text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, kolluk kuvvetlerinin terörle mücadele operasyonu kapsamında silahlı güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 20/9/2016 tarihinde Tunceli'de iki beyaz minibüs içinde taşınan çeşitli yaşam malzemelerinin PKK terör örgütü üyelerine teslim edileceği yönünde istihbari bilgiler elde edilmesi üzerine Venk Köprüsü olarak tabir edilen bölgede güvenlik güçlerince operasyon düzenlenmiştir. Olay Tutanaklarına göre operasyon bölgesine gelen beyaz renkli bir minibüse güvenlik güçlerince yapılan dur ihtarına minibüste bulunan kişilerce uzun namlulu silahlarla ateş edilerek karşılık verilmiş ve çatışma başlamıştır. Çatışma sırasında araçtan inen ve yaralı olduğu tahmin edilen iki kişinin Munzur Irmağı yönüne kaçtığı, aramalara rağmen bulunamadığı, araç içindeki bir kişinin ise çatışmada öldüğü tutanaklara yansımıştır. Ayrıca çatışma sırasında olay yeri yakınlarındaki ormanlık alanda bulunan başka bir kişi güvenlik güçlerine ateş açmış, ateşle karşılık verilmesi üzerine yaralanan bu kişi kaçmış, daha sonra kaçan kişinin İ.T. olduğundan şüphelenilmiş ve İ.T. yakalanmıştır. Bunun yanı sıra olay yerinden ve minibüs içinden Kalaşnikof marka iki tüfek ve bu tüfeklere ait şarjörlerle birlikte PKK terör örgütü mensuplarına ait olduğu değerlendirilen kıyafet, yaşam malzemeleri ve çeşitli deliller ele geçirilmiştir. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı, olayla ilgili olarak aynı tarihte soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında yapılan ölü muayenesi, otopsi ve kimlik tespiti çalışmaları sonucunda çatışmada ölen kişinin başvurucuların oğlu E. olduğu tespit edilmiştir. E.nin kardeşi A.nin teşhis tanığı olarak beyanı alınmış ve E.nin cesedi A.ye teslim edilmiştir. Soruşturma kapsamında ele geçen silah, boş kovan ve taşınabilir bellek, E.nin üzerinden çıkan elbiseler ve diğer deliller üzerinde kriminal incelemeler yapılarak uzmanlık raporları düzenlenmiştir. Operasyona katılan güvenlik güçlerinin müşteki sıfatıyla beyanlarına başvurulmuştur. Ayrıca soruşturma kapsamında E.nin PKK terör örgütü ile irtibatı bulunduğuna dair tanık ifadeleri alınmıştır. 27/9/2016 tarihinde 2016/1785 numaralı soruşturma üzerinden sulh ceza hâkimliğince soruşturma dosyası içeriğini inceleme ve belgelerden örnek alma yetkilerinin kısıtlanması kararı verilmiştir. Karar gerekçesinde "PKK/KCK terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin soruşturma yürütülmekte olup soruşturmanın tehlikeye düşmemesi amacıyla" bu kararın verildiği belirtilmiştir. Soruşturma sürecinde 2016/1785 numaralı soruşturma dosyası 2016/1761 numaralı dosya ile birleştirilerek kapatılmış, 2016/1761 numaralı dosya ise 2016/1765 numaralı dosya ile birleştirilerek kapatılmış, soruşturmaya 2016/1765 numaralı dosya üzerinden devam edilmiştir. Başvurucular kısıtlama kararına 28/11/2018 tarihinde itiraz etmiştir. Başvuru dosyasında bu itiraz ile ilgili verilen karara dair bilgi bulunmamaktadır. Soruşturma sırasında, tutuklu bulunan İ.T. hakkındaki soruşturma tefrik edilmiş; olayla irtibatlı olduğuna dair deliller elde edilen R.G. hakkında yakalama emri düzenlenmiştir. 21/1/2019 tarihinde başvurucuların ifade vermek istediklerini beyan ederek müracaat etmeleri üzerine müşteki sıfatıyla beyanları alınmıştır. Başvurucular özetle E.nin örgütle irtibatı olmadığını, tam tersine daha önceden PKK terör örgütü tarafından kaçırılarak tehdit edildiğini, olaydan iki gün önce E.K. isimli bir kişinin örgütün kendilerine 000 TL para cezası kestiğine dair bir kâğıt getirip E.ye verdiğini beyan etmiştir. Başvurucular 15/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurudan sonra 12/12/2022 tarihinde E. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, kasten öldürme ile devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma suçlarından hakkında soruşturma yürütülmekte ise de E.nin 20/9/2016 tarihinde ölmesi nedeniyle hakkında soruşturma yürütülmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. İnceleme tarihi itibarıyla değinilen olayla ilgili soruşturma Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/1765 numaralı dosyası üzerinden derdesttir. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32967 | Başvuru, kolluk kuvvetlerinin terörle mücadele operasyonu kapsamında silahlı güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tapu kaydı bulunan taşınmazın orman olduğu gerekçesiyle Hazine adına tespit edilmesi üzerine açılan kadastro tespitine itiraz davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuların Dayandıkları Tapu Kaydı Ağustos 1332 tarihli, Cilt: 19, Sayfa: 28 ve 91 sıra numaralı tapu kaydı İstanbul ili Beykoz ilçesi Anadolu Hisarı Göksu Boğaziçi mevkiinde "Maa müştemilat hekimbaşı çiftliği demekle maruf çiftliğin tamamı" vasıflı olarak Selim Sarı Fazluları ve Anadolu Hisar kalesi Sipahi Vakıflarından mukataalı olarak Y.İ. mirasçılarından N., Ş. ve adlarına tescillidir. Maliye Bakanlığının 20/10/1943 tarihli yazısı ve İstanbul Defterdarlığının 12/11/1943 tarihli talebi üzerine anılan taşınmaz; Aralık 1943 tarihli, Cilt: 6, Sayfa: 82 ve 2 sıra numaralı tapu kaydı ile Maliye Hazinesi adına tescil edilmiştir. Bu taşınmazın paydaşları tarafından Hazine aleyhine Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava neticesinde 4/7/1944 tarihinde davanın kabulü ile tescilin iptaline ve Hazinenin el atmasının önlenmesine karar verilmiştir. Bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesince onanarak 4/5/1945 tarihinde kesinleşmiştir. Karar uyarınca Aralık 1945 tarihli, Cilt: 7, Sayfa: 11 ve 1 sıra numaralı tapu kaydı; 4 pay itibarıyla birerden 3 payı Y.İ. evlatları N., Ş. ve ile 1 payı da Y.İ. eşleri S. kızı , A. kızı E.N., Ö. kızı T.Y. ve A. kızı U. adlarına tapuya tescil edilmiştir. Üsküdar Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/7/1946 tarihli kararı ile Hekimbaşı Çiftliği altı ayrı parsele ifraz edilerek taksim edilmiştir. Mahkemenin 12/02/1948 tarihli kararı ile de daha önce ifraz edilen yerlerle ilgili başka bir ifraz işlemi daha yapılmıştır. Hekimbaşı Çiftliği'nden ifraz edilen "tarla, fundalık ve çiftlik ebniyesi" cinsli 459 hektar 3350 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz; Haziran 1947 tarihli, Cilt: 7, Sayfa: 68 ve 6 sıra numaralı tapu kaydı ile Y.İ. kızı adına tapuya tescil edilmiştir. Başvurucular, bu kayıt malikinin mirasçılarıdır. B. Orman Kadastrosu ve 2/B Uygulaması ile Bu İşlemlere Karşı Yürütülen Daha Önceki Dava Süreçleri Hekimbaşı Çiftliği'nin orman olan kısımları 9/7/1945 tarihli ve 4785 sayılı Kanun'un maddesi ile devletleştirilmiş ve bu Kanun uyarınca 5/12/1947 tarihinde Uzuntarla, Hekimbaşı ve Çavuşbaşı ormanları Hazine adına tapuya tescil edilmiştir. Uyuşmazlık konusu taşınmazın da içinde bulunduğu Hekimbaşı Devlet Ormanı Bakanlar Kurulunca 28/12/1955 tarihinde muhafaza orman rejimine alınmış, bu işlem aleyhine Hekimbaşı Çiftliği paydaşlarınca açılan dava 1957 yılında reddedilmiştir. 59 No.lu Orman Tahdit Komisyonunca 1987 yılında bu yerde orman tahdidinin aplikasyonu ve Hazine adına orman sınırı dışına çıkarma (2/B) uygulaması yapılmış, başvuru konusu taşınmazın bir bölümü de 2/B alanı olarak tespit edilmiştir. Alemdağ Orman İşletme Şefliğinin talebi üzerine 2/B alanı 1995 yılında tapuya tescil edilmiştir. Başvurucular, 2/B uygulamasının iptali istemiyle -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- Orman Genel Müdürlüğü ve Maliye Hazinesi aleyhine Üsküdar Kadastro Mahkemesinde dava açmışlardır. Mahkeme 22/2/2000 tarihinde krokisinde P.I-A ile P.II-A ile gösterilen poligonlar içindeki kısımlar (1852 ada 1 parsel ve 2299 ada 7 parsel sayılı taşınmazlar) yönünden davanın kabulü ile 2/B işleminin iptaline ve bu kısmın başvurucuların da aralarında olduğu tapu malikleri adlarına orman sınırları dışına çıkartılmasına karar vermiştir. Mahkeme, devlet ormanı olarak sınırlandırılan kısımlar yönünden ise davayı reddetmiştir. Bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 2/11/2000 tarihinde onanmış; karar düzeltme isteminin aynı Daire tarafından 3/5/2001 tarihinde reddedilmesiyle kesinleşmiştir. Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucular, 2/B işlemine karşı Orman Genel Müdürlüğü ve Maliye Hazinesi aleyhine 8/8/1988 tarihinde Üsküdar Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmışlardır. Mahkeme 19/10/1988 tarihinde, 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun maddesinin Anayasa Mahkemesince kısmen iptal edilmesi nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/4/1990 tarihli ilamıyla, devam eden bir davanın bekletici mesele yapılması gerektiği belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Ümraniye Adliyesinin kurulmasıyla dava dosyası Ümraniye Kadastro Mahkemesine devredilmiştir. Daha sonra bu Mahkeme kapatılmış ve dava dosyası İstanbul Anadolu Kadastro Mahkemesine devredilmiştir. Mahkeme 14/9/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuların dayandıkları tapu kaydı kapsamında yalnızca 1852 ada 1 parsel ve 2299 ada 7 parsel sayılı taşınmazların orman sınırı dışına çıkarılabileceğinin daha önce kesinleşen mahkeme kararıyla belirlenmiş olduğuna dikkat çekilmiştir. Mahkemeye göre başvurucuların aynı kök tapu kaydına istinaden 2/B kapsamında talep edebilecekleri bir yer kalmamıştır. Mahkeme sonuç olarak öncesinde orman olan bir yerin bu niteliğini kaybetmesi hâlinde ancak Hazine adına tesciline karar verilebileceğini belirterek taşınmazın 2/B şerhli olarak Hazine adına tesciline karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/7/2011 tarihli ilamıyla düzeltilerek onanmıştır. Daire, daha önce devlet ormanı olarak belirlenen kısımlar yönünden kesin hükmün mevcut olduğunu, 2/B uygulamasıyla orman sınırları dışına çıkarmanın ise ancak Hazine adına yapılabileceğini belirtmiştir. İlamda ayrıca makiye ayırma çalışmalarının da 1963 yılında iptal edildiği ve makiye ayrıldığı kabul edilse bile başvurucuların özel kanunlarda sayılan tapu kayıtlarından birine dayanmadıkları açıklanmıştır. Daire bununla birlikte 2/B alanlarının daha önce zaten tescil edilmiş olduğuna vurgu yaparak tescile yönelik hüküm bölümünü çıkarmak suretiyle hükmü düzelterek onamıştır. Başvurucular, karar düzeltme talebinde bulunmuşlardır. Başvurucuların 26/6/2013 tarihli dilekçesinde 26/4/2012 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 19/4/2012 tarihli ve6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun'un maddesi hükmünün uygulanması talep edilmiştir. Başvurucular, bu Kanun hükümleri gereği Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazlardan öncesinde tapu kaydı bulunanların maliklerine bedelsiz iade edileceğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların karar düzeltme talebi Dairenin 20/11/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. İlamda; düzeltilmesi talep edilen kararın bu konulara cevap teşkil edecek nitelikte olduğu, usul ve kanuna da uygun olduğu belirtilmiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 16/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 14/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.” 6831 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Orman sayılan yerlerden:...B) 31/12/1981 tarihinden önce bilim va fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları,Orman sınırları dışına çıkartılır.Orman sınırları dışına çıkartılan bu yerler Devlete ait ise Hazine adına, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ise bu müesseseler adına, hususi orman ise sahipleri adına orman sınırları dışına çıkartılır. Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi yapılır.Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz ....” 6292 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“1) İlgililer tarafından idareye başvurulması ve idarece bu başvuru üzerine veya resen yapılan inceleme ve araştırma sonucunda doğruluğu tespit edilmesi hâlinde;a) Tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan ve tapuda halen kişiler adına kayıtlı olan taşınmazlardan Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi bulunan veya konulan taşınmazların tapu kayıtları bedel alınmaksızın geçerli kabul edilir ve tapu kütüklerindeki 2/A veya 2/B belirtmeleri terkin edilerek tescilleri aynen devam eder, aynı gerekçeyle bu nitelikteki taşınmazlar hakkında dava açılmaz, açılan davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonucunda tapularının iptaliyle Hazine adına tesciline karar verilen, kesinleşen ve tapuda henüz infaz edilmeyen taşınmazlar hakkında da aynı şekilde işlem yapılır. Ancak bu kararlardan infaz edilerek tapuda Hazine adına tescil edilen taşınmazlar ise, ilgilileri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde idareye başvurulması hâlinde, bedelsiz olarak önceki kayıt maliklerine veya kanuni mirasçılarına iade edilir.b) Özel kanunları gereğince Devlet tarafından kişilere satılan, dağıtılan, trampa edilen, bedelli veya bedelsiz olarak devredilen veya iskânen verilen ya da özelleştirme suretiyle satılanlar ile hisseleri devredilen özel hukuk tüzel kişileri adına kayıtlı olan ancak daha sonra Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi konulan taşınmazların tapu kayıtları geçerli kabul edilir, aynı gerekçeyle bu nitelikteki taşınmazlar hakkında dava açılmaz, açılan davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonucunda Hazine adına tescil edilenler ise, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde ilgilileri tarafından idareye başvurulması hâlinde önceki maliklerine veya kanuni ya da akdî haleflerine bedelsiz olarak iade edilir. Ancak, bu kişilerden taşınmazlarına karşılık daha önce yer verilenlere veya bedeli ödenenlere iade işlemi yapılmaz.c) Bu fıkra kapsamında kalan taşınmazların kullanıcılarının kayıt maliklerinden farklı kişiler olmaları ve kayıt maliklerinin bu fıkradan yararlanmak istemeleri hâlinde, kullanıcılar bu Kanunda belirtilen şartları taşısalar dahi doğrudan satış hakkından yararlanamazlar.(2) Birinci fıkra kapsamında kalan taşınmazlardan orman sınırı dışına çıkartılacak yerlerde bulunan ve Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/B belirtmesi konulması gereken taşınmazların tapu kütüklerine 2/B belirtmesi konulmaz ve bunlar hakkında dava açılmaz.(3) Birinci fıkra kapsamında kalan taşınmazlardan tapuda Hazine adına tescilli olan taşınmazlar hakkında aynı fıkrada belirtilen süre içerisinde idareye başvurmayan ilgililerin hakları bu süre sonunda sona erer, bu kişiler idareden başkaca talepte bulunamazlar, hak ve tazminat talep edemezler ve dava açamazlar. Bu taşınmazlardan Hazine adına tescilli olanlar idarece satış dâhil genel hükümlere göre değerlendirilir.(4) Bu maddeye göre ilgililerine iade edilmesi gereken taşınmazlardan orman olduğu iddiasıyla Orman Genel Müdürlüğünce açılan davalar sonucunda orman niteliğiyle Hazine adına tescil edilen, fiilen orman niteliğinde olan veya bu nedenle dava açılması gereken, ağaçlandırılmak üzere Orman Genel Müdürlüğüne tahsis edilen, kamu hizmetlerine ayrılan veya bu amaçla kullanılan, özel kanunlar gereğince değerlendirilmesi gereken veya Maliye Bakanlığınca belirlenen taşınmazlar ilgililerine iade edilmez. Bu taşınmazların yerine, idarece belirlenen ve ilgililerince itiraz ve dava konusu edilmeksizin kabul edilen rayiç bedelleri ödenebilir veya rayiç bedellerine uygun taşınmazlar verilebilir.” 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/10/2017 tarihli ve E.2016/1269, K.2017/7519 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" 6292 sayılı Kanunun 6/1 - maddesine göre; 2/Balanlarındabulunantaşınmazlardaki 2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilen hak sahipliği belirlemesi, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenmesi halinde hak sahibi kişilere, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde; bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra düzenlenmesi halinde ise güncelleme listelerinin tescil edildiği veya kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren sekiz ay içinde; aynı Kanunun 7/1-a-b maddelerinde de kesinleşmiş mahkeme kararlarına göre infaz edilerek tapuda Hazine adına tescil edilen taşınmazlara ise, ilgilileri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde idareye başvuru hakkı tanınmıştır. Bu düzenlemelerden başka nitelik yitirdiği gerekçesiyle Hazine adına orman sınırı dışına çıkarılan taşınmazlara ilişkin olarak hak sahibi veya ilgililerine herhangi bir yükümlülük yüklenmemiş, mevcut ve devam eden davalarda ise, çekişmeli taşınmazın 7/1-a maddesi kapsamında yani tapu, kadastro veya imar mevzuatınagöreilgilileriadınaoluşturulmuşvetapudahalenkişiler adına kayıtlı olan taşınmazlardan olması halinde bedel alınmaksızın tapuya geçerlilik tanınacağı, 7/1-b maddesi kapsamında yani özel kanunları gereğince Devlet tarafından kişilere satılan, dağıtılan, trampa edilen, bedelli veya bedelsiz olarak devredilen veya iskânen verilen ya da özelleştirme suretiyle satılanlar ile hisseleridevredilenözelhukuktüzelkişileriadınakayıtlı olan taşınmazlardan olmasıhalinde ise tapu kayıtlarının geçerli kabul edileceği, aynı gerekçeyle bu nitelikteki taşınmazlar hakkında dava açılmayacağı, açılan davalardan vazgeçileceği âmir hüküm olarak düzenlenmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/11/2015 tarihli ve E.2015/12938, K.2015/10985 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"6292 sayılı Kanunun maddesinde, hukuk Devletinin bir gereği olarak, tapu sicilinin tutulmasından Devletin sorumlu olduğu da dikkate alınarak ve ayrıca, vatandaşların Devlete olan güveninin devamının sağlanması amacıyla, tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi konulan taşınmazların tapu kayıtlarının geçerliliği, belirtmelerin terkini ve iade edilecek taşınmazlarla ilgili düzenlemeler yapılmıştır....6292 sayılı Kanunun maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde, tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan ve tapuda halen kişiler adına kayıtlı olan taşınmazlardan Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/B belirtmesi bulunan veya konulan taşınmazların tapu kayıtları bedel alınmaksızın geçerli kabul edileceği ve tapu kütüklerindeki 2/B belirtmeleri terkin edilerek tescillerinin aynen devam edeceğinin; keza, özel kanunları gereğince Devlet tarafından kişilere satılan, dağıtılan, trampa edilen, bedelli veya bedelsiz olarak devredilen veya iskânen verilen ya da özelleştirme suretiyle satılanlar ile hisseleri devredilen özel hukuk tüzel kişileri adına kayıtlı olan ancak daha sonra Hazine adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/B belirtmesi konulan taşınmazların tapu kayıtlarının geçerli kabul edileceğinin; yine, aynı Kanunun “Tasarrufa geçme” başlıklı maddesinin ikinci fıkrasında, 2/B alanlarında bulunan taşınmazların tapu kütüklerinde 6831 sayılı Kanunun maddesi ile aynı maddenin birinci fıkrasının (B) bendine göre orman sınırları dışına çıkartıldığı yönünde yer alan belirtmelerin, ilgisine göre Orman Genel Müdürlüğünün veya Maliye Bakanlığının ya da idarenin talebi üzerinetapuidarelerinceterkinedileceğinin öngörülmüş bulunmasına göre, 6292 sayılı Kanunun maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamında bulunan ve tapu kütüklerine 2/B belirtmesi konulan taşınmazların kayden maliki olan kişilerin, idareye başvurmalarını gerektiren bir işlem ve süre öngörülmediği gibi bu kişilere idareye başvurmaları yönünde kanunen getirilen bir yükümlülükten söz etmek mümkün değildir. Burada konumuz çerçevesinde ve Kanunun maddesinin ikinci fıkrası bağlamında, ancak, Kanunun maddesi hükümlerine göre 2/B alanlarında bulunan taşınmazlar hakkında, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenen veya bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra düzenlenecek güncelleme listelerine veya kadastro tutanaklarına ya da kesinleşmiş mahkeme kararlarına göre oluşturulacak tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre taşınmazların 31/12/2011 tarihinden önce veya sonra kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilen ve “hak sahibi” sayılan kişiler açısından öngörülen bazı yükümlülük ve sürelerden (m. 6/1-16); keza, açılan davalar sonucunda tapularının iptaliyle Hazine adına tesciline karar verilen vekesinleşen kararlardan infaz edilerek tapuda Hazine adına tescil edilen taşınmazların iadesi bakımından, ilgililerin 6292 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 2012 tarihinden itibaren iki yıl içinde idareye başvurmaları gereğinden bahsedilebilir (m. 7/1-a bendi son cümle; (b) bendi son iki cümle)." Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/3/2015 tarihli ve E.2014/9703, K.2015/2312 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yörede, 1985 yılında 6831 sayılı Orman Kanunu hükümlerine göre yapılan orman kadastrosu ve 2/B uygulama çalışmaları bulunmaktadır. Genel arazikadastrosu 1974 yılında yapılmıştır.İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, davacının, 6292 sayılı Kanun gereğince dava konusu taşınmazın kendisine iadesine yönelik talebinin idarece nazara alınıp değerlendirilmesi gerek[mektedir]..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin fıkrasında, Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesine benzer şekilde bir kabul edilebilirlik ölçütü olarak -iç hukukta öngörülen- "başvuru yollarının tüketilmesi" kuralına yer verilmiştir. Buna göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) ancak uluslararası hukukun genel kabul gören ilkeleri uyarınca bütün iç hukuk yolları tüketildikten sonra başvurulabilir. AİHM, iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralının amacını ihlal iddialarına ilişkin olarak AİHM’e başvurulmadan önce Sözleşmeci devletlere aleyhlerine ileri sürülen ihlalleri önleme ve sonuçlarını giderme fırsatı tanımak biçiminde açıklamaktadır (Sejdovic/İtalya [BD], B. No: 56581/00, 1/3/2006, § 43; V/Birleşik Krallık [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 57). AİHM’e göre bu kural, Sözleşme'nin maddesinin gereği olarak iddia edilen ihlale ilişkin iç hukukta etkili ve ulaşılabilir bir başvuru yolunun bulunduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu kural, Sözleşme'yle kurulan koruma mekanizmasının ulusal insan hakları koruma sistemine nazaran ikincil bir nitelik taşıdığı ilkesinin önemli bir yönünü teşkil etmektedir (Sejdovic/İtalya, § 43; V/Birleşik Krallık, § 57; Kozacıoğlu/Türkiye, [BD], B. No: 2334/03, 19/2/2009, § 39). AİHM, insan haklarının korunması mekanizması bağlamında iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralının belli ölçüde esneklikle ve aşırı şekilcilikten kaçınılarak uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır (Sejdovic/İtalya, § 44; Kozacıoğlu/Türkiye, § 40). AİHM’e göre bu, aynı zamanda kural olarak sonradan uluslararası düzeyde yapılması düşünülen şikâyetlerin en azından öz olarak ve iç hukukta düzenlenen şeklî gereklikler ile sürelere uyularak öncelikle ulusal yargı mercilerinde öne sürülmesini gerektirir (Sejdovic/İtalya, § 44). AİHM, bir başvuru yolunun olay tarihinde teoride ve pratikte etkili ve ulaşılabilir olduğu hususunda AİHM’i ikna etmenin iç hukuk yollarının tüketilmediğini iddia eden devletin yükümlülüğü olduğunun altını çizmektedir. AİHM’e göre bu yükümlülük; ilgili yolun erişilebilir olduğunu, başvurucunun şikâyetine ilişkin telafi imkânı sunmaya elverişli bulunduğunu ve makul başarı şansı sunduğunu ortaya koymayı kapsamaktadır (Sejdovic/İtalya, § 46; V/Birleşik Krallık, § 57; Kozacıoğlu/Türkiye, § 39). Diğer taraftan AİHM, mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek bir tazminat ödemeden mülkiyetten yoksun bırakmanın Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi kapsamında aşırı bir yük oluşturduğunu ve hiç tazminat ödenmeden mahrum bırakmanın ancak istisnai durumlarla haklı bulunabileceğini belirtmektedir (Nastou/Yunanistan (No:2), B. No: 16163/02, 15/7/2005, § 33; Jahn ve diğerleri/Almanya [BD], B. No: 46720/99, 72203/01, 72552/01, 30/6/2005, § 116). AİHM'e göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Ancak AİHM, kadastrodan kaynaklanan mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak hiçbir tazminat ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı hâlde bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/10/2005, §§ 36-43; Turgut ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1411/03, 8/7/2008, §§ 86-93; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/3/2009, §§ 34-41). AİHM'in ihlal kararlarında, belirtilen “adil denge” nin bozulmasının temelini başvuruculara tazminat ödenmemesi oluşturmaktadır. Yargıtayın konu ile ilgili içtihat değişikliğinden sonra AİHM, tazminat ödenmeksizin bireylerin taşınmazının elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiaları bakımından Yargıtayın yeni içtihatlarına işaret etmiştir. AİHM; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun AİHM'in bu konudaki ihlal kararlarına dayanarak tapudaki yanlış kayıtlardan kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş veya kısıtlanmış olanların tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti sorumlu tutabileceğine hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin kullanılma şekli, niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal değerlerin dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat çektiğini, bu başvuru yolunun düzenli olarak kullanılmakta olduğunu, ulusal mahkemelerin AİHM'in içtihatlarını ve Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini uyguladıklarını, başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini belirterek iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir (MehmetAltunay/Türkiye (k.k.), B. No: 42936/07, 17/4/2012; Arıoğlu ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 11166/05, 6/11/2012; Osman Yaşar Dişlioğlu ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 39149/04, 11/12/2012). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/868 | Başvuru, tapu kaydı bulunan taşınmazın orman olduğu gerekçesiyle Hazine adına tespit edilmesi üzerine açılan kadastro tespitine itiraz davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yükümlülük süresini tamamlayarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden istifa eden pilotun 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında görevine geri çağrılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, zorunlu yükümlülük süresini tamamlayarak ayrıldığı görevine geri çağrılması işlemine karşı iptal davası açmıştır. İdare mahkemesi davanın reddine karar vermiş, karar istinaf incelemesinden kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 4/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 14/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 31/1/2023 tarihli dilekçeyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini açıkça bildirmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7039 | Başvuru, yükümlülük süresini tamamlayarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden istifa eden pilotun 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında görevine geri çağrılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmaz üzerinde yapılan inşaata verilen yapı kullanma izin belgesine karşı ilçe sakini sıfatıyla açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Z.Y.Y. Anonim Şirketi'ne ait İstanbul'un Beşiktaş ilçesi Ortaköy Mahallesi 38 pafta 30 ada 165 parsel sayılı taşınmazda yapılmakta olan yapıya Beşiktaş Belediyesi tarafından 17/1/2008 tarihli yapı ruhsatı verilmiştir. Daha sonra yapıda yapılan inceleme sonunda düzenlenen 7/11/2012 tarihli inceleme raporunda, inşaatın ruhsat ve eklerine uygun olarak devam ettiği tespit edilmiştir. İnşaatın tamamlanmasının ardından da 6/2/2014 tarihli yapı kullanım izin belgesi verilmiştir. Başvurucu tarafından ilçe sakini sıfatıyla yapı kullanım izin belgesine karşı yapı kullanma izin belgesinin imar planına ve dayanağı olan yapı ruhsatına aykırı olduğu, yapının trafik ve nüfus yoğunluğunu artıracağı ve imar kirliliğine sebep olacağı iddialarıyla 7/4/2014 tarihinde iptal davası açılmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 30/10/2014 tarihinde davayı ehliyet yönünden reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 6/1/1982 ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca bir idari işleme karşı dava açılabilmesi için ilgilinin söz konusu idari işlem nedeniyle meşru, kişisel ve güncel bir menfaatinin etkilenmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Kararda, bir ilçenin sınırları içinde oturmanın tek başına o ilçe sınırları içinde verilen yapı kullanma izni belgesinin iptalini isteme hakkı vermeyeceği ifade edilmiş; bu nedenle başvurucunun meşru, kişisel ve güncel bir menfaatinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Temyiz edilen karar Danıştay Altıncı Dairesince (Daire) 1/7/2015 tarihinde bozulmuştur. Oyçokluğu ile verilen bozma kararının gerekçesinde; iptal davası açılmasında aranan menfaat koşulunun sadece subjektif hak ihlali kavramından daha geniş bir içeriğe sahip olduğu, bu bağlamda doğrudan kişi hakkında tesis edilmeyen işlemlerin de kişinin menfaatini etkilemesinin mümkün olduğu vurgulanmıştır. Bozma kararında; çevresel, tarihî ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi konularda dava açma ehliyetinin bu hususlar gözetilerek yorumlanması gerektiğinin Danıştay içtihatlarında kabul edildiği belirtilmiştir. Daire sonuç olarak başvurucunun söz konusu yapı kullanma izninin iptali için dava açmasında menfaatinin bulunduğu kanaatine ulaşmıştır. Karar düzeltme aşamasında aynı Dairenin 15/2/2017 tarihli kararıyla İstanbul İdare Mahkemesinin vermiş olduğu karar onanarak başvurucunun temyiz istemi reddedilmiştir. Kararda, başvurucu tarafından her ne kadar uyuşmazlık konusu taşınmaza çok yakın (200 metreden az) bir mesafede ikamet edildiği belirtilmiş olsa da Beşiktaş Belediye Başkanlığı tarafından düzenlenen 10/9/2015 tarihli belgeden başvurucunun taşınmazı ile uyuşmazlık konusu taşınmaz arasındaki mesafenin kuş uçuşu uzaklığının 773,63 m, trafik erişim uzaklığının ise iki ayrı noktadan 434 m ve 565 m olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Taşınmaza ilişkin onaylanan 1/5000 ölçekli plan değişikliğine karşı açılan davaların Daire tarafından reddedildiği ve kararların Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından onandığı belirtildikten sonra dava konusu taşınmaz için verilen yapı kullanım izin belgesi ile ruhsata karşı başka davacı tarafından açılan davanın İstanbul İdare Mahkemesinin 17/4/2014 tarihli kararıyla ehliyet yönünden reddedildiği ve söz konusu kararın Daire tarafından 11/12/2014 tarihinde onandığı belirtilmiştir. Yine taşınmaza ilişkin verilen yapı ruhsatı ve avan projesini onaylanmasına ilişkin açılan davanın İstanbul İdare Mahkemesinin 3/6/2011 tarihli kararıyla ehliyet yönünden reddedildiği ve anılan kararın Dairenin 14/5/2012 tarihli kararıyla onandığı, karar düzeltme isteminin ise Dairenin 7/2/2013 tarihli kararıyla reddedildiği bilgisine yer verilmiştir. Menfaat ihlalinden bahsedebilmek için komşu parsel sahibi olunması gerektiği, başvurucunun ise komşu parsel sahibi olmadığı vurgulanmıştır. Nihai karar 16/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Murat Emrah Emre, B. No: 2018/1275, 30/10/2018, §§ 13- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34720 | Başvuru, taşınmaz üzerinde yapılan inşaata verilen yapı kullanma izin belgesine karşı ilçe sakini sıfatıyla açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ülkeye girişine izin verilmeyen yabancının havalimanında tutulmasının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İtalya uyruklu olan başvurucu 13/1/2017 tarihinde İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı'nda pasaport kontrolü sırasında durdurulmuş ve Türkiye'ye giriş yasağının bulunduğu gerekçesiyle yetkililerce bir odaya götürülmüştür. Başvurucu yaklaşık 17 saatlik sürenin sonunda uçakla ülkesine gönderilmiştir. Başvurucu anılan süre boyunca hukuka aykırı bir şekilde ve olumsuz koşullarda tutulduğu iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Başsavcılık kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiş vekarara yapılan itirazın reddi üzerine anılan karar 18/12/2017 tarihinde kesinleşmiştir. İtirazın reddine dair karar başvurucuya 15/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu ise 19/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun -suç duyurusuna konu edilen- kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti kabul edilemez bulunmuş, inceleme konusu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9112 | Başvuru; ülkeye girişine izin verilmeyen yabancının havalimanında tutulmasının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında müddeabihin ıslahla artırılan kısmının zamanaşımı nedeniyle reddedilmesi mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın on dört yılı aşan bir süre sonunda tamamlanması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atıfta bulunarak başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 6/11/1996 tarihinde gerçekleşen iş kazası nedeniyle işveren aleyhine 24/6/1999 tarihinde fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla 100 TL'lik maddi tazminat davası açmıştır. Muratlı Asliye Hukuk Mahkemesi (iş mahkemesi sıfatıyla)4/3/2004 tarihli ve E.1999/243, K.2004/54 sayılı karar ile işverenin kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 21/9/2004 tarihli kararı ile bilirkişi raporları arasında çelişki bulunduğu ve hükme esas alınan raporun mevzuatta öngörülen koşullara uygun olmadığı gerekçesiylebozma kararı vermiştir. Bozma kararına uyan İlk Derece Mahkemesi sürekli iş göremezlik oranının açıklığa kavuşturulmasından sonra bilirkişi vasıtasıyla başvurucunun uğramış olduğu maddi zararın tespitini yapmıştır. Başvurucu, 19/9/2011 tarihli dilekçesiyle davasını ıslah ederek 000 TL manevi tazminat isteğinde bulunmuştur. Muratlı Asliye Hukuk Mahkemesi 8/12/2011 tarihli ve E.2005/8, K.2011/344 sayılı karar ile başvurucuya bağlanan gelirin peşin sermaye değeri maddi zararını tam olarak karşıladığından maddi tazminat isteğinin reddine ve manevi tazminat talebinin kısmen kabulüyle 000 TL manevi tazminatın 6/11/1996 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Karar taraflarca temyiz edilmiş, Daire 5/3/2013 tarihli ve E.2012/12791, K.2013/3810 sayılı karar ile İlk Derece Mahkemesi kararını hükmedilen manevi tazminat yönünden bozmuştur. Bozma kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim, gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir. Somut olayda değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı davacıya verilen kontrol kaydı incelemelerine göre de ilk tespit edilen oranın değişmediği davacının kazadan sonra1997 tarihinden itibaren çalışabileceğine ilişkin rapora istinaden bu tarihtenbaşlamak üzere %2 oaranında iş göremezlik geliri bağlandığı ortadadır.Hal böyle olunca, davacı tarafından 2011 tarihinde ıslahen manevi tazminat istenilmesi üzerine süresi içerisinde davalı tarafından ileri sürülen zamanaşımı def'i nin kabul edilerek ıslahen istenilen manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken,tazminat talebinin kısmenkabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.'' Dairenin bozma ilamına uyan Muratlı Asliye Hukuk Mahkemesi 13/6/2013 tarihli ve E.2013/96, K.2013/112 sayılı karar ile bozma kararında belirtilen gerekçeye dayanarak manevi tazminat talebini reddetmiştir. Temyiz edilen karar, Dairenin 10/3/2014 tarihli ve E.2013/20381, K.2014/4380 sayılı onama kararı ile aynı tarihte kesinleşmiştir. Nihai kararbaşvurucu vekiline 17/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan ''Müruru Zaman'' kenar başlıklı maddesi şu şekildedir.''Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.'' Karar tarihinde yürürlükte bulunan 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun ''zamanaşımı '' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir.''Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.'' Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/5/2011 tarihli ve E.2011/13-161, K.2011/276 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir.''Borçlar Kanunu, haksız fiilde ve sebepsiz zenginleşmede 10 yıllık ve 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir. Haksız fiilde 10 yıllık süre haksız fiilin vuku bulmasıyla sebepsiz zenginleşmede hakkın doğduğu tarihte başlar.'' Dairenin 25/12/2012 tarihli ve E.2012/2315, K.2012/24421 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir.''Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim, gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir. Somut olayda değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı, yapılan tespitlerin 1997 tarihli kaza gününe ilişkin olduğu ortadadır.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6334 | Başvuru, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında müddeabihin ıslahla artırılan kısmının zamanaşımı nedeniyle reddedilmesi mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın on dört yılı aşan bir süre sonunda tamamlanması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı sırasında kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: PKK terör örgütüne mensup birkaç kişi Bismil Jandarma Komutanlığına bağlı komando birliği ile girdikleri 19/4/1992 tarihli çatışmada yaşamlarını yitirmiştir. Diyarbakır'ın Bismil ilçesi Ağıllı köyünde yaşanan bu çatışmada, Silvan Jandarma Komutanlığı ile Hazro Jandarma Komutanlığına bağlı komando birlikleri de takviye kuvvet olarak görev almıştır. Güvenlik güçlerinin olay nedeniyle düzenledikleri tutanağa göre güvenlik güçleri terör örgütünün ölü mensuplarını kontrol etmek isterken Ağıllı köyündeki bazı evlerden güvenlik güçlerine ateş edilmiştir. Ateş edilen evlerden birisi de A.K.nın babasının evidir. A.K. başvurucu Remziye Kurt'un eşi, diğer başvurucuların ise babasıdır. Aynı gün Ağıllı köyünden aralarında A.K.nın da bulunduğu 17 kişi, terör örgütü mensuplarına yardım ve yataklık ettikleri gerekçesiyle gözaltına alınarak Bismil Jandarma Komutanlığına götürülmüştür. O gece Silvan Jandarma Komutanlığı ile Hazro Jandarma Komutanlığına bağlı komando birlikleri de misafir olarak Bismil Jandarma Komutanlığında kalmıştır. Bir ara tutulduğu nezarethaneden çıkarılan A.K. kısa bir süre sonra nezarethaneye geri getirilmiştir. Gözaltında tutulan 17 kişi saat 00 sıralarında Tepe Jandarma Karakoluna götürülmüştür. Başvurucularla aynı soyadını taşıyan bazı kişilerin de altında imzası bulunan 20/4/1992 tarihli kolluk tutanağına göre sabah 30 sıralarında apandisinden rahatsızlandığı gerekçesiyle gözaltındaki bir başka kişiye ait araç ile Bismil Devlet Hastanesine götürülen A.K., aynı gün apandisit sonucu vefat etmiştir. Bismil Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında bir ceza soruşturması başlatmıştır. Olay günü yapılan ölü muayenesi ve otopsi işlemi ile Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesinin 15/6/1992 tarihli raporu, ölümün rektum (kalın bağırsağın son bölümü, göden) perforasyonu (delinme) nedeniyle gelişen peritonitin toksi enfeksiyonundan ileri geldiğini ortaya koymuştur. Ayrıca A.K.nın vücudunda bazı ekimotik (ekimoza benzer) alanlar ve sıyrıklar tespit edilmiştir. Ölü muayenesi ve otopsi işlemi sırasında dinlenen A.K.nın kardeşi Ü.K., nezarethanede bulunduğu sırada A.K.nın midesinden rahatsız olduğunu söylediğini ve ağabeyinin ölümü nedeniyle şikâyetçi olmadığını beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Bismil Jandarma Komutanlığında görevli askerler ile olay günü nezarette bulunan kişilerin beyanlarını tespit etmiştir. Yürüttüğü soruşturma sonunda 231 muvazzaf hakkında takipsizlik kararı (kovuşturmaya yer olmadığına dair karar) veren Cumhuriyet Başsavcılığı, 15 muvazzaf hakkında işkence yapmak suretiyle öldürme suçundan kamu davası açılması için hazırladığı 7/2/1994 tarihli fezlekeyi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 17/2/1994 tarihinde, Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen fezleke doğrultusunda 15 muvazzaf hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açmıştır. Sanıkların tamamının suça iştirake ilişkin hükümler çerçevesinde ölümden sorumlu olduklarının öne sürüldüğü iddianamede soruşturma kapsamında ifadesi alınan yirmi askerin beyanına göre olayın şöyle gerçekleştiği iddia edilmiştir: Olay günü asteğmenler tarafından sorgulanan A.K., Rambo lakaplı Asteğmen O.U. ve O.U.nun timindeki askerler tarafından nezaret nöbetçileri G. ve Ş.Ş.nin gözetiminden alınıp 20 metre uzaklıktaki banyonun arkasına götürülmüştür. Burada on on beş dakika kadar tutulan A.K.nın makatına cop sokulup çıkarılmıştır. Askerler A.K.nın bağırmasını duyup olayı görmüşlerdir. Askerler, rütbeli olması nedeniyle sözü edilen asteğmene müdahale edememişlerdir. Ceza Mahkemesi, lüzum-u muhakeme kararı verilmeden yargılama yapılamayacağı gerekçesiyle 23/2/1994 tarihinde durma kararı vermiştir. Silvan Kaymakamlığı Memurin Muhakemat Komisyonu 6/3/1997 tarihinde sanıklar hakkında men-i muhakeme kararı vermiştir. Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi, hukuki zorunluluk nedeniyle kendiliğinden yaptığı 25/3/1997 tarihli inceleme sonunda men-i muhakeme kararını bozmuştur. Böylece sanıklar hakkındaki yargılamaya Ceza Mahkemesince devam edilmiştir. A.K. ile aynı zaman diliminde gözaltında tutulan bazı tanıklar nezarethaneye geri getirilmesinden sonra A.K.nın, makatına cop sokulduğunu söylediğini ifade etmiştir. Bazı tanıklar bir asteğmenin gözaltındaki bir kişinin makatına cop soktuğunu duyduklarını ancak olayı görmediklerini söylemiştir. Bir tanık, eylemi gerçekleştiren kişinin Silvan Jandarma Komutanlığında görevli, sarışın bir asteğmen olduğuna ilişkin duyumunu anlatmış; bir başka tanık da duyumu doğrultusunda eylemi yapan kişinin Silvan Jandarma Komutanlığında görevli olduğunu doğrulamıştır. Ceza Mahkemesi, yargılama görevinin Diyarbakır Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesine (Askerî Mahkeme) ait olduğu gerekçesiyle 1/11/2006 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. 28/9/2007 tarihinde karşı görevsizlik kararı veren Askerî Mahkeme, anılan kararın kesinleşmesini müteakip olumsuz görev uyuşmazlığının çözümü için dosyayı Uyuşmazlık Mahkemesine göndermiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi 7/7/2008 tarihli kararıyla yargılama görevinin Ceza Mahkemesine ait olduğunu tespit edip Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararını kaldırmıştır. Bu suretle yargılamaya Ceza Mahkemesince devam edilmiştir. 14/5/2009 tarihli celsede başvurucular, vekilleri aracılığıyla davaya katılma talebinde bulunmuştur. Bu talep Ceza Mahkemesince kabul edilmiştir. Ceza Mahkemesi, adresini tespit edemediği sanık H.G.nin sorgusunu yapamasa da diğer sanıkların sorgularını yapmıştır. i. Sanık O.U.; Rambo lakaplı asteğmenin kendisi olmadığını, bu lakabın S.Ü.ye ait olduğunu, olay günü S.Ü.yü yere çömelmiş vaziyetteki kişileri copla döverken gördüğünü ancak yargılamaya konu olayı görmediğini, olaydan sonra askerler arasında eylemi yapanın S.Ü. olduğunun konuşulduğunu beyan etmiştir.ii. Sanık S.Ü. suçlamayı reddetse de Rambo lakabının kendisine ait olduğunu kabul etmiştir.iii. Sanık A.A., olaydan sonra S.Ü.nün timinde görevli bazı askerlerin eylemi S.Ü.nün yaptığını söylediğini açıklamıştır.iv. Sanık Ş.Ş.; olay günü G. ile birlikte nöbet tuttuklarını, ölenin rütbeli bir asker tarafından yaklaşık 150 metre uzağa götürülüp 15-20 dakika sonra geri getirildiğini, öleni götüren kişinin iri yapılı, uzun boylu ve hafiften öne doğru kamburu olan biri olduğunu, geri getirildiği zaman ölende herhangi bir darp izi görmediğini ve hava karanlık olduğu için öleni götüren kişinin ten rengini göremediğini beyan etmiştir. v. Sanık G.; eylemin kim tarafından yapıldığına dair duyumu olmadığını, öleni bir süreliğine götüren kişinin rütbeli bir asker olduğunu ve gözaltındaki kişilerin havanın karanlık, sırtlarının da dönük olması nedeniyle öleni götürülürken göremeyeceklerini söylemiştir.vi. Diğer sanıkların bir kısmı olayı görmediğini veya hatırlamadığını beyan ederken bir kısmı, eylemin Rambo lakaplı S.Ü. tarafından gerçekleştirildiğine veya gerçekleştirilmiş olabileceğine ilişkin duyumlarını ifade etmiştir. Yaptığı yargılama sonunda suçun yalnızca S.Ü. tarafından işlendiği ve26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'ndaki düzenlemenin sanığın lehine olduğu sonucuna varan Ceza Mahkemesi 26/10/2010 tarihinde, sanık S.Ü.nün canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına, diğer sanıkların beraatine karar vermiştir. Anılan karar sadece sanık S.Ü.nün müdafii tarafından temyiz edilmiştir. Bu suretle diğer sanıklar yönünden verilen beraat kararı kesinleşmiştir. Temyiz istemini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) 29/6/2012 tarihinde Ceza Mahkemesince verilen mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar vermiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir:“...1-Haklarında verilen beraat kararı kesinleşen [G.], [Ş.Ş.] ve [H.nin] CMK.nun 43-61 maddeleri uyarınca usulüne uygun olarak duruşmaya çağrılarak sanık [S.Ü.nün] maktulü sorgulamak için götüren asteğmen olup olmadığı konusunda tanık sıfatı ile beyanlarının alınması, sanık [S.Ü.] ile yüzleştirilmelerinin yapılması ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ile hüküm kurulması, 2-Hükme esas alınan ölü muayene ve otopsi raporu, Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi raporu ve tanık beyanlarının sanığa okunmaması ve diyeceklerinin sorulmaması suretiyle CMK.nun 209 ve maddelerine aykırı davranılması, 3-Kabule göre; a-Sanık eyleminin 5237 sayılı TCK.nun 95/4 maddesinde belirtilen neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçu kapsamında kalıp kalmadığının tartışmasız bırakılması, b-TCK.nun maddesinde failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki etkileri gibi hususlar gözetilerek uygulanıp uygulanmayacağına karar verilmesi gerekirken, mahkemece gösterilen gerekçelerden bir kısmının savunma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gereken davranışlar olup, suçlamayı kabul etmeyen sanığın olay nedeniyle pişman olduğuna ilişkin halin bulunmaması, olayı örtbas etme çabası hususlarının da belirtilerek yasal ve yeterli olmayan gerekçe ile takdir hükmünün uygulanmamasına karar verilmesi, Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle sair yönler incelenmeksizin, tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak BOZULMASINA ...[karar verildi.]” Bozma sonrası yapılan yargılamada tanıklar H. ile G.Ü.nün beyanları alınmıştır. H., yargılamaya konu olaydan bir buçuk iki ay kadar sonra sanık S.Ü.nün bir çatışma sırasında kalçasından yaralandığını, olay yerine destek için helikopterler geldiğini, helikopter pilotlarının yaptıkları telsiz görüşmelerinde sanığın eylemini kastederek “Sen adamı makatından öldürdün. Bak, sen de aynı şekilde aynı yerden yaralandın.” dediklerini ve bozma öncesi yargılamada S.Ü.yü gördüğü için yüzleştirme işlemine gerek olmadığını ifade etmiştir.G.Ü. ise olay hakkında bilgisi olmadığını söylemiştir. Adresini terk etmesi nedeniyle tanık Ş.Ş.ye duruşma günü ile saatini bildirir davetiye tebliğ edilememiştir. Ceza Mahkemesi 9/5/2013 tarihinde sanık S.Ü.nün tutuklanmasına karar vermiştir. Sanığın eyleminin kastın aşılması suretiyle işkence ederek öldürme suçunu oluşturduğu ve 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun sanığın lehine olduğu sonucuna varan Ceza Mahkemesi, sanığın 20 yıl ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına 30/5/2013 tarihinde karar vermiştir. Ceza Mahkemesi sanığın geçmişteki hâlini, fiilden sonraki davranışlarını, olayı örtbas etme konusundaki çabalarını ve olay nedeniyle pişman olduğuna ilişkin bir hâlinin bulunmamasını gerekçe göstererek takdirî indirim nedenlerini düzenleyen kanuni düzenlemeyi sanık hakkında uygulamamıştır. Anılan mahkûmiyet hükmü hem sanık S.Ü.nün müdafii hem de başvurucu Mustafa Kurt'un vekili tarafından temyiz edilmiştir. Ceza Dairesi tanıklar Ş.Ş. ve G.nin dinlenmemesi, 5237 sayılı Kanun'un takdirî indirim nedenlerini düzenleyen maddesinin yasal ve yeterli olmayan gerekçelerle uygulanmaması ve olay tarihi ile sonrasında ölen hakkında herhangi bir ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediğinin araştırılmaması nedenleriyle 20/4/2015 tarihinde mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar vermiştir. Ceza Mahkemesince yazılan müzekkereye Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen cevaptan ölen kişi hakkında terör suçu nedeniyle yürütülmüş bir soruşturmaya ilişkinkayıt bulunmadığı öğrenilmiştir. Ş.Ş. 7/10/2015 tarihli celsede Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla alınan beyanında; öleni ve Rambo lakaplı kişiyi tanımadığını, Rambo lakaplı kişiyi daha önce görmediğini, öleni götüren kişinin iri yapılı birisi olduğunu ancak karanlık nedeniyle kişiyi göremediğini beyan etmiştir. Ş.Ş. celse sırasında kendisine gösterilen sanığı da tanımadığını söylemiştir. Ceza Mahkemesi 7/10/2015 tarihli celsede sanığın tahliyesine karar vermiştir. G. SEGBİS aracılığıyla alınan 24/11/2015 tarihli beyanında; olayın gece olduğunu, öleni sorgulayan kişiyi hatırlamadığını, sanığı tanımadığını ve öleni sorgulamak için götürüp daha sonra getiren rütbeli askerin başka bir askerî birlikten olduğunu ifade etmiştir. G., fotoğraflarından sanığı teşhis edememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/12/2015 tarihli yazıyla ölen hakkında herhangi bir soruşturma kaydına rastlanmadığı konusunda Ceza Mahkemesini bilgilendirmiştir. 10/12/2015 tarihinde Ceza Mahkemesi, önce sanığın kastın aşılması suretiyle işkence ederek öldürme suçundan 24 yıl ağır hapis cezasıyla cezalandırmasına karar vermiş; daha sonra Ceza Dairesinin bozma ilamını gerekçe göstererek sanığın cezasında 1/6 oranındaindirim yapmıştır. Böylece sanığın neticeten 20 yıl ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ceza Mahkemesince yapılan değerlendirmeye göre 765 sayılı mülga Kanun'daki düzenlemeler sanığın lehinedir. Ceza Mahkemesi ayrıca sanığın tutuklanmasına karar vermiştir. Zikredilen mahkûmiyet hükmü, sanık müdafii tarafından temyiz edilmiştir. Yaptığı temyiz incelemesi sonunda Ceza Dairesi, sanık müdafiinin suçun sübutuna yönelik temyiz itirazını yerinde görmemiş ancak bozma ilamına uyma yönünde karar verilmesine rağmen bozma ilamını kısmen etkisiz kılacak şekilde temel cezanın 20 yıl yerine 24 yıl olarak tespit edildiği ve böylece fazla ceza tayin edildiği gerekçesiyle 12/10/2016 tarihinde mahkûmiyet hükmünün sanık lehine bozulmasına karar vermiştir. Ceza Mahkemesi 13/12/2016 tarihinde, sanığın lehine olduğunu tespit ettiği 765 sayılı mülga Kanun'daki düzenlemelere istinaden sanığın kastın aşılması suretiyle işkence ederek öldürme suçundan neticeten 16 yıl 8 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Sanık müdafiinin talebi üzerine gerçekleştirdiği temyiz incelemesi sonunda Ceza Dairesi, dava zamanaşımı süresinin 21/11/2017 tarihinde dolduğu gerekçesiyle 12/2/2018 tarihinde sanık hakkındaki davanın düşürülmesine karar vermiştir. Sanık aynı gün tahliye edilmiştir. Başvuruculara 22/2/2011 tarihinde, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde 666,75 TL maddi tazminat ödenmiştir. Başvurucular başvuru formunda maddi ve manevi zararları için ayrı bir başvuru yapmadıklarını ifade etmiştir. 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir: “Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:1 - Ölüm [Bu ibare, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Ölüm Cezasının Kaldırılması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un maddesi ile ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis olarak değiştirilmiştir.] ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,...... geçmesile ortadan kalkar....” 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:“Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkümiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanın kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müddetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir: “Hukuku amme davasının ikamesi mezuniyet veya karar alınmasına yahut diğer bir mercide halli lazım gelen bir meselenin neticesine bağlı bulunduğu takdirde mezuniyet ve kararın alınmasına yahut meselenin halline kadar müruru zaman durur.” 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir: “Mahkemeler ve meclisler reis ve âzalarından ve sair hükümet memurlarından biri maznun kimselerin cürümlerini söyletmek için işkence eder yahut zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere baş vurursa beş seneye kadar ağır hapis ve müebbeden veya muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezası ile mahkûm olur. Fiil neticesinde ölüm vukua gelirse 452 nci, sair hallerde 456 ncı maddeye göre tertip olunacak ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.” 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “Öldürmek fiili:... Canavarca bir his sevki ile veya işkence ve tazip ile ika edilirse,...fail, idam [Bu ibare, 5218 sayılı Kanun'un maddesi ile ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis olarak değiştirilmiştir.] cezasına mahkûm edilir.” 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Katil kastiyle olmıyan darp ve cerh veya bir müessir fiilden telefi nefis husule gelmiş olursa fail, 448 inci maddede beyan olunan ahvalde sekiz, 449 uncu maddede yazılı ahvalde on ve 450 nci maddede muharrer ahvalde on beş seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapse mahküm olur.” 5237 sayılı Kanun'un “Zaman bakımından uygulama” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” 5237 sayılı Kanun'un “Dava zamanaşımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası;a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,...Geçmesiyle düşer.” 5237 sayılı Kanun'un “Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hallerde; izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne veya kanun gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılıncaya kadar dava zamanaşımı durur. (2) Bir suçla ilgili olarak;a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,Halinde, dava zamanaşımı kesilir. (3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar. (4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.” 5237 sayılı Kanun'un “Nitelikli haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kasten öldürme suçunun;...b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,...İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un “İşkence” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.... (6) Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez.” 5237 sayılı Kanun'un “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence” kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: “İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9957 | Başvuru, gözaltı sırasında kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mazbut vakfın galle fazlasından vakfedenin kadın alt soylarının yararlanamaması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 3/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2018/14294 ve 2018/14297 numaralı bireysel başvuru dosyaları konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2018/14186 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, 2018/14294 ve 2018/14297 numaralı bireysel başvuru dosyaları kapatılmış, inceleme 2018/14186 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 19/10/2021 tarihinde yapılan toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Ayşe Tezel, Hatice Demir ve Elif Kanak sırasıyla 1965, 1970 ve1973 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucular 15/4/2013 tarihinde ölen Z.Y.nin çocuklarıdır. Başvurucular 18/1/1722 tarihli vakfiye ile kurulan ve Burduroğlu İbrahim'in Menzili ve Dükkanları Vakfı olarak bilinen "El-Hac Ebubekir ve İbrahim Beşe bin Topal Mehmet Ağa Vakfı"nın (Vakıf) vakfedeninin alt soylarıdır. Söz konusu Vakıf zürri bir vakıftır. Vakfın vakfiyesine göre vâkıfın ölümünden sonra batın tertibi üzere erkek evlatları eşit olarak mutasarrıf olacak, erkek evlatlarından kimse kalmaz ise veraset tertibi üzere kız evlatları mutasarrıf olacaktır. Vakıf bir mazbut vakıf olarak Vakıflar Genel Müdürlüğünün yönetiminde bulunmaktadır. Başvurucuların murisi Z.Y. 25/9/2012 tarihinde Adana Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) galle fazlasından yararlanmaya müstahak batn-ı evvel evladı olduğunun tespiti için Vakıflar Genel Müdürlüğüne karşı dava açmıştır. Dava dilekçesinde, davacının erkek kardeşi Y.Ç.nin açtığı davada Adana Asliye Hukuk Mahkemesinin 18/10/2005 tarihli kararıyla Vakfın galle fazlasından yararlanmaya müstahak olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Dilekçede, Adana Asliye Hukuk Mahkemesindeki yargılamaya sunulan ve Prof. Dr. K.G. tarafından düzenlenen bilirkişi raporuna atıfla kız alt soyların da galle fazlasından yararlanması gerektiği ileri sürülmüştür. Davalı idare, sunduğu cevap dilekçesinde Vakfın vakfiyesi incelendiğinde batın şartının bulunduğunun ve galle fazlasından sadece erkek evladın yararlanabileceğinin anlaşıldığını belirtmiştir. Cevap dilekçesinde, mevcut hâlde batın tertibi uyarınca galle fazlasına göre yararlanan erkek evlatların isimleri sayıldıktan sonra bu hâliyle kız evlatların galle fazlasından yararlanmasının mümkün olamayacağını ifade etmiştir. Başvurucuların murisi dava devam ederken 15/4/2013 tarihinde ölmüştür. Mirasçıların 14/1/2014 tarihli dilekçeyle davayı takip istekleri üzerine yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme 7/3/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, Vakfın vakfiyesine atıfta bulunularak vakfedenin erkek evlatları mevcut olduğundan kız evlatların galle fazlasından yararlanmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca ölenin çocuklarının annelerinin açtığı davada galle fazlasından yararlanma isteğinde bulunamayacakları ancak kendilerinin açacağı davada galle fazlasından yararlanmayı isteyebilecekleri ifade edilmiştir. Mirasçılar karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, vakfiyenin "Tahsisat" hanesine değil "Galle Fazlası/Evlat ile İlgili Hükümler" hanesine bakılması gerektiği, anılan hanenin de boş olduğu belirtilmiştir. Dilekçede, vakfiyenin anılan hanesinin boş olduğu gözetildiğinde eşitlik ilkesi gereğince her evladın eşit pay alması gerektiği savunulmuş; mahkeme kararının eşitlik ve hakkaniyet ilkelerine uygun olmadığı iddia edilmiştir. Mirasçılar tarafından talep edilen hakkın şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olmadığının ileri sürüldüğü dilekçede, galle fazlası alacağı talep hakkına ilişkin olarak açılan davaya mirasçılar tarafından devam edilebileceği ifade edilmiştir. Davalı idarece sunulan cevap dilekçesinde; galle fazlasına müstahak olunmasına ilişkin talep hakkının şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğu, başvurucuların ayrı bir dava açmaları gerektiği savunulmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 13/10/2015 tarihinde mahkeme kararını onamıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 21/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucular 4/4/2018 tarihinde kararı öğrendiklerini belirtmiştir. Mahkemenin Anayasa Mahkemesine gönderdiği 22/5/2021 tarihli yazıda Yargıtay kararının başvuruculara tebliğ edilmediği bildirilmiştir. Başvurucular 3/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 29/5/1926 tarihli ve 864 sayılı mülga Kanunu Medeninin Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"Kanunu medeninin meri olmağa başladığı tarihten evvelki hâdiselerin hukukî hükümleri, mezkûr hâdiselerin hangi kanun meri iken vaki olmuş ise yine o kanuna tâbi kalır.Binaenaleyh 4 teşrinievvel 1926 tarihinden evvel vukubulmuş olan muamelelerin hukukan lâzimülifa olup olmamaları ve neticeleri, mezkûr tarihten sonra dahi, vukuları zamanında meri olan kanunlara tevfikan tayin olunur. Bilakis 4 teşrinievvel 1926 tarihinden sonra vukubulmuş olan hâdiseler, kanunda muayyen olan müstesnaları mahfuz kalmak şartile, kanunu medeninin hükmüne tabidir." 864 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Kanunu Medeninin meriyete vaz`ından mukaddem vücude getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.Kanunu Medeninin meriyete vaz`ından sonra vücude getirilecek tesisler, Kanunu Medeni ahkamına tabidir." 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun maddesi kabul edildiği şekliyle şöyledir:"4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş vakıflardanA - Bu kanundan önce zaptedilmiş bulunan vakıflar,B - Bu kanundan önce idaresi zaptedilmiş olan vakıflar,C - Mütevelliliği bir makama şartedilmiş olan vakıflar,Ç - Kanunen veya filen hayrî bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,D - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şartedilmiş vakıflar, Vakıflar umum müdürlüğünce idare olunur. Bunların hepsine birden (Mazbut vakıflar) denir.A - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerine şartedilmiş vakıflar,B - Cemaatlarca idare olunan vakıflar,C - Bazı sanat sahihlerine mahsus vakıflar,Mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından idare olunur. Bunların hebsine birden (Mülhak vakıflar) denir.Mütevelliler ve seçilmiş heyetler, vakıflar umum müdürlüğünün ve umum müdürlük de, idare meclisinin kontrolü altındadır." 2762 sayılı mülga Kanun'un yürürlükten kaldırıldığı tarihteki maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(Değişik: 28/6/1938-3513/1 md.) 4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş vakıflardanA - Bu kanundan önce zabtedilmiş bulunan vakıflar,B - Bu kanundan önce idaresi zabtedilmiş olan vakıflar,C - Mütevelliği bir makama şartedilmiş olan vakıflar,D - Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,E - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şart edilmiş vakıflar,Vakıflar Umum Müdürlüğünce idare olunur. Bunların hepsine birden (Mazbut vakıflar) denir. (Değişik: 31/5/1949-5404/1 md.) Mütevelliliği vakfedenlerin fer`ilerine şart edilmiş vakıflara (Mülhak Vakıflar) denir. Bunlar mütevellileri tarafından idare olunur.Mütevelliler Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve Genel Müdürlük de İdare Meclisinin kontrolü altındadır....Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.Bir malvarlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir. (İptal üçüncü fıkra: Anayasa Mahkemesi’nin 17/4/2008 tarihli ve E.2005/14, K.2008/92 sayılı kararı ile)Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz." 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulanma Şekli Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları, bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir.Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra gerçekleşen olaylara, Kanunda öngörülmüş ayrık durumlar saklı kalmak kaydıyla, Türk Medenî Kanunu hükümleri uygulanır." 4722 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Türk Kanunu Medenîsinin yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş bulunan vakıflar hakkında yürürlükte olan özel hükümler saklı kalmaya devam eder.Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine göre kurulmuş olan vakıflara, öncelikle Türk Medenî Kanunu hükümleri uygulanır. Ancak, kamu hukuku nitelikli özel hükümler saklıdır. " 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;...Vakıflar: Mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf vakıfları ile yeni vakıfları,Vakfiye: Mazbut, mülhak ve cemaat vakıflarının malvarlığını, vakıf şartlarını ve vakfedenin isteklerini içeren belgeleri,...Vakıf senedi: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre kurulan vakıfların, malvarlığını ve vakıf şartlarını içeren belgeyi,Mazbut vakıf: Bu Kanun uyarınca Genel Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıfları,Mülhak vakıf: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin soyundan gelenlere şart edilmiş vakıfları,...Galle fazlası: Mazbut ve mülhak vakıflarda, vakfın hayrat ve akarlarının onarımı ile vakfiyelerindeki hayrat hizmetlerin ifasından sonra kalan miktarı,...ifade eder." 5737 sayılı Kanun'un maddesine 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen beşinci fıkrası şöyledir:"Mazbut vakıflarda intifa hakları, galle fazlası almaya hak kazanıldığını gösteren mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren, vakfın son beş yıl içindeki malvarlığı, gelirleri ve giderleri ile sınırlı olmak ve galle fazlasının mevcudiyeti şartıyla Genel Müdürlükçe belirlenir. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Sözleşme'nin maddesi ise şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, mülkiyet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yerleşik içtihadına göre Sözleşme'nin maddesi, Sözleşme ve eki protokollerde yer alan diğer hak ve özgürlükleri tamamlayıcı bir nitelik taşımaktadır. Dolayısıyla sadece güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerden yararlanılması bağlamında uygulanan bu hakkın bağımsız bir şekilde uygulanabilmesi ise söz konusu değildir (Fâbian/Macaristan [BD], B. No: 78117/13, 15/12/2015, § 112; Rasmussen/Danimarka, B. No: 8777/79, 28/11/1984, § 29). Zira madde yalnızca Sözleşme’de bulunan hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından yapılan ayrımcılığı yasaklamaktadır (Gaygusuz/Avustralya, B. No: 17371/90, 16/9/1996, § 36). Bu sebeple bu hakkın ihlal edildiğine ilişkin şikâyet, Sözleşme’deki hangi hak veya özgürlük bakımından ayrımcılık yapıldığı iddiasını da içermelidir. Ancak başka bir Sözleşme maddesinin ihlal edildiğini iddia ve ispat etmek şart olmayıp başvurudaki uyuşmazlık konusunun Sözleşme'deki diğer maddelerin kapsamında olması gerekli ve yeterlidir (Rasmunssen/Danimarka, § 29). AİHM'e göre farklı muamele nesnel ve makul bir gerekçeye sahip olmaması hâlinde ayrımcı olarak nitelendirilir. Diğer bir deyişle meşru bir amaç taşımadığı veya kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmadığı tespit edilen farklı muamele, ayrımcılık oluşturur (Fabris/Fransa [BD], B. No: 16574/10, 7/2/2013, § 56). AİHM, taraf devletlerin başka koşullarda benzer durumlar teşkil eden farklılıkların değişik bir muameleyi gerektirip gerektirmediğinin ve ne ölçüde gerektirdiğinin değerlendirmesinde takdir yetkileri bulunduğunu kabul etmektedir. Bu takdir alanının kapsamı koşullara, olayın konusuna ve arka planına göre değişiklik gösterir (Stummer/Avusturya [BD], B. No: 37452/02, 7/7/2011, § 88). Özellikle ekonomik ve toplumsal stratejiye ilişkin genel tedbirlerin uygulanması söz konusu olduğunda devletin geniş bir takdir yetkisinin olduğu kabul edilmektedir (Hämäläinen/Finlandiya, B. No: 37359/09, 16/7/2014, § 109). AİHM; Sözleşme'nin maddesine ilişkin başvurularda, ölçülülük kriteri çerçevesinde izlendiği iddia edilen amacın önemi, bu amaca özgülenen ayrımcı müdahalenin başvurucunun mülkiyet hakkına müdahalesinin ağırlığı, ayrımcı müdahalenin amacın gerçekleştirilebilmesi için elverişli olup olmadığı, söz konusu amacın izlenebilmesi için ayrımcı müdahalenin yapılmasının zorunlu olup olmadığı, başvurucunun ayrımcı müdahaleden mağduriyetinin giderilmesi için devlet tarafından önlem alınıp alınmadığı gibi unsurları denetlemektedir. Ayrıca AİHM, meşru bir kamu politikasını destekleyen bir müdahalenin uygulamada kabul edilemez derecede geniş olup olmadığını veya bazı kişilere makul olanın ötesinde ya da aşırı bir yük yükleyip yüklemediğini saptamaya çalışmaktadır (Inze/Avusturya, B. No: 8695/79, 28/10/1987, §§ 44, 45; Thlimmenos/Yunanistan, B. No: 34369/97, 6/4/2000, § 47; Guberina/Hırvatistan, B. No: 23682/13, 22/3/2016, §§ 66-74; Fâbian/Macaristan, §§ 112-117). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi bütün muamele farklılıklarını değil yalnızca belirlenebilir nesnel veya kişisel vasıf farklılıklarını ya da biri diğerinden ayrılabilir statü farklılıklarını yasaklamaktadır. madde; diğerlerinin yanında cinsiyet, ırk ve mülk de dâhil olmak üzere statü oluşturan belirli gerekçeleri saymaktadır. Bununla birlikte Sözleşme'nin maddesinde yer alan listenin bu maddenin lafzında "herhangi başka bir durum" denilmekle sınırlı sayıda olmadığı kabul edilmektedir (Clift/Birleşik Krallık, B. No: 7205/07, 13/7/2010, § 55). AİHM diğer statü kavramının geniş bir anlamı olduğunu vurgulamıştır. Buna göre AİHM, öncelikli olarak Sözleşme'nin maddesinde sayılan bazı belirgin örneklerin bireyin doğuştan getirdiği özellikleri olması veya doğaları gereği bireyin kimliği veya kişiliğiyle ilgili olması bakımından (cinsiyet, ırk ve din gibi) kişisel olarak değerlendirilebilecek özelliklere ilişkin olmasına rağmen sayılan tüm gerekçelerin bu şekilde nitelendirilemeyeceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda AİHM, mülkiyetin içeriğine göre olan farklılıkların da yasaklanmış ayrımcılık gerekçelerinden biri olduğunu değerlendirmektedir (Clift/Birleşik Krallık, § 56). AİHM başvurucunun mülkünün tanınmasının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen ayrımcılık temellerinden birine dayanılarak tamamen veya kısmen reddedilmesinden dolayı mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak yapılan ayrımcılık yasağı şikâyetiyle ilgili başvurularda mülkün varlığı bağlamında uygulanacak testin ayrımcı uygulama olmasaydı başvurucunun ihtilaf konusu ekonomik değere ilişkin olarak ulusal hukukta icra edilebilir bir hakkının bulunup bulunmayacağı olduğunu belirtmektedir (Fabris/Fransa, § 52; Molla Sali/Yunanistan [BD], B. No: 20452/14, 10/12/2018, § 127). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14186 | Başvuru, mazbut vakfın galle fazlasından vakfedenin kadın alt soylarının yararlanamaması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; işe iade talebiyle açılan davada gerekçesiz karar verilmesi, duruşmalı temyiz talebinin incelenmemesi, benzer davalarda farklı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 29/2/2016 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, İstanbul Anadolu İş Mahkemesinin 20/7/2017 tarihli kararının istinaf denetiminden geçtikten sonra Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/3/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, gerekçesiz karar verilmesi, duruşmalı temyiz talebinin incelenmemesi, benzer davalarda farklı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarıyla Anayasa Mahkemesine 3/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18869 | Başvuru, işe iade talebiyle açılan davada gerekçesiz karar verilmesi, duruşmalı temyiz talebinin incelenmemesi, benzer davalarda farklı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucular Filit Yıldırım, Mayparoz Sever ve Savaş Yıldırım yönünden 15/1/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmiş; başvurucu Müşrika Yıldırım yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/9117, 2014/9123 ve 2014/9125 sayılı bireysel başvuru dosyaları konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/9116 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 1/1/1992 tarihinde Karlıova Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasında yerel Mahkemenin verdiği karar, Yargıtayın 3/5/2016 tarihli kararıyla onanmış ve onama kararı tebligat aşamasındadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9116 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; madencilik faaliyeti sonucu elde edilen malzemenin nakline izin verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, bu işlemin iptali talebiyle açılan davanın bozmaya uyma kararıyla oluşan usule ilişkin müktesep hakka dair itirazların değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Antalya'nın Konyaaltı ilçesi Boğaçayı mevkiinde bulunan 200 m² maden sahasının kum ve çakıl ocağı olarak kullanımına yönelik olarak mülga Taşocakları Nizamnamesi hükümleri uyarınca başvurucu Şirkete 10/11/1994 tarihinde üç yıl süreyle ruhsat verilmiştir. Anılan kum ve çakıl ocağı ruhsatının süresi 3/11/1997 tarihinde dolmuştur. Başvurucu, bu maden/ocak sahasında madencilik faaliyeti sonucunda ruhsat süresinin sona erdiği 3/11/1997 tarihinden önce çıkardığını ve -orman idaresinden kiraladığı başka bir sahaya naklederek- stokladığını iddia ettiği 721 m³ eleküstü dolgu malzemesinin nakliyesine izin verilmesi talebiyle 28/3/2011 tarihinde Antalya İl Özel İdaresi Çevre ve Koruma Kontrol Dairesi Başkanlığına (İdare) başvurmuştur. İdare, Mahalli Çevre Kurulu (Kurul) kararları ile Boğaçayı havzasında her türlü madencilik faaliyetinin yasaklandığı ve 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu'na göre alınmış 1 (a) grubu maden ruhsatı bulunmayan anılan sahada madencilik faaliyetine izin verilmesinin uygun görülmediği gerekçesiyle 21/4/2011 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu Şirketin kendilerine ait malzemenin Kurul kararları nedeniyle alınamadığını belirterek işlemin iptali talebiyle 20/6/2011 tarihinde Antalya İl Özel İdaresi aleyhine Antalya İdare Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davanın 19/7/2012 tarihinde reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:i. Başvurucu Şirket ile İdare arasında imzalanan taahhütnamenin maddesinde "hangi nedenle olursa olsun ruhsatname hitamında ocak üzerinde ihraç nakil edilmemiş mevad kaldığının tespiti ve iddiası ile ocaktaki ihracat veya sevkiyatın devamı için ne yolda olursa olsun idareden hiçbir şekilde hak talep etmeyeceği, ruhsatname hitamında veya her ne sebeple olursa olsun ruhsatnamenin iptali halinde aksine davranışlara sebebiyet verilerek ocak sahası üzerinde imal edilip mevad kaldığı takdirde bunların mülkiyet ve tasarruf hakkının özel idaresine ait olacağını kayıtsız şartsız kabul ve taahhüt ederim" düzenlemesine yer verildiği belirtilmiştir.ii. Başvurucu Şirketin mülga Taşocakları Nizamnamesi uyarınca aldığı kum ve çakıl işletmeciliği ruhsatının 3/11/1997 tarihinde süresinin dolduğu, bu tarihten sonra da 3213 sayılı Kanun uyarınca verilmiş bir ruhsat bulunmadığı vurgulanmıştır.iii. Öte yandan başvurucu Şirketin 3213 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca ruhsat süresi sonunda 6 ay içinde eleküstü malzemeyi almadığı belirtilmiştir.iv. Bununla birlikte Boğaçayı havzasındaki ocak ve tesislerin çevreye büyük ölçüde zarar verdiği, can ve mal güvenliği açısından sakınca yarattığı, deniz kirliliğine ve ekolojik dengenin bozulmasına neden olduğu, taşımacılık nedeniyle yerleşim alanlarına zarar verildiğinin mahallinde çalışma yapan komisyonun raporları ile tespit edildiği vurgulanmıştır. Bu raporlara dayanılarak söz konusu alandaki tüm tesislerin faaliyetlerinin 8/2/1995 ve 15/7/1998 tarihli Kurul kararları ile durdurulduğu izah edilmiştir. v. Sonuç olarak başvurucu Şirketin malzemesinin Kurulun 2011/05 sayılı kararıyla yasaklı bölge dışına çıkarılan alan içinde olmadığı ve ruhsat süresi 1997 yılında dolmasına rağmen 2006 yılına kadar faaliyette bulunan Şirketin Antalya Sulh Hukuk Mahkemesinin kararı ile bölgeden çıkarıldığı belirtilerek dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu Şirket tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Sekizinci Dairesince (Daire) 26/12/2013 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde özetle;i. Öncelikle söz konusu malzemeyi başvurucu Şirketin ruhsatlı faaliyette bulunduğu dönemde çıkarıp çıkarmadığına dair davalı tarafından dava dosyasına sunulan somut bir bilgi ve belge bulunmadığı vurgulanmıştır.ii. Ayrıca 2000 yılında başvurucu Şirketçe söz konusu sahada mevcut eleküstü malzemenin miktarının tespiti amacıyla yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda Antalya Asliye Hukuk Mahkemesince söz konusu sahada o dönemde 296 m³ malzeme bulunduğunun tespit edildiği ve bu durumun da nakliyesi talep edilen malzemenin 2000 yılına kadar olan sürede çıkarıldığını ortaya koyduğu belirtilmiştir. Öte yandan Şirketin ruhsat süresinin sona erdiği 1997 yılından bu tarihe (2000 yılı) kadar da ruhsatsız faaliyette bulunarak bu malzemeyi stokladığı yönünde herhangi bir tespit yapılmadığı açıklanmıştır.iii. Diğer taraftan davalı tarafça dosyaya sunulan belgelerden başvurucu Şirketin Boğaçayı havzasında farklı zamanlarda ruhsatsız olarak ve izin almadan faaliyette bulunarak malzeme çıkardığının anlaşıldığı ancak bu malzemenin davaya konu edilen eleküstü malzeme ile ilgisi olmadığı ifade edilmiştir.iv. Bununla birlikte davanın reddine dair kararda eleküstü malzemenin 3213 sayılı Kanun'un maddesinde ruhsat sahasından çıkarılan malzemenin altı aylık sürede ruhsat sahasından naklinin yapılması gerektiğinin düzenlendiğine işaret edilmiştir. Buna mukabil başvurucu Şirketin bu malzemeyi ruhsat sahasından çıkardıktan sonra ruhsat dışı farklı bir sahada depoladığı belirtilerek 3213 sayılı Kanun'un maddesinin somut olayda uygulanamayacağı açıklanmıştır. Davalının karar düzeltme talebi, aynı Daire tarafından 26/6/2014 tarihinde reddedilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak 11/9/2014 tarihinde bozma kararındaki gerekçelerle davanın kabulüne ve işlemin iptaline karar verilmiştir. Söz konusu karar, Dairece onanmış ancak 10/10/2017 tarihli karar düzeltme kararıyla onama kararı kaldırılmış ve bir kez daha bozma kararı verilmiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:i. Başvurucu Şirket tarafından Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tespit davasında sunulan bilirkişi raporunda, tespite konu yerin Taşkın Koruma ve Islah Projesi kapsamında yer aldığı ve başvurucunun gösterdiği yerlerde toplam 721 m³ malzeme bulunduğunun tespit edildiği ifade edilmiştir.ii. Başvurucu Şirkete mülga Taşocakları Nizamnamesi'ne göre verilen ruhsatın sona erdiği tarihten sonra stokta kalan malzemenin alınmasına yönelik hak sağlayan bir ruhsat olmadığı vurgulanmıştır.iii. Başvurucu Şirketin stok malzemenin işlenmesi konusunda 22/3/2002-22/3/2005 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan üç yıllık kira sözleşmesi süresinin sona erdiği belirtilmiştir. iv. 15/7/1998 tarihli Kurul kararında, hâlihazırda belli bir malzeme stoku olduğunu iddia eden tesislerin bu stoklarını en geç üç ay içinde Boğaçayı havzası dışına taşımalarına, bu süre içinde taşınmayan malzemelerin alana serilmesine karar verildiği izah edilmiştir.v. Her ne kadar ruhsat sahası dışına taşınmış olduğu iddia edilse de söz konusu malzemenin yine Kurul kararıyla yasaklanan bölgede kaldığı açıklanmıştır.vi. Diğer taraftan Boğaçayı havzasındaki ocak ve tesislerin çevreye büyük ölçüde zarar verdiği, can ve mal güvenliği açısından sakınca yarattığı, deniz kirliliğine ve ekolojik dengenin bozulmasına neden olduğu, taşımacılık dolayısıyla yerleşim alanlarına zarar verildiğinin mahallinde çalışma yapan komisyonun raporları ile tespit edildiği vurgulanmıştır. Bu raporlara dayanılarak söz konusu alandaki tüm tesislerin faaliyetlerinin 8/2/1995 ve 15/7/1998 tarihli Kurul kararları ile durdurulduğuna işaret edilmiştir. Davaya üçüncü kez bakan Mahkeme, ikinci bozma kararına uyarak 24/1/2018 tarihinde ikinci bozma kararındaki gerekçelerle davayı reddetmiştir. Başvurucu Şirket temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucu Şirket özetle;i. Usule ilişkin kazanılmış hak ile ilgili Yargıtay ve Danıştay kararlarına değinerek temyiz incelemesi sonucunda verilen bozma kararına uyulmak suretiyle verilen kararın Dairesince yeniden temyizen incelenmesinin mahkeme kararının bozma kararına uygun olup olmadığı, bir başka anlatımla bozma kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediğiyle sınırlı olduğunu vurgulamıştır.ii. Somut olayda karar düzeltme aşamasında usule ilişkin kazanılmış hakkın istisnasını oluşturan herhangi bir neden ileri sürülmemesine rağmen onama kararı kaldırılmak, aynı maddi olaya ve aynı mevzuat hükümlerine dayanılarak bu kez farklı bir sonuca varılmak suretiyle davanın reddini öngören bir hükme ulaşıldığını belirtmiştir.iii. Mahkemenin ilk bozma kararına uyarak verdiği kararın aksi yönünde karar vermesini ve usule ilişkin kazanılmış hakka aykırı olarak verilen son bozma kararına uymasını gerektirecek Şirket aleyhine yeni bir bilgi, belge olmadığı gibi hukuki ve fiilî durumda da herhangi bir değişiklik olmadığını ifade etmiştir. Aksine Şirket lehine verilmiş ve dava konusu malzemenin Şirkete ait olduğuna dair kesinleşmiş yargı kararının olduğunu izah etmiştir. Bu noktada Antalya Asliye Ceza Mahkemesinin malzemenin Şirkete ait olduğunu hüküm altına aldığını ve kararın kesinleştiğini vurgulamıştır. iv. Söz konusu stok malzemenin ruhsat kapsamında veya rüsum bedelini ödeyerek yahut tazminat davaları sonucu bedelini ödediği malzemenin nakliye, yükleme ve tüm masraflarını karşılayarak ruhsat sahası dışına çıkardığını ileri sürmüştür. Bu doğrultuda 3213 sayılı Kanun ve ilgili yönetmeliklerin ruhsat sahası dışında bulunan malzemenin nakledilmesi için herhangi bir izin ya da ruhsat alınmasının gerektiğine dair bir düzenleme içermediğini iddia etmiştir.v. 3213 sayılı Kanun'un maddesinin de somut olayda uygulanamayacağını, bu maddenin ruhsat sahasından çıkarılan malzemenin altı aylık sürede ruhsat sahasından naklinin yapılması gerektiğine ilişkin olduğunu oysa malzemeyi ruhsat dışı farklı bir sahada depoladığını öne sürmüştür. vi. Sözü edilen Kurul kararının Boğaçayı havzasında bulunan tesislerin faaliyetlerinin durdurulmasına ilişkin olduğunu, ortada kanuna uygun olarak çıkararak depoladığı malzemenin nakline engel bir Kurul kararı bulunmadığını dile getirmiştir. vii. Üç maden ocağının faaliyetini sürdürmesine rağmen ve talebi madencilik faaliyeti kapsamında olmamasına rağmen hiçbir teknik ve bilimsel değerlendirme yapılmaksızın çevreye, can ve mal güvenliğine zarar verileceği, deniz kirliliğine ve ekolojik dengenin bozulmasına sebebiyet verileceği gerekçesinin gerçeğe aykırı olduğuna değinmiştir.viii. Orman idaresi tarafından hukuka aykırı şekilde faaliyetinin engellendiğini ve Şirket yetkilisi hakkında Antalya Orman İşletme Müdürlüğüne bağlı görevlilerce 18/6/2016 tarihli Suç Zabıt Tutanağı tanzim edilerek soruşturma başlatıldığını izah etmiştir. Neticede Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının ormana ait kum ve çakıl naklettiğinden bahisle orman kadastro sınırları içinde işgal ve faydalanma suçundan başlattığı soruşturmada 6/1/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini ve kararın 10/3/2017 tarihinde kesinleştiğini ifade etmiştir. ix. Şirket yetkilisi hakkında 500 m²lik alanda orman alanlarının işgali, ormandan faydalanma ve orman içinde yerleşilmesi suçunu işlediği iddiası ile açılan davada Antalya Asliye Ceza Mahkemesince mahkûmiyet kararı ile birlikte 905 m² alan üzerindeki malzemenin müsaderesine karar verildiğini ve bu kararın da 12/7/2017 tarihinde kesinleştiğini belirtmiştir. Buna göre bu karar ile 905 m² alan haricinde yer alan tüm malzemenin kendisine ait olduğunun hüküm altına alındığını iddia etmiştir. x. Antalya Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığının kendisinden 26/2/2016 tarihli yazı ile söz konusu malzeme için devlet hakkı talep ettiğini belirtmiştir. Bu bağlamda 721 m³ malzemenin nakli gerçekleştirilen 000 m³lük kısmı için 604,80 TL, henüz nakledilmemiş 958,75 m³lük kısmı için ise 542,19 TL'nin ödenmesine ilişkin kararların kesinleştiğini açıklamıştır. xi. Antalya Valiliği tarafından da Şirkete ait olduğu kabul edilen ve devlet hakkı talep edilen malzeme ile ilgili olarak tesis edilen bu idari işlem ile başvuru konusu davanın konusuz kaldığını, Mahkemece karar verilmesine yer olmadığı yönünde karar verilmesi gerekirken davanın reddi yönünde verilen kararın hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir. Karar, Dairece 25/6/2018 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talebi ise 29/1/2019 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 15/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilen maddesinin (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:" Temyiz incelemesi sonucunda verilen bozma kararı üzerine ilgili merci, dosyayı öncelikle inceler ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.... Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde, bu kararın temyiz incelemesi, bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılır." 3213 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Madencilik ve müteakip safhalarındaki faaliyetler sırasında; cevher, metal veya ekonomik değer ihtiva eden, günün şartlarında teknik veya ekonomik değerlendirmesi mümkün olmayan pasa, zenginleştirme bakiye yığını ve cüruflar, çevre kirliliği açısından mahzur teşkil etmiyorsa geçirildikleri son işlemden çıktıkları şekliyle ayrı ayrı muhafaza edilir. Bu bakiye ve pasa yığınlarının miktarları, fizikî özellikleri, usulüne göre alınmış numunelerin analiz raporları ve döküm alanları, faaliyet raporları, plân ve haritalarda gösterilir.İşletme ruhsatının herhangi bir sebeple sona ermesi halinde, sahadan üretilmiş madenlerin, pasa, bakiye yığınları ve cürufların, ruhsat sahibince nakledilmesi için bu Kanunda zikredilen mücbir sebepler dışında altı aylık süre verilir. Bu süre içerisinde nakledilmeyen ve ekonomik değeri olan madenler valilik tarafından ihale edilerek satılır. Satıştan sağlanan gelir özel idareye aktarılır. Ekonomik değeri olmayan maddeler için 32 nci madde hükümleri uygulanır.Birinci fıkraya aykırı hareket edenlere işletme ruhsat taban bedeli kadar idari para cezası verilir."B. Danıştay İçtihadı Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 18/9/2019 tarihli ve E.2018/23, K.2019/616 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçesi yukarıda açıklanan mahkeme kararının iptale ilişkin kısmı aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş olup davalı idarenin temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir.Kararın redde ilişkin kısmına gelince:Kurulca ısrar kararı bozulan ilk derece idari yargı yerinin, bozma kararına uyup bu kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine kararda belirtilen hukuki esaslar doğrultusunda hüküm kurmaktan başka bir seçeneği bulunmamakta ve bu durumda lehine bozulan taraf açısından usuli kazanılmış hak oluşmaktadır. Ancak, uygulamada; kararda, maddi bir hatanın bulunması, yasada geçmişe etkili bir değişiklik yapılması, o konuda sonradan bir içtihadı birleştirme kararı alınması ve kamu düzenini ilgilendiren bir usul kuralı dikkate alınmadan karar verilmiş olması hallerinde ise usuli kazanılmış haktan söz edilemeyeceği kabul edilmektedir. Vergi Mahkemesince, Kurulumuzun 14/12/2016 tarihli bozma kararı uyarınca yeniden yapılan inceleme sonucunda davanın üç kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin iptali istemiyle açılan kısmının reddine, tekerrür nedeniyle arttırılan vergi ziyaı cezasının ise iptaline karar verilmiştir. Ancak, 25/07/2019 tarih ve 30842 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun E:2013/3, K: 2019/1 sayılı kararında mücbir sebep olmaksızın defter ve belgelerini incelemeye yetkili olan inceleme elemanlarına ibraz etmeyen katma değer vergisi mükellefleri adına yapılan cezalı tarhiyatlara karşı açılan davalarda, davacılar tarafından, vergilendirme dönemine ilişkin yasal defterler ve belgelerin mahkemeye sunulabileceğinin ileri sürülmesi halinde, bu defter ve belgeler davacıdan istenilip, defterlerdeki kayıtlar incelenip bu kayıt ve belgeler hakkında davanın diğer tarafı olan vergi idaresinin görüşü ve saptamaları da alınarak yapılacak hukuki değerlendirmeye göre karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun bu kararı gözetildiğinde salt, bozma kararına uyulmuş olmasından hareketle usuli kazanılmış hakkın varlığından söz edilemeyeceği tartışmasızdır. Bu durumda, vergi mahkemesince, davacının, dava dilekçesinde ibraz edebileceğini belirttiği defter ve belgelerin yeniden istenip, ibraz edilecek belgelerden vergi idaresi de haberdar edilerek, vergilendirmenin konusunu oluşturan katma değer vergisi indiriminin dayandığı faturalarda bu verginin ayrıca gösterilip gösterilmediği, belgelerin yasal defterlere usulüne göre kaydedilip edilmediği ve temsil ettiği hukuki muamelenin gerçek olup olmadığına ilişkin herhangi bir saptama yapılmadan verilen kararın redde ilişkin kısmında hukuka uygunluk bulunmamıştır...." Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 13/11/2019 tarihli ve E.2019/796, K.2019/956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Kararı, Kurulca bozulan ilk derece idari yargı yerinin, bozma kararına uyup bozma kararında gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine kararda belirtilen hukuki esaslar doğrultusunda hüküm kurmaktan başka bir seçeneği bulunmamakta ve bu durumda lehine bozulan taraf açısından usuli kazanılmış hak oluşmaktadır. Ancak, uygulamada; kararda, maddi bir hatanın bulunması, yasada geçmişe etkili bir değişiklik yapılması, o konuda sonradan bir içtihadı birleştirme kararı alınması ve kamu düzenini ilgilendiren bir usul kuralı dikkate alınmadan karar verilmiş olması hallerinde ise, usuli kazanılmış haktan söz edilemeyeceği kabul edilmektedir.Her ne kadar, Mahkemece, Kurulumuzun 26/12/2018 tarihli bozma kararı uyarınca yeniden yapılan inceleme sonucunda tahakkuklar yönünden davanın incelenmeksizin reddine, vergi ziyaı cezaları yönünden ise davanın reddine karar verilmiş ise de; Anayasa Mahkemesinin 27/02/2019 tarih ve B.No:2015/15100 sayılı Anayasanın maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki kararı ve Kurulumuzun bu konudaki içtihat değişikliği gözetildiğinde salt, bozma kararına uyulmuş olmasından hareketle usuli kazanılmış hakkın varlığından söz edilemeyeceği tartışmasızdır.Vergi dairelerinin, beyanların düzeltilmesine yönelik müeyyideli yazıları üzerine, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannameleri üzerinden yapılan vergi tarhiyatlarına ve cezalara karşı açılan davaların esası incelenmeden reddedilmeleri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular üzerine Anayasa Mahkemesi, anılan kararıyla; başvurucuların mülkiyet haklarına müdahale teşkil eden vergilendirme işlemlerinin yargı yoluyla denetlenebilmesi imkanına sahip olamadıkları, dolayısıyla derece mahkemelerinin 213 sayılı Kanunun maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hukuk kuralını, düzeltme beyannamesine ihtirazi kayıt konulmasının dava açma hakkı vermeyeceği şeklinde yorumlamasının -sürecin bütününe bakıldığında- başvurucuların, müdahalenin hukuka aykırı olduğuna yönelik iddia ve itirazlarını etkin bir biçimde sunamaması sonucuna yol açtığı, buna göre somut olayda mülkiyet hakkının öngördüğü usul güvencelerinin sağlanamamasından dolayı müdahalenin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu sonucuna ulaşıldığı, başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu gerekçesiyle Anayasanın maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Davalı idarenin davacının beyanlarının düzeltilmesine ilişkin müeyyideli yazısına istinaden davacı tarafından verilen beyannameye konulan ihtirazi kayıt dava açma hakkı vereceğinden, aksi yöndeki mahkeme kararının davanın esası incelenerek bir karar verilmek üzere bozulması gerekmektedir...." Danıştay Yedinci Dairesinin 12/12/2016 tarihli ve E.2014/5251, K.2016/1701 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49'uncu maddesinin 3'üncü fıkrasında, vergi mahkemesi kararının, Danıştay tarafından, maddede belirlenen nedenlerden bozulması halinde, dosyanın kararı veren mahkemeye gönderileceği; mahkemenin dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceleyeceği ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar vereceği; 4'üncü fıkrasında da, mahkemenin bozmaya uymayarak eski kararında ısrar edebileceği hükümleri yer almıştır.İdari Yargılama Usulü Kanununun anılan maddesine göre; kararı, Danıştayın ilgili dava dairesince bozulan ilk derece idari yargı yerinin, bozma kararına uyarak gereğini yerine getirmekten ya da ilk kararında ısrar etmekten başka bir seçeneği bulunmamaktadır. İdari Mahkemelerin Danıştay Dairelerince verilen bozma kararına uyması sonucunda, Mahkemelerin, bozma kararında gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine kararda belirtilen hukuki esaslar doğrultusunda hüküm kurması gerekir. Mahkemenin bozma kararına uyması halinde, lehine bozulan taraf açısından usulî kazanılmış hak oluşur. Mahkemece, bozma kararına uyularak verilen kararda, başka bir hukuka aykırılık sebebi bulunsa dahi, bu husus artık bir bozma sebebi oluşturmaz. Ancak, uygulamada; kararda, maddi bir hatanın bulunması, yasada geçmişe etkili bir değişiklik yapılması, o konuda sonradan bir içtihadı birleştirme kararı alınması ve kamu düzenini ilgilendiren bir usul kuralı dikkate alınmadan karar verilmiş olması hallerinde ise, usulî kazanılmış haktan söz edilemeyeceği kabul edilmektedir....Her ne kadar, Mahkemece, Dairemizin bozma kararı uyarınca yeniden yapılan inceleme sonucunda karar verilmiş ise de; Anayasanın 40'ıncı maddesindeki düzenlemeye aykırı olarak, başvuru yolları ve süresi gösterilmeyen işlemin iptali istemiyle açılan davada, kamu düzenini ilgilendiren bir usul kuralı dikkate alınmaksızın karar verildiğinden, salt, bozma kararına uyulmuş olmasından hareketle usulî kazanılmış hakkın varlığından söz edilemeyeceği tartışmasızdır. Bu itibarla; davada süre aşımı bulunmadığından, aksi yolda verilen mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenle; temyiz isteminin kabulüne; mahkeme kararının bozulmasına" Danıştay Yedinci Dairesinin 24/3/2016 tarihli ve E.2014/2743, K.2016/3296 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Temyiz başvurusu; davacı adına tescilli serbest dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı bisikletlerin özel tüketim vergisine tabi olmadığından bahisle ihtirazi kayıtla yapılan beyan üzerine tahakkuk ettirilen özel tüketim vergisine vaki itirazın reddine ilişkin işlemin iptali ile ödenen tutarın faiziyle birlikte iadesine hükmolunması istemiyle açılan davada, işlemin iptali ile ödenen verginin yasal faiziyle birlikte davacıya iadesine hükmeden vergi mahkemesi kararının faize ilişkin hüküm fıkrasının, Danıştay Yedinci Dairesince bozulması üzerine, bozma kararına uymak suretiyle faiz istemini reddeden mahkeme kararının bozulması istemine ilişkindir.2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49'uncu maddesinin 3'üncü fıkrasında, vergi mahkemesi kararının, Danıştay tarafından, maddede belirlenen nedenlerden bozulması halinde, dosyanın Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderileceği; mahkemenin dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceleyeceği ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar vereceği; 4'üncü fıkrasında ise, mahkemenin bozmaya uymayarak eski kararında ısrar edebileceği hükme bağlanmıştır.İdari Yargılama Usulü Kanununun anılan maddesine göre; kararı, Danıştayın ilgili dava dairesince bozulan ilk derece idari yargı yerinin, bozma kararına uyarak gereğini yerine getirmekten ya da ilk kararında ısrar etmekten başka bir seçeneği bulunmamaktadır. İdari Mahkemelerin Danıştay Dairelerince verilen bozma kararına uyması sonucunda, Mahkemelerin, bozma kararında gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine kararda belirtilen hukuki esaslar doğrultusunda hüküm kurması gerekir. Mahkemenin bozma kararına uyması halinde, lehine bozulan taraf açısından usulî kazanılmış hak oluşur. Mahkemece, bozma kararına uyularak verilen kararda, başka bir hukuka aykırılık sebebi bulunsa dahi, bu husus artık bir bozma sebebi oluşturmaz. Ancak, uygulamada, kararda, maddi bir hatanın bulunması, yasada geçmişe etkili bir değişiklik yapılması, o konuda sonradan bir içtihadı birleştirme kararı alınması ve kamu düzenini ilgilendiren bir usul kuralı dikkate alınmadan karar verilmiş olması hallerinde ise, usulî kazanılmış haktan söz edilemez.4458 sayılı Gümrük Kanununun 216'ncı maddesinin dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan birinci cümlesinde, yetkili idareler tarafından, gümrük vergileri ile bunların ödenmelerine bağlı olarak tahsil edilmiş gecikme faizinin veya gecikme zammının geri verilmesinde idarece faiz ödenmeyeceği hükmüne yer verilmiş ise de, anılan düzenleme, benzer bir uyuşmazlık sebebiyle Mersin İkinci Vergi Mahkemesince Anayasa Mahkemesine gönderilen dosyanın incelenmesi sonucu, Anayasa Mahkemesinin 2014 gün ve E:2013/104; K:2014/96 sayılı kararıyla iptal edilmiştir.Her ne kadar, davacının faiz istemi hakkında, Mahkemece, Dairemizin bozma kararına uyulmak suretiyle yapılan inceleme sonucunda karar verilmiş ise de, Anayasa Mahkemesinin anılan kararının 2014 gün ve 29203 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe girmiş olması karşısında, salt, bozma kararına uyulmuş olmasından hareketle usulî kazanılmış hakkın varlığından söz edilemeyeceği açıktır.İdareyi, eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü tutan Anayasanın 125'inci maddesinin son fıkrası, yargı yeri kararı uyarınca iadesi gereken bir miktar paranın, İdarenin tasarrufunda kalan sürede ilgilisi tarafından tasarruf edilememesinden doğan zararın giderilmesini de kapsamaktadır. İadesi gereken tutar yönünden vergi idaresi ile davacı arasındaki ilişki, iadenin yargı kararıyla hüküm altına alınması nedeniyle yönetilen-idare ilişkisi olmaktan çıkarak, bir borç ilişkisine dönüşmüştür. Dolayısıyla, bu ilişkinin borçlusu tarafından alacaklısına, paranın tasarrufundan yoksun kalınan süre için, 1'inci maddesinde Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde hangi oranda faiz ödeneceğini düzenleyen, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümlerine göre faiz ödenmesi gerektiğinden, faiz isteminin reddine ilişkin mahkeme kararında isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulüne ve mahkeme kararının bozulmasına..." Yargıtay İçtihadı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 4/2/1959 tarihli ve E.1957/13, K.1959/5 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Temyizce bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş, sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usuli hükümdür. Bir cihetin bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet, açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz reddedilmiştir, yahut da onu hedef tutan, bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın Temyiz Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir boşama sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet dairece de bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de o konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usuli bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme, ne de Temyiz Mahkemesi halele uğratabilir. Zira umumi müktesep hakkın tanınması amme intizamı düşüncesiyle kabul edilmiş bir esastır. Lakin, vazife konusunda usuli müktesep hak prensibinin kayıtsız, şartsız tatbiki, usulün az önce anılan mutlak hükmünün değiştirilmesi neticesini doğuracaktır ki, sözkonusu maddenin yazılışı ve kanuna konuluş gayesi itibariyle böyle bir netice kaideten caiz görülemez. Ancak ileri sürülen vazifesizlik itirazının Temyiz Dairesine reddi ve kararın başka sebeplerden bozulması ve bozmaya uyulması halinde davanın yine vazifesizlik sebebiyle reddi yoluna gidilebilmesi, usul hükümlerinin esas gayesini haleldar edebilecek bir mahiyet arz edeceği cihetle haddizatında nadir olan böyle vaziyetlerde istisnai olarak kanunun maddesinin tatbikini kabul etmemek, menfaatlar vaziyetine gereği gibi uygun düşecektir. Netice;Kaide olarak usuli müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağına ve duruşmanın bittiği bildirilinceye kadar vazifesizlik kararı verebileceğine, birinci toplantıda 2/3 ekseriyet sağlanamaması sebebiyle 4/2/1959 günlü ikinci toplantıda ve mutlak ekseriyetle karar verildi." Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 9/5/1960 tarihli ve E.1960/21, K.1960/9 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Bir mahkemenin Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir, meğer ki bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli müktesep hak yahut usule ait müktesep hak denilmektedir. Usul Kanunumuzda bu şekildeki Usule ait müktesep hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Temyizin bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar gayesine dahi ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait müktesep hak müessesesi; usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve amme intizamıyla da ilgilidir.Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Temyiz Dairesinin ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan istikrarı zedeler ve hatta kararlara karşı umumi güveni dahi sarsar.Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli müktesep hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.4/2/1959 günlü ve E, 13, K/5 .sayılı içtihadı birleştirme kararında da belirtildiği üzere gerek Temyiz Mahkemesini, gerekse diğer mahkemeleri bağlayan usuli müktesep halk esasının müstesnası olarak mahkemenin vazifesizliğine karar verilebileceği, adı geçen kararda kabul edilmiştir. O halde, usule ait müktesep hak esası, bir birçok hukuk kaideleri gibi istisnaları bulunan kaidelerdendir.II - Temyiz Teşkilat Kanununun 6082 sayılı kanunla değiştirilmiş 8 inci maddesinin 5 inci fıkrasında (İçtihatların birleştirilmesi suretiyle verilen kararlar, emsali hadiselerde mahkemeleri bağlar) denilmektedir. Mahkemelerin elinde bulunan bütün işlere ve bu arada bozma kararına uyulduktan sonra karar bağlanıp aleyhine karar verilmiş olanın temyiz etmesi sebebiyle temyiz mahkemesinde bulunan işlere ve yine bozma kararına uyulduktan sonra mahkemelerce incelenmekte olan işlere yeni çıkan içtihadı birleştirme kararının tatbiki, bu maddenin herhangi bir istisna kabul etmeyen lafzına uygun düşecektir. Bundan başka, içtihadı birleştirme kararı, daire kararlarından daha doğru bir içtihada varmak için verilmiş bir karar olduğu cihetle onun mümkün olan her davaya tatbiki, usul kaideleriyle güdülen hakka varma gayesine dahi uygun olur. Nihayet, içtihadi birleştirme kararıyla kabul edilen afaki esasları tatbik ederek istikrarı sağlama prenisibinin sayısı belli hadiselerde feda edilmesinde de bu yolsuzluk düşünülemez ve bu şekilde bir tatbikat, adalete güveni sarsmak şöyle dursun bilakis bu güveni kuvvetlendirir. Demek ki söz konusu kanun hükmünün mümkün olan her hadiseye tatbiki ile müktesep hak esasının içtihadı birleştirme kararı karşısında gözönünde tutulmaması, o maddenin hem mutlak olan lafzına, hem de ruhuna uygun bulunacaktır.Şu ciheti açıklayalım ki, usuli müktesep hakka aykırı içtihadı birleştirme kararı çıkınca Temyiz Daireleri içtihadı birleştirmeye aykırı ve fakat usuli müktesep hakka uygun olan kararları bozacaklar, bozma kararı üzerine davayı incelemekte olan diğer mahkemeler dahi içtihadı birleştirme kararını kesin olarak öğrenince bozma kararıyla gösterilen yolu bırakarak içtihadı birleştirme kararı gereğince inceleme yapmaya başlayacak ve o karar gereğince hüküm vereceklerdir.III - Usule ait müktesep hakkın diğer bir şekli de bazı konuların Temyiz Dairesinin bozma kararının şümulü dışında kalarak kesinleşmesi ile meydana gelen şeklidir. Her ne kadar bu cihet, içtihadı birleştirmenin dışında kalmakta ise de, bu şimdiki kararda ileri sürülen gerektirici sebepler karşısında, bu içtihadı birleştirme ile kabul edilen hukuki esasın bu şekil müktesep hakların varlığı halinde de, tatbiki ileri sürülebilecektir. Netice;Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan bütün işlere tatbikinin gerekli olduğuna, 9/5/1960 günlü birinci toplantıda üçte ikiyi aşan ekseriyetle karar verildi." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20/12/2013 tarihli ve E.2013/23-131, K.2013/1681 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlığın doğduğu tarihte yürürlükte olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesi'nce verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesi'nce de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 1959 gün ve 1957/13-1960/5; 1960 gün ve 21/9 sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir. Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtayın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtayın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel güveni dahi sarsar.Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulu’nun 2004 gün ve E:2004/10-44, K:2004/19 sayılı ilamı).Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki, Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 5, İstanbul 2001, Sahife:4738 vd). Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir..." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20/12/2017 tarihli ve E.2017/5-2575, K.2017/1906 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Bilindiği üzere bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka usuli kazanılmış hak denilir.Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar. Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozma kararında gösterilen ilkelere aykırı bulunması, usule uygun olmadığından bozma nedenidir.Bozma kararı ile dava, usul ve yasaya uygun bir hale sokulmuş demektir. Bozma kararına uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre Yargıtay’ın bozma kararına uymuş olan mahkeme bu uyma kararı ile bağlıdır. Daha sonra bu uyma kararından dönerek direnme kararı veremez; bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak ya da gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır.Bir mahkemenin Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir, meğer ki bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli müktesep hak yahut usule ait müktesep hak denilmektedir. Usul Kanunumuzda bu şekildeki usule ait müktesep hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Temyizin bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar gayesine dahi ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait müktesep hak müessesesi; usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve amme intizamıyla da ilgilidir.Gerçekten mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Temyiz Dairesinin ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan istikrarı zedeler ve hatta kararlara karşı umumi güveni dahi sarsar. (1960 tarih 21/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı)Aynı ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2003 gün ve 2003/8-83 E., 2003/72 K.; 2010 gün ve 2010/9-71 E., 2010/87 K.; 2017 gün ve 2015/9-463 E., 2017/137 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nun 2004 gün ve 2004/10-44 E., 19 K.; 2010 gün ve 2010/4-40 E., 2010/54 K.).Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü – V, b İstanbul 2001, s 4738 vd).Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/11/2018 tarihli ve E.2016/22-388, K.2018/1607 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, Birinci Baskı 1976, sayfa:208). Burada belirtilen maddi yanılgı kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrarla maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır.O nedenledir ki; Yargıtay, bu güne değin maddi hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir. HGK'nın 2013 gün ve 2013/5-10 E.-2013/548 K., 2011 gün ve 2011/9-72 E.- 2011/99 K., 2011 gün ve 2011/9-101 E.- 2011/128 K., 2015 gün ve 2013/21-2361 E.-2015/1728 K., 2002 gün ve 2002/10-895 E.- 2002/838 K., 2003 gün ve 2003/21-425 E.-2003/441 K., 1995 gün ve 1995/19-819 E.-1995/1028K., 1995 gün ve 1995/9-348 E.-1995/556 K., 1986 gün ve 1984/2-714 E.-1986/246 K. ve 1986 gün, 1986/6-491 E.-1986/876 K. ve 1983 gün ve 1981/10-323 E.-1983/652 K. sayılı kararlarında da; maddi hataya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir. Bu husus, 1988 gün ve 1988/2-776 E.-1988/985 K. sayılı kararında '...Yargıtay bozma ilâmına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtay'ca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddi hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyle giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir...' şeklinde ifadesini bulmuştur.Öte yandan somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8'inci maddesinin son fıkrası uyarınca, iş mahkemelerince verilen kararlara ilişkin Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır. Ancak, maddi yanılgıya dayalı kararlar bu kuralın dışındadır. Onama ve bozma kararlarında açıkça maddi hatanın bulunması hâlinde dosyanın yeniden incelenmesi mümkündür. Zira, yukarıda da ifade edildiği gibi, maddi yanılgıya dayalı olarak verilmiş bulunan onama ve bozma kararları ile hatalı biçimde hak sahibi olmak evrensel hukukun temel ilkelerini ihlal edeceğinden, karşı taraf yararına sonuç doğurması olanaklı değildir.Ne var ki bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılarak delil değerlendirmesi sonucunda bir sonuca ulaşılmış ise, bu kararın yanlış olduğu ya da delillerin yanlış değerlendirildiği sonradan anlaşılsa bile bozmaya uyulması ile oluşan kazanılmış hakkın varlığı kabul edilmelidir. Bu durum HGK'nın 1988 gün ve 1988/2-776 E.-1988/985 K. sayılı kararında maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile usuli kazanılmış hak oluşmayacağına vurgu yapıldıktan sonra kararın devamında '...Burada şu husus belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılmış ve deliller belirli bir doğrultuda değerlendirilerek bir bozma kararı verilmiş ise, bu bozmaya uyulması halinde, bozma yapan Daire hukuki görüş değiştirse veya delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi burada maddi hatadan söz edilemeyeceğinden usulî kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir. Ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısı dışında hiç bir suretle başka biçimde yorumlanmayacak tartışmasız bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde usulî kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır...' şeklinde ifade edilmiştir. Aynı görüş HGK'nın 1988 gün ve 1988/1-249 E.-1988/28 K., 1989 gün ve 1989/12-539 E.-1989/662 K., 1990 gün ve 1990/1-450 E.-1990/608 K. ile 1994 gün ve 1993/17-889 E.-1994/123 K. sayılı kararlarında da aynen sürdürülmüştür....Bununla birlikte 1086 sayılı Kanun döneminde açılan işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkin bir davada verilen karara karşı karar düzeltme yolu kapalı olup maddi hata düzeltim isteminde bulunulması mümkün ise de, yukarıda belirtilen Hukuk Genel Kurulu kararlarında da açıklandığı üzere hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgıların bulunması gerekecektir...." Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 12/6/2020 tarihli ve E.2019/115, K.2020/31 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...İTİRAZIN KONUSU: 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilen maddesinin (4) numaralı fıkrasının Anayasa’nın , ve maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.... Usul hukukumuza ilk olarak Yargıtay içtihatlarıyla giren usuli kazanılmış hak ilkesi, idari yargılama usul hukukunda da Danıştay içtihatlarıyla kabul görmüş ve böylece yasal bir dayanağı bulunmadığı dönemde dahi uygulama alanı bulmuştur. Yargısal görev ve yetkileri ile inceleme yöntemlerinin niteliğinin farklılığına bağlı olarak anılan ilkenin uygulanma biçimi de ilk derece mahkemeleri ile temyiz mercileri yönünden değişiklik göstermektedir. Bu bağlamda “usuli kazanılmış hak ilkesi”, ilk derece mahkemeleri bakımından mahkemenin, bozma kararına uyması hâlinde artık bozma kararı doğrultusunda inceleme yapmak ve/veya hüküm vermek zorunda olmasını, ayrıca bozma kararı dışında kalan kısım hakkında yeniden inceleme yaparak karar verememesini; temyiz mercii yönünden ise bozma kararında belirtilen bozma gerekçeleriyle kendisinin de bağlı olmasını ve bozma kararı dışında kalan kısım hakkında tekrar inceleme yapamamasını ifade etmektedir. Bununla birlikte Yargıtay içtihatlarında usuli kazanılmış hak ilkesinin salt kavramsal tanımıyla bağlı kalınmak suretiyle anılan ilkenin uygulanmasında kategorik ve şekilci bir yaklaşımın sergilenmesinden kaçınıldığı, uyuşmazlığın özel koşullarının gözetilerek söz konusu ilkeye bazı istisnaların getirildiği görülmektedir. Bu bağlamda Yargıtay; kamu düzenini ilgilendiren bir usul kuralının dikkate alınmadan karar verilmiş olması, bozma kararının hukuki değerlendirme dışında tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta anlaşılabilecek kadar açık ve belirgin, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyecek ve çoğu kez tersine çevirecek, düzeltilmemesi kamu düzenini ve vicdanını zedeleyecek nitelikte bir maddi hataya dayanması, mahkemece bozma kararına uyulmasından sonra uyuşmazlığa uygulanma imkânı bulunan geçmişe etkili yeni bir kanunun yürürlüğe girmesi, aksi yönde bir içtihadı birleştirme kararının alınması, uygulanması gereken kanun hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi, tarafların feragat ya da kabul yönündeki irade bildirimlerinin dava dosyasına girmesi gibi durumlarda usuli kazanılmış hak ilkesini uygulamama yönünde bir içtihat geliştirmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E.2006/4-519, K.2006/527, 12/7/2006; E.1998/4-508, K.1998/553, 1/7/1998; Hukuk Dairesi E.2007/15786, K.2007/16333, 2/10/2007; Hukuk Dairesi E.1975/4974, K.1976/101, 14/1/1976). Bu kapsamda Danıştayın da ilgili Yargıtay kararlarına atıfta bulunarak usuli kazanılmış hak ilkesini yukarıda yer verilen istisnalarla ve idari yargılama usulünün özelliklerine uygun olmak kaydıyla uyguladığı anlaşılmaktadır (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu E.2007/2694, K.2010/1359, 7/10/2010; E.2006/149, K.2009/3386, 24/12/2009; Yedinci Daire E.2008/688, K.2009/2287, 30/4/2009; Dokuzuncu Daire E.2005/4442, K.2006/372, 16/2/2006). İçtihat hukukuyla gelişen ve idari yargıda yukarıda açıklanan şekilde bir uygulama zemini bulan usuli kazanılmış hak ilkesi 2014 yılında 2577 sayılı Kanun’a eklenen itiraz konusu kuralla yasal dayanağa kavuşmuştur.B. Anlam ve Kapsam Kanun’un maddesinin itiraz konusu (4) numaralı fıkrasında Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde bu kararın temyiz incelemesinin bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılacağı hükme bağlanmıştır. Buna göre kural, daha önce içtihat yoluyla benimsenen usuli kazanılmış hak ilkesinin temyiz incelemesi boyutuna ilişkin bir düzenleme getirmekte, bu itibarla temyiz merciini anılan ilkeyi uygulamakla yükümlü kılmaktadır. Kuralın uygulanmasının ön koşulu, Danıştay tarafından verilmiş bir bozma kararının bulunması ve mahkemece bu bozma kararına uyulmuş olmasıdır. Bozma kararlarının kural olarak iki kategoriye ayrılması mümkündür. Bunlardan ilkini, temyiz incelemesine konu kararın eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak verilmiş olması nedeniyle söz konusu noksanlığın tamamlanarak yeniden karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle verilen bozma kararları; ikincisini ise temyize konu kararla ulaşılan sonucun hukuka uygun olmaması nedeniyle verilen bozma kararları oluşturmaktadır. Eksik inceleme nedeniyle verilen bozma kararına uyularak söz konusu noksanlığın tamamlanmasından sonra davanın reddi ya da kabulü yolunda verilen kararın temyizen incelenmesinde, karar sonucu yönünden usuli kazanılmış hakkın oluştuğundan söz edilemeyeceği açıktır. Zira bu tür bozma kararları, Danıştayca nihai kararın hukuka uygunluğu hakkında henüz kesin bir değerlendirmenin yapılmadığı kararlardır. Buna karşılık Danıştayın nihai kararın hukuka uygunluğu hakkında kesin bir yargıda bulunduğu ve uygulamada kesin bozma olarak ifade edilen kararlar, sonucu itibarıyla usuli kazanılmış hak oluşturmaktadır.... Kuralın anlam ve kapsamıyla ilgili sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesi için onun yorumunda lafzıyla birlikte amacının da gözetilmesi gerekmektedir. Amaçsal yorum yöntemi ise kurala bir anlam yüklenirken o kuralda öngörülen düzenlemenin getirilme sebebinin ve koşullarının da gözönünde bulundurulmasını gerekli kılar. Bu bağlamda Danıştayın geçmişteki uygulamalarına bakıldığında yargılama sürecinde maddi ve hukuki koşullarda herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen heyet oluşumunun değişmesi, heyetin görüş değiştirmesi ya da aynı mevzuat hükmünü farklı şekilde yorumlaması gibi nedenlerle bozma kararının aksi yönünde kararlar verilebildiği görülmektedir. Bu uygulamaların ise zaman zaman davaların makul kabul edilemeyecek kadar uzadığı ve dahası kişilerin yargı kararlarına olan güveninin zedelendiği hukuki bir belirsizlik ortamının oluşmasına sebebiyet verdiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın getirilmesinde bu tür olumsuz durumların ortadan kaldırılması yönündeki ihtiyacın önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Bununla birlikte kuralın söz konusu ihtiyacın giderilmesine hizmet ederken hukukun üstünlüğü ilkesini dışladığından, başka bir deyişle usuli kazanılmış hak ilkesinin gerektiğinde hukukun üstünlüğü ilkesi feda edilerek her durum ve koşulda, istisnasız bir şekilde uygulanma kabiliyetine sahip olmasını öngördüğünden veya bu sonucu amaçladığından söz edilemez. Bu itibarla kurala içtihat yoluyla birtakım istisnalar getirilebilmesinin mümkün olduğu, ancak her hukuki sebebin de bu kuralın istisnası olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Kuralın uygulamalarına bakıldığında Danıştayın idare ve vergi mahkemeleri ile bölge idare mahkemelerince bozmaya uyulması üzerine yeniden verilen kararlara karşı yapılan temyiz başvurularını, kurala atıfta bulunarak sadece bozma kararındaki esaslara uyulup uyulmadığı yönünden incelemek suretiyle gerçekleştirdiği (Sekizinci Daire E.2017/7664, K.2019/7741, 24/9/2019; Dokuzuncu Daire E.2016/9129, K.2019/3501, 11/9/2019; Yedinci Daire E.2019/4456, K.2019/5840, 6/11/2019; E.2017/973, K.2019/5926, 11/11/2019; Onuncu Daire E.2017/2756, K.2019/3895, 14/5/2019; E.2019/8145, K.2019/9024, 2/12/2019); bununla birlikte tıpkı içtihada dayalı uygulama döneminde olduğu gibi anılan ilkeyi mutlak olarak yorumlamadığı ve yine idari yargının niteliğini, amacını, ilkelerini dikkate alarak birtakım istisnalarının olabileceğini kabul ettiği, bu bağlamda, kanunda geçmişe etkili bir değişiklik yapılması, o konuda sonradan bir içtihadı birleştirme kararının alınması, Anayasa Mahkemesince kanun hükmünün iptal edilmesi, kamu düzenini ilgilendiren bir usul kuralı dikkate alınmadan karar verilmiş olması, Anayasa Mahkemesince bireysel başvuruda aynı konuda hak ihlaline karar verilmesi gibi durumlarda bozma kararına uyularak verilen mahkeme kararları hakkında yeniden bozma kararları verdiği görülmektedir (Vergi Dava Daireleri Kurulu E.2018/23, K.2019/616, 18/9/2019; E.2019/796, K.2019/956, 13/11/2019; Yedinci Daire E.2014/5251, K.2016/1701, 12/2/2016; E.2014/2743, K.2016/3296, 24/3/2016). Bu itibarla kural, mahkemece bozma kararına uyulmasıyla birlikte taraflardan biri lehine ortaya çıkan hukuki sonucun -söz konusu tarafın bu sonucun devam etmesi yönündeki beklentisinin korunmamasını haklı ve zorunlu kılacak bir sebep bulunmadığı sürece- temyiz merciince değiştirilememesini ifade etmektedir. Dolayısıyla kural, yargılama sürecinde maddi ve hukuki koşullarda herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen heyet oluşumunun değişmesi, heyetin görüş değiştirmesi ya da aynı mevzuat hükmünü farklı şekilde yorumlaması gibi nedenlerle bozma kararının aksi yönünde kararlar verilmesine engel teşkil etmektedir.... Bu çerçevede, Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde bu kararın temyiz incelemesinin bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılmasını öngören kuralın taraflardan birinin ileri sürdüğü ya da resen tespit edilen delillerin, hukuk kurallarının ya da iddia ve savunmaların temyiz mercii tarafından değerlendirilmesine ve hükme esas alınmasına engel teşkil edebilecek ve dolayısıyla bir aşamadan sonra yargılamanın taraflarından birinin diğerine göre zayıf duruma düşmesine yol açabilecek nitelikte olması sebebiyle adil yargılanma hakkına sınırlama getirdiği anlaşılmaktadır.... Yukarıda yer verilen Anayasa kuralları birlikte değerlendirildiğinde Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde bu kararın temyiz incelemesinin bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılacağını öngören yargılama usulüne ilişkin itiraz konusu kuralın hukuki istikrarı, belirlilik ve öngörülebilirliği sağlamak, yargı kararlarına olan güveni ve bu kararlardan doğan haklı beklentileri korumak, davaların daha az giderle ve makul bir süre içinde kesin hükme bağlanmasını sağlamak suretiyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gerekleri olan hukuki güvenliği ve kamu yararını gerçekleştirme şeklinde meşru bir amaca yönelik olduğu anlaşılmaktadır.... Bununla birlikte yargı içtihatlarıyla kabul edilmiş olan usuli kazanılmış hak ilkesini hukuki güvenliği sağlama ve kamu yararını gerçekleştirme amacıyla kanun hükmü niteliğine kavuşturan kanun koyucunun yukarıda belirtilen meşru amaçlarla ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacak şekilde yargılamanın hakkaniyet, hukukun üstünlüğü gibi ilkelerin görmezden gelinerek ya da temel hak ve özgürlükler ihlal edilerek sonuçlandırılması yolunda bir iradesinin varlığından söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla kural, yargı yerlerince usuli kazanılmış hak ilkesinin uygulanmasında hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı ilkeleri gereğince içtihat yoluyla istisnai durumlar öngörülebilmesine engel teşkil etmemektedir. Aksi yönde bir kabulün hukuki güvenlik ilkesinin öz değil sadece şekil itibarıyla korunması anlamına geleceği gibi temel görevi adaleti tesis etmek olan yargı mercilerinin varlık sebebiyle de bağdaşmayacağı açıktır. Belirtilen hususlar dikkate alındığında sınırlama ile ilgililere orantısız bir külfet yüklenmediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla kural, adil yargılanma hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirmemektedir. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın ve maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17103 | Başvuru, madencilik faaliyeti sonucu elde edilen malzemenin nakline izin verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, bu işlemin iptali talebiyle açılan davanın bozmaya uyma kararıyla oluşan usule ilişkin müktesep hakka dair itirazların değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, 6/12/2004 tarihinde Bursa Asliye Ticaret Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığını, yürürlükteki yasaların dava konusu uyuşmazlığa uygulanmadığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmişler, yeniden yargılama yapılmasını veya tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 27/11/2013 tarihinde Bursa Asliye Ticaret Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 4/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 6/12/2004 tarihinde, ortakları oldukları şirketin yönetim kurulu başkanının, işçi alacakları nedeniyle şirket aleyhine icra yoluna başvurulmasının ardından diğer ortakları bundan haberdar etmeden söz konusu alacakları şahsen ödeyerek temlik aldığını, bu duruma istinaden kendini alacaklı, şirketi borçlu kılarak icra takiplerine devam ettiğini, ilerleyen aşamalarda şirketin tek gayrimenkulünü icra yolu ile gerçek değerinin çok altında sattırdığını, bu şekilde hileli işlemler sonucu şirketi zarara uğrattığını belirterek, Bursa Asliye Ticaret Mahkemesinde şirket yönetim kurulu başkanı aleyhine tazminat davası açmışlardır. Bursa Asliye Ticaret Mahkemesi, 27/5/2009 tarih ve E.2004/946, K.2009/216 sayılı kararı ile davalı yönetim kurulu başkanının, davaya konu taşınmazın satışına neden olan şirket borçlarını diğer ortaklara bildirmediğini, ayrıca taşınmazın rayiç değerinin çok altında bir fiyat ile satıldığını, bu nedenle aradaki farktan davalının sorumlu olduğunu belirtmiş ve davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonucunda ise Yargıtay Hukuk Dairesi, 16/6/2011 tarih ve E.2009/14436, K.2011/7339 sayılı ilâmı ile davalı yönetim kurulu başkanının, şirket yöneticisi olarak değil, alacağı temlik alan sıfatı ile hareket ederek yasal haklarını kullandığını, bu nedenle herhangi bir sorumluluk altında olmadığını belirterek, İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Aynı Daireye başvurucular tarafından yapılan karar düzeltme istemi, 13/12/2011 tarih ve E.2011/13510, K.2011/16898 sayılı ilâm ile reddedilmiştir. Bozma kararı üzerine dosyanın tevzi edildiği Bursa Asliye Ticaret Mahkemesi bozmaya uyarak, 1/3/2012 tarih ve E.2012/16, K.2012/49 sayılı kararı ile Yargıtay bozma ilamında belirtilen gerekçelere dayanarak davayı reddetmiştir. Başvurucuların kararı temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 2/5/2013 tarih ve E.2012/9145, K.2013/8924 sayılı ilâmı ile kararı onamış, karar düzeltme istemini de 19/9/2013 tarih ve E.2013/11591, K.2013/16162 ilâmı ile reddetmiştir. Bu karar, başvuruculara 1/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 27/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvuru dosyası üzerinde yapılan incelemede başvuruculardan Saniye Keskin’in 9/2/2014 tarihinde vefat ettiği tespit edilmiş, Anayasa Mahkemesince, başvurucular vekiline vefat eden başvurucu adına mirasçılarının başvuruya devam edip etmeyecekleri sorulmuş, başvurucular vekili, 20/10/2014 tarihli dilekçe ile, vefat eden başvurucu Saniye Keskin’in geriye tek mirasçı olarak bir diğer başvurucu olan oğlu Mustafa Esen’i bıraktığını, Mustafa Esen’in de murisi adına başvuruya devam ettiğini bildirmiştir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 29/6/1956 tarih ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun maddesi şöyledir: “İdare meclisi azaları şirket namına yapmış oldukları mukavele ve muamelelerden dolayı şahsan mesul olamazlar. Ancak aşağıda yazılı hallerde gerek şirkete gerek münferit pay sahiplerine ve şirket alacaklılarına karşı müteselsilen mesuldürler. Hisse senetleri bedellerine mahsuben pay sahipleri tarafından vukubulan ödemelerindoğru olmaması; Dağıtılan ve ödenen karpaylarının hakiki olmaması; Kanunen tutulması gereken defterlerin mevcut olmaması veya bunların intizamsız birsurette tutulması; Umumi heyetten çıkan kararların sebepsiz olarak yerine getirilmemesi; Gerek kanunun gerek esas mukavelelerinin kendilerine yüklediği sair vazifelerin kasden veya ihmal neticesi olarak yapılmaması. …” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8611 | Başvurucular, 6/12/2004 tarihinde Bursa Asliye Ticaret Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığını, yürürlükteki yasaların dava konusu uyuşmazlığa uygulanmadığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmişler, yeniden yargılama yapılmasını veya tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi ve aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.2019/23950 ve 2019/23953 başvuru numaralı dosyalar 2019/23903 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23903 | Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi ve aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereğine aykırı olarak hapis cezasının infazına devam edilmesi, tutukluluk süresinin makul olmaması, infazın durdurulmasına ilişkin taleplerin reddine dair kararlara vaki itirazların dosya üzerinden incelenmesi ve bu incelemede Cumhuriyet savcısı görüşünün mahpus ile müdafiine bildirilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Hakkında Yürütülen Ceza Yargılamasıyla İlgili Süreç Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başlatılan soruşturma kapsamında Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) terör örgütüne üye olma suçundan 5/10/2004 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı mülga Kanun ile görevli) tarafından tutuklanmıştır. Başsavcılığın 15/3/2005 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma, silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesince (Ceza Mahkemesi) yapılan yargılama neticesinde 28/8/2012 tarihli kararla başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesince yapılan temyiz incelemesi sonunda anılan hüküm onanmış ve böylece başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir. Başvurucu, hakkında verilen mahkûmiyet kararının infazı kapsamında Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutulmaktadır. Başvurucu, hakkındaki yargılama devam ederken tutukluk süresinin uzun olduğu iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuru (B. No: 13681/10) yapmıştır. Başvurucunun şikâyetini suç isnadına bağlı tutma yönünden inceleyen AİHM, Hükûmetin tek taraflı deklarasyonuna istinaden başvuruyu kayıttan düşürmüştür.B. Anayasa Mahkemesince Verilen İhlal Kararı ve Bu Karar Üzerine Yapılan Yeniden Yargılamayla İlgili Süreç Başvurucu, hakkında yürütülen yargılamaya ilişkin şikâyetlerini bireysel başvuruya(B. No: 2013/7011) konu etmiştir. Bahsi geçen başvuruda başvurucu, başka ihlal iddiaları yanında duruşmada dinlenmeyen tanıkların beyanlarına dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulduğunu öne sürmüştür. Anayasa Mahkemesi 5/11/2015 tarihinde yaptığı incelemede Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan tanık sorgulama hakkının ihlal edildiğine, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir (anılan kararda bkz. §§ 54-74, 91). Kararın ilgili kısmı şöyledir: “... Somut başvuruda, başvurucu hakkında 12/4/2003 tarihli kolluk ifadesinde başvurucunun örgüt yöneticisi olup İstanbul’daki yasa dışı silahlı örgüt MLKP’ye ait üç hücreden ikincisinin komutanı olduğu ve kuyumcuya yönelik silahlı gasp olayında da bizzat olay yerinde olduğu yönünde ifade veren A.A. isimli tanığın, daha sonra sanık olarak yargılandığı İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2003/213 sayılı dosyasının duruşmasında, başvurucu aleyhine kollukta verdiği ifadesinin işkence altında alındığını belirterek kolluk ifadesini reddettiği anlaşılmıştır.... Başvurucu hakkındaki gerekçeli karar incelendiğinde adı geçen tanığın (A.A.) beyanlarının dışında, mahkûmiyet hükmüne esas olarak başka dosyalarda sanık konumunda bulunan şahısların başvurucu aleyhine verdiği ifadelerin de delil olarak kabul edildiği görülmüştür. Ancak bu tutanak ve belgelerden sanık (başvurucu) aleyhine sonuç çıkarma (atılı suçlar ile başvurucu arasında bağ kurma) anılan sanık beyanlarıyla olmuştur. Söz konusu beyanlar ise soruşturma aşamasında polis nezdinde şüpheli sıfatı ile verilen beyanlardır. İlk Derece Mahkemesi, bu kişileri duruşmaya çağırarak dinlemek yerine, ifadelerinin dosyaya konulmasıyla yetinmiştir. Söz konusu şahısların birçoğu yargılandıkları mahkemelerde yaptıkları savunmalarda hazırlık beyanlarının baskı ve zorlama altında alındığını ileri sürerek bu beyanlarını kabul etmemişlerdir. Başvurucu aleyhinde beyanlarını sürdüren tanık A.H.B. ise pişmanlık yasasından yararlanmış ve cezasından indirim yapılmıştır. Başvurucu, duruşmalar safahatında (kovuşturma evresinde) ve temyiz dilekçesinde, aleyhinde beyanda bulunan bu sanıkların duruşmada dinlenilmesi yönünde talep ve itirazlarını dile getirmiştir. İlk Derece Mahkemesi, bu talepleri gerekçesiz olarak reddetmiş; Yargıtay, başvurucunun temyiz dilekçesinde bildirdiği bu taleplerle ilgili bir değerlendirme yapmaksızın yerel mahkeme kararını onamış ve başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşmiştir.... Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, hükme esas aldığı beyanların sahipleri olan tanıkların duruşmada dinlenmesi için hiçbir girişimde bulunmamıştır. Dolayısıyla bu tanıkların 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasında sayılan ve duruşmada dinlenmesi yerine önceki beyanlarının okunması ile yetinilebilecek tanıklar olup olmadığı araştırılmamıştır. Bu beyanların önem dereceleri itibarıyla da duruşmada okunmakla yetinilecek beyanlardan olduğu da kabul edilmiş değildir. Dahası başvurucu veya müdafiince hükme esas alınan tanıkların beyanlarının duruşmada okunulmakla yetinilmesine rıza gösterilmemiş, bahsi geçen tanıkların duruşmada dinlenilmesi talep edilmiştir. Öte yandan başvurucu ve müdafii, hükme esas alınan ifade tutanaklarını görme ve bu ifadelerin kanıt olarak kullanılmasına karşı çıkma imkânına sahip olmuş olsalar bile böyle bir imkân, başvurucunun tanıkları sorgulayabileceği ve sorgulatabileceği şekilde huzura gelmelerinin ve doğrudan dinlenmelerinin yerini alamaz (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/9/2003, § 95). Çünkü yargılama öncesindeki sorgulamalar öncelikli olarak iddia makamının savlarını desteklemek üzere yapılan bir bilgi/delil toplama işlemidir. Somut olayda tanık sorgulama imkânı, duruşmada dinlenmeyen ve yalnızca başka davaların soruşturma evrelerinde verdikleri ifadelerle yetinilen tanıkların beyanlarının, olayın aydınlatılması açısından ağırlıklarının çok ciddi (kilit mahiyetinde) olması nedeniyle hayati önemdedir. Başvurucunun mahkûmiyetinde belirleyici olan bu ifadeler bir avukat huzurunda alınmamış; [Ceza Mahkemesi, İlk Derece Mahkemesi], itiraz konusu olan bu ifadelerin alınma biçimini ve koşullarını tespit etmeye yönelik herhangi bir adım da atmamıştır. Dolayısıyla tek delil olmamakla beraber başvurucunun aleyhine belirleyici delil olan ve başvuranın mahkûm edilmesini mümkün kılan söz konusu tanık ifadelerinin güvenilirliği ve doğruluğu hakkında ciddi kuşkular bulunduğuna dair başvurucu iddialarının yersiz olduğu söylenemez. İlk Derece Mahkemesi belirleyici ölçüde başka davaların soruşturma evrelerinde dinlenen ve başvurucu ile yüzleşmesi olanağı olup olmadığı araştırılmamış olan sanıkların beyanlarına dayanarak başvurucunun cezalandırılmasına karar vermiştir[.] Mahkûmiyet büyük ölçüde başvurucunun soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı kimseler tarafından verilen ifadelere dayandırılmış olduğundan ve savunma haklarının korunması için hiçbir tedbir alınmadığından başvurucunun hakları Anayasa’nın maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun, aleyhinde beyanda bulunan tanığı sorguya çekme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.... Tanık sorgulama hakkı yönünden tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmakta olup ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan yeniden yargılama yapılmak üzere kararın [Ceza Mahkemesine] gönderilmesine karar verilmesi gerekir....” Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı sonrasında başvurucunun müdafii 21/1/2016 tarihinde Ceza Mahkemesine müracaat ederek yargılamanın yenilenmesine ve başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Ceza Mahkemesi 12/2/2016 tarihinde yaptığı duruşmaya hazırlık incelemesi sonunda ceza miktarını ve dosya kapsamını gerekçe göstererek başvurucu hakkındaki hapis cezasının infazının durdurulması talebinin reddine karar vermiştir. Yeniden yargılamada başvurucu ve/veya müdafii müteaddit kez infazın durdurulmasına karar verilmesini talep etmiş ancak bu talepler dosya kapsamı ve/veya yargılamanın geldiği aşama gerekçe gösterilerek reddedilmiştir. Başvurucu ve müdafii 27/9/2019 tarihinde yapılan celsede infazın durdurulmasını talep etse de Ceza Mahkemesi talepleri kabul etmemiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararına ve ceza infaz kurumunda tutulduğu süreye işaret ederek Ceza Mahkemesince verilen karara itiraz etmiştir. Başsavcılığın itiraz hakkındaki görüşünü alan ancak bu görüşü başvurucu ve/veya müdafiine bildirmeyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (İtiraz Mahkemesi) 22/10/2019 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. 13/12/2019 tarihli celsede Ceza Mahkemesi; dosya kapsamını, yargılamanın geldiği aşamayı ve kesinleşen cezanın niteliğini gerekçe göstererek başvurucu müdafiinin o celsedeki infazın durdurulmasına ilişkin talebini reddetmiştir. Başvurucu müdafii, Aligül Alkaya ve diğerleri (2) (B. No: 2016/12506, 7/11/2019) kararının bazı paragraflarına atıfta bulunup -suçun sübutu ve dosyadaki deliller ile ilgili bazı hususlar yanında- Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararıyla birlikte mahkûmiyet kararının ortadan kalktığını ve bu nedenle mahkûmiyet kararının infazın sürdürülmesi gerekçesi yapılamayacağını belirterek Ceza Mahkemesince verilen karara itiraz etmiştir. Başvurucu müdafiince atıf yapılan Aligül Alkaya ve diğerleri (2) kararının ilgili paragraflarının ilgili kısmı şöyledir: “... ...Anayasa Mahkemesince yargılamanın yenilenmesine hükmedilen hâllerde derece mahkemesinin yeniden yargılamaya karar vermesi için lehine ihlal kararı verilenin ya da ilgili başka kişi veya kişilerin talepte bulunması gerekmemektedir. Derece mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararı kendisine ulaşır ulaşmaz -ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak- taraflarca başvuru yapılmasını beklemeksizin yeniden yargılama yapmak yükümlülüğündedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereği olarak yeniden yargılama yapılacak hâllerde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak bir kabule değerlik incelemesi aşaması da bulunmamaktadır. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı gereğince yeniden yargılamaya başladığına dair karar almaktır... Mahkeme sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür......” İtiraz Mahkemesi 7/1/2020 tarihinde başvurucu müdafiinin itirazının reddine karar vermiştir. Karar öncesinde itiraz hakkında Başsavcılıktan görüş alınmış ancak bu görüş başvurucuya ve/veya müdafiine bildirilmemiştir. Kararda Başsavcılığın konuyla ilgili görüşünün ne olduğu açıklanmasa da kararın söz konusu görüşe uygun olarak verildiği belirtilmiştir. İtiraz Mahkemesinin 7/1/2020 tarihli kararı başvurucu müdafiince 24/1/2020 tarihinde öğrenilmiş ve başvuru 19/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Yeniden yargılamanın sona erdiği 1/12/2021 tarihinde Ceza Mahkemesi, başvurucu hakkında verdiği 28/8/2012 tarihli kararın onaylanmasına karar vermiştir. Başvurucunun müdafii tarafından temyiz edilen söz konusu karar Yargıtay Ceza Dairesince 16/5/2023 tarihinde onanmıştır. A. Ulusal Hukuk 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı maddesinin (6) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır...” 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir... (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir....” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İtiraz” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “İnfazın geri bırakılması veya durdurulması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yargılamanın yenilenmesi istemi hükmün infazını ertelemez. Ancak mahkeme, infazın geri bırakılmasına veya durdurulmasına karar verebilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özgürlük ve güvenlik hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“ Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;... Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir....” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Yılmaz Aydemir/Türkiye (B. No: 61808/19, 23/5/2023) kararında başvurucuya Cumhuriyet savcısının mütalaası hakkında yorumda bulunma hakkı tanınmadan mahkûmiyete bağlı tutuklama kararının hukukiliğinin gözden geçirilmesi nedeniyle Sözleşme’nin maddesinin (4) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddiayı da incelemiştir. Başvuruya konu olayda başvurucu, kendisine isnat edilen suçtan mahkûm edilmiş ve mahkûmiyet kararıyla birlikte tutuklanmıştır. Başvurucu; tutuklama kararının yasal dayanaktan yoksun ve orantısız olduğu, suç işlediğine dair kuvvetli şüphe oluşturacak somut delilin ve tutuklama nedeninin bulunmadığı iddiasıyla tutuklama kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen mahkeme, Cumhuriyet savcısından itiraz hakkında görüş almış ancak bu görüşü başvurucuya ve/veya müdafiine bildirmeden başvurucunun itirazını reddetmiştir. Söz konusu kararda öncelikle Sözleşme’nin maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer alan güvencelerin mahkûmiyete bağlı tutulan kişiler hakkında uygulanabilirliğine ilişkin olarak hükûmetin itirazı değerlendirilmiştir. AİHM; tutuklulara sunulan usuli hakların mahkûmiyet kararından sonraki dönemi de kapsadığı hâllerde Sözleşme’nin maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer alan güvencelere mahkûmiyet sonrası aşamada da riayet edilmesi gerektiğine ve -tutukluluğun gözden geçirilmesine ilişkin hükümler kapsamında 5271 sayılı Kanun’un , , , , ve maddelerine atıf yapmak suretiyle- ilgili Türk hukukunun tutukluluğa karşı yapılan itirazlar bağlamında usuli güvencelerin uygulanabilirliği açısından mahkûmiyet öncesi ve mahkûmiyet sonrası dönemler arasında bir ayrım yapmadığına işaret edip mahkûmiyet kararıyla birlikte tutuklanan kişinin itirazının -tutuklama kararının orantısızlığı gibi- özgürlüğünden mahrum bırakılan herkes için 5271 sayılı Kanun’un maddesi kapsamında güvence altına alınan diğer hususları içermesi hâlinde, usule ilişkin güvencelerin uygulanabilirliğinin hariç tutulabileceğini düşünmek için hiçbir sebep bulunmadığını ifade ederek Sözleşme’nin maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer alan güvencelerin somut olaya uygulanabilir olduğuna karar vermiştir. AİHM daha sonra Cumhuriyet savcısı tarafından sunulan bir görüşün bir itirazı hak edip etmediğini değerlendirmenin tutuklunun veya müdafiinin meselesi olduğunu, başvurucunun tutukluluğu hakkında verdiği görüşün Cumhuriyet savcısının yargılamaya ilk katılımı olduğunu, tutukluluğunun hukuka uygunluğuna ilişkin ilk kez bir yargı kararı elde etmeye ve mahkemenin tutukluluğun hukuka aykırı olduğuna karar vermesi durumunda tutukluluğunun sonlandırılmasını sağlamaya çalışan başvurucu için Cumhuriyet savcısı görüşünün büyük önem taşıdığını ve özgürlük hakkının demokratik bir toplumdaki yeri itibarıyla önemli zararın olmamasına ilişkin kabul edilebilirlik kriterinin uygulanmasını Sözleşme’nin maddesi kapsamındaki şikâyetlerle ilgili olarak şimdiye kadar reddettiğini belirterek başvurucu için savcının mütalaasına karşı beyanda bulunma olanağının bulunmayışı nedeniyle Sözleşme’nin maddesinin (4) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir (anılan kararda bkz. §§ 8-10, 39-46). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8226 | Başvuru, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereğine aykırı olarak hapis cezasının infazına devam edilmesi, tutukluluk süresinin makul olmaması, infazın durdurulmasına ilişkin taleplerin reddine dair kararlara vaki itirazların dosya üzerinden incelenmesi ve bu incelemede Cumhuriyet savcısı görüşünün mahpus ile müdafiine bildirilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ile soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda Demokratik açılım süreci, Çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-27). Hendek olayları kapsamında PKK tarafından birçok yerleşim yerinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından şehirlerin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), §§ 28-30). Terör saldırılarının gittikçe yoğunlaştığı ve ülkenin birçok bölgesine yayıldığı bu dönemde hem güvenlik güçleri hem de siviller hedef alınmıştır. Bu bağlamda PKK tarafından (başvurucunun seçim bölgesi olan Hakkâri, konuşma yaptığı Şırnak veDiyarbakır'da) 6/9/2015 tarihinde Yüksekova'da askerî karakola, 28/11/2015 tarihinde Sur'da güvenlik görevlilerine, 13/1/2016 tarihinde Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde polis lojmanlarına,24/3/2016 tarihinde Sur'da askerî karakola, 31/3/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 11/4/2016 tarihinde Hani'de askerî karakola, 15/4/2016 tarihinde Şırnak'ta güvenlik görevlilerine, 1/5/2016 tarihinde Dicle'de jandarma binasına, 10/5/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 12/5/2016 tarihinde Sur'da doğrudan sivillere, aynı gün İstanbul'da askerî servis aracına, 29/5/2016 tarihinde Kulp'ta güvenlik görevlilerine, 30/5/2016 tarihinde Silopi'de polis aracına, 28/6/2016 tarihinde Dicle'de polis aracına, 10/8/2016 tarihinde Sur'da polis ekiplerine, 15/8/2016 tarihinde Bismil'de Bölge Trafik Müdürlüğüne, 9/10/2016 tarihinde Şemdinli'de askerî kontrol noktasına ve 4/11/2016 tarihinde Bağlar'da emniyete ait hizmet binalarına yönelik silahlı ve/veya bombalı saldırılar düzenlenmiş; ayrıca bombalı intihar saldırıları gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılarda 60 güvenlik görevlisi ve -aralarında üç çocuk ve Diyarbakır Baro Başkanı'nın da bulunduğu- 51 sivil hayatını kaybetmiş, 308 güvenlik görevlisi ve 289 sivil yaralanmıştır.B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Van Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) PKK terör örgütü ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 18/9/2015 tarihinde Savcılık tarafından ifadesi alınan başvurucu aynı tarihte serbest bırakılmıştır. İfade tutanağında, başvurucuya yöneltilen suçlamaların açıklandığı belirtilmiştir. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Van TEM [Terörle Mücadele] Şube Müdürlüğünde susma hakkımı kullanacağımı beyan ettiğimden ifadem alınmadı. Şu an huzurunuzda ifade vereceğim. Van il merkezinde bulunan iş yerimde çevre illere hitap eden soğutma işi üzerine çalışıyorum. Şunda resmi olarak Halkların Demokratik Partisi Edremit ilçe Başkanı olarak görev yapıyorum. 52 AP 153 plakalı araç benim adıma kayıtlıdır. Partinin belli bir gelir kaynağı olmadığı için parti çalışanları partinin seçim çalışmalarında kullanılmak üzere kendilerine ait araçları partiye tahsis ederler. Ben de bana ait olan 52 AP 153 plakalı aracımın anahtarını HDP Edremit İlçe binasındaki bana ait odada bulunan masanın üzerinde bıraktım ve partide görevli Z.A., N.T., A.S., G.H., Ş.T., E.Ç., B., H.E., H.B., ve Ö.T.ye aracı kullanabileceklerini söyledim. Aracın kimde olduğunu, kimin kullandığını, kime verdiklerini bilmiyorum. Aracımda bulunan patlayıcı maddeler, telsizlerden ve diğer eşyalardan herhangi bir bilgim yoktur. Daha önceden zaman zaman aracımı seçimlerde parti çalışmaları için veriyordum hatta 20 gün aracı hiç görmediğim oluyordu. Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum." Başsavcılık 30/9/2015 tarihinde dosya içeriğinde bulunacak olan tüm bilgi ve belgelerin gizli tutulmamasının soruşturmayı tehlikeye düşürebileceğinden bahisle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre soruşturma dosyasının incelenmesi ve dosyadaki evraklardan suret alınması hakkının kısıtlanmasına karar verilmesini talep etmiş, Van Sulh Ceza Hâkimliği 1/10/2015 tarihinde dosya içeriğinden veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Savcılık 5/10/2015 tarihinde başvurucunun yeniden ifadesini almıştır. İfade tutanağında, başvurucuya yöneltilen suçlamaların açıklandığı belirtilmiştir. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Kendime ait facebook hesabımda aracın çalındığını yazdığım doğrudur. Ancak ticaret işi ile uğraşıyorum ve hakkımda bir soruşturma yürütüldü. Buna ilişkin olarak yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemek için bu şekilde bir açıklama yaptım. İlk ifademde belirttiğim hususlar doğrudur. O ifadede tarafıma aracı tespit ettiğim kişilerle ilgili soru sorulduğunda bende o isimleri vererek onların haberi olabileceğini söylemiştim. Ancak ifadede onlara teslim ettiğim şeklinde geçilmiştir. Ben aracımı eylemlerde kullanılmak üzere kimseye teslim etmedim, üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum. R.B., B.A., G.Ö., H.Ö, E.E., N.T.yi tanımıyorum. İ.A. yanımda çalışan bir işçidir , H.G. yanımda çalışan bir işçidir. Ben üzerime atılı suçu işlemedim. Kendime ait üzerinde kimlik bilgilerim bulunan ruhsatı bulunan aracı böyle bir suç işlenmesi için birisine vermem düşünülemez ..." Savcılık, terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması talebiyle başvurucuyu aynı tarihte sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:"... PKK/KCK terör örgütünün talimatları doğrultusunda Van ilinde başlayan sokak eylemlerinde bulunduğu ve eylemci gruba molotof dağıttığı yönünde bilgi edinilen 52 AP 153 plakalı aracın 16/9/2015 tarihinde ilimiz Doğu Caddesi üzerinde görülmesi üzerine durdurulmaya çalışıldığı ancak durmayan aracın kaçmaya başladığı, aracın takip edildiği ancak kimliği tespit edilemeyen sürücüsünün aracı bırakarak kaçtığı bildirilmiştir.Gecikmesinde sakınca bulunan hal nedeniyle araç üzerinde CMK 116 v.d. maddelerine göre arama ve elkoyma işlemi yapılması amacıyla gerekli yazılı talimat verilmiştir. Araçta yapılan aramada 3 adet telsiz, 8 adet el yapımı bomba yapımında dış kap olarak kullanılan malzeme, 9 adet 9x19 mm çap ve tipinde fişek, bir çift inşaat eldiveni ve bir adet pense bulunmuştur.Araç üzerinde yapılan parmak izi incelemesinde terör örgütünün kırsal alanında faaliyet yürüttüğü yönünde bilgiler olduğu bildirilen R.B. ve H.Ö.nün parmak izleri tespit edilmiştir.Aracın resmi tescilli sahibinin Recep Gültepe olduğu alınan beyanında Halkların Demokrasi Partisi resmi Edremit İlçe Başkanı olduğunu kendisine ait araçlardan biri olan 52 AP 153 plakalı aracı seçim çalışmalarında kullanılmak amacıyla parti binasına bıraktığını ve isimlerini verdiği parti yetkililerine anahtarı teslim ettiğini belirtmiştir. Şüphelinin ifadesinde belirttiği kişilerin alınan ifadelerinde aracın teslim edildiğine dair bilgilerinin olmadığını beyan ettikleri, Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla ... [tutuklanmasına karar verilmesi talep olunur.]" Başvurucu, Van Sulh Ceza Hâkimliğince 5/10/2015 tarihinde yapılan sorgusunun ardından haftanın belirlenen gününde kolluk birimine başvurma ve yurt dışına çıkamamak şeklinde belirlenen adli kontrol tedbiri uygulanmak şartıyla serbest bırakılmıştır. Savcılık 7/10/2015 tarihinde, Hâkimliğin tutuklama talebinin reddine dair kararına itiraz etmiştir. Savcılığın itirazını değerlendiren Van Sulh Ceza Hâkimliği 8/10/2015 tarihinde, itirazın kabulüne ve başvurucu hakkında -tutuklanmak üzere- yakalama kararı çıkarılmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine yakalanan başvurucunun sorgusu9/10/2015 tarihinde Van Sulh Ceza Hâkimliğince yapılmıştır. Başvurucu, Hâkimlikteki savunmasında önceki savunmalarını tekrar ederek suçlamayı kabul etmemiştir. Başvurucu müdafii ise Hâkimlikteki savunmasında özetle başvurucunun daha önce sorgusu yapıldıktan sonra serbest bırakıldığını, aynı suçlama nedeniyle yeniden tutuklamaya sevk edilebilmesi için yeni bir delilin ortaya çıkmış olması gerektiğini ancak kısıtlama kararı nedeniyle bunu öğrenemediklerini, başvurucunun Halkların Demokratik Partisi Edremit İlçe Teşkilatı eş başkanı olduğunu, adına kayıtlı olan aracının suç işlenirken kullanılmış olabileceğini ancak bu durumla ilgili başvurucunun bilgisinin olmadığını, dosya içinde başvurucunun anılan suçu işlediğine dair hiçbir delilin bulunmadığını ifade ederek başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmiştir. Hâkimlik başvurucuyu aynı tarihte terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan tutuklamıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"... 'örgüte bilerek isteyerek yardım etme' suçundan şüpheli Recep Gültepe'nin üzerine atılı suçu işlediğine dair; ifadeler, tutanaklar, internette yer alan haber çıktıları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, henüz yakalanamayan firari şüphelilerin olması sebebiyle bu aşamada delil karartma ihtimalinin bulunduğu, bu nedenlebir tutuklama nedeninin var sayıldığı, işin önemi ve verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında, tutuklama tedbirinin ölçülü olacağı... [anlaşılmakla tutuklanmasına karar verildi.]" Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itiraz Van Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Soruşturma dosyası incelenmesinde; ifadeler, tutanaklar, internette yer alan haber çıktıları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, henüz yakalanamayan firari şüphelilerin olması sebebiyle bu aşamada delil karartma ihtimalinin bulunduğu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK'nın maddesinde sayılan katalog suçlardan olması ve kimliği hakkında gerçek dışı beyanda bulunduğu dikkate alındığında serbest bırakıldığı takdirde kaçacağına dair somut olgu bulunması sebepleriyle tutuklama nedenlerinin var sayıldığı, yargılama sonunda verilmesi muhtemel cezaya göre tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ... [anlaşılmakla] itirazının reddi ile ... tutukluluk halinin devamına ... karar verilmiştir." Başvurucu 16/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 17/6/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer Ağır Ceza Mahkemesindekamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle PKK terör örgütüyle ilgili genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yöneltilen suçlamaya ilişkin olgulara yer verilmiştir. Bu olgular özetle şöyledir:i. Hendek olaylarının (bkz. §§ 6-9; Gülser Yıldırım (2), §§ 28-30) yaşandığı bir dönemde Van'da PKK terör örgütü üyelerince gerçekleştirilen eylemler esnasında sokak olaylarında eylemcilere molotof dağıtan, eylemleri organize eden, yolları kapatmak amacıyla araçları gasp eden terör örgütü mensuplarının kullandığı aracın -ihbar üzerine güvenlik görevlileri tarafından yapılan araştırma sonunda- başvurucuya ait olduğu belirlenmiştir.ii. Güvenlik görevlileri 6/9/2015 tarihinde aracı ele geçirmiş ancak terör örgütü mensupları kaçmıştır.iii. Başvurucuya ait araçta yapılan aramada; üst kısmında delik bulunan 8 adet silindir şeklinde metal parça, üç adet el telsizi, 3 adet adaptör kablosu, 2 adet telsiz mandalı, uç kısmı açık kablo, 2 adet eldiven, 10 adet fişek, poşetler, not kâğıtları ve birden fazla telefon ele geçirilmiştir. Ele geçirilen malzemelerle ilgili yaptırılan kriminal incelemeye göre metal boruların el yapımı patlayıcılarda (EYP) dış kap olarak kullanılan malzemelerden olduğu, telsizlerin DTMF ton gönderme özelliğinin bulunduğu ve EYP'leri patlatmak için uzaktan kumandalı verici anahtar sistemi olarak kullanılabileceği belirtilmiştir.iv. Başvurucuya ait araçtan elde edilen parmak izlerinden birisinin R.B.ye (PKK terör örgütünde silahlı olarak faaliyet gösterdiği ve Hüseyin/Yusuf/Velak kod ismini kullandığı), diğerinin ise H.Ö.ye (PKK içinde sorumlu düzeyde faaliyet gösterdiği, Andok kod ismini kullandığı belirtilmiştir.) ait olduğu belirlenmiştir. Terör örgütü mensubu bu kişilerin hendek olayları esnasında 14/10/2015 tarihinde Polis Memuru Y.yi şehit ettikleri, olay sırasında çıkan çatışmada H.Ö.nün olay yerinde öldürüldüğü, yaralanan R.B.nin ise 19/2/2016 tarihinde tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumunda öldüğü belirtilmiştir.v. Başvurucunun adli kontrolle serbest bırakılmasından sonra bir sosyal paylaşım sitesinde kendi hesabından paylaştığı mesajda, soruşturmaya konu aracının çalındığını ilan ettiği belirtilmiştir. Savcılık, başvurucunun aracının çalındığına dair herhangi bir başvurusunun olmadığı bilgisine yer vererek başvurucunun da sonradan alınan ifadesinde "yanlış anlaşılmaları önlemek için bu şekilde açıklama yaptığını" beyan ettiğini belirtmiştir.vi. Sonuç olarak Savcılık, kendisine ait aracı -terör örgütünün kırsal alanından gelen ve şehir merkezinde ayaklanmaları içinhalkı organize eden, terör örgütü mensuplarına patlayıcı madde temin eden- teröristlere vererek sokak eylemlerinde kullandıran başvurucunun örgütün hiyerarşik yapısı içinde yer alarak terör örgütüne üye olma suçunu işlediğini iddia etmiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 15/7/2016 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve Mahkemenin E.2016/368 sayılı dosyası üzerinden yargılama başlamıştır. Mahkeme 4/10/2016 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun Mahkemedeki savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"... olay tarihinde halkların demokratik partisi Edremit ilçe eş başkanı olarak görev yapıyordum, partimizin maddi imkanları kısıtlı olduğundan seçim çalışmalarında kullanılmak üzere 52 AP 153 plaka sayılı adıma kayıtlı aracı tahsis ettim ve anahtarını parti binasında kendi odamın masasında bıraktım, ihtiyaç olduğunda araç kullanılıyordu, ben soğutma işi ile uğraşırım, ticaret yaparım, saygın ve güvenilir bir tacirim, bu yaşıma kadar herhangi bir suça karışmadım, sadece siyasi tercihim nedeni ile bu ithamlar ile karşılaştığımı düşünüyorum, halen huzurda bulunan diğer sanık Vedat'ı tanımıyorum, ben parti binasında anahtarı bıraktıktan sonra işlerimin yoğunluğu nedeni ile kendi işlerim ile ilgilendim, aracı kimin kullandığını, hangi işlerde kullanıldığını bilmiyorum ..." Mahkeme 4/10/2016 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tahliyesine de karar vermiştir. Mahkemenin tahliye gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Atılı suçun vasıf ve mahiyeti, delillerin büyük ölçüde toplanmış oluşu, sanık savunmasının alınmış bulunması ve tutuklulukta geçen süre nazara alınarak sanık Recep Gültepe'nin bihakkın tahliyesine ... [karar verildi.]" Mahkeme 16/3/2017 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 7/11/2017 tarihli kararı ile başvurucunun istinaf isteminin reddine karar vermiş ve başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Olay tarihinde Van-Edremit HDP (Halkların Demokratik Partisi) İlçe Başkanı olup, kendisine ait 52 AP 153 plakalı aracı, yasa dışı sokak eylemlerine katılan örgüt mensuplarını ve eylemcileri sokak sokak dolaşarak organize ettikleri, onlara lojistik destek sağladıkları, mağdurlara ait araçları yağmalayarak bu şekilde barikatlar oluşturdukları anlaşılan H.Ö. ve R.B. adlı örgüt üyelerine tahsis eden sanık Recep'in ise silahlı terör örgütüne yardım etme suçlarını işlediklerine ilişkin kabul ve uygulamada isabetsizlik görülmemiştir." İlgili ulusal hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 64- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16737 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ile soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/19283 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/19283 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19283 | Başvuru, idari davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru 15/3/1995 tarihinde meydana gelen olaylar sırasında başvurucunun annesinin ölmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açtığı davada Anayasa’nın , ve maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/12/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/02/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 15/4/2014 tarihli görüş yazısı 29/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul ili Gaziosmanpaşa ilçesi Gazi Mahallesi’nde 12/3/1995 tarihinde meydana gelen olayda çok sayıda insan ölmüş ve yaralanmıştır. Bu olayı protesto etmek amacıyla başvurucunun annesinin de içinde bulunduğu topluluk 15/3/1995 tarihinde Pir Sultan Abdal Derneği önünde toplanmış, bu sırada meydana gelen olaylar neticesinde başvurucunun annesi dâhil beş kişi hayatını kaybetmiştir. Annesinin ölümü nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle başvurucu tarafından 12/3/1996 tarihinde İçişleri Bakanlığına başvuru yapılmış ancak Bakanlık başvuruya cevap vermemiştir. Başvurucu 10/7/1996 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde maddi ve manevi zararının tazmini istemiyle dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 25/05/1999 tarihli ve E.1996/824, K.1999/651 sayılı kararıyla zararın sosyal risk ilkesi uyarınca tazmininin gerektiği ancak maddi tazminatın hesaplanabilmesi için ihtiyaç duyulan bilirkişi avansı ile ölenin çalıştığı işi ve gelirini gösteren belgeler sunulmadığından başvurucunun maddi tazminat isteminden vazgeçtiği sonucuna ulaştığından maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminat isteminin ise kabulüne karar vermiş; bu karar Danıştay Onuncu Dairesinin 11/12/2002 tarihli ve E.2000/754, K.2001/4706 sayılı kararıyla uğranılan zararın münferit olaydan kaynaklandığı ve niteliği itibarıyla sosyal risk ilkesine göre tazmininin gerekmediği, bu nedenle tazmini istenen zararın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığı araştırılmaksızın verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş; İdare Mahkemesinin 21/10/2002 tarihli ve E.2002/778, K.2002/1167 sayılı kararıyla bozma kararına uyularak davalı idarenin örgütlenme ve genel güvenlik hizmetlerinin olay öncesi, olay sırasında ve de olay sonrasında hiçbir şekilde kusurlu işletilmediği, bu nedenle tazmini istenen zararın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı, olayda maddi ve manevi tazminat sorumluluğu için gereken koşulların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu kararın temyiz incelemesi sonucunda Danıştay Onuncu Dairesinin 14/4/2006 tarihli ve E.2003/2554, K.2006/2426 sayılı kararıyla başvurucunun annesinin izinsiz gösteri yürüyüşünde çatışmayı tahrik ettiğinin veya çatışmaya katıldığının belirlenmesi hâlinde idarenin tazmin sorumluluğuna gidilemeyeceği, dava konusu olayda ise başvurucunun annesinin izinsiz gösteri yürüyüşü içinde yer almakla birlikte 15/3/1995 tarihinde meydana gelen olaylara katkısının olduğu ve emniyet güçlerine aktif biçimde mukavemet ettiği konusunda dava dosyasında somut bilgi ve belge bulunmadığı, salt izinsiz gösteri yürüyüşüne katılmasının ise silahtan çıkan mermiyle vurularak öldürülmesi olayındaki idarenin hukuki sorumluluğunu ortadan kaldıran bir sebep olarak nitelendirilemeyeceği, hâl böyle olunca ölüm olayında başvurucunun annesinin kusurunun bulunmadığını kabul etmek gerektiği, annesinin ölümü nedeniyle başvurucunun uğradığı maddi ve manevi zararların sosyal risk ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerekirken tazmini istenilen zararın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmediği gerekçesiyle bozulmuş ise de İdare Mahkemesi 26/5/2009 tarihli ve E:2008/782, K:2009/878 sayılı kararıyla bozma kararına uymayarak zararın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunmadığından bahisle davanın reddi yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“…davalı idarenin örgütlenme ve genel güvenlik hizmetlerinin olay öncesi, olay sırasında ve de olay sonrasında hiçbir şekilde kusurlu işletilmediğinden tazmini istenilen zararın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunmadığından olayda maddi ve manevi tazminat sorumluluğu için gereken koşulların oluşmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.” Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 27/5/2013 tarihli ve E.2009/3035, K.2013/2056 sayılı kararıyla Mahkeme kararını gerekçe değiştirerek onamıştır. Karar gerekçesi şöyledir:“…Bakılmakta olan davaya ilişkin yargılama devam ederken, aralarında davacı Ali Gül Yüksel'inde bulunduğu bir kısım kişiler tarafından, Avrupa İnsan Haklan Mahkemesine, akrabalarının İstanbul'da gerçekleşen gösterilerde polisin gereğinden fazla güç kullanması sebebiyle öldürüldüğü, olaylara yönelik yerel soruşturmanın yetersizliği ve etkili olmaması bağlamında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin , , ve maddesinin ihlal edildiği gerekçe gösterilerek yapılan başvuru üzerine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İkinci Dairesinin 26/07/2005 tarihli kararı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ve maddelerinin ihlal edildiğinden bahisle Ali Gül Yüksel'in de bulunduğu başvuru sahiplerinin her birine manevi tazminat olarak 000'er Euro (Otuz Bin Euro) ödenmesine karar verilmiştir.Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İkinci Dairesi'nin 26/07/2005 tarihli kararı incelendiğinde, aralarında Ali Gül Yüksel'in de bulunduğu başvuranların akrabalarının ölümleri nedeniyle herhangi bir maddi zarara uğradıklarını kanıtlayamadıkları, dosyada, ölen kişilerin ailelerine maddi yardımda bulunup bulunmadıklarına dair bir bilginin de yer almadığı, sonuç olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu dava şartlarında başvuranlara maddi tazminat olarak bir ödeme yapmayı uygun bulmadığının belirtildiği anlaşılmaktadır.…Uyuşmazlık konusu olayda, davacının annesinin dava konusu olaya katkısı ve olaylar sırasında; aktif biçimde emniyet güçlerine mukavemet ettiği konusunda bilgi ve belge bulunmamaktadır.Bu itibarla, davacının annesinin ölümü nedeniyle davacının uğradığı zararın "sosyal risk" ilkesi uyarınca tazmini gerektiği sonucuna varılmıştır.Ancak yukarıda anılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesi'nin 26/07/2005 tarihli kararıyla davacıya uyuşmazlık konusu olay nedeniyle 000 Euro (otuzbin Euro) manevi tazminat ödenmesine karar verildiğinden bu davada ayrıca aynı olay nedeniyle manevi tazminat ödenmesine olanak bulunmamaktadır.Davacının maddi tazminat istemine gelince: İstanbul İdare Mahkemesi'nin 26/02/2009 günlü ara kararı ile davacı vekilinden, kez, davacının miras bırakanı İsmihan Yüksel'in bir işte çalışıp çalışmadığının sorulduğu, çalışmış ise ücret veya maaş tutarını gösterir bilgi ve belgeler istenildiği; Davacı vekili tarafından ara kararına verilen cevapta, davacı Ali Gül Yüksel ve annesi İsmihan Yüksel'in 15/03/1995 tarihinde ve öncesinde bir işte çalışmadıklarının, bu nedenle herhangi bir gelirlerinin bulunmadığının belirtildiği anlaşılmaktadır.Yukarıda da belirtildiği üzere davacının maddi tazminat talebi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesi'nin 26/07/2005 tarihli kararıyla da maddi zarara uğranıldığını kanıtlayamadığından bahisle reddedilmiştir.Dolayısıyla ortada tazmini gereken bir maddi zararın bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Bu itibarla davanın reddi yolundaki temyize konu İdare Mahkemesi kararında sonucu itibarıyla isabetsizlik görülmemiştir.” Karar, başvurucuya 18/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve karara karşı 2/12/2013 tarihinde karar düzeltme başvurusu yapılmıştır. Başvurucu 18/12/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun uyuşmazlığın devamı sırasında yürürlükte bulunan hâliyle maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Temyiz incelemesi sonunda Danıştay:a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,b) Hukuka aykırı karar verilmesi,c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması, Sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozar.” 2577 sayılı mülga Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca;a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması,b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,d) (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmış olması,Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9507 | Başvuru 15/3/1995 tarihinde meydana gelen olaylar sırasında başvurucunun annesinin ölmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açtığı davada Anayasa’nın 2. , 36. ve 125. maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Batman Cumhuriyet Başsavcılığınca 19/6/2000 tarihinde iddianame düzenlenerek 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası kapsamında cezalandırılması istenmiştir. Suç tarihinin 22/11/1999 olduğu anlaşılmaktadır. İddianame sonrasında yaklaşık altı yıl boyunca dosyada yargılamaya devam edilmediği ve herhangi bir işlem yapılmadığı başvurucu vekili tarafından belirtilmiştir. Batman Asliye Ceza Mahkemesi 25/12/2006 tarihinde Batman Emniyet Müdürlüğünden adres araştırması yapmasını istemiştir. Başvurucunun bir suç kapsamında Diyarbakır D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak tutulduğunun anlaşılması üzerine 1/3/2007 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun savunmasının alınması için talimat yazılmasına karar verilmiştir. Bir sonraki duruşmada, başvurucunun yokluğunda Batman Asliye Ceza Mahkemesinin 24/5/2007 tarihli ve E.2000/1602, K.2007/277 sayılı kararıyla davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumu aracılığıyla 12/2/2018 tarihli dilekçesi ile dosyanın akıbetini sormuştur. Aynı gün yerel mahkeme tarafından gönderilen cevap yazısı ile gerekçeli kararın başvurucuya tebliğ edilmesi istenmiştir. Gerekçeli karar, başvurucuya Ceza İnfaz Kurumu aracılığıyla 13/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun 15/3/2019 tarihinde Ceza İnfaz Kurumundan tahliye olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu; gerekçeli kararın yazılmasından 12 yıl sonra 14/11/2019 tebligat yapıldığını, karardan bu şekilde haberdar olduğunu belirterek 16/12/2019 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Ayrıca kararın okuma yazma bilmeyen eşine tebliğ edilmesi nedeniyle başvuru süresi konusunda da mazerette bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42199 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 10/8/2016 tarihli kararı ile -Çameli hâkimi olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına ve 31/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Denizli Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla 11/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 15/8/2016 tarihinde müdafii huzurunda Başsavcılıkta ifade vermiş, ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu aynı tarihte Denizli Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Denizli Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 15/8/2016 tarihinde yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde FETÖ/PDY'nin herhangi bir toplantısına katılmadığını, herhangi bir örgütten talimat almadığını, yirmi bir yıl avukatlık yaptığını, avukatlık yaptığı dönemde de FETÖ/PDY ile bağlantılı herhangi bir şirketin veya kişinin vekilliğini de üstlenmediğini, Bank Asyaya para yatırmadığını, örgütle ilişkili hayır kurumlarına herhangi bir şekilde maddi veya manevi destek vermediğini, hakkındaki suçlamanın sadece istihbari bilgilere dayalı olduğunu düşündüğünü, hukukumuzda istihbari bilgilerin delil olamayacağını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca kızı E.N.nin ortaokulu bitirmesinden sonra Çameli'ne yeni geldiğinde okuyabileceği standartlarda bir okul olmadığından kızını Aydın'da bulunan Yesevi Lisesine kaydettirdiğini, daha sonra Millî Güvenlik Kurulu kararı ile bu okulun paralel yapıyla alakalı olduğu ilan edilince kızının kaydını aldırmak istediğini ve müracaatını da yaptığını fakat okullar arası geçisin 31 Temmuz'da yapılacağı belirtildiğinden kaydını aldıramadığını, okuldaki görevlilerin geçiş işlemini yapacaklarını söylediklerini, kendisinin FETÖ/PDY ile herhangi bir bağlantısının ve irtibatının olmadığını beyan etmiştir. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair bir delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Şüpheliler Ö., S.İ., S.A., Murat Deveci, A.K. ve U.S.nin üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüphelilerin suçluluğu hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların mevcut olduğu, salıverilmeleri halinde delilleri karartma ve kaçma ihtimallerinin bulunduğu, söz konusu hususların adli kontrol hükümleri ile sağlanmasının mümkün olmadığı kanaatine varıldığından, şüphelilerin atılı suçtan CMK.nın 100 ve devam eden maddeleri uyarınca TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.] " Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Denizli Sulh Ceza Hâkimliği 29/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başsavcılık 9/9/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 9/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucunun tutukluluk durumu ve tahliye talebini inceleyen Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 3/2/2017 tarihinde tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 2/3/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararın kendisine 10/3/2017 tarihinde tebliğ edildiğini beyan ederek 14/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 27/11/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY'ye ve bu örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK'nın 31/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun kullanmakta olduğu cep telefonu üzerinde yapılan HTS analizi sonucu düzenlenen rapor içeriğine göre haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen kişilerle telefon irtibatının bulunduğu ileri sürülmüştür.iii. Başvurucunun çocuklarının FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakı nedeniyle kanun hükmünde kararname (KHK) ile kapatılan eğitim kurumlarında eğitim gördükleri bildirilmiştir.iv. Başvurucunun eşi A.nin ByLock abone listesinde kaydının bulunduğu ileri sürülmüştür.v. Başvurucunun adına 340639 numaralı Digitürk üyeliğinin bulunduğu, söz konusu üyeliğin başlangıç tarihinin 1/5/2001, iptal tarihinin ise 13/1/2012 olduğu bildirilmiştir. vi. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu yönünde beyanların bulunduğu belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen eyleme ilişkin olarak aynı dönemlerde staj yaptıkları anlaşılan eski yargı mensubu R.S.nin kendisi hakkında yürütülen soruşturmada verdiği beyanlara dayanılmıştır. Bu beyanların içerikleri özetle şöyledir: - Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/.. numaralı soruşturma dosyasında 4/1/2017 tarihli beyanında "....Kimin tuttuğunu bilmediği Dikmen Keklikpınarındaki evde akademideki birkaç arkadaş ile birlikte zaman zaman Risale-i Nur ve Fethullah Gülen'in kitaplarını okuduklarını, bu arkadaşlarından bir kısmının Denizli'den T., R.A. ve Murat Deveci isimli kişiler olduğunu ... FETÖ örgütü ile bağlantısı olduğunu düşündüğü kişinin Denizli Çameli'nde çalışan Murat Deveci isimli kişi olduğunu, diğerlerinin isimlerini hatırlamadığını, 15 Ağustos 2012 yılındaki kura kararnamesinde akademiden tanıdığı Fetullahçı olduğunu bildiği isimler olduğunu..." ifade etmiştir.- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/. numaralı soruşturma dosyasında 7/2/2017 tarihli beyanında ise "... 2012 yılının başlarında Hakimlik stajına Ankara’da Adalet Akademisinde başladığını, Akademide yatılı olarak kaldığını, Akademide staj yaptığı dönem içerisinde Denizli’de avukatlık yaptığı dönemden tanıdığı ancak akademide hakim-savcı adayı olarak bulunan S.O., R.A., Murat Deveci ve T. isimli kişiler ile S.O.nun odasında zaman zaman bir araya gelip Risaleyi Nur, Fetullah Gülen'in kitaplarını okuyup sohbet ettiklerini, kendilerini genelde S.O.nun odasına çağırdığını, grubun sorumlusunun S.O. olduğunu..." ifade etmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"... FETÖ/PDY silahla terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olan şüphelinin;1)Denizli İl Milli Eğitim Müdürlüğünün 17/5/2017 tarih 39873195-01-E.7101011 sayılı yazısına göre çocuklarının okul kaydı,2) Şüphelinin FETÖ/PDY örgüt üyesi olduğunu gösterir olay ve davranışlarını anlatan etkin pişmanlık kapsamında verilmiş olan R.S.nin beyanı,3) Şüpheli Murat DEVECİ'ye ait 0532 280 51 31 numaralı gsm hattının 17/12/2013 - 02/03/2017 tarihleri arasında yapmışolduğu görüşmeleri gösterir 30/05/2017 tarihli HTS Bilirkişi Raporu,4) Şüphelinin Digitürk üyeliğine dair Krea İçerik Hizmetleri ve Prodüksiyon Anonim Şirketinin 28/06/2017 tarihli yazısı,ve tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller gözetildiğinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşıl[mıştır.]" Antalya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 30/11/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/395 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 5/4/2018 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucu, yapılan duruşma sonunda Mahkemece tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkında bilgi sahibi olan bir kısım tanık, talimat yoluyla Mahkemece dinlenilmiştir. Adı geçen tanıkların beyanları şöyledir: - R.S. beyanında "Ben dönem avukatlık mesleğinden hakimlik mesleğine geçen grubun 2012 yılında akademide staj yaptığım esnada sanık Murat DEVECİ'yi tanıdım. Kendisi stajın ilk döneminde bizim sınıftaydı. Hatırladığım kadarıyla Fethiye'liydi. Bizim dönemden olan S.O. isimli kişi beni bir yere sohbete davet etmişti. Akademiden gideceğimiz bu eve araba ile gittiğimizde aracın içerisinde sanık Murat DEVECİ'yi de gördüm. Birlikte Dikmen Keklikpınar'da bulunan bir apartmanın hatırladığımda kadarıyla katına gittik. Bu eve sohbete gittiğimiz de benimle beraber başkaca bizim dönemden arkadaşlar olan T., R.A., Murat DEVECİ ve S.O. geliyordu. Her sohbette beşimiz birden hazır olmayabiliyorduk. İşi çıkan gelmeyebiliyordu. Ama genel itibariyle biz bu 5 kişi Keklikpınar'daki bu eve staj süremiz olan 6 ay içerisinde 6-7 defa gitmiş olabiliriz. Daha fazla olduğunu sanmıyorum. Sanık Murat DEVECİ'de bu sohbetlerden birden fazla kez geldiğini biliyorum. Bizim stajımız temmuz ayı başında bitti. Dolayısıyla staj bitiminden sonra sanıkla herhangi bir görüşmemiz olmadı. Katıldığımız sohbetlerde Risale-i nur, Fethullah GÜLEN'in kitapları okunur, videoları izlenirdi. Bu sohbetlerin bizler arasındaki sorumlusu S.O.idi. Bu sohbetlere bir iki defa Yargıtay Tetkik Hakimi olan ve aynı zamanda akademide derslere giren A.Ç.de gelip giderdi. Bize sohbetlerin yer ve tarihini S.O. söylerdi. Bu sohbetlerde ilerde ne yapacağımıza dair yada tercihlerimizin ne olduğuna dair herhangi bir şey söylenmedi. Sanık Murat DEVECİ'yle mesleğe atandıktan sonra herhangi bir görüşmem olmamıştır. Dolayısıyla FETÖ ile ilgisinin devam edip etmediğini bilmiyorum. Soruşturma aşamasındaki ifadede geçen diğer kişilerin sanıkla herhangi bir ilgileri olup olmadığını bilmiyorum." şeklinde ifade vermiştir.- A. ifadesinde "Ben sanığı tanırım. Sanık 2011 yılına kadar Fethiyede serbest avukatlık yaptı, meslektaşım olması nedeniyle tanırım. 2011 ya da 2012 yılında hakimliğe geçti. Hakimliğe geçtikten sonra hakimlik yaptığı dönemle ilgili bir bilgim yoktur. 2011 yılına kadar sohbetlere gittiğini duydum. Ancak kimin tarafından söylendiğini hatırlamıyorum, somut olarak şu kişiden duydum diyemem. Bu beyanlarım da etkin pişmanlık kapsamında vermiş olduğum beyanlarımda geçiyor. Sanığın FETÖ terör örgütü ile bağlantısının olup olmadığını bilmiyorum, benim gittiğim sohbet ortamlarında kendisini görmedim" şeklinde beyanda bulunmuştur.- Z.G. beyanında "Ben sanığı önceden meslektaş olmamız nedeniyle tanırım, kendisi de Fethiye'de bir dönem avukatlık yapmıştır, daha sonra 2011 yılında hakimlik sınavını kazanarak hakim olmuştur, bundan sonra kendisini hiç görmedim, görev yerini dahi bilmem. Sanığın söz konusu yapıya ilişkin bir bağının olup olmadığına dair bir bilgim yoktur, bizim tanışmış olduğumuz dönemde vatanına milletine bağlı bir kişi olarak gördüm, örgüt üyesi olduğunu gösterecek bir davranışına denk gelmedim, ben kendim bu suçtan dolayı 7 gün boyunca tek başıma gözaltında kaldım, psikolojim olumsuz etkilendi, intiharın eşiğine geldim, bu nedenle sağlam kafayla beyanda bulunamamış olabilirim, sanık aleyhine bir beyanım olmadığını hatırlıyorum ama ismi geçmiştir, sanığın aleyhine bir beyanım olmuşsa da doğru değildir, benim şimdiki beyanlarıma itibar edilsin" şeklinde ifade vermiştir. Anılan tanık soruşturma evresindeki beyanında ise başvurucuyla ilgili olarak kendisinin bir dönem sohbet hocalığı da yaptığını, sohbet konularının dinî konular olduğunu, sohbete çiftlerin geldiğini, sohbetlerin erkekler ayrı yerde bayanlar ayrı yerde ancak aynı evde yapıldığını ve bu sohbetlere o zamanlar avukat olan hâkim Murat Deveci ile eşi ev hanımı A.nin de katıldığını ifade etmiştir. - A. ifadesinde "Ben 2010 yılından önce Altınbaşak Eğitim Kurumlarının ortağıydım, sanık da bu şirkete ortaktı, kendisini bu vesileyle tanırım, bu şirketten sanık 2010 yılında hissesini devrederek ayrıldı, bu tarihten sonra sanığı hiç görmedim, örgütle bağlantısına ilişkin bir bilgim yoktur, somut olarak anlatabileceğim bir bilgiye sahip değilim" şeklinde beyanda bulunmuştur.- A.E. beyanında "Ben sanığı tanımam, kendisiyle hiçbir diyaloğum olmadı, önceden avukat olduğunu duymuştum, neden tanık olarak çağrıldığımı bilmiyorum, kendisi aleyhine veyahut lehine herhangi bir beyanım olmamıştır, sanığın bu örgüte ilişkin bağının olup olmadığın dair en ufak bir bilgim yoktur" şeklinde ifade vermiştir. Anılan tanık soruşturma evresindeki beyanında ise Altınbaşak Eğitim Kurumlarının kurucuları olarak A., Av. N.G., o zamanlar avukat olan Murat Deveci, A.K. gibi isimler olduğunu bildiğini ifade etmiştir. Mahkeme 5/3/2020 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgi kısmı şöyledir: "... Somut olayda sanık hakkında dosya kapsamı ile deliller incelendiğinde; yukarıda ayrıntısı verilen zaman, mekan ve somut eylem bakımından birbiri ile uyumlu tanık anlatımlarından anlaşılacağı üzere sanığın örgütsel toplantılara hakimlik stajı dönemi de dahil olmak üzere katıldığı, uzun bir zamana yayılan bu eyleminin süreklilik arz ettiği ve yine sanığın örgüte müzahir Altınbaş Eğitim Kurumlarında beyana göre 2000 yılının başından 2010 yılına kadar uzun süreli ortaklığının olduğu sabit olmakla, sanığın hts kayıtları üzerinde yapılan incelemede 2014 HSYK seçimlerinde aday gösterilen bağımsız adaylar ile çok sayıda görüşmesinin olduğu, bu suretle sanığın örgüt ile irtibatını devam ettirdiğe mahkememizce kanaat getirildiği görülmekle uzun yıllar ilişkisini kesmeden örgüt içerisinde kalan sanığın atılı terör örgütüne üyelik suçunu işlediği yönünde mahkememizce tam bir vicdani kanı hasıl olmakla ..." Başvurucu, hakkında verilen mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Antalya Bölge Adliye Mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/18158 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu trafik kazası sonucu ortaya çıkan maddi ve manevi zararının tazmini talebiyle 20/10/2003 tarihinde dava açmıştır. Kavak Asliye Hukuk Mahkemesi 9/12/2010 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/9/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.2014/250 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15879 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali ve yoksun kalınan parasal zararın tazmini istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 17/5/2010 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 19/11/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15115 | Başvuru, idari işlemin iptali ve yoksun kalınan parasal zararın tazmini istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, arama ve elkoyma kararı verilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Arka Plan Bilgisi Türkiye'de özel radyo yayıncılığı anayasal ve kanuni engellere rağmen 1989 yılında başlamış, daha sonra 1993 yılında Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklik ve 13/4/1994 tarihli ve 3984 sayılı mülga Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun'un yürürlüğe girmesi ile radyo yayıncılığına hukuki bir zemin sağlanmıştır (İyi Haber Yayın Organizasyon Ticaret Anonim Şirketi ve diğerleri [GK], B. No: 2018/10782, 11/1/2024, § 8). 3984 sayılı mülga Kanun'dan önce çok sayıda radyo kuruluşu, frekans kullanımı ve yayın içeriği yönünden denetimsiz olarak yayınlarını sürdürmekteydi. 3984 sayılı mülga Kanun ile radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesine ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun (RTÜK/Üst Kurul) kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esas ve usuller belirlenmiştir. Bunlara ilave olarak geçici maddelerde Kanun'un yürürlüğünden önceki durum da dikkate alınmış ve Kanun yürürlüğe girmeden önce fiilen radyo ve televizyon yayıncılığına başlamış olan özel kuruluşların yeni hukuki duruma intibakına ve yeni uygulamaya ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Kanun'un geçici maddesinde üst kurulun oluşumunu takip eden en geç dört ay içinde öncelikle ihtiyaç duyduğu kanal ve frekans bantları planlamasını yaptıracağı belirtilmiştir (Bizim FM Radyo Yayıncılığı ve Reklamcılık A.Ş. [GK], B. No: 2014/11028, 18/10/2017, § 15). 10/3/1995 tarihli ve 22223 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Radyove Televizyon Kuruluşlarına Kanal veya Frekans Tahsisi Şartları ve Bunlara İlişkin İhale Usulleri ile Yayın Lisansı ve İzni Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) geçici maddesinde, Yönetmelik'in yürürlüğe girdiği tarihte yayında bulunan radyo ve televizyon istasyonlarının yeri, kullandığı frekans kanalı, en yüksek yayın gücü ve yayın saatlerinin bir ay içinde üst kurula bildirileceği belirtilmiş; geçici maddesinde ise yayın kuruluşlarının üst kurul tarafından lisans başvurusu yapılmasına ilişkin genel duyuruyu izleyen bir ay içinde bu Yönetmelik'in ilgili hükümlerine uygun olarak lisans için başvurmak zorunda oldukları, bu süre içinde başvuruda bulunmayan kuruluşların istasyonlarının derhâl kapatılması esası getirilmiştir (İyi Haber Yayın Organizasyon Ticaret Anonim Şirketi ve diğerleri, § 10). 3984 sayılı mülga Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra ulusal radyo ve televizyon frekans planı hazırlanmış ve hazırlanan yönetmelikler çerçevesinde yayın lisansı ve yayın izni verilmek üzere başvurular alınmıştır. Neticede Kanun'un öngördüğü şartlara uygun olarak 186 radyo kuruluşunun lisans başvuruları kabul edilmiş, bunların dışındaki radyo ve televizyonlar yayından men edilmiştir. Lisans başvurusu kabul edilen radyolar bu tarihten itibaren RTÜK'ün sıralama ihalesi yapmasını ve karasal yayın lisanslarının verilmesini beklemeye başlamıştır (Bizim FM Radyo Yayıncılığı ve Reklamcılık A.Ş., § 17). 1994 yılından itibaren uygulanan 3984 sayılı Kanun, 15/2/2011 tarihli ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ile ilga edilmiştir. Yeni Kanun'da, karasal sayısal yayınla ilgili net ve kesin bir yol haritasına yer verilmiştir. 6112 sayılı Kanun’un geçici maddesine göre RTÜK'ün radyo ve televizyon alanında frekans planlamalarını Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapması gerekmektedir. Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten dört yıl sonra yani 3/3/2015'te analog karasal yayınların sona erdirileceği belirtilmiştir. Karasal radyo yayınları için sıralama ihalesi ise analog televizyon yayınlarının kapatılmasının ardından altı ay içinde yapılacaktır. Başka bir deyişle karasal radyo yayınlarının sıralama ihalesi için son tarih 3/9/2015 olarak belirlenmiştir (İyi Haber Yayın Organizasyon Ticaret Anonim Şirketi ve diğerleri, § 8). Anayasa Mahkemesi Bizim FM Radyo Yayıncılığı ve Reklamcılık A.Ş. kararında, 3984 sayılı mülga Kanun'un ve bu Kanun yerine getirilen 6112 sayılı Kanun’un emredici hükümlerine rağmen idarece bir sıralama ihalesi yapılmadığını tespit etmiştir. Dolayısıyla Türkiye'de hâlen karasal yayın yapan radyolar, 1995 öncesi yayına başlayan radyolar ile bu tarihten sonra idari kararlar veya mahkeme kararları ile yayına başlayan radyolardan oluşmaktadır. Başka bir deyişle 1995 yılından itibaren mevzuata uygun olarak gerçekleştirilmiş sıralama ihalesi ile kanal ve frekans tahsisi yapılmış bir radyo yayına başlamamıştır. Bu sebeple ilk kez veya yayınına ara verip yeniden yayın yapmak isteyen yayıncı kuruluşlar sıralama ihalesi yapılmadığı için yaklaşık yirmi sekiz yılı aşkın süredir beklemektedir (Bizim FM Radyo Yayıncılığı ve Reklamcılık A.Ş., §§ 59, 60).B. 2020/8246 Numaralı Bireysel Başvuruya İlişkin Süreç Başvurucu, "Radyo Kırkbeşlik" çağrı işaretiyle ve ulusal yayın (R1) izni uyarınca 1995 yılından bu yana kesintisiz radyo yayını yapmaktadır. RTÜK; başvurucu Şirketin Eskişehir il merkezine yönelik olarak izinsiz radyo yayıncılığı yaptığından bahisle 6112 sayılı Kanun'un 33/ maddesi uyarınca yayın cihazlarına el konulması istemiyle Cumhuriyet başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. Akabinde Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliği 27/1/2020 tarihinde başvurucu Şirketin yayın merkezinde arama yapılmasına ve arama sonucu ele geçirilecek suç unsurlarına el konulmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine 28/1/2020 tarihinde başvurucu Şirketin yayın merkezinde arama yapılmış ve yayın cihazlarına el konulmuştur. Başvurucu, arama ve elkoyma kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliği 31/1/2020 tarihli kararıyla itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 10/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 5/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2020/11231 Numaralı Bireysel Başvuruya İlişkin Süreç Başvurucu, almış olduğu yerel yayın (R3) izni uyarınca Yozgat'a yönelik olarak 1995 yılından bu yana kesintisiz radyo yayını yapmaktadır. Başvurucu ulusal yayın izni verilmesi istemiyle RTÜK'e başvurmuş ancak 11/12/2013 tarihli kararla başvurucunun başvurusu reddedilmiştir. Başvurucu, RTÜK'ün ret kararına karşı iptal davası açmış; davanın görüldüğü Ankara İdare Mahkemesi 22/2/2016 tarihinde davanın kabulüyle idari işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Dairesi 27/4/2017 tarihinde temyiz isteminin reddi ile yerel mahkeme kararının onanmasına karar vermiştir. Anılan karara yönelik karar düzeltme talebinde bulunulmuş, Danıştay Dairesi 23/7/2013 tarihinde karar düzeltme talebinin reddine karar vermiş ve söz konusu yerel mahkeme kararı kesinleşmiştir. Akabinde RTÜK 6112 sayılı Kanun'un maddesine muhalefet iddiasıyla Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuş ve başvurucu Şirket hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma devam ederken Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Yozgat Sulh Ceza Hâkimliği 11/2/2020 tarihinde başvurucu Şirketin yayın merkezinde arama yapılmasına ve arama sonucu ele geçirilecek suç unsurlarına el konulmasına karar vermiştir. Karar gereği başvurucu Şirketin yayın merkezinde arama yapılmış ve yayın cihazlarına el konulmuştur. Başvurucu, arama ve elkoyma kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Sungurlu Sulh Ceza Hâkimliği 21/2/2020 tarihli kararıyla itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 29/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 26/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/11231 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2020/8246 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmesi gerekir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8246 | Başvuru, arama ve elkoyma kararı verilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; aynı durumda bulunan kişiler tarafından aynı idari işlemin iptali ve zararın tazmini istemiyle açılan davalarda farklı kararlar verilmesi, davanın mahkemece heyet hâlinde karara bağlanması gerekirken tek hâkimle karara bağlanması ve dava konusu işlem metninde veya idarenin savunmasında yer almayan iddiaya dayanılarak karara gerekçe oluşturulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığında (Ulaştırma Bakanlığı) müfettiş olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde üç yıllık müfettiş yardımcılığı sürecini yeterlilik sınavında başarılı olarak 10/5/2012 tarihinde tamamlamış, ancak belirli bir süre müfettişlik kadrosuna atanmamıştır. Başvurucuyla aynı yeterlilik sınavına katılarak başarılı bulunan diğer iki müfettiş yardımcısı tarafından müfettişliğe atanma isteğiyle yapılan başvuruların reddi işlemlerine karşı açılan davalarda verilen iptal kararları üzerine başvurucu hakkında da işlem tesis edilmiş ve 20/7/2013 tarihinde başvurucunun müfettişlik kadrosuna ataması yapılmıştır. Müfettişlik kadrosuna atamasının yapılmasından sonra başvurucu ve aynı durumdaki yedi müfettiş yardımcısı, üç yıllık müfettiş yardımcılığı ve yeterlilik sınavında başarı koşullarını tamamlamış olmalarına karşın müfettiş kadrolarına atama süreçlerinin başlatılmaması ve atamalarının geç yapılması nedeniyle 10/5/2012-20/7/2013 tarihleri arasında mahrum kaldıkları ücret artışlarından oluşan maddi zararlarının telafi edilmesi istemiyle idareye başvuruda bulunmuşlardır. Ulaştırma Bakanlığı tarafından anılan başvuru dilekçeleri birlikte değerlendirilmiş ve tüm başvuruların reddine yönelik 2/8/2013 tarihli tek bir işlem tesis edilmiştir. Başvurucu ve aynı işlemle talepleri reddedilen diğer yedi müfettiş yardımcısı; söz konusu işlemin iptali, uğradıkları maddi zararların yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve özlük hakkı kayıplarının telafi edilmesi istemleriyle Ankara İdare Mahkemelerinde ayrı ayrı dava açmışlardır. Başvurucu tarafından açılan davada Ankara İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 31/3/2014 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden, davalı idare bünyesinde üç yıllık müfettiş yardımcılığı sürecini tamamlayarak girdiği yeterlilik sınavının 2012 tarihinde yazılı, 2012 tarihinde de sözlü kısmında başarılı olan davacının kadro bulunmadığından bahisle uzun süre müfettişliğe atamasının yapılmadığı, aynı sınava katılarak başarılı bulunan diğer müfettiş yardımcıları tarafından müfettişliğe atanma isteğiyle yapılan başvuruların reddi üzerine açılan iki ayrı davada verilen yürütmenin durdurulmasına yönelik kararlar üzerine 2013 tarihinde müfettişliğe atandığı, 2013 tarihli dilekçeyle atamasının geç yapılması nedeniyle oluşan 2012 - 2013 tarihleri arasındaki özlük ve parasal kayıplarının ödenmesi isteminde bulunduğu, bu istemin 160 Seri No'lu Devlet Memurları Kanunu Genel Tebliği gerekçe gösterilerek ve göreve ilişkin aylık ve diğer özlük hakların göreve başlanıldığı tarihi takib eden ay başından itibaren ödenmesi gerektiği belirtilerek reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda, davacının müfettişliğe atanmasının davalı idarece re'sen gerçekleştirildiği, yeterlik sınavının sözlü kısmının yapıldığı tarihle atandığı tarih arasında davacı tarafından atanma istemiyle davalı idareye yapılmış, 2577 sayılı Kanun'un 10 maddesi kapsamında herhangi bir başvurunun da bulunmadığı görülmüştür.Her ne kadar genel düzenleyici işlemlerin iptali halinde buna ilişkin yargı kararları konu ile ilgili herkes hakkında hüküm ve sonuçlar doğurmakta ve bunun üzerine idarelere yapılan başvuruların değerlendirilmesi gerekmekte ise de kendileri ile ilgili bulunan atamama işlemlerinin iptali istemiyle diğer müfettiş yardımcıları tarafından açılan davalarda verilen iptal kararları bireysel işlemlerin iptaline yönelik olduğundan, bu kararların hüküm ve sonuçlarından davacının yararlanamayacağı açıktır.Bu durumda, davacının müfettişlik kadrosuna herhangi bir başvurusu veya açtığı bir dava sonucuna göre atanmayıp, idarece resen atandığı dikkate alındığında, bu kadro görevinin özlük ve parasal haklarını ancak atama tarihini müteakiben alabileceği sonucuna varıldığından, davaya konu işlemde hukuka aykırılık görülmemiş olup, davacının tazminat isteminin de reddi gerekmektedir." Başvurucunun karara itirazı Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunun 19/11/2015 tarihli kararı ile reddedilmiş ve karar onanmıştır. Karar 7/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından etkili bir yol olarak görülmediğinden karar düzeltme isteminde bulunulmamıştır. Başvurucu 5/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un “Tek hâkimle çözümlenecek davalar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“ (Değişik birinci fıkra: 8/6/2000 - 4577/3 md.) Uyuşmazlık miktarı yirmibeşbin Türk Lirasını aşmayan;a) Konusu belli parayı içeren idarî işlemlere karşı açılan iptal davaları,b) Tam yargı davaları,İdare mahkemesi hâkimlerinden biri tarafından çözümlenir.” 2576 sayılı Kanun’un ek maddesi şöyledir:“Bu Kanunun tek hakimle çözümlenecek davalara ilişkin 7 nci maddesindeki parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların, o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların bin Türk lirasını aşmayan kısımları dikkate alınmaz.Yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere uygulanan parasal sınırların artışı, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce idare ve vergi mahkemelerince nihaî olarak karara bağlanmış davalar ile Danıştayın bozma kararı üzerine bozulan mahkemece yeniden bakılan davalarda uygulanmaz.” 2576 sayılı Kanun’un “Bölge idare mahkemelerinin görevleri” kenar başlıklı mülga maddesinin ilgili kısmının 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un maddesiyle yürürlükten kaldırılmadan önceki hâli şöyledir:“Bölge idare mahkemeleri;a) Yargı çevresindeki idare ve vergi mahkemelerinde tek hâkim tarafından 7'inci madde hükümleri uyarınca verilen kararları itiraz üzerine inceler ve kesin olarak hükme bağlar.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Temyiz” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının 6545 sayılı Kanun’un maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir:“Danıştay dava daireleri ile idare ve vergi mahkemelerinin nihai kararları, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştayda temyiz edilebilir.” 23/5/1991 tarihli mülga Ulaştırma Bakanlığı Teftiş Kurulu Tüzüğü'nün maddesinin birinci fıkrası şöyledir:''Müfettişliğe, yeterlik sınavında başarılı olan müfettiş yardımcıları atanırlar." 18/10/1991 tarihli ve 21025 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan mülga Ulaştırma Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:''Yeterlik sınavında başarı gösteren müfettiş yardımcıları, boş olan müfettişlik kadrolarına başarı sırasıyla atanırlar." 11/5/2006 tarihli ve 26165 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 160 Seri No.lu Devlet Memurları Kanunu Genel Tebliği'nin "E- Uygulamaya İlişkin Ortak Açıklamalar" bölümünün maddesinin (c) bendi şöyledir:"Üst derece ile alt derecelere yapılan atamalarda ve görev değişikliğinde memur, atandığı göreve başladığı tarihi izleyen aybaşından itibaren atandığı derecenin aylığına hak kazandığından, yeni derece ve görevlerine ait zam ve tazminatlarının da buna göre ödenmesi, ancak 657 sayılı Kanunun 68 inci maddesinin (B) bendine göre atananların aylık ve diğer hakları atandıkları yeni kadro dereceleri üzerinden göreve başladıkları günden itibaren ödendiğinden, bu kadro dereceleri için öngörülen zam ve tazminatların da anılan Kanunun 165 inci maddesinde olduğu gibi göreve başladıkları günden itibaren ödenmesi gerekmektedir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2270 | Başvuru, aynı durumda bulunan kişiler tarafından aynı idari işlemin iptali ve zararın tazmini istemiyle açılan davalarda farklı kararlar verilmesi, davanın mahkemece heyet hâlinde karara bağlanması gerekirken tek hâkimle karara bağlanması ve dava konusu işlem metninde veya idarenin savunmasında yer almayan iddiaya dayanılarak karara gerekçe oluşturulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu 1958 yılında murisi tarafından açılmış olan ve kendisinin de 26/4/1994 tarihli celse itibarıyla dâhili dava edildiği hukuk davasının hâlen ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğunu, bu nedenle Anayasa’nın maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespiti ile uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 15/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/3/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu murisi Ali Gülmez tarafından 4/2/1958 tarihinde, Antalya ili Manavgat ilçesi Şişeler köyünde kain yedi parsel taşınmazı konu alan tescil davası açılmıştır. Manavgat Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1958/21 sırasına kaydı yapılan dosyanın yargılaması sonucunda, taşınmazların bulunduğu bölgede kadastro tespit çalışmalarının başladığından bahisle dosya 11/6/1969 tarihli görevsizlik kararı ile Manavgat Kadastro Mahkemesine devredilerek, Mahkemenin E.1970/269 sırasına kaydı yapılmıştır. Manavgat Kadastro Mahkemesinin 2/6/1986 tarihli kısmen kabul kısmen red kararının temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/2/1990 tarihli kararı ile bozulması üzerine, dosyanın Manavgat Kadastro Mahkemesinin E.1990/227 sırasına kaydı yapılmış, bozma kararı sonrasında yürütülen yargılama sonucunda verilen 2/5/1991 tarihli karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/4/1993 tarihli kararı ile bozulmuştur. Bozma sonrası ilk derece mahkemesinin E.1994/113 sırasına kaydı yapılan davanın yargılaması neticesinde, Mahkemece verilen 26/12/2001 tarihli karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/5/2003 tarihli kararı ile bozularak Mahkemenin E.2004/2 sırasına kaydı yapılmış, belirtilen esas üzerinden verilen 26/8/2008 tarihli karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/12/2009 tarihli kararı ile bozulmuştur. Son bozma ilamı üzerine Manavgat Kadastro Mahkemesinin E.2010/126 sırasına kaydı yapılan dava, hâlihazırda ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir. Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir: “Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8345 | Başvurucu 1958 yılında murisi tarafından açılmış olan ve kendisinin de 26/4/1994 tarihli celse itibarıyla dâhili dava edildiği hukuk davasının hâlen ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğunu, bu nedenle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespiti ile uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, tutuklu olan başvurucunun avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla kayda alınması, infaz memurunun görüşmeyi izlemesi ve görüşme süresi ile belge alışverişinin sınırlandırılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Askerî hâkim olan ve Millî Savunma Bakanlığı Askerî Adalet İşleri Başkanlığında şube müdürü olarak görev yapan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 20/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 24/7/2016 tarihinde başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 2/9/2016 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, anılan kararın 30/9/2016 tarihinde tebliğ edildiğini bildirmiştir. Başvurucu 30/9/2016 tarihinde, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunduğu sırada 25/7/2016 tarihinden itibaren avukatı ile yaptığı görüşmelerinin sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alındığını ve bir görevlinin görüşmeleri izlediğini, avukatı ile karşılıklı olarak verdikleri belgelerin kontrol edildikten sonra teslim edildiğini ileri sürerek söz konusu uygulamanın hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Ankara Batı İnfaz Hâkimliği 7/10/2016 tarihinde şikâyeti reddetmiştir. Kararın gerekçesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hükmü uyarınca uygulama yapılmasına ilişkin 28/9/2016 tarihli yazısına değinilerek uygulamanın usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Öncelikle tutuklunun 5237 Sayılı Kanun'un İkinci Kitap Dördüncü Kısım, Dördüncü (Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar), Beşinci (Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar), Altıncı (Milli Savunmaya Karşı Suçlar) ve Yedinci Bölümünde (Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk) tanımlanan suçlar, 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından tutuklu olması, Toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi ihtimalinin bulunması,Terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin bulunması,Kanundaki bu düzenleme, idarece tanzim edilen görüş yerlerinin nitelikleri birlikte değerlendirildiğinde; yapılan düzenlemede Kanun'da öngörülen şartların yerine getirildiği, Kanun'a aykırı bir düzenlemeninsöz konusu olmadığı, yapılan uygulamanın ceza infaz kurumu kurallarına uygun olduğu anlaşılmakla yerinde olmayan şikayetlerin reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucunun anılan karara itirazını Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 3/11/2016 tarihinde reddetmiştir. Öte yandan başvurucu 14/10/2016 tarihinde ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunduğu sırada avukatı ile yaptığı görüşmelerinin sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alındığını ve bir görevlinin görüşmeleri izlediğini, avukatı ile karşılıklı olarak verdikleri belgelerin kontrol edildikten sonra teslim edildiğini ve görüşme sürelerinin yetersiz olduğunu ileri sürerek söz konusu uygulamanın hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik 14/10/2016 tarihinde şikâyeti reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun 2016/31577 sayılı yazıları ekinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ının 2016/14436 sayılı yazısında; 'Toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi ihtimalinin bulunması, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin bulunması, görüşmenin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilmesi, görüşmeyi izlemek amacı ile görevlinin hazır bulundurulması, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örneklerinin dosyalara ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulabilmesi, görüşmelerin gün ve saatlerinin sınırlandırılabilmesi, belirtilen talimatlar doğrultusunda uygulama yapılmasnın istenildiği' bildirilmiştir.Buna göre tutuklu hakkında yapılan uygulamanın Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı üzerine yapıldığı, ceza infaz kurumu kurallarına uygun olduğu mevzuata aykırı bir uygulamanın veya hukuka aykırılığın söz konusu olmadığı anlaşılmakla yerinde olmayan şikayetin reddine karar verrnek gerekmiştir." Başvurucunun anılan karara itirazını Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi benzer gerekçeyle 9/11/2016 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu 21/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 22/8/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul etmiş ve E.2017/95 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 7/12/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme 24/1/2020 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf mahkemesinde derdesttir. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Anayasayı ihlal" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar. (2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur." 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.... (3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafi ile görüşme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz. (2) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/3 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/3 md.) Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ile örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçları bakımından gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hâkim kararıyla yirmidört saat süreyle kısıtlanabilir; bu zaman zarfında ifade alınamaz. " 667 sayılı KHK'nın "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...Tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve tâlimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. Tutuklunun yaptığı görüşmenin, belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. Tutuklu hakkında, tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemiyle tutuklunun avukatlarıyla görüşmesi sulh ceza hâkimliğince yasaklanabilir. Yasaklama kararı, tutuklu ile yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir ..." 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında KHK'nın "Yargı ile ilgili düzenlemeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 59'uncu maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve diğer fıkra buna göre teselsül ettirilmiştir. (4) Görüşme sırasında; hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmaya ilişkin olarak kendilerinin tuttukları kayıtlar incelenemez; hükümlünün avukatı ile yaptığı görüşme dinlenemez ve kayda alınamaz. (5) Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. (6) İnfaz hakimliği hükümlünün; kurallara uyumunu, toplum veya ceza infaz kurumu bakımından arz ettiği tehlikeyi ve rehabilitasyon çalışmalarındaki gelişimini değerlendirerek, kararda belirttiği süreyi üç aydan fazla olmamak üzere müteaddit defa uzatabileceği gibi kısaltılmasına veya sonlandırılmasına da karar verebilir. (7) Beşinci fıkra kapsamına giren hükümlünün yaptığı görüşmenin, aynı fıkrada belirtilen amaca yönelik yapıldığının anlaşılması hâlinde,görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce taraflar bu hususta uyarılır. (8) Hükümlü hakkında, yedinci fıkra uyarınca tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemiyle hükümlünün avukatlarıyla görüşmesi infaz hâkimince altı ay süreyle yasaklanabilir. Yasaklama kararı, hükümlüye ve yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir. Cumhuriyet başsavcılığı baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesini baro başkanlığından isteyebilir. Bu fıkra hükmüne göre görevlendirilen avukata, 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret ödenir. (9) İnfaz hâkimi tarafından bu madde uyarınca verilen kararlara karşı 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edilebilir. (10) Bu madde hükümleri 9 uncu maddenin üçüncü fıkrasına göre yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler ile beşinci fıkradaki suçlardan hükümlü olup, başka bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler hakkında da uygulanır. (11) Tutuklular hakkında bu madde hükümlerine göre karar vermeye soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme yetkilidir.” 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "Amaç ve kapsam" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Bu kanun, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlere yönelik şikâyetleri incelemek, karara bağlamak ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere kurulan infaz hâkimliklerine ilişkin hükümleri kapsar." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır: Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri,yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak, ...Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren on beş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir.Şikâyet, dilekçe ile doğrudan doğruya infaz hâkimliğine yapılabileceği gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hâkimliği dışında yapılan başvurular hemen ve en geç üç gün içinde infaz hâkimliğine gönderilir. Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir....Şikâyet yoluna başvurulması, yapılan işlem veya faaliyetin yerine getirilmesini durdurmaz. Ancak, infaz hâkimi giderilmesi güç veya imkânsız sonuçların doğması ve işlem veya faaliyetin açıkça hukuka aykırı olması koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda işlem veya faaliyetin ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekâletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir." Mahkeme Kararları Osmaniye İnfaz Hâkimliğinin 11/7/2018 tarihli ve E.2018/5756 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... tutuklu dilekçesinde avukatı ile görüşme sırasında kamera kaydına alınmasına, görüşmede infaz koruma memuru bulundurulmasına ve avukatı ile belge alış verişinin kontrol edilmesine itiraz ederek bu uygulamanın kaldırılmasını talep etmiştir.22/7/2016 tarih ve 667 sayılı KHK'nın 6/1-d. maddesinde: 'Tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet Savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir' hükmünü içermektedir.22/7/2016 tarih ve 667 sayılı KHK'nın maddesi ile talep dilekçesi birlikte değerlendirildiğinde; madde metninde de açıkça belirtildiği üzere olağanüstü halin devamı süresince, tutuklu olanlar hakkında talebe konu kısıtlamaların Cumhuriyet Savcısının kararıyla yapılabileceğinin açıkça düzenlendiği, Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığının 29/9/2017 tarih ve B. 2016/9539 sayılı kararı ile 667 sayılı KHK'nın maddesi gereğince kısıtlama kararı verildiği, yapılan uygulamanın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından, talebin/şikayetin reddine ... [karar verildi.]" Ankara Batı İnfaz Hâkimliğinin 10/10/2016 tarihli ve E.2016/4751 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... tutuklu B. 26/9/2016 tarihli dilekçesinde özetle; 'son süreçle alınan OHAL kararı ile birlikte cezaevlerinde hak gasplarının yaşandığını, bir tutuklu olarak avukat görüş hakkının hiç bir yasal gerekçe olmadan kayıt altına alınması avukat müvekkil görüş gizliliği hakkının engellenmesine neden olduğundan, uygulanan hak gasplarının kaldırılmasını istediğini' belirterek dilekçe gönderdiği anlaşılmıştır.Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü'nün 29/9/2016 tarih ve 2016/11463 sayılı yazısı ekinde gönderilen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/2016 tarihli ve 2016/1436 sayılı yazısında 'Anayasanın 120, maddesi uyarınca ilan edilen olağanüstü hal çerçevesinde çıkarılan 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin, ceza soruşturma ve kovuşturma açısından değerlendirilmesinde; Tutuklu süphelilerin avukatlarıyla görüşmelerinde tedbir uygulanmasına, sınırlama getirilmesi hususlarında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Bakanlık Muhabere Bürosunun Başsavcı vekili K. imzalı, 667 sayılı KHK ve Bakanlık Genelgeleri doğrultusunda yazılan 3/8/2016 tarih ve B. 2016/21916 sayılı yazıları ile gerekli talimatların ilgili ceza infaz kurumlarına verildiği, uygulamada birliğin sağlanması ve çelişkilerin giderilmesi adına uygulamanın değerlendirilmesinde; a-Tedbir-sınırlama sebeplerii-Toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi ihtimalinin bulunması,ii-Terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin bulunmasıb-Tedbir ve sınırlandırmalar i-Görüşmenin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilmesiii-Görüşmeyi izlemek amacıyla görevlinin hazır bulunabilmesi,iii-Tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örneklerine, dosyalara ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulabilmesi,iv-Görüşmelerin gün ve saatlerinin sınırlandırılabilmesi,c-Bu tedbir ve sınırlandırmalara karar vermeye, Cumhuriyet savcısı yetkilidir.Yukarıda belirtilen talimatlar uygulama yapılması hususlarında gereği rica olunur.' şeklinde bilgi verilmiştir. 23/7/2016 Tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 6/ maddesinde; Bu suçlardan tutuklananların soruşturma ve kovuşturma evresinde yakınları ile ziyaretleri ve avukatları ile görüşmelerinde 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesi ile 17/6/2005 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 'Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkındaki Yönetmelik'hükümlerinden farklı bir uygulama getirilmiş olmakla;A- Tutukluların avukatları ile ziyaretleri;667 sayılı KHK.nin 6/1-d maddesinde 'tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve tâlimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. Tutuklunun yaptığı görüşmenin, belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. Tutuklu hakkında, tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemiyle tutuklunun avukatlarıyla görüşmesi sulh ceza hâkimliğince yasaklanabilir. Yasaklama kararı, tutuklu ile yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir. Baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesi Cumhuriyet savcısı tarafından istenebilir'. denmektedir.Buna göre;Öncelikle tutuklunun 5237 sayılı Kanunun İkinci Kitap Dördüncü Kısım, Dördüncü (Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar), Beşinci (Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar), Altıncı (Milli Savunmaya Karşı Suçlar) ve Yedinci Bölümünde (Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk) tanımlanan suçlar, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından tutuklu olması,Toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi ihtimalinin bulunması,Terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin bulunması,Kanundaki bu düzenleme, idarece tanzim edilen görüş yerlerinin nitelikleri birlikte değerlendirildiğinde; yapılan düzenlemede kanunda öngörülen şartların yerine getirildiği, kanuna aykırı bir düzenlemenin söz konusu olmadığı, yapılan uygulamanın ceza infaz kurumu kurallarına uygun olduğu anlaşılmakla yerinde olmayan şikayetlerin reddine ... [karar verildi.]" Samsun İnfaz Hâkimliğinin 24/2/2017 tarihli ve E.2017/116 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... tutuklu Z.K. hakimliğimize hitaben yazdığı 22/2/2017 tarihli dilekçesinde; cezaevine girdiği günden bu yana OHAL şartlarından dolayı avukatı ile sadece 10 dakika kamera kaydı ve görevli nezaretinde görüşebildiğini, iddianame kabul edildiği için ve çok ciddi suçlamalar olduğundan sağlıklı bir savunma yapabilmek için avukatı ile görüşme sayı ve süresinin kısıtlanmamasını, insan hakları normlarına uygun olarak savunma hakkını kullanabilmesi için kamera kaydı ve görevli nezaretinde görüşme uygulanmasının kaldırılmasını talep etmiştir. ...... 667 Sayılı KHK'nın 6/1-d maddesi uyarınca toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi ihtimali nedeniyle görüşmelerin ses kayıt ve görüntülü kamera ile kaydedilebileceği ve görüşmeleri izlemek amacıyla görevlinin hazır bulundurulacağı ve görüşmelerin hafta içinde mesai saatleri içinde yaptırılacağının belirtildiği,Samsun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda 667 Sayılı Kanun Hükümünde Kararname kapsamına giren suçlardan tutuklu fazla sayıda kişinin bulunması nedeniyle avukat ile yapılacak görüşmemelerin aksamaması adına alınan kararın, 667 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6/1-d maddesine aykırılık içermediği anlaşıldığından, tutuklunun talebinin reddine ... [karar verildi.]" Karşıyaka İnfaz Hâkimliğinin 5/12/2018 tarihli ve E.2018/5623 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... tutuklu O.Y. İzmir 2 Nolu T tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığınca verilen 29/11/2018 tarih 2018/5758 sayılı kararına itiraz etmekle evrak ve ekleri incelendi....Avukat görüşlerinin sesli ve görüntülü odalarda veya memur eşliğinde yapıldığını, zaman ve saat olarak kısıtlandığını belirtmiştir....- İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2016 tarih ve B.2016/30331 sayılı tedbir konulu yazısında;677 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6/1-d bendi uyarınca FETÖ/PDY örgüt üyesi olup, bu soruşturmalar nedeniyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına bağlı ceza infaz kurumlarında tutuklu olarak bulunan şüphelilerin avukatları ile yaptığı görüşmelerin teknik cihazlar ile sesli ve görüntülü olarak kaydedilmesine, tutuklu ve avukatının cihazlarla sesli ve görüntülü izlemek amacıyla bir görevlinin hazır bulundurulmasına,Savunma amacı dışında toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi amacının güdülmesi halinde tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge ve belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulmasına, bu amaçla yapılan görüşmenin derhal sonlandırılarak bu hususun gerekçesi ile birlikte tutanağa bağlanarak ilgili evrakların cumhuriyet başsavcılığımıza gönderilmesi' hususları bildirilmiştir....Yine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 19/2/2018 tarih, 2018/1265 B.M sayılı tedbir kararlarının kaldırılması hakkındaki yazı ile; ceza infaz kurumlarının yasal mevzuattan kaynaklanan yetkileri saklı kalmak koşulu ile İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 23/7/2017 tarih ve B.M 2016/2768 Muh sayılı yazısı ile 667 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere ilişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 6/1-d maddesi uyarınca; FETÖ/PDY örgüt üyesi olup 15/7/2016 tarihinde silahlı darbe teşebbüsünde bulunan ve halen Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma nedeniyle İzmir ilindeki ceza infaz kurumlarında tutuklu bulunan şüphelilerin avukatları ile yaptığı görüşmelerin teknik cihazlarla sesli ve görüntülü olarak kaydedilmesine, tutuklu ve avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla bir görevlinin hazır bulundurulmasına, salınma amacı dışında toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi, veya yorumları ile gizli, açık veya şifreli mesajlar iletilmesi amacının güdülmesi halinde tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örneklerine, dosyasıyla ilgili aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulmasına, bu amaçla yapılan görüşmeleri derhal sonlandırılarak bu hususun gerekçesi ile birlikte tutanağa bağlanarak ilgili evrakları Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, bu soruşturmalar nedeni ile tutuklu bulunan şahısların avukatlarıyla tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içerisinde olmak koşulu ile ceza infaz kurumu tarafından yapılacak düzenleme ile her bir tutuklu için haftada bir kez ve azami bir saate kadar görüştürülmelerine yönelik tüm tedbirlerin ceza infaz kurumlarının yasal mevzuattan kaynaklanan yetkileri saklı kalmak üzere kaldırılmasının uygun görüldüğü bildirilmiş olup, Kurumumuz İdareve Gözlem Kurulu Başkanlığı tarafından alınmış olan 28/11/2016 tarih ve 2016/5284 sayılı kararı yerine geçecek yeni bir karar alınması gerekliliği haiz olmuş ve İdareve Gözlem Kurulu Başkanlığınca 26/2/2018 tarih ve 2018/871 sayılı kararı ile avukat görüş sırasında yapılan tedbirler yasal mevzuatlar çerçevesi içerisinde kaldırılarak;a. Yetkili mercilerce haklarında herhangi bir kısıtlama kararı bulunmayan hükümlülerin mesai günlerinde, 00-00 saatleri arasında, bir defa iki saati geçmeyecek şekilde avukatları ile görüştürülmesine,b. Yetkili mercilerce haklarında kısıtlama kararı bulunmayan tutukluların, mesai günlerinde, 00-00 saatleri arasında, bir defa iki saati geçmeyecek şekilde avukatları ile görüştürülmesine karar verilerek Avukat görüşü üzerinde kısıtlama bulunmamaktadır. Ceza İnfaz Kurumumuzda Hükümlü ve tutukluların Ziyaret edilebilmeleri hakkında yönetmeliğin ' Tutuklunun müdafi, uzlaştırmacı ve arabulucu ile görüşmesi' başlıklı maddesi kapsamında tutukluların Avukat ile görüşmeleri yapılmaktadır....... tutuklu O.Y.nin, ... avukat görüş talebi, ... OHAL'in uzatılmayarak sona ermesine istinaden FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne mensup tutuklu ve hükümlüler üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasına istinaden taleplerinin kabulüne ... [karar verildi.]" İzmir İnfaz Hâkimliğinin 30/3/2018 tarihli ve E.2018/2099 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan silahlı kalkışma sonrası bu eyleme katılan ve suç işleyen kişilerin tespiti ve yargılanmalarının sağlanması amacı ile ilan edilen olağanüstü hal yasasına göre yürürlüğe sokulan 667 sayılı KHK'nın 6/1-d maddesinde bu amaçla yeni düzenlemeler getirilmiştir. 667 sayılı KHK'nın 6/1-d maddesi uyarınca OHAL'e neden olan olaylara katıldığı tespit edilen kişiler yönünden 5275 sayılı yasanın Maddesinin OHAL süresince farklı bir uygulamasının yapılmasına karar verildiği ve fakat Maddenin ilga edilmediği, bu süre zarfında 667 sayılı KHK hükümlerinin uygulandığı anlaşılmıştır. Hükümözlünün 12/02/2018 tarihli dilekçesine konu ettiği sıkıntı ve şikayetin 667 sayılı KHK ile getirilen düzenlemenin uygulanması nedeni ile kaynaklandığı görülmektedir. İzmir 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tarafından hakimliğimize gönderilen yazı cevabına ekli ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca kararlaştırılan 19/2/2018 tarihli yazıya göre 667 sayılı KHK ile getirilen kısıtlamaların aradan geçen süre nedeni ile ve silahlı kalkışmaya karışan tespit edilen kişilerin deşifre edilmesi büyük oranla soruşturmaların açılıp tamamlanması nedeni ile kaldırılmasının uygun görüldüğü ve ceza infaz kurumu tarafından da bu yazı sonrası kurumca bu konularla yapılan iş ve işlemler hakkında 5275 sayılı yasa ve bu yasaya göre çıkartılan kurumların yönetmeliğine ilişkin tüzük, ilgili yönetmelikler, genelgeler ve kurum iç yönetmeliğine göre uygulamaya geçildiği bildirilmiştir.İzmir 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünce bu uygulamanın kaldırılmasına yönelik İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak uygulamaya soktuğu ve kaldırılan düzenleme sonrası kurumca 5275 sayılı yasa ve ilgili mevzuata göre uygulamaya geçildiği anlaşıldığından dolayısıyla hükümözlünün 12/02/2018 tarihli dilekçesine konu süre sınırlaması ve 667 sayılı KHK ile getirilen diğer kısıtlamaların sona erdiği görülmekle 26/03/2018 tarihli dilekçesinde de yer alan 12/2/2018 tarihli dilekçesinde ayrıntılı belirttiği mağduriyetin bu aşamada konusuz kaldığı, nitekim hükümözlünün 23/2/2018 tarihli görüşmede de sürenin bu kısıtlamanın kaldırılmasına göre uygulandığı, bu aşamada kısıtlamanın kaldırılması karşısında 12/2/2018 tarihli dilekçeye konu olan sıkıntılar ile ilgili verilebilecek bir karar bulunmadığı kanaatine varılmakla karar verilmesine yer olmadığına hükmetmek gerekmiştir ..."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir." Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: " Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:…c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;'' Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır.(Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51). İlke olarak şüpheliye, gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM, kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu bağlamda AİHM, Sözleşme'nin maddesinin lafzının da ruhunun da başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığının gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye, § 59). AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56). AİHM'in Kastravet/Moldova (B. No: 23393/05, 13/3/2007) kararına konu olayda, tutuklu bulunan başvurucu avukatı ile iki tabakalı cam bir bölmenin arkasından görüşebilmekte ve camların üzerinde matkapla açılmış küçük delikler bulunmaktadır. Ayrıca herhangi bir nesnenin karşı tarafa geçirilmesini engellemek amacıyla her iki tabaka arasındaki delikler, birbirine karşılık gelmeyecek biçimde açılmıştır. Dahası delik açılmış bölgelerin arasında yeşil bir ağ bulunmaktadır. Avukat ile müvekkil arasında doküman aktarımını sağlayacak herhangi bir bölme bulunmamaktadır (Kastravet/Moldova, § 17). Başvurucu, avukatıyla görüşme yaptıklarında birbirlerini duyabilmek için seslerini yükseltmek zorunda kaldıklarını ileri sürmüştür. Başvurucuya göre yüksek sesle konuşmaları sebebiyle bu konuşmaların kaydedilmesi veya ceza infaz memurları tarafından duyulması mümkün hâle gelmiştir. Başvurucu ayrıca bu cam bölmenin belgelerin birlikte okunmasını veya karşı tarafa geçirilmesini imkânsız kıldığından şikâyet etmiştir (Kastravet/Moldova, § 42). AİHM başvurucunun bu şikâyetlerini Sözleşme'nin maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında incelemeyi uygun bulmuş (Kastravet/Moldova, § 45) ve Sözleşme'nin maddesinin (4) numaralı fıkrasına ilişkin içtihadını şu şekilde derlemiştir:" maddesinin (4) numaralı fıkrası tutukluya veya gözaltına alınmış kişiye özgürlüklerinden mahrum bırakılmalarının Sözleşme anlamında hukukiliği için önem taşıyan usuli ve maddi koşulların denetlenmesi amacıyla başvuruda bulunma hakkını güvenceye bağlar. maddenin (4) numaralı fıkrası bağlamında öngörülen başvuru yolunda maddenin suç isnadı ve medeni hak ve yükümlülük uyuşmazlıkları için gerekli kıldığı garantilerin aynılarının sağlanması gerekmemekle birlikte bu yolun yargısal nitelik taşıması ve söz konusu özgürlükten mahrum bırakmanın türüne uygun birtakım güvenceler içermesi lazımdır. Yargılama çelişmeli olmalı ve taraflar arasındaki “silahların eşitliği”ni temin etmelidir. Bir kimsenin maddenin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi kapsamına tutulması halinin söz konusu olduğu yargılamalarda, duruşma açılması gereklidir.Bundan başka maddenin (4) numaralı fıkrası tutulan kişinin makul aralıklarla bu tutulmasının hukukiliğini incelettirebilmesini gerektirir. madde belli ölçüde tipik bir tutuklamanın hukukiliği incelemesinin yapıldığı tutukluluk safhasına da uygulanmıştır. Fakat maddenin bu aşamadaki uygulaması belli yönlerle sınırlıdır. Avukata erişim ile ilgili olarak maddede güvenceler habeas corpus yargılamalarında da uygulanabilir bulunmuştur. Bouamar/Belçika kararında AİHM sözkonusu bireyin sadece şahsen dinlenme değil fakat avukatından etkili bir şekilde yardım alma imkânını da haiz olmasının önemli olduğuna karar vermiştir (Kastravet/Moldova, §§ 46-47).Avukatın müvekkilinin menfaatlerini etkili bir biçimde savunabilmesi için kilit önemdeki hususlardan biri, ikisi arasında aktarılan bilginin gizliliğinin korunması ilkesidir. Bu ayrıcalık avukat ile müvekkil arasında açık ve dürüst bir iletişimi cesaretlendirir. AİHM daha önce bir kimsenin avukatıyla gizil görüşmesinin Sözleşme tarafından onun savunma hakkının güvencesi olarak korunduğuna karar verdiğini hatırlatmaktadır. Esasında bir avukat izlenmeksizin müvekkili ile görüşmeye ve ondan özel talimat almaya muktedir olmaz ise yapacağı yardım, kullanışlılığını büyük ölçüde yitirir. Oysa Sözleşme’nin amacı hakları fiili olarak ve etkili bir şekilde güvence altına almaktır. AİHM'e göre avukat-müvekkil mahremiyetine ve dolayısıyla tutulanın savunma hakkına müdahale edilmesi mutlaka fiili dinleme veya gizlice dinleme yapılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Makul bir temele dayalı olarak konuşmalarının dinlendiğine dair oluşan samimi bir düşüncenin varlığı dahi avukatın sağlayabileceği yardımın etkililiğini zayıflatmak için yeterli olabilir. Bu şekildeki bir düşünce kaçınılmaz olarak avukat ile müvekkil arasında serbest bir konuşmanın cereyan etmesini engeller ve tutuklu kişinin tutukluluğunun hukukiliğiyle etkili bir şekilde çelişme hakkını zedeler (Kastravet/Moldova, §§ 49-51)." AİHM somut olayda başvurucu ve avukatının bu koşullardaki konuşmalarının mahrem kalmadığına inanmaları için makul bir zeminin bulunduğu sonucuna ulaşmıştır. AİHM’e göre cam bölme, başvurucu ile avukatının gizli olarak konuşmalarına ve birbirlerine belge iletmelerine engel teşkil ettiğinden başvurucunun savunma hakkını zedelemiştir. AİHM başvurucunun sabıka kaydının bulunmadığına ve şiddet bağlantılı bir suçtan yargılanmadığına da dikkat çekerek cam bölmenin ayrım yapılmaksızın tüm tutuklulara uygulanan bir tedbir olduğunu ve kişisel koşulları dikkate almaksızın kurumda kalan herkese uygulandığını vurgulamıştır. AİHM hükûmetin güvenlik gerekçesini de bu amaç için avukat-müvekkil görüşmesinin görsel olarak izlenmesinin yeterli olacağı düşüncesiyle ikna edici bulmamıştır. AİHM sonuç olarak başvurucunun cam bölme olmaksızın avukatıyla görüşmesinin imkânsızlığının savunmasını ve tutukluluğuna itirazını doğrudan etkilediğine ve dolayısıyla savunma hakkını zedelediğine karar vermiştir (Kastravet/Moldova, §§ 55-60). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/22178 | Başvuru, tutuklu olan başvurucunun avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla kayda alınması, infaz memurunun görüşmeyi izlemesi ve görüşme süresi ile belge alışverişinin sınırlandırılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, Ankara İş Mahkemesinde açtığı, hizmet tespitine ve işçi alacaklarının tahsiline ilişkin davaların makul sürede tamamlanmadıklarını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 31/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 21/5/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı tarafından 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş yazısı 2/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 4/1/1999–15/2/2004 tarihleri arasında davalı şirketlere ait çeşitli iş yerlerinde kamyon sürücüsü olarak çalıştığını, hizmet sürelerinin Sosyal Sigortalar Kurumuna eksik bildirildiğini ve işçi alacaklarının eksik ödendiğini belirterek, 14/10/2005 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde, Çan Kömür Ofisi Madencilik Enerji ve Taşım. San. Tic. Ltd. Şti., Laçin İnş. Tic. Ltd. Şti., Latur Dış Tic. Ltd. Şti. ve Sosyal Güvenlik Kurumu aleyhine işçi alacaklarının tahsili ve eksik bildirilen hizmetinin tespiti istemiyle dava açmıştır. Mahkeme 7/2/2007 tarihli ara kararıyla, hizmet tespitine ilişkin davanın mevcut dosya üzerinden yürütülmesine, işçi alacaklarına ilişkin davanın tefrik edilmesine karar vermiş ve işçi alacaklarına ilişkin dava Mahkemenin E.2007/128 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. İşçi alacaklarının tahsiline ilişkin davada Mahkeme, 12/3/2008 tarihli celsede, hizmet tespiti davasının sonucunun beklenmesine karar vermiştir. Hizmet tespitine ilişkin davada Mahkeme, 27/4/2011 tarih ve E.2005/1280, K.2011/206 sayılı kararla; davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Davalıların temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/2/2013 tarih ve E.2011/13070, K.2013/3581 sayılı ilamıyla, davalı şirketlerden birinin tasfiye halinde olduğu, dolayısıyla bu şirketin tasfiye sürecinin tamamlanıp tamamlanmadığı araştırılarak bu hususa göre tebligat yapılması ve tebliğ tarihinden itibaren temyiz süresinin dolmasının beklenmesinden sonra dosyanın Yargıtaya gönderilmesi gerektiği belirtilerek, dosyanın geri çevrilmesine karar verilmiştir. Davalı şirketlerden Çan Kömür ve İnşaat Ltd. Şti. vekili 25/5/2013 tarihinde hizmet tespitine ilişkin davaya ilişkin tavzih talebinde bulunmuş, Mahkemenin 30/5/2013 tarihli ek kararı ile talep reddedilmiştir. Daha sonra Mahkeme, 9/6/2014 tarihinde tavzih kararı vermiştir. Tavzih kararı tebliğ aşamasında olup, dosya henüz temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderilmemiştir. İşçi alacaklarının tahsiline ilişkin davada ise 10/9/2012 tarihinde, hizmet tespiti davasının temyizden dönmesinin beklenmesine karar verilmiş olup yargılamanın İlk Derece Mahkemesinde devam ettiği anlaşılmaktadır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası ile maddesinin birinci fıkrası ve maddesi, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun geçici maddesinin birinci fıkrası, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu’nun maddesinin onuncu fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/397 | Başvurucu, Ankara 3. İş Mahkemesinde açtığı, hizmet tespitine ve işçi alacaklarının tahsiline ilişkin davaların makul sürede tamamlanmadıklarını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, kişisel verinin idare tarafından üçüncü bir kişiye verilmesi nedeniyle de özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 27/11/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı İzmir Barosuna kayıtlı olarak avukatlık görevini ifa eden başvurucu, kendi beyanına göre ağırlıklı olarak çevre hukuku ile ilgili davaları üstlenmekte; çevrenin ve kültürel değerlerin korunması için çalışmalar yapan Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) isimli derneğin de başvuru konusu olay tarihinde sözcülüğünü yapmaktadır. Bergama Altın Madeni'nin de içinde bulunduğu alana ilişkin imar planının iptali istemiyle açılan davada başvurucu, davacı sıfatıyla taraftır. Bölgede altın çıkarma faaliyetinde bulunan ve anılan davaya müdahil olan Koza Altın İşletmeleri Anonim Şirketinin (Şirket) avukatı İçişleri Bakanlığına 24/7/2006 tarihinde başvurarak 7/4/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile 24/10/2003 tarihli ve 4632 sayılı Bilgi Edinme Kanunu kapsamında yargısal süreçte kullanılmak üzere bilgi talebinde bulunmuştur. Başvuruda, Alman Vakıfları olarak bilinen kuruluşlar ile bazı kişilerin Bergama Ovacık Altın Madeni aleyhinde faaliyette bulunup bulunmadığı hususu sorulmuş; faaliyette bulunuyorlar ise bu kuruluşlar ile ilgili kişiler hakkındaki bilgi ve belgelerin verilmesi talep edilmiştir. Bilgi talebinde bulunan avukatın vekilliğini yaptığı şirketin Koza İpek Grubu bünyesinde bir şirket olduğu görülmüştür. Koza İpek Grubu temel olarak İpek ailesinin en az bir ferdinin ortak olduğu veya yönetimi kontrolü altında bulundurduğu -2015 yılı sonu itibarıyla- yirmi sermaye şirketini, bir vakfı ve vakfa bağlı bir özel üniversiteyi ifade etmektedir. Koza İpek Grubu içinde yer alan şirketlerin ortaklık yapıları incelendiğinde holding yapılanmasına uygun olarak hâkim şirketin bağlı şirketlere iştirak etmesi yoluyla bir yapının oluşturulduğu ve bu yapı içinde yer alan şirketlerin altın madenciliğinden enerji, gıda, medya, bilişim, sigorta, tedarik, turizm, seyahat sektörüne kadar pek çok farklı alanda faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 26/10/2015 tarihinde ilgili Cumhuriyet başsavcılığının talebi üzerine şirketlerin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) faaliyetleri kapsamında ve faaliyetlerine destek olacak şekilde kullanıldığı gerekçesiyle, Koza Grubuna ait şirketlere kayyum atanmıştır (Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, §§ 16-24). İçişleri Bakanlığının şirket vekili avukatın talebine karşılık verdiği 10/8/2006 tarihli cevap şöyledir:''1136 saylı Avukatlık ile 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı kanunu kapsamında; Ülkemizde faaliyet gösteren ve genel olarak Alman Vakıfları olarak bilinen kuruluşlar ile bu kuruluşların ve bazı kişilerin Bergama Ovacık Altın Madeni aleyhinde faaliyette bulunup bulunmadıkları, faaliyette bulunuluyor ise bu kuruluşlarla ilgili kişiler hakkında kayıtlarımızda bulunan bilgi ve belgelerin, yargı sürecinde kullanılmak üzere tarafınıza verilmesini içeren ilgili kayıtlı dilekçeniz incelenmiştir.Bakanlığımıza daha önce de konu ile ilgili daha çeşitli iddialar intikal etmiş olup, bu iddialar üzerine Bakanlığımızca ilgili Teşkilatlar nezdinde yaptırılan inceleme neticesinde; Ovacık Beldesindeki altın madeninin çıkarılmasını engellemeye yönelik tüm eylemleri [B.nin] organize ettiği, eylemlere şahısların katılması için her türlü maddi desteği sağladığı, Arif Ali CANGI, [O.K.], [N.], [E.İ.G.], [S.G.], [Ö.], [A.], isimli şahıslar ile irtibat içerisinde olduğu, bu şahısların özellikle kamuoyu oluşturmak için [B.ye] ait otelde kaldıkları tespit edilmiştir. Ayrıca dilekçede adı geçen şahıslardan [B.nin] Alman Yeşiller Partisinin kurucularından olup Ülkemizde, Uluslararası İnsan Hakları Örgütü (FLAN) adına faaliyet gösterdiği, FLAN'ın 1986'da kurulduğu, dilekçede adı geçen bazı şahıslarla ilgili olarak çeşitli suçlardan işlem yapılarak adli makamlara tevdi edildikleri anlaşılmıştır. Konuya ilişkin bazı kamu görevlileri ile ilgili iddialar gereği için Adalet Bakanlığı'na intikal ettirilmiştir. Bilgilerinize rica ederim.'' Başvurucu, Bugün gazetesinin 22/7/2006 tarihli nüshasında yayımlanan "Altın Yumurtlayan Köşe Yazarı Clup Orient'den Yazıyor" başlıklı yazısı nedeniyle köşe yazarına yönelik suç duyurusunda bulunmuştur. Köşe yazarı, İçişleri Bakanlığının şirket vekiline verdiği cevap yazısını Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının ilgili soruşturma dosyasına ibraz etmiştir. Bugün gazetesinin 22/7/2006 tarihli nüshasının beşinci sayfasında yayımlanan köşe yazısında Cumhuriyet gazetesi yazarı H.Ç.nin Fethullah Gülen ve Bergama Ovacık Altın Madenleriyle ilgili çalışmalarından dolayı takıntılarının olduğunun belirtildiği, devamında "Türkiye’den bir Türkten yana değil bir Almandan yana davranıyor. Alman ajanlığı ile yargılanmış kişilerin Ovacık’ta altının çıkartılmaması için yaptıkları çabaları övüyor. AKP’nin Türkiye’deki madenleri çıkartması ve bunu milli servete katması için yaptığı çabayı Türkiye’nin aleyhine bir faaliyetmiş gibi sunmaya çalışıyor….Yaa [H.Ç.] kimden yana olduğunu açıkla da biz de bilelim. Şimdi yazıda bahsettiğim Ovacık Altın Madeni işletilmesini engellemeye çalışan kişileri ele alalım." denildikten sonra "Ali Arif Cangı, [O.K.] gibi devlet aleyhine çete kurmak suçlamasıyla yargılanmış, fakat yabancı bir ülkenin dışişleri bakanının zamanın Türk dışişleri bakanını ziyaretinden sonra dava dosyaları delil yetersizliğinden kapatılmış olan şahıslar…" şeklinde ifadelere yer verildiği görülmektedir. Buna göre söz konusu yazıda doğrudan doğruya başvurucunun adına yer verilerek hakkındaki bir ceza soruşturması olduğundan ve bu soruşturmanın akıbetinden söz edilmektedir. Başvurucu, soruşturma dosyasına ibraz edilen İçişleri Bakanlığının cevap yazısına dayanarak 14/5/2007 ve 6/7/2007 tarihlerinde İçişleri Bakanlığına bilgi edinme hakkı kapsamında başvurmuştur. Anılan başvurularda başvurucu özetle Alman Vakıfları olarak bilinen vakıfların faaliyetleri, bu vakıflarla bağlantısı tespit edilen kişiler arasında yer alıp almadığı hususları ile kendisiyle ilgili yürütülen incelemeye ilişkin bilgi verilmesini talep etmiştir. İçişleri Bakanlığı 14/6/2007 ve 3/8/2007 tarihli cevap yazılarında özetle Alman Vakıfları olarak adlandırılan bir vakfa İçişleri Bakanlığı kayıtlarında rastlanmadığı, başvurucu hakkında İçişleri Bakanlığı nezdinde yürütülen bir incelemenin de mevcut olmadığı bildirilmiştir.B. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu, İçişleri Bakanlığı tarafından şirket vekiline verilen cevapta kendisi hakkında gerçeği yansıtmayan bilgi ve tespitlerin bulunduğu, yazının üçüncü kişilere verilmesi nedeniyle kişilik haklarının zedelendiği iddialarıyla manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur. Bu talebin İçişleri Bakanlığı tarafından reddedilmesi üzerine 17/12/2007 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi nezdinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; şirket vekiline idare tarafından verilen yazıda kendisi hakkında "Alman vakıfları ile ilgili", "Bergama Ovacık beldesindeki altın madeni çıkarılmasını önlemeye yönelik eylemlere katılan, bu konuda eylemleri organize eden kişilerle irtibat içinde olan", "kamuoyu oluşturmak amacıyla [B.nin] otelinde kalan", "çeşitli suçlardan işlem yapılarak adli makamlara tevdi edilen kişi" şeklinde gerçeğe aykırı ifadelerin yer aldığını, bu tespitlerin kayıtlara işlendiğini ve üçüncü kişilere verildiğini belirtmiştir. İdarenin hukuka aykırı eylemleri sonucu ulaştığı gerçek dışı tespitlerin üçüncü kişilere ve kamuoyuna yansıması nedeniyle ön yargıları silmek için çaba göstermek zorunda kaldığını, onur, saygınlık, mesleki kariyer vb. kişilik haklarının ciddi şekilde zedelendiğini ifade etmiştir. İdarenin davaya cevabında; ilgili yazının şirket vekilinin başvurusu üzerine 1136 sayılı Kanun ile 4632 sayılı Kanun kapsamında verildiği, talep edilen konularla ilgili ayrıntılara girilmediği, yazının genel bilgiler içerdiği belirtilmiştir. Ayrıca şahısların özel hayatının gizliliğinin korunması adına gerekli dikkat ve özenin gösterilerek bir cürüm atfında bulunulmamasına dikkat edildiği vurgulanmıştır. Mahkeme 26/12/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; şirket vekili tarafından 1136 sayılı Kanun ve 4632 sayılı Kanun kapsamında şirketin haklarının savunulması amacıyla altın madeni aleyhine faaliyette bulunan, Alman Vakıfları olarak bilinen kuruluşlar ile kişiler hakkında bilgi ve belgeler talep edildiği, bu başvurudan daha önce gelen bir ihbar mektubunda belirtilen, başvurucunun da yer aldığı bazı şahıslar ile ilgili iddialar nedeniyle İzmir Emniyet Müdürlüğü tarafından suçların önlenmesi kapsamında yapılan inceleme ile elde edilen tespitlerin talep edene verildiği belirtilmiştir. Başvurucunun serbest avukatlık yaptığı, altın madeni işletmesi için kamu kurumlarınca tesis edilen işlemlere karşı açılan davalarda, çevrenin ve çevre sağlığının korunmasının sağlanması, yargı kararlarının yerine getirilmesinin takibi gibi iddialarla davacı veya davacı vekili sıfatıyla taraf olduğu ve kamuoyu oluşturulmasına yönelik faaliyetlerde bulunduğunun bilindiği vurgulanmıştır. Dava konusu yazı içeriğinde de başvurucu yönünden kamuoyu tarafından da bilinen süreç dışında bir bilginin yer almadığı belirtilmiştir. Ayrıca anılan yazıdaki "Dilekçede yer alan bazı şahıslarla ilgili olarak çeşitli suçlardan işlem yapılarak adli makamlara tevdi edildikleri anlaşılmıştır." şeklindeki ibarenin genel nitelikli bir ifadeyi içerdiği, başvurucunun isminin belirtilerek bu kapsamda olduğuna dair bir bilginin yer almadığı ve başvurucunun suçluymuş gibi algılanmasına yol açabilecek bir ifadeye yer verilmediği vurgulanmıştır. Anılan karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/10/2013 tarihli kararıyla usul ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 22/12/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 25/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 1136 sayılı Kanun'un ''Avukatlığın mahiyeti'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir.Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder.'' 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığın amacı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder.Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir." 4982 sayılı Kanun'un "Bilgi edinme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes bilgi edinme hakkına sahiptir." 4982 sayılı Kanun'un "Bilgi verme yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idari ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler." 4982 sayılı Kanun'un "İstenilecek bilgi veya belgenin niteliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bilgi edinme başvurusu, başvurulan kurum ve kuruluşların ellerinde bulunan veya görevleri gereği bulunması gereken bilgi veya belgelere ilişkin olmalıdır.Kurum ve kuruluşlar, ayrı veya özel bir çalışma, araştırma, inceleme ya da analiz neticesinde oluşturulabilecek türden bir bilgi veya belge için yapılacak başvurulara olumsuz cevap verebilirler.İstenen bilgi veya belge, başvurulan kurum ve kuruluştan başka bir yerde bulunuyorsa, başvuru dilekçesi bu kurum ve kuruluşa gönderilir ve durum ilgiliye yazılı olarak bildirilir." 4982 sayılı Kanun'un "Başvuruların cevaplandırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kurum ve kuruluşlar, bilgi edinme başvurularıyla ilgili cevaplarını yazılı olarak veya elektronik ortamda başvuru sahibine bildirirler. Başvurunun reddedilmesi halinde bu kararın gerekçesi ve buna karşı başvuru yolları belirtilir." 4982 sayılı Kanun'un "Özel hayatın gizliliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kişinin izin verdiği haller saklı kalmak üzere, özel hayatın gizliliği kapsamında, açıklanması halinde kişinin sağlık bilgileri ile özel ve aile hayatına, şeref ve haysiyetine, mesleki ve ekonomik değerlerine haksız müdahale oluşturacak bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır.Kamu yararının gerektirdiği hallerde, kişisel bilgi veya belgeler, kurum ve kuruluşlar tarafından, ilgili kişiye en az yedi gün önceden haber verilerek yazılı rızası alınmak koşuluyla açıklanabilir." 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun "Amaç" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Bu Kanunun amacı, kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın gizliliği olmak üzere kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul ve esasları düzenlemektir.'' 6698 sayılı Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Bu Kanun hükümleri, kişisel verileri işlenen gerçek kişiler ile bu verileri tamamen veya kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak kaydıyla otomatik olmayan yollarla işleyen gerçek ve tüzel kişiler hakkında uygulanır.'' 6698 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) Bu Kanunun uygulanmasında;a) Açık rıza: Belirli bir konuya ilişkin, bilgilendirilmeye dayanan ve özgür iradeyle açıklanan rızayı,...d) Kişisel veri: Kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi,e) Kişisel verilerin işlenmesi: Kişisel verilerin tamamen veya kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak kaydıyla otomatik olmayan yollarla elde edilmesi, kaydedilmesi, depolanması, muhafaza edilmesi, değiştirilmesi, yeniden düzenlenmesi, açıklanması, aktarılması, devralınması, elde edilebilir hâle getirilmesi, sınıflandırılması ya da kullanılmasının engellenmesi gibi veriler üzerinde gerçekleştirilen her türlü işlemi," 6698 sayılı Kanun'un "Kişisel verilerin işlenme şartları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" (1) Kişisel veriler ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işlenemez.(2) Aşağıdaki şartlardan birinin varlığı hâlinde, ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın kişisel verilerinin işlenmesi mümkündür:a) Kanunlarda açıkça öngörülmesi.b) Fiili imkânsızlık nedeniyle rızasını açıklayamayacak durumda bulunan veya rızasına hukuki geçerlilik tanınmayan kişinin kendisinin ya da bir başkasının hayatı veya beden bütünlüğünün korunması için zorunlu olması.c) Bir sözleşmenin kurulması veya ifasıyla doğrudan doğruya ilgili olması kaydıyla, sözleşmenin taraflarına ait kişisel verilerin işlenmesinin gerekli olması.ç) Veri sorumlusunun hukuki yükümlülüğünü yerine getirebilmesi için zorunlu olması.d) İlgili kişinin kendisi tarafından alenileştirilmiş olması.e) Bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için veri işlemenin zorunlu olması.f) İlgili kişinin temel hak ve özgürlüklerine zarar vermemek kaydıyla, veri sorumlusunun meşru menfaatleri için veri işlenmesinin zorunlu olması.'' 6698 sayılı Kanun'un "İlgili kişinin hakları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes, veri sorumlusuna başvurarak kendisiyle ilgili;a) Kişisel veri işlenip işlenmediğini öğrenme,b) Kişisel verileri işlenmişse buna ilişkin bilgi talep etme,c) Kişisel verilerin işlenme amacını ve bunların amacına uygun kullanılıp kullanılmadığını öğrenme,ç) Yurt içinde veya yurt dışında kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişileri bilme,d) Kişisel verilerin eksik veya yanlış işlenmiş olması hâlinde bunların düzeltilmesini isteme,e) 7 nci maddede öngörülen şartlar çerçevesinde kişisel verilerin silinmesini veya yok edilmesini isteme,f) (d) ve (e) bentleri uyarınca yapılan işlemlerin, kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişilere bildirilmesini isteme,g) İşlenen verilerin münhasıran otomatik sistemler vasıtasıyla analiz edilmesi suretiyle kişinin kendisi aleyhine bir sonucun ortaya çıkmasına itiraz etme,ğ) Kişisel verilerin kanuna aykırı olarak işlenmesi sebebiyle zarara uğraması hâlinde zararın giderilmesini talep etme, haklarına sahiptir.'' 12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun ''Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler..." B. Uluslararası Hukuk Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1948 tarihli ve 217 (111) sayılı kararı ile kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfî karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere mâruz kalamaz. Herkesin bu karışmalara ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmağa hakkı vardır." Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kişisel verilerin korunması konusunda kabul edilen 14/12/1990 tarihli ve 45/95 sayılı “Bilgisayarla İşlenen Kişisel Veri Dosyaları Hakkında Yönlendirici İlkeler”de şu temel ilkelere yer verilmiştir:"1- İşlemenin hukuka uygun ve adil olması ilkesi: Kişilerin hakkındaki veriler hukuka aykırı veya adil olmayan şekilde toplanmamalı veya işlenmemelidir. Ayrıca Birleşmiş Milletler Şartı’ndaki ilkelere aykırı amaçlarla kullanılmamalıdır. 2- Doğruluk ilkesi: Kişisel verileri tutmakla sorumlu makamlar bu bilgilerin doğru tutulmasını güvence altına almalıdır. 3- Belirli ve meşru amaçlar için işleme ilkesi: Bir kaydın tutulması ve kullanımı meşru ve belirli bir amaca dayalı olmalıdır. Bütün kişisel veriler amaç ile ilgili ve onu gerçekleştirmeye elverişli olacak şekilde toplanmalı ve kaydedilmelidir. Bu kişisel verilerin hiçbiri, ilgili kişinin rızası dışında, belirtilenlerle uyuşmayan amaçlar için kullanılamaz veya ifşa edilemez. Kişisel verilen saklanma süresi, belirtilen amaçlara ulaşılmasını sağlayacak süreyi aşamaz.4- İlgili kişilerin erişmesi ilkesi: Kimlik kanıtı sunan herkes kendisiyle ilgili bilgilerin işlenip işlenmediğini bilme ve gereksiz bir gecikme veya masraf olmadan anlaşılır biçimde elde etme hakkına sahiptir. Ayrıca bu bilgilerin kanuna aykırı, gereksiz veya yanlış olması durumunda uygun düzeltmelerin yapılmasını veya silinmesini talep etme hakkına sahiptir. Devletler buna uygun bir çözüm yolu sağlamak durumundadır. Herhangi bir düzeltme maliyeti dosyadan sorumlu kişi tarafından karşılanmalıdır. Bu ilke hükümlerinin uyruk veya ikâmetine bakılmaksızın herkes için uygulanması arzu edilir.5- Ayrımcılığın önlenmesi ilkesi: (6) numaralı ilkede kısıtlı olarak öngörülen hâller söz konusu olduğunda ırk veya etnik köken, renk, cinsel yaşam, siyasi görüş, dini, felsefi ve diğer inançların yanı sıra dernek veya sendika üyeliği bilgileri de dahil olmak üzere kanuna aykırı veya keyfî olarak ayrımcılığa yol açabilmesi muhtemel veriler toplanmamalıdır.6- Üstün amaçlar için istisna koyabilme ilkesi: Ulusal güvenlik, genel sağlık ve ahlakı korumak veya özellikle zulüm gören kişilerin ve diğerlerinin hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla (1) ila (4) numaralı ilkelerden ayrılabilmek mümkün olabilir. Ancak bu tür istisnalar, sınırlarının açıkça belirlendiği ve uygun tedbirlerin ortaya konulduğu iç hukuk sistemine göre yürürlüğe konan bir kanun veya eşdeğer bir düzenlemede açıkça belirtilmiş olmalıdır. 7- Güvenlik ilkesi: Veri dosyaları, kaza ile kaybetme veya yok etme gibi doğal afetler, hileli verilerin yanlış kullanılması ya da bilgisayar virüsleri gibi insan odaklı tehlikelere karşı uygun tedbirlerle korunmalıdır.8- Denetleme ve yaptırım ilkesi: Her ülkenin kanunu, yerel hukuk sistemine uygun olarak yukarıda belirtilen ilkelere uyulmasından sorumlu makamı belirler. Bu makam tarafsızlık, veri işleme ve oluşturmadan sorumlu kişilere karşı bağımsızlık ve teknik yeterlilik teminatı sunmalıdır. Yukarıda belirtilen ilkeleri uygulayan ulusal kanun hükümlerinin ihlali durumunda cezai veya diğer idari yaptırımlar uygun bireysel çözümlerle birlikte öngörülmüş olmalıdır. 9- Sınır ötesi veri transferi ilkesi: Sınır ötesi bir veri akışı ile ilgili olarak iki veya daha fazla ülkenin mevzuatı mahremiyetin korunması için karşılaştırılabilir güvenceler sunduğu takdirde veri dolaşımı mümkün kılınabilir." Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü 27/4/2016 tarihli ve 2016/679 sayılı Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü’nün "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Tüzük’ün amaçları doğrultusunda, aşağıdaki tanımlar geçerlidir:Kişisel veri, belirli veya belirlenebilir bir gerçek kişi hakkındaki her bilgiyi ifade eder (veri sahibi); belirlenebilir bir gerçek kişi ad, kimlik, yer bilgisi, online kimlik veya kişinin fiziksel, fizyolojik, genetik, zihinsel, ekonomik, kültürel ya da sosyal kimliği gibi belirleyici bir özellikle doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilen kişidir. İşleme, kişisel veri veya kişisel veri dizisinin otomatik veya başka bir şekilde toplanması, kaydedilmesi, organize edilmesi, yapılandırılması, depolanması, uyarlanması veya değiştirilmesi, geri alınması, kullanılması, iletim yoluyla açıklanması, yayılması veya erişilebilir hâle getirilmesi, sıralanması veya kombine edilmesi, sınırlandırılması, silinmesi veya yok edilmesi gibi yollarla herhangi bir işlem veya işlem dizisine tabi tutulması anlamına gelir." Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü’nün "Kişisel verilerin işlenmesi ile ilgili ilkeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kişisel veri;Veri sahibi ile ilgili olarak hukuka uygun, adil ve şeffaf bir biçimde işlenmelidir (hukuka uygunluk, adillik ve şeffaflık),Belirlenmiş, açık ve meşru amaçlar için toplanmış olmalı ve bu amaçlara uygun olmayan bir şekilde işlenmemelidir. Kamu yararı, bilimsel ve tarihsel amaçlar ya da arşivleme amacıyla yapılacak diğer işlemler madde 89/1 uyarınca başlangıç amaçlarıyla uyumsuz kabul edilmeyecektir (amaç sınırlaması)Yeterli, ilgili ve işlendiği amaçlar için gerekli olanlarla sınırlı işlenmelidir (verilerin en az seviyeye indirilmesi)Doğru ve gerektiğinde güncel tutulmalı; hatalı olan kişisel verinin işlenme amacına bakılmaksızın gecikmeden silinmesini veya düzeltilmesini sağlamak için makul her adım atılmalıdır (doğruluk).İşlenme amacı için gerekenden daha uzun olmayan bir süre boyunca veri konularının tanımlanmasına izin veren bir formda tutulmalıdır. Kişisel veriler, veri sahibinin hak ve özgürlüklerini korumak için bu Tüzüğün öngördüğü uygun teknik ve yapısal tedbirler alınmak kaydıyla Tüzüğün 89/ maddesi uyarınca sadece kamu yararına, bilimsel veya tarihi araştırma amaçlarına ya da istatistiki amaçlara yönelik olarak arşivleme amacıyla daha uzun bir süre saklanabilir (saklama süresinin sınırlandırılması).Yetkisiz veya kanun dışı işlemeye ve kazara kayıp, imha ve hasara karşı uygun teknik veya yapısal tedbirler alınarak kişisel verilerin güvenli bir biçimde işlenmesi sağlanmalıdır (bütünlük ve gizlilik)." Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü’nün "Kısıtlamalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Veri sorumlusunun veya işleyenin tabi olduğu Birlik veya Üye Devlet hukuku, ila (bunlara karşılık geldiği sürece madde) ve maddelerdeki yükümlülükleri ve hakların kapsamını, temel hak ve özgürlüklerin özüne saygı gösterdiğinde ve demokratik bir toplumda korunmak için gerekli ve orantılı bir tedbir olduğu takdirde aşağıdaki hâllerde kanun yoluyla sınırlayabilir:Ulusal güvenlik,Savunma,Kamu güvenliği,Kamu güvenliğine yönelik tehditlerin önlenmesi de dahil olmak üzere suçların önlenmesi, soruşturulması, tespit edilmesi, kovuşturulması veya cezaların infazı,Birliğin veya Üye Devletin genel olarak kamu yararına olan diğer önemli hedeflerin, özellikle para, bütçe, önemli bir vergilendirme, kamu sağlığı veya sosyal güvenlik dahil olmak üzere önemli bir ekonomik veya mali çıkar amacıyla,Yargı bağımsızlığının ve yargısal işlemlerin (sürecin) korunması,Regüle edilmiş meslekler için etik ihlallerin önlenmesi, tespiti, soruşturulması ve kovuşturulması, (a) ila (e) ve (g) maddelerinde atıfta bulunulan hallerde resmi otoritenin kullanımına zaman zaman bağlı olsa bile izleme, inceleme veya düzenleyici işlevin yerine getirilmesi,Veri sahibinin veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması,Medeni hukuk hak ve alacaklarının icrası,Özellikle paragrafta atıfta bulunulan herhangi bir hukuki tedbir öngören kanun en azından uygun olduğu hâllerde şu belirli hükümleri içermelidir:İşleme veya işleme kategorilerinin amaçları,Kişisel veri kategorileri,Tanınan kısıtlamaların boyutu,Keyfi veya hukuk dışı erişimin ya da aktarımın önlenmesine dair güvenceler,Sorumlunun veya sorumlu kategorilerinin belirlenmesi,Depolama dönemleri ve işlemenin niteliği, kapsamı ve amaçları veya işleme kategorileri dikkate alınarak uygulanabilir güvenceler,Veri sahibinin hakları ve özgürlüklerine getirilen riskler,Veri sahibinin, amacına halel getirmediği sürece kısıtlama hakkında bilgilendirilmesi." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa Konseyi Siber Suç Sözleşmesi Türkiye Cumhuriyeti tarafından 10/11/2010 tarihinde imzalanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması uygun bulunarak 2/5/2014 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Konseyi Siber Suç Sözleşmesi'nin "Depolanmış bilgisayar verilerine izinli şekilde veya bu verilerin halka açık olduğu durumlarda sınır ötesinden erişim sağlanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bir taraf, diğer tarafın izni olmaksızın; a) Halkın serbest kullanımına sunulan (açık kaynaktan gelen) depolanmış bilgisayar verilerine bunların coğrafi konumuna bakılmaksızın erişilebilir; veya b) Kendi ülkesindeki bir bilgisayar sistemi aracılığıyla, diğer tarafın ülkesindeki depolanmış bilgisayar verilerine, eğer bu taraf, söz konusu bilgisayar sistemi aracılığıyla veriyi ifşa etme yetkisini yasal olarak haiz bulunan kişinin yasal ve gönüllü onayını sağlayabilirse, söz konusu verilere erişebilir veya bunları temin edebilir." Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi 18/2/2016 tarihli ve 29628 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 30/1/2016 tarihli ve 6669 sayılı Kanun'la uygun bulunan 28/1/1981 tarihli Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Sözleşmenin amaçları bakımından:a "Kişisel veriler": Kimliği belirli veya belirlenebilir bir gerçek kişi ("ilgili kişi") hakkındaki tüm bilgileri ifade eder.…c "Otomatik işlem”den, tamamen veya kısmen otomatik yöntemlerle gerçekleştirilen; verilerin kaydı, bu verilere mantıksal ve/ veya aritmetik işlemlerin uygulanması, verilerin değiştirilmesi, silinmesi, geri elde edilmesi veya dağıtılması anlaşılır." Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin "Verilerin niteliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Otomatik işleme konu olan kişisel veriler:a. Adil biçimde ve yasal yoldan elde edilir ve işlenir;b. Belli ve meşru amaçlar için kaydedilir ve bu amaçlara aykırı şekilde kullanılmaz;c. Kaydedilme amaçlarına göre uygun ve yerinde olur ve aşırı olmaz;d. Doğru bilgileri yansıtır ve gerektiğinde güncellenir;e. Kaydedilme amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli olan süreyi aşmayacak şekilde ilgili kişilerin kimliklerini belirlemeye imkan veren bir biçimde saklanır.” Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin "İstisnalar ve kısıtlamalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Taraf devletin kanunlarında öngörülmüş olması ve demokratik bir toplumda aşağıdaki hususların sağlanması için gerekli bir önlem oluşturması halinde işbu Sözleşmenin 5, 6 ve maddelerine istisna getirilebilir: a. Devlet güvenliğinin korunması, kamu güvenliği, devletin mali menfaatleri veya suçların önlenmesi;b. İlgili kişinin veya başkasının hak ve özgürlüklerinin korunması.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletlerin millî güvenliğin korunması amacını gerçekleştirmede sahip oldukları takdir yetkisinin geniş olduğunu kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye taraf devletlerin millî güvenliği korumak için yetkili ulusal makamlarına ilk olarak kişiler hakkında bilgi toplama ve halka açık olmayan siciller tutma, ikinci olarak millî güvenlik bakımından önemli kadrolarda çalışmak isteyen adayların bu işe uygunluğunu takdir ederken bu bilgiyi kullanma yetkisi veren kurallara sahip olmaları gerektiğinde kuşku bulunmadığını belirtmektedir (Leander/İsveç, B. No: 9248/81, 26/3/1987, § 59). Bununla birlikte AİHM içtihadına göre kamu mercilerinin bir bireyin özel hayatıyla ilgili bilgileri toplaması, kaydetmesi, saklaması özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturur (Leander/İsviçre, § 48; Kopp/İsviçre, B. No: 23224/94, 25/3/1998, § 53;Amann/İsviçre [BD], B. No: 27798/95, 16/2/2000, § 69; Rotaru/Romanya [BD], B. No: 28341/95, 4/5/2000, §§ 43, 44, 46). AİHM'e göre bir kişinin özel yaşamına ilişkin verilerin kaydedilmesi ve saklanması kendi başına özel hayata saygı hakkı bakımından bir müdahale oluşturmaktadır. Bu müdahalenin tespiti için kaydedilen bilgilerin daha sonra kullanılmış olması gibi bir koşul da aranmamaktadır. Bununla birlikte kamu makamları tarafından muhafaza edilen kişisel verilerin Sözleşme'nin maddesinde öngörülen unsurlardan birini devreye sokup sokmadığını tespit etmek için bu bilgilerin hangi çerçevede alındığının ve muhafaza edildiğinin, verilerin türünün, kullanıldıkları ve işlendikleri şeklin, bunlardan çıkarılabilecek sonuçların dikkate alınması zaruridir (S. ve Marper/Birleşik Krallık [BD], B. No: 30562/04, 30566/04, 4/12/2008, § 67). AİHM'e göre kişisel verilerin korunmasının Sözleşme’nin maddesinde öngörülen özel hayata saygı hakkından kişinin yararlanması konusunda büyük önemi vardır. İç hukuk kişisel verilerin bu maddede öngörülen güvencelere uygun olmayan şekilde kullanımını engellemek için gerekli güvenceleri sağlamalıdır. Bu tür güvencelerin bulunmasının gerekliliği; otomatik işleme tabi tutulan kişisel verilerin korunması söz konusu olduğunda, özellikle de bu verilerin polis tarafından kullanılması hâlinde daha fazla hissedilmektedir. İç hukuk, bu verilerin saklanma amaçlarına uygun ve aşırılıktan uzak olmalarını sağlamalı ve verilerin kaydedilme amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli olan süreyi aşmayacak şekilde muhafaza edilmesini temin etmelidir. İç hukuk aynı zamanda kişisel verilerin uygun olmayan şekilde, keyfî ve yetki aşımı yapılarak kullanılmasına karşı uygun güvenceler de içermelidir (S. ve Marper/Birleşik Krallık, § 103; /Birleşik Krallık, B. No: 24029/07, 13/11/2012, § 195). Ayrıca AİHM, kişilerin suç kayıtlarının tutulması ve kullanılması hakkında konuyu düzenleyen ilgili kanunun niteliğine ayrı bir önem vermektedir. AİHM, suç kayıtlarının tutulması ve kullanılmasına dair kanunun niteliği bakımından -aynı telefon dinlemelerinde, gizli takipte ve gizli istihbarat toplamada dayanılan kanunlar yönünden olduğu gibi- keyfî müdahalelere karşı bireyi korumak amacıyla yüksek bir standart aramaktadır. AİHM'e göre suç kayıtlarının tutulması ve kullanılmasına dair kanun -telefon dinlemelerinde, gizli takipte, gizli istihbarat toplamada olduğu gibi- tedbirlerin kapsamını ve uygulanmasını düzenleyen ve özellikle süre, stoklama, kullanım, üçüncü kişilerin veriye erişimi, verilerin gizliliği ile bütünlüğünün korunmasına, bunların imhasına ilişkin prosedürlere dair ve kişilerin yetki aşımı ve keyfîliğe karşı yeteri kadar güvenceye sahip olmalarını sağlayacak açık ve detaylı hükümler içermelidir (S. ve Marper/Birleşik Krallık, § 99; /Birleşik Krallık, § 195). Başvuru konusu olaya benzer bir davada AİHM, başvurucunun zihinsel durumuna ve psikiyatrik tedavisine ilişkin bilgilerin davacı olduğu tazminat davasında toplanarak açıklanmasının onun özel hayatına saygı hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiş ve Sözleşme’nin maddesinin müdahalenin kanuniliği ilkesi bakımından ihlal edildiğine karar vermiştir. Somut olayda başvurucu, hukuk fakültesi yöneticisi aleyhine akıl sağlığını sorgulayan sözleri nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucunun geçmişte maruz kaldığı bir zihinsel rahatsızlıkla ilgili bazı kanıtlar toplayan ve bunları tarafların ve kamunun katılımının sağlandığı bir duruşmada açıklayan mahkeme davayı reddetmiştir. İstinaf mahkemesi ilk derece mahkemesi kararını esastan onamış ancak ilk derece mahkemesini başvurucunun akıl sağlığıyla ilgili hassas bilgileri ifşa etme konusunda kusurlu bulmuştur. AİHM bu davada istinaf mahkemesinin ilk derece mahkemesini başvurucunun kişisel bilgileriyle ilgili yaklaşımının, psikiyatrik verilerin toplanması, saklanması, kullanılması ve yayılmasıyla ilgili hususları düzenleyen 1992 tarihli Veri Kanunu'na aykırı olduğuna dikkat çekmiştir. AİHM ayrıca mahkemece ifşa edilen hususların davanın sonucuna müessir olmadığını, bir araştırma, soruşturma ya da yargılama için önemli bir bilgi olmadığından mahkemenin bilgi talebinin gereksiz olduğunu ve bu sebeple 2000 tarihli Psikiyatrik Tıbbi Yardım Kanunu'nun amaçları bakımından kanuni olmadığını ifade etmiştir (Panteleyenko/Ukrayna, B. No: 11901/02, 29/6/2006, §§ 43-62). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4060 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, kişisel verinin idare tarafından üçüncü bir kişiye verilmesi nedeniyle de özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hükümlünün yaşlı ve hasta annesinin ikamet ettiği yerdeki ceza infaz kurumuna nakledilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 23/6/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 28/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında (kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 9/11/2007 tarihli kararıyla anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçundan müebbet hapis cezası verilmiştir. Başvurucu, Tokat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmakta iken 31/3/2014 tarihinde Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Başvurucu, 28/5/2014 tarihli dilekçe ile Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda can güvenliğinin bulunmadığını ve usulüne uygun şekilde hapsedilmediğini belirterek yaşlı ve hasta olan annesinin ikamet ettiği Mardin ili Midyat ilçesine yakın bir ceza infaz kurumuna nakledilme talebinde bulunmuştur. Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 19/6/2014 tarihli kararıyla başvurucunun can güvenliğinin bulunmadığına dair herhangi bir bulguya rastlanılmadığı ve başvurucunun nakledilmeyi talep ettiği ceza infaz kurumlarının söz konusu suç grubu açısından kapasitesinin dolu olduğu gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu, 10/7/2014 tarihinde Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hakimliği) sunduğu başka bir dilekçe ile yirmi yıldır çeşitli ceza infaz kurumlarında tutulduğunu, iyi hâlli olduğunu, yaşlı ve hasta annesinin seyahat engelinin bulunması nedeniyle kendisini ziyaret edemediğini belirterek Midyat M Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesini talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği, 1/8/2014 tarihli kararı ile karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, mevzuat gereğince şikâyet içeren talepler konusunda yetkili Cumhuriyet başsavcılığına, sevk ve nakil talepleri hakkında ise Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne (Genel Müdürlük) başvurulması gerektiği, bu nedenle nakil talebi hakkında hâkimlikçe yapılacak herhangi bir işlemin bulunmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karara karşı yapılan itiraz Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 12/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 22/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 22/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Öte yandan başvurucu, anılan talepleri içeren 31/7/2014 tarihli dilekçesi ile Genel Müdürlüğe başvurmuştur. Genel Müdürlüğün 12/8/2014 tarihli yazısında nakil talebinde bulunulan Ceza İnfaz Kurumunun kapasitesinin dolu olduğu, bu nedenle nakil talebinin uygun görülmediği belirtilmiştir. Söz konusu karara karşı infaz hâkimliğine itirazda bulunulmamıştır. Ayrıca başvurucu, Tokat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu dönemdeki nakil taleplerinin Genel Müdürlük tetkik hâkimleri ve Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı tarafından değerlendirilmediğini ileri sürmüş ve görevliler hakkında işlem yapılması için Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne başvurmuştur. Başvurucu, talebi hakkında işleme konulmama kararı verilmesi üzerine hasımsız olarak idari yargıda iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi, 26/9/2012 tarihli kararıyla dilekçenin yenilenmemesi nedeniyle davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu, annesinin hastalığına ilişkin sağlık raporları sunarak çeşitli tarihlerde nakil talebinde bulunmaya devam etmiş ve Genel Müdürlüğün 19/10/2015 tarihli kararı ile başvurucunun Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna nakli uygun görülmüştür. Başvurucu 19/10/2015 tarihinde anılan Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16664 | Başvuru, hükümlünün yaşlı ve hasta annesinin ikamet ettiği yerdeki ceza infaz kurumuna nakledilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/8162 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni ile Ankara temsilcisinin, farklı tarihlerde yaptıkları haberler nedeniyle “silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme”, “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askerî casusluk amacıyla temin etme” ve “devletin gizli kalması gereken bilgilerini casusluk maksadıyla açıklama” suçlamasıyla tutuklanmalarının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurular (2015/18567 ve 2015/18570) 4/12/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu Can Dündar’ın 2015/18570 numaralı başvurusu ile başvurucu Erdem Gül’ün 2015/18567 numaralı başvurusu arasında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından her iki başvuru 2015/18567 numaralı başvuru dosyasında birleştirilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/1/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 26/1/2016 tarihinde sunmuşlardır. Birinci Bölümün 17/2/2016 tarihinde yaptığı toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülen başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde belirtilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Can Dündar, Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni; diğer başvurucu Erdem Gül ise aynı gazetenin Ankara temsilcisi olarak görev yapmaktadır. 1/1/2014 tarihinde Hatay’da, 19/1/2014 tarihinde Adana’da silah yüklü olduğu iddiası ile bazı tırlar durdurulmuş ve aranmıştır. Tırların durdurulması ve aranmasına ilişkin olaylar ile tırlarda taşınan malzemelerin ne olduğu ve nereye götürüldüğü kamuoyunda uzun süre tartışma konusu olmuştur. Bu olaylardan sonra kamuoyunda söz konusu tırların içinde silah ve mühimmat olduğuna dair iddialar ileri sürülmüştür. Bu kapsamda Aydınlık gazetesinin 21/1/2014 tarihli nüshasında yayımlanan “İşte TIR’daki Cephane” başlıklı haberde “Adana’da durdurulan MİT’e ait 3 TIR’dan mühimmat çıktı. Aydınlık, arama fotoğraflarına ulaştı. TIR’larda ‘insani malzeme’ değil, top mermisi taşındığı belirlendi.” Şeklindeki iddialara yer verilmiştir. Anılan gazetenin internet sitesinde de aynı tarihte “Aydınlık Mühimmatın Fotoğrafına Ulaştı: Boru Değil Top Mermisi” başlıklı aynı içerikte bir haber yayımlanmıştır. Söz konusu haberlerde tırlardaki kasaların birinin içinde bulunduğu iddia edilen top mermilerinin fotoğrafına da yer verilmiştir. Anılan gazetenin aynı ve ertesi günkü nüshalarında tırların taşıdığı iddia edilen malzemelere ilişkin olarak bazı yazarların yorumları yayımlanmıştır. Daha sonra anılan tırların durdurulması ve aranması olayıyla ilgili olarak soruşturma başlatılmış; bu kapsamda bazı kolluk görevlileri ve yargı mensupları “silahlı terör örgütüne üye olma” ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” suçlarından tutuklanmıştır. Durdurulan ve aranan tırlarla ilgili olarak Cumhuriyet gazetesinin 29/5/2015 tarihli nüshasında başvuruculardan Can Dündar tarafından yapılan “İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar” başlıklı haber; 12/6/2015 tarihli nüshasında ise başvurucu Erdem Gül tarafından yapılan “Erdoğan’ın ‘Var ya da Yok’ Dediği MİT TIR’larındaki Silahlar Jandarmada Tescillendi-Jandarma ‘Var’ Dedi” başlıklı haber yayımlanmıştır. Her iki haberde de tırlarda bulunduğu iddia edilen silah ve mühimmata ilişkin fotoğraflara ve bilgilere yer verilmiştir. Söz konusu ilk haber üzerine aynı gün Aydınlık gazetesinin internet sitesinde yayımlanan “Cumhuriyet 16 Ay Sonra Görüntülere ‘Ulaştı’-Günaydın!” başlıklı haberde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan görüntülerin ilk olarak olaydan iki gün sonra Aydınlık gazetesinde yayımlanmış olduğu belirtilmiştir. Haberde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan görüntülerin ilk kez yayımlanmadığı da vurgulanmıştır. Aydınlık gazetesinin 30/5/2015 tarihli nüshasında da benzer içerikte bir habere yer verilmiştir. Başvurucu Can Dündar tarafından yapılan haberin yayımlanmasından sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 29/5/2015 tarihli basın açıklaması ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , Ve Maddeleri ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun Ve Maddeleri uyarınca “devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, siyasî ve askerî casusluk, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, terör örgütünün propagandasını yapma” suçlarından soruşturma başlatıldığını duyurmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı gün 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un Maddesinin (a) bendi kapsamında söz konusu içeriklerin erişime engellenmesine, aynı mahiyetteki yayınların içeriklerinin engellenmesine ve içeriğin yayından çıkarılmaması hâlinde ilgili sitelere erişimin tamamen engellenmesine karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/5/2015 tarihli ve 2015/1330 Değişik İş sayılı kararı ile, yayımlanan haberin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ulusal ve uluslararası yararları ve millî güvenliği bakımından sakınca doğuracak mahiyette bulunduğu gerekçesiyle içeriklere erişimin engellenmesine karar verilmiştir. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 1/6/2015 tarihinde, anılan soruşturma kapsamında isnat edilen suçların yasada belirtilen niteliğini ve dosyadaki mevcut bulguları dikkate alarak şüpheli ve müdafileri ile diğer soruşturma süjelerinin soruşturma dosyasını incelemeleri ve örnek almalarının, soruşturmanın selametini tehlikeye düşüreceği değerlendirmesi ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca soruşturma dosyasının incelenmesinin ve örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar verilmesini talep etmiştir. Kısıtlama talebi, İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 1/6/2015 tarihli ve 2015/2323 Değişik İş sayılı kararı ile kabul edilmiştir. Basın açıklaması üzerine başvurucu Can Dündar tarafından yapılan soruşturma dosyasını inceleme ve dosyadaki belgelerden fotokopi almaya ilişkin talep, Cumhuriyet Başsavcılığınca İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin kısıtlama kararı gerekçe gösterilerek reddedilmiştir. Başvurucu 8/6/2015 tarihinde anılan kısıtlama kararının kaldırılması için itirazda bulunmuştur. İtirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 12/6/2015 tarihli ve 2015/2914 Değişik İş sayılı kararı ile itirazı reddetmiştir. Anılan basın açıklaması ve kısıtlama kararından sonra 12/6/2015 tarihinde başvurucu Erdem Gül tarafından yayımlanan haber ile ilgili olarak ayrıca bir açıklama yapıldığına veya erişimin engellenmesi kararı verildiğine dair herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmamıştır. Başvurucular soruşturmanın başlatıldığının kamuoyuna duyurulmasından yaklaşık altı ay sonra 26/11/2015 tarihinde telefonla aranarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ifadeye çağrılmışlardır. Başvuruculara “FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün örgütsel amaçları doğrultusunda örgüte üye olmadan yardım etme, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla temin etme ve bunları açıklama” suçlamaları yöneltilmiştir. Başvurucu Can Dündar’ın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında 26/11/2015 tarihinde verdiği ifadenin ilgili kısımları şöyledir:“… 2- Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetkili birimleri tarafından yapılan açıklamalarda Başsavcılığımızca yürütülen sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında yapılan operasyonlarda, 1 Ocak 2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi’nde, 19 Ocak 2014 tarihinde Adana ili Ceyhan İlçesi’nde, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü lideri Fetullah Gülen ve Emre Uslu’nun talimatları doğrultusunda yapılan sahte ihbarlarla FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü yönetici ve üyeleri tarafından silah kullanılarak, MİT mensuplarına darp, cebir ve şiddet uygulanarak durdurulan ve aranan, Suriye Türkmenleri’ne yardım faaliyeti yürütmekle görevli MİT Tırlarındaki yardım malzemelerinin “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken” niteliğe sahip olduğu kamuoyuna duyurulmuştur.Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı’nın 06/02/2014 tarih ve 112-54128131 sayılı cevabi yazısı ile Tırların, 2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT Müsteşarlığı’na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında olduğu belirtilmiştir.Buna rağmen Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığınız Cumhuriyet Gazetesi’nde, 29 Mayıs 2015 tarihinde adınızla yayınlanan “İşte Erdoğan’ın Yok Dediği Silahlar” başlıklı haberde, 19 Ocak 2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi’nde durdurulan Milli İstihbarat Teşkilatı’na ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürütülen tırlara ait “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken” nitelikteki bilgi ve fotoğrafları, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü’nün nihai amacı olan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, sahte ihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke konumuna sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını sağlamak” amacına yardım etmek için temin ettiğiniz ve devlet sırrını ifşa maksadıyla yayınladığınız anlaşılmıştır.Bu görüntüleri nereden, kim yada kimlerden temin ettiniz? Ne maksatla yayınladınız? Bu bilgi fotoğrafları yayınlamak için herhangi bir kişiden talimat aldınız mı?CEVAP:Ben 35 yıllık gazeteciyim. Çeşitli gazetelerde yazar, genel yayın yönetmeni olarak çalıştım. Bana sormuş olduğunuz FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü olarak isimlendirdiğiniz oluşumla uzaktan yakından ilgim olamaz. Ne Fetullah Gülen ne de Emre Uslu ile hiçbir münasebetim yoktur. Ben şuanda hakkımda yürüttüğünüz soruşturmanın mağduruyum. Zira bir basın mensubu olarak yıllardır devlet içindeki bu oluşumların sakıncalarından bahsettim. Adana’da MİT tırlarının durdurulması olarak adlandırılan olay nedeniyle gazetemde attığım manşet tamamen gazetecilik faaliyetidir. Bunun dışında ne casusluk ne örgüte yardım ne de bir başka suçla kesinlikle hiçbir ilgim olamaz. Sizin FETÖ olarak adlandırdığınız bu oluşuma “ne istediler de vermedik” diyenler yargılanmalıdır. Yapmış olduğum bu haber sadece gazetecilik faaliyeti kapsamındadır. Susurluk’ta nelerin yaşandığı, devlet sırrı olarak adlandırılan eylemlerin nerelere vardığı ortadadır. Aynı zamanda bir öğretim üyesi olarak mastır tezimi “devlet sırrı” konusunda hazırladım. Ben neyin sır olup olmadığını değerlendirebilecek konumdayım. Devletin bu olay sebebiyle iki kurumunun birbirine düşmesi ayrıca vahimdir. Bir gazeteci olarak bu olay benim için bir haberdir. Amacım kamuoyunu uyarmak ve bilgilendirmektir. Aynı zamanda bir takım hataların önlenmesi için devletin de çıkarınadır. Nitekim aynı gün yazdığım başyazı ile bu yayını Votergate ve İrangate skandalları olarak bilinen hadiselerde vakti zamanında devlet sırrı olarak kabul edilen ve bu haberler sebebiyle gazetecilerin yargılanmaya çalışıldığı olaylardır. Ancak aradan geçen yıllardan sonra devlet adına bu operasyonları yürütenler yargılanıp mahkum edilmişlerdir. Ben bu bilgi ve belgeleri nereden aldığımı gazetecilik etiği olarak söyleyemem, ancak şunu ifade edebilirim ki hiç kimse veya örgüt bana bu konuda hiçbir talimat veremez. Meslek hayatımda bunun hiçbir örneği yoktur. Yaptığım tamamen gazetecilik faaliyetidir.…4- Sizin haberi yayınladığınız tarihten bir gün önce “MİT tırlarına ait görüntülerin para karşılığında servis edildiği” şeklinde, E.E. ve B. K. Arasında yazışma yapıldığı tespit edilmiştir.Görüntüleri bu kişilerden mi temin ettiniz? Görüntüleri yayınlamak için size para teklifinde bulunuldu mu?CEVAP:Ben bu kişileri tanımıyorum. Bana okumuş olduğunuz görüşmeden de haberim yoktur. Zaten saat itibariyle gazete basılmıştır. Kaynağımı açıklamak istemiyorum ama şunu söyleyebilirim kesinlikle cemaatle bir ilgisi yoktur.…Görülen lüzum üzerine tekrar şüpheliden soruldu:Bu görüntüler 21 Ocak 2014 tarihinde Aydınlık gazetesinde yayınlanan haberle ilgilidir. Ancak bazı görüntüler farklıdır. Haber değeri vardır. Bu nedenle faaliyetim gazetecilik faaliyetidir. Başka bir amaç taşımamaktadır.…” Başvurucu Erdem Gül’ün, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında 26/11/2015 tarihinde verdiği ifadenin ilgili kısımları şöyledir:“… 2- Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetkili birimleri tarafından yapılan açıklamalarda Başsavcılığımızca yürütülen sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında yapılan operasyonlarda, 1 Ocak 2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi’nde, 19 Ocak 2014 tarihinde Adana ili Ceyhan İlçesi’nde, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü lideri Fetullah Gülen ve Emre Uslu’nun talimatları doğrultusunda yapılan sahte ihbarlarla FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü yönetici ve üyeleri tarafından silah kullanılarak, MİT mensuplarına darp, cebir ve şiddet uygulanarak durdurulan ve aranan, Suriye Türkmenleri’ne yardım faaliyeti yürütmekle görevli MİT Tırlarındaki yardım malzemelerinin “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken” niteliğe sahip olduğu kamuoyuna duyurulmuştur.Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı’nın 06/02/2014 tarih ve 112-54128131 sayılı cevabi yazısı ile Tırların, 2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT Müsteşarlığı’na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında olduğu belirtilmiştir.Buna rağmen Cumhuriyet Gazetesi’nde, 12 Haziran 2015 tarihinde adınızla yayınlanan “Jandarma Var Dedi” başlıklı haberde, 19 Ocak 2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi’nde durdurulan Milli İstihbarat Teşkilatı’na ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürütülen tırlardaki” devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken” nitelikteki malzemelere ait bilgi ve fotoğrafları, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü’nün nihai amacı olan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, sahte ihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke konumuna sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını sağlamak” amacına yardım etmek için temin ettiğiniz ve devlet sırrını ifşa maksadıyla yayınladığınız anlaşılmıştır.Bu görüntüleri nereden, kim yada kimlerden temin ettiniz? Ne maksatla yayınladınız? Bu bilgi fotoğrafları yayınlamak için herhangi bir kişiden talimat aldınız mı?CEVAP:Ben 20-25 yıllık gazeteciyim. Malumunuz da olduğu üzere kaynağımı açıklayamam. Bu nedenle kusura bakmazsanız bu konuda herhangi bir bilgi veremem. Ben Basın Yayın Yüksekokulu mezunuyum. Ankara gazetecisiyim. Bunu şunun için vurguluyorum. Ankara gazetecisinin ilgi alanı devlet bürokrasisidir. Bunu da bu refleksle yayınladım. Bunun dışında yasal olmayan hiçbir amacım maksadım yoktur. Gazeteciyim, haber değeri taşıyan her şeyi yayınlarım. Herhangi bir örgütün, oluşumun amaçları doğrultusunda hiçbir faaliyet yürütmedim. Özel bir maksadım yoktur. Bu haberi yayınlarken birilerinin yararına, birilerinin zararına hareket etmedim. Benim amacım halkın bilgilenmesidir dedi. Ben B.K. ismini şuanda tam olarak hatırlayamadım. E.E.’yi ise sosyal medyadan tanıyorum. Bunun dışında ikisiyle de görüşmem olmadı.Soruldu:Yine aynı şekilde ifade etmek isterim ki yaptığım gazetecilik refleksi gereğidir. Ben olayları bir savcı yada hakim gibi düşünemem hiçbir suç işleme kastım, herhangi bir örgüte yardım niyetim yoktur.…” Aynı gün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı “silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme”, “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askerî casusluk amacıyla temin etme” ve “devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama” suçlarından başvurucuların tutuklanmasını talep etmiştir. Başvurucular sorgularında, Cumhuriyet Başsavcılığında verdikleri ifadeleriyle aynı yönde savunma yapmışlardır. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/11/2015 tarihli ve 2015/490 Sorgu sayılı kararı ile “silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme”, “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askerî casusluk amacıyla temin etme” ve “devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama” suçlarından başvurucuların tutuklanmalarına karar verilmiştir. Hâkimliğin tutuklama gerekçesi şöyledir:“a) … üzer[ler]ine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmaksızın Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme suçundan mevcut delil durumu, 01/01/2014, 19/01/2014 tarihlerinde MİT tırlarının durdurulması ile bu eyleme katılanlar hakkında Adana ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıklarınca soruşturma başlatılmış olup, şüpheli[ler]in bu soruşturmalarına ilişkin mesleki durumu göz önünde bulundurulduğunda bilebilecek durumda olduğu, buna rağmen MİT tırlarına ilişkin Devletin Güvenliği veya İç veya Dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken belgeleri yayınlamak suretiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen örgüt kapsamındaki soruşturmaya rağmen yayınlanması, şüpheli[ler]in TCK’nun 220/ Maddesi ve TCK 314/ Maddesi kapsamında eylemin gerçekleştiği ve kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, şüpheli[ler]in üzerine atılı suçunu CMK 100/3-a- Maddesinde sayılan suçlardan olduğu, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK’nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüpheli[ler]in TUTUKLANMASINA,b. … üzer[ler]ine atılı Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini Siyasal Veya Askeri Casusluk Amacıyla Temin Etme suçundan mevcut delil durumu, şüpheli[ler]in ve müdafilerin her ne kadar MİT tırlarına ilişkin temin edilen ve yayınlanan belgenin konusu olan olayların daha önce kamuoyunda tartışıldığını ve bunun bir sır olmadığını belirtmişler, ancak şüpheli[ler]in kabulünde de olduğu gibi ilk defa MİT tırlarına ilişkin şüpheli[ler] tarafından belgenin temin edildiği ve kuvvetli suç şüphesinin oluşturduğu, atılı suçun yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK’nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüpheli[ler]in TUTUKLANMASINA,c. … üzer[ler]ine atılı Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini Casusluk Maksadıyla Açıklama suçundan mevcut delil durumu, Devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri basılmış eserler dışında internet sitesinde de yayınladığı, şüpheli[ler]in her ne kadar MİT tırlarına ilişkin temin edilen ve yayınlanan belgenin konusu olan olayların daha önce kamuoyunda tartışıldığını ve bunun bir sır olmadığını belirtmişler, ancak şüpheli[ler]in kabulünde de olduğu gibi ilk defa MİT tırlarına ilişkin üpheli[ler] tarafından belgenin yayınlandığı ve kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, atılı suçun yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK’nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüpheli[ler]in TUTUKLANMASINA, … karar verildi.” Başvurucuların anılan karara itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/12/2015 tarihli ve 2015/4089 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Şüphelilerin üzerine atılı FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etmek suçunun (TCK’nun 220/7 maddesi delaletiyle TCK’nın 314/2 maddesi) CMK’nun Maddesinde belirtilen kaçma ve delilleri karartma şüphesinin var kabul edildiği katalog suçlardan olduğu, 2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesinde, 2014 tarihinde Adana ili Ceyhan İlçesinde sahte ihbar ve talimatlarla halen tutuklu bulunan örgüt üyelerince cebir ve şiddet kullanarak MİT tırlarının durdurulduğu, bu yolla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslararası alanda teröre yardım eden ülke algısının oluşturulmaya çalışıldığı, bir kısım basın-yayın organlarındaki haber, makale ve dizi senaryoları yoluyla da bu algının desteklendiği, ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda MİT tarafından yürütülen faaliyetlerin devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken nitelikte olduğunun kamuoyuna duyurulmasına rağmen şüphelilerin 29 Mayıs 2015, 11 Haziran 2015, 12 Haziran 2015 ve 15 Ekim 2015 tarihlerinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yaptıkları haberlerle gizli kalması gereken bilgi ve fotoğrafları yayınladıkları, şüphelilerin de savunmalarında belirttikleri üzere bu yönde daha önceden basında yazı ve haberler yapılmış ise de görüntülerin ilk kez şüpheliler tarafından yayınlandığı, aynı içerikteki haberlerin internet ortamında da paylaşıldığı, şüphelilerin bu yolla FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve yöneticilerini teröre yardım eden ülke konumuna sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılatmak amacına bilerek ve isteyerek yardım ettikleri, bilgi, fotoğraf ve belgeleri hangi yolla temin ettiklerini bildirmedikleri, gizlilik kararı gereği gizli kalması gereken bu belgeleri casusluk maksadıyla temin ettikleri ve açıkladıkları, eylemlerinin gazetecilik faaliyeti kapsamında değerlendirilemeyeceği, Basın Kanunu’nun Maddesinin cezai sorumluluğu düzenlediği ve gazetecilerin de haber yaparken içinde yaşadıkları ve vatandaşı oldukları devletin kanunlarına ve yargı kararlarına uymak zorunda bulundukları, şüpheli savunmaları ve yapılan yayın içeriklerine göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin mevcut olduğu, atılı suçlar ve öngörülen ceza miktarına göre de tutuklama tedbirinin orantılı bulunduğu anlaşıldığından usul ve yasaya uygun … Kararına yapılan itirazın reddine … karar verilerek … hüküm kurulmuştur.” Başvurucular 4/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurudan sonra yapılan tahliye talepleri ve bunların reddine karşı yapılan itirazlar, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 11/12/2015, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/12/2015, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/1/2016 tarihli kararları ile reddedilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının tutukluluğun devamına ilişkin 25/12/2015 tarihli talebi, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/12/2015 tarihli kararı ile kabul edilmiştir. Anılan tutukluluğun devamına ilişkin karara yapılan itiraz ise İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/1/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvuru dosyasının incelendiği tarih itibarıyla başvurucular hâlen tutukludur. Başvurucular hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 25/1/2016 tarihli iddianame ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede tutuklama kararında isnat edilen suçlara ek olarak 5237 sayılı Kanun’un Maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçundan da başvurucuların cezalandırılması talep edilmiştir.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un Maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:“Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.” 5237 sayılı Kanun’un Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 5237 sayılı Kanun’un Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir.” 5237 sayılı Kanun’un Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askerî casusluk maksadıyla açıklayan kimseye müebbet hapis cezası verilir.” 5271 sayılı Kanun’un Maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220),… Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (Madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…” 5271 sayılı Kanun’un Maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun’un Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: G) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220),… Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316), Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 326, 327, 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337).…” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18567 | Başvuru, Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni ile Ankara temsilcisinin, farklı tarihlerde yaptıkları haberler nedeniyle "silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme", "devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askerî casusluk amacıyla temin etme" ve "devletin gizli kalması gereken bilgilerini casusluk maksadıyla açıklama" suçlamasıyla tutuklanmalarının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/90358 | Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ihalenin feshi davasında aleyhe hükmedilen para cezası nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/15518 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular tarafından ekli tablonun (D) sütununda belirtilen Mahkemelerde ihalenin feshi davası açılmıştır. Başvurucuların bir kısmı hakkında ilk derece mahkemelerince davanın reddine ve ihale bedelinin %10'u oranında para cezasına hükmedilmişken bir kısmı hakkında ise Bölge Adliye Mahkemelerince istinaf incelemesinde bu karar verilmiştir. Temyiz başvuruları ve karar düzeltme başvuruları reddedilen başvurucular süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yıldız Eker [GK], B. No: 2015/18872, 22/11/2018, §§ 17-23; Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı, B. No: 2016/738, 4/7/2019, §§ 26- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15518 | Başvuru, ihalenin feshi davasında aleyhe hükmedilen para cezası nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 1/8/1991 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 23/1/2014 tarihinde Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 27/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 2/5/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 26/5/2014 tarihli yazısı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Marmaris ilçesinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında 731 parsel numaralı taşınmaz başvurucu adına tespit edilmiştir. N. Ş. ve 20 arkadaşı, başvurucu aleyhine 1/8/1991 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde açtıkları davada, kadastro tespitinin iptali ile taşınmazın adlarına tescilini talep etmişlerdir. Marmaris Orman İşletme Müdürlüğü ve Maliye Hazinesi müdahil davacı sıfatıyla davaya katılarak, taşınmazın orman vasfında olduğunu ileri sürmüşler ve Hazine adına tescilini talep etmişlerdir. Yargılama sırasında A.Y ve H.Y. müdahil davacı olarak davaya katılmışlar ve taşınmazın kısmen adlarına tescilini talep etmişlerdir. Mahkemece, 26/6/2003 tarih ve E.1991/282, K.2003/371 sayılı kararla; davacı gerçek kişilerin açtığı davanın reddine, Orman İdaresinin açtığı davanın kısmen kabulüne, taşınmazın kısmen Orman vasfıyla Hazine adına, kısmen başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/3/2007 tarih ve E.2004/6514, K.2007/3653 sayılı ilamıyla hüküm bozulmuştur. Mahkeme bozma kararına uyarak, 25/6/2009 tarih ve E.2008/248, K.2009/771 sayılı kararla; davacılar ve müdahil davacıların açtığı davanın reddine, taşınmazın başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Orman İdaresinin ve Maliye Hazinesinin temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/3/2010 tarih ve E.2009/20019, K.2010/2566 sayılı ilamıyla hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak, 3/10/2011 tarih ve E.2010/320, K.2011/401 sayılı kararla; Orman İdaresinin açtığı davanın kısmen kabulüne, diğer davacılar tarafından açılan davanın reddine, taşınmazın kısmen orman vasfı ile Maliye Hazinesi adına, kısmen başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2012/5247, K.2013/1240 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Başvurucu, 23/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Orman İdaresinin karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 10/2/2014 tarih ve E.2013/6722, K.2014/1519 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir. ” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1419 | Başvurucu, 1/8/1991 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 28/12/2012 tarihinde açtığı dava 18/9/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 12/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34446 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 17/5/2021 tarihinde öğrendikten sonra 1/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26541 | Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Mehmet Tahir Tan, Abdullatif Nebati ve diğer başvurucuların murisi Necmettin Esen aleyhine 27/8/1999 tarihinde alacak davası açılmıştır. Viranşehir Asliye Hukuk Mahkemesi 14/10/2009 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/12/2011 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 12/2/2014 tarihli karar ile davanın reddine hükmedilmiştir. Davacının temyizi üzerine hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/12/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 8/10/2015 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7714 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, lojmandan tahliye edilme işlemi tesisinde idarenin ayrımcı uygulamada bulunması nedeniyle eşitlik ilkesinin; işleme karşı açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde özel kalem müdürü iken Türkiye Büyük Millet Meclisinde geçici olarak görevlendirilen başvurucu, anılan Bakanlığa ait lojmandan 4/3/2011 tarihli işlemle tahliye edilmiştir. Başvurucu söz konusu işleme karşı 14/3/2011 tarihinde iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 30/12/2011 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir: " ...davacıya Sanayi ve Ticaret Bakanlığında özel kalem müdürü iken 1992 yılında görev tahsisli lojman tahsis edildiği, 1994 yılında bu görev unvanı ile TBMM'ye geçici olarak görevlendirildiği, 2000 yılında davacının şef kadrosunu atandığı, şef kadrosuna atanması nedeniyle görev tahsisli lojman hakkının sona erdiği, bu durumun davacıya bildirildiği, davacının ikamet etiği lojmanda 5 yıllık sıra tahsisli oturma süresinin sona erdiği,lojmanın tahliye edilmesinin istenildiği aksi takdirde 2011 tarihinde kolluk marifetiyle boşaltılacağı hususu 2011 gün ve 619 sayılı yazı ile davacıya bildirilmesi üzerine işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacının 2000 tarihinde itibaren unvanı değişmesi nedeniyle görev tahsisli lojmanının sıra tahsisli lojmanına dönüştüğü, davacının sıra tahsisli lojmanda 5 yıldan daha uzun süre ikamet ettiği hususu dikkate alındığında tesis edilen dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmamaktadır." Ret kararı Danıştay Beşinci Dairesinin 13/5/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucu, onama ilamını 23/6/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 22/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12038 | Başvuru, lojmandan tahliye edilme işlemi tesisinde idarenin ayrımcı uygulamada bulunması nedeniyle eşitlik ilkesinin; işleme karşı açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, zilyetlikle kazanma koşulları gerçekleşen ancak arkeolojik sit alanı ilan edilen taşınmazın Hazine adına tescili nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Başvurucu 13/1/1978 tarihli Köy Senedi ile senet metninde mevki, sınır ve miktarı yazılı tapusuz taşınmazı önceki zilyetlerinden satın almıştır. Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu (Kurul) 21/7/1992 tarihli ve 2523 sayılı kararla taşınmazı birinci derece doğal ve birinci derece arkeolojik sit alanı olarak tespit etmiştir. Aynı Kurul 22/6/2007 tarihli ve 2425 sayılı karar ile arkeolojik sit alanı derecesini ikinci derece olarak değiştirmiştir. Başvurucu, satın olmuş olduğu bu yer üzerine tek katlı kârgir ev inşa ederek kullanmaya başlamıştır. Bu taşınmaz, Kastamonu'nun Cide ilçesine bağlı Kalafat köyünde 2008 yılında yapılan kadastro çalışmalarında 108 ada 4 parsel numarasıyla bahçe vasfı ile Hazine adına tespit edilmiştir. 18/1/2008 tarihli Kadastro Tutanağı'nda, bahçe niteliğindeki tapusuz taşınmazın başvurucunun tasarrufunda olup üzerinde başvurucu tarafından inşa edilen tek katlı kârgir evin mevcut olduğu belirtilmiştir. Tutanak bu belirlemeyi içermesine rağmen sit alanı içinde kalan taşınmazların zilyetlikle kazanılması mümkün olmadığından taşınmaz Hazine adına tespit edilmiştir.B. Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucu 29/5/2008 tarihli dilekçesiyle taşınmazın yüz yılı aşkın süredir özel mülk niteliğinde olduğunu ileri sürerek tapuda adına tesciline karar verilmesi talebiyle tespite itiraz etmiştir. Cide Kadastro Mahkemesi (Mahkeme) açılan dava üzerine mahallinde keşif yaparak taşınmazın niteliğini ve başvurucu lehine kazanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmıştır. Söz konusu 4/6/2009 tarihli Keşif Zaptı'nda dinlenen yerel bilirkişiler dava konusu taşınmazın kırk yılı aşkın süredir başvurucunun zilyetliğinde olduğunu belirtmiştir. Aynı keşifte dinlenen tanıklar da benzer beyanlarda bulunmuş ve taşınmazın eklemeli olarak çok eski zamanlardan beri kişilerin zilyetliğinde olduğunu bildirmişlerdir. Teknik bilgisine başvurulan ziraatçi bilirkişi taşınmazın yirmi beş yıldan az olmamak üzere tarım arazisi niteliğinde olduğunu, arkeolog bilirkişi de sit alanı içinde kaldığını bildirmiştir. Mahkeme 24/8/2009 tarihli kararla birinci derece doğal sit alanı içinde kalan yerlerin zilyetlikle kazanılamayacağı gerekçesiyle davayı reddetmiş ve taşınmazın Hazine adına tesciline karar vermiştir. Hüküm, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 19/12/2011 tarihinde, taşınmazın sit alanı içinde kalıp kalmadığı hususunda ayrıntılı bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğine işaret edip hükmü bozmuştur. Mahkeme, bozma kararına uyarak uyuşmazlık konusu taşınmazın niteliği ve sit alanı içinde kalıp kalmadığının belirlenmesi amacıyla ikinci kez keşif yapmıştır. Keşif mahallinde dinlenen mahallî bilirkişi ve tanıklar önceki keşifteki beyanlarını tekrar etmişlerdir. Arkeolog bilirkişi hazırlamış olduğu 15/5/2013 tarihli raporunda taşınmazın birinci derece doğal ve ikinci derece arkeolojik sit alanı içinde kaldığını ifade etmiştir. Mahkeme 20/5/2013 tarihinde ikinci kez davanın reddine karar vermiştir. Anılan kararda, taşınmaz yaklaşık otuz yıl süre ile başvurucunun zilyetliği altında bulunuyorsa da ikinci derece doğal sit alanı içinde kaldığından zilyetlikle kazanılmasının mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Daire 28/5/2015 tarihinde hükmü onamıştır. Karar düzeltme isteğinin Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından reddiyle hüküm 28/1/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai karar 2/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 31/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 22/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ''Taşınmazın mülkiyetinin kazanılması'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır." 4721 sayılı Kanun'un ''Olağanüstü zamanaşımı'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:''Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir....Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.'' 4721 sayılı Kanun'un "Zilyetliğin devri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Taşınır mülkiyetinin nakli için zilyetliğin devri gerekir.Bir taşınırın zilyetliğini iyiniyetle ve malik olmak üzere devralan kimse, devredenin mülkiyeti devir yetkisi olmasa bile, zilyetlik hükümlerine göre kazanmanın korunduğu hâllerde o şeyin maliki olur.'' 4721 sayılı Kanun'un "Kazandırıcı zamanaşımından yararlanma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: ''Kazandırıcı zamanaşımından yararlanma hakkına sahip olan zilyet, zilyetliği kendisine devreden aynı yetkiye sahip idiyse onun zilyetlik süresini kendi süresine ekleyebilir.'' 21/6/1986 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Bu Kanunun amacı, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafikkadastral haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek hukukî durumlarını tespit etmek suretiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun öngördüğü tapu sicilini kurmak, mekânsal bilgi sisteminin alt yapısını oluşturmaktır.'' 3402 sayılı Kanun'un "Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.'' 3402 sayılı Kanun'un "Kesin hüküm" kenar başlıklı maddesi şöyledir: ''Kadastro mahkemeleri kararları, davada taraf olanlar ile taraflar dışında hak iddia ederek davaya müdahil sıfatıyla katılanların leh ve aleyhinde kesin hüküm teşkil eder. Taraf olmadığı halde lehine karar verilen şahıs hakkında mahkemece tesis edilen hüküm yukarıda sözü edilenleri de bağlar.'' 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun "Tanımlar ve kısaltmalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: ''Sit; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır....Doğal (tabii) sit' jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.'' 2863 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: ''Ancak, kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazlar zilyetlik yoluyla iktisap edilemez.'' Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 28/2/2007 tarihli ve E.2007/1-75, K.2007/90 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: ''Bu davanın konusunu teşkil eden uyuşmazlık sit alanlarında yer alan taşınmazlarda 20/7/2004 tarihinde 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda 5226 sayılı Kanunla yapılan değişikliğe kadar zilyetlikle iktisap koşulları lehine gerçekleşen zilyedin müktesep hakkının korunup korunmayacağı ve değişikliğin kazanılmış hakları etkileyip etkilemeyeceği konusunda toplanmaktadır. Diğer bir anlatımla kamu düzeni, kamu yararı gibi gerekçelerle kanunda yapılan değişikliğin, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki müktesep hakları ortadan kaldırıp kaldıramayacağı, bu kararın ve ihtilafın konusunu oluşturmaktadır.Konuyu incelerken öncelikle kazanılmış hakkın ne olduğunun belirlenmesi, daha sonra da kazanılmış hakkın mevcut olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, Anayasasının maddesine göre sosyal bir hukuk devleti olup, hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından birisi de kazanılmış hakların korunmasıdır.Bir çok yargı kararlarında da açık biçimde saptandığı gibi hukuk devleti, kişinin mevcut yasalara göre kazandığı haklarının daha sonra çıkartılacak yasalar ile elinden alınmayacağı yolunda vatandaşına güvence veren devlettir.Bu ilke ile Devletin güvenirliliği sağlanmaktadır. Hukukun temelinde 'kanunların geriye yürümemesi' ilkesi bulunmaktadır.Ancak, yasa koyucunun aksine bir düzenleme yaparak açıkça bir kanunun geriye yürütülmesini öngörebileceği kabul edilmektedir.Bu husus müstakar yargı kararlarında da aynen benimsenmiştir. (Örnek: YHGK. 9/3/1988 gün 1987/2-860 1988/232 K ve 13/2/1991 gün 1990/2-648 1991/65 K sayılı ilamları ).Kazanılmış hakların korunması o kadar önemlidir ki, sadece yasal değişiklikler nedeni ile değil yürürlükten kaldırılan yasalar ile elde edilen haklar dahi korunmaktadır. Örneğin 1966 tarihinde yürürlüğe giren 775 sayılı Gecekondu Kanununun maddesinin fıkrasında bir kısım Hazine mallarının belediyelerin mülkiyetine geçeceği belirtilmiş ve bu taşınmazlar belediyeler adına tescil edilmiştir. Tescili yapılmayanlarla ilgili olarak açılan davalarda da koşulları oluşmuş ise, bu taşınmazlar mahkeme kararı ile belediyeler adına tescil edilmekte iken, 19/7/2003 tarihinde yürürlüğe giren 4916 sayılı Kanun ile Hazine mallarının belediyeye geçişini sağlayan madde iptal edilmiştir. Bu iptale rağmen, istikrarlı Yargıtay uygulamasında yasanın iptalinden önce kazanma koşulları doğmuş ise, iptalden sonra açılan davalar kazanılmış hak ilkesi göz önüne alınarak kabul edilmektedir....Nitekim 3402 sayılı Yasa’nın 14- maddesinin uygulanması sırasında da aynı prensipler kabul edilmiş, imar ihya ile iktisap koşulları zilyet yararına oluştuktan sonra taşınmaz imar planı kapsamı içerisine alınmışsa kesinleşen imar planı ile daha önce doğan mülkiyet hakkının ortadan kaldırılamayacağı, imar planına ilişkin idari kararın zilyedin müktesep hakkını etkilemeyeceği Yargıtay daireleri uygulamasında kararlılıkla benimsenmiştir. Müktesep hakkın varlığının tanınması Hukuk Devletinde yukarda belirtilen ilkeler ve mevzuat karşısında ayrı bir yasal düzenlemeye ihtiyaç göstermez 5226 sayılı Yasa’da kazanılmış hakları bertaraf edecek bir hükme yer verilmediğine göre, mahkemelerce kazanılmış hakların göz ardı edilemeyeceği kuşkusuzdur. Hukuk Genel Kurulu’nun 9/3/1988 tarih 1987/2-860 esas ve 1988/232 sayılı kararında da belirtildiği üzere herhangi bir yasa veya düzenleyici kural yürürlüğe girdiği andan itibaren derhal ve ileriye doğru hukuksal sonuçlarını doğurmaya başlar. Bunun doğal sonucuda yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları etkilemeyeceği, başka bir anlatımla geriye yürümeyeceğidir. Başta mahkemeler olmak üzere, yasaları uygulama durumunda bulunanlar, onları geriye yürür sonuçlar doğuracak şekilde yorumlamamakla yükümlüdürler.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 nolu protokolünün maddesi mülkiyet hakkını teminat altına almaktadır. Madde şöyledir: 'Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve Uluslararası Hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir…' Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi mülkiyet hakkını tanıyan tek uluslararası belge değildir. Örneğin İnsan Hakları Evrensel Bildirisi şöyle demektedir. '1- Herkesin tek başına veya diğerleri ile birlikte mülkiyet sahibi olma hakkı vardır. 2- Kimse keyfi bir biçimde mülkünden mahrum bırakılamaz.' Açıklanan ilkeler Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının muhtelif maddelerinde de yerini bulmuştur. Anayasamızın maddesine göre; 'herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir ve bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir.' maddede de, Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması başlığı altında; 'Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlar. Bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır. Bu varlıklar ve değerlerde özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınılacak muafiyetler kanunla düzenlenir.' hükmünü getirmiştir. Yine maddede 'Temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın, yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği' hükmünü getirmiştir. Hukukun genel prensipleri de mülkiyet hakkının kutsallığını ve sınırlamaların ancak kanunla yapılabileceğini kamu düzeni ve kamu yararı amacıyla yapılabilecek sınırlamalarında müktesep hakları bertaraf edemeyeceği prensiplerini öngörmektedir.Bilindiği üzere, bir ülkenin zenginliklerinin, tarihi ve kültürel değerlerinin başında kültür ve tabiat varlıkları gelir. Bunların korunması ve özellikle gelecek nesillere aktarılması için herkese büyük görevler düşmektedir. Bu varlıkların korunması için tüm çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi hukukumuzda da bu konu üzerinde hassasiyetle durulmuş muhtelif tarihlerde yasa ve tüzükler çıkarılmıştır. Ancak getirilen düzenlemelerle kişilerin mülkiyet hakları kısıtlanmakta ise, bu hükümlerin iptal edilmediği sürece, ileriye doğru sonuç doğurması gerekir.Görüşmeler sırasında sit alanlarının zamanaşımı ile kazanılmasının yasa hükmü ile engellenmesinde kamu yararı bulunduğu, bu nedenle geçmişe etkili olarak yasa değişikliğinin uygulanması gerektiği ileri sürülmüştür. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi hiçbir neden hukuk devletinde kazanılmış hakların geri alınması sonucunu doğuramaz. Unutulmamalıdır ki, kazanılmış hakkın korunması da kamu yararı ilkesi ile sıkı sıkıya bağlıdır.Kazanılmış haklar, Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa’nın maddesinde 'Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir Hukuk Devletidir' hükmüne aykırı olacağı gibi, toplumsal kararlılığı ve hukuksal güvenceyi ortadan kaldıracağından belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez(Y.H.G.K.’nun 2006 gün ve 2006/21-104-174 sayılı ilamı, 2006 gün ve 2006/4-519-527 sayılı ilamı).Nitekim, yukarıda sözü edilen Kıyı Kanunu, İmar Kanunu gibi kanunlar da kamu düzeni düşüncesi ile çıkarılan kanunlar olmasına rağmen yargısal içtihatlarla, kararlı bir şekilde kazanılmış haklar korunmuştur.Öte yandan Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli hakkında Kanunun maddesi Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukuki sonuçlarına bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmiş ise kural olarak o kanun hükümlerinin uygulanacağı ilkesini getirerek kazanılmış hakların korunmasını yasal güvenceye almıştır.Somut olayda, korunması gereken kazanılmış bir hakkın bulunup bulunmadığı meselesine gelince: Taşınmazın, üzerinde korunmaya değer doğal veya kültürel varlık bulunmayan birinci ve üçüncü derecede sit alanı olduğu, bu niteliği ile yasa değişikliğinden önce zamanaşımı ile kazanılacak yerlerden olup, davalının bu taşınmazda 1954 yılında başlayan zilyetliğinin kadastro tespitinin yapıldığı 2002 yılına kadar nizasız(davasız), aralıksız ve malik sıfatı ile devam ettiği ve kadastro tespitinde davalı adına çap oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, kadastro tespitinden önce zilyetlikle mülk edinme koşulları oluşmuştur. Bu nedenle, zamanaşımı ile kazanımı engelleyen yasa değişikliğinden önce kadastro tespiti yapılmamış veya senetsizden tescil davası açılmamış olsa bile, yasa değişikliğinden sonra, tespitte davalı adına yazılmasına veya açılacak bir tescil davasında zilyet adına tescile karar verilmesinde bir engel bulunmamaktadır. Çünkü zilyetliğin hukuksal sonuçları yasa değişikliğinden önce doğmuştur. Türk Medeni Kanununun maddesinin beşinci fıkrasına göre; zilyetlik ile kazanım koşulları oluştuğunda, iddia ispatlandığı taktirde, mülkiyet, kadastro tespiti veya senetsizden tescil davasının sonucu ile değil, koşulların oluştuğu anda kazanılmaktadır. Bu niteliği ile bu konuda açılan tescil davaları inşai (kurucu) nitelikte olmayıp ihdasi (tespit edici) niteliktedir....Tüm bu açıklamalar göz önüne alındığında; davalının kazanılmış hakkı korunarak davanın reddine karar verilmesi gerekirken, hukuksal ve yasal olmayan gerekçeler ile davanın kısmen kabulüne karar verilmesi yerinde değildir. Davalının bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile yerel mahkeme kararının bozulması gerekmektedir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/6/2010 tarihli ve E.2010/761, K.2010/3310 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:''Dava; TMK. nun 713/1, 3402 sayılı Kanunun maddesine dayalı iptal ve tescil isteğine ilişkindir. ...Diğer yönden dosyadaki bilgi ve belgelere göre; dava konusu 168 parsel, 2008 tarihinde4342 sayılı Kanunun maddesi uyarınca İl Mera Komisyonu tarafından K. Köyü merası olarak tahsis edilmiştir. İl Mera Komisyon kararının iptali için süresinde bir dava açıldığı ileri sürülmediğine göre, tahsis kararının usulüne uygun olarak kesinleşmesi üzerine taşınmaz orta malı mera niteliğindeki kamu malına dönüşmüş olur....Mahkemece yapılacak iş;... tespit tarihinden geriye doğru davacı lehine kazanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin duraksamaya yol açmayacak şekilde açıklığa kavuşturulması, teknik bilirkişi ve uzman ziraat bilirkişiden denetime elverişli rapor alınması, temyiz incelemesi sırasında göz önünde tutulmak üzere HUMK.nun maddesi hükmü uyarınca tescil konusu taşınmaz ve çevresinin resimlerinin çektirilip mahkeme hakimi tarafından onaylandıktan sonra dosya arasına konulması, taşınmazın elbirliği mülkiyeti şeklinde olduğunun belirlenmesi halinde dava koşulu yönünden davanın reddine karar verilmesi, davacı lehine kazanma koşullarının gerçekleştiğinin tespiti halinde ise,dava konusu parsel mera olarak tahsis edilmekle kamu malına dönüştüğünden davacının mülkiyetinin tespitine karar verilmesi gerektiğinin nazara alınması, mevcut ve elde edilecek tüm deliller birlikte değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması olmalıdır. Mahkemece yukarıda açıklanan araştırmalar yapılmadan yasal ve yeterli olmayan gerekçelerle yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/11/2006 tarihli ve E.2006/7162, K.2006/7374 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: ''Maddi anlamda kesin hüküm HUMK.nun maddesinde ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun maddesinde düzenlenmiş olup bu hükümlerin amacı mahkeme kararlarına karşı güveni sağlamak ve aynı zamanda kişiler arasındaki uyuşmazlıklara son vermektir. Maddi anlamda kesin hüküm, kamu düzeni ile ilgili olduğundan mahkemece doğrudan doğruya gözönünde bulundurulur. Maddi anlamda kesin hüküm taraflar arasında HUMK.nun maddesi hükmü uyarınca kesin delil oluşturur ve bir daha aynı husus dava konusu yapılmaz.Kesin hüküm varlığından söz edilmesi için birinci dava ile ikinci davanın konusu, sebepleri ve tarafları aynı olmalıdır. Somut olayda; aynı davacılar, tespit maliklerinden Ali Öz’ün mirasçısı olan aynı davalı aleyhine, aynı taşınmaz bölümünü de kapsayan yer için, Kadastro Mahkemesine açtıklarıyukarıda belirtilen tespite itiraz davasında satın alma ve eklemeli zilyetlik nedenine dayanarak iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Kadastro Mahkemesince verilen hüküm taraflarca temyiz edilmeksizin 1996 tarihinde kesinleşmiştir. Anılan hüküm davacılar aleyhine kesin hüküm olduşturduğundan davanın reddine ilişkin kararda usul ve kanuna aykırılıkbulunmamaktadır.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/9/2018 tarihli ve E.2016/2571, K.20018/5097 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:''Ancak, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun maddesi uyarınca kadastro hakimi doğru, infazı kabil, infaz sırasında tereddüt oluşturmayacak ve taşınmaz hakkında sicil oluşturmaya elverişli şekilde karar vermek zorundadır. Kadastro Mahkemesi sicil oluşturmak zorunda olduğuna ve çekişmeli 103 ada 11 parsel sayılı taşınmaza yönelik dava reddedildiğine göre taşınmazın uygulama tespiti gibi tesciline karar verilmesi gerekirken, taşınmaz hakkında tescil hükmü kurulmaması isabetsizvebozmanedeniisede;buhususun düzeltilmesiyeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, kararın hüküm fıkrasının paragrafının satırında yer alan 'uygulama tutanağının olağan yoldan kesinleştirilerek aynen tapu kütüğüne aktarılmak üzere Kadastro Müdürlüğüne iadesine' sözlerinin hükümden çıkarılarak yerine 'uygulama tespiti gibi tesciline' sözlerinin yazılmasına vehükmün DÜZELTİLMİŞ bu şekli ile ONANMASINA,2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; Pine Valley DevelopmentsLtd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, §§ 34, 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti [BD] (k.k.), B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33). AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008). AİHM, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkün edinildiği hâlde çeşitli gerekçelerle kişilerin elinden alındığının iddia edildiği şikâyetler yönünden de benzer bir yorum yapmaktadır. Bu bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre Türk hukukundaki mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağı yönündeki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44). Bununla birlikte İpseftel/Türkiye (B. No: 18638/05, 26/5/2015) kararında farklı bir duruma işaret edilmiştir. AİHM, başvurucunun açtığı kadastro tespitine itiraz davasında derece mahkemelerinin zilyetliğe dayalı olarak mülk edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı hükümlerinin başvurucu lehine gerçekleştiği yönündeki tespitine dikkat çekmiştir. Ancak buna rağmen sonradan -yani kazandırıcı zamanaşımı koşulları gerçekleştikten sonra- dava konusu taşınmazın korunması gereken kültür varlığı olarak ilan edilmesi nedeniyle özel mülke konu olamayacağı gerekçesiyle başvurucunun davası reddedilmiştir. AİHM yine iç hukuktaki düzenlemelere ve derece mahkemelerinin tespitlerine yer verdikten sonra 4721 sayılı Kanun'un maddesindeki mülk edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı koşulları gerçekleştikten sonra verilen idari ve yargısal kararlarla mülkiyetin kaybettirildiği sonucuna varmıştır. AİHM, mülkün değeriyle orantılı, makul bir tazminat da ödenmediğini gözeterek ölçülü olmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (İpseftel/Türkiye, §§ 48-69). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6320 | Başvuru, zilyetlikle kazanma koşulları gerçekleşen ancak arkeolojik sit alanı ilan edilen taşınmazın Hazine adına tescili nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 12/11/2012 tarih ve 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Çanakkale ili, Merkez ilçe, Kumkale Belediyesinin tüzel kişiliğinin ilk mahalli idareler genel seçiminden geçerli olmak üzere kaldırılarak köye dönüşecek olması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 7/1/2013 tarihinde Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 12/4/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: 6360 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Türkiye İstatistik Kurumu tarafından tespit edilen 2011 yılı adrese dayalı nüfus sayım sonuçlarına göre nüfusu 000’in altında olan belediyelerin tüzel kişiliklerinin ilk mahalli idareler genel seçiminden geçerli olmak üzere kaldırılarak köye dönüştürülmesi öngörülmüştür. Başvurucunun ikamet ettiği yerleşim yerinin mahalli idare birimi olan Kumkale Belediyesi, anılan Kanun’a ekli (27) sayılı listede tüzel kişiliği kaldırılıp köye dönüştürülen belediyeler arasında yer almaktadır. 6360 sayılı Kanun, 6/12/2012 tarih ve 28489 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.B. İlgili Hukuk 3/7/2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, 6360 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrası ile anılan Kanun’a ekli (27) sayılı liste. | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/469 | Başvurucu, 12/11/2012 tarih ve 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Çanakkale ili, Merkez ilçe, Kumkale Belediyesinin tüzel kişiliğinin ilk mahalli idareler genel seçiminden geçerli olmak üzere kaldırılarak köye dönüşecek olması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde araştırma görevlisi olarak görev yapmaktayken 7/2/2017 tarihli ve 29972 (mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 686 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (686 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Bununla birlikte 686 saylı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun hususi pasaportu iptal edilmiştir. Başvurucu, kendisine umuma mahsus pasaport verilmesi talebiyle 3/3/2017 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Bu talebin reddedilmesi üzerine işlemin iptali istemiyle başvurucu tarafından iptal davası açılmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun maddesinde yer alan pasaport veya seyahat vesikası verilmeyecek kişiler arasında yer almadığını ve kendisine pasaport verilmesi talebinin reddedilmesinin maddi ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ileri sürmüştür. Pasaport verilmesi talebinin reddedilmesiyle seyahat hürriyetinin ihlal edildiğini vurgulayan başvurucu, yurt dışına çıkışının genel güvenlik bakımından mahzurlu bir durum olmadığını belirtmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 7/5/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun olağanüstü hâl kapsamında alınan tedbirler bağlamında kamu görevinden çıkarıldığı ve başvurucunun ülkeden ayrılmasında genel güvenlik bakımından mahzur görüldüğünün tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu; hakkında yürütülen herhangi bir ceza soruşturması ya da kovuşturmasının olmadığını, yurt dışına çıkış yasağı bulunmadığını vurgulayarak İdare Mahkemesince bu hususlarda araştırma yapılması talebinin değerlendirilmediğini ifade etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 19/9/2018 tarihinde, usule ve hukuka uygun olan İdare Mahkemesi kararının kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 24/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. 686 sayılı KHK'nın "Kamu personeline ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir. (2) ... Bu kişiler hakkında bakanlıkları ve kurumlarınca ilgili pasaport birimine derhal bildirimde bulunulur. Bu bildirim üzerine pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir..." 686 sayılı KHK'da yer alan düzenlemeler 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaşmıştır. 686 sayılı KHK'nın maddesinin yukarıda aktarılan ilgili kısmı da 7086 sayılı Kanun'un maddesinde aynen kabul edilmiştir. 5682 sayılı Kanun'un "Pasaport veya vesika verilmesi yasak olan haller" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yurt dışına çıkmaları; mahkemelerce yasaklananlara, memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur bulunduğu İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere ve terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen yurtdışındaki her türlü eğitim, öğretim ve sağlık kuruluşları ile vakıf, dernek veya şirketlerin kurucu ve yöneticisi olduğu veya bu yerlerde çalıştığı İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere pasaport veya seyahat vesikası verilmez." Ayrıca ilgili hukuk için bkz. Yağmur Erşan [GK], B. No: 2018/36451, 27/10/2021 §§ 19-30; Onur Can Taştan [GK], B. No: 2018/32475, 27/10/2021, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34137 | Başvuru, pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, uyarma ve kınama disiplin cezalarına karşı yargı yolunun açılmasının ardından cezaların iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/12/2013 tarihinde Yalova Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Yalova İl Özel İdaresinde memur olarak görev yapan başvurucu, farklı fiilleri nedeniyle 17/4/2008 tarihli ve 1533 sayılı karar ile bir uyarma ve iki kınama cezasıyla cezalandırılmıştır. Başvurucunun bu cezalara 2/5/2008 tarihinde yaptığı itirazlar, 27/5/2008 tarihli işlemle reddedilmiştir. Başvurucu, Anayasa’nın maddesinde değişiklik öngörerek devlet memurlarına verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolunu açan 7/5/2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun’un kabul edilerek halk oyuna sunulmak üzere 13/5/2010 tarihli ve 27580 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanması üzerine hakkında tesis edilen uyarma ve kınama cezalarının iptali istemiyle üç ayrı dava açmıştır. Bursa İdare Mahkemesi 17/10/2012 tarihli ve E.2012/81, K.2012/1148; E.2012/82, K.2012/1149 ve E.2012/83, K.2012/1150 sayılı kararlarıyla 17/4/2008 tarihinde tesis edilen ve dava açılmaksızın kesinleşen, bütün hüküm ve sonuçlarını doğurmuş olan cezalara karşı açılan davalarda uyarma ve kınama cezalarının yargı denetimine açılmasına ilişkin yapılan yeni düzenlemenin uygulanmasına imkân bulunmadığı gerekçesiyle davaların süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından bu kararlara yapılan itirazlar ve itirazlar üzerine alınan kararlara karşı yapılan düzeltme başvuruları Bursa Bölge İdare Mahkemesi kararlarıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararlar 4/11/2013 ve 13/11/213 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin 5982 sayılı Kanun ile değişik üçüncü fıkrası şöyledir:“Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.” 2577 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “ İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.” Aynı Kanun’un maddesinin 3/e bendinde dilekçenin süre aşımı yönünden inceleneceği, maddesinin 1/b bendinde ise süre aşımı hususunda kanuna aykırılık görülmesi hâlinde davanın reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8822 | Başvuru, uyarma ve kınama disiplin cezalarına karşı yargı yolunun açılmasının ardından cezaların iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 7/6/2005 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 26/3/2009 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/5/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2014/7 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17402 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; sözleşmeli öğretmenliğe atamanın güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle iptali yönündeki işleme karşı açılan davada, hükme esas alınan bilgi ve belgelerin tebliğ edilmemesi, dava konusu işlemin sebebinin bildirilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2017 yılı Temmuz dönemi sözleşmeli öğretmen atamalarında Batman'da bulunan bir ana okuluna okul öncesi öğretmeni olarak atanmıştır. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi uyarınca yapılan değerlendirme sonucu mesleğe başlatılmasının uygun olmayacağı kanaatine ulaşılan başvurucunun ataması 19/10/2017 tarihli Millî Eğitim Bakanlığı işlemi ile iptal edilmiştir. Başvurucu, atamasının neden iptal edildiğini öğrenmek adına 25/10/2017 tarihinde idareye başvurmuştur. 3/11/2017 tarihli cevap yazısı ile kendisine 657 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca atamasının yapılmadığı bildirilmiş ise de somut olarak atamasının neden yapılmadığı konusunda açıklama yapılmamıştır. Başvurucu söz konusu işleme karşı Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Başvurucu 21/12/2017 tarihli dava dilekçesinde işleme yönelik hukuka aykırılık iddialarını ileri sürmekle birlikte işlemin somut sebebini bilmediğini belirtmiştir. Millî Eğitim Bakanlığının 30/1/2018 tarihli ilk savunma dilekçesinde güvenlik soruşturmasına ilişkin mevzuat hükümlerine, öğretmenlik mesleğinin niteliklerine yer verilmekle beraber başvurucunun neden mesleğe başlamasının uygun olmadığına ilişkin bir açıklamada bulunulmamıştır. Savunma dilekçesinde, Batman Valiliğinin gizli ibareli olarak gönderdiği evrakın incelenmesi sonucu başvurucunun mesleğe başlamasının uygun olmadığının değerlendirildiği ifade edilmiştir. Mahkeme 6/2/2018 tarihli ara kararı ile başvurucunun atamasının iptaline gerekçe olan dayanak somut tüm bilgi ve belgeleri Millî Eğitim Bakanlığından istemiştir. Millî Eğitim Bakanlığı 19/2/2018 tarihinde istenilen belgeleri Mahkemeye sunmuştur. Başvurucu 21/2/2018 tarihli savunmaya cevap dilekçesinde Millî Eğitim Bakanlığı tarafından işlemin sebebine dair bilgi/belge sunulmaması nedeniyle beyanda bulunma şansının olmadığını belirterek idari işleme ilişkin belgelerin tarafına verilmesini talep etmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı 28/3/2018 tarihli ikinci savunma dilekçesinde ilk savunma dilekçesine eklenecek bir husus olmadığını beyan etmiştir. Mahkeme 29/6/2018 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Dosyanın incelenmesinden; davacının 2017 Yılı Temmuz sözleşmeli öğretmen atama döneminde 2017 tarihinde Batman Merkez Yağmur Anaokuluna Okul Öncesi Öğretmeni olarak yerleştirildiği ancak güvenlik soruşturması kapsamında yapılan inceleme ile davalı idarece öğretmenlik mesleğinin hassasiyeti, öğrenciler üzerinde olumsuz bir etkinin geriye dönüşünün olmayacağı değerlendirilerek öğretmen olarak çalışmasının uygun olmayacağı değerlendirmesi ile atamasının iptal edilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda, Mahkememizin 2018 tarihli ara kararına cevaben dosyaya ibraz edilen;Milli Eğitim Bakanlığının (İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü) 2018 tarih ve E:3457827 sayılı işleminde; 'Batman Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü birimlerinden yapılan tahkikat neticesinde, PVSK Ek:7 madde kapsamında elde edilen istihbari bilgiler doğrultusunda' 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince işlem tesis edildiği görülmüştür. Bu durumda; 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerin, kamu hizmetinde istihdam edilmeyecekleri veya doğrudan/dolaylı olarak görevlendirilemeyecekleri hüküm altına alındığından, PKK/KCK terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı tespit edilen davacının sözleşmeli öğretmen olarak yapılan atamasının iptaline ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucunun ret hükmüne yönelik itirazı Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 27/9/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde de işlemin sebebini yargılama süreci boyunca bilmediğini ve PKK/KCK ile irtibatı olduğu yönündeki iddiayı gerekçeli kararla öğrendiğini, bu durumun yargılamayı hukuksuz kıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu 9/11/2018 tarihinde nihai kararı tebellüğ etmesinin ardından 30/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur.Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. ...Davalara ilişkin işlem dosyalarının aslı veya onaylı örneği idarenin savunması ile birlikte, Danıştay veya ilgili mahkeme başkanlığına gönderilir. " 2577 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay, bölge idare mahkemeleri ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her türlü incelemeyi kendiliğinden yapar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. ..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Sözleşme’deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin maddesine göre "tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi" vardır (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında kişilerin davalarının hakkaniyete uygun olarak görülmesini isteme hakları güvence altına alınmıştır. Hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsuru, yargılamanın çelişmeli olması ve taraflar arasında silahların eşitliğinin sağlanmasıdır (Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60). Hükme esas alınan bilirkişi raporu dâhil yargılamaya esas olan tüm kanıt ve belgeler hakkında bilgi sahibi olma, bu unsurlara ilişkin yorumda/itirazda bulunma imkânının taraflara sağlanması, ayrıca bu imkânın pratik ve etkili bir niteliği haiz bulunması adil bir yargılamanın gereğidir (Dırama/Türkiye, B. No: 20797/07, 13/11/2018, §§ 22-24). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35544 | Başvuru, sözleşmeli öğretmenliğe atamanın güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle iptali yönündeki işleme karşı açılan davada, hükme esas alınan bilgi ve belgelerin tebliğ edilmemesi, dava konusu işlemin sebebinin bildirilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 13/2/2018 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hâlen Tekirdağ 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 10/10/2016 tarihli Genelge'si (Genelge) ile infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutukluların resmî makamlara veya savunması için avukatına verdiği kapalı zarf içindeki mektup ve fakslar hariç olmak üzere tüm mektup, faks ve dilekçelerinin taranmak suretiyle Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi gerektiği ülke genelindeki infaz kurumlarına başsavcılıklar aracılığıyla iletilmiştir. İnfaz kurumları da Genelge içeriğine uygun uygulama başlatmıştır. Başvurucunun gönderdiği ve kendisine gelen mektuplar da anılan Genelge kapsamında UYAP'a kaydedilmiştir. Başvurucu; gönderdiği ve kendisine gelen mektupların UYAP'a kaydedilmesi uygulamasının sonlandırılması ve kayıtların silinmesi talebiyle 27/2/2020 tarihinde Tekirdağ İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurmuştur. Başvurucu dilekçesinde; kendisine gelen ve gönderdiği mektupların kalıcı bir şekilde sisteme kaydedilmesinin yasal dayanağının olmadığını, bu uygulamaya son verilmesine ve kayıtların silinmesine dair taleplerine İnfaz Kurumu tarafından cevap verilmediğini vurgulayarak özel hayata saygı hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. İnfaz Hâkimliği; Bakanlığın anılan yazısını ve Anayasa Mahkemesinin ilgili kararını hatırlattıktan sonra 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasında hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgrafların mektup okuma komisyonu, komisyon bulunmaması hâlinde ise kurumun en üst amirince denetleneceğinin düzenlendiğini vurgulamıştır. Somut olayda anılan hükme göre işlem yapıldığını, bu uygulamanın Anayasa'ya aykırı bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesinin 4/6/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 15/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 14/9/2020 tarihli ve 2020/403 sayılı kararı ile anılan Genelge'nin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"5275 sayılı Kanun'da yer verilen her türlü ceza muhakemesi işlemlerinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kullanılacağı kuralı ve ilgili diğer mevzuat hükümleri uyarınca, hükümlü ve tutukluların avukatlarına verdiği kapalı zarf içerisindeki mektup ve fakslar dışında kalan yazışmaların taranmak suretiyle UYAP sistemine kaydedilmesine imkân bulunmakla birlikte; bu kayıt işleminin sınırsız ve koşulsuz olduğunun kabulü mümkün değildir. Söz konusu kayıt yetkisinin; 5275 sayılı Kanun ve Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'te yer alan kurallar çerçevesinde verilen denetleme yetkisinin kapsam ve sınırları içinde ve bunu ihlal etmeyecek biçimde düzenlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, anılan Tüzük'te mektup okuma komisyonunun ne şekilde çalışacağı ayrıntılı bir şekilde belirlenmiş, hükümlü tarafından alınan ve gönderilen mektupların sakıncalı olup olmamasına göre farklı usuller getirilmiştir. Buna göre, fiziki ortamda sakıncalı olmayan mektupların ilgiliye teslim edilmesi hususu düzenlenirken, bir kopyasının muhafaza edilmesi öngörülmediği halde, dava konusu işlemle UYAP'a kaydedilecek evraklar hususunda bir istisna öngörülmediğinden, bu durum, herhangi bir sakınca içermeyen, tamamen özel nitelikte olan ve kişisel mahremiyet kapsamında bulunan mektupların dahi zaman ve nitelik sınırlaması olmaksızın elektronik ortama kaydedilmesi sonucunu doğuracaktır.Bakanlığın yazısında tüm hükümlü ve tutukluların resmi makamlara veya savunması için avukatına verdiği kapalı zarf içindeki mektup ve fakslar hariç, diğer tüm faks ve dilekçelerin taranmak suretiyle UYAP sistemine kaydedilmesi gerektiği belirtildiğinden, tutuklu ve hükümlülerin yargısal süreçlerle hiçbir ilgisi olmayan kişisel verilerini de içerebilecek olan özel yazışmaları da sakıncalı olup olmadığına bakılmaksızın UYAP sistemine kaydedilecektir. Bu özel yazışmaların ne kadar süreyle sistemde saklı tutulacağı, bunların üçüncü kişilerin erişimine ve kullanımına açılıp açılmayacağı, infaz kurumu tarafından hangi mercilerle paylaşılıp paylaşılamayacağı ve bunun nasıl olacağı hususlarında belirsizlik söz konusudur.Bu itibarla, dava konusu işlemin hükümlü ve tutuklular tarafından herhangi bir sakınca içermeyen, tamamen özel nitelikte olan veya önleyici, koruyucu önlemler açısından herhangi bir değer taşımayan, kişisel mahremiyet kapsamında bulunan mektup ve belgelerin süresiz şekilde elektronik ortama kaydedilmesi sonucunu doğuracak olan ve ayrıca söz konusu mektup ve belgelerin kaydı, muhafazası, erişimi ve imhası hususunda herhangi bir sınır ve koşul getirmeyen dava konusu işlemin bu haliyle ve yönleriyle hukuka aykırı olduğu ve uygulanması halinde telafisi güç mağduriyetlere yol açabileceği sonucuna ulaşılmıştır." A. Ulusal Hukuk 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Bu Kanunun amacı, kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın gizliliği olmak üzere kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul ve esasları düzenlemektir.'' 6698 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: " ... d) Kişisel veri: Kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi,e) Kişisel verilerin işlenmesi: Kişisel verilerin tamamen veya kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak kaydıyla otomatik olmayan yollarla elde edilmesi, kaydedilmesi, depolanması, muhafaza edilmesi, değiştirilmesi, yeniden düzenlenmesi, açıklanması, aktarılması, devralınması, elde edilebilir hâle getirilmesi, sınıflandırılması ya da kullanılmasının engellenmesi gibi veriler üzerinde gerçekleştirilen her türlü işlemi .... ifade eder." 6698 sayılı Kanun'un "Kişisel verilerin işlenme şartları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: '' (1) Kişisel veriler ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işlenemez. (2) Aşağıdaki şartlardan birinin varlığı hâlinde, ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın kişisel verilerinin işlenmesi mümkündür:a) Kanunlarda açıkça öngörülmesi....ç) Veri sorumlusunun hukuki yükümlülüğünü yerine getirebilmesi için zorunlu olması....'' 6698 sayılı Kanun'un "Özel nitelikli kişisel verilerin işlenme şartları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''(1) Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi veya diğer inançları, kılık ve kıyafeti, dernek, vakıf ya da sendika üyeliği, sağlığı, cinsel hayatı, ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik verileri özel nitelikli kişisel veridir. (2) Özel nitelikli kişisel verilerin, ilgilinin açık rızası olmaksızın işlenmesi yasaktır. (3) Birinci fıkrada sayılan sağlık ve cinsel hayat dışındaki kişisel veriler, kanunlarda öngörülen hâllerde ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir. Sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel veriler ise ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir....'' 6698 sayılı Kanun'un "İstisnalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) Bu Kanun hükümleri aşağıdaki hâllerde uygulanmaz:...ç) Kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini veya ekonomik güvenliği sağlamaya yönelik olarak kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında işlenmesi.d) Kişisel verilerin soruşturma, kovuşturma, yargılama veya infaz işlemlerine ilişkin olarak yargı makamları veya infaz mercileri tarafından işlenmesi''. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Elektronik işlemler" kenar başlıklı 38/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) Her türlü ceza muhakemesi işlemlerinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kullanılır. Bu işlemlere ilişkin her türlü veri, bilgi, belge ve karar, UYAP vasıtasıyla işlenir, kaydedilir ve saklanır.... (7) Zorunlu nedenlerle fiziki olarak düzenlenmiş belge veya kararlar, yetkili kişilerce taranarak UYAP’a aktarılır ve gerektiğinde ilgili birimlere elektronik ortamda gönderilir.... (9) Elektronik ortamda yapılan işlemlerde süre gün sonunda biter.... (11) Ceza muhakemesi işlemlerinin UYAP’ta yapılmasına dair usul ve esaslar, Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." Bakanlık Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığının 10/11/2011 tarihli ve 124/1 sayılı Genelge'sinin ilgili kısmı şöyledir:''UYAP Bilişim Sistemi kullanılarak soruşturma ve kovuşturma işlemleri ile diğer adlî ve idarî işlemlerin etkin, verimli, hızlı, düzenli, şeffaf ve usul ekonomisine uygun biçimde yürütülmesi amacıyla;1- Her türlü işlem ve faaliyetin, UYAP üzerinden gerçekleştirilmesine imkân bulunmayan istisnai hâller saklı olmak koşuluyla, UYAP ortamında, zamanında, eksiksiz ve doğru bir biçimde gerçekleştirilmesi,...3- Tüm birimlerde her türlü veri girişinin eksiksiz ve doğru biçimde yapılması,...5- Zorunluluk sebebiyle haricen oluşturulan belgeler ile Sistem haricinde gelen belgelerin ekleriyle birlikte taranarak UYAP ortamına aktarılması,...15- Bilgi güvenliği, elektronik imza ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin mevzuat hükümlerine azamî dikkat gösterilmesi, özellikle elektronik imza cihazı veya erişim kodu ile her türlü kullanıcı adı ve parolasının başkalarına verilmemesi ...'' 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesinin başvuru tarihi itibarıyla yürürlükteki hâli şöyledir:"(1)Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "Mektupların gönderilmesi ve gelen mektupların verilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir. (2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır. (3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir." Tüzük'ün "Sakıncalı görülen mektuplar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır. (2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir. (3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır." 14/6/1930 tarihli ve 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... E) Ceza evinin emniyeti bakımından mahkümlara ait mektupların ve kendilerini ziyarete gelenlerle konuşmalarının ve hariçle muhaberelerinin ne suretle tanzim ve kontrol edileceği,...hakkında bir nizamname tanzim olunur...." 17/6/2021 tarihli ve 7328 sayılı Kanun'un maddesiyle 5275 sayılı Kanun'un maddesine eklenen (5) numaralı fıkra şöyledir:"(5)Kamu düzeninin korunması ile kişi, toplum ve kurum güvenliğinin sağlanması veya suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları ile örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlardan mahkûm olan veya tehlikeli hâlde bulunan ya da dışarı ile iletişiminin kurum güvenliği açısından tehlikeli olabileceği değerlendirilen hükümlülere gelen veya bu hükümlüler tarafından gönderilen mektup, faks ve telgraflar dijital olarak kaydedilebilir veya fiziki olarak saklanabilir. Bunlar, amacı dışında kullanılamaz, kanunda açıkça belirtilen hâller dışında hiçbir kişi veya kurumla paylaşılamaz, herhangi bir soruşturma veya kovuşturmaya konu edilmemiş ise en geç bir yıl sonunda silinir veya imha edilir. Silme veya imha işlemi Cumhuriyet savcısı tarafından denetlenir. Bu fıkra hükmü dördüncü fıkra bakımından uygulanmaz." Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 19/1/2021 tarihli Genelge'sinin ilgili kısmı şöyledir:"1- Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hariç olmak üzere terör ve örgütlü suçlardan barındırılan hükümlü ve tutukluların göndermek istedikleri veya kendilerine gelen mektup/faksların, adli suçlardan hükümlü ve tutukluların ise sadece kısmen veya tamamen sakıncalı olduğu değerlendirilen, adli ve disiplin soruşturma konusu olacak mektup/faksların UYAP sistemine kayıt edilmesi,2- Hükümlü/tutuklular tarafından gönderilen ve kendilerine gelen mektup/faksların sadece Mektup Okuma Komisyonunda görevli personel tarafından denetlenmesi, UYAP sisteminde kayıt altına alınan bu verilere belirtilen yetkili personel dışında kullanıcı personelin erişimine imkan verilmemesi için portal ve ekran yetkilendirmesi yapılması amacıyla Bilgi İşlem Genel Müdürlüğüne 3 gün içinde personel isim, sicil, ünvan ve görevlerinin bildirilmesi, ayrıca mevzuatta öngörülen hâller dışında verilerin başka kişi ve kurumlarla paylaşılmaması,3- UYAP sistemine kaydedilen mektup/faksların adli suçlardan barındırılan hükümlü ve tutuklular için 3 yıl süreyle, terör ve örgütlü suçlardan barındırılan hükümlü ve tutuklular için 5 yıl süre ile muhafaza edilmesi ve belirtilen süreler sonunda silinmesi, ancak adli ve idari soruşturmaya konu edilen mektup/fakslar için mevzuatta öngörülen sürelerin saklı kalacağı..."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demokratik bir toplumda gerekli bulunan müdahaleler dışında, kamu makamları tarafından hiçbir müdahale yapılamaz." Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan 28/1/1981 tarihli Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi şöyledir:''Kişisel veriler: Kimliği belirli veya belirlenebilir bir gerçek kişi ('ilgili kişi') hakkındaki tüm bilgileri ifade eder." Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''İç hukukta uygun güvenceler sağlanmadıkça, ırksal kökeni, siyasal düşünceleri, dini veya diğer inançları ortaya koyan kişisel verileri ile sağlık veya cinsel hayatla ilgili kişisel veriler otomatik işleme tabi tutulamaz. Aynı şey ceza mahkumiyetiyle ilgili kişiler veriler içinde geçerlidir." Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Taraf devletin kanunlarında öngörülmüş olması ve demokratik bir toplumda aşağıdaki hususların sağlanması için gerekli bir önlem oluşturması halinde iş bu sözleşmenin 5, 6, ve maddelerine istisna getirilebilir:a. Devlet güvenliğinin korunması, kamu güvenliği, devletin mali menfaatleri veya suçların önlenmesi ..." Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:'' Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Ziyaretler için yapılan düzenlemeler, mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar.'' Uluslararası İçtihat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletlerin millî güvenliğin korunması amacını gerçekleştirmede sahip oldukları takdir yetkisinin geniş olduğunu kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye taraf devletlerin millî güvenliği korumak için yetkili ulusal makamlara ilk olarak kişiler hakkında bilgi toplama ve halka açık olmayan siciller tutma, ikinci olarak millî güvenlik bakımından önemli kadrolarda çalışmak isteyen adayların bu işe uygunluğunu takdir ederken bu bilgiyi kullanma yetkisi veren kurallara sahip olmaları gerektiğinde kuşku bulunmadığını belirtmektedir (Leander/İsveç, B. No: 9248/81, 26/03/1987, § 59). Bununla birlikte AİHM içtihadına göre kamu mercilerinin bir bireyin özel hayatıyla ilgili bilgileri toplaması, kaydetmesi, saklaması, özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturur (Leander/İsviçre, § 48; Kopp/İsviçre, B. No: 23224/94, 25/3/1998, § 53; Amann/İsviçre [BD], B. No: 27798/95, 16/2/2000, § 69; Rotaru/Romanya [BD], B. No: 28341/95, 4/5/2000, §§ 43, 44, 46). Kaydedilen bilgilerin daha sonra kullanılmış olup olmamasının bir önemi yoktur. Bununla birlikte kamu makamları tarafından muhafaza edilen kişisel nitelikli bilgilerin özel yaşam unsurlarından birini devreye sokup sokmadığını tespit etmek için bu bilgilerin hangi çerçevede alındığının ve muhafaza edildiğinin, verilerin türünün, kullanıldığı ve işlendiği şeklin, bunlardan çıkarılabilecek sonuçların dikkate alınması zaruridir (Leander/İsveç, § 48; Amann/İsviçre, § 69; S. ve Marper/Birleşik Krallık [BD], B. No: 30562/04, 30566/04, 4/12/2008, § 67). AİHM kararlarına göre haberleşme özgürlüğüne yapılan müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalı, bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72…25/3/1983, §§ 85-90; Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/10/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, B. No: 13590/88, 25/3/1992, § 34). AİHM; haberleşme hürriyetine yapılan müdahaleleri incelediği kararlarda, öncelikle ceza infaz kurumlarında bulunan kimselerin yazışmalarının belirli ölçüde kontrolünün başlı başına Sözleşme'nin ihlaline sebebiyet vermeyeceğini, keza ceza infaz kurumunun olağan ve makul gereksinimleri dikkate alınarak bir değerlendirmede bulunmanın gerekli olduğunu belirtmiştir (Mehmet Nuri Özen/Türkiye, B. No: 15672/08…11/1/2011, § 51; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 98). AİHM, her somut olayda kamu makamlarının bu değerlendirmeyi yaparken mektup gönderme ve almanın ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin ve tutukluların dış dünya ile tek bağlantısı olduğu gerçeğini gözönünde bulundurması gereğini belirtmektedir (Campbell/Birleşik Krallık, § 45). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20874 | Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; deprem sebebiyle hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, talebin reddi üzerine açılan davada ise adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 22/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 16/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkına ilişkin iddiası kabul edilemez bulunmuş ve başvurucunun diğer ihlal iddialarının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38997 | Başvuru; deprem sebebiyle hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, talebin reddi üzerine açılan davada ise adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; uygulanan idari para cezasına yapılan itirazın, cezanın yasal şartları araştırılmadan, imara aykırılığı gerçekleştiren faili tespite yönelik yeterli araştırma yapılmadan, talep ve itirazlar dikkate alınmadan reddine karar verilmesi nedenleriyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/12/2013 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1955 doğumlu olan ve İstanbul’da yaşayan başvurucu, Sosyal Sigortalar Kurumundan emeklidir. Başvurucu, idari para cezasına konu taşınmazın bitişiğindeki 12 parsel numaralı taşınmazın maliki olduğunu belirtmektedir. Maltepe Belediye Başkanlığınca (Belediye), 11 parsel numaralı taşınmaz üzerinde bulunan yapının bitişiğindeki 12 parsel numaralı bina ile aralarındaki duvarın yıkılması suretiyle birleştirilmesi işleminin imara aykırılığı nedeniyle yapı sahibi olarak başvurucu hakkında 14/2/2011 tarihli yapı durdurma tutanağı düzenlenmiştir. Belediyenin 1/3/2011 tarihli ve 272 sayılı kararıyla, söz konusu imara aykırı yapı nedeniyle 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun maddesine göre başvurucuya 114,97 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu; idari yaptırıma tabi tutulan 11 sayılı parselin maliki olmadığı, idari yaptırım miktarının gerçek duruma uygun tespit edilmediği ve miktarının fahiş olduğu gerekçeleriyle para cezasına itiraz etmiştir. Başvurucu itirazını, sunduğu evrak ile yapılacak keşif ve bilirkişi incelemesine dayandırmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme), başvurucunun itirazına karşı ilgili idarenin yazılı görüşünü almıştır. İdare, başvurucunun idari para cezası uygulanan 11 parsel numaralı taşınmazdaki dükkânla birleştirilen 12 parsel numaralı taşınmazın maliki olduğunu, ara duvarların yıkılması suretiyle ortaya çıkan ve genişletilmiş olan dükkânın maliki olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme 24/9/2012 tarihli kararı ile başvurucunun itirazını reddetmiştir. Mahkeme kararının ilgili bölümleri aşağıdaki gibidir:"… Olayda, uyuşmazlığın çözümü için Mahkememizin 2011 gün ve E:2011/1015 sayılı ara kararı ile mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş ve 2011 tarihinde yapılan keşif sonucu hazırlanan bilirkişi raporunda özetle; "yapı tatil tutanağı ile ortaya konulan tespitlerin fiili duruma uygun olduğu, mevcut haliyle yapının ruhsat projesine aykırı olduğu, davalı idarece ruhsata aykırı kısımlar dikkate alınarak verilen imar para cezası miktarı belirlenirken, yapı sınıfının doğru olarak tespit edildiği, cezayı artıran nedenlerin yerinde olduğu, ancak, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uyarınca cezayı artıran nedenlerden "çevre ve görüntü kirliliğine sebebiyet verme" durumunun, mevcut olmadığı, zira ruhsata aykırılığın bina içerisinde olduğu ve binanın dışarıdan görülebilecek unsurlarında herhangi bir değişiklik olmadığından, somut olayda bu yönden cezayı artırma nedeninin gerçekleşmediği, dolayısıyla bu gerekçeyle cezanın %20 oranında artırılmasının yerinde olmadığı, ceza miktarı belirlenirken cezayı artıran söz konusu madde( maddenin bendi) gözardı edildiğinde, hesaplanacak ceza miktarının 164,14-TL olması gerektiği belirtilmiştir. Bu durumda, yukarıda açıklaması yer alan bilirkişi raporundaki tespitler, hüküm tesisi için yeterli olup, mevcut ruhsata aykırılık nedeniyle, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uyarınca davacıya verilecek imar para cezası miktarının 164,14-TL olarak belirlenmesi gerektiğinden, dava konusu encümen kararının 950,83-TL’lik kısmının hukuka aykırı, 164,14-TL’lik kısmının ise hukuka uygun olduğu sonucuna varılmıştır.Öte yandan, imar para cezası miktarı belirlenirken 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uyarınca aykırılıktan etkilenen alan dikkate alındığından, davacının bu yönündeki itirazlarına itibar edilmemiştir." Başvurucu, itirazın karara bağlanabilmesi için imara aykırı yapıyı yapan kişinin belirlenmesi gerekirken sadece davalı Belediye tarafından sunulan evraka bakılarak dosya üzerinden karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu, söz konusu taşınmazın maliki olmadığı ve yaklaşık yedi yıl önce gerçekleştirilen değişiklikten kendisinin sorumlu tutulamayacağı gerekçeleriyle karara itiraz etmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 22/5/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin kararında 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda sayılan bozma nedenlerinin bulunmadığını, itiraz dilekçesinde ileri sürülen iddiaların söz konusu kararın bozulmasını sağlayacak nitelikte görülmediğini belirterek itirazı reddetmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de 2577 sayılı Kanun’un maddesinde yazılı sebeplerden hiçbirine uymadığı ve yerinde bulunmadığı gerekçesiyle aynı Mahkemece reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 29/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.A. İlgili Mevzuat 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce (...) (3) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır. Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.” 3194 sayılı Kanun’un “İdari müeyyideler” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde ilgili idare encümenince sorumlular hakkında, üstlenilen her bir sorumluluk için ayrı ayrı olarak bu maddede belirtilen idari müeyyideler uygulanır.Ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının sahibine, yapı müteahhidine veya aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili fenni mesullere yapının mülkiyet durumuna, bulunduğu alanın özelliğine, durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre, beşyüz Türk Lirasından az olmamak üzere, aşağıdaki şekilde hesaplanan idari para cezaları uygulanır:…”B. Yargı Kararları Danıştay Birinci Dairesinin 22/6/2011 tarihli ve E.2011/552, K.2011/962 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:“Dosyanın incelenmesinden; … taşınmazlara ilişkin olarak yapı ruhsatı, temel üstü vizesi ve yapı yeri krokisi düzenlenmesine ilişkin işlemlerin 3194 sayılı İmar Kanunu ile … Belediyesi İmar Yönetmeliği’ne aykırı olduğu ancak bu konuyla ilgili eylemlerin mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102 nci maddesine göre zamanaşımına uğradığı belirtilerek ilgililer hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiş ise de, ilgililer tarafından gerçekleştirilen imar mevzuatına aykırı eylemlerin temadi ettiği hususunun göz ardı edildiği, ayrıca ön incelemeye konu eylemlerle kişiler arasındaki illiyet bağının irdelenmediği, ilgililerin hangi işlemleri tesis ettikleri ya da hangi eylemler nedeniyle sorumlu tutulduklarının ayrıştırılmadığı, … anlaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, … kısmen soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararının kaldırılmasına, … oybirliğiyle karar verildi.” Yargıtay Ceza Dairesinin 29/5/2007 tarihli ve E.2006/228, K.2007/5060 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:“5237 Sayılı TCY.nın maddesinin 2004 tarihinde yürürlüğe girmiş olması ve sanık tarafından ruhsatsız olarak yapılan inşaatın mühürlenerek durdurulduğuna ilişkin 2004 tarihinde belediye görevlilerince tutanak düzenlendiğinin anlaşılması karşısında, hukuki kesinti gerçekleşinceye kadar eylemin temadi edeceği ve yargılama sırasında yapılan keşifte dış sıva boya yapılıp pencerelerin takıldığı, dolayısıyla inşaata devam edilmekte olduğu belirlenmiş olmakla binanın anılan maddenin fıkrası uyarınca yürürlük tarihinden önce tamamlanmış yapı niteliğinde olmadığı gözetilerek, tutanak düzenleyicilerin yöntemince dinlenmesi ve tutanak tarihinde inşaatın faal halde bulunup bulunmadığına dair görgüleri etraflıca sorulup tespit edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik soruşturmayla ve oluşa uygun düşmeyen bilirkişi raporu doğrultusunda suçun, maddenin yürürlük tarihinden önce işlendiğinden sözedilerek beraat kararı verilmesi,Yasaya aykırı … görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, … oybirliğiyle karar verildi.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/208 | Başvuru, uygulanan idari para cezasına yapılan itirazın, cezanın yasal şartları araştırılmadan, imara aykırılığı gerçekleştiren faili tespite yönelik yeterli araştırma yapılmadan, talep ve itirazlar dikkate alınmadan reddine karar verilmesi nedenleriyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aleyhe açılan bakım sözleşmesinden kaynaklı tazminat davasının yeterli inceleme yapılmaksızın kabul edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: A.K.ya ait bir helikopterin bakım işlerinin yapılması hususunda başvurucu Şirket ile A.K.nın mirasçıları arasında 1/2/2010 tarihinde bakım sözleşmesi imzalanmıştır. Başvurucu Şirkette çalışan teknisyen ile pilot tarafından 31/8/2010 tarihinde gerçekleştirilen deneme uçuşu sırasında yere sert iniş yapan helikopter zarar görmüştür. R. Sigorta Anonim Şirketi (Sigorta Şirketi) sert iniş nedeniyle helikopterde ortaya çıkan zararı sigortalı A.K.nın mirasçılarına 949,09 Amerikan doları (USD) ödemek suretiyle tazmin etmiştir. Sigorta Şirketi yaptığı ödemeye dayalı olarak başvurucu Şirket aleyhine 24/8/2011 tarihinde rücuen tazminat davası açmıştır. Söz konusu dava Bakırköy Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Helikopterin maliki A.K.nın mirasçıları 26/8/2011 tarihinde başvurucu Şirket aleyhine tazminat davası açmıştır. Mirasçılar kaza nedeniyle ortaya çıkan zararın tazmini için 000 USD'nin başvurucu Şirketten tahsilini talep etmiştir. Sigorta Şirketinin açtığı dava ile mirasçıların açtığı dava birleştirilmiş ve mahkeme önünde yargılamaya devam edilmiştir. Birleşen davadaki davacı mirasçıların yargılama sırasında Sigorta Şirketinden bir miktar ödeme almaları nedeniyle Sigorta Şirketi ödediği kısım yönünden kanuni halef olarak davacı sıfatını kazanmıştır. Başvurucu Şirket; açılan davalara karşı cevabında, bakım sözleşmesi gereğince bakım faaliyetlerine nezaret ettiğini ve sözleşme yükümlülüklerini yerine getirdiğini savunmuştur. Bakım çıkış sertifikasının düzenlenmesinden sonra helikopterin sorumluluğunun davacılara geçtiğini ve meydana gelen kazada herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığını belirtmiştir. Mahkeme, dava konusu olay hakkında tarafların tanıklarını dinlemiştir. Başvurucu Şirketin delil listesinde göstermiş olduğu bir şirketten ilgili belgelerin temini için Mahkeme tarafından istinabe yolu ile Amerika Birleşik Devletleri'ne ve İngiltere'ye müzekkere yazılmıştır. İstinabe taleplerinden biri cevaplandırılmamış, diğeri ise eksiklik nedeniyle iade edilmiştir. Mahkeme asıl dava kapsamında uçak yüksek mühendisi, iki makine mühendisi, mali müşavir ve hukuk fakültesi öğretim üyesinden oluşan beş kişilik kuruldan bilirkişi raporu almıştır. Söz konusu raporda; test uçuş süresinin yeterli olmadığı, motora ait yağ basınç ve sıcaklık değerlerinin kayıt altına alınmadığı, bakım sırasında müdahale edilmemesi gereken bir parçaya müdahale edildiği, dolayısıyla başvurucu Şirketçe yapılan bakım ve bakım sonrası kontrollerin eksik ve yanlış yapıldığı, ayrıca test pilotu ve teknisyenin yer kontrolü ve uçuş testi kontrolünü eksik yaptığı açıklanmıştır. Bilirkişi raporunda, test uçuşu sorumluluğunun da başvurucu Şirkete ait olduğu ve pilotun başvurucu şirket adına test yaptığı belirtilerek zarardan başvurucu Şirketin tamamen sorumlu olduğu kanaatine varılmıştır. Raporda kaza nedeniyle helikopterde meydana gelen hasarın 967,38 USD olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, sorumluluk ve zarar miktarına ilişkin bilirkişi raporundaki değerlendirmelere itiraz etmiştir. Davacılar da zarar miktarı yönünden bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Bilirkişi raporuna tarafların itirazı üzerine alınan bilirkişi ek raporunda da sorumluluk hususunda benzer değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bununla birlikte yeni sunulan belge kapsamında kaza nedeniyle helikopterde meydana gelen zarar ile yapılan harcamaların toplam 666,01 USD olduğu belirtilmiştir. Başvurucu Şirket 3/2/2015 tarihinde uzman görüşü sunmuştur. Uzman görüşünde pilotun iniş şekli nedeniyle zararın ortaya çıktığı ifade edilmiştir. Mahkeme 15/6/2015 tarihinde asıl davanın kabulü ile 949,09 USD'nin faiziyle birlikte davacı Sigorta Şirketine ödenmesine, bu miktarın 816,88 USD'sine, 20/1/2011 tarihinden kalanına ise 20/5/2011 tarihinden itibaren devlet bankalarının Amerikan doları cinsine 1 yıl vadeli mevduat hesabına uyguladığı en yüksek faiz oranının uygulanmasına, birleşen davanın ise kısmen kabulü ile 26 USD'nin 23/7/2012 tarihinden itibaren devlet bankalarının Amerikan doları cinsine 1 yıl vadeli mevduat hesabına uyguladığı en yüksek faiz oranıyla birlikte davacı Sigorta Şirketine ödenmesine ve 076,66 USD'nin 1/4/2011 tarihinden itibaren devlet bankalarının Amerikan doları cinsine 1 yıl vadeli mevduat hesabına uyguladığı en yüksek faiz oranıyla faiziyle birlikte davacı mirasçılara ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde, dava dosyası kapsamına göre ve özellikle bilirkişi raporundaki tespitler doğrultusunda başvurucu Şirketin zararı ortaya çıkaran eylemde tam kusurlu olduğunu belirtmiştir. Asıl dava yönünden Mahkeme; taraflar arasında bakım sözleşmesi akdedildiğini, başvurucunun bakım sonrasındaki kontrolleri eksik ve yanlış yaptığını, test pilotu ve teknisyen tarafından yer kontrolleri ile uçuş testi kontrollerinin kısa ve eksik yapıldığını açıklamıştır. Mahkeme, pilotun başvurucu Şirket adına test yaptığını, söz konusu testin bakım personelince yapılması gerektiğini ve davaya konu olayın başvurucunun sorumluluğunda olan bakım doğrulama testi kısmında gerçekleşmesinden dolayı başvurucunun tam kusurlu olduğunu ve helikopterdeki toplam hasarın 666,01 USD olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, Sigorta Şirketi tarafından sigortalıya ödenen bedeller ile bu ödemeler dışında kalan bedel yönünden başvurucu Şirketin hizmet sözleşmesi kapsamında ortaya çıkan zarar yönünden sorumlu olduğunu açıklamıştır. Birleşen dava yönünden ise Mahkeme; A.K.nın mirasçıları olan davacıların tazminat haklarının bulunduğunu, yargılama sırasında ödeme nedeni ile kanuni halef durumuna geçen davacı Sigorta Şirketin ödediği miktarı talep edebileceğini açıklamıştır. Başvurucu Şirket, Mahkeme kararını temyiz etmiştir. Başvurucu Şirket; kazanın meydana gelmesinde hiçbir kusuru bulunmadığını, kazanın pilot hatasından kaynaklandığını ve hükme esas alınan bilirkişi raporunun hatalı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, yurt dışına yazılan müzekkere cevaplarının beklenmediğini ve Mahkemece kaza ile ilgili yeterli incelemenin yapılmadığını ifade etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Yargıtay Dairesi) 7/10/2016 tarihinde başvurucu Şirketin temyiz itirazlarını reddederek usul ve yasaya uygun bulduğu mahkeme kararını onamıştır. Başvurucu Şirket, temyiz itirazları kapsamında karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Yargıtay Dairesi 20/11/2018 tarihinde karar düzeltme nedenleri bulunmadığını belirterek başvurucunun istemini reddetmiştir. Nihai karar 9/1/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5648 | Başvuru, aleyhe açılan bakım sözleşmesinden kaynaklı tazminat davasının yeterli inceleme yapılmaksızın kabul edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, eşlerden birinin borcundan dolayı aile konutunun haczedilemeyeceğine ilişkin olarak diğer eş tarafından yapılan itirazın aktif dava ehliyeti olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Birinci Bölüm tarafından 7/11/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ödenmediği iddia edilen iki çekten dolayı İzmir İcra Müdürlüğü nezdinde 9/4/2008 tarihinde başvurucunun eşi aleyhine icra takibi başlatılmıştır. Anılan takip nedeniyle, İzmir'in Buca ilçesinde bulunan ve başvurucunun eşi adına kayıtlı olan taşınmazın tapu sicili üzerine 30/5/2012 tarihinde haciz konulmuştur. Başvurucunun aynı taşınmazın siciline aile konutu şerhi konulması talebiyle 20/2/2013 tarihinde açtığı dava İzmir Aile Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Anılan karar taraflarca temyiz edilmemiş ve 21/6/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu,anılan haciz işlemine karşı 24/7/2014 tarihinde İzmir İcra Hukuk Mahkemesinde meskeniyet iddiasına dayanmak suretiyle şikâyet yoluna başvurmuş ve haczin kaldırılmasını talep etmiştir. Şikâyet dilekçesinde taşınmaz üzerinde lehine aile konutu şerhi olduğunu vurgulayan başvurucu, eşinin borcu nedeniyle tapu siciline haciz konulan taşınmazın ailesinin ekonomik ve sosyal durumuna uygun mesken vasfında olduğundan haczedilemeyeceğini, aile konutu olan taşınmazın satılmasının ailesinin parçalanmasına yol açacağını, şikâyetinin Anayasa'nın aileyi koruyan hükümleri ile mevzuat gözetildiğinde kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. İzmir İcra Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) mahallinde keşif yapılmasına ve bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Yapılan keşif sonrası hazırlanan raporda dava konusu meskenin 3 oda, 1 salondan oluşan ve lüks olmayan, bulunduğu mevki ile mevcut durumu gözetildiğinde piyasa değeri 000 TL olan vebaşvurucunun hâline münasip aile konutu vasfında bir ev olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme 28/4/2015 tarihinde aktif dava ehliyetsizliği nedeniyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi ile 19/6/1932 tarihli 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (12) numaralı bendine dayanılarak malik olan eşin borcundan dolayı aile konutunun icra yoluyla satışının yapılabileceği, başvurucu lehine taşınmaz üzerine aile konutu şerhi konulmuş olmasının icra takibinde taraf olmayan başvurucuya haczedilmezlik şikâyetinde bulunma imkânı tanımadığı belirtilmiştir. Anılan karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/1/2016 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 5/4/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 26/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/5/2016 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun “Aile konutu” kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir.Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini tapu müdürlüğünden isteyebilir.Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur." 2004 sayılı Kanun'un "Haczi caiz olmayan mallar ve haklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Aşağıdaki şeyler haczolunamaz:... Borçlunun haline münasip evi,...Medeni Kanunun 807 nci maddesi hükmü saklıdır. 2, 3, 4, 5, 7 ve 12 numaralı bendlerdeki istisna, borcun bu eşya bedelinden doğmaması haline münhasırdır.Birinci fıkranın (2), (4), (7) ve (12) numaralı bentlerinde sayılan malların kıymetinin fazla olması durumunda, bedelinden haline münasip bir kısmı, ihtiyacını karşılayabilmesi amacıyla borçluya bırakılmak üzere haczedilerek satılır...." 2004 sayılı Kanun'un "Şikâyet ve şartlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere İcra ve İflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikayet olunabilir. Şikayet bu muamelelerin öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır.Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikayet olunabilir." 2004 sayılı Kanun'un "Şikâyet üzerine yapılacak muameleler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Şikayet icra mahkemesince, kabul edilirse şikayet olunan muamele ya bozulur, yahut düzeltilir.Memurun sebepsiz yapmadığı veya geciktirdiği işlerin icrası emrolunur." 4/2/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Dava şartları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dava şartları şunlardır:...d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları..." 6100 sayılı Kanun'un "Dava şartlarının incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. (3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/12/2012 tarihli ve E.2019/4497, K.2019/7050 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...2004 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrasının bendi gereğince, borçlunun 'haline münasip' evi haczedilemez. Bir meskenin borçlunun haline uygun olup olmadığı adı geçenin haciz anındaki sosyal durumuna ve borçlu ile ailesinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Buradaki 'aile' terimi, geniş anlamda olup, borçlu ile birlikte aynı çatı altında yaşayan, bakmakla yükümlü olduğu kişileri kapsar. İcra mahkemesince, borçlunun sözü edilenlerle birlikte barınabileceği haline münasip meskeni temin etmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirildikten sonra, haczedilen yerin kıymeti bundan fazla ise satılmasına karar verilmeli ve satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen mesken için gerekli olan miktar borçluya bırakılmalı, kalanı hak sahiplerine ödenmelidir. .." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4/2006 tarihli ve E.2006/5585, K.2006/8228 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Alacaklının [B.A.] hakkında başlattığı takibin kesinleşmesi üzerine borçlu taşınmazına haciz konulmuştur. Anılan taşınmazın tapu sicilinde aile konutu şerhinin bulunması, haczedilmesine engel teşkil etmez. Bu nedenle de borçlu eşi müşteki [N.A.nın] mahcuzun aile konutu olduğundan bahisle meskeniyet şikayetinde bulunmasına yasal imkan yoktur. Mahkemece takibin tarafı olmayan borçlu eşi müşteki [N.A.nın] meskeniyet şikayetinin husumet nedeniyle reddine karar vermek gerekirken işin esasının incelenmesi ile şikayetin kabulü isabetsizdir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/5/2016 tarihli ve E.2016/7766, K.2016/13560 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...2004 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrasının bendi gereğince borçlunun 'haline münasip' evi haczedilemez. Bu maddeye dayalı haczedilmezlik şikâyetinde bulunma hakkı sadece borçluya aittir..."B. Uluslararası Hukuk Aile yaşamına saygı hakkı kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük sadece belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak aile yaşamına etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler bireyler arası ilişkiler alanında olsa da aile yaşamına saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 40; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 23; Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, § 55). Aile hayatına saygı hakkı bakımından devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerinin birbirinden kesin çizgilerle ayrılması mümkün olmadığından her iki durum yönünden de aynı ilkeler geçerlidir. Buna göre aile hayatına saygının gereklerinin devletin negatif veya pozitif yükümlülükleri çerçevesinde incelenmesinde en önemli nokta, bireyin hukuki menfaati ile kamu menfaati arasında adil bir denge kurulup kurulmadığının belirlenmesidir (Powell ve Rayner/Birleşik Krallık, B. No: 9310/81, 21/2/1990, § 41; Lopez Ostra/İspanya, B. No: 16798/90, 9/12/1994, § 51; Evans/Birleşik Krallık [BD], B. No: 6339/05, 10/4/2007, § 75; Hristozov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 47039/11, 358/12, 13/11/2012, § 117). Bu dengenin mevcut olup olmadığının tespitinde söz konusu menfaatleri karşı karşıya getiren meşru amacın irdelenmesi gerekebilir. Bu meşru amacın belirlenmesinde ise konuyla ilgili mevzuat yol gösterici olacaktır (Rees/Birleşik Krallık, B. No: 9532/81, 17/10/1986, § 37;Evans/Birleşik Krallık, §§ 75, 76). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10454 | Başvuru, eşlerden birinin borcundan dolayı aile konutunun haczedilemeyeceğine ilişkin olarak diğer eş tarafından yapılan itirazın aktif dava ehliyeti olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 8/6/2018, 14/8/2018, 16/8/2018 ve 3/9/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/26870, 2018/27711 ve 2018/27437 sayılı bireysel başvuruların 2018/18006 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine; incelemenin 2018/18006 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından bu kararda incelenenler haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması şikâyetleri yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde şube müdürü olarak görev yapan başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) 17-25 Aralık soruşturmaları (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) sonrasında bu operasyonlarla ilişkisi dolayısıyla FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan bir soruşturma kapsamında 14/4/2015 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmıştır. Cumhuriyet savcısı 17/4/2015 tarihinde başvurucunun ifadesini almıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde genel olarak suçlamaları kabul etmemiştir. Başsavcılık başvurucuyu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklanması istemiyle aynı tarihte İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinde 20/4/2015 tarihinde yapılmış, sorgu sırasında başvurucunun müdafii hazır bulunmuştur. Başvurucu sorgudaki savunmasında isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 20/4/2015 tarihli kararıyla başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Hâkimlik, dosyada beyanlarının mevcut olduğunu belirttiği bir kısım emniyet personeli tanığın ve gizli tanıkların beyanlarına atıf yapmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...şüphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğünde suç tarihi itibariyle çeşitli şube ve bürolarda müdür, müdür yardımcısı, amir ve memur olarak görev yaptıkları, bu görevleri dolayısıyla silahlı kolluk kuvveti olarak görev yaptıkları, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içerisinde altlık üstlük ilişkilerini kullanarak, yasadışı örgütlenme oluşturdukları, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuz ve gücü yasaların verdiği yetkileri görevlerinin gereklerine aykırı olarak kullanarak isnat edilen amaç suçlara ulaşmak amacıyla bir kısım araç suçları işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesi ve delilin bulunduğu devletin yapısı dışında başka bir hiyerarşik düzene göre hareket eden bir yapıya göre hareket etmelerinin söz konusu olduğu bu amaçla siyasal operasyonlara kalkışıldığı, bu amaçla zımmet ve benzeri bir takım suçlar ile mücadele ediliyormuş görüntüsü altında, adli merciler de yanıltılmak suretiyle tutanaklar tutularak soruşturmaların başlatıldığı, bu soruşturmalar çerçevesinde ... İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin iletişimin dinlenmesini sağladıkları, bu dinlemenin de istihbarat şube müdürlüğü yönetim kadrosuna atanan bir kısım amir ve memurların ne şekilde hareket edeceklerinin önceden tespite çalışıldığı ......bu itibarla bu şüpheIiIerin üzerilerine atılı suçlar yönünden; kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, bu suçların yasada öngörülen cezalarının alt ve üst sınırı, bu suçların önemli ve ciddi sayılan suçlardan olması hasebiyle tutuklama nedeninin varsayıldığı, atılı suçların katalog suçlardan olduğu, CMK'nın l ve devamı maddelerinde belirtilen tutuklama yasağı veya yargılama engeli gibi halin bulunmadığı, atılı suçlar yönünden şüphelilerin alabileceği ceza miktarı gözönüne bulundurulduğunda kaçabilecekleri yönünde şüphe bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, çok kapsamlı bir şekilde ve çok yönlü olarak soruşturmanın devam ettiği, bu anlamda şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, atılı suçlar yönünden beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde 'ölçülülük' ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, kanaatine varılmakla şüphelilerin ... tutuklanmalarına... [karar verildi.]" Başvurucu, tutuklama kararına 27/4/2015 tarihinde itiraz etmiş; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başsavcılık 30/3/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, suç uydurma, açıklanması yasaklanan gizli bilgileri açıklama, devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, göreve ilişkin sırrın açıklanması, görevi kötüye kullanma, iftira, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, resmî belgede sahtecilik, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, gizliliğin ihlali, bilişim sistemine hukuka aykırı olarak girme ve orada kalma, bilişim sisteminin işleyişini engelleme veya bozma ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediği iddiasıyla aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Başvurucu ile birlikte kırk beş şüpheli hakkında düzenlenen iddianamede öncelikle FETÖ/PDY yöneticisi veya üyesi olduğu ileri sürülen şüpheliler tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içinde yasa dışı bir örgütlenme oluşturulduğu ve bu kişilerin suç işlemek amacıyla bir araya geldikleri, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuzu ve yasaların verdiği yetkileri kullanıp görevin gereklerine aykırı olarak suça konu fiilleri işledikleri ifade edilmiştir. İddianamede FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamenin başvurucunun işlediği iddia olunan suça ve örgüt bağlantısına ilişkin kısmı şöyledir:"2014/8776 sayılı soruşturması kapsamında, Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü zimmetinde ve kullanımında bulunan dijital materyallerle ilgili olarak yapılan çalışmalar kapsamında, 14/2/2014 tarihli talimat yazı ile 'dijital tahribata uğrayan, silinen veya yok edilen verilerin tamamının adli soruşturmalarla ilgili olması ve adli soruşturmaların selametini yakından ilgilendirmesi nedeniyle; hard disk, bilgisayar, server ve ağları, kamera görüntüleri. CD, DVD, Flash Bellek ve buna benzer başkaca dijital veri ve materyallerin sayı-marka-seri ntımara-zimmel kayıtları-hangi tarihte kimin tarafından kullanıldığı bilgilerinin çıkartılarak CMK 134 uyarınca inceleme yapılacağından bildirilmesi' istenilmiştir.Bu kapsamda tespit edilen hard disk ve serverlerin incelenebilmesi için ve başkaca delil elde etme imkanı bulunmaması nedeniyle 24/2/2014 tarih ve İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi 2014/20 İş numaralı inceleme kararı, yine İstanbul Sulh Ceza Mahkemesinin 11/3/2014 tarih ve 2014/74 Değişik İş Numaralı CMK Madde 134 uyarınca inceleme kararı alınmış, alınan kararlar uyarınca İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şube Müdürlüğü'ne ait bilgisayarlar ve sunucular üzerinde kaybolan, silinen ve şifrelenen bilgi ve kayıtlanın geri getirilmesi, çökmüş sistemin onarılması, incelenmesi ve imajların alınması talebiyle, CMK 63 ile devamı maddeleri ve bilirkişilerin atanmasına dair yönetmeliğin Maddesi uyarınca resen ve haricen yapılan araştırma sonucu. Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından bilirkişi atanmış ve bahsedilen materyaller üzerinde Bilirkişi İncelemesi yapılarak Rapor hazırlanmıştır.Bilirkişilerce yapılan incelemelerde; 18/12/2013 tarihini de kapsayan dönem içerisinde, 'inceleme kapsamındaki cihazların bir kısmı üzerinde, özel silme ('wipe') yazılımları kullanarak, verilerin geri getirilmesini imkansız kılacak şekilde silindiği, bazılarının birkaç kez bu özel silme işlemine tabi tutuldukları, formatlama, işletim sistemi değişikliği vb. işlemlere tabi tutuldukları' tespit edilmiştir.Ayrıca; Soruşturmayla ilgili Şube içerisinde bulunan kamera kayıtlarının incelemesi ve bir kısım personelle yapılan görüşmeler neticesinde; 18/12/2014 tarihinde, Şube Müdürlüğümüz Teknik Takip ve İzleme Büro Amirliği ile Bilgi Teknolojileri ve Arşiv Büro Amirliği hizmetlerinde kullanılan Serverlerin, yerlerinin değiştirildiği, 18/12/2013 tarihinde TİBNOT isimli programın iptal edilerek yerine TBS isimli yeni bir programın kurulduğu tespit edilmiştir.Bu kapsamda, 18/12/2014 tarihinde Bilgi Teknolojileri ve Arşiv Büro Amirliğinde hizmet veren GB8824RVBR seri numaralı Serverin, Teknik Takip Büro Amirliğine götürülerek kurulduğu. Teknik Takip Büro Amirliği kullanımında bulunan GB874953AB seri nolu Serverin ise Bilgi Teknolojileri ve Arşiv Büro Amirliğine götürülerek kurulduğu ve Wipe yazılımı kullanılarak, 'iletişimin tespit çalışmaları kapsamında suç içerikli görüşmelerin iletişim tespit tutanağı haline getirilmeden önce, seslere ait görüşme içeriklerinin not halinde aktarıldığı' veri tabanının geri getirilmesi mümkün olmayacak şekilde silindiği anlaşılmıştır. (...)Nazmi ARDIÇ, Dönem itibariyle Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü olarak atamasının yapıldığı 18/12/2013 tarihine kadar görev yapan şahıstır. Emniyet Genel Müdürlüğü Kom Daire Başkanlığı Teknik Takip ve İzleme Şube Müdürlüğüne gönderilen; *24/11/2013 tarih ve 2013/Ds.3-1345-702998 sayılı *9/12/2013 tarih ve 2013/Ds.3-1408 - 743187 sayılı * /12/2013 tarih ve 2013/Ds.3-1345-1408 - 764913 sayılı üst yazılarda paraflarının bulunduğu görülmektedir. 2013/153711 sayılı soruşturma kapsamında; İstihbarat Şube Müdürlüğü yönetici kadrosunun hedef alınmasına ve usulsüz olarak dinlenmesine sebebiyet veren görevliler arasında yer almaktadır. (...) [Şüpheli] Dönem itibariyle, Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü olarak görev yapmaktadır.13/1/2011 tarih ve 2011/453 sayılı, İstanbul Başsavcılığına hitaben yazılan, Dinleme Karar Talep üst yazısında imzası bulunmaktadır.KOM Daire Başkanlığına gönderilen 13/1/2011 tarih ve 201 l/Ds.3-52-24288 sayılı üst yazısında parafı bulunmaktadır.31/1/2011 tarih ve 2011 /Ds.3-52 sayılı, İstanbul Başsavcılığına hitaben yazılan 'Dinleme İşlemine Son Verilmesi' konulu üst yazıda imzası bulunmaktadır.KOM Daire Başkanlığına gönderilen 31/1/2011 tarih ve 201 l/Ds.3-52-55774 sayılı üst yazısında parafı bulunmaktadır.09/2/2011tarih ve 201 l/Ds.3-52 sayılı, İstanbul Başsavcılığına hitaben yazılan 'İmha Tutanağı’ konulu üst yazıda imzası bulunmaktadır.09/2/2011 tarih ve 2011/Ds.3-52 sayılı, İstanbul Başsavcılığına hitaben yazılan 'Talimat' konulu üst yazıda imzası bulunmaktadır.10/2/2011 tarih ve 2011/Ds.3-52 sayılı, İstanbul Başsavcılığına hitaben yazılan 'İmha Tutan ağı-Sor.No:2010/1534’ konulu üst yazıda imzası bulunmaktadır.Maksatlı ve yanıltıcı bir şekilde ‘Emekli Hakim' olarak belirtmek suretiyle N. T.’ın telefonlarının iletişimin tespit edilmesine sebebiyet veren görevliler arasında bulunmaktadır. (...)18/12/2013 tarihinde, Teknik Takip ve İzleme Büro Amirliğinde kurulu bulunan/kullanılan GI3874953AI3 seri numaralı Server bilgisayarın yerinden alınarak Bilgi Teknolojileri Büro Amirliğine taşınması, Bilgi Teknolojileri Büro Amirliğinde kurulu bulunan/kullanılan GB8824RVBR seri numaralı Server bilgisayarın da yerinden alınarak Teknik Takip ve İzleme Büro Amirliğine taşınarak kurulması, GB874953AB seri numaralı Server bilgisayara wipe atılarak, içerisinde bulunun CMK 135 tedbirleri kapsamında dinlenen seslerin not halinde aktarıldığı, görüşme içeriklerine dair verilerin/bilgilerin bulunduğu veri tabanının silinmesi eylemleri esnasında şüpheli şahısların hareket tarzlarının anlaşılabilmesi, suça ait delillerin tespit ve elde edilebilmesi için 18/12/2013 tarihli Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne ait güvenlik kamera görüntüleri izlendiğinde; ‘20131218’ No’lu tüm kamera görüntülerinin saat 54 anında kesildiği ve 26’da tekrar çalışmaya başladığı.Saat 18’de görüntünün ikinci kez kesildiği saat 34’te kamera görüntülerinin tekrar başladığı tespit edilmiş, bu hususta 2014 tarihli görüntü inceleme tutanağı tanzim edilmiştir. (...)18/12/2013 tarihinde, serverların yerlerinin değiştirildiği, eski TİB-NOT programının iptal edilerek yeni TBS isimli programın kurulduğu süre zarfında güvenlik kameralarının kayıt yapmadığı/durdurulduğu da göz önüne alındığında şüpheli şahısların, kendi yaptıkları işlemin hukuksuz ve suç olduğunun farkında olduklarından, konusu suç teşkil eden bu eylemlerin gizlenmesi, üzerinin örtülmesi ve ortaya çıkmasının engellenmesi, suç vc suç unsuru delilleri karartmak amacıyla yine konusu suç teşkil eden güvenlik kameralarının kaydını durdurma eylemini gerçekleştirdikleri, (...)H.Ö.’ın beyanları ve yine şahsın 06’ da elinde bir klavyeyle Teknik Takip ve İzleme Büroya girerken görülmesi bir arada değerlendirildiğinde; server değişimimin, güvelik kameralarının kayıtta olmadığı 2013 günü 10:36:54 - 11:25:26 saatleri arasında yapıldığı anlaşılmış olup; A.S. isimli şahsın da server değişiminin yapıldığı saat aralığından kısa bir süre önce şube müdürlüğüne geldiği görülmektedir.Teknik Takip ve İzleme Büro Amirliğinde iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayıt altına alınması çalışmaları kapsamında; görüşme içeriklerine ait ses ve verilerin not halinde aktarıldığı, TİB-NOT veya TBS isimli aracı programların ve veri tabanlarının bulunduğu GB874953AB seri numaralı serverin Teknik Takip Büro Amirliğinden alınarak Bilgi İşlem Büro Amirliğine taşındığı. Bilgi Teknolojileri Büro Amirliğinde kurulu bulunan GB8824RVBR seri numaralı Server bilgisayarın da Teknik Takip Büro Amirliğine taşınarak kurulduğu tarih ve saat aralığında Güvenlik kamera kayıtlarının durdurulduğu/ kameraların kayıt yapmadığı anlaşılmaktadır.Serverlerin değiştirilmesi işleminden ve güvenlik kameralarının durdurulmasından hemen önce A.S. isimli şahsın Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne geldiği görülmektedir. (...)18 Aralık 2013 tarihinden önce çalışmış olduğu İstihbarat Şube Müdürlüğünde BİLGİ İŞLEM ARGE KISIM AMİRİ olarak görev yapan Komiser Yardımcısı A.S. isimli şalısın, görev tanımında yer alan 'Veri güvenliği için güvenli silme(mpe) işlemi yapmak, wipe uygulamaları araştırıp kullanıcılara dağıtmak, wipe donanım ve yazılımlarının incelemesini yapmak' hususları da göz önüne alındığında, şahsın Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne 18/12/2013 tarihinde üç kez gelmesinin; güvenlik kamera kayıtlarının durdurulması, serverlerin yerlerinin değiştirilmesi, yeni program (TBS) kurulması, veri tabanının bulunduğu serverin wipe kullanılarak silinmesi eylemlerinde ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görev yapan şüphelilerce işlenen suçlara iştirak ettikleri, suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstererek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlayarak, suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırdıkları anlaşılmıştır. (...)İzlenen güvenlik kamera görüntülerinden, 18/12/2013 tarihinde gerçekleştirilen eylemlerden Nazmi ARDIÇ'ın bilgisinin ve onayının bulunduğu, bu süre zarfında Ç.'nın. Nazmi ARDIÇ'ın ve A.K.'in bir araya geldikleri, bilgi alışverişinde bulundukları ve koordinasyon içerisinde hareket ettikleri, eyleme dönük birlikteliklerinin olduğu anlaşılmaktadır. (...)18/12/2013 tarihinde, Serverlerin yerlerinin değiştirildiği, GB874953AB seri numaralı Server bilgisayarın veri tabanında bulunan bilgi ve verilerin diğer yeni kurulan GB8824RVBR seri numaralı Server bilgisayara aktarılmadığı, veri tabanının bulunduğu GB874953AB seri numaralı Server bilgisayarın içerisinde ki; CMK 135 tedbirleri kapsamında dinlenen seslere ait not halinde aktarılan verilerin ve bilgilerin geri getirilemeyeeek şekilde silindiği, 17/12/2013 tarihinde kadar kullanıldığı tanık beyanları ile anlaşılan TİB-NOT isimli programının iptal edilerek aktif ve verimli çalışmayan, teknik ihtiyaçlara cevap veremeyen ve yazılımı tam olarak tamamlanmayan TBS isimli yeni bir programa alelacele bir şekilde geçildiği anlaşılmaktadır.Tüm bu eylemleri gerçekleştiren, suça iştirak eden şüpheli şahısların; 'Bilişim Sistemine Girme', ‘Bilişim Sistemini engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme' Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme’ suçlarını işledikleri ve görevlerini kötüye kullandıkları,17-25 aralık operasyon süreçleri ve bu zaman zarfında; 18 Aralık tarihinde yapılan yeni Şube Müdürü Ö.B.A.’ın atanması, Şube Müdürlüğünde serverlerin yerlerinin değiştirilmesi, bu serverlerin yerlerinin değiştirilmesi süresi içerisinde Güvenlik kamera görüntülerin durdurulması, CMK 135 kapsamında elde edilen seslere ait görüşme içeriklerinin aktarıldığı ve veri tabanının bulunduğu servere wipe (verilerin geri getirilmesi mümkün olmayacak şekilde silinmesi) işleminin gerçekleştirildiği bilirkişi raporları ve tanık beyanları ışığında ayrıca tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır. (...)18/12/2013 tarihinde Teknik Takip Büro Amirliğinde kurulu bulunan GB874953AB seri numaralı Server Bilgisayarın Bilgi Teknolojileri Büro Amirliğine taşınması. Bilgi Teknolojileri Büro Amirliğinde kumlu bulunan GB8824RVBR seri numaralı Server bilgisayarın Teknik Takip Büro Amirliğine taşınması eyleminin gerçekleştiği değerlendirilen saat 10:36 ile 11:25 saatleri arasında güvenlik kamera kaydının olmadığı tespit edilmiş, şüpheli şahısların gerçekleştirdikleri hukuksuz ve eylemlerin üzerinin örtülmesi, suça konu delillerin karartılması, suçu ve suçluyu gizlemek amaç ve kastıyla güvenlik kameralarının bilinçli ve kasıtlı olarak şüpheli şahıslar tarafından dışarıdan müdahale ile durdurulduğu anlaşılmaktadır.Uzun süreler zarfında, birçok personelin katılım ve emeği ile hazırlanan, İletişimin tespit çalışmaları kapsamında suç içerikli görüşmelerin iletişim tespit tutanağı haline getirilmeden önce, seslere ait görüşme içeriklerinin not halinde aktarıldığı veri tabanının bulunduğu servere vvipe/format işlemleri ile geri döndürülmemez şekilde silindiği görülmektedir.Uzun süreli CMK 135 Tedbiri uygulanan soruşturmalara ait görüşme içeriklerinin notlar halinde bulunduğu servere wipe atılarak veri tabanında bulunan verilerin geri döndürülemez şekilde silinmesi eylemi ile şüpheli şahısların;Sürdürülen soruşturma kapsamında ayrı eylem başlıkları halinde ele alınan; İstihbarat Şube Müdürlüğü üst yönetim kadrosunun dinlendiği 20/3/153711 sayılı soruşturmanın, bir kısım gazeteci ve haber sitesi yöneticilerinin dinlendiği 2013/89594 sayılı soruşturmanın veya bu soruşturmalar dışında tespit edilemeyen soruşturmaların, 18 aralık 2013 tarihinde ve sonrasında ataması yapılan ve göreve başlayan kadro tarafından varlığının öğrcnilmcmcsi, hukuksuz iş ve eylemlerinin gün yüzüne çıkmaması, hukuksuz iş ve eylemlerinin kendilerine adli soruşturmalar olarak dönmemesi amacına dönük olarak, bu amaç ve kasıt ile hareket ettikleri de değerlendirilmektedir. Şüpheli şahısların verileri silmesi ile bir bakıma hukuksuz iş ve eylemlerine ilişkin suça konu delilleri de kararttıkları ve yok ettikleri de aşikardır.TİB-NOT programının kurulu olduğu serverin değiştirilmesi ve daha sonra programın kurulu olduğu vc veri tabanının bulunduğu serverde ki tüm verilerin geri döndürülemez şekilde silinmesi işleminin eski personel tarafından bilinçli ve kasıtlı bir şekilde gizlenerek, 18 aralık 2013 tarihinde ve sonrasında atanan yönetici kadrosunun bu hususta sormuş olduğu sorulara; ‘ TİB-NOT programı çöktü ve içerisinde ki bütün bilgiler silindi ' şeklinde gerçeği yansıtmayan ve yanıltıcı bir şekilde cevaplar verildiği, olayın gerçeğe aykırı ve gerçeği yansıtmayacak şekilde aktarıldığı ve anlatıldığı,Suça iştirak eden personellerin bu şekilde hareket etmelerinin, işlenen suçun ve delillerinin ortaya çıkmasını engellemek, suçu ve suçluyu gizlemek amacına yönelik olduğunu, bu bilinç ve kasıt ile hareket edildiği değerlendirilmektedir.Şüpheli şahısların iştirak etlikleri ve gerçekleştirdikleri eylemler ile; 17/12/2013 tarihinde kadar kullanılan TİB-Not isimli programın kurulu olduğu ve veri tabanının bulunduğu GB874953AB seri nolu serverde ki verilerin TBS isimli programın kurulduğu GB8824RVBR seri numaralı yeni servere aktarılmadığı, bu sebeple soruşturması devam eden eski verilere ulaşılamadığı, eski tarihli suç unsuru olabileceği değerlendirilen görüşmelerin tekrar dinlenerek yeni TBS NOT programına aktarılmaya devam edilmekte olduğu, bu sebeple; tüm bu işlemlerin aşırı bir zaman kaybı yaratarak işlemlerin yavaşlamasına, hizmetin aksamasına neden olmakta, bu hususlarında eskiye dönük soruşturmaların zamanında yapılamamasına ve gecikmelere sebebiyet verildiği görülmektedir.Şüpheli şahısların iştirak ettikleri ve gerçekleştirdikleri eylemler ile; sürekliliğin ve devamlılığın esas olduğu, uzun süreli çalışmalara dayanan adli soruşturmaların selametini ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sekteye uğratarak, aksaklıklara ve gecikmelere sebebiyet verilerek, yeni dönemde ataması yapılan Şube Müdürlüğü personelini iş yapamaz /başarısız gösterme amacına yönelik hareket edildiği.Şüpheli şahısların iştirak ettikleri ve gerçekleştirdikleri eylemler ile; olumsuzluk ve aksaklıkların yaşanmasına sebebiyet veren şüphelilerin, 18 Aralık 2013 tarihinden sonra ataması yapılan personeli; adli kolluk görevlerini yerine getirilememe, adli kolluk görevlerini yerine getirememe neticesinde hukuki ağır sonuçlara maruz bırakma, hem adli hem idari sürece muhatap olunması amacını güttükleri, bu kasıt ile hareket ettikleri.Şüpheli şahısların iştirak ettikleri ve gerçekleştirdikleri eylemler ile; KLASÖR Sayfa 31, 53, 75, 81, 82, 90, 110, 102, 106’da geçen ilgili basın ve yayın kuruluşlarının haber içeriklerinden de anlaşılacağı üzere (bu hususta yazılı ve görsel medyada bir çok haber bulunmakta olup örnekleme olması açısından bu haberlerin bir kısmı alınarak soruşturma dosyasına eklenmiştir) yeni atanan polis kadrosunu kamuoyu nezdinde başarısız göstermeye yönelik, karalama ve iftira niteliğinde yayınlar yapıldığı, bu yayınlar aracılığı ile ’18 Aralık 2013’ sonrası yeni atanan polis kadrosunun “başarısız olduğuna ve görevlerini yapmadığına dair' algının kamuoyu nezdinde oluşturulmaya çalışıldığı, özellikle FETÖ /PDY mensubu yazılı ve görsel medyada bu durumun uzun süreli kullanılarak bir kamu oyun oluşturulmaya çalışıldığı,Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde her ne kadar 18 Aralık sonrası KOM birimi olan Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve KOM bünyesinde ki diğer şubelere ataması yapılan yeni kadronun hedef alınarak bertaraf edilmek istendiği, bunun yanında eylemlerin neticeleri itibariyle; devletin kamu hizmeti faaliyeti yürüten kolluk birimlerinin işlevselliğini, etkinliğini bitirerek kamu yararını, güvenliğini, düzenini, menfaatini, huzurunu, barışını, esenliğini zarara uğratacak sonuçlara yol açıldığı, Devlet otoritesi ve saygınlığını olumsuz etkilediği ve kamunun zarar gördüğü. Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünün kanunlar çerçevesinde görev ve sorumluluk alanı olan kamu barışı ve güvenliğini tehdit eden suç ve suç unsurlarıyla mücadelenin sekteye uğratılmasına, kamu mağduriyetinin artmasına, toplumsal barışın bozulmasına sebebiyet verecek kadar vahim sonuçlar doğmasına sebebiyet verildiği, netice itibariyle bu süreçte yaşananların gerçek mağdurunun kamu olduğu,Yapılan tüm bu eylemler bir arada düşünüldüğünde yapılan işlemlerin Fethııllah GÜLEN Terör Örgütü (FETÖ) ve Paralel Devlet Yapılanması (PDY)'nin amaçları doğrultusunda 17-25 Aralık soruşturmalarında başarısız olunması durumunda karşı operasyona maruz kalmamak, örgütsel bilgi ve belgelerin ortadan kaldırılmasına temin amacına yönelik olduğu anlaşılmıştır. (...)Yukarı da anlatıldığı üzere örgütün Türkiye çapında faaliyet gösterdiği, 17-25 Aralık sözde operasyonların başlamasından evvel tüm Türkiye çapındaki kişiler ve kurumların bilgisayarlarına geri dönüşümsüz özel silme programları indirildiği. Tüm Türkiye çapındaki bilgisayarların geri dönüşümsüz özel silme işlemine tabi tutulduğu. Faaliyetin boyutları ve kapsamı açısından Başsavcılığımızca 2014/8776 sayılı soruşturma evrakında yapılan araştırmalar neticesinde açık internet kaynaklarından temin edilen bilgilerin istatiksel ve grafiksel bilgilerin bu faaliyetlere örnek olması açısından aşağıda tablo halinde belirtilmiştir. Aşağıda grafiksel olarak sunulan araştırmanın tüm Türkiye çapında örgüt mensuplarının tek bir talimatlar bilgisayarları geri dönüşümsüz olarak sildikleri, İstanbul Emniyet Müdürlüğü bilgisayarlarının ise bu faaliyete ortak geri dönüşümsüz olarak silindiği, örgüt mensupları ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü bünyesinde bulunan tüm birimlerin koordineli ve irtibatlı oldukları, 17-25 Aralık soruşturmalarında başarısız olunması durumunda karşı operasyona maruz kalmamak, örgütsel bilgi ve belgelerin ortadan kaldırılmasına temin amacına yönelik olduğu anlaşılmıştır" İddianamede bundan başka başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin uzun yıllar birlikte çalıştıkları, ayrıca mesai birlikteliklerinin olduğu polis memuru H.B.nin suça konu zimmet fiilini işlediği iddiası ile ilgili olarak 17-25 Aralık operasyonlarına gidilen süreç içinde rapor, tutanak tanzim etmek suretiyle 2013/153711 sayılı soruşturmaya da konu olan eylem içine girmelerinin zamanlaması, iddianın mahiyeti ve inandırıcılıktan uzak olması, somut delillere dayanmaması gibi hususlar bir arada değerlendirildiğinde söz konusu suçun ve iddiaların o dönem zarfında bir anlamda şüpheli şahıslar tarafından icat edildiği, kendi amaç ve hedefleri doğrultusunda hareket ettiklerini gösterdiği değerlendirmesinde bulunulmuştur. Başsavcılık söz konu olayla ilgili olarak "İlk etapta, bir polis memurunun adının karıştığı sözde zimmet iddiasıyla 8/11/2013 tarihinde savcılık makamına şikayet dilekçesi sunmak suretiyle başlatılan, ilerleyen safhada tüm İstihbarat üst yönetim kadrosunun telefonlarının dilendiği ve gizli olarak izlendiği (23/11/2013-18/12/2013) 2013/153711 sayılı soruşturma kapsamına şüpheli şahısların asıl hedef ve amaçlarının; 2013 yılı temmuz ayında atanan yeni İstihbarat üst yönetim kadrosunun iletişimlerini '17-25 Aralık (2013) operasyonlarına adım adım gidildiği süreçte' dinlemek ve kayıt altına almak suretiyle, ilgili görevlilerin malum soruşturmalardan bilgi sahibi olup olmadıklarını anlamak ve buna göre tedbir geliştirmek amacına matuf, ilgili görevlilerin kontrol edilmesi ve tasarruflarının öğrenilmesi amacına yönelik maksatlı bir soruşturma olduğu, şüpheli şahısların aynı zamanda MİT Bölge Başkanlığını ve Emniyet Genel Müdürlüğünü kontrol ve tasarruflarını öğrenme amaç ve saiki ile de hareket ettikleri anlaşılmaktadır" değerlendirmesinde bulunmak suretiyle bu eylemler ile 17-25 Aralık soruşturmaları arasında bağlantı olduğuna işaret etmiştir. İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 21/4/2016 tarihinde kabul edilerek E.2016/124 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanıklar Nazmi Ardıç, Ç, A.K., A.K., G., P.K, A.A., A.Ü., R.H.H.nin üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, teknik takip raporları, iletişim tespit tutanakları, baz istasyonu sinyal kayıtları, arama tutanakları ve ekleri, ekspertiz raporları, şahit beyanları, müşteki ifadeleri vs. Deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan 'Türkiye Cumhuriyeti hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme' suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK'nın 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, adı geçen sanıkların CMK'nın ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" Mahkeme 18/5/2016 tarihinde yaptığı ilk duruşmada bir kısım müştekiyi dinlemiş ve duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanıklar Nazmi Ardıç, Ç., A.K., A.K., G., P.K, A.A., A.Ü., R.H.H.nin üzerlerine atılı, suçların vasıf ye mahiyeti. mevcut delil durumu, şahit beyanları. müşteki ifadeleri vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması sanıklara atılı suçlardan olan 'Türkiye Cumhuriyeti hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme' suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı CMK'nın 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, henüz iddianamenin okunup sanıkların savunmalarının mahkememizce alınmamış olması dikkate alınarak sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, adı geçen sanıkların CMK'nın ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" Mahkeme sonraki duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemece 28/6/2018 tarihli duruşma sonunda yapılan değerlendirmede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanıklar Nazmi Ardıç, ... üzerilerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, müşteki ifadeleri, tanık beyanları, kamera izleme tutanakları, bilirkişi raporları, HTS raporları, görüntü izleme tutanağı, bylock kullanımlarına dair tespitler, dosyada bulunan tutanaklar ve raporlar vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye teşebbüs Etme ve Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme veya Üye Olma suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen bazı suçların CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, adı geçen sanıkların duruşmada belirttikleri tahliye taleplerinin ... reddi ile CMK. 100 ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" Başvurucunun karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 12/7/2018 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 18/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiş ve 16/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Mahkeme sonraki duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemece 16/3/2020 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanıklar ... Nazmi Ardıç ... üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, müşteki ifadeleri, tanık beyanları, kamera izleme tutanakları, bilirkişi raporları, HTS raporları, görüntü izleme tutanağı, bylock kullanımlarına dair tespitler ve teknik veriler, dosyada bulunan tutanak ve raporlar vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye teşebbüs Etme ve Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme veya Üye Olma suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen bazı suçların CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiriile tutuklu kaldıkları süre dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, adı geçen sanıkların ve müdafilerinin tahliye taleplerinin reddi ile CMK. 100 ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. Başvurucunun tutukluluk durumu da devam etmektedir. Öte yandan başvurucu, hakkında yürütülen diğer bir soruşturma kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma ve haberleşmenin gizliliğini ihlal etme suçlarından 27/9/2016 tarihinde Başsavcılıkça tutuklanması istemiyle yeniden İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı tarihte yapılmış; sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu sorgudaki savunmasında genel olarak isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini ve ayrıca ByLock uygulamasını kullanmadığını beyan etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 27/9/2016 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve haberleşmenin gizliliğini ihlal etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...şüphelinin savunmasından ve dosyadaki tüm delillerden anlaşıldığı üzere; şüphelinin İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nde şube müdürü olarak görev yaptığı, daha önce şüpheli hakkında Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs etme suçlarından soruşturma kapsamında tutuklanmasına karar verildiği ve halen bu suçtan tutuklu olduğu, FETÖ / PDY isimli Silahlı Terör Örgütünün 15/7/2016 tarihinde militanları vasıtasıyla darbe teşebbüsünde bulunduğu, bu darbe teşebbüsü çerçevesinde yapılan soruşturmalarda FETÖ/PDY isimli Silahlı Terör Örgütünün adliye, mülkiye, emniyet ve orduda yapılandığı, birçok mensubunun bu kurumlarda yer aldığı, bu mensupları vasıtasıyla kumpas yapmak suretiyle birçok soruşturmalar yaptırdığı, bu amaçla birçok kişinin adli merciler yanıltılarak, bazen de adli mercilerde görevli bu yapıya mensup hakim ve savcılar vasıtasıyla dinleme ve izleme kararları alındığı, bu kararların alınması sürecinde şüphelinin de müdürü olduğu şubedeki görevlileri vasıtasıyla düzenlenen tutanak ve belgelerle bu kararların alındığı, somut soruşturmaya esas kamuoyunda 'şike davası' olarak bilinen soruşturmanın da bu şekilde yürütüldüğü, soruşturmaya başlandığı 'şike' diye bir eylemin suç olarak düzenlenmediği bir dönemde istenilen kumpasın gerçekleştirilebilmesi için başkaca suçlar işleniyormuş görüntüsü altında örgütlü suç kılıfıyla dinleme ve izleme kararları alındığı, bu şekilde soruşturma ve kovuşturmanın yürütüldüğü, akabinde FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün kısmen ortaya çıkarılmasıyla başkaca bir çok soruşturma ve davada olduğu gibi şike davasında da kumpas olduğunun anlaşıldığı, bu soruşturmanın bütün aşamalarında şüphelinin müdürü olduğu İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nün olduğu, FETÖ/PDY isimli Silahlı örgüt mensuplarının kendi aralarında haberleşmede kullandıkları bylock programının şüpheli tarafından da kullanıldığı bilgisine ulaşıldığı, şüphelinin FETÖ / PDY üyesi olduğu hususunda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, FETÖ/ PDY örgütünün bilindiği üzere 15/7/2016 tarihinde kanlı bir darbe teşebbüsünde bulunduğu, bu örgütün devletin her kademedeki birimlerine militanlarını yerleştirdiği gibi, özel sektörde ve ticaret alanında da bir çok mensubunun bulunduğunun anlaşıldığı, birçok soruşturmanın devam ettiği, bu örgütün bütün faaliyet alanlarının ve mensuplarının henüz ortaya çıkarılamadığı, örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Hükümetine yönelik tehdit ve tehlikesinin devam ettiği, buna göre şüpheliin eylemleri ve bağlantıları dikkate alındığında FETÖ/PDY örgütü üyesi olduğu hususunda kuvvetli suç şüphesi ve delillerin bulunduğu, şüpheli hakkında uygulanması talep olunan tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı bir tedbir olduğu, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüphelinin CMK'nun ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına ... [karar verilmiştir.]" Başvurucu, tutuklama kararına 29/9/2016 tarihinde itiraz etmiş; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 10/10/2016 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başsavcılık yürüttüğü soruşturma sonucunda 1/12/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, haberleşmenin gizliliğini ihlal etme, iftira nedeniyle mağdurun gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olma, resmî belgede sahtecilik, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kaydetme, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, özel hayata ilişkin görüntü ve sesleri ifşa etme ve iftira suçlarını işlediği iddiasıyla aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Başvurucu ile birlikte yüz sekiz şüpheli hakkında düzenlenen iddianamede öncelikle FETÖ/PDY yöneticisi veya üyesi olduğu ileri sürülen şüpheliler tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içinde yasa dışı bir örgütlenme oluşturulduğu ve bu kişilerin suç işlemek amacıyla bir araya geldikleri, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuzu ve yasaların verdiği yetkileri kullanıp görevin gereklerine aykırı olarak suça konu fiilleri işledikleri ifade edilmiştir. Başvurucuyla birlikte diğer şüphelilerin baştan itibaren örgütlü olarak hareket ederek belirtilen eylemleri gerçekleştirdikleri FETÖ/PDY'nin gizli haberleşmede kullandığı ByLock uygulamasını kullandıkları iddia edilmiştir. İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 9/12/2016 tarihinde kabul edilerek E.2016/62 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 20/2/2017 tarihinde yaptığı ilk duruşmada bir kısım müştekiyi dinlemiş ve duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanıklar ... Nazmi ARDIÇ ... henüz savunmalarının alınmamış olması, sanıkların üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçunun CMK'nın 100/3-a.11 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, iletişimin tespiti talepleri, raporlar, uzatma talep yazıları, iletişimin tespiti tutanakları, sanıkların iddianameye konu soruşturma tarihinde kurum bünyesinde ifa ettikleri görev ve kurum içinde ki statüleri, sanıklar ... Nazmi ARDIÇ ... FETÖ/PDY terör örgütünün haberleşme programı olduğu iddia olunan ByLock programı kullanıcısı olmaları, sanıklar ... Nazmi ARDIÇ ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan açılmış başka dava dosyalarının bulunması göz önüne alındığında üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçunu işlemiş olabilecekleri hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut deliller bulunması, sanıkların üyesi oldukları iddia olunan FETÖ/PDY terör örgütü mensubu oldukları ileri sürülen bir çok kişinin yurt dışına kaçması göz önüne alındığında, sanıkların da söz konusu örgüte üye olmaları halinde kaçabilecekleri yönünde olgular bulunması, bu nedenle adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla adı geçen sanıkların ve müdafiilerinin tahliye taleplerinin ayrı ayrı reddi ile CMK'nın ve devamı maddeleri uyarınca tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına... [karar verildi.]" İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 6/7/2018 tarihli dosya üzerinden yaptığı değerlendirmede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... üzerilerine atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan, atılı suçun CMK'nın 100/3-a.11 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, KOM Daire Başkanlığından gelen kayıt ve belgeler, bylock kayıtları, bir kısım sanıklar hakkında etkin pişmanlıkta bulunan şüphelilerin beyanları, HTS ve Baz bilgileri göz önüne alındığında; sanıkların atılı suçu işlemiş olabileceklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir deliller bulunması, henüz tüm sanıkların savunmalarının, tanıkların ve gizli tanıkların beyanlarının alınmamış olması, sanıkların özellikle kamuda etkin olduğu iddia olunan bir örgütün üyesi olduklarının ileri sürülmesi, sanık N.A. dışındaki diğer sanıkların polis memuru olmaları göz önüne alındığında; delillerin karartılma ve tanıkların baskı altına alınabilecekleri yönünde mahkememizde kuvvetli bir kanaat oluşması, sanıkların üyesi oldukları iddia olunan FETÖ/PDY terör örgütü mensubu oldukları ileri sürülen bir çok kişinin yurt dışına kaçması göz önüne alındığında, sanıkların da söz konusu örgüte üye olmaları halinde kaçabilecekleri yönünde olgular bulunması, bu nedenle adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla ... tahliye taleplerinin ayrı ayrı reddi ile CMK'nın ve devamı maddeleri uyarınca adı geçen tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına... [karar verildi.]" Başvurucunun karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 23/7/2018 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 1/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiş ve 3/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. Başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. Başvurucunun ilk tutuklamasından sonra kovuşturma aşaması devam ederken 27/9/2016 tarihinde ikinci kez tutuklanmış olması karşısında silahlı terör örgütüne üye olma ve haberleşmenin gizliliğini ihlal etme suçlarından verilen bu ikinci tutuklama kararının infaz edilip edilmediği ilgili ceza infaz kurumundan sorulmuştur. Ceza İnfaz Kurumundan verilen bilgide öncelikli olarak başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan verilen 20/4/2015 tarihli tutuklama kararının işleme konulduğu, akabinde başka bir kovuşturma konusu olaylar nedeniyle aldığı cezaların (bkz. § 43) infaz işlemine başlandığı, diğer tutuklama kararlarının infaz sırasını beklediği ifade edilmiştir. Bu açıklamalara göre başvurucu hakkında verilen 27/9/2016 tarihli tutuklama kararının henüz infaz işlemine başlanmadığı anlaşılmaktadır.B. Bir Başka Yargılama Süreci Yine bir kısım şüpheliyle birlikte başvurucu hakkında tutuksuz olarak yürütülmekte olan başka bir (2014/55422) soruşturma sonucunda hazırlanan 29/6/2016 tarihli iddianame ile silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme, gizliliğin ihlali suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Başsavcılıkça aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/304 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması yürütülmüştür. Yargılama sonunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 18/3/2019 tarihli kararıyla başvurucunun cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis, haberleşmenin gizliliğini ihlal etme suçundan 7 yıl 6 ay hapis ve gizliliğin ihlali suçundan 2 yıl 8 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine dair hükümler kurulmuştur. Ayrıca silahlı terör örgütü kurma, yönetme ve üye olma suçlarının geçitli suç kuralları çerçevesinde "Hükûmete karşı kalkışma suçunun içerisinde eridiği" gerekçesiyle başvurucu hakkında atılı suçlardan hüküm tesisine yer olmadığına da karar verilmiştir. Anılan hükme karşı başvurucu ile birlikte bir kısım tarafça istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinde derdesttir. İlgili Süreç Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda FETÖ ve/veya PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İlgili hukuk için bkz. Metin Güneş, B. No: 2017/23083, 28/5/2019, §§ 27- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18006 | Başvuru, tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı hakkının, geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Bölüm, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesi uyarınca başvurucu hakkındaki sınır dışı etme işleminin tedbiren durdurulmasına karar vermiştir. Afganistan vatandaşı olan 1995 doğumlu kadın başvurucu hakkında Kocaeli Valiliği 19/3/2020 tarihinde -adli işlem yapılması nedeniyle- 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca sınır dışı etme ve bu maksatla idari gözetim altına alma kararları vermiştir. Sınır dışı etme kararında 6458 sayılı Kanun'un maddesi ve maddesinin bir numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca menşe ülkeye sınır dışı edilmesinde sakınca olduğu tespitine yer verilmiştir. Söz konusu karara göre başvurucu, güvenli bir üçüncü ülkeye gönderilecek ya da ancak gönüllü olması hâlinde menşe ülkesine çıkışı sağlanacaktır. Sınır dışı etme kararında güvenli üçüncü ülkeye dair bir bilgi yer almamıştır. Başvurucu, sınır dışı etme kararına karşı Manisa İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde özetle sınır dışı etme kararının hukuka aykırı olduğunu, ailesiyle birlikte Taliban'dan kaçtıklarını, Türkiye'ye geldiklerinde uluslararası koruma başvurusunda bulunduklarını, ülkesine geri gönderilmesi durumunda can güvenliğinin tehlikeye gireceğini iddia etmiştir. İdare Mahkemesi 18/9/2020 tarihinde davayı kesin olarak reddetmiş, ülkesine gönderilmesi hâlinde başvurucunun ölüm tehlikesine maruz kalacağına ilişkin dosyada delil bulunmadığını değerlendirmiştir. Ayrıca gerekçeli kararda başvurucunun zaten güvenli üçüncü bir ülkeye veya gönüllü olması hâlinde menşe ülkesine sınır dışı edileceğini, diğer taraftan hangi ülkeye sınır dışı edileceği hususunun da söz konusu davanın konusunu oluşturmadığı belirtilmiştir. 26/10/2020 tarihinde nihai kararı öğrenen başvurucu 24/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun idari gözetim kararı İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/4/2020 tarihli kararı ile kaldırılmış ve başvurucu, aynı gün serbest bırakılmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36382 | Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı hakkının, geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan tutuklanan başvurucunun Birleşmiş Milletler Genel Kurulu İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubuna hitaplı 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasındaki tutuklama süreciyle ilgili yaşadıklarını, iddialarını ve taleplerini içeren mektubu, kurumun disiplin kurulunca sakıncalı olduğu gerekçesiyle alıkonulmuştur. Kararın gerekçesinde yalnızca mevzuat hükümlerine yer verilmiştir. Başvurucu, mektubun soyut gerekçelerle alıkonulmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek infaz hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. hâkimlik, kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz ağır ceza mahkemesince reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 29/5/2019 tarihinde öğrendikten sonra 13/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20585 | Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mahkûmiyetten sonra ortaya çıkan yeni ve önemli bir delil bulunmasına karşın yargılamanın yenilenmesi talebinin somut durumla ilgisiz bir gerekçeyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Birinci Bölümün 5/4/2018 tarihinde yaptığı toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucu 1978 tarihinde, mağdure ise 1985 tarihinde doğmuş olup olayların gerçekleştiği tarihte İzmir'de ikamet etmektedirler. Amcasının kızı olan mağdureye karşı cinsel saldırıda bulunduğu isnadıyla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 5/11/2009 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 29/11/2011 tarihli kararıyla, başvurucunun müsnet suçtan mahkûmiyetine oyçokluğuyla karar vermiştir. Mahkeme; mağdurenin yargılama aşamalarındaki -bir kısmı farklı olsa da- birbirine uygun ve diğer delillerle örtüşen beyanlarına itibar edildiğini, mağdurenin ruh sağlığında bozulma olduğunu fakat bozulmanın sebebi hakkında ayrım yapılamadığını belirten Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesinin raporu ve tanık beyanı birlikte değerlendirildiğinde eylemin sabit olduğunun kabul edildiğini ifade etmiştir. Karşıoy gerekçesinde ise mağdurenin çelişkili beyanlarının bulunduğu ve olayın gelişimi dikkate alındığında eylemin mağdurenin rızası çerçevesinde gerçekleştiği kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Başvurucu 18/9/2014 havale tarihli dilekçeyle mağdurenin başvurucuyla 9/8/2014 tarihinden başlayan mesajlaşmalarını Mahkemeye iletmiş ve mağdurenin "Kızdığım için şikayet ettim, senin bi suçun yoktu." şeklindeki mesajının temyiz incelemesinde gözetilmesini talep etmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/9/2014 tarihli kararıyla oybirliğiyle onanmıştır.B. Yargılamanın Yenilenmesine İlişkin Süreç Başvurucu 3/3/2015 tarihli dilekçeyle, kesinleşen mahkûmiyet kararından sonra ortaya çıkan yeni deliller nedeniyle yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 10/3/2015 tarihli kararıyla talepte ileri sürülen hususların yargılama ve temyiz aşamalarında ileri sürülen ve değerlendirilen meseleler olduğu ve yargılamanın yenilenmesi nedenlerinden olmadığı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Anılan karara yapılan itiraz da oyçokluğuyla reddedilmiştir.Ret kararı başvurucuya 7/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.Başvurucu 8/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:...e) Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa.f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir. (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır. " 5271 sayılı Kanun'un "İnfazın geri bırakılması veya durdurulması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Yargılamanın yenilenmesi istemi hükmün infazını ertelemez. Ancak mahkeme, infazın geri bırakılmasına veya durdurulmasına karar verebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Yenileme isteminin kabule değer olup olmadığı kararı ve mercii" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Yargılamanın yenilenmesi istemi, hükmü veren mahkemeye sunulur. Bu mahkeme, istemin kabule değer olup olmadığına karar verir....(3) Yargılamanın yenilenmesi isteminin kabule değer olup olmadığına dair olan karar, duruşma yapılmaksızın verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Yenileme isteminin esassız olmasından dolayı reddi, aksi takdirde kabulü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Yargılamanın yenilenmesi isteminde ileri sürülen iddialar, yeterli derecede doğrulanmaz veya 311 inci maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri ile 314 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yazılı hâllerde işin durumuna göre bunların önce verilmiş olan hükme hiçbir etkisi olmadığı anlaşılırsa, yargılamanın yenilenmesi istemi esassız olması nedeniyle duruşma yapılmaksızın reddedilir.(2) Aksi hâlde mahkeme, yargılamanın yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına karar verir.(3) Bu madde gereğince verilen kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Yeniden duruşma sonucunda verilecek hüküm" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Yeniden yapılacak duruşma sonucunda mahkeme, önceki hükmü onaylar veya hükmün iptali ile dava hakkında yeniden hüküm verir." Yargıtay KararlarıYargıtay Ceza Dairesinin 13/1/2010 tarihli ve E.2009/10007, K.2010/4 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" ... Yargılamanın yenilenmesi (muhakemenin iadesi), mahkemece verilip kesinleşen hükümde, hukuksal hatanın yapıldığının bilahare tesbiti üzerine başvurulan özel nitelikli bir yoldur. Kesin hükmün dokunulmazlığının istisnasını oluşturur. Kesinleşen hükmün, maddi gerçeğe uymadığının anlaşılması halinde düzeltilmesi gerekir. Yargılamanın yenilenmesi ancak kesinleşmiş hükümlerde başvurulacak bir yoldur. Diğer bir anlatımla, kesinleşmemiş hükümlerde bu yola başvurulması imkansızdır." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/3/2014 tarihli ve E.2012/3-909, K.2014/121 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“... Delil ve olayların, yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak kabul edilebilmesi için "yeni" olması gerekmektedir. Hükmü veren mahkemeye bildirilmemesi sebebiyle, hükümde dikkate alınmamış olan her olay ve delil hükümlü tarafından bilinip bilinmemesi önemli olmaksızın "yeni" olarak nitelendirilmektedir. Olay ya da delilin yeniliği, olayın kesin hükümden sonra meydana gelmiş olmasıyla değil, kesinleşmiş olan hükmün verilmesi sırasında değerlendirilip değerlendirilmediği ile bağlantılıdır. Kesin hükümden önce meydana gelen ancak mahkemenin bilgisine sunulmayan ya da mahkeme tarafından değerlendirilmeyen deliller ve olaylar da "yeni" sayılmalıdır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), cezası kesinleştikten sonra yargılamanın yenilenmesi için başvuran kişinin Sözleşme'nin maddesi anlamında hakkında suç isnadı bulunan bir kimse olmaması sebebiyle anılan maddenin yargılamanın yenilenmesi için yapılan başvurular açısından uygulanmayacağını kabul etmektedir (Sonnleitner/Avusturya (k.k.), B. No: 34813/97, 6/1/2000; Fischer/Avusturya (k.k.), B. No: 27569/02, 6/5/2003; Erdemli/Türkiye (k.k.), B. No: 33412/03, 5/2/2004). Sadece yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulüyle yargılamanın yeniden başladığı tarihten sonraki süreçte başvurucu yeniden hakkında suç isnadı bulunan kimse hâline gelmektedir (Löffler/Avusturya, B. No: 30546/96, 3/10/2000, § 19). AİHM, Bochan/Ukrayna (2) kararında özellikle olağanüstü başvuru yolunun tür ve konu bakımından olağan başvuru yolu gibi görüldüğü durumlarda iç hukuktaki tanımlamadan bağımsız olarak bu tür yargısal süreçlerin Sözleşme’nin maddesi kapsamında görülebileceğini belirtmiştir. AİHM, ilgili yargısal mercilere takdir hakkının tanınmadığı durumlarda ilgili olağanüstü yolun temyiz benzeri bir yol olduğunu kabul etmiştir (B. No: 22251/08, 5/2/2015, §§ 46-49). AİHM, somut olayda Ukrayna ulusal hukukunu incelemiş ve kendi ihlal kararlarına ilişkin olarak öngörülen yargılamanın yenilenmesi sürecinin temyiz benzeri olduğunu gözeterek Hükûmetin başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında olmadığı yönündeki itirazını reddetmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 51-56). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10131 | Başvuru, mahkûmiyetten sonra ortaya çıkan yeni ve önemli bir delil bulunmasına karşın yargılamanın yenilenmesi talebinin somut durumla ilgisiz bir gerekçeyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetinin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 27/11/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) silahlı terör örgütü yöneticiliği suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Başsavcılık, başvurucu hakkında yine aynı suçtan 30/1/2018 tarihli birleştirme talepli yeni bir iddianame daha tanzim etmiş ve her iki dosya birleştirilerek yargılamaya devam edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamada 4/12/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda başvurucunun duruşma gün ve saatinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) vasıtası ile ceza infaz kurumu salonunda hazır bulundurulmasının istenmesine ve duruşmanın 7/3/2018 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tutuklu bulunduğu Konya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu aracılığı ile Mahkemeye gönderdiği 18/12/2017 tarihli dilekçeyle doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkeleri gereğince savunmasını daha sağlıklı yapabilmek adına duruşmada bizzat hazır edilmesinin sağlanmasını talep etmiştir. Başvurucu müdafii de ilk celseden önce Mahkemeye ilettiği 7/2/2018 tarihli dilekçe ile yargılamanın İstanbul'da devam etmesi ve müdafii olarak İstanbul Barosuna bağlı faaliyet göstermesi nedeniyle savunma hakkının en iyi şekilde kullanılabilmesi amacıyla başvurucunun, yargılandığı yer olan İstanbul'daki bir ceza infaz kurumunda kalması gerektiği yönünde talepte bulunmuştur. Başvurucu, yargılamanın 7/3/2018 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS vasıtasıyla katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun ve müdafiinin duruşmada hazır bulunma talepleri hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamış, başvurucunun SEGBİS vasıtasıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı da yer almamıştır. Başvurucunun savunma yaptığı bu duruşmada başvurucu hakkındaki suçlamaya konu deliller okunmuş ve tanık dinlenilmiştir. Mahkeme, bir sonraki celsede başvurucunun SEGBİS vasıtasıyla duruşmada hazır edilmesi için bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar vererek duruşmayı 9/5/2018 tarihine ertelemiştir. Başvurucu, ikinci celseye de SEGBİS vasıtasıyla katılmıştır. Tanıkların dinlenildiği celse sonunda Mahkeme bir sonraki celsede başvurucunun SEGBİS vasıtasıyla duruşmada hazır edilmesi için bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar vererek duruşmayı 9/7/2018 tarihine ertelemiştir. Üçüncü celsede başvurucu yine duruşmaya SEGBİS vasıtasıyla uzaktan katılmış, bu celsede silahlı terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin hükümlerin uygulanma ihtimaline binaen başvurucuya ek savunma hakkı verilmiş, Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını açıklamış, başvurucu ve müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapabilmek için süre talep etmiştir. Celse sonunda mütalaaya karşı diyeceklerini bildirebilmesi ve son savunmasını hazırlayabilmesi için başvurucu ve müdafiine gelecek celseye kadar süre verilmesine karar verilirken başvurucunun 14/11/2018 tarihindeki duruşma gün ve saatinde hazır edilmesi için bulunduğu ceza infaz kurumuna yazı yazılmasına karar verilmiştir. Bir önceki celsede duruşmada hazır edilmesi için karar verilmesine rağmen dördüncü celsede başvurucu yine SEGBİS vasıtasıyla dinlenmiştir. Mahkemece bir önceki celsede verilen karara rağmen başvurucunun neden bizzat duruşmada hazır bulundurulmadığına dair bir açıklamada bulunulmamıştır. Celse sonunda Mahkeme, başvurucunun 26/11/2018 tarihindeki duruşma gün ve saatinde hazır edilmesi için bulunduğu ceza infaz kurumuna yazı yazılmasına karar vermiştir. Başvurucu, yargılamanın 26/11/2018 tarihli son celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS vasıtasıyla katılmıştır. Mahkemece bir önceki celsede verilen karara rağmen başvurucunun neden bizzat duruşmada hazır bulundurulmadığına dair bir açıklamada bulunulmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararda da başvurucunun duruşmalara SEGBİS vasıtasıyla katılımının neden gerekli görüldüğü hususunda herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Başvurucu, gerekçeli istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalarda bizzat hazır bulunarak savunma yapma talebini celse arasında Mahkemeye ilettiği hâlde talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan duruşmalara SEGBİS vasıtasıyla katılmak zorunda bırakılması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34920 | Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hükümlülüğüne esas cezasının şartla tahliye tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infaz edilmesi talebinin; hakkında cezasının üst sınırı yedi yıl ve üzeri hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı kovuşturmanın bulunduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, eşitlik ilkesi ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 30/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 31/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Gürpınar Asliye Ceza Mahkemesinin 23/12/2008 tarih ve E.2008/382, K.2008/687 sayılı kararı ile petrol kaçakçılığı suçundan kesinleşen 1 yıl 8 ay hapis cezasının infazı kapsamında Gürpınar K1 Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, 27/5/2013 tarihli dilekçesi ile Gürpınar Asliye Ceza Mahkemesinden cezasının kalan kısmının denetimli serbestlik tedbiri altında infaz edilmesini talep etmiştir. Mahkeme, 28/5/2013 tarih ve 2013/102 Değişik İş sayılı kararı ile “Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği’nin “açık kuruma ayrılamayacak hükümlüler” başlıklı maddesinin fıkrasının (b) bendinde; haklarında üst sınırı 7 yıldan az olmayan başka bir suçtan soruşturma veya kovuşturması devam etmekte olanlar ile üst sınırı 7 yıldan az olmayan bir suçtan henüz kesinleşmemiş mahkumiyet kararı bulunanların Açık Ceza İnfaz Kurumuna ayrılamayacaklarının düzenlendiği, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 105/A maddesine göre ise Açık Ceza İnfaz Kurumunda bulunan veya Açık Ceza İnfaz Kurumuna ayrılma şartları oluşan hükümlülerin diğer bazı şartları taşıması halinde koşullu salıverilme tarihine kadar olan cezanın denetimli serbestlik tedbiri altında infaza karar verilebileceğinin düzenlendiği, hükümlü Murat Tuncil hakkında ise Van Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/465 Esas sayılı dosyası kapsamında suç işlemek amacı ile örgüt kurma ve rüşvet almak ve vermek suçlarından devam eden bir kovuşturmanın bulunduğu üst sınırı 7 yıldan fazla olan bu kovuşturma nedeniyle hükümlünün Açık Ceza İnfaz Kurumuna ayrılamayacağı” gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz üzerine Van Ağır Ceza Mahkemesi, 7/6/2013 tarih ve 2013/317 Değişik İş sayılı kararı ile Gürpınar Asliye Ceza Mahkemesinin İnfaz Hâkimliği sıfatıyla verdiği kararda usule aykırı bir yön bulunmadığından talebin reddine karar vermiştir. Diğer taraftan Mahkeme, başvurucunun 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'unun 105/A maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b) bendinin Anayasa’nın maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında masumiyet karinesine aykırı olduğuna dair iddialarını da inceleyerek kararda şu hususları belirtmiştir:“Her ne kadar hükümlü vekili söz konusu yasa maddesinin anayasanın 38/4 maddesine aykırı olduğu iddiasında bulunmuş ise de, açık ceza infaz kurumlarına ayrılma ve denetimli serbestlik tedbiri iyi halli hükümlüler hakkında uygulanan bir infaz usulü olup, kişinin iyi halli olmadığının tespiti için mahkemelerce verilmiş bir hükme ihtiyaç olmadığı gibi, önceden verilmiş bir disiplin cezası bile kişinin bu tür tedbirlerden yararlanmasına engel teşkil etmektedir.Yasa bu konuda tahdidi olarak belirtmek suretiyle bir sınırlama getirmemiş olaysal olarak sanığın durumunun tespitinde yargılama makamına takdir hakkı tanımıştır. İnfaz makamının göz önünde bulundurması için 5275 Sayılı yasa ile açığa ayrılma yönetmeliğinde somut bir kriter olarak hükümlünün kovuşturma dosyasının bulunması bir olumsuz durum olarak düzenlenmiştir. Bu nedenle anılan yasa maddelerinde anayasaya aykırılık olmadığı, verilen kararın yerinde olduğu ve itirazın reddine ilişkin aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.” Karar, başvurucuya 18/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 21/10/2013 havale tarihli dilekçesi ile Gürpınar Asliye Ceza Mahkemesinden "müvekkilinin denetimli serbestlikten faydalandırılarak serbest bırakılmasına, mahkeme aksi kanaatte ise Anayasa’nın 38/ maddesi ile AİHS'nin 6/ maddelerine aykırı olarak düzenlenen 5275 sayılı kanunun 105/A maddesi fıkranın b bendi ile Açık Ceza İnfaz Kurumlarına ayrılma yönetmeliğinin 8/2-b maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, başvurunun neticeleneceği zamana kadar infazın ertelenmesine" karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, 23/10/2013 tarih ve 2013/159 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun aynı mahiyetteki önceki talebiyle ilgili olarak daha önce Van Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/317 Değişik İş sayılı kararıyla kesin olarak karar verildiğini ve kararın verilmesinden sonra başvurucu tarafından daha önceki kararı ortadan kaldıracak veya değiştirecek mahiyette yeni bir delil ileri sürülmediği gibi yeni bir durum da oluşmadığını, gerek Mahkemece verilen 2013/102 Değişik İş sayılı kararda gerekse Van Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/317 Değişik İş sayılı kararında usule ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığını belirterek daha önce karar verilen konuda yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kendisinin durumuyla aynı olan bir konuda infazın durdurulduğunu, 5275 sayılı Kanun’un 105/A maddesinin ilgili fıkrası ile ilgili olarak Anayasa’ya aykırılık iddiasının ciddi bulunarak Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulduğunu, bu nedenle anılan başvurunun yeni bir hukuki durum yarattığını belirterek adaletin kamuoyunda eşit ve adil olarak algılanması gerektiğinden Gürpınar Asliye Ceza Mahkemesinin karar verilmesine yer olmadığına dair kararının kaldırılarak infazın Anayasa Mahkemesince ilgili yasa maddeleri hakkında bir karar verilinceye kadar durdurulmasını talep ederek Gürpınar Asliye Ceza Mahkemesinin anılan kararına itiraz etmiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesi, 24/10/2013 tarih ve 2013/472 Değişik İş sayılı kararı ile Anayasa’ya aykırılık iddiasının, 2013/317 Değişik İş sayılı kararında belirtilen gerekçelerle ciddi bulunmadığını belirterek itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, kararı 24/10/2013 tarihinde öğrendiğini belirtmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa Mahkemesinin 26/12/2013 tarih ve E.2013/133, K.2013/169 sayılı kararı ile iptal edilen 5275 sayılı Kanun’un 105/A maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:“(7) Hükümlü hakkında;…b) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlanmasından önce işlediği iddia olunan ve cezasının üst sınırı yedi yıldan az olmayan bir suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturmaya devam edilmesi,…(İptal bent: Anayasa Mahkemesinin 9/04/2014 tarih ve E.2014/14, K.2014/77) hâlinde, denetimli serbestlik müdürlüğünün talebi üzerine, infaz hâkimi tarafından, hükümlünün kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine karar verilir. Hükümlü hakkında soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı veya kovuşturma sonucunda beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın reddi veya düşme kararı verilmesi hâlinde, hükümlünün cezasının infazına denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak devam olunmasına infaz hâkimi tarafından karar verilir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7759 | Başvurucu, hükümlülüğüne esas cezasının şartla tahliye tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infaz edilmesi talebinin; hakkında cezasının üst sınırı yedi yıl ve üzeri hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı kovuşturmanın bulunduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, eşitlik ilkesi ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; gözaltı sürecinde kötü muamele yasağının, ceza yargılaması ile tutukluluk süreçleri nedeniyle de adil yargılanma, kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde subay olarak görev yapmaktayken 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimi sonrasında gözaltına alınmıştır. 18/7/2016 tarihinde müdafi ile yalnız görüştürüldüğü anlaşılan başvurucu 19/7/2016 tarihinde tutuklanmış ve akabinde kamu görevinden ihraç edilmiştir. Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme başta olmak üzere birçok suç isnadıyla tutuklu yargılanan başvurucu, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 20/6/2019 tarihli hükmü uyarınca anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet, nitelikli öldürme suçundan 9 kez ağırlaştırılmış müebbet, nitelikli öldürmeye teşebbüs suçundan 19 kez 16 yıl hapis cezası ve kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Hükmün istinaf incelenmesinde olduğu ve başvurucunun hükümözlü olarak Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu anlaşılmıştır (15 Temmuz darbe girişimine ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Farklı sağlık kurumları tarafından 16/7/2016-19/7/2016 tarihleri arasında başvurucu hakkında düzenlenen genel adli muayene raporlarında -birbiriyle örtüşecek şekilde- başvurucunun şikâyetinin olmadığı, çenesinde 2 cm laserasyon (sıyrık, yırtık), sağ kolunda 4-5 cm laserasyon tespit edildiği kayıt altına alınmıştır. Başvurucu 24/4/2018 tarihli dilekçesi ile gözaltı sürecinde kendisine kötü muamelede bulunulduğu, işkenceye, linç girişimine ve psikolojik şiddete maruz kaldığı iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde ilgili kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Başsavcılık, ilgili emniyet birimlerinden görüntü kayıtları ile konuya ilişkin bilgi, belge, tutanak, rapor vb. evrak talep etmiştir. Konuya ilişkin evrak Başsavcılığa sunulmuş ancak darbe girişimi esnasında meydana gelen elektrik kesintisi nedeniyle kamera kayıtları temin edilememiştir. Başsavcılık soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, büyük yıkıma ve can kaybına neden olan darbe girişimine katıldığı gerekçesiyle gözaltına alınan ve genel adli muayenesinde hafif sıyrık dışında başka bir yarası olmadığı anlaşılan başvurucunun soyut iddiası dışında kamu davası açılmasını gerektirecek yeterli şüphenin bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun karara yönelik itirazı da reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 21/3/2019 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 15/4/2019tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından aralarında kişi yönünden irtibat bulunan 2018/20362 ile 2019/14455 numaralı başvuruların birleştirilmesine ve başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20362 | Başvuru; gözaltı sürecinde kötü muamele yasağının, ceza yargılaması ile tutukluluk süreçleri nedeniyle de adil yargılanma, kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda görevli infaz koruma memurları tarafından darbedilme ve saçın zorla kesilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 19/7/2016 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme eyleminden yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanmış; Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) alınmıştır. Başvurucu, başvuru formunda Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde 20/7/2018 tarihinde yapmış olduğu savunması üzerine işlem başlatılmadığını belirtmiş; savunmaya ilişkin başkaca bilgi ve belge sunmamıştır. Başvurucu, 12/9/2018 tarihinde Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucunun dilekçesindeki iddiaları özetle şöyledir:i. 20/7/2016 tarihinden itibaren fotoğraf çektirmek için dilekçeler yazmış ve bireysel olarak fotoğrafları çekilmiştir. ii. Oda arkadaşı F.Ç. 27/3/2017 tarihinde arkadaşları ile birlikte fotoğraf çektirmek için dilekçe yazmıştır. Aynı gün odada yapılan kısmi arama sırasında rutinin dışında işlemler gerçekleştirilmiştir. Odanın üst katında aramaya nezaret etmesi için oda arkadaşı F.Ç. görevli memurlarca üst kata alınmış, arkadaşının çığlık seslerini duyması üzerine endişeye kapılmıştır. Memurların aramaya nezaret eden koğuş arkadaşı ile beraber odadan ayrılmasının ardından 15 dakika sonra kurum berberhanesinden sorumlu memur gelerek kendisini kurum berberine götürmüştür. Bu esnada diğer iki memur da hazır bulunmuştur. Berberde on memur kendisini darbetmeye başlamış, memurlar tarafından kolları arkaya doğru kıvrılıp bastırılmak suretiyle zorla tıraş edilmiştir.iii. Daha sonra memurlar tarafından kolları arkaya çevrilerek revire götürülmüştür. Burada memurlar muayeneyi gerçekleştiren doktora infaz koruma memuruna yumruk attığı bilgisi vermiştir. Bu bilgi gerçek dışıdır. Revirden sonra tabandan tavana kadar straforla kaplanmış yumuşak odaya (süngerli oda) götürülmüş, çok üşüdüğü hâlde 4-5 saat burada tutulmuştur. Çıkışta memurlarca "Şimdi git odanda adam gibi yat bir daha adam gibi dilekçe yazın ben burda senin gibileri çok yola getirdim rahat durmazsan görürsün." şeklinde tehdit edilmiştir.iv. Yürütülen disiplin soruşturmasında pişmanlığını ifade etmediği hâlde tutanaklara pişman olduğuna ilişkin beyanları geçmiştir.v. Doku hasarı sebebiyle el bileklerinde meydana gelen uyuşukluk iki ay süresince iyileşmemiştir. Başsavcılığın 2018/29298 Sor. sayılı dosyası içine alınan 27/3/2017 tarihli kurum hekimi raporunda darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığının soruşturma dosyası içine alınan 31/3/2017 tarihli ve 2017/159 sayılı kararı ile başvurucu hakkında sözlü savunmasında yaşanan olaylardan üzüntü duyduğunu ifade ettiği gerekçesiyle disiplin cezası verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başsavcılık 23/10/2018 tarihinde Ceza İnfaz Kurumundan olay anını gösteren kamera kayıtlarını istemiş; Kurum, Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 28/2/2017 tarihli ve 2973/23620 sayılı, kayıtların saklanması konulu yazısında vukuat raporlarının bildirimine esas olan bölümler hariç kamera kayıtlarının altı aylık süre sonunda silindiği bildirildiğinden şikâyete konu tarihlere ilişkin kamera kayıtlarının bulunmadığına ilişkin cevap vermiştir. Başsavcılık 20/5/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Müştekinin Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderdiği 9 sayfadan ibaret şikayet dilekçesi ve Cumhuriyet Başsavcılığımızca alınan ifadesindeözetle, olay tarihinde kurumda kalmakta olduğu odada kısmi arama yapıldığını, saçlarının zorla sıfıra vurulduğunu, sonrasında yumuşak odaya alındığını, yapılan aramada zor kullanıldığını, kendisinin odadan alınıp berbere götürüldüğünü, burada darp edildiğini, buradan yumuşak odaya götürüldüğünü, saçları sebebiyle disiplin soruşturması yapıldığını, neticesinde verdiği sözlü savunmada yer alan ibareleri söylemediğini, neticeten disiplin cezası almadığını, olay sebebiyle ilgililerden şikayetçi olduğunu ifade ettiği,Dosya kapsamında olaya dair kurumdan disiplin soruşturması evraklarının ve müştekiye ait doktor raporlarının temin edildiği, doktor raporunun incelenmesinde müştekide darp cebir izine rastlanılmadığının bildirildiğinin görüldüğü, kamera kayıtları bakımından ise olay tarihinden 6 ay sonra kamera kayıtlarının silindiğinin bildirildiği, Soruşturma kapsamında dosyaya ikmal edilen tüm deliller birlikte ele alındığında ceza infaz kurumunda görevli personel tarafından soruşturmaya konu suçların işlendiğini, yasaların dışına çıkmak suretiyle işlendiği mevcut bir suçun varlığını gösterir haklarında atılı suçlardan kamu davası açmaya esas yeterli, inandırıcı ve somut delilin mevcut olmadığı anlaşılmakla..." Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz 8/7/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucuya nihai karar 12/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 7/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili ulusal hukuk için bkz. Yaser Özoğlu, B. No: 2018/2577, 21/4/2021, §§ 17-B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Yaser Özoğlu, §§ 24- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29730 | Başvuru, ceza infaz kurumunda görevli infaz koruma memurları tarafından darbedilme ve saçın zorla kesilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, cemaat vakfına ait olup Hazine adına tescil edilen taşınmazların iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 28/3/2018 ve 17/10/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2019/34941 ve 2019/35112 numaralı bireysel başvuru dosyaları konu ve kişi yönlerinden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/9214 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, 2019/34941 ve 2019/35112 numaralı bireysel başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2018/9214 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2018/9214 numaralı bireysel başvuru dosyasına ait başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. 2018/9214 numaralı başvuru ile birleştirilen 2019/34941 ve 2019/35112 numaralı başvuruların konu itibarıyla aynı olduğu gözetilerek bu başvurular için ayrıca Bakanlıktan görüş istenmesine gerek görülmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 8/6/2021 tarihinde yapılan toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ermeni toplumuna mensup kişiler tarafından kurulmuş ve Hatay'da bulunan bir vakıftır. Başvurucu 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun maddesinde tanımı yapılan cemaat vakfı niteliğindedir.A. Hatay'ın Türkiye'ye İlhakı Hatay (İskenderun Sancağı) Türkiye-Suriye sınırını belirleyen 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması'yla Fransız mandası altında olan Suriye sınırına bırakılmıştır. Ankara Anlaşması'nın maddesiyle Hatay'da özel bir yönetim rejimi kurulması öngörülmüştür. Hatay 2 Eylül 1938 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiş, akabinde 23 Haziran 1939 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti'ne katılma kararı almıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisince çıkarılan 7/7/1939 tarihli ve 3711 sayılı Hatay Vilayetinin Kurulmasına Dair Kanun ile Hatay Türkiye'nin bir vilayeti hâline gelmiştir.B. Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Edinme Yetkileriyle İlgili Tarihsel Süreç Boyacıköy Panayia Evangelistra Kilisesi ve Mektebi Vakfı (B. No: 2015/17576, 1/2/2017, §§ 34-43) kararında cemaat vakıflarının taşınmazları ve taşınmaz edinme yetkileriyle ilgili tarihsel süreç açıklanmıştır. Osmanlı Dönemi'nde ilk defa 16 Şubat 1328 (1912) tarihli "Eşhası Hükmiyenin Emvali Gayrimenkuleye Tasarruflarına Mahsus Kanun-u Muvakkat" ile tüzel kişilere taşınmaz mal edinebilme olanağı tanınmıştır. Bu nedenle gayrimüslim cemaat vakıflarının tasarruflarında bulunan taşınmazlar söz konusu düzenlemenin yürürlüğe girdiği 1912 yılına kadar üçüncü kişiler adına tescil edilmiş olup bu işleme de nam-ı müstear veya nam-ı mevhum denmiştir. Anılan Kanun'la tüzel kişilere bu tarihten sonra taşınmazlarda temellük ve tasarruf imkânı sağlanmış, ayrıca tüzel kişilerin bu tarihte fiilen tasarrufları altında olup başkaları adına tapuya tescil ettirdikleri mallarının da Kanun'da öngörülen koşullar dâhilinde kendi adlarına tescil edilmesine olanak sağlanmıştır. Cumhuriyet Dönemi öncesinde geniş bir uygulamaya sahip olan vakıf müessesesi, 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin kabulünden sonra da varlığını sürdürmüştür. 29/5/1926 tarihli ve 864 sayılı mülga Kanunu Medeninin Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun'un maddesinde 743 sayılı mülga Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar için ayrı bir tatbikat kanunu çıkarılması gerektiği, yeni kurulan vakıfların ise 743 sayılı Kanun'a tabi olacağı belirtilmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 80). Bu doğrultuda 5/6/1935 tarihinde kabul edilen 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun maddesinde gayrimüslim cemaatlerce idare edilen vakıflar, mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından idare olunmak üzere mülhak vakıflar arasında sayılmış; bu Kanun'un maddesinde de vakıfların tasarruflarında bulunan taşınmazların vakıf kütüğüne ve tapu siciline tescil edilmesi öngörülmüştür. Ayrıca aynı Kanun’un geçici maddesinde de gayrimüslim cemaat vakıflarını idare eden kişilerce bu vakıflara ait bütün malların, gelirlerin ve bunları sarf ettikleri yerlerin birer beyanname ile Vakıflar İdaresine bildirilmesi gerektiği düzenlenmiştir. Uygulamada "1936 Beyannamesi" olarak adlandırılan bu bildirimler, Yargıtay tarafından vakıf senedi olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Dönemi'nde 1912 yılına kadar tüzel kişilerin taşınmazlarını kendi adlarına tapuya tescil ettirememeleri sebebiyle çoğunlukla bir nam-ı müstear ya da nam-ı mevhum adına kaydedilen taşınmazlar bakımından Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2/12/1942 tarihli ve 3/25 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile 2762 sayılı Kanun'un maddesine göre bu tür taşınmazların vakıf adına idari yoldan tapuya tescil edilebilmesi için kayıt sahibinin muvafakatine ihtiyaç olduğu belirtilmiştir. Buna karşılık 2762 sayılı Kanun’un maddesine ilişkin olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/7/1956 tarihli ve 1972 sayılı tefsir kararında nam-ı müstear veya nam-ı mevhum adına kaydedilen taşınmazların kayıt malikinin rızası aranmaksızın cemaat vakıfları adına tapuya tescil edilebileceği belirtilmiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Şu halde yukarda izah edildiği veçhile kanun vazu gerek 16 Şubat 1328 tarihli kanun ve gerekse 2762 sayılı kanunun 44 üncü maddesinde koyduğu hükümlerle ondan evvel hükmi şahısların gayrimenkule tasarruf hakkının memnu olmasından doğan ıztırar ile tapuda cemaatlerle münasebeti olan mevcut veya mevhun hakikî şahıslar üzerinde kaydedilmiş ve fakat fiilî tasarruf ve intifaı cemaat vakıflarına ait olduğu 44 üncü maddede yazılı karinelerle bir hakikat olarak kabul edilmiş bulunan gayrimenkullerin cemaat hükmi şahısları namına kayıtlarının tashihi için tapuca bu mallar kendi uhdelerinde mukayyet görünen şahısların rıza ve muvafakatlerine ihtiyaç olmadan tescili kanun vazıının matlûp ve maksudu olduğuna şüphe edilemez..." Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 8/5/1974 tarihli ve E.1971/2-820, K.1974/505 sayılı kararıyla cemaat vakıflarının 1936 yılında verdiği beyannamelerin vakıfname olarak kabulünün zorunlu olduğu, vakıfnamelerinde mal ya da bağış kabul edebilecekleri yönünde açıklık bulunmayan vakıfların ise gerek doğrudan gerekse vasiyet yoluyla taşınmaz mal iktisap edemeyecekleri belirtilmiştir. Benzer yaklaşım, Danıştay tarafından da benimsenmiştir (Danıştay Onuncu Dairesinin 26/5/1982 tarihli ve E.1982/3285, K.1982/1413 sayılı; 26/3/1992 tarihli ve E.1991/1596, K.1992/1144 sayılı kararları). 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Kanun’un maddesiyle 2762 sayılı Kanun’un maddesine eklenen fıkralarla yapılan değişiklikle, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın cemaat vakıflarının Bakanlar Kurulunun izniyle dinî, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilmelerine ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilmelerine olanak sağlanmıştır. Bu kanun değişikliğinin iptali için Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru da Anayasa Mahkemesinin 27/12/2002 tarihli ve E.2002/146, K.2002/201 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan karardan sonra da 2/1/2003 tarihli ve 4778 sayılı Kanun’la yapılan düzenleme ile Bakanlar Kurulu yerine Vakıflar Genel Müdürlüğünün izninin yeterli olacağı hükmü getirilmiştir. 27/2/2008 tarihinde yürürlüğe giren 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun maddesi ile 2762 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. 5737 sayılı Kanun'un maddesinde cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı mülga Kanun gereğince tüzel kişilik kazanmış ve mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıflar olarak tanımlanmıştır. Bu Kanun'un maddesiyle de önceki yasal düzenlemelerden farklı olarak cemaat vakıflarına herhangi bir makamdan izin almaksızın ve vakıf amacıyla öngörülen hizmetleri gerçekleştirme koşulu aranmaksızın mal edinebilme olanağı tanınmıştır. Anılan maddenin iptali için yapılan başvuru ise Anayasa Mahkemesinin 17/6/2010 tarihli ve E.2008/22, K.2010/82 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bunun yanı sıra 5737 sayılı Kanun’un geçici maddesi ile 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup hâlen bu vakıfların tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar ile 1936 Beyannamesi'nden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınan veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği ya da bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on sekiz ay içinde müracaat edilmesi hâlinde Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilmesi hükme bağlanmıştır. 5737 sayılı Kanun'a 22/8/2011 tarihli ve 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesiyle eklenen geçici maddenin birinci fıkrası ile cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları, 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları ve 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ile çeşmelerinin tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki ay içinde müracaat edilmesi hâlinde Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilmesine olanak tanınmıştır. Ayrıca maddenin ikinci fıkrasında da cemaat vakıfları tarafından satın alınan veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği ya da bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuya kaydedilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değerinin Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ödeneceği düzenlenmiştir. Başvurucuya İlişkin Süreç 2018/9214 Numaralı Başvuruya İlişkin Süreç Vakıflar Genel Müdürlüğü 5737 sayılı Kanun’un geçici maddesinin uygulanmasına ilişkin olarak 13/5/2008 tarihli ve 2008/6 sayılı Genelge'yi (Genelge) yayımlamıştır. Anılan Genelge'nin ilgili kısmı şöyledir:"A - Cemaat vakıflarınca bu maddenin [geçici maddenin] (a) bendi gereğince tescili talep edilen taşınmazlarla ilgili ekteki başvuru formuna ilaveten aşağıdaki belgelerin eklenmesi gerekmektedir:1)1936 Beyannamesinde yer alan taşınmaz bilgileri ile mevcut yapı bilgilerini içeren, talebe ilişkin gerekçeli yönetim kurulu kararı.2)1936 Beyannamesi.3)Taşınmazın halen vakıf tasarrufunda bulunduğunu gösterir 2002 tarihinden önceki tarihi taşıyan belge (kira kontratı, emlak vergisi beyannamesi, elektrik-su-doğalgaz faturası veya eşdeğer bir belge).4)Taşınmazın herhangi bir davaya konu olup olmadığı, kesinleşmiş Mahkeme kararı. Devam eden dava var ise dava dilekçesi...." Başvurucu, Hatay il sınırları içinde bulunan 27 taşınmaz için 5737 sayılı Kanun’un geçici maddesinden yararlanmak amacıyla Hatay Vakıflar Bölge Müdürlüğüne başvurmuştur. Başvurucunun talebi Vakıflar Genel Müdürlüğüne iletilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisinin 28/12/2009 tarihli kararıyla, listede yer alan 10 taşınmaz için tescile dayanak belgelerin iki ay içinde tamamlanması, aksi takdirde talepten vazgeçilmiş sayılacağı ihtar edilmiş; 17 taşınmazın ise geçici madde kapsamında olmadığı gerekçesiyle bu taşınmazlara ilişkin talep reddedilmiştir. Başvurucu, Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisinin 28/12/2009 tarihli işleminin 17 taşınmaz yönünden başvurunun reddine ilişkin kısmı için Hatay İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Hatay İdare Mahkemesi 15/3/2012 tarihli kararıyla başvurucunun anılan taşınmazlarla bağı olduğunu gösteremediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. İlk derece mahkemesinin kararı Danıştay Onuncu Dairesinin 26/11/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Bu süreç mevcut bireysel başvurunun konusu değildir. Başvurucu; Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisinin 28/12/2009 tarihli işleminin 10 taşınmaz için tescile dayanak belgelerin iki ay içinde tamamlanmasının, aksi takdirde talepten vazgeçilmiş sayılacağının ihtar edilmesine ilişkin kısmı ile bu işlemin dayanağı olan Genelge'nin iptali istemiyle ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay Onuncu Dairesinde (Daire) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, Hatay'ın 1936 Beyannamesi'nden sonraki bir tarihte -1939 yılında- Türkiye Cumhuriyeti'ne ilhak edildiği, bu nedenle Hatay sınırları içinde bulunan taşınmazların 1936 Beyannamesi'nde yer almasının fiilen mümkün olmadığı ileri sürülmüştür. Dilekçede, Genelge ile istenen belgelerin temininin bu sebeple imkânsız olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu; idarenin tutumunun kendilerini 5737 sayılı Kanun’un geçici maddesiyle tanınan haktan mahrum bıraktığını, Genelge'nin Kanun'un uygulanmasını sonuçsuz bırakmayı hedeflediğini belirtmiştir. Başvurucu, bu maddeden yararlanmak için tüm Türkiye'de 400 civarında tescil başvurusu yapıldığı hâlde bunların sadece 95'inin kabul edilmesinin idarenin olumsuz tutumunun bir göstergesi olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına atıfla mülkiyet hakkının ihlal edildiğini de öne sürmüştür. Vakıflar Genel Müdürlüğü savunmasında, 5737 sayılı Kanun’un geçici maddesinde "tescile dayanak tescil edebilecek belgeler"in başvurucu tarafından idareye ibraz edilmesi yükümlülüğünün getirildiğini, başvurucuya bunun için iki aylık süre verildiğini, bu sürenin sonradan iki ay daha uzatıldığı hâlde başvurucunun anılan maddede ibrazı zorunlu kılınan belgeleri teslim edemediğini belirtmiştir. Sözü edilen 10 taşınmazla ilgili olarak başvurucunun talebinin reddedilmediğinin vurgulandığı savunmada, başvurucunun zorunlu olmadığı hâlde kendisine verilen iki aylık ek süre içinde de ilgili belgeleri ibraz etmemesi üzerine 29/11/2010 tarihli işlemle 10 taşınmaz yönünden de başvurucunun talebinin reddedildiği ifade edilmiştir. Savunmada, Genelge'nin ise kanundaki hükümleri tekrarlamaktan öte bir hüküm içermediği ve hukuka uygun olduğu değerlendirilmiştir. Daire 11/12/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 5737 sayılı Kanun’un geçici maddesine göre bir taşınmazın vakıf adına tescil edilebilmesi için gerekli olan şartlardan birinin de ''1936 Beyannamelerinde kayıtlı olmakla birlikte taşınmazın halen tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olması veya Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olması'' olduğu vurgulanmıştır. Kararda, cemaat vakıflarının hak iddia ettikleri taşınmaz malların tasarrufları altında bulunduğunu ya da cemaat vakfı tarafından satın alınmasına veya kendisine bağış yapılmasına rağmen mal edinememe gerekçesiyle Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçtiğini ortaya koymasının kanun gereği olduğu belirtilmiş; Genelge'nin ise bu hükmü açıklayıcı mahiyette olduğu ve iptalini gerektiren bir hukuka aykırılığın bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun Hatay'ın 1939 yılında Türkiye topraklarına katıldığı, bu nedenle söz konusu taşınmazlara ilişkin 1936 Beyannamesi'nin bulunmasının mümkün olmadığı iddiası da karşılanmıştır. Dairenin bu iddiaya ilişkin gerekçesi şu şekildedir:"Davacı vakıf tarafından, Hatay İlinin 1939 yılında Türkiye topraklarına katıldığı, tescili talep edilen taşınmazların Hatay ilinde bulunduğu, bu nedenle söz konusu taşınmazlara ilişkin 1936 Beyannamesinin bulunmasının mümkün olmadığı ileri sürülmüş ise de, 5737 sayılı Kanunun geçici maddesi uyarınca, cemaat vakıflarınca taşınmazların adlarına tescilini isteyebilmeleri için öncelikle tasarrufları altında bulunması gerektiği, hukuka ve dayanağı Yasaya aykırı olmayan dava konusu Genelge ile 1936 beyannamesinin yanı sıra taşınmazların mevcut durumunu gösterir belgelerin istenildiği anlaşıldığından, tescili talep edilen taşınmazlar hakkında tescile dayanak teşkil edebilecek belgelerin tamamlanması yolunda, hukuka ve dayanağı Yasaya aykırı olmayan dava konusu Genelge uyarınca tesis olunan işlemde de hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucu, bu karara karşı dava dilekçesindekine benzer iddialarla İdari Dava Daireleri Kurulunda (İDDK) temyiz yoluna başvurmuştur. İDDK 21/12/2017 tarihli kararıyla temyiz istemini reddetmiş ve Daire kararını onamıştır. Nihai karar 2/3/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2019/34941 ve 2019/35112 Numaralı Başvurulara İlişkin Süreç Başvurucu, Hatay'ın Samandağı ilçesi sınırları içinde bulunan 36 taşınmazın 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesinin birinci fıkrası uyarınca adına tescil edilmesi için 17/8/2012 tarihinde Hatay Vakıflar Bölge Müdürlüğüne başvurmuştur. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisince bu taşınmazlardan 33'üne yönelik talep Vakfın 1936 tarihli beyannamesinin bulunmadığı gerekçesiyle 13/11/2012 tarihli işlemle reddedilmiştir. Diğer 3 taşınmaza yönelik istem ise yine aynı gerekçeyle 27/11/2012 tarihli işlemle reddedilmiştir. Başvurucu her iki işleme karşı Mahkemede ayrı ayrı dava açmıştır. Dava dilekçelerinde başvurucu; Yargıtayın 1974 tarihli kararının yol açtığı haksızlıkların giderilmesi amacıyla 5737 sayılı Kanun'un geçici ve maddelerinin ihdas edildiğini, bu hükümler kapsamında yapılan başvuruların Vakıflar Genel Müdürlüğünce çeşitli gerekçelerle reddedilerek bu hakkın kullanılmasının fiilen engellendiğini belirtmiştir. Dilekçelerde, 1936 Beyannamesi'nin verildiği dönemde Hatay'ın Türkiye toprağı olmadığını ve Hatay'daki taşınmazların 1936 Beyannamesi'ne dâhil olmasının fiilen mümkün olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu; idarenin kanunun amacına uygun olarak yorumlamadığını savunmuş, idarenin yorumunun kabul edilmesi hâlinde ise cemaat vakıflarının bir kısmının kanun kapsamının dışında kalacağını ve bunun eşitlik ilkesini ihlal edeceğini ileri sürmüş, bu sebeple anılan hükmün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla başvuruda bulunulmasını talep etmiştir. Başvurucu, hak iddia ettiği taşınmazların tapuları incelendiğinde bunların tamamının kayıtlarında "Ermeni" adının yanında taifesine, mektebine, kilisesine, vakfına, cemaatine ait olduğunu gösteren ibarelerin yer aldığını ileri sürmüştür. Başvurucuya göre her taşınmaza ilişkin talepleri idarece ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekirken taleplerinin toplu olarak talebin reddedilmesi hukuka aykırıdır. Başvurucu, taşınmazların 20'si 27/6/1950 tarihinde idareye verdiği beyannamede görüldüğü hâlde günümüzde bunların elinden çıktığını belirtmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü savunmasında başvurucunun taşınmazların 5737 sayılı Kanun’un geçici maddesi kapsamında olduğunu ispatlayamadığını belirtmiştir. Savunmada, tapuda başka kişiler adına kayıtlı olan taşınmazların anılan madde kapsamındaki taşınmazlardan olduğu hususunda başvurucunun tek taraflı beyanına göre hareket edilmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesinde taşınmazların 1936 Beyannamesi kapsamında olması şartının arandığını vurgulayan Vakıflar Genel Müdürlüğü tescili istenen taşınmazların 1936 Beyannamesi'nde olmadığı gibi hâlihazırda malik hanesinin açık olmadığını ve vasiyet veya bağışlama ya da satın alma yoluyla Vakfın mülkiyetine geçmesi hâlinin de bulunmadığını açıklamıştır. Mahkeme 7/11/2013 tarihli kararlarıyla davaları reddetmiştir. Kararların gerekçesinde, 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesinin cemaat vakıflarının 1936 yılında devlete verdiği beyannamede kayıtlı olan fakat hâlihazırda tapuda malik hanesi açık olan, kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı olan ve kamu kurumları adına tescilli olan mezarlık ve çeşme vasıflı taşınmazları kapsadığı belirtilmiştir. Mahkeme anılan düzenlemeden istifade edebilmenin en önemli şartının başvurucu Vakfın 1936 Beyannamesi'nin bulunması olduğuna dikkat çekerek başvurucunun 1936 Beyannamesi'nin bulunmaması nedeniyle geçici maddedeki imkândan yararlanabilmesinin mümkün olmadığını kabul etmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun tescilini talep ettiği taşınmazların önemli bir kısmının tapuda başka kişi ve isimler adına kayıtlı olduğu, bu nedenle "tapuda malik hanesi açık olma veya Hazine, Vakıflar, Belediye ve İl Özel İdaresi adına kayıtlı olma veya kamu kurumları adına tescilli mezarlık/çeşme vasıflı olma" şartlarının da bulunmadığı tespitini yapmıştır. Mahkeme son olarak Anayasa'ya aykırılık iddiasını da ciddi bulmamıştır. Mahkeme bu bağlamda özetle şunları ifade etmiştir:- Dava konusu işleme dayanak geçici maddede tescili talep edilen taşınmazların 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olması şartı koşulmuştur. Geçici ve geçici maddeler 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olup da bazı hukuki nedenlerden ötürü cemaat vakıfları adına tescil edilememiş taşınmazların durumunu düzenlemekte ve bu konuda geçmişte yaşanan mağduriyetleri telafi etme amacını gütmektedir. Bu hâliyle bakıldığında her iki düzenleme de mülkiyet hukukunu ilgilendiren sahaya geçmişte yaşanan söz konusu sorunları giderme amacıyla cemaat vakıfları lehine yapılan sınırlı müdahaleye yönelik istisnai düzenlemelerdir. 1936 Beyannamesi şartının aranmaması hâlinde geriye anlamlı hiçbir şart kalmayacaktır. Bu takdirde davacı Vakıf veya benzeri durumda olan cemaat vakıflarının tapuda malik hanesi açık olan veya Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı ya da mezarlık/çeşme vasıflı tüm taşınmazlar üzerinde hak veya iddia sahibi olmaları sonucu doğacaktır ki bu durum Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) güvence altına alınan mülkiyet hakkının ve kamu düzeninin ihlal edilmesine neden olacaktır. Yine geçici madde metnine göre anılan 1936 Beyannamesi şartının çıkarılıp yerine başka bir şartın konulmasının öngörülmesi de hukuken mümkün değildir. Bu nedenlerden ötürü davacı Vakfın 1936 Beyannamesi şartını öngören geçici madde düzenlemesinin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiası ciddi bulunmamıştır. Başvurucu bu kararlara karşı dava dilekçesindekine benzer iddialarla temyiz yoluna başvurmuştur. Daire 20/5/2019 tarihli kararlarıyla mahkeme kararlarını onamıştır. Kararların gerekçesinde; taşınmazların geçici maddenin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentleri uyarınca tescil edilebilmesinin ön şartının taşınmazların vakfın 1936 Beyannamesi'nde yer alması olduğunu, başvurucunun ise 1936 Beyannamesi'nin bulunmadığını belirtmiştir. Daire, Mahkemenin taşınmazların önemli bir kısmının maddenin ilk fıkrasındaki "tapuda malik hanesi açık olma veya Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı olma veya mezarlık/çeşme vasıflı olma" şartlarını taşımadığını belirten gerekçesini eleştirmiş ve taşınmazların bir kısmının Hazine adına kayıtlı olduğuna işaret etmiştir. Ancak Daire, Vakfın 1936 Beyannamesi'nin bulunmaması sebebiyle bu şartın sağlanmasının tek başına bir sonuç doğurmayacağını ifade etmiştir. Daire, üçüncü kişiler adına kayıtlı taşınmazların rayiç değerinin ödenmesi bakımından ise başvurucu tarafından bu taşınmazların satın alındığı, vasiyet ya da bağış yolu ile elde edilmesine rağmen mal edinememe gerekçesi ile Hazine ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü adına ve sonrasında üçüncü kişiler adına tapuya kaydedildiği yönünde bir iddianın ileri sürülmediğini vurgulamıştır. Daire sonuç olarak dava konusu taşınmazların 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesi kapsamında tescil edilmesinin ya da rayiç bedelinin ödenmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Nihai kararlar 25/9/2019 ve 28/9/2019 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2762 sayılı mülga Kanun’un geçici maddesi şöyledir: "A - Şimdiye kadar vakıflar idaresine hesap vermemiş olan bütün mütevelliler veya mütevelli heyetleri bu kanunun hükümleri yürümeğe başladığı günden itibaren üç ay içinde idare ettikleri vakıfların mahiyetlerini, varidat membalarını ve bunların sarf ve tahsis mahallerini, geçmiş son senenin varidat ve masraflarının miktar ve nevilerinin ve mütevelliliği hangi selahiyetli merciin intihap veya kararına müsteniden ve hangi tarihten beri yaptıklarını gösterir bir beyanname tanzimine ve mensup oldukları vakıflar dairesine vermeğe mecburdurlar. B - Yukarki fıkra mucibince beyanname vermiş olan mütevellilere bir makbuz ilmühaberi verilir. Bu ilmühaberi hamil olan kimseler bu kanun dairesinde vakıflarının idaresine devam ederler. C - Birinci fıkrada yazılı müddet içinde beyanname vermemiş olanlar vakıflarında tasarruf edemezler. Gecikme haklı bir sebebe müstenit değilse veya verdikleri beyanname hakikate uygun bulunmazsa mütevellilikten derhal azlolunurlar. Ç - Vakıflar idaresine verilecek beyannamelerin verildikleri tarihten itibaren, altı ay içinde tetkik ve tasdiki mecburidir. Bu müddet içinde tasdik edilmediği takdirde yalnız mukannen masraflar tasdik edilmiş sayılır.D - Beyannameler muhteviyatının vesika ve teamüllere müstenit olması ve bu vesika veya teamüllerin bu kanunun neşrinden evvel mevcut ve merî`i bulunması şarttır.E - Bu kanun hükümleri yürümeğe başladığı zaman mevcut olan ferilerden gayri mütevellilerle Vakıflar Umum Müdürlüğünce mütevellisi olmadığından veya mütevellisi mevcut olduğu halde vakfı bizzat idare edemediklerinden dolayı idare kendilerine tevdi edilmiş olan kaymakamlar şimdiye kadar olduğu gibi vakıfları idareye devam ederler. Azil veya her hangi bir suretle inhilal vukuunda bu kanun hükümleri tatbik olunur." 5737 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;...Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları,...ifade eder." 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"Cemaat vakıflarının;a) 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır." Türkiye Büyük Millet Meclisi 9/11/2006 tarihli ve 5555 sayılı Vakıflar Kanunu'nu kabul etmiş ancak anılan Kanun'un Cumhurbaşkanı tarafından bir kere daha görüşülmek üzere iade edilmesi üzerine Kanun 5737 sayı numarasını alarak aynen kabul edilmiştir. 5555 sayılı Kanun'un geçici maddesi ile 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesi tıpatıp aynıdır. Cumhurbaşkanı tarafından iade edilen 5555 sayılı Kanun'un geçici maddesinin gerekçesi şöyledir:"Madde ile, mazbut vakıf taşınmazlarının herhangi bir hüküm ve karar alınmaksızın vakfı adına tescil edilmesi sağlanmıştır." 5737 sayılı Kanun'a 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile eklenen geçici madde şöyledir:"Cemaat vakıflarının;a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları,b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları,c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri,tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir.Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir.Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir." 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin gerekçesi şöyledir:"Madde ile, cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesinde kayıtlı olan taşınmazlarının vakıfları adına tescilleri ve mal edinememe nedenleriyle mağdur oldukları hakların iadesi amaçlanmaktadır." İlgili diğer ulusal hukuk ile mahkeme kararları için bkz. Boyacıköy Panayia Evangelistra Kilisesi ve Mektebi Vakfı, §§ 12- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9214 | Başvuru, cemaat vakfına ait olup Hazine adına tescil edilen taşınmazların iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında delillerin eksik toplanması ve hatalı değerlendirilmesi ile soruşturma evresinde müdafi yardımından yararlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Burdur Ağır Ceza Mahkemesinin 7/2/2014 tarihli ve E.2012/225, K.2013/30 sayılı kararı ile 3 yıl 4 ay hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 27/3/2014 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu 16/5/2014 tarihinde Burdur Ağır Ceza Mahkemesinin anılan kararına karşı yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Yargılamanın yenilenmesi talebi29/5/2014 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararına yapılan itiraz, Isparta Ağır Ceza Mahkemesince 23/7/2014 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 29/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14646 | Başvuru, ceza davasında delillerin eksik toplanması ve hatalı değerlendirilmesi ile soruşturma evresinde müdafi yardımından yararlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölümle ilgili olarak tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakınları P.K. 16/2/2007 tarihinde doğum sancılarının başlaması üzerine başvurduğu Viranşehir Devlet Hastanesinde (Hastane) saat 30 sıralarında normal doğum yapmıştır. Doğumdan sonra kanama olması nedeniyle hemşireler doktor O.A.yı bilgilendirmişlerdir. Doktor O.A. kollum (rahim ağzı) yırtığı olduğunu değerlendirerek yırtığı dikip kanamayı durdurmaya çalıştığı hâlde P.K.nın kanamasının durmaması ve durumunun giderek kötüleşmesi üzerine Hastanedeki diğer kadın doğum uzmanı doktor A.O. çağrılmıştır. A.O. kanamanın rahim rüptüründen (yırtık) kaynaklanabileceğini değerlendirmiş, doktor O.A. ile birlikte saat 30'da P.K.yı ameliyata almışlardır. Ameliyat sırasında önce rüptür onarılmış, sonrasında kanamanın durmaması üzerine uterin arterleri (rahim ana atardamarlar) bağlanmıştır. Kanamanın ameliyat sonrasında da devam etmesi üzerine P.K. ikinci kez ameliyata alınarak suptotal histereoktomi (rahmin alınması) işlemi yapılmıştır. Hastanede yoğun bakım ünitesi olmaması nedeniyle ameliyat sonrasında uyandırılma işlemi yapılmadan Harran Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edilen P.K. yapılan tüm müdahalelere rağmen 22/2/2007 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Başvurucular Dr. O.A. hakkında Sağlık Bakanlığına, Şanlıurfa İl Sağlık Müdürlüğüne, Viranşehir Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuşlardır. Şanlıurfa İl Sağlık Müdürlüğüne yapılan şikâyet üzerine görevlendirilen Dr. İ. tarafından alınan bilirkişi raporunda, hastanın saat 00 sıralarında doğum yapmak için Hastaneye giriş yaptığı, hasta yatışı yapıldığı sırada hemogram alınmadığı, bu işlemin rutin bir işlem olduğu ve kanama takibinde önemli rol oynadığı, muayeneyi yapan Dr. O.A.nın indiksiyon kararı vermeden önce ebe Ş.S.nin kendisinin bu kararı verdiği, bu kararın ilgili uzman doktor tarafından verilmesi gerektiği, hastaya doğum sonrası rutin olarak kollum kontrolü yapılması gerekirken kanama sonrası yapıldığı, bunun da zaman kaybına yol açtığı, hastanın genel durumunun kötüleşip hemarojik şoka girdiği (kan kaybından dolayı şoka girilmesi) ve kanamanın uterus atoni ve rüptüründen olabileceğinin Hastanede görevli diğer Dr. A.O.nun hastayı gördüğü ana kadar tespit edilemediği, hastaya doğrudan histereoktomi (rahmin alınması) işlemi uygulanmaması nedeniyle gecikme oluştuğu ancak Hastanede yoğun bakım ünitesi olmamasından dolayı bir hatanın oluşmadığı belirtilmiştir. Bilirkişi raporları sonucunda Dr. İ. tarafından 27/4/2007 tarihinde ön inceleme raporu ve disiplin soruşturma raporu hazırlanmıştır. Ön inceleme raporu ve disiplin soruşturma raporunda Dr. O.A.nın uterus atoni ve rüptürü tanısını geç koyduğu, bu sürede P.K.nın kan kaybından komaya girdiği, sonrasında yapılan tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybettiği tespit edilmiştir. Anılan raporlarının sonuç kısmında ise Dr. O.A.nın geç tanı koyması dolayısıyla müdahalede gecikme fiilinin 14/7/1965 tarihli 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde belirtilen fiillere uyan karşılığının bulunamaması nedeniyle disiplin cezası verilemediği belirtilmiştir. A. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Ceza Soruşturması ve YargılamasıSüreci Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında Dr. O.A. hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca Viranşehir Kaymakamlığından soruşturma izni talep edilmiştir. Viranşehir Kaymakamlığı 30/4/2007 tarihli kararıyla 27/4/2007 tarihli ön inceleme raporuna göreDr. O.A. hakkında müdahalede gecikerek hastanın ölümüne sebebiyet vermek suretiyle görevi ihmal suçunun işlendiği iddiasını doğrulayacak yeterli kanıt bulunması nedeniyle soruşturma izni verilmesine karar vermiştir. Başsavcılıkça başlatılan soruşturma kapsamında 24/9/2007 tarihinde Adli Tıp Kurumundan rapor düzenlenerek P.K.nın ölüm nedeni hakkında bilgi verilmesi talep edilmiştir. Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 5/12/2007 tarihli raporda kişinin ölümünün postpartum (doğum sonrası) kanama ve gelişen komplikasyonlardan ileri geldiği oybirliği ile mütalaa edilmiştir. Başsavcılık P.K.nın ölümünde idarenin kusurunun bulunup bulunmadığı, varsa kusur oranının bildirilmesi için Adli Tıp Kurumu Üçüncü Adli Tıp İhtisas Kurulundan (Adli Tıp Kurumu) rapor düzenlenmesini talep etmiştir. Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen 13/2/2008 tarihli raporda, uterus rüptürünün doğumun bir komplikasyonu olarak gelişebileceği gibi şartlar oluşmadan dışardan bastırma gibi müdahalelerde de rüptür olasılığının artabileceği belirtildikten sonra kendisine kanamanın olduğu haber verildiğinde doktor O.A.nın gerekli muayeneyi yapıp rahim ağzı yırtığını tespit ederek dikmesinin sonrasında kanama durmayınca ameliyata başlamasının ve ameliyatta yapılan tıbbi işlemlerin ardışık olarak tıp kurallarına uygun olduğuna oyçokluğu ile karar verildiği bildirilmiştir. 13/2/2008 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda yer alan Dr. K.K.nın karşıoy yazısında saat 10-20 arasında doğumu gerçekleştirilen hastada kanama sonrası rüptür tespit edilmesine rağmen mahiyeti araştırılmadan vajinal yırtık olarak değerlendirilmesi ve uterustaki rüptüre bir saat gecikme ile müdahale edilmesinin tıp kurallarına uygun olmadığı değerlendirilmiştir. Başsavcılıkça 24/7/2008 tarihli iddianame ile görevi ihmal sonucu taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan Dr. O.A. hakkında Viranşehir Asliye Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. 24/7/2008 tarihli iddianamede; Adli Tıp Kurumunun raporunda doktor O.A.nın yaptığı tıbbi işlemlerin ardışık olarak tıp kurallarına uygun olduğuna oyçokluğu ile karar verildiğinin mütalaa edildiği, anılan mütalaaya karşı oy yazısında uterusta meydana gelen rüptüre bir saat gecikme ile müdahale eden Dr. O.A.nın eyleminin tıp kurallarına uygun olmadığının belirtildiği, anılan nedenlerle Dr. O.A.nın eyleminin taksirle ölüme sebebiyet verme suçunu oluşturduğu iddia edilmiştir. Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sırasında 11/6/2009 tarihinde Yüksek Sağlık Şurasından rapor alınmasına karar verilmiştir. Yüksek Sağlık Şurasınca düzenlenen 4/5/2010 tarihli raporda; tanık ifadeleri, yapılan işlemlere ilişkin olarak Hastanedeki ve Harran Üniversitesi Tıp Fakültesindeki hasta dosyasında yer alan bilgiler özetlendikten sonra ölüm nedeninin belirtildiği 5/12/2007 tarihli Adli Tıp Kurumu raporu, 13/2/2008 tarihli Adli Tıp Kurumu raporlarının sonuç kısmı ve Dr. K.K.nın karşıoy yazısına yer verilmiştir. Raporun sonuç kısmında ise hastada meydana gelen postpartum kanamanın bir komplikasyon olduğu ancak bu komplikasyonun iyi yönetilememesi nedeniyle hastaya uygulanması gereken nihai müdahalenin geç yapıldığı, Dr O.A.nın kusurlu olduğu belirtilmiştir. Anılan raporda ayrıca Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi yoğun bakımda da gerçekleştirilen takip ve tedavinin uygun yapılmadığı, hastaya ölümünden sonra otopsi yapılmaması nedeniyle kesin ölüm sebebinin anlaşılamadığından kişilerin kusurlarıyla ölüm arasında illiyet bağı kurulamayacağı da belirtilmiştir. Ceza Mahkemesi 26/1/2011 tarihinde raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi için İstanbul Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan üçüncü bir rapor alınmasına karar vermiştir. İstanbul Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan alınan 3/5/2012 tarihli raporda olay tarihinde normal yolla gerçekleştirilen doğum sonrası kollum ve uterus rüptürüne bağlı kanama ve gelişen komplikasyonlar neticesi ölen 30 yaşındaki P.K. hakkında rüptür tespiti ve atoni kanaması tespiti sonrası yapılması gereken işlemlerin bir tıbbi sıralama içinde yapılması gerektiği, yapılan bir işlemin yeterli gelmemesi halinde sonraki aşamaya geçilmesi gerektiği, direkt hemen histerektomiye geçilemeyeceği tıbben bilindiğinden, kişiye uygulanan önce rüptür tamiri, sonra bilateral uterin arter ligasyonunun uterus masajının ve subtotal histerektomi işleminin sırasıyla usulüne uygun olduğu belirtilmiştir. Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda Dr. O.A.nın beraatine karar verilmiştir. Mahkeme 13/11/2012 tarihli gerekçeli kararında özetle; Dr.O.A. tarafından P.K.ya yapılan müdahalede gecikme olup olmadığı veya müdahale sırasında yapılan işlemlerde Dr. O.A.nın herhangi bir kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti için önce Adli Tıp Kurumundan sonra da Yüksek Sağlık Şurasından raporlar alındığı, raporlar arasında çelişki meydana gelmesi üzerine bu çelişkinin giderilmesi amacıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan üçüncü bir rapor alındığı belirtilmiştir. Gerekçeli kararda ayrıca İstanbul Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu tarafından düzenlenen raporda Dr. O.A.nın hastaya gerekli müdahaleleri yaptığının, Hastanede yapılan teşhis ve tedavi işlemlerinde herhangi bir gecikme olmadığının oybirliğiyle karara bağlanmış olduğu, kusurlu bir hareketinin olmadığı değerlendirilen Dr. O.A.nın üzerine atılı görevi ihmal yada taksirle ölüme neden olma suçlarının yasal unsurlarının oluşmaması nedeniyle beraatine karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucular tarafından temyiz kanun yoluna başvurulmuş, Yargıtayca yapılan temyiz incelemesi sonucunda 13/5/2015 tarihinde anılan kararın onanmasına karar verilmiştir.B. Olayla İlgili Olarak Açılan Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular 29/5/2007 tarihinde Sağlık Bakanlığına (İdare) başvuruda bulunarak tazminat talebinde bulunmuş, İdarenin 5/7/2007 tarihinde tazminat talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucular 10/9/2007 tarihli dilekçeyle İdarenin hizmet kusuru bulunduğunu, İdarenin kamu personelini iyi eğitmediği gibi Hastanede yoğun bakım ünitesinin de bulunmaması nedeniyle Harran Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edilmek zorunda kalınan P.K.nın tedavisinde iki saatlik bir gecikme yaşandığını belirterek Şanlıurfa İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) İdare aleyhine toplam 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesi talepli tazminat davası açmışlardır. İdare Mahkemesince 31/10/2008 tarihinde, P.K.nın ölümünde İdarenin herhangi bir hizmet kusuru bulunup bulunmadığı, hizmet kusuru varsa kusur oranı hususunda Adli Tıp Kurumundan rapor hazırlanması talep edilmiştir. Adli Tıp Kurumunca düzenlenen 18/2/2009 tarihli raporda daha önce yapılan tüm işlemler ve alınan raporlar özetle anlatıldıktan sonra sonuç kısmında P.K.nın doğumu sonrasında kanamanın olduğu bilgisi verildiğinde Dr. O.A.nın gerekli müdahaleyi yaptığı, kollum yırtığını tespit ederek diktiği, sonrasında kanama durmayınca P.K.nın ameliyata alındığı, ameliyat sırasında da uygun tedavinin yapıldığı belirtilerek davalı İdarece yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu mütalaasına varıldığı bildirilmiştir. Daha önce alınan raporlara yer verilmiş olmakla birlikte Dr. O.A. hakkında düzenlenen ön inceleme ve disiplin soruşturma raporları ile Yüksek Sağlık Şurasının görüşleri ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Başvurucular Adli Tıp Kurumu raporunun eksik inceleme ve değerlendirmeyle düzenlendiğini iddia ederek itiraz etmişlerdir. İdare Mahkemesince Adli Tıp Kurumunun 18/2/2009 tarihli raporunda eksik bırakılan hususlarda ek rapor alınması için 17/11/2009 tarihinde dosyanın yeniden Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar verilmiştir. İdare Mahkemesinin ek raporda bildirilmesini istediği hususlar şöyledir:i. Normal yolla doğum kararının tıp kurallarına uygun olup olmadığı,ii. Hastanın kanamasının nedeninin tespitinde gecikme bulunup bulunmadığı, iii. Alınması gerekli hemogramın alınmamasının ve hastaya doğum sonrası kollum kontrolü yapılmamasının zaman kaybına yol açıp açmadığı, iv. Hastaya uterus rüptürü ve atoni teşhisinin konulmasında gecikme olup olmadığı, teşhisin konulduğunda hemen opere edilmesi gerekip gerekmediği, edilmemesinin zaman kaybına yol açıp açmadığı, anılan tüm işlemlerde gecikme söz konusu ise bunun hastanın ölümüne etki edip etmediği hususlarının değerlendirilmesi talep edilmiştir. Adli Tıp Kurumun 29/1/2010 tarihli raporunun sonuç kısmı şöyledir:"... Yukarıdaki tıbbi belgeler ile adli tahkikat dosyasında kayıtlı bulanan adli tıbbi belgelerin yeniden tetkiki sonucunda; Seda kızı, 1977 doğumlu [P.K.nin] Viranşehir Devlet Hastanesi’nin 2007 tarihinde gerçekleşen doğumunda ;1) Olay tarihinde 30 yaşında olduğu, daha önce 4 kez normal doğum yapmış olduğu, 8cm açıklığı ve %80 silinmesi olduğu cihetle kişideki doğum eyleminin normal yolla gerçekleştirme seçeneğinin tıp kurallarına uygun olduğu,2) [P.K.nin] kanamalarının tespitinde gecikme söz konusu olmadığı,3) Doğum öncesi hemogram alınmamasının kişideki doğum eyleminin seyrinde ve takibinde bir eksikliğe ya da zaman kaybına neden olmadığı kanama başlayınca kan transfüzyonu yapılmaya başlanmış olduğu,4) Doğum sonrası kollum kontrolü rutin bir işlem olmayıp, gerek duyulduğunda yapılan bir işlem olduğu, ebe [Ş.S.nin] kanama başlayınca kollum seti ile hastanın kontrolünü yapmış olduğu, 5) Rüptür tespiti ve atoni kanaması tespiti sonrası yapılması gereken işlemlerin bir tıbbi sıralama içinde yapılması gerektiği, yapılan bir işlemin yeterli gelmemesi halinde sonraki aşamaya gecilmesi gerektiği, direkt hemen histerektomiye geçilemeyeceği tıbben bilindiğinden, kişiye uygulanan önce rüptür tamiri, sonra bilateral uterin arter ligasyonunun uterus masajının ve subtotal histerektomi işleminin sırasıyla usulüne uygun olduğu ,6)Gebenin doğum salonuna saat 00 sularında çıkarıldığı, 30-40 dakika sonra doğumun gerçekleştirildiği, collum yırtığı olduğu fark edilmesi üzerine kollumun sütüre edildiği, kanamanın durmaması üzerine saat 30 da operasyona alındığı ve saat 35 de Harran Üniversitesi Hastanesi’ne sevkedilerek tedavisinin sevk edildiği hastanede sağlanılmaya çalışıldığı dikkate alındığında 1977 doğumlu P.K.nin Viranşehir Devlet Hastanesi’nde yapılan teşhis ve tedavi işlemlerinde herhangi bir gecikme olmadığı oy birliği ile mütalaa olunur.... " Başvurucular 29/1/2010 tarihli Adli Tıp Kurumu ek raporuna da itiraz etmişler, ek rapor ile Yüksek Sağlık Şurasından alınan rapor arasında büyük bir çelişki olduğunu belirterek tam teşekküllü bir üniversite hastanesinden yeni bir rapor alınmasını talep etmişlerdir. İdare Mahkemesi 8/10/2010 tarihinde Viranşehir Asliye Ceza Mahkemesinden dosyada bulunan Yüksek Sağlık Şurası kararı ile Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporun bir örneğinin incelenmek üzere gönderilmesini talep etmiştir. Mahkeme 1/11/2010 tarihinde raporları İdare Mahkemesine göndermiştir. İdare Mahkemesi 11/11/2010 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesi kararında her ne kadar Yüksek Sağlık Şurasında ve İl Sağlık Müdürlüğü ön inceleme raporunda doğum sonrası kanamaya bağlı gelişen komplikasyonun iyi yönetilemediği, nihai müdahalede gecikme olduğu belirtilmekte ise de Adli Tıp Kurumunun görüşleri dikkate alındığında nihai müdahalenin ardışık tıbbi işlemlere göre yapıldığının ve zamanında müdahale edildiğinin bildirildiği, İdarenin kusurunun bulunmadığı yönündeki görüşe itibar edildiği belirtilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:"... Olayda, her ne kadar Yüksek Sağlık Şurası tarafından davacılar murisi [P.K.nin] ölüm nedeninin belli olmadığı belirtilmişse de, Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen rapor ile hastanın postpartum (doğum sonrası) kanama ve kan kaybına bağlı komplikasyonlar nedeniyle hayatını kaybettiği anlaşıldığından, doğum sonrası kanamanın tespit edilmesi ile hastanın ameliyata alınması arasında geçen zaman dilimi içerisinde tıbbi gereklere uygun olarak hareket edilip edilmediğinin tespiti önem arz etmektedir. Bu bağlamda, hastanın saat 10:00 sularında doğum için hastaneye geldiği, 30-40 dakika sonra doğumun gerçekleştiği, kanama olduğunun fark edilmesi üzerine uzman doktor tarafından kollum yırtığının dikilmeye başlandığı, kanama tespit edilmesi durumunda öncelikle kanamaya neden olan kollum yırtığının dikilmesi işleminin yapılması gerektiğinin Adli Tıp raporunda belirtildiği ve yine kanamanın durmaması üzerine hastanın saat 12:30'da operasyona alınarak öncelikle bilateral uterin arter ligasyonunun, uterus masajının ve subtotal histerektomi işleminin sırasıyla yapılmasının usule uygun olduğunun aynı raporda belirtildiği göz önüne alındığında, tıbbi olarak hastaya sırasıyla yapılması gereken müdahaleler nedeniyle herhangi bir gecikmeden bahsedilemeyeceği anlaşılmaktadır.Her ne kadar, ön inceleme raporu ve Sağlık Şurası kararlarında gecikme söz konusu olduğu, Sağlık Şurası kararında koplikasyonun iyi yönetilememesi nedeniyle nihai müdahalenin geç yapıldığı belirtilmekte ise de, nihai müdahalenin ardışık tıbbi işlemlerin sonucu olarak uygulanması gerektiğine ilişkin Adli Tıp Kurumu'nun görüşü göz önüne alındığında bu tespite ve yine histerektominin derhal yapılması gerektiğine ilişkin diğer görüşe itibar etme olanağı bulunmamaktadır. Bu durumda, meydana gelen sonucun doğumun bir komplikasyonu olarak ortaya çıktığı, bu komplikasyona ardışık olarak doğru tıbbi ameliyeler ile ve zamanında müdahale edildiği, istenmeyen durumun ortaya çıkmasında idarenin herhangi bir kusurunun bulunmadığı anlaşıldığından davacıların tazminat talebinin karşılanması hukuken mümkün değildir...." Başvurucular raporlar arasındaki çelişkinin giderilmediğini, Hastanede yoğun bakım ünitesinin bulunmaması nedeniyle hizmet kusuru bulunduğu yönündeki iddialarının değerlendirilmediğini, eksik inceleme ile karar verildiğini belirterek temyiz kanun yoluna başvurmuşlardır. Danıştay Onbeşinci Dairenin (Daire) 12/2/2015 tarihli kararıyla başvurucuların temyiz istemleri reddedilerek onama kararı verilmiştir. Başvurucular Dairenin kararına karşı karar düzeltme isteminde bulunmuşlar, Daire 12/10/2016 tarihli kararı ile karar düzeltme isteminin reddine karar vermiş ve anılan karar kesinleşmiştir. Başvurucular 9/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Ali Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§ 39- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15834 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölümle ilgili olarak tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, mahkeme kararlarına rağmen idarenin hurda alım ve satım işine ait mahsup talepleri hakkında işlem yapmadığını belirterek Anayasa’nın maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ayrıca isminin sahte fatura düzenleyenlerin isimlerinin bulunduğu listeden çıkarılmasını ve araçlarına uygulanan haciz işlemlerinin kaldırılmasını istemiştir. Başvuru, 10/12/2012 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 10/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından, komisyon karşılığı sahte fatura düzenleyip gelir elde ettiğinden bahisle 2002 yılı için resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı gelir vergisi ile gelir geçici vergisi tarhiyatı işlemine ve kesilen özel usulsüzlük cezasına karşı açılan davada İstanbul Vergi Mahkemesinin 31/3/2006 tarih ve E.2005/731, K.2006/586 kararı ile davanın kabulüne karar verilmiş ve bu karara yapılan temyiz başvurusu Danıştay Dördüncü Dairesinin 28/5/2007 tarih ve E.2006/3665, K.2007/1777 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve karara karşı karar düzeltme başvurusu yapılmayarak İlk Derece Mahkemesi kararı kesinleşmiştir. Aynı gerekçeyle 2002 yılına ilişkin resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı işlemine karşı açılan davada İstanbul Vergi Mahkemesinin 31/3/2006 tarih ve E.2005/732, K.2006/587 kararı ile davanın kabulüne karar verilmiş ve bu karara yapılan temyiz başvurusu Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 23/1/2008 tarih ve E.2006/3077, K.2007/321 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve karara karşı karar düzeltme başvurusu yapılmayarak İlk Derece Mahkemesi kararı kesinleşmiştir. Yine aynı gerekçeyle 2003 yılı Ocak dönemine ilişkin resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı işlemine karşı açılan davada İstanbul Vergi Mahkemesinin 31/3/2006 tarih ve E.2005/733, K.2006/585 kararı ile davanın kabulüne karar verilmiş ve bu karara yapılan itiraz başvurusu İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 7/2/2008 tarih ve E.2006/4650, K.2008/2519 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve karara karşı karar düzeltme başvurusu yapılmayarak İlk Derece Mahkemesi kararı kesinleşmiştir. Aynı gerekçeyle 2003 yılı için resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı gelir vergisi ile gelir geçici vergisi tarhiyatı işlemine ve kesilen özel usulsüzlük cezasına karşı başvurucu tarafından açılan davada İstanbul Vergi Mahkemesinin 18/1/2006 tarih ve E.2005/109, K.2006/44 kararı ile davanın kabulüne karar verilmiş ve bu karara yapılan temyiz başvurusu Danıştay Dördüncü Dairesi'nin 28/5/2007 tarih ve E.2006/2875, K.2007/1776 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve karara karşı karar düzeltme başvurusu yapılmayarak İlk Derece Mahkemesi kararı kesinleşmiştir. Yine aynı gerekçeyle 2003 yılı için resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı işlemine karşı açılan davada İstanbul Vergi Mahkemesinin 18/1/2006 tarih ve E.2005/110, K.2006/45 kararı ile davanın kabulüne karar verilmiş ve bu karara yapılan temyiz başvurusu Danıştay Dokuzuncu Dairesi'nin 15/11/2007 tarih ve E.2006/2170, K.2007/4045 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış ve karara karşı karar düzeltme başvurusu yapılmayarak İlk Derece Mahkemesi kararı kesinleşmiştir. Başvurucunun kesinleşmiş vergi borcunu vadesinde ödemediğinden bahisle aracına konulan hacze karşı açtığı davada İstanbul Vergi Mahkemesi 23/1/2006 tarih ve E.2005/1847, K.2006/90 sayılı kararı ile haczin iptaline karar vermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Başvurucu tarafından, 2004/5,6,7,8,9,10,11,12 dönemleri için tarh edilen cezalı katma değer vergisinin kaldırılması istemiyle açılan davada İstanbul Vergi Mahkemesinin 31/1/2011 tarih ve E.2009/1137, K.2011/240 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verilmiş, bu karara karşı yapılan itiraz başvurusu İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 19/9/2011 tarih ve E.2011/10198, K.2011/10403 sayılı kararı ile reddedilerek karar onanmış ve bu karara karşı karar düzeltme başvurusu yapılmayarak İlk Derece Mahkemesi kararı kesinleşmiştir. Başvurucu tarafından, 2004 yılı gelir vergisi, 2004/4-6, 7-9, 10- dönem geçici vergi beyannamelerini vermediği gerekçesiyle takdir komisyonu kararı ile belirlenen matrahın esas alınması yolu ile yapılan vergi ziyaı cezalı gelir vergisi ve geçici vergi tarhiyatlarına karşı açılan davada İstanbul Vergi Mahkemesi 29/12/2009 tarih ve E.2009/1885, K.2009/4441 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar vermiş, karar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na muhalefet suçlamasıyla açılan ceza davasında Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 23/3/2010 tarih ve E.2009/401, K.2010/107 sayılı kararı ile başvurucunun beraatına karar vermiş, bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 9/4/2012 tarih ve E.2012/4786, K.2012/4944 sayılı kararı ile zamanaşımı nedeniyle düşme kararı vermiş, karar bu tarih itibarıyla kesinleşmiştir. Bunun yanında başvurucu 2001, 2002 ve 2003 yıllarında bu yıllara ait çeşitli vergi dönemlerine ilişkin muhtasar beyanname ödemeleri ile katma değer vergisi ödemelerinin hurda satış iadelerinden mahsup edilmesi talebinde bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 213 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“A) Vergi kanunlarının uygulanması: Bu Kanunda kullanılan "Vergi Kanunu" tabiri işbu Kanun ile bu Kanun hükümlerine tabi vergi, resim ve harç kanunlarını ifade eder. Vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade eder. Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı gözönünde tutularak uygulanır.B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya, ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilir. Şu kadar ki, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesi ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz.İktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfeti bunu iddia eden tarafa aittir.” Aynı Kanun’un maddesi şöyledir:“Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır. İncelemeye yetkili olanlar tarafından lüzum görüldüğü takdirde inceleme, işletmeye dahil iktisadi kıymetlerin fiili envanterinin yapılmasına ve beyannamelerde gösterilmesi gereken unsurların tetkikına da teşmil edilebilir. Fiili envanterin yapılmasının gerektirdiği ve incelemeyi yapan tarafından tasdik edilen giderler Hazinece mükellefe ödenir.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi şöyledir:“ İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay'a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1123 | Başvurucu, mahkeme kararlarına rağmen idarenin hurda alım ve satım işine ait mahsup talepleri hakkında işlem yapmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ayrıca isminin sahte fatura düzenleyenlerin isimlerinin bulunduğu listeden çıkarılmasını ve araçlarına uygulanan haciz işlemlerinin kaldırılmasını istemiştir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 17/9/2013 tarihinde açtığı iptal davası 29/11/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 30/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35419 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararların aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Elektrik Üretim A.Ş.nin (EÜAŞ/işveren) Seyitömer Termik Santrali'nde işçi olarak çalışmaktayken dayanışma aidatı ödeyerek toplu iş sözleşmesi hükümlerinden faydalanmak istemiş; ancak işveren, aralarında iş akdi bulunmadığı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Başvurucu, bu defa hizmet kolunda faaliyette bulunan Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikasına (Sendika) üye olma talebinde bulunmuş; Sendikanın üyelik talebini kabul edip üyelik başvuru formunu göndermesi üzerine EÜAŞ, başvurucunun kendi personeli olmadığını belirterek belgeleri iade etmiştir. Başvurucu; kendisi ile birlikte EÜAŞ'a ait işyerinde çalışan Sendikaya üye işçilerin asıl işverenin işçisi olduğu hâlde muvazaalı olarak alt işveren işçisi gibi gösterildiğini, işverenin daha az maliyetle işçi çalıştırmak için bu yola başvurduğunu, bu açıdan bireysel ve kolektif haklarının kısıtlandığını, hâlen yürürlükte bulunan toplu iş sözleşmesi hükümlerinden Sendika üyeliği nedeniyle yararlanması gerektiğini ileri sürerek sözleşmeden kaynaklanan işçilik alacaklarının tahsili istemiyle dava açmıştır. Kütahya İş Mahkemesi 6/6/2014 tarihli kararında, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen aynı mahiyetteki çok sayıda davayı da emsal göstermek suretiyle, başvurucunun farklı hazırlanan tek tip sözleşmeler ile -ihaleyi alan firmalar değişse dahi- EÜAŞ bünyesinde çalışmalarını kesintisiz devam ettirdiğini, bu firmalar ile alt işverenlik sözleşmelerinin 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesine aykırı ve muvazaalı olduğunu, alt işverenlerin yaptıkları asıl işin işçi temini olduğunu belirterek davayı kabul etmiştir. Mahkemenin benzer nitelikteki çok sayıda kararı ile birlikte anılan hüküm temyiz edilmiş; Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 12/11/2014 tarihinde 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesini ilk defa somut olay çerçevesinde değerlendirdiğini belirterek elektrik üretimi yapan davalı Şirketin bu madde kapsamında tanınan imtiyazlara sahip olması gerektiğini, bu nedenle asıl işin tamamını veya bir kısmını alt işverene devredebileceğini, bu açıdan muvazaalı alt işverenlik ilişkisinden bahsedilemeyeceğini belirterek benzer nitelikteki birçok karar ile birlikte hükmü bozmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesinin bozma kararları üzerine aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı işçiler tarafından açılan davalar Kütahya İş Mahkemesine, bazı davalar da Kütahya İş Mahkemesine tevzi edilmiştir. Kütahya İş Mahkemesi yeniden yaptığı yargılamada iki yüz elliden fazla dosya ile ilgili direnme kararı vermiştir. Bu kararların temyizi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna (HGK) gönderilmiş; HGK 30/9/2015 tarihli kararında, davalı kamu tüzel kişiliği ile yapılan hizmet alım sözleşmelerinin içeriği, alt işverenlerin değişmesine rağmen çalışan işçilerin değişmemesi, alınacak işçilerin unvanlarının şartnamede ayrı ayrı belirtilmesi, alt işverenin ücret bordrolarını tutan bir işçi dışında diğer işçileri sevk ve idare eden işçisinin bulunmaması, puantaj kayıtlarının EÜAŞ tarafından belirlenen kişilerce tutulması, işe alan ve işten çıkaranın EÜAŞ olması, davacı ve alt işveren şirket işçilerinin asıl işveren olan EÜAŞ'ın işçileri ile aynı şekilde ve üretimin her bölümünde çalışması, emir ve talimatların EÜAŞ tarafından verilmesi, çalışma şartlarının ve yıllık izinlerin EÜAŞ tarafından belirlenmesi, alt işveren işçilerinin yapılan iş ve hizmette EÜAŞ tarafından temin edilen ve yine davalıya ait araçları kullanması gibi nedenleri gözönünde tutarak EÜAŞ ile alt işveren arasındaki hizmet alım sözleşmesinin muvazaalı olduğunu ve başvurucunun asıl işverenin işçisi olduğunu belirterek ilk derece mahkemesinin direnme kararını yerinde bulmuş, Daire tarafından incelenmeyen diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyaları Daireye göndermiştir. Daire 24/2/2016 tarihli kararında, HGK tarafından davalı işverenin imzaladığı alt işverenlik sözleşmesinin muvazaa sebebiyle geçersiz ve davacıların baştan itibaren asıl işverenin işçisi olduğu hususunun kabul edildiğini, uygulama birliği ile hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini gözönüne aldığını belirterek kararları onamıştır. Aralarında başvurucunun davasının da bulunduğu davalara bakan Kütahya İş Mahkemesi ise birçok dosyada Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2014 tarihli bozma ilamına uyarak 1/6/2015 tarihinde davaların reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Daire 16/3/2016 tarihli kararında; bozma ilamına uyularak karar verilen diğer dosyalarla benzer şekilde değerlendirme yaparak HGK'nın 30/9/2015 tarihli kararıyla olayda muvazaanın varlığının kabul edildiğini, bozma kararındaki görüşünü korumasına rağmen hukuki istikrar adına HGK'dan geçen kararları onadığını ancak ilk derece mahkemesince bozmaya uyulması nedeniyle HGK'nın önüne çıkmayan somut olayda davalı lehine usule ilişkin müktesep hak oluştuğunu belirterek hükmün onanmasına karar vermiştir. Bu arada aralarında başvurucunun vekillerinin de bulunduğu avukatlar tarafından 15/5/2015 tarihli dilekçeyle Yargıtay Hukuk Dairesi, Yargıtay Hukuk Dairesi ile Yargıtay Hukuk Dairesi kararları arasında asıl işveren ile alt işveren arasındaki iş ilişkisinin muvazaalı olup olmadığı hususunda içtihat aykırılığı bulunduğu ileri sürülerek içtihadın birleştirilmesi talep edilmiştir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu 3/3/2016 tarihli ve 74 sayılı kararı ile muvazaa iddiasının her somut olayın özelliğine göre çözümlenmesi gerektiğini belirtmiş, içtihadı birleştirme yoluna gidilmesine gerek olmadığına karar vermiştir. Onama kararı 20/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve 12/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Hakan Altıncan (GK), B. No: 2016/13021, 17/5/2018, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13137 | Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararların aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, avukatlık mesleğini ifası sırasında söylediği sözlerden dolayı cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ile adil yargılanma hakkının, sonradan yürürlüğe giren lehe yasadan yararlandırılmamasının ise suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlali niteliğinde olduğunu iddia etmektedir. Başvuru, 18/11/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 21/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı 31/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 3/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü, 3/6/2014 tarihinde sunmuştur. Adalet Bakanlığının görüşü, 4/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvurucunun aynı konuda yaptığı 2013/8454 numaralı bireysel başvuru 9/8/2014 tarihinde 2013/8396 numaralı başvuru ile birleştirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1994 yılından itibaren kamuoyunda Adnan Hoca olarak bilinen ve Bilim Araştırma Vakfı (BAV) fahri başkanı olan Adnan Oktar ve aynı vakfın çalışmalarında yer alan bazı kişiler hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, örgüt adına faaliyetlerde bulunmak suçlarından pek çok davalar açılmış ve daha sonra bu davalar aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde birleştirilmiştir. Söz konusu davadaki kimi müştekiler çocuklarının Adnan Oktar tarafından kandırıldığını ve Adnan Oktar’ın kurduğu dini söylemleri bulunan çıkar örgütünün menfaatleri doğrultusunda hareket ettiklerini iddia ederek şikâyetçi olmuşlardır. Başvurucu, İstanbul Barosuna kayıtlı bir avukattır ve bahsi geçen davada müştekilerin avukatlığını yapmaktadır. Yargılama sırasında davanın tarafları evrim teorisini tartışmışlar ve karşılıklı olarak birbirlerini suçlamışlardır. Söz konusu tartışma bağlamında başvurucu, duruşma sırasında tutanağa yansıdığı şekliyle, “2006 tarihinde tanık olarak anneler dinlenmiştir. Bu tarihten sonra İnternet sayfasında Darvin'in evrim teorisinin yanında olduğumuz iddiası ile çeşitli iftira ve hakarete maruz kalmaktadırlar. Keşke maymundan gelselerdi, Evrim teorisinde insanların maymundan türediği söylenmektedir, bende bunu tekrarlıyorum. Adnan Oktar'ın yurt dışı çıkış yasağı kaldırılmayarak tutuklanmasını talep ediyorum. Duruşmayı takip etmediğinden hakkında yakalama kararı çıkartılsın” şeklinde sözler sarf etmiştir. Başvurucunun yukarda zikredilen sözleri söylediği sırada duruşmada bulunan dört sanık, başvurucunun sözleri ile kendilerini kastettiğini iddia ederek Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmuşlar ve yapılan soruşturma sırasında Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının 21/1/2009 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında hakaret suçundan cezalandırılması için kamu davası açılmıştır. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 24/12/2010 tarihli kararı ile hakaret kastı ile hareket etmediği gerekçesi ile beraat etmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 20/2/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Yargıtay ilamının gerekçesi şöyledir:“Sanığın 2008 günü yapılan duruşmada, görülmekte olan dava ile ilgisi bulunmadan, duruşma tutanağına da yansıyan ‘keşke maymundan gelselerdi’ biçimindeki sözlerinin, katılanların toplum içindeki itibarı ile diğer fertler nezdindeki saygınlığını rencide edici, şeref ve haysiyetlerine yönelik küçük düşürücü sözler olduğu, suçun unsurlarının oluştuğu gözetilmeden, yetersiz gerekçeye dayanılarak yazılı şekilde karar verilmesi, bozmayı gerektirmiş, katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan…” Bozma sonrası, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 24/12/2013 tarihli kararı ile başvurucunun, zincirlemeli biçimde hakaret suçundan 180,00-TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet kararının gerekçesi şöyledir:“…Sanık savunması, katılanların anlatımları, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/339 esas sayılı dava dosyasına ait 21/02/2008 tarihli duruşma tutanağı ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; sanık avukatın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/339 esas sayılı davasında katılanlar vekili olarak davayı takip ettiği, 21/01/2008 günlü oturumda ‘keşke maymundan gelselerdi’ sözlerini katılanları kastederek söylediği, bu sözün TCK maddesi kapsamında kişilerin onur, şeref ve saygınlığını zedeleyen söz olarak kabul edilmesi gerektiği, bu şekilde sanığın üzerine atılı hakaret suçunu işlediği sabit görülmüş…” İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi kararını kesin olarak vermiştir. Başvurucu karardan, 22/10/2013 tarihinde kararın tefhimi ile haberdar olmuştur. Başvurucu Anayasa Mahkemesine 18/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir. (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.” 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: “(1) Yargı mercileri veya idarî makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması hâlinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir.” | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8396 | Başvurucu, avukatlık mesleğini ifası sırasında söylediği sözlerden dolayı cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ile adil yargılanma hakkının, sonradan yürürlüğe giren lehe yasadan yararlandırılmamasının ise suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlali niteliğinde olduğunu iddia etmektedir. | 0 |
Başvuru, delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında başlatılan adli soruşturma sonunda açılan kamu davasında Ordu Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkeme mahkûmiyet gerekçesinde başvurucunun telefon hattı üzerinden20/12/2014 tarihinden başlayarak 30/11/2015 tarihine kadar 63 kayıt oluşacak şekilde Bylock IP numaralarına bağlanmasına ve duruşmada da dinlenen tanık İ.K.nın soruşturma evresinde verdiği ve kendisinin Bylock listesinde başvurucunun da ekli olduğuna ve program üzerinden başvurucuya attığı mesaj içeriklerinin örgüt liderinin tavsiyeleri olduğuna ilişkin ifadesine dayanmıştır. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/10017 | Başvuru, delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tahliye taleplerinin ilgili ve yeterli olmayan gerekçelerle reddedildiğinden ve tutukluluğun makul süreyi aştığından bahisle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/9/2014 tarihinde Malatya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/185 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında 10/4/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve Malatya Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimliğinin (CMK madde ile görevli) 13/4/2012 tarihli ve 2012/4 Sorgu sayılı kararı ile “suç işlemek amacıyla kurulan örgütü yönetme, örgüt faaliyeti kapsamında uyuşturucu madde ticareti yapma, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs, 6136 sayılı yasaya muhalefet, nitelikli yağma ve kasten yaralama” suçlarından tutuklanmıştır. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şöyledir: “Üzerlerine atılı suçların yasadaki alt ve üst sınırı, suç vasfı, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, atılı suçun CMK’nın 100/3-a maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, denetimli serbestlik tedbirinin yetersiz kalacağı ve tutuklamadan gayenin adli kontrol hükümleriyle sağlanamayacak olması hususları birlikte nazara alınarak ...” Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 24/4/2012 tarihli ve 2012/196 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:“... şüphelilerin üzerine atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, CMK maddede sayılan suçlardan olması, delillerin tam olarak toplanmamış olması, tutuklamadaki şartlarda herhangi bir değişiklik olmaması, delillerin karartılma ihtimali ve şüphelilerin kaçma ihtimali göz önünde bulundurularak itirazların reddi ile şüphelilerin tutukluluk halinin devamına karar vermek gerekmiş(tir).” Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının (TMK madde ile görevli) 27/12/2012 tarihli ve E.2012/164 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında “silahlı örgüt yönetme, örgüt faaliyeti kapsamında uyuşturucu madde ticareti yapma, suçluyu kayırma, örgüt faaliyeti kapsamında tasarlayarak kasten öldürmeye teşebbüs, 6136 sayılı yasaya muhalefet, örgüt faaliyeti kapsamında nitelikle yağmaya teşebbüs ve tefecilik” suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Malatya Ağır Ceza Mahkemesine (TMK madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu ile birlikte toplam elli beş şüphelinin cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede başvurucuya isnat edilen eylemler özetle şöyledir: “2011 tarihinde Diyarbakır ilinden Malatya iline getirilen ve daha sonra 22/02/2011 tarihinde yakalanan 358 gram uyuşturucu esrar maddesi,Şüpheli Levent Çoloğlu’nun [başvurucu]; uyuşturucu esrar maddesi Malatya iline getirildikten sonra konuyu şüpheli S.K.’ye aktardığı, uyuşturucu maddenin pazarlanmasında ve nakledilmesinde şüpheli S.K. ile birlikte hareket ederek satışa arz ettiği, uyuşturucu madde yakalandıktan sonra şüphelilerin olaydan en az zararla kurtulmasını sağlamak amacı ile şüpheliler K. ve S.A. ile birlikte evin kira kontratı üzerine olan şüpheli A.O.Ö.’yü Malatya iline getirmek için Mersin iline gittiği, şüpheli A.’nin akrabası olan şüpheli G.’nin araya girmesi ile şahsı bulduğu, nasıl ifade vermesi gerektiğini söyleyerek ifade vermesini sağladığı hususları tespit edilmiş olup,...2012 tarihinde Batman ilinden Malatya iline 3 kilo 890 gram uyuşturucu esrar maddesi gelmesi,Şüpheli Levent Çoloğlu’nun, uyuşturucu esrar maddesinin getirilmesini planladığı, bilgisi dahilinde uyuşturucunun getirildiği, gelen uyuşturucu maddenin alıcısı olduğu, uyuşturucu madde yakalandıktan sonra tutuklanan şahısların cezaevi sürecini takip ettiği hususları tespit edilmiş olup,...2011 tarihinde E.E.’nin silahla vurulması,Şüpheli Levent Çoloğlu’nun; E.E. ile yanında bulunan diğer şahıslarla birlikte kavga ettiği, S.K.’nin talimatı ile E.E.ye 500 TL para cezası kesildiği, ancak E.E.’nin herhangi bir ödeme yapmadığı, bu nedenle yine S.K.’nin talimatı ile E.E.’ye yönelik öldürme kastıyla silahlı eylem yapılmasına karar verildiği, bu kararı uygulamak için K.’den silah temin ettiği, temin ettiği silah için yine K. aracılığı ile A.G.’den mermi temin ettiği, S.K.’nin talimatı ile E.E.’ye öldürme kastı ile silahlı eylem yapmaya çalıştığı, 2011, 2011 ve 2011 tarihlerinde E.E.’ye karşı 3 kez eylem girişiminde bulunduğu, en son 2011 günü E.E.’nin pusuya düşürülerek silahla vurulması sırasında arka araçta yer aldığı, eylemin nasıl gerçekleştirileceğini planlandığı hususları tespit edilmiş olup,...2011 yılı içerisinde S.S.’ye tefe ile para verilmesi, E.’ye yönelik yağmaya teşebbüs,Şüpheli Levent Çoloğlu’nun; S.S.’ye faiz karşılığı tefe ile para verdiği, S.S.’nin azmettirmesi ile E.’den olduğunu iddia ettiği alacağı almak için E.’nin babası olan Ş.’nin yanına İzmir’e giderek Ş.’den zorla tahsilat yapmaya çalıştığı, ancak herhangi bir tahsilat yapamayınca eylemin nitelikle yağmaya teşebbüs aşamasında kaldığı, daha sonra S.S.’nin R.T.’nin akrabalarına verdiği senetleri almak için R.T.’yi sıkıştırdığı, bunun için R.T.’yi darp ettiği hususları tespit edilmiş olup ...” Malatya Ağır Ceza Mahkemesince 14/1/2013 tarihinde iddianamenin kabul edilmesi ile E.2013/2 sayılı dosya üzerinden yargılama aşaması başlamıştır. Mahkemece başvurucunun yargılanması tutuklu olarak sürdürülmüştür. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesi ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi ile görevli olan ağır ceza mahkemeleri kaldırıldığından Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 14/3/2014 tarihli ve E.2013/2, K.2014/62 sayılı kararı ile başvurucunun yargılanmakta olduğu dava, Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/159 sayılı dosyasına devredilmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesince E.2014/159 sayılı dosya üzerinden yürütülen yargılamada, 5/8/2014 tarihli celsede başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: “...Suçun vasıf ve mahiyeti, CMK’nın 100/3 maddesi uyarınca katalog suçlardan oluşu, tutuklu sanıkların cezalandırılması istenen yasa maddesinde ön görülen özgürlüğü bağlayıcı cezanın üst sınırı, tutuklulukta geçirilen süre, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren mevcut delil durumu ve CMK’nın maddesinde ön görülen tutuklama şartlarının halen devam ediyor olması nedeniyle...” Başvurucu, karara itiraz etmiş; Malatya AğırCeza Mahkemesinin 13/8/2014 tarihli ve 2014/1002 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçe bölümü şöyledir:“Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Ticareti Yapma veya Sağlama suçlarından Levent Çoloğlu (başvurucu) hakkında Malatya Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/159 Esas sayılı dava dosyasının 05/08/2014 tarihinde yapılan duruşmasında sanığın tutukluluk halinin devamına karar verildiği, incelenen dosya kapsamına göre; Sanığınüzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanığın iddianame konusu eylemi gerçekleştirmiş olabileceği yönünde somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesinin bulunması, kanundan kaynaklanan tutuklama sebeplerinin varlığı, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, yasada öngörülen cezanın alt ve üst sınırına göre tutukluluğun ölçülü bulunması, belirtilen sebeplerle sanık hakkında tutuklama şartlarının oluşup devam ettiği, sanık hakkında CMK 109 maddesinde belirtilen adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı kanaati ile CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince sanığın tutukluluk halinin devamına karar verilmesi gerekerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” Başvurucu, anılan kararı 26/8/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 2/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Malatya Ağır Ceza Mahkemesince 12/9/2014 tarihli celsede “tutuklulukta geçirmiş oldukları süre, delillerin büyük ölçüde toplamış olması dikkate alınarak” başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Dava, inceleme tarihi itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Nitelikli hâller” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Kasten öldürme suçunun; a) Tasarlayarak, ... İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Nitelikli yağma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Yağma suçunun; ...c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, ... f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla, ...İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un “Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” kenar başlıklı maddesinin (3) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:“(3) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 18/6/2014 – 6545/66 md.) Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis cezası on beş yıldan az olamaz....(5) (Değişik: 18/6/2014 – 6545/66 md.) Yukarıdaki fıkralarda gösterilen suçların, üç veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranında, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza bir kat artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (1), (3), (4) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir. ...(3) Örgütün silahlı olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır. (4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur.(5) Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Tefecilik” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Suçluyu kayırma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç işleyen bir kişiye araştırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için imkan sağlayan kimse, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),... Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188), Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),...” 5271 sayılı Kanun’un “Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2)numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14617 | Başvuru, tahliye taleplerinin ilgili ve yeterli olmayan gerekçelerle reddedildiğinden ve tutukluluğun makul süreyi aştığından bahisle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, anonim şirketin mal varlığına el konulması ve yönetiminin kayyıma devredilmesi nedeniyle bazı anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 16/2/2018 ve 4/2/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. 2019/4598 numaralı bireysel başvuru dosyasında Av. Halil İbrahim Yılmaz Bakanlık görüşüne karşı Şirket adına beyanlarda bulunmuştur. 2019/4598 numaralı bireysel başvuru dosyası konu ve kişi yönlerinden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/5307 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, 2019/4598 numaralı bireysel başvuru dosyası kapatılmış ve inceleme 2018/5307 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Adına bireysel başvuruda bulunulan Aynes Gıda Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi (Şirket), merkezi Denizli'nin Acıpayam ilçesinde olan bir tüzel kişiliktir. Şirketin kurucularından biri N.S.dir. N.S. aynı zamanda Şirketin Yönetim Kurulu üyesidir. Acıpayam Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından Şirketin bir kısım hissedarı ile -N.S. dâhil- yöneticileri hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına üye olma suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda Başsavcılığın 8/12/2016 tarihli talebi üzerine Acıpayam Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) aynı tarihte Şirketin mal varlığına el konulmasına karar vermiştir. Başsavcılık 9/12/2016 tarihinde bu sefer Şirkete kayyım atanması talebinde bulunmuştur. Hâkimlik tarafından aynı tarihli kararla Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun (TMSF) Şirkete kayyım olarak atanmasına hükmedilmiştir. Denizli Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 10/12/2018 tarihinde TMSF'nin kayyımlık yetkilerinin kaldırılmasına karar vermiştir. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Ağır Ceza Mahkemesinin 19/12/2018 tarihli kararıyla Şirkete yeniden kayyım atanmış, kayyım olarak Denizli defterdarı A.S., Denizli Barosu avukatlarından R.A. ve yeminli mali müşavir K.Ç.nin görevlendirilmesine karar verilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 2/1/2019 tarihli kararıyla ise kayyımı TMSF olarak değiştirmiştir. Av. Recep Seyhan tarafından 16/2/2018 ve 4/2/2019 tarihlerinde Şirket adına bireysel başvuru yapılmıştır. Başvurular N.S. tarafından Av. Recep Seyhan adına düzenlenen 7/3/2017 tarihli vekâletnameye istinaden yapılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5307 | Başvuru, anonim şirketin mal varlığına el konulması ve yönetiminin kayyıma devredilmesi nedeniyle bazı anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların sanık tarafından sorgulanmasına/sorgulatılmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği suçundan yürütülen soruşturmalar kapsamında bazı şüphelilerin ifadeleri ile bazı kişilerin bilgi sahibi sıfatıyla beyanları alınmıştır. Bahsi geçen kişiler ifade ve beyanlarda başvurucu aleyhinde bilgi vermiştir. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY üyesi olduğu şüphesiyle Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçunu işlediği iddiasıyla iddianame düzenlemiştir. İddianamede; FETÖ/PDY'nin kuruluşu ve yapısı hakkında genel bilgilere yer verildikten sonra başvurucunun FETÖ/PDY mensubu olduğu ve avukat yapılanmasında yer aldığı yönünde tanık beyanlarının bulunduğu, haklarında FETÖ/PDY soruşturması bulunan kişilerin avukatlığını yaptığı belirtilerek atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. Afyonkarahisar Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yürütülen yargılamada duruşma dört celse sürmüştür. Mahkemece başvurucunun atılı suçtan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkûmiyet kararı, aynı dosyada sanık sıfatıyla yargılanan E.Ç., duruşmada dinlenen tanıklar A.G. ve S. ile soruşturma evresinde alınan ifadeleriyle yetinilerek Mahkemece dinlenmeyen tanıklar Y.A.Ç. ve Y.B.nin aleyhe anlatımlarına dayandırılmıştır. Bunların yanı sıra başvurucunun terör örgütü üyeliğinden haklarında kovuşturma bulunan bazı kişilerin avukatlığını yaptığı ve Bank Asyada hesabı bulunmasına rağmen aktif olarak kullanmadığı hususları da mahkûmiyet gerekçesi yapılmıştır. Başvurucu, bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) davanın duruşmalı olarak yeniden görülmesine karar vermiştir. Müdafiinin de hazır bulunduğu 20/3/2018 tarihli ilk celsede başvurucunun savunması alınarak Cumhuriyet savcısına dosyayı inceleyip mütalaada bulunması için süre verilmiştir. Duruşmanın 24/4/2018 tarihli ikinci ve son celsesinde esas hakkındaki mütalaa okunmuş, başvurucu mütalaaya karşı savunmasını yapmıştır. Yargılama neticesinde Ceza Dairesi, Mahkemece verilen başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararını kaldırarak silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yeni bir hüküm kurmuştur. Söz konusu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Afyon ilinde serbest olarak avukatlık yapan sanığın, terör örgütü lideri [F.G.nin] talimatı gereği 2014 yılında BankAsya'da hesap açarak nisan 2014 yılı itibariyle 000,-TL, mayıs 2014 yılında yine 000,-TL miktarında para yatırdığı, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya yönelik hain darbe girişimi öncesi 2015 yılında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından yönetilen Osmanbey kolejinin bağlı bulunduğu [K.] Eğitim Kurumları A.Ş ile ilgili olarak yürütülen terör örgütü üyeliği soruşturmasında haklarında kovuşturma bulunan sanıklar [S.], [Ç.], [], [N.], [R.Ö.], [A.R.K.] ve [A.A.nın] avukatlığını yaptığı, mevcut soruşturma dosyasında ifadesi bulunanların ifadelerinde geçtiği gibi sanığın düzenli olarak örgütsel toplantılara katıldığı, buna ilişkin olarak etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan [E.Ç.nin] sanıkla ilgili olarak '17/25 aralıktan sonra sanık Hüseyin Şükrü Ölmez'in de dahil olduğu kişilerin sohbet adı altında bir araya geldiklerini, bu toplantılarda örgüt adına himmet toplandığını', [Y.A.Ç.] isimli şahsın 'sohbetlerde sanığı da gördüğünü', [Y.B.nin] 'kendisinin cemaatin mütevelli heyetinde yer aldığını, sanık Hüseyin'in de kendisinin katıldığı sohbet grubunda yer aldığını ve mütevelli heyetinin içinde bulunduğunu', [A.G.] ve [S.nin] ise 'sanıkla birlikte sohbetlere katılırdık' şeklinde beyanları bulunduğu, böylece tüm dosya kapsamı dikkate alınarak, sanığın, örgüt içerisindeki konumu, kaldığı süre, örgütün yapısı ve faaliyetleri ile ilgili olarak örgüt içerisinde kaldığı ..." Karara karşı başvurucu tarafından temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine (Kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesi 22/1/2020 tarihinde hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, Ceza Dairesinin kararından sonra dosyası temyiz aşamasında iken25/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu ayrıca nihai hükmü 10/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra 1/7/2020 tarihinde 2020/21956 numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, incelenen başvuru yönünden tanık sorgulama hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 2020/21956 numaralı başvuruda ise başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23403 | Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların sanık tarafından sorgulanmasına/sorgulatılmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluk süresinin makul olmaması, tutukluluğun devamına ilişkin karar gerekçelerinin yetersiz olması, serbest bırakılma için başvurabilecek etkili bir hukuk yolunun bulunmaması ve tahliye dışında mağduriyeti giderecek bir usul bulunmaması nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 17/3/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/1955 sayılı soruşturması kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 30/4/2009 tarihli ve 2009/51 sorgu sayılı kararında “suçun vasıf ve mahiyeti, toplanan delil durumu, şüphelinin atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve suçun CMK 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması” gerekçe gösterilerek tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 15/9/2009 tarihli, E.2009/923, 2008/1955 Soruşturma sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında “Silahlı terör örgütüne üye olma, Resmi belgede sahtecilik, Korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda patlayıcı madde kullanma, Mala zarar verme, Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, Tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya merminin satın alınması, taşınması, bulundurulması” suçlamalarından kamu davası açılmıştır. Söz konusu iddianamede başvurucuyla birlikte on yedi şüpheli ile otuz mağdur ve müşteki bulunmaktadır. Başvurucunun “Devrimci Karargâh Örgütü” üyesi olduğuna dair bilgilerle örgüt adına işlediği suçlar iddianamede ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır:“…07/08/2008 günü saat 20 sıralarında Üsküdar İlçesi Belediye Ek-Hizmet Binası arkasından Selimiye Kışlası istikametine doğru Karacaahmet Mezarlığı içerisinde kurulmuş olan bir düzenek vasıtasıyla 60’lık havan mermileri ile yapılan saldırı sonrasında Üsküdar Belediyesi Ek Hizmet Binasının alt tarafında bulunan ve konteynırlı çöp kamyonlarının bulunduğu alanda hasar meydana gelmiş, belediye çalışanları ve vatandaşların da aralarında bulunduğu (4) kişi tedavileri hastanede ayakta yapılacak şekilde hafif olarak yaralanmışlardır. Olaya müteakip çevrede uzman ekiplerce yapılan ilk incelemede Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı 7 nolu adada bulunan Tanyeli aile mezarlığı üzerinde kurulan 1 adet basit el yapımı düzeneğin havan rampası olarak kullanılarak havan mermilerinin ateşlendiği (…) Eylem "www.devrimcikarargah.com" adlı internet sitesinde DEVRİMCİ KARARGÂH ismiyle üstlenilmiş, örgütün yayınladığı 1 nolu bildiride; “Devrimci Karargâh’a bağlı Şehit Ongan Müfrezesi TC ordusunun Ordu karargâhına yönelik bir havan saldırısı girişiminde bulunmuştur. Savaşçılarımız üslerine dönmüşlerdir. Eylemle ilgili olarak devrimci kamuoyu daha sonra ayrıntılı olarak aydınlatılacaktır.” şeklinde açıklamada bulunulmuştur.Üstlenme metninde eylemi gerçekleştirenlerin "Devrimci Karargah’a bağlı Şehit Ongan Müfrezesi” olarak üstlenilmesi üzerine yapılan çalışmalarda “ONGAN” isimli kişinin B. R. O. olduğu, şahsın Hikmet KIVILCIMLI’nın görüşlerini benimseyen 16 Haziran Hareketi örgütü mensubu olduğu, geçmişte yayınlanan Vardiya dergisinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğünü yaptığı ve 23/01/1990 tarihinde İstanbul İMKB binasına bomba koyarken öldüğü tespit edilmiştir.Olay yerinden elde edilen materyaller üzerinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK’nun maddesi ile yetikili) 08/08/2008 tarih ve soruşturma no:2008/1955, Tek.Tak.No: 2008/1290 sayılı İnceleme ve El Koyma Kararlarına istinaden; Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünce yapılan incelemeler sonucunda düzenlenen 09/08/2008 tarih ve 2008/567 sayılı yazıları ekinde gönderilen ekspertiz raporlarında, geçmiş dönemlerden parmak izi arşiv bilgileri bulunan;(...) Olay yerinden elde edilen dokümanlar üzerinde devam eden parmak izi incelemesinde; 12/08/2008 tarihli ekspertiz raporunda geçmiş dönemlerden arşiv bilgisi bulunan; …. şüpheli Özgür DİNÇER isimli şahsın SAĞ EL BAŞ parmak izinin de tespit edildiği belirlenmiştir.07/08/2008 günü saat 09:20 sıralarında Üsküdar İlçesi Belediye Ek-Hizmet Binası arkasında meydana gelen patlamaya ilişkin; olay yerine giden görevlilerce yapılan tespitlerce suça konu patlamanın Karacaahmet Mezarlığı içerisine kurulmuş bir düzenek vasıtasıyla 4 adet 60’lık havan mermisinin Üsküdar Belediyesinin arka kısmında bulunan belediyeye ait çöp kamyonlarının bulunduğu alana isabet etmesi neticesinde meydana geldiği, patlamada mağdurlar S. , Y.Y. ve Ş. K.’nin basit şekilde yaralanmış olduğu, ayrıca patlama sırasında Üsküdar Belediyesine ait 34 EY 4993, 34 EY 4992, 34 FH 1862 ve 34 FS 0181 plaka sayılı otolar ile Ek-hizmet binasının harita ofis odası duvarı ve camlarının hasar gördüğü ve yine şikayetçiler A. Ö.y’e ait …, N. A.’ya ait …, T. A’ya ait … ve H. T.’ye ait …. plaka sayılı otoların zarar görmüş oldukları belirlenmiştir. Parmak izleri elde edilen şüphelilerin yapılan arşiv tetkiklerinde;(…) Şüpheli Özgür DİNCER isimli şahsın; Sosyalist İktidar Partisi (SİP) içerisinde faaliyet yürüttüğü, bir çok defa izinsiz gösteriye katılmaktan hakkında işlem yapıldığı tespit edilmiş (…) Şüphelilerin yakalanmalarına yönelik çalışmalar devam ederken, 23/08/2008 günü saat 30 sıralarında Üsküdar Selimiye Mahallesi Dr. Eyüp Aksoy Caddesi üzerinde bulunan Karacaahmet Mezarlığı içerisindeki 1 nolu ada ve 4 nolu ada içerisinde kimliği meçhul şahıs veya şahıslar tarafından bırakılan 2 adet şüpheli paketin bulunduğunun bildirilmesi üzerine; olay yerine intikal eden uzman görevlilerce 1 nolu ada içerisinde bulunan ve üzerinde “Operatör Doktor Nüzhet Çevik Ailesi” yazılı aile mezarlığının üzerinde şüpheli paketin görüldüğü, şüpheli paketin fünye ile patlatıldığı ve üzerinde “TREND” ibaresi yazılı termos içerisinde parça ve basınç etkili bomba bulunduğu ve patlamasına 22 dakika kala etkisiz hale getirildiğinin belirlendiği anlaşılmış olup, 4 nolu adada bulunan şüpheli paketin fünye ile patlatıldığında içerisinden herhangi bir patlayıcı maddenin olmadığı anlaşılmış ve olay yerinde 1 adet bez atlet bulunarak muhafaza altına alınmıştır. Üsküdar Sulh Ceza Mahkemesinin 24/08/2008 tarih ve 2008/1411 İş sayılı kararları ile elde edilen materyaller üzerinde inceleme yapılması amacıyla el konulmasına ve Üsküdar Sulh Ceza Mahkemesinin 24/08/2008 tarih ve 2008/1412 İş sayılı kararı ile materyaller üzerinde moleküler genetik inceleme yapılmasına dair karar alınmasına istinaden yapılan araştırmalar sonucunda; Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünün 27/08/2008 tarih ve (91246)/2203 sayılı yazılarında olay yerinden elde edilen materyaller üzerinde yapılan incelemede şüpheli F. A. isimli şahsın SAĞ EL İŞARET parmak izinin bulunduğu belirlenmiştir. Her ne kadar mevcut materyallerde sadece şüpheli F. A.’nın parmak izi çıkmış olsa da örgüt mensupları müfreze olarak faaliyet yürüttüklerinden şüpheli C B. ile şüpheli Özgür DİNÇER’in de bu eylemde birlikte oldukları değerlendirilmiştir.” Soruşturma kapsamında yapılan aramada başvurucu ile ilgili ele geçirilen deliller iddianamede şöyle belirtilmiştir:“…Şüpheli Özgür DİNÇER’in: (Sivas ili Kangal ilçesi Dereköy nüfusuna kayıtlı, Nurettin-Şemsi oğlu Üsküdar 1976 doğumlu), aslen İzmir Balçova İlçesi Fevziçakmak nüfusuna kayıtlı, Rıza-Müzeyyen oğlu, Eskişehir 1980 doğumlu S. G.A. ile birlikte kaldıkları, Üsküdar ilçesi Selami Ali Mahallesi Güner Sokak Murat Apartmanı No: 52 sayılı adreste yapılan aramada; görevli memurlara kapıyı Süleyman Gürkan ANIL’ın açtığı, yapılan arama sırasında, girişe göre soldaki ikinci odada kimliğini İstanbul Esenler Habiller mahallesi nüfusuna kayıtlı Selehattin-Emine oğlu, 1979 Bakırköy doğumlu Yahya DEMİRYAY olarak beyan eden ancak görevli memurlarca daha önceden Özgür DİNÇER olarak bilinen bu şahıs S. G. A. ile birlikte yakalanmış olup, adreste yapılan aramada;-(1) adet üzerinde Özgür DİNCER’in fotoğrafı bulunan, Yahya DEMİRYAY adına tanzim edilmiş sahte kimlik, -(1) adet üzerinde Özgür DİNCER’in fotoğrafı bulunan, Murat GÜNEYPINAR adına tanzim edilmiş sahte kimlik,-(1) adet üzerinde Özgür DİNÇER’in fotoğrafı bulunan Yahya DEMİRYAY adına tanzim edilmiş SSK kartı, -(1) adet Dell marka dizüstü bilgisayar,(1) adet Lacie marka harici harddisk, (1) adet Kingston marka 512 MB’lık hafıza kartı, (1) adet Kingston marka 1 GB’lık flash disk, (69) adet CD, (2) adet DV ve VHS kaset,” Yapılan aramada ele geçirilen mektup ve bu mektupla ilgili değerlendirme iddianamede “…01/12/2008 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi İl Başkanlığı girişine bomba konulması olayı ile ilgili olarak aranmakta olan şüpheli Özgür DİNÇER’in ikamet adresi olarak belirlenen Kartal İlçesi Petroliş mahallesi Emek sokak Deniz Apartmanı No:14/4 sayılı adreste yapılan aramada ele geçirilen ve ailesi tarafından Özgür DİNÇER’in göndermiş olduğu belirtilen 2 sayfadan ibaret el yazısı mektubun incelenmesinde; şüpheli Özgür DİNÇER’in “kendisinin yurt dışında 3000 kişinin bulunduğu bir kampta olduğunu, telefon etme olanağının bulunmadığını, bulunduğu yerde daha çok Cezayir ve Fas’lı mültecilerin olduğunu, hakkındaki davaların ve askerlik problemlerinden dolayı Türkiye’ye dönmeyeceğini, kampta İzmir’den gelen ölüm orucu direnişçisi 2 arkadaşının daha bulunduğunu beyan etmiş olduğu, bu durumun şüphelinin yurt dışındaki terör kamplarında eğitim aldığı iddiasını doğruladığı değerlendirilmiştir.” şeklinde belirtilmiştir. İddianamede “Devrimci Karargâh Örgütü” hakkında yapılan değerlendirmeler ise şu şekildedir: “…Örgüt mensuplarının kullandıkları Fatih İlçesindeki örgüt evinde yapılan aramada ele geçirilen yırtılmış küçük not kâğıtlarının birleştirilmesi sonucunda çıkan yazılarda, genellikle kimya, tarım, gübre alanlarında faaliyet gösteren firma ve iş yerlerine ait isim adres ve telefonların bulunduğu belirlenmiş olup bu durumların birlikte değerlendirilmesinde; şüpheliler B., F. A. ve Özgür DİNÇER’in suça konu olaylar ile doğrudan irtibatlı olarak DEVRİMCİ KARARGAH terör örgütü ile birlikte hareket ettikleri kanaatine varılmıştır. 07/08/2008 günü Üsküdar İlçesi, Karacaahmet mezarlığından yapılan havanlı saldırı olayının www.devrimcikarargah.com adlı internet sitesine yayınlanan 1 nolu bildiride ve 25/08/2008 tarihinde yayınlanan 2 nolu bildiride havanlı saldırı olayı üstlenilmiş olup, 1 nolu bildiride “Devrimci Karargah’a bağlı Şehit Ongan Müfrezesi TC ordusunun Ordu karargahına yönelik bir havan saldırısı girişiminde bulunmuştur. Savaşçılarımız üslerine dönmüşlerdir. Eylemle ilgili olarak devrimci kamuoyu daha sonra ayrıntılı olarak aydınlatılacaktır.” denildiği, Yine 01/12/2008 günü Beyoğlu Sütlüce semtinde bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul İl Başkanlığı girişinde kurye vasıtasıyla olarak gönderilen bombanın patlaması eylemine ilişkin aynı internet sitesinde 4 nolu bildiri başlığı altında “ Türkiye Proletaryasına ve emekçi halklarına duyurulur, DEVRİMCİ KARARGAH’a bağlı bir savaşçı grubumuz AKP İstanbul İl Merkezine yönelik bir sabotaj eylemi düzenlemiştir” şeklinde üstlenildiği ve yine 12/01/2009 günü Ortaköy POZİTİF BANK önünde meydana gelen patlamanın www.devrimcikarargah.com isimli sitesinin 5 nolu bildirisinde üstlenilmiştir.Yine 27/04/2009 tarihli DEVRİMCİ KARARGAH örgütüne yönelik yapılan operasyonlarda Kadıköy İlçesi Bostancı Mahallesi Emanet Sokak Pınar Apartmanı No:5/3’te bulunan örgüt evinde meydana gelen çatışmada öldürülen örgüt mensubu Orhan YILMAZKAYA’nın PKK/KONGRA-GEL terör örgütü eğitim kamplarındaki silahlı eğitim aldığına ilişkin değişik video görüntülerinin de DEVRİMCİ KARARGAH bildirisi olarak internet sitelerinde yayınlandığı, Operasyonlar neticesinde yakalanan şüphelilerden F. A.’nın soruşturma aşamasında susma hakkını kullandığı ancak Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde gözaltında tutulduğu süre içerisinde görevli memurlar ile yapmış olduğu mülakatlara ilişkin SOL-2 Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce tutulan 29/04/2009 tarihli mülakata ilişkin tutanakta şüpheli F. A.’nın;...askerlik yapmadığını, yoklama kaçağı durumunda olduğunu, halkla ilişkiler bölümünde okuduğunu, 1999-2000 yılında yazılama suçundan 1 ay kadar ceza evinde yattığını, DEVRİMCİ KARARGAH terör örgütü içerisinde faaliyet gösterirken askeri ve siyasi eğitim almak için 2005 yılında Kuzey Irak’a gittiğini, örgüt içerisinde kendisinin Deniz (K) ismini, maktul/şüpheli Orhan Yılmazkaya’nın Hamdi (K) ismini, şüpheli B.’nin Kenan (K) ismini ve şüpheli Özgür DİNÇER’in de Ercan (K) ismini kullandığını, PKK/KONGRA-GEL terör örgütü kamplarında askeri eğitim gördüklerini, sorumlularının maktul/şüpheli Orhan YILMAZKAYA olduğunu, 2007 yılında Van’dan geçerek İstanbul’a döndüğünü, Fatih’te dükken kiraladıklarını, buraya Çağrı reklam tabelasını astıklarını ve burada bir müddet kaldıklarını, kirası fazla geldiği için daha sonra burayı boşalttıklarını, Fatih’ten ayrıldıktan sonra Nurtepe’de Mavi Cafe’de çalışmaya başladığını, bunun dışında elektrik işlerini de yaptığını, Sütlüce’deki Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul İl binasının bombalanmasında kendisinin bombayı hazırladığını, bomba yapımında gübre ve A4 patlayıcı kullandığını, Fatih’te bulanan hücre evinde saat ayarlı bombayı hazırladığını, karton kutunun içine koyduğunu, içinde bomba bulunan kutuyu bir poşete koyarak Kenan (K) isimli şüpheli Cemal BOZKURT’a verdiğini, bombanın saat hesaplarını şüpheli Cemal BOZKURT’un yaptığını, Selimiye Kışlasına yapılan saldırıdaki havan mermisini Fatih’teki evde bir plastik siyah poşete koyarak halk otobüsü ile Ercan (K) şüpheli Özgür DİNÇER’in Kadıköy’e kadar götürdüğünü, Kadıköy civarında buluştuklarını, kendisi ve şüpheli B.’nin şüpheli Özgür DİNÇER tarafından getirilen havan mermisine kırmızı Honda marka motosiklet ile mezarlığa götürdüklerini, motosikleti mezarlığın dışında bıraktıklarını, Kenan (K) şüpheli B. ile birlikte havanı kurduklarını, hedeflerinin Selimiye Ordu olduğunu, kışlaya doğru 4 adet havan attıklarını, 2 tanesinin Selimiye Kışlasına ve 2 tanesinin de Belediye tesisine düştüğünü, kendilerinin de motosiklet ile hızla oradan uzaklaştıklarını, Kadıköy civarına geldiklerinde şüpheli B’nin ayrıldığını, kendisinin de Fenerbahçe stadı yakınlarında ara sokakların birinde Honda marka motosikleti terk ederek uzaklaştıklarını, motosikletin anahtarını çöpe attığını, ruhsatını ise yaktığını, plakasını hatırlamadığını, Honda marka motosikleti internet üzerinden 500 TL’ye satın aldığını, Nurtepe’de ki kaldığı eve gittiğini, arama sırasında evde elde edilen 4 silahtan 2’sinin el yapımı olduğunu, bu silahları kendisine Hamdi (K) isimli maktul/şüpheli Orhan YILMAZKAYA’nın getirdiğini, evinde yapılan aramada ele geçirilen diğer patlayıcıların da maktul/şüpheli Orhan YILMAZKAYA’nın kendisine getirdiğini, maktul/şüpheli Orhan YILMAZKAYA’nın bu eve zaman zaman geldiğini, evdeki silahların kendisinde 2 yıldan beri bulunduğunu, herhangi bir olayda kullanmadığını, silahların önceki akıbetlerini bilmediğini beyan etmiş olduğu, 24/07/2007 tarihinde Şırnak İli Habur kapısında güvenlik görevlilerine teslim olan S. (K) K.nın ifadesinde belirtmiş olduğu “2006 yılı Ağustos ayı sonlarında Gare alanında Cıra Taburunda faaliyet gösterdiği sırada, Gara bölgesinden Karadeniz bölgesine gitmek için Türk soluna mensup 6 kişilik terör örgütü mensubunun Suriye üzerinden Amanoslar bölgesine hareket ettiğinin, yaklaşık bir ay sonra geriye döndüklerini, Zap bölgesinde Şikefta Birindare tepesinin yamaçlarında eğitim gördüklerini, PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün silah ve eğitim yönünden bu örgüte destek verdiklerinin, bu örgüt mensuplarının barındığı yerde üzerinde KIVILCIM yazan bezler bulunduğunu” beyan ettiği, internet sitesinin incelenmesi ve ifadelerin birbirleri ile örtüştüğü değerlendirilmiştir.” Başvurucunun Genel Bilgi Toplama (GBT) sorgulamasında “kayıp şahıs olarak Kartal İlçe Emniyet Müdürlüğünce (1) adet ARANIYOR.” kaydı bulunmaktadır. Başvurucu hakkında iddianamede yer alan suçlamalar şu şekildedir:“A) Şüphelinin DEVRİMCİ KARARGÂH terör örgütü üyesi olarak işlemiş olduğu eylemlerin niteliği ve örgütün amacı da dikkate alındığında devletin birliğine ve ülke bütünlüğünü bozmak suçu oluşturduğundan 5237 sayılı TCK’nun 302/1-2, 3713 sayılı TMK’nun maddesi,B) Şüphelinin DEVRİMCİ KARARGAH terör örgütü üyesi olmak suçu nedeniyle 5237 sayılı TCK’nun 314/2, 3713 sayılı TMK’nun 5 maddesi,C) 07/08/2008 tarihli Karacaahmet Mezarlığından Ordu Karargahına yönelik havanlı saldırı eylemleri nedeniyle;a) Olayda kullanılan havan ve mermilerin taşımak ve bulundurmak suçundan 6136 sayılı yasanın 13/2 ve Ek maddesi ile 3713 sayılı maddenin 5 maddeleri,b) Aynı olayda Belediye’ye ait araç ve binaların zarar görmesi nedeniyle kamu malına zarar verildiğinden 5237 sayılı TCK’nun 152/1-a, 152/2-a, 3713 sayılı TMK’nun maddeleri,c) Aynı olayda şikâyetçiler Ayhan ÖZER, Necati ALTUNAY, Temel AYDIN ve Hüseyin TUNCER’e ait araçların zarar görmesi nedeniyle 5237 sayılı TCK’nun 152/2-a, 151/1-a ve 3713 sayılı TMK’nun 5 maddelerinin ayrı ayrı 4 kez uygulanmak suretiyle, d) Aynı olayda kullanılan patlayıcının korku ve panik yaratacak şekilde patlaması olayı nedeniyle 5237 sayılı TCK’nun 170/1-c ve 3713 sayılı TMK’nun 5 maddeleri uyarınca,D) 23/08/2008 günü Üsküdar Karacaahmet mezarlığı içerisindeki bulunan 1 nolu ada içerisindeki mezarlığa termos tipi bomba bırakılması eylemi nedeniyle 174/1-2 ve 3713 sayılı TMK’nun 5 maddeleri uyarınca,E) 01/12/2008 günü Beyoğlu Sütlüce Semtinde bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi İl binasına gönderilen paket bombanın patlaması olayına ilişkin bombanın Fatih’de ki hücre evinde şüpheli Fatih AYDIN, Cemal BOZKURT ve Özgür DİNÇER tarafından hazırlandığı değerlendirildiğinden;a) Suça konu bombanın şüpheli tarafından hazırlandığından eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nun 174-1-2, 3713 sayılı TMK’nun 5 maddeleri uyarınca,b) Patlamada polis memuru Hüsnü UYAN’ın ölümü nedeniyle 5237 sayılı TCK’nun 82/1-c, 3713 sayılı TMK’nun 5 maddeleri uyarınca,c) Patlama neticesinde mağdur şikayetçiler Cahit AYTEN, Cem GÜNGÖR, Deniz BÖLÜKBAŞI, Okan BUCAK, Kemal UZUNAKSOY, Filiz ÇARKO, Sinan YILDIRIM, Hasan TURHAN, Gürkan TÜLEK ve Tuğba AKÇA’nın değişik yerlerinden yaralandıkları ve patlamanın öldürme kastıyla işlenmesi nazara alındığında 5237 sayılı TCK’nun 35/1 maddesi delaletiyle 5237 sayılı TCK’nun 82/1-c, 3713 sayılı TMK’nun 5 maddeleri uyarınca ayrı ayrı 10 kez uygulanmak suretiyle,d) Patlama sonucu binada meydana gelen zararlar nedeniyle 5237 sayılı TCK’nun 152/1-a, 151/1, 3713 sayılı TMK’nun 5 maddeleri uyarınca,F) Şüphelinin sahte kimlik ile yakalanması ve birden fazla sahte kimlik bulundurması eylemleri ile ilgili 5237 sayılı TCK’nun 43 maddesi delaletiyle TCK’nun 204/1-3 ve 3713 sayılı TMK’nun 5 maddeleri uyarınca,ve TCK’nun 53, 54, 58 ve maddelerinin uygulanması suretiyle ayrı ayrı cezalandırılmalarına.” İddianamenin değerlendirme kısmında şu ifadeler yer almıştır:“ 07/08/2008 günü saat 20 sıralarında Üsküdar İlçesi Belediye Ek Hizmet Binası arkasından Selimiye Kışlası istikametine doğru Karacaahmet mezarlığı içerisinde kurulmuş olan bir düzenek vasıtasıyla 60’lık havan mermileri ile yapılan saldırı sonrasında Üsküdar Belediyesi Ek Hizmet Binasının alt tarafında bulunan ve konteynırlı çöp kamyonlarının bulunduğu alanda hasar meydana gelmiş, belediye çalışanları ve vatandaşların da aralarında bulunduğu (4) kişi tedavileri hastanede ayakta yapılacak şekilde hafif olarak yaralanmışlar, olaya müteakip çevrede uzman ekiplerce yapılan ilk incelemede Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı nolu adada bulunan Tanyeli aile mezarlığı üzerinde kurulan (1) adet basit el yapımı düzeneğin havan rampası olarak kullanılarak havan mermilerinin ateşlendiği anlaşılmıştır. İnternet’ten eylemin “Devrimci Karargah’a bağlı Şehit Ongan Müfrezesi” olarak üstlenilmesi üzerine yapılan çalışmalarda “ONGAN” isimli kişinin Bülent Ramazan ONGAN olduğu, şahsın Hikmet KIVILCIMLI’nın görüşlerini benimseyen 16 Haziran Hareketi örgütü mensubu olup, geçmişte yayınlanan “Vardiya” dergisinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğünü yaptığı ve 23/01/1990 tarihinde İstanbul İMKB binasına bomba koyarken öldüğü belirlenmiştir. Olay yerinden elde edilen materyaller üzerinde yapılan incelemelerde; (…) Sivas ili Kangal ilçesi Dereköy nüfusuna kayıtlı, Nurettin-Şemsi oğlu Üsküdar 1976 doğumlu şüpheli Özgür DİNCER isimli şahısların parmak izleri tespit edilmiştir. Şüphelilerin yakalanmalarına yönelik çalışmalar devam ederken, 23/08/2008 günü saat 30 sıralarında Üsküdar Selimiye Mahallesi Dr. Eyüp Aksoy Caddesi üzerinde bulunan Karacaahmet Mezarlığı içerisinde bulunan (1) nolu ada ve (4) nolu ada içerisinde kimliği meçhul şahıs veya şahıslar tarafından bırakılan (2) adet şüpheli paketin bulunduğunun bildirilmesi üzerine olay yerine intikal eden uzman görevliler (1) nolu ada içerisinde bulunan üzerinde “Operatör Doktor Nüzhet Çevik Ailesi” yazılı aile mezarlığının üzerinde bulunan şüpheli paketi fünye ile patlatmışlar, üzerinde “TREND” ibaresi yazılı termos içerisinde parça ve basınç etkili, zaman ayarlı bomba patlamasına (22) dakika kala etkisiz hale getirilmiş, nolu adada bulunan şüpheli pakette fünye ile patlatıldığında içersinden herhangi bir patlayıcı olmadığı anlaşılmış, (1) adet bez atlet elde edilmiş, materyaller üzerinde yapılan incelemelerde şüpheli Fatih AYDIN’ın isimli şahsın SAĞ EL İŞARET parmak izi tespit edilmiştir. 01/12/2008 günü saat 14:45 sıralarında Beyoğlu Sütlüce semtinde bulunan AK PARTİ İstanbul İl binasının girişinde kurye şüpheli İbrahim ŞİMŞİK tarafından getirilen bombanın patlaması neticesinde (5) Polis Memuru ile (7) vatandaş yaralanmış, eylem örgütün www.devrimcikarargah.com adlı internet sitesinde (4) nolu bildiri başlığı altında üstlenilmiş olduğu, patlama sonucu ağır yaralanan Polis Memuru Hüsnü UYAN ise tedavi gördüğü Okmeydanı SSK hastanesinde 29/12/2008 günü Şehit olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca, 12/01/2009 günü saat 30 sıralarında Beşiktaş ilçesi Konaklar mahallesinde bulunan “Bank Pozitif” isimli bankanın girişine bırakılan bombanın patlaması sonucu bankada ve banka önünde park halinde bulunan araçlarda maddi hasar meydana gelmiş, eylem DEVRİMCİ KARARGAH örgütü tarafından internetteki sitelerinde üstlenilmiştir. Şüpheli B.’den elde edilen telefon numaralarının incelenmesi sonucunda A. K. isimli şahsa ulaşılmış, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce A. K.’dan alınan beyanlarında; şahsın Fatih ilçesi Kocadede mahallesinde bir dükkânını 2008 yılı temmuz aylarında Yahya DEMİRAY isimli şahsa kiraya verdiği, kiralayanların reklam işleri yaptıkları, kiracısı Yahya DEMİRAY’ın gerçek kimliğinin şüpheli Özgür DİNÇER olduğu, bu şahsın kendisine tanıştırdığı Özcan… isimli kişinin şüpheli B. ismini hatırlayamadığı kişinin de gerçek kimliğinin şüpheli F. A. olduğu tespit edildiği, şüpheli maktul/şüpheli Orhan YILMAZKAYA’yı da dükkanda gördüğü kişi olarak teşhis ettiği, Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünce boş dükkan içerisinde yapılan çalışmalarda da şüpheliler Özgür DİNÇER, F. A., B.’nin parmak izlerinin tespit edildiği belirlenmiştir. Gerçekleştirilen bu eylemlere müteakip yapılan çalışmalar sonucunda tespit edilen örgüt mensuplarının yakalanmalarına yönelik olarak 27/04/2009 tarihinde İstanbul İlinde eş zamanlı olarak gerçekleştirilen operasyonlarda Kadıköy ilçesi Bostancı Mahallesi Emanet sokak Pınar Apartmanı No: 5/3 sayılı örgüt evinde çatışma çıkmış, maktul/şüpheli Orhan YILMAZKAYA isimli örgüt mensubu ölü olarak ele geçirilmiş, (1) Emniyet Amiri Şehit olmuş, yoldan geçmekte olan bir vatandaş hayatını kaybetmiş, (8) polis memuru ile (2) vatandaş yaralanmıştır. Yukarıda açıklandığı üzere belirtilen eylemlerin DEVRİMCİ KARARGAH terör örgütü tarafından gerçekleştirildiği ve bu eylemlerde bizzat şüpheliler F. A., B., Özgür DİNÇER ve O. Y.’nin eylemlere katılmış oldukları belirlenmiştir.” İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 30/9/2009 tarihli ve E. 2009/213 sayılı tensip ara kararında başvurucunun “suçu işlediğine dair haklarında kuvvetli suç şüphesini gösteren bulguların varlığı, kaçma şüphesi, suçun yasal yaptırımı, suçun CMK'nun 100/ fıkrada belirtilen suçlardan olması” nedeniyle tutukluluğun devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 23/2/2010 tarihli birinci duruşmasında “…üzerlerine atılı suçun yasal yaptırımı, kuvvetle suç şüphesinin devam ettiğini gösterir mevcut bulgular dikkate alınarak tutukluluk hallerinin devamına, koşullar oluşmadığından CMK maddesi kapsamında koruma tedbirinin uygulanmasına yer olmadığı” gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 12/4/2011 tarihli dördüncü duruşmasında başvurucunun “…üzerlerine atılı suçun yasal yaptırımı, kuvvetle suç şüphesinin devam ettiğini gösterir mevcut bulgular, dikkate alınarak tutukluluk hallerinin devamına, koşullar oluşmadığından CMK maddesi kapsamında koruma tedbirinin uygulanmasına yer olmadığı” gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 30/4/2012 tarihli on ikinci duruşmasında başvurucunun tahliye talebi “…üzerlerine atılı suçları işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların olması, sanıkların üzerlerine atılı suçun CMK. 100/3 de sayılan katalog suçlardan olması, yine bu suçlar için Ceza Yasasında belirtilen cezanın üst sınırı göz önüne alındığında CMK maddesi kapsamında koruma tedbirinin uygulanmasının yeterli olmayacağı” gerekçesiyle reddedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2012 tarihli on altıncı duruşmasında “…isnat olunan suçların mahiyetine, sanıkların bir kısmının birden fazla suçtan tutuklu olması ve bu suçlara dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren olgular, Yasada gösterilen olası cezaların sınırlarına, sanıklara isnat edilen suçların 5271 sayılı CMK.'nun 100/ maddesinde gösterilen katalog suçlardan olmasına, soruşturma aşamasında ele geçirilen ve düzenlenen iddianamede gösterilen İddia, bir kısım sanık ikrarları, tüm dosya kapsamındaki, yakalama ve muhafaza altına alma tutanağı, olay, fiziki takip, arama yakalama ve el koyma tutanağı, ekspertiz raporu ve tüm dosya kapsamındaki deliller değerlendirildiğinde, mevcut olan bu delillerin sanıklar hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren bu olgu olarak kabul edilerek, bu durumun kuvvetli suç şüphesinin varlığının bu açıdan halen devam ediyor olmasına, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına ve gerekse 6352 sayılı Yasanın 96 ve devamı maddeleri ile değişik 5271 sayılı CMK.'nun 100 ve devamı maddeleri hükümlerine göre tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmamasına, sanıkların serbest kalması halinde kaçma şüphesinin sanıkların üzerine atılı suçların ağırlığına göre karine olarak kabul edilmesinde zorunluluk bulunmasına, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada sanık açısından yetersiz kalacağı ve T. Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca sanıklar hakkında daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının dava konusu açısından yetersiz kalacağı” gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2013 tarihli duruşmasında başvurucunun tahliye talebi “...isnat olunan suçların mahiyetine, sanıkların bir kısmının birden fazla suçtan tutuklu olması ve bu suçlara dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren olgular, Yasada gösterilen olası cezaların sınırlarına, sanıklara isnat edilen suçların 5271 sayılı CMK.'nun 100/ maddesinde gösterilen katalog suçlardan olmasına, soruşturma aşamasında ele geçirilen ve düzenlenen iddianamede gösterilen iddia, bir kısım sanık ikrarları, tüm dosya kapsamındaki, yakalama ve muhafaza altına alma tutanağı, olay, fiziki takip, arama yakalama ve el koyma tutanağı, ekspertiz raporu ve tüm dosya kapsamındaki deliller değerlendirildiğinde, mevcut olan bu delillerin sanıklar hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren bu olgu olarak kabul edilerek, bu durumun kuvvetli suç şüphesinin varlığının bu açıdan halen devam ediyor olmasına, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına ve gerekse 6352 sayılı Yasanın 96 ve devamı maddeleri ile değişik 5271 sayılı CMK.'nun 100 ve devamı maddeleri hükümlerine göre tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmamasına, sanıkların serbest kalması halinde kaçma şüphesinin sanıkların üzerine atılı suçların ağırlığına göre karine olarak kabul edilmesinde zorunluluk bulunmasına, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada sanık açısından yetersiz kalacağı ve T. Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca sanıklar hakkında daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının dava konusu açısından yetersiz kalacağı” gerekçesiyle reddedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli kararı ile başvurucunun “anayasal düzeni ortadan kaldırmaya, değiştirmeye ve fiilen bu düzenin uygulanmasını önlemeye teşebbüs” suçundan 26/9/2014 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası ve madde gereğince müebbet hapis cezası ile “ruhsatsız vahim nitelikte tam otomatik ve yarı otomatik silah taşımak” suçundan on iki yıl altı hapis ve adli para cezası ile, “kamu malına zarar vermek” suçundan beş yıl hapis cezası ile, “mala zarar verme” suçundan üç yıl dokuz ay hapis cezası ile, “resmî belgede sahtecilik suçundan” 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına; diğer suçlardan ise beraatına, “verilen ceza ve miktarları ile tutuklu kaldığı süre” göz önüne alınarak hükmen tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Kararın incelenmesinde Devrimci Karargâh Örgütü ana davasının İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/213 sayılı dava dosyası olduğu, bağlantıları bulunması nedeniyle aynı Mahkemenin E.2010/20 ve E.2011/243 sayılı dosyalarının bu dosya ile birleştirildiği ve birleşen dosyalarla birlikte söz konusu davada mağdur, müşteki ve katılan sayısının toplam kırk, şüpheli sayısının ise yetmiş beş olduğu anlaşılmıştır. İlk Derece Mahkemesinin kararı, başvurucunun hazır bulunduğu duruşmada başvurucuya tefhim edilmiştir. Başvurucu, etkili bir hukuk yolu bulunmadığı gerekçesiyle karara itiraz etmediğini beyan etmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli ve E.2009/213 sayılı mahkumiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 22/12/2014 tarihli ve E.2014/5464, K.2014/12447 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu 19/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/36 md.) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya veya Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.…” 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:… Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü Madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir.…(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6575 | Başvuru, tutukluluk süresinin makul olmaması, tutukluluğun devamına ilişkin karar gerekçelerinin yetersiz olması, serbest bırakılma için başvurabilecek etkili bir hukuk yolunun bulunmaması ve tahliye dışında mağduriyeti giderecek bir usul bulunmaması nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığı'na gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Marangoz olarak çalışan başvurucunun sol ikinci, üçüncü ve dördüncü parmakları 7/4/2012 tarihinde testereye çarparak kopmuştur. Olaydan hemen sonra saat 03'te Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Üniversite Hastanesi) giden başvurucuya ilk müdahalesi yapılarak yara yeri temizlenmiş, kopan parmaklar buz içine konularak İzmir'e sevki yönünde karar alınmıştır. (Başvurucunun beyanına göre sevk işlemi yapılmamış, kendisine nereye gitmesi gerektiği konusunda net bir cevap verilmemiştir.) Başvurucu, bu Üniversite Hastanesinden kendi imkânları ile ayrılarak saat 15'te Çanakkale Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi) gitmiş; (Başvurucunun beyanına göre Üniversite Hastanesi ambulans ile bu hastaneye sevk etmiştir.) ortopedi muayenesinde mikro cerrahi yapılamadığı için İzmir'e sevki önerilmiştir. Başvurucunun talebine karşın hava ambulansında gece görüş özelliği olmadığı belirtilerek hava yolu ile sevki sağlanamamıştır. Bunun üzerine başvurucu yine kendi imkânları ile saat 34'te İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine gitmiş, mikro cerrahi sırasının Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde olduğunun bildirilmesi üzerine 30'da bu hastaneye başvurmuştur. Anılan hastanede yapılan cerrahi operasyonun başarılı olmaması üzerine yeniden operasyon yapılarak parmakları alınmıştır. Başvurucunun parmaklarını kaybetmesi sonucunda Devlet Hastanesi tarafından%32 engelli olduğunu bildirir rapor düzenlendiği anlaşılmıştır. Başvurucu, 2/8/2013 tarihinde Sağlık Bakanlığı, Ege Üniversitesi Rektörlüğü ve Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörlüğü aleyhine İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açarak 000 TL manevi, 000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme, idarelerin olayda kusuru olup olmadığının belirlenmesi ile varsa kusur oranının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 12/6/2015 tarihli bilirkişi raporunda; başvurucuya Üniversite Hastanesi Acil Servisinde yaklaşık 1 saatlik zaman zarfında ilk müdahalesinin yapıldığı, ortopedi ve plastik cerrahi konsültasyonu istendiği ve ambulansla sevk kararı alındığı, yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Aynı raporda başvurucunun Devlet Hastanesine kendi inisiyatifi ile geldiği, acil serviste yaklaşık 15-20 dakikalık zaman içerisinde ortopedi konsültasyonunun yapıldığı, sevk kararı alındığı, buna karşın başvurucunun hastaneyi terk ettiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca Ege Üniversitesi tarafından yapılan işlemlerde tıp kurallarına aykırılık görülmediği tespitine de yer verilmiştir. Mahkeme 2/12/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen raporun hükme esas alındığı belirtilmiş ve bu rapora göre başvurucunun parmaklarını kaybetmesinde idarenin hizmet kusurunu gerekli kılacak koşulların bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, karara karşı temyiz yoluna müracaat etmiştir. Temyiz dilekçesinde; davalı idareler tarafından ambulans tahsis edilmediği, başvurucunun kendi rızası ile hastaneden ayrıldığı savunulmasına karşın bu iddianın dayanağı olacak belgelerin araştırılmadığı belirtilmiştir. Bunun yanında Üniversite Hastanesinde plastik cerrahi uzmanı bulunmaması ve ambulans helikopterde gece görüş özelliği olmamasının sonuca etkisinin tartışılmadığı ileri sürülmüştür. Bu karar, Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) tarafından ilk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek 4/5/2016 tarihinde oyçokluğu ile onanmıştır. Karşı oy görüşünde; olayın gerçekleştiği mahalde mikro cerrahi uzmanının bulunmaması, sağlık kurumları arasındaki koordinasyon eksikliği, sunulan sağlık hizmetlerinde aksaklık olması nedenleriyle idarelerin hizmet kusurunun bulunduğu ifade edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı karar düzeltme talebinde bulunmuş, talebi inceleyen Daire 22/11/2016 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını manevi tazminat talebinin reddi yönünden bozmuştur. Kararın gerekçesinde; hava ambulansının gece görüş özelliğinin bulunmaması nedeniyle yalnızca gündüz saatleri ile sınırlı olarak kullanılabilmesinin hizmet kusuru teşkil ettiği, bu nedenle başvurucunun manevi zararının tazmini gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme tarafından bozma kararına uyulmuş ve 13/1/2017 tarihli kararla başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmedilmiştir. Karar, Dairenin 24/5/2018 tarihli kararıyla onanmıştır. Davalı idarenin karar düzeltme istemi 19/2/2019 tarihli karar ile reddedilmiştir. Başvurucu 16/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/18143 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tam yargı davasının uzun süredir sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 19/7/2010 tarihinde açtığı tam yargı davası hâlen sonuçlanmamıştır. Başvurucu 8/8/2018 tarihinde makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24884 | Başvuru, tam yargı davasının uzun süredir sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sürekli işçi kadrosuna geçme talebinin reddine dair işleme karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesinde taşeron işçi olarak çalışmaktayken 20/11/2017 tarihli ve 696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (696 sayılı KHK) maddesiyle 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye (375 sayılı KHK) eklenen geçici maddesi kapsamında sürekli işçi kadrosuna atanmak için başvurmuştur. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurusu reddedilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 29/5/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; güvenlik soruşturmasının neden olumsuz olarak kabul edildiğinin açıklanmadığını, sicilinin temiz olduğunu, herhangi bir suç kaydının bulunmadığını ifade etmiştir. Tesis edilen işlemin haksız ve hukuka aykırı olduğunu vurgulayarak iptalini talep etmiştir. İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) 24/1/2019 tarihinde işlemin iptal edilmesine karar vermiştir. Kararda, başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak kabul edilmesi nedeninin örgüt faaliyetlerine katılma olarak bildirildiği ifade edildikten sonra bu beyanı destekleyecek nitelikte herhangi bir bilgi ya da belgenin sunulamadığı belirtilmiştir. Başvurucunun güvenlik soruşturmasını olumsuz olarak sonuçlandıracak bir mahkûmiyet kararı ya da terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatlı olduğuna dair somut bir bilgi ya da belgenin bulunmaması nedeniyle tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğu sonucuna vardığı söylenmiştir. Davalı idare 3/4/2019 tarihinde karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde; hakkında yapılan güvenlik soruşturması neticesinde başvurucunun atanmaya haiz olmadığının anlaşıldığı belirtilmiş, tesis edilen işlemin hukuka uygun olması nedeniyle davanın reddedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Başvurucu, istinaf başvuru dilekçesine karşı savunma yapmamıştır. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 26/9/2019 tarihinde istinaf talebini kabul etmiş ve kesin olarak davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olayda, davacı hakkında yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucu elde edilen bilgi ve belgelerin dava konusu işlemi tesis ederken davalı idarenin takdirine dayanak alınabilecek nitelikte olduğu sonucuna ulaşılmıştır.Bu durumda, davacı hakkında yapılan güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırmasındaki tespitler ve davacının yürütmekle görevli olduğu kamu hizmetinin mahiyeti dikkate alındığında; davalı idarenin davacıyı istihdam etmek konusunda çok yönlü değerlendirme hakkına sahip olmasının doğal sonucu olarak ve takdir yetkisi kapsamında, kamu hizmetinin güvenli ve sağlıklı yürütülmesinin gereği olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık, aksi yöndeki Mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmaktadır." Nihai karar başvurucuya 30/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 696 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.GEÇİCİ MADDE 23- 5018 sayılı Kanuna ekli (I), (II), (III) ve (IV) sayılı cetvellerde yer alan kamu idareleri (MİT Müsteşarlığı hariç) ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlar, bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (I) sayılı listede yer alan idarelerin merkez ve taşra teşkilatlarında; ödemeleri merkezi yönetim, sosyal güvenlik kurumu, fon, kefalet sandığı, yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı, gençlik hizmetleri ve spor il müdürlüğü bütçelerinden veya döner sermaye bütçelerinden, anılan liste kapsamındaki diğer idareler için ise kendi bütçelerinden karşılanan 4734 sayılı Kanun ve diğer mevzuattaki hükümler uyarınca personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alım sözleşmeleri kapsamında yükleniciler tarafından 4/12/2017 tarihi itibarıyla çalıştırılmakta olanlar;a) 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin (A) bendinin (1), (4), (5), (6), (7) ve (8) numaralı alt bentlerinde belirtilen şartları taşımak,...kaydıyla, bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on gün içinde idaresinin hizmet alım sözleşmesinin yapıldığı birimine, sürekli işçi kadrolarında istihdam edilmek üzere yazılı olarak başvurabilirler......" 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37867 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sürekli işçi kadrosuna geçme talebinin reddine dair işleme karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/784 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, telefonla görüşme gününün öğrenim gören çocuklarıyla görüşmeyi sağlayacak şekilde belirlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Ereğli/Konya T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucu; çocuklarının eğitim durumu nedeniyle haftalık telefonla görüşme gün ve saatinin hafta sonuna alınması için İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığına (Kurul) müracaat etmiştir. Başvurucunun talebi Kurul tarafından reddedilmiştir. Ret kararlarının gerekçesinde ceza infaz kurumunda kapasitenin üzerinde kişi barındırılması ve personel sayısının yetersizliği nedeniyle hafta sonu görüş yaptırılmasının güvenlik açısından riskli olacağı ifade edilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı infaz hâkimliğine yaptığı şikâyet Kurul kararındaki gerekçelere istinaden reddedilmiştir. Ret kararına karşı yapılan itiraz da reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 28/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 10/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvurucu 26/5/2022 tarihinde tahliye edilmiştir. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40211 | Başvuru, telefonla görüşme gününün öğrenim gören çocuklarıyla görüşmeyi sağlayacak şekilde belirlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, eser sahibi olduğu heykelin yıktırılması nedeniyle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 3/7/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1939 doğumlu olan başvurucu, Türkiye'de ve uluslararası camiada tanınmış bir sanatçıdır. Resim ve heykel alanlarında üniversite eğitimi alan başvurucu daha sonra Devlet bursuyla yurt dışında öğrenim görmüştür. Bir süre İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim üyesi olarak da görev yapan başvurucu 12 Eylül darbesinin ardından uzunca bir süre Almanya'da serbest sanatçı olarak çalışmıştır. 1990'lı yıllardan itibaren Türkiye'nin muhtelif yerlerinde eserleri görülmeye başlanan başvurucu, Türkiye'de ve yurt dışında verilen pek çok ödülün sahibidir. Başvuruya konu olaylar şu şekilde gelişmiştir: 2005 yılı Kasım ayı içinde Kars Belediye Meclisi, mülkiyeti Maliye Hazinesine ait olan bir tepeye "İnsanlık Anıtı" isimli bir heykel ve çevre düzenlemesi ile birlikte bir park yapılmasına karar vermiştir. 7/11/2005 tarihli meclis toplantısında "Ülkemizde ve Dünya'da bir daha savaşların olmaması ve kan dökülmemesi adına bir insanlık anıtının" yaptırılmasına karar verilmiştir. Belediye Meclis kararının ardından başvurucu ile sözleşme imzalanmıştır. Sözleşmede tarafların sorumluluklarına ilişkin birçok madde yer almıştır. Sözleşmenin ve maddeleri şöyledir:"3- İçerik/amaç: Kars'ın bulunduğu kültür coğrafyasının, Kafkasya-Anadolu hinterlandındaki gerginlikleri, düşmanlıkları, savaşları ve çatışmaları, bir barış ve dostluk düşüncesi etrafında ortadan kaldırmayı; barışa ilgiyi arttırmayı ve insanların yüreklerinde barış duygusunun kabarmasının ve beslenmesinin sağlanması; bunun için de insanların bir el uzatarak barışa çağrılması, heykelin temel amacıdır. 4- Yer/konum: Belediye ve heykeltıraş, yukarda içeriği ve amacı özetlenen heykel için; Kars Kalesinin karşısındaki tepenin üzerinde bulunan ve Kars çayı ile Kaleiçi mahallesine yukardan bakan; ayrıca tüm Kars kentini panoramik olarak gören; dolaysıyla kentin tüm kesimlerinden algılanabilen düzlüğü, heykelin yeri olarak belirlemişlerdir. Heykelin yerden yüksekliği, kaidesiyle birlikte yaklaşık olarak 30 metre yüksekliğinde tasarlanmaktadır." Belediye Meclis kararının ve sözleşmenin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu (Koruma Bölge Kurulu) 2/11/2006 tarihli kararıyla anıtın yapılacağı parselde bulunan bazı taşınmazları tescil etmiştir. Söz konusu karara göre, İkinci Dünya Savaşı sırasında yapılan makineli tüfek mevzileri ile alanda bulunan tonozlu yapı kültür varlığı özelliği taşımaktadır. Söz konusu kararda ayrıca, taşınmazda inşaatı devam eden heykelin yapımının durdurulmasına karar verilmiş; taşınmazda yapılacak her türlü uygulama için önceden Koruma Bölge Kurulundan izin alınması gerektiği hatırlatılmıştır. Kars Belediyesi anılan taşınmaz üzerinde heykel inşaatı konusunda gerekli iznin verilmesi için Koruma Bölge Kuruluna resmî başvuruda bulunmuştur. Koruma Bölge Kurulunun 23/12/2006 tarihli kararında, Belediyenin "anıt yapma talebinin, anıtın teması ile şehir ve kale ile alan peyzaj ilişkisi açısından uygun olduğuna; kurula sunulan projedeki anıtın yeri ve kaidesi dışında kalan çevre düzenlemesine ait önerilerin (ışıklandırma, zemin ilişkisi, teraslama, genel mekanlar, tarihi doku vb. açıdan) kesinleştirildiği uygulama projesinin" kurula gönderilmesi gerektiğine karar verilmiştir. Koruma Kurulunun 8/2/2007 tarihli kararıyla da Belediye Başkanlığı tarafından hazırlanan çevre düzeni projesi onaylanmıştır. Heykel, planına ve resmî izinlerine uygun olarak yaklaşık 30 metre yüksekliğinde, demir destekli betonarme olarak inşa edilmiştir. Dosya içeriğinden heykelin bitirilme tarihi tam olarak anlaşılamamaktadır. Kars Belediyesi 24/4/2008 tarihinde heykel inşaatının bulunduğu taşınmazın Belediyeye tahsisi veya satılması için Kars Millî Emlak Müdürlüğüne (Millî Emlak Müdürlüğü) başvuruda bulunmuştur. Millî Emlak Müdürlüğü 29/4/2008 tarihinde bu taleple ilgili olarak Kars Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünden görüş istemiştir. Bu istem üzerine Müdürlük uzmanları tarafından taşınmaz üzerinde yeniden incelemelerde bulunulmuştur. Bu incelemeler sonucunda Koruma Bölge Kurulu 10/9/2008 tarihinde 1021 ve 1022 numaralı iki ayrı karar almıştır. 1021 numaralı kararda başvuruya konu taşınmazla ilgili olarak; "... mülkiyeti Hazineye ait taşınmazın hafriyat çalışmalarında çıkan yeni bulgular ışığında 2863 sayılı yasa kapsamında tescilin devamına ...bu alan içerisinde hiçbir uygulamada bulunulamayacağına mevcut yapıların yıktırılması gerektiğine..." karar verilmiştir. 1022 sayılı kararda ise 1021 numaralı karara atıf yapılarak başvuruya konu heykelin inşa edildiği taşınmazın 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca satış ve tahsisinin mümkün olmadığına karar verilmiştir. Koruma Bölge Kurulu 14/11/2008 tarihli kararında, 10/9/2008 tarihinde alınan 1021 numaralı kararın geçerli olduğuna karar vermiştir. Koruma Kurulu 25/9/2009 tarihli kararında ise daha önce alınan 10/9/2008 tarihli 1021 ve 1022 sayılı kararlar ile 14/11/2008 tarihli 1110 sayılı kararların geçerli olduğuna, bu kararlara aykırı uygulamayı yapan ve yaptıranlar hakkında soruşturma açılması gerektiğine karar vermiştir. Koruma Bölge Kurulunun kararı üzerine İçişleri Bakanlığınca bir inceleme yaptırılmıştır. Yapılan inceleme sonucunda "insanlık anıtı ve çevre düzenlemesi inşaatının 'kurul kararlarına aykırılığından' söz edilemeyeceği" tespiti yapılmış; daha sonra heykelin yapılmasına ilişkin olarak hiç kimsenin hukuki bir sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır. İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının raporunda şu tespitlere yer verilmiştir."...Diğer yandan, Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 02/11/2006 tarihli ve 421 sayılı karanyla, Belediyenin İnsanlık Anıtı ve çevre Düzenlemesi inşaatını sürdürdüğü, 'Kars İli Merkez İlçe 790 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki bazı buluntuların kültür varlığı özelliği taşıması nedeniyle 2863 sayılı Yasa kapsamında korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmesinin' ardından Belediyenin sunduğu ve anılan Koruma Bölge Kurulunun 08/02/2007 tarihli ve 523 sayılı kararıyla onaylanan proje kapsamında gerçekleştirilen İnsanlık Anıtı ve çevre Düzenlemesi inşaatının 'Kurul Kararlarına aykınlığından' söz edilemeyeceği; zira yapılan inşai faaliyetin bahse konu Koruma Bölge Kurulunun 08/02/2007 tarihli ve 523 sayılı kararıyla onaylanan proje kapsamında yürütüldüğü; Kars Belediyesince 'İnsanlık Anıtı ve Çevre Düzenlemesi İşi'nin 13/06/2006 tarihinde ihale edilerek yapımına başlanıldığı; Koruma Bölge Kurulunun aynı alanla ilgili yıkıma ilişkin ve yasaklayıcı dört kararının ise daha sonraki tarihlerde alındığı; bu yöndeki ilk kararın 10/09/2008 tarihli olduğu; ayrıca, belirtilen kararların Kars Belediye Başkanlığına henüz tebliğ edilmediğinden hukuki geçerlilik kazanmadığı; bu itibarla, Kars Belediye Başkanlığınca yürütülen 'insanlık anıtı ve çevre düzenlemesi' işi bakımından Koruma Bölge Kurulu kararlarına aykırı bir uygulamanın bulunmadığı..." Bu arada Milli Emlak Müdürlüğü, 2/2/2010 tarihinde Kars Belediyesine hitaben yazdığı yazıda Maliye Hazinesinin mülkiyetinde olan taşınmaz üzerinde herhangi bir işlem yapılmamasına ilişkin 2/6/2005 tarihli yazısına atıf yaptıktan sonra Koruma Bölge Kurulunun 10/9/2008 tarihli ve 1022 numaralı kararıyla taşınmazın tahsis veya satışının mümkün olmadığını belirtmiş ve taşınmaz üzerinde bulunan yapıların 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu'nun maddesine göre yıkılarak taşınmazın boş olarak teslim edilmesi gerektiğini bildirmiştir. Anılan taşınmazın ve üzerinde inşa edilen heykelin durumunu değerlendirmek için Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu (Koruma Yüksek Kurulu) bir toplantı gerçekleştirmiştir. Koruma Yüksek Kurulu 19/1/2010 tarihli toplantıda "arkeolog, mimar, sanat tarihçisi, heykeltıraş ve inşaat mühendisinden oluşan (5 kişilik) bir heyet tarafından mahallinde inceleme yapılarak bir rapor hazırlanmasına" karar vermiştir. Bir mimar, bir arkeolog, bir inşaat mühendisi ve bir heykeltıraştan oluşan dört kişilik heyet bir rapor hazırlayarak Koruma Yüksek Kuruluna sunmuştur. Sözü geçen 10/6/2010 tarihli raporda şu tespitlere yer verilmiştir: i. Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 2/11/2006 tarihli ve 421 sayılı kararı ile heykelin de içinde bulunduğu parseldeki tepeciğin kuzey tarafında yer alan ve Dünya Savaşı sırasında yapılan makineli tüfek mevzileri ile tepeciğin batı tarafında ve altında yer alan tonozlu (savunma amaçlı yapılar) yapının kültür varlığı özelliği taşıması nedeniyle tepenin taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Koruma Bölge Kurulunun 14/11/2008 tarihli kararında ise yapıların Erken Cumhuriyet Dönemi olarak tanımlandığı belirtilmektedir. Ayrıca yapılan tescilin parselin tümünü mü yoksa bir bölümünü mü kapsadığı anlaşılamamaktadır. ii. Anıtın yapıldığı parselin malikinin kim olduğu konusunda belirsizlik bulunmaktadır. Kars Valiliği 2/2/2010 tarihinde anıtın yıktırılarak parselin boş olarak kendilerine teslim edilmesini istemiştir. Buna karşılık Kars Belediye Başkanlığı 11/12/2006 tarihinde parselin kendilerine ait olduğu yönünde evrak düzenlemiştir. iii. Koruma Bölge Kurulu 8/2/2007 tarihinde anıtın yapılmasına izin verdiği hâlde 10/9/2008 tarihli kararında o güne kadar alan üzerinde yapılmış olan inşaat ve fiziki müdahalelerin ve uygulamaların ortadan kaldırılmasına karar vermiştir. Tüm süreç boyunca Koruma Bölge Kurulu üyelerinde bir değişiklik olmamıştır. Bununla beraber karar değişikliğine kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan yeni bulguların neden olduğu ileri sürülmüştür. iv. İnsanlık anıtına ilişkin olarak 2/11/2006 tarihinden 25/9/2009 tarihine kadar alınan yedi kararın gerek içeriklerinde gerekse usulünde ciddi çelişkiler bulunmaktadır. Bu sebeple tescile değer görülen alan ve yapıların durumunun ve koruma alanlarının hâlihazır harita üzerinde net bir şekilde belirtilmesi, bu tespit sonrası tescil kapsamı dışında kalan ve parsel malikinin izni olmaksızın parselde yapılan inşaat ve fiziki müdahalenin 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu kapsamında değerlendirilerek ilgili belediye tarafından çözüme kavuşturulması gerektiği belirtilmiştir. Koruma Yüksek Kurulu 6/1/2011 tarihli kararında yukarıda zikredilen rapora dayanarak bahsi geçen heykelin yapılmasına ilişkin tüm Koruma Bölge Kurulu kararlarının iptaline karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"a) Makineli tüfek mevzilerinin tescil edilmesine ilişkin Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 02/11/2006 tarih ve 421 sayılı kararından sonra, esas ve usul yönünden çelişkili olan ve mülkiyet konusu çözümlenmeden alınan konuya ilişkin tüm koruma bölge kurulu kararlarının iptaline, b) Tescilli alana ilişkin mülkiyet durumunun ilgili mevzuat çerçevesinde idarelerce çözümlenmesinden sonra Belediyesince alana ilişkin, getirilecek öneri ve projenin koruma bölge kuruluna sunulmasına,c) Tescil kapsamı dışında kalan ve parsel malikinin izni olmaksızın parselde yapılan inşaat ve fiziki müdahalenin 3194 sayılı İmar Kanunu kapsamında değerlendirilerek ilgili belediyesince çözüme kavuşturulmasına, karar verildi." Heykele ilişkin tartışmalar ulusal basında geniş şekilde yer almış, uluslararası basında da bilhassa Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişki çerçevesinde ele alınmıştır. Bunun dışında, başta başbakan olmak üzere siyasetçiler, iktidar veya muhalefet partilerinden yetkililer de bu konudaki görüşlerini açıklamışlardır. Uluslararası Sanatçı Dernekleri Birliği ile Uluslararası Sanat Birliği (The International Association of Art) heykelin yıktırılmaması için yetkililere birer mektup göndermişlerdir. "İnsanlık Anıtı"nın yıkılmaması için bir internet sitesi açılmış, küresel ölçekte bir imza kampanyası düzenlenmiş, Türk ve yabancı pek çok sanatçı Kars'a giderek heykelin yıkılmaması için açıklamalarda bulunmuş ve pek çok toplantı ve gösteri yürüyüşü organize edilmiştir. Anıtın yaptırılmasına karar veren eski Kars Belediye Başkanı tartışmalara katılmış ve anıtın "Ermenistan'daki Soykırım Anıtı'na karşılık" bir iyi niyet adımı olarak yaptırıldığını açıklamıştır. Kars'ın yeni seçilen Belediye Başkanı ise çeşitli gazetelere demeçler vererek tarihi tabya üzerinde yapıldığını iddia ettiği heykelin kaldırılacağını açıklamıştır. Kars Belediyesinin internet sitesinde de yayımlanan bazı açıklamalarında Belediye Başkanı; heykelin yapımına geçmiş dönem belediye yönetimi tarafından başlandığını, inşaat başlatıldıktan üç ay sonra Koruma Kuruluna yapım için müracaat edildiğini ve Kurulun bu bölgeyi tabya olarak tescil ettiğini ifade etmiştir. Belediye Başkanına göre heykelin bulunduğu bölgede 1734 yılında Timur Paşa adına yapılan Kars ilinin ilk tabyası bulunmaktadır. Başkan, söz konusu heykelin yapılışı sırasında kanunların ihlal edildiğini, kendilerinin meseleye hukuk açısından baktıklarını, sanata saygı duyduklarını belirtmiştir. Kars Belediye Meclisi 1/2/2011 tarihli kararı ile heykelin kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucu 7/2/2011 tarihinde Erzurum İdare Mahkemesinden (Mahkeme) Kars Belediye Meclisinin söz konusu kararı almaya yetkisi olmadığı iddiasıyla kararın yürürlüğünün durdurulması ve iptali istemiyle dava açmıştır. Başvurucuya göre Yüksek Kurul, heykelin yıktırılmasını değil mülkiyet sorununun çözülmesini ve gerekli prosedürlerin tamamlanması için daha sonra Yüksek Kurula tekrar başvurulmasını önermektedir. Başvurucu, Yüksek Kurulun bu değerlendirmelerinin yıkım kararı olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. Mahkeme 7/3/2011 tarihinde Kars Belediye Meclisinin söz konusu kararı alma yetkisinin olmadığı ve yıkımın gerçekleşmesi hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğma ihtimali bulunduğu gerekçesiyle yürütmenin durdurulmasına karar vermiştir. Yürütmeyi durdurma kararı ile aynı gün 7/3/2011 tarihinde, Kars Belediyesi "insanlık anıtının kaldırılması işi ihalesini" ilan etmiştir. Bu arada kamuoyundaki tartışmalara iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkan Yardımcısı da katılarak heykelin mutlaka kaldırılacağını ifade etmiştir. Kars Belediyesi, Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına itiraz etmiştir. Erzurum Bölge İdare Mahkemesi 6/3/2011 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararını kaldırmıştır. Yürütmenin durdurulması kararının kaldırılmasının ardından Kars Belediyesi yıkım sürecini başlatmıştır. Mahkeme 21/4/2011 tarihli kararı ile başvurucunun açtığı iptal davasını reddetmiştir. Mahkeme, insanlık anıtının yapımına ilişkin olarak idarece alınan tüm kararların kaldırıldığına dikkat çekmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...dava konusu 1/2/2011 tarihli belediye meclisi kararının, söz konusu parselde yapımı planlanan insanlık anıtı ve çevre düzenlemesi ile ilgili insanlık parkının yapılmasına ilişkin daha önce alınan 07/11/2005 tarihli Meclis Kararının -Koruma Yüksek Kurulu 'nun söz konusu parsel hakkında alınan kararının uygulanmasına yönelik olarak-geri alınmak suretiyle, parsele ilişkin imar programı kapsamında yapılması planlanan çevre düzenlemesinin projelendirilmesi; bir başka ifadeyle söz konusu parsel üzerinde parselin maliki durumunda bulunan Hazinenin izni olmaksızın yapılan insanlık anıtı isimli heykelin kaldırılması ve mevcut yerin tarihsel dokusuna uygun şekilde çevre düzenlemesi yapılmasını içeren projenin kabulüne ilişkin bir karar olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu durumda, korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı niteliği taşıdığı sabit olan Hazineye ait parsele ilişkin Koruma Yüksek Kurulu tarafından alınan kararın uygulanması amacıyla, söz konusu koruma yüksek kurulu kararı sonrasında yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca izinsiz inşai ve fiziki müdahale niteliğinde bulunan insanlık anıtı isimli heykelin kaldırılarak söz konusu parsele ilişkin mevcut yerin tarihi dokusuna uygun şekilde çevre düzenlemesi için projelendirilmesi yolunda alınan dava konusu meclis kararında hukuka ve mevzuat hükümlerine aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle davanın reddine..." Mahkeme kararı Danıştay Dairesinin (Daire) 29/1/2013 tarihli kararı ile onanmıştır. Kararın düzeltilmesi istemi de Dairece 30/1/2014 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 18/3/2014 tarihinde tebellüğ etmiştir. Başvurucu 16/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2863 sayılı Kanun’un "İzinsiz müdahale ve kullanma yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez. Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır." 2863 sayılı Kanun'un "Devir yasağı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kamu kurum ve kuruluşları ve belediyeler ile gerçek ve tüzel kişiler, Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurullarının kararlarına uymak zorundadır..." 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun "Eser Sahibi" başlıklı ikinci bölümünde yer alan maddesinin ilk fıkrası şöyledir: "Bir eserin sahibi, onu meydana getirendir. " 5846 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Fikir ve sanat eserleri üzerinde sahiplerinin mali ve manevi menfaatleri bu kanun dairesinde himaye görür.Eser sahibine tanınan hak ve salahiyetler eserin bütününe ve parçalarına şamildir." 5846 sayılı Kanun'un "Eserde değişiklik yapılmasını menetmek" kenar başlıklı maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarının ilgili kısımları şöyledir:"Eser sahibinin izni olmadıkça eserde veyahut eser sahibinin adında kısaltmalar, ekleme ve başka değiştirmeler yapılamaz...Eser sahibi kayıtsız ve şartsız olarak yazılı izin vermiş olsa bile ...eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri menedebilir. Menetme yetkisinden bu hususta sözleşme yapılmış olsa bile vazgeçmek hükümsüzdür. " 5846 sayılı Kanun'un "Eser sahibinin zilyed ve malike karşı haklar" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Aslın maliki, eser sahibi ile yapmış olduğu sözleşme şartlarına göre eser üzerinde tasarruf edebilir. Ancak eseri bozamaz ve yok edemez ve eser sahibinin haklarına zarar veremez."B. Uluslararası Hukuk Genel olarak ifade özgürlüğüne dair düzenlemeler Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinde yer alır. Bu düzenlemeler doğrudan sanatsal ifade özgürlüğüne gönderme yapmasa dahi ortaya konulan yaklaşım, sanatsal ifadenin ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu yönündedir. Sanatsal ifadeler ile ilgili en açık düzenleme Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin maddesinde yer alır: " Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, herkesin: (a) Kültürel yaşama katılma hakkına... (c) Kendisinin yarattığı herhangi bir bilimsel, edebi ya da sanatsal üründen doğan maddi ve manevi çıkarların korunmasından yararlanma hakkına sahip olduğunu kabul ederler. Bu Sözleşme’ye Taraf Devletlerin, bu hakkın tam olarak kullanılmasını sağlama yönünde alacakları tedbirler, bilim ve kültürün korunması, geliştirilmesi ve yayılması için gerekli olan tedbirleri kapsayacaktır. Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, ...yaratıcı faaliyetler için gerekli özgürlüğe saygı göstermekle yükümlüdürler... " İfade özgürlüğünün anlamı üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) 1976 tarihli Handyside v. Birleşik Krallık kararı mevcut başvuruya önemli ölçüde ışık tutmaktadır. Bu kararda gençleri toplumsal normları sorgulama yönünde teşvik etmeyi amaçlayan ve içinde cinsellik, uyuşturucu, alkol ve sigara ile ilgili bilgilere de yer veren "Küçük Kırmızı Okul Kitabı" adlı kitap için uygulanan yaptırımların ifade özgürlüğünün ihlali olup olmadığı değerlendirilmiştir. AİHM ifade özgürlüğüne ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuştur:"İfade özgürlüğü toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun asıl temellerinden birini oluşturmaktadır... İfade özgürlüğü yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi veya düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şokedici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz." (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49). AİHM bir romanda yer alan bazı ifadeler nedeniyle kitap hakkında toplatma kararı verilmesini değerlendirdiği Alınak/Türkiye (B. No: 40287/98, 29/3/2005, § 42)kararında "… madde, özellikle bilgi ve fikir edinme ve yayma özgürlüğü kapsamında, kültürel, siyasi ve sosyal bilgi ve fikirlerin değiş tokuşuna katılma fırsatı yaratan sanatsal ifade özgürlüğünü de içermektedir. Sanat eserleri yaratan, sergileyen veya dağıtan kişiler demokratik bir toplum için büyük önem taşıyan fikir ve görüşlerin yayılmasına katkıda bulunmaktadır. Bu nedenle Devletin... ifade özgürlüğüne gereksiz müdahalelerde bulunmama yükümlülüğü söz konusudur..." diyerek sanatsal ifadelere ayrıcalıklı bir yer vermiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5433 | Başvuru, eser sahibi olduğu heykelin yıktırılması nedeniyle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; terörle mücadele kapsamında vazife malulü olarak kabul edilmeme işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, zorunlu askerlik hizmetini yerine getirmekte iken İran sınırından kaçak geçiş ihbarı gelmesi üzerine olay yerine giden acil müdahale mangası içinde yer almıştır. Şüphelilerin sınıra gelmeden dönmeleri üzerine başvurucunun da içinde bulunduğu manga detaylı aramadan sonra birliğe geri dönmek üzere yola çıkmıştır. Dönüş yolunda başvurucunun içinde bulunduğu araç trafik kazası geçirmiştir. Bu kaza sonucu başvurucu yaralanmış ve Iğdır Devlet Hastanesinde tedavi altına alınmıştır. Kurtalan Sulh Hukuk Mahkemesinin 14/10/2014 tarihli kararı uyarınca kısıtlılık nedeniyle başvurucuya babası vasi olarak atanmıştır. Sosyal Güvenlik Kurumunun 17/8/2015 tarihli işlemiyle başvurucu 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun uyarınca vazife malulü olarak kabul edilmiştir. Başvurucu, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu hükümlerinden yararlandırılmak istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuruda bulunmuştur. 28/10/2015 tarihli işlemle istem reddedilmiştir. Başvurucu, Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) söz konusu işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. Mahkeme 22/12/2016 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle başvurucunun 2330 sayılı Kanun kapsamında vazife malulü olduğu konusunda ihtilaf bulunmadığı, uyuşmazlığın 3713 sayılı Kanun kapsamında olup olmadığı hususuna ilişkin olduğunun altı çizilmiştir. 3713 sayılı Kanun hükümleri uyarınca, terör olaylarını önlemek için her türlü patlayıcı maddeye bağlı olarak meydana gelen olaylar sonucu veya terör olaylarının önlenmesi, takibi veya etkisiz hâle getirilmesi amacıyla ifa edilen görevler sırasında ya da bu görevlere gidiş geliş esnasında yaralananların, ölenlerin, sakat kalanların kapsama dâhil olduğu vurgulanan gerekçede, somut olayda ise kazanın yasa dışı sınır geçişinin önlenmesi görevinden dönüş sırasında meydana geldiği, görevlendirmenin terör eylemine ilişkin olmadığı veya sınırı geçmek isteyenlerin terörist olduğu yönünde bir bulguya rastlanmadığı belirtilmiştir. Nihai olarak dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılarak ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi de 12/6/2018 tarihli kararı ile başvurucunun istinaf talebini reddetmiştir. Başvurucu nihai kararı 31/7/2018 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 31/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 3713 sayılı Kanun'un "Yardım" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kamu görevlilerinden yurtiçinde ve yurtdışında görevlerini ifa ederlerken veya sıfatları kalkmış olsa bile bu görevlerini yapmalarından dolayı terör eylemlerine muhatap olarak yaralanan, engelli hâle gelen, ölen veya öldürülenler hakkında 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (j) bentleri arasında, sağlanacak hak ve imkânlara yer verilmiştir. Maddenin ikinci fıkrası ise şöyledir: "Kamu görevlileri ile birinci fıkranın (h) ve (j) bentleri kapsamına girenlerden terör olaylarını önlemek amacıyla her türlü patlayıcı maddeye bağlı olarak meydana gelen olaylar sonucunda ya da her ne şekilde olursa olsun terör olaylarının önlenmesi, takibi veya etkisiz hale getirilmesi amacıyla ifa edilen görevler sırasında veya bu görevlere gidiş dönüşler esnasında meydana gelen kazalar sonucunda yaralanan, engelli hâle gelen, hastalanan veya hayatını kaybedenler, birinci fıkranın durumlarına uygun hükümlerinden yararlandırılır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25143 | Başvuru, terörle mücadele kapsamında vazife malulü olarak kabul edilmeme işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir kısım tanık beyanı esas alınarak hukuka aykırı karar verilmesi,lehe olan delillere itibar edilmemesi ve makul sürede yargılama yapılamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Konya Cumhuriyet Başsavcılığının 18/1/2006 tarihli iddianamesiyle 30/5/2005 tarihinde kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Konya Asliye Ceza Mahkemesinin 28/12/2006 tarihli kararıyla başvurucunun 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"Sanık Serkan mahkememizde verdiği ifadesinde atılı suçlamayı tevil yoluyla kabul ederek, kız arkadaşı S. hakkında dedikoduların çıkarıldığını, bunu sanık H. ile müştekinin yaptığını öğrendiğini, müşteki A.nın dedikoduyu kendisinin çıkardığını söylediğini, bunun üzerine ikisinin kavga ettiğini beyan etmiştir.Sanık A.R. Mahkememizde verdiği ifadesinde, atılı suçlamayı tevil yoluyla kabul ederek Serkan'la okul çıkışı kaldıkları eve gittiklerini, müştekinin de geldiğini, sanık H. ve E.nin de eve geldiğini, E. ile H.nin müştekiye sen yaptın diye isnatta bulunduğunu, müştekinin kabul ettiğini, Serkan ile müştekinin kavga ettiğini araya girip ayırdığını ifade etmiştir....İddia savunma ve delillere göre; sanıklarla müştekinin öğrenci oldukları, sanık S.nin sanık Serkan'ın kız okulda arabaya zorla bindirerek evlerine götürdükleri, bu evde daha sonra sanıklar H.R. arkadaşı olduğu, S. Hakkında müdahilin dedikodu çıkarması bakımından duyum aldığı, bu dedikodunun müdahil tarafından çıkarıldığı kastı ile sanık Serkan'ın sanık A.R. ile birlikte müdahile müdahile ve A.T.K.'nın da geldiği, sanık Serkan'ın müdahile bu evde hürriyetinden altı saat kadar bir süre yoksun bıraktığı, sehpa ayağıyla ve sanık A.R. ile birlikte dövüp tehdit ettikleri, sanıklar A.T.K. Ve H.R.nin de bu sanıkların yanlarında yer alarak yardım ettikleri anlaşıldığından, sanık Serkan ve AR.nin atılı suçu birlikte işledikleri, diğer sanıklar H. ve A.T.nin de atılı suçun işlenmesine 5237 sayılı TCK'nın 39/2-c maddesine uyar şekilde yardım etmek suretiyle iştirak ettikleri anlaşıldığından bu sanıkların müsnet suçtan cezalandırılmaları yoluna gidilmiştir. Sanıklar S. ve H.Ç.nin atılı suçu işlediklerine yeterli delil bulunmadığından hem de sanık H.nin de müdahille yüzleştirme bakımından eve geldiği, suça iştirak etmediği anlaşıldığından sanıklar H. ve S.nin atılı suçtan beraatlerine karar verilmiştir." Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 27/6/2014 tarihli kararıyla başvurucu yönünden onamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15607 | Başvuru, bir kısım tanık beyanı esas alınarak hukuka aykırı karar verilmesi, lehe olan delillere itibar edilmemesi ve makul sürede yargılama yapılamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hastalığa rağmen cezaevinde tutulma nedeniyle kötü muamale yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında başvuruculardan Ahmi Elçi 21/9/2011, Resul Sadak 23/9/2011, Abdulcelil Özdemir 30/11/2011, Tevfik Tunç 29/2/2012 tarihindetutuklanmışlardır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 11/1/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucular hakkında kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/45 sayılı dosyasında yargılama başlamıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi E.2014/102 sayılı dava dosyasında 8/4/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Cizre Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Cizre Ağır Ceza Mahkemesi E.2014/63 sayılı dosyada 7/5/2014 tarihli kararıyla başvurucuların tahliye taleplerini reddetmiş ve karşı yetkisizlik kararı vermiştir. Tahliye talebinin reddi kararına yapılan itiraz, Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 16/6/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucular 9/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi ile Cizre Ağır Ceza Mahkemesi arasında çıkan yetki uyuşmazlığı üzerine dosya Yargıtaya gönderilmiş, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/9/2014 tarihli ilamı ile Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar verilerek dosya Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/673 sayılı dosyasında yargılama devam ederken Yargıtay Ceza Dairesinin 5/1/2015 tarihli ilamı ile davanın Malatya Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar verilmiştir. Bu karar üzerine dosya, Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/22 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Malatya Ağır Ceza Ağır Mahkemesi 11/2/2015 tarihinde başvurucuların tahliyesine karar vermiştir. Dava, İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11733 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hastalığa rağmen cezaevinde tutulma nedeniyle kötü muamale yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2822 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 25/11/2016 ve 9/2/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2017/7642 numaralı bireysel başvuru dosyasının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/35488 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm Üçüncü Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Komisyon ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Sayıştay Başkanlığında uzman denetçi olarak çalışan başvurucu 22/7/2016 tarihinde anılan Kurumdaki görevinden -FETÖ/PDY'ye yönelik yürütülen idari soruşturma kapsamında- uzaklaştırılmıştır. Başvurucu daha sonra 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'nin Sayıştaydaki yapılanmasıyla bağlantılı olarak başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 19/10/2016 tarihinde konutunda yapılan arama sonrasında gözaltına alınmıştır. Bu arama sırasında başvurucunun cep telefonu ve diğer dijital materyallerine el konulmuştur. Başvurucu, Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet) getirilerek 27/10/2016 tarihine kadar burada gözaltında tutulmuştur. Emniyet görevlileri tarafından ifade alma işlemi sırasında başvurucuya FETÖ/PDY üyesi olma ve 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili isnatlar yöneltilmiştir. Bu işlem esnasında bir müdafi de hazır bulundurulmuştur. Başvurucu 25/10/2017 tarihli ifadesinde özetle Sayıştay Başkanlığınca açılan sınavı 1992 yılında kazandığını, eğitim ve çalışma hayatı boyunca FETÖ/PDY ile bir irtibatının bulunmadığını, Bank Asyadan kredi çekerek 2004 yılında Asya Termal isimli tatil köyünden devre mülk aldığını ve bu devre mülkü 2010 yılında sattığını, çocuklarını üniversite hazırlık döneminde Maltepe Dershanesine gönderdiğini ve onlara deneme sınavı almak için Zaman gazetesine abone olduğunu, 2014 yılında bu aboneliği sonlandırdığını beyan etmiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 27/10/2016 tarihinde -başka şüphelilerle birlikte- Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Hâkimlikçe 27/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya yüklenen suç anlatılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu, Emniyetteki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Başvurucu, Hâkimlik tarafından yapılan sorgusunun ardından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 27/10/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, şüphelilerin kaçma şüphesi altında olduğunu gösteren somut olguların bulunması, delilleri yok etme gizleme değiştirme ihtimalini gösteren olguların bulunması ve şüphelilere isnat edilen suçun niteliği, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde öngörülen suçlardan oluşu ve atılı suç ile tutuklama tedbirinin orantılı bir tedbir niteliğini taşıması dikkate alınarak ... isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ayrı ayrı tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu 4/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 9/11/2016 tarihinde "...tutuklama kararı ve bu karara dayanak dosya kapsamının incelenmesinde, Ankara Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/494 Sorgu sayılı kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 30/1/2017 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 9/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur (2017/7642 numaralı başvuru, bkz. § 4). Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 20/10/2017 tarihinde soruşturmanın geldiği aşamayı ve mevcut delil durumunu değerlendirerek başvurucunun tahliyesini talep etmiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/10/2017 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" ...şüphelinin sabit ikametgah sahibi olduğu, soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumu itibariyle (toplanan deliller itibariyle şüphelinin BYLOCK kullanıcısı olduğuna dair tespit bulunmaması ve tutuklu kaldığı süre gözetilerek) tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu kanaatine varılmakla, ... tahliye talebinin kabulüne ... [karar verildi.]" Anayasa Mahkemesi 24/9/2018 tarihinde, soruşturma mercilerinden başvurucuya yönelik tutuklamaya ve tutukluluğun devamına esas teşkil eden delillerin bildirilmesini istemiş olup Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 26/9/2018 tarihli cevap yazısıyla başvurucu hakkında verilen tutuklama ve tutukluluk hâlinin devamına yönelik kararlar ile tutukluluk hâlinin uzatılmasına dair başvurucunun itiraz dilekçelerini göndermiştir. Başvurucunun konutunda yapılan arama esnasında el konulan tüm dijital materyallere ilişkin olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yaptırılan bilirkişi incelemesi sonunda düzenlenen 23/3/2018 tarihli bilirkişi inceleme tutanağında; başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olunduğunu ortaya koyacak herhangi bir bilgi, belge, kayıt ve şifreli haberleşme programına rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkındaki soruşturma, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Özcan Güney, B. No: 2017/20709, 15/11/2018, §§ 30- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/35488 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gazeteci olan başvurucunun yaptığı haber nedeniyle hakaret suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bursa'da yayın yapan Yeni Marmara (gazete) isimli yerel gazetede köşe yazarlığı yapmaktadır. Müşteki ise olay tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Bursa il başkanı olarak görev yapmaktadır.A. Başvuru Konusu Olay Başvurucu, anılan gazetenin 16/3/2017 tarihli nüshasında "Müthiş Kumpas" ve 22/3/2017 ve 23/3/2017 tarihli nüshalarında "FETÖ Bursa'da geçmişte neler yaptı, neler" başlıklı haberleri yapmıştır. 16/3/2017 tarihli gazetedeki "Müthiş Kumpas" başlıklı haberde müştekiden "FETÖ'cülerin avukatı Torun" olarak bahsedilmiştir. Haberin orijinal hâli Anayasa Mahkemesine sunulmamıştır. Dosyaya sunulan belgelerden anlaşıldığı kadarıyla 22/3/2017 ve 23/3/2017 tarihli ve "FETÖ Bursa'da geçmişte neler yaptı, neler" başlıklı haberlerin ise ilgili kısmı şöyledir:"Birileri eğer FETÖ'ye külliyetli miktarlarda bağış yaparlarsa bu işin adli yönden kapatılabileceğini fısıldamıştı kulaklarına ve şuan Bursa İl Başkanı görevini yürütülen Avukat [T.] yine şuan Bursa milletvekili olan Avukat [Z.B.ye] mutlaka vekalet vermeleri gerektiğini de elbette, o gün bugündür.","Şu ara kaçkın durumda olan FETÖ'cü eski savcı [Z.Ö.] bürosundan çıkmıyordu [T.nin] o vakitler; Hep birlikte sürekli tavla oynuyorlar, kahkahalarla gülüyorlardı, dönemin valisi [Ş.H.nin] makam aracı aşağıda yolun kıyısında parketmiş vaziyette duruyordu, kendisi de yine Cemo Ağa'nın bürosundaydı vali her gün" Anılan haberler üzerine müşteki, başvurucu hakkında hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle şikâyetçi olmuştur. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 19/7/2017 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan Bursa Asliye Ceza Mahkemesinin 10/5/2019 tarihli kararıyla başvurucunun bahse konu haberlerde yer alan ifadeleri nedeniyle hakaret suçundan 320 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...olay tarihinde sanık Mehmet Ali Yılmaz'ın Yeni Marmara Gazetesinde köşe yazarlığı yaptığı, sanık [O.G.nin] ise yayın yönetmeni olduğu, sanık Mehmet Ali Yılmaz'ın bizatihi kaleme aldığı 16/03/2017 tarihli 'Müthiş Kumpas', 22/03/2017 ve 23/03/2017 tarihli 'FETÖ Bursa'da geçmişte neler yaptı, neler' başlıklı yazılarında özetle, Fetö'ye yüklü miktarda bağış yapanların işlerinin adli yönden kapatılacağını, ancak vekaletlerini müşteki Av. [T.] ve Av. [Z.B.ye] vermeleri gerektiğini, kaçak durumunda olan [Z.Ö.nün] ise müşteki [T.nin] bürosundan çıkmadığını, eski vali [Ş.H.nin] de Cemo Ağa olarak tanımladığı müştekinin bürosundan çıkmadığını yazarak müştekiye yönelik FETÖ'cü olduğuna ilişkin eleştiri sınırlarını aşan açık suç isnadında bulunan ve bu ifadelerle müştekinin toplum nezdinde onur ve saygınlığını zedeleyen ifadelerde bulunan sanık Mehmet Ali Yılmaz'ın üzerine atılı hakaret suçunu işlediği sabit olmakla eylemine uyan TCK 125/1, 125/4, 62/1, 52/1-4 maddeleri gereğince cezalandırılmasına..."B. Başvuruya Konu Olmayan Süreç Mahkeme, müşteki hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PYD) soruşturması bulunup bulunmadığı ara kararıyla Başsavcılıktan sormuş ve müşteki hakkında yürütülen soruşturmanın 6/7/2017 tarihinde takipsizlikle sonuçlandığı bilgisine ulaşmıştır. Anılan takipsizlik kararının ilgili kısmı şöyledir:"[İ.] adlı şahsın,... atmış olduğu ve Şehir Medya Gazetesinde yayınlanan haber metnini içerik yaptığı e-postada özetle; 'Bursa AKP İl Başkanı [T.nin], ... paralelci olduğuna yönelik yerel gazete Şehir Medya adlı gazetede [N.A.] isimli gazetecinin sürekli yazdığını, ... bu kişiler hakkında işlem yapılmadığını, ...' belirtmesi üzerine, yine bir takım yayın kuruluşlarında avukat olan [T.nin] Fetullahçı bir kısım şirket ya da kişilerin avukatlığını yaptığı yönündeki haberlerin değişik ihbarlara eklenerek Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesi üzerine, ... çeşitli Cumhuriyet Başsavcılıklarınca, Şehir Gazetesinde yer alan 'Ulusal Basının Diline Düştünüz', 'Paralel Yapı AK Parti Teşkilatına da sızmış.' başlıklı haberlerin de ihbar kabul edildiği ve evrakların yetkisizlik kararı verilerek Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderildiği, soruşturma defterine kaydı yapılan evrakların 2016/53736 sayılı soruşturma evrakımıza birleştirildiği""Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2015/83712 sayılı soruşturması kapsamında FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Üyeliği ya da yöneticiliği suçundan işlem yapılan 100 şüpheli hakkında temin edilen HTS kayıtlarına göre, bir kısım şüphelilerle telefon irtibatı olduğunun tespit edildiği""...yalnızca haklarında FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne üye ya da yönetici olmak suçundan soruşturma yapılan bir kısım şüpheliler ile telefon irtibatı olması ile avukat olan şüphelinin bir dönem FETÖ/PDY Terör Örgütüyle irtibatlı şirket ya da kişilerin avukatlığını yapmasının da tek başına örgüt üyeliği suçuna karine teşkil etmeyeceği, dolayısıyla [T.nin] FETÖ/PDY Terör Örgütüne üye olduğuna dair şuan için herhangi bir tespite ulaşılamadığı, bu nedenle şüphelinin TCK'nın 314/2 maddesi anlamında silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair hakkında kamu davası açmaya yeterli delil elde edilemediği anlaşıldığı..." A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır... (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur...." B. Uluslararası Hukuk Uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği karar için bkz. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, §§ 19- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21052 | Başvuru, gazeteci olan başvurucunun yaptığı haber nedeniyle hakaret suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; sağlık nedeniyle tahliyeye karar verilmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 28/1/2014 ve 12/3/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konu ve kişi yönünden aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2014/3715 numaralı başvurunun 2014/1215 numaralı başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/1215 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 14/4/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 18/4/2009 tarihinde tutuklanmışlardır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianameyle başvurucular ve diğer şüpheliler hakkında silahlı terör örgütü yöneticisi olma, bu örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, devletin ülke ve bütünlüğünü bozma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme, iş ve çalışma hürriyetini engelleme, eğitim ve öğretimi engellemek suçlarından cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine (CMK mülga madde ile görevli) tevzi edilmiş ve E.2010/444 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Diyarbakır Ağır Ceza mahkemesince 18/6/2010 tarihinde tensip işlemi yapılmış ve başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. 3/2/2014 tarihli duruşmada başvurucuların tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucuların bu karara yönelik itirazları Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 10/3/2014 tarihli kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Karar, başvuruculara 10/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 28/1/2014 ve 12/3/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) kanun değişikliğiyle kapatılması üzerine dosyanın 7/3/2014 tarihinde yetkili ve görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Dava, anılan Mahkemenin E.2014/235 sırasına kaydedilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 12/4/2014 tarihinde başvurucuların tahliyesine karar vermiştir. Yapılan yargılama sonunda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 27/3/2017 tarihli kararıylabaşvurucu Hüseyin Yılmaz'ın terör örgütünü yönetme suçundan, başvurucu Mehmet Nimet Sevim'in ise terör örgütünü yönetme ve resmî belgede sahtecilik suçlarından mahkûmiyetine hükmetmiştir. Başvurucular 31/3/2017 tarihinde, anılan karara yönelik olarak istinafa başvurmuşlardır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. Başvuruculardan Hüseyin Yılmaz, eldeki başvurudan sonra Anayasa Mahkemesine 7/3/2014 tarihinde yeniden bireysel başvuruda (B. No: 2014/3718) bulunmuştur. Söz konusu başvuruda başvucu, ağır kalp rahatsızlığı olmasına rağmen ceza infaz kurumu koşullarında tutulmasının işkence ve kötü muamele yasağının ve tutukluluğun devamına dair kararlarda somut bulguların yer almamasının, bu kararların gerekçesiz ve şablon şeklinde olmasıyla tutukluluk süresiile yargılama süresinin makul olmamasının kişi hürriyeti ve güvenliği ile makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi 9/5/2018 tarihinde işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönündenaçıkça dayanaktan yoksun olması; kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden ise başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedenleriyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Anayasa Mahkemesi, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiayı ise kabul edilebilir bulmuş ve Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun"Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1215 | Başvuru, sağlık nedeniyle tahliyeye karar verilmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilköğretim okulunun ek bina inşaatı sırasında konuta zarar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Uyuşmazlığın Arka Planı Batman ili Kozluk ilçesine bağlı Yukarı Güneşli Mahallesi'nde bulunan 216 ada 9 parsel sayılı taşınmaz tapuda "kârgir ev ve avlusu" vasfıyla başvurucu adına kayıtlıdır. Bu taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından yaptırılmış tütün ambarı, tandır, hayvan barınağı ve konuttan oluşan bir yapı bulunmaktadır. Yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi alınmadan kullanılan bu yapı için 1/1/1983 tarihinde elektrik aboneliği ihdas edilmiş olup Kozluk Belediyesi (Belediye) tarafından su aboneliği de tesis edilmiştir. Ayrıca taşınmaz üzerinde on beş yaşlarında otuz beş adet çeşitli meyve ağacı da bulunmaktadır. Batman ili Kozluk ilçesi Yatılı Bölge İlköğretim Okulu ek bina inşaatının temel kazısı sırasında 1/7/2005 tarihinde heyelan (toprak kayması) meydana gelmiştir. Bu toprak kayması sonucu kara yolu, yolun üstünde yer alan konutlar ve içme suyu şebekesi olumsuz etkilenmiş; başvurucunun taşınmazı üzerindeki bina da ağır hasar görmüş ve bütünüyle kullanılamaz hâle gelmiştir. Heyelanın meydana geldiği mahalde yapılan inceleme sonucu Bayındırlık ve İskân Müdürü, Devlet Su İşleri Şube Müdürü, Karayolları Bölge Müdürü, Kozluk Belediye Başkanı, Millî Eğitim Müdürü ve jeoloji mühendisleri tarafından 4/7/2005 tarihli bir tutanak düzenlenmiştir. Bu tutanakta; okul inşaatının temeli açıldıktan sonra zeminde hareketlilik meydana geldiği, bu hareketlilik sonucu yol ve yolun üstündeki üç evde kayma ve çatlaklar oluştuğu ifade edilmiştir. Karayolları Bölge Müdürlüğünce Belediye Başkanlığına gönderilen 18/7/2005 tarihli yazıda, Bayındırlık Batman İl Müdürlüğünce yaptırılan yatılı bölge okulu temel kazısının kontrolsüz olarak yapılması sonucu yolda göçmeler şeklinde heyelan olduğu ve yol üstünde bulunan evlerde büyük oranda çatlaklar meydana geldiğinin tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, zararının tespiti istemiyle Kozluk Sulh Hukuk Mahkemesinden delil tespiti talebinde bulunmuştur. Mahkeme 1/8/2005 tarihinde taşınmazın başında inşaat, jeoloji ve ziraat mühendislerinden oluşturulan bir bilirkişi kurulu ile birlikte keşif yapmıştır. İnşaat ve jeoloji uzmanı teknik bilirkişilerin hazırladığı raporda; başvurucunun taşınmazındaki yapıda heyelan ve yamaç hareketleri nedeniyle çatlaklar oluştuğu ve yapının tamamen kullanılamaz durumda olduğu, heyelan ve yamaç hareketliliğine ise yatılı bölge okulu inşaatının sebep olduğu belirtilmiştir. Raporda, zarar gören binanın değerinin 000 TL olduğu açıklanmıştır. Ziraat uzmanı teknik bilirkişinin raporunda ise taşınmaz üzerindeki meyve ağaçlarının henüz zarar görmediği ancak heyelanın devam ettiği, heyelan tehlikesi altındaki meyve ağaçlarının değerinin ise 018 TL olduğu belirtilmiştir. B. Ceza Davası Süreci Olay ile ilgili olarak Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması başlatılmış ve yürütülen soruşturma neticesinde taksirle bina çökmesine ve toprak kaymasına sebep olma suçundan Ç.K. ve S.İ.nin cezalandırılmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulüyle Kozluk Sulh Ceza Mahkemesinde görülen yargılama sırasında istinabe yoluyla inşaat, jeoloji ve hukuk alanlarında uzman üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Bilirkişi Kurulunun 13/9/2007 tarihli raporunda; inşaatın zemin durumunun zemin etüt raporunda belirtilmesine rağmen yüklenici tarafından temel derin kazı hafriyatı yapılırken gerekli önlemlerin alınmadığı, bu hasardan yüklenici firma, Belediye ve idarenin sorumlu olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 3/5/2011 tarihinde sanıkların beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; sanık Ç.K. yönünden suçun işlendiğinin sabit olmaması, sanık S.İ. yönünden ise taksire dayanan bir kusurun bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu katılan vekili tarafından hüküm temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 19/11/2012 tarihli ilamıyla, eksik araştırmaya dayalı olarak verildiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkeme, yeniden bilirkişi raporu almış ve bu raporu hükme esas alarak sanıkların atılı suçu işledikleri sonucuna varmış, 16/4/2013 tarihinde sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmalarının geri bırakılmasına karar vermiştir. Karar, itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu, 17/10/2005 tarihinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, okul inşaatı sırasında taşınmaz üzerindeki konut ve bahçeye zarar verildiği belirtilerek 018 TL tutarındaki maddi zararın tazmin edilmesi talep edilmiştir. Başvurucu ayrıca evin oturulamaz durumda olması nedeniyle 000 TL kira bedelinin tazmini talebinde de bulunmuştur. Mahkemenin husumette yanılgı olduğu yönündeki ara kararı sonrası Batman Valiliği ve Belediye davaya dâhil edilerek yargılamaya devam olunmuştur. Mahkeme 29/6/2009 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüyle delil tespiti dosyasında ziraî zarar (Taşınmaz üzerindeki ağaç ve ziraî ürünler yönünden) olarak tespit edilen 018,32 TL tutarındaki tazminatın idareye başvuru tarihi olan 16/9/2005 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı Batman Valiliğinden alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, diğer tazminat istemleri ile Belediye aleyhine açılan davanın ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, zarar gören konuta ait yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesinin bulunmadığı tespitine yer verilmiştir. Mahkemeye göre kanuna aykırı olan inşa edilen ve yıktırılması gereken başvurucuya ait evde okul inşaatı çalışmaları sırasında meydana gelen toprak kayması sonucu doğan zararın tazminine olanak bulunmamaktadır. Mahkeme, olay nedeniyle başvurucunun zirai ürünlerindeki zararın ise okul yapım faaliyetini yürüten Valilikçe karşılanması gerektiğini belirtmiş, bu kısım yönünden davanın kabulü gerektiği sonucuna varmıştır. Kararın karşı oy yazısında; zarara uğrayan yapının başvurucuya ait olduğu, elektrik ve su aboneliklerinin bulunduğu ve senelerce başvurucu ile ailesi tarafından kullanıldığı belirtilmiştir. Bu yazıda ayrıca yapının her zaman ruhsata bağlanabilmesinin mümkün olduğuna dikkat çekilmiş, zararın bütünüyle başvurucuya yükletilmesinin hakkaniyetli olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Danıştay Onuncu Dairesinin 4/4/2013 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karşıoy yazısında, başvurucunun maliki olduğu taşınmazda yapı ruhsatı ile yapı kullanma izin belgesi bulunmamakla birlikte her türlü belediye hizmetlerinden faydalandığı belirtilmiş; ayrıca davalı idarenin hizmet kusuru ve başvurucunun iskân ruhsatı bulunmayan binada oturması nedeniyle oluşan kusur durumunun birlikte değerlendirilmek suretiyle karar verilmesi gerektiği görüşü açıklanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/6/2014 tarihli ilamıyla yine oyçokluğuyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 1/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "Yapı ruhsatiyesi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.” 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsat alma şartları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Yapı ruhsatiyesi almak için belediye, valilik bürolarına yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile müracaat edilir. Dilekçeye sadece tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), mimari proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa, ebatlı kroki eklenmesi gereklidir.Belediyeler veya valiliklerce ruhsat ve ekleri incelenerek eksik ve yanlış bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.Eksik veya yanlış olduğu takdirde; müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde müracaatçıya ilgili bütün eksik ve yanlışları yazı ile bildirilir. Eksik ve yanlışlar giderildikten sonra yapılacak müracaattan itibaren en geç onbeş gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.” 3194 sayılı Kanun’un "Yapı kullanma izni" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik bürolarından; 27 nci maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların tamamen veya kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti gerekir.Belediyeler, valilikler mal sahiplerinin müracaatlarını en geç otuz gün içinde neticelendirmek mecburiyetindedir. Aksi halde bu müddetin sonunda yapının tamamının veya biten kısmının kullanılmasına izin verilmiş sayılır.Bu maddeye göre verilen izin yapı sahibini kanuna, ruhsat ve eklerine riayetsizlikten doğacak mesuliyetten kurtarmayacağı gibi her türlü vergi, resim ve harç ödeme mükellefiyetinden de kurtarmaz.” 3194 sayılı Kanun’un "Kullanma izni alınmamış yapılar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İnşaatın bitme günü, kullanma izninin verildiği tarihtir. Kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılarda izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden faydalandırılmazlar. Ancak, kullanma izni alan bağımsız bölümler bu hizmetlerden istifade ettirilir.” 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda, mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley DevelopmentsLtd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Öneryıldız/Türkiye kararına konu olayda, Ümraniye çöplüğünde meydana gelen metan gazı patlaması sonucu gerçekleşen toprak kayması dolayısıyla başvurucuya ait gecekondu zarar görmüştür. AİHM, başvurucunun konutunun bulunduğu taşınmazın Hazineye ait olduğunu ve bir gün bu taşınmazı devralma beklentisinin mülk teşkil etmediğini kabul etmiştir. Ancak AİHM, 1988 yılında ruhsatsız olarak inşa edilmesinden 1993 yılında meydana gelen kazaya kadar belediye makamlarınca anılan taşınmazda bulunan gecekondunun yıktırılmadığına dikkat çekmiştir. Kararda, yetkili makamların başvurucu ve yakın akrabalarının bu evde, oluşturdukları toplum ve aile çevresinde hiç rahatsız edilmeden yaşamasına izin verildiği, üstelik başvurucudan emlak vergisi alındığı ve ücret karşılığında kamu hizmetlerinden yararlanmalarının sağlandığı belirtilmiştir. AİHM bu sebeple yetkili makamların başvurucu ve akrabalarının, meskenleri ve taşınır mallarında mülkiyet hakkına ilişkin bir menfaate (proprietaryinterest) sahip olduğunun fiilî (de facto) olarak kabul edildiği tespitinde bulunmuştur. AİHM, imar uygulamaları bakımından belirli bir takdir yetkisi olduğunu, ancak bu takdir hakkının zamanında, uygun ve hepsinden önemlisi tutarlı bir şekilde harekete geçme yükümlülüğünü sona erdirmeyeceğini belirtmiştir. AİHM'e göre somut olayda bu yükümlülüğe uyulmadığı gibi kaçak yapıları engellemeye yönelik kanunların uygulanmasında oluşturulan belirsizliğin, başvurucunun meskenine ilişkin durumun bir gece içerisinde değişebileceğini sanmasına neden olması mümkün değildir. AİHM, başvurucunun meskenine yönelik mülkiyet hakkına ilişkin menfaatinin, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ilk cümlesi çerçevesinde önemli bir menfaat ve dolayısıyla bir "mülk" oluşturduğu sonucuna varmıştır (Öneryıldız/Türkiye, §§ 124-129). Öneryıldız/Türkiye kararında başvuru, mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin birinci kural ve mülkiyet hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde incelenmiştir. AİHM, somut olayda olguların ve ilgili mevzuatın karmaşık olduğunu tespit etmiş ve başvurucunun da devletin yaptığı bir şey nedeniyle değil hiçbir şey yapmaması nedeniyle şikâyetçi olduğunu vurgulamıştır (Öneryıldız/Türkiye, §§ 133, 134). AİHM bu sebeple somut olayda bir müdahalenin söz konusu olmadığı ancak devletin başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatini korumak için üzerine düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirmesi gerektiğini belirtmiştir. AİHM netice olarak başvurucunun konutunun yıkılmasının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmadığı kanaatiyle mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir(Öneryıldız/Türkiye, §§ 133-138). Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22035/10, 15/11/2016) kararına konu olay, 1997 yılında yaptırılan başvuruculara ait konutun bir okul inşaatı sırasında zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu olayda derece mahkemeleri konutun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle tazminat taleplerini reddetmişlerdir.Öneryıldız/Türkiye kararına atıfla, ruhsatsız olarak yapılmış olsa da kamu makamlarınca bu yapının yıktırılmadığı veya yıkımı yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek, tapuya tescil edilen konut yönünden başvurucuların Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM başvuruyu genel ilke niteliğindeki mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 52, 55), müdahalenin kanuni dayanağının çevreyi korumak yönünde bir meşru amacı içerdiğini kabul etmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 68-69). Ancak AİHM'e göre somut olayın koşullarında oluşan maddi zarara rağmen başvurucuların tazminat taleplerinin reddedilmesi, başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatleri ile kamunun yararı arasındaki adil dengeyi bozmuş ve başvuruculara aşırı ve olağandışı bir külfet yüklenmesine yol açmıştır. AİHM bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet haklarının ihlaline karar vermiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 70-71). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19140 | Başvuru, ilköğretim okulunun ek bina inşaatı sırasında konuta zarar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; işçilik alacağının ödenmesine karar verilmesi talebiyle açılan davanın dava şartı yokluğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, bir şirkette işçi olarak çalışmaktayken iş akdinin feshedilmesi üzerine Gaziantep İş Mahkemesinde (Mahkeme) işçi işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davası açmıştır. Mahkeme; bilirkişi incelemesi yaptırmış, davanın belirsiz alacak davası niteliğinde açıldığını kabul ederek başvurucunun ıslah talebine karşı davalının zamanaşımı definin dikkate alınmayacağını karar gerekçesinde ifade etmiş, başvurucu lehine işçilik alacaklarına hükmetmiştir. Davalı şirket istinaf talebinde bulunmuş, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) Mahkemenin verdiği kararı kaldırarak hukuki yarar yokluğundan dava şartı eksikliği nedeniyle davanın usulden reddine kesin olarak karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin karar gerekçesinde 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davasının açılabilmesi için davanın açıldığı tarihte talep sonucunun (alacak miktarının) belirlenmesinin imkânsız olması ya da talep sonucunun (alacak miktarının) tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenememesi gerektiği ifade edilmiştir. Somut olayda ise toplu iş sözleşmesi kaynaklı olan sosyal yardım talebi ile ikramiye ve bakiye kıdem tazminatı talebinin somut olayın özelliğine göre belirsiz alacak davasına konu oluşturamayacağı dolayısıyla belirsiz alacak davasının koşullarının bulunmadığı belirtilerek davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 12/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 13/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8826 | Başvuru; işçilik alacağının ödenmesine karar verilmesi talebiyle açılan davanın dava şartı yokluğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Kazım Elgörmüş ve Rabia Elgörmüş'ün oğlu, diğer başvurucuların ise kardeşi olan E., yaptığı askerlik hizmeti kapsamında temel askerlik eğitimini tamamlamasını müteakip 17/7/2013 tarihinde usta birliğine katılmıştır. Kayıt-Kabul Muayenesi İlk Değerlendirme Anket Formunu dolduran E., psikolojik/ruhsal/psikiyatrik bir rahatsızlık geçirmediğini ve psikolojik durumuyla ilgili belirtmek istediği önemli bir husus olmadığını bildirmiştir. Psikososyal Risk Faktörü Tarama Anketini de dolduran E., kendisi veya başkaları için tehlike oluşturup oluşturmadığının tespitine ilişkin tüm soruları "Hayır" şeklinde cevaplamıştır. Askerî iki yetkili 17/7/2013 tarihinde E. ile bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmeye dair tutanakta, E.nin herhangi bir maddi ve manevi sıkıntısı olmadığını beyan ettiği belirtilmiştir. Yetkililer, Mevzi Nöbet Talimatını, askerlerin silah kullanma yetkilerine ilişkin bilgileri içeren belgeyi ve askerlik hizmeti esnasında emniyeti sağlamaya ve kaza önlemeye ilişkin talimatları birliğe katılmasını müteakip E.ye tebliğ etmişlerdir. E., 22/7/2013 tarihinde saat 20 sıralarında askerî birliğin 7 No.lu nöbet mevziinin yakınlarında ateşli silahla vurulmuştur. Yetkilerce çağrılan cankurtaran ile Şırnak Asker Hastanesine (Hastane) götürülen E., Hastanede vefat etmiştir.A. Ceza Soruşturması Süreci Vakit geçirilmeden olaydan haberdar edilen Diyarbakır Hava Kuvvetleri Komutanlığı Komutan Yardımcılığı ve Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezleri Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) derhâl soruşturma başlatmıştır. Askerî savcının talimatı doğrultusunda Şırnak İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Tim Komutanlığında (OYİT) görevli askerlerce gerçekleştirilen olay yeri incelemesi sonucunda hazırlanan 22/7/2013 tarihli raporda; nöbet mevziinin yanında kan birikintisi ve bu birikintinin içinde dip tablasında iğne izi bulunan bir kovan bulunduğu ve olay yerinde bulunan şarjörü takılı vaziyetteki 513422 seri numaralı piyade tüfeğinin emniyet mandalının T konumunda (emniyeti açık) olduğu belirtilmiştir. Ayrıca raporda, tüfek ile kovan arasındaki mesafenin 103 cm olduğu ve tüfeğin dipçiği ile nöbet mevziinin dış duvar ile birleştiği yerin arasında 490 cm mesafe bulunduğu belirtilmiştir. OYİT görevlileri, olay yerinin fotoğraflarını çekip inceleme işlemini kamera kaydına almış, olay yerinin basit bir krokisini çizmiş ve E. ile olay esnasında mevzide nöbet tutan erler N.T. ve T.Ç.nin el ve yüz svapları ile parmak izlerini almışlardır. E.nin Hastanede vefat etmesi sonrasında ölü muayene işlemi, olay günü saat 20-30 saatleri arasında Şırnak nöbetçi Cumhuriyet savcısı huzurunda bir hekimce yapılmıştır. Ölü muayene işlemine ilişkin tutanakta; cesedin üzerindeki askerî kıyafetin cebinden bir SIM kart çıktığı, cesedin çene altında 4x2 cm büyüklüğünde, kenarları düzgün olmayan, ateşli silah mermisi giriş yarası bulunduğu, bu yaranın kenarlarında barut ve yanık izi olduğu, ateşli silah mermisi çıkış yarasının olduğu yerde yaklaşık 7 cm açıklık bulunduğu, ön frontal (alınsal) kafatası kemiğinin tamamen parçalanmış olduğu, frontal bölgenin sağ tarafında 7x2 cm büyüklüğünde ekimoz (morartı, göğerti) görüldüğü, mandibula (alt çene kemiği) kemiğinin ortadan kırık olduğu, sağ alt ikinci azı dişinde kırılma olduğu ve üst damağın ortadan ikiye ayrıldığı belirtilmiştir. Cumhuriyet savcısı, ölü muayenesi işleminin sonunda kesin ölüm nedeninin tespiti için klasik otopsi işlemi yapılmasına karar vermiştir. Ölü muayenesi işlemi nedeniyle yürütülen soruşturmaya ilişkin evrak 24/7/2014 tarihli görevsizlik kararıyla Askerî Savcılığa göndermiştir. E.nin cesedi üzerindeki otopsi işlemi ise olay günü saat 30-00 arasında askerî savcı huzurunda iki adli tıp uzmanınca yapılmıştır. Otopsi işlemine ilişkin tutanakta -başka hususlar yanında- çene altı orta önde 5x4 cm çapında, etrafında is bulaşığı bulunan ateşli silah mermisi giriş deliği bulunduğu, frontal orta arkada yıldız şeklinde 6x5 cm'lik içinde beyin ve kemik dokusu görülen ateşli silah mermisi çıkış yarası olduğu, mandibula ortada burun kemiğinden frontal ve her iki parietal kemikte parçalı kırıklara bağlı krepitasyon (çıtırdama, gıcırdama) ve şekil bozukluğu bulunduğu belirtilmiştir. Otopsi işleminde hazır bulunan adli tıp uzmanları, cesetteki ateşli silah mermisi giriş yarasının müstakilen öldürücü olduğu, yaranın bitişik atış sonucu meydana geldiği ve ölüm nedenininateşli silah mermisi yaralanmasına bağlı beyin harabiyeti ve kanaması olduğu sonucuna varmıştır. Ayrıca otopsi işlemi esnasında alınan kan ve idrar örnekleri üzerinde inceleme yapan Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Grup Başkanlığı, alkol ve uyuşturucu maddeye rastlamamıştır. Askerî Savcılık 30/7/2013 ile 13/8/2013 tarihleri arasında, E. ile aynı bataryada görevli erler T.Ç., N.T., O.K., E.Y., A. ve E.E. ile Uzm. Çvş. K.G.nin tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır.i. T.Ç. ifadesinde, olay günü 00-00 saatleri arasında N.T. ile birlikte mevzide nöbetçi olduğunu, nöbet yerine vardıktan sonra hücum yeleklerini çıkarıp çelik yelek giydiklerini, çıkardıkları hücum yeleklerini de mevzideki çuvalların üzerine bıraktıklarını, E.yihücum yeleklerindeki bir şarjörü çıkarmaya çalışırkengörmeleri üzerine N.T.nin E.ye ne yaptığını sorduğunu, E.nin şarjörün kaç mermi aldığını sorması üzerine soruyu cevaplayıp E.yi mevziden uzaklaştırdıklarını, saat 15-30 sıralarında N.T.nin gözetleme yapmak amacıyla elindeki tüfeği mevzideki kum çuvallarına dayayıp dürbünle gözetleme sahasını gözlemeye başladığını, kendisinin de çıplak gözle gözetleme yaptığını, bu esnada duyduğu bir askı kayışı sesi üzerine yönünü kapıya çevirince E.yi tüfekle mevziden çıkarken gördüğünü, "Getir lan o silahı!" diye bağırınca koşmaya başlayan E.nin kurma kolunu çektiğini ve çömelip çenesinin altına dayadığı tüfeği ateşlediğini beyan etmiştir.ii. T.Ç. ile aynı yönde beyanda bulunan N.T. ek olarak E.Y. isimli askerin E. vasıtasıyla E.E. isimli askere bir mobil telefon gönderdiğini ancak E.nin yolda telefonu kaybettiğini, bu sebeple E.nin telefonun parasının bir kısmını E.E.ye ödediğini, 40 TL eksik kaldığını, E.E.nin E.ye ödeme konusunda baskı yaptığına tanık olmadığını ve E.nin herhangi bir sıkıntısı olduğuna dair bilgisi bulunmadığını söylemiştir. iii. A. ifadesinde, olay günü mevzinin 10-15 metre uzağında yer alan çadırın önünde sigara içtiğini, T.Ç.nin "Dur. Silahı bırak. Getir." diye bağırdığını duyduğunu, daha sonra N.T. ile T.Ç.yi koşarken gördüğünü, derken bir kurma kolu çekip bırakma sesi duyduğunu, bunun üzerine sesin geldiği yöne koştuğunu ve E.yiçenesinin altına dayadığı tüfeği ateşlerken gördüğünü, olay mahalline gelen K.G.nin kendilerini olay yerinden uzaklaştırdığını, daha öncesinde E.nin herhangi bir sıkıntısından söz etmediğini beyan etmiştir.iv. K.G. ifadesinde, olay günü saat 20 sıralarında "Dur! Yapma!" gibi sesler duyduğunu, sesin geldiği tarafa yönelirken bir patlama sesi geldiğini, olay mahalline vardığında yerde yatan bir asker ile yanında duran tüfeği gördüğünü, askerleri güvenli bir yere gitmeleri konusunda uyardığını ve askerlerden cankurtaran çağırmalarını istediğini, telsizle ulaştığı Harekât Merkezinin cankurtaranı olay yerine yönlendirdiğini, cankurtaran gelinceye kadar bir astsubay ile birlikte yaraya tampon yaptıklarını, E.nin telefonu kaybettiğini bu olaydan sonra duyduğunu, yine duyduğuna göre E.nin banka kartının E.E.de olduğunu, E.E.nin bu banka kartını S.ye verip onu kantine gönderdiğini ve S.nin banka kartını ödeme cihazından geçirip 160 TL nakit aldığını söylemiştir. v. E.Y. ifadesinde, kendisi için kargo ile getirttiği mobil telefonu E.E.ye sattığını, telefonu E.E.ye teslim etmek üzere E.ye verdiğini, birkaç saat sonra telefonda görüştüğü E.E.nin E.nin telefonu kaybettiğinden söz ederek telefon için ödediği parayı kimden alacağını sorduğunu ve yaptıkları telefon görüşmesinde E.ninödemeyi kendisinin yapacağını söylediğini beyan etmiştir.vi.E.E. ifadesinde, yakın zamanda terhis olacağı için kız arkadaşına hediye etmek üzere E.Y.den 300 TL'ye bir mobil telefon satın aldığını, E.Y.nin telefonu kendisiyle aynı birliğe gelecek olan E.ye teslim ettiğini, E.nin telefonu kaybettiğinden söz ederek kendisine 260 TL ödeyip 40 TL'yi de daha sonra ödeyeceğini söylediğini, para konusunda E. ile tartışmadıklarını söylemiştir.vii. O.K., E.E.nin birliğe yeni gelen E.ye kendisine teslim edilecek telefonu sorduğunu, E.nin telefonu kaybettiğini söyleyip telefonun parasını ödeyeceğini söylediğini, birliğe yeni gelen askerlerin çantasında yapılan aramada telefon çıkmadığını, E.E.nin E.ye ödeme konusunda baskı yaptığına veya kötü söz söylediğine tanık olmadığını beyan etmiştir. Askerî Savcılık 13/8/2013 tarihinde E. ile aynı bataryada askerlik hizmetini yapanS.nin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır.S. ifadesinde, E.nin ölümünden iki gün önce E.E.nin kendisine bir kart uzatarak hesaptan para çekmesini istediğini, kantin görevlisi yardımıyla çektiği 160 TL'yi E.E.ye teslim ettiğini, kartın üzerinde yazılı isme bakmadığını,E.nin ailesinin gelmesinden sonra bir komutanından E.nin hesabından para çekildiğini duyunca kartın E.ye ait olduğunu anladığını ve E.ye kötü davranan ve baskı yapan birisini görmediğini söylemiştir. S.nin ifadesinde adı geçen kantin görevlisi İ.Ö. ise Askerî Savcılıkça alınan 25/8/2013 tarihli ifadesinde, ismini bilmediği bir askerin kantine gelip kartı ödeme cihazından geçirmek suretiyle hesaptan azalan miktar kadar nakit verip vermeyeceğini sorduğunu, nakit olmaması nedeniyle işlemi yapamadığını, bir başka zaman S. isimli bir askerin gelip aynı istekte bulunduğunu, kantinde nakit olması nedeniyle kartı ödeme cihazından geçirip istediği tutarı S.ye verdiğini ancak kartta yazılı isme dikkat etmediğinibeyan etmiştir. Olay yerinde bulunan 513422 seri numaralı tüfeği, bu tüfeğe ait şarjörü, E.,N.T. ve T.Ç.nin parmak izlerini, adı geçenlerin sağ el, sol el ve yüz bölgesinden alınan svapları ve E.ye ait kamuflaj desenli gömleği inceleyen Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı (Kriminal Daire) 16/8/2013 ve 27/8/2013 tarihli uzmanlık raporlarında, tüfek ve şarjöründe mukayeseye elverişli parmak izi bulunmadığını, E.nin sağ el ve sol el svapları ile E.nin gömleği üzerinde atış artıkları tespit edildiğini, N.T. ve T.Ç.den alınan svaplar üzerinde atış artıkları tespit edilemediğini ve gömlek üzerinde herhangi bir delinmeye rastlanmadığını belirtmiştir. Askerî Savcılık 29/8/2013 tarihinde başvurucu Kazim Elgörmüş'ün tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. Başvurucu ifadesinde oğlunun herhangi bir sıkıntısı olmadığını, oğlu Hakkan Elgörmüş ile telefonda görüşen E.nin birinin telefonunu kaybettiğini ve bu nedenle telefonun parasını ödemesi gerektiğini söyleyip 200 TL para istediğini, Hakkan Elgörmüş'ün 200 TL gönderdiğini ancak E.nin 100 TL daha istediğini, ertesi gün E.nin vefat haberinin geldiğini, E.nin intihar ettiğine inanmadığını söylemiştir. Askerî Savcılığın 3/9/2013 tarihinde istinabe suretiyle ve kolluk görevlileri aracılığıyla ifadelerini aldığı başvurucular, E.E.ye teslim edilmek üzere E.ye verilen telefonun çalınması ile sonrasında yaşananların ayrıntılı olarak araştırılmasını istemişler; E.nin intihar ettiğine inanmadıklarını beyan etmişlerdir. Başvurucu Hakkan Elgörmüş ilave olarak E.nin paraya ihtiyacı olduğunu söylemesi üzerine 200 TL para gönderdiğini, daha sonra telefonda görüştüğü E.nin bir arkadaşının telefonunu kaybettiğinden ve bu kişiye ödemeyapacağından söz ederek neden az para gönderdiğini kendisine sorduğunu söylemiştir. Olayda kullanılan 513422 seri numaralı tüfek ile şarjörünü inceleyen Kriminal Daire 18/9/2013 tarihli raporunda; tüfeğin atışa elverişli olduğunu, emniyeti açık ve kapalı konumlarda yapılan testlere göre düşme, çarpma, sarsıntı ve darbe gibi durumlarda tetiğe basmaksızın kendiliğinden çap ve tipine uygun fişeği patlatmadığını ve olay yerinde bulunan kovanın 513422 seri numaralı tüfekten atıldığını belirtmiştir. Başvurucuların talepleri çerçevesinde soruşturmayı genişleten Askerî Savcılık E.nin kendisine veya bir arkadaşına dair telefonun çalındığına ve başkasından baskı gördüğüne dair bir şikâyetinin bulunup bulunmadığı konusunda ilgili Tabur Komutanlığına müzekkere yazmış; E.nin kendisine emanet edilen telefonu götürdüğü esnada E. ile aynı konvoyda yer alan Ç.S.nin ifadesini almış ve konvoyda başka kimlerin bulunduğunu Tabur Komutanlığından sormuştur. Askerî Savcılık ayrıca askerî birliğin 21/7/2013 tarihli yoklama listesinde isimleri bulunanlardan A.S., S.Ö., Os.K., S.B., Ş., H.T., İ.A., A.A., İ., Ü.K., P., Me.Ş., A.Ç., U., Me.P., S.E. ve Me.A.nın istinabe yoluyla ifadelerini aldırmış; ölü muayenesi sırasında bulunan SIM kartın içeriğini (kayıtlı resim ve videolar ile rehber, mesaj ve çağrı kayıtları)Diyarbakır 2'nci Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 27/11/2013 tarihli kararı uyarınca bilirkişiye tespit ettirmiş; bir bankadan E.ye ait hesap bilgilerini istemiş veC.E. adına kayıtlı hatları bir telekomünikasyon şirketinden, E.ye ait telefon hattının 1/6/2013-22/7/2013 tarihleri arasındaki iletişiminin tespitine dair bilgileri ise Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundangetirtmiştir.i. Tabur Komutanlığı, E. ve Ç.S. ile aynı konvoyda yer alan kişilere ait bilgilere ulaşılamadığını bildirmiş ve E.nin şikâyetinin bulunup bulunmadığı hususunda ifadeleri alınan 3'üncü Batarya Komutanı Y.T., 1'inci Batarya Adestim Subayı Y.G., 1'inci Bataryada görevli Bkm. Astsb. Çvş. K.Ö. ile Topçu Uzm. Çvş. K.G.nin beyanlarını içerir tutanakları Askerî Savcılığa göndermiştir.Söz konusu tutanaklara göre E., daha önce telefonun çalınması veya bununla ilgili olarak baskı gördüğü hususunda herhangi bir şikâyette bulunmamıştır.ii. Ç.S. ifadesinde Akçay'dan Maden Üs Bölgesi'ne gitmeden önce bir askerindışarıdan bakılınca içinde telefon bulunduğu anlaşılan bir zarfı E.ye verdiğini, E.nin zarfı çantasına koyduğunu, yola çıkmadan önce çantaların bulunduğu yerden uzaklaşıp yürüdüklerini, telefonun bu esnada çalınmış olabileceğini, E.nin yolculuk esnasında telefondan bahsetmediğini, askerlerin çantalarını kucaklarında taşımalarından dolayı telefonun yolculuk esnasında çalınmış olmasının imkânsız olduğunu ve konvoydaki diğer askerlerin isimlerini bilmediğini söylemiştir.iii. İstinabe yoluyla ifadesine başvurulan kişiler, E.ye bir başkasınca baskı yapıldığı veya E.nin bir başkasınca tehdit edildiği yönünde bir bilgiye sahip olmadıklarını beyan etmişlerdir. Öte yandan Ü.K., olay günü nöbetçi askerin bağırması üzerine çadırdan dışarı çıkınca E.yi tüfeği çenesinin altıda götürüp tetiğe basarken gördüğünü söylemiş; Os.K. ile Me.A. ise Mevzide 00-00saatleri arasında nöbet tutarlarken E.nin yanlarına geldiğini ve Mevziye girmenin yasakolması nedeniyle E.den gitmesini istediklerini ifade etmiştir. Askerî Savcılık, E.nin ateşli silahla kendisini vurmak suretiyle intihar ettiği ve intihar olayının gerçekleşmesinde herhangi bir kişinin kusurlu bir davranışının bulunmadığı gerekçesiyle 29/1/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılığın kararı, başvurucu KazimElgörmüş vekiline 11/2/2015 tarihinde; başvurucular Rabia Elgörmüş, Yalçın Elgörmüş, Eyyüp Elgörmüş ve Hakkan Elgörmüş'e ise 10/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Kazim Elgörmüş, E.nin psikolojik bir rahatsızlığının bulunmaması nedeniyle, intihar etmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu ve telefonun çalınması nedeniyle E.nin tehdit ve baskıya maruz kalması hadisesinin yeterince açıklığa kavuşturulmadığını iddia ederek vekilleri aracılığıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Başvurucu Kazim Elgörmüş'ün itirazı, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda yer alan gerekçelerle Kara Kuvvetleri Komutanlığı 7'nci Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesince (Askerî Mahkeme) 26/3/2015 tarihinde reddedilmiştir. Askerî Mahkeme kararı 8/4/2015 tarihinde başvurucu Kazim Elgörmüş vekiline tebliğ edilmiş ve başvurucular 8/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İdari Tahkikat Süreci İdari tahkikat kapsamında askerî yetkililer Ütğm. Y.T.nin, Teğ.Y.G.nin, E.ye tıbbi yardımda bulunanlar J.Sağ. Üçvş. S.Y., J.Uzm. Çvş. T.T. ve J.Uzm. Çvş. H.G. ile olay hakkında bilgi sahibi olduğu değerlendirilen J.Uzm. Kad. Çvş. Y. veUzm. Çvş. K.G. ile erler İ.E.A, E.E., N.T., T.Ç., Me.A., A.S., S.Ö., A., Os.K., H.İ.U. ve S.B.nin beyanlarını almışlardır.İfade tutanaklarına göre;i. Y.T. 30 sıralarında misafirhanenin kapısını çalan bir askerin E.nin mevzide yerde yattığını söylediğini ve bunun üzerine olay yerine gittiğini beyan etmiştir. Y.G. ise 30 sıralarında misafirhanenin kapısını çalan bir askerin topçu askerlerden birinin kendisini vurduğunu söylediğini açıklamıştır. ii. S.Y. olay günü nöbetçi olduğunu, 25 sıralarında topçu bataryasının bulunduğu yerden bir silah sesi duyduğunu, hemen sonrasında telsizle yardım çağrısı yapıldığını, olay yerine vardığında yerde yatan askerin nabzını kontrol ettiğini, nabzın çok zayıf olduğunu, ilk müdahaleyi yaptığını ve gelen cankurtaran ile hastaneye doğru yola çıktıklarını söylemiştir.iii. Y. 20 sıralarında mevzinin bulunduğu bölgeden bir el silah sesi geldiğini, K.G.nin"Asker kendini vurdu" diye bağırdığını, yerde yatan askerin yanındaki piyade tüfeğinin emniyet mandalının açık konumda olduğunu ve yerde yatan askerin olay mahalline gelen cankurtaran ile hastaneye gönderildiğini beyan etmiştir.iv. K.G. mevziye 10-15 metre mesafede bulunan çadırda çalışmakta iken birinin yüksek sesle "Dur" diye bağırdığını, hemen sonrasında silah sesi duyduğunu, olay yerine vardığında E.nin çene altından kendini vurmuş olduğunu gördüğünü ve cankurtaran ile hastaneye gönderildiğini ifade etmiştir.v. H.G. ve T.T., olay günü Nikon kule mevziinde nöbet tuttuklarını, Atış Komutanlığının bulunduğu yerden bir silah sesi geldiğini, sesin geldiği yere doğru gittiklerinde yerde yatan bir asker gördüklerini, T.T.nin askere tampon yaptığını, askerin nabzı atsa da şuurunun yerinde olmadığını ve olay yerine gelen sağlık astsubayı refakatinde cankurtaranla hastaneye gönderildiğini beyan etmişlerdir. vi. N.T. olay günü 00-00 saatleri arasında T.Ç. ile birlikte mevzide nöbetçi olduğunu, nöbet yerine geldikten sonra hücum yeleğini çıkarıp çelik yelik giydiğini, hücum yeleğindeki bir adet dolu şarjörü de çelik yeleğe yerleştirdiğini, E.yi çıkardığı hücum yeleğindeki bir şarjörü çıkarmaya çalışırken görmesi üzerine E.ye ne yaptığını sorduğunu, E.nin şarjörün kaç mermi aldığını sorması üzerine soruyu cevaplayıp onu mevziden uzaklaştırdığını, nöbet esnasında dürbünle gözetleme yaparken tüfeğini yanına dayadığını, 20 sıralarında T.Ç.nin "Dur! Silahı bırak" diye bağırması üzerine kendisine ait tüfeği alan E.yi koşarken gördüğünü, E.nin peşinden koştuklarını ve koşar vaziyetteyken kurma kolunu çeken E.nin aniden yere çöküp çene altına dayadığı tüfeği ateşlediğini söylemiştir. N.T.nin bu beyanı T.Ç. tarafından doğrulanmıştır.vii. A. 7 No.lu nöbet mevziine 10-15 metre mesafedeki çadırın önünde sigara içmekteyken T.Ç.nin "Dur! Silahı bırak" diye bağırdığını duyduğunu, hemen akabinde E.yi elinde silahla koşarken gördüğünü ve E.nin yere çöküp aniden çene altına dayadığı tüfeği aniden ateşlediğini ifade etmiştir.viii. S.Ö. olaydan bir gün önce ankesörlü telefondan görüşme yaparken yanına gelen E.nin telefona acil ihtiyacı olduğunu söylediğini, bunun üzerine telefonu E.ye verdiğini, telefona neden acil ihtiyacı olduğunu sorunca E.nin ağabeyinin 200 TL yerine 160 TL göndermesinin nedenini öğrenmek olduğunu söylediğini beyan etmiştir.ix. Os.K.olaydan bir iki gün önce E.nin mevziye geldiğini ancak yasak olması nedeniyle E.yi mevziye almadığını ifade etmiştir. x. Me.A. ise mevzide 00-00 saatleri arasında nöbetçi olduğunu, 30-45 sıralarında mevziye gelen E.nin Topçu Onbaşı İ.E.A. tarafından geri çevrildiğini söylemiştir. Bu ifade İ.E.A tarafından doğrulanmıştır. xi. E.E. olay öncesinde aralarında E.nin de bulunduğu arkadaşlarıyla televizyon izlerlerken E.nin yanlarından ayrıldığını, kısa bir süre sonra tek el silah sesi geldiğini, dışarıya çıktıklarını E.yi kanlar içerisinde yerde yatarken gördüklerini söylemiştir. xii. Diğer kişiler olay hakkında bilgi sahibi olmadıklarını beyan etmişlerdir. Tahkikat Heyeti yürüttüğü tahkikat sonunda, intihar olayının birlik dışındaki nedenlerden kaynaklandığı ve nöbet esnasında yasak olmasına rağmen tüfeğini elinden bıraktığı gerekçesiyle N.T. hakkında yasal işlem başlatılmasının uygun olacağı kanaatine varmıştır. N.T. hakkında ne gibi bir işlem yapıldığı tespit edilememiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili ulusal hukuk için bkz. Coşkun Çiftler, B. No: 2014/18624, 22/2/2018, §§ 55-B. Uluslararası Hukuk Yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutuyla ilgili uluslararası hukuk Yasin Ağca başvurusu (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 91-96) hakkında verilen kararda yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Çadıroğlu/Türkiye başvurusunda (B. No:15762/10, 3/9/2013, §§ 30, 36), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi uyarınca yaşam hakkının güvence altına alınması yükümlülüğünün, devletin madde uyarınca “Sözleşme’de düzenlenen hak ve özgürlükleri kendi egemenlik alanı içinde bulunan herkes için güvence altına alma” görevi ile birlikte düşünüldüğünde, bir kimsenin şüpheli koşullar altında hayatını kaybetmesi durumunda, etkili bir resmî soruşturma yapılmasını zımnen gerektirdiğine ve ölenin ailesinin veya başkalarının yetkili soruşturma merciine resmî olarak şikayette bulunup bulunmadığı hususunda da bu konuda belirleyici olmadığına işaret ederek ceza yargılamasına katılmayan kişiler yönünden iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin Hükûmet itirazını reddetmiştir. AİHM Sultan Dölek ve diğerleri/Türkiye başvurusunda (B. No:34902/10, 28/4/2015, §§ 43-45) ise ulusal makamların şüpheli ölümlere ilişkin resen soruşturma başlatma yükümlülüklerine değinerek başvuruculardan yalnızca birinin kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararlara itiraz etmesini mevcut iç hukuk yollarının tüketilmesi için yeterli bulmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7910 | Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir toplantıda yaptığı açıklamalar nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan mahkûm edilen başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 25/9/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı dönemde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul milletvekilidir. Başvurucu, PKK'nın neden olduğu ve uzun süredir devam eden terör olaylarının sona erdirilmesi amacıyla başlatılan ve ''demokratik açılım'' olarak adlandırılan süreçte aktif olarak rol almış ve söz konusu süreçte yer alan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Heyetinin sözcülüğünü yapmıştır. Bu süreçte başvurucu ve diğer bazı kişiler Abdullah Öcalan (A.Ö.) ile de görüşmüştür. 2013 yılının Ocak ayında -bu süreç devam ederken kendisini feshedecek olan- BDP Heyeti İmralı Adası'na giderek A.Ö. ile görüşmüştür. Söz konusu görüşmenin ardından 17/3/2013 tarihinde BDP İstanbul İl Yönetimi ve Halkın Demokratik Kongresi (HDK) isimli oluşum tarafından İstanbul'un Zeytinburnu ilçesinde açık hava toplantısı şeklinde düzenlenen bir nevruz etkinliğinde başvurucu, alanda toplanan kalabalığa hitaben bir konuşma yapmıştır. Söz konusu konuşmanın video kaydı daha sonra ilk derece mahkemesinde yapılan duruşmada izlenmiş ve bu kaydın çözümü duruşma zaptına işlenmiştir. Duruşma zaptına göre başvurucunun anılan etkinlikteki konuşması şöyledir: “Halkların Demokratik Kongresi adına burayı dolduran bugüne kadar bütün mücadele alanlarında olduğu gibi bu alanı da dolduran, bütün temsiliyetlere, bütün HDK bileşenlerine, halkların temsilcilerine selam olsun. Hoşgeldiniz, Newrozunuz kutlu olsun. Barışa vesile olsun.Yoldaşlar, yeni bir sürece başlıyoruz. Bu, adına barış masası diyorlar, ama masada kotarılan bir şey değildir. Bu yeryüzüne ve gökyüzüne bütün Türkiye halklarının, başta Kürt halkı olmak üzere, Ermenilerin, Süryanilerin, Kafkas halklarının, Çerkezlerin mücadelesi ile yeryüzüne ve gökyüzüne yazıldı bu, masalarda kotarılmadı. Bu barış, başta Kürt halkı olmak üzere emekçiler, mazlumlar olmak üzer hepinizin eseridir. Barışınız da kutlu olsun. Biz de HDK olarak Kürdistan’da onun onurlu evlatlarıyla onur duyuyoruz. Yoldaşlar, çok değil, bundan 1 sene önce yine bu alanlardaydık, yine elimizde ve kalbimizde barış iradesi ile gelmiştik, bu alana sokulmadık. O gün de barış diyorduk, bugün de barış diyoruz, yarın da barış diyeceğiz. İşte halkların iradesi, işte yan yana durmanın erdemi ve kararlılığının eseri budur. Ne oldu, geçen yıl bu meydana almadılar, giremedik mi, girdik. İşte barış masaların değil, bu inadın bu iradenin sonucudur. Onun için barış size kutlu olsun, onun için bize kutlu olsun. Biz, biz bir mücadelenin sonuna gelmedik, bir mücadele bitmiş değil. Biz bir mücadelenin en acı bölümünün sonuna geldik, en yakıcı bölümünün, ölümlü kanlı bölümünün sonuna geldik. Bundan sonrası artık yeni Türkiye’yi bütün halklarla birlikte inşa etmenin zamanıdır. Tam bir demokrasi ile emekçisi ile ezilenleri ile mazlumlarıyla bu mücadelemiz ta ki tüm halkların, tüm ezilenlerin kurtuluşuna kadar devam edecek. Ama, artık bu hikayenin, ki anlatılan bizim hikayemizdir, sizin hikayenizdir. Acıklı bölümün acılı bölümün sonuna geldik. Peki ne pahasına? Bu halk, siz bizi öldürmekten yorulacağınız güne kadar direneceğiz dedi, biz yorulmayacağız, biz direneceğiz dedi. İşte sonucu bu.Biz, siz bizi kabristanla mı korkutuyorsunuz? Biz o kabristanı gülistan ederiz dedi, ölerek bu barışı getirdi. Siz, bizi zindanlarla mı korkutuyorsunuz; biz o zindanları bir mücadele alanı, bir Newroz alanı, 1 Mayıs alanı yaparız, yine getiririz dedi. İşte bu barış onun eseridir. Onuniçin de kıymetini en çok bizler bileceğiz, en çok sizler bileceksiniz, bütün Türkiye halkları bilecek. Bütün ezilenler bilecek. Dolayısıyla, bu barış iradesini, güvercin kasaplarının eline boğdurtmayacağız, boğdurtmayacağız, boğdurtmayacağız. Sayın Öcalan, hepinize iletilmek üzere dedi ki; ne eskisi gibi savaşacağız, ne eskisi gibi yaşayacağız. Bütün halklar, Türkiye halkları özgürleşene kadar, tam demokratik bir ortamda yaşayana kadar da mücadelemiz, barış azmimiz ve irademiz devam edecek dedi. Biz de bu iradeyi HDK olarak bu iradeyi güçlendireceğiz, bu iradenin yanında olacağız, bugüne kadar nasıl bu mücadelenin kavgasını verdiysek, bundan sonra da barış iradesini yere düşürmemek için bundan sonra da ne gerekiyorsa hep birlikte yan yana, omuz omuza yapacağız. Bu irademizi bir kez daha sizinle birlikte haykırmak istiyorum. 'Biji bıratiya gelan, yaşasın halkların kardeşliği, yaşasın barış.'Yoldaşlar, genel başkanımız sayın Selahattin Demirtaş da burada. Ben HDK adına hepinizi tekrar selamlıyorum. Esas konuşmayı sayın eş genel başkanımız yapacak. Ben sadece, hem HDK adına hem sayın Öcalan’ın ve onun yoldaşlarının selamını iletmek üzere çıktım.Hep birlikte haykıralım; An serkeftin an serkeftin. An azadi an azadi. Yaşasın barış, Newroz piroz be! Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Hoşçakalın doştça kalın. İlk derece mahkemesinin kısmen dayandığı polis raporuna göre başvurucu, konuşmasına video kaydında yer almayan şu sözlerle başlamıştır:"Merhaba. Çewane(nasılsınız) halkım hoş geldiniz. nevroz piroz be (nevruzunuz kutlu olsun). Size Kürt halk önderi sayın Öcalan'ın selamını getirdim. Bu soğuk havada güneş gibi içimizi ısıtsın diye sayın Öcalan'ın selam gönderdiği siz evlatlarımızın kardeşlerimizin selamını getirdim. Selam olsun." Bazı kişilerin söz konusu toplantıda terör örgütünün propagandasının yapıldığı iddiasıyla şikâyette bulunması üzerine Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz" hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle bir fezleke düzenlemiştir. Savcılık, fezlekeyi Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne göndermiştir. Başvuruya konu konuşmanın yapıldığı toplantıdan dört gün sonra 21/3/2013 tarihinde A.Ö.nün mektubu Diyarbakır’da düzenlenen nevruz etkinliklerinde okunmuş, A.Ö. silahların susması ve silahlı terör örgütü mensuplarının ülkeyi terk etmesi çağrısında bulunmuştur. PKK'nın silah bırakması ve şiddetin sona erdirilmesi amacıyla yürütülen çözüm süreci devam ederken PKK terör örgütü 2015 yılının Haziran ayından itibaren şiddeti tırmandırarak çözüm sürecinin devam ettirilmesi çabalarını sonuçsuz bırakmıştır. TBMM Genel Kurulunda kabul edilen 20/5/2016 tarihli ve 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya geçici madde eklenmiştir. Kural şöyledir:"Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir." Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yapılan değişiklikle, anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hükmün (bkz. § 14) uygulanmaması öngörülmüştür. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki fezlekeye konu olan soruşturma dosyası da 2016 yılının Haziran ayında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir. Başsavcılık başvurucunun bahsi geçen etkinlikteki bazı ifadeleri nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması için kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan başvurucu 7/9/2018 tarihli kararla terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 3 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinde ilk derece mahkemesi öncelikli olarak 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinde düzenlenen terör örgütünün propagandasını yapma suçuna ve daha sonra ifade özgürlüğüne ilişkin genel bazı değerlendirmelerde bulunmuştur. İlk derece mahkemesine göre bir eylemin terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek nitelikte olması suçun oluşması için yeterlidir. İlk derece mahkemesi, nefret içerikli söylemler ile şiddet, silahlı ayaklanma ve isyan çağrılarının ifade özgürlüğünün korumasından yararlanamayacağını belirtmiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinde; ağır eleştiri sınırları içinde kalan siyasi nitelikteki söylemlerin propaganda olarak değerlendirilemeyeceği, PKK'nın şiddete başvuran bir terör örgütü olduğunda ve A.Ö.nün de birçok kişinin ölümünden sorumlu bu örgütün lideri olduğunda kuşku bulunmadığı belirtilerek başvurucunun sözlerinin değerlendirilmesine geçilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...3713 sayılı Yasanın 6459 sayılı Yasayla değişik 7/2 maddesinde terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişinin cezalandırılacağı düzenlenmiştir. AİHM'nin fikir hürriyeti konusunda sözleşmenin maddesiyle ilgili verdiği kararlar da bu maddeyle aynı yöndedir. Bu madde ile bilinmesi gereken önemli bir husus, propaganda kabul edilen eylemin bizzat kendisinin şiddet içerikli olması, nefret, cebir ya da tehdit içermesi gerekmediğidir. Propaganda olan eylemin kendisi şiddet, nefret, tehdit veya cebir içerikli olması ve terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde olması halinde bu madde gereğince suç oluşur... Kaldı ki, terör örgütünün şiddet içerikli eylemlerini öven, meşru gösteren veya teşvik eden eylemler bu haliyle zaten şiddeti teşvik eder hale gelir. Örneğin, 'PKK'nın yapmış olduğu eylemleri destekliyoruz.' şeklinde atılan bir sloganda kullanılan kelimelerin hiç biri şiddeti çağrıştırmamaktadır. Ancak cümle bir bütün halinde değerlendirildiğinde bölücü terör örgütü PKK'nın eylemlerinin desteklendiği ve şiddeti övücü nitelikte olduğu sonucuna varılmalıdır. Dolayısıyla bu suç için önemli olan propaganda teşkil eden eylemin, terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermesi veya övmesi ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik etmesidir. Bu bir slogan şeklinde olabileceği gibi, pankart taşımak, şarkı söylemek, basın açıklaması yazmak, yazı yazmak, resim çizmek gibi çok çeşitli şekillerde olabilir.AİHM verdiği kararlarda özellikle nefret içerikli hiçbir eylemin AİHS maddesi kapsamında korunmayacağını özellikle belirtmektedir. Yine şiddet çağrısı, silahlı ayaklanma çağrısı, isyan çağrısı içeren eylemler de maddenin korumasından yararlanmaz ... AİHM'e göre ağır eleştiri söz konusu olduğu durumlar ile şiddet çağrısının birbirinden ayrılması gerekir. Mahkemenin özellikle üzerinde durduğu husus, eylemin şiddeti övmesi, teşvik etmesi veya meşru göstermesidir. Hatta mahkeme, Karataş-Türkiye kararında şiirde geçen şiddet içerikli ifadeleri sanatsal özgürlük nedeniyle korunması gerektiğini belirtmiştir. Buna ilişkin diğer bir örnek Arslan-Türkiye kararıdır. Yine Gül ve Diğerleri-Türkiye kararında, yasal bir toplantıda atılan basmakalıp sol sloganların şiddet içerseler bile fikir hürriyeti bağlamında korunması gerektiğini belirtmiştir. Sürek 3- Türkiye davasında ise mahkemeye göre, başvurucunun makalesinde Türkiye'nin bir bölümünü Kürdistan olarak nitelemesinde ve burası ile ilgili ulusal bir bağımsızlıktan bahsetmesi tek başına müdahaleyi haklı kılmaz, ancak aynı makalede kullanılan topyekun bir bağımsızlık mücadelesi istiyoruz TC güçlerine karşı yöneltilmiş bir savaş gibi sözlerin kendisini PKK ile özdeşleştirdiği ve bağımsızlığı gerçekleştirmek için silahlı güç kullanmaya teşvik ettiği için fikir hürriyeti kapsamında değerlendirilemez. Bütün bu hususlar bir bütün halinde değerlendirildiğinde, bir eylemin terör propagandası olarak nitelendirilip cezalandırılması için mutlak surette şiddete veya silahlı direnişe ya da isyana teşvik ediyor olması, terör örgütünün varsa bu tarz eylemlerinin övülmesi ya da meşru gösterilmesi gerekir. Ağır eleştiri sınırında kalan, siyasi nitelikli söylemlerin bu kapsamda değerlendirilmesi mümkün değildir. Ayrıca şiddet içerseler bile sanatsal faaliyetlerin daha özel olarak değerlendirilmesi ve AİHS'nin maddesinin bu durumlarda daha geniş yorumlanması gerekir. Kanun maddesinde her ne kadar cebir, tehdit ve şiddet ayrı ayrı belirtmiş, AİHM kararlarında ise şiddet olgusu üzerinde durulmuş ise de; cebir ve tehdit zaten şiddetin bir parçası olduklarından AİHM kararlarında belirtilen şiddet olgusunun tehdit ve cebiri de içerdiği kabul edilmelidir.... [K]ararımızda PKKnın bir terör örgütü olduğu kabul edilerek bu konuda ayrıntıya yer verilmeyecektir. Yine Öcalan'ın bu örgütün lideri olması nedeniyle bir çok kişinin ölümünden sorumlu tutulduğu, yargılandığı ve bu nedenle ceza aldığı ve cezasının kesinleştiği sabittir......Sanıklar Sırrı Süreyya Önder ve S.'nin 17/03/2013 tarihinde İstanbul ili Zeytinburnu ilçesinde yapılan nevruz kutlaması ve miting şeklindeki açık hava toplantısında konuşma yaptıkları, sanık Sırrı Süreyya Önder'in 'Size kürt halkı önderi Sayın Öcalan'ın selamını getirdim...Bugün de Kürdistan'da onun onurlu evlatlarıyla onur duyuyoruz.' şeklinde ...sözler söyledikleri sanıkların savunmalarından, dosyada mevcut tutanak ve görüntü kayıtlarından anlaşılmıştır...Sanık Sırrı Süreyya Önder yönünden yapılan değerlendirmede; sanığın terör örgütü lideri Öcalan'ın fotoğrafının asılı bulunduğu sahnede gerçekleştirdiği konuşmasında söylediği 'Size kürt halkı önderi Sayın Öcalan'ın selamını getirdim.... Bugün de Kürdistan'da onun onurlu evlatlarıyla onur duyuyoruz.' şeklindeki sözleri ile terör örgütü liderini Kürt halkının lideri olarak göstererek terör örgütü PKK'yı ve yöneticisini meşru göstermeye çalışmış, ülke topraklarının bir bölümünü, terör örgütünün bölücü ideolojisinde yer aldığı şekli ile Kürdistan olarak tabir etmiş ve bu suretle terör örgütünün propagandasını yapmıştır.Bütün bu nedenlerle, her ne kadar sanıklar suçlamaları kabul etmemiş iseler de, sanıkların, hüküm fıkralarında belirtilen gerekçeler ile birlikte yukarıda belirtildiği gibi, nevruz kutlaması ve miting şeklindeki açık hava toplantısında yaptıkları konuşmalar sırasında bölücü silahlı terör örgütü PKK ile yönetici ve üyeleri lehine, terör örgütü PKK'nın kullanmış olduğu şiddet yöntemini meşru gösteren, destekleyen ve öven, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güvenlik güçlerince yürütülen meşru ve haklı terörle mücadele operasyonları ile ilgili olumsuz bir algı oluşturmaya çalışan yukarıda yazılı olduğu şekilde sözler sarf ederek ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarının bir kısmını sözde Kürdistan olarak nitelendirerek örgütün bölücü ideolojisini yaymaya ve meşru göstermeye çalışarak TMK'nın 7/ maddesinde düzenlenen terör örgütü propagandası suçunu işledikleri anlaşılmakla, sanıkların bu madde gereğince, yine hüküm fıkralarında belirtilen gerekçeler ile birlikte, suç kasıtlarının yoğunluğu, propaganda oluşturan sözlerin ve paylaşımların içerikleri göz önüne alınarak kanunda belirtilen ceza miktarlarında alt sınırdan ayrılmak sureti ile ayrı ayrı cezalandırılmalarına ... karar verilmiştir." Başvurucu, mahkûmiyet kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 4/12/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu karardan 4/12/2018 tarihinde haberdar olmuş ve 31/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin propaganda suçunu düzenleyen ikinci fıkrasının ilk hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"...örgütle ilgili propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve ellimilyon liradan yüzmilyon liraya kadar ağır para cezası hükmolunur." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmının 2002 yılında yapılan değişiklikten sonraki hâli şöyledir:"...terör yöntemlerine başvurmaya özendirecek şekilde örgütle ilgili propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşyüzmilyon liradan birmilyar liraya kadar ağır para cezası verilir." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmının 2003 yılında yapılan değişiklikten sonraki hâli şöyledir:"...şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşyüzmilyon liradan birmilyar liraya kadar ağır para cezası verilir." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmının 2006 yılında yapılan değişiklikten sonraki hâli şöyledir:"Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır..." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmının 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen ve somut olayda başvurucu hakkında uygulanan hâli şöyledir: “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır... ” Anılan değişikliğin gerekçesi şöyledir:"AİHM, şiddeti teşvik edici nitelikte olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ya da kişileri silahlı isyana teşvik edici nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaktadır.Yapılan düzenlemeyle, maddenin ikinci fıkrasında yer alan suçun unsurları yeniden belirlenmekte, maddeye "cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde" ibaresi eklenerek suçun kapsamı AİHM standartlarına uyumlu hale getirilmektedir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren ilk hâlinin örgüt propagandasına ilişkin (8) numaralı fıkrası şöyledir: "Örgütün veya amacının propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (8) numaralı fıkrasının 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile yapılan değişiklikten sonraki nihai hâli şöyledir: "Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır." Anılan fıkradan "amaç propagandası" ifadesinin çıkarılmasının gerekçesi şöyledir:"Maddede yapılan değişiklikle, Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinde yapılan düzenlemeye paralel olarak örgüt propagandası suçunun unsurları yeniden belirlenmekte ve hangi fiillerin propaganda suçunu oluşturacağı hususu daha somut hale getirilerek AİHM standartlarıyla uyum sağlanmaktadır." Yargıtay İçtihadı Yargıtay çok sayıda kararında 3713 sayılı Kanun'un maddesinin terör örgütünün propagandasını yapma suçuna ilişkin ikinci fıkrasında 2013 yılında yapılan değişikliğin anlamını açıklamış ve bu kararlarda terörle mücadelenin uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerin ihmal edilebileceği bir alan olmadığının altını çizmiştir. Yargıtaya göre söz konusu değişiklik sonucunda, terör örgütünün propagandası suçunun oluşabilmesi için örgütün "cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde" yapılması zorunlu kılınmıştır. Yargıtay -toplantı veya gösteri yürüyüşü sırasında olsun veya olmasın- yazı veya sözlerle (atılan slogan, taşınan pankart veya giyilen üniforma) verilen mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamın oluşmasını körükleyeceknefret söylemi niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi, doğrudan veya dolaylı şiddete çağrı var ise sanığın kimliği, konumu, konuşulan yer ve zaman gibi açık ve yakın tehlike testi bakımından analize tabi tutulması gerektiğini ifade etmiştir (Yargıtay Ceza Dairesinin 15/6/2017 tarihli ve E.2017/1334, K.2017/4470 sayılı; 29/9/2016 tarihli ve E.2016/1297, K.2016/4872 sayılı; 9/6/2016 tarihli ve E.2015/8605, K.2016/3876 sayılı kararları). Nitekim Yargıtayın bu yaklaşımı neticesinde “biji serok apo” (yaşasın başkan apo) şeklindeki bir sloganın terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini öven, meşru gösteren ya da teşvik eden içerik taşımadığına, olayın meydana geldiği yer ve muhatap kitle de dikkate alındığında propaganda suçunun unsurlarının oluşmadığına karar verilmiştir (Yargıtay Ceza Dairesinin 29/9/2016 tarihli ve E.2016/1297, K.2016/4872 sayılı; 15/6/2017 tarihli ve E.2017/1334, K.2017/4470 sayılı kararları). Yargıtay bir kararında da önceki uygulamalarına ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yerleşik içtihatlarına atıf yaparak ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasını makul gösterebilecek hâlleri saymıştır. Yargıtaya göre yapılan bir düşünce açıklamasında (1) şiddet bir araç olarak görülüyorsa, (2) kişiler hedef gösterilip kanlı bir intikam isteniyorsa, (3) benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru bir yol olduğu ileri sürülüyorsa, (4) insanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun ortam kışkırtılıyorsa ifade özgürlüğüne müdahale edilmesi mümkündür. Yargıtay söz konusu kararda, somut olayda çeşitli sendikalar ve legal sivil toplum kuruluşlarının gerekli bildirimleri yaparak organize ettiği barışçıl bir 1 Mayıs gösterisinde “Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş” şeklindeki sloganın şiddeti çağrıştırsa bile toplumda bilinen ve kalıplaşmış sözlerden olduğu, izinli ve olaysız gösteride atıldığı, ulusal güvenlik ve kamu düzeni üzerindeki potansiyel etkisinin sınırlı olduğu ve ciddi bir tehlike yaratmadığı gibi diğer sloganlarla birlikte değerlendirildiğinde genelinde hükûmet icraatlarını eleştiri mahiyetinde ifadeler içerdiği, sloganda ismi geçen kişilerce yapılan şiddet eylemlerinin olay tarihinden uzunca bir zaman önce gerçekleştirildiği gibi gerekçelerle propaganda suçunun unsurlarının oluşmadığına karar vermiştir (Yargıtay Ceza Dairesinin 9/2/2016 tarihli ve E.2015/7466, K.2016/1025 sayılı kararı).B. Uluslararası Hukuk Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi 6/5/2005 tarihli Türkiye'nin de taraf olduğu Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin (Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi) "Terör suçunun işlenmesine alenen teşvik" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'bir terör eylemini işlemeye alenen teşvik', terör suçunun işlenmesini kışkırtmak niyetiyle, böyle bir eylemin dolaylı olsun veya olmasın terör suçlarını savunarak, bir veya birden fazla suçun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılması veya başka bir şekilde erişilebilir hale getirilmesi anlamına gelir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten işlendiği durumlarda, terörizm suçunu işlemeyi alenen teşviki ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin açıklayıcı raporu, şiddet içeren terör suçlarına doğrudan veya dolaylı teşvik oluşturacak mesajlara yönelik belirli sınırlamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) uygun olduğunu hatırlatmıştır (açıklayıcı raporda bkz. §91). Açıklayıcı raporda, daha sonra terör suçlarının işlenmesine dolaylı teşvik ile meşru eleştiri hakkı arasındaki sınırın nerede olduğu meselesinin önemine değinilmiştir:" Doğrudan tahrik, çoğu hukuk sisteminde bir şekilde suç teşkil ettiğinden özel bir soruna yol açmamaktadır. Dolaylı tahriki bir suç haline getirmenin amacı uluslararası hukukta veya uygulamada mevcut olan boşluğu bu alanda hükümler ekleyerek telafi etmektir. Bu hüküm, suçun tanımı ve uygulaması bakımından Taraflara belirli miktarda takdir yetkisi tanımaktadır. Örneğin, bir terör suçunu gerekli ve haklı göstermek dolaylı teşvik suçunu oluşturabilir. Ancak, uygulanmasında iki şartın karşılanmasını gerektirmektedir: ilk olarak, bir terör suçunun işlenmesi hususunda özel bir kastın varlığı gerekir, aşağıda verilen paragraftaki diğer bir gerekliliğe göre de tahrik hukuka aykırı bir şekilde ve kasten işlenmelidir. İkinci olarak, böyle bir eylemin sonucu, bu tip bir suçun işlenmesi tehlikesine neden olmalıdır. Böyle bir tehlikeye neden olup olmadığı değerlendirilirken, yazarın ve mesajın muhatabının niteliği yanında suçun hangi bağlamda işlendiği AİHM’nin oluşturduğu içtihat anlamında dikkate alınacaktır. Tehlikenin önemi ve inandırıcılığı iç hukukun gereklerine uygun olarak ele alınmalıdır…" Terör Örgütünün ve Liderinin Övülmesi Eylemine AİHM'in Yaklaşımı AİHM, slogan atılması suretiyle veya başka bir biçimde terör örgütünün ya da örgüt liderinin övüldüğü hâllerde düşünce açıklamalarının doğrudan şiddete teşvik edip etmediği üzerinde durmuştur. Nitekim AİHM, Abdullah Öcalan'ın Kürtlerin lideri olarak ifade edilmesinin tek başına şiddete teşvik etmediği kanaatine ulaşmıştır. AİHM, Bahçeci ve Turan/Türkiye (B. No: 33340/03, 16/6/2009, § 31) kararında "Yaşasın Abdullah Öcalan, Yaşasın Başkan, Yaşasın Halkların Kardeşliği, Yaşasın Kürdistan" sözlerini değerlendirmiş ve söz konusu mesajın içerik olarak şiddete başvurmayı, silahlı direnişi ve başkaldırıyı teşvik etmediğini, kin ve husumet dolu bir söylemin de söz konusu olmadığını ifade etmiştir. AİHM, Savgın/Türkiye (B. No: 13304/03, 2/2/2010, § 45) kararında, Abdullah Öcalan’ın başkan olarak anıldığı mesajların ve sloganların şiddete teşvik etmeyeceği görüşüne ulaşmış; Öner ve Türk/Türkiye (B. No: 51962/12, 31/3/2015, § 24) kararında da, başvuranın adı geçeni Kürtlerin lideri olarak tanımladığı konuşmasının şiddete teşvike yol açmadığına karar vermiştir. AİHM, Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 36443/06, 14/4/2015, § 50) kararında da, bir pankartın üzerinde bulunan "Sayın Abdullah Öcalan siyasi irademizdir" yazısının şiddet kullanımına, silahlı direnişe ya da başkaldırıya teşvik etmediğini ifade etmiştir. AİHM’e göre benzer olaylarda nefret içeren düşünce açıklamalarının dikkate alınması gerekse de somut olayda böyle bir açıklama söz konusu değildir. AİHM benzer olaylardaki değerlendirmelerinde düşünce açıklamasının şiddeti destekleyip desteklemediğine ilave olarak açıklama nedeniyle herhangi bir zarar doğup doğmadığını da değerlendirmektedir. Nitekim AİHM, Kılıç ve Eren/Türkiye (B. No: 43807/07, 29/11/2011, §§ 27-29) kararında “Sürekli Ayaklanalım, Başkanımız Öcalan” şeklindeki sloganın şiddet içeren bir tonlamayla atıldığı sonucuna varmakla birlikte anılan sloganın atılmasının -anlık olarak- herhangi bir kişiye zarar vermediğinin altını çizmiştir. AİHM, bahse konu sloganın -ulusal güvenlik ve kamu düzeni üzerindeki potansiyel etkisini sınırlandıran- yasal ve barışçıl bir toplantı sırasında atıldığını, bu nedenle şiddeti teşvik etmediğini belirtmiştir. AİHM'e göre benzer bir slogan nedeniyle kişilerin cezalandırılması için açık ve olası bir tehlike bulunduğunun gösterilmesi gerekir. Bahsi geçen kararda AİHS'nin maddesinin yalnızca ifade edilen fikirlerin esasını ve bilgileri değil aynı zamanda bunların ifade edilme şekillerini de koruduğunu vurgulamıştır. AİHM'e göre düşünce açıklamasının kamu düzeni üzerinde olumsuz bir etkisinin olup olmadığı incelenmelidir. Nitekim Belge/Türkiye (B. No: 50171/09, 6/12/2016, §§ 34, 35) kararında terör örgütü ve Abdullah Öcalan lehine içinde şiddet çağrısı da bulunan sloganların atıldığı, adı geçenin fotoğraflarının taşındığı bir toplantıda konuşma yapan ve Öcalan’a Kürtlerin lideri diyen başvurucunun cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulduğu kararında AİHM, konuşmanın yapıldığı kapsamı ve göstericilerin davranışlarını dikkate almıştır. AİHM, ayrıca başvuranın konuşmasının kamu düzeni üzerinde olumsuz bir etkisinin olup olmadığını incelemiş; başvuruya konu toplantının barışçıl olmadığını veya gösteriye katılan kişilerin başvuranın konuşmasını dinledikten sonra şiddet içeren eylemlerde bulunduğunu gösteren herhangi bir delil olmadığını belirtmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/38143 | Başvuru, bir toplantıda yaptığı açıklamalar nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan mahkûm edilen başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/10666 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, organ nakline izin verilmemesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Karaciğer kanseri ve siroz hastası olan başvurucu, karaciğer nakline izin verilmesi amacıyla İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü Organ Nakli Etik Komisyonundan (Etik Kurul) talepte bulunmuştur. Etik Kurul 21/2/2018 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu 27/3/2018 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkemece 30/10/2018 tarihinde davanın kabulü ile işlemin iptaline karar verilmiştir. Gerekçede; Etik Kurulun kararında, organ bağışının yasal hükümlere veya etik kurallara aykırı bir amaçla yapıldığı yönünde hukuken geçerli ve somut bir bilgi ve belgeye yer verilmediği vurgulanarak başvurucunun hastalığının tedavisinin sadece karaciğer nakli ile mümkün olduğu belirtilmiştir. Davalı İdare istinaf talebinde bulunmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Yedinci İdari Dava Dairesi (Daire) 18/2/2019 tarihinde Mahkemenin kararının kaldırılmasına ve davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. Gerekçede; Etik Kurul dosyasında bulunan başvurucunun ve bağışçının beyanlarına yer verilerek, tarafların beyanları arasında çelişkiler bulunduğu gibi başvurucu ile bağışçı arasında organ nakli yapılması için gönüllü olunabilecek düzeyde yakınlık bulunmadığı tespitine yer verilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekili tarafından Ulusal Elektronik Tebligat Sistemi (UETS) üzerinden elektronik ortamda 19/3/2019 tarihinde açılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14185 | Başvuru, organ nakline izin verilmemesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubunun büyük bölümü hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Askerî hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan Başsavcılığın talimatı ile FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 11/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. İlk ifadesi kolluk tarafından alınan başvurucu 20/8/2016 tarihinde Başsavcılığa sevk edilmiştir. Cumhuriyet savcısı aynı tarihte başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucunun Başsavcılıktaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ben Sahil Güvenlik Komutanlığı Hukuk Müşavir yardımcısı olarak görev yapmakta iken 22/07/2016 tarihinde görevden el çektirildim. 2015 yılı Ağustos ataması ile Sahil Güvenlik Komutanlığı Hukuk Müşavir yardımcılığına atandım. Ondan öncede Deniz Kuvvetleri Komutanlığında Adli Müşavirliğinde disiplin subayı olarak görev yaptım....15/07/2016 tarihinde Yurtta Sulh isimli yapılanma tarafından gerçekleştirilen terör eylemi sonrasında ortaya çıkan atama listesinde Sahil Güvenlik Hukuk Müşavirliğine Hukuk Müşaviri olarak atanmam tamamen benim bilgi ve iradem dışında gerçekleşen bir durumdur. Söz konusu listeyi düzenleyenler beni de mağdur ettiler. Bu duruma düşmeme neden oldular. 15/07/2016 tarihinde yapılan darbeye teşebbüs eylemi sırasında ortaya çıkan atama listesinden 16/07/2016 tarihinde saat 07:00 sularında bir kısım Askeri Yargıçların dahil olduğu whatsup grubu aracılığıyla haberdar oldum. Söz konusu whatsup grubunda atama listesinin yayınlandığını gördüm. Söz konusu gruba bu listeyi kim yükledi bilmiyorum. 2-3 kişi farklı farkı yüklemelerde bulundu diye hatırlıyorum. Ben whatsup grubunda bu tarz uygunsuz gördüğüm paylaşımlar nedeniyle aynı gün whatsup grubundan ayrıldım. Belirttiğim gibi söz konusu listede Hukuk Müşavirliği yardımcılığından Hukuk Müşavirliği kadrosuna atanmam benim iradem dışında gerçekleşen bir olaydır. 15/07/2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişiminin herhangi bir safhasında yer almadım. Böyle bir liste düzenleneceğinden de bilgim kesinlikle yoktur. Söz konusu listeyi hazırlayan ve darbe girişiminde bulunan kişilerden bende şikayetçiyim. Ben Askeri Yargıda cemaatçi bir kadrolaşma olduğuna ilişkin basında yer alan haberlerden, dedikodulardan ibaret duyumlar dışında doğrudan bir bilgiye sahip değilim. Askeri Hakim stajerlerini de tanımam. Yaptığım görev itibariyle de Askeri Yargıyla doğrudan doğruya ilişkim bulunmamaktadır ..." Başsavcılık, başvurucuyu anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle 20/8/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 20/8/2016 tarihinde sorgusunu yaptıktan sonra başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Şüpheliler ... Nazmi Şengül'ün üzerlerine atılı bulunan ... Terör Örgütüne Üye Olma, Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme suçlarını işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, gelinen soruşturma aşaması itibariyle delillerin henüz tamamen toplanmamış bulunması, şüphelilerin eylemlerinin sabit olması halinde kanunda öngörülen ceza miktarı dikkate alındığında şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin mevcut olması ve açıklanan nedenlerle adli kontrol uygulamasının da yetersiz kalacağı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK 100/ maddesi hükmündeki suçlardan olması da değerlendirilerek CMK'nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK.nun maddeleri uyarınca 5271 sayılı CMK 'nun 161/ maddeside dikkate alınarak tutuklanmalarına ... karar verildi." Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliği itirazın reddine karar vermiştir. Başsavcılık 22/8/2017 tarihli iddianame ile başvurucuyla birlikte toplam 22 şüpheli hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve şüphelilerin gerçekleşen eylemlerine değinilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen suçlamaların dayandığı olgular özetle şöyledir:i. Başvurucunun Yurtta Sulh Konseyi tarafından yayımlanan Sıkıyönetim Direktifi'nin ekinde yer alan ''Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesi'nde Sahil Güvenlik Komutanlığı hukuk müşaviri'' olarak görevlendirildiğinin tespit edildiği,ii. Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporuna göre başvurucunun farklı meslek gruplarından olan veya özel kurum ve işletmelerde çalışan birçok kişi ile para transferi ilişkisi bulunduğu, bu kişilerin haklarında FETÖ/PDY ile irtibatlı suçlardan soruşturma yürütülen ve FETÖ/PDY ile iltisak veya irtibatları nedeniyle meslekten çıkarılan kişiler olduğunun tespit edildiği,iii. Başvurucunun örgütün gizli haberleşme programı olan ByLock'u aktif şekilde kullandığı, iv. Tanık Y.nin başvurucunun örgüt üyesi olduğuna yönelik beyanlarının bulunduğu ileri sürülmüştür. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 15/9/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/95 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkeme 10/9/2018 tarihli duruşmada başvurucunun üzerine atılı suçun vasfının değişme ihtimalinin bulunmasını, mevcut delil durumunu ve tutuklulukta geçirdiği süreyi dikkate alarak tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı ve haftanın bir günü en yakın karakola imza verme şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına da karar vermiştir. Mahkeme 27/8/2019 tarihli duruşmada başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından yeniden tutuklanmasına karar vermiştir. Tutuklama kararının gerekçesi şöyledir: "Sanık Nazmi Şengül'ün FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapılanmasında görevli mahrem imam [H.K.] isimli şahısla hücresel haberleşme ağında irtibatlı olduğuna ve operasyonel hat kullandığına dair iddia, alınan bilirkişi raporu, buna ilişkin mevcut delil durumunun kuvvetli suç şüphesini artırmış olması,sanık Nazmi Şengül hakkında dosyamıza delil mahiyetinde gönderilen KYOK kararı ekinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün Türk Silahlı Kuvvetleri mahrem yapılanmasında görev alan mahrem imamların örgüt üyesi asker şahıslarla sabit hatlardan iletişime geçtiklerine dair 'asker kişiler [B.Y.], [H.Ö.], [O.A.K.], [K.]' isimli itirafçıların beyanlarının kuvvetli suç şüphesini artırmış olması, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün gizli haberleşme aracı olan 'BYLOCK' programını kullandığına dair iddia, buna ilişkin alınan bilirkişi raporu ve mevcut delil durumunun kuvvetli suç şüphesini artırmış olması, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından sıkıyönetim direktifi ve ekindeki sıkıyönetim mahkemeleri görevlendirme listesiyle bağlantılı olarak 'Sahil Güvenlik Komutanlığı Hukuk Müdürü' olarak görevlendirildiğine dair iddia, buna ilişkin mevcut delil durumu ve dosya kapsamı bütün halinde değerlendirilerek sanık yönünden kuvvetli suç şüphesinin artmış olması, sanığın üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti dikkate alınarak, sanığın CMK'nın ve maddeleri uyarınca üzerine atılı TCK'nın 309/ ve 314/ maddesi kapsamında suçlar yönünden ayrı ayrı tutuklanmasına ... karar verildi." Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 13/9/2019 tarihinde başvurucunun itirazını kabul etmiş ve tahliyesine karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi ayrıca başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı ve haftanın bir günü en yakın karakola imza verme şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına da karar vermiştir. Başvurucu 14/10/2019 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Mahkeme 24/1/2020 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan beraatine, terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanık Nazmi ŞENGÜL’ün Askeri Hakim Yüzbaşı rütbesiyle Sahil Güvenlik Komutanlığı Hukuk Müşavirliğinde, Hukuk Müşavir Yardımcısı olarak görev yapmakta iken FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibatı ve iltisakı olduğundan bahisle Milli Savunma Bakanlığı’nın 2016 tarih ve 2016/1 Karar numaralı Komisyon Kararı ile TSK’ dan ihraç edildiği anlaşılmıştır. Sanığın görev safahatine bakıldığında 2006 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığına Askeri Savcı yardımcısı olarak atandığı, 2015 yılı Ağustos ataması ile Sahil Güvenlik Komutanlığı Hukuk Müşavir yardımcılığına atandığı görülmüştür. Sanık sıkıyönetim direktifi ekindeki EK-B sıkıyönetim mahkemeleri listesinde Sahil Güvenlik Komutanlığı Hukuk Müşavirliğine Hukuk Müşaviri olarak görevlendirilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca mahkememize gönderilen Bylock Tespit Tutanağı, CGNAT Kayıtları, HTS Kayıtları ve aldırılan bilirkişi raporundan sanığın kendisine ait 05333531711 gsm hattı ile 355056053831650; imei numaralı cihazdan 03/09/2014 tarihinden itibaren FETÖ örgütünün gizli haberleşme araçlarından biri olan bylock uygulamasını kullandığı anlaşılmıştır. Sanık hakkında beyanda bulunan Tanık [Y.nin] beyanlarında sanığın mesleğe başladıktan itibaren hep Ankara’da görev yaptığını, görevlendirilmesinin bilinçli olduğunu Sanıklar Nazmi ŞENGÜL ve [N.A.nın] atama yerleri itibariyle çalıştıkları dönemde tüm taleplerinin karşılandığını ve istedikleri illerde çalıştıklarını beyan etmiştir. Sanık hakkında düzenlenen Kom-Masak raporunda Sanığın eşinin adli yargıda hakim iken ihraç edildiği, dava dışı yukarıda belirtilen kişilerle para transferi olduğu ... sanığın Bank Asya’da iki adet hesabı olduğu belirtilmiştir. Sanıklarla ilgili Askeri Hakim Soruşturma Dosyaları üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda Sanığın Gölbaşındaki evine hergün resmi araçla gidip geldiğine dair şikayetin dosya sanıklarından [İ.K.] tarafından ihbar mektubu arşive kaldırılmak suretiyle işlemden kaldırıldığı belirtilmiştir. Sanığın örgütün mahrem imamı tarafından ankesörlü hattan arandığı, ayrıca [S.K.] adına kayıtlı yukarıda belirtilen operasyonel hattı kullanmak suretiyle Deniz Kuvvetleri Mahrem İmamı [H.K.] ile irtibatlı olduğu hususu yargılama aşamasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca gönderilen belgelerden ve mahkememizce aldırılan bilirkişi raporundan tespit edilmiştir. Sanığın irtibatlı olduğu tespit edilen sivil imam [H.K.] hakkında FETÖ Silahlı Terör Örgütü Üyeliği suçundan Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/124 Esas sayılı yargılamasının halen derdest olduğu ve kişi hakkında yakalama emri çıkarıldığı Uyap kayıtlarının tetkikinden anlaşılmıştır. Diğer taraftan Sanığın 15 Temmuz 2016 tarihinde mesai sonrası görev yerinden ayrıldığı, olay gecesi ikametinde olduğu ve görev yerinde bulunmadığı, herhangi bir askeri karargahta ya da kışlada olduğunun veya darbe girişiminin başarıya ulaşmasına katkı sağlayacak herhangi bir eyleminin tespit edilemediği hususu, aksi ispatlanamayan sanığın kendi beyanından ve tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır. Buna göre; her ne kadar sanık hakkında Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs suçundan kamu davası açılmış ise de, sanığın 15 Temmuz 2016 tarihinde mesai bitiminde görev yerinden ayrılarak ikametine gittiği ve olay gecesi ikametinde bulunduğu, görev yerinde ya da sıkıyönetim listesinde görevlendirildiği yerde bulunmadığı, herhangi bir askeri karargahta ya da kışlada da olmadığı, sanığın savunmasının aksine darbe girişiminin başarıya ulaşmasına katkı sağlayacak herhangi bir aktif eyleminin de tespit edilemediği, sanık yönünden atılı suçun oluşumu için gerekli ve yeterli icra hareketine rastlanmadığı, sanığın sıkıyönetim direktifi ekindeki sıkıyönetim mahkemeleri listesindeki görevlendirilmesi dışında darbe teşebbüsüne fiilen iştirak ettiğine dair bir iddia ve delil bulunmadığı gibi kovuşturma aşamasında buna dair bir delil de elde edilemediği anlaşıldığından, sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, mahkumiyetine yeterli, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden CMK’nın 223/2-e maddesi gereğince sanığın Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs suçundan beraatine karar vermek gerekmiştir.Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçu yönünden ise; Sanığın FETÖ/PDY ile irtibatı ve iltisakı olduğundan bahisle MSB komisyon kararıyla TSK’dan ihraç edilmesi, FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetlerini kendisine ait bir silahlı güç olarak kullanabilme amacı doğrultusunda dizayn etme faaliyetleri kapsamında, Deniz Kuvvetleri Komutanlığındaki asker kişilerin soruşturma ve yargılama faaliyetlerini yürüterek FETÖ mensubu olmayan askerleri tasfiye etmek, FETÖ mensubu askerleri korumak açısından son derece önemli bir görev olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinde Askeri Hakim/Savcı olarak 2006 – 2015 yılları arasında -ki çok uzun bir süre- görev yapmış olması, Sanık savunmasında her ne kadar Sahil Güvenlik Komutanlığı Hukuk Müşavirliği Hukuk Müşavir Yardımcılığı görevine ilk atananın kendisi olduğunu, kendisiyle birlikte bir de Hukuk Müşavirinin yeni ve ilk olarak atandığını, daha önce bu görevi Deniz Kuvvetleri Komutanlığında görevli Askeri Hakimlerden birinin Disiplin Subayı olarak atanarak yaptığını, yani bu görevin kendisi açısından üst bir görev olmadığı gibi pasif bir görev olduğunu, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinde üstleriyle yaşadığı sorun nedeniyle böyle bir atama talebinde bulunduğunu ve talebinin de uygun görüldüğünü beyan ve iddia etmiş ise de; dosya kapsamında mevcut bilirkişi raporlarından, tanık beyanlarından, sanık savunmalarından, tüm dosya kapsamından ve mahkememizce yürütülmekte olan diğer FETÖ örgütü yargılamalarından bilindiği ve anlaşıldığı üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin herhangi bir biriminde Fetö örgütü üyesi olan bir asker kişiye örgütsel bir ihtiyaç olduğunda, herhangi bir kabul veya talep aranmaksızın, örgüt üyesi askerin kişisel durumuna veya isteğine bakılmaksızın -ki sıkıyönetim listelerinde yapıldığı gibi- örgütsel ihtiyaç olan yere tayin yapılabildiği, bu tayin yapılacak yerin mahrumiyet yeri, terör bölgesi veya doğu ya da batı olup olmamasının, istenmeyen ya da istenen bir tayin yeri olup olmamasının bir önemi olmadığı, örgütün bu konudaki hiyerarşik yapısının sert ve katı olduğu, örgüt üyesi askerlerin de bu bilinçle kati bir sadakat ve itaat içinde olduklarının bilinmesi ve anlaşılması karşısında sanığın Sahil Güvenlik Komutanlığı Hukuk Müşavir Yardımcılığı görevine tayininin yapılmasının örgüt üyesi olmadığına dair delil sayılması yönündeki savunmasına mahkememizce itibar edilmemesi, dosya kapsamında mevcut bilirkişi raporundan, tanık beyanlarından ve mahkememizce yürütülmekte olan bu ve diğer FETÖ örgütü yargılamalarından kabul edildiği ve anlaşıldığı üzere, bizzat örgütün üst kademesinin talimatıyla örgütün sivil ve asker yöneticileri ve üyeleri tarafından, 15 Temmuz 2016 günü gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün başarıya ulaşması için hazırlanmış olan sıkıyönetim direktifi ekindeki EK-B Askeri Mahkemeler listesinde, özellikle darbe kalkışmasının başarıya ulaşmasından sonraki aşamada Sahil Güvenlik Komutanlığı personeli açısından yapılacak gözaltı, arama, el koyma, soruşturma, tutuklama ve yargılama faaliyetlerini yürütecek olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi ve Savcılığına müdahale edebilecek, yönlendirecek ve doğrudan etkileyecek bir görev olan Sahil Güvenlik Komutanlığı Hukuk Müşavirliğine Hukuk Müşaviri olarak görevlendirilmek suretiyle aktif ve de önemli bir göreve getirilmiş olması, Sıkıyönetim Görevlendirme Listesinin kapsamının belirlenmesi konusunda düzenlenen bilirkişi raporlarında, Sıkıyönetim Direktifinin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü tarafından anayasal düzeni ortadan kaldırmak maksadıyla hazırlanmış bir mesaj emri olduğunun, Sıkıyönetim Direktifi mesajının ekler bölümünde, EK-A Sıkıyönetim Komutanlıkları Listesi, EK-B Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesi, EK-C Ankara ve İstanbul Şehirleri Asayiş ve Takviye Planı ve EK-Ç Diğer Atamalar şeklinde sıralandığının, FETÖ/PDY’nin darbe maksadıyla kritik ve önemli gördüğü sıkıyönetim mahkemelerinin ve adli müşavirlik kadrolarının tamamının kendi mensuplarından oluşmasını sağlamaya çalıştığının, bu kapsamda sıkıyönetim görevlendirme listesinin önemli bir delil olduğunun, Sıkıyönetim görevlendirilmelerinde Adli Müşavirliklere, özel önem verildiğinin, Adli Müşavirlerin, 26 Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinin 15’inde hem Kıdemli Hakimden hem de Kıdemli Savcıdan, 1’nde sadece Kıdemli Savcıdan, 2’sinde ise sadece Kıdemli Hakimden rütbece daha kıdemli olduklarını, bu şekilde bir görevlendirme ile özellikle genç rütbede Kıdemli Hakim ve Kıdemli savcı olarak atanan askeri hakimlerin kontrol altında tutulmasının ve yönlendirilmesinin düşünüldüğünün belirtilmesi, sanığın görevlendirildiği Sahil Güvenlik Komutanlığı Hukuk Müşavirliği görevinin de bu açıdan Adli Müşavirlik seviyesinde olması, Her ne kadar sanık savunmasında suç ve cezaların şahsiliği ilkesinden bahsederek, eşinin durumunun dosyaya delil olarak girmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmiş ise de; FETÖ örgütünün Asker, polis, Hakim – Savcı vs. kamu görevlisi üyelerinin evliliklerinin de örgüt içi olma zorunluluğu karşısında sanığın Hakim-Savcı olan eşinin de FETÖ bağlantısı nedeniyle kamu görevinden ihraç edilmesi, Sanığın Fetö örgütüne ait Bank Asya isimli bankada iki adet hesabının olması, Sanıklarla ilgili Askeri Hakim Soruşturma Dosyaları üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda diğer örgüt mensuplarınca sanık hakkında soruşturma açılmasının engellenerek sanığın korunduğunun belirtilmesi, Sanığın operasyonel hat kullanarak örgütün mahrem imamıyla irtibat halinde olması ve FETÖ örgütüne münhasır bir gizli haberleşme aracı olan mahrem imamlarca sabit hatlardan aranması hususunun Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından gelen delil mahiyetinde evraklar, HTS Kayıtları ve konuyla ilgili düzenlenen bilirkişi raporundan anlaşılması ve son olarak sanığın FETÖ örgütünün gizli haberleşme araçlarından biri olan bylock uygulamasını kullandığının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyaya gönderilen Bylock Tespit Tutanağı, CGNAT kayıtları ve bilirkişi raporundan anlaşılması hususları birlikte değerlendirildiğinde, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile organik bağ içine giren ve örgütün emir ve talimatlarını harfiyen yerine getirecek sadakat ve teslimiyette olan sanığın diğer örgüt mensuplarıyla sosyal irtibatlarının temelinin örgütsel bağlılığa dayandığı ve örgüt faaliyetlerine yukarıda anlatılan şekilde sürekli olarak, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren şekilde katılmak suretiyle üzerine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu işlediği anlaşılmış[tır.]" Başvurucu, mahkûmiyet kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinde (E.2020/478) derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Yıldırım Turan [GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 27- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34202 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvuruların bu başvuru ile birleştirilmesine karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/17322 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, uluslararası koruma talebinin reddine karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağını ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı etme işlemlerinin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca tedbir talebinin ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 28/2/2017 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili Kurumlardan gelen belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İran İslam Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucunun uluslararası koruma talebinin reddine ilişkin açtığı dava Denizli İdare Mahkemesinin 5/10/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun istinaf talebinin İzmir Bölge İdare Mahkemesi Altıncı İdare Mahkemesinin 5/1/2017 tarihli kararıyla reddedilmesiyle verilen karar kesinleşmiştir. Başvurucu tarafından 27/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 22/7/2019 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6265 | Başvuru, uluslararası koruma talebinin reddine karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağını ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; terör örgütü kurma ve yönetme, terör propagandası yapma ve terörizmin finansmanı suçlarından dolayı başlatılan ceza soruşturması sırasında verilen kayyum atama kararı nedeniyle mülkiyet hakkı ile basın hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. FETÖ/PDY ve Darbe Girişimine İlişkin Genel Bilgiler Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanma bulunmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 21-25). Yetkili makamlarca ve soruşturma mercilerince 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak özellikle son yıllarda yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda bu yapılanmanın özellikleri ve faaliyetleriyle ilgili birçok tespit ve değerlendirmeye yer verilmiştir. Buna göre devletin anayasal kurumlarını ele geçirmek, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmek ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek amacıyla mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen, ulusal ve uluslararası düzeyde siyasi ve ekonomik ittifaklar kuran FETÖ/PDY devlet ve toplum üzerinde bir vesayet kurumu hâline gelmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26). Türk yargı organları, yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır. FETÖ/PDY'nin ulusal güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit; idari organların karar, açıklama ve uygulamalarına da konu olmuştur. Bu bağlamda devlet yetkilileri sürekli olarak anılan yapılanmanın ülke güvenliği için bir tehdit olduğuna dair açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu değerlendirmeler Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarında da ifade edilmiştir. MGK; söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma, devlet içindeki illegal yapılanma, kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma, paralel devlet yapılanması, terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması ve bir terör örgütü olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararlarının her biri basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY 2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde Legal Görünümlü İllegal Yapılar başlığı altında Paralel Devlet Yapılanması adıyla yer almış; Jandarma Genel Komutanlığı ise 8/1/2016 tarihinde FETÖ/PDY'yi mevcut terör örgütleri listesine dâhil etmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 33). Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden FETÖ/PDY'nin olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe girişiminin engellenmesinden sonra başta yargı mensupları ve polis görevlileri olmak üzere çok sayıda kamu görevlisiyle ilgili disiplin soruşturmaları yürütülmüş, birçok kamu görevlisi hakkında kamu görevinden çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin yaptırımları veya idari tedbirler uygulanmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlara, finans kuruluşlarına ve medya organlarına yönelik idari birtakım tedbirlere de başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 34, 35).B. FETÖ/PDY'nin Mali Yapılanmasına İlişkin Genel Bilgiler FETÖ/PDY'nin mali yapılanması ve finans kaynakları çok sayıda yargı kararı ile idari işlem ve raporlarda ortaya konulmuştur(Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Yargıtay Ceza Dairesinin 10/7/2017 tarihli ve E.2017/1517, K.2017/4830 sayılı, 28/12/2017 tarihli ve E.2017/2999, K.2017/5811 sayılı kararları; Mali Suçları Araştırma Kurulu tarafından düzenlenen 5/8/2016 ve 5/10/2016 tarihli raporlar). Bu kararlar ile raporlara göre örgütün mali yapılanmasına ilişkin tespitler şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY; bünyesinde bulunan ışık (talebe) evleri, okullar, yurtlar ve dershaneler aracılığıyla ulaştığı gençleri amaçları doğrultusunda yetiştirmiş ve bu kişiler yapılanmanın insan kaynağını oluşturmuştur. Yapılanmaya mensup kişilerin gelirlerinin belli bir oranı himmet adı altında alınmış, yapılanmadan ayrılmak isteyen kişilere baskı ve çeşitli yaptırımlar uygulanmıştır. Çeşitli yargı kararlarında, örgüt üyelerinin gelirlerinin bir miktarını himmet olarak örgüte verdikleri belirtilmiştir. Bu bağlamda örgüt üyesi devlet memurları ve diğer kamu görevlilerinin ilk maaşlarının tamamını, sonraki maaşlarının da %10-15 gibi bir bölümünü himmet olarak örgüte verdikleri ifade edilmiştir. İkinci olarak örgüte bağlı şirketlerin de gelirlerinin bir bölümünü himmet adı altında örgüte transfer ettiği vurgulanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/1/2018 tarihli iddianamesinde himmet uygulaması ile ilgili şu bilgilere yer verilmiştir:"Örgütün himmet yolu ile sağladığı gelirler genel olarak mütevelli heyetleri vasıtası ile toplanmaktadır. Örgütün sohbet gruplarında yer alan kişilerden; sohbet toplantılarına düzenli olarak katılıp verilen görevleri yerine getiren, örgütün verdiği talimatları sorgulamaksızın itaat eden ve maddi gücü yerinde olan kimseler seçilerek mütevelli heyeti üyesi yapılmaktadır. Sohbet gruplarında zekât, burs, kurban ve himmet adı altında paralar toplanırken; mütevelli heyeti üyesi kişiler ayrıca bir ışık evinin maddi ihtiyaçlarından sorumlu tutulmaktadır. Mütevelliler topladıkları parayı sohbet hocasının yanında getirdiği muhasebecilere vermektedir. Örgütün mali kayıtlarını bu muhasebeciler tutmaktadır. İl imamının da bir muhasebecisi bulunmakta ve il genelinde mali kayıt tutmaktadır. Mütevellide yer alanlar arasından her üç mütevelli heyetinden bir mali heyet teşekkül edecek şekilde isimler seçilmektedir. Mali heyetler yurtdışında bulunan örgüte ait yurt ve okulların yapımı için ihtiyaç duyulan paranın, hangi mütevelli heyetinden ne kadar toplanacağına karar vermektedir. Mali heyet toplantıları dünyanın her yerinde Salı günleri sabah namazından sonra gerçekleştirilmekte ve bu toplantılara mütevelli heyet sohbet hocaları da katılmaktadır. İlçe imamlarının sorumluluğu altında bulunan mütevelli heyetlerinin üstünde, il imamlarının sorumluluğundaki il mütevelli heyeti yer almaktadır. İl genelinde ne kadar para toplanacağına ise ilin bağlı bulunduğu bölgenin toplantısında karar verilmektedir. Burada alınan karar mütevelli heyet toplantısı adı altında yılda bir kez düzenlenen gizli toplantıda mensuplara aktarılmaktadır. Kişilerden alınan himmet vaadi nakit, çek, senet karşılığı olarak tahsil edilmekte; çek ve senetlerin ödenememesi halinde icra yoluna başvurulmaktadır. İl imamının koordinesinde yılda en az bir kez mütevelli heyeti üyelerinin katılımı ile kamp düzenlenmektedir. Kamplar esnasında dini duygular istismar edilerek himmet, zekat, kurban ve öğrenci bursu adı altında toplanan paraların artırılması sağlanmakta, toplanan paraların karşılığının Cennet ile mükafatlandırılmak olacağı vurgulanmaktadır. Mütevelli heyeti mensupları, iş adamlarının kurduğu sivil toplum kuruluşlarına üye yapılmakta, kimin hangi STK’ya üye olacağı sohbet abisi tarafından belirlenmektedir. Örgüt bu kuruluşların başkan ve üye seçimlerinde söz sahibi olmayı böylelikle de hükümete baskı yapabilmeyi hedeflemektedir." ii. FETÖ/PDY, zamanla faaliyetlerini birçok alanda genişletmiş ve Türkiye'nin yanı sıra yüz elliyi aşkın ülkede yaygınlaştırmıştır. Nitekim söz konusu yapılanmanın yurt içinde ve yurt dışında eğitim, sağlık, medya, finans, ticaret, sivil toplum gibi farklı alanlarda faaliyet gösteren çok sayıda kuruluşu bulunmaktadır. Özellikle ülkemizdeki bazı dershane ve okullar ile çok sayıda ülkede örgütle ilişkili eğitim kurumlarından toplanan paralarla burs adı altında toplanan paralar örgütün önemli bir gelir kaynağını oluşturmaktadır.iii. FETÖ/PDY'nin sosyal, kültürel ve ekonomik alanda yürüttüğü yasal faaliyetleri; dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, TV kanalları, radyolar, internet siteleri, hastaneler gibi sivil alanlara ilişkindir. Bunun yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur. Bu kapsamda kamu kaynaklarının örgüte bağlı şirket, dernek ve vakıflar yoluyla örgüt birimlerine aktarılması sağlanmıştır.iv. Ayrıca kişilerin dinî duygularını istismar etmek suretiyle kurban bedeli, sadaka, zekât gibi adlar altında para veya ayni yardım toplandığı tespit edilmiştir. Kimi durumlarda tehdit ve cebir yoluna gidilerek gazete ve dergilere abonelik ücreti alınması, örgüte yakın dernek ve vakıflara bağışlar toplanması da önemli finansal kaynaklardan biri olarak gösterilmektedir. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu, Fia Prodüksiyon Radyo Televizyon Reklam Organizasyon İletişim ve Sanayi Ticaret Limitet Şirketinin (Şirket) ortağıdır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının FETÖ/PDY hakkında başlatmış olduğu soruşturma kapsamında terör örgütü ile organik bağı mevcut olup bu örgütün amacı doğrultusunda faaliyette bulunan ve doğrudan terör örgütü lideri tarafından yönetilen başta Zaman gazetesi olmak üzere birçok yayını bünyesinde bulunduran Feza Gazetecilik A.Ş.ye İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/3/2016 tarihli kararı ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca kayyum atanmıştır. Yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının FETÖ/PDY hakkında başlatmış olduğu soruşturma kapsamında Feza Gazetecilik A.Ş.ye atanan kayyumlar tarafından yapılan inceleme sonucunda Feza Gazetecilik A.Ş.nin Cihan Medya Dağıtım A.Ş. ile 23/12/2010 tarihinden beri ortak olduğu, her iki Şirket arasında hisse ve taşınmaz alım satımı yapıldığı, Zaman gazetesinin dağıtımı, satışı ve abonelik işlemlerinin Cihan Medya Dağıtım A.Ş. üzerinden yapıldığı tespit edilmiştir. Bu tespitler ışığında İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 11/3/2016 tarihinde Cihan Medya Dağıtım A.Ş.ye kayyum atanmasına karar vermiştir. Hâl böyle iken Cihan Medya A.Ş.ye atanan kayyumlar tarafından Cihan Medya A.Ş.ye ait bir kısım emlak ile canlı yayın araçları, teknik alet ve araçlar, matbaalar vb. mal varlığının bedeli alınmadığı hâlde başvurucunun ortağı olduğu Şirkete satılmış gibi gösterilerek devredildiği saptanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, bu tespitlerden hareketle terör örgütü hakkında başlatılan soruşturma kapsamında Şirkete kayyum atanması talebinde bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 21/3/2016 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının tespitleri doğrultusunda terör örgütü ile olan bağlantısı nedeniyle başvurucunun ortağı olduğu Şirkete 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca kayyum atanmasına karar vermiştir. Kayyum atama kararı başvurucu ile birlikte diğer ortaklara da tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/3/2016 tarihinde karara itiraz etmiştir. Söz konusu itiraz dilekçesinde; terör örgütünün varlığının hukuki bir kararla tespit edilmediği, Şirket ile Feza Gazetecilik A.Ş. ve diğer şirketlerle herhangi bir ilişkinin olmadığı, soruşturma açılması için yeterli delil bulunmadığı gibi savunmalara yer verilmiştir. İtiraz mercii olan İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 31/3/2016 tarihli kararla başvurucunun itirazını ilk derece mahkemesince verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 12/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Hamdi Akın İpek (B. No: 2015/17763, 24/5/2018, §§ 35-61) başvurusu hakkında verilen karar. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9453 | Başvuru, terör örgütü kurma ve yönetme, terör propagandası yapma ve terörizmin finansmanı suçlarından dolayı başlatılan ceza soruşturması sırasında verilen kayyum atama kararı nedeniyle mülkiyet hakkı ile basın hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamu makamları tarafından yeterli önlem alınmaması dolayısıyla ceza infaz kurumunda intihar meydana gelmesi ve olay ile ilgili olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kardeşi H., başta silahlı terör örgütüne üye olma suçu olmak üzere birçok suçtan mahkûm olmuş ve cezaları içtima edilerek 22 yıl 6 ay 6 günlük hapis cezasına mahkûm edilmiştir. H. önce Bakırköy Metris 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda barındırılmış, buradan 24/1/2009 tarihinde Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Tekirdağ 1 No.lu Ceza İnfaz Kurumu) sevk edilmiştir. H., sonrasında 14/10/2009 tarihinde Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumu) ve son olarak 18/3/2015 tarihinde güvenlik gerekçesiyle Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Adana Ceza İnfaz Kurumu) sevk edilmiştir. H. Adana Ceza İnfaz Kurumunda 4/2/2016 tarihinde kalmakta olduğu çok kişilik odada çamaşır ipiyle kendini asmak suretiyle intihar etmiştir.A. Ceza İnfaz Kurumu Süreçleri H.nin Tekirdağ 1 No.lu Ceza İnfaz Kurumunda Bulunduğu Süreç H.nin UYAP üzerinden yapılan Ceza İnfaz Kurumu dosyasının incelenmesi neticesinde şahsın Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu sürede gereksiz slogan atma, Kurumda kaygı ya da panik yaratabilecek biçimde davranışta bulunma, açlık grevi yapma, Kurum görevlilerine hakaret ve tehditte bulunma eylemlerinden hücre disiplin cezası da dâhil olmak üzere dört kez disiplin cezasıyla cezalandırıldığı görülmüştür. Tekirdağ 1 No.lu Ceza İnfaz Kurumunun 25/10/2018 tarihli yazısında H.nin sağlık durumuna dair tüm evrakın nakil gittiği Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumuna iletildiğinin belirtildiği anlaşılmıştır. H.nin UYAP üzerinden yapılan Ceza İnfaz Kurumu dosyasının incelenmesi neticesinde tespit edilebilen ve şahsın ruhsal durumuna dair bilgiler içeren 1/10/2009 tarihli Psikososyal Yardım Servisi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"24/01/2009 tarihinde kurumumuza Metris 1 Nolu Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan sevk olarak gelen ... tutuklu, 01/04/1984 doğumlu, [H.] ile yapılan ilk görüşmede tutuklu hükümlü tanıma formu doldurmak istenmiş tutuklu formu doldurmayı kabul etmemiştir. Daha sonra psiko-sosyal servisine verdiği dilekçeleri üzerine, tutuklu ile 16/07/2009-24/09/2009 tarihlerinde 2 görüşme gerçekleştirilmiş, tutukluya gerekli bilgilendirme yapılıp, sorunlarını çözebilmek adına gerekli yerlere yönlendirmesi yapılmıştır. Yapılan ilk görüşmede bağlı olduğu örgütten koptuğu için aitlik duygusunun olmadığını, sistemin, onu baskıladığını ve haklarını gasp ettiğini düşündüğünü, kuruma yazmış olduğu dilekçelerine cevap alamadığı için dilekçelerinin müdüre ulaşamadığını düşündüğünü, infaz koruma memurlarına sorduğu sorular karşısında kendisine olumsuz yanıtlar verildiğini belirtti. Yapılan görüşme sonucunda kendisine belirttiği problemlerin çözümüne yönelik yönlendirmeler yapılıp görüşme sonlandırılmıştır. 24/09/2009 tarihinde blok görevlilerinin adı geçen kişinin fevri ve sinirli davranışlarını bildirmeleri ve kendisinin de psikologla görüşme talebi üzerine tekrar görüşülmüştür. Yapılan bireysel görüşmesinde cezaevi yönetiminin sosyal faaliyetler konusunda kendisine kasti davrandığını, sohbet faaliyetine çıkamadığını, durum bu şekilde devam ederse açlık grevine gideceğini, kendine zarar vereceğini belirtti. Kendisine kuruma geldiğinden beri sık sık oda değişikliği yaptığı için yeni odasındaki arkadaşları ile faaliyetlere yazılamadığı, ekim ayı itibari ile faaliyetlerinin başlayacağı anlatıldı ise de adı geçen tutuklu sesini yükselterek bunun böyle olmadığını, cezaevi yönetiminin kasti davrandığı konusunda ısrarcı davranmış, agresif tutum ve davranışlar sergileyerek kurum psikoloğu olarak benimde kendisine yardımcı olmak istemediğimi söyleyip, görüşmeyi sonlandırmadan odadan ayrılmıştır.Adı geçen tutuklu ile ilgili olarak daha sonra yapılan görüşmeleri ve gözlemler değerlendirildiğinde aşırı derecede agresif davranış ve konuşmalar içerisinde olduğu, konuşmaya aşırı bir düşkünlüğü olduğu, bulunduğu oda arkadaşlarına ve personele de aynı tutumu sergilediği, kendi fikrinden başka bir kişinin fikrini kabul etmediği ve benimsemediği, taleplerinin biran önce gerçekleşmesini istediği bu konuda sabırsız davrandığı ve zorlayıcı tehdit edici söz ve davranışlar sergilemesi olduğu gözlemlenmiştir. Tutarsız davrandığı, ...Tutuklu [H.nin] bağımsızlığını beyan ettiği dönemde bu yeni durumuna adaptasyonunu sağlayabilmek hem de kurumdaki tutarsız davranışlarını önleyebilmek adına oda arkadaşı ile beraber sosyal faaliyetlere dahil edilmiştir. Kurum personelinden alınan bilgilere göre tutuklunun faaliyetlere kendi isteği ile çıkmadığı agresif tutum ve davranışlarını sürdürmeye devam ettiği gözlemlenmiştir..." Tekirdağ 1 No.lu Ceza İnfaz Kurumunun 5/10/2009 tarihli İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla "... Kurumdaki tutarsız davranışlarını önleyebilmek adına oda arkadaşı ile beraber sosyal faaliyetlere dahil edildiği, faaliyetlere kendi isteği ile çıkmadığı, agresif tutum ve davranışlarını sürdürmeye devam ettiği, ... Son olarak 01/10/2009 taihinde saat 14:10 sularında görevli memurlara hakaretler savurduğu, görevli memurlara yönelik sinkaflı cümleler kullandığı, aynı zamanda Kurumda korku, kaygı ya da panik yaratabilecek davranışlarda bulunduğu,... Tutuklunun yapılan tüm psikolojik destek ve iyileştirme faaliyetlerine katılımı sağlanmasına rağmen hiç gelişme kaydetmediği, tutuklunun örgütten ayrıldığını, bağımsız olduğunu beyan ettiği, Kurumumuzda tutuklunun konumuna uygun odanın bulunmadığı, kendisine ve personele karşı olumsuz bir eyleme sebebiyet verilmemesi, gerek Kurum Personelinin gerekse Kurumda bulunan diğer tutuklu hükümlülerin huzur ve güvenliği açısından tutuklunun Konumuna uygun olan başka bir Ceza İnfaz Kurumuna naklinin uygun olacağına..." karar verildiği anlaşılmıştır. H.nin Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumunda Bulunduğu Süreç UYAP üzerinden H.nin Ceza İnfaz Kurumu dosyasının UYAP üzerinden yapılan incelenmesi neticesinde şahsın Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu sürede gereksiz slogan atma, Kurumda kaygı ya da panik yaratabilecek biçimde davranışta bulunma, açlık grevi yapmak, kurum görevlilerine hakaret ve tehditte bulunma, olumsuz davranışa yönelik gruplaşmaya katılma, kasten yangın çıkarma eylemlerinden hücre disiplin cezası da dâhil olmak üzere -tespit edilebildiği kadarıyla- on iki kez disiplin cezasıyla cezalandırıldığı görülmüştür. UYAP'tan temin edilen Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Servisi görüşme çizelgesi incelendiğinde 14/10/2009 tarihinde H.nin Kuruma giriş yapması sonrası psikologla görüşerek ilk değerlendirmesinin yapıldığı anlaşılmıştır. Sonrasında H. 19/4/2010 ile 9/3/2015 tarihleri arasında 43 kez daha Kurum psikoloğuyla görüşmüştür. Bazı defalar H. görüşmeyi reddetmiştir. Görüşmelere dair notlarda şahsın tekli ya da üçlü odada kalma, sevk, sosyal faaliyetlerden faydalanma ve etkin pişmanlıktan faydalanma taleplerini ilettiği, şahsın psikososyal durumu hakkında görüşüldüğü, tahliye olmamasının onu üzdüğünü belirttiği ifade edilmiştir. Psikososyal Servisi görüşme çizelgesinde 15/11/2011 tarihli görüşmede "Duygu durumu depresif, psikiyatri bölümünce ilaç tedavisi başlanmış.", 28/11/2011 tarihli görüşmede "Psikiyatri bölümünce başlanan ilacı 13 gün kullandıktan sonra kesmiş, bu konuda bilgilendirme yapıldı.", 9/1/2012 tarihli görüşmede "Örgütten ayrılması ve yaşadığı sorunlar hk.", 23/1/2012 tarihli görüşmede "aldığı ceza nedeniyle yaşadığı bunalım", 30/1/2012 tarihli görüşmede "Görevlilerce gözlenen ajite durumuna istinaden görüşüldü. İntihar söylemi yok. Duygu durumu depresif. Konuşma anlaşılır tutarlı. Disiplin cezası aldığı için öfkeli.", 19/2/2015 tarihli görüşmede "Ruhsal değerlendirmesi yapılan hükümlünün intihar girişimi olabileceği değerlendirilmiştir." notları bulunmaktadır. 19/2/2015 tarihli Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Servisi görüşme raporunun ilgili kısmı şöyledir:"... [H.nin] 18/02/2015 tarihinde kardeşi Sibel Duymaz [başvurucu] ile yaptığı telefon görüşmesinde 'Bu ayın sonunda ya ölü, ya da diri bu kurumdan çıkacağını' söylemesi üzerine Sibel Duymaz [başvurucu] kurumumuzu arayarak kardeşinin sağlık durumunun nasıl olduğunu merak ettiklerini ifade etmiştir. Hükümlünün kardeşine son zamanlarda [H.nin] agresif bir tutum sergilediği psiko-sosyal görüşmeleri red ettiği ancak görüşmek istememesine rağmen sık sık görüşülmeye çalışıldığı söylenmiştir. 19/02/2015 tarihinde hükümlü ile yapılan görüşmede özgürlüğünün haksız yere elinden alındığını, suçsuz olduğunu, aldığı disiplin cezaları yüzünden cezaevinden çıkamadığını, bu duruma artık sabredemeyeceğini kendini asacağını bu ayın sonunda buradan 'ya ölü yada diri çıkacağını', psikolojik durumunun ve moralinin iyi olduğunu intiharı ailesi için yapacağını ölmüş olan babasının kendisini yanına çağırdığını bundan dolayı yaşamı çok sevmesine rağmen intihar edeceğini belirtmiştir. Bu ülkenin vatandaşlığından çıkmak istediğini ama devletin bunu yapmadığını çünkü 'Canını' istediklerini söyleyerek bu isteklerini yerine getireceğini ifade etmiştir. Yapılan görüşme neticesinde hükümlünün ruhsal sağlığının iyi olmadığı, agresif tutumlar sergilediği, iletişime kapalı olduğu ve kendine zarar verme ve intihar eğilimi olabileceği gözlemlenmiştir. Bu nedenle hükümlünün hastane ortamında gözetim altında tutulması için psikiyatri kliniğine sevk edilmesi kanaatine varılmıştır..." 24/2/2015 tarihli bir başka Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Servisi görüşme raporunun ilgili kısmı şöyledir:"... 19/02/2015 tarihinde hükümlü ile yapılan görüşmede...24/02/2015 tarihinde yapılan görüşmesinde ise yaşamayı sevdiğini, kendisine zorla tedavi yöntemi uygulanamayacağını, tek sıkıntısının özgürlüğünün kısıtlı olması olduğunu, haksız yere cezaevinde olduğunu düşündükçe kendini kötü hissettiğini, ölmeyi düşünmediğini ve 19/0212015 tarihinde yapılan görüşmede de intihar edeceğini söylemediğini, hastaneye bir daha gitmek istemediğini, deli olmadığını bu yüzden Psikologla ya da Psikiyatri doktoruyla görüşmesine gerek olmadığını belirtmiştir. Hükümlüye Psikologla ya da Psikiyatri doktoruyla görüşmenin 'delilik' göstergesi olmadığı, her bireyin belli dönemlerde yardıma ihtiyacı olabileceği, görüşmede sağlıklı düşünemediği için Psikiyari kliniğinden yardım almasının uygun olabileceği düşünüldüğü söylenerek tedavisinin aksatmaması konusunda ikna edilmeye çalışılmıştır. Yapılan görüşmeler neticesinde, hükümlünün değişken duygudurum yoğunluğu yaşadığı, davranışsal tepkilerinin olduğu gözlemlenmiştir..." 26/2/2015 tarihli bir başka Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Servisi görüşme raporunun ilgili kısmı şöyledir:"... [H.] için Bakırköy Prof. Dr. [O.] Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından istenilen Psikometrik inceleme kapsamında bireysel görüşme yapılarak Ruhsal Belirtiler Tarama Testi ... uygulanmıştır, ...Çeşitli bedensel işlevlere yönelik zorlanmayı gösteren Somatizasyon boyutunda, Normal Tekrar eden düşünceler ve suçlamayla karakterize edilen Obsesif-Kompulsive boyutunda, Araz düzeyi çok yüksek Bireyin kişilerarası ilişkilerinde kendisini küçük görmesi belirtilerini gösteren skalardan, Araz düzeyi yüksek Genel karamsarlık, intihar düşünceleri, ümitsizlik gösteren Depresyon boyutunda, Araz düzeyi yüksek Klinik kaygının içerdiği belirti ve davranışları gösteren Kaygı boyutunda, Araz düzeyi yüksek Öfke ve düşmanlık boyutunda, Araz düzeyi yüksek Belirli bir duruma karşı ısrarlı korku tepkisi Fobik Anksiyete boyutunda, NormalSanrılar, büyüklük ve merkeziyetçi düşünceler gösteren Paronoid düşünce boyutunda NormalBireydeki içe kapanma, kendini yalnızlığa bırakma gibi duygulanım gösteren skalardan, NormalSuçluluk duyguları, yeme, içme, uyku gibi genel zorlanma belirtilerini gösteren ek skalardan, araz düzeyi yüksek Genel Belirti sonucu ise, Araz düzeyi yüksek olarak değerlendirilmiştir..." Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tarafından 20/2/2015 tarihli yazı ile Ceza İnfaz Kurumunun çeşitli birimlerine önlem alınması amacıyla yazılan yazı şöyledir:"Kurumumuz hükümlülerinden [H.] ile ilgili olarak 19/02/2015 tarihli Kurumumuz Psiko-Sosyal Servis Görüşme Raporu ile hükümlünün ruhsal sağlığının iyi olmadığı, kendine zarar verme ve intihar eğilimi olabileceğinin gözlemlendiği bildirildiğinden, Adı geçenin odasında kısmi arama yapılarak intihara yarayacak maddelerin alınması Sorumlu İnfaz Koruma Başmemurluğundan, Adı geçene psiko-sosyal destek ve programların uygulanması Psiko-Sosyal Servis Biriminden, Adı geçenin tüm Vardiya İnfaz Koruma Başmemurları ve blok memurları tarafından devamlı kontrol edilmesi Vardiya İnfaz Koruma Başmemurluğundan, Adı geçenin Psikiyatri Polikliniğine acil sevk edilmesi Revir Biriminden,Yukarıda bahsi geçen konulara, ilgili tüm birimlerin gerekli hassasiyeti göstermesi ..." Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumu tarafından tutulan 19/2/2015 tarihli tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"... 19/02/2015 Tarihinde [H.] muayene edilmek üzere Kurum Revirine çağrılmıştır. Şahsın muayeneye gelmek istememesi üzerine... barındırılmakta olduğu C Blok 19 nolu odaya Aile Hekimi ... ile birlikte gidilmiştir. Aile Hekimi tarafindan, kendini nasıl hissettiği sorulduğunda cevaben... durumunun gayet iyi olduğunu beyan etmiştir. Aile Hekiminin daha önceden Psikiyatri sevki olduğu ve bu sevkine neden gitmediği hususunda sorduğu soruya istinaden 'Ben gayet iyiyim, Psikiyatrik bir rahatsızlığım yok. On tane psikoloğu cebimden çıkarırım' demiştir. Aile Hekimi tarafından, geçmiş yıllarda psikiyatrik ilaçlar kullandığını ve bu ilaçların yeniden düzenlenerek kullanması gerekebileceği hususunda bilgilendirilmede bulunulmuş olup, kendisini yeniden Psikiyatri polikliniğine sevk ettiğini ancak ... [H.] 'Ben psikiyatri doktoruna gitmem. benim herhangi bir sıkıntım yok. buraya kadar geldiğiniz için ilginize ve alakanıza teşekkür ederim' demiş ve Aile Hekiminin yeniden konuşmasını beklemeden üst kata çıkmıştır..." Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumu tarafından tutulan 19/2/2015 tarihli bir başka tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"... Psiko-Sosyal Servisin 19/02/2015 tarihinde yaptığı görüşmede de hükümlünün intihar edeceğini belirtmesi ve ilgili servisin ... Psiko-Sosyal Servis Görüşme Raporunda... 'Hükümlünün ruhsal sağlığının iyi olmadığı, agresif tutumlar sergilediği, iletişime kapalı olduğu ve kendine zarar verme ve intihar eğilimi olabileceğinin gözlemlendiği ve hastane ortamında gözetim altında tutulması için psikiyatri kliniğine sevk edilmesinin uygunluğu' kanaatine varıldığından, durum derhal Kurum Doktoruna bildirilmiş ve doktorun hükümlünün odasında yaptığı görüşme neticesinde muayene olmayı kabul etmeyeceğini söylemesi üzerine ... Acil Servis çağırılmıştır. Hükümlü odasından sedye ile alınarak Mahkum Kabul Birimine indirilmiş ve 1l2 Acil Servisin gerçekleştirdiği muayenede hükümlünün 'iyi olduğunu, buraya ne için getirildiğini bilmediğini ve tedaviyi reddettiğini' beyan etmesi üzerine doktor 'biz senin sağlığın için buradayız, ilaçlarını kullanmaya devam et, ben seni zorla zaten hastaneye sevk etmem' diyerek hükümlünün durumunun iyi olduğunu, odasına dönmesinde bir sakınca olmadığını beyan etmesi üzerine hükümlü tekerlekli sandalye ile odasına geri getirilmiştir..." Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumu tarafından tutulan 20/2/2015 tarihli tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"...19/02/2015 tarihinde 112 Acil Servis çağrılarak hükümlü muayene ettirilmek istenmiş ancak hükümlü tedaviyi reddettiğinden odasına gönderilmiştir. Kurum tabibi tarafından 19/2/2015 tarihinde hükümlünün Tekirdağ Devlet Hastanesi Psikiyatri Servisine sevk edilmesi akabinde 20/02/2015 tarihinde Cezaevi Savcısı ... ile yapılan görüşmede hükümlünün... gerekirse sevkinin zor kullanma yetkileri çerçevesinde gerçekleştirilmesi talimatı alındıktan sonra 20/02/2015 tarihinde saat 14:00'da Tekirdağ Devlet Hastanesi Psikiyatri Servisine götürülmek üzere hükümlünün odasına gidildiğinde, hükümlü hastaneye gitmeyeceğini, böyle bir tedaviyi kabul etmediğini beyan ederek hastaneye gitmek istememiş ve odanın üst katında yatakhane kısmında bulunan yatağının altına girip, yatağın demirine tutunarak direnmiştir. Durum Kurum Müdürüne bildirilmiş ve kendisinin talimatıyla hükümlü yatağın altından çıkarılarak kendisine ve görevli memurlara zarar vermesini engellemek için kollarından ve bacaklarından sabitlenerek odanın dışında bulunan tekerlekli sandalyeye alınıp görevli jandarmaya teslim edilmek üzere Kurum Mahkum Kabul Birimine götürülmüştür. ..." Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumu tarafından yapılan arama sonucu tutulan 20/2/2015 tarihli bir diğer tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"... hükümlü [H.nin] ... intihar edeceğini beyan etmesi üzerine hükümlünün odasına kısmi arama maksadıyla girilerek odasında kendisine zarar verme ve intihar etme teşebbüsünde kullanılabileceği düşünülen aşağıda yazılı ... eşyalar muhafaza altına alınmak üzere tarafımıza alınarak ... odadan çıkılmıştır.1 Adet Su Isıtıcısı Ketılın Rezistans Kablosu, 2 Adet Battaniye, 1 Adet El Havlusu, 4 Adet Gömlek, 2 Adet Tişört, 4 Adet Pantolon, 2 Adet Hırka, 1 Adet Mont, 2 Adet Kazak, 1 Adet Eşofman Altı, 1 Adet Ayakkabı, 6 Adet Kitap, 1 Adet TV - Kumandası ve Anten Kablosu, 1 Adet Radyo, Bir miktar ilaç, ..., Bir Miktar deterjan, Cam Bardak, Kemer, Traş Bıçağı..."H.nin Ceza İnfaz Kurumu dosyasının UYAP üzerinden yapılan incelenmesi neticesinde Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumunda iken çeşitli tarihlerde Tekirdağ Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine (Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniği) ve Bakırköy Prof. Dr. O. Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine (Bakırköy Hastanesi Psikiyatri Polikliniği) sevk edildiği tespit edilmiş olup sevk tarihleri ve neticesindeki işlemler aşağıdaki gibidir:i. H. 22/10/2009, 3/11/2011, 10/2/2012 ve 5/2/2015 tarihlerinde Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine sevk edilmiş olup sonraki sürece dair bir bilgi/belgeye rastlanmamıştır.ii. H. 19/2/2015 tarihinde Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine sevk edilmiş olup burada 20/2/2015 tarihinde yapılan muayenesinde hakkında "Suisidal düşüncesi olduğunu söylüyor. Kapalı mahkum koğuşu olmadığından kapalı mahkum koğuşu olan Bakırköy Ruh Hastalıkları Hastanesine acilen sevki uygundur." notu düşülmüştür.iii. H. 20/2/2015 tarihinde Bakırköy Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde muayene edilmiştir. Muayene notu "...kişi aktif intihar düşüncesi olmadığını belirtmiştir. Kişide atipik duygu durum bozukluğu ön tanısı düşünülmüştür. Bu nedenle ileri tetkik ve tedavi amacıyla hastaneye yatışı uygun görülmüşse de hastanemiz tutuklu servisinde ve Erenköy Ruh Sinir'de tutuklu yeri olmadığı için yatışı yapılamamıştır. Hastanın tedavisi yapılmış ve reçetesi düzenlenmiştir. Hastanın en kısa zamanda (23/2/2015 Pazartesi adli poliklinik mesai saatlerinde) kontrole getirilmesi gerekmektedir..." şeklindedir.iv. H. 23/2/2015 tarihinde Bakırköy Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine sevk edilmiş olup H.nin yirmi gün sonra Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğince kontrolü uygun görülmüştür.v. H. 13/3/2015 tarihlerinde Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine sevk edilmiş olup sonraki sürece dair bir bilgi/belgeye rastlanmamıştır. Tekirdağ 2 No.lu Ceza İnfaz Kurumunun "durumlarına göre ceza infaz kurumuna ayırma kararları" ile gerekçeleri şöyledir:i. 20/6/2011 tarihli karar ile "...Adı geçenin 14/10/2009 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 07/10/2009 gün... yazısına istinaden... Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan nakil olarak geldiği, geldiği tarihte B blok 41 nolu odaya ilk yerleştirilmesinin yapıldığı, daha sonra üçlü odalarda kalmak istememesi nedeniyle 20/10/2009 tarihinde tekli odaya yerleştirildiği, tekli odada kaldığı süre içerisinde yazdığı dilekçelerinde tekli odalarda tecritte olduğunu ve siyasi olarak tanımladığı tutuklularla kalmak istediğini belirttiği, bunun üzerine 06/11/2009 tarihinde tekli odalardan alınarak aynı davadan yargılandığı tutuklularla birlikte kalabileceği şekilde üçlü odalardan C blok 92 nolu odaya yerleştirildiği, isteği yönünde üçlü odaya verilmesinin ardından yazdığı dilekçelerinde kaldığı tutuklularla arasında fikir ayrılığı olması nedeni ile bağımsız olarak tekli odada kalmak istediğini belirttiği ve odasının... tarihinde değiştirilerek kendini bağımsız olarak tanımlayan tutuklulardan biri ile aynı havalandırma bahçesini paylaşabi1eceği B blok 19 nolu odaya yerleştirildiği, ... aynı havalandırmayı paylaştığı arkadaşı ile tartıştığı ayrıca 03/06/2011 tarihinde... sabah sayımı için odaya giren görevli personele hakaret ve küfürler ederek fiziki saldırıda bulunduğu, oda demirbaşlarına zarar verdiği, odasında bulunan çakmakla odasını ateşe verdiği, ateşe müdahale etmek isteyen personele saldırdığı, kalkan kullanılarak etkisiz hale getirildiği, kırdığı camlardan dolayı kesilen yerlerinin tedavisi için kollarından ve bacaklarından tutularak Kurum Revirine götürüldüğü, gerekli tedavisi yapılarak tedbir amacıyla ve sakinleşmesi için B Blok Tek 31 numaralı müşahade odasına alındığı, akabinde Kurum Doktoru geldikten sonra tekrar Kurum Revirine çıkartılarak muayenesinin yapıldığı, yapılan muayenesi sonucunda 'basit tıbbi müdahale ile iyileşir' rapor tanzim edildiği, eyleme istinaden hakkında disiplin soruşturması başlatıldığı, aynı gün odası değiştirilerek C Blok tek 47 nolu odaya yerleştirmesinin yapıldığı, Ayrıca Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı'na hitaben yazmış olduğu 03/06/2011 tarihli dilekçesinde ... süresiz açlık grevine başladığını beyan ettiği, bu eyleminden dolayı hakkında disiplin soruşturması başlatıldığı, bu agresif tavır ve davranışları nedeni ile daha öncede disiplin cezaları aldığı, bu gün itibari ile iyi halli olmadığı tespit edilmiştir. Psiko-Sosyal Servis Raporunda; adı geçen ve aynı odayı paylaştığı arkadaşları ile yapılan görüşmelerde, ayrıca blok görevlilerinden alınan bilgilerde, tutuklunun agresif tavırlar içinde olduğu her şeyi bahane ederek küfürlü konuştuğu, günlük işleyişte karşılaştığı durumları kendisine yapılan özel insanlık dışı muameleler olarak algıladığı, aldığı disiplin cezalarını kabul etmediği, kurumun ona bunu kasıtlı ve keyfi olarak uygulandığını, telefon vb. sebeplerden dolayı, odasından çıkartıldığı durumlarda uygunsuz kıyafetlerle çıkmak istediği, uyarıldığında ise bunun sadece kendisine yapılan bir uygulama olduğunu söylediği, sürekli tutarsız davranışlar sergilediği, (bağımsız olarak tanımlanan odalara verildiğinde örgütlüyüm dediği, daha sonra örgütle kalmak istiyorum dediği, bunun ardından tekrar karar değiştirmesi tipik davranışlarına örnek olarak verilebilir.) Psiko-sosyal yardım servisinde görevli Psikolog ve Sosyal çalışmacı tarafından görüşmelere çağrıldığı ancak, görüşme yapmayı reddettiği, 'ben sizinle görüşmem siz bütün kurum olarak problemli insanlarsınız' dediği, sonuç olarak tutuklunun kurumumuzda bulunduğu süre içerisinde kurallara uymak konusunda sorunları olduğu, diğer tutuklu/hükümlüler ve personel ile iletişim sorunu yaşadığı düşünülmektedir. Bu itibarla; Hüküm özlünün, psikolojik destek ve iyileştirme faaliyetlerine katılması için yapılan tüm girişimlere olumsuz tepki vermesi, agresif davranması, gerek personelin gerekse diğer tutuklu ve hükümlülerin huzur ve güvenliği açısından, disiplin ve güvenlik nedeniyle cezasının infazına konumuna uygun başka bir ceza infaz kurumunda devam olunmasına oy birliği ile karar verilmiştir. ..." gerekçesiyle başka cezaevine sevkedilmesi uygun görülmüştür.ii. 20/2/2015 ve 3/3/2015 tarihli kararlar ile H.nin Psikiyatri Poliklinklerine19/2/2015 tarihinden başlayan sevk süreçlerine (bkz. § 26) yer verilerek "Hükümlünün kurumumuz psiko-sosyal servis görevlilerince, psikolojik destek ve iyileştirme faaliyetlerine katılması için yapılan tüm girişimlere olumsuz tepki vermesi, son zamanlarda agresif davranması, öncelikle kendisinin olmak üzere gerek personelin gerekse diğer tutuklu ve hükümlülerin huzur ve güvenliği açısından ve ileride yaşanması muhtemel herhangi bir üzücü olaya sebebiyet vermemek adına, hükümlünün uzunca bir zamandır ceza infaz kurumumuzda bulunduğu ve salıverilmesine de uzunca bir süre bulunduğu da dikkate alınarak hükümlünün güvenlik nedeniyle cezasının infazına konumuna uygun başka bir ceza infaz kurumunda devam olunmasına..." gerekçesiyle başka ceza infaz kurumuna sevk edilmesi uygun görülmüştür. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün Adana Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) ilettiği 6/3/2015 tarihli nakil emri ile H.nin güvenlik nedeniyle Adana Ceza İnfaz Kurumuna sevki uygun görülmüş ve psikolojik durumuna binaen teslim alacak ceza infaz kurumunda bazı önlemlerin alınması gerektiği bildirilmiştir. Yazının ilgili kısmı şöyledir:"... 'terör örgütüne üye olma' suçundan hükümlü olarak bulunan [H.nin] ... güvenlik nedeniyle Adana F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakli uygun görülmüştür. Hükümlünün vasfı nazara alınarak gerekli sıkı güvenlik önlemleri altında sevkinin sağlanmasını Tekirdağ, Adı geçenin teslim alınmasını ve konumuna uygun bölümde cezasının infazına devam olunmasını, ayrıca intihar riskine karşı kaldığı bölümdeki güvenlik önlemlerinin artırılması, sürekli gözetim altında bulundurulması, psikolojik durumunun (aile ilişkileri, haberleşmesi, kurumda bulunan diğer hükümlü ve tutuklular ve kurum personeli ile ilişkilerinin) takip edilmesi, sorunları ile yakından ilgilenilmesi ve çözülmesi için çaba gösterilmesi, bireysel terapiye tabi tutulması, gereken psikolojik ve tıbbi desteğin her zaman kesintisiz sağlanması, konuyla ilgili olarak kurum idarecileri ve tüm personelin de bilgilendirilmesi hususunda gereğini Adana Cumhuriyet Başsavcılıklarından rica ederim." H.nin Adana Ceza İnfaz Kurumunda Bulunduğu Süreç Güvenlik gerekçesiyle 18/3/2015 tarihinde Adana Ceza İnfaz Kurumuna nakil gelen H. hakkında düzenlenen Psikososyal Servisi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...Psiko-Sosyal Servis ile Yapılan Toplam Görüşme Sayısı: 6 bireysel görüşme, 1 aile görüşmesi kurum, 2 aile görüşmesi telefon. Psiko-Sosyal Servis ile Yapılan En Son Görüşme Tarihi: 2015İntihar veya İntihar Girişimi Tarihi (İntihar veya girişim olduğu bildirilerek):Mahkum 04/02/2016 Perşembe günü 50 sularında odanın çağrı butonuna basılarak ve kapıya panikle vurulması üzerine ikm acilen oda kapısına gidilmiş olup odasında kalan arkadaşının kendini astığını söylemesi üzerine odaya girilmiş, havalandırma bahçesinde kendisini çamaşır ipi ile astığı görülmüştür. Hemen sağlık memurlarına ve Kurum Nöbetçi Müdürüne haber verilmiştir. 112 ACİL servis ekibi gelmiş ve mahkumun öldüğünü EX olduğunu beyan etmişlerdir. Daha Önce İntihar Girişimi Olup Olmadığı Varsa Yapılan Müdahaleler: Mahkum daha önce kurumumuzda intihar girişiminde bulunmamıştır. Psiko-Sosyal Servisin Mahkum Hakkındaki Genel Değerlendirmesi (Danışanın bilinen ruhsal bir sorunu olup olmadığı-yapılan müdahaleler-katıldığı grup çalışmaları): Mahkumla kuruma ilk geldiği gün görüşülerek hükümlü tutuklu tanıma formu doldurulmuştur. Daha sonra oda değişikliği hakkında görüşme yapılmıştır. Kurum müdürünün bilgi vermesi üzerine görüşmeye çağrılmıştır fakat görüşmeye gelmek istemediğini İKM ye iletmiştir. Hükümlü ailesiyle de iletişimi bırakmıştır. Ailesi savcılık aracılığıyla özel izinle kuruma gelerek görüşmek istemiş fakat mahkum ailesiyle görüşmek istemediğini söylemiştir. Kurum müdürünün bilgisi dahilinde ailesiyle kurumda görüşme yapılmıştır. Mahkumun bu durumları göz önüne alınarak takip amaçlı görüşmeye çağrılmıştır, fakat görüşmek istemediğini yinelemiştir. Yaşadığı sıkıntının ne olduğunun anlaşılabilmesi için odasına gidilmiştir, yine görüşmek istemediğini söylemiş olup bu sorularını devlete sor, konuşmaya devam edersen şikayetçi olacağım' demiştir. Bu nedenle görüşme sonlandırılmıştır. ...Tutum ve davranışları örgütsel nitelikte olup başkalarının haklarına saldırı ya da yaşının gerektirdiği önemli toplumsal değerler ve kuralları bozma, yasal yükümlülükleri yerine getirmeme vb. gibi davranışlar gözlemlenmiştir. Mahkumla yapılan ilk görüşme ve sonrasındaki görüşmelerde, mahkumun olumsuz örgütsel davranışları ve psikiyatrik durumu göz önüne alınarak; Kurum Müdürü, Müdürler, Revir birimi ve kurum doktoruna bilgi verilmiş olup hastaneye yatmasının gerekliliği bildirilmiş multidisplinel bir yaklaşım sergilenmiştir. Yapılan Psikiyarik Yönlendirmesi Var mı? (Sağlık biriminden aldığı teşhis ve varsa ilaçları):Kurum revir görevlilerimizden alınan bilgilere göre: Kuruma ilk geldiğinde kurum doktoru hastaneye, psikiyatri birimine, sevk etmiş fakat hükümlü kendi isteğiyle gitmek istemediğini söylemiştir. Kurum doktoru tarafından 10/11/2015 tarihinde sevk edilmiş, Adana Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine yatışı yapılmıştır, burada 14 gün tedavi olmuştur. Davranış ve Uyum bozukluğu tanısı konmuştur. Verilen ilaçları düzenli kullanmamış olup ilaç bitim tarihinde tekrar hastaneye 17/12/2015 tarihinde kurum doktoru hastaneye sevk etmiş, mahkum dilekçe vererek gitmek istemediğini beyan etmiştir. Mahkumun En Son Kaldığı Koğuş (Tek kişilik ise nedeni ve varsa alınan kararın örneği): Mahkum A 1 nolu odada 3 kişiyle kalmıştır. Mahkum kurumumuzda kaldığı süre boyunca tekli odada barındırılmamıştır." Müteveffanın sağlık durumuna dair Adana Ceza İnfaz Kurumu tarafından 22/2/2017 tarihinde düzenlenen raporun ilgili kısmı şöyledir:"... 2016 tarihinde ölüm nedeniyle kurumumuz kayıtlarından düşürülen [H.nin] sağlık dosyası incelenmiş olup; Adı geçenin kurumumuzdaki ilk muayenesinin 2015 tarihinde kurum aile hekimi Dr. [İ.P.] tarafından yapıldığı, yapılan muayene sonucunda Psikiyatri polikliniğine sevk edildiği, 2015 tarihinde Adana Dr. [E.T.] Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine gönderilmek istenilmiş olup hükümlünün kendi isteğiyle dilekçe vermek suretiyle hastaneye gitmek istemediği, 2015 tarihinde Adana Dr. [E.T.] Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine acil olarak sevkinin sağlandığı, Uzm. Dr. [N.A.] tarafından yapılan muayenesi sonucunda; 'Davranış bozukluğu, muayene için araçtan inmedi, araçta muayene edildi, enjeksiyonu bile kabul etmedi, psikometrik inceleme açısından Salı-Perşembe günlerinde tutuklu polikliniğinde değerlendirilmesi' şeklinde not düşüldüğü, 'Misol 50 mg * 1 tablet, Rixper 1 Mg. * 1 tablet, Tranko-Buskas 2* 1 draje' isimli ilaçların reçete edildiği, 2015 tarihinde hükümlü tekrar Adana Dr. [E.T.] Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine gönderildiği ve yapılan muayenesi neticesinde Adana Ruh Sağlığı Hastanesinin 2015 tarih ... sağlık kurulu raporuyla hastaneye yatışının uygun görüldüğü, Adı geçen hükümlünün 2015 tarihi ile 2015 tarihleri arasında Adana Dr. [E.T.] Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine yatarak tedavi gördüğü, 2015 tarihinde hasta epikriz formu düzenlenerek herhangi bir öneri veya reçete düzenlenmeden sonuc 'salah' olarak taburcu edildiği, 2015 tarihinde hükümlünün genel durumu göz önüne alınarak tekrar Adana Dr. [E.T.] Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edilmesine rağmen hükümlünün yine hastaneye kendi isteğiyle gitmek istemediği ve bu nedenle dilekçe verdiği, bu konunun görevli personeller tarafından tutanak altına alındığı, Adı geçen hükümlünün kurumumuzda barındırıldığı dönemde yazılı veya sözlü olarak ceza tehiri işlemi yada psikolojik rahatsızlığına dair muayene olma talebinin bulunmadığı, psikiyatri görüşü için hastane sevki yapılmasına rağmen kendi isteğiyle gitmediği sağlık dosyası tetkikinde anlaşılmıştır. ..." H.nin Adana Ceza İnfaz Kurumunda iken çeşitli tarihlerde, Adana Dr. [E.T.] Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine (Adana Ruh Sağlığı Hastanesi) sevk edildiği UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde tespit edilmiş olup sevk tarihleri ve hakkındaki işlemler aşağıdaki gibidir:i. H. Kuruma gelmesinden iki gün sonra 20/3/2015 tarihinde yapılan ilk muayenesi sonrasında Kurum doktoru tarafından aynı tarihte "depresyon" tanısıyla Adana Ruh Sağlığı Hastanesine sevk edilmiştir. H., Adana Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne 23/3/2015 ve 26/3/2015 tarihli dilekçelerle psikolojik bir rahatsızlığı bulunmadığından Kurum doktoru tarafından psikiyatri servisine sevk edilmeyi, psikiyatrik tedavi almayı reddettiğini bildirmiştir.ii. H. 9/11/2015 tarihinde Adana Ruh Sağlığı Hastanesine acil olarak sevk edilmiş, uzman doktor tarafından yapılan muayenesi sonucunda “Davranış bozukluğu, muayene için araçtan inmedi, araçta muayene edildi, enjeksiyonu bile kabul etmedi, psikometrik inceleme açısından salı-perşembe günlerinde tutuklu polikliniğinde değerlendirilmesi.” şeklinde not düşülerek kendisine ilaç reçete edilmiştir. iii. H. 10/11/2015 tarihinde Adana Ruh Sağlığı Hastanesine sevk edilmiş ve muayene sonucu aynı tarihli sağlık kurulu raporuyla hastaneye yatışı uygun görülmüştür. 10/11/2015 ile 24/11/2015 tarihleri arasında yatarak tedavi gören H. hakkında hastaneden çıkışı sonrası düzenlenen epikriz formunda yakınma olarak "kimseyle konuşmama, suisid düşünceleri, şüphecilik" yazdığı görülmüştür. Epikriz formunda kontrol önerisiyle sonuç "salah" olarak belirtilmiştir.iv. H.nin 9/12/2015 tarihinde Adana Ruh Sağlığı Hastanesine sevk edilmesi sonrasında Adana Ceza İnfaz Kurumu tarafından tutulan 17/12/2015 tarihli tutanakta, şahsın Adana Ruh Sağlığı Hastanesine kendi isteğiyle gitmeyeceğini sözlü olarak bildirdiği, bu konuda dilekçe vermediği kayıt altına alınmıştır. Psikolog görüşme çizelgesinden 1/9/2015 tarihinde takip amaçlı görüşme yapıldığı, 1/10/2015, 6/11/2015 ve 27/11/2015 tarihlerindeki görüşmelere çıkmadığı anlaşılmıştır. B. Olaya İlişkin Ceza Soruşturması Süreci Adana Ceza İnfaz Kurumunda 4/2/2016 tarihinde gerçekleşen ölüm olayının Adana Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tarafından haber verilmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı aynı gün ve resen olayla ilgili soruşturma başlatmıştır. Adana İl Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Birimi, Cumhuriyet savcısı huzurunda olay yeri incelemesi yapmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 4/2/2016 tarihinde ölü muayenesi ve olay yeri incelemesi yapmış, Adana Adli Tıp Kurumu (ATK) otopsi yapılmasını gerekli görmüştür. Olay Yeri İncelemesi Tutanağı'nın ilgili kısmı ile müteveffanın bu sırada dinlenen koğuş arkadaşı A.K.nın beyanı şöyledir:"... Olay yerinin Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu A Blok koridor Oda olduğu, Odanın dışındaki havalandırma bahçesinde yatakhane kısmından sarkıtılan kırmızı naylon iple bir şahsın kendisini asmış olduğu, cesedin üzerinde mavi beyaz gri renkli kısa kollu tişört olduğu, siyah pantolon ve siyah beyaz spar ayakkabısı olduğu, ... her iki ayağının da yere tam olarak temas ettiği görüldü. Cesedin ve olay yerinin bu haliyle kamera görüntüsü ve fotoğraflandırılması yaptırıldı. Olay yeri inceleme birimine olay yerinin detaylı kamera kaydına alınması ve fotoğraflandırmanın yapılarak CD ortamında dosyaya sunulması talimatı verildi. ...OLAY TANIĞI: [A.K.], ... Bugün kendisini asmak suretiyle vefat eden [H.] ve [O.] ile birlikte A blok koridor 1 nolu odada hükmümü infaz ediyorum. Ben vefat eden [H.yi] önceden de tanıyorum ancak bir gün önce bu koğuşa geldim. Bugün aynı, koğuşta kaldığımız [O.] duruşması olduğu için sabah sayımdan sora mahkemeye götürüldü. Ben [H.] ile birlikte koğuştaydım, ikimiz birlikte üst kattaki yatakhaneye çıktık, kendisi bir naylon iple uğraşıyordu, kendisine ipi niye bağladığını sorduğumda bana çamaşır ipi eskimiş yenisini takacağım dedi. Ben de kendisine inandım ve uykum olduğu için yattım. Saat 12:00 sıralarında yemek vakti kalktığımda aşağı kata indim. kendisinin bahçe penceresinin önünde ayakta durduğunu gördüm, ben ayakta durup düşündüğünü zannettim, bahçeye çıkıp kendisine baktığımda kendisini iple asmış olduğunu gördüm, hareket etmiyordu, durumu hemen mazgala vurarak görevli memurlara bildirdim. Sessiz ve zararsız birisiydi, idareyle bir sorunu yoktu. Ancak ailesi görüşüne geldiği zaman kendisi görüşe çıkmıyordu. Ayrıca bildiğim kadarıyla cezaevindeki hiçbir sosyal faaliyete katılmıyordu. Bunalıma girmiş olabileceğini düşünüyorum,... dedi. " Adana ATK'nın 8/4/2016 tarihli otopsi raporunda şahsın kanında ve vücut sıvılarında gerekli incelemelerin yapılarak yabancı maddeye rastlanmadığı, kişinin ölümünün ası sonucu meydana geldiği tespitine yer verilmiştir. Ayrıca müteveffanın tırnak içlerinden alınan numunelerin moleküler genetik incelemesi de yapılmıştır. Başvurucu vekilinin olay anına dair güvenlik kamera kayıtlarının bir örneğinin verilmesine dair talebi 24/2/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından uygun bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı 28/6/2016 tarihinde "intihar" olayıyla ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...[H.nin] Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunduğu ve A Blok Koridor Odada kaldığı, olay günü bunalıma girerek çamaşır ipini koğuş pencere demirine bağlayıp, boynuna geçirmek suretiyle intihar ettiği, alınan Adana Adli Tıp Grup Başkanlığı Otopsi raporuna göre ölümün asıya bağlı, mekanik asfiksi sonucu meydana geldiği, maktülün intiharında başkaca bir kimsenin teşvik veya yardımının olmadığı, ortada suç ve suçlunun bulunmadığı anlaşılmış olmakla..." Başvurucu vekili tarafından 28/7/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edilmiştir. İtirazda başvurucu; H.nin intihara meyilli olduğunun Ceza İnfaz Kurumu idaresince bilindiğini ve bu konuda kendisinin de Ceza İnfaz Kurumu idaresini bu yönde uyarmasına rağmen kardeşine çamaşır ipi verildiğini, kardeşinin Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde tedavi görmesi için başvurduğu hâlde Ceza İnfaz Kurumu idaresince bu yönde adım atılmadığını, kameralar trafından intihar görüntülenmesine rağmen bunu engellemek için çaba gösterilmediğini ve kardeşinin intiharında sorumluluğu bulunan Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin araştırılıp cezalandırılmadığını iddia etmiştir. İtiraz, Adana Sulh Ceza Hâkimliği (Sulh Ceza Hakimliği) tarafından 16/8/2016 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 25/8/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 26/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Olaya İlişkin Olarak Yürütülen Disiplin Soruşturması Süreci İntihar olayı hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığınca disiplin amirliği olarak verilen 6/4/2016 tarihli karar ile sekiz ceza infaz kurumu görevlisi hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ve infaz koruma memurlarının beyanlarından önem arz edenlerin ilgili kısmı şöyledir:"...e) Kurum İnfaz ve Koruma Memuru [S.K.]; 16/02/2016 tarihli yazılı savunmasında; olay günü A blokta vardiya blok görevlisi olarak bulunduğunu; saat 12:50 sularında A blokta bulunan odaların yemeklerini dağıtırken A- 1 nolu oda tarafından bağırma ve kapıya vurma seslerini duyunca, yemek dağıtım işini bırakarak acilen A- 1 nolu odanın bulunduğu koridora ani müdahale görevlisi [H.K.] ve vardiya blok görevlisi [H.] ile gittiğini; A-1 nolu odada bulunan hükümlü [A.K.nin] odasında bulunan [H.nin] intihar ettiğini kendilerine mazgaldan söylediğini, durumu öğrendikten sonra hemen yanında bulunan infaz ve koruma memuru arkadaşı ile kapıyı açarak içeri girdiklerini, hükümlünün havalandırma bahçesinde kendisini iple asmış halde gördüğünü, nabzını kontrol ettiklerini, hükümlüde herhangi bir hareket olmayınca kendisine dokunmadıklarını bu esnada olayı duyan nöbetçi müdür, müdahale ekibi ve sağlık memurunun odaya girdiklerini ve hükümlüyü kontrol ettiklerini, kendilerinin de odada bulunan diğer hükümlüyü revire götürdüklerini;......g) Kurum İnfaz ve Koruma Memuru [H.]; 09/02/2016 tarihli yazılı savunmasında; kurumda kontrol merkezinde görevli bulunduğunu, olay günüde kontrol merkezde görevli infaz koruma memuru [Y.] ile görevli bulunduklarını, kontrol merkezde bulunan kameraların hareket duyarlı olarak çalıştıklarını, hareket algıladığı takdirde görüntünün bilgisayar monitörü büyüklüğündeki ekranlara düştüğünü, cezaevi havalandırma alanlarını izleyen kameraların önünde koruyucu tellerin bulunduğunu, bu nedenle havalandırma alanlarını izleyen kameraların görüntülerinin net olmadığını; kurumda 12:50 sularında A bloku izleyen kamera görüntülerinde infaz ve koruma memurlarının toplu bir şekilde hareketlendiğini farkettiklerini, blok telefonunu aradıklarında intihar vakası olduğu bilgisine ulaştıklarını bunun üzerine 16 görüntünün bulunduğu mönitörden havalandırma bahçesine büyük ekrandan baktıklarında, odanın havalandırma penceresine yaslanmış vaziyette, ayakta duran bir hükümlüyü tespit ettiklerini, olayla ilgili soruşturma için gelen nöbetçi savcının talimatıyla bütün görüntülerin incelendiğini; kamera görüntülerinde A-1 nolu havalandırmayı izleyen kameraya herhangi bir hareketlilik görüntüsü olmadığı, bu nedenle küçük kamera monitörleri altında ayrıca bir görüntünün düşmediği, havalandırmayı izleyen kamera görüntülerinin net olmadığı, hükümlünün saat 10:02 de bahçeye bir anlık çıktığı ve ayakta duvara yaslanmış vaziyette durduğu, hareket etmediğinin görüldüğü; A-1 nolu havalandırmayı izleyen ve önünde tel koruma bulunan kameranın görüntülerindeki hareketliliği algılayamadığı, ana ekrana görüntü düşmediği, kameralar için yeterli hareketliliğin bulunması halinde büyük ekranlara düşen görüntülere göre olaylara müdahale ederek, ilgili birimlere bilgiler verdiklerini, olayda herhangi bir kusurunun veya ihmalinin bulunmadığını beyan etmiştir. ...İddialar ile ilgili gerekli araştırmalar yapılmış ve tüm bilgi ve belgeler temin edilmiştir. Haklarında disiplin soruşturması yürütülen Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu personellerinin yazılı ifadeleri, olay yeri inceleme ve ölü muayene tutanağı, ilk vukuat bildirimi, olay tutanağı, kamera görüntülerini gösteren CD incelenmiş, kurum personelinin hükümlü [H.nin] intihar eyleminde herhangi bir kusurunun bulunmadığı anlaşılmıştır..." Olaya İlişkin Tam Yargı Davası Süreci UYAP'tan yapılan incelemede, başvurucunun bireysel başvuruda bulunduktan sonra diğer davacılarla birlikte ölüm olayı nedeniyle maddi ve manevi tazminat ödenmesi taleplerinin Bakanlık tarafından reddedilmesi üzerine 20/7/2017 tarihinde Adana İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) her bir başvurucu için ayrı ayrı 000 TL olmak üzere toplam 000 TL manevi tazminat ödenmesi istemli tam yargı davası açtığı tespit edilmiştir. İdare Mahkemesi 26/9/2018 tarihli ara kararıyla davalı idareden müteveffanın psikolojik rahatsızlığı iddiasına yönelik cezasının infazının gerçekleştiği Adana Ceza İnfaz Kurumuna ya da nakil olarak geldiği ceza infaz kurumlarına ve İnfaz Savcılığına yapılmış bir başvuru olup olmadığının bildirilmesini, şahsın iddia edildiği gibi psikolojik rahatsızlıkları varsa buna ilişkin yeterli tıbbi yardımın kendisine sağlanıp sağlanmadığına ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesini, müteveffanın daha öncesinde de intihar girişiminde bulunup bulunmadığının ilgililer tarafından bilinip bilinmediği, biliniyor ise müteveffanın kendisini öldürmesine engel olmak için ne gibi makul önlemlerin alındığına ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesini, ayrıca Adana Ceza İnfaz Kurumunda olaya ilişkin olarak yürütülen disiplin ve adli soruşturmaların ifadeleri de içerecek şekilde gönderilmesini, Sağlık Bakanlığından ise bünyesinde yer alan sağlık kurumlarında müteveffanın hangi tedavileri gördüğüne ilişkin belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. İdare Mahkemesi 24/1/2019 tarihli kararı ile tazminat isteminin reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Bu durumda; müteveffa [H.nin] psikometrik incelemelerinin düzenli gerçekleştirildiği, kendi rızasıyla tedaviyi ve tetkikleri reddetmesine rağmen davalı idare tarafından gerekli tedavilerin ve tetkiklerin yapılmaya devam edildiği, Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na nakil olduğundan bu yana tek kişilik odalarda değil üç kişilik odalarda infazının gerçekleştirildiği, davalı idareye yüklenebilecek herhangi bir hizmet kusuru bulunmadığının Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan adli ve idari soruşturma ile soruşturma kapsamındaki otopsi raporu ve tanık beyanları ile sabit olması karşısında davacıların tazminat talebinin hukuka uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. ..." Kararın karşıoy gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Uyuşmazlıkta; davacının psikolojik olarak sorunlarının bulunduğu ve buna ilişkin olarak süre gelen rahatsızlığının bulunduğu sabit olup, Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun nakil emrinde hükümlünün intihar riskine karşı gerekli önlemlerin alınması, gözetim altında tutulması ve psikolojik durumunun takip edilmesi gerektiğinin belirtildiği halde davacının intihar riskini önlemeye yönelik gerekli tedbirlerin alınmadığı, intihara meyilli olan şahsın kaldığı odada kendisini asmasına yol açabilecek eşyanın bulunmasına ihmal suretiyle sebep olunduğu, hükümlünün kendisini astığı A-1 nolu odanın havalandırma bahçesini gören kameraların görüntülerinin net olmadığı, bu nedenle hareket duyarlılığının az olduğundan davacının eyleminin büyük kameralara yansımayarak fark edilemediği yönündeki iddiaların da araştırılarak hüküm verilmesi gerektiği, idarenin yürüttüğü kamu hizmetinin gereği olarak gözetim ve koruması altında bulunan hükümlünün yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumaya yönelik gerekli önlemleri almayarak, yeterli dikkat ve özeni göstermeyerek hizmeti kusurlu işlettiği sonucuna ulaşıldığından, davanın reddi yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum." Karara karşı yapılan istinaf talebi Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 26/6/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Dosya, Danıştay nezdinde temyiz incelemesindedir. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 ve tarihli 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı maddesinin 1 numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:...f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.... 5275 sayılı Kanun’un “Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlilerine sahip, firara karşı teknik, mekanik, elektronik ve fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları sürekli kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasların geçerli olduğu sıkı güvenlik rejimine tâbi hükümlülerin bir veya üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir. Bu kurumlarda bireysel veya grup hâlinde iyileştirme yöntemleri uygulanır.... (3) Eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli hâlde bulunan ve özel gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar ile bulundukları kurumlarda düzen ve disiplini bozanlar veya iyileştirme tedbir, araç ve usûllerine ısrarla karşı koyanlar bu kurumlara gönderilirler....” 5275 sayılı Kanun’un “Akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlığı olan hükümlülerin cezalarının infazı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:" (1) Hapsedilme ve diğer nedenlerden kaynaklanan akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlıkları bulunup da ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek infaz kurumlarına geri gönderilenlerin cezaları, belirlenen infaz kurumlarının mahsus bölümlerinde infaz edilir. (2) Birinci fıkrada belirtilenlerin cezalarının infazı için belirlenen infaz kurumlarının ihtiyaç duyduğu uzman ve diğer tıp görevlileri, Sağlık Bakanlığınca karşılanır." 5275 sayılı Kanun’un “Disiplin cezasını gerektiren eylemlerin tekrarı, disiplin cezalarının infazı ve kaldırılması” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının c bendi şöyledir:"Hücreye koyma cezasına ilişkin disiplin cezalarının infazından önce ve infazı sırasında hükümlü, hekim tarafından muayene edilir. İlgilinin bu cezaya katlanamayacağı anlaşılırsa cezanın infazı sonraya bırakılır veya hekiminin belirleyeceği aralıklarla infaz edilir. Koşullu salıverilme tarihine kadar hükümlünün iyileşemeyeceğinin tam teşekküllü Devlet veya üniversite hastanesi sağlık kurulu raporu ile saptanması hâlinde hücreye koyma cezası infaz edilmez; yerine ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası iki katı süreyle uygulanır. Raporlar infaz dosyasına konulur." 5275 sayılı Kanun’un “Zorunlu nedenlerle nakil” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kurumların elverişsiz ve yetersiz kalması, kapsama gücünün aşılması, kullanılamaz hâle gelmesi, asayiş, güvenlik, doğal afet, yangın ve büyük onarım gibi zorunlu nedenlerle başka kurumlara nakledilmeleri gerekli görülen hükümlüler, yargı çevresi dışında Adalet Bakanlığınca belirlenen ve konumlarına uygun olan diğer kurumlara nakledilebilirler." 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir." 5275 sayılı Kanun’un “Sağlık denetimi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kurum hekimi, kurumu ayda en az bir kez denetleyerek genel ve özel önlem alınması gereken hastalıklar ile kurumda sağlık koşulları yönünden alınması gereken önerileri içeren bir rapor düzenler ve kurum yönetimine verir." 5275 sayılı Kanun’un “İnfazı engelleyecek hastalık hâli” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kurum hekimi veya görevli hekim tarafından yapılan muayene ve incelemeler sonucunda hükümlünün cezasını yerine getirmesine engel olabilecek hastalığı saptanırsa durum, kurum yönetimine bildirilir." 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Yeme ve içmede kullanılan araç ve gereçler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Koğuş, oda ve eklentilerinde, her hükümlü için kantinden temin edilmek şartıyla bir adet uç kısmı sivri olmayan on santimetre uzunluğunda bıçak, plastik veya yumuşak metalden imal edilmiş çatal, yemek ve çay kaşığı, 50 mm. kalınlığında iki adet metal yemek tabağı ve ikişer adet cam su bardağı ile çay bardağı ve tabağı bulundurulabilir." Yönetmelik'in "Temizlik" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Hükümlüler, koğuş, oda veya eklentilerinde, kantinden temin edilmek koşuluyla kişisel ve çevresel temizliklerini temin için tarak, saç fırçası, sabun, kese, diş macunu, diş fırçası, tıraş sabunu, şampuan, parfüm, krem, saç boyası, çakısı bulunmayan tırnak makası, plastik saplı tıraş bıçağı, beş adet plastik elbise askısı, çamaşır mandalı ve gündelik hayatta kullanılan plastik eşyalar ile idarece uygun görülen uzunlukta çamaşır ipi bulundurabilir."B. Uluslararası Hukuk1- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletlerin yalnızca kasti ve hukuka aykırı ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda kendi egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediğini hatırlatmaktadır (B/İngiltere, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM’e göre Sözleşme’nin maddesi,devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere [BD], B. No: 23452/94,28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/İngiltere, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/ 2004, § 71). Ancak AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesikapsamında yetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak/koşulsuz değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogenov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03, 27311/03,20/12/2011, § 209). Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük; modern toplumların güvenliğini sağlamadaki zorluklar, insan davranışlarının öngörülemezliği ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiği akılda tutularak yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogenov ve diğerleri,§ 209; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, § 69). AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını ve en zor şartlarda dahiyetkililerin bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, 3/4/2001, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşam hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/4785 | Başvuru, kamu makamları tarafından yeterli önlem alınmaması dolayısıyla ceza infaz kurumunda intihar meydana gelmesi ve olay ile ilgili olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayıl Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 2/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 6/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, ticaretle iştigal ettiğini belirterek kişisel ve mesleki yaşamının olumsuz etkilenebileceği gerekçesiyle isminin kamuya açık belgelerde gizlenmesi talebinde bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13267 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayıl Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklamanın hukuka aykırı olması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, soruşturma dosyasında gizlilik kararı verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; arama ve elkoyma tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalar nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; mal varlığına tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının, meslekten ihraç nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun 16/7/2016 tarihli kararı ile görevinden uzaklaştırılmış; 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla meslekten ihraç edilenler hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 17/7/2016 tarihinde başvurucu gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Hatay Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Hatay Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hatay Sulh Ceza Hâkimliği 19/7/2016 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Hatay Sulh Ceza Hâkimliği 7/9/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz Hatay Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/9/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 1/11/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı yetkisizlik kararı vererek dosyayı Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı 8/6/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianame Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesince 24/7/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/294 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 12/9/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Adana Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi de 30/1/2018 tarihinde karşı yetkisizlik kararı vermiş ve yetkili mahkemenin belirlenmesi amacıyla dosyayı Yargıtay Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 28/3/2018 tarihinde Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili olduğuna karar vermiştir. Yargıtay kararı üzerine Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/308 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 8/5/2018 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tahliyesine karar vermiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39) başvurusu hakkında verilen karar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/80706 | Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklamanın hukuka aykırı olması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, soruşturma dosyasında gizlilik kararı verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; arama ve elkoyma tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalar nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; mal varlığına tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının, meslekten ihraç nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddialara ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket hakkında İstanbul Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlügü tarafından işçilerin geceleri mevzuatta belirlenen sürenin üzerinde çalıştırıldığı, ara dinlenmelerinin aralıksız kullandırılmadığı ve işçilere fazla mesai ile genel tatil günü ücretlerinin ödenmediği gerekçeleriyle 640 TL idari para cezası kesilmiştir. Anılan işlemin hukuka aykırı olduğu, dayanaksız olarak tesis edildiği ve yapılan tespitlerin gerçeği yansıtmadığı belirtilerek iptali istemiyle yapılan başvuru, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/12/2014 tarihli ve 2014/706 Değişik İş sayılı kararıyla duruşma yapılmaksızın reddedilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:"Yapılan inceleme neticesinde, Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlügü tarafından verilen 24/09/2014 havale tarihli cevabi yazı ve ekleri ile itiraz dilekçesi ve ekleri hep birlikte değerlendirildiğinde verilen idari yaptırım kararının usul ve yasaya uygun olduğu kanaatine varıldığından yapılan itirazın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. Anılan karara benzer gerekçelerle yapılan itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 29/10/2014 tarih ve 2014/706 Değişik İş sayılı kararı ile içeriğe erişimin engellenmesi kararı verilmiş olup, itiraz eden Ekol Güvenlik vekili [Av. A.] 20/11/2014 havale tarihli dilekçesi ile bu karara itiraz etmiş, itiraza konu olan değişik iş sayılı dosya ve itiraz dilekçesi incelenmek üzere Hakimliğimize gönderilmiştir.Dosya incelenmesinde; İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 29/10/2014 tarih ve 2014/706 değişik iş sayılı kararının, usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı anlaşılmakla, talebin reddine dair aşağıda yazılı hüküm kurulmuştur." (Vurgular Anayasa Mahkemesince yapılmıştır.) Ret kararı 11/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/439 | Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddialara ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/18497 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/18497 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18497 | Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi, taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atılması ve kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davasında hükmedilen bedelin zararı karşılamaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 7/6/2005 tarihinde Kale Asliye Hukuk Mahkemesinde Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhine kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davası açılmış, dava hak düşürücü süre nedeniyle reddedilmiş ancak temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuş ve yargılamaya devam edilmiştir. Bozma sonrası yeniden yapılan değerlendirme sonucu Kale Asliye Hukuk Mahkemesinin 28/3/2013 tarihli kararı ile başvurucu lehine tazminata hükmedilmiş, temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesi kararı Yargıtay Hukuk Dairesince 3/2/2014 tarihinde onanmış, tarafların karar düzeltme yoluna başvurmamaları nedeniyle yargılama süreci sona ermiştir. Onama ilamı başvurucuya 22/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 22/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7594 | Başvuru, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi, taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atılması ve kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davasında hükmedilen bedelin zararı karşılamaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 20/5/2021 tarihinde öğrendikten sonra 24/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34290 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öğretmen olarak çalışma izninin iptal edilmesi ve yeniden çalışma izni düzenlenmesinin yasaklanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 11/3/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesinden 2012 yılında mezun olan başvurucu, sınıf öğretmeni olarak çalışmak üzere özel bir okul ile 15/8/2015 tarihinde bir yıl süreli iş sözleşmesi imzalamıştır. Anılan sözleşme kapsamında okul yönetiminin başvurusu üzerine İstanbul Valiliği (Valilik) Millî Eğitim Müdürlüğü tarafından 30/9/2015 tarihinde başvurucu adına çalışma izni onayı verilmiştir. Çalışma izninin incelenmesi neticesinde başvurucunun sözleşme yaptığı okulda 1/9/2016 tarihine kadar sınıf öğretmeni olarak çalışmasına izin verildiği, sözleşme bitim tarihinden itibaren sözleşme yenilenecekse görev süresinin en az bir yıl süre ile uzatıldığına ilişkin tekrar onay alınması gerektiğinin şerh edildiği görülmüştür. Olağanüstü hâl (OHAL) tedbirleri kapsamında 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı OHAL KHK'sı) maddesinde yapılan düzenlemeyle, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) aidiyeti veya bu örgüte iltisakı, irtibatı belirlenen KHK ekindeki listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları kapatılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığının 21/7/2016 tarihli ve 7783529 sayılı Genelge'si (Genelge) ile de "Cumhuriyet Savcılıklarınca haklarında işlem başlatılan özel öğretim kurumları ile özel öğrenci yurtlarından yönetimine kayyum atanmayan kurumlar ve kayyum atanan kurumlarda kayyum ataması yapılmadan önce görev yapan, yönetici, eğitimci, öğretmen, uzman öğretici, usta öğretici ve diğer personelin Milli Eğitim Bakanlığı Bilişim Sistemleri (MEBBİS) üzerinden tespitleri yapılarak çalışma izinleri valiliklerce iptal edilecek, bu personele başka bir özel öğretim kurumunda çalışma izin onayı düzenlenmeyerek MEBBİS üzerinde gerekli bilgiler işlenecektir" kuralı getirilmiştir. Başvurucunun çalıştığı özel okul millî güvenliğe tehdit oluşturduğu, FETÖ/PDY'ye aidiyeti veya bu örgüte iltisakı, irtibatı olduğu gerekçeleriyle 667 sayılı OHAL KHK'sı hükümleri gereği 29/7/2016 tarihinde kapatılmıştır. Genelge hükümleri gereği, çalıştığı okulun kapatılması nedeniyle özel okulda çalışma izninin 29/7/2016 tarihinde iptal edildiği ve başka bir kurum için yeniden izin düzenlenemeyeceği Valilik tarafından başvurucuya bildirilmiştir. Ayrıca anılan tarih itibarıyla Millî Eğitim Bakanlığı Bilişim Sistemlerinde (MEBBİS) başvurucu hakkında "Cezası:667 sayılı KHK ile kurumu kapatıldı ve 2016/788529 sayılı yazı" şeklinde şerh konulmuştur. Başvurucu, idari işlemin iptali talebinin Valilik tarafından zımmen reddedilmesi üzerine İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 27/9/2017 tarihinde iptal davası açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, hakkındaki idari işlemin bir yıldır çalıştığı okulun kapatılmasından kaynaklandığını, özel okulların yasalara uygun kurulup çalıştığını, kamu okullarına atanamadığı için özel okulda çalışmak zorunda kaldığını belirtmiştir. Devletin izniyle açılan okulda çalışmasının suç olarak gösterilemeyeceğini, okulun terörle bağlantısını bilmesinin mümkün olmadığını, geçimini sağlayabilmek için bu okulda çalıştığını ifade etmiştir. Başvurucu; çalışma iznine dayanak olarak gösterilen Genelge'nin normlar hiyerarşisine aykırı olduğunu zira Millî Eğitim Bakanlığının bu Genelge ile Anayasa'ya ve Kanun'a aykırı bir düzenleme ve yasak getirdiğini, dahası kanun ya da yönetmelikte düzenlenmeyen bir durumun Genelge ile uygulandığını vurgulamıştır. Başvurucu; hakkında açılmış bir soruşturma ya da kovuşturmanın mevcut olmadığını, idari işlemin sebep ve amaç yönünden de hukuka ve usule aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İdarenin davaya cevabında; dava konusunun ülke genelinde uygulanan bir genelgeye dayandığı, başvurucunun Olağanüstü Hâl Komisyonuna başvurması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca 667 sayılı OHAL KHK'sı uyarınca FETÖ/PDY ile iltisakı veya irtibatının belirlenmesi sebebiyle kapatılan okullar arasında başvurucunun çalıştığı okulun da bulunduğu, 21/7/2016 tarihli Genelge ile bu okullarda görev yapan personelin çalışma izinlerinin iptal edilmesi, bu personele başka bir özel öğretim kurumunda çalışma izni düzenlenmemesi ve MEBBİS üzerinden de gerekli değişikliklerin yapılmasına ilişkin olarak valiliklere talimat verildiği, İstanbul Valiliğinin de bu talimatın gereğini yerine getirdiğini iddia etmiştir. Anılan talimat doğrultusunda yapılan işlemlerin ülkenin düştüğü zor durumdan kurtarılmasına yönelik olduğu ve hukuka uygun kabul edilmesi gerektiği vurgulanarak davanın reddi gerektiği savunulmuştur. İdarenin ibraz ettiği MEBBİS belgesinde, başvurucunun durumuna ilişkin bölüme ceza tarihi olarak 29/7/2016, ceza nedeni kısmına da 667 sayılı OHAL KHK'sı kapsamında kurumun kapatılması ve Millî Eğitim Bakanlığının Genelgesi şeklinde kayıt düşüldüğü görülmüştür. Mahkeme 27/12/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 8/2/2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun ilgili maddeleri ile Genelge hükümleri hatırlatıldıktan sonra başvurucunun 667 sayılı OHAL KHK'sı ile kapatılan özel okulda öğretmen olarak 1/9/2015-23/7/2016 tarihleri arasında çalıştığı, 21/7/2016 tarihli Millî Eğitim Bakanlığı Genelgesi gereğince, başvurucuya söz konusu okulda çalışabilmesi için verilen çalışma izninin iptal edildiği ifade edilmiştir. Söz konusu Genelge'nin mahkeme kararıyla iptal edildiğine veya idarece geri alındığına ilişkin bir iddianın bulunmadığı vurgulanmış, yürürlükte bulunan mevzuata uygun olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı istinaf başvurusu, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 4/6/2018 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, ilk derece mahkemesinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Nihai karar 11/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı 30/12/2020 ve 27/7/2021 tarihli yazılarında başvuru konusuna ilişkin şu hususları Anayasa Mahkemesine bildirmiştir:i. OHAL tedbirleri kapsamında makam oluruyla, 667 sayılı OHAL KHK'sı ile kapatılan kuruluşlarda çalışan personelin çalışma izninin iptaline ilişkin 21/7/2016 tarihli ve 7783529 sayılı yazının tüm valiliklere gönderildiği belirtilmiştir. Anılan yazının kanuni dayanağı olarak 667 sayılı OHAL KHK'sı ve 5580 sayılı Kanun'un (4), (8) ve (9) numaralı maddeleri gösterilmiştir.ii. Genelge ile çalışma izninin iptali ile başka bir kurumla ilgili çalışma izninin düzenlenmemesinin ve bu durumun MEBBİS'e kaydının hüküm altına alındığı hatırlatılmıştır. Genelge'de belirtilen idari işlemle ilgili bilgilerin MEBBİS'e kaydedildiği, bu bağlamda MEBBİS modülüne "667 sayılı KHK ile kurumu kapatıldı ve 2016/...." şeklinde düşülen şerhin ilgili kişiye herhangi bir özel öğretim kurumunda çalışma izni düzenlenmeyeceği anlamına geldiği vurgulanmıştır.iii. Çalışma izinlerinin iptali ve yeniden düzenlenmemesine ilişkin idari tedbiri takiben doğabilecek mağduriyetlerin önüne geçebilmek amacıyla Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğünün 11/10/2016 tarihli Genelgesi'nin tüm valiliklere gönderildiği ifade edilmiştir. Anılan Genelge'de; görevlerine son verilen ve çalışma izni iptal edilen personelin valilikler tarafından kurulacak komisyon tarafından yeniden değerlendirileceği, bu kapsamda terör örgütlerine üyeliği, iltisakı veya bunlarla irtibatı olmadığı tespit edilenlerin Millî Eğitim Bakanlığı tarafından değerlendirilmek üzere Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğüne bildirilmesinin istendiği vurgulanmıştır. Komisyon tarafından bildirilen kişilerin durumlarının 13/12/2016 tarihinde kurulan ve bakan yardımcısının başkanlığında çalışacak kurul tarafından değerlendirileceği belirtilmiştir. iv. Anılan Genelge ile valiliklere komisyon kurulması talimatı verildiği, süreç içindeki yazışmalardan tüm illerde komisyon kurulduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Komisyonun nasıl oluşturulacağı ve yapısının valiliklerin takdirine bırakıldığı, terör örgütüyle bağlantılı kamu personelleriyle ilgili süreç devam ettiğinden valiliklere komisyonun yapısıyla ilgili sınırlama getirilmediği vurgulanmıştır. Kişilerin terör örgütlerine mensubiyet, bu örgütlerle irtibat ve iltisak yönünden yeniden değerlendirilmesinin ve araştırılmasının komisyon tarafından yapıldığı, komisyonun kanuni dayanağının çalışma izninin verilmesi ve iptalini düzenleyen 5580 sayılı Kanun'un maddesi ve anılan madde gereğince valiliklere yazılan Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğünün 11/10/2016 tarihli yazısının oluşturduğu ifade edilmiştir.v. Komisyon kararlarına karşı ilgililerin itiraz edebilmeleri ve idari yargı yoluna başvurmalarında bir engel olmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca kişilerin özel öğretim kurumlarında çalışabilmeleri için belirli bir özel öğretim kurumuyla öncelikle bir iş sözleşmesi yapmaları ve bu sözleşme ile istenen diğer belgelerle millî eğitim müdürlüğüne başvurmaları gerektiği, dolayısıyla kişilerin tüm mali haklarını imzaladıkları iş sözleşmesi çerçevesinde işverenden isteyebilecekleri ifade edilmiştir. Çalışma izni iptal kararı kaldırılanların belirtildiği şekilde bir iş sözleşmesi yapmaları ve diğer şartları yerine getirmeleri hâlinde çalışma izni düzenlenmesi koşuluyla çalışabilecekleri vurgulanmıştır. A. Ulusal Hukuk 5580 sayılı Kanun'un ''Kurucu/kurucu temsilcisinin nitelikleri ve kurum binaları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı başvuru konusu olay tarihi itibarıyla şöyledir:"Kurum açacak veya açılmış bir kurumu devralacak olan gerçek kişilerle tüzel kişilerin temsilcilerinde; affa uğramış olsalar bile yüz kızartıcı bir suçtan yahut kasdî bir suçtan dolayı altı ay veya daha fazla hapis cezası ile mahkûm edilmemiş olma şartı aranır..." 5580 sayılı Kanun'un ''Kurumlarda çalıştırılacak personel'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''...Kurumların müdürleri, kurucu/kurucu temsilcisi tarafından; diğer yönetici ve öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticileri ise müdürlerince seçilir ve çalışma izinleri valiliğin iznine sunulur. Valiliğin izni alınmadan müdür ile diğer yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler işe başlatılamaz.Gerekli şartları taşıyan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler için valilikçe çalışma izni düzenlenir. Çalışma izninin iptali yine valilikçe yapılır....'' 5580 sayılı Kanun'un "Özlük hakları ve sorumluluklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kurumlarda çalışan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır. Mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine alınacak olanlar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir....b) Yetki, sorumluluk, ödül ve cezalar ile bunların uygulanması bakımından; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 1702 sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun, 4357 sayılı Hususi İdarelerden Maaş Alan İlkokul Öğretmenlerinin Kadrolarına Terfi, Taltif ve Cezalandırılmalarına ve Bu Öğretmenler İçin Teşkil Edilecek Sağlık ve İçtimaî Yardım Sandığı ile Yapı Sandığına ve Öğretmenlerin Alacaklarına Dair Kanun ile 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun, hükümlerine tâbidir....1702 sayılı Kanuna göre meslekten çıkarılma veya 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve hâllerin işlenmesi hâlinde, Bakanlığın görüşü alınmak suretiyle personelin görevine, izni veren makam tarafından son verilir..." 5580 sayılı Kanun'un ''Çalışma izninin iptali ve geçici görevlendirme'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İki defa teftiş raporuyla başarısızlığı tespit edilen yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticilerin çalışma izni, izni veren makam tarafından iptal edilir.Bu durum, ilgiliye tebliğ edilmek üzere kuruma bildirilir. Tebliğ, sözleşmenin feshine ve ilgilinin kurumla ilişiğinin kesilmesine yeter sebep teşkil eder.Kurumların teftiş ve denetlenmesi sırasında valilik, lüzum görülen durumlarda kurumun yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticilerini görevden uzaklaştırabilir. Bu takdirde valilikçe, geçici görevlendirme yapılarak gerekli tedbirler alınır." 20/3/2012 tarihli ve 28239 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) ''Görevlendirme'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''1) Eğitim personelinin çalışma izin teklifleri;a) Genel müdür, genel müdür yardımcısı ve müdürler için kurucular veya kurucu temsilcileri,b) Yöneticiler dışındaki eğitim personeli için müdür tarafından yapılır.... (3) Kurum müdürlüğünce, çalışma izni verilmesi istenen eğitim personelinin (Ek ibare:RG-5/7/2014-29051) ve diğer personelin bu izne esas olan belgelerini eksiksiz olarak tamamlamak suretiyle evrakı kurumun doğrudan bağlı bulunduğu millî eğitim müdürlüğüne teslim edilir. Nitelik ve şartları uygun bulunanlara müracaattan itibaren 10 gün içinde çalışma izni valilikçe düzenlenir. Valilikten çalışma izni alınmadan personel işe başlatılamaz...'' Yönetmelik'in "Çalışma izinlerinin uzatma onayı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kurum müdürünce eğitim personelinden görevine devam edeceklerin listesi ile birlikte yeniden düzenlenen sözleşmeleri, önceki sözleşmenin bitim tarihinden en geç 30 gün önce çalışma izinlerinin uzatılma onayı toplu olarak alınmak üzere millî eğitim müdürlüklerine verilir. Millî eğitim müdürlüklerince kurum ve eğitim personelinin mağduriyetine meydan verilmeyecek şekilde eski sözleşmenin bitim tarihinde çalışma izinlerinin uzatılma onayı verilir." 667 sayılı OHAL KHK'sının "Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:'' (1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;...b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları...kapatılmıştır.... (3) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan ..., özel öğretim kurum ve kuruluşları...vakıf yükseköğretim kurumları...ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılır...."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“ Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir. ... Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır. ..." Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Masumiyet karinesine ilişkin içtihat için bkz. İdris Erdaş, B. No: 2018/21949, 20/5/2021, §§ 35-42; özel hayata saygı hakkına ilişkin içtihat için bkz. Bilal Bilen, B. No: 2016/1474, 7/11/2019, §§ 20-28; Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37- Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına göre kanunla öngörülme kriteri, kendi içinde üç temel prensibi içermektedir. İlk olarak müdahale teşkil eden eylem, mevzuatta yer alan bir düzenlemeye dayanmalıdır. İkinci olarak bu düzenlemenin mutlaka şeklî anlamda kanunla yapılması zorunlu olmayıp anılan şart, devletin temel hak ve özgürlüklere müdahalesi için kendisine yetki veren bir hukuk kuralının varlığı şeklinde anlaşılmalıdır. Buna göre müdahalenin dayanağını teşkil eden düzenleme, ilgili kişi açısından yeterli derecede ulaşılabilir olmalıdır. Son olarak söz konusu düzenleme, hitap ettiği kişiler bakımından davranışlarını ona göre yönlendirme ve belli koşullar çerçevesinde eylemleri neticesinde meydana gelebilecek sonuçları öngörebilmeye olanak sağlayacak açıklıkta olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 6205/.., 25/3/1983, §§ 86-88). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25011 | Başvuru, öğretmen olarak çalışma izninin iptal edilmesi ve yeniden çalışma izni düzenlenmesinin yasaklanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2014/19468 numaralı bireysel başvuru dosyasının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2014/19585 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/19585 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek Başvurucu Erol Önal'ın makul sürede yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiası yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Erol Önal 7/3/2006 tarihinde gözaltına alınmış, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 20/4/2006 tarihli iddianamesi ile edimin ifasına fesat karıştırmak ve rüşvet suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2008 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 10/9/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma sonrasında Mahkemenin 4/12/2012 tarihli kararıyla başvurucunun tekrar hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm bozulmuş olup yargılama Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19585 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits