru bulunan Milli Eğitim Bakanlığınca Ankara İdare Mahkemesindeki iptal davasının açılma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminatistemininreddine,ÖSYM' nindava konusuolaydahizmetkusurubulunmaması nedeniyle anılan idare yönünden davacının maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminatın kısmen kabulü ile 000 lira manevi tazminatın davalı Milli EğitimBakanlığınca davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine ilişkinkısmının onanmasına, manevi tazminata yasal faiz uygulanması isteminin reddine ilişkin kısmının bozulmasına karar veren Dairemizin 2004 gün ve E:2004/1068, K:2004/3367 sayılı kararının; 2577 sayılı Yasanın maddesi uyarınca düzeltilmesi istemi,...İstemde bulunanlar tarafından öne sürülen düzeltme nedenleri ise sözü edilen maddede belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymadığından, yasal dayanağı olmayan düzeltme istemlerinin reddine,... karar verildi." | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3773 | Başvuru, öğrencilik statüsünün kazanılmamış olduğundan bahisle yükseköğretim kurumu ile ilişiğin kesilmesi nedeniyle eğitim ve öğrenim hakkının ve yargılamanın uzun sürdüğünden bahisle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen faksların sakıncalı bulunarak muhataplarına gönderilmemesine veya sansürlenerek (çizilerek) gönderilmesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 26/5/2016 ve 23/6/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan 2016/10176 ve 2016/12002 numaralı başvurular, aralarında kişi yönünden hukuki irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş; incelemeye 2016/10176 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Kocaeli 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun 5/2/2016 tarihinde Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) nakledildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu 22/2/2016 ila 24/2/2016 tarihlerinde bir sayfadan oluşan aynı mahiyetteki faksları E., Ö.G., S.Ö., K., İ.Y., U., B.K. ve R.K.ye; 7/3/2016 tarihinde de F.Ş. ve tekrardan K. isimli kişilere göndermek istemiştir. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 24/2/2016 ve 25/2/2016 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararlarıyla faksların gönderilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçelerinde, başvurucunun iddia ettiği hak ihlali uygulamaları ile bu uygulamalar nedeniyle açlık grevine başladığını bildirdiği satırların sakıncalı olduğu belirtilmiştir. Ayrıca bu satırlarda Kurumu karalama maksatlı ve aşağılayıcı ifadelerle birlikte terör ve diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine yönelik bilgiler ile kişi ve kurumları paniğe sevk edecek nitelikte yalan yanlış bilgilerin bulunduğu gerekçeleriyle faksların ilgilisine gönderilmemesine karar verildiği açıklanmıştır. Disiplin Kurulu 7/3/2016 tarihinde yazılan fakslar yönünden ise 8/3/2016 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararlarıyla faksların sansürlenerek gönderilmesine karar vermiştir. Karar gerekçelerinde; sadece açlık grevine başlandığı bildirilen satırların kişileri açlık grevine teşvik edebileceği, ayrıca bu satırların terör ve çıkar amaçlı veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine yönelik bilgiler ile kişi ve kurumları paniğe sevk edecek nitelikte bulunduğu gerekçesiyle sakıncalı olduğu değerlendirilerek bu kısımların çizilerek ilgilisine gönderilmesine karar verildiği belirtilmiştir. Disiplin Kurulu kararlarına karşı Silivri ve İnfaz Hâkimliklerine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunulmuştur. Başvurucu; şikâyetinde genel olarak ceza infaz kurumunda vegan beslenme koşullarının bulunmadığını, koğuş şartlarının yaşam standartlarının altında olduğunu, ceza infaz kurumunda müşahade kısmında kameralar ile gözetlemeler yapıldığını, X-Ray kapısından çıplak ayakla geçmeye zorlandıklarını, talepte bulundukları gazete, dergi gibi yayınlara ulaşmada engellemelerle karşılaştıklarını, telefonla görüşme hakkının kullanımında sıkıntılar yaşadıklarını ve merkezî televizyon yayın programına talep ettikleri kanalların eklemesinin yapılmadığını belirtmiştir. Başvurucu bu taleplerinin yerine getirilmesi amacıyla 22/2/2016 tarihinde süresiz açlık grevine başladığını ifade etmektedir. İnfaz Hâkimliği başvurucunun şikâyetlerini 9/3/2016, 25/3/2016 ve 28/3/2016 tarihli kararlarla reddetmiştir. Karar gerekçelerinde; başvurucunun göndermek istediği iletilerde Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşürebilecek ifadeler bulunduğu,bahsi geçen iddiaların kişileri paniğe sevk edebileceği, kurumlarda da panik ortamı oluşturabileceği, kurumlar arası olumsuz birtakım eylemlere neden olabileceği, kaldı ki iddia edilen hak ihlallerine ilişkin yargısal ve idari anlamda itiraz ya da şikâyet mekanizmalarının da işletilebileceği hususu gözönüne alınarak Disiplin Kurulu kararlarında usul ve yasaya aykırı bir durumun bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliği kararlarına karşı Silivri Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itirazlar8/4/2016ve 13/4/2016tarihli kararlarla reddedilmiştir. Karar gerekçelerinde, itirazın dayanağını oluşturan İnfaz Hâkimliği kararlarının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai kararlar 26/4/2016, 27/4/2016 ve 24/5/2016 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/5/2016 ve 23/6/2016 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un maddesi, 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün , ve maddeleri (ilgili mevzuat hükümleri için ayrıca bkz.Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10176 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen faksların sakıncalı bulunarak muhataplarına gönderilmemesine veya sansürlenerek çizilerek) gönderilmesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, vasiyet yoluyla cemaat vakfına bırakılan ancak Hazine adına tescil edilen taşınmazın iadesi istemiyle yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 9/6/2021 tarihinde yapılan toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ermeni toplumuna mensup kişiler tarafından kurulmuş, İstanbul'da bulunan bir vakıftır. Başvurucu 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun maddesinde tanımı yapılan cemaat vakfı niteliğindedir.A. Olayın Arka Planı Ermeni toplumuna mensup A.H. 25/3/1968 tarihli vasiyetnameyle İstanbul'da bulunan beş taşınmazını başvurucu Vakfa bağışlamıştır ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (Hukuk Genel Kurulu) 8/5/1974 tarihli kararıyla cemaat vakıflarının vasiyet yoluyla taşınmaz edinmelerinin hukuken mümkün olamayacağına karar vermesi üzerine A.H. bu taşınmazları üçüncü kişilere satmıştır. Bireysel başvuruya konu olan İstanbul ili Fatih ilçesi Çarşı Mahallesi'nde kâin 2777 ada 36 parsel numaralı kârgir dükkân vasıflı taşınmaz 5/2/1976 tarihinde A.K. ve S.Ö.ye satılmıştır. A.H. 11/5/1976 tarihinde ölmüştür. Hazine 14/8/1978 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Hâkimliğinde A.K. ve S.Ö. aleyhine dava açmıştır. Dava dilekçesinde; satış işleminin muvazaalı olması nedeniyle taşınmazın A.H.nin terekesine iadesi, -Hukuk Genel Kurulunun 8/5/1974 tarihli kararı karşısında vasiyetname geçersiz olduğundan- vasiyetnamenin iptali ve taşınmazların Hazine adına tescili talep edilmiştir. Hâkimlik 29/12/1994 tarihli kararıyla davayı kabul etmiştir. Hâkimlik, cemaat vakfının vasiyetname yoluyla taşınmaz edinmesinin hukuken imkânsız olması sebebiyle başvurucu lehine bağışlama içeren vasiyetnamenin geçersiz olduğunu tespit ederek vasiyetnameyi iptal etmiştir. Hâkimlik ayrıca taşınmazın gerçek değeri ile satış esnasında gösterilen değeri arasında nispetsizlik bulunmasını ve tarafların gerçek bir satış iradesinin bulunmadığına dair tanık anlatımlarını dikkate alarak satış işleminin ve tescilin iptali ile taşınmazın Hazineye intikal ettirilmek üzere A.H.nin terekesine iadesine hükmetmiştir. Hâkimlik kararının kanun yolu denetiminden geçerek 23/10/1995 tarihinde kesinleşmesinden sonra taşınmaz 30/11/2001 tarihinde tapuda Hazine adına tescil edilmiştir. 27/2/2008 tarihinde yürürlüğe giren 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun geçici maddesiyle 1936 Beyannamesi'nden sonra cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle hâlen Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların cemaat vakıflarına iadesi imkânı getirilmiştir. 27/8/2011 tarihinde yürürlüğe giren 22/8/2011 tarihli ve 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesiyle 5737 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddenin ikinci fıkrasıyla da cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuya kaydedilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değerinin tazminat olarak ödenmesi öngörülmüştür.B. Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucu 28/12/2010 tarihinde Hazine aleyhine İstanbul ili Fatih ilçesi Çarşı Mahallesi'nde kâin 2777 ada 36 parsel numaralı taşınmaza yönelik olarak İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) vasiyetin tenfizi ile tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Dava dilekçesinde, 5737 sayılı Kanun'la cemaat vakıflarının mülk edinmesinin önündeki yasal engelin kaldırıldığı vurgulandıktan sonra A.H.nin vasiyetinin yerine getirilmesi ve taşınmazın iadesi talep edilmiştir. Davayı Hazine adına takip eden İstanbul Valiliği Muhakemat Müdürlüğü (İdare), Mahkemeye sunduğu savunmasında vasiyetnamenin Hâkimliğin 29/12/1994 tarihli kararıyla iptal edildiğine değinerek ortada infaz edilebilecek bir vasiyetnamenin bulunmadığını iddia etmiştir. Başvurucu; İdarenin savunmasına verdiği cevapta Hâkimlikçe yapılan yargılamada silahların eşitliği ilkesine riayet edilmediğini, bu nedenle verilen kararın kesin hüküm teşkil etmeyeceğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca 5737 sayılı Kanun'un cemaat vakıflarına yönelik olarak önceki dönemde meydana gelen mağduriyetlerin ve hak ihlallerinin giderilmesi amacıyla özel hükümler sevk ettiğine değinmiş, İdarenin hatalı bir kararın arkasına sığınarak hakkı teslimden kaçınmasının Anayasa'ya aykırı olduğunu belirtmiştir. Bu arada başvurucu 6/4/2012 tarihinde kayda giren dilekçeyle başvuruya konu taşınmazın 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ikinci fıkrası kapsamında iadesi için Vakıflar Genel Müdürlüğüne müracaat etmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi 7/6/2012 tarihli kararıyla taşınmazın 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ikinci fıkrası kapsamında olmadığı gerekçesiyle tescil talebini reddetmiştir. Başvurucunun bu işlemi dava konusu edip etmediğiyle ilgili olarak herhangi bir bilgi, bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. İki inşaat mühendisi ve bir hesap uzmanından oluşan bilirkişi heyetince hazırlanarak Mahkemeye sunulan 27/5/2013 tarihli raporda, taşınmazın başvurucu adına tescilinin iyi niyet ve hakkaniyet ilkelerine uygun olacağı görüşü açıklanmıştır. Mahkeme 31/10/2013 tarihli kararıyla davayı kabul etmiş ve taşınmazın başvurucu adına tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 5737 sayılı Kanun'a atıfta bulunulmuştur. Mahkeme, vasiyetçinin usulüne uygun olarak düzenlenen vasiyetnamesindeki arzusunun taşınmazın başvurucuya bırakılması yönünde olduğunu vurgulayarak davanın kabulü gerektiğini ifade etmiştir. Ancak söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Yargıtay) 10/12/2014 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde; vasiyetnamenin iptal edildiğine işaret edildikten sonra iptal edilen vasiyetnamenin tenfizinin istenemeyeceği, bu nedenle davanın reddi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi Yargıtayın 25/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme bozma kararına uymuş ve 17/12/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyiz talebi 5/7/2017, karar düzeltme talebi de 18/6/2018 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Nihai karar 25/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun maddesinin yürürlükten kaldırıldığı tarihteki hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"... (Ek Fıkra 2003-4778 s. Kanun.) Cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle dinî, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler...." 5737 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;...Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları,...ifade eder." 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Cemaat vakıflarının;...b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından ... cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır. " Türkiye Büyük Millet Meclisi 9/11/2006 tarihli ve 5555 sayılı Vakıflar Kanunu'nu kabul etmiş ancak anılan Kanun'un Cumhurbaşkanı tarafından bir kere daha görüşülmek üzere iade edilmesi üzerine Kanun, 5737 sayı numarasını alarak aynen kabul edilmiştir. 5555 sayılı Kanun'un geçici maddesi ile 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesi tamamen aynıdır. Cumhurbaşkanı tarafından iade edilen 5555 sayılı Kanun'un geçici maddesinin gerekçesi şöyledir:"Madde ile, mazbut vakıf taşınmazlarının herhangi bir hüküm ve karar alınmaksızın vakfı adına tescil edilmesi sağlanmıştır." 5737 sayılı Kanun'a 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile eklenen geçici maddenin ikinci fıkrası şöyledir: "Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir." 651 sayılı KHK'nın maddesinin gerekçesi şöyledir:"Madde ile, cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesinde kayıtlı olan taşınmazlarının vakıfları adına tescilleri ve mal edinememe nedenleriyle mağdur oldukları hakların iadesi amaçlanmaktadır." 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin maddesinin birinci cümlesi şöyledir:"Miras, ölüm ile açılır." 743 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: "Miras açılınca, mirasçılar onun tamamına sahip olurlar. Kanunda açıkça yazılı haller müstesna olmak üzere, mütevaffanın alacakları ve bilcümle hakları ve zilyed bulunduğu malları, mirasçılarına intikal eder ve bu mirasçılar müteveffanın borçlarından şahsan mesul olurlar.Mansup mirasçıların iktisabı, kendilerini nasbeden muteveffanın vefatından başlar. Kanuni mirasçılar, zilyedlik hükümlerine tevfikan mansup mirasçıların hisselerini teslime mecburdurlar." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25252 | Başvuru, vasiyet yoluyla cemaat vakfına bırakılan ancak Hazine adına tescil edilen taşınmazın iadesi istemiyle yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, terör nedeniyle hısımlarının yaralanması, kendilerinin de kullanımında olan mallara zarar verilmesi durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 12/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyonlara sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde, başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Komisyonlarınca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvurular hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 2014/3432 başvuru numaralı dosyanın konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/3420 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/3420 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve 2014/3432 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, terör olayları nedeniyle hısımları Ş.İ. ile İ.nin yaralandıklarını, kardeşleri E.İ. adına kayıtlı olmakla birlikte ailelerinin ortak kullanımında olan traktöre örgüt mensuplarınca zarar verildiğini, arazilerinin su ihtiyacını karşılamakta kullandıkları müşterek su motorunun terör örgütü üyelerince yerleştirilen bombanın patlaması sonucunda hasar gördüğünü beyan etmiş ve bu özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, ekli tablonun D sütununda belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun E sütununda tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda dosyaların incelenmesi sonucunda kolluk raporları doğrultusunda başvurucuların Sason ilçesi Yücebağ köyünü terk etmedikleri, hâlen burada yaşamaya devam ettikleri anlaşıldığından taleplerinin reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun F sütununda belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun G sütununda tarihleri gösterilen Batman İdare Mahkemesi kararları ile Yücebağ beldesi Yıldız Mahallesi, Barış Mahallesi, Karşıyaka Mahallesi'nin boşalan ya da boşaltılan yerlerden olmadığı ancak Alaçayır, Uğurlar, Tuzaksız ve Golagado mezralarının 1994/1995-2000 yılları arasında tamamen boşaldığı; 1987 ile 2000 yılları arasında Yücebağ beldesinde geçici köy korucusu ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği, beldede koruculuk sisteminin olduğu, köy korucu aileleri dışında köyde 105 hanenin bulunduğu; köy nüfusunun 1990 yılında 031, 1997 yılında 232, 2000 yılında 796 kişi olduğu, 1990 ile 2000 yılları arasında köyde muhtarlık seçiminin yapıldığı, Yücebağ beldesindeki ilköğretim okulunun 1993 ile 1994 yıllarında güvenlik sebebiyle kapalı olduğu ve diğer yıllarda ilköğretim okulunun eğitim ve öğretime açık olduğu, Yücebağ beldesi halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvuruculara yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davaların reddine hükmedilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun H sütununda gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi, ekli tablonun I sütununda belirtilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararları başvuruculara 18/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucular 13/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3420 | Başvurular, terör nedeniyle hısımlarının yaralanması, kendilerinin de kullanımında olan mallara zarar verilmesi durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ikamet edilen ili terk edememe şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu iddiasıyla yargılanarak hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından mahkûmiyet hükmü verilmiş, ayrıca hükümle birlikte ikamet ettiği Ankara ili sınırlarından çıkma yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri altına alınmıştır. Çeşitli tarihlerde yapılan adli kontrol tedbirine yönelik itiraz incelemeleri sonucunda başvurucu hakkındaki tedbirin devamına karar verildiği anlaşılmaktadır. Son olarak başvurucu Düzce Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu statüsünde bulunan oğlunu ziyaret etmek istediğini belirterek kendisine izin verilmesini talep etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı da kesin olarak reddedilmiş ve nihai nitelikteki karar başvurucuya 26/8/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 7/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 15/10/2021 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbirini kaldırmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29278 | Başvuru, ikamet edilen ili terk edememe şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7191 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, fotokopi yoluyla çoğaltılması talebiyle ceza infaz kurumu idaresine teslim edilen fotokopi biçimindeki dokümanın terör örgütü propagandası içerdiği gerekçesiyle başvurucuya hücre disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme suçundan hükümlü olarak Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu) 21/6/2012 tarihinde, başvurucunun fotokopi yoluyla çoğaltılmak üzere İnfaz Kurumu idaresine teslim ettiği yüz iki sayfalık fotokopi biçimindeki dokümana el konulmasına ve başvurucu hakkında disiplin soruşturması yapılmak üzere İnfaz Kurumu Disiplin Kuruluna (Disiplin Kurulu) tevdiine karar vermiştir. İdare ve Gözlem Kurulu tarafından söz konusu dokümanın tamamının terör örgütü lideri Abdullah Öcalan tarafından yazılan bir çalışma olduğunun tespit edildiği ve içeriğinde Orta Doğu ile Kürt sorunlarından bahsedilerek bu sorunların çözümü için örgüt elebaşı Abdullah Öcalan'a ait fikirlere yer verildiği belirtilmiştir. Bu nedenle Kurul tarafından, anılan dokümanın çoğaltılarak İnfaz Kurumu içerisinde yayılmak suretiyle örgüt bilincini diri tutmaya yönelik örgütsel propaganda niteliği taşıdığı değerlendirmesinde bulunulmuştur. Sonuç olarak Kurul tarafından, hükümlü ve tutukluların eğitim, iyileştirme ve topluma yeniden kazandırma çalışmalarını olumsuz etkileyeceği gerekçesiyle dokümanın başvurucuya verilmemesine karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz, Tekirdağ İnfaz Hâkimliğinin 17/4/2013 tarihli kararıyla kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun ret kararına karşı itirazı da Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 27/9/2013 tarihinde aynı gerekçeyle reddedilmiştir. Disiplin Kurulu, daha önce kaldırılmamış disiplin cezası bulunduğu anlaşılan başvurucunun, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (l) bendi ile maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca "20 gün hücre cezası" ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Disiplin Kurulu, İdare ve Gözlem Kurulunun 21/6/2012 tarihli kararında yer verdiği gerekçeye dayanarak başvurucunun, suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapma suçunu işlediği kanaatine varmıştır. Başvurucu, Disiplin Kurulu kararına karşı 13/7/2012 tarihinde itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Tekirdağ İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 5/5/2014 tarihinde itirazı reddetmiştir. İnfaz Hâkimliği, başvurucu hakkındaki disiplin soruşturmasının kanunda belirtilen yasal süre içerisinde başlatıldığını, mevzuata uygun olarak sürdürülüp tamamlandığı ve başvurucunun, eylemine karşılık gelen disiplin cezasıyla cezalandırıldığını belirterek kararın usul ve yasaya uygun olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz etmiştir. Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi 3/7/2014 tarihinde, usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 1/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İdare ve Gözlem Kurulu, hükümlünün müddetnamesinde koşullu salıvermeden yararlanabileceği tarih olarak belirtilen 31/3/2014 tarihinde iyi hâlli olduğu değerlendirilmediğinden 28/3/20014 tarihinde koşullu salıvermeden yararlandırılmaması gerektiğine karar vermiştir. Kararda başvurucunun, başvuru konusu hücre cezasıyla birlikte sonuncusu 4/4/2013 tarihinde olmak üzere yedi kez disiplin cezası aldığı, fakat o tarihte kesinleşmemiş olmaları nedeniyle henüz hiçbirinin infazına başlanamadığı ifade edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun iyi hâl durumunu değerlendiren İdare ve Gözlem Kurulu, kesinleşmemiş söz konusu cezalar dışında başvurucunun daha önce birçok disiplin cezası aldığını ve bu cezaların infaz edildiğini belirtmiştir. Bu cezaların infazından sonra yasal süreleri dolduğundan kaldırılmalarına rağmen başvurucunun iyi hâl durumunun gayret, iyiniyet ve süreklilik arz etmemesi nedeniyle Kurul, başvurucunun koşullu salıverilmeden yararlandırılmaması gerektiğine karar vermiştir. Başvurucu koşullu salıvermeden yararlandırılmamasına dair karara karşı itiraz etmiştir. Tekirdağ İnfaz Hâkimliği 21/4/2014 tarihinde, usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucunun ret kararına karşı itirazı da Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 5/6/2014 tarihinde aynı gerekçeyle reddedilmiştir. Başvurucu, Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesinin 22/7/2015 tarihinde koşullu salıvermeden yararlandırılmasına ilişkin kararı üzerine 27/7/2015 tarihinde tahliye edilmiştir.B. Başvuru Konusu Doküman "Demokratik Konfederalizm Toplumların ve Demokratik Uluslaşmanın Doğasına En Uygun Sistemdir" ana başlıklı doküman on dört alt başlıktan oluşmaktadır. Bu başlıklar sırasıyla; "Demokrasinin Kısa Tarihi", "Toplumun Demokratik Örgütlenmesi Konfederalizmle Derinleşir", "Halkların Zamanı Radikal Demokrasiyle Gelecektir", "Demokratik Konfederalizmi Kurmak Devletçi ve Üst Sınıfa Dayanan Demokrasi Zihniyetini Aşmakla Gerçekleştirilebilir", "Demokratik Konfederalizm Alternatif Bir Demokrasi ve Demokratikleşme Projesidir", "KCK Sisteminde Yürütme ve Yargı", "KCK Sisteminde Kadının Yeri ve Rolü", "KCK Sisteminde Gençlik ve Öncülük Görevleri", "Kürdistan'da Demokratik Konfederal Örgütlenmenin Objektif Koşulları Üzerine", "Demokratik Konfederalizmin Devlet ve Demokratik Cumhuriyetle İlişkisi", "Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Konfederalizm", "Özgürleşme ve Güçlenme Demokratik Uluslaşmayla Kazanılır", "Demokratik Özerklik" ve "Demokratik Özerklik Farklılıkların Demokrasi İçinde Özerkliğidir" şeklindedir. Genel olarak PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın belirlediği ve örgütün şehir yapılanması olan KCK sisteminin esaslarını ortaya koyan dokümanda özellikle beşinci bölümden itibaren "Ö." (Özgürlük Mücadelesi) şeklindeki kısaltmayla PKK terör örgütüne ve sistemin gerçekleştirilmesindeki önemine vurgu yapılmaktadır. Altıncı bölümde anılan örgütün gerçekleştirdiği iddia edilen gerilla mücadelesinden bahsedilerek örgüt olmadan bir KCK sisteminin düşünülemeyeceği ifade edilmiştir. Yedinci bölümde PKK terör örgütü sistemin ordusu ve terör örgütü üyeleri de komutan olarak nitelendirilmiştir. Sekizinci bölümde kadının gerilla mücadelesine katılma gerçeğinden bahsedilmiş ve kadının diğer bütün çalışmalarda olduğu kadar terör örgütünün yürüttüğü savaşta da çok önemli fedakârlıklar gösterdiği ifade edilmiştir. Dokuzuncu bölümde gençliğin, özgürlük ve demokrasinin güvencesi olan meşru savunma kuvvetleri açısından önemli olduğu belirtilmiştir. Onuncu bölümde terör örgütü üyelerinden profesyonel kadrolar olarak, on ikinci bölümde ise özgürlük savaşçıları olarak söz edilmiştir. 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (l) bendi şöyledir:"Onbir günden yirmi güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:...l) Suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak veya yaptırmak." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir eylemden dolayı verilen disiplin cezası kesinleştikten sonra bu cezanın kaldırılması için gerekli süre içinde yeniden disiplin cezasını gerektiren bir eylemde bulunan hükümlü hakkında, her defasında bir üst ceza uygulanır." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlünün, Kanunun 107 nci maddesinde öngörülen süreleri, ceza infaz kurumlarının düzen ve güvenliği amacıyla konulmuş kurallara içtenlikle uyarak, haklarını iyi niyetle kullanarak, yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirerek geçirmiş ve uygulanan iyileştirme programlarına göre de toplumla bütünleşmeye hazır olduğunun disiplin kurulunun görüşü alınarak idare kurulunca saptanmış bulunması gerekir." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:"(1) Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir.... (11) Bir hükümlünün koşullu salıverilmesi hakkında ceza infaz kurumu idaresi tarafından hazırlanan gerekçeli rapor, hükmü veren mahkemeye; hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemeye verilir. Mahkeme, bu raporu uygun bulursa hükümlünün koşullu salıverilmesine dosya üzerinden karar verir. Mahkeme, raporu uygun bulmadığı takdirde gerekçesini kararında gösterir. Bu kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir." Tüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlünün, disiplin cezasını gerektiren bir eylemi işlemiş olmasına rağmen, koşullu salıverilme tarihinde bu eyleminden dolayı disiplin soruşturması henüz sonuçlandırılmayanlar hakkında iyi hâl kararının verilip verilmemesi idare ve gözlem kurulunca takdir edilir." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14655 | Başvuru, fotokopi yoluyla çoğaltılması talebiyle ceza infaz kurumu idaresine teslim edilen fotokopi biçimindeki dokümanın terör örgütü propagandası içerdiği gerekçesiyle başvurucuya hücre disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 24/10/2018, 7/12/2018 ve 12/12/2018tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle 2018/36559 ve 2018/36957 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2018/32424 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Van'ın Gürpınar ilçesinde ikamet ettikleri mezralarda 1995 yılında meydana gelen terör olayları sebebiyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle 27/7/2004 tarihinde Van Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Anılan başvuruların Komisyon tarafından reddi üzerine başvuruculardan Burhan Ak ve Mehmet Bayır Van İdare Mahkemesinde, Nurettin Ak Van İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Başvurucu Burhan Ak'ın açtığı davada Van İdare Mahkemesinin 6/6/2011 tarihli, Mehmet Bayır'ın açtığı davada aynı Mahkemenin 8/3/2012 tarihli, Nurettin Ak'ın açtığı davada ise Van İdare Mahkemesinin 7/10/2011 tarihli kararıyla iptal kararı verilmiştir. İdare Mahkemeleri karar gerekçesinde, Komisyon tarafından mevzuatta belirtilen araştırmaların yeterli yapılmadığı belirtilmiştir. Van ve İdare Mahkemeleri kararları Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/11/2012 ve 16/10/2014 tarihli kararlarıyla onanmıştır. Derece mahkemesi kararları üzerine Komisyon tarafından başvuruculardan Burhan Ak ve Nurettin Ak başvuruları için 20/11/2018 tarihinde, Mehmet Bayır başvurusu için 9/10/2018 tarihinde tazminat ödenmesi kararı verilmiş; başvurucular tarafından sulhname imzalanmıştır. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32424 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, savunma için yeterli süre verilmemesi, yargılamada hukuka aykırı deliller kullanılması, delillerin eksik toplanması ve hatalı değerlendirilmesi ile delil toplatma taleplerinin gerekçesiz biçimde reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun işyerinde esrar ve uyuşturucu hap sattığına ilişkin ihbarlar üzerine, Karataş Sulh Ceza Mahkemesinin 17/9/2007 tarihli ve 2007/142 Müt. sayılı kararıyla iş yerinde arama yapılmasına izin verilmiştir. Ayrıca uyuşturucu madde bulunduğu ihbarı üzerine Karataş Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen yazılı izne istinaden başvurucunun yönetimindeki araçta da arama yapılmıştır. Aramalar sonucunda, hint keneviri ihtiva eden sigaralarla bir miktar esrar ele geçirilmiştir. Uyuşturucu madde ticareti yapma suçunun işlendiği konusunda yeterli şüphe bulunduğu kanısına varan Adana Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun cezalandırılması talebiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine hitaben 19/3/2009 tarihli iddianameyi düzenlemiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi, 6/7/2009 tarihli ve E.2009/187, K.2009/312 sayılı kararıyla başvurucuyu uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 4 yıl 2 ay hapis ve 480,00 TL adli para cezasına mahkûm etmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir: “…Yargılama sırasında; Sanık Hüseyin Özkıral; uyuşturucu kullanmadığını, uyuşturucu ticaretini yapmadığını ve el konulan madde ile ilgisi(nin) bulunmadığını savunmuş, soruşturma aşamasında düzenlenen tutanaklardan; Adana Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlar Büro Amirliğine 17/09/2007 tarihinde ihbar yapıldığı, Karataş Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesinden arama kararı alındığı, K… ilçesi K… Karataş Köyü A… dalyanı kenarında bulunan D… Restorantta arama yapıldığı, yapılan aramada 14 adet esrarlı sigara ve sanığa ait 34 YM 5029 plaka sayılı araçta yapılan aramada 9 adet esrarlı sigara ele geçirildiği, 09/10/2007 tarihli ekspertiz raporundan, emanete alınan maddeden net 0,7 gram esrar yapıldığı, 29/01/2008 tarihli Adana Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinden alınan raporda sanığın uyuşturucu kullanmadığı tespit olunmuştur. Yargılama sonunda; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Quaranta v. – Switzerland davasında; “ Dava karmaşık, isnat edilen suç ciddi ve cezası ağır ise sanığa zorunlu müdafi atanmalıdır.” şeklinde karar vermiştir. Keza Chichlian et Ekindjian – Fransa davasında; “ Kovuşturma sırasında yapılan suçlama ile ilgili bilgilendirme daha ayrıntılı olmalıdır.” şeklinde karar vermiştir. Bu kararlar ışığında sanığa; müdafi huzurunda isnat edilen suçu ayrıntılı anlatılarak ve yeniden hakları hatırlatılarak savunması tespit edilmiştir. Sanığın uyuşturucu ticareti yaptığına dair ihbar bulunduğundan, sanığın birçok yerde uyuşturucu saklandığı tespit edildiğinden, savunmanın reddine karar verilmiş(tir). Sanık hakkında 17/09/2007 tarihinde D… Restorant isimli iş yerinde uyuşturucu sattığına dair ihbar yapılmış(tır). Bunun üzerine Karataş Sulh Ceza Mahkemesinden arama kararı alınmış, sanığın çalıştırdığı D… Restorant ve 34 YM 5029 plaka sayılı otomobilinde arama yapılmış(tır). Sanığın restorantının olduğu yerde 14 adet esrarlı sigara ile jelatine sarılı bir miktar kubar esrar maddesini bulundurduğu ayrıca 34 YM 5029 plaka sayılı aracın sol ön tekerlek davlumbazı ile çamurluk arasına sıkıştırılmış 9 adet esrarlı sigara olmak üzere toplam 23 adet esrarlı sigara ve jelatine sarılı kubar esrar maddesi bulundurduğu anlaşılmış. El konulan maddeden net 0,7 gram esrar yapılacağı tespit olunmuş. Sanığın eylemi uyuşturucu ticareti suçu olarak vasıflandırılmış. Sanığın satmak için esrar niteliğinde uyuşturucu maddeyi bulundurduğu ve uyuşturucu ticareti yaptığı kanaatine varıldığından mahkûmiyetine karar verilmiş(tir)…” Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 5/6/2014 tarihli ve E.2011/4176, K.2014/4420 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun 15/7/2014 tarihinde yaptığı yargılamanın yenilenmesi talebi, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 15/7/2014 tarihli ve E.2009/187, K.2009/312 sayılı ek kararıyla reddedilmiştir. Ancak anılan karara karşı itiraz yoluna gidilip gidilmediği ve gidilmiş olması durumunda verilen kararın ne olduğu dava dosyasından anlaşılamamaktadır. Başvurucu, onama ilamından 12/7/2014 tarihinde haberdar olmuştur. Bireysel başvuru 8/8/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun, hüküm tarihinde yürürlükte olan maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13399 | Başvuru, savunma için yeterli süre verilmemesi, yargılamada hukuka aykırı deliller kullanılması, delillerin eksik toplanması ve hatalı değerlendirilmesi ile delil toplatma taleplerinin gerekçesiz biçimde reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvuru, başvurucunun delil sunma ve inceletme noktasında dezavantajlı konuma düşürülmesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu 1981 yılında Fethiye'de doğmuş olup bireysel başvuruya konu olayların geçtiği tarihte Manisa Özel Şehzade Mehmet Lisesinde öğretmen olarak görev yapmaktadır. Gediz Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'ye üye olduğu değerlendirilen başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Hakkında açılan soruşturma kapsamında 7/11/2016 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, Gediz Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/11/2016 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Gediz Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma işlemlerinin Kütahya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülmesi gerektiğini belirterek soruşturma dosyasını 18/11/2016 tarihli fezleke ile anılan Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılık tarafından başvurucu hakkında FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiası ile 19/7/2017 tarihli iddianame tanzim edilmiştir. Anılan iddianamede;i. Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığının 14/7/2016 tarihli mali analiz raporuna göre başvurucunun 12/9/2014 tarihinde Ingbank A.Ş.den 500 TL kredi çektiği, Asya Katılım Bankası (Bank Asya) Manisa Şubesi nezdindeki hesabının 11/9/2014 tarihinde gün sonu tutarı 000 TL iken 14/9/2014 tarihinde 000 TL olduğu, 12/9/2014 tarihinde Bank Asya hesabına 000 TL nakit para yatırdığının tespit edildiği,ii. Farklı bir dosyada şüpheli sıfatıyla ifade veren ve etkin pişmanlıktan faydalanmak isteyen U.Ş.nin beyanlarına göre FETÖ/PDY'nin Gediz İlçe yapılanmasında önemli bir yeri olan ve dönemin dershanelerinden sorumlu olan H.H.Y.nin tüm dershane çalışanlarına 2014 Eylül ayında Bank Asyaya para yatırmaları konusunda talimat verdiği, bu talimatın ilçe yapısındaki diğer örgüt üyelerine de gittiği, başvurucunun da bu talimat doğrultusunda aynı tarihlerde (12/9/2014) anılan Bankaya para yatırdığının tespit edildiği, iii. Başvurucunun örgütün eğitim kurumlarında uzun süre öğretmenlik yaptığı, iv. Başvurucunun eylemlerinin sürekliliği ve çeşitliliği gözönüne alındığında bu yapıyla organik bir bağ içinde bulunduğu iddia edilmiştir. Başsavcılık, iddianameyle başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçunu işlediği kanaatine vararak Kütahya Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Kütahya Ağır Ceza Mahkemesinde başlayan yargılamanın 31/10/2017 tarihli ilk celsesinde başvurucunun tahliyesi ile birlikte yetkisizlik kararı verilmiş ve dava dosyası yetkili olduğu değerlendirilen nöbetçi Manisa Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 2017/673 Esas numarasına kaydedilen dava dosyası kapsamında başvurucunun savunması 17/4/2018 tarihli ilk celsede alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle çalıştığı özel okulda öğretmenlik dışında örgütle bağlantılı herhangi bir faaliyette bulunmadığını, 2013 yılında Manisa'ya taşınmasından kaynaklanan masraflar ve yeni doğan çocuğunun ihtiyaçları nedeniyle bir bankadan kredi çekerek maaş hesabının bulunduğu Bank Asyaya yatırdığını, parayı talimat üzerine yatırmadığını ve örgütsel bir amacının bulunmadığını beyan etmiştir. Mahkeme, yargılamanın 28/6/2018 tarihli ikinci celsesinde başvurucuya 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (7) numaralı fıkrasında düzenlenen hükmün uygulanması ihtimaline binaen ek savunma hakkı vermiştir. Başvurucu ek savunma için süre talep etmediğini ve önceki savunmalarını aynen tekrarladığını ifade etmiştir. Mahkeme 28/6/2018 tarihli kararı ile başvurucuyu silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan 1 yıl 13 ay hapis cezasına mahkûm etmiştir. Mahkûmiyet gerekçesinin başlangıcında terör kavramının hukukumuzdaki yeri açıklanmış; sonrasında FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amaçları ve yapılanmasıyla ilgili olarak geniş açıklamalara yer verilmiştir. Mahkûmiyete gerekçe olarak başvurucunun örgüt talimatı doğrultusunda başka bir bankadan kredi çekerek örgütün finans kaynaklarından olan Bank Asyaya para yatırması, örgüte ait eğitim kurumlarında uzun yıllar öğretmen olarak çalışması ve aynı suçtan yargılanan kişilerle telefon irtibatının bulunması esas alınmıştır. Anılan hükme yönelik istinaf başvurusu üzerine yapılan incelemede İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması gerekirken silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan cezalandırılmasıyla yetinilmesini -aleyhe istinaf olmaması nedeniyle- eleştiri konusu yaparak istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu nihai kararı çağrı kâğıdının tebliğ edilmesi ile 4/12/2018 tarihinde öğrendiğini ileri sürmüştür. Başvurucu 3/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası gereği, madde metninde belirtilen suçlar bakımından bölge adliye mahkemesi ceza daireleri kararlarının temyiz edilebilmesi mümkün hâle gelmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede başvurucunun bölge adliye mahkemesi kararına karşı temyiz yoluna başvurduğuna ilişkin herhangi bir tespit yapılamamıştır. 7188 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "5271 sayılı Kanunun 286 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. (3) İkinci fıkrada belirtilen temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsa bile aşağıda sayılan suçlar nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan;... Silâhlı örgüt (madde 314),...b) Terörle Mücadele Kanununun 6 ncı maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası ile 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar....” 5271 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...f) 286 ncı maddenin üçüncü fıkrasında yapılan düzenleme, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren on beş gün içinde talep etmek koşuluyla aynı suçlarla ilgili olarak bölge adliye mahkemelerince verilmiş kesin nitelikteki kararlar hakkında da uygulanır. Bu bendin uygulandığı hâlde, cezası infaz edilmekte olan hükümlülerin, 100 üncü madde uyarınca tutukluluğunun devam edip etmeyeceği hususu, hükmü veren ilk derece mahkemesince değerlendirilir." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1284 | Başvuru, başvurucunun delil sunma ve inceletme noktasında dezavantajlı konuma düşürülmesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, otistik engel nedeniyle kaynaştırma öğrencisi olarak öğrenim görülen okulda diğer öğrencilerin cinsel taciz eylemine maruz kalınması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Yapılan incelemede başvurucu A.B. tarafından yapılan 2015/7161 numaralı başvuru ile başvurucu B.B. tarafından yapılan 2015/7165 numaralı başvuru konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2015/7161 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmiş ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Diğer başvurucu A.B.nin çocuğu olan başvurucu B.B. 1996 yılında doğmuş olup otistik engellidir ve olay tarihinde kaynaştırma öğrencisi olarak İstanbul Şişli ilçesinde bir lisede sınıfta öğrenim görmektedir. Başvurucu B.B.nin annesi F.B., okul yönetimine 18/5/2011 tarihinde bir şikâyet dilekçesi vermiştir. Dilekçede, sınıf arkadaşları tarafından B.B.ye nezih olmayan içerikte şarkı sözü öğretildiği ve söyletildiği belirtilmiştir. Dilekçede ayrıca sınıf arkadaşlarının B.B.ye mastürbasyon hareketi yaptırdığından yakınılmıştır. Başvurucuların iddiasına göre F.B.nin şikâyetinin akıbetini öğrenmek için okul yönetimine ısrarcı olması üzerine şikâyet dilekçesi 24/5/2011 tarihinde işleme konularak disiplin soruşturması açılmıştır. Disiplin soruşturmasının sonraki süreci hakkında başvuru formu ve/veya eklerinde herhangi bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır. F.B. 6/6/2011 tarihinde başvurucu B.B.nin kanuni temsilcisi sıfatıyla Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuş ve başvurucu B.B.nin öğrenim gördüğü okulda bir grup sınıf arkadaşı tarafından 1/3/2011 tarihinden itibaren birçok kez cinsel taciz ve cinsel istismara maruz kaldığını iddia ederek şikâyetçi olmuştur. Söz konusu şikâyetin iki farklı boyutu bulunmaktadır: İlki bu başvurunun da konusunu oluşturan ve yargı makamlarınca cinsel taciz suçu kapsamında değerlendirilen B.B.ye nezih olmayan içerikte şarkı sözü öğretilerek söyletilmesi ve mastürbasyon hareketi yaptırılması eylemleri, diğeri ise başvuruya konu edilmeyen ve yargılaması devam eden B.B.ye karşı gerçekleştirildiği ileri sürülen fiilî livata iddiasıdır. Anılan suç duyurusu üzerine hemen harekete geçen Cumhuriyet Başsavcılığı adli soruşturma başlatarak başvurucu B.B.nin pedagog eşliğinde ifadesini almış ve ona karşı cinsel istismar ve cinsel taciz eylemlerinde bulunduğu iddia edilen, suç tarihi itibarıyla 15 ile 18 yaş grubu aralığındaki suça sürüklenen çocuklar B.Ç., H.İ.Ö. ve A.B. ile 12 ile 15 yaş grubu aralığındaki suça sürüklenen çocuklar E.A., O.G., E.K., E.S., H.İ.G. ve F.Y.den oluşan toplam dokuz kişinin ise savunmalarını almıştır. Alınan ifadelere göre; F.B. olaya karışan çocuklardan şikâyetçi olduğunu, başvurucu B.B. arkadaşlarının kendisi ile dalga geçip kendisine uygunsuz şarkı söylettirdiklerini ve E.K. ile E.S.nin cinsel istismarına maruz kaldığını, suça sürüklenen çocuklardan E.S. başvurucu B.B.ye sadece uygunsuz şarkı söyletme ve mastürbasyon hareketi yaptırma eylemlerini kabul ettiğini, diğer tüm suça sürüklenen çocukların ise üzerilerine atılı suçlamaları kabul etmediklerini belirtmişlerdir. Ayrıca F.B. tarafından İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalından 5/7/2011 tarihinde başvurucu B.B. hakkında fiilî livata bulgusunun tespiti için adli rapor alınmıştır. Bu rapor içeriğinden başvurucu B.B.nin aktardığı olay anlatımı ile uyumlu olarak gelişen travma sonrası stres bozukluğunun ruh sağlığında kalıcı nitelikte bozulmaya neden olduğu, fiilî livata bulgusuna rastlanmadığı ancak fiilî livatanın gerçekleşmiş olma ihtimalinin de bulunduğu yönünde tespitlerin yapıldığı anlaşılmaktadır. Söz konusu rapor Cumhuriyet Başsavcılığınca temin edilerek soruşturma dosyasına eklenmiştir. Suça sürüklenen çocuk sıfatıyla ifadesi alınan E.K. ve E.S. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tutuklanmaları talebiyle Şişli Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmişlerdir. E.K. ve E.S. Hâkimliğin 15/7/2011 tarihli kararıyla -mağdurun ruh hâlini bozacak şekilde- çocuğun basit cinsel istismarı suçundan tutuklanmışlardır. Tutuklama kararında suça sürüklenen çocukların başvurucu B.B.ye karşı fiilî livata boyutuna varmayan ancak cinsel organ teması içeren eylemlerinden bahsedilmektedir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/8/2011 tarihinde düzenlenen fezleke İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca suça sürüklenen çocuk H.İ.G. hakkında kamu davası açmak için gereken yeterli delil bulunmadığı gerekçesi ile 23/8/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Bu karara karşı itiraz yoluna gidildiğine dair bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından suça sürüklenen çocuklar E.S. ve E.K. hakkında çocuğun cinsel istismarı, diğer suça sürüklenen çocuklar hakkında cinsel taciz suçlamasıyla 9/9/2011 tarihinde düzenlenen iddianamenin İstanbul Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kabulü ile kamu davası başlamıştır. Mahkemece yapılan duruşmanın ilk celsesinde suça sürüklenen çocuklar E.K. ve E.S. tahliye edilmiştir. Bunun dışında Mahkemece yapılan kovuşturmada; başvurucu B.B.nin (psikolog eşliğinde) ve müştekilerin ifadeleri, suça sürüklenen çocukların savunmaları, olaya dair bilgisi bulunabilecek tanıkların ifadeleri, suç tarihi itibarıyla 15 yaşından küçük olan suça sürüklenen çocuklar O.G., E.S. ve E.K.nınüzerilerine atılı suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneklerinin gelişip gelişmediği hususunda İstanbul Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesinden (ATK) rapor, başvurucunun söz konusu suça karşı mukavemeti ve ruhsal sağlığı yönünden ATK'dan rapor alınmıştır. Soruşturma safahatında ikmaline çalışıldığına dair bilgi ya da belge temin edilemeyen okul içinde bulunan kameraların bir aylık zaman dilimini kayıt altında tutması nedeniyle kovuşturma aşamasında da bu delil toplanamamıştır. Mahkemece dinlenen on tanığın çoğunluğu ifadelerinde, başvurucu B.B.nin suça sürüklenen çocuklar tarafından rahatsız edildiğine ilişkin diğer öğrencilerden duyumlar aldıklarını, görgüye dayalı bilgilerinin bulunmadığını, başvurucu B.B.nin sınıfında derslerin zaman zaman boş geçebildiğini, dersin boş olması durumunda bir kısım öğrencinin okul bahçesine çıkarken diğer bir kısım öğrencinin ise sınıfta kaldığını belirtmiştir. Bir kısım tanık ise başvurucu B.B.nin bazen uygunsuz sözleri olan şarkı söyleyip komik taklit yapması için suça sürüklenen çocuklar tarafından yönlendirildiğini gördüğünü belirtmiştir. Mahkemece alınan ATK raporunda; suça sürüklenen çocuk E.K.nın işlemiş olduğu suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamadığı, suça sürüklenen çocuklar O.G. ve E.S.nin ise işlemiş oldukları suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabildikleri, bu suçla ilgili olarak davranışlarını yönlendirebildikleri tespitleri yapılmıştır. Anılan ATK raporunda başvurucu B.B. ile ilgili olarak ise maruz kaldığı olayın hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğini etkileyecek mahiyet ve derecede herhangi bir akıl hastalığı veya zekâ geriliğinin saptanmadığı, maruz kaldığı eyleme ruhsal yönden mukavemete muktedir olduğu, olayın ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede olduğu şeklinde tespitlerde bulunulduğu anlaşılmaktadır. Mahkemenin 21/11/2014 tarihli kararıyla, suça sürüklenen çocuk E.S. hakkında çocuğun cinsel istismarı suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezasına, suça sürüklenen çocuk E.K. hakkında işlemiş olduğu suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamadığı gerekçesiyle ceza verilmesine yer olmadığına, suça sürüklenen çocuk F.Y. hakkında kesin delil bulunmadığından beraatine, suça sürüklenen çocuk O.G. hakkında cinsel taciz suçundan 1 ay 7 gün hapis cezasına, diğer suça sürüklenen çocuklar A.B., H.İ.Ö., E.A. ve B.Ç. hakkında cinsel taciz suçundan ayrı ayrı 1 ay 20 gün hapis cezasına karar verilmiştir. Mahkemece, suça sürüklenen çocuklarO.G., A.B., H.İ.Ö., E.A., B.Ç. hakkında verilen hapis cezaları yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Yapılan yargılama, katılanların iddiaları, mağdur B.B.nin [Başvurucu] anlatımı, SSÇ'ların savunmaları, tanıkların ifadeleri, Mağdur B.B.nin Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunun 30 Eylül2013 tarihli raporu, SSÇ O.G.nin İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 03/11/2011 tarihli raporu, SSÇ E.S.nin Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunun 18 Ocak 2013 tarihli raporu, SSÇ E.K.nin Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunun 21 Haziran 2013 tarihli raporu, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde mağdur B.B.nin olay tarihinde Dr.Ahmet Sadık Lisesinde Sınıf kaynaştırma öğrencisi olarak okuduğu ve otizm rahatsızlığı bulunduğu, SSÇ'ların da aynı okulda, bir kısmının da mağdur ile aynı sınıfta okudukları, sınıfta teneffüste ve boş geçen derslerindeSSÇ'lardan E.S. ve E.K., A.B., H.İ.Ö., E.A., B.Ç. ve O.G.nin mağdura eline tükürtüp cinsel organını çıkartıp mastürbasyon yaptırarak " Şabanın onda, Şabanın onda otuz santimetre y.rak var onda" şeklinde şarkı ezberletip söylettikleri, parmaklarını kulaklarının arkasına vurdurup Recep İvedik taklidi yaptırdıkları ve cinsel davranışlarla mağdur ile alay ettikleri, mağdura yönelik cinsel taciz suçunu işledikleri, SSÇ'lardan E.S. ve E.K.nın mağdur B.ye yönelik değişik zamanlarda cinsel organını çıkartıp mastürbasyon yaptırdıkları, bu amaçla mağdurun pantolonunu indirttirdikleri, kendisine dokunup cinsel amaçlı olarak rahatsız ettikleri, kendi cinsel organlarını çıkararak mağdurun arkadan poposuna sürtünmek suretiyle cinsel istismar eyleminde bulundukları, bu eylemlerini bir kereden fazla yaptıkları,bu şekilde mağdurun beden ve ruh sağlığının bozulmasına sebebiyet verdikleri, SSÇ F.Y.nin ise mağdura karşı yapmış olduğu bir eyleminin bulunmadığı anlaşılmıştır. SSÇ'lar atılı suçu işlediklerini kabul etmeselerde, Mağdur B.B.nin Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunun 30 Eylül 2013 tarihli raporundan mağduru bulunduğu olaya ruhsal yönden mukavemetine engel olacak ve olayın hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğini etkileyecek mahiyet ve derecede herhangi bir akıl hastalığı veya zeka geriliği saptanmadığı, dolayısıyla B.B.nin 01/03/2011 ve sonrası tarihlerde mağduru bulunduğu olayın hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabileceği, fiile ruhsal yönden mukavemete muktedir olduğu, beyanlarına itibar edilebileceği bildirilmesi karşısında mağdurun beyanlarına itibar edilmiştir ve SSÇ'lara iftira atması için ciddi bir neden bulunmayan mağdurun aşamalarda değişmeyen samimi anlatımı, bir kısım tanıkların beyanları ve tüm dosya kapsamına göre SSÇ'lardan E.S. ve E.K., A.B., H.İ.Ö., E.A., B.Ç. ve O.G.nin mağdura eline tükürtüp cinsel organını çıkartıp mastürbasyon yaptırarak " Şabanın onda, Şabanın onda otuz santimetre y.rak var onda" şeklinde şarkı ezberletip söylettikleri, parmaklarını kulaklarının arkasına vurdurup Recep İvedik taklidi yaptırdıkları ve cinsel davranışlarla mağdur ile alay ettiklerianlaşıldığından eylemlerinin vücuda temas içermeyen rahatsız edici nitelikte cinsel amaçlı mağdur çocuğa karşı cinsel taciz suçunu işledikleri, Katılanlar ve mağdurun SSÇ'lardan şikayetçi oldukları; SSÇ'lar E.S. ve E.K.nın mağdur B.ye yönelik değişik zamanlarda cinsel organını çıkartıp mastürbasyon yaptırdıkları, bu amaçla mağdurun pantolonunu indirttirdikleri, kendisine dokunup cinsel amaçlı olarak rahatsız ettikleri, kendi cinsel organlarını çıkararak mağdurun arkadan poposuna sürtünmek suretiyle mağdurun vücuduna temas ederek, değişik zamanlarda birden fazla zincirlemeşekilde gerçekleştirdikleri çocuğun cinsel istismarı suçunu işledikleri kanatine varılmıştır. SSÇ E.K.nın cinsel taciz ve cinsel istismar suçlarından cezalandırılması istenilmiş isede, suç tarihinde 12 yaşı bitirip 15 yaşını doldurmadığı ve Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunun 21 Haziran 2013 tarihli raporundan E.K.nın 01/03/2011 tarihinde SSÇ bulunduğu suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olduğu anlaşıldığından SSÇ E.K.ya Adli Tıp Raporuna göre TCK'nun 31/2 ve CMK'nun 223/3-a maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. SSÇ O.G.nin suç tarihinde 12 yaşı bitirip 15 yaşını doldurmadığı ve İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 03/11/2011 tarihli raporundan O.G.nin 01/03/2011 tarihinde işlediği iddia olunan suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmiş olduğu anlaşılmıştır. Mağdur beyanı, SSÇ F.Y.nin savunması, tanık beyanlarından, dosya kapsamından, SSÇ F.Y.nin mağdura karşı cinsel taciz suçunu işledığı konusunda dosya içerisinde delil bulunmadığı, atılı suçu işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle beraatine karar verilmiştir. SSÇ'lere cinsel taciz yönünden 5237 sayılı TCK'nun 105/1 maddesi gereğince verilecek olan cezaları 6545 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle ' fiilin çocuğa karşı işlenmesi halinde 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası hükmolunur ' olarak değiştirilmiş olması nedeniyle farklı bir durum olmadığı, yine SSÇ E.K.nın çocuğa karşı cinsel istismar suçu nedeniyle 5237 sayılı TCK'nun 103/1 maddesi gereğince verilecek ceza 6545 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle "3 yıldan 8 yıla kadar hapis cezası" ,"8 yıldan 15 yıla kadar hapis "cezası olarak değiştirilmesi nedeniyle değişiklik öncesi 5237 sayılı TCK'nun 103/1 maddesinin lehine olduğu değerlendirilmiştir. SSÇ A.B, O.G., H.İ.Ö., E.A., B.Ç.nin mağdur B.B.ye karşı cinsel taciz suçundan verilen cezaları ile SSÇ E.Snin mağdur B.B.ye karşı cinsel istismar suçundan verilen cezası TCK'nun madde dikkate alınarak cezaların asgarı hadlerinden ayrılmayı gerektiren teşdit sebepleri bulunmadığından alt sınırdan ceza verilerek, suç tarihindeki yaşları nedeniyle yasal indirim yapılarak, duruşmadaki tutum ve davranışları da lehlerine indirim sebebi olarak kabul edilmiş ve cinsel taciz suçundan ceza verilen SSÇ'lerin ve müdafiilerinin CMK'nun 231 maddesinin uygulanmasını kabul etmeleri nedeniyle haklarında HAGB kararı verilerek 3 yıl süre ile denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulmalarına karar verilmiş ve aşağıda yazılı şekilde hüküm kurulmuştur...." Söz konusu karar gerekçesinden de anlaşılacağı üzere Mahkeme, otizm hastası olan başvurucu B.B.ye uygunsuz sözler içeren şarkı öğretilerek söyletilmesini ve mastürbasyon hareketi yaptırılmasını cinsel temas boyutuna varmayan, rahatsız edici nitelikteki cinsel eylemler olarak yorumlamış ve anılan eylemlerin cinsel taciz suçunu oluşturduğunu belirtmiştir. Buna karşın başvurucu B.B.ye karşı E.K. ve E.S. tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen ve fiilî temas içeren cinsel eylemler Mahkemece çocuğun cinsel istismarı olarak nitelendirilmiş ve buna göre ceza tayin etme yoluna gidilmiştir. Suça sürüklenen çocuklar E.S., E.K. ve F.Y. hakkında verilen hükümler, başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesi aşamasında olup yargılamaları sonlanmamıştır. Hakkında HAGB kararı verilen suça sürüklenen çocuklar yönünden ise başvurucu B.B. itiraz kanun yoluna başvurmuş, söz konusu itiraz İstanbul Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince 6/3/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucu A.B. tarafından 24/3/2015 tarihinde tebliğ alınmıştır. Başvurucular 24/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Ceza kanunlarının uygulanmasında;…b) Çocuk deyiminden; henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi,…Anlaşılır." 5237 sayılı Kanun’un "Yaş küçüklüğü" kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(2) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/5 md.) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde oniki yıldan onbeş yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde dokuz yıldan onbir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası yedi yıldan fazla olamaz. (3) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/5 md.) Fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde onsekiz yıldan yirmidört yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde oniki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası oniki yıldan fazla olamaz." 5237 sayılı Kanun’un "Zincirleme suç" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) (2005 - 5377 sk değ) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır." 5237 sayılı Kanun’un başvuruya konu suçların işlendiği iddia edilen tarihte yürürlükte olan "Cinsel taciz" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına hükmolunur. (2) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/13 md.) Bu fiiller; hiyerarşi, hizmet veya eğitim ve öğretim ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı maddesinin(5), (6), (8), (10), (11) ve (12) numaralı fıkraları şöyledir:"(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez. (8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur… …Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur. (10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar… (12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun’un "Mağdur ile şikâyetçinin dinlenmesi" kenar başlıklı maddesinin(2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) İşlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş çocuk veya mağdur, bu suça ilişkin soruşturma veya kovuşturmada tanık olarak bir defa dinlenebilir. Maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunluluk arz eden haller saklıdır." 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Kanunun amacı, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir." 5395 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Kanun, korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında alınacak tedbirler ile suça sürüklenen çocuklar hakkında uygulanacak güvenlik tedbirlerinin usul ve esaslarına, çocuk mahkemelerinin kuruluş, görev ve yetkilerine ilişkin hükümleri kapsar." 5395 sayılı Kanun’un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun uygulanmasında;a) Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış kişiyi; bu kapsamda, Korunma ihtiyacı olan çocuk: Bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuğu,…. ifade eder." 5395 sayılı Kanun’un "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması,...İlkeleri gözetilir. 5395 sayılı Kanun’un "Hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Çocuğa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda, Ceza Muhakemesi Kanunundaki koşulların varlığı halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Ancak, bu kişiler açısından denetim süresi üç yıldır."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz." 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz." 1/2/2001 tarihli ve 24305 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 25/1/1996 tarihli Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin "Kendi inisiyatifiyle harekete geçme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bir çocuğu ilgilendiren davalarda, çocuğun esenliğinin ağır bir tehlike altında olduğunun iç hukuk tarafından belirlendiği durumlarda, adli merciin resen harekete geçme yetkisi vardır." 10/9/2011 tarihli ve 28050 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/10/2007 tarihli Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi’nin (Lanzarote Sözleşmesi) , , , ve maddeleri şöyledir:"Madde 1 - Amaçlar Bu Sözleşmenin amaçları: a. çocukların cinsel sömürüsü ve istismarını engellemek ve bunlarla mücadele etmek; b. cinsel sömürü ve istismara maruz çocuk mağdurların haklarını korumak;c. çocukların cinsel sömürü ve istismarına karşı ulusal ve uluslararası işbirliği geliştirmektir. Bu Sözleşme Taraflarca hükümlerinin etkin uygulamasını temin etmek için özel bir gözetim mekanizması kurar.Madde 3 - Tanımlar Bu Sözleşme amacı için: a. "Çocuk" 18 yaşın altındaki herhangi bir kişi anlamına gelir; b. "Çocuğun cinsel sömürüsü ve istismarı" bu Sözleşmenin 18 ila 23 üncü maddelerde belirtilen davranışları içerir;c. "Mağdur" cinsel sömürü veya istismara maruz kalan herhangi bir kişi anlamına gelir.Madde 4 - İlkeler Taraflardan her biri, çocukların cinsel sömürü ve istismarının her türünü engellemek ve çocukları korumak için gereken yasal ve diğer tedbirleri alır.Madde 18 - Cinsel istismar l. Taraflardan her biri aşağıdaki kasti fiilin suç kapsamına girmesini sağlamak için gereken yasal ve diğer tedbirleri alır: a. ulusal hukukun ilgili hükümlerine göre yasal olarak cinsel erginlik yaşına gelmemiş olan bir çocukla cinsel faaliyetlerde bulunmak; b. bir çocukla aşağıdaki yollarla cinsel faaliyette bulunulması halinde: - zor, güç veya tehdit kullanma; veya - aile içi dahil, çocuk üzerinde güven, yetki veya etki gerektiren mevkii kullanarak istismar; veya - özellikle bir zihinsel veya fiziksel özürlülük veya bağımlılığı sebebiyle, çocuğun özellikle savunmasız bir durumundan yararlanarak istismar. Yukarıdaki fıkra amacına uygun olarak, Taraflardan her biri bir çocukla cinsel faaliyette bulunmanın yasak olduğu yaş alt sınırına karar verir. Madde a. hükümleri, küçükler arasında rızaya dayalı cinsel faaliyetleri düzenlemeye yönelik değildir. Madde 32- İşlemlerin Başlatılması Taraflardan her biri işbu Sözleşmedeki suçların soruşturulması ve kovuşturulmasının mağdur tarafından yapılan bir açıklama ya da suçlamaya dayandırılmamasını ve mağdur ifadelerini geri alsa bile işlemlerin devam etmesini sağlamak için gerekli yasal ve diğer tedbirleri alır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin pozitif yükümlülüklerinin özel kişilerin eylemlerini de içerdiğini belirtmiştir. Devlet, kamu görevlilerinde olduğu gibi özel kişiler tarafından gerçekleşebilecek kötü muamelelere karşı da yeterli korumayı ve yasal çerçeveyi sağlamakla yükümlüdür (Denis Vasilyev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 98; Yehovanın Şahitleri Gldani Cemaatinin 97 üyesi ve diğer 4 kişi/Gürcistan, B. No: 71156/01, 3/5/2007, § 96; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, §§ 26-28; A/Birleşik Krallık, B. No: B. No: 25599/94, 23/9/1998, §§ 22-24). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov(Jalaloglu)/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM, hukuka aykırı öldürme eylemlerine ilişkin Türkiye'de yürürlükte bulunan ulusal hukukun mahkemelere HAGB kararı vermelerine olanak sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini ilgili eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan ziyade, ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullandıklarını belirtmektedir (Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006, § 75; Kasap ve diğerleri, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 60). AİHM, 5271 sayılı Kanun ile düzenlenen HAGB kararının faillerin cezadan muaf tutulması ile sonuçlandığını çünkü belirtilen müessesenin uygulanması sonucunda -failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen kararın içerdiği ceza ile birlikte tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 60). Aynı şekilde AİHM, negatif yükümlülükler kapsamında kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu ortaya çıkan kötü muamele iddialarını içeren bazı başvurularda (Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 36; Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46; Böber/Türkiye, B. No: 62590/09, 9/4/2013, § 35: Ateşoğlu/Türkiye, B. No: 53645/10, 20/1/2015, § 28) yapılan yargılama sonucunda verilen mahkûmiyete ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını Sözleşme’nin maddesini usul yönünden ihlal ettiği gerekçesiyle kabul edilemez bir önlem olarak belirtmiştir. Ancak AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme'nin maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet memuru olması veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini de Beganović/Hırvatistan (B. No: 46423/06, 25/6/2009, § 69) kararında kabul etmektedir . Bu doğrultuda AİHM, üçüncü kişiler arasında gerçekleşen kasten yaralama olayına ilişkin mevcut davaya özgü koşulları dikkate alarak ceza davası sonucunda verilen mahkûmiyet hükmünün yeterli caydırıcı etkiye sahip olduğunu ve HAGB kararının Sözleşme’nin maddesine aykırı muamelelere karşı bireylerin korunmasının amaçlandığı caydırıcı yasal önlemleri etkisiz kılmadığını belirterek devletin Sözleşme’nin maddesi gereğince üstüne düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirdiğini dile getirmiştir (Çalışkan/Türkiye (k.k.), B. No: 47936/11, 1/12/2015, §§ 46-52). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7161 | Başvuru, otistik engel nedeniyle kaynaştırma öğrencisi olarak öğrenim görülen okulda diğer öğrencilerin cinsel taciz eylemine maruz kalınması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, cezai ehliyetinin bulunup bulunulmadığına ilişkin sağlık muayenesi yapılmak üzere götürüldüğü hastanede elleri zincirle bağlı hâlde bekletilerek teşhir edildiğini, içme suyu ve gıda ihtiyacının karşılanmadığını, muayene sırasında ellerinin bağlı tutulduğunu, kolluk görevlilerinin muayene odasında hazır bulunduğunu, açtığı tam yargı davasında idare tarafından sunulan bilgi ve belgeler kendisine verilmeyerek savunma hakkının kısıtlandığını ileri süren başvurucunun, adil yargılanma hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, etkili başvuru hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 24/3/2014 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Aralarında kişi ve konu bakımından hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2014/4095 bireysel başvuru numaralı dosyanın 2014/4093 bireysel başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/4093 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 21/3/2016 tarihli yazısıyla görüş sunmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin E. 2001/750 sayılı dosyası kapsamında suçluyu kayırma ve gizliliğin ihlali suçlarından yürütülen yargılamada 20/11/2002 tarihinde gıyabi tutuklama kararı verilmiştir. Tutuklama nedeni bireysel başvuru dosyası kapsamından tespit edilememektedir. Başvurucu, cezai ehliyetinin bulunup bulunmadığına yönelik sağlık raporu alınmasına ilişkin Mahkeme kararı uyarınca 9/3/2004 tarihinde tutuklu bulunduğu Buca E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı'na götürülmüştür. Hastanede bir süre bekletilen başvurucuya muayene için 10/3/2004 tarihine randevu verilmiştir. Başvurucu, anılan tarihte yeniden hastaneye götürülerek muayenesi gerçekleştirilmiştir. Başvurucunun cezai ehliyetinin bulunup bulunmadığına ilişkin rapor aldırılmasından İzmir Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2/3/2005 tarihli ara kararıyla vazgeçildiği anlaşılmaktadır. Yürütülen yargılama ise Mahkemenin 14/12/2006 tarihli ve E.2001/750, K. 2006/766 sayılı zaman aşımı nedeniyle ortadan kaldırma kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, anılan sağlık kontrollerine götürüldüğü sağlık kuruluşunda ellerinin zincirle bağlanması, muayene sırasında ellerinin bağlı kalması ve muayene odasında kolluk personelinin hazır bulunması, hastane koridorunda uzun süre ayakta ve toplum önünde elleri zincirli şekilde bekletilmesi, su isteğinin karşılanmaması nedeniyle İzmir İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Anılan iddialar bakımından idarenin sunduğu savunma özetle; başvurucunun hastaneye sevki sırasında kullanılan zincir kelepçenin inzibat aletlerinden olduğu ve kullanılageldiği, gönderildiği hastanenin muayene odasının korumalı olmaması nedeni ile muayenenin personel gözetiminde, doktorlar tarafından herhangi bir istekte bulunulmaması ve muayeneyi engellememesi nedeni ile elleri bağlı olarak yapıldığı, davacının hastanede hasta yoğunluğu, belgelerin hazırlanması ve doktorun muayene için çağırması anına kadar yaklaşık bir saat poliklinik önündeki bankta ve oturtularak bekletildiği, idarelerinin ve personelinin kusurlu davranmadığı, sevkin yasa, yönerge ve protokol esaslarına uygun yapıldığı, sözleşme hükümlerinin ihlal edilmediği, yasal ve hukuksal dayanağı bulunmayan davanınreddi gerektiği şeklindedir. 9/3/2004 tarihinde gerçekleştirilen muayene yönünden İzmir İdare Mahkemesinin E.2005/1331 sayılı dosyasına kaydedilen tam yargı davasında Mahkeme 28/9/2007 tarihli ve K.2007/1260 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir: "Olayda, yargı kararı ile tutuklandığı sırada yine mahkeme kararı gereği bir sağlık kurumuna sevki yapıldığı görülen davacının, bu kuruma sevki ve muayene için hastanede bekletilmesi sırasında sevkedildiği sağlık kuruluşunun işleyişinden ve fiziksel durumundan kaynaklanan koridorda bekletilmesi ve bu sırada güvenlik önlemi olarak ellerinin bağlı tutulmasında hizmetin kusurlu işletildiğinin kabulüne olanak bulunmadığından, bu nedenle davacının uğradığını ileri sürdüğü manevi zararından davalı idarenin hukuksal sorumluluğu bulunmamaktadır. " 10/3/2004 tarihinde gerçekleştirilen muayene yönünden ise İzmir İdare Mahkemesinin E.2007/921 sayılı dosyasına kaydedilen tam yargı davasında Mahkeme 28/9/2007 tarihli ve K.2007/1261 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir: "Dava dosyasının ve yine mahkememizde derdest E:20051331 sayılı dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden, davacının Buca E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunduğu sırada, mahkeme kararı uyarınca cezai ehliyetinin belirlenmesi için Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı’nda muayene edilmek üzere önce 2004 günü sevkedildiği, anılan günde davacının muayenesinin yapılmadığı, muayene için 2004 günü saat 08:30’a randevu verildiği, davacının 2004 günlü dilekçesi ile2004 günü uluslararası sözleşmelere aykırı olarak ellerinin zincirle bağlanması, muayene sırasında da ellerinin bağlı kalması ve muayene odasında kolluk personelinin bulunması, hastane koridorunda iki saat süre ile ayakta bekletilmesi su isteğinin karşılanmaması ve hastane koridorunda bir suçlu gibi gösterilmesi nedeni ile uğradığı insan hakları ihlalleri nedeni ile oluşan 000 YTL. manevi zararının tazmini isteminde bulunduğu, davacının bu isteminin davalı idarenin 2005 günlü yazısı ile reddi üzerine önümüzdeki davanın açıldığı,davacının 2004 günü uğradığını ileri sürdüğü insan hakları ihlalleri için davalı idareye 2004 günü telefonla yaptığı başvurunun Jandarma İnsan Hakları İhlalleri Değerlendirme Merkezi’nce değerlendirildiği ve bu kapsamda bir soruşturma yapıldığı, soruşturmacının davacının 2004 günlü sevki sırasında görevli rütbeli iki personelin ve davacının ifadelerini aldığı, görevli erlerin terhisi nedeni ile bilgisine başvurulamadığı, soruşturma sonucunda personelin yasa, ilgili yönerge ve protokole uygun hareket ettiği değerlendirmesinde bulunulduğu anlaşılmaktadır. Olayda, yargı kararı ile tutuklandığı sırada yine mahkeme kararı gereği bir sağlık kurumuna sevki yapıldığı görülen davacının, sevkedildiği sağlık kurumunun ayakta izlenen tutuklulara ilişkin özel bir yerinin olmaması, muayene yapılan odanın güvenlikli bulunmaması ve muayeneyi yapan hekimler tarafından aksi yönde bir istekte bulunulmaması nedeni ile muayene odasında kolluk personelinin bulunması ve davacının ellerinin bağlı tutulmasında ve bu kuruma sevki ve muayene için hastanede bekletilmesi sırasında sevkedildiği sağlık kuruluşunun işleyişinden ve fiziksel durumundan kaynaklanan koridorda bekletilmesinde hizmetin kusurlu işletildiğinin kabulüne olanak bulunmadığından, bu nedenle davacının uğradığını ileri sürdüğü manevi zararından davalı idarenin hukuksal sorumluluğu bulunmamaktadır. " Başvurucunun temyiz istemi üzerine anılan kararlar Danıştay Dairesinin 23/1/2012 tarihli ve sırasıyla E.2008/1744, K.2012/107; E.2008/1220, K.2012/108 sayılı kararlarıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemleri aynı Dairenin 27/11/2013 tarihli ve sırasıyla E.2012/4262, K.2013/8451; E.2012/3694,K.2013/8452 sayılı kararlarıyla reddedilmiştir. Anılan kararlar başvurucuya 24/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 24/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir. "Fiili işlediği zaman şuurunun veya harekatının serbestisini tamamen kaldıracak surette akıl hastalığına duçar olan kimseye ceza verilemez. Ancak bu şahsın muhafaza ve tedavi altına alınmasına hazırlık tahkikatında Sulh Hakimi, ilk tahkikatta Sorgu Hakimi ve son tahkikatta vazifeli mahkeme tarafından karar verilir. Muhafaza ve tedavi altında bulundurma müddeti şifaya kadar devam eder. Yalnız maznuna isnadolunan suç, ağır hapis cezasını müstelzim ise bu müddet bir seneden az olamaz. Muhafaza ve tedavi altına alınan şahıs; muhafaza ve tedavinin icra kılındığı müessesesinin sıhhi heyetince, şifası tebeyyün ettiğine dair verilecek rapor üzerine aynı kazai mercice serbest bırakılır. Bu husustaki rapor ve kararda, hastalığın ve isnadolunan suçun mahiyeti gözönünde tutularak, içtimai emniyet bakımından şahsın tıbbi kontrola ve muayeneye tabi tutulup tutulmıyacağı, tutulacaksa müddet ve fasılası da gösterilir. Tıbbi kontrol ve muayene; Cumhuriyet Müddeiumumilerince, kararda gösterilen müddet ve fasılalarda bu şahısların bulundukları mahalde yoksa en yakın salahiyetli mütehassısı olan hastane sıhhi heyetlerine sevk edilmeleri suretiyle temin olunur. Bu tıbbi kontrol ve muayenede nüks arazı gösterenler hakim veya mahkeme karariyle yine muhafaza ve tedavi altına alınıp aynı muamelelere tabi tutulurlar." | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4093 | Başvuru, cezai ehliyetinin bulunup bulunulmadığına ilişkin sağlık muayenesi yapılmak üzere götürüldüğü hastanede elleri zincirle bağlı hâlde bekletilerek teşhir edildiğini, içme suyu ve gıda ihtiyacının karşılanmadığını, muayene sırasında ellerinin bağlı tutulduğunu, kolluk görevlilerinin muayene odasında hazır bulunduğunu, açtığı tam yargı davasında idare tarafından sunulan bilgi ve belgeler kendisine verilmeyerek savunma hakkının kısıtlandığını ileri süren başvurucunun, adil yargılanma hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, etkili başvuru hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumu koşullarında tedavi imkânı bulunmayan bir sağlık sorununa rağmen infazın ertelenmesine karar verilmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1958 doğumlu olup başvuru tarihi itibarıyla akciğer kanseri tedavisi görmektedir. Başvurucu, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 25/10/2013 tarihli kararıyla 22 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmış ve karar Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta iken Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Onkoloji Hastanesi tarafından yapılan tetkikler sonucunda akciğer kanseri teşhisiyle tedavi altına alınmıştır. Başvurucu, tedavisinin sağlık koşullarına uygun olarak ceza infaz kurumu şartlarında yapılmasının mümkün olmadığını belirterek cezasının infazının ertelenmesi talebinde bulunmuştur. Bu kapsamda başvurucunun anılan talebi değerlendirilmek üzere sevk edildiği Gazi Yaşargil Hastanesince 2/2/2016 tarihinde “Hükümlünün maruz kaldığı hastalık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettireme[yeceği]” yönünde rapor düzenlenmiştir. Anılan rapor üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından Adli Tıp Kurumundan infazın ertelenmesi hususunda rapor istenmiştir. Adli Tıp Kurumunun 7/3/2016 tarihli raporunda; başvurucunun hayatını yalnız idame ettiremeyeceği, infazının altı ay süreyle ertelenmesinin uygun olacağı, ertelemenin sonunda hastanın tekrar muayeneye gönderilmesi durumunda Anayasa’nın maddesi bakımından değerlendirme yapılabileceği belirtilmiştir. Savcılık tarafından Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne gönderilen 25/3/2016 tarihli yazıda başvurucunun cezasının infazının ertelenmesi durumunda “toplum güvenliği bakımından somut ve ağır bir tehlike oluşturup oluşturmayacağı” konusunda araştırma yapılması istenmiştir. Emniyet tarafından yapılan araştırma başvuru tarihinde tamamlanmış değildir. Savcılık, Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporda hastalık nedeniyle infazın ertelenmesi ile sürekli hastalık nedeniyle af hususlarının birlikte değerlendirilmesinin çelişki oluşturduğu gerekçesiyle Adli Tıp Kurumundan tekrar rapor istemiştir. Başvurucu, ceza infaz kurumu koşullarında tedavisinin mümkün olmadığını ve cezasının infazının ertelenmesine ilişkin talebinin sürüncemede bırakıldığını belirterek 29/3/2016 tarihinde tedbir talebiyle bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun sunduğu bilgilerin tedbir talebini sağlıklı bir şekilde karara bağlamaya yeterli nitelikte olmadığını gözeterek ve benzer olaylarda takip ettiği usule uygun olarak başvurunun yapıldığı gün Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından (süreli) bilgi ve belge istemiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilen 5/4/2016 tarihli cevapta özetle, Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunun fiziki koşullarının ve imkânlarının yeterli olmaması nedeniyle başvurucunun 30/3/2016 tarihinde Metris R (Revir) Tipi Ceza İnfaz Kurumuna sevkinin sağlandığı belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 5/4/2016 tarihinde Metris Ceza İnfaz Kurumunun bağlı bulunduğu Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığından başvurucunun durumu, tutulduğu kurumun koşulları, infazın ertelenmesi talebine ilişkin süreç ile yapılan diğer işlemlerle ilgili bilgi ve belge istenmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilen 6/4/2016 tarihli yazıda, başvurucunun revir tipi ceza infaz kurumunda tutulduğu, 1-3 kişilik odalarda yirmi dört saat doktor ve sağlık görevlileri gözetiminde olduğu, yeniden Adli Tıp Kurumuna sevke ve infazın ertelenmesine ilişkin işlemlerin devam ettiği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi 7/4/2016 tarihli ara kararıyla tedbir talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına, başvurucunun kişisel durumuna ve sağlık durumuna ilişkin değerlendirme sürecinin hızlandırılmasının istenmesine karar vermiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 14/4/2016 tarihli kararıyla, başvurucu hakkında hükmolunan cezanın infazının 14/10/2016 tarihine kadar altı ay süreyle ertelenmesine ve süre sonunda infaz durumunun yeniden değerlendirilmesine karar verilmiştir. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunu'nun "Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır. (3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere,birsürebulunmadığıtakdirdebirer yıllık dönemleregöre bu fıkrada yazılı usule uygunolarakincelettirilir.İncelemesonuçlarınagöregeribırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir....(6) (Ek: 24/1/2013-6411/3 md.) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5991 | Başvuru, ceza infaz kurumu koşullarında tedavi imkânı bulunmayan bir sağlık sorununa rağmen infazın ertelenmesine karar verilmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, yakınlarının 1999 yılında Ulucanlar Cezaevine yapılan operasyon sırasında güvenlik görevlilerince öldürüldüğünden bahisle açtıkları tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı, işkence yasağı, eşitlik ilkesi, etkili başvuru ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 6/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Ankara İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 10/4/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 10/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 16/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığının görüşü, başvurucular vekiline 23/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların tutuklu olarak Ulucanlar Cezaevinde bulunan yakını Abuzer Çat, 26/9/1999 tarihinde güvenlik görevlilerince yapılan (kamuoyunda "Hayata Dönüş Operasyonu" olarak bilinen) operasyonda yaşamını yitirmiştir. Başvurucular Abuzer Çat’ın operasyon sırasında ölmesi nedeniyle 22/9/2000 tarihinde Adalet Bakanlığına başvurarak idarenin hizmet kusuruna dayanarak 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Taleplerine cevap verilmemesi üzerine, Adalet Bakanlığı aleyhine 22/3/2001 tarihinde 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat istemiyle dava açmışlardır. Ankara İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi), yaptığı yargılama sonunda 12/3/2003 tarihli ve E.2001/364, K.2003/343 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir. Adalet Bakanlığının kararı temyiz etmesi üzerine Danıştay Dairesi, 15/11/2006 tarihli ve E.2003/5895, K.2006/6372 sayılı kararıyla İdare Mahkemesinin kararının kabule ilişkin kısmının bozulmasına, redde ilişkin kısmın onanmasına karar vermiştir. İdare Mahkemesi, 14/3/2007 tarihli ve E.2007/90, K.2007/671 sayılı kararı ile Danıştayın bozma kararına karşı direnme kararı vermiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 28/4/2011 tarihli ve E.2007/90, K.2011/282 sayılı kararı ile, bozma kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu da aynı Kurul tarafından reddedilmiştir. Belirtilen süreç sonrasında yürütülen yargılama neticesinde İdare Mahkemesi, 3/7/2013 tarihli ve E.2013/962, K.2013/1234 sayılı kararında, bozma kararına uyarak davanın reddine hükmetmiştir. Anılan kararda başvuru konusu olayların gelişimi ve ulaşılan sonuç şu şekilde ifade edilmiştir:"... Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinin 4 ve koğuşlarındaki terör örgütü mensubu hükümlü ve tutukluların, 2-1999 tarihinden itibaren, adli tutukluların kaldığı 7 nolu koğuşu işgal ettikleri, anılan tarihten sonra, söz konusu koğuşların hükümlü ve tutukluları tarafından sayım vermeme, görevli personeli koğuşa almama gibi eylemlerin başlatıldığı, Cezaevi Müdürünün 1999 tarihinde, anılan tutuklularca gözetlemeyi engellemek amacıyla gazete ve kağıt parçalarıyla kapatılan bölümü açmak istediği sırada, tutuklularca 12 kg'lık büyük tüpe takılan hortumlardan bırakılan gazın ateşlenmesi sonucu, yanma tehlikesi geçirdiği, bu olaylara ilişkin olarak idare tarafından tutulan 1999 tarihli olay tutanağında; "Ankara Kapalı Cezaevinde terör suçlularının kaldığı 4-5 ve terör bayanlar koğuşunda ciddi boyutta tünel kazıldığı ve silah olduğuna dair Jandarma Alay Komutanlığı ve il Emniyet Müdürlüğünden istihbarı yazılar geldiği, ayrıca 1999 tarihinde bu koğuşlarda kalan terör suçlularının, koğuşun havalandırma duvarını yıkarak, koğuşun işgal edildiği, koğuşta kalan adli tutukluların koğuş bahçesine çıkarıldığı, bu eylemlerinden sonraki, sayım vermeme, görevli personeli gözetim ve denetim için koğuşa almamak ve koğuş kapılarını kapattırmamak gibi eylemleri nedeniyle, bu koğuşlarda arama yapılamaması üzerine, 1999 günü, saat 04:00'te genel arama yapma amacıyla jandarma kuvvetlerince tedbir alındığı, anılan koğuşlara gidildiğinde ise, söz konusu hükümlü ve tutuklularca önceden hazırlanan barikatların havalandırma ve koğuş kapılarına kurulduğunun görüldüğü, ayrıca cezaevi personeline ve güvenlik güçlerine karşı ateşli silah, molotof kokteyli ve tüplerle saldırıda bulunulduğu, Jandarma Komutanının, megafonla, yalnızca arama yapılacağını anons etmesine rağmen, hükümlü ve tutuklularca, molotof atılmasına, tüpün ağzına hortum bağlayarak ateş püskürtülmesine ve koğuştan silah atılmasına devam olunması üzerine, jandarma kuvvetleri tarafından göz yaşartıcı bomba kullanıldığı, daha sonra da, müteaddit kereler, yalnızca arama yapılacağı, teslim olmaları gerektiği anons edilmiş ise de, müsbet cevap alınamadığı, bunun üzerine Jandarma kuvvetlerinin koğuşa yönelmesi ile, koğuşta toplanan ve direniş gösteren hükümlü ve tutuklulara bir kez daha teslim olmaları, aksi halde zor kullanılacağı yönünde anons yapıldığı ancak, silah ve tüpe bağlı hortumdan püskürtülen alevlerle cevap verildiği, direnişin ısrarla sürdürülmesi üzerine, barikatların bulunduğu koğuş bahçe kapısının açılması çalışmalarına başlandığı, bunun üzerine koğuşa göz yaşartıcı bomba atılarak, tekrar teslim ol çağrısı yapıldığı, tekraren müsbet bir cevap alınamaması üzerine de, koğuşa, güvenlik kuvvetlerinin operasyonu sonucunda girilebildiği ve operasyon sonucunda eyleme katılan mahkumlardan bir kısmının hayatını kaybettiği bir kısım güvenlik görevlisinin de yaralandığının belirtildiği anlaşılmaktadır.Olaydan sonra yapılan aramalarda, 62 mm çaplı otomatik bir tüfek, 9 mm çaplı 3 adet tabanca, 65 mm çaplı 2 adet tabanca, 2 adet kalem tabanca, 18 kalibre Av tüfeği, 16 kalibre av fişekleri ve ses fişeğinin ele geçirildiği belirtilmiştir.Buna göre, cezaevinde asayiş ve disiplinin sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahaleyi idarenin hizmetin işleyişinde kusurlu davrandığının göstergesi olarak kabul etmeye olanak bulunmamaktadır.Bu bağlamda, davacılar yakınının ölümüne neden olan, cezaevinde çıkan olaylarda davacılar yakınının da etkin bir şekilde rol aldığı, cezaevine müdahale sırasında hükümlü ve tutukluların güvenli bir şekilde olay yerinden uzaklaştırıldığı dosyada bulunan tüm bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Öte yandan, kusursuz sorumluluk ilkesine göre, tazmini gereken bir zararın bulunmadığı tartışmasızdır." Başvurucular bu kararın 31/10/2013 tarihinde kendilerine tebliğ edildiğini beyan ederek 6/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. UYAP kayıtlarından yapılan incelemede bu kararın başvurucular tarafından 2/12/2013 tarihinde temyiz edildiği ve Danıştay Dairesinin 14/5/2014 tarihli ve E.2014/228, K.2014/3025 sayılı kararı ile kararın usul ve hukuka uygun bulunarak onanmasına karar verildiği tespit edilmiştir. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucuların yakınlarının ölümüyle ilgili olarak yapılan adli soruşturma neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/12/2000 tarihli ve E.2000/2083 sayılı iddianamesi ile 161 kamu görevlisi hakkında “Kanunun bir hükmünü veya yetkili merciden verilip infazı vazifeden zaruri olan bir emri ifa suretiyle ölüme ve yaralamaya sebep olmak” suçlarından Ankara Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, iddianameye göre Abuzer Çat’ın ateşli silah (uzun namlulu) mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı trakca, sağ ve sol akciğer delinmesi sonucu iç kanama nedeniyle öldüğü ve kamu davasının yargılamasının halen derdest olduğu bildirilmiştir. Başvuru evrakı içerisinde mevcut olan Abuzer Çat’a ait otopsi raporundan 26/9/1999 tarihinde meydana gelen olay sonrasında 28/9/1999 tarihinde yapılan otopsi işlemiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmaya başlandığı anlaşılmıştır. Bu bilgi doğrultusunda UYAP kayıtları incelendiğinde, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/13 sayılı dosyası kapsamında yapılan yargılama sonunda 24/9/2008 tarihli ve K.2008/314 sayılı karar ile yargılanan kamu görevlileri hakkında 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 49/1-3 maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verildiği, kararın dosyanın katılanları tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 1/10/2013 tarihli ve E.2012/2289, K.2013/5377 sayılı ilamıyla “Bu dosya ile aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunan, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/76 sayılı dosyasının birleştirilmesi olanağının araştırılmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmişse dosyanın getirtilip bu dosya arasına konulması, kanıtların birlikte değerlendirilmesi, sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiğinin düşünülmemesi”gerekçesiyle bozulduğu, bozma kararı üzerine Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/76 sayılı dosyasının Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/452(bozma sonrası yeni esas numarası) sayılı dosyası ile birleştirildiği, yargılamanın E.2013/452 sayılı dosya üzerinden halen devam ettiği, 26/3/2015 tarihinde yapılan celsede bir kısım sanıklar hakkında çıkarılan yakalama emirlerinin infazının beklenmesine karar verilerek duruşmanın 2/7/2015 tarihine ertelendiği görülmüştür. B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarihli Mülga ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“ 1- Kanunun bir hükmünü veya salahiyettar bir merciden verilip infazı vazifeten zaruri olan bir emri icra suretiyle,2 - Gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vukubulan haksız bir taarruzu filihal defi zaruretinin bais olduğu mecburiyetle,3 - Gerek nefsini ve gerek başkasını vukuuna bilerek mahal vermediği ve başka türlü tahaffüz imkanıda olmadığı ağır ve muhakkak bir tehlikeden muhafaza etmek zaruretinin bais olduğu mecburiyetle, işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilemez.Bir numaralı bentte gösterilen halde merciinden sadır olan emir hilafı kanun olduğu takdirde neticesinden hasıl olan cürme müterettip ceza emri veren amire hükmolunur.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8475 | Başvurucular, yakınlarının 1999 yılında Ulucanlar Cezaevine yapılan operasyon sırasında güvenlik görevlilerince öldürüldüğünden bahisle açtıkları tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı, işkence yasağı, eşitlik ilkesi, etkili başvuru ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, düzenlenen bir toplantıda slogan atıldığı ve pankart açıldığı iddiasıyla açılan kamu davasında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün; davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Birinci Bölüm tarafından 6/4/2017 tarihinde yapılan toplantıda verilecek kararın Bölümlerin önceden vermiş olduğu kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formunda ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların geçtiği tarihte yirmi yaşındadır ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrencidir. 12/9/2008 tarihinde İstanbul Teknik Üniversitesi Kültür Merkezinin açılış merasimine Başbakan ve bazı üst düzey siyasetçiler ile devlet adamları katılmıştır. Açılış merasimi 12 Eylül 1980 tarihinde ordunun yönetime el koymasının yıl dönümüne denk gelmiştir. Aradan geçen otuz yılı aşkın süreye rağmen her yıl çeşitli anma toplantıları ve gösteriler ile 12 Eylül Darbesi çeşitli toplum kesimlerince hatırlanmaya ve kınanmaya devam edilmektedir. Başvurucu ile birlikte başvuru evraklarından sayısı bilinemeyen bir grup öğrenci açılış töreni yapılan kültür merkezinin dışında toplanarak pankartlar taşımış ve sloganlar atmıştır. İddianameye göre protestocu grup ellerinde "AKP dışarı", "üniversiteler bizimdir, liboşa yobaza bırakmayız", "12 Eylül çoçuğu doğum gününü başka yerde kutla" şeklinde pankartlar taşımış ve sloganlar atmıştır. Bu ilk grup polisin uyarısı üzerine dağılmıştır.Kısa bir süre sonra, dağılan ilk gruptakilerle aynı kişiler olup olmadıkları tam olarak belirli olmayan yeni bir grup toplanmış ve slogan atmaya başlamıştır. İddianameye göre bu ikinci gruptakilerin ellerindeki pankartlarda " yılda İTÜ'de dönüm noktası fotoğrafın sağındaki insan, İTÜ Açılış töreni baş konuşmacısı", "Bir AKP Hükümeti filmi büyük işgal... AKP'nin üniversite işgalinin hikayesi", "İTÜ medrese, Rektörlük AKP şubesi değildir", "İTÜ öğrenci kollektifi" yazmaktadır. İddianameye göre protestocu grup polisin dağılın uyarısına uymamış ve Üniversitenin özel güvenlik elemanlarının talebi üzerine polis gruba müdahale etmiştir. Başvurucu; ilk derece mahkemesindeki savunmasında Kültür Merkezinin önünde iki ayrı grup tarafından gösteri yapıldığını, ilk grubun polis uyarısı üzerine dağılmasının ardından kendisinin de içinde olduğu ikinci grubun geldiğini fakat bir uyarı yapılmadan polis tarafından kendilerine müdahale edildiğini, gözaltına alınmalarının ardından gece 00 sıralarında serbest bırakıldıklarını ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesine sunulan evraklarda başvurucunun gözaltına alındığına ilişkin bir bilgi yer almamaktadır. Başvurucu ile birlikte toplam on sekiz kişi hakkında kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenlemek ve bunlara katılmak suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. Sarıyer Asliye Ceza Mahkemesinin 5/11/2010 tarihli kararıyla başvurucu ile birlikte tüm sanıkların 1 yıl 6 ay hapis ve 80 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi 7/11/2011 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin kararını kaldırmıştır. Yapılan yargılama sonunda İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 19/12/2013 tarihli kararıyla başvurucunun bir kez daha hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucunun yargılama aşamalarında savunmasının alınmadığı, bu hususun da savunma hakkının kısıtlanması sonucuna yol açabileceği değerlendirilerek İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 12/2/2014 tarihli kararı ileilk derece mahkemesinin kararını bir kez daha kaldırmıştır. Yeniden yapılan yargılama sonucunda İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 28/11/2014 tarihli kararıyla, eyleminin 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun kapsamında kaldığı gerekçesiyle başvurucu hakkında açılan ceza davasının ertelenmesine karar verilmiştir. Karar başvurucuya 28/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun "Yasaklara aykırı hareket" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 2911 sayılı Kanun’un "Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden... veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;b) Ateşli silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı olanlar dâhil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir, demir bilye ve sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez ve sair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak, c) 7 nci madde hükümleri gözetilmeksizin,d) 6 ve 10 uncu maddeler gereğince belirtilen yerler dışında,e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,f) 4 üncü madde ile Kanun kapsamı dışında bırakılan konularda kendi amaç, kural ve sınırları dışına çıkılarak,g) Kanunların suç saydığı maksatlar için,h) Bildirimde belirtilen amaç dışına çıkılarak,i) Toplantı ve yürüyüşün 14, 15, 16, 17 ve 19 uncu maddelere dayanılarak yasaklanması veya ertelenmesi halinde tespit edilen erteleme veya yasaklama süresi sona ermeden,j) 12 nci madde gereğince toplantının dağılmasına karar verilmesi hâlinde,k) 21 inci madde hükmüne aykırı olarak,l) 3 üncü maddenin 2 nci fıkrası hükmüne uyulmadan,Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır." 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili bölümü şöyledir: “(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı...b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine..karar verilir. (2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya kovuşturmaya devam olunur.”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri (B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30) kararına bakılabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mevcut başvuruya benzer Oya Ataman/Türkiye (B. No: 74552/01, 5/12/2006) kararında bir gösterinin sadece mevzuata uygun olmamasının barışçıl şekilde toplanma özgürlüğünün kullanılmasına müdahale edilmesini haklı kılmayacağına karar vermiştir. Oya Ataman/Türkiye kararına konu olayda İnsan Hakları Derneği üyesi bir avukat olan başvurucunun da içinde bulunduğu kırk elli kişilik bir grubun İstanbul Sultanahmet Parkı'nda F Tipi cezaevlerini protesto eden basın açıklaması ve devamında yarım saat süren gösteri yürüyüşüne, izinsiz gösteri yapıldığı ve kamu düzeninin bozulduğu gerekçesiyle polis müdahale etmiştir. AİHM, müdahaleyi orantısız bularak maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. Söz konusu grubun trafikte karışıklık yaratması dışında kamu düzeni için tehlike oluşturduğunu gösteren bir delil bulunmadığını ve yetkililerin düzenlenen gösteriye son vermekte gösterdikleri sabırsızlığa anlam veremediğini belirten AİHM'e göre "Göstericilerin şiddet içeren faaliyetlerde bulunmadığı hallerde, Sözleşmenin maddesi tarafindan güvence altına alınan özgürlüğün içeriğinin boşalmaması için, kamu makamlarının barışçıl toplanmalara belirli bir hoşgörüyle yaklaşmaları büyük önem taşımaktadır." (Oya Ataman/Türkiye,§ 42). Ayrıca derhâl tepki gösterilmesi gereken kimi durumlarda kanunlarda öngörülen bildirim sürelerine uymak her zaman mümkün olmayabilmektedir. Hemen gerçekleştirilmediği takdirde güncelliğini yitirecek bu tür acele toplantılara ilişkin bir kararında (Bukta ve diğerleri/Macaristan, B. No: 25691/04, 17/10/2007) AİHM, bu konuyu incelemiştir. Bir oteldeki resepsiyona katılacağı bildirilen başbakanı protesto etmek için barışçıl biçimde toplanan ancak yasal zorunluluk olan üç gün öncesinden bildirme koşuluna uymadıkları gerekçesiyle toplantıları dağıtılan başvurucuların toplantı özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla yaptıkları başvuruyu inceleyen AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM'e göre "politik bir olaya gösteri şeklinde derhal tepki verilmesinin haklı görülebileceği özel koşullarda, barışçıl toplanmaya katılanların yasadışı hareketleri olmadığı halde sadece ön bildirim yapılmamış olması nedeniyle toplantıyı yasaklamak, barışçıl toplanma hakkına orantısız bir kısıtlama oluşturur." (Bukta ve diğerleri/Macaristan, § 36). | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20411 | Başvuru, düzenlenen bir toplantıda slogan atıldığı ve pankart açıldığı iddiasıyla açılan kamu davasında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün; davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarının bloke edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Asya Katılım Bankası A.Ş. (Banka) 24/10/1996 tarihinde faaliyetine başlamış ve 20/12/2005 tarihinde Asya Finans Kurumu Anonim Şirketi olan şirket unvanı Asya Katılım Bankası Anonim Şirketi olarak değiştirilmiştir. Anılan Banka ile ilgili olarak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK/Kurum) tarafından 26/8/2014 tarihinde "Banka hakkında Kanun'un maddesine istinaden alınabilecek önlemler" konulu rapor düzenlenmiştir. Bu raporda;i. 2014 yılının ilk sekiz aylık döneminde 7 milyar TL civarında katılım fonu çıkışı gerçekleştiği, bunun 2 milyar TL'sinin son on yedi iş gününde yapıldığı, yine bu süre içinde Bankanın likit varlıklarının %50,74 azaldığı belirlenmiştir.ii. Bankanın 22/8/2014 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında (TCMB) serbest olarak tuttuğu 000 TL tutarındaki zorunlu karşılığı çektiği, 25/8/2014 tarihi itibarıyla ihtiyaç anında kullanabileceği likit değerlerinin 000 TL, TCMB'den onay alarak kullanabileceği zorunlu karşılık yabancı para hesabının toplam 000 TL olduğu belirtilmiştir.iii. Son on yedi iş gününde günlük ortalama katılım fonu çıkışının 000 TL olduğuna işaret edilerek Bankanın anılan likit değerleriyle söz konusu fon çıkış tutarını mevcut koşulların devamı hâlinde yaklaşık beş iş günü (591/061=5,83) daha karşılayabileceği, sonrasında başka bir önlem alınmadığı takdirde TCMB bloke zorunlu karşılıklarının çözülmesi durumunun gündeme gelebileceği vurgulanmıştır.iv. Katılım fonu çıkışı kaynaklı likidite sıkışıklığı nedeniyle 15-28 Ağustos 2014 dönemi TL zorunlu karşılık tutarının eksik tutulması olasılığının yüksek olduğu ve söz konusu trendin devam etmesi hâlinde Bankanın yükümlülüklerini vadesinde yerine getirememesi riski doğmasının kuvvetle muhtemel olacağı açıklanmıştır.v. Likiditeye ilişkin olarak alınacak önlemlerin derhâl, bir gün daha gecikmeye mahal verilmeksizin hayata geçirilmesinin önem arz ettiği belirtilmiştir. Bu bağlamda Bankanın öncelikle likidite durumunun iyileştirilmesine dair önlemlerin süratli şekilde hayata geçirilerek likiditeye ilişkin sorunun çözülmesi gerektiği ifade edilerek likidite durumunu iyileştirerek Bankanın yükümlülüklerini vadesinde yerine getirememe tehlikesini ortadan kaldıracak her türlü tedbirin kanunda hangi maddede yer aldığına bakılmaksızın alınmasının önem arz ettiği ve kurum ve/veya kurulca kanunda öngörülen tedbirlerden uygun olanların ivedilikle alınmasının yerinde olacağı ifade edilmiştir. BDDK 28/8/2014 tarihinde raporda yer alan tespitler çerçevesinde Bankanın 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun ''Kısıtlayıcı önlemler'' kenar başlıklı maddesi kapsamına alınmasına karar vermiştir. Bu kapsamda Bankadan istenen hususlar şöyledir:i. İmtiyazlı paya sahip ortaklarının derhâl nakit sermaye artırımına gitmesi ii. Acil likidite ihtiyacı dikkate alındığında nakdî sermaye artırımında kullanılacak fonun ortaklarca sermaye artırımı süreci başlamadan ivedilikle Bankaya muvazaadan ari (reel) nakit girişi sağlayacak şekilde Banka nezdinde hesaba yatırılarak bloke edilmesi ve nakit sermayenin Banka nezdinde bloke edilmesini takiben ortaklarca gerçekleştirilecek sermaye artırımına ilişkin olarak Kuruma yazılı taahhüt verilmesiiii. Ortaklarca sermaye artırımı dışındaki kaynakların da Bankaya aktarılması, kredi portföyü dâhil olmak üzere muhtelif teminatların devreye sokulması seçeneği de dikkate alınarak Bankaca katılım fonu dışında da uzun vadeli, uygun maliyetli kredi ve benzeri fon temin edilmesiiv. Sigortaya tabi katılım fonu tutarını aşmamak ve yeterli teminatı hâkim ortakların hisse senetlerinden veya diğer mal varlıklarından karşılanmak üzere uzun vadeli kredi sağlaması, satış kabiliyeti yüksek olanlardan başlamak üzere krediler de dâhil aktiflerin elden çıkarılması suretiyle likidite temin edilmesiv. Banka risk grubu ile hissedarlara nakdî ve gayrinakdî kredi kullandırılmasının durdurulmasıvi. Likidite durumu iyileşene kadar orta ve uzun süreli fon kullandırılmaması, mensuplarına her ne ad altında olursa olsun düzenli olarak ödenenler dışındaki ödemelerin durdurulması da dâhil olmak üzere işletme ve yönetim giderlerini azaltacak tüm tedbirlerin alınmasıvii. Yeni yatırımların durdurulması, uzun vadeli veya duran varlıkların elden çıkarılması, Bankanın mevcut ve gelecekteki likidite durumunu güçleştirecek şekilde üçüncü kişiler ile yapacağı işlemlerde emsallerine göre önemli derecede farklılık arz edecek yükümlülüklerin altına girmemesi, gereken durumlarda Kurumdan ön izin almasıviii. Aktif kalitesindeki bozulmanın temel nedeni olan sorunlu kredilerin tahsili ve/veya satışı için gerekli girişimlerde bulunulması, Bankanın öz kaynaklarının güçlendirilmesine yönelik her türlü tedbirin alınması Daha sonra BDDK tarafından söz konusu talimatların yerine getirilmesi konusunda Bankanın nitelikli pay sahibi ortaklarının gerekli mali güç ve itibara sahip olup olmadıkları ile şeffaf ve açık ortaklık yapısının bulunup bulunmadığı hususlarının ortaya konulabilmesi açısından 185 adet (A) grubu nitelikli paya sahip ortakların kurucularda aranan şartları taşıdıklarını gösterir belgelerin sunulması istenmiştir. Banka tarafından gerekli tedbirlerin alınmadığı ve eksikliklerin giderilmediği gerekçesiyle BDDK'nın 3/2/2015 tarihli kararı kapsamında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulunun (Fon Kurulu) aldığı 3/2/2015 tarihli kararla 5411 sayılı Kanun'un maddesinin beşinci fıkrasına istinaden Bankanın Turizm Ticaret ve Sanayi A.Ş.ye ve (A) grubu imtiyazlı paya sahip diğer 122 pay sahibine ait imtiyazlı hisselerin temettü hariç ortaklık haklarının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından kullanılmasına karar verilmiş ve gerekli atamalar yapılarak Banka yönetimi TMSF tarafından devralınmıştır. Bankaya ilişkin olarak 28/5/2015 tarihinde mali durum tespit raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda, Bankanın bankacılık ilke ve teamüllerine aykırı çok sayıda uygulama ve faaliyetinin bulunduğu tespiti yapılmış; Bankanın uygulama ve faaliyetlerinin katılım fonu sahiplerinin hak ve menfaatlerine halel getirecek nitelikte olduğuna işaret edilmiştir. Öte yandan Bankanın açık ve şeffaf olmayan ortaklık yapısı ve organizasyon şemasının mali sistemin güven ve istikrarı açısından tehlike arz ettiği ve BDDK'nın 5411 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen tedbirlerin alınmasını içeren 28/8/2014 tarihli talimat yazısında yer alan üç talimata aykırı uygulamalar yapıldığı tespitine de yer verilerek Banka hakkında anılan Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde ifade edilen “faaliyetine devamının mevduat ve katılım fonu sahiplerinin hakları ve malî sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arz ettiğinin ortaya çıkması” durumunun oluştuğu ve Bankanın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin -zararın mevcut ortakların sermayesinden indirilmesi kaydıyla- kısmen veya tamamen devri, satışı veya birleştirilmesi amacıyla TMSF'ye devredilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığı ifade edilmiştir. BDDK 29/5/2015 tarihinde Bankanın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetimi ve denetiminin kısmen veya tamamen devri, satışı veya birleştirilmesi amacıyla 5411 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince TMSF'ye devredilmesine karar vermiştir. Bu karar uyarınca Bankanın yönetim ve denetim yetkisi TMSF tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Fon Kurulunun almış olduğu 18/7/2016 tarihli kararla Bankanın bankacılık faaliyetlerinin 5411 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası kapsamında geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Fon Kurulu 21/7/2016 tarihinde, yapılandırma çalışmaları sonuçsuz kalan Bankanın 5411 sayılı Kanun'un maddesinin son fıkrası kapsamında faaliyet izninin kaldırılmasının BDDK'dan talep edilmesine karar vermiştir. Bu talebi kabul eden BDDK 22/7/2016 tarihinde Bankanın faaliyet iznini kaldırmıştır. 5411 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile 23/2/2007 tarihli ve 26443 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Faaliyet İzni Kaldırılan Bankalardaki Sigortalı Mevduat ve Sigortalı Katılım Fonunun Ödenmesi ile Bu Bankaların İflas ve Tasfiyesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi uyarınca Banka nezdinde bulunan sigortaya tabi katılım fonunun doğruluğunun hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde tespiti amacıyla komisyon kurulmuştur. Komisyonun 24/11/2016 tarihli kararıyla, Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) Başkanlığı tarafından TMSF Varlık Yönetimi Daire Başkanlığına haklarında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) bağlantılı inceleme bulunduğu bildirilen kişiler ve FETÖ/PDY'ye finansman sağlanması, sigorta kapsamından yararlanmak amacıyla muvazaalı şekilde hesap açılması, Bankaya nakit girişi sağlamak amacıyla 000 TL ve üzerinde para yatırılması, FETÖ yapılanması ile irtibatın bulunması gibi konular nedeniyle Banka Teftiş Kurulu Başkanlığı ile TMSF Denetim Daire Başkanlığı inceleme ve denetim raporlarında adı geçen kişilerin hesaplarının doğrulukları konusunda bu aşamada tereddütlerin bulunması nedeniyle söz konusu kişilere ait sigorta kapsamındaki tutarların bloke edilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Fon Kurulunun 24/11/2016 tarihli ve 2016/348 sayılı kararıyla, Banka nezdinde bulunan sigortalı katılım fonunun Komisyon raporunda yer verilen tespit ve kanaatler doğrultusunda ödemesinin gerçekleştirilmesine karar verilmiştir.B. Banka Tarafından Açılan İptal Davası ve Bireysel Başvuru Süreci Bankanın TMSF'ye devredilmesine ilişkin 29/5/2015 tarihli BDDK kararına karşı (B) grubu hissedar olan Kenan Işık, Ankara İdare Mahkemesinde ( İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. İdare Mahkemesi 22/4/2016 tarihli kararında davanın reddine karar vermiştir. Yapılan temyiz istemi Danıştay Onüçüncü Dairesince 27/3/2017 tarihinde reddedilmiş ve karar onanmıştır. Kenan Işık, bu karara karşı 30/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, Kenan Işık (B. No: 2017/2629, 17/7/2019) bireysel başvurusunu mülkiyet hakkı kapsamında incelemiştir. Kararda, başvurucu Kenan Işık'ın hissedarı olduğu bankaya gerekli tedbirleri alması için bildirimde bulunulmasına rağmen bankanın mali durumundaki bozulmanın devam ettiği, bunun da mevduat ve katılım fonu sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arz edebileceği dikkate alındığında bankanın yönetiminin ve kontrolünün TMSF'ye devredilerek tasfiyesi suretiyle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile elde edilmek istenen kamu yararı karşılaştırıldığında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulmadığı kanaatine varıldığı ifade edilmiş ve Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu Aleyhine Başlatılan Ceza Soruşturması Süreci Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan inceleme neticesinde başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından 2017 yılı içinde FETÖ/PDY üyeliği suçundan soruşturma başlatıldığı, Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 9/7/2019 tarihinde yakalama kararı çıkarıldığı ve soruşturmanın devam ettiği anlaşılmıştır. Devam eden soruşturma hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmış ve başvurucunun başvurusuna ilişkin olarak;i. Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2019/111000 soruşturma dosyası veya başka bir soruşturma dosyası ile başvurucunun Banka nezdinde bulunan hesap ya da hesaplarına herhangi bir nedenle Cumhuriyet Başsavcılığı ve/veya mahkeme kararı ile tedbir konulup konulmadığının tespit edilmesi,ii. Başvurucu hakkında 13/11/1996 tarihli ve 4208 sayılı mülga Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun ya da 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun kapsamında bir soruşturma yürütülüp yürütülmediği, yürütülüyorsa bu konuda TMSF'ye ya da faaliyet izni kaldırılan Bankaya resmî bir bildirimde bulunulup bulunulmadığının bildirilmesi ve bu hususlara ilişkin belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen cevapta, başvurucu hakkında yalnızca FETÖ/PDY üyeliği suçundan soruşturma yürütüldüğü, yakalama kararı ve emri bulunduğu, başvurucuyu yakalama çalışmalarının devam ettiği ve dosya içinde başvurucunun herhangi bir mal varlığına tedbir konulmasına ilişkin karar bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu Tarafından Bankada Hesap Açılmasına ve Bu Hesaplara Tedbir Konulmasına İlişkin Süreç Anayasa Mahkemesi tarafından TMSF veVakıf Katılım Bankası A.Ş.den (Vakıf Katılım Bankası) somut başvuruya ilişkin olarak aşağıda belirtilen hususlarda bilgi/belge istenmiştir: i. Başvurucunun Banka nezdindeki hesap veya hesaplarının açılış tarihi ile bu hesap ya da hesaplardaki para hareketleriii. Katılım hesabına ya da diğer hesaplarına konulan bloke işlemi veya işlemlerinin tarihleri ve hangi merci (idari veya yargısal) tarafından konulduğuiii. Bloke işlemi ya da işlemlerinin devam edip etmediği, devam etmiyor ise hangi tarihte kaldırıldığıiv. Bloke konulan hesap ya da hesapların doğruluğuna ilişkin olarak yapılan araştırmada ne gibi sonuçlara ulaşıldığının tespit edilerek bildirilmesi ve bu hususlara ilişkin belgelerin gönderilmesi TMSF tarafından verilen 25/11/2021 tarihli cevapta;i. 5411 sayılı Kanun'un maddesi ile 7/11/2006 tarih ve 26339 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sigortaya Tabi Mevduat ve Katılım Fonları ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca Tahsil Olunacak Primlere Dair Yönetmelik (7/11/2006 tarihli Yönetmelik) hükümleri ve25/9/2019 tarihli ve 30899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sigortaya Tabi Mevduat ve Katılım Fonları ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca Tahsil Olunacak Primlere Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik hükümlerine göre, Türkiye'de faaliyet gösteren bir kredi kuruluşunun yurt içi şubelerinde gerçek kişiler adına açılmış olan ve münhasıran çek keşide edilmesi dışında ticari işlemlere konu olmayan Türk lirası, döviz ve kıymetli maden cinsinden katılma hesapları birim hesap değerlerinin ve özel cari hesapların her bir gerçek kişi için 000 TL'ye (000 TL iken yapılan değişiklikle) kadar olan kısmının mevduat sigortası kapsamında TMSF'nin güvencesi altında olduğu, ii. Banka nezdinde bulunan sigortaya tabi katılım fonunun şahıs ve tutar bazında ve doğruluğunun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde tespiti amacıyla Komisyon kurulduğu ve 5411 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile Yönetmelik'in maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında inceleme yapıldığı,iii. Bankanın FETÖ/PDY yapılanmasının finansmanında kritik önemi olduğu ve örgüt liderinin 2014 yılı başında kamuoyuna yansıyan Bankaya destek çağrıları sonrasında organize ve planlı bir şekilde ekonomik saikler dışında örgüte finansman desteği sağlanması kastıyla para girişlerinin gerçekleştiği, Banka Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanan raporlarda, 2013 yılından sonra Bankadan yoğun para çıkışı olmasına rağmen aynı dönemde hayatın olağan akışına aykırı ve ekonomik gerekçelerle açıklanamayacak şekilde FETÖ/PDY'yi desteklemek amacına matuf olduğu intibasını uyandıracak mahiyette yeni hesaplar açan ya da mevcut hesapların bakiyelerini artıranlardan yaşı, mesleği, daha önceki dönemde banka nezdinde gerçekleştirmiş olduğu işlemler ile belirtilen dönemde gerçekleştirilenlerin uyumu gibi kriterler dikkate alındığında bir kısım işlemin şüpheli olarak değerlendirildiği, ticari nitelikteki katılım fonları başta olmak üzere mevduat sigortası kapsamında yer almayan katılım fonlarının veya gerçek kişilere ait yüksek tutarlı katılım fonlarının mevduat sigortasına tabi azami haddi (000 TL) aşan kısmının mevduat sigortası kapsamı içerisinde bırakmaya matuf olarak gerçekleştirilen ve bu bakımdan muvazaa içerdiği belirlenen işlemlerin mevcut olduğu, bir kısım hesapların FETÖ/PDY'ye finansman sağlanması için aktif olarak kullanıldığı, MASAK Başkanlığınca düzenlenen raporlarda FETÖ/PDY ile bağlantılı şüpheli işlemlerde isimlerinin geçmesi nedeniyle TMSF Denetim Daire Başkanlığı tarafından incelemeye konu edilenlerin adlarına açılan hesaplar hakkında kuvvetli şüpheler oluştuğu, nitekim iletişim kurulan bazı hesap sahiplerinin hesapların kendilerine ait olmadığı yönünde beyanda bulundukları, bu dönemde ekonomik gerçeklerle açıklanamayacak şekilde hesap açanların yaklaşık %50'sinin ev hanımı ve öğretmen olduğu, ayrıca Aralık 2013 itibarıyla Bankada bulunan katılım fonu tutarının toplam katılım fonlarına oranı yaklaşık %37 iken Mart 2015'te bu oranın yaklaşık %60'a yükseldiği,iv. Kurum denetim birimlerince yapılan incelemeler sonunda perde arkasında örgütün kullanımında olduğu veya örgütün yönlendirmesiyle bankaya girişinin sağlandığına yönelik karineler nedeniyle doğrulukları konusunda şüphe bulunan hesaplardan kaynaklanan katılım fonu tutarları üzerine incelemeler sonuçlandırılıncaya ve hesapların doğruluğu konusunda oluşan şüpheler giderilinceye kadar TMSF Kurulunun 24/11/2016 tarihli ve 2016/348 sayılı kararıyla (idari kararla) 5411 sayılı Kanun'un maddesi ile Yönetmelik'in maddesi uyarınca tedbiren bloke tesis edildiği, v. Fon Kurulunun 14/11/2019 tarihli ve 2019/543 sayılı kararında, haklarında FETÖ/PDY kapsamında devam eden başkaca bir ceza davası veya savcılık soruşturması olmaması kaydıyla şahsıyla alakalı yürütülen FETÖ/PDY yargılamaları takipsizlik, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, hüküm verilmesine yer olmadığı kararlarından (kesinleşme kararı aranmaksızın) herhangi biri ile neticelenen mudilere veya haklarındaki yargılama devam etse bile sigortalı katılım fonu tutarları üzerinde tesis edilen mahkeme/savcılık tedbirleri sonradan yine yargı mercilerince kaldırılan mudilere ait sigortalı katılım fonu tutarları üzerinde tesis edilen TMSF/teftiş başlıklı blokelerin kaldırılmasına karar verildiği,vi. Fon Kurulunun 22/10/2020 tarihli ve 2020/331 sayılı kararında, hakkında FETÖ/PDY kapsamında yürütülen yargılama süreci devam etmekle birlikte mal varlıkları/banka hesapları üzerine tedbir konulmadığı, konulan tedbir varsa kaldırılması gerektiği veya var olan tedbirlerin kaldırılmasında mahkeme dosyası açısından bir sakınca bulunmadığı hususu yargı mercilerince açıkça ifade edilen hesaplar ile hakkında FETÖ/PDY kapsamında yürütülen yargı süreçleri mudi lehine veya aleyhine sonuçlanmakla birlikte (kesinleşme kararı aranmaksızın) hesaplar üzerine mahkemelerce tesis edilmiş herhangi bir kısıtlama kararının bulunmadığı belirlenen hesaplar üzerinde tesis edilen TMSF blokesi/teftiş başlıklı blokelerin kaldırılmasına karar verildiği,vii. Başvurucunun 24/11/2008 ile 2/11/2015 tarihleri arasında Bankada açılan on altı hesabı bulunduğu, bunlardan on ikisinin FETÖ/PDY tarafından kamuoyuna yansıyan destek çağrılarının yapıldığı 2014 yılı başını da kapsamak üzere 29/1/2014 ile 2/11/2015 tarihleri arasında açıldığı, 3/2/2009 ile 22/7/2016 tarihleri arasında iki yüz altmış altı hesap hareketi bulunduğu,viii. Başvurucu adına Banka nezdinde açılan Türk lirası cinsinden özel cari hesapta 088,02 TL, Amerikan doları (USD) cinsinden katılım hesabında 869,12 TL ve USD cinsinden katılım hesabında 156,86 TL olmak üzere toplam 113,99 TL bulunduğu, bu tutarın 2/12/2016 tarihinde başvurucu adına Vakıf Katılım Bankasına aktarıldığı, başvurucunun USD cinsinden hesaplarının TL karşılığının 7/11/2006 tarihli Yönetmelik'in maddesi uyarınca Bankanın faaliyet izninin kaldırıldığı 22/7/2016 tarihindeki Merkez Bankası döviz alış kuru esas alınarak belirlendiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun hesapları üzerine TMSF Kurulunun 24/11/2016 tarihli ve 2016/348 sayılı kararıyla (idari kararla) 5411 sayılı Kanun'un maddesi ile Yönetmelik'in maddesi uyarınca tedbiren bloke tesis edildiği, başvurucunun beyanlarının aksine hakkında devam eden soruşturma dosyalarının bulunduğunun Bakanlık tarafından bildirilmiş olması nedeniyle 2020/331 sayılı Fon Kurulu kararındaki kriterler sağlanmadığından başvurucu hesapları üzerinde bulunan blokelerin kaldırılmadığı ve devam ettiği belirtilmiştir. Vakıf Katılım Bankası tarafından verilen cevapta;i. Başvurucunun hesap aktarım tarihi olan 30/12/2016 tarihinde 113,99 TL hesap bakiyesinin olduğu, 2/11/2021 tarihi itibarıyla başvurucunun hesabında 537,33 TL (fon hesabında değerlendirildiğinden) hesap bakiyesinin bulunduğu,ii. Hesap üzerinde TMSF'nin 16/12/2016 tarihli yazısına istinaden TMSF teftiş blokesi bulunduğu, bu nedenle başvurucunun hesabından ödeme alamayacağı ifade edilmiştir.E. Başvurucu Tarafından Açılan Dava ve Bireysel Başvuru Süreci TMSF tarafından verilen cevaba göre başvurucunun Bankada bulunan hesaplarından birinin özel cari hesap, diğer ikisinin katılım hesabı niteliğinde olduğu ve toplam üç hesabında 113,99 TL bulunduğu anlaşılmıştır. Fon Kurulunun 24/11/2016 tarihli kararına istinaden Banka nezdindeki sigortaya tabi katılım fonunun hak sahiplerine ödenmesine (Komisyon tarafından ödenmesi gerektiği belirtilen) 5/12/2016 tarihinden itibaren Vakıf Katılım Bankası aracılığıyla başlanmıştır. Başvurucu 31/10/2017 tarihinde Vakıf Katılım Bankasına ve TMSF'ye başvurmuş ve katılım fonu üzerinde bloke varsa hukuki dayanağının belirtilerek kaldırılmasını istemiş; ayrıca bu başvuruda, hakkında yürütülen bir soruşturma ve davaya bağlı olarak banka hesabına ilişkin tedbir kararı bulunmadığını ifade etmiştir. Vakıf Katılım Bankasınca verilen 4/11/2017 tarihli cevapta, başvurucunun merkez şubede 567,55 TL bakiyesi bulunan hesabı olduğu, TMSF tarafından Bankanın mudilerine ait sigortalı katılım fonlarının ödenmesine aracılık edildiği ve TMSF kayıtlarına göre başvurucunun alacağı üzerinde mahkeme tedbiri blokesi ile FETÖ/PDY blokesi bulunduğundan ödeme yapılamayacağı ve tedbirin kaldırılmasına ilişkin bilginin TMSF'den temin edilebileceği belirtilmiştir. TMSF tarafından verilen 15/12/2017 tarihli cevapta ise başvurucuya ait katılım fonu üzerine TMSF ve müflis Banka denetim birimlerince yürütülen FETÖ/PDY soruşturmaları ve bu kapsamda düzenlenen teftiş raporlarına istinaden TMSF Kurulu kararıyla bloke tesis edildiği belirtilmiş, bu aşamada söz konusu katılım fonu ile ilgili olarak ödeme yapılmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, konulan blokenin kaldırılması talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin TMSF işleminin iptali ve hesabı üzerindeki blokenin kaldırılması istemiyle 2/1/2018 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, FETÖ/PDY soruşturmaları gerekçe gösterilerek hesabı üzerine bloke konulduğunun ifade edildiğini ancak hakkında FETÖ/PDY üyeliği suçlaması ile açılmış bir dava veya bu amaçla yürütülen bir soruşturma bulunmadığı gibi tedbir konulmasına yönelik alınmış bir mahkeme kararı da olmadığını vurgulamıştır. TMSF tarafından sunulan cevap dilekçesinde ise yukarıda yer verilen beyanlar tekrar edilmiştir (bkz. § 26). Mahkeme 25/4/2018 tarihinde davanın 15/12/2017 tarihli işlem yönünden reddine, başvurucunun hesabı üzerinde blokenin kaldırılmasına ilişkin talebi yönünden incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. BDDK'nın 22/7/2016 tarihinde 5411 sayılı Kanun'un maddesinin son fıkrası çerçevesinde Bankanın faaliyet iznini kaldırdığı ve Banka nezdinde bulunan katılım fonlarından sigorta kapsamında bulunan hesaplar üzerinde, FETÖ/PDY'yle ilintili ya da örgütü desteklemek amacına matuf olup olmadığı yönünden inceleme yapıldığı belirtilmiştir.ii. Bu amaçla kurulan komisyon tarafından 2013 yılı sonundan itibaren Bankadan yoğun bir para çıkışı yaşanmasına rağmen aynı dönemde hayatın olağan akışına aykırı ve ekonomik gerekçelerle açıklanamayacak şekilde, FETÖ/PDY'yi desteklemek amacıyla yapıldığı intibası uyandıracak mahiyette yeni hesaplar açan ya da mevcut hesapların bakiyelerini artıranlardan yaşı, mesleği, daha önceki dönemde Banka nezdinde gerçekleştirmiş olduğu işlemler ile belirtilen dönemde gerçekleştirilenlerin uyumu gibi kriterler dikkate alınarak bir kısım işlemin şüpheli olarak değerlendirildiği ifade edilmiştir.iii. Banka nezdindeki sigortalı katılım fonlarının TMSF tarafından ödenebilmesi için söz konusu katılım fonlarının bankacılık mevzuatı kapsamında doğruluğu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtlanmış olması gerektiğine işaret edilmiş, dolayısıyla şüpheli olarak değerlendirilen hesaplara tedbiren bloke işlemi tesis edilebileceğinin açık olduğu vurgulanmıştır.iv. Başvurucu adına Bankada açılmış bulunan hesapta sigorta kapsamında 112,99 TL'nin olduğunun tespit edildiği, bu tutarın başvurucu adına Vakıf Katılım Bankasına 2/12/2016 tarihinde aktarıldığı ve bu hesabın TMSF kararıyla 5411 sayılı Kanun'un maddesi ile Yönetmelik'in maddesi uyarınca şüpheli hesap olarak değerlendirilerek üzerine tedbiren bloke konulduğu belirtilmiştir.v. Bu durumda incelemeler sonuçlandırılıncaya ve hesapların doğruluğu konusunda oluşan şüpheler giderilinceye kadar tedbir mahiyetinde tesis edilen bloke işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varıldığı ifade edilmiştir.vi. Son olarak başvurucunun hesabı üzerindeki blokenin kaldırılmasına ilişkin talep hakkında herhangi bir karar verilemeyeceği gibi idari eylem ve işlem niteliğindeki bu talebin inceleme olanağının da bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından bu karara karşı yapılan istinaf istemi, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Onuncu İdare Dava Dairesince (Bölge İdare Mahkemesi) 27/9/2018 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 25/10/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvuru tarihinden sonra tedbirin devam edip etmediği hususunda TMSF'ye yazılan 11/4/2022 tarihli yazıya verilen cevapta, başvurucunun hesabı üzerine konulan tedbiren blokenin kaldırıldığı ve bu hususta Vakıf Katılım Bankasına 4/4/2022 tarihinde yazı yazıldığı ifade edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 5411 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanmasına, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasına, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir." 5411 sayılı Kanun'un “Tanımlar ve kısaltmalar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Kurum: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunu,...Fon: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunu,Fon Kurulu: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulunu,...Katılım bankası: Bu Kanuna göre özel cari ve katılma hesapları yoluyla fon toplamak ve kredi kullandırmak esas olmak üzere faaliyet gösteren kuruluşlar ile yurt dışında kurulu bu nitelikteki kuruluşların Türkiye'deki şubelerini...Katılım fonu: Katılım bankaları nezdinde açtırılan gerçek ve tüzel kişilere ait özel cari hesap ve katılma hesaplarında yer alan parayı,..." 5411 sayılı Kanun'un "Mevduatın ve katılım fonunun sigortalanması " kenar başlıklı maddesinin olay tarihindeki hâli şöyledir: ''Kredi kuruluşları nezdlerindeki tasarruf mevduatı ve gerçek kişilere ait katılım fonları, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından sigorta edilir.Kredi kuruluşları, nezdlerindeki tasarruf mevduatı ve gerçek kişilere ait katılım fonlarını, sigortaya tâbi kısım üzerinden sigorta ettirmek ve bunun üzerinden prim ödemek zorundadır.Sigortaya tâbi olacak tasarruf mevduatı ve gerçek kişilere ait katılım fonlarının kapsamı ve tutarı, Merkez Bankası, Kurul ve Hazine Müsteşarlığının olumlu görüşü alınmak suretiyle Fon Kurulu tarafından belirlenir. Risk esaslı sigorta priminin oranı, yıllık bazda sigortaya tâbi tasarruf mevduat ve katılım fonunun binde yirmisini aşamaz. Risk esaslı sigorta priminin tarifesi, tahsil zamanı, şekli ve diğer hususlar Kurulun görüşü alınmak suretiyle Fon Kurulu tarafından belirlenir.Kredi kuruluşlarının iflası hâlinde mevduat ve katılım fonu sahipleri, Fonun imtiyazlı alacaklarından ve Devlet ile sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı Kanun kapsamındaki alacaklarından sonra gelmek üzere sigortaya tâbi olmayan kısım için 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesindeki üçüncü sıra anlamında imtiyazlı alacaklıdırlar.Kredi kuruluşlarınca Fona ödenen sigorta primleri kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak kabul edilir.Faaliyet izni kaldırılan kredi kuruluşları nezdinde bulunan ve doğruluğu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtlanan mevduat ve katılım fonunun sigorta kapsamındaki kısmı, Fon kaynaklarından ödenir." 5411 sayılı Kanun'un "Faaliyet izninin kaldırılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bir bankanın bu Kanun hükümlerine göre faaliyet izninin kaldırılması hâlinde yönetim ve denetimi Fona intikal eder.İznin kaldırılmasına ilişkin Kurul kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihten itibaren, banka hakkındaki ihtiyatî tedbir dahil her türlü icra ve iflas takibatı durur ve yeni icra ve iflas takibi yapılamaz. Banka hakkında Fon haricinde üçüncü kişiler tarafından açılmış tüm dava, icra ve iflas takipleri mahkeme, icra ve iflas dairesi tarafından derhal Fona bildirilir.Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankadaki sigortalı mevduatı ve sigortalı katılım fonunu doğrudan veya ilân edeceği başka bir banka aracılığı ile ödeyerek, mevduat ve katılım fonu sahipleri yerine bankanın doğrudan doğruya iflasını ister. Bu görev ve yetki münhasıran Fona aittir. Bu şekilde yapılacak iflas isteminde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 178 inci maddesinin ikinci fıkrası ve 179 uncu maddesinin iflasın ertelenmesine ilişkin hükümleri uygulanmaz.Fonun iflas talebi hakkında 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seri muhakeme usulü hükümleri uygulanır ve en geç altı ay içerisinde iflas talebi hakkında karar verilir.Yönetim ve denetimi Fona intikal eden banka hakkında iflas kararı verilmesi hâlinde Fon, iflas masasına 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesinde yer alan üçüncü sıradaki tüm imtiyazlı alacaklılardan önce, ancak Devletin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının 6183 sayılı Kanun kapsamındaki alacaklarından sonra gelmek üzere imtiyazlı alacaklı sıfatıyla iştirak eder. Fon, bu Kanunun uygulanması ile sınırlı olmak üzere 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 166 ncı, 218 inci, 219 uncu, 223 üncü, 234 üncü, 236 ncı, 249 uncu, 251 inci ve 254 üncü maddelerindeki yetki ve görevler hariç olmak üzere iflas dairesi, alacaklılar toplantısı ve iflas idaresi görev ve yetkilerine sahip olarak bankayı tasfiye eder.İflasına hükmolunan bankanın Fona olan borçları, masanın nakit durumuna göre 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 232 nci maddesinde gösterilen sıra cetvelinin kesinleşmesi beklenmeksizin ödenir. Alacaklılar sıra cetvelinin düzenlenmesinde İcra ve İflas Kanununun 232 nci maddesinde öngörülen üç aylık sürenin yetersiz kalması hâlinde iflas idaresinin talebi üzerine, Fon Kurulu tarafından üçer aylık ek süreler verilebilir. ..." 5411 sayılı Kanun'un "Fona devredilen bankalar ile ilgili hükümler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Fon, bu Kanunun 71 inci maddesi hükümlerine göre ortaklarının temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankalarla ilgili yetkilerini maliyet etkinliğini sağlama ve malî sistemin güven ve istikrarını koruma ilkeleri doğrultusunda kullanır.Fon, bu Kanunun 71 inci maddesi hükümlerine göre ortaklarının temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın faaliyetlerini Fon Kurulunca belirlenecek süre ile geçici olarak durdurmaya ve/veya devir tarihi itibarıyla düzenlenecek bilançosunu esas almak suretiyle;...d) Faaliyet izninin kaldırılmasını Kuruldan istemeye,Yetkilidir....'' Yönetmelik'in "Sigortalı mevduat ve katılım fonunun tespiti ve ödenme süresi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) Faaliyet izni kaldırılarak yönetim ve denetimi Fona intikal eden banka nezdinde bulunan ve 5411 sayılı Kanunun 63 üncü maddesi kapsamındaki sigortalı mevduat ve sigortalı katılım fonlarının doğruluğu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile adli ve idari mercilerin tespitleri ve alınan kararları, hesap sahipleri tarafından ibraz edilen belgeler, Sigorta ve Risk İzleme Daire Başkanlığı nezdinde tutulan kayıtlar ile banka kayıtları ve ilgili diğer belgeler esas alınarak, Tasfiye Daire Başkanlığının koordinasyonunda Hukuk İşleri Daire Başkanlığı, Sigorta ve Risk İzleme Daire Başkanlığı ve Denetim Daire Başkanlığı personelinden oluşacak bir komisyon tarafından incelenmek suretiyle tespit edilir....(3) Doğruluğu hiç bir şüpheye yer vermeyecek şekilde tespit edilen mevduat ve katılım fonunun sigorta kapsamındaki kısmının tespiti ve ödeme süresi, bankanın faaliyet izninin kaldırıldığı tarihten itibaren 3 aydır. Gerektiğinde bu süre üç ay uzatılabilir. Zorunlu nedenlerle üç aylık uzatma süresinin yetersiz kalması halinde bu süre Fon Kurulunca her biri üç ayı geçmemek üzere iki kez daha uzatılabilir. Ödemeler, Fon Kurulu kararı ile doğrudan veya Fon tarafından ilan edilecek bir banka aracılığıyla gerçekleştirilir.(4) Doğruluğu hiç bir şüpheye yer vermeyecek sigortaya tabi mevduat ve sigortaya tabi katılım fonunun tespiti için, ilgili kurum ve kuruluşlarla koordinasyonun sağlanması suretiyle teknik ve idari alt yapı oluşturulur....(10) Ödeme talebinde bulunan hak sahibi ile ilgili olarak, Fona veya faaliyet izni kaldırılan bankaya, 13/11/1996 tarihli ve 4208 sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun nedeni ile soruşturma başlatıldığının resmi merciler tarafından bildirilmesi halinde, yargılama sonuçlanıncaya kadar herhangi bir ödeme yapılmaz. Bu fıkra kapsamındaki tasarruf mevduatı ve katılım fonu yargılama sonuçlanıncaya kadar bloke hesapta tutulur.(11) Yargı veya icra organları tarafından haklarında haciz ve/veya tedbir kararı bulunan hak sahiplerinin hesapları, yargı veya icra organlarının, tedbirin veya haczin kaldırılmasına dair kararına kadar hak sahiplerine ödenmez. Ödemelere bir bankanın aracılık etmesi halinde, hesap üzerindeki takyidatlarla birlikte blokeli olarak gönderilir.(12) Sigortalı mevduat ve katılım fonunun tespitine ve hak sahiplerine ödenmesine ilişkin diğer hususlar 5411 sayılı Kanun ile belirlenen usul çerçevesinde Fon Kurulu tarafından belirlenir.'' Yönetmelik'in "Sigortalı mevduat ve katılım fonunun ödenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:'' (1) Faaliyet izni kaldırılarak yönetim ve denetimi Fona intikal eden bankada 10 uncu maddenin birinci fıkrasındaki esaslar çerçevesinde tespit edilen sigortalı mevduat ve sigortalı katılım fonunun hak sahiplerine ödenmesi, 13/2/2006 tarihli ve 2006/10169 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Teşkilat Yönetmeliğinin 14 üncü maddesi uyarınca Finansman Daire Başkanlığı tarafından Fon kaynakları kullanılarak gerçekleştirilir.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesinin kamu otoritelerince mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayanmasını zorunlu kıldığını ifade etmiştir. AİHM ayrıca demokratik toplumun temel ilkelerinden olan hukuk devletinin Sözleşme'de mündemiç bir kavram olduğunu vurgulamıştır (Vistins ve Perepjolkins/Letonya, B. No: 71243/01, 25/10/2012, § 95). Ancak AİHM, kanunilik ilkesinin sağlanması bakımından müdahalenin iç hukukta yasal bir temelinin varlığının tek başına yeterli olmadığını, kanunun belli bir kaliteye de sahip olması gerektiğini vurgulamış; bu bağlamda kanunun hukuk devleti ilkesine uygun olmanın yanında keyfîliğe karşı güvenceler içermesi gerektiğine de işaret etmiştir(Vistins ve Perepjolkins/Letonya, § 96). AİHM'e göre mülkiyetten yoksun bırakma yetkisi tanıyan bir kanun kuralının kanunilik kriterini taşıdığından söz edilebilmesi için yeterli düzeyde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olması gerekir. Öngörülebilirliğin derecesinin tespitinde söz konusu kanunun içeriği, düzenlediği alanın mahiyeti ve temas ettiği kişilerin sayısı ve statüsü büyük önem taşımaktadır. Öngörülebilirlik, özellikle kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı koruma önlemleri getirilmiş olmasını gerektirmektedir. Öte yandan kanunun öngörülebilirlik ilkesinin önemiyle orantılı asgari usule ilişkin güvenceler içermesi gerekir (Vistins ve Perepjolkins/Letonya, § 97). AİHM, her hukuk sisteminde kanun hükümlerinin yargısal yoruma tabi tutulmasının kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. AİHM'e göre müphem hususların açıklığa kavuşturulması ve değişen koşullara uyum sağlanması her zaman için bir ihtiyaçtır. Kesinlik, ziyadesiyle arzulanan bir husus olduğu hâlde bu, aşırı katı olma sonucunu doğurabilmekte ve kanunun değişen koşullara uyumuna engel teşkil edebilmektedir. Birçok kanun kaçınılmaz olarak -az veya çok- belli bir derecede muğlaklık içerir. Muğlaklık barındıran bu kanunların yorumlanması ve uygulanması ise bir pratik sorunudur. Bu çerçevede kanunların müphem yönlerini açıklığa kavuşturmak ve yorumda ortaya çıkan şüpheleri dağıtmak mahkemelerin görevidir (OAO Neftyanaya Kompaniya Yukos/Rusya, B. No: 14902/04, 20/9/2011, § 568). Bu yüzden kanunilik şartı, hukuk kurallarının yargısal makamlarca yorumlanmasını dışladığı biçiminde anlaşılamaz (OAO Neftyanaya Kompaniya Yukos/Rusya, § 569). AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının öncelikli olarak ulusal otoritelerin yetkisinde olduğuna dikkat çekmektedir. Bununla birlikte AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının sonuçlarının Sözleşme ve AİHM içtihatlarıyla uyumlu olup olmadığını denetlemenin görevi olduğunu ifade etmektedir (Shchokin/Ukrayna, B. No: 23759/03, 37943/06, 14/10/2010, § 52). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34950 | Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarının bloke edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, tarafı olduğu boşanma davası sürecinin on yıl sürdüğünü ve açtığı son boşanma davası kapsamında mahkemece dosyadaki delil ve kayıtların doğru değerlendirilmemesi nedeniyle aleyhinde maddi ve manevi tazminat ile nafaka ödenmesine hükmedildiğini, bu suretle adil yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 10/5/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Aile Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 8/4/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından açılan boşanma davası Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesinin 24/5/2005 tarih ve E.2004/359, K.2005/400 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar 9/12/2005 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu tarafından Pendik Aile Mahkemesinin E.2008/1040 sırası üzerinde 16/12/2008 tarihinde açılan boşanma davası ise, Mahkemenin 15/3/2011 tarih ve E.2008/1040, K.2011/272 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminat ile aylık 450,00 TL yoksulluk nafakasının başvurucudan tahsili ile davalı eşe verilmesine hükmedilmiştir. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2012 tarih ve E.2011/17011, K.2012/26238 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/2/2013 tarih ve E.2013/1390, K.2013/4422 sayılı kararı reddedilmiştir. Ret kararı başvurucu vekiline 15/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve 10/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3253 | Başvurucu, tarafı olduğu boşanma davası sürecinin on yıl sürdüğünü ve açtığı son boşanma davası kapsamında mahkemece dosyadaki delil ve kayıtların doğru değerlendirilmemesi nedeniyle aleyhinde maddi ve manevi tazminat ile nafaka ödenmesine hükmedildiğini, bu suretle adil yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16243 sayılı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16227 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 14/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 25/3/2015 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16227 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 21/8/2011 tarihinde gözaltına alınmış; 24/8/2011 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimliğince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan dolayı tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 20/10/2011 tarihli veE.2011/717 sayılı iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma, silahlı terör örgütü yöneticisi olma, terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, görevli memura direnme, terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından kamudavası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/49 sayılı dosyasında yapılan yargılama esnasında 17/12/2013 tarihinde yapılan celsede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu ve müdafii de bu duruşmada hazır bulunmuştur. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet savcısının itirazın reddine karar verilmesi yönündeki mütalaasını aldıktan sonra 31/12/2013 tarihli ve 2013/289 Değişik İş sayılı kararında "sanıkların üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, iddianamede gösterilen sevk maddelerinin alt ve üst sınırı, suç ve tutuklama tarihine nazaran kaçma şüpheleri devam ettiğinden, delilleri karartma ihtimali bulunduğundan, bu nedenlerle koruma tedbirlerinin de uygulanması yeterli olmayacağından, tutuklama sebeplerinin kalkmadığından ve tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin sanıklar açısından yetersiz kalacağı ..." gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucu vekiline 21/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahkeme 16/1/2014 tarihinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucunun tutukluluk durumunu gözden geçirmiş ve aynı gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 18/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 24/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava, özel yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin kapatılması üzerine Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 12/2/2016 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan beraatine karar vermiştir. Anılan karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir."5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"(1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.(2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2603 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idarece basın açıklaması yapmak için belirlenen alanlar dışındaki bir yerlerde, bildirimde bulunmadan basın açıklamasına katılan başvurucular hakkında emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular nihai hükümleri öğrendikten sonra 7/11/2019 ila 29/3/2021 tarihleri arasında bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. 2020/38216, 2020/38320, 2020/2042, 2020/39390, 2020/39401, 2021/18326, 2021/18357, 2020/3747, 2020/3645, 2021/1943, ve 2021/412 numaralı başvuruların 2019/37023 numaralı başvuru ile birleştirilmesine Komisyonca karar verilmiştir. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular Aydi Baran, Zehide Yavuz, Ayşe Sertkaya, Zuhal Önen, Fatmagül Demirtağ, Gülbahar Şöfer ve Ali Kalender'in adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37023 | Başvuru, idarece basın açıklaması yapmak için belirlenen alanlar dışındaki bir yerlerde, bildirimde bulunmadan basın açıklamasına katılan başvurucular hakkında emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, üçüncü kişilerce gerçekleşen yaralama eylemiyle ilgili olarak yapılan ceza yargılamasının makul süratle tamamlanmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1960 yılı doğumlu olan başvurucu, Aksaray'ın Ortaköy ilçesinde yaşamakta ve olay tarihinde pazarcılık yapmaktadır. 25/8/2005 tarihinde pazarda iki aile arasında çıkan kavga esnasında başvurucu, A.A. ve A. tarafından bıçaklanarak hayati tehlike geçirecek şekilde sırtından ve karnından yaralanmıştır. Olayda başvurucuyla birlikte başka kişiler de yaralanmıştır. Ortaköy Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından olayla ilgili soruşturma başlatılmış, toplanan deliller neticesinde 28/12/2005 tarihinde aralarında başvurucunun da bulunduğu yedi müşteki sanık ile üç sanık hakkında basit yaralama, mala zarar verme, iş ve çalışma hürriyetinin ihlali, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçlarını işledikleri iddiasıyla ceza davası açılmıştır. Ortaköy Asliye Ceza Mahkemesince (Asliye Ceza Mahkemesi) yapılan kırk iki duruşma sonunda 8/11/2012 tarihinde başvurucunun yaralanması eylemi nedeniyle A.A. hakkında 100 TL adli para cezası verilerek verilen hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Diğer taraftan A.nın başvurucuyu yaralaması nedeniyle hakkında 5 yıl hapis cezası verilmiştir. Başvurucu ve diğer katılanlar ile sanıklar anılan karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 22/12/2015 tarihli kararıyla A.nın başvurucuyu yaraladığına yönelik verilen hüküm bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"3) Sanık A.nın katılan Vedat Özkanlı'ya karşı sübut bulan kasten yaralama suçundan verilen mahkumiyet hükmünün incelenmesinde;Yerinde görülmeyen diğer itirazların reddine, ancak;,a) Kavganın başlangıcına ilişkin tarafların farklı beyanda bulundukları, sanık ve katılanın içinde bulunduğu her iki tarafın da kavgada önce karşı tarafın saldırdığını söylediği, her iki tarafın da kasten yaralama suçlarından ceza aldığı, olaydan 1 gün önce katılan sanıklar [S.Ö., N.Ö. ve S.Ö.nün] pazar yerinde karpuz satılması ile ilgili tartışmada sanığın kardeşi [A.A.ya] 'Bu kadar malı pazara getiremezsin, sana bu malı sattırmayız' demek suretiyle sair bir kötülük edeceklerinden bahisle [A.yı] tehdit edip basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralayarak dövmeleri, bu hususta haklarında dava açılıp mahkumiyet karar verildiği anlaşılmakla, sanık hakkında TCK'nin maddesince haksız tahrik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışmasız bırakılması,b) Katılan Vedat'ın yaralanması hayati tehlike niteliğinde olmasına rağmen sanık hakkında uygulama yapılırken TCK'nin 87/1-d maddesi yerine yaralamaya uymayan TCK'nin 87/1-c maddesinin yazılması,c) Anayasa Mahkemesinin 2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 2015 tarih ve 2014/140 esas- 2015/85 karar sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK'nin maddesindeki bazı ibarelerin iptal edilmesi nedeniyle 5237 sayılı TCK'nin maddesinde belirilen hak yoksunlukları yönünden sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması..." Bozma ilamı sonrasında Asliye Ceza Mahkemesi bozma kararına uyarak yeniden yargılama yapmış, 14/9/2017 tarihinde A.nın bu kez 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu ve A. bu karara karşı ikinci kez temyiz yoluna başvurmuştur. Yargılama temyiz incelemesi aşamasındayken başvurucu 2/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Asliye Ceza Mahkemesinin ikinci kararı bireysel başvuru yapıldıktan sonra 11/12/2018 tarihinde Yargıtayca onanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30817 | Başvuru, üçüncü kişilerce gerçekleşen yaralama eylemiyle ilgili olarak yapılan ceza yargılamasının makul süratle tamamlanmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, üretilen elektrik ve kok gazı üzerinden elektrik ve hava gazı tüketim vergisi alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 17/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (A) sütununda belirtilen bireysel başvuru dosyalarının 2018/20679 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/20679 numaralı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Asıl işi çelik üretimi yapmak olan başvurucu Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları T.A.Ş. (Şirket) demir cevherini saf çelik hâline getirmek için gerekli karbonu edinmek üzere ihtiyaç duyduğu kok kömürünü ithal ettiği taş kömürünü işlemek suretiyle elde etmektedir. Başvurucu ayrıca taş kömüründen kok kömürü elde edilirken ortaya çıkan kok gazını elektrik ve buhar üretiminde veya doğrudan eritme işlemlerinde kullanmaktadır. Başvurucu böylelikle elektrik enerjisi ve gaz ihtiyacını kendi imkânlarıyla karşılamaktadır. Karadeniz Ereğli Belediyesi (Belediye), başvurucu Şirketin bu şekilde elektrik ve havagazı tüketmiş olması nedeniyle 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu'nun ve maddelerinde düzenlenen hükümlere dayanarak başvurucu Şirketten elektrik ve hava gazı tüketim vergisini ödemesini istemiştir. Başvurucu Şirket, bu talep üzerine elektrik ve kok gazı tüketiminin vergilendirilmesiyle ilgili olarak ekli tablonun (E) sütununda belirtilen dönemler için dosya kapsamından belirlenemeyen tarihlerde ihtirazi kayıtlarla Belediyeye beyannameler vermiş ve bu beyannamelere istinaden anılan dönemlere ilişkin elektrik ve hava gazı vergileri Belediyece tahakkuk ettirilmiştir. Tahakkuk tutarlarının bir kısmı elektrik tüketimine, bir kısmı ise kok gazı tüketimine ilişkin olup anılan tahakkuk tutarları ekli tablonun (F) sütununda belirtilen tarihlerde ve miktarlarla Belediyeye ödenmiştir. Başvurucu Şirket sırasıyla ekli tablonun (D) sütununda belirtilen mahkemelerde ve (G) sütununda belirtilen esas numaraları ile elektrik ve hava gazı tüketim vergisi tahakkuklarının terkini ve ödenen vergilerin iadesi istemiyle davalar açmıştır. Mahkemeler davaların esastan reddine karar vermiştir. Kararların aynı mahiyetteki gerekçelerinde özetle;i. Başvurucu tarafından üretilen kok gazı ve elektrik enerjisinin başvurucunun kendi imalatında kullandığı girdileri oluşturduğu ve bu enerjinin başvurucunun ürettiği mal ve hizmetlerin üretim maliyetine yansıdığı belirtilmiştir.ii. Kendi tesislerinde ürettiği elektrik enerjisini yine kendi tesislerindeki üretim açısından girdi olarak kullanan başvurucunun; elektrik ve kok gazı enerjisinin tamamını tükettiği, bu nedenle 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinde belirtilen vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği açıklanmıştır.iii. 213 sayılı Kanun ile gerek satın alma yoluyla karşılanan gerekse kendi imkânlarıyla üretilmiş bulunan elektrik ve hava gazı tüketiminin vergilendirilmesinin amaçlandığı, müesseselerin ürettiği elektriği tüketmesi hâlinde bu vergiden muaf olacağı yolunda herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı vurgulanmıştır.iv. Mahkemede daha önce açılan 1985/380 esas sayılı davada da kok gazı üretilen bir işletme mahallinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu tesis edilen bilirkişi raporunda, kok gazının şehirlerdeki hava gazı fabrikalarında üretilen gazla aynı nitelikte bulunduğuna ve bilimsel açıdan aralarında fark bulunmadığına işaret edildiği belirtilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen kararlar, Danıştay Dokuzuncu Dairesince (Daire) onanmıştır. Onama kararlarında, temyize konu kararların usul ve kanuna uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talepleri de aynı Daire tarafından reddedilmiştir. Nihai kararlar ekli tablonun (B) sütununda belirtilen tarihlerde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. İskenderun Demir ve Çelik A.Ş. [GK], B. No: 2015/94, 25/10/2018, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20679 | Başvuru, üretilen elektrik ve kok gazı üzerinden elektrik ve hava gazı tüketim vergisi alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19620 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi ve buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır'ın Lice ilçesi Ziyaret köyünün 1993 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde boşaltılması nedeniyle zarara uğradığını belirterek zararlarının karşılanması istemiyle 7/7/2005 tarihinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında başvuruda bulunmuştur. Başvuruyu inceleyen Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu (Komisyon) başvurucunun 1993 yılında bekâr olduğunu, babasıyla beraber yaşadığını, babasına ise 777,61 TL ödeme yapıldığını belirterek 10/1/2008 tarihinde istemi reddetmiştir. Başvurucu; bunun üzerine evi için 500 TL, ahır için 000 TL, yanan ve telef olan ev eşyaları için 000 TL, yoksun kaldığı arazi gelirleri karşılığı 500 TL, bağından gelir elde edememesi nedeniyle -TL, ağaçlarından gelir elde edememesi nedeniyle 000TL olmak üzere toplam 400,-TL maddi ve 000,-TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi (Mahkeme) her bir tazminat kalemi yönünden tek tek inceleme ve hesaplama yaparak 30/5/2011 tarihli kararıyla, ev ve ahir için 307,60 TL, bağ için 400 TL, tarım zararı için 836 TL olmak üzere toplam 543,60 TL maddi tazminatın Komisyonun ret tarihi olan 10/1/2008 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, meyve ağaçları yönünden ilgili mevzuata göre davacının tazmini gereken zararının bulunmadığı sonucuna vararak diğer maddi tazminat istemlerini reddetmiştir. Mahkeme, manevi tazminat istemini ise 5233 sayılı Kanun kapsamında bu istemin karşılanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu, kararı temyiz etmiştir. Başvurucu, temyiz dilekçesinde maddi tazminat kalemlerinin hesaplanmasına ilişkin temyiz nedenlerini ileri sürmüş ancak manevi tazminat yönünden herhangi bir husus ileri sürmemiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 16/4/2015 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Karar 29/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmamıştır. Başvurucu, 25/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Celal Demir (B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21) kararı. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14956 | Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi ve buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, Rize Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yaptığı döneme ilişkin şikâyetler üzerine hakkında başlatılan idari soruşturmada özel hayatı ihlal edilerek deliller toplandığını, görevi kötüye kullanma suçundan yargılandığı davada ise tanık beyanlarındaki çelişkiler giderilmeden, tanıklarla yüzleştirilmeden ve savunma hakkı kısıtlanarak mahkûmiyetine karar verildiğini belirterek, Anayasa’nın ve maddelerinde belirtilen özel hayatın gizliliği ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle, yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 7/10/2013 tarihinde Gebze Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 19/6/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 19/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 1/9/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne beyanlarını 15/9/2014 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP sisteminden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Disiplin Soruşturması Süreci Başvurucunun Rize Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yaptığı dönemde hakkında yapılan şikayetler üzerine, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Üçüncü Dairesinin 17/3/2011 tarih ve 2011/1212 sayılı teklifi ve 30/3/2011 HSYK Başkanının oluru ile şikayetlerin müfettiş marifetiyle incelenmesine karar verilmiştir. Görevlendirilen başmüfettiş 9/6/2011 tarihinde topladığı delilleri değerlendirerek başvurucu hakkındaki iddiaların soruşturulmasına geçmiştir. HSYK İkinci Dairesi, 19/6/2012 tarih ve E.2012/61, K.2012/438 sayılı kararı ile soruşturma sonucunda hazırlanan rapor kapsamında başvurucu hakkındaki görevi kötüye kullanma iddialarına ilişkin olarak kovuşturma yapılması gerektiğine karar vererek dosyayı Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Aynı kararda, kovuşturma izni verilen eylemin disiplin hukuku boyutunun kovuşturma sonucunda verilecek karar sonrasına ertelendiği de belirtilmiştir. HSYK İkinci Dairesi, 19/2/2013 tarih ve E.2012/61, K.2013/137 sayılı kararı ile disiplin soruşturmasına konu bazı eylemler yönünden kınama, bazı eylemler yönünden ceza tayinine yer olmadığına ve bazı eylemler yönünden ise zamanaşımının dolması nedeniyle ortadan kaldırma kararı vermiştir. Yargılama Süreci Kovuşturma izni üzerine Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı, 2/10/2012 tarih ve E.2012/10374 iddianame ile Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde başvurucu hakkında görevi kötüye kullanma suçundan son soruşturmanın açılmasını talep etmiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:“…. İsmet Özkorul’un; Rize Devlet Hastanesinde yapılan bir ihaleye ilişkin Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2008/197 sayılı soruşturma kapsamında, bir kısım şüpheliler ile birlikte Y. Y. ve oğlu T. Y’nin 06/11/2008 tarihinde tutuklanarak, 25/11/2008 tarihinde Cumhuriyet Savcısının talebi ile tahliye edildikleri, şüphelilerin cezaevinde kaldıkları süre içinde, tahliye edilmeleri karşılığında şahsına ve adliyeye dağıtılmak üzere arkadaşı olduğu ileri sürülen Z. Y.’nin A. K.’den 000 $ karşılığı 000 TL bedelli senet aldığı, tahliyeyi müteakip senedin Rize İcra Dairesinde 2009/210 sayılı alınarak takibe konulduğu, iddialar ile ilgili bilgilendirilmesi üzerine, Z. Y.’nin, ismini kullanarak böyle bir iş yapmış olabileceğini, kendisi ile görüşeceğini söylediği, sonrasında ise icra takibinin alacaklı Z. Y. tarafından durdurulduğu, isminin geçtiği bu iddialar ile ilgili hiçbir soruşturma yapmadığı gibi Z. Y. ile olan münasebetini devam ettirmek suretiyle görevini kötüye kullandığı anlaşılmıştır…” Mahkeme, 6/11/2012 tarih ve E.2012/173, K.2012/195 sayılı kararı ile başvurucu hakkında son soruşturma açılmasına ve Cumhuriyet savcısı olan başvurucunun birinci sınıfa ayrıldığı gözetilerek dosyanın Yargıtaya gönderilmesine itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir. Anılan karar, itiraz edilmeden kesinleşmiştir. İlk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Ceza Dairesi, 30/1/2013 tarihinde, konutları yargı çevresi dışında bulunan ve olayla ilgili bilgileri bulunduğunu değerlendirdiği tanıklar H. , G. Y., Ö. S., A. K., N. Y., N. K., A. K., P. K., Z. Y.’nin olayla ilgili bilgi ve görgülerinin istinabe yoluyla alınmasına tensiben karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, 29/5/2013 tarih ve E.2013/1 , K.2013/6 sayılı kararı ile başvurucuyu 5 ay hapis cezasına mahkum etmiş ve verilen hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına karar vermiştir. Mahkeme; sanığın kovuşturma evresindeki savunmasına, tanık beyanlarına, soruşturma raporuna, Rize İcra Dairesinden temin edilen belgelere, tutuklama ve tahliye kararlarına ilişkin belge örneklerine, HSYK İkinci Dairesinin 19/6/2012 tarih ve E.2012/61, K.2012/438 sayılı kovuşturma izni verilmesine dair kararına dayanarak söz konusu kararı vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “…Sanıkla aralarında herhangi bir husumet ve geçimsizlik bulunmayan H. ve A. K.’nin birbirleriyle uyumlu biçimde sanığa iftira edip bunu sürdürmeleri hayatın olağan akışına aykırıdır. Esasen G. Y. dlı kişi A. K.’nin akrabası, H. 'nin ise müvekkilidir. Bu konumda olan bu kişinin tahliyesinden sonra dahi bu iki tanığın olayları yukarıda belirtildiği gibi anlatmaları ve beyanlarının gerek görüşme izinleri, gerek tahliye tarihi, gerekse senedin tanzim ve vade tarihi ile icra takibine ilişkin işlemlerle desteklenmesi karşısında bu beyanlara itibar edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Buna bağlı olarak sanık tarafından verilen cezaevinde görüşme yapılmasına dair izinler, G. Y.’nin tahliyesi için alındığı belirtilen senet, icra takibine ilişkin bilgi ve belgeler karşısında sanığın savunmaları çürütülmüş, mahkumiyetine yeter maddi deliller elde edilmiş ve bu yönde tam bir vicdani kanaate varılmıştır. Bu olayların yaşandığı tarihlerde Rize Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yapan sanık, Baro Başkanı olan tanık H. ’nin kendisine bu olayları iki kez anlatmasına ve Z. Y. adlı kişinin adı ile aralarındaki samimiyeti kullanarak iş gördürme vaadinde bulunarak aldığı senet bedelinin bir kısmını adliyede dağıtacağını söylediğini iletmesine rağmen, Z. Y. adlı kişi yönünden hiçbir hukuki işlem ve girişimde bulunmamış, bu olayları duymazlıktan gelmiş önceden var olan samimiyetini hiçbir şey olmamış gibi sürdürdüğü saptanmıştır. Sanığın Z. Y. adlı kişi hakkında adli soruşturma başlatmamak suretiyle şüpheli konumuna gelmesi, ifade vermesi ve hakkında işlem yapılması gereken bu kişiyi bu konuma düşmekten kurtararak, ayrıca hak etmediği bir statü temin edip kullanmasına imkan sağladığı ve bu hususlara bağlı olarak Z. Y.’den menfaat temin etmesine zemin oluşturduğu, A. K.’nin geçerli bir hukuki ilişkiye dayanmayan senet nedeniyle icra takibi tehdidi altına alınması sonrasında bu kişinin mağduriyetine yol açtığı, böylece görevi kötüye kullanma suçu için aranan ve birinin varlığı yeterli olan üç seçimlik unsurdan ikisinin olayda gerçekleştiği anlaşılmıştır. Eylemin başka bir suç oluşturduğu yönünde somut bilgi ve belge bulunmadığı, ancak sanığın görevinin gereklerine aykırı hareket ettiği bunun sonucunda Z. Y.’nin haksız menfaat temin etmesine ve A. K.’nin mağduriyetine yol açtığı sabit bulunmuş, bu itibarla sanığın suç ve cezadan kurtulmaya yönelik savunmaları, dosya kapsamı, toplanan deliller, alınan beyanlar, yukarıda belirtilen gerekçelerle çürütülmüş, TCK'nın 257/ maddesinde yer alan icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğu saptanmıştır…” Anılan karara karşı başvurucunun yaptığı itiraz, Yargıtay Ceza Dairesinin 19/8/2013 tarih ve 2013/9 İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret gerekçesi şu şekildedir:“….2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı ve 2010 gün ve 6008 sayılı Yasanın maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK'nun maddesinde; Sanığın yargılama sonunda hükmolunan ceza 2 yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise; Sanığın daha önceden kasıtlı suçtan mahkum olmamış, Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği yönünde kanaate varılırsa, Suçun işlenmesi ile zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamını gidermesi, Sanığın kabulü halinde; Anayasanın maddesinde düzenlenen suçlar haricinde anılan yasada öngörülen objektif ve sübjektif koşulların tamamının bir bütün halinde mevcut olup, olmadığı saptanıp değerlendirilerek sonucuna göre hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği ve 2006 tarihli Resmi Gazete ile yayınlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasanın maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK'nun maddesinin fıkrasına göre de anılan karar itiraz kanun yolunun açık olduğu yasa normu olarak düzenlenmiştir. Hal böyle olunca; Yargıtay Ceza Dairesinin 2013 günlü hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararı usul ve yasaya uygun olduğu, diğer itirazların bu aşamada incelenmesinin mümkün olmadığı görülmekle aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” Başvurucuya itirazın reddi kararı 9/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru, 7/10/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu'nun "Kurulun görevleri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi şöyledir: "Aşağıdaki alt bentlerde belirtilen hâkim ve savcılar hariç olmak üzere, hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırmak ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yürütmek. 1) Bakanlık merkez, bağlı ve ilgili kuruluşları ile uluslararası mahkemeler veya kuruluşlarda görev yapan hâkim ve savcılar. 2) Geçici yetki veya görevlendirme ile başka bir kurum, kurul veya kuruluşta çalışan hâkim ve savcılar. 3) İdarî görevleri yönünden savcılar. 4) Komisyon işlerine yönelik görevleri yönünden adalet komisyonu başkan ve üyeleri.” 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Hakim ve savcılar hakkında görevden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde evrak, Adalet Bakanlığınca ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet savcılığına, Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında görevli hakim ve savcılar hakkındaki evrak ise Ankara Cumhuriyet Savcılığına gönderilir. Cumhuriyet savcısı beş gün içinde iddianamesini düzenleyerek evrakı, son soruşturmanın açılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine verir. İddianamenin bir örneği Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince, hakkında kovuşturma yapılana tebliğ olunur. Bu tebliğ üzerine ilgili, Kanunda yazılı süre içinde delil toplanmasını ister veya kabul edilebilir istekte bulunursa bu husus göz önünde tutulur ve gerekirse soruşturma başkan tarafından derinleştirilir." 2802 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Haklarında son soruşturma açılmasına karar verilenlerden;, birinci sınıfa ayrılmış olanlarla ağır ceza mahkemeleri heyetine dahil bulunan hakim ve Cumhuriyet savcılarının, son soruşturmaları Yargıtayın görevli ceza dairesinde görülür." 2802 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Hâkim ve savcılar hakkında; a) Belli bir konuyu içermeyen veya somut delile dayanmayan, b) Başvuru sahibinin adı, soyadı, imzası ile iş veya yerleşim yeri adresi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası bulunmayan, c) Daha önceden şikâyet konusu yapılıp sonuçlanan hususlarda yeni delil içermeyen, d) Kanun yollarına başvuru sebebi olarak ileri sürülebilecek veya hâkimlerin yargı yetkisi ve takdiri kapsamında kalan hususlara ilişkin bulunan, e) Akıl hastalığı sebebiyle vesayet altına alınanlar ile henüz vesayet altına alınmamış olmakla birlikte bu hastalığa duçar oldukları sağlık kurulu raporu ile belirlenenlerce verilmiş olan, İhbar ve şikâyetler işleme konulmaz. Ancak (b) bendinde yazılı şartları taşımayan ihbar ve şikâyetlerin somut delillere dayanması durumunda, konu hakkında gerekli araştırma ve inceleme yapılır.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun , ve maddeleri ile 267 ila maddeleri, 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası. | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7582 | Başvurucu, Rize Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yaptığı döneme ilişkin şikâyetler üzerine hakkında başlatılan idari soruşturmada özel hayatı ihlal edilerek deliller toplandığını, görevi kötüye kullanma suçundan yargılandığı davada ise tanık beyanlarındaki çelişkiler giderilmeden, tanıklarla yüzleştirilmeden ve savunma hakkı kısıtlanarak mahkûmiyetine karar verildiğini belirterek, Anayasa’nın 20. ve 36. maddelerinde belirtilen özel hayatın gizliliği ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle, yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 0 |
Başvuru; 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi kapsamında yapılan burs başvurusunun ve akabinde açılan davanın reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun babası, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvuruda bulunmuş; 2008/3-1292 sayılı Komisyon kararına istinaden 21/4/2008 tarihinde sulhname imzalayarak 749,00 TL tazminat almıştır. Başvurucu; Ege Üniversitesi Bergama Meslek Yüksekokulu Tekstil Bölümünde öğrenci iken 3713 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasında yer alan hüküm uyarınca karşılıksız burs verilmesi istemiyle 14/9/2009 tarihinde, Başbakanlık Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğüne (Genel Müdürlük) başvuruda bulunmuştur. 23/10/2009 tarihli ve B.KYK.02/200 sayılı Genel Müdürlük yazında, yapılan değerlendirme sonucunda başvurucuya öğrenim ve katkı kredisi tahsis edilmiş olduğunun tespit edilmesi nedeniyle, Yönetmelik hükümleri gereğince kredi alan bir öğrencinin sosyal durumunda sonradan meydana gelen değişiklik sebebi ile kredisinin bursa dönüştürülmesinin mümkün olmadığı belirtilerek talep reddedilmiştir. Ret işlemine karşı başvurucu tarafından Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 30/4/2010 tarihli ve E.2009/1550, K.2010/583 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir: "...Yukarıda aktarılan Kanun hükmü uyarınca, üniversite çağındaki öğrencilere Devletçe karşılıksız burs verilebilmesi için, öğrencinin köyünün terörle mücadeleden dolayı boşaltılmış olması gerekmektedir. Dava dosyasına ibraz edilen, Tunceli Valiliği İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı'nın 2009 tarih ve ZTK 1902 sayılı yazısında; yapılan araştırma sonucunda davacının babasının terörden zarar gördüğü, davacının köyü olan Tunceli ili, Hozat ilçesi Kurukaymak Köyü'nün yörede yaşanan terör olayları ve terörle mücadeleden dolayı yoğun göç nedeniyle boşaldığı hususunun belirtildiği, Gümüşbağlar Köyü Muhtarlığı'nın 2008 tarihli yazısında; köylerinde ikamet etmekte olan davacının babası (H.K.)'in terör olaylarından zarar gördüğü ve 1994 yılında Tunceli ili, Hozat ilçesi Kurukaymak Köyü'nden köylerine göç ettiğinin açıklandığı görülmüş olup; yukarıda aktarılan belgeler incelendiğinde, davacının ailesiyle birlikte yaşadığı Kurukaymak Köyü'nün terörle mücadeleden dolayı boşaltılmadığı, ancak terör olayları nedeniyle yaşadıkları köyü 1994 yılında kendi istekleri ile terk ettikleri anlaşılmıştır.Bu durumda; davacı öğrencinin ailesiyle birlikte yaşadığı köyün terörle mücadeleden dolayı boşaltılmamış olması karşısında, davacının, terörle mücadeleden dolayı köyleri boşaltılan öğrencilere yüksek öğrenimleri süresince Devletçe verilecek burstan yararlandırılmasına yasal imkan bulunmadığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır..." Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 24/9/2013 tarihli ve E.2010/6184, K.2013/6536 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 29/5/2014 tarihli ve E.2014/808, K.2014/4437 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı 15/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 11/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile ilga edilen, 5532sayılı Kanun'un maddesiyle değişik 3713 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi şöyledir:"Terörle mücadeleden dolayı köyleri boşaltılan üniversite çağındaki öğrencilere ve ölenlerin çocuklarına yüksek öğrenimleri süresince Devletçe karşılıksız burs verilir." | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15069 | Başvuru, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu nun 2 maddesi kapsamında yapılan burs başvurusunun ve akabinde açılan davanın reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; trafik kazası neticesinde meydana gelen ölümden dolayı açılan destekten yoksun kalma tazminatı davasının ilk bilirkişi raporunda hesaplanan zarar miktarına davacılar tarafından itiraz edilmemesi sebebiyle miktar yönünden karşı taraf lehine usule ilişkin kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle zarar miktarının daha yüksek hesaplandığı ek bilirkişi raporunun hükme esas alınmaması suretiyle kısmen reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi S.Ö. 28/4/2006 tarihinde davalı S.K.nın sevk ve idaresindeki araçta bulunduğu sırada meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Başvurucular, sigorta şirketi ve araç işleteni aleyhine 27/10/2010 tarihinde Ceyhan Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmış; dava dilekçesinde araç sürücüsünün kazaya %100 kusurlu şekilde sebebiyet verdiğini, murislerinin desteğinden yoksun kaldıklarını belirterek her biri için ayrı ayrı 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 28/4/2006'dan itibaren işletilecek faizle davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme, uyuşmazlığın çözümü için bilirkişi incelemesi yaptırılması yoluna gitmiştir. Bu kapsamda aktüerya/hesap bilirkişisinden alınan 16/7/2012 tarihli ilk bilirkişi raporunda başvurucu Şule Özgan için 578,59 TL; başvurucu Ahmet Özgan için 193,27 TL destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanmıştır. Anılan bilirkişi raporunun Mahkemeye ibraz edilmesi sonrasında yapılan 7/11/2012 tarihli ilk duruşmada davalı taraf, söz konusu bilirkişi raporuna itiraz ettiğini bildirmiş; başvurucular ise rapora bir itirazda bulunmamıştır. Başvurucular fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle 1/10/2012 tarihinde davayı ıslah etmiş, talep ettikleri maddi tazminat miktarını 16/7/2012 tarihli bilirkişi raporunda tespit edilen zarar miktarı doğrultusunda yükseltmiştir. Mahkeme 23/1/2013 tarihli duruşmada, bilinen döneme ilişkin emsal işçilerin ücret bordroları celbedilmeden hesaba gönderilerek asgari ücretin belli bir katı belirlenip varsayıma dayanılarak hesaplama yapıldığından önceki rapora ilişkin usuli kazanılmış haklar da gözetilip dosyanın daha önceden rapor tanzim eden bilirkişiye tevdi edilmesi suretiyle yeniden rapor alınmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine düzenlenen 4/3/2013 tarihli ikinci bilirkişi raporunda başvurucu Şule Özgan için 957,81 TL, başvurucu Ahmet Özgan için 495,01 TL destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanmıştır. Söz konusu bilirkişi raporunun Mahkemeye ibraz edilmesi sonrasında yapılan 22/3/2013 tarihli duruşmada hazır bulunan başvurucular bilirkişi raporuna itirazlarının olmadığını belirtmiştir. Davalı taraf ise 15/4/2013 tarihinde verdiği itiraz dilekçesinde hesap bilirkişisinin asgari ücretin 1,3 katı oranında hesaplama yapmasının uygun olmadığını belirtmiş; 10/5/2013 tarihli duruşmada da başvurucuların murisinin de alkollü olması, alkollü olduğunu bildiği arkadaşının sevk ve idaresindeki araca binmesi, 1977 doğumlu başvurucu Şule Özgan'ın evlenme ihtimalinin raporda düşük olarak tespit edilmesi nedeniyle zararın yeniden hesaplanmasını talep etmiştir. Davalı tarafın itirazlarını da değerlendiren Mahkeme 14/5/2013 tarihli duruşmada, müteveffanın çalıştığı kurumdan celbedilen maaş bordrolarının 2006 yılına kadar olduğunun, bilirkişi tarafından 2006 yılından sonraya ilişkin ücret bordrolarının bulunmadığından bahisle yeniden eski hesaplama yöntemi benimsenerek hesaplama yapıldığının görüldüğünü belirterek emsal işçilerin gerçek aylık ücret tutarları belli iken farazi olarak asgari ücretin belli bir katı oranında hesaplama yapılmasının hatalı olduğu tespitinde bulunmuş; bu kapsamda 28/4/2006 tarihinden sonra müteveffa çalışmış olsaydı alacak olduğu ücret tutarlarını gösterir, emsal işçilere ödenen ücret bordrolarının celbedilmesine ve bu bordrolar da dikkate alınarak hesaplama yapılmak üzere bilirkişiden ek rapor alınmasına karar vermiştir. Anılan karar gereğince müteveffanın emsalini oluşturan işçilerin ücret bordroları esas alınarak hazırlanan 19/5/2014 tarihli üçüncü bilirkişi raporunda; başvurucu Şule Özgan için 308,59 TL (oğlu Ahmet'in yüksek öğrenime devam etmesi hâlinde 659,62 TL), Ahmet Özgan için yüksek öğrenime devam ediyor olması hâlinde 914,93 TL (aksi durumda 543,58 TL) tazminat hesaplanmıştır. Başvurucular, üçüncü bilirkişi raporunda hesaplanan zarar miktarının Ceyhan Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/470 sayılı dosyasında görülen davada talep ettikleri tazminat miktarını aşan kısmına ilişkin olarak 11/6/2014 tarihinde yeni bir dava açmıştır. Dava dilekçesinde; her iki dava arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunması nedeniyle davaların birleştirilmesi istenmiş ve başvuruculardan Şule Özgan için 081,03 TL, Ahmet Özgan için 721,66 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile davalılardan tahsiline karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkemenin E.2014/297 sayılı dosyası üzerinden açılan bu dava 26/9/2014 tarihli kararla asıl dava ile birleştirilmiştir. Mahkeme 4/11/2014 tarihli kararıyla davayı kısmen kabul etmiş; kusur ve diğer indirim oranlarını da dikkate alarak başvurucu Şule Özgan için 768 TL, başvurucu Ahmet Özgan için 630,60 TL maddi tazminat ile her ikisi için ayrı ayrı 000 TL manevi tazminata yasal faiziyle birlikte hükmetmiş; fazlaya ilişkin maddi ve manevi tazminat taleplerini ise reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle davacı tarafça itiraz edilmeyen ilk bilirkişi raporunda hesaplanan miktarın davalı taraf lehine usuli kazanılmış hak teşkil ettiğinden ilk rapor doğrultusunda karar verilmesi gerektiği, usuli kazanılmış hakkın davacıların itiraz etmediği ilk bilirkişi raporunda belirlenen zarar miktarı dışında kalan kısmı sona erdirme işlevinin söz konusu olduğu, ek dava açılmasının da karşı taraf lehine oluşan bu hakkı sona erdirmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Bu bağlamda kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...üçüncü ek bilirkişi raporunda, tazminat miktarının ek raporda belirlenen miktardan daha fazla hesaplandığı, buna göre, yani usuli kazanılmış hak ilkesi çerçevesinde, itiraz edilmeyen ilk rapor doğrultusunda belirlenen zarar bedelinin esas alınması gerektiği, Yargıtay Yüksek 11 HD nin 17/07/2005 tarih 4627/1348 karar sayılı kararında, davacı tarafın ilk rapora itiraz etmemiş olmasına göre ilk bilirkişi raporundaki miktarla bağlı olduğunun kabulünün gerektiğine hükmedildiği, yine 17 HD nin 15/06/2005 tarih 5155/6454 karar sayılı kararına göre, ilk rapora itiraz edilmemiş olması nedeniyle daha az kusur oranı üzerinden kanaat bildirilen ikinci bilirkişi raporuna dayanarak hüküm kurulamayacağı, bilirkişi incelemesinin davacının itirazı üzerine yapılmış olması nedeniyle ilk raporda belirlenen kusur oranı yönünden davacı yararına kazanılmış hak doğduğu gerekçesi ile bozma sevk edilerek usuli kazanılmış hak müessesesine vurgu yapıldığı, bu itibarla davacı tarafın ilk bilirkişi raporunda belirlenen miktarla bağlı olduğu, kalan bakiye hakkı, işbu usuli kazanılmış hak kurumu çerçevesinde sona erdiği, hal böyle iken, üçüncü ek bilirkişi raporunun düzenlenmesinden sonraki aşamada davacı tarafça ek dava açıldığı, işbu ek davanın, usuli kazanılmış hakkı sona erdirmesinin mümkün olmadığı, her ne kadar haktan feragatin açık seçik ve koşulsuz olması gerekmekte ise de; usuli kazanılmış hak halinde davacının haktan vazgeçme durumunun söz konusu olmadığı, usuli kazanılmış hakkın, davacının itiraz etmediği ilk raporda belirlenen zarar miktarı haricinde kalan kısmını sona erdirme işlevinin söz konusu olduğu, aksi takdirde usuli kazanılmış hakkın herhangi bir işlevinin olmayacağı, bu itibarla usuli kazanılmış hak çerçevesinde ilk rapor doğrultusunda karar vermek gerektiği, ilk bilirkişi raporunda PMF tablosuna göre belirlenen tazminat miktarlarından gerek hatır taşımacılığı gerekse alkollü kişinin aracına binilerek zararın meydana gelebileceği ön görülmesine rağmen buna önceden rıza gösterilmiş olması nedeniyle zarar bedelinden toplamda %40 oranında indirim yapılmak gerektiği, bu itibarla Şule için hesaplanan 026,71 x%60=216,10-sigortaca yapılan faizi ile birlikte ödenen ödeme miktarı olan 448,12=768,00 TL sı maddi tazminat ile, Ahmet için aynı şekilde PMF tablosuna göre tahakkuk eden 406,77 x%60=844,10-213,50=630,60 TL sı maddi tazminat tahakkuk ettiği, yine paranın alım gücü, hakkaniyet ilkesi, tarafların mali ve sosyal durumu, olayın oluş biçimi, caydırıcılık ilkesi nazara alınarak 000 şer TL sı manevi tazminat takdir etmek, [...] son olarak ek dava ile talep edilen hakkın, usuli kazanılmış hak çerçevesinde dava açılmadan önce sona ermiş olması ve bu nedenle davanın feragat benzeri sebeple ret edilmiş olması nedeniyle vekalet ücretinin tarifenin 6/maddesi uyarınca anlaşmazlığın ön inceleme tutanağı imzalanmadan önce giderildiği kabul edilerek vekalet ücretine hükmetmek ve aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir. " Anılan karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde başvurucular, Mahkemece resen istenen yeni bilirkişi raporu doğrultusunda ve bu raporda tespit edilen zarar miktarı esas alınarak hüküm kurulması gerektiğini belirtmiş; Mahkemenin ilk bilirkişi raporunu davalı tarafın 15/4/2013 tarihli itiraz dilekçesinde ileri sürdüğü kusur durumuna ve işleten sıfatıyla ilgili itirazlarına bağlı olarak değil soyut hesaplama yapılması ve hüküm kurmaya elverişli olmaması nedeniyle kabul etmediğine dikkat çekmiştir. Usule ilişkin kazanılmış hak müessesesinin mevzuatta düzenlenmediği, Yargıtay içtihatları yoluyla oluşmuş bir müessese olduğunun ifade edildiği söz konusu dilekçede, asıl dava ile birleştirilen dosyanın ayrı ve bağımsız bir dava dosyası olduğu hususu hatırlatılmış; kabul anlamına gelmemekle birlikte usuli kazanılmış hakkın sadece o dava için uygulanabilir olduğu, birleştirilen yeni dava dosyası için uygulanmasının hukuki bir dayanağının bulunmadığı belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 19/4/2018 tarihli kararıyla temyize konu kararı maddi tazminat yönünden onamış, kazanın meydana geldiği 28/4/2006 tarihindeki paranın satın alma gücü dikkate alındığında takdir olunan manevi tazminatların fazla olduğu gerekçesiyle hakkaniyete uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmek üzere manevi tazminat yönünden bozmuştur. Başvurucular, anılan karara karşı karar düzeltme talebinde bulunmuş; Yargıtay 12/2/2020 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiştir. Nihai karar 18/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular dava konusunun kesinleşen maddi tazminata ilişkin kısmı için 30/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun;i. "Sürelerin belirlenmesi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"(1) Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. " ii. "Kesin süre" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Kanunun belirlediği süreler kesindir.(3) Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar."iii. "Delillerin değerlendirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kanuni istisnalar dışında hâkim delilleri serbestçe değerlendirir."iv. "Bilirkişi raporuna itiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler. (Ek cümle:22/7/2020-7251/24 md.) Bilirkişi raporuna karşı talebin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor veya imkânsız olması ya da özel yahut teknik bir çalışmayı gerektirmesi hâlinde yine bu süre içinde mahkemeye başvuran tarafa, sürenin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek süre verilebilir. (2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir. (3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir."v. "Bilirkişinin oy ve görüşünün değerlendirilmesi" kenar başlıklı Maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir." Yargıtay İçtihadı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 4/2/1959 tarihli ve E.1957/13, K.1959/5 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Temyizce bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş, sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usuli hükümdür. Bir cihetin bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet, açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz reddedilmiştir, yahut da onu hedef tutan, bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın Temyiz Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir bozma sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet dairece bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de o konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usuli bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme, ne de Temyiz Mahkemesi halele uğratabilir. Zira umumi müktesep hakkın tanınması da amme intizamı düşüncesiyle kabul edilmiş bir esastır. Lakin, vazife konusunda usuli müktesep hak prensibinin kayıtsız, şartsız tatbiki, usulün az önce anılan mutlak hükmünün değiştirilmesi neticesini doğuracaktır ki, sözkonusu maddenin yazılışı ve kanuna konuluş gayesi itibariyle böyle bir netice kaideten caiz görülemez. Ancak ileri sürülen vazifesizlik itirazının Temyiz Dairesine reddi ve kararın başka sebeplerden bozulması ve bozmaya uyulması halinde davanın yine vazifesizlik sebebiyle reddi yoluna gidilebilmesi, usul hükümlerinin esas gayesini haleldar edebilecek bir mahiyet arz edeceği cihetle haddi zatında nadir olan böyle vaziyetlerde istisnai olarak kanunun 7 nci maddesinin tatbikini kabul etmemek, menfaatlar vaziyetine gereği gibi uygun düşecektir" Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 9/5/1960 tarihli ve E.1960/21, K.1960/9 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"(...)I- Bir mahkemenin Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir, meğer ki bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli müktesep hak yahut usule ait müktesep hak denilmektedir. Usul Kanunumuzda bu şekildeki Usule ait müktesep hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Temyizin bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar gayesine dahi ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait müktesep hak müessesesi; usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve amme intizamıyla da ilgilidir.Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Temyiz Dairesinin ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan istikrarı zedeler ve hatta kararlara karşı umumi güveni dahi sarsar.Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli müktesep hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.4/2/1959 günlü ve 13/E., 5/K. sayılı içtihadı birleştirme kararında da belirtildiği üzere gerek Temyiz Mahkemesini, gerekse diğer mahkemeleri bağlayan usuli müktesep hak esasının müstesnası olarak mahkemenin vazifesizliğine karar verilebileceği, adı geçen kararda kabul edilmiştir. O halde, usule ait müktesep hak esası, bir birçok hukuk kaideleri gibi istisnaları bulunan kaidelerdendir.II - Temyiz Teşkilat Kanununun 6082 sayılı kanunla değiştirilmiş 8 inci maddesinin 5 inci fıkrasında (İçtihatların birleştirilmesi suretiyle verilen kararlar, emsali hadiselerde mahkemeleri bağlar) denilmektedir. Mahkemelerin elinde bulunan bütün işlere ve bu arada bozma kararına uyulduktan sonra karara bağlanıp aleyhine karar verilmiş olanın temyiz etmesi sebebiyle temyiz mahkemesinde bulunan işlere ve yine bozma kararına uyulduktan sonra mahkemelerce incelenmekte olan işlere yeni çıkan içtihadı birleştirme kararının tatbiki, bu maddenin herhangi bir istisna kabul etmeyen lafzına uygun düşecektir. Bundan başka, içtihadı birleştirme kararı, daire kararlarından daha doğru bir içtihada varmak için verilmiş bir karar olduğu cihetle onun mümkün olan her davaya tatbiki, usul kaideleriyle güdülen hakka varma gayesine dahi uygun olur. Nihayet, içtihadi birleştirme kararıyla kabul edilen afaki esasları tatbik ederek istikrarı sağlama prensibinin sayısı belli hadiselerde feda edilmesinde de bir yolsuzluk düşünülemez ve bu şekilde bir tatbikat, adalete güveni sarsmak şöyle dursun bilakis bu güveni kuvvetlendirir. Demek ki söz konusu kanun hükmünün mümkün olan her hadiseye tatbiki ile müktesep hak esasının içtihadı birleştirme kararı karşısında gözönünde tutulmaması, o maddenin hem mutlak olan lafzına, hem de ruhuna uygun bulunacaktır.Şu ciheti açıklayalım ki, usuli müktesep hakka aykırı içtihadı birleştirme kararı çıkınca Temyiz Daireleri içtihadı birleştirmeye aykırı ve fakat usuli müktesep hakka uygun olan kararları bozacaklar, bozma kararı üzerine davayı incelemekte olan diğer mahkemeler dahi içtihadı birleştirme kararını kesin olarak öğrenince bozma kararıyla gösterilen yolu bırakarak içtihadı birleştirme kararı gereğince inceleme yapmaya başlayacak ve o karar gereğince hüküm vereceklerdir.III - Usule ait müktesep hakkın diğer bir şekli de bazı konuların Temyiz Dairesinin bozma kararının şümulü dışında kalarak kesinleşmesi ile meydana gelen şeklidir. Her ne kadar bu cihet, içtihadı birleştirmenin dışında kalmakta ise de, bu şimdiki kararda ileri sürülen gerektirici sebepler karşısında, bu içtihadı birleştirme ile kabul edilen hukuki esasın bu şekil müktesep hakların varlığı halinde de, tatbiki ileri sürülebilecektir.(...)" Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20/12/2013 tarihli ve E.2013/23-131, K.2013/1681 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlığın doğduğu tarihte yürürlükte olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda 'usuli kazanılmış hak' kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesi'nce verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. 'Usuli kazanılmış hak' olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesi'nce de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 1959 gün ve 1957/13-1960/5; 1960 gün ve 21/9 sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir. Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtayın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtayın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel güveni dahi sarsar.Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın maddesinde açıklanan 'Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir' hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir" Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/2/2021 tarihli ve E.2018/10(21)-94, K.2021/111 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Uyuşmazlığın çözümü, 'usuli kazanılmış hak' kavramının açıklanmasını ve açıklanan olgular karşısında somut olay ve taraflar yönünden gerçekleşip gerçekleşmediğinin irdelenmesini gerekli kılmaktadır. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (6100 sayılı Kanun/HMK) 'usuli kazanılmış hak' kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Konu, yargı içtihadı ile gelişmiştir. Bu kurum davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir. HMK’nın 'Bilirkişi raporuna itiraz' başlıklı maddesinin birinci fıkrasında 'Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.' hükmü mevcuttur. Bir tarafın bilirkişi raporuna itiraz etmemesi ile, diğer (bilirkişi raporuna itiraz eden) taraf lehine usulî kazanılmış hak doğar. Yani, bir taraf bilirkişi raporuna itiraz etmez, diğerinin itirazı (veya mahkemenin kendiliğinden gerekli görmesi) üzerine yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılır (veya aynı bilirkişiden ek rapor alınır) ve ikinci bilirkişi raporu (veya ek rapor) birinci rapora itiraz edenin daha da aleyhine olursa, ilk rapora itiraz etmeyen taraf bakımından ilk bilirkişi raporu kesinleştiğinden ve bununla diğer (itiraz eden) taraf lehine usulî kazanılmış hak doğduğundan, mahkemenin ilk bilirkişi raporuna göre karar vermesi gerekir (Kuru, B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s. 2753) Somut olayda; mahkemece kusur oranlarının tespiti amacıyla alınan 2011 tarihli bilirkişi raporunun, 2012 tarihli duruşmada taraf vekillerine elden tebliğ edilerek beyanda bulunmaları için bir sonraki duruşmaya kadar süre verildiği, davalılar vekilinin 2012 havale tarihli dilekçesi ile rapora itiraz ettiği, davacılar vekilinin ise 2012 tarihli bir sonraki duruşmada 'bilirkişi raporundan aleyhe olan hususları kabul etmiyoruz, davalılar vekilinin yazılı beyanlarını kabul etmiyoruz, dosyanın tazminat hesabı yönünden hesap bilirkişisine gönderilmesini talep ediyoruz' şeklinde beyanda bulunduğu, mahkeme tarafından 2013 ve 2013 tarihli iki ayrı raporun daha alındığı ve mütevveffa işçiye %20 oranında kusur atfeden 2013 tarihli kusur raporunun hükme esas alındığı görülmüştür. Bu durumda yukarıda yapılan açıklamalara, somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgulara göre; mahkeme tarafından 2011 tarihli kusur raporuna itiraz için taraflara iki haftadan fazla süre verildiği davalılar vekilince rapora itiraz dilekçesi ile yine Kanundaki süre içinde itiraz edildiği davacılar vekilince ise duruşmada aleyhe olan hususları kabul etmedikleri belirtilerek, dosyanın tazminat hesabı yönünden hesap bilirkişisine gönderilmesinin istendiği, davacı vekilince kusur oranlarına yönelik yeni bir rapor alınması talebi olmadığı, hesap raporuna gönderilmesinin istenmesi ile aslında 2011 tarihli kusur raporundaki kusur oranlarına göre tazminat hesabının yapılmasının zımnen istendiği anlaşılmakla 2011 tarihli ilk raporda belirlenen kusur oranları yönünden davalılar lehine usuli kazanılmış hak doğduğu ve usuli kazanılmış hakkın doğumuna engel bir durum bulunmadığı bu nedenle mahkemece bu durum dikkate alınmayarak 2013 tarihli (2013 havale tarihli) kusur raporunun hükme esas alınması ile usuli kazanılmış hakkın ihlal edildiği sonucuna varılmıştır" B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan, ...bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/21347 | Başvuru, trafik kazası neticesinde meydana gelen ölümden dolayı açılan destekten yoksun kalma tazminatı davasının ilk bilirkişi raporunda hesaplanan zarar miktarına davacılar tarafından itiraz edilmemesi sebebiyle miktar yönünden karşı taraf lehine usule ilişkin kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle zarar miktarının daha yüksek hesaplandığı ek bilirkişi raporunun hükme esas alınmaması suretiyle kısmen reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bazıları ile diğerlerinin murisleri aleyhine 23/8/1999 tarihinde el atmanın önlenmesi ve yıkım davası açılmıştır. Nusaybin Asliye Hukuk Mahkemesi 27/10/2009 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/11/2011 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 4/7/2012 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bozma üzerine Mahkemenin E.2012/368 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13169 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; idari para cezasının iptali talebiyle yapılan başvuruda karar sonucunu etkileyecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, kanuni dayanağı olmadan idari para cezası uygulanması nedeniyle de suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.A. Bireysel Başvuru Süreci Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı Anadolu İdari Yaptırım Bürosunun 28/4/2021 tarihli kararıyla başvurucu Şirket hakkında ihracat bedellerinin tamamının süresinde yurda getirilmediği gerekçesiyle 20/2/1930 tarihli ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesinin (7) numaralı fıkrası gereğince 335 TL idari para cezası düzenlenmiştir. Başvurucu Şirketin anılan cezaya yönelik iptal başvurusu İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 13/7/2021 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu Şirketin Hâkimlik kararına itirazı da İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğince (İtiraz Makamı) 18/8/2021 tarihinde reddedilmiştir. İtirazın reddine ilişkin kararın 31/8/2021 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu Şirket 28/9/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Başvurucu Şirket 29/9/2021 tarihinde İtiraz Makamının kararına karşı kanun yararına bozma talebinde bulunmuştur. Hâkimlik tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilen 15/2/2023 tarihli yazı ekinde sunulan belgelere göre; Yargıtay Ceza Dairesinin (Daire) 12/9/2022 tarihli kararıyla talebin kabulüne, İtiraz Makamının itirazın reddine ilişkin kararının 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca bozulmasına ve başvurucu Şirket hakkında verilen idari para cezasının kaldırılmasına hükmedilmiştir. Anılan yazıya göre ayrıca, bozma kararı üzerine başvurucu Şirketin iptal başvurusunun Hâkimliğin 2023/2367 İş sayılı dosyasına kaydedildiği, Hâkimlikçe 21/2/2023 tarihinde Dairenin bozma kararına uyulmasına, Hâkimliğin 13/7/2021 tarihli kararının kaldırılmasına ve başvurucu Şirket hakkında verilen idari para cezasının kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Diğer yandan, anılan kararın başvurucu Şirket vekiline 22/2/2023 tarihinde tebliğ edildiği, kararın itiraz edilmeksizin 7/3/2023 tarihinde kesinleştiğine dair Hâkimlik tarafından da 26/4/2023 tarihinde kesinleşme şerhi düzenlendiği tespit edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/45319 | Başvuru, idari para cezasının iptali talebiyle yapılan başvuruda karar sonucunu etkileyecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, kanuni dayanağı olmadan idari para cezası uygulanması nedeniyle de suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sağlık kuruluşu için tabela uygunluk belgesi almak amacıyla yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada hukuka aykırı karar verildiği ve yargılamanın makul sürede tamamlanmadığı gerekçesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışında ileri sürdüğü ihlal iddiaları yönünden başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Komisyon, makul sürede yargılamanın tamamlanmadığı iddiası yönünden ise kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; faaliyete geçirmek istediği sağlık kuruluşu için İstanbul Diş Hekimleri Odasına, tabela uygunluk belgesi verilmesi amacıyla başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun bu talebi 25/11/2008 tarihli işlemle reddedilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali ile işlem nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararın tazmini için 30/1/2009 tarihinde dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) 22/7/2009 tarihli kararıyla, 23/12/2016 tarihli ve 29927 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ağız ve Diş Sağlığı Hizmeti Sunulan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik uyarınca başvurucunun açmak istediği sağlık kuruluşunun bağlı olduğu merkezle aynı nitelikte olması gerektiğini tespit etmiştir. Mahkeme, başvurucunun talebinin bu şartı taşınmadığını vurgulamıştır. Sonuç olarak Mahkeme, hukuka uygun işlem tesis edildiği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Söz konusu karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 12/12/2013 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 24/6/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16638 | Başvuru, sağlık kuruluşu için tabela uygunluk belgesi almak amacıyla yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada hukuka aykırı karar verildiği ve yargılamanın makul sürede tamamlanmadığı gerekçesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muğla Vergi Mahkemesi hâkimi olarak görev yapan başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması üyeliği suçlamasıyla İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) ceza davası açılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu olarak yargılanan başvurucunun 1/10/2018 tarihinde 9 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği mahkûmiyet kararına karşı yapılan istinaf talepleri, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince (Bölge Adliye Mahkemesi) 22/2/2019 tarihinde esastan reddedilmiştir. Ret kararını başvurucu temyiz etmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/12/2019 tarihli hükmüyle onanmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İkinci Dairesince başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına 16/7/2016 tarihinde karar verilmiştir. 24/8/2016 tarihinde ise başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Genel Kurulu kararıyla meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu, Tekirdağ'da görev yapmaktayken Tekirdağ'daki bir banka şubesinden 30/4/2013 tarihinde 000 TL tüketici kredisi kullanmış; bu kredi karşılığında adına kayıtlı marka 2013 model aracını rehin olarak göstererek taşınır rehini sözleşmesi imzalamıştır. Başvurucunun kullandığı krediyi ödememesi nedeniyle hakkında Tekirdağ İcra Müdürlüğünün 2016/1534 Esas sayılı dosyası ile takibe başlanmış, takip dayanağı olan taşınır rehininin paraya çevrilmesi yolu ile takipte ödeme emri gönderilmiş, 4/1/2017 tarihinde ödeme emrini tebliğ alan başvurucu 9/1/2017 tarihinde Muğla İcra Dairesi kanalıyla Tekirdağ İcra Müdürlüğüne itirazda bulunmuştur. İtiraza istinaden İcra Müdürlüğünce 23/1/2017 tarihinde takibin durdurulmasına karar verilmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu; söz konusu otomobil kredisini Tekirdağ İdare Mahkemesinin başkanı olarak görev yaptığı 2013 yılı Nisan ayında kullandığını, kredi borcunu düzenli olarak öderken 15 Temmuz 2016 tarihinde meydana gelen darbe girişiminden sonra HSK Genel Kurulu tarafından meslekten çıkarıldığını, mal varlığına konulan tedbir nedeniyle ve ceza infaz kurumunda olup çalışamadığı için borcunu ödeyemediğini, bu durumun beklenmeyen hâl, mücbir sebep olduğunu belirterek borcun ortadan kalktığını belirtmiştir. Rehin alacağı için 25/4/2017 tarihinde banka tarafından Tekirdağ İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) icra takibine itirazın kaldırılması davası açılmıştır. Dava dilekçesinde; başvurucunun itiraz dilekçesinde borç ya da takip konusu alacakla ilgisi bulunmayan nedenler ve konulardan bahsettiği, başvurucunun borcu olmadığı iddialarını yazılı belge ile ispatlamadığı, yaptığı haksız itirazın kaldırılmasına, takibin devamına, kötü niyetli davalının takip miktarından %20 az olmamak üzere icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkeme 15/11/2017 tarihli kararında, başvurucunun borçlu olmadığı iddiasını 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesinde sayılan belgelerle ispatlayamadığını belirterek davanın kabulü ile itirazın kaldırılmasına ve asıl alacağın %20'sine isabet eden inkâr tazminatının başvurucudan alınarak alacaklı bankaya ödenmesine karar vermiştir. Karar, başvurucuya 19/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 29/12/2017 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, itiraz dilekçesindeki iddialarını tekrarlayarak mücbir sebep nedeniyle borcu olmadığını ve Mahkemenin hukuki nitelendirmeyi hatalı yaptığını belirterek mahkeme kararının bozulmasını talep etmiştir. Başvurucu ayrıca istinaf kanun yolu harç ve posta giderlerini karşılama imkânı olmadığını belirterek adli yardım talep etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 14/3/2018 tarihli ara kararında adli yardım talebinin 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 334 vd. maddeleri uyarınca reddine karar vermiştir. Adli yardım talebinin reddine ilişkin gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... 6100 sayılı HMK.nun 336/maddesinde '..talepte bulunan kişi, iddiasının özeti ile birlikte, iddiasına dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri mahkemeye sunmak zorundadır...' hususu düzenlenmiş ve hüküm altına alınmıştır.HMK 334/1 maddesi gereğince gerçek kişiler adli yardımdan yararlanabilecek olup, aynı Kanunun 336/2 maddesinde talepte bulunan kişinin, iddiasının özeti ile birlikte iddiasını dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri mahkemeye sunmak zorunda olduğu açıklandığından, dosyanın incelenmesinde davalının istinaf kanun yoluna başvuru dilekçesindeki '...meslekten ihraç edildiğim için ve şu anda tutuklu bulunmam nedeniyle herhangi bir gelirim bulunmamaktadır. Geçmişten gelen maddi bir birikimim de olmadığı için istinaf kanun yolu için gerekli harç ve posta gideri avansını karşılama imkanım bulunmadığından adli yardım talep etmekteyim..' şeklindeki beyanı ile adli yardım talebinde bulunduğu görülmüş ise de; adli yardım talebinde bulunan kişi hakkında yasada belirtildiği şekilde mali durumuna ilişkin herhangi bir belge sunulmadığı görüldüğünden, Dairemizde bu yolda kanaat oluşmadığından, davalının istinaf kanun yoluna başvuru dilekçesindeki istinaf başvurusu nedeniyle harç ve gider avansı yönünden adli yardımdan faydalandırılmasına karar verilmesi talebinin reddine dair... " Başvurucu 12/10/2018 tarihli dilekçesinde; ceza infaz kurumunda tutuklu olduğu için mali durumunu ortaya koyacak bilgi ve belge sunma imkânının bulunmadığını, davasını vekille takip ettiremediğini, hâkimlik mesleğinden çıkarıldığı için ekonomik durumunun kötü olduğunu belirterek emanet hesabındaki para tutarını gösteren kantin fişini dilekçesinin ekinde sunmuş ve daha önce Danıştay ile Anayasa Mahkemesinin adli yardım taleplerini kabul ettiğini belirterek karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 23/10/2018 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Gerekçede başvurucunun ekonomik durumunu gösteren herhangi bir kanıt ve belge sunmadığını, bu nedenle İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi Başkanlığının anılan kararında bir isabetsizlik bulunmadığını ifade etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 19/12/2018 tarihli kararıyla adli yardım talebinin kesin olarak reddedildiğini belirterek istinaf başvuru ve karar harcı ile istinaf gider avansına ilişkin eksikliğin giderilmesi için dosyayı yerel mahkemeye iade etmiştir. Mahkemece 16/1/2019 tarihinde istinaf harç ve posta giderlerini yatırması için başvurucuya bir haftalık kesin süre verilmiştir. Muhtıra 16/1/2019 tarihinde 121,30 TL istinaf yoluna başvurma harcı, 44,40 TL istinaf karar harcı, 100 TL istinaf gider avansı (dosyanın istinafa gidiş dönüş posta masrafı, istinaf ilamının tebliğ gideri) olmak üzere toplam 265,70 TL'nin ödenmesi için başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/1/2019 tarihli dilekçesi ile gerekli istinaf masraflarını yatırma imkânı olmadığını, adli yardım talebinin yeniden değerlendirilmesini ve dosyanın İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesini talep etmiş; istinaf masraflarını yatırmamıştır. Mahkemece 30/1/2019 tarihli ek karar ile adli yardım talebi hususunda Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın kesin mahiyette olduğu ve çıkarılan muhtıraya karşın istinaf harç ve posta giderleri yatırılmadığından istinaf talebinin reddine karar verildiği belirtilmiştir. Ek karar, başvurucuya 13/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince 21/3/2019 tarihinde reddedilmiştir. Kararda, başvurucunun yasal sürede harç ve gider avansını tamamlamakla yükümlü olduğu ancak kendisine verilen sürede yükümlülüklerini yerine getirmediği ifade edilmiştir. Sonuç olarak Mahkemenin istinaf talebinin reddine ilişkin ek kararının yerinde olduğu gerekçesiyle istinaf talebi kesin olarak reddedilmiştir. Ret kararı 24/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 7/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler.'' 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: "Adli yardım, asıl talep veya işin karara bağlanacağı mahkemeden; icra ve iflas takiplerinde ise takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesinden istenir.Talepte bulunan kişi, iddiasının özeti ile birlikte, iddiasını dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri mahkemeye sunmak zorundadır." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Mahkeme, adli yardım talebi hakkında duruşma yapmaksızın karar verebilir. Ancak, talep hâlinde inceleme duruşmalı olarak yapılır. Adli yardım taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarında sunulan bilgi ve belgelerin kabul edilmeme sebebi açıkça belirtilir.Adli yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı, tebliğinden itibaren bir hafta içinde kararı veren mahkemeye dilekçe vermek suretiyle itiraz edilebilir. Kararına itiraz edilen mahkeme, itirazı incelemesi için dosyayı o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde ise aynı işlere bakmakla görevli en yakın mahkemeye gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir. Adli yardım talebi reddedilirse, ödeme gücünde sonradan gerçekleşen ciddi bir azalmaya dayanılarak tekrar talepte bulunulabilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14623 | Başvuru, adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 4/1/2011 tarihinde gözaltına alınmasıyla başlayan yargısal süreç, başvuru inceleme tarihinde derece mahkemesinde derdest olarak devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/10423 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, boşanma davası sonrasında velayet hakkı tanınan çocuğun soyadını değiştirme talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 31/12/2013 tarihinde Isparta Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 23/5/2014 tarihli görüş yazısı 14/6/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucu tarafından Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. Birinci Bölüm tarafından 14/10/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Isparta Aile Mahkemesinin E.2009/931, K.2011/427 sayılı ilamı ile boşanmış ve müşterek çocuğun velayeti annesi olan başvurucuya verilmiştir. Başvurucu, Isparta Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği 5/3/2012 tarihli dilekçe ile 21/6/1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” şeklindeki düzenlemenin Anayasa Mahkemesinin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edildiğini ve bahsedilen iptal hükmü sonrasında velayeti annesine verilen çocuğun soyadının anne tarafından değiştirilmesinin önünde bir engel kalmadığını belirterek çocuğunun soyadının, boşandığı eşinin soyadı olan “Ünsal” yerine “Yolcu” olarak değiştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Isparta Asliye Hukuk Mahkemesinin 27/11/2012 tarihli ve E.2012/84, K.2012/305 sayılı kararı ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi uyarınca, sahih nesepli çocuğun babanın soyadını taşıyacağı, boşanma veya ölüm üzerine velayetin anneye geçmesinin çocuğun soyadında değişikliğe neden olamayacağı ve babanın soyadı veya çocuk reşit olduktan sonra kendi soyadı usulüne uygun olarak açacağı bir dava sonucunda verilecek kararla değişmedikçe çocuğun soyadının da değişmeyeceği gerekçesiyle başvurucunun davasının reddine karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/4/2013 tarihli ve E.2013/4648, K.2013/7110 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmek suretiyle onanmış, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 4/11/2013 tarihli ve E.2013/11995, K.2013/14687 sayılı kararı ile reddedilmiş, ret kararı 2/12/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. 31/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 4721 sayılı Kanun’un “Soyadı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin; (…) soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır.” 4721 sayılı Kanun’un “Adın değiştirilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir.” 2525 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesinin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edilen maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9880 | Başvuru, boşanma davası sonrasında velayet hakkı tanınan çocuğun soyadını değiştirme talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ağaç devrilmesi sonucu meydana gelen ölüm olayının etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2015/3206 numaralı bireysel başvuru 12/2/2015 tarihinde, 2016/12402 numaralı bireysel başvuru ise 22/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca konu yönünden irtibatları nedeniyle başvuruların birleştirilmesine ve incelemenin 2015/3206 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ainour Chasan Oglou (Aynur Hasanoğlu) 30/7/2013 tarihinde, çocukları olan başvurucu Pinar Moumtzi (Pınar Mumcu) ve O. ile birlikte Edirne'den Yunanistan'a gitmekteyken Karaağaç yolu kenarında bulunan, mülkiyeti Edirne Belediyesine ait, özel hukuk hükümlerine tabi bir şirket tarafından işletilen bir aile çay bahçesinde mola vermiştir. O., çay bahçesinin nehir tarafında bulunan ve üstü kapalı olan asma katında oturmakta iken saat 30 sıralarında, yakında bulunan ve uzunluğu 25-30 metre, kalınlığı 3-4 metre olan bir ağaca yıldırım düşmüştür. Yıldırımın etkisiyle parçalanan ağacın gövdesi O.nin oturduğu alana devrilmiştir. O., ağacın altında kalarak vefat etmiştir. Ayrıca olayda on iki kişi yaralanmıştır. Başvurucu Fatich Moumtzi (Fatih Mumcu) olay esnasında ölen O.nin babasıdır. A. Ceza Soruşturması Süreci Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkındaderhâl soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında olay yeri kolluk görevlilerince incelenmiş, olay yerinin fotoğrafları çekilip krokisi çizilmiş, dokuz mağdurun beyanı tespit edilmiş, olay hakkında bilgi sahibi olabilecek beş kişinin ifadesi alınmış ve bazı yaralıların adli raporları aldırılmıştır. Cumhuriyet savcısının hazır bulunmasıyla bir hekim tarafından O.nin cesedi üzerinde yapılan ölü muayenesi işleminde ölümün kafa travmasına bağlı kafatası kırığı ve beyin harabiyeti sonucu gelişen solunum ve dolaşım yetersizliği sonucu meydana geldiği tespit edilmiş, klasik otopsi işlemine gerek görülmemiştir. İfade veremeyecek durumda olması nedeniyle başvurucu Aynur Hasanoğlu'nun beyanı alınamamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, olayın meydana gelmesinde herhangi bir şahsın kusur ve etkisinin bulunmadığı sonucuna varmış ve 23/10/2013 tarihinde olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular, gövde ve dalları kuruyan ağacı veya ağacın dallarını kesmemesi, inşaat ruhsatı almadan yapı yapması, çay bahçesinin yüksek ağaçların altında olmasına ve bu durumda yüksek ağaçların yıldırım çekebileceğini bilmesine rağmen paratoner taktırmaması nedeniyle çay bahçesi işletmecisinin O.nin ölümünden sorumlu olduğunu iddia ederek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmişlerdir. Edirne Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik), kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve kanuna uygun olduğunu belirterek 11/9/2014 tarihinde itirazı reddetmiştir. Başvurucular 19/9/2014 tarihli bir dilekçeyle Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat edip kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan sonra yeni delillerin ortaya çıktığını, olayın meydana geldiği yerin mülkiyetinin Edirne Belediyesine ait olduğunu, çay bahçesinin bir şirket tarafından kira sözleşmesine istinaden 2012 yılına kadar işletildiğini, kira sözleşmesinin 2012 yılında sona ermesi nedeniyle bahse konu şirketin fuzuli şagil konumunda olduğunu, kira sözleşmesi uyarınca kiracının her türlü tehlikeye karşı önlem almakla yükümlü olduğunu ve çay bahçesinin kaçak yapı niteliğinde olduğunu iddia ederekO.nin ölümü hakkında yeniden soruşturma yapılmasını talep etmişlerdir. Başvurucular söz konusu dilekçede, çay bahçesini işleten şirket ile bu şirketin yöneticileri aleyhine olay nedeniyle Edirne Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) dava açtıklarını da belirtmişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığı 20/10/2014 tarihinde, aynı olay hakkında daha önce soruşturma yapıldığına ve soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğine işaret ederek yeniden kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın maddi anlamda kesinleşmediğine, olayın etkili bir şekilde soruşturulmadığına, olay mahallinde keşif yapılmadığına ve işletme sahibi şirketin yetkililerinin ihmali ile ölüm olayı arasında illiyet bağı bulunduğuna değinerek 20/10/2014 tarihli karara itiraz etmişlerdir. Hâkimlik, Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kararda yazılı gerekçeleri aynen tekrarlamış ve başvurucuların itirazını 23/12/2014 tarihinde reddetmiştir. Bu karar 30/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve 12/2/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Başvurucuların talebi üzerine Bakanlık, Hâkimliğin 23/12/2014 tarihli kararının Yargıtayca bozulması istemini yasal nedenlerini belirterek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirmiş; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da kendisine yapılan bildirim üzerine Yargıtay Ceza Dairesinden (Ceza Dairesi) kanun yararına bozma talebinde bulunmuştur. Ceza Dairesi; ölenin içinde bulunduğu yapının sağlamlığına göre sonucun engellenebilecek olup olmadığı, ağacın bakımından kimlerin sorumlu olduğu, ağacın her türlü bakımı yapılmış olmasına rağmen sonucun kaçınılmaz olup olmadığı hususlarında keşif yapılıp bilirkişilerden rapor alınması gerekirken eksik soruşturmayla sonuca varıldığı gerekçesiyle Hâkimliğin 23/12/2014 tarihli kararının bozulmasına karar vermiştir. Hâkimlik, Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine keşif yapıp bozma ilamında belirtilen hususlarda bilirkişilerden rapor almıştır. Bahse konu raporda; olayın çay bahçesinin ön bölümünde bulunan teras kısmının Meriç Nehri'ne doğru çelik konsollar yapılarak büyütülmesi suretiyle kazanılan ahşap taşıyıcılı ve çatılı bölümünde meydana geldiği, devrilen ağacın işletmenin dışında ve nehrin kenarında olduğu, çay bahçesinin tapu kayıtlarına bahçeli gazino olarak tescil edildiği, bölge doğal sit alanında olduğu için yapılacak her türlü işlemin Koruma Kurulunun onayına tabi olduğu, olayın meydana geldiği yerin, üzerine düşen ağacı veya ilave bir yükü taşıyabilecek sağlamlıkta olmadığı, ağacın bulunduğu bölgenin Edirne Belediyesinin mülkiyetinde olduğu ancak kiracılar tarafından işletildiği, ağacın bakımından malik ve kiracıların sorumlu olduğu, olayın gerçekleştiği tarihte kuvvetli bir fırtınanın olduğu ve ağaca yıldırım düştüğü dikkate alındığında ağacın her türlü bakımı yapılmış olmasına rağmen devrilmesinin kaçınılmaz olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, bilirkişi raporunun sonucuna atıf yaparak olayda soruşturulması gereken bir suç bulunmadığı sonucuna ulaşmış ve 16/12/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucuların, iddialarının araştırılmadığını ve kanun yararına bozma kararında belirtilen çerçevede soruşturma yapılmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yaptıkları itiraz, Hâkimliğin 11/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, 6/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve söz konusu karara karşı 22/6/2016 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. Tazminat Davası Süreci Başvurucular 25/7/2014 tarihinde, kıyı kenar çizgisi içinde kaçak yapı yapmak ve ağaca yıldırım düşebileceğini öngörüp paratoner takmak, ağacın bakımını yapmak gibi güvenlik önlemlerini almamak suretiyle olayın meydana gelmesinden sorumlu olduklarını iddia ettikleri çay bahçesi işleticisi şirket ile bu şirketin yöneticileri aleyhine Edirne Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) tazminat davası açmışlardır. Hukuk Mahkemesi yaptığı yargılamada taraflarca gösterilen tanıkları dinlemiş, olay hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin evrakı incelemiş, olay yerinde keşif yapmış ve olayın meydana geldiği yerin kaçak yapı olup olmadığı ve kıyı kenar çizgisi içinde kalıp kalmadığı, çay bahçesinin işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının olup olmadığı, çay bahçesini işleten şirketin ortaklarının kimler olduğu ve olayın meydana geldiği zaman dilimindeki hava durumunun ne olduğu hususlarında çeşitli kurumlardan bilgi almıştır. Buna göre; i. Kıyı kenar çizgisi içinde kalmayıp 8/3/1984 tarihinden önce yapılması nedeniyle imar affı kapsamında olan ve yapı kullanma izin belgesi almış yapı olarak kabul edilen çay bahçesinin işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı mevcuttur ve bu yerin mülkiyeti Edirne Belediyesine aittir. ii. Kira sözleşmesi 31/12/2013 tarihinde sona ermiş, ancak çay bahçesini işleten şirket ile 2014 yılında yeniden kira sözleşmesi imzalanmıştır.iii. Olay tarihinde 30-30 saatleri arasında hafif ve orta kuvvetli yağış ile birlikte gök gürültülü şimşek (oraj) bulunmakta olup orajın yağış ile birlikte görülmesi durumunda civarda yıldırım düşmesine ve dolu yağışına sebebiyet vermesi mümkündür. Yapılan keşifte hazır bulunan bilirkişilerce hazırlanan raporlarda; devrilen ağaç ile çay bahçesinin aynı parsel içinde yer almadığı,söz konusu ağacın uzun ömürlü ak kavak olduğu, uzunlukları nedeniyle yıldırım düşen yerlerin başında ağaçların geldiği, yıldırım düşmesi sonucu ağacın bomba etkisi yaratacağı,bakım ve budaması yapılsa dahi bu tür ağaçların devrilebileceği, ağaçların devrilmemesi için alınabilecek bir önlem bulunmadığı, çay bahçesinde paratoner olmadığı ve 8/3/1984 tarihinden önce inşa edilmiş olması hâlinde yapının kaçak yapı olarak nitelendirilemeyeceği belirtilmiştir. Hukuk Mahkemesi 27/10/2015 tarihinde, yıldırım düşen ağacın davalıların hâkimiyet alanında olmadığı, ölenin durduğu bölümün, üstünde gölgelik amaçlı bir tente bulunan ve altı demir ile desteklenmiş tahta bir zemin olduğu, ağaç devrilmemesi durumunda bahse konu yerin yıkılmasının söz konusu olmadığı, ölümün ölenin oturduğu yerin yıkılmasısonucu meydana gelmediği, zeminin sağlam olmadığı yönünde de bir iddianın bulunmadığı, bu yerin yapı olarak nitelendirilemeyeceği, aynı mekânda bulunan ve oturanlara hizmet için kullanılan yapının imara aykırılığı iddia olunsa bile ölenin bu yapı içinde bulunmadığı ve davalılara atfedilebilecek bir kusur olmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucuların talebi üzerine temyiz incelemesi yapan Yargıtay Hukuk Dairesi, davaya konu uyuşmazlığı çözme görevinin tüketici mahkemesine ait olmasına rağmen yargılamanın asliye hukuk mahkemesi sıfatıyla yapıldığı gerekçesiyle 22/2/2018 tarihinde Hukuk Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir. Davalıların karar düzeltme talepleri 18/10/2018 tarihinde reddedilmiş olupyargılama henüz sonuçlanmamıştır. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular 10/9/2014 tarihinde, olayın meydana geldiği çay bahçesini işleten şirketin imara aykırı eylemlerini ve halkın sağlığının korunması adına işyerine paratoner taktırıp taktırmadığını denetlememek, kira kontratına aykırı olarak yapılan değişikliklere göz yummak ve mülkiyetindeki taşınmazda bulunan ağaçların kontrolleri yaptırmayıp tehlike yaratan ağaçların gövde ve dallarını kestirmemek suretiyle olayın meydana gelmesinden sorumlu olduğunu iddia ettikleri Edirne Belediyesi aleyhine Edirne İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmışlardır. Olay hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin evrak ile başvurucular tarafından açılan tazminat davasına ilişkin dosyayı inceleyen İdare Mahkemesi 29/12/2015 tarihinde, olayın hava şartları sebebiyle bir ağaca yıldırım düşmesi ile yıldırımın kuvvet ve şiddetine bağlı olarak ağacın devrilmesi neticesinde meydana geldiği, devrilen ağacın yaşlı ve büyük bir ağaç olduğu, hacmi ve ağırlığı itibarıyla devrilmemesi için alınabilecek ve/veya alınması zorunlu ya da makul düzeyde beklenebilecek olan bir tedbirin bulunmadığı, olayın meydana geldiği tesisin çay bahçesi olup yıldırımdan korunma amacıyla paratoner konulması mecburi tesislerden olmadığı, tesiste paratoner olsa bile bunun ağaca yıldırım düşmesini engelleyip engelleyemeyeceğinin belli olmadığı, idarelerin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlar üzerinde yer alan ağaçlara paratoner takılmasına ilişkin emredici bir mevzuat hükmünün bulunmadığı, bu bağlamda tesisin imar mevzuatına uygun olup olmamasının da yıldırım düşmesine etkisinin olmadığı ve idari tedbirlerle önlenemeyecek nitelikte olan bir tabiat olayının neticesinde meydana gelen vefat olayı ile idari hizmet arasında illiyet bağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesince verilen karar 28/3/2016 tarihinde başvurucular tarafından temyiz edilmiş olup bu talep hakkında Danıştayca henüz bir karar verilmemiştir. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerindeki sorumluluğu genel olarak düzenleyen maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu'nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletin yalnızca kasti ve hukuka aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda devletlerin egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediği de hatırlatılmaktadır (B/Birleşik Krallık, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM’e göre Sözleşme’nin maddesi, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/Birleşik Krallık [BD], B. No: 23452/94,28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). Mahkeme, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,31/11/ 2004, § 71). AİHM ağaç devrilmesi sonucunda meydana gelen bir ölümle ilgili Ciechonska/Polonya (B. No: 19776/04, 14/6/2011, § 67)kararında, devletin yaşam hakkını güvence altına alma görevinin, kamuya açık alanlarda bireylerin güvenliğini sağlamaya yönelik makul tedbirler almayı ve ciddi bir yaralanma ya da ölüm olayının yaşanması durumunda olayların tespit edilmesi, hatalı kişilerin sorumlu tutulması ve mağdura uygun telafinin sağlanması bakımından yeterli nitelikteki yasal yolların mevcut olduğunu güvence altına alan etkili ve bağımsız bir adli sisteme sahip olmayı kapsadığını kaydetmiştir. Ancak AİHM'e göre Sözleşme’ninmaddesikapsamındayetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit, yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogenov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03, 27311/03,20/12/2011, § 209). Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük, modern toplumların güvenliğini sağlamadaki zorlukları, insan davranışlarının öngörülemezliğini ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiğini akılda tutarak yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogenov ve diğerleri,§ 209; Makaratzis/Yunanistan, B. No: 50385/99,20/12/2004,§ 69). AİHM, bazı istisnai durumlarda yetkili makamların Sözleşme’nin maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin cezai yargı yolu gerektirdiğine kanaat getirmiştir (Öneryıldız/Türkiye [BD], § 93). Ancak yaşam hakkının kasıtlı bir şekilde ihlal edilmediği hâllerde ve ihmal boyutunun hatalı bir kararın ya da dikkatsizliğin ötesine geçtiği istisnai durumlar dışında Sözleşme’nin maddesi, bu gibi yasal çözümleri gerektirmemektedir. Devlet, ilgili bireylerin her türlü sorumluluğunun tespitinin ve tazminat gibi uygun kanuni bir telafinin sağlanması yoluyla mağdurlara tek başına ya da bir ceza kanunu yolu ile bağlantılı olarak bir medeni kanun yolu sağlayarak da yükümlülüğünü yerine getirebilir (Murillo Saldias ve diğerleri/İspanya (k.k.), B. No: 76973/01, 28/11/2006; Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 73). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3206 | Başvuru, ağaç devrilmesi sonucu meydana gelen ölüm olayının etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katıldıkları gerekçesiyle başvurucuların iş sözleşmelerinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruculardan Yener Kaya olayların meydana geldiği tarihte Kars Belediye Başkanlığının iktisadi teşebbüsü olan Kars Beltaş Teknik Hizmetleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi (işveren) Temizlik İşleri Müdürlüğünde, Halit Kaya aynı Şirkette şoför kadrosunda ve Fırat Avınca da başkan koruması olarak belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmaktadır. Başvurucular hakkında Kars Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 2020/5683 sayılı soruşturma dosyası ile "6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet" suçundan soruşturma başlatılmıştır. Soruşturmanın işverene bildirilmesi üzerine başvurucuların iş sözleşmesi 11/11/2020 tarihinde feshedilmiştir. Fesih bildirimde yalnızca iş sözleşmesinin 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/2-e maddesi gereğince feshedildiği belirtilmiştir. Başvurucular, fesih işleminin haksız ve geçersiz olduğunu belirterek işe iade talebiyle tespit davası açmıştır. Davaların görüldüğü Kars İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) farklı tarih ve esas sayılı kararlarıyla davaların reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararlarında İş Mahkemesi; kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmaları nedeniyle başvurucular hakkında soruşturma başlatıldığını, her ne kadar başvurucular hakkında terör örgütleriyle irtibatlı olduklarına dair kesinleşmiş bir yargı kararı mevcut değilse de katıldıkları toplantının içeriği dikkate alındığında işverende başvurucuların terörle irtibatlı olduğuna dair şüphe oluştuğunu ve feshin geçerli olduğunu belirtmiştir. Kararların istinaf edilmesi üzerine dosyaları inceleyen Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 2/9/2021 tarihli ve farklı esas sayılı kararlarıyla istinaf taleplerinin reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararlarında Bölge Adliye Mahkemesi; başvurucular hakkında bir ceza soruşturması bulunduğunu, bu dosyada yer alan delilleri, işveren açısından işverenin kamu kurumu olmasını ve verilen hizmetin millî güvenlik açısından önemini dikkate alarak feshin geçerli olduğunu belirtmiştir. Başvurucular, nihai kararları 11/10/2021 tarihinde öğrendikten sonra 10/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular hakkında iş sözleşmesinin feshine konu olan Başsavcılığın 16/3/2021 tarihli ve 2020/484 Esas sayılı iddianamesinin ilgili kısmı şöyledir:" 2020 günü Ankara Merkezli 7 ilde başlatılan Kobani olayları ile ilgili PKK/KCK operasyonu kapsamında gözaltına alınan Kars Belediye Başkanı ...’e destek olmak amacıyla 2020 günü Kars iline gelen... HDP Van Milletvekili ... HDP Ağrı Milletvekili ... HDP Muş Milletvekilleri ... ve ... 2020 günü saat 10:50 sıralarında konakladıkları otelden ayrılarak Merkez Mahallesi Bakırcılar Caddesi Eski Belediye İş Hanı Kat: 3 sayılı adreste bulunan HDP Kars İl Başkanlığına geldikleri, Kars HDP İl Başkanlığı organizesinde Kars Belediye Başkan Yardımcıları ..., .. ve HDP Kars İl Başkanı ..’nin de aralarında bulunduğu yaklaşık 30 kişilik grup ile birlikte esnaf ziyareti yapmak amacıyla saat 11:00 sıralarında HDP İl Başkanlığı binasından çıktıkları, Halitpaşa Caddesi üzerinde bulunan esnafları ziyaret eden grup Kazımpaşa Caddesi Harakani Camii yakınında bulunan çay ocağı önüne geldikleri esnada burada HDP Van Milletvekili ... tarafından guruba ve çay ocağında bulunan şahıslara hitaben özetle '[A.B.]’in hukuksuz bir şekilde siyasi olarak gözaltına alındığı, Kars halkının [A.B.]’i siyasi iradesi olarak seçtiği, AKP iktidarı tarafından hiç olmayacak gerekçelerle Kars halkının iradesine el koymaya çalışıyor' şeklinde 2 dakika 27 saniyelik konuşma gerçekleştirildiği ve konuşma kolluk görevlilerince kayıt altına alındığı, akabinde grup Kazımpaşa Caddesinde kaldırım üzerinden yürümek suretiyle esnafları ziyaret ederek Faikbey Caddesine geçildiği ve esnaf ziyaretlerine devam eden grup, saat: 11:20 sıralarında Faikbey Caddesi üzerinde bulunduğu esnada grup içerisinde bulunan Kars HDP İl Başkanı ... aniden '[A.B.] yalnız değildir' şeklinde slogan attığı ve grup içerisinde bulunan diğer şahıslarında bu sloganı tekrar etmek suretiyle defaten söyledikleri, kolluk görevlilerince tekrar kamera ile kayıt alma işlemi başlatıldığı, grup devam eden yürüyüş ve esnaf ziyaretleri sırasında zaman zaman trafiği engelleyecek şekilde yolu kapatmak suretiyle eylemlerine devam ettikleri, ... önderliğinde sırasıyla GAMP Caddesi, Metin Sözen ve Bakırcılar Caddesi üzerinden geçerken 'Kars seninle gurur duyuyor, Merhaba değerli Kars halkımız, [A.] Başkan yalnız değildir, [A.] Başkan Kars halkının iradesidir, Kars halkı iradesine sahip çıkıyor, Merhaba değerli Kars halkımız Vekillerimiz Belediye eşbaşkanlanmız sizi selamlıyor, HDP halktır halk burada' sloganlarını bir çok kez tekrarladıklarının görüldüğü, grubun Metin Sözen Caddesi üzerinden Bakırcılar Caddesine giriş yaptığı esnada takviye olarak Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü görevlilerinin gelmesi üzerine Kars HDP İl Başkanını ..’ye kolluk görevlilerince yapmış oldukları eylemin esnaf ziyareti olmaktan çıktığının, izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü kapsamına girdiğinin, haklarında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet suçundan yasal işlem yapılacağı ikazının yapıldığı ve grubun saat 11:45 sıralarında HDP İl Başkanlığı Binasına girerek eylemlerini sona erdirdiği olay ile ilgili toplantıyı takip eden güvenlik görevlilerince baştan sona kamera ve fotoğraf çekimleri yapılmış, kimlikleri tespit edilen 21 şüphelinin kamera kayıtları ve fotoğrafları basılarak Cumhuriyet Başsavcılığımıza 2911 sayılı yasaya muhalefet suçundan suç duyurusunda bulunulduğu ve Cumhuriyet Başsavcılığımızca soruşturma işlemlerine başlanıldığı, ...Dosya arasında bulunan tüm deliller incelendiğinde belirtilen toplantının Valilik makamına bildirim yapılmadan yapıldığının anlaşıldığı, 2911 Sayılı Yasanın 28/ maddesinde kanuna aykırı toplantı düzenleyen, yönetenler ile bunların hareketlerine katılanların cezalandırılacağının belirtildiği, açık kaynaklardan temin edilen fotoğrafların çözümü ve buna ilişkin düzenlenen çözüm tutanakları da dikkate alındığında şüphelilerin olay tarihinde izinsiz yapılan toplantıya bilerek katıldıklarının anlaşıldığı, şüphelilerin alınan beyanlarında izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşüne katıldıklarını ikrar ettikleri, belirtilen şekilde şüphelilerin izin almadan toplantı yaparak ve bu toplantıya bilerek katılarak üzerlerine atılı suçu işledikleri anlaşılmakla;.." Kars Asliye Ceza Mahkemesi yaptığı yargılama sonucunda 15/3/2022 tarihinde -bireysel başvuru tarihi sonrası- tüm sanıklar yönünden suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2021/52543 ve 2021/52789 bireysel başvuru numaralı dosyaların 2021/52529 bireysel başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine Komisyonca karar verilmiştir. Başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/52529 | Başvurular, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katıldıkları gerekçesiyle başvurucuların iş sözleşmelerinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru izin alınmaksızın yurt içine nakit döviz sokulmaya teşebbüs edilmesi kabahatine dayalı olarak idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 16/11/2015 tarihinde yapılmışlardır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2015/18230 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2015/17659 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuru hakkında görüş bildirilmeyeceğini belirtmiştir. Birinci Bölüm tarafından 6/3/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Suriye uyruklu olup Mersin Serbest Bölgesinde faaliyet gösteren A. Otomotiv Yedek Parça Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.nin (A. Şirketi) ortaklarıdır. Bu şirketin 000 TL değerindeki 000 hissesi başvuruculardan Mohamed Kashet ve Z.A.ya ait iken bu kişiler tarafından 17/10/2014 tarihinde Mersin Noterliğinde düzenlenen sözleşmeyle bazı hisselerin satış işlemleri yapılmıştır. Buna göre;i. Başvurucu Mohamed Kashet 480 hissesini 000 TL karşılığında Zakwan Habbal'a, 840 hissesini 000 TL karşılığında Tamam Habbal'a, 840 hissesini 000 TL karşılığında H.ye,ii. Şirket ortaklarından Z.A. 960 hissesini 000 TL karşılığında Riad Habbal'a, 840 hissesini 000 TL karşılığında Ziad Habbal'a, 360 hissesini 000 TL karşılığında Zakwan Habbal'a satmış, bu satış işlemleri 6/11/2014 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi'nde yayımlanmıştır. Mersin Serbest Bölge Gümrük Müdürlüğü Gümrük Muhafaza Bölge Amirliği personeli tarafından 20/10/2014 tarihinde yapılan çıkış kontrolleri sırasında araç çıkış kapısına gelen SYR 460713 plakalı aracın bagajında iki adet çanta içerisinde 000 Amerikan Doları (Dolar) ve 200 TL nakit para bulunmuştur. Araç içerisinde başvuruculardan Moslem Alhabbal ve Wael Alhabbal ile B.A., KA. ve A.Y.S. bulunmaktadır. Araçta bulunanlar bu paranın A. Şirketine ait olduğunu beyan etmişlerdir. Gümrük görevlilerince Mersin Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet Başsavcılığı) talimatıyla 20/10/2014 tarihinde bu paraya el konulmuş, el koyma kararı Mersin Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/10/2014 tarihli kararıyla onaylanmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca 19/12/2014 tarihinde, eylemin idari yaptırımı gerektirdiği kanaatiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucular el koyma kararının kaldırılması için Mersin Sulh Ceza Hâkimliğine itirazda bulunmuşlardır. Sulh Ceza Hâkimliği 7/10/2015 tarihinde itirazın kabulü ile el koyma kararının kaldırılmasına ve el konulan 000 Dolar ile 200 TL nakit paranın başvuruculara iadesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, itiraz konusu kabahatin konusunu oluşturan 20/2/1930 tarihli ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun kapsamında mülkiyetin kamuya geçirileceğine veya müsadere edileceğine dair bir hükmün mevcut olmadığı vurgulanmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 18/2/2015 tarihinde, 1567 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarına göre kabahat işledikleri gerekçesiyle başvurucuların ayrı ayrı 169 TL idari para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucular 4/3/2015 tarihinde bu karara Mersin Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde itiraz etmişlerdir. Sulh Ceza Hâkimliği konu hakkında bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Gümrük alanında uzman bilirkişinin 21/5/2015 tarihli raporunda, söz konusu nakit paranın banka aracılığıyla gönderilmesi imkânı varken çanta içinde nakit olarak Mersin Serbest Bölgesinden ülkeye sokulması sırasında yakalandığı belirtilmiştir. Bilirkişiye göre itirazda bulunanlar söz konusu paranın yolcu beraberinde taşındığını ileri sürmüşlerse de bu kişiler ilgili mevzuatta tarif edilen yolcu tanımına uymamaktadır. Bilirkişi bu sebeple itiraza konu kararın yanlış olduğunun söylenemeyeceğini ifade etmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği 6/7/2015 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, bilirkişi raporunun yeterli olduğuna değinilmiş ve bu rapora itibar edilerek idari yaptırımın usul ve kanuna uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucuların bu karara karşı yaptıkları itiraz da Mersin Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/10/2015 tarihli kararıyla ilgili kararın usul ve kanuna uygun olduğu, itiraz gerekçelerinin ise yerinde olmadığı belirtilerek reddedilmiştir. Nihai karar5/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 16/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 1567 sayılı Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan maddesi şöyledir: "Kambiyo, nukut, esham ve tahvilat alım ve satımının ve bunlar ile kıymetli madenler ve kıymetli taşlarla bunlardan mamul veya bunları muhtevi her nevi eşya ve kıymetlerin ve ticari senetlerle tediyeyi temine yarıyan her türlü vasıta ve vesikaların memleketten ihracı veya memlekete ithalinin tanzim ve tahdidine ve Türk parasının kıymetinin korunması zımnında kararlar ittihazına Bakanlar Kurulu salahiyetlidir." 1567 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci ve yedinci fıkraları şöyledir: "Fiil, 1 inci maddede yazılı kıymetlerin izinsiz olarak yurttan çıkarılması veya yurda sokulması mahiyetinde ise 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu hükümlerine göre suç veya kabahat oluşturmadığı takdirde kişi; eşya ve kıymetlerin rayiç bedeli kadar, teşebbüs halinde bu bedelin yarısı kadar idarî para cezası ile cezalandırılır.""Kabahatin konusunu yabancı para oluşturması halinde, idarî para cezasının hesaplanmasında fiilin işlendiği tarih itibarıyla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının bu paraya ilişkin 'döviz satış kuru' esas alınır." 11/8/1989 tarihli ve 20249 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 7/8/1989 tarihli ve 32 sayılıKararı'nın maddesinin ilgili kısmının ilk hâli şöyledir:"Yurda döviz ithali ve yurttan döviz ihracı serbesttir. (Değişik: 2015/7603 - 2015 / m.2)" 32 sayılı Karar'ın maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Türkiye’de ve dışarıda yerleşik gerçek kişilerin, bankalar aracılığıyla kişisel sermaye hareketlerine ilişkin yurtdışından yurtiçine ve yurtiçinden yurtdışına yapacakları transferler serbesttir. Kişisel sermaye hareketlerinin kapsamı Bakanlıkça belirlenir." 32 sayılı Karar'ın maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Türkiye’de yerleşik kişilerin yurt dışından Türk lirası kredi temin etmeleri serbesttir. Temin edilen kredilerin bankalar aracılığıyla kullanılması zorunludur." Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğünün "Gümrüklerde Nakit Kontrolleri" konulu genelgesinin ilgili kısmı şöyledir:"YURT İÇİNE NAKİT GİRİŞİ Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında Mevzuat Kapsamında Uyulması Gereken Hususlar...Kaynağı İtibariyle Gümrük Giriş Noktalarından Yurda Girişi Yasak Nakde İlişkin Dikkat Edilecek Hususlara) Yolcuların üzerinde, bagajlarında veya taşıtlarında 32 sayılı Kararın 17 nci maddesi kapsamında yurt dışından alınan bir krediyi veya 14 üncü maddesi kapsamında kişisel sermaye niteliğindeki kıymetleri (kişisel borçlar, armağan, hediye, bağış, çeyiz, gelin ve güveyin karşı tarafa verdiği para, miras, veraset veya kalan mal ve göçmen işçilerin kendi ülkesindeki borçlarını tasfiyesine yönelik ödemeler ve göçmenlerin varlıkları gibi) gümrük giriş noktalarından, bankacılık sistemi dışında, yurda getirmeleri mümkün değildir. Kaynağı itibariyle getirilmesi serbest olmayan nakdin yolcular tarafından beyanı da mümkün değildir...." 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kabahatin işlenişine birden fazla kişinin iştirak etmesi halinde bu kişilerin her biri hakkında, fail olarak idarî para cezası verilir."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." 30/1/2003 tarihli ve 4800 sayılı Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile onaylanması uygun bulunan 15/11/2000 tarihli Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:"Madde 7: Taraf Devletler, meşru sermayenin dolaşımını herhangi bir şekilde engellemeksizin, bilginin yerinde kullanımını temin etmek kaydıyla, nakdin ve parasal değeri haiz her türlü evrakın sınırlan içindeki dolaşımının denetlenmesi ve izlenmesi için makul önlemlerin uygulanmasını göz önüne alacaklardır. Bu tür önlemler kişi ve kuruluşların önemli miktarda nakdin ve parasal değeri haiz her türlü evrakın sınırötesi nakline ilişkin bildirimde bulunmaları zorunluluğunu içerebilir.Madde 12: Taraf Devletler, iç hukuklarının elverdiği en geniş biçimde aşağıdakilerin müsaderesinin sağlanması için gerekli önlemleri alacaklardır: (a) Bu Sözleşmede belirtilen suçlardan elde edilen gelir veya değeri bunlara tekabül eden malvarlığı; (b) Bu Sözleşmede belirtilmişsuçlarda kullanılmış veya kullanılması amaçlanan malvarlığı, malzeme, teçhizat veya diğer araç-gereçler. Taraf Devletler, muhtemel bir müsadere amacıyla, bu maddenin fıkrasında bahsedilen herhangi bir malın tespitinin, izlenmesinin, dondurulmasının veya el konulmasının sağlanması için gerekli önlemleri alacaklardır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı ve Diğer Yüksek Mahkeme Kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Ismayilov/Rusya (B. No: 30352/03, 6/11/2008) kararına konu olayda Bakü’de annesinden intikal eden evini satan başvurucu, yanında taşıdığı para miktarını (348 Dolar) gümrük makamlarına eksik (48 Dolar) bildirmiştir. Rusya kanunlarına göre ise 000 Dolar üzerindeki para miktarı gümrüğe bildirilmelidir. Başvurucu hakkında bildirim yükümlülüğüne uymama suçundan şartlı tahliye koşuluyla altı ay hapis cezası ve ayrıca el konulan paranın tamamının müsaderesine karar verilmiştir. AİHM, müsadere tedbiriyle ilgili istikrarlı yaklaşıma değinmiş ve müdahalenin mülkiyetten yoksun bırakma içerse dahi Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanımının kontrolü mahiyeti taşıdığını belirtmiştir (Ismayilov/Rusya, §§ 28-30). AİHM, kamu yararı bakımından korunan hukuki menfaatin ise gümrük makamlarına bildirim yükümlülüğüne uyulmasını sağlamak olduğunu vurgulamıştır (Ismayilov/Rusya, § 33). AİHM; başvurucuya herhangi bir suç isnadında bulunulmadığını ve olayda müsadere tedbirinin kara paranın aklanması, terörizmin finansmanı, uyuşturucu kaçakçılığı, vergi kaçırma veya başka suç faaliyetleri kapsamında uygulanmadığı tespitlerine yer vermiştir. Buna göre belirli bir miktarın üzerinde nakit parayı yanında taşıyan başvurucu, sadece gümrük makamlarına yanında taşıdığı bu parayı eksik bildirmekten dolayı sorumlu tutulmuştur. AİHM, bildirilmeyen paranın meşru yollardan elde edildiğini ve bu paranın bildirilmemesinin kamuya olan zararının ise oldukça az olduğunu vurgulamıştır. Bununla birlikte müsadere tedbirinin sadece zararın tazmini amacıyla uygulandığı değil aynı zamanda caydırıcı ve cezalandırıcı bir yönünün de bulunduğu kabul edilmiştir. Ancak olayda başvurucunun zaten bildirim yükümlülüğüne uymadığı için şartlı tahliye koşuluyla hapis cezası aldığına dikkat çekilmiştir. AİHM'e göre yalnızca bildirim yükümlülüğüne uymamasından dolayı başvurucu ceza da almışken ayrıca müsadere uygulanması ölçüsüz olup başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemektedir (Ismayilov/Rusya, §§ 37, 38). AİHM, başka başvurularda da benzer şekilde yurda girerken veya yurttan çıkarken yolcu yanında taşınan paranın gümrük makamlarına bildirilmemesi nedeniyle idari veya adli yaptırımlar uygulanmasına rağmen buna ek olarak ayrıca söz konusu paranın da bütünüyle müsadere edilmesinin ölçüsüz bir müdahale olduğunu kabul ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Boljević/Hırvatistan, B. No: 43492/11, 31/1/2017, §§ 37-46; Gabrić/Hırvatistan, B. No: 9702/04, 5/2/2009, §§ 31-40). Gyrlyan/Rusya (B. No: 35943/15, 9/10/2018) kararında da başvurucu ev satışından elde ettiği 000 Dolar tutarındaki nakit parayı hava alanında yurt dışına çıkarırken yakalanmış ve mahkemece bu paranın 000 Dolarının müsaderesine karar verilmiştir. AİHM önceki kararlardan farklı olarak ayrıca bir yaptırım da uygulanmadığı hâlde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğuna karar vermiştir. AİHM, korunan hukuki değer ile karşılaştırıldığında müsadere edilen para miktarının oldukça yüksek olduğunu ve beyan edilmemiş tutarın müsadere edilmesinin veya eşdeğer bir ceza uygulanmasının adil dengeyi sağlanmasını engelleyen katı bir sistem olduğunu vurgulamış ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Avrupa Birliği Adalet Divanı ise gümrük makamlarına bildirmeme fiili sebebiyle bildirime konu nakit paranın %60'ı tutarında para cezası verilmesinin yaptırımla amaçlanan sonuçlar ile karşılaştırıldığında ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Robert Michal Chmielewski (Macaristan), C-255/14, 16/7/2015). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17659 | Başvuru izin alınmaksızın yurt içine nakit döviz sokulmaya teşebbüs edilmesi kabahatine dayalı olarak idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 25/9/2007 tarihinde Gebze Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında makul sürede yargılama yapılmadığını, Yargıtay bozma ilâmında iyi niyetli olmadığının ifade edildiğini, bu tespite İlk Derece Mahkemesinin de uyduğunu ancak söz konusu tespite nasıl ulaşıldığının tatmin edici gerekçelerle açıklanamadığını, dava sonunda lehine hükmedilen bedelin denkleştirici adalet ilkesine ve hakkaniyete uygun olmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 9/9/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 01/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 29/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 25/9/2007 tarihinde Gebze Asliye Hukuk Mahkemesinde, Muallim Köy Muhtarlığı tüzel kişiliği aleyhine açtığı tazminat davasında, davalı idareden, 30/9/1991 tarihinde Gebze ilçesi Muallim köyünde bulunan bir taşınmazı 000 TL bedel ödeyerek satın aldığını, ancak daha sonra aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davası neticesinde söz konusu taşınmazın tapusunun iptal edildiğini ve taşınmazın köy tüzel kişiliği adına tescil edildiğini, bu nedenle taşınmaz için ödediği bedelin geri ödenmesi gerektiğini ve esasen bu durumdan dolayı 000,00 YTL'nin üzerinde zarara uğradığını belirterek, yasal faizi ile birlikte zararın tazmini talep etmiştir. Yapılan yargılama sonunda, Gebze Asliye Hukuk Mahkemesi, 19/3/2009 tarih ve E.2007/433, K.2009/94 sayılı kararı ile taraflar arasında kanuna açıkça aykırı bir satış sözleşmesi düzenlendiğini, dolayısıyla iki tarafın da kusurlu olduğunu; ancak başvurucunun hak sahibiymiş gibi davranarak tahsis ve tapu işlemlerini yaptırması nedeniyle daha ağır kusurlu hareket ettiğini, ayrıca söz konusu taşınmazın satışının ihtiyaç sahiplerine mülk edindirme amacıyla tespit edilen rayiç bedeli üzerinden yapıldığını dikkate alarak, davanın kısmen kabulü ile başvurucunun alım tarihinde ödediği bedelin Toptan Eşya Tüketici Fiyat Endeksine (TEFE) göre hesaplanmış hali olan 573,00 TL’nin, dava tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesinin bu kararına karşı taraflarca temyiz talebinde bulunulmuş, Yargıtay Hukuk Dairesi, 9/12/2010 tarih ve E.2010/8926, K.2010/16525 sayılı ilâmı ile “Davacıya ait tapunun mahkeme kararı ile iptal edilmesi davacıyı iyi niyetli hale getirmez. Dava konusu taşınmazın satın alınabilmesi için köy nüfusuna kayıtlı olması ve köyde oturuyor olması zorunlu olup, davacı yanıltıcı beyanda bulunduğuna göre iyi niyetli olduğundan da söz edilemez. Bu takdirde davacı taşınmaz için ödediği bedeli dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsilini talep edebilir…” gerekçesine dayanarak İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin, 22/10/2011 tarih ve E.2011/14322, K.2011/15644 sayılı ilâmı ile reddedilmiştir. Gebze Asliye Hukuk Mahkemesi bozma ilâmına uyarak, 13/3/2012 tarih ve E.2011/760, K.2012/105 sayılı kararı ile bozma ilâmında belirtilen hususlar kapsamında, davanın kısmen kabulüne, 000 TL (99,00 YTL)'nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar vermiştir. Taraflarca temyiz talebinde bulunulması üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 21/1/2013 tarih ve E.2012/20810, K.2013/867 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır. Aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi ise, Dairenin 1/7/2013 tarih ve E.2013/14693, K.2013/18054 sayılı ilâmı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilâm başvurucuya 17/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 9/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 18/3/1924 tarih ve 442 sayılı Köy Kanunu’nun ek maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Köy tüzelkişiliği adına, köy yerleşme planına göre en çok 2000 m² olmak üzere tescil edilen parseller köyde ikamet eden ve köy nüfusuna kayıtlı olup evi bulunmayan ihtiyaç sahiplerine ihtiyar meclisi kararı ile rayiç bedel üzerinden satılır.” 20/8/1987 tarihli Köy Yerleşme Alanı Uygulama Yönetmeliği’nin “İhtiyaç Sahipliği Şartları” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Arsa satın alabilmek için;…c) İsteklinin ikamet etmekte olduğu köy nüfusuna kayıtlı olması ve o köyde asgari 5 yıl oturmuş olması,Nüfus kaydı evvelce başka yerlerde olup, bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra bu köy nüfusuna aktarmış olanların, hak sahibi olabilmeleri için nüfus kaydı aktarma işlemi tarihinden itibaren 5 yıl süreyle fiilen o köyde ikamet etmiş olmaları şarttır.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun “Munzam zarar” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Alacaklının düçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiç bir kusur isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir. Bu munzam zarar derhal takdir olunabilirse hakim, esasa dair karar verir iken bu zararın miktarını dahi tayin edebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7022 | Başvurucu, 25/9/2007 tarihinde Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında makul sürede yargılama yapılmadığını, Yargıtay bozma ilâmında iyi niyetli olmadığının ifade edildiğini, bu tespite İlk Derece Mahkemesinin de uyduğunu ancak söz konusu tespite nasıl ulaşıldığının tatmin edici gerekçelerle açıklanamadığını, dava sonunda lehine hükmedilen bedelin denkleştirici adalet ilkesine ve hakkaniyete uygun olmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
A. ALKURDI BAŞVURUSU(Başvuru Numarası: 2020/2815) Karar Tarihi: 15/3/2022 BİRİNCİ BÖLÜM KARAR Başkan:Hasan Tahsin GÖKCANÜyeler:Muammer TOPAL Recai AKYEL Yusuf Şevki HAKYEMEZ Selahaddin MENTEŞRaportör:Gizem Ceren DEMİR KOŞARBaşvurucu:Ahmat A. ALKURDIVekili:Av. Nurullah SEZGÜL Başvuru, sınır dışı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü 8/1/2019 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmesine karar vermiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2815 | Başvuru, sınır dışı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvuruların başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Bölümler tarafından bir kısım başvurucu hakkında sınır dışı etme işlemlerinin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muhtelif ülkelerin vatandaşı olan başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi kapsamında ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş, ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Başvurucular sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek değişik tarihlerde bireysel başvurularda bulunmuşlardır. Başvurucular gönderdikleri ayrı dilekçelerle bireysel başvurularından feragat ettiklerini ve gönüllü olarak ülkelerine dönmek istediklerini belirtmişlerdir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/24530 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8193 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, Toplu Konut İdaresinden (TOKİ) satın aldığı ve TOKİ'nin gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi ile anlaştığı şirketler tarafından yapılarak teslim edilen dairenin, eksik ve ayıplı olarak teslimi dolayısıyla açtığı davanın, TOKİ'nin zararın bir kısmından sorumlu tutularak kısmen kabul edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 27/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, TOKİ ile diğer davalılar olan yüklenici şirketler arasında yapılan gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi gereği yapılan dairelerden birini satın almış ve dairenin eksik ve ayıplı teslimi dolayısıyla dairede meydana gelen değer kaybının, davalılar TOKİ ve yüklenici şirketlerden tahsili amacıyla 18/6/2009 tarihinde Sincan Tüketici Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme, 24/3/2011 tarih ve E.2009/201, K.2011/243 sayılı kararıyla davayı kısmen kabul etmiş, temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/11/2011 tarih ve E.2011/14532, K.2011/17353 sayılı ilamıyla “…davalı TOKİ, Mahkemeye yazdığı 2009 tarihli cevabi yazıda; idare ile yükleniciler Kontaş İnş ve Mad. San. Tic. İhr. Ltd. Şti.-Canberk İnş. Turz. Paz. Ltd. Şti. ortak girişimi arasında yapılan sözleşmenin 7 ve maddelerinde işin tüm eksik ve kusurlu imalatlarından yüklenicilerin sorumlu olduğu, konut sahiplerinden muhtelif zamanlarda gelen şikayetler değerlendirilip durum tespit tutanağı düzenlendiğini, bu işlerin yükleniciler nam ve hesabına giderilmesi için karar alındığını bildirmiş, ayrı bir yazı ile de idare tarafından tespit edilen eksikliklerin yüklenici nam ve hesabına yaptırılmasını teminen Grup Lider İnş. Tur. San. Tic. AŞ’ye ihale edilip 2009 tarihli sözleşme imzalandığını, yer tesliminin 2009 tarihinde yapıldığını belirtmiştir. Bu durumda davalı TOKİ tarafından eksiklikler giderildiği takdirde giderilen eksiklik ve ayıplar yönünden dava konusuz kalacaktır. Her ne kadar mahkemece işin ihale edilmesinden sonra 2010 tarihinde yapılan keşif ve hazırlanan bilirkişi raporu esas alınarak sonuca gidilmişse de, bu aşamadan sonra da eksikliğin giderilmesi mümkündür. Hal böyle olunca davalı TOKİ tarafından kişiyle yapılan 2009 tarihli sözleşme ve ekleri getirilip davacıya ait konutda olduğu iddia edilen ayıp ve eksik imalatlar ile ortak yerlerdeki ayıplı ve eksik imalatların bu sözleşme kapsamında olup olmadığı, varsa bunların giderilip giderilmediği, sözleşmede kişiye bu noksanların hangi tarihe kadar giderilmesi için süre verildiği gerektiğinde keşif yapılarak değerlendirilmeksizin yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir…” gerekçesiyle bozulmuştur. Bozmaya uyan ilk derece mahkemesi, bozma kararı doğrultusunda gerekli incelemeleri yaptıktan sonra, 11/10/2012 tarih ve E.2012/91, K.2012/753 sayılı kararında, konutta ve ortak alanlardaki eksik ve ayıplı işlerle ilgili bütün davalıların sorumlu olduğu, ancak, "kapalı yüzme havuzunun davalı yüklenici şirketler tarafından konut sahiplerine ayrıca taahhüt edildiği, kapalı yüzme havuzunun davalılar arasında kararlaştırılan sözleşmede yer almadığı, sitede sözleşme ve proje kapsamında ayrıca açık yüzme havuzunun da bulunduğu, bu nedenlerle davalı TOKİ'nin kapalı yüzme havuzu taahhüdünden ve inşasından sorumlu olmadığı" gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, kabul edilen tazminat kısmının konut ve ortak alanlardaki eksiklik ve ayıplara ilişkin kısmından TOKİ ile diğer davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarına, kapalı yüzme havuzu ile ilgili kısmından ise TOKİ dışındaki davalıların sorumlu olduklarına karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin, 11/4/2013 tarih ve E.2013/6432, K.2013/9426 sayılı ilamı ile “sair temyiz itirazlarının reddine ancak davacı, davalıların gelir ortaklığı esasına göre yaptığı Ankara Eryaman Göksu Park konutlarından satın aldığı dairede eksik ve kusurlu imalatlar bulunması nedeniyle dairede oluşan değer kaybının tahsili için eldeki davayı açmıştır. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, davalılar kendilerini vekille temsil ettirdiklerinden, davalılar yararına reddedilen kısım için ayrı ayrı vekalet ücreti tahsiline karar verilmiştir. Aynı dava sebebine dayanılarak dava açılması ve davalıların sorumluluklarının müteselsil olması nedeniyle davanın reddi halinde davacı aleyhine tek bir ücreti vekalete hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde her bir davalı için ayrı ayrı ücreti vekalete hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Ne var ki yapılan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden…” şeklinde gerekçe gösterilerek hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin, 18/11/2013 tarih ve E.2013/27942, K.2013/28345 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucu vekiline 26/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.Başvurucu bu karara karşı 27/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 23/2/1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un maddesi şöyledir : “Bu Kanunun amacı, (...) kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir.” 4077 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda ya da reklam ve ilanlarında yer alan veya satıcı tarafından bildirilen veya standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar, ayıplı mal olarak kabul edilir. Tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte ayıplı malın neden olduğu ölüm ve/veya yaralanmaya yol açan ve/veya kullanımdaki diğer mallarda zarara neden olan hallerde imalatçı-üreticiden tazminat isteme hakkına da sahiptir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1070 | Başvurucu, Toplu Konut İdaresinden (TOKİ) satın aldığı ve TOKİ'nin gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi ile anlaştığı şirketler tarafından yapılarak teslim edilen dairenin, eksik ve ayıplı olarak teslimi dolayısıyla açtığı davanın, TOKİ'nin zararın bir kısmından sorumlu tutularak kısmen kabul edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 0 |
Başvurucular, 10/10/1989 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasındaki yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakları ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 29/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 30/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Maliye Hazinesi tarafından 30/6/1988 tarihli dilekçeyle Kocahöyük köyü Segiran mezrasında bulunan arazilerin içerisinde Hazine arazileri olduğu iddiasıyla başvurucular ve müşterekleri aleyhine meni müdahale davası açılmıştır. Bu dava Savur Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1989/59 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mardin ili Savur ilçesi Kocahöyük köyünde 1989 yılında kadastro çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalar sonucunda Kocahöyük köyünde bulunan 123 ada 1 parsel numaralı taşınmaz başvurucular ve müşterekleri adına tespit edilmiştir. Bu tespit üzerine Maliye Hazinesi tarafından 10/10/1989 tarihinde başvurucular ve müşterekleri aleyhine Savur Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. Bu dava Savur Kadastro Mahkemesinin E.1989/10 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Savur Asliye Hukuk Mahkemesi, E.1989/59 sayılı dosyaya ilişkin olarak 19/10/1989 tarih ve E.1989/59, K.1989/122 sayılı kararıyla dava konusu taşınmazlara ilişkin düzenlenen kadastro tespit tutanaklarının tutulduğu gerekçesiyle dosyanın görevli mahkeme olan Savur Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu dava, Savur Kadastro Mahkemesinin E.1990/28 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Savur Kadastro Mahkemesi 28/3/2001 tarih ve E.1990/28 K.2001/18 sayılı kararıyla, Mahkemenin E.1990/28 sayılı dosyasındaki 123 ada 1 parsel numaralı taşınmaz ile Mahkemenin E.1989/10 sayılı dava dosyasına konu olan taşınmazların aynı olması, dosyalar arasında hukuki ve fiili irtibat bulunması ve biri hakkında verilecek hükmün diğerini de etkilemesi gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine ve E.1990/28 sayılı dava dosyasının kapatılıp davanın E.1989/10 sayılı dosya üzerinde yürütülmesine karar vermiştir. Yargılamaya Savur Kadastro Mahkemesinin E.1989/10 sayılı dosyasında devam edilmektedir. Başvurucular, 29/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22 | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7675 | Başvurucular, 10/10/1989 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasındaki yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakları ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. | 1 |
Başvurucu, milletvekili olduğu halde hakkında “yurtdışına çıkamamak” şeklinde adli kontrol tedbirinin uygulanması nedeniyle siyasal katılım hakkı ile seyahat özgürlüğü, gerekçeli karar hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 27/1/2014 tarihinde bizzat yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 3/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Bakanlık görüşünü 26/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucu vekiline 27/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı 28/2/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu 13/3/2014 tarihli dilekçesinde hakkında uygulanan yurt dışına çıkış yasağı tedbirinin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 11/3/2014 tarihli kararı ile kaldırıldığını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 13/4/2009 tarihinde Ankara’da gözaltına alınmış, 17/4/2009 tarihinde sorgusunu müteakip İstanbul’da tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 21/7/2009 tarihinde düzenlenen iddianamede başvurucu, “terör örgütü kurmak ya da yönetmek, cebir ve şiddetle TBMM’nin faaliyetlerini engellemeye teşebbüs, cebir ve şiddetle Hükümetin faaliyetlerini engellemeye teşebbüs etmek”le suçlanmıştır. Başvurucu ve diğerleri hakkında açılan bu dava Ergenekon ana davası ile birleştirilmiştir. Başvurucu hakkındaki yargılama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/191 Esas sayılı dava dosyasında yapılmıştır. Mahkeme, 5/8/2013 tarihli kararında, başvurucunun “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten men etmek” suçuna eksik teşebbüste bulunduğunu sabit görerek 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutuklu yargılanan başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, başvurucuya “verilen ceza miktarı ve tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak… hakkında yurt dışına çıkış yasağı konulmasına” da karar vermiştir. Başvurucu, hukuka aykırı olarak tutuklandığı ve tutukluluğunun makul süreyi aştığı iddiasıyla 30/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, 4/12/2013 tarihli kararında, tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine; seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiğine; tutukluluğa itirazın incelenmesi sırasında Cumhuriyet Savcısı’nın yazılı mütalaasının tebliğ edilmediği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın maddesinin sekizinci fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin kararı üzerine başvurucu, hakkındaki yurt dışına çıkış yasağı tedbirinin kaldırılması ya da söz konusu adli kontrol tedbirinin bir başka adli kontrol tedbirine çevrilmesi talebinde bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 20/1/2014 tarihli kararında “davanın kovuşturma aşamasının 5/8/2013 tarihinde sona erdiği, bu tarihte verilen kararlara itiraz süresinin ise 12/8/2013 tarihinde dolduğu, bu aşamadan sonra kovuşturma aşamasının tamamlanmış olduğu, sanığın daha önceki aynı konudaki taleplerinin ve itirazlarının reddedilmiş olması da dikkate alınarak, yeniden karar verilmesine mahal olmadığına…” gerekçesi ile talep hakkında bir karar vermemiştir. Anılan karara yapılan itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin, 23/1/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi kararında “İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 20/1/2014 tarih ve 2014/99 değişik iş sayılı kararının ve gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğu, herhangi bir isabetsizlik görülmediği anlaşıldığından…” gerekçesi ile itirazı reddetmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 11/3/2014 tarihli kararı ile başvurucu hakkında verilen yurt dışına çıkamamak tedbirinin kaldırılmasına karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Adli kontrol” başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir: “(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.…(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:a) Yurt dışına çıkamamak.…(6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde uygulanmaz. (7) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında (…) adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Adlî kontrol kararı ve hükmedecek merciler” başlıklı maddesi şöyledir: (1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir.(2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir.(3) 109 uncu madde ile bu madde hükümleri, gerekli görüldüğünde, görevli ve yetkili diğer yargı mercileri tarafından da, kovuşturma evresinin her aşamasında uygulanır.” 5271 sayılı Kanun’un “Adlî kontrol kararının kaldırılması” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Şüpheli veya sanığın istemi üzerine, Cumhuriyet savcısının görüşünü aldıktan sonra hâkim veya mahkeme 110 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre beş gün içinde karar verebilir.(2) Adlî kontrole ilişkin kararlara itiraz edilebilir.” | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1050 | Başvurucu, milletvekili olduğu halde hakkında “yurtdışına çıkamamak” şeklinde adli kontrol tedbirinin uygulanması nedeniyle siyasal katılım hakkı ile seyahat özgürlüğü, gerekçeli karar hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; işe iade talebiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, inşaat işiyle uğraşan şirkette planlama mühendisi olarak çalışmıştır. Bir yıllık çalışma süresi dolmadan 9/3/2016 tarihli fesih bildiriminin başvurucunun iş akdinin 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi gereğince ihbar öneli sonu olan 5/4/2016 tarihi itibarıyla feshedileceği bildirilmiştir. Başvurucu, iş sözleşmesinin geçerli bir neden olmaksızın feshedildiğini iddia ederek feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 27/4/2016 tarihinde İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu 5/4/2016 tarihine kadar işyerinde çalıştığını, işverenin iş sözleşmesinden doğan tazminat ve işçilik alacağını ödemeksizin, alınan yönetimsel karar neticesinde görev yaptığı pozisyonun lağvedilmesi ve işletme kapsamında görev tanımına uygun olarak istihdam edilebileceği başka bir pozisyon bulunmaması gerekçesiyle iş akdini haksız olarak feshettiğini belirtmiştir. Mahkeme 3/10/2017 tarihli kararla davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Yapılan yargılama, toplanan deliller, müzekkere cevapları ve tüm dosya münderecatı birlikte değerlendirildiğinde; feshin önel verilmek sureti ile yapıldığı, ancak Yerleşik Yargıtay içtihatları uyarınca dava açma süresinin önel verilmiş olsa dahi fesih iradesinin işçiye ulaştığı tarihten itibaren 1 aylık yasal sürede açılması gerektiği dikkate alındığında davanın davalı işverenliğin fesih bildiriminin tebliğ edildiği 09/03/2016 tarihinden itibaren 1 aylık hak düşürücü süre geçirildikten sonra 27/04/2016 tarihinde açıldığı anlaşıldığından süresinde açılmayan davanın reddi yönünden karar vermek gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ..." İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 20/12/2017 tarihinde başvurucunun istinaf talebini reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...4857 Sayılı İş Kanunu maddesi uyarınca iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini ileri süren işçinin fesih bildiriminin tebliğ tarihinden itibaren 1 ay içerisinde feshin geçersizliği ve işe iade istemiyle dava açması gerekmektedir. Bu süre hak düşürücü süre olup re'sen dikkate alınması gerekir. Somut uyuşmazlıkta; davalı işveren, 09/03/2016 tarihli iş akdi fesih bildirimi ile, davacının iş akdinin, İş Yasası maddesi gereğince ihbar öneli sonu olan 05/04/2016 tarihi itibari feshedileceğini bildirmiştir. Dosya sunulan belgelerden ve davacı tarafın da kabulünde olduğu üzere, davacıya ihbar öneli de kullandırılarak iş akdinin fesih edileceği 09/03/2016 tarihinde bildirilmiştir. 4857 sayılı iş kanunu maddesindeki yasal düzenleme gereğince de davacının fesih bildiriminin tebliğ edildiği ve öğrenildiği tarihten itibaren 1 ay içerisinde davasını açması gerektiği ve bu sürenin hak düşürücü süre olduğu ve 09/03/2016 tarihine göre davacının dava açtığı 27/04/2016 tarihinde hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu ve bu nedenle davanın süresinde açılmadığı ve mahkemenin bu yöndeki tespit ve değerlendirmelerinin yerinde olduğu ve davalı tarafın istinaf itirazının yerinde olmadığı anlaşılmıştır. ... " Başvurucu, süresi içinde temyiz talebinde bulunmuş, Yargıtay Hukuk Dairesi 12/11/2018 tarihinde hükmü onamış ve karar kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 4/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 11/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. İlgili Mevzuat 4857 sayılı Kanun'un maddesinin 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile yapılan değişiklikten önceki hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. ... taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür. ..."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/4/2014 tarihli ve E.2014/1435, K.2014/13113 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi uyarınca iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini ileri süren işçinin, fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içerisinde feshin geçersizliği ve işe iade istemi ile dava açması gerekir. Bu süre hak düşürücü süre olup, resen dikkate alınması gerekir. ...İş sözleşmesinin önel verilerek feshi halinde, dava açma süresi önelin sona ereceği tarihte değil, işverenin fesih bildirimini tebliğ ettiği tarihten başlar.Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından iş sözleşmesinin 05/10/2011 tarihi itibariyle feshedileceğinin 06/09/2011 tarihinde davacıya işçiye bildirildiği, davanın ise 03/11/2011 tarihinde açıldığı, bildirim tarihine göre davanın bir aylık dava açma süresi geçtikten sonra açıldığı anlaşılmaktadır. Dava hak düşürücü süre içinde açılmamıştır. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/11/2018 tarihli ve E.2018/3283, K.2018/21881 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi uyarınca iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini ileri süren işçinin, fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içerisinde feshin geçersizliği ve işe iade istemi ile dava açması gerekir. Bu süre hak düşürücü süre olup, resen dikkate alınması gerekir....İş sözleşmesinin önel verilerek feshi halinde, dava açma süresi önelin sona ereceği tarihte değil, işverenin fesih bildirimini tebliğ ettiği tarihten başlar.Somut uyuşmazlıkta fesih bildiriminin tarihi 2016 olup, davacının iş aktinin2016 tarihinde feshedileceğinin tebliğ edildiği, davacının 1 aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra vekil tarafından tevzi formuna göre 2016 günü saat 00:16'da davanın açıldığı, her ne kadar dava dilekçesinde fesih tebliğinin işten çıkış sırasında düzenlenip eski tarih atıldığı iddia edilmişse de bu hususun kanıtlanamadığı gibi, başka bir irade fesadının da iddia ve ispat edilemediği anlaşıldığından 2016 tebliğ edilen fesih bildirimine karşı davanın 1 aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra 2016 tarihinde açılması sebebiyle davanın reddi gerekirken, yerinde görülmeyen gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi hatalıdır...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/10/2017 tarihli ve E.2016/26569, K.2017/16894 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi uyarınca iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini ileri süren işçinin, fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içerisinde feshin geçersizliği ve işe iade istemi ile dava açması gerekir. Bu süre hak düşürücü süre olup, resen dikkate alınması gerekir. ...İş sözleşmesinin önel verilerek feshi halinde, dava açma süresi önelin sona ereceği tarihte değil, işverenin fesih bildirimini tebliğ ettiği tarihten başlar.Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından iş sözleşmesinin feshinin önel verilerek 2015 tarihinde davacıya işçiye bildirildiği, davacıya önel verilmesi nedeni ile ihbar tazminatı ödenmediği anlaşılmaktadır. Dava ise 2015 tarihinde ve bildirim tarihine göre bir aylık dava açma süresi geçtikten sonra açılmıştır. Dava hak düşürücü süre içinde açılmadığından davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/7/2018 tarihli ve E.2018/7628, K.2018/16318 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi uyarınca iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini ileri süren işçinin, fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içerisinde feshin geçersizliği ve işe iade istemi ile dava açması gerekir. Bu süre hak düşürücü süre olup, re'sen dikkate alınması gerekir. Bir aylık dava açma süresi hak düşürücü nitelikte olup, yargılamanın her aşamasında re’sen dikkate alınır. Dairemizce bir aylık dava açma süresinin başlangıcı fesih iradesinin işçiye ulaştığı tarih olarak kabul edilmektedir. ...İş sözleşmesinin önel verilerek feshi halinde, dava açma süresi önelin sona ereceği tarihte değil, işverenin fesih bildirimini tebliğ ettiği tarihten başlar. Somut olayda, 2016 tarihli fesih bildirimi ile davacının iş sözleşmesinin 2017 tarihinde feshedileceği bildirilmiştir. Bu fesih bildiriminin 2016 tarihinde davacıya tebliğ edildiği anlaşılmakla, davacı tarafından 2017 tarihinde açılmış olan işe iade davasının 4857 sayılı Kanun'un 20/ maddesindeki bir aylık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığının anlaşılmış olmasına göre, davanın reddi gerekirken, işin esasına girilerek karar verilmiş olması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37191 | Başvuru, işe iade talebiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan haber sebebiyle başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu; adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği, adalet başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliği yapmış, Yargıtay üyeliği görevini yapmaktayken emekli olmuştur. Başvurucu hakkında ulusal bir gazetede 28/7/2009 tarihinde gazetenin sayfasında "Bağ evinde gizli buluşma" başlıklı bir haber yapılmıştır. Söz konusu haberde şu ifadeler kullanılmıştır: "[Ulusal bir gazetenin] haberine göre, faili meçhul cinayetleri soruşturan savcı ve hakimlerin görevden alınmasını isteyen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi Ali Suat Ertosun'un aynı soruşturma kapsamında tutuklanan Albay [A.T.ni]n komutanı tarafından Kayseri'de 2 gün ağırlandığı ortaya çıktı. Ertosun'un Kayseri Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral [A.A.n]ın Talas'taki bağ evinde 2 gün süren gizemli toplantılar yaptığı öne sürüldü. [T.nin] komutanı [A.A.] ile Ertosun'un yakın ilişkisinin 19 Aralık 2000'de gerçekleştirilen Hayata Dönüş Operasyonları ile başladığı öne sürüldü. Ertosun'un [A.] ile görüşmeleri sürerken faili meçhul cinayetlerle ilgili soruşturma ilginç bir boyut kazandı. 6-7 Mart 2009'da gerçekleştirilen gizemli toplantıdan yaklaşık 2 hafta sonra [A.n]ın emrindeki Albay [T.], 23 Mart'ta Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen faili meçhul cinayetlerle ilgili soruşturma kapsamında tutuklandı. Ergenekon sanığı [E.A.] ile görüntülendiği ortaya çıkan HSYK üyesi Ertosun'un hazırladığı kararnamede Diyarbakır'da görev yapan iki isim dikkat çekiyor. [...]" Haberin sağ alt köşesinde başvurucunun fotoğrafı da paylaşılmış olup fotoğrafın alt kısmında ise habere kaynak gösterilen ulusal gazete ile görüştüğü iddia edilen başvurucunun "Şu anda bu konu ile ilgili bir açıklama yapmak istemiyorum. Daha sonra bu konulara açıklık getireceğim" dediği belirtilmiştir. Başvurucu, hakkında sarf edilen ifadelerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu iddiasıyla gazete aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 000 TL talepli manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde 6/3/2009 ve 7/3/2009 tarihlerinde Kayseri'de bulunduğunu kabul etmiş, yol üzerinde olan Kırşehir ve Kayseri adliyelerindeki meslektaşları ile toplantılar yaptığını, üst düzey bürokratlar ile görüştüğünü, açılışa katıldığını ve Kayserispor-Fenerbahçe maçını seyrettikten sonra Ankara'ya döndüğünü ifade etmiştir. Kayseri'ye yalnız gitmediğini belirten başvurucu, Tuğgeneral A.A.nın yakın arkadaşı olduğunu, Tuğgeneral A.A.nın bağ evi olmadığını dolayısıyla bir bağ evinde gizli ve düzenli toplantı yapılmadığını, kendisinin Albay T.yi tanımadığını, Albay T.nin o dönemde izinli olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucuya göre davalının haberindeki iddialar ve iddiaların sunuluş biçimi mesleki onuruna ve itibarına saldırı niteliğinde olup kendisini hedef göstermektedir. Davalı ise uyuşmazlığın esasına ilişkin beyanlarında haberin 28/7/2009 tarihinde yayımlandığını ancak haber metninin en başında başka bir gazeteden alıntı yapıldığının belirtilmiş olduğunu, haberin konusu itibarıyla kamuyu yakından ilgilendirdiğini, haberin veriliş tarzında basın-yayın ilkelerine uyulduğunu savunmuştur. Mahkeme 22/3/2011 tarihinde davayı kısmen kabul ederek 500 TL'nin haberin yayımlandığı tarihten itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar vermiştir. İlk derece mahkemesi gerekçesinde, ihtilaflı haberdeki olayların başka bir gazetenin manşetinden okuyucuya sunulduğunun altını çizerek haberin başka bir gazeteden alıntılanmış olmasının davalı gazetenin haber kaynağını ve doğruluk derecesini araştırma yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığını değerlendirmiştir. Haberin okuyucuda başvurucunun faili meçhul cinayetlerin sanıklarını koruyan, yasa dışı işler yapan biri olduğu izlenimini uyandırdığı kanaatine varan ilk derece mahkemesi, davalı gazetenin başvurucunun kişilik haklarına saldırdığını kabul etmiştir. Mahkeme kararının taraflarca temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi kararı oyçokluğuyla bozmuştur. Bozma kararında; haberin başka bir gazeteden alıntı yapıldığı, olayların yaşandığı dönemde HSYK Başkanı olan Adalet Bakanı'nın basına verdiği demeçlerden HSYK toplantılarında kararname krizi yaşandığının bilinen bir olgu olduğu belirtilmiştir. Buna ilaveten Yargıtay, haberde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla yürütülen faili meçhul soruşturmasında görev alan ve tutuklama kararı veren hâkim ve savcıların görev yerlerinin değiştirilmesi isteminin bazı şüpheler de dile getirilerek eleştirildiğini, başvurucunun önemli ve kritik bir görevi olduğundan bu eleştirilere ve hakkında yapılan haberlere katlanması gerektiğini değerlendirmiştir. Bozma kararına karşı karar düzeltme isteminin reddedilmesini takiben davayı yeniden ele alan ilk derece mahkemesi, bozma kararına uyarak davanın reddine 22/3/2013 tarihinde karar vermiştir. Bu karar temyiz edilmiş olup Yargıtay tarafından 27/5/2019 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu 22/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25813 | Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan haber sebebiyle başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; iş sözleşmesi feshedilen başvurucuların sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların iddiasına göre iş sözleşmeleri sendikal nedenlerle sonlandırılmıştır. Başvurucular bu kapsamda işe iade ve sendikal tazminat talepli dava açmıştır. Açılan davaların bir kısmında ilk derece mahkemeleri davaların kabulüne ve başvurucular lehine sendikal tazminata hükmetmiştir. Buna karşın Bölge Adliye Mahkemeleri sendikal fesih olgusunun gerçekleşmediği gerekçesiyle; bu yönden davaları kesin olarak reddetmiştir. Diğer davalarda ise ilk derece mahkemeleri başvurucuların sendikal fesih iddiasını ispatlayamadıkları sonucuna ulaşmış ve bu kararlar Bölge Adliye Mahkemelerince de uygun bulunarak istinaf başvuruları kesin olarak reddedilmiştir. Nihai kararların tebliği üzerine başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9043 | Başvuru, iş sözleşmesi feshedilen başvurucuların sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilk derece mahkemesi kararının temyiz edilememesi nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının; davanın davalının yokluğunda karara bağlanması ve davalının tanıklara yöneltilmesini istediği soruların sorulmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; ulusal bir gazetede bazı kamu görevlileri hakkında yapılan haberler nedeniyle tazminata hükmedilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Yeni Akit isimli ulusal gazetenin (gazete) yayımcısıdır. Gazetenin 22/11/2012 tarihli nüshasının sayfasında aralarında alkol alırken görülen bazı kişilerin de bulunduğu bir grubun toplu olarak ve sadece grupta alkol alan kişilerin yer aldığı fotoğrafları eşliğinde bir haber yapılmıştır. “Lisede Ahlaksızlık” başlığı altında yapılan söz konusu haber şu şekildedir:"Lisede ahlâksızlıkLaikçi kesimin kalesi olarak bilinen Antalya’nın köklü okullarından Antalya Lisesi’nde çekilen fotoğrafları görenler büyük tepki gösterdi. Facebook’ta paylaşılan fotoğraflara göre öğretmenler, öğrencileri ile birlikte alkol alıyor. Mevzuata ve ahlaka aykırı görüntüler 'Öğretmen içerse, öğrenciler her türlü kötülüğü yapar' yorumlarına sebep oldu. Başörtüsü düşmanlığıyla bilinen Eğitim Sen üyesi olduğu öğrenilen öğretmenler ve okul müdürü hakkında soruşturma başlatıldığı belirlendi.Antalya’nın en eski okullarından Antalya Lisesi’nde çekilen fotoğraflar görenleri hayrete düşürdü. Sosyal paylaşım sitelerinde dolaşan ve Akit’in ulaştığı öğretmen ve öğrencilere ait fotoğraflar, 'Bunlar öğretmen mi meyhaneci mi' yorumlarına sebep oldu.ÖĞRETMENLER RAKI İÇİYORFacebook’ta paylaşılan fotoğraflara göre öğretmenler, öğrencileri ile birlikte alkol alıyorlar. Fotoğraflara göre öğrencilerle birlikte pikniğe giden öğretmenler, alem yapıyorlar. Öğretmenlerden T.Ç, Ö.U ve S.E, henüz 3-4 yaşındaki çocuklarının önünde alkol alıyorlar. Rakı bardaklarını birbirine tokuşturan öğretmenler, müzik eşliğinde eğleniyorlar.VELİLER ENDİŞELİÖğretmenlerin, alkol fotoğraflarını sosyal paylaşım sitelerine koymaları ise tepkiyle karşılandı. Öğrencilere örnek olması beklenen öğretmenlerin mevzuata ve ahlaka aykırı görüntüler sergilemesi, velileri de endişelendirdi. Görüntüler, 'Öğretmen içerse, öğrenciler her türlü kötülüğü yapar' yorumlarına sebep oldu. Veliler, öğretmenlerin rakı içerken çektikleri fotoğrafları internette paylaşmalarının reklam olduğunu belirterek tepki gösteriyor.DİN KARŞITI SENDİKAÖğretmenlerin; başörtüsüne, Kur’an ve Siyer derslerine karşı çıkan Eğitim Sen üyesi olduğu iddia ediliyor. Okul müdürü ve öğretmenler hakkında soruşturma başlatıldığı öğrenilirken, okulun öğrencilerinin de öğretmenlerden farklı olmadığı görülüyor. Sitedeki fotolarda mini etekli öğrenciler görülüyor." Haberde adı geçen okulda görev yapan bazı öğretmenler bu habere karşı tazminat davası açmışlardır. Davacılar; haber tarihinden iki yıl kadar önce gittikleri piknikte aileleriyle birlikte çekilen fotoğrafları sosyal medya hesaplarından yayımladıklarını, bunun gazetede “Lisede Ahlaksızlık” başlıklı habere konu edildiğini, haberin yalan ve asılsız olduğunu ileri sürmüşlerdir. Davacılar; piknikte hiçbir öğrencinin bulunmadığını, haberle hedef olarak gösterildiklerini belirterek manevi tazminat ve tazminata ilişkin mahkeme kararının ulusal bir gazetede yayımlanmasını talep etmişlerdir.Yargılamayı yapan Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi 12/12/2013 tarihli kararında aşağıdaki gerekçelerle temyiz yolu açık olmak üzere başvurucuyu her bir davacı için 500 TL olmak üzere toplam 500 TL tazminat ödemeye mahkûm etmiştir:"...Davacılara ait İl Milli Eğitim Müdürlüğünden tahkikat raporları getirtilmiş, olayla ilgili olarak gezinin Antalya lisesiyle ilgili bir gezi olmadığı kişilerin özel zamanları ve faaliyetleri kapsamında bulunduğu, Antalya lisesiyle ilgili facebookta paylaşılan fotoğraflara göre piknikte öğrenci bulunmadığından haberdeki iddiaların doğru olmadığı, ayrıca her iki fotoğraf karesinde 3, 4 yaşlarında çocuğun bulunmadığından öğretmenler hakkında işlem tayinine gerek olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır....Davanın konusu basında yapılan haberlerden dolayı uğranılan manevi zararın tazmini olup toplanan deliller ve dinlenen tanık beyanlarına göre davacıların özel hayatlarıyla ilgili olarak geçmiş tarihte yapılan piknik görüntülerinin sanki okul içinde öğrencileriyle birlikte içki içiliyormuş havası yaratılarak toplumda infial yaratılacak şekilde habere konu edildiği kanaatine varılmış, haberin eleştiri sınırlarını aştığı,davacılara zarar verme kastı ile yayın yapıldığı sonucuna varıldığından davacıların bu sebeple tahkikat geçirdiği de gözetilerek yaşanan acı ve sıkıntıların kısmen telafisi için her bir davacıya takdiren 500 TL olmak üzere toplam 500,00 TL manevi tazminatın ... davacılara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmiştir....karar, davacılar vekilinin yüzüne karşı, davalıların yokluğunda, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde Temyiz yolu açık olmak üzere açıkça okunup usulen anlatıldı." Başvurucunun bu karara karşı yaptığı temyiz başvurusu Yargıtayca 1/6/2015 tarihinde reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 7/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Red kararı gerekçesi şu şekildedir:"..Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası’nın 5236 sayılı Yasa ile eklenen Ek madde gereğince HUMK’nun maddesi uyarınca temyize konu bölümünün 820,00 TL’yi geçmemesi durumunda karar kesindir. Somut olayda davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaması ve her biri yararına hüküm altına alınan miktarlar itibariyle davalınıntemyiz itirazlarının reddine..." Başvurucu 5/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun "Kişilik hakkının zedelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir."B. Uluslararası Hukuk İfade Özgürlüğünün Demokratik Toplumdaki Önemi ve Basının Rolü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre maddenin ikinci paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık [GK], B. No: 5493/72, 7/12/1976 § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre basının görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102). AİHM, Radio France ve diğerleri/Fransa (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir:"Mahkeme "görev ve sorumluluklar"ın, ifade özgürlüğünün doğasından kaynaklandığını yineler. madde tarafından kamusal yararlara ilişkin meselelerin aktarılması içingazetecilere sağlanan güvencenin şartı, gazetecilik etiğine uygun olarakonların kesin ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda iyi niyet sahibi olmalarıdır (örneğin bkz.Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 65;Colombani ve diğerleri/FransaB. No: 51279/99,25/06/2002, §65). Ne var ki basın özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya (provocation) izin verir (bkz. özellikle, Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 59)..." Basının Sorumlulukları Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basının özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesinin de şart olduğunu ifade eden AİHM, basın özgürlüğünde belli ölçüde abartıya ve hatta tahrik yoluna başvurmak mümkün olsa da (Prager ve Oberschlick/Avusturya, B. No: 15974/90, 26/4/1995, § 38) bu özgürlüğün aynı zamanda ilgililerin meslek ahlakına saygı göstererek doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini zorunlu kıldığını da ifade etmiştir (Bladet Tromsø ve Stensaas / Norveç, § 65). Gerçekten de kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşabilir. Gerçeğe uygun bir beyana kamuoyunun gözünde yanlış bir imaj uyandırabilecek vurgular, değer yargıları, varsayımlar hatta imalar eşlik edebilmektedir. Dolayısıyla AİHM'e göre haber verme görevi zorunlu olarak ödev ve sorumluluklar ile basın kuruluşlarının kendiliğinden uymaları gereken sınırlar içermektedir. Bu durum özellikle basında yer alan söylemlerde isimleri zikredilen kişilerin ciddi şekilde itham edilmeleri hâllerinde geçerlidir (Mater/Türkiye, B. No: 54997/08, 16/7/2013, §§ 54, 55). Bu doğrultuda AİHM, bir kişinin siyasetçi ya da kamuoyunca tanınmış bir insan olmasının uyuşmazlık konusu ifadelerin yalnızca değer yargısı içerdiği durumlarda dahi yeterli olgusal temele sahip olduğunun gösterilmesi ihtiyacını ortadan kaldırmadığını da kabul etmiştir (Petrina/Romanya, B. No: 78060/01, 14/10/2008, §§ 45-50). Maddi Olgular ile Değer Yargısı Arasındaki Fark AİHM'e göre maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilirse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Lingens/Avusturya [GK], B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46). AİHM, değer yargılarının doğruluğunu ispat etmenin yerine getirilmesi imkânsız bir talep olduğunu ve böyle bir yükümlülüğün kendiliğinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinde korunan hakkın temel bir bileşeni olan görüş sahibi olma özgürlüğünü ihlal edeceğini belirtmektedir. AİHM, bununla birlikte bir açıklamanın değer yargısı düzeyine ulaştığı durumlarda dahi -kendisini destekleyen bir olgusal temel olmayan değer yargıları aşırı görülebileceğinden- müdahalenin orantılılığının dava konusu sözlerin yeterli bir olgusal temele sahip olup olmadığına dayanabileceğini ifade etmiştir (Jerusalem/Avusturya, B. No: 26958/95, 27/2/2001, § 42, 43). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13789 | Başvuru, ilk derece mahkemesi kararının temyiz edilememesi nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının; davanın davalının yokluğunda karara bağlanması ve davalının tanıklara yöneltilmesini istediği soruların sorulmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; ulusal bir gazetede bazı kamu görevlileri hakkında yapılan haberler nedeniyle tazminata hükmedilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamu görevlisinin tutuklu kaldığı dönemde maaşından kesilen ancak sonradan ödenen aylıkları için faiz tahakkuk ettirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1966 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde kıdemli jandarma albay olarak görev yapmakta iken kamuoyunda askerî casusluk davası olarak bilinen soruşturma kapsamında 15/5/2012 tarihinde tutuklanmış, 27/1/2014 tarihinde ise tahliye edilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2016 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine hükmedilmiştir. Beraat kararı Yargıtay Ceza Dairesince 21/10/2016 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında görevden uzaklaştırma (açığa alma) tedbirinin uygulanıp uygulanmadığı bireysel başvuru dosyasından anlaşılamamakla birlikte başvurucunun tutuklu kaldığı toplam 1 yıl 8 ay 17 günlük süre boyunca aylığından 1/3 oranında kesinti yapılmıştır. Başvurucu 9/11/2016 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığına müracaat ederek tutuklu bulunduğu dönemde eksik ödenen aylıkları ile diğer ödemelerin yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur. Eksik ödenen 598,98 TL tutarındaki aylıklar 25/11/2016 tarihinde başvurucunun banka hesabına yatırılmıştır. Jandarma Genel Komutanlığı 6/12/2016 tarihli yazıyla da yasal faiz ödenmesinin mümkün olmadığını başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu, faiz ödenmesi talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 16/12/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, geç yapılan maaş ödemesi için faiz işletilmemesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme 20/10/2017 tarihli kararla idari işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına atıfta bulunularak başvurucunun maaşından yapılan kesintilerden kaynaklanan alacağına geç kavuştuğu ve bu yüzden alım gücünde meydana gelen azalmanın karşılanması bakımından faiz işletilmesi gerektiği belirtilmiştir. Davalı İçişleri Bakanlığı bu karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinde (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 31/1/2019 tarihli kararla mahkeme kararını kaldırarak davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'da ödemede gecikme olmadığı, temerrüde düşülmediği sürece yasal faiz ödenmeyeceği açıktır. ii. İdare hukukunda, yoksun kalınan maaş alacağı gibi tazminat miktarına faiz ödenip ödenmeyeceği hususu tartışmalı bir konu olsa da yargı kararlarıyla içtihat hâline geldiği üzere idarelerin faiz ödemesiyle yükümlü tutulabilmesi için ilgili tarafından idarenin temerrüde düşürülmesi gerekir. iii. Kamu personelinin görevden uzaklaştırıldığı veya tutuklu kaldığı dönemde kesilen veya eksik ödenen maaş tutarının memurun beraat etmesi hâlinde ödeneceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun ve devamı maddelerinde geç ödenen maaş tutarları için faiz işletileceğine dair açık bir hüküm öngörülmemiş ise de ferî bir hak olan faizin de ödenmesi gerekir. Ne var ki faiz ödenebilmesi için idarenin bu konuda temerrüde düşürülmesi zorunludur.iv. Olayda başvurucunun idareye müracaat ettiği 9/11/2016 tarihi itibarıyla temerrüt oluşmuştur. Ancak idarenin makul bir süre içinde -25/11/2016 tarihinde- maaş alacaklarını ödediği gözetildiğinde faiz işletilmemesi hukuka aykırı değildir. Nihai karar 9/3/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un "Görevden uzaklaştırma" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Görevden uzaklaştırma, Devlet kamu hizmetlerinin gerektirdiği hallerde, görevi başında kalmasında sakınca görülecek Devlet memurları hakkında alınan ihtiyati bir tedbirdir." 657 sayılı Kanun'un "Görevden uzaklaştırılan veya görevinden uzak kalan memurların hak ve yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Görevden uzaklaştırılan ve görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınan memurlara bu süre içinde aylıklarının üçte ikisi ödenir. Bu gibiler bu Kanunun öngördüğü sosyal hak ve yardımlardan faydalanmaya devam ederler.143 üncü maddede sayılan durumların gerçekleşmesi halinde, bunların aylıklarının kesilmiş olan üçte biri kendilerine ödenir ve görevden uzakta geçirdikleri süre, derecelerindeki kademe ilerlemesinde ve bu sürenin derece yükselmesi için gerekli en az bekleme süresini aşan kısmı, üst dereceye yükselmeleri halinde, bu derecede kademe ilerlemesi yapılmak suretiyle değerlendirilir." 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun "Açığa çıkarılan, tutuklanan veya firar ve izin tecavüzünde bulunan, cezası infaz edilmekte olan subaylar hakkında yapılacak işlem" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"Açığa alınan veya tutuklanan subay ve askerî memurlar hakkında aşağıdaki esaslara göre işlem yapılır:a) (Değişik: 26/3/1982 - 2642/10 md.) Haklarında ölüm veya ağır hapis cezasını gerektiren veya yüz kızartıcı bir suçtan ya da taksirli suçlar hariç olmak üzere 5 yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren bir cürümden veya emre itaatsizlikte ısrar, üste veya amire fiilen taarruz, üste veya amire hakaret, mukavemet suçlarından dolayı kamu davası açılanlar mensup oldukları bakanlıklarca açığa çıkarılabilirler.Ancak, emre itaatsizlikte ısrar, üste veya amire fiilen taarruz, üste veya amire hakaret, mukavemet suçlarında; nezdinde mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya kurum amiri tarafından fiilin işleniş şekli, niteliği ve disiplini ihlal derecesi bakımından açığa alınmayı gerektirip gerektirmediği hakkında bir görüş bildirilmişse bu görüş de dikkate alınır.b) (Değişik: 26/3/1982 - 2642/10 md.) (a) bendi gereğince açığa çıkarılanlar yapmakta oldukları görevden alıkonulurlar ve kendilerine başka görev verilmez.c) (Değişik: 26/3/1982 - 2642/10 md.) Bunlardan; (Değişik: 28/6/2001 - 4699/9 md.) Yargılama sonunda beraatlerine, haklarındaki kamu davasının her ne sebeple olursa olsun ortadan kaldırılmasına veya duruşmanın tatiline veya davanın düşmesine veya kamu davasının reddine veya Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişkilerinin kesilmesini gerektirmeyecek şekilde hükümlülüklerine karar verilenlerin açıkları, haklarındaki kararın kesinleşmesi beklenmeksizin kaldırılır. Soruşturmaya konu olan fiillerinin hizmetlerine devama engel olmadığı anlaşılanların açıkları, haklarında karar verilmesi beklenmeksizin kaldırılabilir....f) (Değişik: 26/3/1982 - 2642/10 md.) Açığa alınan ya da tutuklananlar; Hizmet eri tazminatından ve bu Kanunda öngörülen aile yardım ödeneği, mahrumiyet yeri ödeneği, doğum yardım ödeneği, ölüm yardım ödeneği, tedavi ve cenaze masrafları, yakacak yardımı, giyecek ve yiyecek (tayın bedeli) yardımı, tahsil bursları ve yurttan faydalanma, lojmandan faydalanma hükümlerinden yararlanmaya devam ederler. (Değişik birinci cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Açığa alınanlara ve tutuklulara (hakim subaylar dahil), bu süreler içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 141 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi hükmüne göre aylık ödenir. Ancak, bu gibilerden haklarında kovuşturmaya yer olmadığına, muhakemenin menine, beraate, her ne sebeple olursa olsun kamu davasının düşmesine veya ortadan kaldırılmasına karar verilenlerin ödenmeyen veya noksan ödenen her türlü özlük hakları ödenir. (Ek cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yurtdışı kadrolarında görevliyken açığa alınan veya tutuklananlara da yurtiçinde bir kadroya atanıncaya kadar, bu alt bent uyarınca yurtdışı aylığı ödenir...."B. Uluslararası Hukuk AİHM, kamu makamlarınca yapılacak ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle istikrarlı olarak ilişkilendirmektedir. AİHM'in çeşitli kararlarında, makul olmayan bir gecikme nedeniyle tazminatın değer kaybettiği durumlarda bu tazminatın yeterli olamayacağı belirtilmiştir (Angelov/Bulgaristan, B. No: 44076/98, 22/4/2004, § 39). Nitekim böyle başvurularda AİHM, esas itibarıyla kamu makamlarının geçen süre nedeniyle ödenmesi gereken tutardaki değer kayıplarını telafi etmek için gecikme faizi ödeyip ödemediğini dikkate almaktadır. Kısacası AİHM; mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini, esasen devletin borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını giderme yükümlülüğüyle ilişkilendirmektedir (Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 29). Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmekte; mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir tutum sergileyerek %5'e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Arabacı/Türkiye (k.k.), B. No: 65714/01, 7/3/2002). Çünkü ödemelerin geç yapılması, mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorun olarak görülmektedir. Mahkemelerde geçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybı yönünden meydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda kamusal makamların belirli bir takdir yetkisinin olduğu da gözetilip bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediği incelenerek karar verilmektedir (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/9/1998, §§ 41-51; Güleç ve Armut/Türkiye (k.k.), B. No: 25969/09, 16/11/2010). AİHM'in Eko-Elda Avee/Yunanistan (B. No: 10162/02, 9/3/2006, §§ 23-31) kararında; haksız olarak tahsil edilen verginin 5 yıl 5 ay sonra faizsiz olarak iade edilmesi, belli bir meblağdan yararlanma hakkı uzun süre engellenen başvurucunun mali durumunda önemli bir zarara yol açması nedeniyle ölçülü görülmemiş ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Yine benzer şekilde Sefine Baş/Türkiye (B. No: 49548/99, 24/6/2008, §§ 58-64) kararında da tazminatın değer kaybına uğratılarak ödendiğine ilişkin şikâyet incelenmiştir. Başvuruya konu olayda, idare mahkemesince başvurucunun 15/9/2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere dul aylığına hak kazandığı kabul edilmiştir. AİHM öncelikle idare mahkemesinin kararının talep edilebilir bir alacak oluşturduğu ve bu nedenle başvurucunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün maddesi anlamında mülkiyet oluşturan bir hakkının mevcut olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca Emekli Sandığına başvurduğu tarihten itibaren geçerli olacak şekilde geriye dönük olarak bu hakkın başvurucuya tanındığını vurgulamıştır. Bununla birlikte AİHM, başvurucuya salt bu hakkın tanınmış olmasının başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmadığını kabul etmiştir. AİHM'e göre, mağdur sıfatının ortadan kalkması için ileri sürülen ihlalin hem zamanı hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi gerekmektedir. AİHM bu çerçevede başvurucunun banka hesabına yatırılan paranın yargılamada geçen süre içinde uğradığı maddi kaybın sonuçlarını gidermeye yetmediğini belirtmiştir. AİHM, geçen sürenin yalnızca devlete yarar sağladığını ve ilgili dönemde Türkiye'de paranın hızla değer kaybettiğini gözönüne alarak başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Ayrıca AİHM; Kat İnşaat Ticaret Kollektif Şirketi-İsmet Kamış ve Ortakları/Türkiye ((k.k.), B. No: 74495/01, 31/1/2006) kararında, ilke olarak alacağın geç ödenmesinden doğan bir zararın varlığının ileri sürüldüğü durumlarda enflasyon oranı esas alınarak faiz ödenmesi suretiyle zararın giderilebileceğini kabul etmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7982 | Başvuru, kamu görevlisinin tutuklu kaldığı dönemde maaşından kesilen ancak sonradan ödenen aylıkları için faiz tahakkuk ettirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, müşterek çocuğun velayetinin anneye verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile anne N.U.nun evlilik dışı birlikteliklerinden 13/11/2014 tarihinde müşterek çocukları T.B. dünyaya gelmiştir. Anılan birlikteliğinin sonlanması üzerine başvurucu, müşterek çocuğun velayetinin kendisine verilmesi talebiyle Kütahya Aile Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, N.U. ile çalıştığı gece kulübünde tanıştığını, N.U.ya ev açmak suretiyle onu yaşadığı çevreden uzaklaştırdığını, geçimini temin ettiğini, birlikteliklerinden doğan ve 3,5 yaşındaki müşterek çocuklarını tanıma yoluyla soy bağına aldığını vurgulamıştır. Kendisinin çalıştığını, çocuğunun maddi olarak her türlü ihtiyacını karşılayabileceğini kendisinin, tek çocuk olduğunu, anne ve babasının emekli aylığı aldığını ve kendilerine ait evde oturduklarını, çocuğun babaanne ve dedesinin gözetiminde olacağını belirtmiştir. Anne N.U.nun çocuğun ihtiyaçlarını karşılayacak bir mal varlığı ve geliri bulunmadığını, eğilimli olduğu yaşam tarzı ve çevresinin çocuğun ruhsal ve bedensel gelişimine uygun olmadığını ifade etmiştir. Anne N.U. cevap dilekçesinde iddiaları kabul etmediğini, başvurucunun bir ev kiraladığını ancak evin kirasını, elektrik ve doğal gaz faturalarını ödemediğini, iddia ettiği gibi birlikte yaşamadıklarını, müşterek çocukla sağlıklı bir baba-oğul ilişkisi kurmadığını, kendisine de ağır küfrettiğini ve hakaretlerde bulunduğunu, kendisini tehdit ettiğini belirtmiştir. Yargılama sürecinde Mahkemece velayet hususunda üç sosyal inceleme raporu alınmıştır. 22/5/2018 tarihli tek sosyal çalışmacı tarafından düzenlenen ilk raporda müşterek çocuğun velayetinin babaya verilebileceği kanaati bildirilmiştir. 26/9/2018 tarihli tek sosyal çalışmacı tarafından düzenlenen ikinci raporda müşterek çocuğun velayetinin anneye verilmesinin uygun olacağı belirtilmiştir. Bu iki rapor arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla üç sosyal çalışmacı tarafından düzenlenen 18/11/2018 tarihli üçüncü rapor, tarafların hazır bulunduğu bir ortamda inceleme yapılarak hazırlanmıştır. Anılan raporda, başvurucunun sosyoekonomik düzeyinin çocuğun ihtiyaçlarını karşılar nitelikte olduğu, çocuğun bakımı konusunda dede ve babaannenin de aktif rol alacağı, çocuğun babasını on beş günde bir görmesi nedeniyle baba sevgisine ve babayla vakit geçirmeye ihtiyaç duyduğu, görüşme anlarında ilk teması baba ile kurmaya çalıştığı ve babaya öncelik verdiğinin görüldüğü belirtilmiştir. Raporda müşterek çocuğun velayetinin başvurucuya verilmesinin uygun olacağı, aksi yönde karar verilmesi hâlinde çocuğun gelişiminin sağlıklı olabilmesi için başvurucu ile görüşme sıklığının artırılmasının, uygun görülecek zamanlarda başvurucuya yatılı olarak izinli verilmesinin uygun olacağı sonucuna varılmıştır. Mahkeme 26/4/2019 tarihinde davanın kabulüne ve müşterek çocuğun velayetinin başvurucuya verilmesine, anne ile çocuğu arasında kişisel ilişki kurulmasına karar vermiştir. Kararda; yargılamada dinlenen tanıkların beyanları ve velayet hususunda alınan heyet raporu gözönüne alındığında çocuğun velayetinin babaya verilmesinin küçüğün menfaatine olduğu kanaatine varıldığı, annenin çocuğun başvurucu ile görüşmesi konusunda zorluk çıkardığı, başvurucunun çocuğu icra aracılığı ile gördüğü, annenin çocuğu babasına göstermeyeceğine ilişkin tanık beyanlarının dikkate alınarak velayetin başvurucuya verildiği belirtilmiştir. Anne N.U. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesine (Bölge Adliye Mahkemesi) istinaf başvurusunda bulunarak ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması talebinde bulunmuştur. Daire 3/7/2019 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak velayetin anneye verilmesine ve başvurucu ile çocuğu arasında kişisel ilişki kurulmasına kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; çocuğun yaşı gözetildiğinde annenin bakım ve şefkatine muhtaç olduğu, velayetin anneden alınmasını gerektirir sebeplerin bulunmadığı, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararın yerinde olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 18/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Aysel Aslan, B. No: 2019/12792, 12/1/2021, §§ 16- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/28915 | Başvuru, müşterek çocuğun velayetinin anneye verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle kınama cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 17/9/2013 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm başkanı tarafından 13/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 13/3/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 14/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 28/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 2/5/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (Sendika) üyesi ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) Bölge Müdürlüğüne bağlı Urfa İli Akçakale İstasyon Şefliğinde 399 sayılı KHK’ye tabi tren teşkil memuru olarak çalışmaktadır. Makasçı da denilen tren teşkil memurları, kendi başına ve belirli bir süre içerisinde, işle ilgili emniyet tedbirleri almak, tren dizisi teşkil etmek, trenin istasyona giriş ve çıkışını sağlamak görev ve işlemlerini yerine getirmektedirler. Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikasının bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonunun (KESK) çağrısı üzerine 25/11/2009 tarihinde, iş bırakma eylemi yapılmış ve iş bırakma eylemine katılan TCDD çalışanı 16 sendika üyesi işten el çektirilerek açığa alınmıştır. Başvurucunun da kayıtlı olduğu sendika yöneticileri söz konusu sendika üyelerinin tekrar işe başlatılmaları için bir dizi girişimde bulunmuş ancak sonuç alamamıştır. Bunun üzerine Sendika yönetimi 12/12/2009 tarihinde toplanarak işten el çektirilen görevlilerle dayanışmak, bu kişilerin işe tekrar başlatılmalarını sağlamak ve idareyi uyarmak amacıyla tüm Türkiye’de 1 günlük işe gelmeme eylemi yapılmasına karar vermiştir. Söz konusu eylem 16/12/2009 tarihinde yapılmış ve başvurucu, bahsi geçen tarihte iş bırakma eylemine katılmıştır. Başvurucunun bağlı olduğu TCDD Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu, 14/12/2011 tarihli kararı ile mazeretsiz olarak işe gelmediği gerekçesiyle başvurucuyu kınama cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle Şanlıurfa İdare Mahkemesine iptal davası açmış, Mahkemenin 15/10/2012 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Dava dosyasının incelenmesinden, 2009 tarihinde yapılan bir günlük iş bırakma eyleminden ötürü görevden uzaklaştırılan 16 personelin görevlerine iade edilmeleri için TCDD Genel Müdürlüğü'ne bağlı Bölge Müdürlüğü Akçakale İstasyon Şefliğinde tren teşkil memuru olarak görev yapan davacının, üyesi olduğu Sendikanın aldığı karar doğrultusunda 2009 tarihinde 1 günlük iş bırakma eylemine katıldığı, TCDD Teftiş Kurulu Müfettişliğince söz konusu eyleme katıldığı tespit edilen personel hakkında başlatılan disiplin soruşturması sonucu düzenlenen 2010 tarih ve 2010/241-1 sayılı soruşturma raporunda, söz konusu eyleme, Bölge Müdürlüğü Merkezi ile Yol, Hareket ve Tesisler Müdürlüğü işyerlerinde toplam 253 personelin katıldığı, bu personelden büro hizmetlerinde çalışanların bazılarının izinsiz ve mazeretsiz olarak mesaiye gelmediği, mesaiye gelenlerin de görev yapmadıkları, trenlerde görevlendirilen personelin 2009 tarihinde saat 24:00'a kadar görev yaparak bu saatten sonra görevli olduğu treni, merkezi gar ve istasyonlarda bırakarak trafiğini devam ettirmedikleri, bazı personelin görevlendirildiği trene gelmediği, gelenlerin de trenlerde görev almadıkları, görevi kabul etmedikleri, istasyon, gar ve depo manevraları ile nezaret görevleri ve istasyon, gar ve depo nöbetine tefrik edilen personelden de 2009 tarihinde nöbet görevine gelenlerin saat 24:00'a kadar çalıştıkları, bu saatten sonra çalışmadıkları, görevi bıraktıkları, bazı personelin 2009 tarihinde görevine ve nöbetine gelmediği, bazılarının da görevine ve nöbetine gelmekle birlikte çalışmadığı, bu personelin işyeri amirlerinin tüm ısrarlarına rağmen, sendikalarının aldığı karar gereğince eylemde olduklarını beyan ederek görevi kabul etmediklerinin tespit edildiği, iş bırakma eylemine katılan personelin ifadelerinde, 16 sendika üyesinin işine iade edilmemesi nedeniyle Anayasa'nın , ve maddeleri, 87 ve 151 sayılı ILO Sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları gerekçe gösterilerek değinilen iş bırakma eylemine katıldıklarını beyan etmiş olsalar da, eyleme katılan personelin, büro hizmetlerinde çalışanların izinsiz ve mazeretsiz olarak işe gelmemeleri sonucu büro hizmetlerinin aksamasına neden oldukları, istasyon, gar, atölye ve depo nöbetine gelmeyen veya gelip de 2009 tarihinde saat 24:00'dan itibaren görev yapmayan personelin, kuruluş faaliyetlerinin yürütülmesini engelledikleri, görevli oldukları treni, merkezi gar ve istasyonlarda bıraktıkları ve bu yolla trendeki yolcuların mağduriyetine sebep oldukları, kuruluş hizmetlerinin durmasına, aksamasına, ayrıca yazılı ve görsel basında itibarının zedelenmesine neden oldukları, bu şekilde TCDD Personel Yönetmeliği'nin maddesine aykırı davrandıkları, eylem nedeniyle yük ve yolcu taşıma faaliyetlerinin aksadığı, 11 yolcu treninin merkezi gar ve istasyonlarda bırakılarak devamının temin edilmediği, trendeki yolcuların mağdur edildiği, 56 yolcu treni seferinin de personel temin edilememesi sebebiyle iptal edildiği, gar ve istasyonlarda bırakılan trenlerdeki yolcuların otobüslerle varış yerlerine ulaştırılmaları için anlaşma yapılan otobüs firmalarına yolcu taşıma ücreti ödendiği, yine eylem nedeniyle 2009 tarihinde saat 24:00'dan sonra trafikte bulunan 17 adet yük treninin muhtelif gar ve istasyonlarda bırakıldığı, 2009 tarihinde trafiği planlanan toplam 35 yük treninin de seferlerinin iptal edildiği belirtildikten sonra 2009 tarihinde iş bırakma eylemine katıldığı belirlenen davacının, Yönetmeliğin maddesinin fıkrası uyarınca aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasının, ancak disiplin cezasının tayininde hizmet süresi ve olumlu sicilinin dikkate alınmasının uygun olacağı kanaatine varıldığı, TCDD Yüksek Disiplin Kurulunca davacı hakkında söz konusu soruşturma raporu ile disiplin yönünden getirilen teklifin uygun görülerek 2011 tarih ve 11/51 sayılı kararla, davacının toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağını ihlal ettiğinden bahisle TCDD Personel Yönetmeliği'nin maddesinin fıkrası gereğince ve aynı Yönetmeliğin maddesi uyarınca bir alt cezanın tatbiki suretiyle kınama cezası ile cezalandırıldığı, bu kararın 2012 tarihinde davacıya tebliği üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Uyuşmazlıkta, davacının kendi beyanı ile hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonucu düzenlenen soruşturma raporu ve ekinde yer alan bilgi ve belgelerden, üyesi olduğu Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası ile bu Sendikanın bağlı bulunduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu'nun almış olduğu karar gereğince 2009 tarihinde bir günlük iş bırakma eylemine katıldığı sabit olup, yukarıda aktarılan mevzuat hükümleri ile olayın meydana geliş şekli dikkate alındığında söz konusu eylemin sendikal faaliyet olarak nitelendirilmesine imkan bulunmadığı açıktır.Nitekim, davacının TCDD Personel Yönetmeliği'nin maddesinin fıkrasında belirtilen özürsüz olarak 1 veya 2 gün göreve gelmemek fiilinden ötürü değil, aynı maddenin fıkrasında düzenlenen; kanun, tüzük, yönetmelik, karar, talimat ve emirlerde yazılı olan görevleri haklı veya zorlayıcı bir sebep olmaksızın yerine getirmemek veya eksik olarak yerine getirmek veya mevzuatın uygulanmasını zorunlu kıldığı hususları yapmamak veya yasakladığı işleri yapmak, fiilini işlediğinden bahisle disiplin cezası ile tecziye edildiği, söz konusu eylemin ise, gerek 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi, gerekse TCDD Personel Yönetmeliğinin maddelerinde belirtilen "yasaklanan işler" kapsamında olduğu, davacının sözü edilen mevzuat hükümlerine aykırı şekilde hareket ederek demiryolu ulaşım hizmetlerinin aksamasına ve kişilerin seyahat özgürlüğünün önemli ölçüde engellenmesine sebebiyet verdiği açıktır.Bu durumda, TCDD Genel Müdürlüğü'ne bağlı Bölge Müdürlüğü Akçakale İstasyon Şefliğinde tren teşkil memuru olarak görev yapan davacının, 2009 tarihinde bir günlük iş bırakma eylemine katılmakla mevzuat hükümlerine aykırı şekilde hareket ederek demiryolu ulaşım hizmetlerinin aksamasına ve kişilerin seyahat özgürlüğünün önemli ölçüde engellenmesine sebebiyet verdiği anlaşıldığından, eylemine uyan disiplin cezasının bir alt cezası olan kınama cezası ile cezalandırılması yönünde tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.” Başvurucu, ilk derece mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Gaziantep Bölge İdare Mahkemesinin 3/4/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin kararı onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Gaziantep Bölge İdare Mahkemesinin 11/7/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya, 20/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 17/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” 22/1/1990 tarih ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin “Toplu Eylem ve Hareketlerde Bulunma Yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Sözleşmeli personelin, teşebbüs veya bağlı ortaklığın hizmetlerini aksatacak şekilde kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya göreve gelipte hizmetlerin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları, toplu olarak söz veya yazı ile müracaat ve şikâyetleri yasaktır.” 9/2/1993 tarihli TCDD Personel Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) “Toplu Eylem ve Hareketlerde Bulunma Yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Birden fazla personelin toplu olarak aynı konuda söz ve yazı ile müracaatları ve şikâyetleri yasaktır. Kuruluş personelinin, hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelip de Kuruluş hizmetlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır.” Yönetmeliğin “Aylıktan Kesme Cezasını Gerektiren Fiiller ve Haller” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:“Aşağıda yazılı fiil ve hallerde aylıktan kesme cezası verilir.…5) Kanun, tüzük, yönetmelik, karar, talimat ve emirlerde yazılı olan görevleri haklı veya zorlayıcı bir sebep olmaksızın yerine getirmemek veya eksik olarak yerine getirmek veya mevzuatın uygulanmasını zorunlu kıldığı hususları yapmamak veya yasakladığı işleri yapmak, Bu yüzden Kuruluş zararı meydana gelmişse bir üst derece ceza verilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih ve E.2009/63 ve K.2013/1998 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır.2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekabül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7199 | Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle kınama cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma, yeterli yemek verilmeme, sağlık hizmetlerinin gerektiği gibi sağlanamaması ve bu konulardaki başvurunun infaz hâkimliğince incelenmeden reddedilmesi nedeniyle kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başka bir ceza infaz kurumundan 30/3/2015 tarihinde naklen getirildiği Marmara (Silivri) 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) 21/9/2019 tarihine kadar barındırılmıştır. Başvurucu 21/9/2019 tarihinde başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmiş ve 15/4/2020 tarihinde de denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak şartıyla tahliye edilmiştir. Başvurucu; İnfaz Kurumunun aşırı kalabalık olması nedeniyle günlük hayatını sürdürmekte ve haklarını kullanmakta sorunlar yaşadığını, 21 kişi için planlanan koğuşta 48 kişi kaldığını, kalabalık nedeniyle banyo ve tuvalet kullanımının, sıcak su miktarının yeterli olmadığını, hijyen koşullarının gerektiği gibi olmadığını, kişisel eşyaların muhafazası, mutfak ihtiyaçları, ortak kullanım alanları, boş vakitleri değerlendirme, sosyal ve kültürel imkânlardan yararlanma, ziyaretçileriyle görüşme, sağlık hizmeti alma ve havalandırma gibi diğer ihtiyaç ve haklarını kullanmanın zorlaştığını, mahpus sayısının artmasına rağmen İnfaz Kurumu personeli, doktoru, psikoloğu, diş hekimi vs.nin aynı oranda artmadığını belirterek aşırı kalabalık nedeniyle kötü muameleye maruz kalındığına dair şikâyetin kabul edilmesini, İnfaz Kurumu şartlarının uygunsuzluğunun tespit edilmesini, bu şartların düzeltilerek Anayasa'ya ve kanunlara uygun hâle getirilmesini, kanunlara aykırılık taşıyan hususların bir an önce düzeltilmesi mümkün olmazsa infazın durdurulmasına ve tahliye edilmesine karar verilmesi talebiyle 8/10/2018 tarihinde İnfaz Hâkimliğine başvurmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun talepleri İnfaz Kurumunun idari işleyişine ilişkin olup anılan taleplerin Hâkimliğin 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun maddesinde yazılı görevinin kapsamı dışında kaldığı gerekçesiyle görev yönünden ret kararı vermiştir. Başvurucu, Hâkimliğin ve Mahkemenin şikâyetini incelemeye görevli ve yetkili olduğunu belirterek ret kararına itiraz etmiştir. Silivri Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliğinin kararında ve kararın gerekçesinde usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 4/12/2018 tarihinde öğrenmesinin ardından 3/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1278 | Başvuru, ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma, yeterli yemek verilmeme, sağlık hizmetlerinin gerektiği gibi sağlanamaması ve bu konulardaki başvurunun infaz hâkimliğince incelenmeden reddedilmesi nedeniyle kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 7/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 2/4/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16112 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucuların sahibi olduğu televizyon kanallarının bazı yayın platformlarından çıkarılması nedeniyle ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların sahibi olduğu Samanyolu TV, Samanyolu Haber, Yumurcak TV, Mehtap TV isimli televizyon kanallarının yayınları Digital Platform Teknoloji Hizmetleri A.Ş.nin (Digitürk) 8/10/2015 tarihinde yaptığı aşağıdaki açıklama sonrasında Digitürk yayın platformundan çıkarılmıştır:"Değerli müşterilerimiz, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 'Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu' tarafından yapılan bir soruşturma ile ilgili olarak şirketimize resmi bir yazı tebliğ edilmiştir. Söz konusu yazının içeriği gereği yasal zorunluluktan dolayı ... Samanyolu TV, Mehtap TV, S Haber, .. Yumurcak TV ve ... kanalları platformumuzdan çıkarılmıştır." Başvurucuların sahibi olduğu mezkur televizyon kanalları, Digitürk ile birlikte Teledünya, Tivibu, Turksat Kablo Tv ve Turksat Analog isimli yayın platformlarından da çıkarılmıştır. Başvurucular, bu işlemlere karşı Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığına, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanlığına ve Rekabet Kurumu Başkanlığına başvurmuş; ayrıca Digitürk'e bildirim yapan savcıya karşı tazminat davası açmış; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna şikâyet dilekçesi vermişlerdir. Başvurucular 9/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaştırılan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) Maddesi ileyukarıda ismi belirtilen televizyon kanallarının kapatılmasına karar verilmiştir. 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaştırılan 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında KHK ile de, kapatılan özel televizyonların bağlı olduğu şirketlerin faaliyetlerinin sonlandırılarak ticari sicil kayıtlarının resen terkin edileceği hükme bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesine Bahri Ağaoğlu isimli şahıs tarafından verilen 25/2/2019 kayıt tarihli dilekçede anılan kişinin başvurucu şirketlerin hâkim hissedarı konumunda olduğu belirtilmiş ve başvurunun takibinde hukuki menfaati olduğu ileri sürülmüştür. Ancak anılan şahsın başvurucu şirketlerin hâkim ortağı olduğu yönündeki iddiasını ispata yarar hiçbir belge Anayasa Mahkemesine sunulmamıştır. 668 sayılı KHK'nın "Alınan tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan;b) Ekli (2) sayılı listede yer alan özel radyo ve televizyon kuruluşları kapatılmıştır....2 SAYILI LİSTETELEVİZYONLAR...13 SAMANYOLU TV" 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir." Bireysel başvuru anında tüzelkişiliği haiz olan ancak bireysel başvurunun incelenmesi aşamasında tüzelkişiliğini yitiren ticaret şirketleri hakkında yapılan değerlendirmelerde kullanılan ulusal hukuk kaynakları için ayrıca bkz. Gümüşdere İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş., B. No: 2013/5016, 12/6/2018, §§ 8- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17125 | Başvuru, başvurucuların sahibi olduğu televizyon kanallarının bazı yayın platformlarından çıkarılması nedeniyle ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular kadastro davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 16/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyon ve Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular Hasan Gökalp, Burhan Gökalp, Turan Gökalp, Ömer Gökalp, Hamdiye Gökalp, Haluk Gökalp, Nebahat Gökalp, Mehmet Gökalp, Nezahat Gökalp tarafından yapılan 2013/9057 sayılı başvuru ile başvurucular Necat Gökalp, Müzeyyen Çamçi tarafından yapılan 2014/2619 sayılı başvurunun hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle birleştirilmesine karar verilmiş ve incelemeye 2013/9057 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 29/5/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.Bakanlığın 29/5/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Derik ilçesi Hisaraltı köyünde 1967 yılında yapılan kadastro çalışmaları esnasında 120 parsel numaralı taşınmaz, H.A. adına tespit görmüş ancak malik tayin edilmeden tutanak, Hâkimliğe gönderilmiştir. Başvurucuların murislerinin tespite yaptığı itiraz Tapulama Müdürlüğü tarafından reddedilmiş, bu karardan sonra başvurucuların murisleri, Derik Kadastro Mahkemesinde 30/11/1967 tarihinde H.A. aleyhine kadastro tespitine itiraz davası açmışlardır. Mahkeme 26/3/1971 tarihli ve E.1967/200, K.1971/47 sayılı karar ile hâkimlerin davadan çekinmeleri nedeniyle merci tayini için dosyanın Yargıtaya gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 25/5/1971 tarihli ve E.1971/6076, K.1971/5132 sayılı ilamıyla Kızıltepe Kadastro Mahkemesini davaya bakmak için görevlendirmiştir. Dava, Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin E.1971/89 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesi 2/9/1971 tarihli ve E.1971/89, K.1971/6 sayılı kararı ile kadastro tutanağına malik sutünunun yazılması için dosyanın Mardin Tapulama Müdürlüğünegönderilmesine karar vermiştir. Mardin Tapulama Müdürlüğü 8/2/1972 tarihli kararıyla fiilî durum nedeniyle bir malik tayin ederek Komisyon kararı ile birlikte dosyanın Kızıltepe Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesi 25/3/1974 tarihli ve E.1972/14, K.1974/85 sayılı kararıyla davacı Ömer Gökalp ve müştereklerinin yaptığı itirazların kabulüne ve davalı H.A. adına yapılan tespitin iptaline ve taşınmazın hissedarların hisseleri oranında tapuya tesciline karar vermiştir. Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/12/1978 tarihli ve E.1978/10136, K.1978/14413 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma kararı üzerine dava, Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin E.1981/9 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesi 20/3/1981 tarihli ve E.1981/9, K.1981/45 sayılı kararıyla Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Derik Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 20/10/1981 tarihli ve E.1981/12504 sayılı kararıyla merci olarak belirtilen mahkemenin fiilî ve hukuki nedenin kalkmasından sonra bile merci sıfatıyla bakmakta olduğu dava dosyası hakkında yetkisizlik kararı veremeyeceği gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma üzerine dava, Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin E.1982/16 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin kapatılmasından sonra dosya, Mardin Kadastro Mahkemesinin 2013/84 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir. Başvurucular 16/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun, B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9057 | Başvurular kadastro davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 27/2/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucun aleyhine 25/8/1993 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15552 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, suç tarihinde çocuk olan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Bahçede Molotofkokteyli Bulunması Üzerine Başvurucu Hakkında Yürütülen Soruşturma Süreci ve Sonrası 2018 yılının başında PKK/KCK silahlı terör örgütüne müzahir yayın yapan bazı web sitelerinden terör örgütü yönetiminin Afrin için seferberlik çağrısı yapması sonrasında güvenlik güçlerine bir ihbar gelmiştir. İhbar sonrasında olay yerine giden güvenlik güçleri dört şahsın yola barikat kurmak amacıyla bir kanepe çektiğini görmüş, şahıslar kaçmaya başlamış, sonuçta suça sürüklenen çocuk E.K. yakalanmış ve yanındaki diğer üç kişiyle yolu barikatla kapatıp kanepeyi yakmak için kullanacakları yanıcı maddenin bir kısmını sakladıkları adresi de söylemiştir. Aynı tarihte, bir kişi tarafından evinin bahçesine molotofkokteyli saklandığı ihbarı yapılmıştır. 16/2/2018 tarihinde bu adrese gidildiğinde molotofkokteyli ele geçirilmiş, parmak izi tespiti için gerekli işlemler yapılmıştır. Bu olaya karışan suça sürüklenen çocuklardan birinin de 2003 doğumlu olan başvurucu olduğu tespit edilmiştir. Sonrasında Mersin Olay Yeri İnceleme Şube Müdürlüğü Vücut İzi Geliştirme Laboratuvarı Büro Amirliğinin 6/4/2020 tarihli raporunda, elde edilen parmak izinin başvurucuya ait olduğu tespiti yer almıştır. Başvurucunun 16/2/2021 tarihinde kolluk nezdinde şüpheli olarak ifadesi alınmıştır. Tarsus Emniyet Müdürlüğünün Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) sunduğu fezlekede, başvurucunun 16/2/2018 tarihinde güvenlik güçlerine ve araçlarına gerçekleştirilecek saldırıda kullanılmak üzere molotofkokteylleri hazırladığı, 28/6/2015 tarihinde PKK/KCK silahlı terör örgütünün Kobani'yle ilgili düzenlediği basın açıklaması sırasında örgüt lehine "Şehitler ölmez, katil devlet hesap verecek, yaşasın YPG'nin direnişi..." şeklinde sloganlar attığı, sosyal medyadan örgüt lehine paylaşımlarda bulunarak örgütün propagandasını yaptığı belirtilmiştir. Ayrıca fezlekede, başvurunun gerçekleştirdiği iddia edilen ve 2014-2015 yıllarına ait olan sosyal medya paylaşımlarının ekran görüntülerine, başvurucunun katıldığı iddia edilen basın açıklaması esnasında slogan attığına ilişkin görüntülerine ayrıntılı olarak yer verilmiş; başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada ele geçirilen cep telefonuna incelenmek üzere el konulması da talep edilmiştir. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şüpheli olarak ifadesi alındıktan sonra silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması talep edilmiş ve başvurucu, müsnet suçtan 16/2/2021 tarihinde tutuklanmıştır. Tarsus Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) tutuklama gerekçesi " ...atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunması, isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, isnat edilen suçlamanın CMK'nın maddesindeki katalog suçlardan oluşu, ... şüphelinin tutuklama yerine adli kontrol yükümlülüğü altına konulması halinde bu kurallara riayet edeceği yönünde kanaatin oluşmaması ve şüphelinin üzerine atılı suçları ihtiva ettiği cezanın alt ve üst sınırları dikkate alındığında tutuklama tedbirine müracaat etmede ölçüsüzlük de görülmediği..." şeklindedir. Başvurucunun itirazı Tarsus Sulh Ceza Hâkimliğince 25/2/2021 tarihinde "... atılı suçun niteliği, CMK'nın 100/3 maddesinde belirtilen suçlardan olması, mevcut delil durumu ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, atılı suçun kanunda öngörülen cezasının nev'i ve miktarına göre tutuklama tedbirinin ölçülü olması, kaçma şüphesinin bulunması ve adli kontrol uygulamasının bu aşamada yetersiz kalacak olması..." gerekçesiyle reddedilmiştir. Ret kararı 6/3/2021 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu 22/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrası Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmanın neticesinde 26/4/2021 tarihli Dijital İnceleme Tutanağı'nda başvurucunun cep telefonu üzerinde yapılan incelemede örgütle ilgili bir bulguya rastlanmadığının belirtildiği görülmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından fezleke ile Mersin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen soruşturmada başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme suçlarından kamu davası açılmıştır. İddianamede PKK/KCK silahlı terör örgütüne müzahir yayın yapan bazı yayın organlarında 15/2/2018 tarihli eyleme çağrı yapılması sonrasında 16/2/2018 tarihinde bir ikametgâhın bahçesinde 32 molotofkokteyli ele geçirildiği, olayın faillerinin tespitine yönelik araştırmalar devam ederken 6/4/2020 tarihinde elde edilen parmak izlerinin başvurucunun parmak iziyle aynı olduğunun tespit edildiği, şahsın güvenlik güçlerine ve araçlarına yönelik gerçekleştirilecek saldırı eyleminde kullanılmak üzere hazırlanan molotofkokteylleri için malzeme temin ettiği, molotofkokteyllerini hazırladığının anlaşıldığı, bu kapsamda 2014-2015 yıllarında Facebook hesabından PKK/KCK silahlı terör örgütünün propagandasını içeren paylaşımlar yaptığı ifade edilmiştir. Tarsus Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) talebi sonucu başvurucuyla ilgili olarak hastaneden temin edilen 3/8/2021 tarihli sağlık kurulu raporunda; terör örgütünün propagandasını yapma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, silahlı terör örgütü üyeliği suçları bakımından başvurucunun 2014-2015 yıllarında muayenesi bizzat yapılmadığından kesin kanaat bildirilememekle beraber o tarihte 11-12 yaşında olduğu gözetilerek fiilinin anlam ve sonuçlarını anlayamayacağı ve fille ilgili olarak davranışlarını yönlendiremeyeceği, 2018 yılı için ise tekrarlayan benzer suçlar sonucunda davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişmiş olabileceği kanaati belirtilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi ilk duruşmanın yapıldığı 7/9/2021 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 14/9/2021 tarihinde ise terör örgütü propagandası yapma suçu bakımından başvurucunun suç işlediği tarihte 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olması ve işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması nedeniyle başvurucu hakkında ceza verilmesine yer olmadığına, ayrıca karar tarihi itibarıyla başvurucunun 18 yaşını doldurması nedeniyle de çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine yer olmadığına, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme suçu bakımından bu suçu örgüt faaliyeti çerçevesinde işlediğini kabul ettikten sonra suç tarihinde 15 yaşını bitirip 18 yaşını doldurmadığından cezasında indirim yapılarak neticeten 4 yıl 5 ay 10 gün hapis ve 5 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına, son olarak silahlı terör örgütüne yardım etme suçu yönünden ise suç tarihinde 15 yaşından büyük, 18 yaşından küçük olması nedeniyle cezasında indirim yapılarak neticeten 1 yıl 4 ay 20 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve bu cezaya ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Karar 19/10/2022 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi tarafından başvurucunun eyleminin bir bütün hâlinde silahlı terör örgütüne silah sağlamaya teşebbüs suçunu oluşturmasına rağmen Ağır Ceza Mahkemesince eylemin bölünerek iki ayrı suçtan ceza verilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma ve silahla terör örgütüne yardım etme suçları bakımından bozulmuştur. Terör örgütü propagandası yapma suçu yönünden ise istinaf talebinin reddine temyiz yolu açık olarak karar verilmiştir. Karar tebliğ aşamasındadır.B. Yola Barikat Kurularak Molotofkokteyli Saldırı Girişimi Nedeniyle Başvuru Hakkında Yürütülen Soruşturma Süreci ve Sonrası Yukarıda değinildiği üzere (bkz. § 2) PKK/KCK'nın çağrısı sonrasında 16/2/2018 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu dört kişi yola barikat kurmak amacıyla bir kanepe çekerken, güvenlik güçlerine gelen ihbar sonucu suça sürüklenen çocuk E.K. yakalanmıştır. E.K.nın ifadesi sonrası diğer iki kişi de yakalanmış; Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine, çocuk olduğu tespit edilen üç kişinin işlediği iddia edilen tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması ve el değiştirmesi fiilinin anlam ve sonuçlarını algılama ile davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişip gelişmediğine dair raporlar temin edilmiştir. Devlet hastanesinin başvurucu hakkında düzenlediği 7/3/2018 tarihli raporda, başvurucunun tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması ve el değiştirmesi suçunun anlam ve sonuçlarını değerlendirme ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olduğu tespitine yer verilmiştir. Bu rapor uyarınca başvurucunun aynı gün güvenlik güçleri tarafından ailesine teslim edildiğine dair tutanak hazırlanmıştır. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığınca suça sürüklenen dört çocuk hakkında açılan kamu davası sonrası yargılamayı yapan Mersin Ağır Ceza Mahkemesi 14/1/2020 tarihinde, başvurucunun tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçundan beraatine, terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçu yönünden suç tarihi itibarıyla bu suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama, davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmediği anlaşıldığından ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki kararlar istinaf kanun yoluna başvurulmadan 22/1/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucunun bu soruşturma ve yargılama boyunca müsnet suçlardan tutuklandığına dair bir belgeye rastlanmamıştır. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/18660 | Başvuru, suç tarihinde çocuk olan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şartları oluşmasına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi ve dava değeri itibarıyla kesin nitelikteki karara karşı temyiz yoluna başvurulamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği, parasal temyiz sınırı öngören Kanun hükmünün Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptal edilmesi gerektiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/3/2014 tarihinde Aydın Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyonlar Başraportörünce 3/4/2014 tarihinde başvurunun süre aşımı nedeniyle idari yönden reddine karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı üzerine başvuru dosyasının gönderildiği İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 22/3/2016 tarihinde, idari red kararına itirazın değerlendirilmesine ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine, satın aldığı ürünün bedelini ayıplı olduğu iddiasıyla ödememesi ve bu bedelin tahsili için başlatılan icra takibine itiraz etmesi nedenleriyle tüketici mahkemesi sıfatıyla Aydın Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) itirazın iptali davası açılmıştır. Yargılama sonunda Mahkemece 26/3/2013 tarihli ve E.2012/304, K.2013/188 sayılı karar ile davanın kısmen kabulüne, takibin 695,00 TL asıl alacak ve 10,70 TL işlemiş faiz üzerinden devamına dava değeri itibarıyla kesin olmak üzere karar verilmiştir. Başvurucu 11/4/2013 tarihli dilekçeyle anılan davada yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuş, Mahkeme 19/11/2013 tarihli ve E.2013/384, K.2013/873 sayılı kararı ile yargılamanın yenilenmesi sebeplerinden hiçbirinin bulunmaması nedeniyle talebin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Dosyamızın davacısının yargılamanın yenilenmesi talebinin dayanağı; Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği hakimin reddi dilekçesindeki bilirkişi raporunun gerçeği yansıtmadığı yönündeki beyanının bilirkişi raporuna itiraz mahiyetinde olduğunun kabul edilmesi gerektiği iddiasıdır. Bu iddia davacı tarafından "yeni delil ortaya çıkması" olarak öne sürülmekteyse de buna ilişkinsomut bir tarih belirlenememiş, bu durumda yargılamanın yenilenmesi talebinin yasal sürede yapıldığı kabul edilerek esasın incelenmesine geçilmiştir.Yargılamanın iadesi sebepleri 6100 sayılı HMK'nun maddesinde tahdidi şekilde sayılmış olup yeni nedenler eklenmesi, nedenlerin çoğaltılıp genişletilmesi mümkün değildir. Davacının "Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği hakimin reddi dilekçesindeki bilirkişi raporunun gerçeği yansıtmadığı yönündeki beyanının bilirkişi raporuna itiraz mahiyetinde olduğunun kabul edilmesi gerektiği" iddiasının HMK'nun 375/1-ç maddesinde zikredilen belgelerden sayılması mümkün değildir. Satır aralarından bilirkişi raporuna itiraz edildiği sonucu çıkarılabilseydi dahi mahkemenin itirazı kabul etme zorunluluğu yoktu. Ayrıca mahkeme kararının gerekçesinde bilirkişi raporuna itibar edilmesinin sebebinin dosyamızın davacısının rapora itiraz etmemesi değil "bilirkişi raporunun mahkememizin keşifteki harici gözlemine uygun ve karara dayanak yapılabilir nitelikte görülmesi" olduğu dabelirtilmiştir.Toplanan deliller ve incelenen tüm dosya içeriğine göre dosyada HMK'nun maddesinde tahdidi olarak sayılan yargılamanın yenilenmesi sebeplerinden hiçbiri bulunmadığından davanın reddi gerektiği sonuç ve kanaatine [varılmıştır].” Duruşma tutanağında ve gerekçeli karardaki hüküm paragrafında, anılan kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde Yargıtay temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun bu kararı temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 4/2/2014 tarihli ve E.2014/2879, K.2014/2883 sayılı ilamı ile temyiz konusu tutarın karar tarihi itibarıyla temyiz sınırı olan 820 TL’den az olması nedeniyle temyiz dilekçesinin reddine karar vermiştir. Yargıtay ilamının başvurucuya tebliğ edildiğine ilişkin bir kayıt bulunmamakla birlikte dava dosyasının Mahkemeye 20/2/2014 tarihinde ulaştığı tespit edilmiştir. Başvurucu 20/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş, Komisyonlar Başraportörünce başvurunun 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (5) numaralı fıkrasında belirtilen otuz günlük süre içinde yapılmaması nedeniyle idari yönden reddine 3/4/2014 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucu, bu kararı 17/4/2014 tarihinde tebliğ almış; 18/4/2014 tarihinde karara itiraz etmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir: “(1) Aşağıdaki sebeplere dayanılarak yargılamanın iadesi talep edilebilir:a) Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması.b) Davaya bakması yasak olan yahut hakkındaki ret talebi, merciince kesin olarak kabul edilen hâkimin karar vermiş veya karara katılmış bulunması.c) Vekil veya temsilci olmayan kimselerin huzuruyla davanın görülmüş ve karara bağlanmış olması.ç) Yargılama sırasında, aleyhine hüküm verilen tarafın elinde olmayan nedenlerle elde edilemeyen bir belgenin, kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması.d) Karara esas alınan senedin sahteliğine karar verilmiş veya senedin sahte olduğunun mahkeme veya resmî makam önünde ikrar edilmiş olması.e) İfadesi karara esas alınan tanığın, karardan sonra yalan tanıklık yaptığının sabit olması.f) Bilirkişi veya tercümanın, hükme esas alınan husus hakkında kasten gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun sabit olması.g) Lehine karar verilen tarafın, karara esas alınan yemini yalan yere ettiğinin, ikrar veya yazılı delille sabit olması.ğ) Karara esas alınan bir hükmün, kesinleşmiş başka bir hükümle ortadan kalkmış olması.h) Lehine karar verilen tarafın, karara tesir eden hileli bir davranışta bulunmuş olması.ı) Bir dava sonunda verilen hükmün kesinleşmesinden sonra tarafları, konusu ve sebebi aynı olan ikinci davada, öncekine aykırı bir hüküm verilmiş ve bu hükmün de kesinleşmiş olması.i) Kararın, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.(2) Birinci fıkranın (e), (f) ve (g) bentlerindeki hâllerde yargılamanın iadesinin istenebilmesi, bu sebeplerin kesinleşmiş bir ceza mahkûmiyet kararı ile belirlenmiş olması şartına bağlıdır. Delil yokluğundan başka bir sebeple ceza kovuşturmasına başlanamamış veya mahkûmiyet kararı verilememiş ise ceza mahkemesi kararı aranmaz. Bu takdirde dayanılan yargılamanın iadesi sebebinin, yargılamanın iadesi davasında öncelikle ispat edilmesi gerekir.” 6100 sayılı Kanun’un geçici maddesi gereğince temyize ilişkin hükümlerinin uygulanmasına devam olunan 18/6/1927 tarihli 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Miktar veya değeri 820 TL’yi [2013 yılı için] geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3907 | Başvuru, şartları oluşmasına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi ve dava değeri itibarıyla kesin nitelikteki karara karşı temyiz yoluna başvurulamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği, parasal temyiz sınırı öngören Kanun hükmünün Anayasa ya aykırılığı nedeniyle iptal edilmesi gerektiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, dokunulmazlık hakkını yeniden kazanan milletvekili hakkında yargılamaya devam edilmesi nedeniyle seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Halkların Demokratik Partisi (HDP) dönem milletvekilidir. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda bu yönde değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuştur. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya geçici madde eklenmiştir. Söz konusu Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm uygulanmayacaktır. Böylece Adalet Bakanlığı verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Başvurucunun yasama dokunulmazlığı da 8/6/2016 tarihinde yürürlüğe giren Anayasa'nın geçici maddesi ile kalkmıştır. Dokunulmazlığının kaldırılmasıyla Tunceli Asliye Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) hakaret ve basit tehdit suçundan yargılanmaya başlayan başvurucu, yargılama süreci devam ederken -24/6/2018 tarihinde yapılan genel seçimde- yeniden milletvekili seçilerek dönem milletvekili olmuştur. Başvurucu yeniden milletvekili seçilmesi nedeniyle yargılamayı yürüten Ceza Mahkemesinden durma kararı verilmesini talep etmiştir. Ceza Mahkemesi başvurucunun bu talebini kabul ederek 17/7/2018 tarihli kararıyla yargılamanın durmasına karar vermiştir. Bu karara Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığınca itiraz edilmesi üzerine Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi 21/9/2018 tarihinde itirazı kabul ederek durma kararını kesin olarak kaldırmıştır. Başvurucu nihai kararı 19/10/2018 tarihinde öğrenmiş, 6/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca, aralarında kişi ve konu yönünden irtibat bulunan 2018/32228, 2018/32231 ve 2018/37798 numaralı başvuruların 2018/32166 numaralı başvuruyla birleştirilmesine ve başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bu süreçte dava, Tunceli Asliye Ceza Mahkemesinde yeniden esas alarak görülmeye başlamıştır. Başvurucu 6/10/2020 tarihli duruşmada, Anayasa Mahkemesinin Kadri Enis Berberoğlu (2) ([GK], B. No: 2018/30030, 17/9/2020) kararında seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiğine karar verdiğini, kendisinin de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yaptığını, kendi durumunun bahsi geçen kararla benzer olduğunu belirterek durma kararı verilmesini talep etmiştir. Bu talep üzerine Mahkeme, sonraki duruşmalarda başvurucunun eldeki bireysel başvurusunu bekletici mesele yapmıştır. 14/9/2021 tarihinde yapılan son duruşmada ise başvurucunun yapmış olduğu bireysel başvurunun bekletici mesele yapılmasından vazgeçilmesine ve Kadri Enis Berberoğlu (3) ([GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021) kararına atıfta bulunarak yargılamanın durmasına karar vermiştir. | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32166 | Başvuru, dokunulmazlık hakkını yeniden kazanan milletvekili hakkında yargılamaya devam edilmesi nedeniyle seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ile soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekli ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Anılan süreçte darbe teşebbüsü kapsamında "Jandarma Okullar Komutanlığı"nda gerçekleşen faaliyetlerinin de soruşturma konusu edildiği anlaşılmaktadır. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, başvurucu hakkında anılan soruşturmaya ilişkin olarak müdafinin dosyayı incelemesinin veya belgelerden örnek almasının soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle soruşturma dosyasını inceleme yetkisinin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bu soruşturma kapsamında başvurucu hakkında Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/7/2016 tarihli kararıyla tutuklama tedbiri uygulanmıştır. Tutuklama kararının ilgili bölümü şöyledir: "Şüpheli AHMET ÜNAL'ın üzerine yüklenen anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren deliller, şüphelilerin saklanma veya kaçma şüphesini uyandıran somut olguların varlığı, fiilin kanunda karşılığı olan cezanın miktarı, suçun CMK'nın 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesinde yer alan tutuklamaya ilişkin şartların gerçekleştiği dikkate alınarak adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin CMK'nın vd. maddeleri gereğince tutklanmasına[karar verildi]." Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliği3/8/2016 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 24/8/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 23/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamenin başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir: "Yukarıda ayrı ayrı isimleri belirtilen şüphelilerin Jandarma Okullar Komutanlığında kursiyer teğmen rütbeleriyle görevli oldukları, olay günü 2016 saat 00 olan darbe saatinin, 2016 saat 30’a çekilmesinin ardından, şüpheli kursiyer teğmenlerin içtima alanına toplandıkları, içtima alanında şüpheli T.G.nin kursiyerlere hitaben 'Arkadaşlar, bugün çok önemli bir gün, artık kursiyer değilsiniz, artık teğmensiniz, teğmen gibi davranın çocuk gibi davranmayın, ülkenin geleceğini siz belirleyeceksiniz, birazdan farklı komutanlarınız gelecek onların emirlerine harfiyen uyun, ateş olursa ateşle karşılık verin, hiç kimse emirlerin dışında hareket etmesin, kimsenin telefonunu açık görmeyeceğim, ışık dahi görürsem o telefonu alır kırarım' şeklinde konuşma yaptığı, bu konuşmanın içeriğinden ve resmi bilirkişiler tarafından verilen 'tatbikat' konulu bilirkişi raporundan da anlaşılacağı üzere, verilen emrin darbe girişiminin tebliği niteliğinde hukuka aykırı bir emir, aksine yönelik savunmaların ise suçtan kurtulmaya yönelik savunmalar olduğu konusunda bir tereddüt bulunmadığı, sonrasında önceden hazırlanan görev yerlerinin belirlendiği isim listelerinin bulunduğu belgelerin bir poşet içerisinde şüpheli R.A. tarafından getirildiği, bu isim listelerinden önceden yapılmış plan uyarınca şüpheli jandarma kursiyer teğmenlerin 8'erli gruplar halinde isimlerinin ve darbeye yönelik olarak görev yerlerinin belirlenerek okunmaya başladığı, timlere ayrılan şüpheli kursiyer teğmenlerin başlarına kıta kaynaklı (Astsubaylıktan subaylığı kazanan) J. Teğmenlerin görevlendirildiği ve gerçek mermilerin verildiği, müteakiben değişik sayılardaki mangaları bir araya getirmek suretiyle daha kalabalık gruplar oluşturulduğu, bu gruplara emir komuta etmek üzere (VanAsayiş Kolordu K.lığı, İspanya Askeri Ataşeliği, Genelkurmay Personel Başkanlığı, Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı, J.Gn.K.lığı İstihbarat Başkanlığı, J.Gn.K.lığı Personel Başkanlığı gibi) farklı jandarma birliklerinde görev yapan şüpheli konumundaki rütbeli personele de sevk ve idare görevi verildiği, bu grupların anılan görevlendirme listesine göre planladıkları görev bölgelerine silahlı ve teçhizatlı olarak intikal ettikleri, görevlendirmelerin 'Beştepe karargahı, I No’lu Nizamiye, 2 No’lu Nizamiye. 3 No’lu Nizamiye, Eğitim Komutanlığı, Okullar Komutanlığı, Kurslar Komutanlığı, Hizmet Destek Komutanlığı, Cephanelik, Ulaştırma, Şehitler Anıtı Kavşağı ve Lojman/ Hastahane Kavşağı gibi' bölgelere yapıldığı, anılan bölgelerde toplanan şüphelilerin, kendilerine dağıtılan birer kutu 20 (yirmi) adet G-3 piyade tüfeği mühimmatı aldıkları, akabinde; aldıkları mühimmatla birlikte kendilerine tevdi edilen görev yerlerine giden şüphelilerin, darbe faaliyeti kapsamında karargahın işgaline yönelik eylemlerini gözaltına alınıncaya kadar sürdürdükleri, ayrıca; şüpheliler B., R.Ş., Y.Ö. ve Z.S.nin, 2014 yılının başlangıcında FETÖ/PDY örgüt üyelerinin örgütsel haberleşme aracı olan ByLock uygulamasını kullandıklarının tespit edildiği; Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/16743 soruşturma numaralı dosyasında ifadesine başvurulan Y. isimli itirafçının samimi beyanından da anlaşılacağı üzere şüpheli U. nin FETÖ mensubu olduğunun anlaşıldığı; böylelikle Fetullahçı Terör Örgütünün planlayıp, sevk ve idare ettiği darbe teşebbüsü fiillerine 'fail' olarak katıldığının sabit oldukları, darbeye teşebbüs eylemlerine bu şekilde katılan şüphelilerin “örgüt üyesi" olarak da kabullerinde zorunluluk bulunduğu anlaşıl[mıştır]. Şüpheliler hakkında yapılan soruşturma ve toplanan tüm delillerin değerlendirilmesi sonucunda Mahkemenizde yargılamasının yapılarak; TCK’nın 309/1 maddesinde düzenlenen “Anayasayı ihlal“; TCK’nın 311/ maddesinde düzenlenen “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs TCK’nın 312/ maddesinde düzenlenen “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs’’; TCK’nın 317/1-2 maddesinde düzenlenen “askeri komutanlıkların gasbı”; TCK'nın 314/ maddesinde düzenlenen “silahlı örgüte üye olma’’; suçlarından ayrı ayrı cezalandırılmalarına, 3713 sayılı Kanunun 5/ maddesinin uygulanmasına, TCK'nın maddesi uyarınca belirli haklardan yoksun bırakılmalarına; TCK’nın 58/ maddesi uyarınca ayrı ayrı mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına, TCK’nın maddesi uyarınca gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği sürelerin cezalarından indirilmesine..." Başvurucu yargılamayı yapan Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 20/4/2017 tarihinde tahliye edilmiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dava ilk derece mahkemesinde derdesttir. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ile (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(2)Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),...(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz."(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Anayasayı ihlal" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/17624 | Başvuru, darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ile soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, köyün etrafında odun toplarken güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu başvurucunun yaralanması dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi ve ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/1/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Şırnak ili Güçlükonak ilçesi Fındıklı köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında iki köylüsü ile birlikte köyün etrafında odun toplarken güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu yaralandığını ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 12/7/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon, 21/1/2011 tarihli ve 2011/3-142 sayılı kararında başvurucunun talebi kanun kapsamına girmediğinden, jandarmadan alınan yazılar neticesinde köyün de boşaltılmadığı anlaşıldığından talebin reddine karar vermiştir. Komisyonun talebin reddi kararına karşı Mardin İdare Mahkemesinde başvurucu tarafından dava açılmıştır. Mardin İdare Mahkemesinin 30/12/2011 tarihli ve E.2011/895, K.2011/2749 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“...Dosyada yer alan bilgi ve belgelerden, davacının ikamet ettiği Fındık Köyü’ne ve köy halkına yönelik terör olaylarının meydana gelmediği, davalı idarece Mahkememize sunulan listeye göre Fındık Köyünün terör nedeniyle boşaltılan köyler ve mezralar arasında bulunmadığı, köyün terör olaylarından dolayı boşaltılmadığı, Köyde 1990-1997-2000 tarihlerinde Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığınca yapılan nüfus sayımında 1752-2583-2026 kişinin bulunduğu, köyde okulun açık olduğu ve eğitime devam edildiği, köyde olağan yaşamın sürdüğü, davacıların malvarlığına ulaşımını engelleyen bir durumun bulunmadığı, bu durumda terör olayları nedeniyle boşalmayan köyde davacıların terörden kaynaklanan herhangi bir zararının bulunmadığı, dolayısıyla, davacıların 5233 sayılı Yasaya göre ödenmesi gerekli bir zararının olmadığı anlaşıldığından, 5233 Sayılı Yasa hükümlerine göre yaptıkları tazminat başvurusunun reddi yönündeki dava konusu işlemde yukarıda anılan mevzuat hükümlerine ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/11/2012 tarihli ve E.2012/5235, K.2012/10039 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 19/9/2013 tarihli ve E.2013/9596, K.2013/6125 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 26/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1371 | Başvuru, köyün etrafında odun toplarken güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu başvurucunun yaralanması dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi ve ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, karar gerekçesinde hükme bağlanmamış bir karara atıf yapılarak davanın reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvurudan Önceki Süreç Başvurucunun Muğla'nın Milas ilçesine bağlı Gökbel Mahallesi Baklayeri mevkiinde 222 ada 3 sayılı parselde taşınmazı bulunmaktadır. Başvurucunun taşınmazı üzerine ruhsatsız yapı yaptığından bahisle Milas Belediye Başkanlığı (Belediye) Belediye Encümeni tarafından 2/10/2015 tarihli kararla 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi gereğince ruhsatsız yapının yıktırılmasına, aksi takdirde yıkım işleminin Belediyece yapılmasına ve yıkım masrafının yapı sahibinden tahsil edilmesine, aynı zamanda imar para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Belediye Encümeni kararının kaldırılması ve eksilik varsa tadilat ruhsatı başvurusu için süre verilmesi talebiyle Belediyeye başvuruda bulunmuş; talebinin reddedilmesi üzerine Muğla İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 23/6/2017 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucunun Belediye Encümeni kararının yıkıma ilişkin kısmı ile yapı tatil zaptının iptali istemiyle aynı Mahkemede E.2015/1598 sayılı dosyayla dava açtığı, açtığı davanın yapı tatil zaptı yönünden süre aşımı, yıkım işlemi yönünden ise esastan reddedildiği, aynı Belediye Encümeni kararı kapsamında tesis edilen para cezasına karşı ise Muğla İdare Mahkemesinde E.2015/1711 sayılı dosyada açılan davanın reddedildiği belirtilerek hukuka uygun olduğu anlaşılan işlemlerin kaldırılması istemiyle yapılan başvurunun reddi yönünde tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucunun istinaf talebi İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 26/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar 5/2/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç Başvurucu, Mahkeme karar gerekçesinde bahsi geçen yıkım ve yapı tatil zaptına ilişkin açtığı iptal davasında verilen (Muğla İdare Mahkemesinin E.2015/1598, K.2017/1113 sayılı) karara ilişkin de 15/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2018/6378 bireysel başvuru numaralı bu başvurusuyla ilgili Anayasa Mahkemesi tarafından 12/10/2018 tarihli yazıylabaşvurucudan yapının yıkılıp yıkılmadığı hakkında bilgi vermesi istenmiştir. Başvurucu 13/11/2018 tarihli yazıyla yapının yıkılmadığını belirtmiş ve bireysel başvuru yaptıktan sonra 11/5/2018 tarihli ve 7143 sayılı Kanun'un maddesiyle 3194 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince imar barışından yararlanarak 6/7/2018 tarihli yapı kayıt belgesi aldığını ve binanın yasal hâle geldiğini ifade etmiştir. Bireysel başvuruya konu olan yapı yasal olmasına rağmen adil olmayan ve hukuka aykırı mahkeme kararlarıyla yasal olmayan konuma getirildiğini, hak kaybına uğramamak için bireysel başvuru yaptığını ancak bireysel başvurudan sonra yürürlüğe giren kanun gereğince yapı kayıt belgesi aldığını vurgulamıştır. Anayasa Mahkemesi Komisyonlar Başraportörlüğü tarafından 2018/6378 numaralı başvuru hakkında başvurucunun imar affından yararlanmak için yaptığı başvurunun kabul edildiği ve yapı kayıt belgesi aldığı, bu sebeple başvurudan sonra mağduriyet giderildiğinden başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden de bulunmadığı değerlendirilerek 9/5/2019 tarihinde başvurunun düşmesine karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5165 | Başvuru, karar gerekçesinde hükme bağlanmamış bir karara atıf yapılarak davanın reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1964-1978 yılları arasında Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) T. Emekli Sandığına tabi memur (astsubay) olarak görev yapmıştır. Başvurucu bu tarihten sonra özel sektörde Sosyal Sigortalar Kurumuna (SSK) tabi olarak çalışmış ve SSK 1/12/1992 tarihi itibarıyla başvurucuya emekli aylığı bağlamıştır. Başvurucu 6/10/2009 tarihli dilekçesiyle Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK), Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı dönemler için emekli ikramiyesi ödenmesi talebinde bulunmuştur. SGK 10/11/2009 tarihli yazıyla talebi reddetmiştir. A. Ankara İdare Mahkemesindeki Yargı Süreci Başvurucu, SGK'nın işleminin iptal edilmesi talebiyle dava açmıştır. Yargılama sırasında Anayasa Mahkemesi 5/2/2009 tarihli ve E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararı ile 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun'un maddesinde yer alan "son defa T. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve" ibaresini, Anayasa'nın ve maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir. Bu karar 5/6/2009 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmış olup 5/6/2010 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 30/6/2010 tarihli kararıyla, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı uyarınca başvurucunun Emekli Sandığına tabi olan hizmetlerinden dolayı başvurucuya emekli ikramiyesi ödenmesi gerektiği kanaatiyle davanın kabulüne karar vermiştir. Hüküm, davalı SGK vekili tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay Onbirinci Dairesi, miktarı itibarıyla uyuşmazlığın tek hâkim tarafından çözümlenmesi gerektiğinden hükmü bozmuştur. Mahkeme tek hâkimli olarak yapmış olduğu yargılama neticesinde 28/12/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesinde, Emekli Sandığına tabi görevinden kendi isteği ile ayrılarak 8/9/1999 tarihinden önce çalışmaya başlayanların 25/5/1971 tarihli ve 1475 sayılı mülga İş Kanunu'nun maddesi uyarınca emekli ikramiyesi alamayacaklarına yer verilmiştir. Başvurucu bu karara Bölge İdare Mahkemesinde itiraz etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurul (Kurul) 26/12/2012 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararını ortadan kaldırarak davanın kabulüne karar vermiştir. Kurul, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanun hükümlerinin devam eden yargılamalarda uygulanamayacağı saptamasında bulunarak farklı sosyal güvenlik kurumlarına tabi hizmet süreleri birleştirilmek suretiyle aylık bağlanan ancak Emekli Sandığına tabi hizmetleri için ikramiye ödenmeyen kişilere emekli aylığının bağlandığı tarihteki katsayılar gözetilerek ödeme yapılması gerektiğine işaret etmiştir.B. Ankara İdare Mahkemesindeki Yargı Süreci Başvurucu lehine sonuçlanan mahkeme kararı üzerine SGK,emekli aylığının bağlandığı tarihe göre hesapladığı 24,76 TL ikramiyenin başvurucuya ödenmesine karar vererek bu miktarı başvurucunun banka hesabına yatırmıştır. Başvurucu hesabına yatırılan miktarı çekmekten imtina ettiğinden bir süre sonra para kuruma iade edilmiştir. Başvurucunun 24,76 TL ikramiye ödenmesi işlemine yönelik itirazı Kurum tarafından 15/4/2014 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, ikramiyenin güncel değerler üzerinden hesaplanması gerektiği iddiasıyla işlemin iptali ve 000 TL tazminat ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 27/5/2015 tarihli karar ile dava konusu işlemin dayanağı olan mahkeme kararında ikramiyenin emeklilik tarihindeki katsayılar üzerinden hesaplanacağının açıkça belirtilmiş olması ve güncel tutarlara göre ödeme yapılması yönünde bir kanun hükmünün bulunmaması nedenleriyle davayı reddetmiştir. Temyiz edilen karar, Kurul tarafından 2/12/2015 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Kurul tarafından 20/6/2016 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 1/8/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14796 | Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde, nüfus cüzdanı örneği ve diğer bazı belgelerin başvuru formuna eklenmediği tespit edilmiştir. Tespit edilen eksikliklerin giderilmesi için 6/10/2015 tarihli eksikliğin giderilmesi bildirimi hazırlanmış ve 12/10/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Tebliğ edilen bildirimde, nüfus cüzdanı örneği ve diğer belgelerin tebliğ tarihinden itibaren en geç on beş (15) gün içinde usulüne uygun olarak tamamlanması gerektiği, geçerli bir mazeret olmaksızın tamamlanmaması hâlinde başvurunun reddedileceği belirtilmiştir. 22/10/2015 tarihinde eksikliğin giderilmesi bildirimine cevapta bulunulmuş, tespit edilen diğer belgeler tamamlanmakla birlikte nüfus cüzdanı örneği yerine nüfus kayıt örneği gönderildiği anlaşılmıştır. Başvuru hakkında, nüfus cüzdanı örneğinin verilen kesin süre içerisinde gönderilmediği gerekçesiyle 17/11/2015 tarihinde idari ret kararı verilmiş ve 2/12/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 8/12/2015 tarihinde idari ret kararına karşı itiraz edilmiştir. Komisyonca idari redde itiraz incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14883 | Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddia ve savunmaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru konusu olayın gerçekleştiği tarihte park hâlinde bulunan arızalı bir kamyonetin arka kısmında 16 havai fişek, poşetler içinde atıma hazır 13 molotofkokteyli, 2 penye maske bulunmuştur. Bunun üzerine Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) silahlı terör örgütüne silah sağlama, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi suçlarından soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında anılan poşetlerin üzerinde yapılan kriminal incelemede başvurucuların parmak izine rastlanmıştır. Bunun üzerine Başsavcılık, başvurucuların ifadelerini almıştır. Başvurucular; poşetin üzerinde parmak izinin neden çıktığını bilmediğini, olayla bir ilgisinin bulunmadığını, PKK terör örgütü ile bir bağlantısı olmadığını savunmuştur. Soruşturma sonucunda Başsavcılık, başvurucuların anılan suçlardan cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlemiştir. Mersin Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul ederek yargılamaya başlamıştır. Yargılama üç celsede bitirilmiştir. Birinci celsede müdafileri ile hazır bulunan başvurucuların savunmaları alınmıştır. Başvurucular; soruşturma aşamasında verdiği ifade ile aynı doğrultuda poşetlerin üzerinde parmak izinin neden çıktığını bilmediğini ve suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Bu celsede iddia makamı esas hakkındaki mütalaasını açıklamış, eylemlerinin bir bütün olarak terör örgütüne silah sağlama suçunu oluşturduğu kanaatiyle başvurucuların anılan suçtan cezalandırılmalarını talep etmiştir. Mahkeme, savunmalarını hazırlamak üzere başvuruculara süre vererek duruşmayı ertelemiştir. İkinci celsede başvuruculardan Mücahit Kendal Araz'ın müdafiinin mazereti nedeniyle yargılamaya ilişkin esaslı bir işlem yapılmadan duruşma ertelenmiştir. Yargılamanın üçüncü ve son celsesine katılan başvurucuların müdafileri esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmalarını yapmıştır. Duruşma sonucunda başvurucuların terör örgütüne silah sağlama suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...ele geçirilen molotof kokteylleri ile diğer malzemelerin içine konulduğu pembe naylon poşet üzerinde sanık Ömer Tunçer'in sol el baş parmak izinin, Kitapsan ibareli naylon poşet üzerinde de sanık Mücahit Kendal Araz'ın sol el orta parmak izinin tespit edildiği, PKK/KCK terör örgütü güdümünde yayın yapan Fıratnews.com isimli internet sitesinde 2012 günü yayınlanan bildiride 'halk insiyatifi:özgürlük mitingine katılmak tarihsel bir görevdir' başlıklı haberin içeriğinde terörist başı [A.Ö.ya] özgürlük için eylem yapılması talimatı verildiği, yakalanan patlayıcı maddeler ile diğer maddelerin bu eylem çağrısı nedeni ile yapılacak eylemlerde kullanılmak üzere sanıkların da içeresinde olduğu kişiler tarafından hazırlanıp saklandığı, sanıkların bu şekilde üzerine atılı silahlı terör örgütlerine silah sağlama suçunu işledikleri anlaşılmıştır.Sanıklar savunmalarında suçlamayı kabul etmemiş iseler de, yukarıda da açıklandığı üzere ele geçirilen molotof kokteylleri ile diğer malzemelerin içine konulduğu pembe naylon poşet ile Kitapsan ibareli naylon poşet üzerinde sanıklar Ömer Tunçer ve Mücahit Kendal Araz'ın parmak izleri tespit edilmiştir. Söz konusu patlayıcılar ve diğer materyaller ile ilgili olarak haklarında kamu davası açılıp mahkumiyetine karar verilen [İ.A.] sanık Mücahit Kendal'in akrabasıdır. İkametleri de müşterek değildir. Bu nedenle patlayıcı maddelerin ve diğer eşyaların hazırlanmasına birlikte katıldıkları değerlendirilmiştir. Sanık Ömer Tunçer['in] ise diğer sanıklar ile bir akrabalığı yoktur. Ancak aynı yerde bulunan poşetler üzerinde parmak izleri tespit edilmiştir. Bunun tesadüfle izahı mümkün değildir. Öte yandan sanık Ömer Tunçer'in patlayıcıların yakalandığı gün Adana'da çalışmakta olduğu belirtilmiş ise de, patlayıcıların yakalandığı yere ne zaman konulduğu belli değildir. Önceden oraya saklanması mümkündür. Kaldı ki Adana-Mersin arası mesafe dikkate alındığında günübirlik gelip gidilmesi kolay bir mesafedir. Bu yakınlıktan dolayı Mersin'de oturup da Adana'da çalışan ve günübirlik gelip giden pek çok insan vardır. Bu nedenle suçtan kurtulmaya yönelik savunmalara itibar edilmemiştir.... sanıkların 13 adet molotof kokteyli, 16'lı havai fişek ve diğer malzemeleri PKK-KCK terör örgütünün muzahir kitlelerinin sokak gösterilerinde kullanılmak üzere depolanarak dağıtıma hazırlandığı, PKK/KCK terör örgütü güdümünde yayın yapan Fıratnews.com isimli internet sitesinin 2012 tarihli 'Halk inisiyatifi: özgürlük mitingine katılmak tarihsel bir görevdir' başlıklı 'Kürdistan Halk İnisiyatifi, 14 Temmuz'da Diyarbakır'da yapılacak olan Önderliğe Özgürlük İçin Demokratik Direniş' mitingine katılım çağrısında bulunarak, 'Özgürlük mitingine katılmak tarihsel bir görev ve sorumluluktur' dedi. ...ibarelerin yer aldığı haberin devamında, '...Önder Apo'nun Özgürlüğü sağlanıncaya, sömürgeci faşist sistemin Kürdistan topraklarında defedilinceye kadar kesintisiz bir direniş içerisinde olacağız.' şeklinde örgüt tabanına ve müzahir kitlesine halen İmralı Cezaevinde hükümlü bulunan örgüt liderinin özgürlüğüne kavuşuncaya kadar yurt genelinde Serhildan (Başkaldırı) türü eylemlerin arttırılarak devam ettirilmesi yönünde eylem çağrılarında bulunduğu, sanıkların bu çağrılar doğrultusunda eylemlerde kullanılmak üzere 13 tane molotof kokteylini ve diğer malzemeleri depoladığı vicdani kanısına varılarak TCK.nın maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar vermek gerekmiştir." Başvurucular, diğer nedenlerle birlikte somut delil bulunmadığı hâlde gerekçesi açıklanmaksızın mahkûmiyet kararı verildiği gerekçesiyle temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay "usul ve kanuna uygun bulunan" kararın onanmasına karar vermiş, mahkûmiyet kararı 26/5/2021 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu Ömer Tunçer'in başvurusunda hakkaniyete uygun yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyet ile başvurucu Mücahit Kendal Araz'ın başvurusunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/50718 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddia ve savunmaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/1/2014 tarihi ve devamında yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/13525 sayılı dosya konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/485 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Hıdır Sarıdağ ve Mahmut Sarıdağ'ın babası, başvurucular Adnan Sarıdağ, Faruk Sarıdağ, Mustafa Sarıdağ, Cemil Sarıdağ, Şükran Sarıdağ, Türkan Sarıdağ'ın dedesi ve başvurucu Hıssa Sarıdağ'ın mirasçısı olduğu eşinin babası olan muris İbrahim Sarıdağ'ın 1957 yılında Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasına, başvurucular Zeynep Hazar (T. Kimlik No: 35738019376), Salahattin Hazar, Mustafa Hazar, Mahsun Hazar, Fatma Hazar, Ahmet Hazar, Abdurrezak Hazar ve Abdulvahit Hazar'ın babaları olan muris Küleyp Hazar 28/5/1980 tarihinde müdahil davacı sıfatıyla taraf olmuş ve anılan Mahkemenin kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine gönderilen söz konusu dava, yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/485 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, koruma tedbirlerinin ölçüsüz şekilde uygulandığı ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 2012 yılında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sürecinde başvurucu hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri ile aynı Kanun'un maddesi uyarınca teknik araçlarla izleme tedbiri uygulanmıştır. Başvurucunun da aralarında bulunduğu otuz altı şüpheli hakkında Başsavcılık tarafından 20/2/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına (takipsizlik) karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, şüphelilerin cebir ve şiddet kullanarak Anayasa'da belirtilen, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak gibi vahamet arz eden eylem arayışı içerisinde olmadıklarının tespit edildiği belirtilmiştir. Ayrıca, şüphelilerin çeşitli protesto eylemleri ve etkinlikler düzenleyerek yazılı ve görsel medyada açıklamada bulundukları, bu eylem, etkinlik ve açıklamaların hukuka aykırılık taşımadığı vurgulanan kararda, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair herhangi bir delile rastlanmaması nedeniyle takipsizlik kararı verildiği ifade edilmiştir. Başvurucu; iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasına ilişkin tedbir kararının ilk olarak 13/12/2012 tarihinde verildiğini, tedbirin aralıksız olarak on iki kez uzatıldığını ve 6/3/2014 tarihine dek uygulandığını, teknik araçlarla izleme tedbirinin de 13/12/2012-25/2/2014 tarihleri arasında elli dört kez uzatılarak uygulandığını, usulsüz şekilde tatbik edilen söz konusu koruma tedbirleri nedeniyle kişilik haklarının zedelendiğini ileri sürerek 5271 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açmıştır. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kayda alınan 27/3/2015 havale tarihli dilekçesinde başvurucu; çok uzun bir süre boyunca izlendiğini, iletişiminin dinlendiğini ve kayda alındığını, özel hayata saygı hakkının ve haberleşme hürriyetinin güvencelerinin askıya alındığını, tedbirlerin ölçüsüz olduğunu iddia etmiş ve uğradığı manevi zararların karşılığı olarak 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından Mahkemeye sunulan esas hakkındaki mütalaada, davaya konu edilen ve daha sonra soruşturması takipsizlikle sonuçlanan koruma tedbirlerinin 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasında sayılan tedbirlerden olmadığı açıklanarak davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkeme 30/9/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasında davaya konu koruma tedbirlerine aykırılık nedeniyle tazminat verilmesinin öngörülmediği belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca, davaya konu olan tedbirlerin aynı maddenin (3) numaralı fıkrası kapsamında olmadığı da ifade edilmiştir. Başvurucu, 30/9/2015 tarihinde temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca soruşturma ya da kovuşturma sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğinin düzenlendiğini beyan etmiştir. Dilekçede ayrıca, Yargıtay Ceza Dairesinin (Daire) aynı konu ile ilgili olarak tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirten kararları bulunduğunu belirten başvurucu, buna ilişkin bir kararı dosyaya sunduğunu, bir yılı aşan sürelerle uygulanan tedbirlerin ölçüsüz olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, ancak iletişimin denetlenmesi tedbirinden bir sonuç alınamaması hâlinde teknik araçlarla izleme tedbirinin uygulanabileceğini oysa mahkemelerce hukuka aykırı olarak iki tedbirin de aynı anda uygulanmasına karar verildiğini ileri sürmüştür. Dairenin 18/6/2018 tarihli kararıyla temyiz başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu tarafından ileri sürülen temyiz nedenlerinin yerinde görülmediği belirtilmiştir. Nihai karar 16/7/2018 tarihinde öğrenilmiştir. İlgili ulusal mevzuat, yargı mercilerince verilen kararlar, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, §§ 19- Yargıtay Ceza Dairesinin 22/3/2021 tarihli ve E.2019/1984, K.2021/2893 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Tazminat talebinin dayanağı olan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosunun ... sayılı soruşturma dosyası kapsamında, davacı hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi tedbiri ve teknik ve fiziki takip tedbiri uygulandığı gerekçesi ile 000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile ödenmesi talebine ilişkin söz konusu davada, yerel mahkemece davanın reddine hükmedildiği anlaşılmakla;Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;1- Davacının kullanımında olduğu belirtilen .. numaralı telefon hattı hakkında ilgili soruşturma kapsamında iletişimin tespiti tedbirinin uygulanıp uygulanmadığı, uygulanmış ise tedbir evraklarının aslı veya onaylı örneklerinin dosya arasına alınarak tedbir tarihinde yürürlükte bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesinde düzenlenen şartları taşıyıp taşımadığı araştırılmadan davacının talebinin CMK’nın maddesinde sayılan sınırlı sebeplerden olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi, .... Kanuna aykırı olup, davacı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı ... bozulmasına ... karar verildi. ..." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22210 | Başvuru, koruma tedbirlerinin ölçüsüz şekilde uygulandığı ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ağır hastalığa rağmen denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma talebinin reddolunması nedeniyle kötü muamele yasağının; verilen kararın gerekçesinin eksik ve yetersiz olması nedeniyle de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 10/4/2006 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başvurucunun 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve verilen karar kesinleşmiştir. 1/11/2011 tarihinde başvurucu hakkında hükmolunan cezanın infazına başlanmıştır. Başvurucunun bihakkın tahliye tarihi 15/10/2017, şartla tahliye tarihi ise 23/3/2016 olarak belirlenmiştir. Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda cezasının infazına devam edildiği sırada başvurucu 12/12/2014 tarihinde ağır hastalık sebebiyle denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma talebiyle Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) başvurmuştur. Başvurucu söz konusu başvurusunda özetle kronikleşen hayati sağlık sorunları yaşadığını, ceza infaz kurumunda kalamayacağının Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalının (Üniversite Hastanesi) iki ayrı raporuyla tespit edildiğini, beyin tümörü dâhil çeşitli rahatsızlıklar sebebiyle on bir ameliyat geçirdiğini, beyin ve eklem hastalıkları sebebiyle sakat kalma riski olduğunu, ring aracıyla hastaneye naklinin ızdırabını artırdığını, koşullu salıverilmesine on altı aydan kısa bir zaman kaldığını ifade etmiş; ağır hastalık sebebiyle hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun talebi Hâkimlikçe 26/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:"5275 sayılı Yasanın 105/A maddesine göre; cezanın koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına karar verilebilmesi için hükümlünün iyi halli olması, şartlı tahliye tarihine bir yıl veya daha az bir sürenin kalması ve hükümlünün açık ceza infaz kurumuna ayrılmayı haketmiş olması gerekir. Aynı maddeye göre, ceza infaz kurumlarında ağır hastalık, engellilik veya kocama nedeniyle, hayatlarını yalnız idare ettiremeyen hükümlüler için bu süre, diğer şartları taşımaları, yani iyi halli olmaları ve açık ceza infaz kurumuna ayrılmayı haketmeleri şartıyla üç yıl olarak uygulanır. Ancak bunun için bu durumun Adli Tıp Kurumu veya Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenen ve Adli Tıp Kurumunca onaylanan raporun bulunması gerekir.Açık ceza infaz kurumlarına ayrılma konusu ise, bu amaçla çıkartılan yönetmelikte düzenlenmiştir. Yönetmeliğin 6/1-ç maddesine göre, terör veya örgütlü suçlardan hükümlü olanların, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararı ile tespit edilmeleri ve koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az bir sürenin kalmış olması halinde açık ceza infaz kurumlarına ayrılmaları mümkündür. Hükümlünün İstanbul (Kapatılan) Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK Madde ile görevlinin)2002/248 esas 2006/53 sayılı kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 YIL 3 AY HAPİS cezası ile cezalandırıldığı, şartla tahliye tarihinin 23/03/2016 tarihi olduğu görülmüştür. Bu durumda hükümlünün terör örgütü üyeliğinden hükümlü olması nedeniyle açık ceza infaz kurumuna şu aşamada ayrılamayacağı anlaşılmaktadır. Zira örgüt üyeliği suçundan hükümlü olanların açık ceza infaz kurumuna ayrılabilmesi için, şartla tahliye tarihlerine bir yıldan az bir sürenin kalmış olması gerekir. Hükümlünün şartla tahliye tarihine bir yıldan fazla bir süre vardır. hükümlünün sağlık durumu gerekçe gösterilerek talepte bulunulmuş ise de, açık ceza infaz kurumuna ayrılma hakkını taşımayan hükümlülerin söz konusu düzenlemeden faydalanması mümkün değildir.Bu itibarla hükümlünün 5275 sayılı Yasanın 105/A maddesindeki düzenlemeden faydalanamayacağı sonucuna varılmış ve talebin reddine karar verilmiştir. " Başvurucu vekilinin anılan karara yaptığı itiraz, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 13/1/2015 tarihli kararıyla gerekçenin yerinde görülmesi nedeniyle reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 3/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'nun maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(2) Hükümlülerin açık cezaevlerine ayrılmalarına ilişkin esas ve usûller yönetmelikte gösterilir. (3) İlk kez suç işleyen ve iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına hükümlü bulunanların cezaları doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilebilir." 5275 sayılı Kanun’un "Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: (1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır. (3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir....(6) (Ek: 24/1/2013-6411/3 md.) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir. 5275 sayılı Kanun'a 5/4/2012 tarihli ve 6291 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen "Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı" kenar başlıklı 105/A maddesinin fıkrası şöyledir: "(3) Yukarıdaki fıkralarda düzenlenen infaz usulünden; a) Sıfır-altı yaş grubunda çocuğu bulunan ve koşullu salıverilmesine iki yıl veya daha az süre kalan kadın hükümlüler,b) Maruz kaldıkları ağır bir hastalık, engellilik veya kocama nedeniyle hayatlarını yalnız idame ettiremeyen ve koşullu salıverilmesine üç yıl veya daha az süre kalan hükümlüler, diğer şartları da taşımaları hâlinde yararlanabilirler. Ağır hastalık, engellilik veya kocama hâli, Adlî Tıp Kurumundan alınan veya Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan bir raporla belgelendirilmelidir." 24/1/2013 tarihli ve 6411 sayılı Kanun ile 5275 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şöyledir:"Bu Kanunun 105/A maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde ve ikinci fıkrasında belirtilen altı aylık süre şartı ile birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen cezanın belirli bir süre infaz edilmesine ilişkin şart 31/12/2015 tarihine kadar uygulanmaz." 2/9/2012 tarihli ve 28399 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Doğrudan açık kuruma alınacak hükümlüler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Terör suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar hariç olmak üzere;...cezaları doğrudan açık kurumlarda yerine getirilir." Yönetmelik'in maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Hükümlülerden;...ç) Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması, şartı aranır." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3893 | Başvuru, ağır hastalığa rağmen denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma talebinin reddolunması nedeniyle kötü muamele yasağının; verilen kararın gerekçesinin eksik ve yetersiz olması nedeniyle de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin (C) fıkrası (4/C) kapsamında çalışan personelin 11/10/2011 tarihli ve 666 sayılı Kamu Görevlilerinin Mali Haklarının Düzenlenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesi ile eklenen 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) ek maddesi uyarınca diğer personele ödenmekte olan ek ödemeden yararlandırılmaması nedeniyle hukuk devleti ve eşitlik ilkeleri ile ücrette adaletin sağlanması ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/12/2015 tarihinde Antalya Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 1/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvurucu, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) Antalya Bölge Müdürlüğünde (Bölge Müdürlüğü) 4/C kapsamında geçici personel statüsünde çalışmaktadır. Başvurucu, 2/11/2011 tarihli ve 28103 (mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 666 sayılı KHK'nın maddesi ile eklenen 375 sayılı KHK'nın ek maddesi uyarınca ek ödeme yapılması amacıyla 13/5/2014 tarihinde Bölge Müdürlüğünden talepte bulunmuştur. Başvurucunun talebi üzerine Bölge Müdürlüğünün 23/5/2014 tarihli yazısıyla DSİ Strateji Geliştirme Başkanlığının 15/4/2014 tarihli "4/C personelinin ücretlerinin, tabi olduğu mevzuat hükümlerine göre belirlendiği ve başkaca birek ödeme ise yapılamayacağı" yönündeki mütalaası başvurucuya gönderilmiştir. Başvurucu; asli ve sürekli bir kamu hizmeti yürüttüğü, 4/C kapsamındaki birçok personelin gerek idarelerin işlemleri gerekse de Mahkeme kararları uyarınca ek ödemeden yararlandırıldıkları, aynı kurumdaki diğer personele ödendiği hâlde kendisine ek ödeme yapılmamasının hukuka aykırı olduğu gerekçeleriyle talebinin reddine dair idari işlemin iptali ve ek ödemelerinin tarafına ödenmesi istemiyle 24/6/2014 tarihinde, Antalya İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 16/1/2015 tarihli ve E.2014/883, K.2015/59 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“Yukarıda yer verilen geçici personelin çalıştırılmasına esas alınan Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca geçici personele kararda sayılanlar dışında herhangi bir ad altında başka bir ücret ödenmeyeceği açık olup, aynı kararda geçici personele yapılacak ödemeler arasında 375 sayılı KHK uyarınca verilen ek ödemenin sayılmadığı görülmektedir.Öte yandan 375 sayılı KHK'nın ek ödeme yapılacakların düzenlendiği Ek maddesinde,aylıklarını 657 sayılı Devlet Memurları Kanununagöre almakta olan personele ek ödeme yapılacağı kuralının bulunduğu, davacının ise Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen ücret sınırları dahilinde çalıştırılıp madde kapsamına girmediği, ek ödeme cetvelinde geçici personelin yer almadığı, bu nedenle de davacıya ek ödemesi yapılamayacağı açıktır.” Bu karara karşı yapılan itiraz, Antalya Bölge İdare Mahkemesinin 28/4/2015 tarihli ve E.2015/999, K.2015/1523 sayılı ilamıyla reddedilerek hüküm onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Mahkemenin 8/9/2015 tarihli ve E.2015/2587, K.2015/2505 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 24/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesine 25/12/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Kamu hizmetleri; memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürülür.…C) Geçici personel: Bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet olduğuna Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığının görüşlerine dayanılarak Bakanlar Kurulunca karar verilen görevlerde ve belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kimselerdir.(Ek paragraf: 10/9/2014-6552/66 md.) Özelleştirme uygulamaları sebebiyle iş akitleri kamu veya özel sektör işverenince feshedilen ve 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Kanun kapsamında diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakil hakkı bulunmayan personel de bu fıkra kapsamında yaşlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanıncaya kadar istihdam edilebilir. Bu kapsamda istihdam edileceklerin sayısı, öğrenim durumlarına göre çalışma şartları ve bunlara ödenecek ücretler ile diğer hususlar Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığının görüşleri üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir.” 666 sayılı KHK'nın maddesi ile eklenen 375 sayılı KHK'nın ek maddesi şöyledir: “Aylıklarını 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa göre almakta olan personele, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvele dahil pozisyonlarda istihdam edilen sözleşmeli personele, subay, sözleşmeli subay, astsubay, sözleşmeli astsubay, sözleşmeli subay ve astsubay adayları ile uzman jandarma ve uzman erbaşlara, mali haklar kapsamında yapılan her türlü ödemeler dahil almakta oldukları toplam ödeme tutarı dikkate alınmak suretiyle aynı veya benzer kadro ve görevlerde bulunan personel arasındaki ücret dengesini sağlamak amacıyla, en yüksek Devlet memuru aylığına (ek gösterge dahil), ekli (I) sayılı Cetvelde yer alan kadro ve görev unvanlarına karşılık gelen oranların uygulanması suretiyle hesaplanan tutarda ek ödeme yapılır.Ek ödemeye hak kazanılmasında ve bu ödemenin yapılmasında aylıklara ilişkin hükümler uygulanır. Bu maddeye göre yapılacak ek ödeme damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tabi tutulmaz ve ilgili mevzuatı uyarınca ödenmekte olan zam, tazminat, ödenek, döner sermaye ödemesi, ikramiye, ücret ve her ne ad altında olursa olsun yapılan benzeri ödemelerin hesabında dikkate alınmaz.Birinci fıkra kapsamına giren personelden; 4/1/1961 tarihli ve 209 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin ikinci fıkrası, 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Kanunun 58 inci maddesinin (c) ve (f) fıkraları ve 14/4/1982 tarihli ve 2659 sayılı Kanunun 30 uncu maddesi kapsamında döner sermayeden ek ödeme yapılan personele, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Kanunun ek 17 nci maddesinin (Ç) fıkrası uyarınca sağlık hizmetleri tazminatı ödenen personele, 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Kanunun 221 inci maddesi, 16/5/2006 tarihli ve 5502 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin sekizinci fıkrası ve 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 28 inci maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca ödeme yapılan personele, sözkonusu mevzuat hükümlerine göre ödeme yapılmaya devam olunur ve bunlara bu maddeye göre ayrıca ek ödeme yapılmaz. Bu fıkra kapsamında yer alan idarelerin döner sermaye saymanlık hizmetlerini yürüten personele sözkonusu mevzuat uyarınca döner sermaye gelirlerinden herhangi bir ödeme yapılmaz.Birinci fıkra kapsamına giren personelden; 21/12/1967 tarihli ve 969 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin son fıkrasında öngörülen ödemelerden yararlananlara, birinci fıkraya göre ödeme yapılmaz. Ancak üretimi teşvik primi ödenen personele, ödemenin yapıldığı tarih ile bir sonraki yılda yapılacağı tarih arasındaki dönemde birinci fıkra uyarınca kadro veya pozisyon unvanları için ödenmesi öngörülen ek ödemenin toplam net tutarı, anılan 3 üncü maddeye göre ödenen üretimi teşvik priminin net tutarına ulaştığı tarihten itibaren birinci fıkraya göre ödeme yapılmaya başlanır.Birinci fıkra kapsamına giren personelden; kurumlarınca bir kadroya kurum içinden veya kurum dışından vekalet ettirilenlere, vekaletin 657 sayılı Kanunun 86 ncı maddesine istinaden yapılmış ve bu hususun onayda belirtilmiş olması, vekalet görevinin Bakanlar Kurulu kararı veya müşterek karar ile atama yapılması gereken kadrolar için ilgili bakan, diğer kadrolar için asili atamaya yetkili amir tarafından verilmesi, vekalet eden personelin asaleten atanmada aranan tüm şartları (asaleten atanmada sınav şartı aranılan kadrolar için bu sınavlara girebilme hakkının elde edilmiş olması dahil) taşıması kaydıyla vekalet ettikleri kadro için öngörülen ek ödemenin asli kadroları için öngörülen ek ödemeden fazla olması halinde, aradaki fark, vekalet görevine başlanıldığı tarihten itibaren ve bu görev fiilen yapıldığı sürece ödenir. Ancak, mehil müddeti, yıllık izin, mazeret izni, hastalık ve refakat izni, geçici görev, vekalet, görevden uzaklaştırma, hizmet içi eğitim, seminer ve kurs nedenleriyle görevlerinden ayrılanlara vekalet edenlere bu şekilde ödeme yapılmaz.Ücret ve tazminatları ek 10 uncu maddeye göre ödenenlere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kanuna ekli (III) sayılı Cetvelde sayılan düzenleyici ve denetleyici kurumlarda görev yapan personele ve bir kadroya açıktan vekil olarak atananlara bu madde uyarınca ek ödeme yapılmaz.Bu maddeye göre yapılacak ek ödeme, bu maddenin yürürlük tarihinden önce hakları şahıslarına bağlı olarak saklı tutulanlar için şahsa bağlı haklardan sayılmaz ve ilgili mevzuatı uyarınca fark tazminatı uygulamasından yararlanan personel bakımından önceki kadro veya pozisyonun ücretinin artırılması sonucunu doğurmaz. Bu ek ödeme, fark tazminatı uygulamasından yararlanan personel hakkında, yukarıdaki hükümler esas alınarak ilgililerin yeni kadrolarına ilişkin mali haklarının belirlenmesinde fark tazminatı hesabında dikkate alınmak suretiyle uygulanır. Kültür ve Turizm Bakanlığının, Sağlık Bakanlığının, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumunun ve Meteoroloji Genel Müdürlüğünün merkez teşkilatı personeli ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Karayolları Genel Müdürlüğü, Orman Genel Müdürlüğü ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü personeline bu madde uyarınca yapılan ek ödemeler döner sermaye bütçelerinden yapılır. Devletin mali imkanlarını gözönünde bulundurmak suretiyle merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde istihdam edilen personele bu madde uyarınca yapılan ek ödemenin tamamını veya bir kısmını teşkilat yapısı esas alınarak merkezi yönetim bütçesinden veya döner sermayesi bulunan kurumlar için döner sermaye bütçesinden yaptırmaya Maliye Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu yetkilidir.Kadro karşılığı sözleşmeli personel ile 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvele dahil pozisyonlarda istihdam edilen sözleşmeli personel hariç olmak üzere, çeşitli statülerde istihdam edilen sözleşmeli personele, çalıştıkları birim ve bulundukları pozisyon unvanı itibarıyla aynı veya benzer unvanlı memur kadrosunda çalışan, hizmet yılı ve öğrenim durumu aynı olan emsali personel için belirlenmiş olan ek ödeme oranını aşmamak üzere, statüleri ile mali haklar kapsamında yapılan her türlü ödemeler dahil almakta oldukları toplam ödeme tutarları gibi kriterler birlikte veya ayrı ayrı dikkate alınarak bu madde hükümleri çerçevesinde ek ödeme yapılıp yapılmayacağını, yapılacak ek ödeme oranını sözleşme ücreti ile ilişkilendirilmeksizin belirlemeye, Maliye Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu yetkilidir. Bu ödeme tutarı damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve sigorta prim kesintisine tabi tutulmaz. Bu maddenin uygulamasına ilişkin olarak ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye ve uygulamayı yönlendirmeye Maliye Bakanlığı yetkilidir." 1/1/2014 tarihli ve 28869 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 30/12/2013 tarihli Kamu Kurum ve Kuruluşlarındaki Geçici Mahiyetteki İşleri Yürütmek Üzere Geçici Personel İstihdamı ve Bu Personele Ödenecek Ücretler Hakkında Bakanlar Kurulu Kararı'nın "Ücretler" kenar başlıklı maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:"Geçici personele, bu Kararda belirtilen ücretler dışında herhangi bir ad altında ücret ödenemez ve sözleşmelerine bu yolda hüküm konulamaz." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/20244 | Başvuru 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4. maddesinin C) fıkrası 4/C) kapsamında çalışan personelin 11/10/2011 tarihli ve 666 sayılı Kamu Görevlilerinin Mali Haklarının Düzenlenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname nin KHK) maddesi ile eklenen 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname nin KHK) ek 9. maddesi uyarınca diğer personele ödenmekte olan ek ödemeden yararlandırılmaması nedeniyle hukuk devleti ve eşitlik ilkeleri ile ücrette adaletin sağlanması ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; atama işleminin iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, psikolojik taciz nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Elâzığ İl Tarım ve Orman Müdürlüğü emrinde veteriner hekim olarak görev yapmaktayken aynı yerde görevli şube müdürü A.S.nin park ettiği aracından inerek başvurucuya sopa ile vurduğu iddiası üzerine konuyla ilgili soruşturma başlatılmıştır. Yürütülen soruşturma neticesinde başvurucunun A.S.yi takip etmek ve sıkıştırmak suretiyle taciz ve tehdit ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Bunun üzerine 8/2/2018 tarihinde başvurucunun 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (ı) alt bendinde yer alan "Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine hakarette bulunmak veya bunları tehdit etmek" fiilini işlediği gerekçesiyle 1/30 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu işlemin iptali talebiyle açılan davada Elâzığ İdare Mahkemesi 21/5/2019 tarihinde başvurucunun fiilinin sübuta ermediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 30/3/2021 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bununla birlikte aynı olayla ilgili olarak gerçekleştirilen adli kovuşturma sonucunda Elâzığ Asliye Ceza Mahkemesinin 24/1/2019 tarihli kararıyla A.S.nin kasten yaralama suçundan 3 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, başvurucunun ise kasten yaralamaya teşebbüs ve tehdit suçlarından kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle, beraat etmesine karar verilmiştir. Diğer yandan başvurucu bahse konu olayı basına sızdırdığı gerekçesiyle 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (d) alt bendinde yer alan "Hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak" fiilini işlediğinden bahisle 24/4/2018 tarihinde kınama cezası ile cezalandırılmıştır. Bu işlemin iptali istemiyle açılan davada Elâzığ İdare Mahkemesi 15/2/2019 tarihinde başvurucunun fiilinin sübut bulmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Devam eden süreçte başvurucu Şanlıurfa Valiliği emrine atanmıştır. Başvurucu bu atama işlemini dava konusu etmiştir. Elâzığ İdare Mahkemesi 5/7/2019 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Bu karardan sonra başvurucu Tarım ve Orman Bakanlığının 19/8/2019 tarihli işlemiyle tekrar Elâzığ İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne atanmıştır. Akabinde söz konusu karara karşı yapılan istinaf başvurusu Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 31/3/2021 tarihli kararıyla kabul edilerek bahse konu kararın kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmiştir. Bu karardan sonra başvurucu Şanlıurfa'nın Suruç İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğüne atanmıştır. Başvurucu, nihai kararı 28/5/2021 tarihinde öğrendikten sonra 23/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Öte yandan başvurucu Elâzığ'da görev yaptığı dönemde, 8/10/2019 tarihli dilekçeyle engellilik durumuna bağlı olarak Elâzığ Gıda Kontrol Laboratuvar Müdürlüğüne veya Elâzığ Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğüne atanmayı talep etmiş, bu talebin reddedilmesi üzerine bahse konu işlemi dava konusu etmiştir. Elâzığ İdare Mahkemesi 23/9/2021 tarihli kararla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Bu tarih itibarıyla Şanlıurfa'da görevli olan başvurucu 11/10/2021 tarihli dilekçeyle Elâzığ'a atanma talebinde bulunmuştur. Başvurucu Tarım ve Orman Bakanlığının 2/12/2021 tarihli işlemiyle Elâzığ Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğüne atanmıştır. Bununla birlikte Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusunun Gaziantep Bölge İdare Mahkemesinde derdest olduğu, ayrıca başvurucunun hâlen Elâzığ Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğünde görev yaptığı görülmüştür. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/30995 | Başvuru, atama işleminin iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, psikolojik taciz nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki bir iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eskişehir'in Mihalıççık ilçesi sınırları dâhilinde bulunan maden arama sahası için tarafına işletme ruhsatı verilmesi talebiyle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğüne (Genel Müdürlük) müracaat etmiştir. Başvurucunun talebi kabul edilerek ilgili mevzuat uyarınca işletme ruhsat bedelinin ödendiğine ve vadesi geçmiş borcun bulunmadığına dair mali belgelerin üç ay içinde Genel Müdürlüğe teslim edilmesi gerektiği, belgelerin zamanında teslim edilmemesi hâlinde idari para cezası uygulanacağı hususu Genel Müdürlüğün 25/8/2016 tarihli yazısında belirtilmiştir. Genel Müdürlüğün anılan yazısı başvurucunun "Ceyhun Atuf Kansu Caddesi...Balgat/Çankaya/Ankara" adresine tebliğe çıkarılmış, tebligat evrakında da bu adresin Merkezî Nüfus İdare Sistemi (MERNİS) kayıtlarından alındığı belirtilmiştir. Tebligatın 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre 8/9/2016 tarihinde yapıldığı, anılan tarih üzerinden üç aydan fazla süre geçmesine rağmen gerekli belgelerin teslim edilmediği gerekçesiyle bu defa başvurucu hakkında Genel Müdürlüğün 4/9/2017 tarihli işlemi ile 116 TL idari para cezası uygulanmıştır. İdari para cezasına ilişkin evrak, başvurucunun "Göktürk Merkez Mahallesi... Eyüp/İstanbul" adresinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre başvurucunun "Göktürk Merkez Mahallesi... Eyüp/İstanbul" adresinin MERNİS kayıtlarında görülen beyan ve tesciltarihinin 2/3/2016 olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 7201 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında MERNİS'te kayıtlı bulunan adresine 8/9/2016 tarihinde yapıldığı belirtilen tebligatın esasen MERNİS'te kayıtlı olmayan bir adrese yapıldığını, ayrıca bu tebligatın ilgili mevzuatta belirtilen usule de uygun yapılmadığını, dolayısıyla tebligattan haberdar olamadığını, hatalı tebligattan kaynaklanan idari para cezasının kaldırılması gerektiğini ileri sürerek 27/11/2017 tarihinde Ankara Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 12/2/2018 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dava dosyası, Mihalıççık Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) gönderilmiştir. Hâkimlikçe 16/2/2018 tarihinde Tensip Tutanağı düzenlenerek idari para cezasına dayanak teşkil eden bilgi ve belgelerin Genel Müdürlükten istenmesine karar verilmiştir. Genel Müdürlüğün 5/3/2018 havale tarihli cevap yazısında "itiraz konusu idari para cezasının ilgili mevzuat çerçevesinde gerekli incelemeler yapıldıktan sonra uygulandığı" belirtilerek söz konusu cezaya karşı yapılan itirazın reddedilmesi talep edilmiştir. Anılan yazıda başvurucunun tebligatın hatalı yapıldığı iddiasına ilişkin herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Hâkimliğin 19/3/2018 tarihli kararı ile "işletme ruhsatının düzenlenebilmesi için mali eksikliklerin tamamlanmasına yönelik yapılan bildirimden itibaren üç ay içinde eksikliklerin itiraz eden tarafından tamamlanmadığı, idari para cezasına itiraz edene yapılan tebligatların usulüne uygun yapıldığı, bu bağlamda idari para cezası kararının hukuka uygun olduğu[nun] anlaşıl[dığı]" gerekçesiyle başvurucunun idari para cezasının kaldırılmasına ilişkin talebi reddedilmiştir. Başvurucu 30/3/2018 tarihli dilekçesi ile özetle idari para cezasına konu tebligatın MERNİS'te kayıtlı adresine yapıldığının belirtilmesine rağmen bu adresin MERNİS'te kayıtlı bir adres olmadığını, MERNİS kayıtları kontrol edilmeden yapıldığı anlaşılan tebligata dayalı olarak idari yaptırıma maruz kalmasının hukuka aykırı olduğunu, hatalı adrese tebligat yapıldığına ilişkin itirazının ise Hâkimliğin gerekçeli kararında karşılanmadığını, adresin tespiti için MERNİS kayıtlarının kontrol edilmesi hâlinde maddi gerçeğin ortaya çıkacağını belirterek karara itiraz etmiştir. Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/4/2018 tarihli kararı ile "dosya içeriğine göre Mihalıççık Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/03/2018 tarih ve 2018/12 değişik iş sayılı başvurunun reddine dair verilen kararı usul ve yasaya uygun olup, herhangi bir isabetsizlik görülmediği" gerekçesiyle başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Nihai karar 13/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 7201 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır." 7201 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12600 | Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki bir iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/10183 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, isnadın sebebinin bildirilmemesi nedeniyle suçu öğrenme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 11/4/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında basit yaralama suçundan kamu davası açılmıştır. Gaziantep Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 12/7/2017 tarihli kararı ile başvurucunun basit yaralama suçundan 000 TL, hakaret suçundan 700 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Başvurucu, diğer nedenlerin yanında iddianamede yer almayan bir suçtan cezalandırıldığını belirterek Mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna müracaat etmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince istinaf incelemesi devam etmekte iken başvurucu 10/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinden yapılan incelemede, kesin olarak verilen hükümlerin istinaf edilemez olduğu gerekçesiyle istinaf talebinin 18/4/2019 tarihinde reddedildiği anlaşılmıştır. Redde ilişkin kararda, hakaret suçundan verilen mahkȗmiyet hükmünün kanun yararına bozma konusu yapılabileceği belirtilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 4/11/2019 tarihli ihbarname ile ''kasten yaralama suçundan iddianame düzenlenmesine rağmen, iddianamede yer almayan hakaret suçundan da mahkȗmiyet hükmü kurulmasının [kanuna aykırı olduğu]'' gerekçesiyle kanun yararına bozma talebinde bulunulmuştur. Yargıtay Ceza Dairesince talep kabul edilerek yeniden değerlendirme sonucunda hakaret suçundan kurulan mahkȗmiyet hükmünün bozulmasına ve anılan suçtan kurulan hüküm fıkrasının Mahkeme kararından çıkarılmasına 22/6/2020 tarihinde karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36557 | Başvuru, isnadın sebebinin bildirilmemesi nedeniyle suçu öğrenme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; Ankara Valiliğinin olağanüstü hâl döneminde toplantı ve gösterileri yasakladığı 30/10/2017 tarihli kararına uymayarak toplantıya katılan başvurucu hakkında emre aykırı hareket ettiği gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, yakalamanın hukuki olmamasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu nihai hükmü 9/1/2019 tarihinde öğrendikten sonra 8/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5327 | Başvuru; Ankara Valiliğinin olağanüstü hâl döneminde toplantı ve gösterileri yasakladığı 30/10/2017 tarihli kararına uymayarak toplantıya katılan başvurucu hakkında emre aykırı hareket ettiği gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, yakalamanın hukuki olmamasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 22/12/2000 tarihinde Dalaman Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak davasının kısmen kabulüne karar verildiğini, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 5/8/2013 tarihinde Ortaca Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, ihlale neden olduğu ileri sürülen nihai kararın 5/6/2013 tarihinde öğrenilmesine rağmen otuz günlük başvuru süresinin geçmesinden sonra 5/8/2013 tarihinde başvuruda bulunulduğu gerekçesiyle Komisyonlar Başraportörünce, 23/8/2013 tarihinde, süresi içinde yapılmayan başvurunun idari yönden reddine karar verilmiştir. Başvurucu idari ret kararına itiraz etmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/3/2014 tarihinde, idari ret kararına itirazın ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 17/7/2014 tarihinde, başvurucunun idari ret kararına itirazının kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesi yapılmak üzere Bölümler Raportörlüğüne tevdiine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 22/12/2000 tarihinde ÇeturTurz. A.Ş. aleyhine Dalaman Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı davada, davalıya ait işyerinde çalıştığı sırada, 13/12/2000 tarihinde iş akdinin feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık ücretli izin alacağının tahsilini talep etmiştir. Davalı Çetur Turz. A.Ş., asıl davanın reddini talep etmiş ve karşı dava açarak, davacının iş akdinin ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı hareket etmesi nedeniyle feshedildiğini ileri sürerek, 000,00 TL maddi 000,00 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. Mahkemece, 25/12/2003 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesince hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 31/3/2009 tarih ve E.2005/120, K.2009/96 sayılı kararla davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/12/2010 tarih ve E.2009/48286, K.2010/41938 sayılı ilamıyla hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 7/6/2011 tarih ve E.2011/42, K.2011/154 sayılı kararla; asıl davanın ve karşı davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/7/2012 tarih ve E.2012/12356, K.2012/25678 sayılı ilamıyla hüküm bozulmuştur. Tarafların karar düzeltme istemi üzerine, aynı Dairenin 19/3/2013 tarih ve E.2013/3543, K.2013/9397 sayılı ilamıyla; İş Mahkemeleri Kanunu'nun maddesine göre iş mahkemelerinin kararlarına ilişkin Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme istenemeyeceği gerekçesiyle karar düzeltme dilekçelerinin reddine karar verilmiştir. Dalaman Adliyesinin kapatılması üzerine, yargılamaya Ortaca Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiştir. Ortaca Asliye Hukuk Mahkemesi bozma kararına uyarak, 5/6/2013 tarih ve E.2013/324, K.2013/509 sayılı kararla; asıl ve karşı davanın kısmen kabulüne, 425,38 TL yıllık izin ücreti, 327,89 TL fazla mesai ücreti, 151,06 TL genel tatil ücreti ile 300,00 TL hafta tatili ücretinin davalıdan tahsiline, yargılama gideri ve vekalet ücreti hakkında bozma öncesi karar verilmiş olması ve bu hususun bozmaya konu edilmemesi nedeniyle bu konuda karar verilmesine yer olmadığına kesin olarak karar vermiştir. Mahkemece verilen kısa karar, taraf vekillerinin yüzüne karşı verilmiş olup, kısa kararda “gerekçesi ayrıntılı kararda açıklanacağı üzere” şeklinde yazılmış ve yargılama giderleri ve vekâlet ücreti konusunda “sair hususların gerekçeli kararda belirtilmesine” şeklinde karar verildiği anlaşılmıştır. Gerekçeli karar, 12/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Karar, taraflarca temyiz edilmemiştir. Başvurucu, 5/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası ile maddesinin birinci fıkrası ve maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6254 | Başvurucu, 22/12/2000 tarihinde Dalaman Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak davasının kısmen kabulüne karar verildiğini, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, işkenceye maruz bırakılma ve buna ilişkin etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle işkence yasağının; işkence altında alınan tanık ifadelerinin hükme esas alınması, savunma tanıklarının dinlenmemesi, aleyhte beyanda bulunan tanıkların mahkeme huzurunda sorgulanamaması ve duruşmada dinlenen tanığın ifadesinin dikkate alınmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/9/2013 tarihinde Ankara 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu (Cezaevi) vasıtasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş ve Başsavcılık tarafından 7/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine iletilmiştir. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 15/9/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 28/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 9/10/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Hakkındaki Ceza Davası İslami Cihat Hareketi Örgütü yöneticisi ve üyesi olmak suçundan bazı sanıkların mahkûmiyetiyle sonuçlanan Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2000/86 ve K.2000/159 sayılı dosyasında başvurucunun ismi de şüpheli olarak geçmektedir. Yakalanıp ifadesinin alınamaması nedeniyle başvurucu hakkındaki evrakın tefrikine karar verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 27/8/2007 tarihinde başvurucuyla ilgili olarak yakalama emri çıkartmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 3/7/2009 tarihinde “silahlı terör örgütü kurma veya yönetme” suçundan cezalandırılması talebiyle başvurucu hakkında iddianame düzenlemiştir. İddianamede, yukarıdaki dosyada haklarında mahkûmiyet hükmü kurulan sanıklar E. ve İ.T.nin kolluktaki ifadelerine, başvurucunun kayınbiraderi olduğunu söyleyen S.nin kolluk ve Savcılıkta, hükümden sonra da 29/7/2003 tarihli ve 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanun’u kapsamında Mahkemeye verdiği ifadesine, bu kişilere yaptırılan teşhis tutanaklarına dayanılmıştır. S.nin önceki dosyada Mahkemeye verdiği ifadesinden kolluk ve Savcılıktaki beyanlarını kabul etmediği anlaşılmaktadır. Dava, (kapatılan) Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK madde ile görevli) görülmeye başlanmıştır. Başvurucu 15/3/2012 tarihinde yakalanmıştır. Başvurucu ifadesinde E.yi eşleri münasebetiyle tanıdığını, ona İslami konularda dersler verdiğini; S.nin, ablasının eşi olduğunu ve 18 yıldır Suriye’de cezaevinde bulunduğunu, daha önceki bir tarihte ailelerini de götürmenin mümkün olup olmadığını anlamak için E. ile birlikte Afganistan’a gittiklerini, Türkiye’ye döndüğünde sivil polis olduklarını söyleyen kişilerin kendisini yedi gün boyunca alıkoyduğunu, kendisini darbettiklerini, belirttikleri eylemleri yaptığı takdirde vatandaşlık verileceğini yoksa Suriye'ye iade edeceklerini söylediklerini, sonrasında baskılara dayanamayıp Pakistan’a gittiğini belirtmiş ve suçlamaları reddetmiştir. 24/5/2012 tarihli duruşmada başvurucunun hazır ettiği üç tanık dinlenmiştir. Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.200/86 sayılı dosyasında mahkûm olan E., Emniyet ve Savcılık ifadelerini baskı altında verdiğini, Emniyette işkence gördüğünü, silahlı örgütten ceza vereceklerini düşündüğünden cezadan kurtulmak için yurt dışında bulunan başvurucunun ismini verdiğini, başvurucunun olaylarla herhangi bir ilgisinin bulunmadığını söylemiştir. B., 1999 yılında bulundukları yerdeki karakol görevlilerinin başvurucunun MİT’e götürüldüğünü söylediğini, altı yedi gün sonra çıktığında ise başvurucunun yüzünün gözünün kararmış ve konuşamaz durumda olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun kardeşi olan S.; başvurucunun 1999 yılında bir hafta kaybolduğunu, bir gece geldiğinde ise çok kötü durumda olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, bu tanığa tehdit altında bulunduğunu ve kendisini kaçıran kişilerce bazı eylemler yapmasının kendisinden istendiğini söylemiştir. Duruşmada söz alan başvurucu, kendisi hakkında ifade veren S. adlı kişinin, gerçekte akrabası olmayan “Mahmut” isimli kişi olduğunu, tutuklanınca eniştesinin ismini verdiğini, daha sonrasında başka bir kişi olduğunu beyan ettiğini, eniştesi olan gerçek S.nin Suriye'de tutuklu olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu 21/6/2012 tarihli duruşmaya ilişkin verdiği dilekçesinde eniştesi S. imiş gibi ifade veren “Mahmut” isimli kişinin daha sonrasında kamu makamlarına başvurarak gerçek kimliğini ortaya koyduğunu, tanık E.nin verdiği ifadeyle diğer dosya sanıklarının suçu kendisine atmaya çalıştıklarının kesinleştiğini belirtmiştir. Başvurucu, o ifadelere dayanılması durumunda ilgili kişilerin dinlenilmesi gerektiğini ifade ederek bu doğrultuda talepte bulunmuştur. Başvurucu vekili, başvurucunun dilekçesini tekrarlamış; tanıkların dinlendiğini ve delillerin toplandığını söylemiştir. Mahkeme, başvurucunun işkence iddialarına ilişkin bilgi talep edilmesine karar vermiştir. MİT tarafından gönderilen yazı 11/9/2012 tarihli duruşmada okunmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan 8/11/2012 tarihli duruşmada Cumhuriyet Savcısı esas hakkındaki mütalaasını vermiştir. Başvurucu, aleyhinde ifade veren kişilerin tekrar dinlenmesini talep etmiştir. Başvurucu müdafii, ifade verenlerin dinlenmesine ilişkin talebini 6/12/2012 tarihli duruşmada yinelemiştir. Mahkeme, mevcut deliller ve davanın bulunduğu aşama itibarıyla yargılamaya herhangi bir katkı sağlamayacağı ve davanın sebepsiz yere uzamasına neden olacağı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 6/12/2012 tarihli ve E.2009/260, K.2012/295 sayılı kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütü yönetmek suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun İslami Cihat Hareketi Örgütünü S. ile birlikte kurup yönettiği, cihat yapacak eleman yetiştirmek amacıyla Afganistan’da kamp yeri aradığı, örgüt amacı doğrultusunda siyasi eğitim verdiği ve dinî ders adı altında propaganda içerikli ders yaptığı, çeşitli kod adları kullandığı, örgüt elemanları ile yurt dışındaki bağlantılı kişilerin ve S.nin irtibatını, yurt dışına çıktıktan sonra da örgütün dış ülkelerle olan bağlantısını sağladığı sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme, daha önce mahkûmiyetlerine karar verilmiş olan R.A., İ.T., E. ve S.nin DGM dosyasındaki beyanlarını, teşhis tutanaklarını, 5/4/2000 tarihli arama tutanağını dikkate alarak başvurucunun savunmalarına itibar etmemiştir. Arama tutanağına göre R.A.nın ifadesi doğrultusunda bir evde yapılan aramada kilitli bir oda içinde şu eşyalar ele geçirilmiştir: başvurucunun İslami dersler esnasında kullandığını belirttiği kitaplar, matbu kâğıtlar, bilgisayar çıktıları, video kaset, şifrelenmiş yazı, öz eleştiri raporu, başka bir kişiye ait öğrenci belgeleri, el yazısı notlar, “Direniş” isimli bir gazete, boş bilgisayar kasası ve klavye. Başvurucu bu kararı; cezalandırılmasına yeterli delil bulunmadığı, karara bağlandığı süreçte insanların ne şekilde suçlanıp yargılandığı gözetildiğinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/86 ve K.2000/159 sayılı dosyasına dayanılmasının hatalı olduğu, E.nin Mahkeme huzurunda verdiği ifadesinin suçsuzluğunu ortaya koyduğu, Mahkemenin buna rağmen tanığın duruşmadaki ifadesini dikkate almayıp diğer dosya içindeki ifadesini esas aldığı, Mahkeme önünde ifade veren tanıkların ifadelerinin de dikkate alınmadığı gerekçeleriyle temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 17/5/2013 tarihli ve E.2013/3819, K.2013/7638 sayılı ilamı ile mahkûmiyet hükmünü onamıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca tanzim edilen müddetname 3/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvuru 30/9/2013 tarihinde Cezaevi vasıtasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş ve 7/10/2013 tarihinde Başsavcılık tarafından Anayasa Mahkemesine iletilmiştir. İşkence İddialarının Soruşturulması Başvurucunun yargılama aşamasında ileri sürdüğü işkence iddialarına ilişkin Mahkeme tarafından bir suç ihbarının yapılmadığı ve başvurucunun da Savcılığa şikâyette bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, işkence gördüğüne dair iddialarını da dile getirdiği ve 28 Şubat’la ilgili soruşturma ve davaya müdahil olmak istediğine dair 18/2/2013 tarihli Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben gönderdiğini belirttiği bir dilekçe örneğini dosyaya sunmuştur. Başvurucu, dilekçesine ilişkin olarak kendisine herhangi bir cevap verilmediğini ileri sürmektedir. Başvurucunun, kendisine vasi olarak atandığını belirttiği eşi tarafından da ayrı bir şikâyette bulunulmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 13/9/2013 tarihinde; bu iddiaların yargılama aşamasında da dile getirilmiş olmasına rağmen Mahkeme tarafından mahkûmiyet hükmü kurulduğu, dosyanın Yargıtayda olduğu, Mahkeme kararının temyiz aşamasında başvurucunun iddiaları da dikkate alınarak değerlendirileceği, yargı süreci kesinleşmediğinden Yargıtay kararının beklenmesi gerektiği, kesinleşmenin ardından şikâyete konu hususların yargılamanın yenilenmesi talebine konu olacağı gerekçeleriyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Bu karar müşteki olan başvurucunun eşine 29/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk Silahlı terör örgütü kurmak veya yönetmek suçu 12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7643 | Başvuru, işkenceye maruz bırakılma ve buna ilişkin etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle işkence yasağının; işkence altında alınan tanık ifadelerinin hükme esas alınması, savunma tanıklarının dinlenmemesi, aleyhte beyanda bulunan tanıkların mahkeme huzurunda sorgulanamaması ve duruşmada dinlenen tanığın ifadesinin dikkate alınmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklu kalınan dönemde maaştan yapılan kesintilerin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1968 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucu Jandarma Genel Komutanlığı (Jandarma Komutanlığı) bünyesinde albay olarak görev yapmakta iken askerî casusluk soruşturması kapsamında 13/6/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve 16/6/2012 tarihinde tutuklanmıştır. 27/9/2013 tarihinde tahliye edilen başvurucu hakkında yargılama yapan İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 26/2/2016 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Bu karar Yargıtay Ceza Dairesince 21/10/2016 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucunun tutuklu kaldığı dönem için maaşının 1/3'ü kesilmiştir. Beraat kararı sonrasında başvurucuya tutuklu kaldığı süre yönünden ödenmeyen maaş farklarının bireysel başvuru dosyası ve eklerinde belirlenemeyen bir tarihte ödendiği anlaşılmıştır. Başvurucu 2/1/2017 tarihinde ödenmeyen maaş farklarının faizinin ödenmesi istemiyle Jandarma Komutanlığına başvurmuş, başvurucunun talebi uygun görülmemiş ve reddedilmiştir. Başvurucu 3/3/2017 tarihinde, görevden ayrı kaldığı 13/6/2012 ile 27/9/2013 tarihleri arasında maaşından yapılan 1/3 oranındaki kesintilere karşılık yapılan ödemelere yasal faiz işletilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde kesinti ile ödeme yapıldığı tarihler arasında alım gücünde azalma meydana geldiğini ve bu azalmanın faiz ödenmek suretiyle karşılanması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 15/12/2017 tarihinde, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi ile 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinde beraat gibi nedenlerle tutukluluk hâllerinin sonlanması durumunda kısmi ödenen maaş tutarlarının ödeneceğinin belirtildiği ve ödenen tutara yasal faiz işletilmesini gerektiren bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucunun istinaf başvurusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) tarafından 31/1/2019 tarihinde, başvurucunun görevden uzaklaştırıldığı sürede kesilen aylıklarının beraat kararı üzerine başvurucuya gecikmeksizin ödendiği, ödeme konusunda temerrüte düşmeyen idarece, başvurucudan yapılan kesintilere yasal faiz ödenmesinin hukuken mümkün bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar 19/2/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un "Görevden uzaklaştırılan veya görevinden uzak kalan memurların hak ve yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Görevden uzaklaştırılan ve görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınan memurlara bu süre içinde aylıklarının üçte ikisi ödenir." 926 sayılı Kanun'un "Açığa çıkarılan, tutuklanan veya firar ve izin tecavüzünde bulunan, cezası infaz edilmekte olan subaylar hakkında yapılacak işlem" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin ilgili kısmı şöyledir:"f) Açığa alınan ya da tutuklananlar;... (Değişik birinci cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Açığa alınanlara ve tutuklulara (hakim subaylar dahil), bu süreler içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 141 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi hükmüne göre aylık ödenir. Ancak, bu gibilerden haklarında kovuşturmaya yer olmadığına, muhakemenin menine, beraate, her ne sebeple olursa olsun kamu davasının düşmesine veya ortadan kaldırılmasına karar verilenlerin ödenmeyen veya noksan ödenen her türlü özlük hakları ödenir. (Ek cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yurtdışı kadrolarında görevliyken açığa alınan veya tutuklananlara da yurtiçinde bir kadroya atanıncaya kadar, bu alt bent uyarınca yurtdışı aylığı ödenir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Para alacaklarının değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiaları ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 25-31; ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/2267, 21/12/2017, §§ 39-43; Vildan Utku Atalay, B. No: 2015/4812, 7/2/2019, §§ 25- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5822 | Başvuru, tutuklu kalınan dönemde maaştan yapılan kesintilerin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, özel muayenehanesi bulunan tıp fakültesi öğretim üyesine üniversite ödeneği verilmemesi ve döner sermaye ek ödemesi yapılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 26/11/2014 tarihinde yürürlüğe giren 19/11/2014 tarihli ve 6569 sayılı Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığına İlişkin Bazı Düzenlemeler ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na eklenen geçici maddeyle tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim üyelerinden, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih (26/11/2014 tarihi) itibarıyla mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunmakta veya özel sağlık kuruluşlarında çalışmakta olanlara, bu faaliyetlerini sona erdirinceye kadar üniversite ödeneği verilmeyeceği ve ek ödeme yapılmayacağı hükme bağlanmıştır. Sözü edilen yasal değişikliğin yürürlüğe girdiği 26/11/2014 tarihi itibarıyla başvuruculara üniversite ödeneği verilmesi ve ek ödeme yapılması durdurulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 22/6/2016 tarihli ve E.2016/13, K.2016/127 sayılı kararıyla 2547 sayılı Kanun'un geçici maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi iptal edilmiştir. Anılan karar 21/9/2016 tarihli ve 29834 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Başvurucuların19/11/2014-21/9/2016 dönemi için üniversite ödeneği verilmesi ve döner sermaye ek ödemesi yapılması yolunda yaptığı idari başvurular reddedilmiştir. Söz konusu işleme karşı açtıkları davalar nihai olarak reddedilmiştir. Kararların gerekçesinde; üniversite ödeneğine ilişkin olarak Anayasa'nın maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği, iptal edilen kanuna uygun olarak tesis edilen işlemlerin geçerliliğini sürdüreceği belirtilmiştir. Kararlarda, 2547 sayılı Kanun'un geçici maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi kapsamında olmayan döner sermaye ek ödemesine ilişkin olarak ise Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçe gösterilerek döner sermaye ek ödemesi yapılmasının mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/37632 | Başvuru, özel muayenehanesi bulunan tıp fakültesi öğretim üyesine üniversite ödeneği verilmemesi ve döner sermaye ek ödemesi yapılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında lehe hükmedilen nispi vekâlet ücretinin karar düzeltme aşamasında maktu olarak değiştirilmesi nedeniyle Anayasa’nın , , , , , , , ve maddelerinde tanımlanan hak ve ilkelerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 17/12/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/4/2015 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir Bakanlığın 29/6/2015 tarihli görüş yazısı 14/7/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Bakanlık cevabına karşı beyanlarını 28/7/2015 tarihinde yasal süresi içinde ibraz etmiştir. Birinci Bölüm tarafından 14/10/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile dava dosyasında yer aldığı şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, sahibi olduğu Gebze ilçesi Osman Yılmaz Mahallesi 4997 ada 1 numaralı parsele Gebze Belediyesi tarafından park yapılmak amacıyla kamulaştırılmaksızın el atılması nedeniyle 14/11/2011 tarihinde Gebze Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Mahkeme 12/9/2012 tarihli ve E.2011/832, K.2012/485 sayılı kararıyla dava konusu taşınmaza el atma nedeniyle davanın kabulüne ve 125 TL tazminat bedeli ile 337,50 TL vekâlet ücretinin diğer yargılama giderleriyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 2013 tarihli ve E.2012/25960, K.2013/3229 sayılı kararında "Mahallinde yapılan keşif sonucu, taşınmazın dava tarihindeki değerinin biçilmesinde ve alınan rapor uyarınca bedelinin tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir." gerekçesiyle onanmıştır. Karar düzeltme talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi, 26/9/2013 tarihli ve E.2013/10227, K.2013/15845 sayılı kararıyla, 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun’un maddesiyle 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici maddesinde yapılan değişiklik ile vekâlet ücretinin maktu olarak belirlenmesi gerektiği gerekçesiyle başvurucu lehine hükmedilen vekâlet ücretini 200 TL olarak tespit etmiş; İlk Derece Mahkemesi kararını düzelterek onamıştır. Karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Bu ilam, başvurucu vekiline 30/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ancak başvurucu, kararın sonucunu tebliğden önce öğrendiğini belirterek 17/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 2942 sayılı Kanun’a 18/6/2010 tarihli ve 5999 sayılı Kanun’la ilave edilen geçici maddenin, 6487 sayılı Kanun’un maddesiyle eklenen yedinci fıkrası ile fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekâlet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir.……Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca sekizinci fıkra hükümleri uygulanır.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9466 | Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında lehe hükmedilen nispi vekâlet ücretinin karar düzeltme aşamasında maktu olarak değiştirilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2. , 5. , 9. , 10. , 12. , 35. , 36. , 46. ve 90. maddelerinde tanımlanan hak ve ilkelerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16148 sayılı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16141 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 22/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 15/5/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16141 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun göndermek istediği mektubun gönderilmemesi nedeniyle haberleşme ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 1/3/2013 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvuru, başvurucunun 4/2/2013 tarihli dört mektubu konu alan ilk başvurusunun Cumhuriyet Başsavcılığınca eksiklik nedeniyle iade edilmesi üzerine 1/3/2013 tarihli ilk başvurusunu genişletir şekilde beş mektubu konu alan bir başvuru olup başvuru süreçleri ve olay ile olguların farklı olduğu dikkate alınmak ve 4/2/2013 tarihli dört mektup ile ilgili başvuru, bu başvuru dosyasından tefrik edilmek suretiyle 2015/9192 bireysel başvuru numarasına kaydedilmiştir Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuştur Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/6/2015 tarihinde adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 10/7/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 27/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 6/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/10/2015 tarihinde bu görüşe karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi, ekleri ile başvuruya konu dosya içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 8/11/2005 tarihli E. 2005/61, K. 2005/120 sayılı kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği kanaati ile müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun hapis cezasını çekmekte olduğu Kocaeli 2 No.lu (F) Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunduğu sırada Sr.K. isimli bir kişiye faks yoluyla mektup göndermek istemiştir. Söz konusu mektup şöyledir:“ Sevgili S. merhaba,İyisiniz umarım. Biliyoruz ki devrimci halk kitlelerine, Maoist güçlere yapılan saldırılar dün olduğu gibi bugünde boşa çıkarılacaktır. Faş. Diktatörlük amacına uygun saldırıyor.Hapishane sorunlarını bu karmaşa, saldırı ve tutuklama furyasının içinde aktarmak tabili önemsizdir. Ama bizler her alanda kendi çaba ve mücadelemizi önemseyerek yolumuza devam etmemiz gerektiğini unutmamak bakımından önemlidir.Daha önce H.G.’ye yolladığım iki mektup engellendi. 2012’de hapishanelerde olan Ö.A., S.K. ve S.G.’ye yolladığım faxlara el konuldu. Diğer hapishanelerden yollandığını öğrendiğimiz fax ve mektupların bir kısmı da verilmemiştir.Ceza ve İnfaz Kurumlarının Yönetimi; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı h-hakkındaki tüzüğün 91, 122, 123 maddelerine dayanarak ‘Terör faaliyetinde bulunulduğu, örgüt elemanlarını teşvik ettiği, planlama yaptığı’ gerekçesiyle engellenmiştir.Ayrıca PKK’li tutsakların sürdükleri direnişe destek vermek için yapmış olduğumuz Ag eylemine 30 günlük iletişim haklarından men cezası verildi.Fax ve mektupların engelleme karar tutanaklarının fotokopisini çekmiyorlar. Gerekçe de sunmuyorlar. Oysa şimdiye kadar yazı ve çalışmaların fotokopisini değil, fakat evrakların fotokopisi çekilmekteydi. Keyfi karar evraklarının çoğaltılmasına yasak koydular. Başarılar diliyorum. Kızıl selamlar.” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca söz konusu mektubu inceleyen İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu 26/11/2012 tarihli ve 2012/376 sayılı kararla mektubun alıkonulmasına karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:“…Faksın içeriğinin ‘Kendisine ait mektupların verilmediğini ve kurumda keyfi uygulamalarla bazı isteklerin yerine getirilmediğini belirterek kurum ve kurum uygulamaları hakkında yalan yanlış bilgiler vererek karalamaya çalıştığı bu sayede kamuoyu oluşturmak’ istediği…” Başvurucu bu karara karşı Kocaeli İnfaz Hâkimliği nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, 31/12/2012 tarihli ve E.2012/2412, K.2012/2575 sayılı kararla İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu kararına atıfta bulunarak başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararlarına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi 25/1/2013 tarihli ve 2013/63 Değişik İş sayılı kararla İnfaz Hâkimliğinin kararındaki gerekçeye atıf yaparak kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Anılan karar başvurucuya 6/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 1/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“(1)Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir.(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.” 5275 sayılı Kanun’un maddesine dayanılarak çıkarılan, 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesi şöyledir:“(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.(2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesi şöyledir:“(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmi dört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır.(2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir.(3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1830 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun göndermek istediği mektubun gönderilmemesi nedeniyle haberleşme ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1/1/1970 doğumlu olan başvurucu, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Diyarbakır Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü bünyesinde alt işveren konumundaki şirketin personeli olarak çalışmaktayken 18/10/2017 tarihinde iş akdi tek taraflı olarak feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 14/11/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, terör örgütü ile irtibatlı olduğu hususunun ispatlanmadığını söylemiştir. Herhangi bir örgütle bağlantısı bulunmadığı gibi bu konuyla ilgili hakkında soruşturma ya da kovuşturma açılmadığını ifade etmiştir. Suçluluğu ispatlanmadan masumiyet karinesi ihlal edilerek ve savunması alınmaksızın haksız ve hukuka aykırı bir şekilde sözleşmesinin feshedildiğini belirtmiş ve bu şekilde çalışma hakkının elinden alınmasından yakınmıştır. Diyarbakır İş Mahkemesi (Mahkeme) 2/7/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü'ne yazılan müzekkere cevabında; davacı hakkında Yasadışı PKK terör örgütü üyesi olma suçundan Diyarbakır ACM 1997/373 Esas, 2005/296 Kararı ile 6 Yıl 3 Ay hapis cezası verildiği ayrıca Terör amaçlı gizli örgüt kurmak (PKK) suçundan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 1994/2302 soruşturma numarasıyla işlem gördüğü bildirilmiştir22/07/2016 tarih ve 667 Sayılı KHK nın Maddesinde yer alan düzenlemeye göre; 'Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı oluşum veya gruplara üyeliği mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen ...' denilmek suretiyle değerlendirme kriteri getirilmiş, Anayasa Mahkemesi’nin 2016 Tarih 2016/6 İş, 2016/12 K.sayılı kararının gerekçesinde de belirtilen tüm bu hususlara yer verilmiştir. 667 Sayılı KHK Maddesinde ifade edilen dolaylı görevlendirmenin alt işveren işçilerini kapsadığından, davacının işe iadesinin yasal olarak mümkün olmadığına, (Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 2017/1764 esas, 2017/1447 karar) ayrıca 667 sayılı KHK'nın içerik denetimi yapılabileceği kabul edildiğinde dahi asıl işverenin iş sözleşmesinin feshine yönelik talebinin alt işveren yönünden geçerli sebep oluşturduğundan (Yarg. Hukuk Dairesi, 2017/5151-4850 E. K. Sayılı karar) açıklanan nedenlerle iş akdinin feshinin geçerli olduğuna ve davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu karara karşı 3/10/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, hakkında terör örgütüne üye olmak suçundan bugüne kadar herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma açılmadığını vurgulayarak dava dilekçesinde belirttiği hususları tekrar etmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 18/3/2019 tarihinde istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 21/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince başvurucunun yargılamasının bulunduğu belirtilen Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) ait E.1997/373, K.2005/296 sayılı ilamın onaylı sureti Ağır Ceza Mahkemesinden istenilmiştir. Bunun yanı sıra Mahkeme kararında Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğünün başvurucu hakkında hapis cezası ve soruşturma olduğunu belirten yazısına yer verilmesi nedeniyle söz konusu yazının bir örneği de Mahkemeden istenilmiştir. Mahkeme 30/10/2019 tarihli cevap yazısında, kararında Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğünün başvurucu hakkında hapis cezası ve soruşturma olduğunu belirtilen yazının sehven yazıldığını ifade etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/6/2020 tarihli cevap yazısında ise 1997/373 esas numaralı dosyada başvurucunun taraf olarak bulunmadığı ve söz konusu dosyanın karar numarasının 1999/402 olduğu ifade edilmiştir. A. Mevzuat Hükümleri İlgili mevzuat için bakınız Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2018/3181, K.2018/14806 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davacının iş sözleşmesinin 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi sonrası illegal yapılarla ilişki içinde olan emir talimat alanlarla ilgili her türlü takibat soruşturma ve kovuşturma başlatıldığı bu kapsamda kuruma ulaşan bilgiler ışığında 2016 tarihinde 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/ maddesi kapsamında sonlandırıldığı bildirilerek feshedilmiştir.Davalı Belediye fesih bildiriminde davacının illegal yapılarla ilişki içerisinde olduğunun değerlendirmesi kapsamında davacının darbe girişimi öncesi ve sonrası bir kısım sosyal medya paylaşımlarını sunmuşsa da ilgili sosyal medya paylaşımlarında hakaret, tehdit içeren bir ifade olmadığı, davacının eleştiri kapsamında kendi düşüncelerini açıkladığı, davacı hakkında adli yönden herhangi bir terör soruşturması bulunmadığı gibi davalı Kurum içi idari bir soruşturmasının da bulunmadığı, davacının ... irtibatının bulunduğunun kanıtlanmadığı, Anayasa’nın maddesi ve siyasi görüşün fesih için geçerli sebep oluşturmayacağına dair 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin fıkrasının d bendi dikkate alındığında davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedene dayanmadığı açık olduğundan davanın kabulü yerine reddi hatalıdır.4857 sayılı İş Yasasının 20/3 maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/9/2017 tarihli ve E.2017/36442, K.2017/18738 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, veri kayıt personeli olarak çalışan davacının iş sözleşmesi, 20/07/2016 günü anayasal düzeni bozucu darbe girişimi ile ilgili olarak sosyal medyada devlet ve hükümet aleyhine yazılı ve görsel paylaşımlar yapması nedeniyle Sağlık Bilimleri Üniversitesi... Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından Hastane Yöneticisi, Baştabip Yardımcısı, İdari ve Mali İşler Müdür Yardımcıları ile Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürü imzasıyla diğer davalı ...'ne gönderilen 19/07/2016 tarih ve 3 sayılı kararı gereği feshedildiği, sosyal medya paylaşımlarının dosyada belgelendiği dikkate alındığında, davacının dosyaya sunulan sosyal medya paylaşımları içeriğinde eleştiri sınırlarını aştığı, paylaşımlar içeriğine göre davalı işverenin iş ilişkisini sürdürmesi beklenemeyeceği, güvenin yıkılması veya ağır biçimde zedelenmesi nedeniyle işverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı iş sözleşmesinin feshedildiği kanaatine varılmaktadır. Zira en azından artık iş ilişkisinin sürdürülmesinin davalı-işveren açısından önemli veya makul ölçüler içerisinde beklenemeyeceği, bu durumda 4857 sayılı Kanun'un maddesi gerekçesi ve 158 sayılı İLO sözleşmesinin maddesi uyarınca işverenden savunma almasının beklenemeyeceği ve işveren feshinin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16078 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu hakkında El-Kaide terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucu 30/11/2006 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında Başsavcılık tarafından El Kaide terör örgütünün amaçları doğrultusunda yönetici olarak örgütlenme faaliyetinde bulunma, terör örgütü El Kaidenin internet yoluyla propagandasını yapma, disket bomba yapma ve bulundurma, Atatürk'ün manevi şahsiyetine hakaret suçlarından cezalandırılması istemiyle 8/1/2007 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Yargılamanın yapıldığı İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) tarafından 16/2/2009 tarihli kararla başvurucunun El Kaide terör örgütünün yöneticisi olma suçundan 12 yıl 6 ay hapis, Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret etme suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına; patlayıcı madde bulundurma ve El Kaide terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından ise beraatine karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 28/6/2010 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. Bu kez İzmir Ağır Ceza Mahkemesi verdiği 24/2/2011 tarihli kararla başvurucunun El Kaide terör örgütü adına suç işleme suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmasına karar vermiştir. Verilen kararın başvurucu müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 5/4/2013 tarihli kararıyla, 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun 'un maddesiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (6) numaralı fıkrasında yapılan değişiklik karşısında hukuki durumunun yeniden takdir ve tayininde zorunluluk bulunduğu gerekçesiyle kararın bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararı üzerine dosyayı yeniden ele alan İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 9/12/2013 tarihinde başvurucunun El Kaide terör örgütü adına suç işleme suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmasına karar vermiştir. Başvurucu müdafiinin temyiz talebi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi eksik araştırma ile hüküm kurulduğu gerekçesiyle15/6/2016 tarihinde bozma kararı vermiştir. Bunun üzerine İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 30/4/2019 tarihli kararıyla başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlediğinin sabit olduğu ancak suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı terörle Mücadele Kanunu'nun maddesine eklenen dördüncü fıkra hükmü uyarınca bu maddenin ikinci fıkrasında tanımlanan suçu örgüt adına işleyenler hakkında 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (6) numaralı fıkrasında tanımlanan suçtan dolayı ceza verilemeyeceğinden ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu 18/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 19/4/2021 tarihli kararıyla İzmir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararın onanmasına karar vermiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19145 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli listenin (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/25156 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2018/25156 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmiş ve OHAL kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, Şırnak Belediyesine (Belediye) hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken Şırnak Valiliği OHAL Bürosunca başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının Belediyeye bildirilmesi üzerine Belediye iş akitlerinin feshedilmesini Şirketten istemiştir. Şirket, bu talep üzerine başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Belediye aleyhine dava açmıştır. Davalı Belediye cevap dilekçesinde; Şırnak Valiliği OHAL Bürosunun yazısı ekinde davacıların bilgilerinin de yer aldığı listede bulunan kişilerin terör örgütü yapılanması ile irtibatı ve iltisakı olduğu tespitine yer verildiğini, başvurucuların iş akitlerinin bu kapsamda ve 667 sayılı KHK'nın maddesi gereği feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı Şirket ise işe alım ve iş akdinin feshinin asıl işveren konumundaki Belediyenin tasarrufunda olduğunu belirtmiştir. Şırnak Asliye Hukuk Mahkemesi, iş mahkemesi sıfatıyla baktığı davaların reddine karar vermiştir. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararlarında; başvurucuların PKK/KCK terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği, aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca da bu kişilerin bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmasının mümkün olmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) istinaf istemini temyiz yolu açık olmak üzere reddetmiştir. Kararda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve OHAL Bürosunun yazısı ile başvurucuların PKK/KCK terör örgütü yapılanmasıyla irtibatı olduğunun bildirilmesi üzerine davalı işveren bakımından iş sözleşmesinin artık katlanılamaz derecede bir yük ve sıkıntı teşkil ettiği vurgulanmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi bazı başvurucularla ilgili kararlarında ise başvurucularla ilgili olarak terör örgütü üyeliğinden adli işlemler yapıldığının anlaşıldığı belirtilmiş ancak bu işlemlerin neler olduğu ile ilgili hiçbir bilgiye ve değerlendirmeye yer verilmemiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire), Bölge Bölge Adliye Mahkemesinin kararlarını kesin olmak üzere onamıştır. Daire kararında; asıl işveren tarafından davacının iş akdinin feshi hususunda alt işverene talimat verilmiş olması nedeniyle, salt bu sebeple dahi alt işveren yönünden geçerli nedenin oluşmuş olduğu, feshin haklı veya geçerli nedene dayalı olup olmadığının ilerde açılması muhtemel alacak davasında değerlendirilebileceği vurgulanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25156 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu tarafı olduğu hukuk davasının on yılı aşkın süre sonra sonuçlandırıldığını, yapılan yargılama sonucunda verilen kararın mülkiyet hakkını ihlal ettiğini, ayrıca yapılan yargılamanın adil olmadığını ve eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürerek, Anayasa’nın , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş olup, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 12/6/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölümün Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/11/2013 tarihli yazısı 25/11/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekilince Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 9/12/2013 tarihli beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından Ankara ili Yenimahalle ilçesi 211 ada 5 parselde kayıtlı bulunan taşınmaz, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin tarafı olan yükleniciden devir almış olan bir üçüncü kişiden satın alınmıştır. Yüklenici ile arsa sahibi arasındaki sözleşme, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 21/5/2002 tarihli kararı ile feshedilmiştir. Başvurucunun Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2000/687 sayılı dosyası üzerinde açtığı ve yukarıda belirtilen taşınmazı konu alan tapu iptal ve tescil davası reddedilmiştir. Arsa sahibi tarafından 24/6/2003 tarihinde, sözleşmenin feshine dayanarak, başvurucu aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E. 2003/522 sırası üzerinde, bahse konu taşınmazı işgal ettiğinden bahisle el atmanın önlenmesi ve ecrimisil talebiyle dava açılmıştır. Başvurucu tarafından karşı dava kapsamında, arsa mülkiyetinin 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun maddesi uyarınca adına tescili, bunun mümkün olmaması durumunda ise, taşınmaz üzerindeki binada yaptığı iyileştirmeler karşılığında 000,00 YTL’nin davacıdan tahsiline karar verilmesi talep edilmiştir. Arsa sahibi tarafından farklı dönemlere ait ecrimisil talepleriyle açılan üç ayrı dava, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E. 2003/522 sayılı dosyası üzerinde birleştirilmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/7/2006 tarih ve E.2003/522, K.2006/183 sayılı kararı ile arsa sahibinin el atmanın önlenmesi ve ecrimisil taleplerinin kabulüne, başvurucunun temliken tescil ve taşınmazda yaptığı iyileştirmelerin bedeline ilişkin taleplerinin reddine hükmedilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine, ilk derece mahkemesi hükmü Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/5/2007 tarih ve E.2007/4486, K.2007/5610 sayılı kararı ile, elatmanın önlenmesi ve ecrimisile yönelik taleplerin kabulünün ve başvurucunun temliken tescil isteğinin reddinin yerinde olduğu, ancak dosya kapsamından başvurucunun taşınmaz üzerindeki binada bir kısım iyileştirmeler yaparak arsa sahibinin malvarlığında artı değerler meydana gelmesini sağladığı anlaşıldığından, bu masrafların talep edilebileceği gözetilmeden hüküm kurulmuş olduğundan bahisle bozulmuştur. Bozma sonrasında temin edilen 23/5/2008 tarihli bilirkişi raporunda, binanın tamamlanması ve oturulabilir hale getirilmesi için başvurucu tarafından yapılmış olan iş ve imalatların bedelinin 743,00 YTL olduğu belirtilmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/11/2008 tarih ve E.2007/307, K.2008/352 sayılı kararı ile, başvurucu tarafından yapılan imalatların bedeli olarak 743,12 YTL’nin arsa sahibinden tahsili ile başvurucuya verilmesine karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/7/2009 tarih ve E.2009/6700, K.2009/8938 sayılı kararı ile, Mahkemece öncelikle dava konusu taşınmaz üzerindeki yapının ruhsatı olup olmadığının araştırılması gerektiği, ruhsatı olmayan bir yapı söz konusu ise yıkımı gereken bir yerin ekonomik değer ifade ettiğinden bahsedilemeyeceğinden, bu yer için yapılan masrafların tahsilinin de talep edilemeyeceği, ayrıca yapılan masraflardan sadece zorunlu ve faydalı olanların bedelinin talep edilebileceği belirtilerek bozulmuştur. Bozma kararı sonrası temin edilen 31/1/2011 tarihli bilirkişi raporunda, Yenimahalle Belediyesi’nin 29/12/2009 tarihli yazısında, dava konusu taşınmaza ilişkin imar durumu (çap), ruhsat ve mimari projesi olmadığının ve bu duruma bağlı olarak tadilat projesi tanziminin mümkün olmadığının bildirildiği tespitine yer verilmiş, 11/7/2011 tarihli raporda ise, yukarıda yer verilen tespit tekrar edilmekle birlikte, başvurucunun müracaatı üzerine ilgili Belediye tarafından düzenlenen 17/9/2009 tarihli yazıda dava konusu taşınmazdaki proje onayının gerçekleşebilmesi için İmar Yönetmeliği ve ilgili mevzuat ile tanımlanmış bir kısım belgelerin proje müellifi tarafından ibrazı gerektiğinin belirtildiği, söz konusu belgelerin temini sureti ile dava konusu taşınmaza ilişkin ruhsatın alınabileceği, zira taşınmazın aynı sözleşme kapsamında yer alan evlerden biri olup tip proje niteliğinde olduğu, belirtilen diğer konutların ise ruhsatının alınmış olduğu ifade edilmiştir. Bozma kararı sonrası Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/329 sayılı dosyası üzerinde yürütülen yargılama sonucunda, Mahkemenin 13/3/2012 tarih ve E.2009/329, K.2012/96 sayılı kararı ile bahse konu binanın ruhsatının bulunmadığının tespit edildiği belirtilerek, başvurucunun talebi reddedilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine, ilk derece mahkemesi hükmü Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2012 tarih ve E.2012/9531, K.2012/12827 sayılı kararı ile, vekalet ücreti miktarı nazara alınarak düzeltilerek onanmıştır. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/4/2013 tarih ve E.2013/3807, K.2013/5552 sayılı kararı ile reddedilmiş olup, Yargıtay ilamı 15/5/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. 12/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4177 | Başvurucu tarafı olduğu hukuk davasının on yılı aşkın süre sonra sonuçlandırıldığını, yapılan yargılama sonucunda verilen kararın mülkiyet hakkını ihlal ettiğini, ayrıca yapılan yargılamanın adil olmadığını ve eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürerek, Anayasa’nın 10. , 35. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş olup, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Komisyon ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktayken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 10/8/2016 tarihli kararı ile görevinden uzaklaştırılmış; 31/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) HSYK kararıyla meslekten ihraç edilenler hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 11/8/2016 tarihinde başvurucu gözaltına alınmıştır. Başvurucu 12/8/2016 tarihinde Düzce Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu; ifadesinde, eğitim ve çalışma hayatı boyunca FETÖ/PDY ile herhangi bir bağlantısının olmadığını, hiç kimsenin telkiniyle hareket etmediğini, darbe teşebbüsü hakkında bir bilgiye sahip olmadığını, Bank Asyada hesabının bulunmadığını ama bu kuruluş ile kardeşinin hesabına zaman zaman eğitim harcamaları için açıktan para gönderdiğini ve HSYK seçimlerinde hiçbir grubu desteklemediğini ifade etmiştir. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı 12/8/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu Düzce Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Düzce Sulh Ceza Hâkimliğinde 12/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, Savcılıktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir. Düzce Sulh Ceza Hâkimliği 12/8/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, atılı suça ilişkin kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırları, işin önemi, verilmesi beklenen muhtemel ceza miktarı göz önünde tutulduğunda verilecek tutuklama kararının ölçülü olacağı ve adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşılmakla Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının 12/8/2016 tarihli talebinin kabulü ile şüphelinin üzerine atılı Silahlı Terör Örgtüne Üye Olma suçundan 5271 Sayılı CMK'nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu 15/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Bolu Sulh Ceza Hâkimliği 25/8/2016 tarihinde "...şüphelinin üzerine atılı suçun niteliği, dosya kapsamı ve mahkeme tutuklama kararındaki gerekçeler yerinde görülmekle..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 20/9/2016 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 18/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı 15/2/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Başsavcılığa göndermiştir. Başsavcılık 3/5/2017 tarihinde soruşturmanın geldiği aşamayı ve mevcut delil durumunu değerlendirerek başvurucunun tahliyesini talep etmiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/5/2017 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" ... soruşturmanın geldiği aşama göz önüne alınarak tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu, tutuklama tedbiri ile ulaşılmak istenen amaca Adli Kontrol hükümleri ile de ulaşılabileceği kanaatine varılarak 5271 sayılı CMK'nun 103/1 maddesi gereğince ... tahliye talebinin kabulüne ... [karar verildi.]" Başsavcılığın 26/2/2019 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddia edilmiştir. Bu suçlamalara esas olarak tanık beyanlarında başvurucunun örgüt üyesi olduğu yönündeki ifadelere ve başvurucunun meslekten ihraç edildiği olgularına dayanılmıştır. İddianamede yer alan tanık beyanlarının başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin kısmı aşağıdaki gibidir:- Tanık A.Ş.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ben 2014 yılı Ocak kararnamesinde Düzce Cumhuriyet Başsavcısı olarak atandım. Ramazan Söyler 2014 yılı yaz kararnamesi ile Düzce'ye Cumhuriyet Savcısı olarak atandı. Kendisini müracaat savcılığında görevlendirdik. 2015 Ocak ayında da Manisa'ya tayinim çıktığından yaklaşık 5 ay birlikte çalıştık. Bu süre içerisinde Ekim 2014 HSYK seçimleri yapıldı. Adı geçen kişinin, tutum ve davranışları ile Fetö Terör Örgütü üyesi olduğunu düşündüğümüz adayları desteklediği kanaati oluşmuştur. Ben Ramazan Söyler ile seçim konularında görüşmedim Bu hususu Düzce'de görev yapan meslektaşlarım söylemişti. Benim bu husustaki bilgilerim duyuma dayalıdır ..."- Tanık Ü.nün ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ben 2014 yaz kararnamesinde Düzce Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı ile birlikte Komisyon Başkanı olarak atandım. Meslekten çıkarılan Cumhuriyet Savcısı Ramazan Söyler’de aynı kararname ile Düzce Cumhuriyet Savcılığına atandı ve beraber başladık. Seçim esnasında Yargıda Birlik Platformuna çok yakınlaşması olmadı ancak bağımsızları destekleyenlerin yanında da çok görmedik. Ancak bağımsızları destekleyenlerin yanında daha çok gördük. Duyduğum kadarıyla eşi Kamu Kurumunda çalışıyordu. Ve bu FETÖ’cü olan kişilerin hanımlarıyla daha sıkı fıkıydı. Ben net olarak seçim esnasında bu bağımsızlara çalıştığını söyleyemem ancak onlara daha yakındı. Dışarıdaki yaşantısını bilemiyorum. İçine kapanık bir tarzı vardı. Çok diyaloga açık birisi değildi. Bende tam bir kanaat oluşmadı. Çünkü net tavırlarını göremedim. Seçimler bittikten sonra bağımsızların müşahitlerinin ya da o grubun üyelerinin yanında görmedim. Sadece oyunu kullanıp gitti." İddianame Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 8/3/2019 tarihli kararıyla iade edilerek Başsavcılığa gönderilmiştir. İade kararının ilgili kısmı şöyledir:"... şüpheliden ele geçen dijital materyal ile ilgili inceleme sonuç raporu alınarak rapor sunucuna göre şüphelinin hukuki durumununun takdiri gerekirken, FETÖ/PDY mensuplarının çoğunlukla cep telefonları üzerinden gizli yazışmalar gerçekleştirdiği de gözetildiğinde, sonuca mutlak şekilde etki edecek delil toplanmaksızın, HSK ihraç kararı ve tanıklar A.Ş. ve Ü.nin, şüphelinin varsa örgütsel bağlantılarını somut olarak ortaya koyma hususunda kanaat verici beyanları olmaması, gerekli görülmesi durumunda A..Ş.nin beyanlarında geçen kişilerin tanık sıfatıyla dinlenilmeleri, yine Türkiye Bankalar Birliği, ÖSYM gibi kurumlardan şüphelinin iletişim amacıyla bildirdiği cep telefonları da araştırılarak varsa kullandığı başka hatlara ilişkin araştırmalar da yapılmak suretiyle, bu araştırmalar neticesinde şüpheli hakkında hukuki değerlendirme yapılması gerektiğinden ... [iadesine karar verilmiştir.]" Başvurucu hakkındaki soruşturma, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Başsavcılıkta derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Yıldırım Turan [GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 27- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/4807 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 21/10/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/12/2014 tarihinde, başvurunun, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Serdar Aydın tarafından yapılan 2014/16934 numaralı bireysel başvuru dosyası ile başvurucu Eşref Aydın tarafından yapılan 2014/16936 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2014/16934 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 13/3/2015 tarihinde, başvurunun esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında 28/8/2009 tarihinde gözaltına alınmışlardır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli), 1/9/2009 tarihli ve 2009/100 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucuların tutuklanmalarına karar verilmiştir. Başvurucular ve diğer şüpheli hakkında, 9/9/2009 tarihli ve E.2009/904 sayılı iddianame ile "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak ve örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2009/209 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 13/5/2010 tarihli duruşmada başvurucu Eşref Aydın'ın tahliyesine karar vermiştir. Mahkemece, 14/6/2012 tarihli ve E.2009/209, K.2012/107 sayılı karar ile başvurucuların "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak" suçundan beraatlerine, başvurucu Serdar Aydın'ın "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan 10 yıl hapis ve 000,00 TL adli para, başvurucu Eşref Aydın'ın "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan 7 yıl 6 ay hapis ve 500,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve başvurucu Serdar Aydın'ın tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 16/5/2013 tarihli ve E.2012/22763, K.2013/4431 sayılı ilâmı ile hüküm bozulmuştur. Bozma ilâmına uyularak yapılan yargılama sonunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 23/7/2013 tarihli ve E.2013/95, K.2013/160 sayılı kararı ile "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan başvurucu Serdar Aydın'ın 10 yıl hapis ve 000,00 TL adli para, başvurucu Eşref Aydın'ın 7 yıl 6 ay hapis ve 500,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve başvurucu Serdar Aydın'ın tahliyesine karar vermiştir. Karar, başvurucular tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucular, 21/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16934 | Başvurucular, "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. | 1 |
Başvuru, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; bazı söz ve uygulamalar nedeniyle de masumiyet karinesi ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, daha önce benzer bir başvuruda bildirilen görüşler çerçevesinde yeni bir görüş bildirilmesine gerek bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde komiser olarak görev yapmakta iken kamuoyunda bilinen ismiyle 17-25 Aralık soruşturmaları sürecindeki (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) bazı eylemleri dolayısıyla meslekten ihraç edilmiştir. Ayrıca söz konusu eylemler dolayısıyla başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 1/9/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 3/9/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında; başvurucunun görev aldığı soruşturma sürecinde başkaca delil elde etme imkânının bulunup bulunmadığı araştırılmadan soruşturma konusu olaylarla ilgisi bulunan ve/veya bulunmayan yüzlerce kişinin telefonlarının dinlendiği, dinleme işlemlerinin usulsüz olarak icra edildiği, çoğu kişinin neden soruşturmaya dâhil edildiğinin ve telefonlarının dinlendiğinin anlaşılamadığı, sonrasında -henüz iletişimin tespiti kararlarının geçerlilik süresi devam ederken- dinleme faaliyetlerinin sonlandırıldığı ve operasyon aşamasının başlatıldığı ifade edilmiştir. Başsavcılık, soruşturma dosyasında yer alan bazı bilgi ve belgelere değinerek soruşturmanın ve soruşturma sürecinde yapılan işlemlerin amacının o tarihte görevde bulunan Hükûmeti cebir ve şiddet kullanarak görev yapamaz hâle getirmek olduğunu ve bu faaliyetlerin Paralel Devlet Yapılanması (PDY) mensubu polislerce gerçekleştirildiğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda özellikle usulsüz olarak yapılan dinlemelere dayanılarak hazırlanan fezlekede bir bakanın suç örgütü lideri olarak gösterilmesine, bir kişi (medya patronu) hakkında iletişimin tespiti tedbirine başvurulduğu hâlde fezlekede bu kişiyle ilgili bir suç isnadında bulunulmamasına, fezlekenin hazırlandığı tarihte görev başında olan Başbakan'ın fezlekede "dönemin Başbakan'ı" şeklinde ifade edilmesine, iletişimin tespiti tedbirlerinin icrasında görevli polis memurlarının kendi aralarındaki haberleşmelerinde "bütün kabineyi toplamaktan" bahsetmelerine dikkat çekilmiştir. Başsavcılık ayrıca Başbakan ve Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı'nın bir görüşmesine ilişkin görüntülerin usulsüz bir şekilde temin edilerek basına servis edilmesine, hakkında iletişimin tespiti kararı olmamasına rağmen Başbakan'ın telefonlarının uzun bir süre dinlenilmesine ve dinleme kayıtlarının basına sızdırılmasına, Başbakan'ın evinde usulsüz olarak teknik takip yapılmasına da temas etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 4/9/2014 tarihinde, başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Hâkimlik; başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere, özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen bir rapora, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından kullanılan bilgisayarlar üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen rapora, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının tespitlerine, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişleri tarafından yürütülen disiplin soruşturmasının içeriğine ve bir gizli tanığın beyanlarına atıf yapmıştır. Kararda; kuvvetli suç şüphesi yönünden yapılan değerlendirmede ayrıca Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görev yaptıkları anlaşılan -başvurucunun da aralarında olduğu- şüphelilerin emniyet teşkilatındaki hiyerarşi içinde değil yasal olmayan bir oluşum çerçevesinde faaliyette bulundukları ve ayrı bir yapı oluşturdukları, bu kapsamda Başbakan da dâhil olmak üzere üst düzey siyasilerin ve kamu görevlilerinin telefonlarını uzun bir süre usulsüz bir şekilde dinledikleri yönündeki olgulara ve tutuklama talep yazısında yer alan diğer tespitlere değinilmiştir. Hâkimlik, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise "... yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemi ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin 'Kanun gereğince' varsayıldığı, Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK'nun 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği ..." değerlendirmesinde bulunmuştur. Başvurucu 10/9/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 16/9/2014 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 29/9/2014 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 24/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın 28/9/2015 tarihli iddianamesiyle, başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, resmî belgede sahtecilik, resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinlemek ve kaydetmek, verilerin süresi içinde yok edilmemesi, kişisel verileri hukuka aykırı olarak bir başkasına vermek veya ele geçirmek, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek ve göreve ilişkin sırrın açıklanması suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 16/10/2015 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2015/366 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16855 | Başvuru, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; bazı söz ve uygulamalar nedeniyle de masumiyet karinesi ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu nihai kararı 11/11/2021 tarihinde öğrendikten sonra 23/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, derece mahkemesince verilen karar sonrası temyiz yoluna başvurmamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/56401 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza soruşturmasında şikâyetçi olan başvurucunun delil toplanmasına dair taleplerinin reddedilerek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Mağdure E.nin annesi olan başvurucu, 12/12/2018 tarihinde karakola müracaat ederek mağdurenin öğrenim gördüğü ilkokuldaki bazı öğretmenlerin ve okul müdürünün mağdureye yönelik işlediklerini iddia ettiği eylemler hakkında şikâyetçi olmuştur. Başvurucu kollukta alınan ifadesinde; haklarında şikâyetçi olduğu kişilerin isimlerini de belirterek okuldaki bir öğretmenin mağdureye bağırıp onu herkesin içerisinde küçük düşürdüğünü, rehber öğretmenin mağdureyle bire bir görüşmek amacıyla onu zorla odaya götürüp üzerine kapıyı kilitlediğini ve okul müdürünün de sınıfa girmek istemeyen mağdureyi tehdit edip merdivenlerden aşağı ittiğini iddia etmiştir. Başvurucu, kolluktaki şikâyetinin ardından vekili aracılığıyla sunduğu dilekçeyle Başsavcılığa da müracaat etmiş ve iddia konusu eylemlere dair anlatımlarını tekrar ederek önceki beyanına ek olarak mağdurenin öğretmeni olduğunu söylediği kişi hakkında da şikâyetçi olmuştur. Bu kapsamda; şikâyetine konu tüm görevliler hakkında dilekçesinde belirttiği çeşitli suçlardan kamu davası açılmasını talep etmiştir. Yürütülen soruşturma sonucunda Başsavcılık, başvurucunun şikâyetine konu tüm iddialar yönünden şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş; Ünye Sulh Ceza Hâkimliği 17/3/2020 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 22/4/2020 tarihinde öğrendikten sonra 16/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik konusunda oybirliği sağlanamadığından kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25540 | Başvuru, ceza soruşturmasında şikâyetçi olan başvurucunun delil toplanmasına dair taleplerinin reddedilerek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 22/9/2016 tarihinde başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 24/12/2007 tarihinde tenkis davası açmıştır. Dava Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/483 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından yargılamaya Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/14 sayılı dosyasında devam edilmiştir. Mahkemece 17/9/2014 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu 4/12/2014 tarihinde temyiz talebinde bulunmuş, 25/12/2014 tarihli dilekçe ile temyiz talebinden feragat ettiğini beyan etmiştir. Mahkemece 11/2/2015 tarihli ek karar ile davacının temyiz talebinin feragat nedeniyle reddine karar verilmiştir. Tarafların ek kararı temyiz etmemesi üzerine hüküm 19/3/2015 tarihinde kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18561 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, menfi tespit talebiyle açılan davanın dava şartı yokluğundan kesin olarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, oğlu Y.A.yı 13/3/2015 tarihinde Özel Feza Berk Ortaokuluna kaydettirmiştir. Kayıt sırasında başvurucudan okulun sahibi konumunda olan Feza Eğitim Ticaret ve Sanayi A.Ş. (Şirket) adına 500 TL bedelli bono alınmıştır. Okul 29/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) ile, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenerek millî güvenliğe tehdit oluşturduğu gerekçesiyle kapatılmıştır. Okulun maliki konumunda olan Şirketin ise faaliyetlerine 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (670 sayılı KHK) maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca son verilmiş ve Şirket ticari sicilden terkin edilmiştir. Okulun kapatılmasının ve Şirketin ticari sicilden terkininin ardından başvurucu adına Maliye Hazinesinin talebi doğrultusunda kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla takip başlatılmıştır. Başvurucuya 395,81 TL tutarında 14/11/2018 tarihli ödeme emri gönderilmiştir. Başvurucu, hakkında başlatılan ilgili takibi müteakip Samsun Tüketici Mahkemesinde (Mahkeme) Maliye Hazinesi aleyhine menfi tespit davası açmıştır. Başvurucu; takibe dayanak bononun özel okul sözleşmesi nedeniyle alındığını, tüketiciden alınan emre yazılı senet mahiyetindeki bononun 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca geçersiz olduğunu belirterek borçlu olmadığının tespitine, takip konusu bononun ve icra takibinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 16/9/2019 tarihli kararıyla dava şartı bulunmaması nedeniyle davanın usulden reddine kesin olarak karar vermiştir. Mahkeme, gerekçesinde 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinin üçüncü fıkrasını dayanak aldığını belirtmiştir. Gerekçeli kararında Mahkeme ayrıca 670 sayılı KHK'nın maddesinin dördüncü fıkrasında yer verilen borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlar yönünden getirilen altmış günlük hak düşürücü sürenin hak iddiasında bulunanlara yönelik olduğunu belirtmiş, ilgili ifadenin borçlu olmadığı iddiasında bulunanları kapsamadığına işaret etmiştir. Referans alınan norm ışığında mevcut menfi tespit davası yönünden davanın usulden reddine karar verilmesinin zorunlu olduğuna vurgu yapan Mahkeme, bununla birlikte Anayasa'nın maddesi kapsamında öngörülen istisnalar haricinde başvurucunun ilgili KHK'lar hükümlerine göre olmasa da genel hükümlere göre dava açma hakkının bulunduğunu belirtmiştir. Nihai karardan 24/10/2019 tarihinde haberdar olduğunu bildiren başvurucu 22/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun "Menfi tesbit ve istirdat davaları" kenar başlıklı maddesinin ilgili birinci fıkrası şöyledir:"Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir." 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Kanun olarak kanunlaşan 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık);her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.... (3) Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır. Bu durumda şirketlere daha önce atanmış kayyımlar tasfiye memuru olarak görevlendirilebilir veya bu şirketlere tasfiye memuru atanabilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve birinci fıkrada yer alan hususları bu şekilde devralınan varlıklar için de uygulamaya Maliye Bakanlığı yetkilidir. (4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar..." Aynı KHK'nın "Yürürlük" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Kanun Hükmünde Kararname yayımı tarihinde yürürlüğe girer." 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Kanun olarak kanunlaşan 675 sayılı KHK'nın "Dava ve takip usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(3)20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.... (4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz." Aynı KHK'nın "Yürürlük" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesi hükümleri 15/10/2016 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde, diğer hükümleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer." 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun olarak kanunlaşan 667 sayılı KHK'nın "Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;...b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları,,...kapatılmıştır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38925 | Başvuru, menfi tespit talebiyle açılan davanın dava şartı yokluğundan kesin olarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun uzun sürmesi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; daha önce örgüt üyeliğinden mahkȗmiyet hükmünün bulunması nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının; gözaltında müdafi atanmaması, müdafi yokluğunda ve işkence altında alınan ifadelerin hükme esas alınması, sunulan delillerin dikkate alınmaması, eksik soruşturma yapılması, hakimin reddi talebinin reddi kararı tebliğ edilmeksizin yargılamanın sürdürülmesi nedenleriyle müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının; yargılamanın uzun sürede sonuçlandırılması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/2/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Hizbullah terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen soruşturma kapsamında 30/1/2000 tarihinde başvurucu hakkında gıyabi tutuklama kararı verilmiştir. Başvurucu 2/12/2001 tarihinde gözaltına alındığını belirtmiştir. Başvurucu 16/12/2001 tarihinde müdafii olmaksızın kollukta verdiği ifadesinde örgüte öz geçmiş verdiğini, Bursa'da diğer bir kişiye bağlı faaliyet gösterdiğini, İ.E.ninS.yi sorgulanmak üzere K.nın evine getirmesini istediğini, bir gün öncesinde şahsın kaldığı dedesinin evine telefon açarak ertesi gün buluşmaları gerektiğini söylediğini, akşam namazından sonra eve getirdiğini, K. ve O.E.yle birlikte bayıltmaya çalışmalarına rağmen S.nin direndiğini, bunun üzerine O.E.nin piknik tüpüyle şahsın başının arkasına vurduğunu ve S.nin bu şekilde öldüğünü söylemiştir. Başvurucu ayrıca üç gün sonra İ.E.nin talimatı doğrultusunda yatsı namazının ardından R.Y.ninminübüsü ile eve döndüklerini, K. ile kendisinin cesedi halılara sararak minibüse koyduklarını ve bazı eşyaları da yüklediklerini, R.Y.ye bu olaydan kimseye bahsetmemesini söylediğini, bir köprüyü geçtikten sonra cesedi dere kenarına, eşyaları ise bir tarla içine attıklarını, olay sonrasında şehirden ayrıldığını belirtmiştir. Başvurucuya 16/12/2001 tarihinde yer gösterme ve 17/12/2001 tarihinde teşhis işlemi yaptırılmıştır. Başvurucu hakkındaki gıyabi tutuklama kararı 17/12/2001 tarihinde vicahiye çevrilmiştir. Başvurucu 25/12/2001 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ise kollukta yaptırılan işlemlerin zora dayalı gerçekleştirildiğini, terör örgütüne öz geçmiş vermediğini, S.nin öldürülmesine katılmadığını ileri sürmüştür. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 9/1/2002 tarihinde, başvurucu hakkında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı cebren kaldırmaya teşebbüs etme suçundan, sanıklar O.E. ve K. hakkında bu suça iştirakten dolayı ve diğer beş sanık hakkında ise farklı suçlardan iddianame düzenlemiştir. Sanık O.E. hakkında 16/8/2002 tarihinde gıyabi tutuklama kararı verilmiştir. O.E., 11/10/2002 ve 12/10/2002 tarihlerinde kollukta verdiği ifadelerinde Hizbullah terör örgütü içinde faaliyet gösterdiğini, S.nin öldürülmesi eyleminde kendisinin, başvurucunun ve isimli kişinin yer aldığını, başvurucunun maktulü akşam ezanından sonraki bir vakitte eve getirdiğini, örgütün talimatı doğrultusunda şahsı etkisiz hâle getirmeye çalıştıklarını, direnmesi nedeniyle bayıltmak için yerdeki maktulün başına bir kez vurduğunu söylemiştir. Başvurucu 8/5/2002 tarihli duruşmada sunduğu dilekçesinde üzerine atılı suçları işlemediğini, Hizbullah üyesi olmadığını, kolluktaki ifadesini işkence altında verdiğini, iddianamede bahsi geçen ve dosyada beyanları bulunan kişilerin arkadaşları olduğunu fakat örgüt bağlantılarının bulunmadığını belirtmiştir. Sanık O.E. 29/1/2003 tarihli duruşmada sunduğu yazılı savunmasında gözaltına alındığı İstanbul'da ve getirildiği Bursa'da uykusuz bırakıldığını, tazyikli suya ve elektriğe maruz bırakıldığını, hayalarının sıkıldığını, ıssız bir ormana götürülüp öldürülmekle tehdit edildiğini, işkenceyi iz bırakmayacak biçimde yaptıklarını, korkuyla önüne konan evrakları imzaladığını, tutanaklardaki birçok kişiyi tanımadığını, bazılarının ise komşuları olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu hakkındaki yargılamanın sonraki aşamalarda (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) E.2004/173 sayısına kaydedildiği anlaşılmaktadır. Mahkeme 4/4/2008 tarihli ve E.2004/173, K.2008/75 sayılı kararıyla dosyanın S. isimli kişinin öldürülmesine ilişkin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/112 sayılı dosyasıyla resen birleştirilmesine karar vermiştir. Yargıtayın dosyaların birleştirilmesinin uygun olmadığına ilişkin kararının ardından dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/308 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Yargılama esnasında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/112 sayılı dosyasında bulunan evraklar da incelenmiştir. Anılan Mahkemedeki yargılamada ifade veren bazı kişilerin beyanları ile alınan otopsi raporunda belirtilen hususlar özetle aşağıdaki gibidir: i. R. (27/1/2000 Tarihli Kolluk İfadesi): R.Y.nin kendisine, başvurucu ve diğer bir kişinin battaniyeye sarılı bir erkek cesedini kendi minibüsüne yüklediklerini söylediğini, üst sorumlusundan aldığı talimat doğrultusunda R.Y.yiolaydan kimseye bahsetmemesi hususunda uyardığını söylemiştir. ii. R.Y. (27/1/2000 Tarihli Kolluk İfadesi): Hizbullah terör örgütü içinde yer aldığını, 1998 yılı Şubat ayının 21 veya 22'si gecesi başvurucunun diğer bir kişiyle birlikte battaniyeye sarılı durumdaki bir erkek cesedini kullandığı minibüse koyduklarını, bir köprü üzerinde cesedi indirdiklerini ve bir süre sonra döndüklerini, eşyaları yaklaşık bir kilometre sonra yol üzerindeki tarlaya attıklarını, bir gün sonra olayı R.ye anlattığında bu işin örgüte ait olduğunu ve konudan kimseye bahsetmemesini söylediğini belirtmiştir. iii. İ.E. (27/1/2000 Tarihli Kolluk İfadesi): Örgütün Bursa il sorumlusu olan kişinin talimatı üzerine başvurucunun S.yi Salı günü K.nın evine getirdiğini, burada bayıltıcı sprey koklatarak ve sırtına vurarak etkisiz hâle getirdiklerini ve ellerini ayaklarını bağladıklarını, başvurucuya, K.ya ve O. isimli kişiye evden ayrılmalarını söylediğini, Çarşamba ilâ Pazar günleri arasında Ö. ve İ. kod adlı kişilerin S.yi sorguladığını ve bazen darbettiklerini, Pazar günü İ. adlı kişinin piknik tüpüyle şahsın başına vurduğunu, öldüğünün anlaşılmasının ardından başvurucunun getirdiği R.Y.ye ait minibüse battaniyeye sarılı cesedi halıfleksle birlikte yerleştirdiklerini ve bazı eşyaları da koyduğunu, ertesi gün başvurucunun cesedi bir dereye attıklarını kendisine söylediğini belirtmiştir. iv. Yusuf S. (25/2/1998 Tarihli Kolluk İfadesi): 17/2/1998 günü torunu olan S.nin saat 00 gibi yemeği yedikten sonra kendisini o gün arayan kişiyle buluşmaya gideceğini söylediğini ve bir daha geri gelmediğini belirtmiştir. v. Adli Tıp Kurumu Bursa Grup Başkanlığının 11/5/1998 Tarihli Otopsi Raporu: S.ninkünt kafa travmasına bağlı şuur kaybı, gıda aspirasyonuna bağlı mekanik asfiksi sonucu hayatını kaybettiği, ölümün cesedin bulunduğu 23/2/1998 tarihinden yetmiş iki saat önce gerçekleştiği sonucuna ulaşılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesindeki 17/2/2012 tarihli duruşmada daha önceki aşamalarda verilen Savcılık mütalaasına karşı başvurucu müdafiine savunmasını hazırlamak için süre verilmiş ve bir sonraki duruşmaya gelmesi gerektiği hususu ihtar edilmiştir. Başvurucu; kollukta işkence gördüğünü, cezaevine girdiğinde görevlilerin kendisini adli tıpa sevk ettiğini, bir gardiyanın % 50 işkence gördüğüne dair rapor verildiğini ve raporun dosyaya konduğunu söylediğini, Mahkeme tarafından sorulduğunda cezaevinin orada kalmadığı şeklinde cevap verdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu müdafii 4/5/2012 tarihli duruşmaya mazeret bildirerek katılmamıştır. Mahkeme, mazeretin reddine ve gelecek celsede hazır bulunması gerektiğine dair ihtaratlı davetiye yapılmasına karar vermiştir. Aynı duruşmada, başvurucunun Hizbullah terör örgütü üyeliğinden mahkȗmiyetine ilişkin Van Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş kararı da okunmuştur. Başvurucunun hâkimin reddi talebinde bulunması üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 8/6/2012 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Bu kararın tebliğ alınmasında imtina edilmiştir. Başvurucu müdafiinin hüküm duruşmasına katılmayacağını telefonla beyan ettiği ve Mahkeme kalemi tarafından bu hususta tutanak düzenlendiği anlaşılmaktadır. Mahkeme, başvurucu müdafiinin 11/6/2012 tarihli duruşmaya gelmemesi üzerine zorunlu müdafiin duruşmada bulunması gerekiyor ise de bu kuralın usul hukukunda verilen hak ve yetkilerin kötüye kullanılması olduğunu ve nihai kararın verilmesini engelleme hakkı tanımayacağını belirterek yargılamaya devam etmiştir. Mahkeme, tutanak uyarınca müdafiin hâkimin redditalebinin reddine ilişkin kararı tebliğ almadığı ve mazeretsiz olarak duruşmaya iştirak etmediği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmasına ve disiplin soruşturması için bildirim yapılmasına karar vermiştir. Son savunması sorulan başvurucu, bir önceki celsede hazır olmadığından karar verileceğini bilmediğini söylemiş ve savunmasını hazırlamak için süre talep etmiştir. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) 11/6/2012 tarihli ve E.2008/308, K.2012/131 sayılı kararı ile başvurucunun anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs suçundan mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, birbirinden çok farklı tarihlerde alınan ifadelerinde başvurucunun, diğer sanık O.E.nin ve başka dosyanın sanıkları R.Y., R. ve İ.E.nin öldürme ve cesedin taşınması olayına dair tutarlı ifade verdiklerine dikkat çekmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/112 sayılı dosyasında yargılanan İ.E. ile başvuruya konu dosyanın sanıklarının ifadeleri arasında maktülün öldürülüş anına dair çelişki bulunduğunu kabul etmiştir. Mahkeme bununla birlikte başvurucu ile diğer sanık O.E.nin ifadelerinin birbiriyle uyumlu olduğunu, diğer dosya sanığı R.Y.nin ifadesinin, maktülün dedesinin ifadesinin ve otopsi raporunun başvurucunun beyanlarını destekler mahiyette olduğunu belirterek başvurucunun ve O.E.nin kollukta verdikleri ifadelerini esas almıştır. Mahkeme, dosya içindeki adli raporlarda kötü muamele iddialarını destekleyen bir bulgu bulunmadığını ve sanıkların iddialarının soyut kaldığını değerlendirmiş; sanıkların suçtan kurtulmak için böyle bir savunma yaptıkları sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu, diğer hususların yanısıra, öldürme olayına ilişkin Mahkemelerin çelişkili kabullerinin olduğunu, talebine rağmen gözaltında müdafi atanmadığını, müdafi yokluğunda ve işkence altında verilen kolluk ifadelerine dayanıldığını, işkence iddialarına ilişkin kurumlarla yapılan yazışmalardan bir sonuç elde edilemediğini, Bursa'da tutuklu kaldığı tüm cezaevlerinden sorularak bu raporların temin edilmesi gerektiğini, daha erken tarihlerde yazışma yapılsaydı ilgili kayıtlara ulaşılabileceğini, örgüt üyeliği suçundan başka bir mahkeme tarafından mahkȗm edildiğinden mevcut yargılamanın mükerrer olduğunu, Mahkemenin hâkimin reddine ilişkin kararı tebliğ etmeksizin yargılamaya devam ettiğini belirterek kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 18/12/2013 tarihli veE.2013/7008, K.2013/14931 sayılı ilâmıyla kararı düzelterek onamıştır. Yargıtay, suçların mahiyetleri gereği başvurucunun ayrıca silahlı terör örgütüne üyelikten de mahkȗm edilemeyeceği gerekçesiyle Van Ağır Ceza Mahkemesinin hükmettiği cezanın mahsup edilmesine hükmetmiştir. Yargıtay ilâmı 18/12/2013 tarihinde tefhim edilmiştir. Başvurucu, nihai karardan 5/2/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Dosya içinde başvurucunun daha erken bir tarihte kararı öğrendiğini gösteren bir belgeye rastlanmamıştır. Başvurucu 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "İfade alma ve sorguda yasak usuller" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: "Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1517 | Başvuru, tutukluluğun uzun sürmesi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; daha önce örgüt üyeliğinden mahkȗmiyet hükmünün bulunması nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının; gözaltında müdafi atanmaması, müdafi yokluğunda ve işkence altında alınan ifadelerin hükme esas alınması, sunulan delillerin dikkate alınmaması, eksik soruşturma yapılması, hakimin reddi talebinin reddi kararı tebliğ edilmeksizin yargılamanın sürdürülmesi nedenleriyle müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının; yargılamanın uzun sürede sonuçlandırılması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla24/11/2015 tarihinde gözaltına alınmış ve 25/11/2015 tarihinde serbest bırakılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda başvurucunun beraatine karar verilmiş, beraat kararı 6/1/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; iki gün haksız yere gözaltında kaldığını, gözaltı kararı nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı çektiğini, itibarının zedelendiğini, gözaltına alınmadan önce aylık ortalama 000 TL kazanmakta olduğunu belirterek 500 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; gözaltının haksız olduğu iddiasını -4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendini zikretmek suretiyle- beraat etmiş olmasına dayandırmıştır. Dilekçesinde başvurucu, gözaltına alınmasının neden hukuka aykırı olduğuna ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 4/12/2017 tarihli kararıyla başvurucuya 30,35 TL maddi, 120 TL manevi tazminat ile 770 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 16/3/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No:2017/34502,21/10/2021, §§ 22- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/11635 | Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, temyiz kararında atıf yapılan mahkeme ilamının bozularak aleyhe sonuçlanması ve karar gerekçesinin hatalı olması nedenleriyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi başhekimi olarak görev yapmakta iken yapılan disiplin soruşturması sonucu 24/2/2009 tarihli işlemle başhekimlik görevinden alınarak klinik şef yardımcısı görevine atanmış; bu işlemin iptali istemiyle açılan davada ise Ankara İdare Mahkemesinin 15/1/2010 tarihli kararı ile dava konusu işlemin iptaline hükmedilmiştir. Bahsi geçen dava devam ederken 5/11/2009 tarihli işlemle Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Ankara Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Hastanesinin Ankara Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Hastanesi Baştabipliği bünyesinde birleştirilmesine ve her iki Hastane tarafından verilmekte olan tüm sağlık hizmetlerinin Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji ve Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi adı altında yürütülmesine karar verilmiştir. Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinin Baştabipliğinin kaldırıldığı, ilgili Hastanenin Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji ve Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi çatısı altında faaliyet gösterdiği ve bu nedenle Ankara İdare Mahkemesinin 15/1/2010 tarihli kararının fiilî olarak uygulanma imkânı kalmadığı gerekçesiyle başvurucu 9/3/2010 tarihli işlemle Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi klinik şef yardımcılığından Ankara Prof. Dr. Celal Ertuğ Etimesgut Devlet Hastanesine başhekim olarak atanmıştır. Söz konusu atama işlemine karşı açılan davada Ankara İdare Mahkemesince 14/7/2010 tarihli karar ile yürütmenin durdurulması istemi kabul edilmiş, bu karara karşı yapılan itiraz üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 22/9/2010 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulması kararının kaldırılmasına hükmedilmiş, ardından da Mahkemenin 30/12/2010 tarihli ve E.2010/628, K.2010/1980 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"Bu durumda, davacının başhekimlik görevinden alınmasına ilişkin işlemin iptal edilerek hukuka aykırılığı yargı kararı ile ortaya konulduğundan ve iptal kararının bütün unsurları ile işlemi ilk yapıldığı andan itibaren ortadan kaldıracağından yargı kararı gereği davacının eski görev yerine başhekim olarak atanması gerektiği açıktır. Öte yandan, davacının eski görev yeri olan hastanenin birleştirilmesi sonucu yeni kurulan hastaneye atanacak başhekimin birleştirilen hastanelerdeki başhekimler arasından seçilerek atanmasının kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olacağından hastanelerin birleştirildiğinden bahisle birleştirilen hastaneye davacının başhekim olarak atanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir." Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin (Daire) 16/5/2011 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş, ardından ise 26/12/2011 tarihli karar ile mahkeme kararı oyçokluğuyla onanmıştır. Kararın düzeltilmesi istemi ise aynı Dairenin 19/12/2012 tarihli kararı ile kabul edilerek mahkeme kararının bozulmasına hükmedilmiştir. Kararın düzeltilmesi kararının gerekçesinde özetle davalı idare tarafından başvurucu hakkındaki yargı kararının uygulanmasına yönelik olarak eş değer göreve atamasının yapıldığı ve eski görevine atanması zorunluluğundan söz edilemeyeceğinden dava konusu işlemde hukuka aykırılık, aksi yöndeki mahkeme kararında hukuki isabet görülmediği ifade edilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin 26/9/2013 tarihli kararı ile Dairenin 19/12/2012 tarihli bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmiş, bu karar Dairenin 30/4/2014 tarihli kararı ile onanmış ve kararın düzeltilmesi istemi de Dairenin 28/11/2014 tarihli kararı ile reddedilerek karar kesinleşmiştir.B. Başvuru Konusu Uyuşmazlığa Yönelik Dava Süreci Ankara İdare Mahkemesinin 14/7/2010 tarihli yürütmenin durdurulması kararı sonrasında başvurucunun Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim Araştırma Eğitim Araştırma Hastanesine atandığı, Ankara Bölge İdare Mahkemesine yapılan itirazın kabul edilerek yürütmenin durdurulması isteminin reddedilmesiyle başvurucunun tekrar Prof. Dr. Celal Ertuğ Etimesgut Devlet Hastanesine atandığı, Mahkemenin 30/12/2010 tarihli dava konusu işlemin iptali kararı üzerine başvurucunun tekrar Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesine atandığı ve kararın temyiz aşamasında Danıştay Beşinci Dairesinin 16/5/2011 tarihli yürütmeyi durdurma kararı üzerine de başvurucunun tekrar Prof. Dr. Celal Ertuğ Etimesgut Devlet Hastanesine atandığı anlaşılmış; başvurucu tarafından son işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır. Açılan davada Ankara İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 28/6/2012 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"Olayda; davacının Prof. Dr. Celal Ertuğ Etimesgut Devlet Hastanesine atanmasına ilişkin dava konusu işlemin, Ankara İdare Mahkemesince verilen iptal kararının Danıştay Beşinci Dairesince yürütmesinin durdurulmasına ilişkin kararının uygulanması kapsamında olduğundan, buna göre iptal kararının yürütmesinin durdurulması durumunda davacının Prof. Dr. Celal Ertuğ Etimesgut Devlet Hastanesine atanmasına ilişkin iptal edilen işlem tekrar yürürlüğe gireceğinden, bu kararın uygulanması kapsamında tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." Kararın temyiz edilmesi üzerine Dairenin 23/6/2015 tarihli ilamı ile hükmün onanmasına ek gerekçe ile karar verilmiştir. Ek gerekçe şu şekildedir:"Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca, mahkemelerce verilen esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararların ilgili idarelerce gecikmeksizin ve ilgililerin başvurmasına gerek olmaksızın yerine getirilmesi gerekmektedir. Hukuka bağlı bir idarenin, ilgililer başvurmasa dahi karar gereğini yerine getirmeleri bir görev ve zorunluluktur.Bu durumda dava konusu işlemde ve mahkeme kararında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Öte yandan, Ankara İdare Mahkemesinin 2010 tarih ve E:2010/628; K:2010/1980 sayılı iptal kararının yürütülmesi, Danıştay Beşinci Dairesinin 2011 tarih ve E: 2011/1556 sayılı kararı ile durdurulmuş ise de, yine Danıştay Beşinci Dairesinin 2011 tarih ve E: 2011/1556; K:2011/8047 sayılı kararı ile iptal kararının onandığı dikkate alındığında, davacının Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi (yeni adıyla Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi) Baştabipliği görevine atanması ve talep ettiği özlük haklarının ödenmesi gerektiği de açıktır." Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 20/6/2016 tarihli ilamı ile reddedilmiş ve nihai karar 1/8/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez." 2577 sayılı Kanun'un "Temyiz veya istinaf istemlerinde yürütmenin durdurulması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Temyiz veya istinaf yoluna başvurulmuş olması, hakim, mahkeme veya Danıştay kararlarının yürütülmesini durdurmaz. Ancak, bu kararların teminat karşılığında yürütülmesinin durdurulmasına temyiz istemini incelemeye yetkili Danıştay dava dairesi, kurulu veya istinaf başvurusunu incelemeye yetkili bölge idare mahkemesince karar verilebilir. Davanın reddine ilişkin kararlara karşı temyiz ya da istinaf yoluna başvurulması halinde, dava konusu işlem hakkında yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi 27 nci maddede öngörülen koşulun varlığına bağlıdır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14463 | Başvuru, temyiz kararında atıf yapılan mahkeme ilamının bozularak aleyhe sonuçlanması ve karar gerekçesinin hatalı olması nedenleriyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının; hizmet tespiti talebinin reddine karar verilmesi nedeniyle çalışma ve sosyal güvenlik haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 1995-2007 yılları arasında ücretli öğretmen olarak çalıştığının tespitine karar verilmesi istemiyle 30/12/2013 tarihinde açtığı dava, İskenderun İş Mahkemesinin (Mahkeme) 21/5/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Söz konusu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 18/10/2016 tarihli kararı ile bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyulmuş ve yapılan inceleme neticesinde 5/4/2018 tarihinde tekrar davanın reddine karar verilmiştir. Karar, Dairenin 20/5/2019 tarihli kararı ile onanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan bir karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25486 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının; hizmet tespiti talebinin reddine karar verilmesi nedeniyle çalışma ve sosyal güvenlik haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutuklama kararının ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle başlatılan soruşturma kapsamında 24/11/2015 tarihinde Manisa İl Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi kolluk görevlileri tarafından alınmıştır. İfade tutanağına göre başvurucuya yöneltilen FETÖ/PDY üyeliği suçlamasına dair olay ve olgular, sorulan sorularla açıklanmıştır. İfade alma esnasında Manisa Barosu tarafından görevlendirilen müdafi de hazır bulunmuştur. Savcılığın talebi üzerine Manisa Sulh Ceza Hâkimliği 4/3/2015 tarihinde dosyaya erişimin kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu; Manisa il Emniyet Müdürlüğünde alınan ifadesinde özetle 2011 yılında Manisa Özel Şehzade Mehmet Ortaokulunda göreve başladığını, FETÖ/PDY yapılanması içinde hiçbir zaman bulunmadığını, Fethulah Gülen'i basından tanıdığını, kitaplarının okutulduğu sohbet ortamında bulunmadığını ancak kitaplarını alıp okuduğunu, sohbet toplantılarına katılmadığını, kurban, zekat, burs, himmet adı altında kimseye para vermediğini, Zaman gazetesi ve Sızıntı dergisine abone olduğunu, aboneliğinin devam ettiğini, dershanelerin kapatılması sürecinde Twitter hesabından paylaşımlarda bulunduğunu, dershanelerin kapatılmasını onaylamadığını, paylaşımları genel olarak yaptığını, Pak-İş Sendikasına bir iki yıldır üyeliğinin bulunduğunu, N.Ş.yi zaman zaman okula gelerek bireysel emeklilik ve diğer konular ile ilgili tanıtımlarda bulunması nedeniyle tanıdığını, Bank Asyada hesabının olduğunu, bu hesabı aktif olarak kullandığını, ev almak için biriktirdiği 000 TL'yi ve yine ev almak için borç aldığı 000 TL'yi destek olmak amacıyla yaklaşıkiki yıl önce Bank Asyaya yatırdığını ifade etmiştir. Başvurucu 25/11/2015 tarihinde Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilmiştir. Savcılık aynı tarihte başvurucunun ifadesini almıştır. İfade tutanağına göre başvurucuya yöneltilen FETÖ/PDY üyeliği suçlamasına dair olay ve olgular, sorulan sorularla açıklanmıştır. İfade alma esnasında Manisa Barosu tarafından görevlendirilen müdafi de hazır bulunmuştur. Başvurucu, Savcılıkta emniyetteki ifadesine benzer beyanda bulunmuştur. Savcılık başvurucuyu anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma ve 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından 25/11/2015 tarihinde tutuklanması istemiyle Manisa Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik aynı tarihte başvurucunun savunmasını almıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya isnat edilen suçlar anlatılmış, sorgu esnasında başvurucunun Manisa Barosunca görevlendirilen müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun Hâkimlikteki savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"Ben bu hususta daha önce ifade vermiştim, aynısını tekrar ederim. Ben halen Şehzade Mehmet Ortaokulunda ingilizce öğretmeni olarak görev yapıyorum. Herhangi bir örgüt üyesi değilim. FETÖ ya da PDY diye adlandınlan cemaat üyesi de değilim. Bu cemaatin yapmış olduğu toplantılara katılmadım. il imamı olarak adı geçen A.Ş.yi okulumuzda din dersi öğretmeni olarak tanıyorum. Bank Asya'ya devlet tarafından el konulduğu tarihte ben de bunun bankaya bir haksızlık olduğunu düşündüğümden ev almak için yapmış olduğum birikimi okula gelip giderken tanıştığım Bank Asya müdürü N. Beye elden teslim ettim. 000 TL kadar parayı yatırmak için bankaya gittiğimde banka kalabalıktı, benim de dersim vardı, bu nedenle sıra beklemeden parayı yatırması için müdüre elden verdim. Benim yatırdığım paranın güvenli kalmasını istemiştim bloke konursa güvenli olacağını söylemişti, ben de kabul etmiştim, bunun için yazılı herhangi bir direktif vermedim. Geçmiş dönemde yine devlet tarafından el konulmuş herhangi bir bankaya bu şekilde haksızlık yapıldığını düşünerek para yatırmış değilim. Hangi bankaya ne zaman el konulduğunu hatırlamıyorum, muhtemelen o zamanlar öğrenciydim. Bu parayı yatırmam konusunda hiçbir yerden talimat almadım. Terör örgütüne finansman sağlamak amacıyla para yatırmadım..." Manisa Sulh Ceza Hâkimliği 25/11/2016 tarihinde başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma ve 6415 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Şüpheliler ... Atıf Duran'a isnat edilen suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, dosyada mevcut tutanaklar, şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, atılı suçun CMK'nın maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, yasada öngörülen ceza miktarı nedeni ile verilecek tutuklama kararının ölçülü oluşu ve adli kontrol hükümlerinin uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla 5271 sayılı CMK'nın ve devamı maddeleri uyarınca... [tutuklanmasına karar verildi]" Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Manisa Sulh Ceza Hâkimliğince 30/11/2015 tarihinde reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...suçun vasıf ve mahiyeti, şüphelilerin üzerine atılı suçun katalog suçlardan olması ve tutuklama sebeplerinin değişmemesi, suçun işlendiği konusunda kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin bulunması, gizlilik kararı olan dosyada mevcut tanık beyanları, Manisa Bank Asya şubesinde yapılan inceleme, dosyada mevcut, kaynağı belli olmayan ve kontrol edilemeyen para giriş çıkışları, şüpheli işlemlerin yapıldığı saatler ve bankacılık uygulamalarına aykırı ve şüpheli savunmalarıyla örtüşmeyen bulgular, yine şüphelilerin bir kısmının İl imamı olduğunu doğrulayan bir çok tanık beyanı, şüphelilerin değişik tarih ve mekanlarda örgüt faaliyetleri kapsamında yaptıklan toplantılar, bu toplantıda örgüt lideri olan Fetbullah Gülen'den alınan talimatlar ve bu talimatların uygulanmasına yönelik faaliyetler göz önüne alındığında şüphelilerin vekilinin vaki itirazının reddine karar vermek gerekmiş[tir.] ......verilen tutuklama kararında herhangi bir değişiklik yapılmasına yer olmadığına, yerinde görülmeyen talebin reddine, şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" Manisa Sulh Ceza Hâkimliği 3/3/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler ...Atıf Duran'ın üzerine atılı Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs, Terörle Mücadele Kanununa Muhalefet veTerörizmin Finansmanı Hakkındaki Kanuna Muhalefet suçlarından suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, şüphelilerin FETÖ/PDY terör örgütü lehine hareket ettiklerine ilişkin dosyada mevcut bilirkişi raporları, diğer şüpheli ifadeleri ve tanık beyanları dikkate alındığında şüpheliler aleyhine somut delillerin bulunmuş olması, delillerin henüz toplanmamış olması, tutuklulukta geçen süre, üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, üzerlerine atılı suçun CMK'nın maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, atılı suçta öngörülen cezanın alt ve üst sınırı göz önüne alındığında kaçma şüphesi olduğundan CMK'nın maddesi uyarınca şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Manisa Sulh Ceza Hâkimliğince 9/3/2016 tarihinde benzer gerekçelerle reddedilmiştir. Başvurucu 24/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Manisa Sulh Ceza Hâkimliği 31/1/2017 tarihinde sağlık raporunu dikkate alarak başvurucunun sağlık sorunları nedeniyle tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme başvurucu hakkında belirlenen yerlere başvurma ve yurt dışına çıkamama şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına da karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Şüpheli Atıf Duran hakkında kuvvetli suç şüphesi mevcut ise de; şüpheli hakkında düzenlenen 11/1/2017 tarihli sağlık kurulu raporunda; merdiven çıkmakta zorlanma, ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanma tespitleri ile; yatarak izlenmesi uygundur şeklindeki kanaat gereğince ...tahliyesine... [karar verildi.]" Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı 13/4/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamede, başvurucunun işlediği iddia olunan suça ve başvurucunun örgüt bağlantısına ilişkin olarak yer verilen olay ve olgular özetle şöyledir:i. FETÖ/PDY'nin şifreli haberleşme programı olan Bylock programını aktif şekilde kullandığı belirtilmiştir.ii. Bank Asyada bulunan hesap hareketlerinin incelenmesi neticesinde FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in örgüt üyelerine yönelik olarak Bank Asya'ya para yatırma çağrısını yaptığı 25/12/2013 tarihinden sonra başvurucunun da bu çağrıya uyarak adı geçen Bankaya 6/1/2014 tarihinde 000 TL yatırdığının tespit edildiği belirtilmiştir.iii. Örgüt ile iltisaklı ve 667 Sayılı KHK ile kapatılan Pak Eğitim İş Sendikasına üye olduğunun, örgütle iltisaklı Zaman gazetesi ve Sızıntı dergisine 17/25 Aralık sürecinden sonra da devam edecek şekilde aboneliğinin bulunduğunun ve katalog evliliği yaptığının tespit edildiği belirtilmiştir. İddianame Manisa Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 18/4/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/201 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 3/7/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle ByLock programını eğitim amaçlı kullanılacağını söyledikleri için indirdiğini ve kullandığını, Bank Asyaya para yatırmasının talimatla ilgisinin olmadığını, katalog evliliği yapmadığını, uzun süre örgüte ait kurumda çalıştığını beyan ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Özcan Güney (B. No: 2017/20709, 15/11/2018, §§ 30-38) kararı. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6056 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutuklama kararının ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, vazife malullüğüne ilişkin iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/8/2018tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/25147 numaralı başvuru dosyasının hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle 2018/25145 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/25145 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bitlis Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde şube müdürü olarak görev yapan R.Ç. İzmir Emniyet Müdürlüğüne atanmıştır. R.Ç. İzmir'e gitmek üzere Bitlis'ten ayrılmak için Muş'taki havaalanına gideceği sırada 15/9/2015 tarihinde koruma talep etmiştir. Bitlis Valiliğinin 17/9/2015 tarihli yazısıyla, başvurucuların murisleri olan polis memurları B. ve S.S. ile birlikte polis memuru B.E.nin de aralarında olduğu dört kişilik bir ekip koruma için görevlendirilmiştir. Görevlendirmeye ilişkin yazıda "Muş-Bitlis karayolunda gerçekleşen yol kesme ve mayınlı saldırılar gibi terörist eylemler de gözönünde bulundurularak yol güvenliğinin sağlanması" amacına yer verilmiştir. 17/9/2015 tarihinde koruma ekibi havaalanına giderken içinde bulundukları resmî araç, tırla çarpışmış; polis memurları B., S.S. ile B.E. olay yerinde şehit olmuştur. Olaya dair 2/10/2015 tarihli şehitlik durum belgesi düzenlenmiştir. Belgede şu tespitlere yer verilmiştir:"... değişik tarihlerde alınan istihbari bilgilerde rütbeli polis ve askeri personele, eş ve çocuklarına yönelik saldırı, suikast ve kaçırma eylemleri yapılabileceği, ... terör örgütünün polis ve asker eşlerine yönelik eylem planlamaları, terör örgütü mensuplarının karayolları üzerinde sözde yol çalışması yapıyor gibi gözükerek yol üzerinde işaretlemeler yapıp suikast tarzı eylem planı hazırlığında olmaları, 7/8/2015 tarihinde Bitlis-Muş karayolu Kolbaşı mevkiinde terör örgütü mensuplarının yol kesme ve menfeze patlayıcı madde yerleştirerek patlama yaptıkları, 17/9/2015 tarihinde saat 30 sıralarında 3 terör örgütü mensubunun Muş ili Hasköy ilçesi Karakütük Köyü yol ayırımı ile Eşmepınar Köyü arasındaki Muş-Bitlis karayolunun kenarında görüldüğü bilgisi alınması ve terör örgütünün personelimizin kullanmış olduğu resmi ve sivil araçlara yönelik keşif faaliyetlerini tamamladıkları yönündeki istihbari bilgiler nedeniyle, Bitlis-Muş karayolu üzerinde personelimize karşı yapılabilecek herhangi bir terör saldırısını önlemek amacıyla, ... 17/9/2015 tarihinde Muş iline gidip gelmek üzere görevlendirilmiş olup; görevifa edilirken ... tır ile çarpışması sonucu ... polis memuru B.E. ve ... polis memuru B. olay yerinde, ... polis memuru S.S. tedavi için götürüldüğü Muş Devlet Hastanesinde şehit olmuştur..." B. şehit olması nedeniyle 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında vazife malulü olarak kabul edilmiş ve mirasçıları olan başvuruculara anılan Kanun kapsamında aylık bağlanmıştır. Birinci ve ikinci başvurucu, murisleri B.nin terör saldırısını önlemek amacıyla görev yaptığı sırada ölmesi nedeniyle şehit kabul edilmesine bağlı vazife malullüğünün 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek 18/2/2016 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvurmuştur. Başvuru, vefatın 3713 sayılı Kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle 9/3/2016 tarihli işlemle reddedilmiştir. Benzer şekilde S.S.nin şehit olması nedeniyle üçüncü ve dördüncü başvuruculara da 2330 sayılı Kanun kapsamında aylık bağlanmıştır. Söz konusu başvurucular da S.S.nin terör saldırısını önlemek amacıyla görev yaptığı sırada şehit olması nedeniyle vazife malullüğünün 3713 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek SGK'ya başvurmuş, başvuruları 25/4/2016 tarihli işlemle benzer gerekçeyle reddedilmiştir. Başvurucular, vazife malullüğünün 3713 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesine yönelik başvurularının reddine dair işlemlerin iptali talebiyle ayrı ayrı dava açmıştır. Dava dilekçelerinde özetle murislerinin şehit olduğu esnada terör olaylarının engellenmesi amacıyla görevli olduğunu, terör olaylarının etkisinden ötürü her türlü kazaya bağlı olarak meydana gelen olayların 3713 sayılı Kanun kapsamına girdiğini, bu nedenle murislerinin 3713 sayılı Kanun kapsamında vazife malulü olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ankara İdare Mahkemesince 20/12/2016 tarihinde, Ankara İdare Mahkemesince de 22/12/2016 tarihinde dava konusu işlemler iptal edilmiştir. Kararlarda, başvurucuların murislerinin terör eylemlerinin önlenmesi amacıyla yol güvenliğinin sağlanması için görevlendirildiği ve trafik kazasının terör bölgesinde meydana geldiği ifade edilmiştir. Ölüme sebebiyet veren görevin terörle mücadele kapsamında ve rutin bir görev olarak nitelendirilemeyecek olması nedeniyle dava konusu işlemlerin hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. SGK, kararlara karşı istinaf yoluna başvurmuş; istinaf dilekçelerinde özetlevefat eden kişinin 3713 sayılı Kanun kapsamında vazife malulü sayılabilmesi için terör olayının engellenmesi amacıyla görevlendirilmesinin yeterli olmadığı, aynı zamanda ölümünün de terör olayının engellenmesi sırasında gerçekleşmesi gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca başvurucuların murislerinin vefatına neden olan trafik kazasının terör olayının engellenmesine yönelik görevin ifası sırasında değil trafik ve yol güvenliğine yönelik görevin ifası sırasında meydana geldiğini, bu sebeple 3713 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceğini ifade etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 22/6/2018 tarihinde verdiği kararlarıyla istinaf taleplerini kabul ederek davaları kesin olarak reddetmiştir. Kararlarda; trafik ve yol güvenliğine yönelik görevler sonucu oluşan maluliyetlerin 2330 sayılı Kanun kapsamında olduğunu, terör olaylarının önlenmesi, takibi veya etkisiz hâle getirilmesi amacıyla ifa edilen görevler sırasında ya da bu görevlere gidiş ve dönüşler esnasında meydana gelen kazaların ise 3713 sayılı Kanun kapsamında yer aldığını belirtmiştir. Başvurucuların murislerinin Bitlis Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube müdürünün İzmir'e atanması nedeniyle havaalanına gidişi sırasında yol güvenliğini sağlamakla görevlendirildiğini, bu görevi ifası sırasında geçirdikleri trafik kazası sonucu vefat ettiklerini açıklamıştır. Mahkeme; olayın terör olaylarının önlenmesi, takibi veya etkisiz hâle getirilmesi amacıyla ifa edilen görev esnasında gerçekleşmemesi nedeniyle 3713 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceği sonucuna varmıştır. Kararların gerekçelerinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu itibarla, davacılar murisinin bir terör olayının önlenmesi, takibi veya etkisiz hale getirilmesi amacına yönelik göreve gidiş-dönüş esnasında değil, Bitlis İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürünün İzmir'e atanması nedeniyle Muş Havaalanına gidişi sırasında yol güvenliğini sağlamakla görevlendirildiği sırada geçirdiği trafik kazası sonucu vefat ettiği dikkate alındığında, davacılar murisinin ölüm olayının 3713 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmadığından, davacıların bu konudaki taleplerinin reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Nihai kararlar 31/7/2018 ve 2/8/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 31/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvuruya konu trafik kazasında başvurucuların murisleri haricinde F.E. ve A.E.nin murisi olan B.E. de şehit olmuştur. Başvurucular gibi F.E. ve A.E.nin vazife malullüğünün 3713 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine yönelik başvurusu SGK tarafından reddedilmiş ve işleme karşı dava açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 5/1/2018 tarihinde işlemi iptal etmiş; kararda trafik kazasının terör eylemlerinin önlenmesi amacıyla yol güvenliğinin sağlanması için yapılan görevlendirme nedeniyle meydana geldiğini belirtmiştir. Karara karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine Daire 18/12/2019 tarihinde mahkeme kararını kaldırarak davanın görev yönünden reddine karar verilmesi gerektiğini ifade etmiş; kararda B.E.nin 21/6/2015 tarihinde göreve başlaması, ilk defa bu tarihten itibaren 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 4-c maddesi kapsamında sigorta tescilinin yapılması nedeniyle 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu kapsamında iştirakçiliğinin bulunmadığını belirtmiş, bu nedenle uyuşmazlığın çözümünde 5510 sayılı Kanun uyarınca iş mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 21/2/2020 tarihinde bozma kararına uyarak davayı görev yönünden reddetmiştir. Anılan karar uyarınca F.E. ve A.E. 17/3/2020 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) dava açmıştır. İş Mahkemesi 9/2/2021 tarihinde davayı kabul etmiş; kararda, davacıların şehit olan murisi ile birlikte dört personelin olası suikast, kaçırma, yol kesme ve bombalı saldırılar gibi terör eylemlerinin önlenmesi ve yol güvenliğinin sağlanması amacıyla görevlendirildiğini belirtmiştir. Kazanın bu görevin icrası esnasında meydana gelmesine bağlı olarak görevin terörle mücadele kapsamında olduğu ve 3713 sayılı Kanun'un somut olayda uygulanması gerektiği sonucuna varmıştır. Karara karşı yapılan istinaf başvurusu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) tarafından 30/9/2021 tarihinde reddedilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 10/5/2022 tarihinde onanmıştır. A. İlgili Mevzuat 3713 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "…kamu görevlilerinden yurtiçinde ve yurtdışında görevlerini ifa ederlerken veya sıfatları kalkmış olsa bile bu görevlerini yapmalarından dolayı terör eylemlerine muhatap olarak yaralanan, engelli hâle gelen, ölen veya öldürülenler hakkında 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Ayrıca;...(Ek fıkra: 4/7/2012-6353/75 md.) Kamu görevlileri ile birinci fıkranın (h) ve (j) bentleri kapsamına girenlerden terör olaylarını önlemek amacıyla her türlü patlayıcı maddeye bağlı olarak meydana gelen olaylar sonucunda ya da her ne şekilde olursa olsun terör olaylarının önlenmesi, takibi veya etkisiz hale getirilmesi amacıyla ifa edilen görevler sırasında veya bu görevlere gidiş dönüşler esnasında meydana gelen kazalar sonucunda yaralanan, engelli hâle gelen, hastalanan veya hayatını kaybedenler, birinci fıkranın durumlarına uygun hükümlerinden yararlandırılır."B. Danıştay Kararları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18/5/2015 tarihli ve E.2013/1887, K.2015/1896 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Ankara İdare Mahkemesinin 22/02/2007 günlü, E:2006/832, K:2007/244 sayılı kararıyla; davacının trafik kazasında şehit olan kardeşinin ölümünün de terör olaylarının önlenmesi kapsamında değerlendirilerek 3713 sayılı Kanun'un Ek maddesinin (a) bendinde sayılan haktan yararlandırılmak suretiyle durumuna uygun bir işe yerleştirilmesi gerektiği açık olup, aksi yönde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle anılan işlemin iptaline karar verilmiştirAnılan karar Danıştay Onikinci Dairesinin 12/07/2011 günlü, E:2009/1354, K:2011/3898 sayılı kararıyla; davacının kardeşinin Sivas İl Jandarma Komutanlığında askerlik görevini yapmakta iken 12/06/2000 tarihinde Kayseri Jandarma Bölge Komutanlığınca yapılan emniyet, asayiş ve terör ile ilgili değerlendirme ve planlama için Tokat İlinde bulunan İl Jandarma Komutanını almak üzere görevlendirilen aracın şoförü olarak görevli iken meydana gelen trafik kazası sonucu şehit olduğu, davacının, şehit olan kardeşinin durumunun 3713 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmek suretiyle kendisine iş imkanı sağlanması istemiyle yaptığı başvurusunun, ölüm olayının trafik kazası sonucunda meydana gelmiş olması nedeniyle 3713 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle reddi üzerine bakılan davanın açıldığı; olayda, davacının Sivas İl Jandarma Komutanlığında askerlik görevini yapmakta olan kardeşinin, trafik kazası sonucu hayatını kaybettiği, olayın 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun Ek maddesinde tanımlanan terör eylemleri nedeni ve etkisiyle gerçekleşmediği, trafik kazası sonucu olduğu, bu durumda, davacının istihdamı için 3713 sayılı Kanun'un Ek maddesinde öngörülen şartların gerçekleşmediği anlaşıldığından, davacının işe alınma istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de; İdare Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak, dava konusu işlemin iptali yolundaki ilk kararda ısrar edilmiştir...Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Ankara İdare Mahkemesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davalı idarenin temyiz isteminin reddine...oyçokluğu ile karar verildi." Danıştay Onikinci Dairesinin 8/12/2021 tarihli ve E.2018/2846, K.2021/6423 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: Ankara İdare Mahkemesince, 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Ödenmesi Hakkında Kanun ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nda yer alan hükümler uyarınca, terör olaylarının önlenmesi amacıyla kurulan üs bölgelerinde görevli askeri personelin, üs bölgeleri arasındaki intikal faaliyetlerinin yürütülen görevin bir parçası olması nedeniyle, davacılar murisinin görevi esnasında askeri araçla seyir halindeyken geçirdiği trafik kazası sonucu vefat etmesi olayının terör eylemlerinin önlenmesi faaliyetinden bağımsız düşünülemeyeceği gerekçesiyle, dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir....Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir." Danıştay Onikinci Dairesinin 9/11/2021 tarihli ve E.2018/3121, K.2021/5528 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: Ankara İdare Mahkemesinin 19/11/2015 tarih ve E:2014/1717, K:2015/1604 sayılı kararıyla; terörle mücadele kapsamındaki operasyonlarda uzun süre kar üstünde kalması nedeniyle rahatsızlanan davacının, rahatsızlığının tedavisi için hastaneye gittiği ve hastaneden birliğine yani görev yerine dönerken trafik kazası geçirdiği görüldüğünden, davacının maluliyetine sebep olan olayın görevin dışında kabul edilmesine imkan olmadığı gibi maluliyetin terör olaylarının neden ve etkisi ile meydana geldiği ve davacının terörle mücadele görevi kapsamında malul olduğu anlaşıldığından, 3713 sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırılması gerekirken aksi yönde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali ile yoksun kalınan parasal haklarının başvuru (17/07/2014) tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine karar verilmiştir....Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir." Danıştay Onikinci Dairesinin 14/10/2021 tarihli ve E.2018/3110, K.2021/4920 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: Ankara İdare Mahkemesince verilen 24/02/2016 tarih ve E:2015/182, K:2016/470 sayılı kararla; davacının terör bölgesinde göreve yeni başlayan polis memurlarına bölgeyi tanıtmak ve bölgede bulunan hassas noktaları göstermek amacıyla ringgörevini icra ederken meydana gelen trafik kazası sonucu yaralandığı, kazanın terör bölgesinde meydana gelmesi ve yaralanmaya sebebiyet verilen görevin terörle mücadele kapsamında bulunduğunun açık olduğu, bunun bir rutin devriye görevi olarak nitelendirilemeyeceği ve 3713 sayılı Kanun kapsamında gerçekleştiğinin kabulü gerekeceğinden, dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir....Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir." Danıştay Onikinci Dairesinin 10/6/2020 tarihli ve E.2018/4644, K.2020/2257 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Ekte gönderilen,1-25/11/1995 tarihli Trafik Kazası Tespit Tutanağında; Siirt-Batman karayolu km'de meydana gelen trafik kazasında Kurtalan ilçesinden Siirt istikametine seyir halinde olan davacıların murislerinin içerisinde olduğu aracın sol ön lastiğinin patlaması nedeniyle aracın kontrolden çıkması sonucunda karşı yönden gelen araca çarpması neticesinde meydana geldiği, her iki araç sürücülerinin hiç bir kusur ve kabahatlerinin olmadığı belirtilmiştir.2- Siirt Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü'nün 17/11/1995 tarih ve 2914sayılı olurları ile; davacıların murisleri [K.A.]'ın Kurtalan İlçe İstihbarat Grup Amirliğinde geçici olarak görevlendirildiği, adı geçenin 24/11/1995 tarihinden itibaren İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde göreve başladığı anlaşılmıştır.3- Şehitlik Durum Belgesinde ise; davacıların murisi olan [K.A]'ın olay anında görevli olduğu belirtilmiştir.Bu duruma göre, 04/07/2012 tarih ve 6353 sayılı Kanun'un maddesi ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesine eklenen fıkra ile terör olaylarını önlemek amacıyla her türlü patlayıcı maddeye bağlı olarak meydana gelen olaylar sonucunda ya da her ne şekilde olursa olsun terör olaylarının önlenmesi, takibi veya etkisiz hale getirilmesi amacıyla ifa edilen görevler sırasında veya bu görevlere gidiş dönüşler esnasında meydana gelen kazalar sonucunda yaralanan, sakatlanan, hastalanan veya hayatını kaybedenlerin, 3713 sayılı Kanun'un durumlarına uygun hükümlerinden yararlandırılacakları kurala bağlanmış olduğu göz önüne alındığında, davacıların murislerinin ölüm olayının 3713 sayılı Kanun kapsamında olduğu açıktır." Danıştay Onbirinci Dairesinin 5/5/2015 tarihli ve E.2012/2570, K.2015/1919 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Diyarbakır İlinden, atanmış olduğu Hakkari İline gitmek için Van Kabul ve Toplanma Merkezince güvenlik sebebiyle emniyetli gün olarak belirlenen 2008 tarihinde diğer askeri personel ile birlikte seyir halinde iken meydana gelen kazada yaralanan davacının, Türk Silahlı Kuvvetler mensubu olarak güvenlik ve asayişin temininden sorumlu olduğu tartışmasızdır. İç güvenlik ve asayişin temininden sorumlu olan davacının söz konusu sorumluluğu devam ederken yaralanmış olması nedeniyle 2330 sayılı Kanun kapsamında olduğu sonucuna ulaşılmıştır.Ayrıca davacının, her ne kadar terör örgütüyle bilfiil mücadele esnasında yaralanmadığı açık ise de, yeni görev yeri olan Hakkari İli, Çukurca İlçesindeki birliğine gitmeye çalıştığı sırada geçirdiği trafik kazası sonucunda yaralanması olayının terör eylemlerinin önlenmesi faaliyetinden bağımsız olarak düşünülemeyeceği açıktır. Bu durumda; terör eylemlerinin neden ve etkisiyle oluştuğu kanaatine ulaşılan yaralanma olayı nedeniyle, davacının yukarıda değinilen 3713 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilerek aylık bağlanması gerekirken aksi yönde tesis edilen işlemde ve bu işleme karşı açılan davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır." Danıştay Onbirinci Dairesinin 5/5/2015 tarihli ve E.2012/2567, K.2015/1918 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden, davacının 2006 tarihinde Sivas İl Jandarma Komutanlığı emrinde görev yapmakta iken, Erzurum İl Jandarma Komutanlığının mesaj emriyle Erzurum ilinden Hınıs-Varto-Muş istikametine ring aracı ile 6 terör hükümlüsü ile 1 adi tutuklunun sevk edilmesi esnasında muhafız olarak Hınıs İlçe Jandarma Komutanlığınca görevlendirildiği, Varto ilçe sınırına kadar görevini ifa ettikten sonra dönüş esnasında içinde bulunduğu aracın Hınıs ilçe merkezinde bulunan yolun ıslak ve kaygan olması nedeniyle virajı alamayarak kontrolden çıkıp takla atması sonucu meydana gelen trafik kazasında yaralandığı, Jandarma Genel Komutanlığının 2006 tarihli yazısı ekinde gönderilen raporlar ile davacının maluliyetinin tespit edilmesinin istenilmesi üzerine ilgili hakkında Erzurum Mareşal Çakmak Asker Hastanesince düzenlenen 2006 günlü, 478 sayılı sağlık kurulu raporunun Emekli Sandığı Sağlık Kurulunca incelenmesi sonucu 2006 günlü, 3762 sayılı karar ile davacının sürekli olarak vazife malulü olduğuna karar verildiği ve aylık bağlandığı, daha sonra davacı tarafından davalı idareye yapılan başvuru ile kendisine 3713 sayılı Kanun hükümleri uyarınca aylık bağlanması isteğiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle temyizen incelenen davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda; davacının, her ne kadar terör örgütüyle bilfiil mücadele esnasında yaralanmadığı açık ise de, 6 terör hükümlüsü ile 1 adi tutuklunun sevk edilmesiyle ilgili görevli bulunduğu sırada geçirdiği trafik kazası sonucunda yaralanmasının, terör eylemlerinin önlenmesi faaliyetinden bağımsız olarak düşünülemeyeceği açıktır. Bu durumda; terör eylemlerinin neden ve etkisiyle oluştuğunun kabulü gerekli olan yaralanma olayı nedeniyle, davacının yukarıda bahsi geçen Kanun kapsamında değerlendirilerek aylık bağlanması gerekirken aksi yönde tesis edilen işlemde ve bu işleme karşı açılan davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır." Danıştay Onbirinci Dairesinin 16/4/2013 tarihli ve E.2010/8709, K.2013/3814 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden; davacının Hakkari İli Özel Harekât Şube Müdürlüğü emrinde görev yapmakta iken geçici görevli olarak gittiği Şemdinli İlçesinden dönerken, içinde bulunduğu aracın teknik arıza yapması nedeniyle meydana gelen trafik kazası sonucu yaralandığı, davacı tarafından, 3713 sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırılmak istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle temyizen incelenen davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda; davacının, her ne kadar terör örgütüyle bilfiil mücadele esnasında yaralanmadığı açık ise de, görevli bulunduğu sırada geçirdiği trafik kazası sonucunda yaralanması olayının terör eylemlerinin önlenmesi faaliyetinden bağımsız olarak düşünülemeyeceği açıktır. Bu durumda; terör eylemlerinin neden ve etkisiyle oluştuğunun kabulü gerekli olan yaralanma olayı nedeniyle, davacının yukarıda bahsi geçen Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerekirken aksi yönde tesis edilen işlemde ve bu işleme karşı açılan davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır." Danıştay Onbirinci Dairesinin 8/2/2013 tarihli ve E.2010/2290, K.2013/1059 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden; davacılar murisinin askerlik görevini yapmakta iken 30/6/2000 tarihinde sürücüsü olduğu askeri araç ile terörist faaliyetlerden tümgenerali korumak için eskortlama görevi yaptığı sırasında meydana gelen trafik kazası sonucu vefat ettiği, davacılar tarafından, oğullarının vefatı sebebiyle, 3713 sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırılmak istemiyle yaptıkları başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle temyizen incelenen davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda; davacının, her ne kadar terör örgütüyle bilfiil mücadele esnasında vefat etmediği açık ise de, görevli bulunduğu sırada geçirdiği trafik kazası sonucunda vefat etmesi olayının terör eylemlerinin önlenmesi faaliyetinden bağımsız olarak düşünülemeyeceği açıktır. Bu durumda; terör eylemlerinin neden ve etkisiyle oluştuğunun kabulü gerekli olan ölüm olayı nedeniyle, davacının yukarıda bahsi geçen Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerekirken aksi yönde tesis edilen işlemde ve bu işleme karşı açılan davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır." Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/10/2022 tarihli ve E.2022/8804, K.2022/12428 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince verilen kararın, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine .... gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi."Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddî delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA... karar verildi.'Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince verilen kararın ilgili kısmı ise şöyledir:'Somut olayda; 14/6/2012 tarihinde piyade uzman çavuş olarak TSK de 4/1-c kapsamında görev yapan davacının 14/11/2014 te Rahmo tepe üst bölgesi Yüksekova Hakkari de bulunan üst bölgesindeki su deposu inşaat faaliyetlerinde kullanılmak üzere getirilen kum ve kilit taşlarının taşınması loder ile kamyona yüklenmesi, bu amaçla kamyonun yolda ilerlemesi için dozer aracının yolun tasfiyesini yapması aşamasında, EMNİYET ALMAK amacıyla piyade er [R.Ç.] ile birlikte görevlendirildiği, 6/11/2014 tarihinde de yapılacak inşaat ile ilgili genel bir emir yayınlandığı, davacının bu kapsamda görevlendirildiği, bu işte kullanılan kepçenin yolda stop etmesi sırasında geri kaydığı yan yatması sonucu meydana gelen kazada yaralanarak beyin hasarı meydana geldiği ve GATA 'ne ait 10/10/2016 tarih 12330 sayılı rapor ile TSK da görev yapamaz kararı verildiği, 2017 tarihinde emekliye sevk edilerek 2017 tarihinden itibaren 5510 sayılı kanunun Maddesi uyarınca vazife malullüğü aylığı bağlandığı, 2017 tarihli 3713 sayılı Yasadan yaralanma talebinin ise zımnen reddedildiği, davacının 3713 sayılı Yasanın Maddesinin j- Bendi uyarınca terör olaylarının önlenmesi amacıyla yol emniyetini sağlamak için görevli olduğu sırada kaza geçirdiği gerekçesiyle 3713 sayılı Kanunun malullük aylığına ilişkin hükümleri uygulanması gerektiğinden mahkemenin kabule dair maddi vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla davalı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK 353/1-b.1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.' " Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/2/2023 tarihli ve E.2023/355, K.2023/1410 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının uzman çavuş olarak Jandarma Komando Özel Hareket Tabur Komutanlığı Diyarbakır emrinde görevli iken 2018 günü terörle mücadele harekatı kapsamında görevlendirilen timin operasyona hazırlığı maksadıyla yaptığı silah bakım faaliyet sırasında yaralandığını, olay sonrasında davacının engel durumunun %59 olarak belirlendiğini, 2019 günlü dilekçe ile kuruma başvuru yapılarak vazife maluliyeti yönünden talepte bulunulduğunu ancak talebin zımnen red edildiğini, kurum işleminin yerinde olmadığını, davacının görevinin ayrıca 3713 sayılı Kanun kapsamında olup, bu kapsamda terör önleme faaliyeti içeresinde iken yaralandığını, bu sebeple vazife malullüğü aylığının 3713 sayılı Kanun kapsamında bağlanması gerektiğini, bu kabul edilmezse dahi 2330 sayılı Kanun kapsamında görevde bulunduğunu, bu kapsamda aylık bağlanması gerektiğini, Ankara İdare Mahkemesi' ne açılan dava sonucunda 2019/2372 E, 2020/535 K sayılı karar ile iş mahkemesinin görevli olduğuna karar verildiğini, bu nedenle davacının askerliğin sebep ve tesiri ile malul hale geldiğinin tespit edilerek davacıya öncelikle 3713 sayılı Kanun gereği vazife malullüğü aylığı bağlanması, bu talep kabul görmez ise 2330 sayılı Kanun gereğince vazife malullüğü aylığı bağlanması ve olay tarihinden itibaren bağlanacak aylık ve yapılacak ödemelerin yasal faiziyle ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir....Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "Somut olayda, davacının bulunduğu askeri birliğin o an operasyonda bulunan birliğin ihtiyati olarak görevlendirilmiştir. Birlik operasyona hazırlık işlerini icra ederken davacı yaralanmıştır. Operasyonun hazırlık aşaması, terörle mücadelenin bir parçasıdır. Törörle mücadelenin sadece fiilen salt operasyon olarak ele alınması hatalıdır. Çünkü operasyonun icrası için hazırlık aşaması zorunlu bir unsurdur. Dolayısıyla davanın kabulüne yönelik mahkeme kararıyerinde olmuştur." gerekçeleriyle davalı kurum vekilinin istinaf başvurusunun Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir....Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun'un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA, ... karar verildi." Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/11/2022 tarihli ve E.2022/4850, K.2022/13586 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, 3713 sayılı kanun kapsamında vazife malulü olduğunun tespiti ile bu kanun kapsamında vazife malulü aylığı bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı davalı Kurum vekilince istinaf yoluna başvurulması üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiştir. ....Ankara İş Mahkemesi hükmünün ... DÜZELTİLEREK ONANMASINA, ... oybirliğiyle karar verildi."Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince verilen kararın ilgili kısmı ise şöyledir:Somut olayda, Suriye sınırında mayınlı bölgeden kaçak giriş yapmaya çalışan bir grubun varlığının tespiti üzerine söz konusu bölgeye intikal eden davacının toprak set nedeniyle araç içinden söz konusu grubu göremediğinden görüş açısını genişletmek amacıyla araç üzerine çıktığı ve nereden geldiği anlaşılamayan bir mermiyle yaralandığı, davacının görev yaptığı sınır bölgesinde terör olaylarının yoğun olduğu ve sınır ötesinde yaşanan olaylar göz önüne alındığında davacının terör riski çok yüksek bir bölgede görev yaptığı hususunda kuşku bulunmadığından, meydana gelen yaralanma olayının terörle mücadele görevinden kaynaklandığı anlaşıldığından mahkeme kararının vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı kanaatine varılmakla davalı Kurum vekilinin istinaf isteminin 6100 sayılı HMK'nın 353/1-b.1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25145 | Başvuru, vazife malullüğüne ilişkin iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits