text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, öldürülme ya da kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından, başvurunun yapıldığı gün sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. Gaziantep Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 3/1/2017 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 13/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu ve vekili tarafından ayrı ayrı sunulan 11/4/2017 tarihli dilekçelerle başvurucunun ülkesine gönüllü olarak dönmek istediği belirtilmiş ve tedbir ara kararının sonlandırılması talep edilmiştir. Bölüm tarafından 5/7/2017 tarihinde başvurucunun talebi doğrultusunda tedbir kararının sonlandırılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5918 | Başvuru, öldürülme ya da kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamada özel yetkili mahkemelerin görev alması, delillerin takdirinde hataya düşülerekdüşünce ve inanç özgürlüğü kapsamındaki bir takım faaliyetlerin yasa dışı örgüt faaliyeti olarak değerlendirilmesi, iddianameye konu edilmeyen hususların hükme esas alınması, delillerin olaylarla ilişkilendirilmemesi ve temyizde ileri sürülen itirazların Yargıtay tarafından cevapsız bırakılması nedenleriyle, kanuni hâkim güvencesiilegerekçeli karar hakkının ihlal edildiği ve yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddialarına ilişkindir. 2014/12560numaralı bireysel başvuru 22/7/2014 tarihinde ve 2014/12561 ile 2014/12559 numaralı bireysel başvurular 23/7/2014tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/12560 ve 2014/12561 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarındaki fiilî ve hukuki bağlantı nedeniyle 2014/12559 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin 2014/12559 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Eskişehir Emniyet Müdürlüğü, El Kaide Terör Örgütü ile iltisaklı grupların ülke içindeki faaliyetleri kapsamında İ.T. liderliğinde yaklaşık on dokuz kişilik bir grubun örgütüngerek yurt dışındaki gerekse deceza infaz kurumundaki mensupları ile bunların ailelerine maddi yardımda bulunduğu, Kurban Bayramında örgüt adına kurban derisi ve para topladığı yönünde ihbar üzerine ilgililler hakkında çalışma yapmış ve bunun üzerine Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı şüpheliller hakkında2008/23138 sayısı ile soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturma kapsamında Eskişehir Sulh Ceza Mahkemelerinden ilki 27/1/2008 ve sonuncusu da 2/4/2009 tarihi olmak üzere çok sayıda şüpheli hakkında teknik araçlarla izlenilmesi, ses ve görüntü kaydının alınması ile iletişimin tespit edilmesi, dinlenilmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi kararları alınmıştır. Alınan bu kararlar çerçevesinde şüpheliller teknik araçlarla takip edilmiş, telefonları dinlenmiş ve internet ortamındaki haberleşme ve yazışmaları kayda alınmıştır. Anılan faaliyetler sonucunda aralarında başvurucularında bulunduğu çok sayıda şüpheli 8/4/2009 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvuruculardan Murat Doyuk gözaltı süresinden sonra serbest bırakılırken Yasin Benlikaş ile Aydın Alphan gözaltı süresinin sonunda 10/4/2009tarihindeEskişehir Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı yapmış olduğu soruşturma sonucundaaralarında başvurucuların da bulunduğu kişiler hakkında terör örgütü üyesi olmak suçundan kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 10/5/2011 tarihli karar ile aralarında üç başvurucunun da bulunduğu sanıklar arasındaki telefon görüşmeleri, MSN yazışmaları, fiziki takip tutanakları, yapılan aramalar sonucu ele geçen CD çözümlemeleri ve tüm dosya kapsamını esas alarak başvurucuların ayrı ayrı 6 yıl 3 er ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında özetle; Yasin Benlikaş'ın; Hoca kod adı ile çarşamba ve cumartesi günleri bir kısım sanık ile örgütün amacı doğrultusunda gerçekleşen toplantılara katıldığı, örgüt üyeliğinden hükümlü ve tutuklu bulunanların ailelerine maddi destek sağlamak amacıyla kurban bayramlarında deri topladığı, örgütsel amaçlı CD, kitap, dergi satışı yaptığı, Aydın Alphan'ın; üzerinde ele geçen CD'lerin içeriğinin terör örgütünün amacı doğrultusunda olduğu, örgütsel amaçla evinde toplantılar düzenlediği, cihat bölgesine gönderilecek paralar hususunda görüşmeler yaptığı, bir kısım sanığa örgütün amacına ilişkin elektronik postalar gönderdiği, örgüt üyeliğinden tutuklu ve hükümlü bulunan kişilerin ailelerine maddi destek sağladığı, örgütsel amaçlı CD, kitap ve dergi satışı yaptığı ve Murat Doyuk'un; diğer sanık Aydın Alphan'ın düzenlediği toplantılara katıldığı, üzerinden ele geçen CD'lerin içeriğinin terör örgütünün amacı doğrultusunda olduğu ve sanıklardan K.E. ile örgüte adam kazandırma amacıyla görüşmeler yaptığı saptamasında bulunmuştur. Mahkeme her üç başvurucunun anılan eylemlerin çeşitliliği, sürekliliği ve yoğunluğu itibariyle sosyal ilişkiden öte terör örgütü El Kaide ile organik bağ niteliğinde olduğu gerekçesiyle mahkûmiyetlerine vermiştir. Hüküm temyiz edilmiş ve Yargıtay Ceza Dairesinin 9/4/2014 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12559 | Başvuru, yargılamada özel yetkili mahkemelerin görev alması, delillerin takdirinde hataya düşülerek düşünce ve inanç özgürlüğü kapsamındaki bir takım faaliyetlerin yasa dışı örgüt faaliyeti olarak değerlendirilmesi, iddianameye konu edilmeyen hususların hükme esas alınması, delillerin olaylarla ilişkilendirilmemesi ve temyizde ileri sürülen itirazların Yargıtay tarafından cevapsız bırakılması nedenleriyle, kanuni hâkim güvencesi ile gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği ve yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasında maddi hata sonucu gerekçeli kararda adına tespit yapılan kişinin farklı gösterilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Şırnak'ın İdil ilçesi Çukurlu köyünde tapuda kâin 109 ada 39 parsel sayılı taşınmaz 2006 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında zilyetliğe dayalı olarak başvurucu adına tespit edilmiştir. Tespitin iptali amacıyla başvurucu aleyhine 22/11/2006 tarihinde İdil Kadastro Mahkemesinde dava açılmıştır. Dosya 26/6/2009 tarihinde Mahkemenin E.2006/56 sayılı dosyası ile birleştirilmiş, yargılama devam ederken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 22/5/2013 tarihli kararı ile İdil Kadastro Mahkemesi kapatılmış, dosya Cizre Kadastro Mahkemesine (Mahkeme) devredilmiştir. Mahkeme 17/10/2014 tarihinde başvurucunun taşınmazı yönünden ayırma kararı vermiş, 13/5/2015 tarihinde başvurucu aleyhine açılan davanın sübuta ermediğini belirterek reddetmiştir. Mahkeme gerekçeli kararında başvurucunun adını N. olarak belirtmiş ve bu kişi adına gerekçeli kararı tebliğ etmiş, 16/9/2015 tarihi itibarıyla hükmü kesinleştirmiştir. Başvurucu 5/4/2017 havale tarihli dilekçesi ile maddi hatanın düzeltilmesi talebinde bulunmuş, 6/4/2017 tarihinde de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. Mahkeme 29/6/2017 tarihli ek kararında, gerekçeli karar başlığında sehven N. isminin yazıldığını ve kararın davalı vasfı olmayan (...) T.C numaralı N.ye tebliğ edildiğini, T. kimlik numarası 38003231640 olan davalı Nafiye Arslan'a tebliğ edilmediğinin dosya kapsamından anlaşıldığını, her ne kadar 24/03/2016 tarihli kesinleşme şerhi düzenlenmişse de usulüne uygun tebligat yapılmadığından söz konusu kesinleşme şerhinin geçerli olmadığını belirterek hükmü tavzih etmiştir. Dosya tebligat aşamasında olup kesinleşmemiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20046 | Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasında maddi hata sonucu gerekçeli kararda adına tespit yapılan kişinin farklı gösterilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, adli yargı tarafından verilen görevsizlik kararı üzerine davaya bakan idare mahkemesinin davalı Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinin Türk İdari Teşkilatında yer almadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar vermesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 26/5/2017 ve 3/4/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Ayhan Çelikbay'a ait 2018/9088 numaralı başvurunun konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/25250 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye ve Kırgızistan arasında 30/9/1995 günü İzmir’de Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Kırgızistan'ın Başkenti Bişkek Şehrinde Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Kurulmasına Dair Anlaşma (anlaşma) imzalanmıştır. Anlaşma, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20/6/1996 tarihli ve 4144 sayılı Kanunu ile onaylanmış; 23/6/1996 tarihli ve 22675 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anlaşma kapsamında Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi (Üniversite) yönetiminin Türkiye ve Kırgızistan devletleri tarafından müşterek işlemlerle oluşturulacağı belirtilmiştir. Anlaşma gereğince Üniversitenin statüsü 23/9/1996 tarihli ve 22766 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Tüzüğü (Tüzük) ile belirlenmiştir. Söz konusu Tüzük 19/3/2013 tarihli ve 28592 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan Türkiye Cumhuriyeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Tüzüğü Hakkında Mutabakat zaptına ek tüzük ile yürürlükten kaldırılmıştır. Tüzük'ün "Akademik ve İdari Personel" başlıklı maddesinde öğretim elemanlarının üniversitede görevli profesör, doçent, yardımcı doçent, öğretim görevlisi, okutman, uzman ve araştırma görevlisi unvanına sahip kişilerden oluşacağı ve sözleşmeli olarak çalışacakları belirtilmiştir. Tüzük'e göre öğretim elemanları haricen yapılacak bir sözleşme ile veya Türkiye'den 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesine göre yapılacak görevlendirme ile çalıştırılabilecektir.B. Somut Başvurulara İlişkin Olgular Başvurucular muhtelif tarihlerde Üniversitede öğretim görevlisi olarak görev yapmıştır. Başvuruculardan Mahmut Durmaz kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai ücreti, yıllık ve tatil ücretleri gibi alacakları ile manevi tazminat talebiyle; başvurucu Ahmet Çelikbay kıdem tazminatı talebiyle Üniversite aleyhine iş mahkemelerinde dava açmıştır. İş mahkemeleri uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Söz konusu karar gerekçelerinde, davalı Üniversitenin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Kırgızistan Cumhuriyeti Hükûmeti arasında imzalanan 30/9/1995 tarihli anlaşma ile kurulmuş olduğu vurgulanmış; sözleşme hükümleri kapsamında başvurucuların sürekli nitelikteki bir kamu hizmetinde çalışmaları sebebiyle kamu personeli sayıldıkları gerekçesiyle davanın idari yargının görev alanına girdiği belirtilmiştir. Görevsizlik kararı üzerine başvurucular tarafından Ankara İdare Mahkemesi ve Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemeleri) dava açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 4/11/2016 tarihli ve Ankara İdare Mahkemesinin 25/5/2014 tarihli kararlarıyla Türk yargı sisteminde Türk makamlarınca tesis edilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olması dolayısıyla iptali için menfaatleri ihlal edilenler tarafından iptal ya da tam yargı davalarının açılabileceği, Üniversitenin Türk idari teşkilatı içinde yer almadığı gerekçesiyle davanın esasının incelenme olanağının bulunmaması sebebiyle 1/6/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama ve Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının b bendi gereğince davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiştir. Başvurucuların istinaf ve temyiz başvuruları reddedilmiştir. Başvurucular 26/5/2017 ve 3/4/2018 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 27/11/2007 tarihli ve 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun'un "Milletlerarası yetki" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Dava şartları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dava şartları şunlardır:a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.b) Yargı yolunun caiz olması...." 6100 sayılı Kanun'un "Dava şartlarının incelenmesi" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir." 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...a) Görev ve yetki, b) İdari merci tecavüzü,c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süre aşımı...Yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;a)3/a bendine göre adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine; idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine,b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." 12/6/1979 tarihli ve 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un "Olumsuz görev uyuşmazlığı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli ve idari yargı mercilerinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilir." 2247 sayılı Kanun'un "Yargı merciince yapılacak işlemler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Olumsuz görev uyuşmazlıklarında dava dosyaları, son görevsizlik kararını veren yargı merciince, bu kararın kesinleşmesinden sonra taraflardan birinin istemi üzerine, ilk görevsizlik kararını veren yargı merciine ait dava dosyası da temin edilerek Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir ve görevli yargı merciinin belirlenmesi istenir." 2247 sayılı Kanun'un "Yargı merciilerinin uyuşmazlık mahkemesine başvurmaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Adli ve idari yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir." Uyuşmazlık Mahkemesi İçtihadı Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 29/12/2014 tarihli ve E.2014/1093, K.2014/1141 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Manas Üniversitesi bünyesinde çalışacak öğretim elemanlarının sözleşme ile işe alınacağı, Türkiye’den yapılacak görevlendirmelerde de yine sözleşmenin imzalanacağını kaleme almaktadır. Ancak daha önce de belirtildiği üzere, davacının, davalı üniversitede Yüksek Öğretim Kurumu tarafından görevlendirildiğine dair bir iddiası olmadığı gibi dosyası kapsamında da bu konuya ilişkin bir bilgi yada belge bulunmamaktadır. Davacının, 1991 tarihinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ni bitirdiği, 1991 tarihinde Ankara Üniversitesi TÖMER Kurumu’nda Türkçe Okutmanı olarak göreve başladığı, 1993-1994 tarihleri arasında görevli olarak Kırgızistan’da bulunduğu, 1999 tarihinde, Manas Üniversitesi’ne müracaat ettiği ve okutman olarak çalışma talebinde bulunduğu, talebinin uygun bulunması üzerine, taraflar arasında imzalanan yıllık sözleşmeler ile 1999-2008 tarihleri arasında davalı kurumda Türkçe Okutmanı olarak görev yaptığı, 2008 tarih ve 920-10 sayılı yazı ile 2008-2009 Eğitim-Öğretim Dönemi içinde sözleşmenin yenilenmeyeceği belirtilerek, davacının görevine son verildiği anlaşılmıştır.Ayrıca, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nın 2013 gün ve 24033795/741/0600199209617 sayılı yazı içeriğinden, davacının 1999 yılının ayından, 2008 yılının ayına kadar SSK sigorta sicil numarası ile isteğe bağlı sigortalı statüsünde çalıştığı tespit edilmiştir.Tüm bu tespitler ışığında, davacının davalı üniversitede 2547 sayılı Kanun kapsamında değil, taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesi gereğince 1999-2007 tarihleri arasında çalıştığı, bu sırada sigorta primlerini kendi isteği ile SSK sicil numarası üzerinden ödediği, 2008 yılı Eğitim ve Öğretim Dönemine ilişkin olarak sözleşmesinin yenilenmemesi üzerine görevinin sona erdiği; davacı tarafından, davalı kurumda çalıştığı döneme ilişkin olarak kıdem alacağı ve kendisi tarafından ödenmek zorunda kalınan sigorta primlerinin ödenmesinin istendiği anlaşılmakla; davaya konu uyuşmazlığın, özel hukuk hükümleri çerçevesinde (Türk Mahkemelerinin, ulusal açıdan yargılama görev ve yetkisine ilişkin değerlendirme hakkı saklı kalmak kaydı ile) adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır...." Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 11/4/2016 tarihli ve E.2016/203, K.2016/242 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “...Türkiye ve Kırgızistan Devletleri arasında, 1995 tarihinde İzmir’de imzalanan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kırgızistan'ın Başkenti Bişkek Şehrinde Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Kurulmasına Dair Anlaşma’nın imzalandığı ve bu anlaşmanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 4144 sayılı Kanunu ile onaylandığı, 1996 gün ve 22675 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdiği anlaşılmıştır.…davacının, davalı Üniversitede ilk olarak 2002-2003 öğretim yılında Üniversitenin kararı ve Kırgızistan tarafından atanan rektörün ve Türkiye tarafından atanan rektör vekilinin talebi üzerine ve İstanbul Üniversitesi'nin uygun görmesi ile işe başladığı; 2004 yılında İstanbul Üniversitesinden emekli olduğu,2004-2005 yılından sözleşmesinin feshedildiği tarihe kadar sadece davalı Üniversitenin Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak hizmet verdiği; bu süreçte bölüm başkanlığı ve dekanlık görevlerinde de bulunduğu; davacının davalı Üniversitede her yıl yenilenen hizmet sözleşmesi ile 2002 yılından 2012 tarihine kadar kesintisiz olarak görev yaptığı; iş sözleşmesinin haklı bir neden olmaksızın feshedildiğinden ve çalışma süresi kıdem tazminatı almasını gerektirecek sürede olduğundan bahisle, İş Kanunu hükümleri kapsamında kıdem tazminatı alacağının; iş sözleşmesinin 2012 tarihinde haklı bir nedene dayanmadan feshedildiğinden, sözleşmesinin yenilenmeyeceğine ilişkin yazılı bildirimin ise sözleşmede öngörülen sürede yapılmadığından iş sözleşmesi kendiliğinden bir yıl daha uzamış olduğundan bahisle bakiye süre ücret alacağının ve son olarak da manevi tazminatın ödenmesi istemiyle dava açtığı anlaşılmıştır.Tüm bu tespitler ışığında, davacının davalı üniversitede 2547 sayılı Kanun kapsamında değil, taraflar arasında imzalanan iş/hizmet sözleşmesi gereğince çalıştığı, sözleşmesinin yenilenmemesi üzerine görevinin sona erdiği; davacı tarafından, davalı kurumda çalıştığı döneme ilişkin olarak kıdem tazminatı, bakiye süre ücret alacağı ve manevi tazminat ödenmesinin istenildiği anlaşılmakla; davaya konu uyuşmazlığın, özel hukuk hükümleri çerçevesinde(Türk Mahkemelerinin, ulusal açıdan yargılama görev ve yetkisine ilişkin değerlendirme hakkı saklı kalmak kaydı ile) adli yargı yerinde görülmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır....” Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/1/2016 tarihli ve E.2015/15747, K.2016/971 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, hizmet tespiti ile sigorta primine esas kazanç (ücret) tutarının belirlenmesi istemine ilişkindir.Mahkemece, ilâmında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir....Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici sebeplere ve özellikle; Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 2014 tarih, 2014/1093 Esas ve 2014/1141 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, davalı Manas Üniversitesi’nin 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu kapsamındaya da 5018 sayılı Kanun ile Milli Bütçeye dahil edilen kurumlar arasında yer almaması nedeni ile Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde ayrı bir Kamu Tüzel Kişiliğine sahip üniversite olarak değerlendirilmesinin mümkün olmaması, davacının da, davalı üniversite nezdinde 2547 sayılı Kanun kapsamında değil, iş sözleşmesine bağlı olarak çalışması karşısında, hizmet tespiti ile sigorta primine esas kazanç (ücret) tutarının belirlenmesi istemiyle açılan davanın çözümünde adli yargının görevli olduğunun açık olmasına göre, davalı Kurum vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekir....Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz ardı edilerek eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.O halde, davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. " Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/2/2019 tarihli ve E.2018/1294, K.2019/1474 sayılı kararlarının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, hizmet ve prime esas kazancın tespiti istemine ilişkindir.Mahkemece, bozmaya uyularak ilâmında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarınınreddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz harcının davalılardan Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi'nden alınmasına 2019 gününde oybirliğiyle karar verildi."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği, ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM, uyuşmazlık tespit edilirken görünüşün ve kullanılan dilin ötesine geçilerek her davanın koşullarına göre durumun gerçeklerine yoğunlaşılması gerektiğini belirtmiştir (Gorou/Yunanistan (No. 2) [BD], B. No: 12686/03, 20/3/2009, § 29). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin Sözleşmeci devletlerin iç hukukunda geçen bir hak için belirli bir anlam öngörmediğini, bir hakkın var olup olmadığını karara bağlamada ilke olarak iç hukuka başvurulacağını, ulusal mahkemelerin bu konudaki değerlendirmelerinden farklı bir sonuca ulaşılması için de güçlü gerekçelere sahip olunması gerektiğini, yetkililerin belli bir başvuran tarafından talep edilen tedbirin kabul edilip edilmemesine karar vermede takdir hakkının kullanıp kullanmadığının dikkate alınabileceğini hatta bu durumun belirleyici olabileceğini, bununla birlikte salt bir kanun hükmünün lafzında bir takdir unsurunun bulunmasının bir hakkın varlığını tek başına hükümsüz kılmayacağını, benzer durumlarda iddia edilen hakkın yerel mahkemelerce tanınması veya yerel mahkemelerin başvuranın talebinin esasını incelemesi hususunun da gözönüne alınması gerektiğini belirtmiştir (Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 91-94). İlgili diğer AİHM içtihadı için bkz. Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498, 26/12/2017, §§ 28- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25250 | Başvuru, adli yargı tarafından verilen görevsizlik kararı üzerine davaya bakan idare mahkemesinin davalı Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinin Türk İdari Teşkilatında yer almadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar vermesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sadece mülk sahibi olunması esas alınarak idari para cezası verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Manisa'nın Yunus Emre ilçesine bağlı Horozköy Mahallesi'nde bulunan 5495 parsel sayılı taşınmazın maliki iken 20/5/2013 tarihinde söz konusu taşınmazı satış yoluyla S.Ç. isimli bir şirkete devretmiştir. Manisa Valiliği İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünün (Müdürlük) 11/9/2015 tarihli tutanağında belirtilen "tarım arazisine gerekli izinler alınmadan moloz dökülerek doğal yapısının bozulduğu, arazinin tarla vasfının yitirilmesine sebep olunduğu" gerekçesiyle 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu'nun maddesi uyarınca S.Ç. hakkında 185 TL idari para cezası uygulanmıştır. Bu cezaya itiraz edilmesi üzerine Manisa Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 19/4/2016 tarihli kararı ile itiraz kabul edilerek idari para cezası kaldırılmıştır. Kararın gerekçesinde bilirkişi raporları ve uydu görüntülerine göre kabahate konu arazinin tarla vasfını 2012 Ağustos ile 2013 Şubat tarihleri arasında yitirdiğinin anlaşıldığı, bahsi geçen tarihler arasında ise arazinin mülkiyetinin başvurucuda bulunduğu, idarenin Gülsüm Kestaneci aleyhine idari para cezası düzenleme konusunda muhtariyete sahip olduğu belirtilmiştir. Bunun üzerine anılan Müdürlüğün görevlilerince tarla vasıflı arazinin moloz dökülerek doğal yapısının bozulduğu ve arazinin tarımsal niteliğinin kaybedildiği tespit edilerek mahallinde tutanak altına alınmıştır. Bu husus 27/6/2016 tarihli yazı ile başvurucuya bildirilmiştir. Müdürlük aynı yazıda bu bildirimin tebliğinden itibaren üç ay içinde arazinin eski hâline getirilmesi gerektiğini, aksi takdirde 5403 sayılı Kanun'un maddesinin (a) bendi gereğince idari para cezası uygulanacağını da belirtmiştir. Bildirilen sürede arazinin eski hâline getirilmediğinin idare tarafından tespit edilmesi üzerine arazinin toprak yapısının izinsiz olarak bozulduğu ve arazinin tarımsal niteliğinin kaybedildiği gerekçesiyle başvurucu hakkında 5403 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca 185 TL idari para cezası uygulanmasına 8/6/2017 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucu, bu idari para cezası kararına karşı 29/6/2017 tarihinde Hâkimlik nezdinde itirazda bulunmuştur. Başvurucu itiraz dilekçesinde özetle kabahate konu tarım arazisinin toprak yapısının bozulmasına neden olan moloz dökme eyleminin asıl failinin bulunması gerektiğini, bu yönde idarece hiçbir çaba harcanmadığını, arazinin toprak yapısının bozulduğunun belirtildiği tarihlerde kendisinin yurt dışında ikamet ettiğini, dolayısıyla bu kabahatin meydana gelmesinde kendisine atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, dilekçesinde ayrıca araziye moloz döküldüğü hususunda Türkiye'de yaşayan oğlunun 2/1/2014 tarihinde ilgili idari mercilere -bazı deliller de sunmak suretiyle- ihbarda bulunduğu hâlde idarece herhangi bir işlem yapılmadığını da belirtmiştir. Hâkimlik; söz konusu taşınmazın mülkiyetinin başvurucuda bulunduğu tarihlerde büyük oranda tarımsal arazi vasfının yitirildiğinin açık olduğu, bu durumda ilgili mevzuat uyarınca uygulanan idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını 11/1/2018 tarihinde reddetmiştir. Hâkimliğin gerekçeli kararında arazinin tarla vasfının kimliği belirsiz kişilerce bozulduğu yönünde başvurucu tarafından yapıldığı ileri sürülen ihbarların ise arazinin satışından sonraki tarihlerde gerçekleştirildiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"İtiraz dilekçesi içeriği, kurum cevap dilekçesi ve tüm dosya kapsamı incelendiğinde; Muterizin itiraza konu taşınmazı 20/05/2013 tarihinde sattığı, çevre kirliliğine yol açıldığı şeklindeki ihbarları ise bu tarihten sonra yaptığı, tarımsal arazi vasfının söz konusu taşınmazın mülkiyeti muterizde iken kaybedildiği, bu durumun 5403 S.K'nun maddesine aykırılık teşkil ettiği, aynı yasanın 21/a maddesi uyarınca nisbi nitelikte idari para cezasına hükmedildiği, cezanın 8 yıllık soruşturma zamanaşımı süresi içinde tahakkuk ettirildiği, neticede verilen cezanın usul ve yasaya uygun bulunduğu anlaşıldığından, Manisa Valiliği, İl Gıda Tarım Ve Hayvancılık Müdürlüğü'nün 02/06/2017 tarih ve 2017/16 sayılı idari yaptırım kararının hukuka uygun olduğuna ve yerinde görülmeyen itiraz başvurusunun reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, daha önce itiraz dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar ederek bu karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Manisa Sulh Ceza Hâkimliğince söz konusu kararda bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle 2/2/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 19/2/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5403 sayılı Kanun'un "Tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında kullanılamaz. Ancak, alternatif alan bulunmaması ve Kurulun uygun görmesi şartıyla;...Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri dışında kalan tarım arazileri; toprak koruma projelerine uyulması kaydı ile valilikler tarafından tarım dışı kullanımlara tahsis edilebilir." 5403 sayılı Kanun'un "Tarım arazilerinin amacı dışında kullanılmasına ve toprak koruma projelerine uyulmamasına ilişkin cezalar ve yükümlülükler" kenar başlıklı maddesinin -olay tarihinde yürürlükte bulunan- (2) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir: "(2) Tarım dışı arazi kullanımına izinsiz başlanılması veya hazırlanan toprak koruma projelerine uyulmaması halinde, aşağıdaki işlemler gerçekleştirilir ve yaptırımlar uygulanır:a) Arazi kullanımı için izinsiz işe başlanılmış ve çalışmalar devam ediyorsa; valilik işi tamamen durdurur, yapılan iş tamamlanmış ise kullanımına izin verilmez. Kullanılan arazi tarım dışı amaçlı kullanıma uygun yerlerden ise kullanılan alanın her metre karesi için bir Yeni Türk Lirası idari para cezası verilir ve bu Kanunda öngörülen tedbirlerle birlikte gerekli izinlerin alınması şartıyla işin tamamlanmasına veya iş bitmiş ise kullanımına izin verilir." 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Kast veya taksir" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kabahatler, kanunda açıkça hüküm bulunmayan hallerde, hem kasten hem de taksirle işlenebilir."B. Uluslararası Hukuk Eldeki başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Altuntaş ve diğerleri [GK], B. No: 2015/19616, 17/5/2018, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7477 | Başvuru, sadece mülk sahibi olunması esas alınarak idari para cezası verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; müdafinin mesleki mazeret dilekçesinin kabul edilmemesi nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının, ilgili ve yeterli bir gerekçe gösterilmeden istinaf talebinin esas yönünden reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1987 doğumlu olan başvurucu, bireysel başvuru konusu olayların geçtiği tarihte İstanbul'da ikamet etmekte ve danışmanlık hizmeti veren bir firmada çalışmaktadır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 4/9/2015 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında başkasına ait banka veya kredi kartının izinsiz kullanılması suretiyle yarar sağlama suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun 11/12/2014 tarihinde müşteki Y.yi ..45 numaralı telefon hattı üzerinden arayarak müştekinin çeşitli bankalardan olan alacaklarını belirli bir ücret karşılığında takip etmeyi teklif ettiği, teklifi kabul eden müştekinin takip işlemleri için başvurucuya ödeme yapmasına rağmen karşılığında hizmet sunulmadığı iddia edilmiştir. İddianameye göre başvurucu, müştekinin çeşitli bankalarda bulunan toplam 800 TL alacağının tahsil işlemlerini 500 TL karşılığında takip etmeyi teklif etmiş; bu teklifi kabul eden müşteki hizmet mukabili ödeme yapmak amacıyla kredi kartı bilgilerini başvurucuya vermiştir. Başvurucunun kredi kartından ücreti tahsil etmesine rağmen karşılığında herhangi bir hizmet sunmadığı iddia edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamanın 24/3/2016 tarihli ilk celsesine başvurucu katılmamıştır. İlk celsede müştekinin beyanları alınmış ve başvurucunun zorla getirilmesine karar verilerek duruşma 11/10/2016 tarihine ertelenmiştir. 11/10/2016 tarihli celsede de hazır edilemeyen başvurucu hakkında yakalama müzekkeresi düzenlenerek duruşma 9/3/2017 tarihine ertelenmiştir. Başvurucunun 2/12/2016 tarihinde yakalanarak Mahkemede hazır edilmesi üzerine anılan tarihte duruşma açılarak başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla yaptığı savunmasında özetle suçlamayı reddetmiştir. Başvurucu müdafii de başvurucunun danışmanlık hizmetinin karşılığı olarak ve müştekinin bilgisi dâhilinde kredi kartından tahsilat yapıldığını, dolayısıyla atılı suçun unsurlarının olayda mevcut olmadığını belirtmiştir. Yargılamanın 9/3/2017 tarihli celsesinde başvurucu ve müdafii hazır bulunarak daha önceki savunmalarını tekrar etmişlerdir. Mahkeme duruşmayı 19/9/2017 tarihine ertelemiştir. 19/9/2017 tarihli celsede başvurucunun müdafii tarafından mazeret dilekçesi ibraz edilmiştir. Başvurucu müdafiinin mazereti Mahkemece kabul edilerek duruşma 22/2/2018 tarihine ertelenmiştir. Öte yandan başvurucu müdafii 6/2/2018 tarihinde vekillik görevinden çekildiğini bildiren dilekçeyi Mahkeme dosyasına sunmuştur. Bunun üzerine başvurucu kendisini temsil etmesi için yeni bir müdafi seçmiştir. 22/2/2018 tarihli son celsede başvurucu hazır bulunmamış ve başvurucuyu vekâletnameyle temsil eden müdafii tarafından da mazeret dilekçesi sunulmuştur. Mahkemece "müdafiinin geçen celsede de mazeret sunduğu anlaşılmakla yargılamanın sürüncemede kalmaması için mazeretin reddine" karar verilerek başvurucu ve müdafiinin yokluğunda hüküm açıklanmıştır. Mahkemenin 22/2/2018 tarihli kararı ile başvurucu hakkında atılı suçtan 2 yıl 6 ay 4 gün hapis ve 80 TL adli para cezasına hükmedilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanıkların savunmaları, Katılan beyanı, hazırlık ifadeleri, banka yazı cevabı, tutulan tutanaklar, toplanan deliller, iddia ve tüm dosya kapsamı hep birlikte değerlendirildiğinde, müşteki 850 .. 45 numaralı hattan arandığını, kredi kartları aidatlarının geri ödenmesi için 500 TL hesabından para çekilmesi gerektiğinin kendisine söylendiğini, bu nedenle 5544 ... 2016 numaralı kart bilgisini verdiğini hesabına kart aidatlarının iade edilmediğini, kurye ile gönderilen formları doldurup gönderdiği ve kartından 500 TL harcama yapıldığı, şikayetçinin Garanti Bankası Alibeyköy şubesinden alınan kredi kartından 11/12/2014 tarihinde Sanık [B.T.ye] ait ... işyerinden 500 TL harcama yapıldığı tespit edilmiş, telekominikasyon firması tarafından 850 .. 45 numaralı hattın [A.] Danışmanlık adlı firmaya ait olduğunun bildirildiği, [A.] Danışmanlık adlı firma yetkilisinin sanık Mahmut Deniz olduğu, böylelikle sanıkların üzerilerine atılı suçu işledikleri sanıkların kaçamaklı ikrarları, banka yazı cevapları ve tüm dosya kapsamı ile anlaşılmış olup aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Başvurucu; diğerlerinin yanı sıra avukatının mazeretinin kabul edilmemiş olması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla tahkikatın genişletilmesi yönünde bazı taleplerini ileri süremediğini, müştekinin zararının karşılanabilmesi için mehil talebinde bulunma istemini de Mahkemeye iletemediğini, haksız yere mahkûmiyetine karar verildiğini belirterek 27/3/2018 tarihinde karara karşı istinaf kanun yoluna müracaat etmiştir. Başvurucu, istinaf dilekçesinin ekinde avukatının mesleki mazeretini gösteren belgelere yer vermiştir. Diğer taraftan müşteki, zararının başvurucu tarafından karşılanması üzerine şikâyetten vazgeçtiğine ilişkin dilekçesini 30/7/2018 tarihinde dava dosyasına sunmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 21/12/2018 tarihli kararı ile istinaf talebi esastan reddedilmiştir. Başvurucu 2/1/2019 tarihinde nihai karardan haberdar olduğunu beyan ederek 1/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3512 | Başvuru, müdafinin mesleki mazeret dilekçesinin kabul edilmemesi nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının, ilgili ve yeterli bir gerekçe gösterilmeden istinaf talebinin esas yönünden reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme huzuruna çıkarılmaksızın dosya üzerinden yapılmasına bağlı olarak açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında 9/2/2016 tarihinde gözaltına alınmış; 11/2/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklamadan sonra 9/3/2016, 8/4/2016, 4/5/2016, 10/6/2016, 1/7/2016, 5/8/2016, 2/9/2016, 29/9/2016, 28/10/2016 ve 25/11/2016 tarihlerindeki aylık tutukluluk incelemeleri başvurucunun müdafiinin katılımıyla mahkeme önünde gerçekleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 5/12/2016 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. 28/12/2016 tarihinde iddianamenin kabul edilmesiyle birlikte kovuşturma aşaması başlamıştır. 27/1/2017 ve 24/2/2017 tarihinde tutukluluk incelemeleri dosya üzerinden gerçekleştirilmiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Ayrıca gerek soruşturma gerek kovuşturma aşamasında tutukluluğun devamı kararlarına ve tahliye talebinin reddi kararlarına yapılan itirazlar da dosya üzerinden karara bağlanmıştır. Başvurucu 21/3/2017 tarihli ilk duruşmada mahkeme huzuruna çıkarılmış ve savunmasını yapmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonunda 16/7/2018 tarihinde başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçu nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası,S. ve R.ye yönelik tasarlayarak kasten adam öldürme suçundan iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, S., E.Ş., H.Ş., U. ve R.A.ya yönelik tasarlayarak kasten adam öldürmeye teşebbüs suçundan beş kez 20 yıl hapis cezası, mala zarar verme suçu yönünden neticeten 3 yıl hapis cezası, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri bulundurma suçundan ise neticeten 7 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 7/1/2020 tarihinde istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Söz konusu yargılama Yargıtay önünde derdesttir. Söz konusu yargılama devam ederken başvurucu vekili 20/6/2017 tarihinde açtığı davada kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde başvurucunun makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmamış olması (1 yıl 1 ay 11 gün) nedeniyle 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Başvurucu tazminat sebebi olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendine dayanmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun 1 yıl 1 ay 11 gün sonra hâkim huzuruna çıkarıldığını, 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca tazminat hakkı olduğunu belirterek başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından yerel mahkeme kararının aşağıdaki gerekçe ile bozulmasına karar verilmiştir:"Ancak; Yargıtay Ceza Dairesinin 10/09/2018 tarihli, 2018/3760 esas nolu ve 2018/7888 karar nolu kararında da belirtildiği üzere, Tazminat talebine konu olan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/340 esas nolu dosyasından davacıya ait tutuklama müzekkeresi ile tutukluluğun devamına dair kararların ve yapılmış ise bu kararlara yapılan itirazların reddine dair kararların tümünün örneğinin getirtilerek tutuklama ve tutukluluğun devamına dair kararların incelenmesi, soruşturmaya konu olayın ve savcılıkça yapılan işlemlerin kapsamı ve niteliği belirlenip davacının iddialarının gerekçelendirilerek değerlendirilmesi gerektiği halde tutuklama ve tutukluluğun devamına dair kararların gerekçeli olup olmadığının, davanın kapsamının, dosyadaki delillerin durumunun, sanıklara yüklenen suçların sayısı ve niteliğinin, sanıkların sayısının, davanın karmaşık olup olmaması (örneğin Yargıtay nin 9/3/2015 tarihli ve 2014/15450 esas, 2015/4363 karar sayılı kararı) ve ayrıca CMK'nun maddesindeki tutukluluk süreleri değerlendirilmeden manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar verilmesinin yasaya aykırı olduğu, bu nedenle davalı vekilinin istinaf talebinin de yerinde olduğu anlaşılmakla... [hükmün bozulmasına karar verildi.]" Bozma kararı sonrası dosyayı yeniden ele alan Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 13/9/2019 tarihinde verdiği kararda; başvurucunun yakalanma şekli, gözaltına alınma tarihi, tutuklanma tarihi, yargılama süreci, tutukluluk süresi ve hakkında verilen mahkûmiyet kararları nazara alındığında maddenin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde düzenlenen dava şartlarının koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Her ne kadar davacı vekili, müvekkili davacının kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul süre içerisinde yargılama mercii huzuruna çıkarılmamış olması sebebine dayalı olarak manevi tazminat talebinde bulunmuş ise de, davacı Rıdvan Akgül'ün diğer sanıklarla birlikte yargılandığı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/340 Esas sayılı dosyasında, atfedilen suçların ciddi ve ağır olduğu, davacı hakkında devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, terör amaçlı kasten tasarlayarak adam öldürme, terör amaçlı kasten öldürmeye teşebbüs, silahlı terör örgütüne üye olmak, mala zarar verme, 6136 sayılı yasaya muhalefet, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah ve mermileri satın alma, taşıma ve bulundurma suçlarından yargılama yapıldığı, yargılandığı suçların niteliği, eylemlerin sayısı, sanık sayısı ve eylemlerin niteliğinden hareketle dosyanın karmaşıklık düzeyi, sözkonusu mahkemenin kararı kesinleşmemiş olmakla birlikte yargılama neticesi davacının aldığı ceza miktarları birlikte değerlendirildiğinde, yargılamanın özenle yürütülmediğine ilişkin somut veriler olmadığı gibi tutukluluğun devamına ilişkin itiraz ve serbest bırakılmaya dair taleplerin herhangi bir belgeye dayanmadığı, buna karşın tutukluluğun devamına dair verilen kararların gerekçelendirilerek, olay ve olgulara dayandırıldığı görülmüştür. Ayrıca davacının yargılandığı dosyada gözaltına alındığı tarih ile mahkemenin karar tarihi arasında geçen sürenin 5271 sayılı CMK'nın maddesindeki 'Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez' şeklindeki düzenlemede belirtilen sınırlar içerisinde kaldığı anlaşılmıştır. Netice olarak, davacının yargılama sürecinde kanuna uygun olarak yakalandığı, tutuklandığı ve tutukluluğun devamına karar verildiği, tutukluluğun devamına ilişkin kararların kanunda belirlenen süreler içerisinde incelenmesinin yapıldığı ve davacı olan sanığın makul sürede yargılama mercii önüne çıkartıldığı anlaşılmakla ... davacının tazminata hak kazanması için gerekli olan CMK 141/1-d maddesinde düzenlenen koşulların gerçekleşmediğinden, davacı vekilinin bu yöndeki talebinin reddine ... [karar verilmiştir]." İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 10/7/2020 tarihinde usul ve yasaya uygun olduğu düşüncesi ile istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 21/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Erdal Tercan [GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018, §§ 45-50, 58, 59, 69, 70; Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, § | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25144 | Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme huzuruna çıkarılmaksızın dosya üzerinden yapılmasına bağlı olarak açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılama sırasında dinlenmeyen tanığın beyanı esas alınarak davanın reddine karar verilmesi sebebi ile silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 20/3/2012 tarihinde davalı hastanede yoğun bakım sorumlusu ve süpervizör (gece baş hemşiresi) olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucu hakkında 24/12/2016 tarihinde hasta yakını B.K.nın hasta odasına yemek taşımasına aracılık etmek ve bu esnada durumu engellemeye çalışan iş arkadaşlarına yönelik hakaret ve tehditte bulunmak eylemleri sebebi ile disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, savunmasında B.K.nın hasta odasına yiyecek çıkarmasına aracılık ettiğini kabul etmiştir. Yapılan soruşturma neticesinde başvurucunun savunmasındaki ikrarı da dikkate alınarak hasta odasına yiyecek çıkarılması şeklindeki eylemin hastane kurallarına aykırılık teşkil ettiği, hasta sağlığını ve güvenliğini tehlikeye atacak nitelikte olduğu, ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırılık teşkil ettiği belirtilmiş; 30/12/2016 tarihinde başvurucunun iş akdi haklı sebeple bildirimsiz ve tazminatsız olarak sona erdirilmiştir. Başvurucu iş akdinin haksız feshedildiği gerekçesiyle işverene karşı işçilik alacağı davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde; hastaneye gittiğinde hasta yakını B.K. ile güvenlik görevlisi olan F.yi tartışırken bulduğunu, tarafları sakinleştirmek için araya girdiğinde süpervizör olarak görev yapan nin de olay yerine geldiğini, nin yemeği beraber çıkarmayı teklif etmesi üzerine B.K., ve F. ile birlikte yemeği kata çıkarıp acil servise geri döndüklerini ileri sürmüştür. nin hiyerarşik olarak amiri konumunda bulunduğunu ve yemeğin kata çıkarılmasının nin kararı ile olduğunu belirten başvurucu, iş akdinin haksız feshine dayalı olarak kıdem ve ihbar tazminatı ile diğer işçilik alacaklarına karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılamanın celsesinde davalı tarafından bildirilen K. ve F.G. isimli tanıklar, ve celselerinde ise H.G. ve B.K. isimli davacı tanıklar dinlenmiştir. Mahkeme, davalı tarafça iş akdinin feshinin haksız olduğu sonucuna ulaşmış ve başvurucunun işçilik alacaklarının yanında kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin de kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararda, başvurucunun iş arkadaşı E.K.ya hakaret ettiği iddiasının görgüye dayalı tanık beyanları ile ispatlanamadığını belirten mahkeme, feshe dayanak olarak gösterilen diğer sebep olan hasta odasına yiyecek çıkarılmasına aracılık etme eyleminin ise tek başına iş güvenliğini ve hasta sağlığını tehlikeye atacak nitelik arz etmediğini belirterek başvurucunun iş akdinin haksız olarak sona erdirildiği kanaatine ulaşmıştır. Karar, davalı işverence istinaf edilmiştir. Davalı; istinaf dilekçesinde özetle başvurucunun işyeri kurallarına aykırı biçimde hasta odasına yemek çıkarma eyleminin -başvurucunun ikrarının da bulunduğu gözetilerek- sabit olduğunu, iş arkadaşları E.K. ve K.ya hakaret ve tehdit ettiğine ilişkin olay günü tutulan tutanak bulunduğunu, hasta odasına yemek çıkarılması şeklinde cereyan eden eylemin işyerinde sağlık yönünden tehlike oluşturduğunu belirterek iş akdinin feshinin haklı nedene dayandığını ayrıca başvurucunun diğer işçilik alacaklarına yönelik isteminin de reddedilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bölge Adliye Mahkemesi 16/12/2019 tarihli kararı ile mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararında, olay tarihi olan 25/12/2016'da düzenlenen ve altında E.K., F.G., H.S., K., A.Ö., ve O.nin imzalarının yer aldığı tutanak içeriğinin yargılama sonrasında dinlenen davalı tanığı P.G.nin beyanları ile doğrulandığını belirten Bölge Adliye Mahkemesi, ilgili tanık beyanı kapsamında başvurucunun davalı işverenin başka işçilerine yönelik hakaret ve tehdit eylemi gerçekleştirdiğinin kabulü gerektiği sonucuna ulaşmış ve başvurucunun iş akdinin feshinin haklı nedene dayandığını belirtmiştir. Davalının diğer işçilik alacakları yönünden ileri sürdüğü istinaf isteminin ise reddine karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İlk derece mahkemesince toplanan delillere dava ve cevap dilekçelerine feshe konu olayla ilgili altında davalı işyeri çalışanları E.K, F.G, H.S, K, A.Ö, ve O.C'nin imzaları bulunan 2016 tarihli tutanak içeriğine, tutanak içeriğine doğrulayan ve yargılama sonrasında davalı tanığı olarak dinlenen P.G'nin beyanına ve tüm dosya kapsamına göre, davacının davalı işverenin başka işçilerine hakaret ve tehdit ederek sataştığı, davalı işveren tarafından 4857 sayılı Yasa'nın 25/II-d maddesi gereğince gerçekleştirilen feshin haklı nedene dayandığı, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları yönünden davanın reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır. Davalının bu yöne ilişkin istinaf sebepleri yerinde olmakla HMK 353/1-b-2 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları yönünden davanın davanın reddine karar verilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur. " 16/12/2019 tarihli Bölge Adliye Mahkemesi kararı 7/1/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 13/1/2020 tarihinde başvurucu bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun "Taraflarca getirilme ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. " 6100 sayılı Kanun’un "Hukuki dinlenilme hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.Bu hak;a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,b) Açıklama ve ispat hakkını,c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir." 6100 sayılı Kanun’un "Tanık gösterme şekli" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “ Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir.Tanık gösteren taraf, tanık dinletmek istediği vakıayı ve dinlenilmesi istenen tanıkların adı ve soyadı ile tebliğe elverişli adreslerini içeren listeyi mahkemeye sunar. Bu listede gösterilmemiş olan kimseler tanık olarak dinlenemez ve ikinci bir liste verilemez.Tanık listesinde adres gösterilmemiş veya gösterilen adreste tanık bulunamamışsa, tarafa adres göstermesi için, işin niteliğine uygun kesin süre verilir. Bu süre içinde adres gösterilmez veya gösterilen yeni adres de doğru değilse, bu tanığın dinlenilmesinden vazgeçilmiş sayılır.” 6100 sayılı Kanun’un "Tanıkların mahkemede dinlenilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “ Tanıklar davaya bakan mahkemede dinlenir.Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekliyse, tanığın olayın gerçekleştiği veya şeyin bulunduğu yerde dinlenilmesine karar verebilir.Mahkeme, hasta veya özürlü olmasından dolayı gelemeyen tanığı bulunduğu yerde dinler.Mahkemenin yargı çevresi dışında bulunan tanığın, bulunduğu yer mahkemesi tarafından dinlenmesine karar verilebilir. İstinabe yolu ile dinlenilmesine karar verilen tanığın, nerede, hangi gün ve saatte dinleneceği hususu, talepleri hâlinde taraflara tebliğ edilir. Bu durumda, tanığın, hangi hususlardan dolayı dinleneceğini hâkim belirler.” 6100 sayılı Kanun’un "Tanığın dinlenilme şekli" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Tanıklar, hâkim tarafından ayrı ayrı dinlenir ve biri dinlenirken henüz dinlenmemiş olanlar salonda bulunamazlar. Tanıklar gerektiğinde yüzleştirilirler.Tanık, bildiğini sözlü olarak açıklar ve sözü kesilmeden dinlenir. Dinlenilme sırasında, tanık, yazılı notlar kullanamaz. Şu kadar ki, tanık tarihleri ve rakamları tespit etmek veya bazı hususları açıklamak ya da hatırlayabilmek için yazılarına bakmak zorunda olduğunu hâkime söylerse, hâkim derhâl yazılarına bakmasına veya belirleyeceği duruşmada yeniden dinlenmesine karar verebilir.Hâkim, tanık sözünü bitirdikten sonra, ifade ettiği hususların açıklanması veya tamamlanması amacıyla başka sorular da sorabilir.Toplu mahkemede başkan, hâkimlerden her birinin tanığa doğrudan doğruya soru sormasına izin verir.Tanığın sözleri tutanağa yazılarak önünde okunur ve tutanağın altı kendisine imza ettirilir.” Yargıtay Kararı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) 24/2/2022 tarihli kararı ile işçilik alacağına ilişkin görülmekte olan bir davada, mahkeme tarafından verilen kesin süre içinde ücret bordrosu asılları davalı tarafından dosyaya sunulmadığından yalnız ücret alacağının ödendiğine yönelik savunmaya itibar edilerek davanın kabulüne karar verilip verilemeyeceği hususunu ele almıştır. Kararda, adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ile 6100 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen "Hukuki dinlenilme hakkı"na yönelik açıklamalarda bulunulmuş, tarafların gerek yargı organınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmesinin zorunlu olduğu hususu vurgulanmıştır. Açıklama ve ispat hakkı'nın da hukuki dinlenilme hakkının alt güvencelerinden olduğu vurgulanan kararda, tarafların birini diğeri karşısında zayıf duruma düşürmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme hakkına işaret edilmiştir (Yargıtay HGK, 24/2/2022, E.2020/(22)9-700, K.2022/207).B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ndeki (Sözleşme) hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin maddesi uyarınca tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi vardır (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). Hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsuru, yargılamanın çelişmeli olması ve taraflar arasında silahların eşitliğinin sağlanmasıdır (Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60). Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi taraflara, dava dosyasındaki belgeler hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkını tanımayı, bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemece tarafların dinlenmemesi, taraflara delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Feldbrugge/Hollanda, B. No: 8562/79, 29/5/1986, § 44). Sözleşme’nin maddesinde davada kullanılan delillerin ispat güçleri ile ilgili bir düzenleme bulunmamakla birlikte AİHM, delillerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak somut davada kullanılan delillerin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmekte (Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40, 41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89) ve birçok kararında Sözleşme’nin maddesinin adil yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 124). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2316 | Başvuru, yargılama sırasında dinlenmeyen tanığın beyanı esas alınarak davanın reddine karar verilmesi sebebi ile silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, internet üzerinden paylaşılan küfür ve hakaret içerikli yazıların kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu iddiasıyla yapılan suç duyurusu sonrasında etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle kişinin şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, anayasa hukuku alanında akademisyen olup hakaret iddiasına dayanak olan olayın gerçekleştiği tarihte Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonu Başkanlığı görevini yürütmektedir. Sosyal medya platformu Twitter isimli internet sitesi üzerindeki @dead-communion isimli hesaptan 16/6/2013 tarihli paylaşımda küfür içeren ifadeler kullanılmıştır. Başvurucu, bu paylaşımlarda kendisine hakaret edildiği iddiası ile 18/6/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Bilişim Suçları Bürosuna suç duyurusunda bulunmuştur. Soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Bilişim Suçları Bürosu olayın şüpheli ya da şüphelilerini araştırmak üzere Ankara İl Emniyet Müdürlüğü ile yazışma yapmış; yapılan araştırmalar sonucunda düzenlenen 6/11/2013 tarihli tutanakla Twitter isimli yer sağlayıcının Amerika Birleşik Devletleri üzerinden yayın yaptığı, @dead-communion isimli profil sayfasından kullanıcıların gerçek bilgilerine ulaşılamadığı tespit edilmiş ve soruşturma sürecinde ilgili Cumhuriyet başsavcı vekilinden dosyanın Zamanaşımı Bürosuna gönderilmesi hususunda görüş sormuştur. Yazının içeriği şöyledir:"Müştekinin maruz kaldığı faili meçhul suç ile ilgili olarak bugüne kadar yapılan tüm araştırmalarda olay faili ya da failleri tespit edilemediğinden Cumhuriyet Başsavcılığımız 15/9/2006 tarih ve 3/2006-2 genelgesi uyarınca evrakın Zamanaşımı Bürosuna gönderilmesi takdirlerinize arz olunur." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, yürüttüğü soruşturma neticesinde 24/2/2014 tarihli "daimî arama kararı" ile dosyayı Zamanaşımı Bürosuna göndermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Soruşturma evrakının incelenmesi sonucunda; müştekiye yönelik sesli yazılı veya görüntülü bir ileti ile hakaret olayının şüphelilerinin tespit edilemediği anlaşılmıştır. Yapılan inceleme sonucunda; meçhul şüphelilere isnat edilen eylemin 5237 sayılı TCK'nın 125/2, 3-a maddesi kapsamına girdiği ve aynı kanunun 66/1-e maddesi gereğince 8 yıllık zamanaşımına tabi olduğu anlaşıldığından;Olayın şüphelilerinin yukarıda yazılı zamanaşımı tarihine kadar aranmasına devam edilerek, yakalandıklarında ifadeleri alınarak Başsavcılığımızda hazır edilmeleri, kimlikleri tespit edildiğinde yakalanmasalar bile açık kimliklerinin delillerle birlikte Başsavcılığımıza bildirilmesi,Soruşturmanın sonucu hakkında her üç ayda bir tekide mahal bırakılmadan savcılığımıza bilgi verilmesi, …" Daimî arama kararının ilgililere tebliğ edilmediği fakat başvurucunun 9/4/2014 tarihinde vekil aracılığıyla dosyadan suret aldığı anlaşılmıştır. Başvurucu, yukarıda anlatılan gelişmeler üzerine etkili bir yargı yolu kalmadığı iddiasını ileri sürerek 10/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Kamu davasını açma görevi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir. (2) Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler." 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un "İçeriğin yayından çıkarılması ve cevap hakkı" kenar başlıklı mülga maddesi şöyledir:"(1) İçerik nedeniyle hakları ihlâl edildiğini iddia eden kişi, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvurarak kendisine ilişkin içeriğin yayından çıkarılmasını ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabı bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasını isteyebilir. İçerik veya yer sağlayıcı kendisine ulaştığı tarihten itibaren iki gün içinde, talebi yerine getirir. Bu süre zarfında talep yerine getirilmediği takdirde reddedilmiş sayılır. (2) Talebin reddedilmiş sayılması halinde, kişi onbeş gün içinde yerleşim yeri sulh ceza mahkemesine başvurarak, içeriğin yayından çıkarılmasına ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabın bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu talebi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Sulh ceza hâkiminin kararına karşı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir. (3) Sulh ceza hâkiminin kesinleşen kararının, birinci fıkraya göre yapılan başvuruyu yerine getirmeyen içerik veya yer sağlayıcısına tebliğinden itibaren iki gün içinde içerik yayından çıkarılarak hazırlanan cevabın yayımlanmasına başlanır. (4) Sulh ceza hâkiminin kararını bu maddede belirtilen şartlara uygun olarak ve süresinde yerine getirmeyen sorumlu kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İçerik veya yer sağlayıcının tüzel kişi olması halinde, bu fıkra hükmü yayın sorumlusu hakkında uygulanır." 5651 sayılı Kanun’un 6/2/2014 tarihli ve 6518 sayılı Kanun’la değiştirilen "İçeriğin yayından çıkarılması ve erişimin engellenmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşlar, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması hâlinde yer sağlayıcısına başvurarak uyarı yöntemi ile içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini de isteyebilir.(2) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin talepleri, içerik ve/veya yer sağlayıcısı tarafından en geç yirmi dört saat içinde cevaplandırılır.(3) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik hakları ihlal edilenlerin talepleri doğrultusunda hâkim bu maddede belirtilen kapsamda erişimin engellenmesine karar verebilir.(4) Hâkim, bu madde kapsamında vereceği erişimin engellenmesi kararlarını esas olarak, yalnızca kişilik hakkının ihlalinin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL, vb. şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verir. Zorunlu olmadıkça internet sitesinde yapılan yayının tümüne yönelik erişimin engellenmesine karar verilemez. Ancak, hâkim URL adresi belirtilerek içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle ihlalin engellenemeyeceğine kanaat getirmesi hâlinde, gerekçesini de belirtmek kaydıyla, internet sitesindeki tüm yayına yönelik olarak erişimin engellenmesine de karar verebilir.(5) Hâkimin bu madde kapsamında verdiği erişimin engellenmesi kararları doğrudan Birliğe gönderilir.(6) Hâkim bu madde kapsamında yapılan başvuruyu en geç yirmi dört saat içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Bu karara karşı 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.…(10) Sulh ceza hâkiminin kararını bu maddede belirtilen şartlara uygun olarak ve süresinde yerine getirmeyen sorumlu kişi, beş yüz günden üç bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "İlke" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır." 4721 sayılı Kanun'un "Davalar" kenar başlıklı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:"Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir. Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir. Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Tasarruf ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1)Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz. (2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz. (3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder." 6100 sayılı Kanun'un "Taraflarca getirilme ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.(2) Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz." 6100 sayılı Kanun'un "İhtiyati tedbirin şartları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Genel olarak" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür." | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4988 | Başvuru, internet üzerinden paylaşılan küfür ve hakaret içerikli yazıların kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu iddiasıyla yapılan suç duyurusu sonrasında etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle kişinin şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve resen veya tahliye talebi üzerine yapılan tutukluluk incelemesinde müdafinin duruşmaya çağrılmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı şekilde toplanan delillerin hatalı değerlendirilerek mahkûmiyete karar verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK mülga madde ile görevli) yürütülen bir soruşturma kapsamında gözaltına alınmış ve Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 10/5/2012 tarihli kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 30/5/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve yakarak mala zarar verme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Adana Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/158 sayılı dosyası üzerinden yürütülen yargılama tutuklu olarak sürdürülmüştür. Başvurucu,sorgu sırasında ve Mahkemedeki savunmasında üniversite öğrencisi olduğunu ifade etmiş; suçlamaları kabul etmemiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga maddesiyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 11/3/2014 tarihli kararı ile dosya Adana Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/163) devredilmiştir. Mahkeme 1/4/2014 tarihinde tensiben yaptığı inceleme inceleme sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 30/4/2014 tarihli celsede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, duruşmanın 10/6/2014 tarihine yapılmasına ve tutukluluk incelemesinin 28/5/2014 tarihinde resen yapılmasına karar vermiştir. Ayrıca başvurucu 27/5/2014 tarihinde tahliye talebinde bulunmuştur. Mahkeme 28/5/2014 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesinde başvurucunun tahliye talebini de değerlendirerek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamınave tahliye talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu 29/5/2014 tarihinde bu kararaitiraz etmiş itirazı inceleyen Adana Ağır Ceza Mahkemesi 2/6/2014 tarihli kararı ileitirazı kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu anılan kararı 4/6/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 5/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 3/9/2014 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2017 tarihli duruşmada başvurucuyu mala zarar vermeye azmettirme suçundan üç kez 2 yıl 6 ay, terör örgütü üyesi olma suçundan ise 8 yıl 9 ay hapis cezasıyla cezalandırmıştır. Başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 19/4/2017 tarihinde yapılan inceleme sonunda mala zarar verme suçundan verilen hüküm onanarak kesinleşmiş, terör örgütü üyesi olma suçundan verilen hüküm yönünden ise temyiz yolu açık olmak üzere istinaf talebi reddedilmiştir. UYAP üzerinden temin edilen belgelerden yapılan incelemede başvurucu hakkında terör örgütü üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Yargıtayda temyiz incelemesinde olduğu anlaşılmaktadır. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8734 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve resen veya tahliye talebi üzerine yapılan tutukluluk incelemesinde müdafinin duruşmaya çağrılmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı şekilde toplanan delillerin hatalı değerlendirilerek mahkûmiyete karar verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza mahkemesi kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, mahkemeye erişim hakkına ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının 13/10/2016 tarihli iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle Düzce Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. Mahkemenin 24/3/2017 tarihli kararıyla başvurucunun atılı suçtan 8 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı 27/3/2017 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuştur. Başvurucunun istinaf başvurusu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) tarafından duruşma açılmak suretiyle incelenmiştir. İstinaf başvurusu 5/10/2017 tarihinde başvurucu ve müdafiine tefhim edilerek esastan reddedilmiştir. Ceza Dairesinin hüküm fıkrasında kanun yoluna ilişkin şu hususlara yer verilmiştir:"... CMK'nin 280/2 ve 286 maddeleri uyarınca verilen karara yönelik olarak, duruşmada hazır bulunanlar sanık Ahmet Koçer ve müdafiileri yönünden tefhim tarihinden, yokluğunda karar verilenler sanık [K.] ve müdafiileri yönünden ise tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içerisinde hükmü veren Dairemize bir dilekçe verilmesi ya da zabıt kâtibine beyanda bulunup tutanak tutturup hâkime onaylatmak veya bir başka ilk derece ceza mahkemesi ya da bölge adliye mahkemesi ceza dairesi aracılığıyla dilekçe gönderilmek, ilgilinin ceza evinde bulunması halinde, ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürüne beyanda bulunmak veya bu hususta bir dilekçe vermek suretiyle, CMK'nin 286/1 maddesi uyarınca Yargıtay ilgili Ceza Dairesinde TEMYİZ kanun yolu açık olmak üzere..." Başvurucu müdafii kararı 5/10/2017 tarihinde, başvurucu ise 10/10/2017 tarihinde temyiz etmiş ancak ilgili dilekçelerde temyiz sebepleri bildirilmemiştir. Ceza Dairesi gerekçeli kararı başvurucu müdafiine 9/11/2017, başvurucuya 18/7/2018 tarihinde tebliğ etmiştir. Başvurucu müdafii 22/11/2017 tarihinde temyiz sebeplerini gösterir dilekçeyi Ceza Dairesine sunmuştur. Başvurucu ise gerekçeli temyiz dilekçesi sunmamıştır. Yapılan temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Ceza Dairesi 13/3/2019 tarihinde; 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde belirtilen yedi günlük yasal süre geçtikten sonra, başvurucu müdafiinin 22/11/2017 tarihli temyiz sebeplerini gösterir dilekçeyi sunduğu gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca temyiz isteminin reddine karar vermiştir. Başvurucu 29/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemeye erişim hakkına ilişkin ilgili hukuk için bkz. Merge Polat, B. No: 2018/26121, 28/1/2021, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18986 | Başvuru, ceza mahkemesi kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 5/9/2019 tarihinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktayken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile görevden uzaklaştırılmış ve 24/8/2016 tarihinde meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucu, FETÖ/PDY'ye yönelik soruşturmalar kapsamında 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 20/7/2016 tarihlerinde Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığına ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde "Yasa dışı veya yasal herhangi bir örgüte üye değilim. Bu bağlamda Fetullahçı terör örgütü ile de bir bağım yoktur ... Öğrencilik yıllarımda ve meslek hayatımda hiçbir zaman Fetullah Gülen cemaati ve terör örgütü içerisinde yer almadım. Ankara Hukuk mezunuyum. Kredi Yurtlar Kurumuna ait Dikimevi öğrenci yurdunda kaldım. Cemaate ait yurt yada evlerde kesinlikle kalmadım. HSYK'nın neden bu şekilde bir tasarrufta bulunduğunu bilmiyorum. Ancak yanlış yapılmış olabileceğini yada yanlış bir bilgiye istinaden bu şekilde bir tasarrufta bulunabileceğini düşünüyorum. Yoksa yukarıda da belirttiğim gibi benim kesinlikle fetullahçı terör örgütüyle bir ilişkim yoktur ...Ben 2010 ve 2014 HSYK seçimlerinde herhangi bir grup yada kişiyle hareket etmedim. Bir propaganda da bulunmadım. Yada bu amaçla bir geziye katılmadım. Herhangi bir gruba yada kişiye ne mesafeli durdum nede yakın durdum. Herkese eşim mesafedeydim. Eşim yaşadığımız olaylardan dolayı psikolojik olarak rahatsızdır. Annem ileri derecede alzimer hastasıdır. Kayınpederim yine ileri derecede kanser hastasıdır. Tedavileri ile ben yakından meşgul oluyorum. Hakkımda adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına da razıyım. Suçlamaları kabul etmediğimden salıverilmemi talep ederim." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu, Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığınca Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle 20/7/2016 tarihinde başka şüphelilerle birlikte Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında başvurucunun "... üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, 5271 sayılı CMK'nun 100/ maddesinde belirtilen tutuklama nedenleri ve 100/ fıkra bentte belirtilen katalog suçlardan olmasısuça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri uyarınca" tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğince 20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde de Cumhuriyet Savcılığında verdiği beyanı tekrar ederek tutuksuz yargılanmayı talep etmiştir. Başvurucu, Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 20/7/2016 tarihinde üzerine atılı suçlardan tutuklanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelilerin üzerilerine atılı suçları işledikleri konusunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, şüphelilere atılı suçların CMK' nun maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, suçların yasadaki cezasının üst sınırı itibariyle adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı ve delillerin karartılma ihtimalinin bulunduğu, kaçma şüphelerinin varlığı da nazara alınarak şüphelilerin CMK' nun 100 ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi]." Başvurucu bu karara itiraz etmiş, itirazı inceleyen Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği 29/7/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelinin üzerine atılı suçun niteliği, tutuklamanın tarihi, süresi, kolluk tutanakları ve aşamalardaki ifadelere göre de kuvvetli suç şüphesi bulunmakla, adli kontrol tedbiri yetersiz kalacağından ve Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği'nin 20/07/2016 tarih ve 2016/242 Sorgu sayılı tutuklama kararında usule ve yasaya herhangi bir aykırılık bulunmadığından itirazın reddine karar vermek gerekmiş[tir]." İtirazın reddi kararı 3/8/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/9//2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığınca 14/10/2016 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından fezleke düzenlenmiştir. Fezlekede başvurucu hakkında HSYK tarafından verilen görevden uzaklaştırma/meslekten çıkarma kararlarının olduğu belirtilmiş ve başvurucunun ifadesine yer verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/3/2017 tarihinde soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumunu değerlendirerek başvurucunun tahliyesini talep etmiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/3/2017 tarihli kararıyla tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Atılı suçun vasıf ve mahiyeti, şüphelinin kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin bulunmayışı, soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumu dikkate alınarak tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu kanatine varılarak tahliye talebinin kabulüne ... [karar verildi]." Anayasa Mahkemesi 7/1/2019 tarihinde, soruşturma mercilerinden başvurucuya yönelik tutuklamaya ve tutukluluğun devamına esas teşkil eden delillerin bildirilmesini istemiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/5/2019 tarihli cevap yazısında başvurucu hakkında düzenlenen HTS analiz raporunu ve emniyet veri havuzunda yapılan sorgulama sonuçlarını göndermiştir. Veri havuzunda yapılan sorguda FETÖ/PDY ile ilgili bir kayda rastlanmadığı belirtilmiştir. HTS analiz raporunda başvurucunun FETÖ/PDY şüphelileri ile telefon görüşmelerinin olduğu, FETÖ/PDY iltisaklı Turgut Özal Hastanesini iki defa aradığı, iki defa bu Hastaneden arandığı ve yirmi bir defa mesaj aldığı belirtilmiştir. Başvurucunun konutunda yapılan arama esnasında el konulan tüm dijital materyallere ilişkin olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yaptırılan bilirkişi incelemesi sonunda düzenlenen 2/1/2020 tarihli bilirkişi inceleme raporunda; başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olunduğunu ortaya koyacak herhangi bir bilgi, belge, kayıt ve şifreli haberleşme programına rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkındaki soruşturma bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/21928 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iptal davasının bayram tatili dikkate alınmayarak süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 28/5/2017 tarihinde 2017 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavı'na (KPSS) girmiştir. 2017 yılı KPSS sonuçları 16/6/2017 tarihinde Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının (ÖSYM) sonuç açıklama sisteminden açıklanmış; başvurucunun sayfasında sınav kurallarına uyulmadığından bahisle başvurucunun sınavının alan bilgisi oturumunun geçersiz sayıldığı belirtilmiştir. Başvurucu ÖSYM kararının iptali talebiyle 28/6/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 10/8/2017 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. ÖSYM tarafından mahkeme kararına karşı Danıştay Onikinci Dairesinde (Daire) temyiz talebinde bulunulmuştur. Daire 28/12/2017 tarihli kararıyla temyiz isteminin kabulüne, davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; sınav sonuçlarının açıklandığı 16/6/2017 tarihinin başvurucu tarafından dava konusu işlemi öğrenme tarihi olarak kabul edildiği, on günlük dava açma süresinin 26/6/2017 tarihinde sona ermesine rağmen 28/6/2017 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 14/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "Sürelerle ilgili genel esaslar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Süreler, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar. Tatil günleri sürelere dahildir. Şu kadarki, sürenin son günü tatil gününe rastlarsa, süre tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzar..." 2577 sayılı Kanun'un "Merkezî ve ortak sınavlara ilişkin yargılama usulü" kenar başlıklı 20/B maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Millî Eğitim Bakanlığı ile Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yapılan merkezî ve ortak sınavlar, bu sınavlara ilişkin iş ve işlemler ile sınav sonuçları hakkında açılan davalara ilişkin yargılama usulünde:a) Dava açma süresi on gündür.…”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme’de açıkça yer almasa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkını adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olarak nitelendirmektedir (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96, 19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229). AİHM, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Bununla birlikte AİHM; dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesini, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereği olarak kabul etmekte ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmayacağını belirtmektedir (Perez de Rada Cavanilles/İspanya, B. No: 28090/95, 28/10/1998, § 45). Ne var ki öngörülen süre koşullarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamaları söz konusu olduğunda mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabul edilmesi gerektiği değerlendirilmektedir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, § 35). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18201 | Başvuru, iptal davasının bayram tatili dikkate alınmayarak süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1978 doğumlu olan başvurucu, 8/7/2002 tarihinden itibaren Türkiye Halk Bankası A.Ş. (Kurum) bünyesinde çalışmaya başlamış; en son servis yetkilisi olarak çalışmakta iken 31/8/2016 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Fesih bildiriminde yer alan ifadeler şu şekildedir: " 2016 sürecinin akabinde Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen, OHAL Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin 667 Sayılı KHK'da belirtilen hükümler doğrultusunda önlem alınması gereken ya da performans düşüklüğü, çalışmalarında ve davranışlarında görülen olumsuzluk ve yetersizlikten veya çeşitli muhtemel tisk doğurucu sakıncalardan dolayı Bankada işe devam etmesi uygun görülmeyen personelin iş akdinin feshedilmesineBu kapsamda 2016 Çarşamba günü, mesai saati bitimi itibarıyla iş akdinizin feshedilmesineKarar verilmiştir." Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Kurum aleyhine 29/9/2016 tarihinde dava açmıştır. Eskişehir İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; fesih sebebinin açık ve kesin bir şekilde belirtilmediğini, fesih işleminin usul ve yasaya aykırı olduğunu, savunması dahi alınmadan işten çıkarıldığını ileri sürmüştür. Mahkeme 20/12/2016 tarihli kararı ile dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine hükmetmiş, istinaf değerlendirmesinden geçen karar Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından temyizen incelenmiş, 25/9/2017 tarihli ilamla eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle bozulmuş ve dosyanın Mahkemeye iadesine karar verilmiştir. Bozma ilamında başvurucunun iş akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı hususunun araştırılması gerektiği belirtilmiştir. Bozma ilamı doğrultusunda Mahkeme; Bilgi Teknolojileri Kurumuna, Emniyet Genel Müdürlüğüne (Emniyet), İstihbarat Daire Başkanlığına, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık), Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) ve Bank Asyaya müzekkere yazarak başvurucu hakkında bilgi/belge toplama yoluna gitmiştir. Bank Asyadan gelen cevabi yazıda başvurucunun hesap kaydının olduğu belirtilmiş ve hesap hareketliliğini içeren doküman dosyaya gönderilmiştir. Mahkeme, Bank Asya hesap hareketlerine ilişkin olarak dosyanın bilirkişi incelemesine gönderilmesine karar vermiş; bu kapsamda hazırlanan 13/5/2019 tarihli raporda, başvurucunun hesabının 2012 yılında açıldığı, 17/6/2014 tarihine kadar (2014 yılı Şubat ila Mayıs ayları da dâhil) düzenli aralıklarla 000 TL tutarında para yatırdığı ve okul taksidi açıklaması ile EFT yaptığının tespit edildiği bildirilmiştir. Kurum; bilirkişi raporuna karşı beyan dilekçesinde, dosyaya sunulan bilgi ve belgeler uyarınca başvurucunun çocuklarının olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında kapatılan okullara devam ettiğini, başvurucunun kapatılan Zaman gazetesine abone olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir. Başvurucu ise Bank Asya hesabını okul tarafından zorunlu tutulduğu için açtığını, bu hesabı sadece okul taksitlerini ödemek amacıyla kullanıldığını belirtmiştir. Mahkeme 13/6/2019 tarihli kararı ile davanın kabulü ile başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Yargıtay bozma ilamı uyarınca yazılan müzekkerelere verilen cevapların incelenmesinde, davacı hakkında FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne yönelik yürütülen soruşturmalar kapsamında herhangi bir soruşturma dosyasına veya açılmış bir kamu davası kaydına rastlanılmadığının, Fetö veri havuzunda davacı hakkında 07/05/2018 tarihi itibariyle Asya Katılım Bankasında açılan hesap dışında herhangi bir bilgiye rastlanılmadığının bildirildiği görülmüş yine davalı Bankadan iş sözleşmesinin feshine dayanak yapılan tüm bilgi ve belgelerin istenmesine rağmen, dosyaya herhangi bir bilgi, belge ya da soruşturma evrakının gönderilmediği, 23/07/2016 tarih ve 667 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname doğrultusunda feshin gerçekleştirildiğinin bildirildiği anlaşılmıştır.Yukarıda yapılan açıklamalar ile tüm dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde, davacının FETÖ/PDY, yine devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti yada iltisakı veya irtibatı olduğuna dair herhangi bir bilgi yada belgeye dosya kapsamında yaptırılan araştırma sonuçları ile ulaşılamadığı yine müflis Asya Katılım Bankası A.Ş. Eskişehir Şubesinde açılan hesapların okul taksiti ödeme amacı ile kullanıldığı, söz konusu hesaplarda FETÖ/PDY terör örgütüne yada müflis Bankaya destek amacına yönelik hareketlerin bulunmadığı anlaşılmış ve Yargıtay bozma ilamında belirtilen hususlar dikkate alınarak aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." İşveren Kurum, karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Bu kapsamda ibraz ettiği dilekçede Kurum, Banka İnsan Kaynakları Daire Başkanlığının 12/6/2018 tarihli yazısında başvurucunun ilgili dönemde Bank Asyada kredi kartı ve hesabının olduğu, aktif Zaman Gazetesi aboneliğinin bulunduğu, çocuğunun OHAL kapsamında kapatılan okullarda eğitim gördüğü, kendisinin Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) müzahir derneğin üyesi olduğu yönünde istihbari bilgi edinildiğini ifade etmiş; bu hususların netleştirilmesi gerekirken eksik inceleme ile müzekkere yazılmadan karar verildiğini ileri sürmüştür. İşveren Kurum ayrıca başvurucunun 14/2/2014 tarihinde Bank Asya hesabına 000 TL yatırdığını, bu tarihten önce ise hesaplarında bu miktarda bir mevduat bulunmadığını, mevcut tespitin iltisakın varlığını ispat ettiğini belirtmiş ve davanın reddini talep etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 25/9/2019 tarihli kararı ile temyiz talebinin kabulüne ve davanın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Bozma sonrasında yapılan araştırmalar ve tüm dosya kapsamı bir arada değerlendirildiğinde; davacının FETÖ ile bağlantılı Bank Asya hesap hareketlerinin ve tarihlere göre mevduat miktarlarının iş veren yönünden iş sözleşmesinin feshi için geçerli sebep teşkil etmekte olduğu anlaşılmıştır. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı ileride muhtemel tazminat davasında değerlendirilmek üzere iş bu davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur." Nihai karar 21/11/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42442 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi, istinabe suretiyle dinlenilen tanıkların sorgulanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2014 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 15/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 28/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 27/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 4/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 19/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2/4/2013 tarihli iddianamesi ile tehdit ve hakaret suçlarından kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesi, 16/4/2013 tarihli tensip zaptı ile müşteki tarafından tanık olarak gösterilen Y.G. ile Ö.K.nin beyanlarının alınması için Ankara Sulh Ceza Mahkemesine talimat yazılmasına karar vermiştir. Ankara Sulh Ceza Mahkemesi, 5/7/2013 tarihli talimat duruşmasında Y.G. ile Ö.K.nin beyanlarını alarak dosyanın Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinde görülen kamu davasının 16/7/2013 tarihli celsesine katılan başvurucu ve müdafii, tanık beyanlarını kabul etmediklerini ve yazılı olarak savunma yapacaklarını belirtmişlerdir. Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesi, 30/1/2014 tarihli kararı ile başvurucunun isnat edilen suçlardan mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararı miktar itibarıyla kesin niteliktedir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Toplanan deliller birlikte değerlendirildiğinde; sanık ve müştekinin aynı firmada çalıştıkları olay tarihinde sanık ve müşteki arasında telefon görüşmeleri yapıldığı en son müştekinin 30/5/2012 tarih 29 sıralarında aradığında sanığın müştekiye "benim mafya tanıdıklarım var, sen benim kim olduğumu biliyor musun, yanlış kişiyle uğraşıyorsun, sana İstanbul'u dar ederim, Ankara'da erkek arkadaşını bulup ona da Ankarayı dar edeceğim, seni mahvedeceğim, benden kork, sana hayatta unutamayacağın fiziksel ders vereceğim" demek sureti ile hakaret ettiği ve basit tehditte bulunduğu müştekinin hazırlık aşamasındakibeyanı bu beyanı doğrulayan yargılama sırasında dinlenen tanıklar Ö.K ve Y.G.nin beyanları ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığından sanığın hakaret suçundan TCK 125/1, 62 ve tehdit suçundan söz konusu sözlerin basit tehdit niteliğinde olması nedeni ile TCK 106/1 son cümlesi ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.Sanık her ne kadar suçlamayı kabul etmemiş ise de müştekinin beyanının telefon arama kayıtları ile örtüşmesi iddia edilen zaman içerisinde taraflar arasında iki mesajlaşma ve toplam 571 saniyelik görüşme yapılmış olması ve yargılama sırasında dinlenen tanıklar Ö.K ve Y.G.nin aşamalarda değişmeyen birbiri ile tutarlı ve müştekinin beyanı ile uyumlu beyanları karşısında sanığın savunmasına itibar edilmemiş suçu işlediği kanaatine varılmıştır." Başvurucu 28/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2630 | Başvuru, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi, istinabe suretiyle dinlenilen tanıkların sorgulanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, adli yargı hâkim adayı olarak görev yapmakta iken 29/4/2017 tarihli ve 30052 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 689 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle İstanbul Barosuna (Baro) başvurmuştur. Baro, başvurucunun talebini kabul etmemiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz Türkiye Barolar Birliğinin (TBB) 13/7/2017 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve başvurucu baro levhasına yazılmıştır. Söz konusu TBB kararı, Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından uygun bulunmayarak 21/9/2017 tarihli kararla bir daha görüşülmek üzere TBB'ye gönderilmiştir. TBB Yönetim Kurulu 20/10/2017 tarihli kararıyla önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılmasına karar vermiştir. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yazılmasına ilişkin TBB kararının kesinleşmesi üzerine 20/10/2017 tarihli TBB kararının iptali talebiyle dava açmıştır. Başvurucu, Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada davalı TBB yanında müdahil olarak yer almıştır. Mahkeme, dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararının gerekçesinde, yürütülecek kamu hizmetinin önemi ve özelliği dikkate alınarak başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olmak suçundan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2017/70000 sayılı ceza soruşturmasının sonucunun beklenmesinin yerinde olacağı belirtilmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunu gerekçeli olarak reddetmiştir. Kararda, olgu olarak başvurucu hakkında FETÖ üyeliği iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 2018/67 ve 2018/74 esas numaralı davaların devam ettiği ifade edilmiş, karar gerekçesinde ise başvurucunun kamu görevinden çıkarılmış olmasının da levhaya yazılmaya engel olduğu belirtilmiştir. Başvurucu nihai kararı 24/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 23/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve diğer bazı kişiler hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2017/70000 sayılı soruşturmada hazırlanan 9/5/2018 tarih ve 2018/19533 esas numaralı iddianame kabul edilerek Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/67 esasına kayıtlı dava açılmıştır. Bu dosyada başvurucu hakkında tefrik kararı verilerek dosya Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/74 esasına kaydedilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 20/3/2019 tarihli kararıyla başvurucunun 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dava Dairesi 7/7/2020 tarihli kararıyla başvurucunun istinaf talebini reddetmiştir. Başvurucunun bu kararı temyiz ettiği ve kararın kesinleşmediği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2842 | Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kanser hastasının tedavisinde gerekli ilacın ithali için ödemesinin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yargı merciine yapılan tedbir talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2020/23206 numaralı başvuru incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir taleplerinin 14/8/2020 ve 28/8/2020 tarihlerinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 23/3/2014 doğumlu olan başvurucuya Hacettepe Üniversitesi Hastanesince (Hastane) adrenal bez malign neoplazmı tanısı konulmuştur. Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (İlaç Kurumu) 18/6/2020 tarihli yazıyla başvurucunun hastalığının tedavisinde dinutuximab beta etkin maddeli ilacın -ki bu ilacın ticari isminin Qarziba olduğu anlaşılmıştır- 6 aylık kullanımının ve bu ilacın sadece Türk Eczacılar Birliği (TEB) aracılığıyla yurt dışından ithalinin uygun görüldüğü konusunda Hastanede görevli Dr. B.Y.yi bilgilendirmiştir. Hastane tarafından düzenlenen 15/6/2020 ve 19/6/2020 tarihli sağlık kurulu raporlarında sırasıyla dinutuximab betanın yüksek riskli nöroblastom tedavisinde kullanılmakta olup başvurucunun hastalığının tekrarının önlenmesi açısından hayati önem taşıdığı, bu ilacı toplam altı ay süreyle kullanmasının gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun bahse konu ilacın finansmanının sağlanması, ilacın yurt dışından ithali için gerekli ödemenin TEB Yurt Dışı İlaç Temin Birimine yapılması yönündeki başvurusunun İbni Sina Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezinin (SSGM) 23/04/2020 tarihli yazısıyla reddedilmesi üzerine SGK aleyhine Ankara İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) nezdinde tedbir kararı verilmesi talepli dava açmıştır. Davaya konu ilacın bir kür için gerekli dört kutusunun fiyatı, başvuru formunda belirtildiğine göre 600,92 avrodur. İş Mahkemesi 3/7/2020 tarihinde, dava konusu uyuşmazlığı çözecek şekilde ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği gerekçesiyle başvurucunun ihtiyati tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucunun karara karşı yaptığı istinaf talebini Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi ( Hukuk Dairesi) İlaç Kurumunun 9/7/2020 tarihli yazısında tedavide kullanılacak olan dinutuximab beta etken maddesinin sadece Qarziba adlı ilaçta bulunduğuna dair bir açıklama olmaması nedeniyle SGK tarafından ödemesi yapılan söz konusu etken maddeyi içeren başka bir ilacın bulunup bulunmadığının anlaşılamadığı ve davanın esasını çözümleyecek nitelikte ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği gerekçeleriyle 7/8/2020 tarihinde reddetmiştir. 14/8/2020 tarihli uzman mütalaasında; başvurucuya yoğun kemoterapi uygulandığı hâlde hastalığın tam olarak kontrol altına alınamadığının anlaşıldığı, gecikmeksizin dinutuximab beta ile immünoterapiye başlanması gerektiğinin değerlendirildiği, dördüncü evre yüksek riskli nöroblastom hastaları için immünoterapiye eş değer başka bir ilaç tedavisi yaklaşımının bulunmadığı, daha önce reçete edilen ürün (Qarziba) dışında dinutuximab beta etken maddesi olan alternatif bir ürün bulunmadığı, tedavide gecikmenin yaşamsal risk oluşturacağı bildirilmiştir. Başvurucu 10/8/2020 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 14/8/2020 tarihinde verdiği ara kararla talebi kabul ederek "başvurucunun tedavisine yönelik Qarziba isimli ilaç bedelinin tedavi süresi boyunca ödenmesinin derhal sağlanmasına" karar vermiştir. Tedbir talebinin kabulüne dair karar, gereğinin yerine getirilmesi için ilgili kuruluşlara tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/8/2020 tarihinde Anayasa Mahkemesine aynı konuda yeni bir bireysel başvuruda bulunarak SSGM'nin tedbir kararı gereğince ilaç bedelinin derhâl ödenmesine dair taleplerini 18/8/2020 tarihli yazısıyla "temin edilen ilaca ait fatura aslı beraberinde kullanılan ilaca ait boş ilaç kutularının ibraz edilmesi halinde mahkeme kararı gereğince fatura bedelinin geri ödenebileceği" gerekçesiyle reddettiğini bildirmiş ve ilaç bedelinin herhangi bir şarta bağlı olmaksızın SGK tarafından ilacın ithalinde yetkili kuruluşa ödenmesi için yeni bir tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine 19/8/2020 tarihinde SSGM ve SGK'ya gönderilen yazıyla 14/8/2020 tarihli tedbir kararının yerine getirilerek ilaç bedelinin derhâl ödenmesi ve Anayasa Mahkemesine karar gereğinin yerine getirildiğine dair bilgi verilmesi talep edilmiştir. SSGM bu talebe 27/8/2020 tarihinde "...ilaca ait fatura aslı beraberinde Sağlık Bakanlığı onay belgesi, reçete aslı, ilaç kullanım raporunun aslı gibidir onaylı örneği ve ilaca ait boş kutuların ibraz edilmesi halinde söz konusu Mahkeme kararı gereği yerine getirilerek ilaç bedeli kurumumuzca karşılanacaktır hususu davacıya 18/8/2020 tarihli yazımızla bildirilmiş olup davacının talebi doğrultusunda ilaç bedelinin ödemesi sağlanacaktır" şeklinde cevap vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede İş Mahkemesinin 28/9/2021 tarihli celsesinde, dava açıldıktan sonra yeni bir tebliğ çıkması sonucu dava konusu edilen ilacın SGK tarafından ödeme kapsamına alınması nedeniyle davanın konusuz kaldığını başvurucu vekilinin bildirmesi üzerine karar verilmesine yer olmadığı kararı verildiği anlaşılmıştır. Söz konusu karara karşı SGK vekili tarafından yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin SGK'ya yükletilmesi nedeniyle istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi Hukuk Dairesinde derdesttir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22945 | Başvuru, kanser hastasının tedavisinde gerekli ilacın ithali için ödemesinin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yargı merciine yapılan tedbir talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, itiraz öncesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine rağmen daha sonraki kararda bu haktan yararlandırılmaması ve daha ağır sonuçlar doğuran cezaya hükmedilmesi nedenleriyle kazanılmış haklara saygı ve aleyhe bozma yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir Başvuru 8/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1974 doğumlu olan başvurucu, serbest meslek sahibi olduğunu ve Ankara’da ikamet ettiğini belirtmektedir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 13/9/2012 tarihli iddianameyle 23/7/2011 tarihinde işlendiği iddia olunan basit yaralama suçundan başvurucunun cezalandırılması talebiyle aynı yer Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Ankara Sulh Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 21/11/2013 tarihli ilk kararıyla başvurucunun atılı suçtan neticeden 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılması gerektiği belirtilerek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (5) numaralı fıkrası gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Karara başvurucu müdafii tarafından itiraz edilmesi üzerine Ankara Asliye Ceza Mahkemesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda 20/12/2013 tarihli ve 2013/618 Değişik İş sayılı karar ile itirazın kabulüne karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili bölümü şöyledir: “...Her ne kadar sanık Ertuğrul Yaban hakkında basit yaralama suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar verilmiş ise de;Sanığın savunmasının alındığı 05/06/2013 tarihli celsede hakkında CMK maddenin uygulanmasını kabul etmediği anlaşılmakla; sanık müdafii tarafından yapılan İTİRAZIN KABULÜNE, Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin 21/11/2013 tarih 2013/178 esas 2013/573 sayılı kararının KALDIRILMASINA, Hükmün açıklanması hususunda gereğinin ifası için yargılama dosyasının mahkemesine iadesine...” İtiraz üzerine kararın kaldırılması sonucunda yeniden yapılan yargılamanın 8/4/2014 tarihli oturumunda başvurucu, beraatine karar verilmesini talep ettikten sonra hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesine rıza gösterdiğini beyan etmiştir. Mahkeme 8/4/2014 tarihli ikinci kararıyla başvurucunun atılı suçtan sonuç olarak 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve 5271 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanmasına yer olmadığına kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:“Sanığın, 05/06/2013 tarihli celsede hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğini beyan etmesinin ardından, sehven hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin sanık müdafinin yaptığı itirazın, sanığın CMK maddesinin uygulanmasını kabul etmediği gerekçesiyle kabulünden sonra yapılan yargılama sırasında, 08/04/2014 tarihli duruşmada sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep ettiği anlaşılmakla birlikte; bu talebin kabulü, hakkın kötüye kullanılmasına zemin hazırlamak niteliğinde olacağından, sanık hakkında CMK maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiş ve aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir.” Nihai karar, başvurucuya 8/4/2014 tarihinde tefhim edilmiştir. Başvurucu 8/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5271 sayılı Kanunu’nun maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:“(Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.(Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.…(Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6238 | Başvuru, itiraz öncesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine rağmen daha sonraki kararda bu haktan yararlandırılmaması ve daha ağır sonuçlar doğuran cezaya hükmedilmesi nedenleriyle kazanılmış haklara saygı ve aleyhe bozma yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir I | 0 |
Başvuru, oturulan adreste ikamet edilmediği iddiası nedeniyle seçmen kaydının dondurulması ve bu işleme karşı yapılan itirazların reddedilmesi nedeniyle oy kullanılamamasının seçme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/2/2014 tarihinde, İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Cumhuriyet Halk Partisi Çekmeköy İlçe Başkanı 1/2/2014 tarihli dilekçesiyle, 30 Mart 2014 tarihindeki Mahallî İdareler Genel Seçimi nedeniyle seçmen hareketlerine ilişkin değişikliklere ait aralarında başvurucuların da bulunduğu 75 kişiyi Çekmeköy İlçe Seçim Kuruluna bildirmiştir. Çekmeköy İlçe Seçim Kurulu 3/2/2014 tarihli ve K.2014/39 sayılı kararı ile başvurucuların Çekmeköy ilçesinde ikamet edip etmediklerine dair emniyet araştırmasında net bir bilgi tespit edilemediği ve muhtarlık yokluk belgesinin olduğu gerekçesiyle başvurucuların seçmen kayıtlarının dondurulmasına hükmetmiştir. Başvuruculardan Fatih Poyraz ve Nesrin Poyraz anılan karara karşı 5/2/2014 tarihinde Çekmeköy İlçe Seçim Kuruluna itirazda bulunmuşlardır. Anılan başvurucular, itiraz dilekçesinde diğer başvurucular Emine Poyraz, Mustafa Poyraz, Hülya Poyraz ve Hasan Poyraz’ın yurt dışında olduğunu belirterek onlar adına da itirazda bulunduklarını belirtmişlerdir. Çekmeköy İlçe Seçim Kurulu 6/2/2014 tarihli ve K.2014/40 sayılı kararıyla, başvuruculardan Emine Poyraz, Mustafa Poyraz, Hülya Poyraz ve Hasan Poyraz adına yapılan itirazları, her seçmenin kendi adına itirazda bulunabileceği; başvurucular Fatih Poyraz ve Nesrin Poyraz’ın itirazlarını ise süresinde yapmadıkları gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucuların, Çekmeköy İlçe Seçim Kurulunun K.2014/39 ve K.2014/40 sayılı kararlarının kaldırılması talebiyle İstanbul İl Seçim Kurulu Başkanlığına yaptıkları itiraz da Başkanlığın 31/1/2014 tarihli kararıyla İlçe Seçim Kurulu Başkanlığına süresinde itirazda bulunulmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. İl Seçim Kurulunun kesin kararına karşı başvurucuların Yüksek Seçim Kuruluna (YSK) yaptıkları itiraz ise Kurulun 14/2/2014 tarihli ve K.394 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar başvuruculara 20/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve 25/2/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olmadığı tespit edilmiştir.B. İlgili Hukuk 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:“Bu kanunda, kurulların kesin olduğu yazılı bulunmayan kararlarına karşı, her kurulun bağlı olduğu üst kurul, itiraz merciidirYüksek Seçim Kurulunun re'sen veya itiraz üzerine vereceği kararlar kesindir.” 298 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Yüksek Seçim Kurulu evrak üzerinde, incelemeler yapar. Ayrıca lüzum gördüğü bilcümle tahkik ve her türlü tetkik işlemlerini de yapar. Gerekli mercilerden her türlü bilgi ve belgeleri ister. Bu mercilerin, en kısa bir zamanda ve en geç yedi gün içinde istenilen bilgi ve belgeyi vermeleri mecburidir. Kurul başkanı, lüzum ve ihtiyaca göre, bu işlerde çalışmak üzere, Yargıtay ve Danıştay memurlarını da vazifelendirebilir. İtiraz dilekçesinin bir sureti, tutanağına itiraz edilene tebliğ olunur. Tutanağına itiraz olunan kimse, isterse yazı ile savunabileceği gibi, isteği üzerine, Yüksek Seçim Kurulunun tayin edeceği günde bizzat veya bir vekil marifetiyle kendini kurul huzurunda savunabilir. Kurul, yapılan itiraz ve ihbarları kendisine verildiği tarihten itibaren en geç üç ay içinde bir karara bağlar. Kurulun kararı kesindir. Aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz. Seçimin özelliğine göre seçim sonuçları hakkında kesin karar vermeye yetkili mercie yapılacak itirazlarda da yukarıki 1 inci ve 3 üncü fıkralar hükümleri uygulanır. Ancak, bu kurul itirazları onbeş gün içinde kesin karara bağlar. Yukarıki fıkralarda yazılı kararlar aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz. Tutanakların iptali halinde özel kanunlarındaki hükümler uygulanır.” | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2606 | Başvuru, oturulan adreste ikamet edilmediği iddiası nedeniyle seçmen kaydının dondurulması ve bu işleme karşı yapılan itirazların reddedilmesi nedeniyle oy kullanılamamasının seçme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 22/11/2006 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18063 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir yolcu treninin raydan çıkıp birçok kişinin ölümü ile pek çok kişinin yaralanmasına sebep olmasına istinaden bazı kamu görevlileri hakkında yürütülen ceza yargılamasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Haydarpaşa (İstanbul)-Ankara seferini yapan bir yolcu treninin 22/7/2004 tarihinde Sakarya'nın Pamukova ilçesi Mekece Mahallesi yakınlarında raydan çıkması sonucu birçok kişi ölmüş, pek çok kişi de yaralanmıştır. Ölenler arasında başvurucunun o tarihteki eşi H.T. ile H.T.nin kardeşi A.T. ve A.T.nin çocukları N.T. ile T. de bulunmaktadır. Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında derhâl soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında ölü muayenesi ve otopsi işlemleri yapılmış, yaralıların adli raporları aldırılmış ve olay hakkında bilgi sahibi olan kişilerin beyanları alınmıştır. Ayrıca olay yerinde keşif yapılmış, soruşturmayı aydınlatması beklenen bilgi ve belgeler resmî kurumlardan getirtilip kazaya karışan vagonlar üzerinde inceleme yaptırılmış, olayın neden kaynaklandığına ve kusur durumuna ilişkin bilirkişi raporu alınmıştır. Bir üniversitenin makine ve inşaat mühendisliği bölümlerinde öğretim üyeliği yapan üç kişiden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan 31/8/2004 tarihli raporda; olay esnasında lokomotif hariç beş vagonun raydan çıktığı ve bu vagonların dördünün devrildiği, hattan çıkan ve devrilmiş olan vagonların tekerlek takımlarında ve bojilerinde (trenin yürüyüş takımı) olaya sebebiyet verecek bir neden gözlenmediği, kazaya karışan trendeki vagonların seyir emniyeti bakımından yeterli olduğu, trenin kazanın meydana geldiği yerdeki hızının yaklaşık saatte 130 km olduğu, altmış sefere ait hız bantları üzerinde yapılan incelemede olay yerinden geçen trenlerin hızlarının saatte 65-90 km olduğu ve livreye (tren tarife kitapçığı) göre olay yerinden 80 km hızla geçilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca raporda, birinci makinist F.K.nın livrede yazılı hıza (80km/saat) uymayıp trenin hızını gerektiği gibi ayarlayamaması ve yönetimi altındaki trenin seyir kontrolü için gerekli dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle olayın meydana gelmesinde 3/8 oranında kusurlu olduğu, ikinci makinist R.S.nin seyir hızı konusunda birinci makinisti uyarmayarak trenin seyir kontrolü için gerekli dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle olayın meydana gelmesinde 1/8 oranında kusurlu olduğu ve tren şeflerinin tren seyir kontrolüne ilişkin görevlerinin bulunmaması nedeniyle K.nin kusursuz olduğu belirtilerek üstyapı bakım ve onarım yetersizlikleri ile güvenli seyir kontrolü için kontrol düzenek ve sistemlerinin olmayışının olayın meydana gelmesinde 4/8 oranında etkili olduğu açıklanmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, makinistlere yardımcı olacak otomatik ya da yarı otomatik kontrol sistemlerinin kurulması gerektiği hâlde kurulmadığı ve üstyapıda eksikliklerin kazanın meydana gelmesinde rol oynadığı iddiası ile Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü (TCDD) yetkilileri hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Bu soruşturmanın sonucu tespit edilememiştir. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığı; birinci makinist F.K., ikinci makinist R.S., ve Tren Şefi K.nin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen tedbirsizlik, meslek veya sanatında tecrübesizlik ya da nizam, emir ve kaidelere riayetsizlik neticesi olarak demir yolu üzerinde kazaya neden olma suçunu işledikleri iddiasıyla 7/9/2004 tarihinde Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) haklarında kamu davası açmıştır. Başvurucunun davaya katılma talebi Ceza Mahkemesince 10/11/2004 tarihli celsede kabul edilmiştir. Ceza Mahkemesinin istinabe suretiyle aldığı 30/4/2007 tarihli bilirkişi raporunda olayın meydana gelmesinde F.K.nın 3/8, R.S.nin 1/8, TCDD'nin ise 4/8 oranında kusurlu olduğu, K.nin herhangi bir kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Yürüttüğü yargılama sonunda K.nin beraatine karar veren Ceza Mahkemesi F.K.yı 2 yıl 6 ay hapis ve 000 TL adli para cezasına, R.S.yi ise 1 yıl 3 ay hapis ve 733 TL adli para cezasına mahkûm etmiştir. Ceza Mahkemesince verilen 1/2/2008 tarihli bu karar F.K. ve R.S.nin müdafii ile aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı katılanlar tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi ( Daire) 13/7/2009 tarihinde, şikâyetçi olduklarını bildiren bazı mağdurlara duruşma gününün ve kararın tebliğ edilmediğini belirterek kararın söz konusu kişilere tebliğ edilmesi amacıyla dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Bu kararın gereğinin yerine getirilip getirilemediği tespit edilememekle birlikte 12/7/2010 tarihinde temyiz talepleri hakkında karar veren Daire, K. hakkındaki davayı zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düşürmüş; diğer sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet kararlarını ise bozmuştur. Bozma gerekçeleri şöyledir:i. Aralarında menfaat çatışması bulunan sanıklar aynı müdafi tarafından temsil edilmiştir.ii. Lehlerine vekâlet ücretine hükmedilen katılanların ad ve soyadları gerekçeli karar başlığına yazılmamıştır.iii. Davaya katılma hakkı bulunmayan bazı kişilerin davaya katılmasına karar verilip lehlerine vekâlet ücretine hükmedilmiştir. iv. Katılması hükümsüz kalan kişiye gerekçeli karar başlığında katılan olarak yer verilmiş ve lehine vekâlet ücretine hükmedilmiştir. v. Davaya katılmalarına karar verilen bazı kişiler gerekçeli karar başlığında gösterilmemiş, davaya katılma yönünde talebi bulunmayan bir mağdur gerekçeli karar başlığında katılan olarak gösterilmiştir. vi. Olayda ölen bir kişi, gerekçeli karar başlığında şikâyetçi olarak gösterilmiştir.vii. F.K. ve R.S. hakkında verilen adli para cezasının taksitlendirebilmesine ilişkin normun uygulanıp uygulanmayacağı hususunda bir karar verilmemiştir.viii. Suçun işlendiği yer, gerekçeli karar başlığına yazılmamıştır.ix. Sebebiyet verdikleri yargılama giderlerinin sanıklardan ayrı ayrı tahsiline karar verilmesi gerekirken müştereken tahsiline karar verilmiştir.x. Hükümden sonra yapılan yasal değişiklik uyarınca R.S. hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Bozma sonrası yargılamada Ceza Mahkemesi, bozma ilamına karşı sanıkların ve/veya müdafilerinin beyanını tespit etmiş; yargı çevresinde ikamet eden katılanlara bozma ilamı ekli duruşma günü ile saatini bildirir davetiye çıkarmış, yargı çevresi dışında ikamet eden katılanların beyanlarının tespiti için birçok istinabe talebinde bulunmuş ve sonuçta bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir. Bozma ilamı çerçevesinde yapılan yargılama sonunda 7/2/2012 tarihinde, sanıklara isnat olunan eylemin 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinde düzenlenen tedbirsizlik veya meslek ya da sanatında tecrübesizlik, nizam ve emir ile kaidelere riayetsizlik neticesi olarak demir yolu üzerinde kazaya neden olma suçunu oluşturduğunun Dairenin 12/7/2010 tarihli kararıyla belirlendiği, söz konusu suç için kanunda öngörülen dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle sanıklar hakkında açılan davaların düşürülmesine karar verilmiştir. Karar, bir kısım katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçeli kararın bazı katılanların vekiline tebliğ edilmediğini tespit eden ve bahse konu eksikliğin giderilmesi için 24/4/2013 tarihinde dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar veren Yargıtay Ceza Dairesi ( Daire) 3/2/2014 tarihinde, sanıklara isnat edilen eylemin 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen dikkatsizlik ve tedbirsizlik neticesi birden fazla kişinin ölümüne ve birçok kişinin yaralanmasına sebebiyet verme suçu kapsamında da değerlendirilebileceği sonucuna varmış; sanıkların hukuki durumunun söz konusu norm çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği ve suç eşyası esas defterine kayıtlı eşyalar hakkında bir karar verilmesinin lazım geldiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrası yargılamada Ceza Mahkemesi bozma ilamına karşı sanık R.S.nin beyanını tespit etmiş, yargı çevresi dışında ikamet eden katılanlar ile sanık F.K.nın beyanlarının tespiti için istinabe taleplerinde bulunmuş ve sonuçta bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir. Bozma ilamı çerçevesinde yapılan yargılamanın 24/11/2014 tarihli üçüncü celsesinde, sanık R.S.nin 1 yıl 15 gün hapis ve 50 TL adli para cezasıyla, sanık F.K.nın ise 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 152 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ceza Mahkemesi, kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışlarını gözönünde bulundurduğunda yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varamadığını belirterek sanık R.S. hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermemiş ancak cezasının ertelenmesi hâlinde ileride tekrar suç işlemeyeceği konusunda vicdani kanaate vardığını ifade ederek sanık R.S. hakkında hükmettiği cezaları ertelemiştir. Anılan karar sanık müdafileri ile aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı katılanların vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu vekili temyiz talebinde kusurun tamamen sanıklarda olduğunun gözardı edildiğini, yeniden suç işlemeyeceği yönünde kanaat oluşmadığı gerekçesiyle sanık R.S. hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmediğini ancak aynı sanığa verilen cezaların ertelenmesine karar verilerek çelişkiye düşüldüğünü ve sanıklara verilen cezaların ortaya çıkan zarara nazaran az olduğunu iddia etmiştir. Daire 30/3/2016 tarihinde, katılma isteminde bulunmalarına rağmen bu konuda herhangi bir karar verilmeyen mağdurlara gerekçeli kararın tebliğ edilmediği gerekçesiyle bahse konu eksikliklerin giderilmesi için dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. 26/9/2018 tarihinde Daire;i. Ölenler ve mağdurlar ile bazı katılanların isimlerinin gerekçeli karar başlığında yazılmaması,ii. Davaya katılma hakkı olmayan bir mağdurun gerekçeli karar başlığında katılan olarak gösterilmesi, iii. Katılma talepleri hükümsüz hâle gelen bazı katılanlar ile hatalı olarak davaya katılmasına karar verilen bir mağdura gerekçeli karar başlığında katılan olarak yer verilmesi, iv. Sanıklar hakkında 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen dikkatsizlik ve tedbirsizlik neticesi birden fazla kişinin ölümüne ve birçok kişinin yaralanmasına sebebiyet verme suçundan mahkûmiyet kararı verildiği hâlde gerekçeli karar başlığında suç isminin taksirle demir yolu kazası tehlikesine sebebiyet verme olarak yazılması,v. Suçun işlendiği zaman dilimi ile sanıkların gözaltı, tutuklanma ve tahliye tarihlerinin gerekçeli karar başlığına yazılmaması, vi. Sanıklar hakkındaki hapis cezaları üst hadden tayin edildiği hâlde adalet ve hakkaniyete uygun olmayacak şekilde sanıklara az miktarda adli para cezası tayin edilmesi,vii. Sanık müdafilerinin hükmedilen hapis cezalarının adli para cezasına çevrilmesini ve hükmolunan adli para cezalarının taksitlendirilmesini de kapsayan lehe hükümlerin uygulanmasına ilişkin talepleri hakkında karar verilmemesi, viii. Sanık R.S. hakkında yeniden suç işlemeyeceği hususunda olumlu kanaat edinilemediği gerekçesiyle hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmamasına karar verildikten sonra sabıkasız geçmişinden dolayı ileride tekrar suç işlemeyeceği hususunda olumlu kanaat edinildiğinden bahisle hükmedilen hapis cezasının ertelenmesine karar verilmek suretiyle hükümde çelişkiye neden olunması,ix. Sanıkların gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri sürelerin cezalarından mahsubuna karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,x. Lehlerine maktu vekâlet ücretine hükmolunan katılanların ad ve soyadlarının kararda yazılması gerektiğinin gözetilmemesi, xi. Yaşı küçük bazı katılanlar için vekil görevlendirilmesi nedeniyle zorunlu vekillik ücretlerinin yargılama gideri olarak sanıklardan tahsil edilmesine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,xii. Yargılama giderlerinin her bir sanığa sebebiyet verdikleri tutar kadar ayrı ayrı yükletilmesine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,xiii. Uyulmasına karar verilen 3/2/2014 tarihli bozma ilamında vurgulandığı hâlde suç eşyası esas defterine kayıtlı eşya hakkında bir karar verilmemesi nedenleriyle Ceza Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir. Dairenin bozma ilamına uyan Ceza Mahkemesi 1/4/2019 tarihli dördüncü celsede F.K.nın neticeten 784 TL adli para cezasıyla, R.S.nin ise 352 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiş ve verilen adli para cezalarını birer ay arayla 20 eşit taksite bölüp ertelemiştir. Anılan karar, sanık müdafileri ile aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı katılanların vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Daire, dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle 25/12/2019 tarihinde sanıklar hakkındaki kamu davalarının düşmesine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk Olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:...3 - Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,4 - Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene ... geçmesile ortadan kalkar....” 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:“Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkümiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanın kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müddetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bir kimse tedbirsizlik veya meslek veya sanatında tecrübesizlik veya nizam ve emir ve kaidelere riayetsizlik neticesi olarak demiryolu üzerinde bir kaza vukuu tehlikesine meydan verirse üç aydan otuz aya kadar hapse ve iki yüz liraya kadar ağır cezayı nakdiye ve kaza vukubulmuş ise beş seneye kadar ağır hapse ve yüz elli liradan aşağı olmamak üzere ağır cezayı nakdiye mahkum olur.” 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:“Tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya meslek ve sanatta acemilik veya nizamat, ve evamir ve talimata riayetsizlik ile bir kimsenin ölümüne sebebiyet veren şahıs iki seneden beş seneye kadar hapse ve 250 liradan 500 liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur.Eğer fiil birkaç kişinin ölümünü mucip olmuş veya bir kişinin ölümü ile beraber bir veya birkaç kişinin de mecruhiyetine sebebiyet vermiş ve bu yaralanma 456 ncı maddenin 2 nci fıkrasında beyan olunan derecede bulunmuş ise dört seneden on seneye kadar hapis ve 000 liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası ile mahkum olur.Yukardaki fıkralarda beyan olunan cezalar, kusurun derecesine göre sekizde birine kadar indirilebilir.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun “Zaman bakımından uygulama” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” 5237 sayılı Kanun'un “Dava zamanaşımı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası;...d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,...Geçmesiyle düşer....” 5237 sayılı Kanun'un “Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi” kenar başlıklı maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir. “2) Bir suçla ilgili olarak;a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,Halinde, dava zamanaşımı kesilir. (3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar. (4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.” 5237 sayılı Kanun'un “Taksirle öldürme” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “İnsan haklarına saygı yükümlülüğü” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar.” Sözleşme'nin “Yaşam hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletin yalnızca kasti ve hukuka aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda devletlerin egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediği de hatırlatılmaktadır (B/Birleşik Krallık, B. No:23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM’e göre Sözleşme’nin maddesi, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/Birleşik Krallık [BD], B. No: 23452/94, 28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 31/11/2004, § 71). Bone/Fransa ((k.k.), B. No: 69869/01, 1/3/2005) kararında devletlerin tren istasyonunda bulunan herkesin yaşamını güvence altına almaya yönelik tedbirler almaları yönünde pozitif yükümlülükleri olduğunu belirten AİHM, Kalender/Türkiye (B. No: 4314/02, 15/12/2009) kararında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının demir yolu taşımacılığı gibi potansiyel olarak tehlikeli etkinliklerde muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek demir yolu taşımacılığı gibi tehlikeli bir etkinlik nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insan hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmamasının Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği anlamına gelebileceğini ifade etmiştir (Kalender/Türkiye, § 52). AİHM'in yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğünün usul boyutunun incelenmesi konusunda benimsediği ilkeler için bkz. Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 95, | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6198 | Başvuru, bir yolcu treninin raydan çıkıp birçok kişinin ölümü ile pek çok kişinin yaralanmasına sebep olmasına istinaden bazı kamu görevlileri hakkında yürütülen ceza yargılamasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbiri nedeniyle açılan tazminat davasında yetersiz manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvurucu, terör örgütü propagandası yapma suçunu işlediği iddiasıyla kollukça yakalanıp Cumhuriyet savcısınca verilen karara dayanılarak 15/1/2016 tarihinde gözaltında tutulmuş ve aynı gün Cumhuriyet savcısınca ifadesinin alınması sonrasında serbest bırakılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başvurucu hakkında açılan kamu davasının yargılamasını yapan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, isnat edilen suçun oluşmadığı gerekçesiyle başvurucunun beraatine karar vermiş ve bu karar aleyhine kanun yoluna başvurulmaması nedeniyle 14/10/2019 tarihindekarar kesinleşmiştir. Başvurucu, hakkında uygulanan haksız koruma tedbirleri nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun vd. maddeleri kapsamında tazminat davası açmış ve 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Yargılamayı yürüten İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) haksız gözaltı nedeniyle başvurucuya 300 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, başka hususlara ek olarak hükmedilen tazminat miktarının tazminat hakkını ortadan kaldıracak ölçüde düşük olduğu ve tazminat miktarının belirlenmesinde gözaltı işlemiyle ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulduğu hususunun dikkate alınmadığı iddiasıyla istinaf başvurusu yapmıştır. Bu başvuru İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 12/3/2021 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 17/7/2021 tarihinde öğrendikten sonra 19/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun ifade özgürlüğünün kabul edilemez olduğuna karar veren Komisyonca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/33897 | Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbiri nedeniyle açılan tazminat davasında yetersiz manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. | 1 |
Başvuru, on beş yaşından küçük çocukla cinsel ilişkiye girilmesi suçundan cezalandırılan başvurucunun suçun mağduruyla evlenmiş olmasına karşın cezaevinde tutulmasından dolayı aile hayatının sürdürülememesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/10/1990 doğumludur. Kütahya Cumhuriyet Başsavcılığı, 21/4/2010 tarihli iddianamesiyle, başvurucunun on beş yaşından küçük çocuğun cinsel istismarı suçundan cezalandırılması için kamu davası açmıştır. İddianameye göre başvurucu suç tarihi olan 2007 yılının Aralık ayında on yedi yaşında iken o sıralarda henüz on üç yaşında olan (18/3/1994 doğumlu) mağdure ile aralarında anlaşarak birlikte karı koca hayatı yaşamaya başlamışlar ve mağdure ile birçok kez cinsel ilişkiye girmişlerdir. İddianamede ayrıca başvurucu ile mağdurenin birlikteliğinden 22/4/2008 doğumlu bir çocuğun dünyaya geldiği ve iddianamenin düzenlendiği tarihte mağdurenin beş aylık hamile olduğu belirtilmiştir. İddianamede, suç tarihinde on beş yaşını tamamlamamış çocuk olan mağdurenin cinsel ilişki hususundaki rızasının geçerli sayılmadığı ve suçun oluşumuna etki etmeyeceği de hatırlatılmıştır. Kütahya Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılama sırasında beyanı alınan mağdure, kendi isteğiyle başvurucu ile birlikte kaçtıklarını ve karı koca hayatı yaşadıklarını, bu beraberliklerinden (22/4/2008 doğumlu) bir çocuğunun olduğunu ve ikinci çocuğunu beklediğini belirtmiştir. Başvurucu ise kendi aralarında anlaşarak mağdure ile beraber yaşamaya başladıklarını, mağdurenin yaşını doldurduğunda resmî nikah yapacaklarını belirtmiştir. Mağdurenin annesi beyanında, eşi öldüğü için başkasıyla evlendiğini, mağdurenin ninesinin yanında kaldığını, sanıkla kızının nişanlı olduğunu, kaçtıklarını sonradan öğrendiğini ve sanıktan şikâyetçi olmadığını belirtmiştir. Adli Tıp Kurumu Kütahya Şube Müdürlüğü ve Kütahya Devlet Hastanesinden alınan raporlar ve kemik grafilerine göre hastane doğumlu olan mağdurenin kemik yaşının rapor tarihi olan 19/7/2010 tarihinde on altı olduğu, dolayısıyla suç tarihi olan Aralık 2007'de mağdurenin henüz on üç yaşının içerisinde olduğu bildirilmiştir. Mahkeme, 15/3/2011 tarihli ve E.2010/120, K.2011/49 sayılı kararıyla başvurucunun on beş yaşından küçük çocuğun cinsel istismarı suçu nedeniyle 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Karar gerekçesinde, her ne kadar mağdurenin rızası ile sanıkla birçok kez cinsel ilişkiye girdikleri sabit ise de mağdurenin suç tarihinde on beş yaşından küçük olduğu, göstermiş olduğu rızanın geçerli olmadığı ve suçun oluşumuna da etki etmeyeceği, bu nedenle sanığın zincirleme şekilde çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Ayrıca gerekçede, sanığa verilecek cezanın aynı zamanda mağdureye ve çocuklarına da verilmiş sayılıp sayılmayacağı irdelenmiştir. Kararda, ülkemizde özellikle az gelişmiş bölgelerde erken evliliğin sosyo-kültürel bir olgu olarak yaşandığı, ancak yasalara açıkça aykırı olan ve hem kadınlara karşı işlenen insan hakları suçu hem de çocukların insan hakları ihlali olarak görülen erken evliliklerin engellenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Küçük yaşta isteyerek veya zorla yapılan evliliklerin kız çocuklarının ruhsal ve bedensel gelişimleri üzerinde olumsuz etki yarattığı, eğitimlerinin kesintiye uğramasına neden olduğu, evlilik içi şiddetle daha fazla karşılaşmalarına, kadının statüsünün düşmesine ve bunun sonucu olarak daha da yoğun cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmalarına yol açacağı ifade edilmiştir. Kararda kendisi henüz çocuk iken çocuk sahibi olan kadınların bu çocukları bir yetişkin gibi hayata kazandırabilmesinin mümkün olmadığı, toplumsal ve yasal kurallarla bu bilincin bireylere verilmesi gerektiği, dolayısıyla verilen cezanın toplum açısından caydırıcılık özelliğinin de bulunduğu belirtilmiştir. Hüküm fıkrasında ise cezanın belirlenmesinde sanığın yargılama sürecindeki hal ve davranışlarının lehine takdiri indirim nedeni kabul edilerek cezadan 1/6 oranında indirim yapıldığı ifade edilmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 1/4/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu kararı 12/8/2014 tarihinde müddetname tebliği üzerine öğrenmiş ve 10/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ayrıca başvurucu Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin 23/3/2012 tarihli kararı ile 5237 sayılı Kanun'un maddesi gereğince uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçunu işlemesi nedeniyle 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Söz konusu ceza Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir ve ceza infaz edilmektedir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun suç tarihinde yürürlükte olan "Çocukların cinsel istismarı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı (18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli) şöyledir:"(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden; a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, ..., anlaşılır. (2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.... " 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli) (2) numaralı fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğu yönündeki itiraz Anayasa Mahkemesinin 12/11/2015 tarihli ve E.2015/43, K.2015/101 sayılı kararıyla reddedilmiştir. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hukuka uygun şekilde özgürlükten yoksun bırakılmanın doğal sonucu olarak ilgilinin özel hayatına ve aile hayatına yönelik bir kısıtlama içereceğini birçok kararında vurgulamıştır (Khoroshenko/Rusya [BD], B. No:41418/04,30/06/2015, § 106; Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15052 | Başvuru, on beş yaşından küçük çocukla cinsel ilişkiye girilmesi suçundan cezalandırılan başvurucunun suçun mağduruyla evlenmiş olmasına karşın cezaevinde tutulmasından dolayı aile hayatının sürdürülememesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; hakkında gözaltı tedbiri uygulanan başvurucuya ilişkin yargılamanın düşme kararıyla sonuçlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu ile güvenlik güçleri arasında yaşanan tartışma sonrasında başvurucu hakkında gözaltı tedbiri uygulanmıştır. Başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme, hakaret ve yaralama suçlarından yapılan yargılama sonucunda başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Güvenlik güçleri hakkında yaralama ve hakaret suçlarından yürütülen yargılamada ise sanıkların mahkûmiyetine karar verilmiştir. Her iki yargılama bakımından da iki davanın birleştirilerek görülmesi gerektiği gerekçesiyle Yargıtay tarafından bozma kararları verilmiştir. Bozma kararları üzerine yargılamalar İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesinde birleştirilmiştir. Mahkeme güvenlik güçleri hakkındaki yargılamanın Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) de görevsizlik kararı verilmesi üzerine dosya Yargıtay Ceza Dairesine ( Ceza Dairesi) gönderilmiştir. Ceza Dairesinin kararı uyarınca dosyanın iletildiği Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 28/2/2017 tarihinde başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçları açısından zaman aşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kamu davasının düşürülmesine karar verilmiştir. Güvenlik güçleri hakkında ise yaralama ve hakaret suçlarından mahkûmiyet kararı verilmiştir. Kararın Ceza Dairesince 28/1/2019 tarihli kararla başvurucu bakımından onanmasına, güvenlik güçleri açısından bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucu onama kararını 20/6/2019 tarihinde öğrenmiş, 27/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden 2017/14824 sayılı başvuruda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Bu başvurunun ise Komisyonca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından birlikte yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23373 | Başvuru; hakkında gözaltı tedbiri uygulanan başvurucuya ilişkin yargılamanın düşme kararıyla sonuçlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisi bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden Komisyonca ayırma kararı verilerek anılan şikâyet 2019/118 başvuru numarasına kaydedilmiş ve belirtilen şikâyetin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna 2/4/2019 tarihinde karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1974 doğumlu olan başvurucu 2002-2017 yılları arasında davalı asıl işveren Anadolu Üniversitesi (Kurum) bünyesinde değişik alt işverenler (şirket) nezdinde temizlik işçisi olarak çalışmıştır. 2017 yılında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) yönelik yürütülen operasyonlar kapsamında Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu hakkında soruşturma başlatılmış, başvurucu 8/3/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. 9/3/2017 tarihinde Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğünde (Emniyet) başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu; ifadesinde özetle darbe girişimi ile birlikte FETÖ/PDY'den haberdar olduğunu, örgütün herhangi bir organizasyonuna katılmadığını, evlerinde yahut yurtlarında kalmadığını, 2012-2013 yılı eğitim döneminde fiyatının uygun olması nedeniyle kızını Özel Anafen Dershanesine gönderdiğini, dershane tarafından zorunlu tutulduğu için bu süre boyunca bir yıllığına Zaman gazetesine abone olduğunu, Bank Asya hesabının olmadığını, örgüte maddi/manevi destek vermediğini, hiçbir bağış ve yardımının olmadığını beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca ByLock ve benzeri programları telefonuna indirmediğini, ByLock programının yüklü olduğu tespit edilen ve üzerine kayıtlı telefon hattını kullanmadığını, bu hattı kardeşi O.F.A.nın kullandığını, kardeşinin öğretmen olduğunu, yaklaşık dört beş yıldır aralarının iyi olmadığını, bu sebeple böyle bir programı yükleyip yüklemediğini bilmediğini beyan etmiştir. Başvurucu, kendisine ve kızına ait olduğunu ifade ettiği telefon hatları üzerinden Osmangazi Üniversitesinde öğretim üyelerinden sorumlu olduğu değerlendirilen O.B. ile irtibata geçtiği tespiti üzerine ise O.B.yi tanımadığını, her ne kadar araları açık olsa da dönem dönem köyde beraber iş yaptıkları için kardeşi ile bir araya gelmek zorunda kaldığını, bu görüşmelerin muhtemelen kardeşinin kendi telefonlarını kullandığı zamanlarda gerçekleştiğini ifade etmiştir. 14/3/2017 tarihinde Başsavcılık sorgusu için tekrar ifadesi alınan başvurucu, Emniyette verdiği beyanları tekrarlayarak atılı suçu işlemediğini belirtmiştir. Başvurucu 14/3/2017 tarihinde tahliye edilmiştir. İşveren Kurum 17/3/2017 tarihli yazı ile başvurucuya iş akdinin feshedildiğini bildirmiştir. Yazının ilgili kısmı şu şekildedir:"...kanunların suç saydığı yapılar ile ilişkinizin var olduğu yönünde kuvvetli şüphe ve 2016 tarihinde ülkemizde meydana gelen olayların birlikte değerlendirilmesi sonucunda...iş akdiniz 2017 tarihi mesai bitimi itibariyle bildirimsiz ve tazminatsız olarak feshedilmiştir." Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Kurum ile şirket aleyhine 17/4/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; her ne kadar hakkında gözaltı tedbiri uygulanmış ise de delil yetersizliğinden dolayı adli kontrol tedbirleri dahi uygulanmaksızın salıverildiğini, şüpheli sıfatıyla ifade verdiği güne kadar tarafına yönelik hiçbir cezai takibat gerçekleştirilmediğini, hakkında kovuşturma dahi açılmadığı hâlde işten çıkarılmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Eskişehir İş Mahkemesi 27/11/2017 tarihli kararında davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dosya kapsamında yapılan incelemede davacının iş sözleşmesinin, FETÖ/PDY Terör örgütü ile ilişkisinin bulunduğu yönündeki kuvvetli suç şüphesi nedeniyle feshedildiği anlaşılmaktadır.Dosya kapsamında Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen ifade tutanağı incelenmiş olup, davalı işveren tarafından yapılan feshin açık bir şekilde haklı ve geçerli olduğu anlaşılmıştır.Tüm bu nedenlerle davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. " Başvurucu, karara karşı 4/1/2018 tarihinde istinaf talebinde bulunmuş; derece mahkemesi tarafından tanık dinletme ve ceza soruşturmasının bekletici mesele yapılması yönündeki taleplerinin karşılanmadığını, yeterli inceleme ve araştırma yapılmadığını, kararın usul ve esas açısından kanuna aykırı olduğunu belirterek kaldırılmasını, davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Öte yandan Başsavcılık 15/3/2018 tarihli kararı ile başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"UYAP sistemi üzerinden dosyanın incelenmesinden ve ilgili kısımları soruşturma evrakına eklenen iddianame kapsamından O.F.A'nın, Eskişehir ilinde polis memurlarından sorumlu Ferhat kod adını kullanan mahrem imamlarından olduğu, şüpheli Ali Faik Aygün adına kayıtlı 543 .. numaralı telefon hattını başından itibaren kendisinin kullandığı ve bu telefon hattına 2014 tarihinde bylock programımı yükleyip kullandığının anlaşıldığı...Soruşturma kapsamından, şüphelinin aracında adli emanetin 2017/2100 sırasında kayıtlı Fethullah Gülen'e ait ”Altın Nesil-2" ibareli teyp kasedinin ele geçirildiği,Şüphelinin savunmasında, bu kasetin kendisine ait olmadığını savunduğu, böyle bir kasetin varlığından haberdar olsaydı bu süreçte bu kaseti imha etmesi gerektiğini savunduğu, bu savunmasının evrak kapsamı ve - hayatın olağan akışına uygun olduğunun değerlendirildiği, ayrıca kasetin şüpheliye ait olduğu kabul edilse dahi hangi tarihte alındığı, ne amaçla alındığının betli olmadığı, dijital materyaller üzerinde yapılan inceleme sonucu hazırlanan bilirkişi raporuna göre de örgütle illisaklı ve irtibatlı olduğuna ilişkin bir tespitin yapılamadığı da nazara alındığında sadece bu kasetin aracında bulunmasından dolayı şüphelinin örgütle irtibatlı olduğunun kabul edilemeyeceği.Dolayısıyla yukarıda açıklanan nedenlerle; şüphelini FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüyle iltisaklı ve irtibatlı olduğuna, dolayısıyla örgüt üyesi olduğuna ya da adı geçen örgüte yardım ettiğine ilişkin hakkında kamt davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği anlaşılmakla,Şüpheli hakkında FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne Üye olmak suçundan hakkında kamu adına KOYUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA...[karar verildi.]" Başvurucu 22/3/2018 tarihli bir ek beyan dilekçesi ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı istinaf merciine iletmiş ve davanın sonucunu etkileyecek nitelikte olduğundan bahisle ceza soruşturmasının akıbetinin dikkate alınmasını talep etmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 24/5/2018 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Davacının FETÖ/PDY bağlantısı kapsamında soruşturma geçirip gözaltında kaldığı, soruşturmanın devam edip gizlilik kararı bulunduğu, dosya içerisine gönderilen ifade tutanağı örneklerinden davacının kızını Ana-Fem dersanesine gönderip Zaman Gazetesine abone olduğu, adına kayıtlı telefonda BYLOCK programı bulunduğu, 26 TR 528 plakalı aracında Altın Nesil 2 Konferans yazılı ve Fetullah Gülen yazılı teyp kasedi bulunduğu, soruşturma devam etmekle feshinin şüphe feshi olduğu, davalı işverenin davacı işçisine karşı oluşan şüphe nedeniyle güven ilişkisinin sarsıldığı, bu durumda iş akdini yürütmesinin davalı taraftan beklenemeyeceği açıktır.Mahkeme gerekçesinde feshin haklı ve geçerli nedene dayandığı belirtilmişse de şüphe feshi geçerli nedene dayanan bir fesih olup davacının iş akdinin haklı değil geçerli nedenle feshedildiği anlaşılmış, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, vakıa mahkemesi hakiminin objektif, mantıksal ve hayatın olağan akışına uygun, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, HMK’nın maddesi uyarınca istinaf sebepleriyle sınırlı olarak ve resen kamu düzeni yönünden yapılan inceleme sonucu; ilk derece mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı kanaatine varılarak, davacı tarafın istinaf başvurusunun esas yönünden reddine dair hüküm kurmak gerekmiştir." Nihai karar 12/6/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir....Davacının hakkında derdest bulunan ceza yargılamasında, 'mor beyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23712 | Başvuru, güven ilişkisi bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, ortak murislerinin uzun süredir kullandığı ve tasarrufu altında bulundurduğu taşınmazın kadastro çalışmaları sırasında başka şahıslar adına tespiti nedeniyle açılan kadastro tespitine itiraz davasının makul süreyi aşarak yaklaşık 22 yılda tamamlandığını, yargılamanın uzun sürmesi sebebiyle taşınmazdan yararlanma ve gelir elde etme haklarını kullanamadıklarını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 29/1/2013 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 24/7/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı’nın 7/9/2013 tarihli görüş yazısı 18/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 25/9/2013 tarihinde ibraz etmiştir A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların ortak murisi Mehmet TOKAY, Mardin ili Kızıltepe ilçesi Cumhuriyet mahallesi Zergan Deresi mevkiinde bulunan 79 ada 6 ve 7 nolu parsellerde yer alan 000,00 m2 yüzölçümlü taşınmazları 4/6/1982 tarih ve 15 sayılı tapu kaydına dayanarak kadastro tespitinin yapıldığı 1989 tarihine kadar herhangi bir dava ve çekişme olmaksızın tasarrufu altında bulundurmuştur. 79 ada 7 nolu parselde yer alan 894,77 m2 yüzölçümlü taşınmaz, 14/9/1989 tarihinde yapılan kadastro çalışmasında Ekim 1984 tarih, 3 sıra numaralı ve Ekim 1986 tarih, 21 sıra numaralı tapu kayıtlarına dayanılarak Nurettin ÖNER, Yusuf KURTULUŞ, Tahir KURTULUŞ ve Şeyhmus KURTULUŞ adlarına ve tarla vasfıyla tespit edilmiştir. Bunun üzerine başvurucuların murisi Mehmet TOKAY, Haziran 1982 tarihli tapu kaydına ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak 25/9/1990 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde (Mahkeme) kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Mahkeme dayanak tapu kayıtları ile bunların geldisi ile krokisini Tapu Sicil Müdürlüğünden istemiştir. Davalı Nurettin ÖNER, başvurucuların murisi Mehmet TOKAY aleyhine önce Kaymakamlığa başvurarak idari men talep etmiş ve bu yönde karar almıştır. Ayrıca Mehmet TOKAY hakkında idari men kararına uymadığı gerekçesiyle Kızıltepe Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilen mahkûmiyet kararı bulunduğu anlaşılmıştır. Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi verilen idari men kararının geçersiz olduğu yönünde karar vermiştir. Davalı Nurettin ÖNER, Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesine E.1993/312 sayılı dosya ile men-i müdahale davası açmış, dosya görevsizlik kararıyla Kadastro Mahkemesine gelmiştir. Mahkemece 9/11/1992 tarihinde taşınmazda keşif yapılmış, keşifte dinlenilen mahalli bilirkişiler, taşınmazın başvuruculara ait tapu ve tescil krokisi içinde kaldığını, başvurucuların murisinin zilyetliği ve tasarrufunda bulunduğunu, zilyetliğinin nizasız fasılasız sürdüğünü, davalıların zilyetliğinin olmadığını ve davalılara ait tapu kaydının dava konusu taşınmazı kapsamadığını beyan etmişlerdir. Mahkemece 14/5/1998 tarihinde yeniden keşif yapılmış, keşifte dinlenilen mahalli bilirkişiler, dava konusu taşınmazın başvurucuların murisine ait olduğunu ve onun tarafından kullanıldığını, davalıları taşınmazı kullanırken görmediklerini beyan etmişlerdir. Başvurucuların murisi davacı Mehmet TOKAY, 1/5/2003 tarihinde vefat etmiştir. Bu aşamadan sonra davayı, murisin eşi ve çocukları olarak başvurucular takip etmişlerdir. Dava konusu taşınmazda 11/7/2008 tarihinde yeniden keşif yapılmış ve mahalli bilirkişiler ilk iki keşifte ifade edilen bilgiler doğrultusunda başvurucuların murisinin taşınmazı kullandığı, davalıların taşınmazda zilyetliklerinin olmadığı yönünde beyanda bulunmuşlar, fen bilirkişisi başvurucuların dayandığı tapunun uyuşmazlık konusu taşınmazı kapsadığını ifade etmiş, başvurucuların dayandığı tapu kök kaydının krokisi okunarak sınırlarının tapu kaydı ile aynı olduğu görülmüştür. Mahkeme, 26/11/2008 tarih ve E.1990/690, K.2008/17 sayılı kararıyla ve toplanan deliller ışığında taşınmazın başvurucuların dayanak tapusu kapsamında kaldığı, davalıların dayanak tapu kaydının taşınmaza uymadığı, bilirkişi beyanlarının başvurucuların murisinin zilyetliğini gösterdiği, 1989 yılından önce taşınmazın mülkiyetine ait bir çekişme bulunmadığı gerekçesiyle davayı başvurucular yönünden kabul ederek davalılar adına yapılan tespitin iptali ile Mehmet TOKAY’ın vefatı nedeniyle mirasçıları olan başvurucular adına payları oranında taşınmazın tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde ayrıca taşınmazın Mehmet TOKAY ve onun ölümü üzerine mirasçıları olan başvurucular tarafından kullanılmaya devam edildiğini tespit etmiştir. Karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Hukuk Dairesi, 27/3/2012 tarih ve E.2011/6981, K.2012/2817 sayılı kararıyla, ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır. Davalıların karar düzeltme talebi Yargıtay aynı dairesinin 31/12/2012 tarih ve E.2012/9729, K.2012/11927 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Kesinleşen karar başvuruculara 25/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Tescil” başlıklı maddesi şöyledir:“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.” 4721 sayılı Kanun’un “Olağanüstü zaman aşımı” maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Kadastro çalışma alanı, ilan ve itiraz” kenar başlıklı maddesinin 5304 sayılı Kanunla değişik üçüncü fıkrası şöyledir: “…Sınır tespitlerinde; komşu mahalle veya köyün bilgi ve belgelerinden istifade edilir.Tespit edilen sınır harita veya ölçü krokisinde gösterilir. Kadastro teknisyenlerince tespit edilen sınıra yedi gün içerisinde kadastro müdürlüğü nezdinde itiraz edilebilir. Kadastro müdürü, bu itirazı inceleyerek yedi gün içerisinde karara bağlar. İlgililer hazırsa tefhim, değilse derhal tebliğ edilen bu karara karşı yedi gün içerisinde kadastro mahkemesine itiraz edilebilir. Bu itiraz, duruşmasız ve gerektiğinde mahallinde inceleme yapılarak, onbeş gün içinde kesin karara bağlanır. Ancak; tespit edilen bu sınıra karşı kesinleşmiş mahkeme kararı var ise aynı konuda itirazda bulunulamaz. …” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre” başlıklı maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:“Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın, taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.” 3402 sayılı Kanun’un “Kayıt ve belgelerin kapsamını tayin” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir“Tapu kayıtları ile diğer belgelerin kapsadığı yeri tayinde; A) Kayıt ve belgeler, harita, plan ve krokiye dayanmakta ve bunların yerlerine uygulanması mümkün bulunmakta ise, harita, plan ve krokideki sınırlara itibar olunur. B) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır. C) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar, değişebilir ve genişletilmeye elverişli nitelikte ise, bunlarda gösterilen miktara itibar olunur. Ancak değişebilir ve genişletilmeye elverişli sınırlardaki taşınmaz malların kayıtları, fizik yapıları ve konumları itibariyle belli bir yeri kapsıyorsa, tespit o sınır esas alınarak yapılır.…” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1122 | Başvurucular, ortak murislerinin uzun süredir kullandığı ve tasarrufu altında bulundurduğu taşınmazın kadastro çalışmaları sırasında başka şahıslar adına tespiti nedeniyle açılan kadastro tespitine itiraz davasının makul süreyi aşarak yaklaşık 22 yılda tamamlandığını, yargılamanın uzun sürmesi sebebiyle taşınmazdan yararlanma ve gelir elde etme haklarını kullanamadıklarını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talebinde bulunmuşlardır. | 1 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atma tazminatının düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Şırnak'ın İdil ilçesi Sırt köyü 736 parsel numaralı taşınmazın malikidirler. Başvurucular 27/4/2004 tarihinde İdil Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmışlardır. Mahkemece 17/6/2004 tarihinde, başvuru konusu arazinin kamulaştırıldığı belirtilerek davanın ispat edilememesi nedeniyle reddine karar verilmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 13/7/2010 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesinde, başvuru konusu taşınmaza 1976 yılında el atıldığı açıklandıktan sonra 30/6/2010 tarihinde yürürlüğe giren 18/6/2010 tarihli ve 5999 sayılı Kanun ile 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na eklenen geçici maddesi hükmü doğrultusunda işlem yapılması gerektiği belirtilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkemece 17/12/2011 tarihinde iki kadastro, iki ziraat, bir inşaat, bir fotoğrafçı ve bir mülk bilirkişisinden oluşan Bilirkişi Kurulu eşliğinde keşif yapılmıştır. Keşifte, başvuru konusu parselin içinden direkt BOTAŞ boru hattı geçtiğinin gözlemlendiği belirtilmiştir. Keşif sonucu ziraat bilirkişileri tarafından düzenlenen 12/3/2012 tarihli raporda; başvuru konusu taşınmazın konumu, niteliği ve diğer tüm özellikleri dikkate alınarak zirai gelir metodu ile bozma kararından sonraki dava tarihi yani 2011 yılı esas alınarak kamulaştırmasız el atma tazminatı 106,92 TL olarak hesaplanmıştır. 30/9/2014 tarihli ek bilirkişi raporunda ise dava açma tarihi olan 2004 yılı esas alınarak kamulaştırmasız el atma tazminatı 418,44 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkemenin 18/12/2014 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; başvuru konusu taşınmazdan petrol boru hattının geçtiği, kamulaştırma işlemlerinin usulüne uygun tamamlanmadığı açıklandıktan sonra 418,44 TL tazminatın 27/4/2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile başvuruculara ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular tarafından temyiz edilmeyip davalı idare tarafından temyiz edilen karar, Dairenin 20/1/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. Davalı idarenin karar düzeltme talebi de yine aynı Dairenin 8/5/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir.Gerekçeli karar, başvurucular vekiline 10/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 24/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kamulaştırma bedelinin değer kaybı şikâyetleri ile ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri (B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18-33) başvurusu hakkında verilen karar. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları ve yargı kararının icra edilmemesi şikâyetlerine yönelik oluşturulan hukuk yolu için bkz. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14) başvurusu hakkında verilen karar. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3703 | Başvuru, kamulaştırmasız el atma tazminatının düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Uşak Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla 18/6/2013 tarihinde gözaltına alınmıştır. Savcılık 19/6/2013 tarihinde başvurucunun ifadesini almış ve aynı tarihtekasten öldürme suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu Uşak Sulh Ceza Mahkemesine sevk etmiştir. Uşak Sulh Ceza Mahkemesi 19/6/2013 tarihinde başvurucunun kasten öldürme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başsavcılık 3/9/2013 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında kasten öldürme, kasten yaralama, silahla tehdit ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Uşak Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) E.2013/169 sayılı dosya üzerinden yargılamaya başlamış, ayrıca başvurucu hakkında kasten yaralama suçundan açılan ve yargılamasına Uşak Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/229 sayılı dosyasında başlanan davanın da asıl yargılama dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir. Mahkeme 3/11/2015 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, başvurucunun tutukluluğun devamı kararına yaptığı itirazı Uşak Ağır Ceza Mahkemesi 16/11/2015 tarihinde reddetmiştir. Anılan karar başvurucuya 26/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 14/9/2017 tarihinde başvurucunun kasten öldürme suçundan 25 yıl hapis, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan 10 ay hapis ve adli para cezası, silahla tehdit suçundan 1 yıl 8 ay hapis ve kasten yaralama suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dosya istinaf kanun yolu incelemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18920 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından eşi ve eşinin kardeşi öldürüldüğü hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/10/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 11/4/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, eşinin ve eşinin kardeşinin terör örgütü mensupları tarafından 16/9/1994 tarihinde Batman ili Sason ilçesi Kaleyolu köyü Sarıgan mezrasına yapılan baskında öldürüldüğünü, bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 20/7/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 21/1/2011 tarihli ve 2011/1-572 sayılı kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyada yer alan diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucu Sason ilçesi Kaleyolu köyünün boşaltılmadığı, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığı, köyde 1990 ile 2000 yılları arasında ciddi bir nüfus yaşadığı anlaşıldığından talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/2164, K.2011/1360 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 0490-18647-11/Ter.Suç.Ks sayılı Batman Valiliği'ne hitaben yazılı boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısından; Şeyhan, Sarıgan, Yamanlı Mezralarının1993-2000 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının 01/10/2009 tarih ve 3700-63966-09/GKK/Ks. sayılı ve eki 2009 tarihli tutanağa göre, 1987-2000 yılları arasında SarıyaylaKöyü'ndeGKK veGÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 39 hanenin ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990 yılında 758, 1997 yılında 505, 2000 yılında, 590 kişi olduğu, Batman/Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 2009 tarih ve 185 sayılı yazısına göre; yapılan araştırmalarda, 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA'ya gönderildiği, Sason İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün 2006 tarihli yazısından, Kaleyolu Köyü İlköğretim Okulu'nuneğitim ve öğretime açık olduğunun ifade edildiğigörülmektedir.Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Kaleyolu Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemektedir...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/3013, K.2013/487 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 12/11/2013 tarihli ve E.2013/11960, K.2013/8163 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 8/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7400 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından eşi ve eşinin kardeşi öldürüldüğü hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, vergi borcuna dayalı olarak motorlu taşıtın haczedilerek satılamamasına rağmen makul bir sürede iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu demir çelik ihracatı alanında faaliyet gösteren bir şirkettir. Başvurucu tarafından 2000 yılına ait kurumlar vergisi borçlarının ödenmediği gerekçesiyle Zincirlikuyu Vergi Dairesince (İdare veya Vergi Dairesi) haciz kararı alınmıştır. Bu haciz kararı çerçevesinde 8/10/2003 tarihinde başvurucuya ait 34 TY 2132 plaka sayılı 2001 model otomobil fiilen haczedilmiş ve İdarenin otoparkına alınmıştır. Vergi Dairesince yapılan fiili haciz sırasında aracın ruhsatı ibraz edilememiştir. Trafik siciline de haciz şerhi işlenmiş ve 10/3/2004 tarihinde dosyanın tekemmül ettiği belirtilerek İdarece aracın satışı işlemlerine başlanmıştır. Vergi Dairesi 1/4/2004 ve 8/4/2004 tarihlerinde aracı açık artırma suretiyle satışa çıkarmış ancak alıcı çıkmadığından söz konusu araç bu tarihlerde satılamamıştır. İdarece aracın pazarlık suretiyle satışı girişimleri de sonuçsuz kalmıştır. Bu arada başvurucu şirketin hacze konu vergi borçlarını ödemesi üzerine Vergi Dairesi 28/1/2005 tarihinde, araç üzerindeki hacizlerin kaldırıldığını ve aracın teslim alındığı hâliyle iade edilebileceğini bir yazı ile başvurucuya bildirmiştir. Bu yazı başvurucuya 23/2/2005 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun ayrıca haciz işlemiyle ilgili olarak bilgi edinme başvurusunda bulunması üzerine Vergi Dairesi bu defa 17/3/2005 tarihli yazı ile başvurucuyu bilgilendirmiştir. Bu bilgilendirme yazısında; başvurucunun 2002 takvim yılına ait vergi borçlarıyla ilgili ihtiyati haciz kararı bulunduğu, bu nedenle konulan haciz şerhleri baki kalmak kaydıyla aracın teslim edilebileceği bildirilmiştir. Başvurucu ise bu yazılara rağmen aracı teslim almamıştır. Vergi Dairesi, şirketin bu defa 2000 takvim yılına ait muhtelif vergi borçları nedeniyle ödeme emrinin 29/9/2005 tarihinde tebliğ edildiği; ancak, bir ödeme yapılmadığını gerekçe göstererek 10/10/2005 tarihinde yine haciz kararı almıştır. Bu kapsamda 18/10/2005 tarihinde başvurucunun söz konusu aracı yeniden fiili olarak haczedilmiştir. Başvurucu, aracı hakkında ilk uygulanan haciz işlemi nedeniyle uğradığını belirttiği 990 TL tutarındaki maddi zararının tazmini istemiyle Vergi Dairesi aleyhine 21/1/2008 tarihinde İstanbul Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 28/1/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, İdarece aracın haczedildiği tarihte araca ait ruhsatın teslim edilmemiş olması nedeniyle dosyanın ancak 10/3/2004 tarihinde tekemmül edebildiğine ve bu nedenle ilk satış işleminin geciktiğine vurgu yapılmıştır. Mahkeme ayrıca, aracın satışının yapılamaması üzerine İdarece aracın iade edilebileceğinin başvurucuya iki ayrı yazı ile bildirildiğini ancak başvurucunun aracı teslim almadığını belirtmiştir. Son olarak Mahkeme, Vergi Dairesinin ızrar kastıyla hareket ettiğinin başvurucu tarafından ispatlanamadığını ve davalı İdarenin haciz sırasında kusurlu veya kanuna aykırı davrandığından söz edilemeyeceğini açıklamıştır. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm, Danıştay Dördüncü Dairesinin 28/3/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 1/4/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 30/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 21/7/1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un "Cebren tahsil ve şekilleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Ödeme müddeti içinde ödenmiyen amme alacağı tahsil dairesince cebren tahsil olunur. Cebren tahsil aşağıdaki şekillerden herhangi birinin tatbikı suretiyle yapılır:... Amme borçlusunun borcuna yetecek miktardaki mallarının haczedilerek paraya çevrilmesi,...” 6183 sayılı Kanun'un "Haciz" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur." 6183 sayılı Kanun'un "Menkul malların haczi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her türlü menkul mallar cins ve nevileri, vasıfları, alametleri, sayı ve miktarları ve tahmin edilen değerleri haciz zaptında tesbit edilmek suretiyle haczolunur.(Ek fıkra: 16/6/2009-5904/24 md.) Resmi sicile kayıtlı olan menkul malların haczi, sicillerine işlenmek üzere sicilin tutulduğu daireye tebliğ edilmek suretiyle de yapılır. Tahsil dairelerince düzenlenen haciz bildirileri, alacaklı tahsil dairelerince ya da alacaklı amme idaresi vasıtasıyla, posta yerine elektronik ortamda tebliğ edilebilir ve bu tebligata elektronik ortamda cevap verilebilir. Elektronik ortamda yapılacak tebliğe ve cevapların elektronik ortamda verilebilmesine ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir." 6183 sayılı Kanun'un "Menkul malların satışı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Menkul mallar tahsil dairelerince, köylerde ihtiyar kurullarınca haciz yapıldığı tarihin üçüncü gününden itibaren üç ay içinde satışa çıkarılır." 6183 sayılı Kanun'un "Satış şekli, artırma ve ilan" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Menkul mallar, tahsil dairelerinin satış mahallinde açık artırma ve peşin para ile satılır. Tahsil dairesince uygun görülmesi halinde, artırma malın mahallinde de yapılabilir. Açık artırma ile satışa çıkarılan mal, artırma sonunda üç defa yüksek sesle duyurulduktan sonra en çok artırana ihale edilir..." 6183 sayılı Kanun'un "Satılamıyan menkul mallar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Haczedilen menkul mallara verilen bedel 81 inci maddede tesbit olunan değerin % 75 inden aşağı olursa veya hiç alıcı çıkmazsa, ilk artırma tarihinden başlıyarak 15 gün içinde uygun görülen zamanlarda bu mallar tekrar satışa çıkarılır. Bu ikinci artırmada verilen bedel ne olursa olsun satış yapılır.Menkul mallar yerinde veya başka yere götürüldüğü halde yine satılmaz veya taşıma giderlerinin çokluğu yüzünden başka yere götürülmesi uygun görülmezse yukardaki 15 günlük sürenin bitmesinden itibaren 6 ay içinde pazarlıkla satılır. Bu suretle de satılamadığı takdirde haczedilen mallar borçluya geri verilebilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin özünde mülkiyet hakkını güvence altına aldığını kabul etmektedir. Mahkemeye göre bu madde üç belirgin kural içermektedir. Bu kurallardan ilki, maddenin birinci paragrafının birinci cümlesinde yer alan mülkiyetin barışçıl yararlanmaya (mülkiyetin dokunulmazlığına saygı) ilişkin genel nitelikli kuraldır. İkinci kuralın bulunduğu birinci paragrafın ikinci cümlesi ise mülkiyetten yoksun bırakmayı içerir ve bunu bazı koşullara bağlar. İkinci paragrafta yer alan üçüncü kural ise taraf devletlere mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolünü veya vergilerin ya da diğer katkıların veya cezaların yerine getirilmesini sağlama yetkisi tanımaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75-7152/75, 23/9/1982, § 61). Ancak bu üç kuralın birbirleriyle bağlantısız olmayıp ikinci ve üçüncü kuralların, genel nitelikli birinci kuralın ışığında incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 37; Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9006/80-9262/81-9263/81-9265/81-9266/81-9313/81-9405/81, 8/7/1986, § 106). AİHM içtihatlarında vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafında öngörülen üçüncü kural kapsamında değerlendirilmektedir. AİHM ayrıca, vergi borcunun ödenmemesi nedeniyle borçlunun mallarının haczedilmesi ve satılması dâhil çeşitli tedbirlerin alınması bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi olduğunu kabul etmektedir (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, B. No: 15375/89, 1995, § 59, 60, 68; Lindkvist/Danimarka (k.k.), B. No: 25737/94, 9/9/1998). Mülkiyeti muhafaza kaydıyla satılan malın vergi borcu nedeniyle haczi şikâyeti hakkındaki Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda (§§ 60-74) kararında AİHM, iç hukukta öngörülen başvurucunun alabileceği tedbirleri de dikkate alarak müdahalenin ölçülü olduğuna karar vermiştir. Yine Lindkvist/Danimarka kararında da benzer şekilde başvurucunun araçları ile banka hesaplarına vergi borçları nedeniyle haciz konularak satılmasının hukuka dayalı olup içerdiği meşru amaç ile karşılaştırıldığında ölçülü olduğu kabul edilmiştir. Öte yandan AİHM, her el koymanın muhakkak bir zarara yol açtığını kabul etmektedir. Ancak Mahkeme, el koyma işleminin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 33; Borzhonov/Rusya, § 61; Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36). Ancak AİHM'e göre el koymanın kaçınılmaz olanın üzerinde bir zarara yol açtığını kanıtlama külfeti başvurucuya düşmektedir (Raimondo/İtalya, § 33). Borzhonov/Rusya (§§ 61-63) kararında, el konulan otobüsün yapılan kanun değişikliğiyle sahibine iadesi gerektiği hâlde kamu makamlarının altı yıl boyunca hareketsiz kalması, kaçınılmaz olandan daha ağır bir zarar olarak görülmüştür. Raimondo/İtalya başvurusunda başvurucu, kolluk görevlilerinin, el konulan taşınmazını korumak için yeterli tedbiri almadığı için harap edildiğini ileri sürmüştür. AİHM ise başvurucunun bu iddiasını destekleyen herhangi bir kanıt ileri süremediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir (Raimondo/İtalya, §§ 31-33). Son olarak Jucys/Litvanya (§§ 34-39) kararında da, sonradan beraat eden başvurucunun el konulan kürklerinin -davanın karmaşık bir yönü de olmamasına rağmen- iade sürecinin yaklaşık sekiz yılı aşan bir süreyi bulmasının ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır. AİHM ayrıca, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde ölçülülüğün, başvurucunun davranışlarını da içeren pek çok etkene dayalı olarak değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmektedir (Waldemar Nowakowski/Polonya, B. No: 55167/11, 24/7/2012, § 50; Yıldırım/İtalya (k.k.), B. No: 38602/02, 10/4/2003). Waldemar Nowakowoski/Polonya kararında, antika silah koleksiyonu yapan başvurucunun ruhsatsız silahlarının müsadere edilmesi, başvurucunun bu konuda üzerine düşen gerekli özeni yerine getirmemesi nedeniyle makul görülmekle birlikte, ruhsatı bulunan diğer antika silahların da koleksiyonun bozulmaması amacıyla müsadere edilmesi tazminat gibi herhangi bir güvence ölçütü de sağlanmadığından ölçülü görülmemiştir (Waldemar Nowakowoski/Polonya, §§ 44-58). Yıldırım/İtalya kararında ise başvurucunun suç tarihinden birkaç gün önce kiraladığı otobüsünün göçmen kaçakçılığında kullanılması nedeniyle el konularak müsadere edilmesi, başvurucunun üzerine düşen özen yükümlülüğünü yerine getirdiğini ve iyi niyetli olduğunu ispat edemediği yönündeki derece mahkemelerinin kararlarına atıfla ölçülü görülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10283 | Başvuru, vergi borcuna dayalı olarak motorlu taşıtın haczedilerek satılamamasına rağmen makul bir sürede iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin güncel değerinin ödenmesi talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Kamulaştırma Süreci Başvurucuların hisse sahibi olduğu başvuru konusu Afyonkarahisar ili Sandıklı ilçesine bağlı Yeniçay Mahallesi'nde kâin 1035 parsel sayılı taşınmazın 618 m²lik kısmının, Sandıklı Bakımevi Tesisleri sahasında kalması nedeniyle kamulaştırılması için Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından 7/5/1976 tarihinde kamu yararı kararı alınmıştır. Başvuru konusu taşınmaza 28/5/1976 tarihinde kıymet takdiri yapılarak 678,72 TL kamulaştırma değeri biçilmiştir. Başvuru formu ekinde sunulan kamulaştırmaya ilişkin Antalya Noterliğince düzenlenen 30/6/1976 tarihli belgede başvurucuların aynı konutta oturan babaları K.ya 9/7/1976 tarihinde tebliğ edildiğine dair açıklamalar yer almakla birlikte tebellüğ edenin imzasına rastlanmamıştır. Söz konusu belgede "...tapuya kayıtlı bulunan taşınmaz malın maliki tebliğ süresi sonunu takiben iki ay içinde rızai muamele yaptırmak için idaremize müracaat ettiği takdirde tapu memuru huzurunda ferağ takriri vermesini müteakip kamulaştırılan kısma ait bedel kendisine ödenecektir. Bu süre içinde müracaat etmezse İdaremiz cebri muamele yapmakta muhtar olacaktır." açıklamalarına yer verilmiştir. Kamulaştırma bedeli 9/11/1976 tarihinde maliklerin tapudaki hisseleri oranında Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O. Antalya Şubesine yatırılmıştır.B. Kamulaştırma İşleminin İptali Davası Süreci Başvurucular tarafından İdare aleyhine kamu yararı kararının iptali talebiyle Danıştay Dairesinde açılan davanın 5/12/1977 tarihinde reddine karar verilmiştir. Kamulaştırma Bedelinin Arttırılması Davası Süreci Başvurucular tarafından 30/1/1978 tarihinde İdare aleyhine açılan kamulaştırma bedelinin artırılması davasında Sandıklı Asliye Hukuk Mahkemesince(Mahkeme) 27/12/1979 tarihinde kamulaştırma bedelinin 678,72 TL'den 284,84 TL'ye çıkarılmasına karar verilmiştir. Ardından anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 13/7/1981 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların başvuru formundaki beyanına göre arttırılan kamulaştırma bedeli 1979 yılında Denizli Merkez Bankasına bloke edilmiştir. Başvuru Konusu İkinci Kamulaştırma Bedelinin Arttırılması Davası Süreci Başvurucular 13/1/2014 tarihinde İdare aleyhine Mahkemede açtıkları kamulaştırma bedelinin arttırılması ve tazminat davasında; kamulaştırma işlemi ve bedelinden haberdar olmadıklarını, kamulaştırma kararının kendilerine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğini ve taşınmazlarının hiçbir bedel ödenmeksizin 40 yıla yakındır İdare tarafından kullanıldığını ileri sürerek taşınmazın güncel bedelinin ödenmesini talep etmişlerdir. Mahkemece 28/5/2015 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde taşınmazın kamulaştırıldığı, kamulaştırma kararının taşınmaz malikleri ile aynı konutta oturan babaları K.ya 9/7/1976 tarihinde tebliğ edildiği belirtilmiştir. Bununla birlikte başvurucular tarafından kamulaştırma işleminin iptali için açılan davanın 1977 yılında reddine karar verildiği ve ardından başvurucular tarafından 1978 yılında açılan kamulaştırma bedelinin arttırılması davasının da 1979 yılında kabulüne karar verildiği izah edilmiştir. Bu veriler ışığında başvurucuların kamulaştırma işleminden haberdar olmadığının düşünülemeyeceği vurgulanarak başvuru konusu davanın 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı ifade edilmiştir. Başvurucuların temyiz talebi üzerine karar, Dairece 31/5/2018 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 16/5/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvuruculara 17/6/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 12/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular Ahmet Karakoç ve Hasan Karakoç başvurunun devamı sırasında vefat etmiş, mirasçıları Nazente Demir, Ayşe Demir, Mustafa Karakoç, Ali Rıza Karakoç ve Murtaza Karakoç başvuruya devam etmek istediklerini bildirmiştir. Olay tarihinde yürürlükte olan 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı mülga İstimlak Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"İstimlâki kararlaştırılan yerlerin tapu ve tapu kaydı yoksa vergi kayıtları ile ve ayrıca haricen yapılacak tahkikatla tesbit edilen mal sahibi, zilyed ve diğer alâkalılarından ikametgâhı tesbit edilmiş olanlara istimlâk olunacak gayrimenkulun plân veya ebatlı krokisi, istimlâk kararı ve takdir olunan kıymeti ve istimlâkin hangi idare lehine yapıldığı ve açılacak dâvalarda husumetin kime tevcih edileceği 15 gün içinde noter marifetiyle tebliğ olunur. Tebligatta Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri tatbik olunur..." 6830 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Mahkemede dâva açıldığı ve dâva neticesine intizar edilmeksizin istimlâk olunan gayrimenkule hemen elkonulmasına idarece zaruret görüldüğü hallerde, gayrimenkulun takdir olunan kıymeti millî bankalardan birisine, bulunmayan yerlerde mal sandıklarına yatırılarak makbuzu, ilgili evrak suretleriyle birlikte mahkemeye tevdi edilip delil tesbiti istenir. Mahkeme 8 gün içinde gayrimenkul sahibini davet ile 5 gün zarfında gayrimenkulun, 11 nci maddede yazılı olduğu şekilde kıymet takdirine esas olabilecek bütün evsafını tesbit ettirerek o gayrimenkulun siciline şerh ve tescil edilmesini tapu dairesine bildirir.Bu muamele, mahkemenin davetine icabet etmeyen veya delillerin tesbiti sırasında hazır bulunmayanların gıyabında yapılır. İstimlâk olunan gayrimenkulün mülkiyeti veya hisse miktarı münazaalı bulunduğu hallerde dahi bu madde hükmü tatbik olunur." 6830 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"İstimlâk olunan gayrimenkulun takdir edilen kıymetine, kanuni müddet içinde mahkemeye müracaat ile itiraz edilmediği ve tapu dairesinde rıza ile ferağ muamelesi yaptırılmadığı hallerde takdir edilen kıymetin tamını mîllî bankalardan birisine ve bulunmıyan yerlerde mal sandığına yatırılarak makbuzu alâkadar evrak suretleriyle birlikte mahkemeye tevdi edilir. Mahkeme iki tarafı derhal davet ederek, gelmeseler dahi gıyaplarında o gayrimenkulun lehine istimlâk yapılan idare adına tescilini tapu dairesine tezkere ile bildirir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25140 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin güncel değerinin ödenmesi talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli listenin (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2017/37210 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2017/37210 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl (OHAL) kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, kamu kurumlarında (İdareler) ve bu İdarelere hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken yapılan tespitler ve ilgili birimlerce başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının İdarelere bildirilmesi üzerine başvurucuların iş akitleri İdarelerce ve Şirketçe feshedilmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve İdareler aleyhine dava açmıştır. Davalı İdareler ve Şirket cevap dilekçesinde; ilgili birimlerin yazıları ekinde davacıların bilgilerinin de yer aldığı listede bulunan kişilerin terör örgütü yapılanması ile irtibatı ve iltisakı olduğu tespitine yer verildiğini, başvurucuların iş akitlerinin bu kapsamda ve 667 sayılı KHK'nın maddesi gereği feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Ekli tablonun (D) sütununda belirtilen ilk derece mahkemelerince davaların kabulüne karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararlarında; başvurucuların terör örgütleri ile bağlantılı ya da ilişkili olduklarına yönelik somut herhangi bir bilginin sunulmadığı, haklı ve geçerli bir fesih nedeni bulunmadığı ve bu nedenle yapılan fesihlerin geçersiz olduğu gerekçesine yer verilmiştir. Bir kısım davada ise karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan kararlara karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine ekli tablonun (E) sütununda belirtilen bölge adliye mahkemelerinin ilgili daireleri (Bölge Adliye Mahkemesi) istinaf istemlerini kabul ederek davaların reddine karar vermiştir. Kararlarda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve ilgili birimlerin yazıları ile başvurucuların terör örgütü yapılanmalarıyla irtibatı olduğunun bildirildiği, davalı işveren bakımından iş sözleşmelerinin artık katlanılamaz derecede bir yük ve sıkıntı teşkil ettiği vurgulanmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi bazı başvurucularla ilgili kararlarında ise başvurucularla ilgili olarak terör örgütü üyeliğinden adli işlemler yapıldığının anlaşıldığı belirtilmiş ancak bu işlemlerin neler olduğu ile ilgili hiçbir bilgiye ve değerlendirmeye yer verilmemiştir. Temyiz yolu açık kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince (Daire) reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker ([GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-35). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37210 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği ve silahlı terör örgütüne (FETÖ/PDY) bilerek ve isteyerek yardım etme suçlarını işledikleri sonucuna varılarak mahkûmiyetlerine karar verilmiştir. Gerekçeli kararlarda mahkûmiyete temel olarak -tek veya belirleyici delil şeklinde- Bank Asya verilerine dayanılmıştır. Başvurucuların bankacılık işlemlerindeki amaçları yönünden ulaşılan sonuçta dernek ve sendika üyelikleri de değerlendirmeye alınmıştır. Kararların gerekçelerinde başvurucuların örgütün talimatı sonrasında hesap açtırdığı, yeni açılan ya da önceden mevcut olan hesaplara para yatırdığı, altın, döviz alım satım işlemleri yaptığı, kredi kartları ve harcamaları olduğu hususlarına yer verilmiştir. Başvurucular hakkındaki hükümler, istinaf ve temyiz kanun yollarından geçerek kesinleşmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2021/53091 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2021/53091 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/53091 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; gözaltında işkence yapılması, buna ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmemesi ve kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesi nedenleriyle adil yargılanma ve etkili bir hukuk yoluna başvurma hakları ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/1/2013 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 28/5/2015 tarihinde, başvurucular Muzaffer Özer ve Mehmet Zülfi Tan’ın adli yardım taleplerinin kabulüne, Faruk Ketboğa’nın adli yardım talebinin reddine karar verilmiş; eksik başvuru harcı, adli yardım talebi reddedilen Faruk Ketboğa tarafından tamamlanmıştır. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 9/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 28/7/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 13/8/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 27/1/2000 tarihinde Gaziantep Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından terör örgütü üyesi oldukları şüphesi ile gözaltına alınmış ve dört gün süreyle gözaltında tutulmuştur. Başvurucuların 27/1/2000 ve 31/1/2000 tarihlerinde yapılan gözaltı giriş ve çıkış adli muayene raporlarında darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Gözaltı süresi sonunda Cumhuriyet Savcısı önüne çıkarılan başvurucular, sevk edildikleri mahkemece tutuklanarak ceza infaz kurumuna sevk edilmişlerdir. Başvurucular, 4/2/2000 tarihinde ceza infaz kurumundan yazdıkları dilekçelerle Emniyet Müdürlüğünde kimliklerini bilmedikleri görevliler tarafından işkenceye maruz bırakıldıklarını belirterek sorumlulardan şikâyetçi olduklarını bildirmişlerdir. Cumhuriyet Savcılığı tarafından aynı tarihte başvurucuların hastaneye sevk edilmeleri sağlanmış, başvurucular hakkında Gaziantep Devlet Hastanesi Tabipliğince 4/2/2000 günü saat 15’te geçici muayene raporları düzenlenmiştir. Belirtilen raporlara göre;i. Mehmet Zülfi Tan'ın fizik muayenesinde sağ ayak bileği ve sol omuzda hassasiyet,ii. Muzaffer Özer'in fizik muayenesinde sağ ayak bileği ön ve arkasında 1 cm² ekimoz; sol ayak alt kısımda, sol ön kol ve üst kısımda, sağ kol bileğinde ve boyunda hassasiyet,iii. Faruk Ketboğa’nın fizik muayenesinde frontalde üst kısımda 1 cm² hassasiyet, her iki üst kol kısımda humerusta hassasiyet, sacral bel bölgesinde hassasiyet tespit edilmiştir. Başvurucu Muzaffer Özer ayrıca iki farklı sağlık raporunu daha bireysel başvuru dosyasına sunmuştur. Gaziantep E Tipi Kapalı Cezaevi Müdürlüğüne hitaben Gaziantep Üniversitesi Şahinbey Araştırma ve Uygulama Hastanesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı ve Uzmanı tarafından başvurucu Muzaffer Özer hakkında düzenlenen 25/8/2000 tarihli raporda başvurucu Muzaffer Özer’in sağ üst kolda ve belinde sürekli ağrıdan yakındığı, sağ dirsek 4 cm yukarısında 3 cm çapında açık kahverengi, sol dirsek üst kısmında 4 cm ebadında çok açık kahverengi, her iki klavikulanın orta kısmında kemiğe paralel 5 cm boyunda açık kahverengi, sol omuz başında 2 cm çapında kahverengi, sağ ayak bileği üst kısmında 3 cm’lik alanda belli belirsiz açık kahverengi, sol el parmak metakarp sırtında 2 cm boyunda çok açık kahverengi renk değişiklikleri ile sol poplitea bölgesinde 4 cm’lik alanda venöz damarların bariz hâle geldiği, yaralanmaların başvurucunun dört gün mutad iştigaline engel teşkil eder nitelikte bulunduğu kanaati belirtilmiştir. Başvuruculardan Muzaffer Özer hakkında 5/6/2006 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliği tarafından düzenlenen raporda özetle başvurucunun boynunda, sol omzunda, her iki kol dirsek üst bölümlerde koyu mor-kahverengi renk değişiklikleri, akciğer sesleri dinlemekle sol tarafta yaygın raller ve wheezing mevcut olduğu; batın palpasyonunda hassasiyet, servikal artroz, lomber artroz, iskial bursit, brakial pleksus hasarı sekeli, lomber disk hernisi ve travma sonrası stres bozukluğu tanısı konulmuştur. Başvurucu Faruk Ketboğa 14/2/2000 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı tarafından müşteki sıfatıyla alınan beyanında gözaltında bulunduğu süre içinde askıya alınma, tazyikli soğuk su ve elektrik uygulaması, falaka, ellerine copla vurma, başına ve yüzüne ise yumrukla vurma şeklinde kötü muameleye maruz kaldığını, gözleri kapalı olduğu için kötü muamelenin kimler ve kaç kişi tarafından yapıldığını bilmediğini, şikâyetçi olmadığını belirtmiştir. Başvurucu Mehmet Zülfi Tan 14/2/2000 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı tarafından müşteki sıfatıyla alınan beyanında gözaltında bulunduğu süre içinde soğuk su uygulamasına maruz bırakıldığını, ellerinin arkadan bağlandığını, askıya alındığını, testislerinin sıkıldığını, çırılçıplak soyulduğunu ve ellerine vurulduğunu, gözleri kapalı olduğu için kötü muamelenin kimler tarafından yapıldığını bilmemekle birlikte üç dört kişi olduklarını tahmin ettiğini, şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu Muzaffer Özer 14/2/2000 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı tarafından müşteki sıfatıyla alınan beyanında gözaltında bulunduğu süre içinde askıya alınma, cinsel organına elektrik verilme, falakaya yatırma, tazyikli su verme şeklinde kötü muameleye maruz bırakıldığını, gözleri kapalı olduğu için kötü muamelenin kimler tarafından yapıldığını bilmemekle birlikte kalabalık olduklarını tahmin ettiğini, şikâyetçi olmadığını belirtmiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı yapılan soruşturma sonucunda 10/4/2000 tarihli ve K.2000/2522 sayılı kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Başvurucuların anılan karara karşı itiraz yoluna başvurmaları üzerine Kilis Ağır Ceza Mahkemesi 29/9/2000 tarihli ve 2000/160 sayılı kararla itirazın reddine hükmetmiştir. Başvurucular müdafiinin, anılan ret kararına karşı yazılı emir yoluna başvurulması için Bakanlığa yaptığı müracaat üzerine başlatılan olağanüstü kanun yolu süreci sonucunda Yargıtay Ceza Dairesinin 20/2/2001 tarihli ve E.2001/585, K.2001/2070 sayılı kararı ile Kilis Ağır Ceza Mahkemesinin anılan ret kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Belirtilen Yargıtay kararı üzerine Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuların ifade alma işlemlerinde görev yapan polis memurları A.T., E.T., N.B., S.K., H.B. hakkında 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan işkence ve zalimane hareket suçunu işledikleri iddiası ile Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Sanıklar A.T., E.T., N.B., S.K ve H.B.savunmalarında özetle atılı suçu kabul etmediklerini, başvuruculara karşı herhangi bir işkence ya da baskı uygulamadıklarını, gözaltı çıkışında alınan adli muayene raporlarının kendi ifadelerini doğruladığını, ayrıca başvurucuların yer gösterme işlemlerinin kameraya alınmış olduğunu bu görüntülerin de dosyaya sunulduğunu, başvurucuların amaçlarının haklarındaki delilleri geçersiz kılmak olduğunu beyan etmişlerdir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Adana Özel Tip Ceza İnfaz Kurumunda bulundukları tahmin edilen müştekilerin beyanlarının alınması için Adana Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine farklı tarihlerde talimatlar yazılmış, talimatların neden yerine getirilemediği tespit edilememekle birlikte müştekilerinadreslerinin belirsiz olduğu gerekçesiyle dinlenmelerinden vazgeçilerek 29/5/2002 tarihli ve E.2001/185, K.2002/168 sayılı kararla sanıklar tarafından müsnet fiilin işlendiğine ilişkin hüküm kurulmasına elverişli ve yeterli delil elde edilememesi nedeniyle sanıkların beraatına hükmedilmiştir. Başvurucu Muzaffer Özer tarafından öğrenilen karara ilişkin temyiz isteminde bulunulması üzerine karar, müştekinin davadan haberdar edilmeyerek hüküm kurulduğu gerekçesiyle Yargıtay tarafından 30/1/2006 tarihinde bozulmuştur. Bozma sonrası yargılamada müştekiler hakkında adres araştırması yaptırılmış ve Muzaffer Özer’in 22/2/2007, Mehmet Zülfi Tan’ın 29/2/2008 ve Faruk Ketboğa’nın ise ancak 4/5/2010 tarihinde beyanlarına başvurulabilmiştir. Katılan Muzaffer Özer, istinabeyle alınan beyanında dört gün Emniyette tutulduğunu, ilk gün hiç yemek verilmediğini, daha sonra polis memurları tarafından dövüldüğünü, kendisine eziyet edildiğini, sanıklardan şikâyetçi olduğunu ve davaya katılmak istediğini belirtmiştir. Katılan Mehmet Zülfi Tan istinabeyle alınan beyanında olay tarihinde Nizip Polat Akın İlköğretim Okulunda müdür yardımcısı olarak görev yaptığını, evinin basıldığını, Emniyetçe gözaltına alınıp Gaziantep'e getirildiğini, dört gün boyunca Emniyette işkence gördüğünü, kış gününde dışarı çıkarılıp üzerine soğuk su döküldüğünü, suçunu ikrar etmesininin istendiğini, gözü bağlı olduğu için kimin yaptığını bilmediğini, şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Faruk Ketboğa istinabeyle alınan beyanında 27/1/2000 tarihinde kendisinin ve diğer müştekilerin gözaltına alındığını, dört gün boyunca göz altında kaldığını,bu hususta adli tıp raporlarının da olduğunu, gözleri bağlı olduğu için işkenceyi yapanları görmediğini,sanıklar hakkında şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Mahkeme, sanıklar A.T., E.T., A.H.B., S.K. ve N.B.nin üzerlerine atılı suçu işlediklerinin sabit olmadığı gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi gereğince beraatlerine ve kararın kesinleşmesi ile olayın gerçek faillerinin tespiti için Cumhuriyet Başsavcılığına suç ihbarında bulunulmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… her ne kadar müştekilerde bir kısım işkence izlerine dair delil elde olunmuş ise de, müştekileri sorgulayan ekibin içerisinde sanıkların olup olmadığının belirlenemediği, müştekilere işkenceye ilişkin eylemlerin yapıldığı sırada gözlerinin kapalı olması ve kendilerine işkence fiilini yapanları görmediklerine dair ifadeleri göz önüne alındığında yüklenen suçun sanıklar tarafından gerçekleştirildiğini gösterir her türlü şüpheden uzak cezalandırılmalarını haklı kılacak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından her bir sanığın yüklenen suçtan ayrı ayrı beraatlerine, …” Anılan karara karşı temyiz isteminde bulunulması üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 26/9/2012 tarihli ve E.2012/15910, K.2012/28461 sayılı ilamı ile en son sanıkların savunmalarının alındığı 2001 yılından itibaren 10 yıllık asli dava zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle sanıklar hakkındaki kamu davalarının 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası ve 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereğince düşürülmesine karar verilmiştir. Başvurucular, Yargıtayın kamu davasının düşürülmesine dair kararını 4/1/2013 tarihinde öğrendiklerini beyan etmişlerdir. Bakanlık; başvuruculardan Mehmet Zülfi Tan’ın 31/12/2012, Muzaffer Özer’in 8/1/2013, Faruk Ketboğa’nın ise 28/1/2013 tarihinde kararı tebliğ aldıklarını belirtmektedir. Başvurucular 30/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin 5/12/2012 tarihli suç duyurusu yazısı üzerine Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca yeniden başlatılan soruşturma sonucunda zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle 25/2/2013 tarihli ve 2012/64145 Soruşturma sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“…Şüphelilerin üzerlerine atılı eylemin 765 sayılı TCK’nın (m)addesinde düzenlenen işkence veya zalimane hareket suçunu oluşturup 765 sayılı TCK’nın 102/3 maddesi gereğince 10 yıllık dava zamanaşımına tabi olduğu, 27/01/2010 tarihinde dava zamanaşımının dolduğu, dava zaman aşımının dolmuş olması nedeniyle kovuşturma yapılamayacağı …”B. İlgili Hukuk 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:…3 - Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,… geçmesile ortadan kalkar.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“…Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1146 | Başvuru, gözaltında işkence yapılması, buna ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmemesi ve kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesi nedenleriyle adil yargılanma ve etkili bir hukuk yoluna başvurma hakları ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ortaklığın giderilmesi davasının ve satış işlemlerinin uzun sürmesi ile dosyadan bilgi ve belge alınamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, satış bedelinin bir kısmının nemalandırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun da hissedarları arasında bulunduğu 25 ayrı gayrimenkul için Samsun Sulh Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 2014/933 Esas sayılı dosyasında dava açılmıştır. Başvurucuyla birlikte 55 davalının olduğu davada Mahkeme 25/10/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiş ve 2016/7 numarasıyla ortaklığın giderilmesi defterine kayıt yapılmıştır. Başvurucu 13/8/2018 tarihinde başlayan açık artırma sürecinde 11 gayrimenkulün açık artırma bedellerinin alıcılar tarafından muhtelif tarihlerde bankaya yatırıldığını ve söz konusu bedelin 27/2/2019 ve 30/4/2019 tarihleri arasında hak sahiplerinin banka hesaplarına hisseleri oranında aktarıldığını beyan etmiştir. Başvurucu söz konusu ödemelerin kendi hesabına 28/2/2019 ve 5/4/2019 tarihlerinde aktarıldığını ancak bunlara faiz işletilmediğini, banka tarafından satış dosyasına yazılan 14/4/2019 tarihli yazıdan öğrendiğini ifade etmiştir. Başvurucu, alıcılar tarafından paranın yatırıldığı gayrimenkuller için paranın yatırılma tarihi ile hissedar olarak kendi hesabına aktarıldığı tarih arasında geçen süre için çeşitli oranlarla yapılan faiz hesabına ilişkin bilirkişi tarafından hazırlanan tabloyu da başvuru formuna eklemiştir. Söz konusu tabloya göre 9 taşınmaz için bedelin 2018 yılı Ağustos ayında alıcılar tarafından yatırıldığı ve başvurucunun hesabına 2019 yılı Nisan ayında aktarıldığı görülmektedir. Başvurucu 13/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 12/12/2019 tarihinde Mahkemeden, 2016/7 sayılı satış dosyasında başvurucunun satış bedelinin nemalandırılmasına dair talep dilekçelerinin onaylı suretlerini istemiştir. Mahkeme, başvurucunun satış bedelinin nemalandırılmasına dair bir talebinin olmadığı yönünde cevap vermiştir. Anayasa Mahkemesi 1/6/2020 tarihinde Mahkemeden 2016/7 sayılı satış dosyası ile alakalı olarak başvurucunun satış talebinde bulunup bulunmadığı, satışın gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği, gerçekleştiyse satış bedelinin tahsiline ve dosyanın safahatına ilişkin bilgi sormuştur. Mahkeme 31/12/2018 tarihi itibarıyla 2016/7 sayılı satış dosyasının kapatıldığını belirterek 25 ayrı gayrimenkul için başvurucu adına yapılan ödeme tutarlarına ilişkin bilgi vermiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16564 | Başvuru, ortaklığın giderilmesi davasının ve satış işlemlerinin uzun sürmesi ile dosyadan bilgi ve belge alınamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, satış bedelinin bir kısmının nemalandırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğinin kesilmesine ilişkin tesis edilen idari işlemin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla açmış olduğu davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesince (AYİM) reddedildiğini, Mahkemenin yapısı itibarıyla bağımsız ve tarafsız olmadığını, tek dereceli ve son karar mercii olduğunu, ayrıca karar düzeltme talebinin reddedilmesi sebebiyle para cezasına hükmedildiğini belirterek, Anayasa’nın , , , ve maddelerinde yer alan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. Birinci başvuru 24/1/2013, ikinci başvuru ise 15/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemeleri neticesinde Komisyona sunulmalarına engel bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucunun 15/4/2013 tarihinde yaptığı ve 2013/2509 numara ile kayda alınan bireysel başvuru dosyasının kişi yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2013/758 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile “birleştirilmesine”, 2013/2509 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının “kapatılmasına”, incelemenin 2013/758 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine 8/5/2013 tarihinde Komisyonlar Başraportörü tarafından karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 9/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 30/8/1996 tarihinde Astsubay rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde göreve başlamıştır. İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından fuhuş çetesine yönelik olarak yürütülen bir soruşturma kapsamında yapılan aramalarda elde edilen dijital bilgi, belge ve dokümanlardan fuhuş çeteleriyle irtibatlı Hava Kuvvetleri Komutanlığına mensup bazı personelin de bulunduğunun anlaşılması üzerine aralarında başvurucunun da olduğu bu kişiler ile ilgili soruşturma dosyaları 1/11/2010 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığına gönderilmiştir. Bunun üzerine Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 12/11/2010 tarihinde idari tahkikat heyeti kurulmuştur. Heyet, öncelikle başvurucu ile ilgili Cumhuriyet Başsavcılığınca gönderilmiş olan ve “başvurucunun söz konusu soruşturma kapsamında fuhuş yapan yabancı uyruklu bayanlarla kendi adına kayıtlı cep telefonu ile iletişim kurduğu ve görüşmelerde ‘Oktay’ ismini kullandığı” şeklindeki tespitleri ihtiva eden dosyayı inceledikten sonra başvurucunun da ifadesini almıştır. AYİM Birinci Dairesinin 29/11/2012 tarih ve E.2012/179, K.2012/1312 sayılı gerekçeli kararında ayrıntısına yer verilen ifadesinde başvurucu özetle; “görev yaptığı dönem içerisinde birçok kadın ile ilişkiye girdiğini, aynı evi paylaştığını, internet üzerinden ya da arkadaşları aracılığı ile bu tanışmaların sağlandığını, gittiği barda tanıdığı travestinin yanındaki bayanlardan da yararlanmaya çalıştığını, arkadaşlarına para karşılığı ilişki yaşayan yabancı uyruklu kadınları ayarladığını, üç bankaya 000 TL borcu bulunduğunu, 1997 yılından beri borsa ile ilgilendiğini, bir seferinde 000 TL kaybettiğini, eşinin bileziklerini sattığını, 13 kişilik grup kurarak spekülatör olan arkadaşları aracılığı ile spekülatif oynamalar ile kar elde etmeye çalıştıklarını, kârın yarısını aldığını…” söylemiştir. AYİM tarafından başvurucunun durumu ile ilgili yapılan incelemede; 30/8/1996 tarihinde Astsb. Çvş. naspedilen başvurucunun, mesleki safahatında sicil notlarının yüksek seviyede gerçekleştiği, sicil üstleri tarafından 1999, 2003, 2006 yılları sicil dönemlerinde “sicil üstü olamaz”, 2006 yılı sicil döneminde ise “müstakil görev yapamaz” şeklinde menfi kanaatler işaretlendiği, 11 adet takdir ve taltif belgesi ile ödüllendirildiği, 17/5/2002 tarihinde astından borç para alma nedeniyle 21 gün oda hapsi, 19/8/2002 tarihinde aşırı borçlanma nedeniyle 3 gün göz hapsi disiplin cezası ile cezalandırıldığı tespit edilmiştir. Son olarak Başçavuş rütbesi ile Ankara Ana Jet Üs Komutanlığında görev yapan başvurucu hakkında, 1/8/2012 tarihinde sıralı sicil üstlerince “silahlı kuvvetlerde kalması uygun değildir” şeklinde sicil verildiği, bu sicil üzerine durumunun Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin maddesi gereği Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda incelendiği, Komisyonun 12/10/2011 tarihli kararıyla 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 94/b maddesi ve Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin 60/e maddesi uyarınca sicil yolu ile Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemine tabi tutulmasının uygun olacağı hususunun Komutanın tasvibine sunulmasına karar verildiği, 13/10/2011 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından tasvip gören bu kararın, Genelkurmay Başkanlığına sunulduğu, Genel Kurmay Başkanının 21/10/2011 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığının kararına göre ayırma işleminin yapılması yönünde görüş bildirmesi üzerine Milli Savunma Bakanlığının 3/11/2011 tarih ve 25-335 sayılı kararıyla başvurucunun ayırma işlemine tabi tutulduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, anılan idari işlemin iptali istemiyle 3/1/2012 tarihinde AYİM’de dava açmıştır. AYİM Birinci Dairesinin 29/11/2012 tarih ve E.2012/179, K.2012/1312 sayılı kararı şöyledir:“…davacının belirtilen davranışları itibariyle hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini düzenleyemediği, iddia edilen eylemlerinin ahlak dışı hareket niteliğinde olduğu, belirtilen disiplin ve ahlaki yaşantı durumu itibariyle davacının ‘TSK’da göreve devam etmesinin uygun olmadığı’ yönünde kanaate ulaşılmasını haklı kılacak objektif nitelikli yeterli derecede veri bulunduğu… Davacı vekili, ifadenin hukuka uygun olarak alınmadığını, kanuna aykırı elde edilen delillerin kullanılamayacağını, kimsenin kendi aleyhine ifade vermesi için zorlanamayacağını belirterek işleme dayanak olarak gösterilen ifadenin hukuka aykırı olması nedeniyle kabul edilmemesini talep etmiş ise de; ‘Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez’ hükmü Anayasanın maddesinde yer almaktadır. Bu maddenin başlığı ‘Suç ve cezalara ilişkin esaslar’ şeklindedir. Anayasada ‘İdarenin esasları’ başlığı altında ise böyle bir hüküm bulunmamaktadır. Diğer yandan Anayasada memurların görev ve sorumluluklarını, disiplin kovuşturma usulünü düzenleyen maddesinde ‘Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.’ şeklinde genel bir ilke yer almaktadır. Suç ve cezaya ilişkin ilkelerle disiplin hukukuna ilişkin ilkeler arasında temelde farklılıklar bulunmaktadır. Kamu personeli hakkında herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi disiplin soruşturması yapılabilmektedir. Kamu görevlisi hakkında yargılama yapılıp beraat kararı verilse dâhi bu durum, disiplin cezası verilmesine engel bir hal değildir. Yukarıda belirttiğimiz gibi kamu hizmetini yürütmekle görevli olan idarenin bu hizmeti en iyi şekilde yürütebilmesi için gerekli tedbirleri alma yetkisi ile donatılmasının zorunlu olduğu gibi personelini statüye aldıktan sonra da verimli biçimde kullanması için gerekli tedbirleri alması da zorunludur. Bu bağlamda kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak personelini bünyesi dışına çıkarması da kamu hizmeti gereği olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonuç olarak davacının TSK’dan ayırma işlemine tâbi tutulmasında, idarenin takdir yetkisini kişi yararı ile kamu yararı arasındaki dengeyi gözeterek ölçülü ve objektif olarak kullandığı 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 94/b madde ve fıkrası ile Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin 60 ve maddeleri uyarınca tesis edilen dava konusu işlemde yetki, sebep, konu, amaç yönlerinde hukuka aykırı bir durum bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır… Yukarıda açıklanan nedenlerle davanın reddine…” Başvurucunun, 25/12/2012 tarihinde kendisine tebliğ edilen bu karara karşı 3/1/2013 tarihinde karar düzeltme kanun yoluna gitmesi üzerine, anılan Mahkemenin 2/4/2013 tarih ve E.2013/380, K.2013/362 sayılı kararı ile bu istemi de reddedilmiş ve bu karar başvurucuya 12/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 24/1/2013 ve 15/4/2013 tarihli dilekçeleri ile süresi içinde bireysel başvurularda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun mülga maddesinin (b) bendi şöyledir: “b) Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.” Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin maddesinin ikinci fıkrasının (h) bendi şöyledir:“Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır :h. İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker. Asker bunlar gibi yalnız kabahat ve cinayetlerden değil, aynı zamanda dine hürmetsizlikten, iki yüzlülükten, göz boyamaktan, şahsi arzu ve isteklerin temini peşinde koşmaktan, dalkavukluktan, aklını herkesin yükseğinde görerek kendini beğenmekten, şöhret için iyi sayılmıyacak derecede hırs göstermekten, nefsini koruyup çekinmelidir.Her ne kadar beğenilmek, sözle okşanmak, maddi mükâfat görmek onur ve şan kazanmak arzusu her askerin kalbinde yer tutmalı ise de bunları doğruluktan şaşmayan haklı bir çalışma ile elde etmek mertlik ve namus iktizasıdır.” Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin mülga maddesinin (a) fıkrası ve mülga maddesinin (e) fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/758 | Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğinin kesilmesine ilişkin tesis edilen idari işlemin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla açmış olduğu davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesince (AYİM) reddedildiğini, Mahkemenin yapısı itibarıyla bağımsız ve tarafsız olmadığını, tek dereceli ve son karar mercii olduğunu, ayrıca karar düzeltme talebinin reddedilmesi sebebiyle para cezasına hükmedildiğini belirterek, Anayasa’nın 20. , 22. , 35. , 36. ve 60. maddelerinde yer alan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 20. 000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvurucular, 10 Ağustos 2014 tarihli Cumhurbaşkanı seçiminde Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ın, Başbakanlık ile Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanlığı görevlerinden istifa etmeyip bu görevlere devam etmesi nedeniyle etkili başvuru, adil yargılanma ile seçme ve seçilme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurular, 21/8/2014 ve 25/8/2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. 2014/13809 sayılı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2014/13634 sayılı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/13634 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 10/8/2014 tarihinde Cumhurbaşkanı olarak seçilmiş, buna ilişkin mazbata Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından 15/8/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığına verilmiştir. Cumhurbaşkanı seçimi sonuçları yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderilmiş, ancak sonuçlar başvuru tarihi itibarıyla Resmi Gazete’de yayımlanmamıştır. Başvurucu Atilla Kart, 12/8/2014 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunarak, Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi yetkili kurullarını ve 27/8/2014 tarihinde yapılacak Olağanüstü Kongresini yönetmesinin engellenmesini istemiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 18/8/2014 tarih ve 722 sayılı kararıyla başvuruyu reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…1- 10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilen ve halen Başbakanlık görevini yürüten Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin sona erip ermeyeceği konusunda karar verme görev ve yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir. 2- 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan ve 15 Ağustos 2014 tarihinde kesin sonuçları açıklanan ve bu husustaki tutanak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına teslim edilen ancak, Cumhurbaşkanlığı sıfatını 28 Ağustos 2014 tarihinde kazanacak olan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi faaliyette bulunmasına ve siyasi parti üyeliğinin devam etmesinde herhangi bir yasal engel bulunmadığı sonuç ve kanaatine varıldığı….” Başvurucu Atilla Kart, 15/8/2014 tarihinde Cumhurbaşkanlığına başvurarak, Başbakanlık makamının 15/8/2014 tarihi itibarıyla boşaldığı iddiasıyla yeni bir başbakan görevlendirilmesini istemiştir. Başvurucu Atilla Kart, Cumhurbaşkanı seçim sonuçlarının Resmi Gazete’de yayımlanmamasına ilişkin olarak da 19/8/2014 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuş olup başvuru tarihi itibarıyla inceleme dosyasının derdest olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucular, 27/8/2014 tarihinde yapılacak Adalet ve Kalkınma Partisi Olağanüstü Kongresinin tüm sonuçlarıyla birlikte iptaline ya da yok hükmünde sayılmasına karar verilmesi ve ihtiyati tedbir uygulanması istemiyle 21/8/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmışlardır. Başvuru tarihi itibariyle dava derdest durumdadır.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin dördüncü fıkrası ile maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir: “Madde 101 … Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer. Madde 102 … Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder. Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usûl ve esaslar kanunla düzenlenir.” 19/1/2012 tarih ve 6721 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nun maddesinin (5) numaralı fıkrası ile ve maddeleri şöyledir: “Madde 4 … (5). Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük MilletMeclisi üyeliği sona erer. Madde 20 (1) Cumhurbaşkanı seçiminin kesin sonuçları, Yüksek Seçim Kurulu tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Makamına bildirilir, kamuoyuna ilân edilir ve Resmî Gazetede yayımlanır. (2) Seçilen Cumhurbaşkanı adına, Yüksek Seçim Kurulu tarafından Cumhurbaşkanı seçildiğine dair bir tutanak düzenlenir. Madde 21 (1) Seçilen Cumhurbaşkanı adına düzenlenen tutanak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından verilir ve aynı oturumda andiçme töreni yapılır. Bu oturum, eski Cumhurbaşkanının görev süresinin dolduğu gün, makamın başka bir sebeple boşalması hâlinde ise seçim sonuçlarının kesinleşmesinden itibaren üç gün içinde gerçekleştirilir.” 22/4/1983 tarih ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun “Tanım” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Siyasi partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır.” | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13634 | Başvurucular, 10 Ağustos 2014 tarihli Cumhurbaşkanı seçiminde Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ın, Başbakanlık ile Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanlığı görevlerinden istifa etmeyip bu görevlere devam etmesi nedeniyle etkili başvuru, adil yargılanma ile seçme ve seçilme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. | 0 |
Başvurular 17/7/2004 tarihli ve5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve anılan ret işlemine karşı açılmış olan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 1/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca29/5/2015 tarihinde, başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/5/2015 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 30/6/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından ekli tablonun (A) sütununda başvuru numaraları belirtilen dosyaların 2013/4578 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/4578 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuruculara ait bireysel başvurularda, başvuru dilekçeleri ile başvurulara konu yargılama dosyaları içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Batman ili Sason ilçesi Kelhasan köyünde ikamet etmekte iken meydana gelen terör olayları nedeniyle 1993 yılında göç etmek zorunda kaldıklarını belirterek ekli tablonun (C) sütununda belirtilen tarihlerde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Komisyon 14/7/2011 tarihli kararlarıyla köyün boşalmadığı ve başvuruculara yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle başvuruların reddine karar vermiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun (E) sütununda belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davaları ekli tablonun (F) sütununda tarihleri gösterilen İdare Mahkemesi kararları ile reddedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir: “5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından "tamamen" boşaltılmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür. Sosyal güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın idarece ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Yerleşim yerinin "kısmen" boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde, yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi mümkündür. Bu nedenle, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece köy korucuları ile bunların aileleri kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde ise, yerleşim yerini kısmen terk eden köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu nedenden dolayı malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır. Bu itibarla, bir yerleşim yerinde asgari güvenlik düzeyinin gerçekleştirilmiş olmasına ve bu yerde köy korucuları ile bunların aileleri dışındaki diğer köy halkının yaşamasına karşın, yerleşim yerinde yaşayan kişilerin bir kısmının, yerleşim yerini terk etmeleri sonucunda uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın, güvenlik kaygısından kaynaklandığından bahisle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak bulunmamaktadır. Dosyanın incelenmesinden, davacı vekili tarafından Valilik Makamına yapılan başvuruda, köyünden yaşanan terör olayları nedeniyle göç ettiği, göç sonucu taşınır taşınmaz malvarlığı ile yoksun kalınan malvarlığı zararının bulunduğu belirtilerek tazminat talebinde bulunulduğu, başvurunun "köyün boşalmadığı, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığı, korucu köyü olmadığı, köyde 2000 yılında 284, 1997 yılında 271, 1990 yılında 472 kişi yaşadığı, köyde seçmen sandıklarının kurulduğunun tespit edildiği" nedenleriyle reddedilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Dava dosyasında ve Kelhasan Köyüne ilişkin Mahkememizde yer alan bilgi ve belgelerden; Batman İl Jandarma Komutanlığınca yapılan araştırmalar sonucu bir kısım köy halkının maddi sıkıntılar yüzünden köyü terk ettiği yolunda tespitler yapıldığı, köy nüfusunun 1990 yılında 472, 1997 yılında271, 2000 yılında 284 kişi olduğu, geçici ve gönüllü köy korucularının 1987-2000 yılları arasında görevlendirildikleri köy ve mezralar listesine göre köyde geçici köy koruculuğu sisteminin bulunmadığı ve tespit edilen nüfusun tamamının köyde yaşayan sivil vatandaşlar olduğu, Sason İlçe Seçim Kurulunun 2009 gün ve 185 sayılı yazısında köyde muhtarlık seçimlerinin yapıldığının belirtildiği görülmektedir. Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Kelhasan Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır…” Kararların başvurucular tarafından temyiz edilmesi üzerine, ekli tablonun (G) sütununda gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile “karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği” gerekçesiyle hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmamıştır. Başvurucular 1/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4578 | Başvurular 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve anılan ret işlemine karşı açılmış olan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; iş kazası sonucu gerçekleşen ölümle ilgili olarak işverenler aleyhine açılan tazminat davasında, davanın kısmen reddine karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının, yaşam hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İlk iki başvurucunun oğlu ve diğer başvurucuların kardeşi Yasin Keskinbalta 19/2/2001 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu yaşamını yitirmiştir. Başvurucular 7/10/2005 tarihli dilekçe ile özetle U. Mühendislik İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. işçisi olan yakınlarının H. Plastik Otomotiv Mak. İmalat San. ve Tic. A.Ş.ye ait fabrika inşaatında çalışmakta iken iş kazası geçirerek vefat ettiğini, olayın meydana gelmesinde iskelenin üzerine çıkmak için uygun bir merdiven olmamasının, iskelenin üzerinde korkuluk bulunmamasının, iskele üzerindeki kalasların sabitlenmemiş olmasının, henüz 18 yaşını tamamlamamış çocuk işçinin bünyesine uygun olmayan bir işte çalıştırılmasının, çalışma esnasında emniyet kemeri kullanılmamasının ve çalıştırılan işçiye iş ile ilgili yeterli eğitimin verilmemiş olmasının etkili olduğunu belirterek gerçek kişi A.B. ile adı geçen Şirketler aleyhine Gebze İş Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Gebze İş Mahkemesi, dava kapsamında iki ayrı bilirkişi raporu almıştır. Bilirkişi raporlarında, gerçek kişi A.B. ile U. Mühendislik İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.nin kusurlarının toplam %80 olduğu; müteveffanın kusurunun ise %20 olduğu belirtilmiştir. Bilirkişi raporlarında, H. Plastik Otomotiv Mak. İmalat San. ve Tic. A.Ş.nin ise kusurunun bulunmadığı değerlendirilmiştir. Gebze İş Mahkemesi 17/2/2011 tarihli ve E.2005/147, K.2011/83 sayılı karar ile dava kapsamında alınan bilirkişi raporlarını ve elde edilen diğer bilgi ve belgeleri dikkate alarak davalı H. Plastik Otomotiv Mak. İmalat San. ve Tic. A.Ş. yönünden davanın reddine; diğer davalılar yönünden ise davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme bu kapsamda, ölen kişinin annesine 194,29 TL maddi tazminat, anne ve babanın her birine ayrı ayrı 000 TL, kardeşlerin her birine ise ayrı ayrı 500 TL manevi tazminat ödenmesine; anne dışındaki diğer davacıların maddi tazminat taleplerinin reddine karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/12/2012 tarihli ve E.2011/16335, K.2012/23607 sayılı ilamı ile H. Plastik Otomotiv Mak. İmalat San. ve Tic. A.Ş.nin üst işveren olması nedeniyle diğer davalılarla birlikte müteselsil sorumluluğunun bulunduğu, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aleyhine iş kazasına bağlı nedenlerden dolayı dava açılması için önel verilmeden davacı anne lehine maddi tazminata hükmedilmesinin hatalı olduğu, manevi tazminat miktarlarının yüksek olduğu gerekçeleriyle bozulmuştur. Bozma kararı sonrası yargılamaya devam eden Gebze İş Mahkemesi 19/3/2013 tarihli ve E.2013/48, K.2013/164 sayılı karar ile bozma kararına kısmen uyarak davacı annenin maddi tazminat taleplerinin bu davadan tefrik edilmesine, ölen kişinin anne ve babası için takdir edilen manevi tazminat miktarından indirim yapılmamasına ancak kardeşler hakkında takdir edilen manevi tazminat miktarının 500 TL'den 000 TL'ye düşürülmesine karar vermiştir. Taraflar bu kararı da temyiz etmiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 19/11/2013 tarihli ve E.2013/11268, K.2013/21187 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararının maddi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmı ile kardeşler lehine takdir edilen manevi tazminat miktarına ilişkin kısmının isabetli olduğu sonucuna varmış ancak anne ve baba yararına takdir edilen manevi tazminat miktarında hata yapıldığı ve anne ve baba lehine yüksek miktarda manevi tazminata hükmedildiği gerekçesiyle kararın bu yönden bozulmasına karar vermiştir. Bu karar üzerine Gebze İş Mahkemesi 10/4/2014 tarihli ve E.2014/135, K.2014/87 sayılı karar ile bozma ilamına uyarak anne ve baba için takdir edilen manevi tazminat miktarında indirim yapmış, anne ve babanın her birine ayrı ayrı 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/10/2014 tarihli ve E.2014/16173, K.2014/19878 sayılı ilamı ile onanmıştır. Bu karar 21/11/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 8/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19199 | Başvuru, iş kazası sonucu gerçekleşen ölümle ilgili olarak işverenler aleyhine açılan tazminat davasında, davanın kısmen reddine karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının, yaşam hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ceza infaz kurumunda sağlık hizmetlerine erişememe nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının, kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, odada kalan kişi sayısının çokluğuna ve koşulların uygun olmadığına ilişkin şikâyetin infaz hâkimliğince görev yönünden reddine karar verilmesi nedeniyle etkili başvuru hakkının, içtihat farklılığı nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 13/1/2018 tarihinde suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan tutuklanmış ve 15/1/2018 tarihinde Marmara 8 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, örgüt faaliyeti kapsamında uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle 15/6/2016 tarihinde açılan kamu davasında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 30/3/2018 tarihinde başvurucunun örgüt kurma ve yönetme suçundan beraatine, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçundan 12 yıl 6 ay hapis ve 5 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, mahkûmiyet hükmü ile birlikte suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan tahliye edilmiş ancak uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçundan tutuklanmıştır. Mahkûmiyet hükmüne yönelik istinaf başvurusunu inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 16/10/2019 tarihli kararı ile başvurucu tahliye edilmiştir. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumunda koğuş kapasitesinin üzerinde kişiyle tutulduğunu, hijyen, banyo ve tuvalet kullanımı, sıcak su miktarı hususlarında sıkıntılar yaşadığını, kişisel eşyaların muhafazası, mutfak ihtiyaçları, ortak kullanım alanları, boş vakitleri değerlendirme, sosyal kültürel imkânlar, ziyaretçilerle görüşme, sağlık ve havalandırma gibi ihtiyaçlara yönelik hakların kullanımının zorlaştığını, personel, doktor, psikolog, diş hekimi, spor salonu, işlik bölümü sayısının yeterli olmadığını belirterek barınma koşullarının düzeltilmesi, aksi durumda infazın durdurulması veya tahliyesine karar verilmesi talebiyle 8/10/2018 tarihinde Silivri İnfaz Hâkimliğine müracaat etmiştir. Silivri İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 16/10/2018 tarihinde başvurucunun dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde başvurucunun taleplerinin Ceza İnfaz Kurumunun idari işleyişine ilişkin olduğu, 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun maddesi ile belirlenen görev alanı dışında kaldığını açıklamıştır. Başvurucu 26/10/2018 tarihinde, 4675 sayılı Kanun'da infaz hâkimliklerinin barındırılma işlemlerine ilişkin şikâyetleri inceleme ve karara bağlama görevinin açıkça düzenlenmiş olduğunu belirterek karara itiraz etmiştir. İnfaz Hâkimliği 30/10/2018 tarihinde kararda değişiklik yapılmasına yer olmadığına dair ek karar vererek itiraz hususunda karar verilmek üzere dosyayı Silivri Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Başvurucunun itirazı Silivri Ağır Ceza Mahkemesince 12/11/2018 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Karar gerekçesinde İnfaz Hâkimliğinin karar gerekçesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı açıklanmıştır. Başvurucu, nihai kararı 21/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 18/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun tutulma koşullarına ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumu 8/6/2020 tarihli cevabi yazısında; Kurumda 61 çoklu koğuşun bulunduğunu, koğuşlarda hükümlü ve tutukluların yattıkları yedi oda olduğunu, her odada altı kişi barındırıldığını, odaların alanının 11,96 m2, ortak olarak kullanılan havalandırma bahçesinin 66 m2 olduğunu, hükümlü ve tutukluların havalandırma alanından 00 ile mevsimsel olarak güneşin batışına kadar serbestçe yararlandırıldığını, alt kat ortak yaşam alanının 72,21 m2, üst kat ortak yaşam alanının 28,70 m2, merdivenin 7,39 m2, iki tuvaletten her birinin alanının 1,09 m2, iki banyodan her birinin 0,80 m2, ortak kullanılan lavabonun 5,46 m2, mutfağın ise 3,46 m2 olduğunu belirtmiştir. Ayrıca hükümlü ve tutukluların haftada bir defa halı sahadan yararlandırıldıklarını, dönemsel olarak kurs ve etkinlikler düzenlendiğini, her hükümlü ve tutuklunun 24 saat esasına göre faydalandığı ayrı ranzasının olduğunu, tutuklu ve hükümlülerin iki banyoyu gün içinde zaman kısıtlaması olmadan kullandığını, günde iki defa sayım yapıldığını, hükümlü ve tutukluların kıyafetlerini ve diğer özel eşyalarını muhafaza etmeleri için kişisel kullanımına sunulan eşya dolapları olduğunu bildirmiştir. Kurum kapasitesi ve fiziksel koşullarına ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumu 12/9/2022 tarihli cevabi yazısında; i. Kurum kapasitesinin 28 kişilik odalara ranza ilave edilerek 894 olarak belirlendiğini, E Blok koğuşun kapasitesinin 48 kişi olarak saptandığını, başvuru tarihinde Kurumda 863 hükümlü ve tutuklu barındırıldığını, E Blok koğuşun mevcudunun 49 olduğunu, ii. Kurumda 61 çoklu koğuşun bulunduğunu, bu koğuşlarda hükümlü ve tutukluların yattıkları bölümün yedi odadan oluştuğunu, odaların 12,4 m2 ve 35,7 m3 olduğunu, ortak kullanılan havalandırma bahçesinin 66,4 m2, alt kat ortak yaşam alanının 72,21 m2, üst kat ortak alanının 28,7 m2, merdivenin 7,39 m2, iki tuvaletten her birinin 0,80 m2, ortak kullanılan lavabonun 5,46 m2, mutfağın ise 3,46 m2 olduğunu,iii. Koğuşların koku, akma gibi nedenlerden dolayı bakım ve onarıma ihtiyaç olduğunun belirtildiği dilekçelerin teknik birim tarafından işleme alınarak ivedi bir şekilde gerekli bakım ve onarımın sağlandığını,iv. Koğuşlarda bulunan iki tuvalet ve iki banyonun kullanımında bir sınırlama bulunmadığını,v. Hükümlü ve tutukluların faaliyetlerde bulunabileceği alt kat ortak yaşam alanının 65,1 m2, üst kat ortak yaşam alanının 18,7 m2, havalandırma bahçesinin 66,4 m2 olduğunu,vi. Açık havalandırma bölümünün koğuş dışında bulunduğunu, bahçe kapılarının açılmasıyla birlikte kullanmaya başlanıp kapatılmasına kadar geçen süre boyunca kullanıma açık, 66,4 m2 ve 402,8 m3 boyutlarında olduğunu,vii. Başvurucunun Kurumda bulunduğu süre içinde en fazla 50 kişiyle kaldığını,viii. Kurumda tüm hükümlü ve tutuklulara 7/24 sıcak su verildiğini, arıza durumları hariç suyun herhangi bir kesintiye uğramadan kullanıma sunulduğunu,ix. Başvurucunun kendisine ait yatağı ve ranzası olduğunu ve bunlardan 24 saat esasına göre faydalandığını,x. Başvurucunun koğuşta yer yokluğu ya da başka bir nedenden dolayı -kendi isteği hariç- yerde yatmak zorunda kalmadığını,xi. Havalandırma bahçesinin sabah kapıların açılmasıyla başlayıp akşam kapıların kapanmasına kadar olan süre içinde zarfında kullandırıldığını,xii. Kurumdaki koğuşların her bir penceresinin 1,9x1 m olduğu, dışarıdan demir parmaklıklarla kapalı olup ışığın içeri girmesinde herhangi bir sıkıntı olmadığını,xiii. Her bir hükümlü ve tutuklu için bir ranza bulunduğunu, hükümlü ve tutuklu sayısına göre koğuşlara ilave olarak ranza verildiğini, ranzaların ölçüsünün 190x90 cm, alt kat ve üst kat ranza arasındaki yüksekliğin 1 m olduğunu,xiv. Oda yerleşim planına göre yerleştirilen ranzaların pencerenin açılmasını ve ışığın içeri girmesini engellemediğini,xv. Merkezî ısıtmanın kampüs içindeki ısıtma merkezinden otomasyon sistemiyle, havalandırmanın ise koğuşlardaki havalandırma bahçesi ve pencerelerle sağlandığını,xvi. Tuvalet ve banyoların mimari olarak alt katta inşa edildiğini, tüm odalardan bağımsız olarak kullanıma açık olduğunu,xvii. Havalandırma bahçelerinin kapılarının açılış saatinin mevsimsel şartlara göre havanın aydınlanması ile birlikte açılıp havanın kararmasına 15 dakika kala kapatıldığını, kapıların açılış kapanışının sayım saatlerine ve mevsime göre değişebildiğini bildirilmiştir. Başvurucunun koğuşta kaç kişi ile birlikte tutulduğuna ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumu 9/12/2022 tarihli cevabi yazısında ayın ilk ve son günü yapılan sayıma ait tutanaklar doğrultusunda;- 15/1/2018 tarihinde 33 kişi, - 14/2/2018 tarihinde 39 kişi, 15/2/2018 tarihinde 39 kişi,- 14/3/2018 tarihinde 41 kişi, 15/3/2018 tarihinde 41 kişi,- 14/4/2018 tarihinde 39 kişi, 15/4/2018 tarihinde 39 kişi,- 14/5/2018 tarihinde 43 kişi, 15/5/2018 tarihinde 43 kişi,- 14/6/2018 tarihinde 41 kişi, 15/6/2018 tarihinde 41 kişi,- 14/7/2018 tarihinde 44 kişi, 15/7/2018 tarihinde 44 kişi,- 14/8/2018 tarihinde 46 kişi, 15/8/2018 tarihinde 46 kişi,- 14/9/2018 tarihinde 44 kişi, 15/9/2018 tarihinde 43 kişi,- 14/10/2018 tarihinde 47 kişi, 15/10/2018 tarihinde 47 kişi,- 14/11/2018 tarihinde 50 kişi, 15/11/2018 tarihinde 48 kişi,- 14/12/2018 tarihinde 48 kişi, - 14/1/2019 tarihinde 46 kişi, 15/1/2019 tarihinde 47 kişi, - 14/1/2019 tarihinde 46 kişi, 15/1/2019 tarihinde 47 kişi,- 14/2/2019 tarihinde 49 kişi, 15/2/2019 tarihinde 48 kişi,- 14/3/2019 tarihinde 49 kişi, 15/3/2019 tarihinde 49 kişi,- 14/4/2019 tarihinde 52 kişi, 15/4/2019 tarihinde 52 kişi,- 14/5/2019 tarihinde 53 kişi, 15/5/2019 tarihinde 53 kişi,- 14/6/2019 tarihinde 55 kişi, 15/6/2019 tarihinde 55 kişi,- 14/7/2019 tarihinde 53 kişi, 15/7/2019 tarihinde 53 kişi,- 14/8/2019 tarihinde 55 kişi, 15/8/2019 tarihinde 55 kişi,- 14/9/2019 tarihinde 53 kişi, 15/9/2019 tarihinde 53 kişi,- 16/10/2019 tarihinde 50 kişi ile birlikte tutulduğunu bildirmiştir. Başvurucunun koğuş içinde hangi odada, kaç kişi ile birlikte tutulduğuna ve ortak alanlardan faydalanma biçimine ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumu 15/12/2022 tarihli cevabi yazısında; i. Başvurucunun Kuruma giriş yaptığı 15/1/2018 tarihinde E Blok koğuşa yerleştirildiğini, tahliye olduğu 16/10/2019 tarihine kadar bu koğuşta kaldığını,ii. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Ağı Sistemi'nde (UYAP) hükümlü ve tutuklular için oda/koğuş yerleştirme kararı alınırken sadece blok, koridor ve koğuş tanımı yapılabildiğini, yedi odanın herhangi bir tanımlamasının olmadığını,iii. E Blok koğuşun alt katta iki ve üst katta beş oda olmak üzere toplam yedi odadan oluştuğunu, oda mevcuduna göre boş olan odalara sirkülasyona göre hükümlü ve tutukluların kendilerinin yerleştiğini, koğuştaki odalarda odanın mevcuduna göre değişiklik yapabildiklerini, UYAP üzerinden sadece hangi koğuşta, hangi tarihler arasında ve kaç kişiyle kaldıklarının raporlamasının yapılabildiğini,iv. E. Blok koğuşta alt katta bulunan odaların 12,4 (5,30x2,35) m2 ve 35,7 (12,4x2,88) m3, üst katta bulunan odaların 12 (5,23x2,31) m2 ve 42 (12x3,5) m3 olduğu, alt kat ortak yaşam alanının 66,4 (9,05x7,34) m2 ile 7,3 (1,36x5,4) m2 oda ve tuvalet arasındaki alanın toplamı 73,7 m2 ve 212 m3, üst kat ortak yaşam alanının 18 m2 (3,60x5) ile 11 m2 (1,60x6,91), oda önündeki alanın toplamı 29 m2 ve 116 m3 olduğunu, 1,2 m uzunluğunda mutfak kısmı bulunduğunu, v. Ortak kullanım alanları bakımından sınırlama yapılmadığını, alt ve üst kat odaların kullanımında hükümlü ve tutuklular arasında ayrım olmadığını,vi. Havalandırma bahçelerinin kapılarının mevsime göre havanın aydınlanmasıyla açıldığını, havanın kararmasına 15 dakika kala kapatıldığını, havalandırma bahçesinin 66,4 m2 olduğunu bildirmiştir. Adli yardım talebinin kabulüne Komisyonca karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2818 | Başvuru; ceza infaz kurumunda sağlık hizmetlerine erişememe nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının, kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, odada kalan kişi sayısının çokluğuna ve koşulların uygun olmadığına ilişkin şikâyetin infaz hâkimliğince görev yönünden reddine karar verilmesi nedeniyle etkili başvuru hakkının, içtihat farklılığı nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tahliye taleplerinin incelenmemesi, tutukluluk incelemelerinin kanuni süresi içinde yapılmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluk incelemelerinde alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı arama kararları ve vekille görüşlerin kayıt altına alınması nedeniyle savunma hakkı ile adil yargılanma hakkının; gözaltı sürecinde ve ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalar nedeniyle nedeniyle de kötü muamele yasağının, eşitlik ilkesi ile masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süreci yeniden uzatılmayarak 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu, en son Edirne Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmıştır. Başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile görevinden uzaklaştırılmış; 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından başlatılan soruşturma kapsamında 16/7/2016 tarihinde başvurucu gözaltına alınmıştır. Savcılık tarafından 17/7/2016 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmış, ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, Savcılık tarafından silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle 17/7/2016 tarihinde Edirne Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Edirne Sulh Ceza Hâkimliğince aynı tarihte yapılmış, sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, emniyetteki ifadesine benzer şekilde beyanlarda bulunmuştur. Hâkimlik başvurucunun tutuklanması talebinin reddine ve adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar vermiş ancak bu karara Savcılığın yaptığı itiraz üzerine 18/7/2016 tarihinde Edirne Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun atılı suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş ancak itirazı Kırklareli Sulh Ceza Hâkimliğince 21/7/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı 31/10/2016 tarihli karar ile yetkisizliğine ve başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da 12/1/2017 tarihli karar ile yetkisizliğine ve başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasının İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında devam eden soruşturma sürecinde Edirne Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/8/2016, 9/9/2016, 6/10/2016 tarihli; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/11/2016 tarihli; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/12/2016 tarihli; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/1/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/2/2017, 15/9/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/3/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/4/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/5/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/6/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/7/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/8/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/8/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/10/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/11/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/12/2017 tarihli kararları ile başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin kararına karşı yapmış olduğu itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/12/2017 tarihli kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 22/1/2018 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Başsavcılık 28/5/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 10/7/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve 2018/183 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Devam eden kovuşturma sürecinde 30/10/2018 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine ve hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi yaptığı yargılama sonucunda 15/11/2019 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliğinden 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinde başvurucu hakkında ByLock tespiti, aleyhe tanık beyanları ile arama ve elkoyma işlemleri neticesinde elde edilen dijital verilere dayanıldığı anlaşılmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesinde derdesttir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3449 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tahliye taleplerinin incelenmemesi, tutukluluk incelemelerinin kanuni süresi içinde yapılmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluk incelemelerinde alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı arama kararları ve vekille görüşlerin kayıt altına alınması nedeniyle savunma hakkı ile adil yargılanma hakkının; gözaltı sürecinde ve ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalar nedeniyle nedeniyle de kötü muamele yasağının, eşitlik ilkesi ile masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında kronik böbrek yetmezliği hastalığına yakalanıldığı olayda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mardin Mekanize Piyade Tugayı Kızıltepe Ata Hudut Karakolunda askerlik hizmetini yapmıştır. Başvurucu, askerlik hizmetini yaptığı sırada 25/9/2012 tarihinde rahatsızlanmış; başvurucunun yüzünde, ayaklarında ve bacaklarında şişlikler oluşmuştur. Bu rahatsızlığı sebebiyle başvurucu 27/9/2012 tarihinde muayene olmuş, rahatsızlığının sebebinin böcek ısırığı olabileceği gerekçesiyle başvurucuya hekim tarafından çeşitli ilaçlar verilmiş ve ayrıca gastrit teşhisi konmuştur. Başvurucunun şikâyetleri devam edince 3/10/2012 tarihinde bu defa başvurucuya alerji teşhisi konularak antibiyotik ilaç tedavisine başlanmıştır. Ancak rahatsızlıkları devam eden başvurucu 9/10/2012 tarihinde Kızıltepe Devlet Hastanesi Dâhiliye Bölümünde muayene olmuştur. Yapılan muayene sonucu başvurucunun nefroloji bölümü olan bir hastaneye sevki uygun görülmüş; bu sebeple başvurucu önce Mardin Devlet Hastanesine, sonrasında da 10/10/2012 tarihinde Gülhane Askerî Tıp Akademisine (GATA) sevk edilmiştir. GATA'da kronik böbrek yetmezliği teşhisiyle tedavisine başlanan başvurucu için Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesince 24/10/2013 tarihinde, teşhisi konulan bu rahatsızlığı nedeniyle %90 oranında engelli olduğuna dair bir sağlık kurulu raporu düzenlenmiştir. Başvurucunun babası, oğlunun rahatsızlığına yol açan kamu görevlilerinin cezalandırılması istemiyle 16/1/2013 tarihinde Diyarbakır Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Askerî Savcılık, konu ile ilgili olarak uzman bir doktordan bilirkişi raporu aldırmıştır. Raporda, başvurucunun böbrek fonksiyonlarını bozan lupus nefriti hastalığına yakalandığı belirtilmiştir. Bilirkişiye göre mağdurun rahatsızlığını beyan ettiği 25/9/2012 tarihi ile hastalığıyla ilgili muayene ve tedavisine başlandığı 9/10/2012 tarihi arasında geçen on dört günlük süre içinde mağdurun yaşam fonksiyonlarını etkileyebilecek bir gelişim söz konusu değildir. Askerî Savcılık 21/11/2013 tarihinde ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçundan şüpheli alay komutanı ile hekim hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, bilirkişi raporuna atıfta bulunulmuş ve şüpheliler ile başka herhangi bir personelin somut olayda bir kusurunun bulunmadığı sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Karara karşı yapılan itiraz, Diyarbakır Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi tarafından 21/1/2014 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 4/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Saadet Ergün ve diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015, §§ 24- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2901 | Başvuru, askerlik hizmeti sırasında kronik böbrek yetmezliği hastalığına yakalanıldığı olayda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 22/11/2010 tarihinde açtığı dava, hâlen kesin olarak sonuçlanmamıştır. Başvurucular 2/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29325 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilen başvurucunun Anayasa'da güvence altına alınan haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/1/2022 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1991 doğumlu olan başvurucu Diyarbakır Kayapınar Belediye Başkanlığı (Belediye) bünyesinde değişik alt işverenler (Şirket) nezdinde temizlik işçisi olarak çalışmakta iken 16/2/2017 tarihinde iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, haksız şekilde işten çıkarıldığı gerekçesiyle işe iade talepli tespit davası açmıştır. Diyarbakır İş Mahkemesi (Mahkeme) 20/11/2017 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf yoluna başvurmuş; kararın kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi başvurucunun istinaf talebini 10/7/2018 tarihli kararı ile kesin olmak üzere reddetmiştir. Nihai karar 4/1/2022 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/1/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/7900 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilen başvurucunun Anayasa'da güvence altına alınan haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, özel bir şirkette çalışan başvurucunun işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Vangölü Elektrik Perakende Satış A.Ş. (İşveren) bünyesinde onarım ve bakım personeli olarak çalışmaktadır. İşveren tarafından, Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (TEDAŞ) tarafından PKK terör örgütü ile mücadele kapsamında gönderilen listede başvurucunun da isminin bulunduğu gerekçe gösterilerek 6/8/2018 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25020 | Başvuru, özel bir şirkette çalışan başvurucunun işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, daimî işçi kadrosuna geçirilmeme yönündeki idari işlemlerin iptali talebiyle açılan davaların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) nezdinde, şoförlü araç kiralama hizmeti satın alınması ihalesi kapsamında taşeron işçi sıfatıyla şoför olarak çalışmakta iken 20/11/2017 tarihli ve 696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (696 sayılı KHK) maddesi ile 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu, 2914 Sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu, 5434 Sayılı T. Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması, Devlet Memurları ve Diğer Kamu Görevlilerine Memuriyet Taban Aylığı ve Kıdem Aylığı ile Ek Tazminat Ödenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'ye (375 sayılı KHK) eklenen geçici ve maddelere istinaden sürekli işçi kadrosuna geçmek için idareye başvurmuştur. İdare tarafından talepleri reddedilen başvurucular, DSİ Bölge Müdürlüğü Tespit Komisyonuna başvurmuş; bu başvuruları da olumsuz neticelenince Kahramanmaraş İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Dava dilekçelerinde kadroya geçmek için ilgili mevzuatta yer alan tüm şartların sağlandığını ileri süren başvurucular, 375 sayılı KHK'nın geçici maddesinin onuncu fıkrasının hatalı yorumlandığına dair itirazda bulunmuştur. 375 sayılı KHK'nın geçici maddesinde daimî işçi kadrosuna geçirilmeyle ilgili şartlar düzenlenmiştir. Anılan maddenin onuncu fıkrası şöyledir:"Bu maddenin uygulanmasında personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı; 4734 sayılı Kanun ve diğer mevzuattaki hükümler uyarınca ihale konusu işte çalıştırılacak personel sayısının ihale dokümanında belirlendiği, bu personelin çalışma saatlerinin tamamının idare için kullanıldığı ve yaklaşık maliyetinin en az %70’lik kısmının asgari işçilik maliyeti ile varsa ayni yemek ve yol giderleri dahil işçilik giderinden oluştuğu, yıl boyunca devam eden ve niteliği gereği süreklilik arz eden işlere ilişkin hizmet alımlarını ifade eder. Hizmet alım sözleşmesi kapsamında niteliği birbirinden farklı hizmet türlerinin bulunması halinde personel çalıştırılmasına dayalı olup olmama yönünden yapılacak değerlendirme her hizmet türü için ayrı ayrı yapılır. Danışmanlık hizmetleri, hastane bilgi yönetim sistemi hizmetleri ve çağrı merkezi hizmetlerine ilişkin alımlar personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı olarak kabul edilmez." Başvurucular, ilgili maddede hizmet alım sözleşmesi kapsamında, niteliği birbirinden farklı hizmet türlerinin bulunması hâlinde personel çalıştırılmasına dayalı olup olmama yönünden yapılacak değerlendirmenin her hizmet türü için ayrı ayrı yapılacağının belirtildiğini, davaya konu olan şoförlü araç kiralama hizmeti satın alınması yönündeki ihalenin araç kiralama ile birlikte şoför alımını da kapsadığını ileri sürmüştür. Mahkeme, davaların reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararlarda ilgili mevzuat hükmü ile ihaleye ait dokümanları inceleyen Mahkeme, 375 sayılı KHK'nın maddesinin onuncu fıkrası hükmüne göre talebe konu ihalenin personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı niteliğinde olması gerektiğini, somut davalara konu ihalenin ise bu nitelikte olmadığını, bu kapsamda idari işlemlerde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Kararlarda başvurucuların ilgili mevzuatın yorumlanmasına dair itirazlarına ayrıca yer veren Mahkeme, 375 sayılı KHK'nın maddesinin onuncu fıkrasından anlaşılması gerekenin birbirinden her yönüyle tamamen bağımsız, farklı iş kollarına/farklı faaliyet alanlarına/farklı hizmet türlerine ait iki ayrı hizmet alım işinin aynı ihaleye konu edilmesi olduğunu, taşeron işçi istihdamına dayanak olan ihalenin ise şoförlü araç kiralama hizmet alımı olduğunu, şoförlü araç kiralanmasında aynı hizmetin parçası olan şoför ve aracın birbirinden farklı hizmet türü olarak değerlendirilmesinin mümkün olamayacağını ifade etmiştir. Mahkeme ayrıca gerekçeli kararda 1/1/2018 tarihli Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Personel Çalıştırılmasına Dayalı Hizmet Alımı Sözleşmeleri Kapsamında Çalıştırılmakta Olan İşçilerin Sürekli İşçi Kadrolarına veya Mahalli İdare Şirketlerinde İşçi Statüsüne Geçirilmesine İlişkin 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Geçici 23 ve Geçici 24 üncü Maddelerinin Uygulanmasına Dair Usul ve Esaslara İlişkin Tebliği (Tebliğ) de referans almıştır. Buna göre Tebliğ'in "Hizmet alımı sözleşmesi açısından kapsamın belirlenmesi" kenar başlıklı maddesine atıf yapan Mahkeme, (3) numaralı fıkrada yer verilen örneğin somut olay açısından açıklayıcı olduğunu ifade etmiştir. Tebliğ'in maddesinin (3) numaralı fıkrasında bir hizmet alımında malzemeli yemek ve temizlik işinin birlikte ihale edilmesi durumunda malzemeli yemek ve temizlik işlerinin ayrı ayrı değerlendirileceği belirtilmiştir. Başvurucuların anılan kararlara yönelik istinaf talepleri Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucular, nihai kararların tebliği üzerine süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2020/37856, 2020/38343, 2020/38348 sayılı başvuruların konu yönünden irtibatı nedeniyle 2020/37871 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2020/37871 numaralı başvuru üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/37871 | Başvuru, daimî işçi kadrosuna geçirilmeme yönündeki idari işlemlerin iptali talebiyle açılan davaların reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın bir bölümünün kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkının; bunun üzerine açılan davanın husumet yönünden reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1948 yılında doğmuş olup Antalya ilinde ikamet etmektedir. Başvurucu Antalya ili Manavgat ilçesi Gündoğdu beldesinde bulunan 000 m2 yüz ölçümlü 508 parsel sayılı taşınmazı 16/2/1978 tarihinde satın almıştır. 508 parsel sayılı taşınmaz 18/8/1983 tarihinde ifraz görmüş ve 020 m2lik kısmı 1131 parsel ve 980 m2lik kısmı ise 1132 parsel numaralarını almıştır. Başvurucu 1131 parsel sayılı taşınmazı 22/8/1983 tarihinde ve 1132 parsel sayılı taşınmazı da 10/5/1984 tarihinde üçüncü kişilere satış yoluyla devretmiştir. Başvurucu 9/12/2010 tarihinde Antalya Valiliğine (Valilik) başvurarak 508 sayılı parselin 10/5/1982 tarihinde onaylanan kıyı kenar çizgisi içinde ne kadar kısmının kaldığının bildirilmesini istemiştir. Valilik tarafından verilen 5/1/2011 tarihli cevapta 1/1000 ölçekli ve 10/5/1982 tarihli paftada parselin yaklaşık 74 m2lik kısmının kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında (kıyı bandında) kaldığı belirtilmiştir. Ekinde sunulan krokide kıyı kenar çizgisi sınırının 23/11/1983 tarihinde onaylandığı anlaşılmaktadır. Başvurucu 11/1/2011 tarihinde Manavgat Malmüdürlüğüne başvurarak 508 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalması nedeniyle el atılan kısmı için eş değer taşınmaz verilmesini veya taşınmazın bedelinin ödenmesini istemiştir. Malmüdürlüğünce verilen 16/2/2011 tarihli cevap yazısında; kıyıların özel mülke konu olamayacağı, kamulaştırma ve kamulaştırmasız el atmadan söz edilemeyeceği ve bu nedenle yapılacak bir işlem olmadığı bildirilmiştir. Başvurucu 7/5/2012 tarihinde yeniden Valiliğe başvurmuştur. Bu başvuruda, 508 parsel sayılı taşınmazın 000 m2sinin kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını ve bu kısma kamulaştırma yapılmaksızın el konulduğunu belirterek arsa bedelinin ödenmesini istemiştir. Valiliğin talebine istinaden Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca verilen 26/6/2012 tarihli cevap yazısında, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında oldukları, kıyıda kalan özel mülkiyete tabi taşınmazlar hakkında tapu iptali tescil davası açılarak devletin hüküm ve tasarrufu altına alınmaya yönelik işlemler yapıldığı ve tapu iptalinden dolayı taşınmaz sahibinin tazminat talebinde bulunabileceği belirtilmiştir. Başvurucu 10/5/2011 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhinde Manavgat Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmış ve kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkeme 15/2/2012 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:i. Mahkeme kamulaştırmasız el atma ile ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yapmıştır. Mahkemeye göre olayda davalı idarenin başvurucunun malını elinden alması söz konusu olmadığı gibi bir el koyma eylemi de bulunmamaktadır. Mahkeme dava konusu parselden kıyı kenar çizgisinin geçirilmesinin ve onanmış hali hazır haritasına işlenmesinin idari bir karar olduğunu ve kamulaştırmasız el atmanın gerçekleşmediğini belirtmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 20/11/2012 tarihinde değişik gerekçeyle onanmıştır. Dairenin onama kararı özetle şu şekildedir:i. Başvurucu 000 m2lik taşınmazın tamamına 16/2/1978 tarihinde sahip olmuştur. Taşınmaz 020 m2 yüz ölçüm ile 1131 parsel ve 980 m2 yüz ölçüm ile 1132 parsellere ifraz görmüştür. Başvurucunun hiçbir alan kaybı olmadan bu şekilde taşınmazlarını şahıslara sattığı anlaşılmıştır.ii. Kamulaştırmasız el atma davası açabilmesi için ise el atıldığı ileri sürülen taşınmazın tapu maliki olunması veya mülkiyetinin başvurucuya ait olduğuna ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararı bulunması gerekir.iii. Bu nedenle taşınmazın üçüncü şahıslara satışlarından sonra taşınmazların bir kısmının kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı gerekçesiyle açtığı davada başvurucunun aktif husumet ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle sonucu itibarıyla davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Yapılan karar düzeltme istemi Daire tarafından 23/9/2013 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 6/4/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait mallar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz.Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir." 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun ''Tanımlar'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunda geçen deyimlerden;Kıyı çizgisi:Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgiyi,Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını,Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı,...ifade eder."3621 sayılı Kanun'un''Genel esaslar'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kıyılar ile ilgili genel esaslar aşağıda belirtilmiştir:Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır,Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.Kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur.Kıyı kenar çizgisinin tespit edilmediği bölgelerde talep vukuunda, talep tarihini takip eden üç ay içinde kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur.Ek : (1/7/1992 - 3830/2 md.) Sahil şeritlerinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaşabilir.Ek : (1/7/1992 - 3830/2 md.) Yaklaşma mesafesi ve kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanlar, ancak yaya yolu, gezinti, dinlenme, seyir ve rekreaktif amaçla kullanılmak üzere düzenlenebilir.Ek : (1/7/1992 - 3830/2 md.) Sahil şeritlerinin derinliği, 4 üncü maddede belirtilen mesa-feden az olmamak üzere, sahil şeridindeki ve sahil şeridi gerisindeki kullanımlar ve doğal eşikler de dikkate alınarak belirlenir.Ek : (1/7/1992 - 3830/2 md.) Taşıt yolları, sahil şeridinin kara yönünde yapı yaklaşma sınırı gerisinde kalan alanda düzenlenebilir.Ek : (1/7/1992 - 3830/2 md.) Sahil şeridinde yapılacak yapıların kullanım amacına bağlı olarak yapım koşulları yönetmelikte belirlenir." 3621 sayılı Kanun'un ''Kıyı kenar çizgisinin tespiti'' kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: " Kıyı kenar çizgisi, valiliklerce, kamu görevlilerinden oluşturulacak en az 5 kişilik bir komisyonca tespit edilir....Komisyonca tespit edilip valiliğin uygun görüşü ile birlikte gönderilen kıyı kenar çizgisi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca onaylandıktan sonra yürürlüğe girer...." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/4/2017 tarihli ve E.2007/5-233, K.2007/221 sayılı kararının ilgili kısımları şu şekildedir:"...Öncelikle belirtilmelidir ki, bir davada taraf sıfatı, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Dolayısıyla davacı sıfatı (aktif husumet) dava konusu hakkın sahibine; davalı sıfatı (pasif husumet) o hakka uymakla yükümlü olan kişiye aittir.Bu noktada, mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir.Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir.Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur. Bu nedenle taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def'i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir....Bu noktada, mal sahibi el atmanın önlenmesi veya bedel davası açmaktaki seçimlik hakkını dava açarken kullanabileceği gibi, el atmanın önlenmesi davası açtıktan sonra da davasını bedel davasına dönüştürebilir (Ali Arcak, Kamulaştırmasız El koyma ve Yeni Hükümler, Ankara 1987, s:40).Türleri gösterilen davalardan hangisi olursa olsun, ister, el atmanın önlenmesi, ister bedel davası açılsın; dava açmanın ilk şartı, o yerin tapu ile maliki veya mirasçısı olmaktır....''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6803 | Başvuru, taşınmazın bir bölümünün kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkının; bunun üzerine açılan davanın husumet yönünden reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, cinsel saldırı suçu işlendiği iddiasıyla yürütülen soruşturmanın etkisiz olması ve yargılama sonucunda sanıkların beraatlerine karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1982 doğumludur ve olay tarihinde Fethiye'de yaşamaktadır. Başvurucu 10/3/2008 tarihinde Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) avukatı aracılığıyla dilekçe ibraz ederek on kişiden şikâyetçi olmuş; şikâyet dilekçesinde, 26-27/6/2007 tarihinde erkek arkadaşı K.yla birlikte gittiği Fethiye'deki bir kaplıca tesisinde ikisi çocuk olmak üzere on kişinin cinsel saldırısına uğradığını iddia etmiştir. Başvurucu, içeceğine karıştırılan bir madde veya ağrı kesici diye aldığı bir hap sebebiyle saldırı sırasında bedensel ve zihinsel olarak kendini kontrol edemediğini, olay sonrasında ise maruz kaldığı eylemleri hatırlamadığını, 2007 yılı Aralık sonunda olayın faillerinden A.N.’nin kendisini telefonla aramasının yaşadıklarını hatırlamasını tetiklediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, on iki sayfalık şikâyet dilekçesinde olayı öncesi ve sonrasıyla ayrıntılarıyla anlatmıştır. Başvurucu, olayın failleri olduğunu belirttiği kişilerden sadece ikisinin açık kimlik bilgilerini bildiğini belirtmiştir. Başvurucu şikâyet dilekçesine 19/2/2008 tarihli Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Levent Semt Polikliniği raporu (ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı tarafından düzenlenmiş) ile 15/1/2008 tarihli İstanbul'da bulunan özel bir hastanenin (kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından düzenlenmiş) raporunu eklemiştir. 19/2/2018 tarihli raporda şu hususlara yer verilmiştir: "[B.A.] hastanemiz polikliniğine 2008 tarihinde [.] protokol numarası ile başvurmuş olup ilk görüşmede depresyon belirtileri saptanmıştır. Daha sonra yapılan görüşmeler ve uygulanan MMPI ve Roschach testleri sonucunda yaklaşık 6-7 ay önce travma yaşadığı ancak bu travmayı travmetik amnezi nedeniyle yeni parça parça hatırlamaya başladığı anlaşılmıştır. Test sonuçlarına ve görüşmelere yansıdığı kadarıyla yaşadığı travmanın cinsel içerikli şiddet içeren bir travma olduğu ve hastamız üzerinde kalıcı hasar bıraktığı gözlenmiştir. Yapılan diğer testler ve ölçeklerin değerlendirilmesi ve düzenli görüşmelerin sonucunda depresyona ek olarak travma sonrası stres bozukluğu belirtilerinin ve çok yoğun ankisiyete belirtilerinin yaşandığı saptanmıştır. Psikoterapi ve ilaç tedavisine olumlu cevap alınmakla birlikte yaşanan travmanın hastamızın ruhsal dünyasında kalıcı bozukluklara yol açabileceği düşüncesindeyim." Başsavcılık şikâyet tarihinde başvurucunun ifadesini avukatının huzurunda almıştır. Başvurucunun ifadesi şu şekildedir:"Ben Başsavcılığınıza şikayet dilekçesi vermiştim. İfademi aynen tekrar ederim. 2007 Yılının Haziran ayında erkek arkadaşım olan [K.]yla birlikte kendisinin daveti üzerine Fethiye Saklıkent yolu üzerinde bulunan gebeler kaplıcasına gitmeye karar verdik. Bu amaçla ye ait ancak markasını ve modelini tam olarak bilmediğim koyu kül rengi bir araçla yanında [A.N.] isminde ancak soyadını bilmediğim bir şahısla birlikte sabahleyin saat 9:30 sıralarında çalışmış olduğum P. Otele geldiler. Ben burada arabaya bindim. Yolda [A.N.] beyi indirdik. [A.N.] bey şuanda İstanbul'da Milli eğitim müdürlüğünde müfettiş olarak çalışmaktadır. Saat 10:30 civarı ile birlikte önce Yanıklar koyuna gittik. Burada bir süre kaldıktan sonra oradan Gebeler kaplıcasına doğru yola çıktık. Saat 11:00 civarında Gebeler kaplıcasına vardık. Buranın işletmecisi olan ancak adını hatırlayamadığım şahısla bir süre sohbet etti. Daha sonra ikimiz kaplıcanın odasına çıktık. Burada mayolarımız giydik ve aşağıya indik. Burada bir şeyler yedikten sonra kaplıcaya girdik ve arkasından odamıza çıktık. Odaya çıktıktan sonra benim uykum geldiği için uyumaya karar verdim ve birkaç saat uyudum. Uyandığımda [K.] ve arkadaşı restaurantta sohbet ediyorlardı. Yanlarında tesisin sahibinin oğlu olan 13 yaşlarında hantal ve çirkin görünüşlü oğlu vardı, bize mağarayı dolaştırdı geri döndüğümüzde restaurantta [A.N.] beyin de bulunduğunu gördüm. Okey masasına oturduk. Biz otururken sürekli olarak telefonla arkadaşlarını arıyor ve akşama eğlence olduğunu söylüyordu. İlerleyen saatlerde başım ağrımaya başladığı için [M].den ağrı kesici istedim, tesis sahibinin büyük oğlu olan 16 yaşlarında adını hatırlamadığım şişman ve hantal yapılı olan bana ağrı kesici olduğunu düşündüğüm bir hap getirdi. Bu hapı su ile yuttum. Daha sonra içmem için içinde pipet olan şeftali suyu getirdiler. Şeftali suyunu içtikten sonra uykum gelmeye başladı. Hava tam olarak kararmıştı. Ben izin isteyerek odaya çıktım ve uyudum. Bir süre [] odaya geldi birkaç şey aldı çıktı. Daha sonra geri geldi ve üzerimdekileri çıkartarak benimle birlikte olmak istediğini söyledi. Ben istemediğim halde cinsel ilişkiye girdik. Sonra kendisi odadan ayrıldı. Ben bu esnada muhtemelen vermiş oldukları ilacın etkisiyle yarı sersem bir şekilde giyindim. Kendimi çok halsiz hissediyordum. Hava kararmıştı içeriye [] girdi beni soyarak yatağın üzerine yüzüstü yatırdı ve bana 'seninle sırayla beraber olacaklar itirazın yok değilmi' diyerek sordu. Gözlerimi araladığımda [M].nin elindeki kamerayla beni çektiğini gördüm. Devamında [] benimle zorla cinsel ilişkiye girdi. Bu esnada kamera elinde çekiyordu. İlacın etkisi altında olduğum için çok net hatırlayamıyorum ancak içeri giren şahıslar sürekli olarak değişiyordu. Hatta bazı anlarda içeride birden fazla kişi vardı. Bu şahısların her biri benim rızam dışında benimle zorla cinsel ilişkiye girdiler. Her ne kadar engel olmak istesem de kendimde değildim. Zaten karşı koymaya çalışsam da gücüm yetmiyordu. Ne kadar sürdüğünü tam olarak hatırlayamıyorum bir kriz geçirdim. Ne kadar uyuduğumu hatırlamıyorum. Hatırladığım kadarıyla önce [A.N.] bana tecavüz etti, sonrasında tesis sahibi, tesis sahibinin iki oğlu, tesiste çalışan esmer, orta boylu, hafifi kirli sakallı şahıs, [KA.] ismindeki şahıs, Kuşcu lakaplı müzik öğretmeni olan şahıs, adını İbrahim diyerek tahmin ettiğim şahıs ve tanımadığım iki şahıs daha bana tecavüz ettiler. 2,5 saat sonra kendi kendime ayıldım, [] odaya geldi ve hadi gitme vakti diyerek [A.N.] ile birlikte kendi arabasına bindirdi. Bana olanları hatırlayıp hatırlamadığımı sordular hatırlamıyorum dediğim zaman çalıştığım P. Otele gelerek beni bıraktılar. Olayın üzerinden çok uzun zaman geçmiş olmasına rağmen bazı şeyleri yavaş yavaş hatırlamaya başladım. Olanları bu şahıslardan [A.N.] beni telefonla aradıktan sonra parça parça hatırlamaya başladım. Olay tarihinden sonra bir ay kadar daha Fethiye'de kaldım ve daha sonrada İstanbul'a taşındım. Psikolok ve psikiyatriste giderek olanların hatırlayabildiğim kadarını anlattım. Bana ilaç tedavisi uygulamaya başladılar. İfade vermek için Fethiye'ye geldim. Bu şahıslardan şikayetçiyim cezalandırılmalarını istiyorum." Başvurucu ifade işlemi sonrasında Muğla Adli Tıp Şube Müdürlüğüne gönderilerek hakkında sağlık raporu düzenlenmesi istenmiştir. Jinekololojik muayene yapılarak hazırlanan 11/3/2008 tarihli raporda; başvurucunun kızlık zarında tespit edilen yırtıkların on beş günden daha eski bir tarihte meydana geldiği, her iki uyluk bölgesinde saptanan ekimozların olayla ilgisiz ve yeni tarihli olduğu, cinsel saldırı suçu nedeniyle beden ve ruh sağlığının bozulup bozulmadığı hususunun Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu tarafından değerlendirilebileceği belirtilmiştir. Adli Tıp Kurumu (ATK) başvurucunun şikâyet dilekçesini, dosyadaki sağlık raporlarını incelenmiş; 12/3/2008 tarihinde de başvurucuyu muayene etmiştir. ATK'nın 26/3/2008 tarihli raporunda şu değerlendirmede bulunulmuştur:"...2007 yılı haziran ayında birden fazla şüpheli tarafından mağduresi bulunduğu 'cinsel saldırı' olayı nedeniyle beden ve ruh sağlığının bozulup bozulmadığı sorulan A. kızı 1982 doğumlu [B.A.].nın Kurulumuzca 2008 tarihinde yapılan muayenesinde ve dava dosyasının tetkikinde, mağduresi bulunduğu olaydan kaynaklanmış ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede olan 'travma sonrası stres bozukluğu' denilen ağır nöroz arazının tespit edildiği; bu duruma göre, A. kızı 1982 doğumlu [B.A.].nın Haziran 2007 tarihinde mağduresi bulunduğu olay sonucunda ruh sağlığının bozulduğu oybirliği ile mütalaa olunur." Soruşturma kapsamında başvurucuya yer gösterme ve teşhis işlemi yaptırılmıştır. Başvurucunun teşhis ettiği K., S.K., G.K. K.K. ve E.K. 11/3/2008, -K. ile tanışmasına vesile olan- KA. ise 13/3/2008 tarihinde Fethiye'deki Kemer Jandarma Karakolunda (Jandarma Karakolu) ifade vermiş; hiçbiri suçlamayı kabul etmemiştir. KA. ifadesinde olay yerine hiç gitmediğini söylemiştir. Şüphelilerden S.K. kaplıcada bekçi olarak görev yapmaktadır. Ayrıca E.K. ve K.K., kaplıcayı işleten G.K.nın olay tarihinde 12 ve 16 yaşında olan çocuklarıdır. K. ise şikâyet dilekçesinde Kuşçu lakaplı bir müzik öğretmeninin ağabeyi olarak belirtilen kişidir. Ayrıca şikâyet dilekçesinde olayın faillerinden birinden de K.nın adı bilinmeyen müzisyen arkadaşı şeklinde bahsedilmektedir. Soruşturmada bu kişinin ifadesi alınmamıştır. Başvurucudan olayın yaşandığı yeri göstermesi istenmiş ve gösterilen odadan birtakım eşyalar alınarak genetik incelemeye gönderilmiştir. İzmir Adli Tıp Kurumu İzmir Grup Başkanlığının 26/5/2008 tarihli raporunda; incelenen bir yatak örtüsü, dört yastık kılıfı, bir çarşaf ve üç yastıkta kan ve meni örneği olmadığı, bir yastık kılıfı ile iki yastıkta ise tükürük örneğine rastlandığı belirtilmiştir. Şüphelilerden eşleştirme için tükürük örneği alınmamıştır. Başvurucunun şikâyetçi olduğu kişilerden K. ve A.N.O. nun ifadesi jandarma karakolunda 13/3/2008 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınmıştır. Şüpheli K. ifadesinde özetle başvurucuyu arkadaşı olan KA. vasıtasıyla bir buçuk yıldır tanıdığını, kendisine resim dersleri verdiğini, sonrasında doğa yürüyüşlerinde bir araya geldiklerini, başvurucunun zamanla kendisine birtakım duygular beslemeye başladığını ve sevgi içerikli sözler söylediğini belirtmiştir. Şüpheli; başvurucunun evine gelip gittiğini, bir araya geldiklerinde kendisine babaannesi veya başka birileri tarafından saldırıldığı şeklinde halisünasyonlar gördüğünü söylediğini, ilaç kullandığına şahit olduğunu, ayrıca sohbetlerinde kendisinden bir siyasi partiye yardım etmesini istediğini, defalarca bir terör örgütünün sempatizanı olduğunu söylediğini fakat kendisine değer verdiğinden kalbini hiç kırmadığını beyan etmiştir. Başvurucunun özel hayatından da bahsettiğini, üniversiteden isimli bir erkek arkadaşı olduğunu, onunla paylaştığı özel anları hatta başka kişilerle yaşadığı günübirlik cinsel ilişkileri dahi anlattığını ifade etmiştir. K.ya göre başvurucu, annesiyle evlenmesi konusunda telkinde bulunmuş; istemediği takdirde kendisiyle evlenebileceğini söylemiştir. Şüpheli K. ifadesinin devamında olay günü başvurucunun talebi üzerine Fethiye'ye arkadaşı A.N. ile birlikte gelip başvurucuyu araçla aldıklarını, başvurucuyu A.N. ile tanıştırdığını, daha sonra A.N.yi şehir merkezine bırakıp birlikte G.K. isimli arkadaşının işlettiği kaplıcaya geldiklerini, birlikte suya girdiklerini, aynı odayı kullandıklarını, restoran kısmında yemek yediklerini, kaplıcaya gelen A.N. ve G.K. ile birlikte oyun oynadıklarını, bu sırada alkol aldıklarını, K. isimli arkadaşını da bulundukları yere telefonla davet ettiğini, bir müddet sonra yorgun olduğunu söyleyen başvurucuyu odaya götürdüğünü, arkadaşlarının yanına dönmek üzere odadan çıktıktan sonra başvurucunun odayı kilitlediğini, başvurucu uyandıktan sonra 00 sıralarında yanlarına geldiğini, yarım saat sonra A.N. ve başvurucu ile birlikte tesisten ayrıldıklarını, başvurucuyu çalıştığı otele bıraktıktan sonra Muğla'ya döndüklerini belirtmiştir. K. o tarihten sonra başvurucuyla telefonla konuşmaya devam ettiklerini, aynı yıl temmuz ayında başvurucunun, annesi ile birlikte evine geldiklerini, burada annesinin başvurucudan şikâyetçi olup kendisine akıl vermesini tembihlediğini, bundan sonra yaptıkları bir telefon görüşmesinde başvurucunun kendisini tanımadığını, numarasını sildiğini söylediğini ifade etmiştir. K. ifadesinin geri kalan kısmında başvurucunun 2007 yılı Ramazan Bayramı arifesinde telefonla kendisini arayıp KA. ve bir kadın arkadaşının telefon numarasını istediğini, bayramın birinci günü bu kişilerin kendisini aradığını ve başvurucunun görüntülerini internete yükleyip yüklemediğini sorduklarını, bunun üzerine başvurucuyu aradığını fakat kendisine hakaret ettiğinden telefonu kapatmak zorunda kaldığını, bir buçuk ay sonra bu kez başvurucunun mesaj attığını, mesajda "Benim görüntülerim net değil ama elimde senin kızının görüntüleri var." yazdığını beyan etmiştir. Kolluğun sorusuna K. cevap olarak başvurucunun olay akşamı kendisinden ağrı kesici istemediğini, G.K. veya çocuklarının başvurucuya hap vermediğini söylemiştir. K., Başsavcılığa sunduğu 31/3/2008 tarihli beyan dilekçesiyle ifadesindeki iki hususu düzeltmek istemiştir. Bunlardan biri kaplıcadan ayrıldıklarında A.N.nin yanlarında olmadığı, onun ayrı araçla geldiği, diğeri ise başvurucuyu çalıştığı otele bıraktıktan sonra A.N. ile buluşup bir şeyler içtikleri, daha sonra birlikte Muğla'ya gittikleridir. Bunlar dışında dilekçede başvurucuyla kaplıcada ve kaldıkları odada rızasıyla cinsel ilişki yaşadıklarını beyan etmiştir. Ayrıca dilekçeye başvurucuyla olan fotoğraflarını eklemiştir. A.N.O. ifadesinde olay tarihinde kaplıcaya gittiğini, başvurucuyu ismen tanımadığını, K.nın yanında bulunan kadının başvurucu olduğunu tahmin ettiğini, tecavüz iddiasının gerçek olmadığını, ayrıca daha önce telefonla başvurucuyu aramadığını beyan etmiştir. AN.O.ya göre başvurucu, K. ile arası açıldığı ve kendisini bu kişinin yanında görüp nüfuzlu birisi olduğunu öğrendiği için iftira atmaktadır. Şüpheli K.nın evinde Muğla Sulh Ceza Mahkemesinin 8/4/2008 tarihli kararıyla arama yapılmıştır. Aramada bir dizüstü bilgisayar, bir fotoğraf makinesi, bu makineye ait hafıza kartı, 135 adet CD ve DVD'ye el konulmuştur. Bir polis memuru tarafından hazırlanan 15/4/2008 tarihi raporda el konulan eşyaların incelenmesi neticesinde arama konusu suça ilişkin bir unsura rastlanmadığı bildirilmiştir. Başsavcılık 19/6/2008 tarihinde suça sürüklenen iki çocuk ve diğer altı şüpheli hakkında iki ayrı kararla fakat aynı gerekçeyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"Olay ile ilgili ifadesi alınan şüphelilerin üzerlerine atılı suçlamayı kabul etmedikleri, şüpheli [KA].nın 20 yıldan beri Fethiye ilçesine bile gelmediğini beyan ettiği, şüpheli [K.] beyanında ve dosyaya ibraz ettiği dilekçe ve fotoğraflarda müşteki ile şüphelinin birlikte çekildiği çok sayıda fotoğrafının görüldüğü, yine şüpheli [M].nin beyanına göre olay mahallinde birlikte kaplıcaya çıplak olarak girdiklerini ve burada iki kez cinsel ilişkiye girdiklerini, daha sonra tekrar odaya çıktıklarında bir kez daha cinsel ilişkiye girdiklerini beyan ettiği, müştekinin üzerinde cinsel saldırıya maruz kaldığını beyan ettiği ve kendisine ait kan ve idrar kalıntılarının bulunduğunu söylediği yastık ve yatak materyalleri üzerinde yapılan incelemede kan, meni ve idrar kalıntısı tespit edilemediği, olay mahallinin kamunun girip çıkabildiği kaplıca olduğu, dosya kapsamına göre müşteki ile öğretmen şüpheli [] arasında cinsel ilişkiyle birlikte yaşanan gönül ilişkisinin bulunduğunun tespit edildiği, müştekinin ruh sağlığının bozulduğu yönünde Adli Tıp Raporu var ise de, söz konusu arazın müştekinin iddia ettiği ırza geçme olayından kaynaklandığına dair soyut iddiasından başkaca delil bulunmadığı ve her ne kadar Adli Tıp Kurumu müştekinin söz konusu ırza geçme olayı nedeniyle ruh sağlığının bozulduğunu belirtmiş ise de, Adli Tıp Kurumu'nun adli soruşturmayı gerektiren bu konuda karar vermeye yetkili olmadığı, kurumun kendisine 2007 yılı Haziran ayında birden fazla şüpheli tarafından maruz kaldığı cinsel saldırı nedeniyle ruh sağlığının bozulup bozulmadığı sorulduğu için soruya yanıt olarak bu şekilde yanıt verdiğinin düşünüldüğü, müştekinin önce şüpheli [], sonra [M].den resim dersleri aldığının tespit edildiği, müşteki iddiaları doğrultusunda şüpheli []ye ait Milli Eğitim Lojmanları'ndaki konutunda yapılan aramada bilgisayar, dijital fotoğraf makinesi, hafıza kartı, CD ve DVD'ler üzerinde yapılan incelemede iddia edilen suça ilişkin herhangi bir kayda rastlanılmadığı, şüphelilerden beşinin öğretmen ya da öğretmen emeklisi olup, ikisinin ise 12-16 yaş grubunda çocuk olduğuTüm dosya kapsamına göre şüpheliler hakkında atılı nitelikli cinsel saldırı suçunu işlediklerine dair haklarında kamu davası açmasını gerektirecek nitelik ve yeterlikte delil elde edilemediği anlaşıldığından;Şüpheliler hakkında atılı suçtan KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]" Başvurucu, verilen kararlara itiraz etmiştir. Başvurucu, itiraz dilekçesinde özetle şüphelilerinin beyanlarının geç alınması nedeniyle delillerin karartıldığını, bütün şüphelilerin ev ve işyerlerinde arama yapılmadığını, internet yazışmalarının incelenmediğini, K.nın evinde yapılan aramanın şikâyet tarihinden çok sonra gerçekleştirildiğini, şüphelilerin kullandıkları cep telefonlarının iletişim kayıtlarının tespit edilerek olay tarihinde olay yerinde bulunup bulunmadıkları yönünde araştırma yapılmadığını, ATK raporunun görmezden gelinerek karar verildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun itirazı, Muğla Ağır Ceza Mahkemesinin 17/10/2008 ve 20/10/2008 tarihli kararlarıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu verilen kararlara karşı kanun yararına bozma talebinde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 28/6/2010 ve 15/7/2010 tarihli kararlarıyla Muğla Ağır Ceza Mahkemesinin kararlarının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı sonrasında Başsavcılık, ikisi çocuk sekiz kişi hakkında mağdurun beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından iki ayrı iddianame düzenlemiştir. Fethiye Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) suça sürüklenen çocuklar hakkındaki yargılamanın 26/1/2011 tarihli ilk duruşmasında başvurucunun beyanı alınmıştır. Ayrıca bu duruşmada olayın tüm faillerinin ev ve işyerlerinde arama yapılmasına, bilgisayar ve telefonlarının imajları ile IP adreslerinin tespit edilmesine karar verilmiştir. 16/3/2011 tarihli ikinci duruşmada, suça sürüklenen çocukların savunmaları alınmış ve dosyanın yaşı büyük sanıklar hakkındaki dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Mahkemece 16/3/2011 tarihinde yaşı büyük sanıklar hakkındaki yargılamada ilk duruşma yapılmış ve altı şüphelinin savunması alınmıştır. Duruşmada başvurucunun ve sanıkların kullandığı telefon numaraları tespit edilerek bu numaraların olay tarihi ve sonrasında sinyal aldıkları baz istasyonları da dâhil olmak üzere iletişim bilgileri istenmiştir. Ayrıca sanıkların cep telefonları ve bilgisayarlarıyla ilgili bilirkişi raporu alınmıştır. 11/11/2011 tarihli bilirkişi raporuna göre sanıklara ait bilgisayar ve telefonlarda delil olabilecek nitelikte bir görüntü bulunmamaktadır. KA. dışındaki sanıkların bir kısmının kullandığı telefonların olay yerine yakın baz istasyonlarından sinyal aldığı 13/10/2011 havale tarihli bilirkişi raporuyla tespit edilmiştir. 19/2/2008 tarihli raporu (bkz. § 11) düzenleyen doktor 27/5/2011 tarihli duruşmada tanık olarak dinlenmiştir. A.Ö. isimli tanığın beyanı şöyledir:"Ben olayla ilgili olarak doğrudan görgü tanığı değilim. Ancak mağdure [B.A.] mor çatı derneğine müracat etmiş, ertesi gün de görüşme için psikiyatris olarak bana yönlendirilmişti. Ben kendisi ile yaptığım görüşmede kesik kesik ve bölük bölük olarak bir cinsel saldırı olayından bahsediyordu. Ilk başlarda anlatımı tamamen duygu yüksüz ve mekanik bir anlatımdı. Ancak daha sonraları anlatım ve hatırlama arttıkça kendisi ağır bir psikolojik tranva yaşamaya başladı. Ben ilk başta kendisi ile haftada bir görüyoyrdum. 6 Ay kadar görüşme bu şekilde devam etti. 6 ay kadar sonra kendisini toparlamaya başlayınca görüşme sıklığı azaltıldı. Ben mağdure ile yapmış olduğum görüşmeler zarfında kendisinde olaya bağlı tranva sonrası stres bozukluğu tespit ettim. kendisinin olay öncesinde bir ruhsal bozukluğu olduğunu tespit etmedim. Bütün veriler olaya bağlı bir stres bozukluğunu gösteriyordu. Bu tarz olaylarda tıbben tranvatik amnezi dediğimiz vakalarda kişiler başlangıçta olayları hatırlamaz ancak mağduru tetikleyen her hangi bir ses, görüntü vb. Olayla olayları hatırlamaya başlarlar. Mevcut olayda da bu şekilde bir hatırlama olmuş. Mağdurun bu olaydan sonra kendisine karşı cinsel saldırıda bulunulan bir kişi ile görüşmeye devam etmiş olması olayın hatırlanması için tetikleme yapmamış olabilir. Bu durum tıbben mümkündür, olaya ilişkin söyleyeceklerim bundan ibarettir." Katılan vekilinin talebi üzerine sorulan soruya A.Ö. şu şekilde cevap vermiştir:"kişinin yaşadığı psikolojik bozukluk nedeniyle gerçeği değerlendirmesinde bozukluk olup olmadığının tespiti tıbben mümkündür. Ibraz ettiğim ve biraz önce bana gösterilen raporda (2010 Eylül ayında hazırladığı özel bilirkişi raporu) da bu değerlendirme ve testleri yaparak mağdurede böyle bir bozukluk olmadığını tespit etmiştim. Yine bana sorduğunuz üzere cinsel saldırı sırasında kişinin hareket yeteneğini kısıtlayacak ancak bilincinin açık kalmasını sağlayacak ilaçlar vardır. Örnek vermek gerekirse .. denen ilaç bu şekilde etki sağlayabilir, bu tarz bir çok ilaç vardır. Olaya bağlı psikolojik tranvalarda kişi psikolojik olarak kaldıramadığı olayı anında bilinç altına atıp hatırlamamaktadır. Bu olay anında gerçekleşmiş olabilir. Bunun için bir süreç yaşanmasına gerek yoktur. Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki kişide sadece depresyona bağlı olarak bu teşhisleri koymamız mümkün değildir. Tıbben bir çok tanı ölçütleri vardır. Mevcut olayda da tarafıma müracaat eden mağdur [B.A.]da bu tıbbi ölçütler karşılandığını söyleyebilirim. Mağdure olayları bir anda hatırlamış değildir. 6 aylık süreçte görşümelerimiz sonucunda parça parça hatırlayarak olayları birleştirmiştir." Bunlar dışında tanık A.Ö. taraflarca sorulan diğer sorulara verdiği cevapların bir kısmında başvurucunun olay öncesinde de sorunları olduğunu fakat bunların olayla ilgisi olmadığını düşündüğünü, ayrıca başvurucunun kendisine anlattıklarının uydurmaca değil gerçekten yaşanmış bir olay gibi geldiğini söylemiştir. Aynı duruşmada başvurucunun müracaatı üzerine kendisiyle ilgilenen Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı görevlisi G.K., söz konusu Vakfın yönlendirmesiyle 2008 yılı Ocak ayında başvurucuya psikolog olarak destek veren F.Y.G., başvurucunun annesi G.S. ve yine olay tarihlerinde kaplıcada işçi olarak çalışan iki kişi tanık olarak dinlenmiştir. Başvurucunun annesi beyanın bir kısmında başvurucunun Fethiye'de çalıştıktan sonra hatırlamadığı bir tarihte İstanbul'a döndüğünü, öncesinde iki üç gün yanında kaldığını, bu sürede cinsel saldırıya uğradığı yönünde bir anlatımı olmadığını ancak sinirlerinin bozuk olduğunu, bu durumun işten çıkmış olmasından kaynaklandığını düşündüğünü, 2008 yılı Mart'ında başvurucuyu ziyarete gittiğini, beraber psikoloğa gittiklerinde cinsel saldırıdan haberdar olduğunu söylemiştir. G.S. başvurucunun bu olay öncesinde psikolojik bozukluğu olmadığını dile getirmiştir. 14/10/2011 tarihli dördüncü duruşmada başvurucu, avukatları eşliğinde mağdur sıfatıyla beyanda bulunmuştur. Başvurucu, suça sürüklenen çocukların yargılandığı mahkemede verdiği ifadeyi tekrar ettiğini bildirmiştir. Başvurucuyla olay tarihinde beraber çalışan S.P. tanık olarak dinlenmiş ve şu beyanlarda bulunmuştur:"Ben mağdure [B.A.] ile T. isimli şirketin işlettiği otelde çalıştım. Kendisi ile hatırladığım kadarıyla 2007 yılı Haziran veya Temmuz aylarında yaklaşık 2 ay kadar arkadaşlığımız oldu. Daha doğrusu duygusal arkadaşlığımız oldu, bu süre zarfında mağdurede benim gördüğüm her hangi bir ruhsal ve psikolojik bozukluk yoktu. Ayrıca bana cinsel saldırıya uğradığından da bahsetmedi. Gayet normal bir hali vardı. Benim konu ile ilgili bilgim bundan ibarettir." 16/12/2011 tarihli beşinci duruşmada başvurucuyla olay tarihte beraber çalışan iki kişi ve başvurucunun şikâyet dilekçesinde kendisine ait görüntüleri internette gördüğünü söylediği arkadaşı G. tanık olarak dinlenmiştir. G.nin olayla ilgili anlatımı şu şekildedir:"Ben mağdur [B.A.] ile üniversiteden arkadaşımdır, kendisi 2007 yılı mayıs ayının başına kadar benim kız arkadaşımdır, ancak 2007 yılında bir mayıs gösterisine katılmaya gittikten sonra [B.A.] benden ayrılmak istediğini söyledi, bende bu talebini kabul ettim, fakat daha sonra ben zaman zaman kendisini tekrar arayarak arkadaşlığımızı sürdürmek istedim, bu vesile ile zaman zaman görüşüyorduk, ben [B.A.].nın cinsel saldırıya uğradığına bizzat tanık olmadım, ancak tarihini tam hatırlayamamakla birlikte 2007 yılında Haziran ayının ikinci haftasında ben [B.A.] yı aradım, bir kaç kez benim aramalarıma telefonu kapattı, ancak ısrarla tekrar arayınca telefonu açtığında ben arkadaşlarımla Fethiyede kaplıca gibi bir yerde okey oynadığını söyledi ve telefonu kapattı, ben daha sonra kendisini aradığımda telefon kapatılmıştı, ben ertesi gün [B.A.] yı görmek için İstanbuldan Fethiyeye geldim, [B.A.] ile birlikte Fethiyede gezip dolaştık, ben [B.A.] ile dolaşırken kendisinde herhangi bir ruhsal yönden anormal bir durum görmedim, ancak şimdi tam hatırlayamamakla birlikte bir kadın hastalığından bahsetti, ancak niteliğini tam hatırlamıyorum, cinsel organının ağrıdığından da bahsetmiş olabilir veya bir kanaması olmuş olabilir böyle bir şeyden bahsetti ancak ben şu anda bunu tam hatırlamıyorum, ben İstanbula döndükten sonra bir kaç kez daha kendisi ile telefonda görüştük, Fethiyeden ayrıldıktan yaklaşık bir ay kadar sonra üçüncü görüşmemizde [B.A.] kendisininde İstanbula gelmek istediğini söyledi, ben İstanbula gelince kalacağı yer konusunda kendisine yardımcı oldum, bir arkadaşımın evinde iki ay kadar kalmasını sağladım, daha sonra işe girip ayrı bir ev buldu, en son 2008 yılının ocak ayı başında beni telefonla arayarak acilen benimle konuşmak istediğini söyledi, ancak benim o an işim vardı, hemen gidemedim, 2-3 gün sonra beni tekrar arayarak karakolun önünde olduğunu ancak karakola gitmeden önce benimle görüşmek istediğini söyleyerek beni bir dinle diye söylemesi üzerine ben Kadıköye [B.A.] nın evine gittim, kendisi ile konuştuğumuzda bana Fethiyede kaplıcadayken cinsel saldırıya uğradığını söyleyerek bu saldırı sonrasında olayı hatırlamadığını, ancak İstanbula tayini çıkan kendisine cinsel saldırada bulunan bir müfettiş kendisini telefonla arayınca bu şahsın sesini telefonda duyunca bir den hatırlamaya başladığını, şahısların kendisine ilaçlı meyve suyu içirdikten sonra bilincini kaybettiğini ve olayları hatırlamadığını söyledi, ben bunun üzerine [B.A.] yı tanıdığım Avukat olan [A.nın] yanına götürdüm ve hukuki süreç, tedavi ve psikolojik destek süreci başladı, mağdur B. psikolojik destek alıp iyileştikçe olayın tüm detaylarını hatırlamaya başladı, hatta cinsel saldırı anında kafasından geçenleri dahi hatırlayıpsonraki dönemde anlatmaya başladı, mağdur B. bu olayın bana anlatıp hatırladıktan sonra tedavi sürecinde psikolojik durumunda büyük değişim yaşandı, insanlardan ve herkesten korkmaya başladı, iki aylık süreçte benim ailemin yanında kaldı, yalnız başına dolmuşa dahi binemiyordu, süreç bu şekilde olmuştur." G., sanık G.K.nın talebi üzerine sorulan soruya verdiği cevapta başvurucunun isteği üzerine internette yaptığı araştırmada cinsel ilişkiye giren iki kişiden kadın olanın başvurucuya benzediğini fakat sırtı dönük olduğu için tam teşhis edemediğini, erkek olanın ilişki sonrası baş parmağını yukarı doğru kaldırarak kameraya işaret yaptığını gördüğünü, bunları başvurucuya anlattığında başvurucunun K.nın da bu şekilde hareket ettiğini söylediğini, daha sonra bu internet sitesinin başkasına ait görüntüleri izinsiz yayımlaması nedeniyle kapatıldığını, başvurucunun kendisinden araştırma yapmasını istediği zamanın cinsel saldırı olayını hatırlamasından önce olduğunu dile getirmiştir. Mahkemece 27/4/2012 tarihli yedinci duruşmada tüm sanıkların beraatine karar verilmiştir. Verilen kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"Mevcut olayda her ne kadar katılan [B.A.] nın sanıklara suç atmasını gerektirebilecek bir sebep mahkememizce tespit edilememiş ise de ;bir iddianın samimiyeti ve doğruluğu, suçun işlendiği yer, zaman, işleniş biçimi, iddianın aşamalardaki değişmezliği nazara alınarak değerlendirilmelidir. Katılan mağdur [B.A.] tarafından isnat olunan olay ile ilgili şikayet başvurusu, ileri sürülen cinsel saldırı olayının üzerinden yaklaşık 8 ay gibi uzun bir süre geçtikten sonra yapılmış olup, şikayetin uzun bir süre sonra yapılması nedeni ile mağdurenin vücudundan iddia olunan cinsel saldırıya ilişkin emare ve delillerin elde edilmesi mümkün olmamıştır. Bu sebeple ileri sürülen cinsel saldırı iddiasını destekleyen maddi bir delil de bulunmamaktadır. Cinsel saldırıya ilişkin tek delil mağdurun iddiası olup, cinsel saldırıya ilişkin başkaca doğrudan ve kesin bir delil bulunmamaktadır. Olay tarihinde sanıkların mağdur ile aynı kaplıcada bulunmaları ile mağdurenin ruh sağlığının bozulduğuna dair ATK. raporu cinsel saldırı iddiasını ispatlayacak doğrudan deliller olmayıp, her ne kadar katılan ve vekilleri tarafından cinsel saldırı sonrasında katılan [B.A.]nın yaşadığı travmanın etkisi ile 2007 yılı Aralık ayı sonlarına kadar olayı hiç hatırlamadığı,bu durumun tıbben travmaya bağlı geçici hafıza kaybı olarak ifade edildiği belirtilerek, şikayetin bu nedenle olayı tamamı ile hatırlama tarihi olan Mart 2008 tarihine kadar yapılamadığı belirtilmiş ise de, tanık G.nin mahkememiz tarafından alınan beyanında cinsel saldırı olayı hatırlanmadan önce [B.A.] nın kendisine K. isimli kişi ile yaşadığı özel şeylerin görüntüsünün internete verilmiş olabileceğinden bahsetmesi üzerine, kendisinin internet üzerinde araştırma yaptığında bahsi geçen görüntünün [B.A.] ya benzemekle birlikte arkasının dönük olması nedeni ile kendisi tarafından tam olarak teşhisinin edilemediğini belirtmesi karşısında, katılanın iddia olunan cinsel saldırı olayına ilişkin geçici hafıza kaybı yaşadığı ve olayın mağdure tarafından hatırlanamadığı iddiası üzerinde şüphe oluşmuş olup, diğer yandan şikayet dilekçesinde [B.A.] tarafından olayı hatırlama vesilesi olarak ifade edilen A.N.O. ile yaptığı 2007 tarihli görüşmede, sanık A.N.nin katılan ile görüşme istemesi sebebi olarak 'katılan tarafından K. aleyhine ileri sürülen bir takım iddia ve iftiralar' olarak nitelenerek bu konuda görüşme yapılmak istendiğinin belirtilmiş olması da travmaya bağlı cinsel saldırı olayını hatırlamama iddiası üzerinde şüphe doğurmuştur. Kaldı ki katılan mağdurda travmaya bağlı geçici hafıza kaybının yaşanmış olması halinde, olay sonrasında katılan ile yakın ilişki kuran başta annesi ve diğer yakın akrabaları ile arkadaş ve sosyal çevresi ile mesai arkadaşları tarafından Aralık 2007 tarihine gelinceye kadar yaşamın olağan akış kuralları gereğince mağdurda en azından dışa yansıyan depresyon veya başkaca belirtilerin fark edilmesi beklenir iken, mağdurun 2007 Aralık ayına kadar sosyal yaşamına tamamen normal olarak devam etmesi, hatta bir müddet daha sanıklardan K. ile arkadaşlığını devam ettirmiş olması da, aksinin iddia edilmesi mümkün olmakla birlikte yaşamın olağan akış kurallarına mahkememizce fazlaca uygun bulunmamıştır. Katılanın cinsel saldırıya ilişkin beyanları irdelenir ise, öncelikle olaya ilişkin mağdure tarafından verilen en detaylı beyan,2008 tarihli şikayet dilekçesi olup, mağdure aşamalarda gerek kolluk ve Cumhuriyet Savcılığındaki, gerekse mahkememiz tarafından alınan sözlü beyanlarında cinsel saldırı iddiasının detaylarına girmeyerek, hep 2008 tarihli detaylı şikayet dilekçesine atıf yaparak ayrıntılı olarak sözlü beyanda bulunmamıştır. Her ne kadar olayın sözlü olarak bir şekilde mahkeme huzurunda veya Cumhuriyet Savcısı önünde tekrar tekrar olarak anlatılması cinsel saldırı suçunun mağduru üzerinde olumsuz bir etki doğuracağı şüphesiz ise de, yukarıda izah edildiği üzere cinsel saldırı suçu açısından özel önem arz eden mağdur beyanının sağlıklı olarak değerlendirilebilmesi ve aşamalar itibarı ile beyanlar arasında çelişki bulunup bulunmadığının sorgulanabilmesi için sözlü beyanın detaylı olarak alınması gerekli olup,mevcut olayda iddia olunan cinsel saldırıya ilişkin katılan mağdur beyanı dışında, başkaca kesin bir delil bulunmamasına rağmen, suç mağduru olan katılan [B.A.] tarafından olayın üzerinden uzun bir süre geçtikten sonra vermiş olduğu detaylı şikayet dilekçesi dışında, sözlü olarak detaylı beyanda bulunmaktan kaçınarak şikayet dilekçesine atıf yapmış olması karşısında, katılanın aşamalardaki sözlü beyanlarının samimi olup olmadığı hususunda mahkememizce yeterli bir kanaat edinilememiştir. Yine katılan mağdur tarafından şikayet dilekçesinde ileri sürülen cinsel saldırı iddiası ile ilgili olarak, mahkememiz tarafından bir çok çelişki görülmüş olup, dilekçedeki iddialar dikkate alındığında, cinsel saldırının havanın kararmasından sonra başladığı belirtilmiş olup, ileri sürülen şikayet tarihinde havanın yaklaşık 00 sıralarında kararması nedeni ile iddia olunan cinsel saldırının bu saatlerde başladığı kabul edildiği taktirde, mağdurenin çalışmakta olduğu P. Otelde aynı gece saat 00’da başlayan mesaisinden bir müddet önce işyerine gelerek odasına çıkıp duş yaparak, bir müddet uzanıp dinlendikten sonra, saat 00’da gece mesaisine başladığını belirtmesi ve olay yeri ile katılanın çalıştığı yer arasındaki mesafenin asgari yarım saatten fazla olması (giderken yaklaşık 1 saatte gidildiği ifade edilmiş) dikkate alındığında, iddia olunan cinsel saldırı fiilinin en geç 00 sıralarında bitirilerek kaplıcadan dönüşe geçildiğinin kabulünün zorunlu olacağı, bu durumda fiili cinsel saldırı süresinin iki saatten az bir sürede bitirilmiş olması gerektiği, oysa şikayet dilekçesinde mağdur tarafından ileri sürülen cinsel saldırı eylemleri devam eder iken ve cinsel saldırı son bulduktan sonra katılanın bir müddet uyuduğu ve dinlendiği belirtilmiş olup, katılan tarafından şikayet dilekçesinde ayrıntılı olarak anlatılan olayın oluş şeklinin bu kadar kısa bir süreye sığdırılmasının yaşamın olağan kurallarına uygun olmadığı değerlendirilmiştir. Yine şikayet dilekçesi dikkate alınır ise, kendisine hakkında dava açılan sanıklar dışında olay yerinde bulunan ve müzisyen olduklarını tahmin ettiği isimlerini bilmediği kişilerin de cinsel saldırıda bulunduğunu, sanıklardan A.N.O.nun cinsel saldırı sırasında odada bulunan sopayı kendisinin cinsel organına sokarak iç organları parçalanırcasına kendisine eziyet ettiğini ve bu eylemi sonrasında cinsel organında kanama başladığını belirtmesine rağmen, bu derece de ağır bir cinsel saldırıya uğrayan bir kişinin, aradan iki saat gibi bir süre geçmeden çalıştığı oteldeki gece mesaisine gelerek sabaha kadar çalışması ve her hangi bir rahatsızlığının birlikte çalıştığı iş arkadaşları tarafından fark edilmemesi de mahkememiz tarafından yaşamın olağan akış kurallarına uygun görülmemiştir.Katılan [B.A.] tarafından ileri sürülen cinsel saldırı iddiası son derece ciddi ve vahim nitelikli bir iddia olup,bu iddia ile ilgili olarak, kovuşturma aşamasında her türlü ön yargıdan uzak olarak, gerek taraflarca ileri sürülen, gerekse resen tüm araştırma ve incelemeler yapılarak tüm deliller toplanmaya çalışılmış olup, bu kapsamda sanıklara ait cep telefonu HTS. raporları getirtilmiş, katılanın cinsel saldırı anında kamera kaydı yapılarak fotoğraf çekildiğini iddia etmesi nedeni ile sanıklara ait ses ve görüntü kaydı yapabilecek bilgisayar, kamera,fotoğraf makinesi, cep telefonu,cd ve benzeri kayıtların elde edilmesine yönelik olarak arama ve el koyma kararı verilerek ,bu doğrultuda elde edilen veriler üzerinde bilirkişi vasıtası ile inceleme yapılarak iddia olunan cinsel saldırı olayına ilişkin delil elde edilmeye çalışılmış, yine suç tarihinde katılan ile birlikte aynı iş yerinde birlikte çalışan mesai arkadaşları SGK. kayıtları getirtilerek tespit edildikten sonra, katılanın gerek olay günü, gerekse olay sonrasındaki hem fiziksel hem de psikolojik durumu ile ilgili bilgi ve görgülerine ilişkin beyanları alınarak suç delillerine ulaşılmaya çalışılmış olup, mahkememiz tarafından tüm bu araştırmalara rağmen katılanın iddialarını doğrulayacak kesin ve inandırıcı delillere ulaşılamamıştır. Getirtilen cep telefonu HTS. kayıtlarından sanıklardan bir kısmının cep telefonlarının 2007 tarihinde olayın olduğu iddia olunan G. köyü sınırlarından sinyal aldığı tespit edilmiş ise de, bu sanıkların soruşturmanın ve kovuşturmanın tüm aşamalarında olay tarihinde sanıklardan G.K.nın işlettiği kaplıcada buluşarak yemek yiyerek ayrıldıklarını savunmaları karşısında, elde edilen HTS. baz istasyonu kayıtların suçun işlendiğine yönelik kesin delil oluşturmamaktadır.Tüm açıklamalar karşısında katılan mağdur [B.A.] tarafından sanıklara isnat olunan cinsel saldırı ve hürriyeti kısıtlama iddialarına yönelik olarak, katılan beyanının kesin nitelikli maddi deliller ile desteklenmemesi ve katılanın şikayet başvurusunun şüphe oluşturacak şekilde iddia olunan olayın üzerinden 8 ay gibi uzun bir süre geçtikten yapılmış olması ve mağdur beyanında yukarıda açıklandığı üzere suçlamanın esaslı unsurlarına yönelik olarak çelişkiler görülmesi karşısında, katılan mağdurun soyut nitelikli beyanına itibar edilmeyerek,savunmalarının aksine haklarında mahkumiyetlerini gerektirir kesin ve inandırıcı elde edilemeyen sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Verilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 29/12/2015 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu 10/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. G.G.K., B. No: 2014/19797 9/1/2018, §§ 27- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9123 | Başvuru, cinsel saldırı suçu işlendiği iddiasıyla yürütülen soruşturmanın etkisiz olması ve yargılama sonucunda sanıkların beraatlerine karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) Şanlıurfa il yapılanmasına ilişkin olarak yürütülen soruşturma kapsamında, şüpheli Z.B. başvurucunun Viranşehir ilçesinin örgüt mütevelli heyetinde olduğunu belirterek başvurucuyu teşhis etmiştir. Bunun üzerine başvurucu 23/9/2020 tarihinde yakalanmış ve ifadesi alındıktan sonra hakkında herhangi bir tedbir uygulanmaksızın salıverilmiştir. Başsavcılık tarafından düzenlenen 24/3/2021 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede başvurucunun Bank Asya nezdinde 30/1/2014 tarihinde açılmış hesabının olduğu, 2013-2016 yılları arasında hesapta 100 TL bulunduğu, Viranşehir'de örgüte müzahir bir derneğe 2004 yılında üye olduğu, bu örgüte üye olma suçundan hakkında soruşturma yürütülen bir kişiyle birlikte 22/3/2013 tarihinde konakladığına dair otel kaydı tespit edildiği, konaklamanın örgütsel toplantılara ilişkin olduğunun değerlendirildiği, şüpheliye ait GSM hatlarına ilişkin HTS kayıtları üzerinde yapılan inceleme sonucunda başvurucunun bu örgüte üye olma suçundan hakkında soruşturma yürütülen çok sayıda şahıs ile iletişim hâlinde olduğunun tespit edildiği ve bu örgüte üye olma suçundan hakkında soruşturma yürütülen Z.B. isimli kişinin ifadesinde başvurucunun Viranşehir ilçesinde örgütün mütevelli heyetinde yer aldığını söylediği, güvenlik güçlerince yapılan araştırmanın sonucuna göre başvurucunun örgüte müzahir bir gazetenin abonesi olmuş olabileceği, ayrıca üç kişiye de gazete aboneliği için referans olduğunun değerlendirildiği belirtilmiştir. Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) nezdindeki yargılamaya dair 29/3/2021 tarihli tensip ile beraber başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 18/6/2021 tarihli duruşmada ise başvurucunun müsnet suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun tutuklama tedbirine itirazı Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kesin olarak reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 29/6/2021 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi üzerinden yapılan incelemede, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 25/10/2021 tarihli duruşmada tutuklu kalınan süre, mevcut delil durumu, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanma ihtimali gözetilerek adli kontrol tedbirinin uygulanmasının yeterli olacağı gerekçesiyle başvurucunun tahliyesine ve başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi 8/12/2021 tarihli kararla FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan başvurucunun verdiği ifadeler doğrultusunda etkin pişmanlık hükümlerinden yararlandırılarak neticeten 2 yıl 4 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 7/12/2022 tarihinde teşdiden cezaya hükmedilmesi suretiyle fazla ceza tayin edildiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 27/1/2023 tarihli kararla başvurucunun neticeten 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Karar 4/2/2023 tarihinde itiraz edilmeden kesinleşmiştir. 18/10/2021 tarihli karar ile Komisyonca başvurucunun iddiaları nitelendirilmiş ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiası süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur. Başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/33907 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kanun hükmünde kararnameyle kapatılan şirketin vergi yükümlülüklerinin ihlalinden doğan vergi ve cezanın kanuni temsilci adına tarh edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2020/16362, 2020/16363 ve 2020/16365 numaralı başvurular incelenen başvuru ile birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1960 doğumlu olup Tekirdağ'da ikamet etmektedir. Başvurucu 27/6/2012 ve 10/9/2015 tarihlerinde Özel Ergene Eğitim Hizmetleri Basın Yayın Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin (Şirket) Yönetim Kurulunun başkanlığına seçilmiştir. Olay tarihinde Şirkete ait ilkokul, ortaokul, öğrenci yurtları ile dershaneler mevcuttur. Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü bir soruşturma kapsamında Şirketin işyerinde 20/8/2015 tarihinde arama yapılmış, ele geçirilen bazı belgeler incelenmek üzere vergi idaresine gönderilmiştir. Çorlu Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/3/2016 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi'nde ilan edilen 10/3/2016 tarihli kararıyla H.A.S., Şirkete kayyım olarak atanmıştır. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. OHAL tedbirleri kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle, terör örgütleriyle bağlantılı görülen eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve dershanelerin faaliyetlerine son verilmiştir. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnamesi'nin (667 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle Şirkete ait eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve dershaneler kapatılmıştır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca, kapatılan eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve dershanelere ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiştir. Şirkete ait işletmelerin kapatılmasından sonra Çorlu Sulh Ceza Hâkimliğinin 23/7/2016 tarihli kararıyla H.A.S.nin kayyımlık görevi de kaldırılmıştır. 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (670 sayılı KHK) maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla, Özel Ergene Eğitim Kurumlarının bağlı olduğu Şirketin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kaydı resen terkin edilmiş ve bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılmıştır. Sözü edilen düzenleme uyarınca Şirketin tüzel kişiliği 19/9/2016 tarihi itibarıyla terkin edilmiştir. Şirketin 1/7/2014-30/6/2015 ve 1/7/2015-30/6/2016 özel hesap dönemlerine ilişkin işlemleri 8/12/2016 tarihli vergi inceleme raporlarıyla incelenmiştir. Vergi inceleme raporlarına göre Şirket, dönem başında Millî Eğitim İl Müdürlüğüne bildirdiği ders saati ücreti ile yıllık okul ve yurt ücreti tarifesi uyarınca tahsil etmesi gereken brüt ücretten yüksek oranda indirim yapmıştır. Raporlarda, Şirketin bu suretle hasılatının bir kısmını beyan dışı bıraktığı belirtilmiştir. 1/7/2014-30/6/2015 dönemine ilişkin raporda ayrıca Şirketin kasasında günlük ihtiyacından fazla para bulundurması ve ortaklara kullandırılan para için faiz hesaplanmaması suretiyle örtülü kazanç dağıtımı yaptığı ifade edilmiştir. 1/7/2015-30/6/2016 dönemine ilişkin olarak ise Şirketin aktifine kayıtlı gayrimenkullerin satışından elde ettiği geliri eksik beyan ettiği tespit edilmiştir. Beyan dışı bırakılan tutarların ilgili dönem kurumlar vergisi beyanlarına eklenmesi suretiyle tespit edilen fark üzerinden vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi tarh edilmesi, eksik beyan edilen tapu harcının vergi ziyaı cezalı olarak tarh edilmesi, ayrıca fatura düzenlenmemesi ve ödemelerin banka aracılığıyla yapıldığının belgelendirilmemesi nedeniyle özel usulsüzlük cezası uygulanması önerilmiştir. Bununla birlikte Şirketin tüzel kişiliğinin ortadan kalkmış olması sebebiyle tarhiyatın kanuni temsilciler adına yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Şirketin beyan dışı bıraktığı 668,94 TL tapu harcı 917,24 TL vergi ziyaı cezasıyla birlikte 6/3/2017 tarihli ihbarnameyle başvurucu adına tarh edilmiştir. Ayrıca 1/7/2014-30/6/2015 dönemi için toplam 986,42 TL, 1/7/2015-30/6/2016 dönemi için ise toplam 870 TL özel usulsüzlük cezası için başvurucu adına aynı tarihli ihbarnameler düzenlenmiştir. Beyan dışı bırakılan kurumlar vergisi için de başvurucu adına ihbarnameler düzenlenmiş ise de söz konusu tarhiyat, eldeki başvurunun konusu dışındadır. Başvurucu 18/4/2017 tarihinde Tekirdağ Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) üç ayrı dava açmıştır. Dava dilekçelerinde 670 sayılı KHK'nın maddesinde, elkonulan şirketlerin kamuya olan borçlarının öncelikle şirketin kendi mal varlığından tahsil edilmesinin hükme bağlandığını belirtmiştir. İhbarnamelerin içeriğindeki vergi ve cezaların mükellefinin Şirket olduğunu ifade ettiği dava dilekçelerinde vergi alacağının Şirketin mal varlığının tasfiyesi için oluşturulan komisyon nezdinde takip edilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Dava dilekçesinde ayrıca adına tarhiyat yapılmasının vergilendirme hatası teşkil ettiğini, Şirketin elkonulan emvalinin borcu karşılamaya fazlasıyla yeterli olduğunu ileri sürmüştür. Vergi idaresinin savunma yazısında 670 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Şirketin tüzel kişiliğinin terkin edildiği hatırlatılmış, Gelir İdaresi Başkanlığının 670 sayılı KHK ile ilgili iç genelgesine atıfta bulunularak tüzel kişiliği sona eren Şirketin vergi borçlarına ilişkin her türlü tarhiyatın kanuni temsilciler adına yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Vergi Mahkemesi özel usulsüzlük cezalarına ilişkin davaları 28/2/2018 tarihinde, tapu harcına ilişkin davayı ise 1/3/2018 tarihinde karara bağlamıştır. Kararlarda, dava konusu vergi ve cezalar kısmen iptal edilmiş; kısmen de davaların reddine hükmedilmiştir. Kararların gerekçesinde tarhiyatın başvurucu adına yapılmış olmasının hukuka uygun olup olmadığı incelenirken 670 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrasına değinilerek tüzel kişiliği sona erdirilen Şirketin vergi borcunun kanuni temsilci adına tarh edilmesinin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu bu kararlara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir. İstinaf dilekçelerinde şirketin vergilendirme işlemlerinin tasfiyeden önce tamamlanması gerektiğini, tasfiyenin tamamlanmasından sonra şirket adına tarhiyat yapılamayacağı gibi kanuni temsilciler adına tarhiyat yapılmasının mümkün olmadığını ifade etmiş; mükellefin kanun hükmünde kararname ve genelge ile belirlenmesinin Anayasa'nın maddesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Özel usulsüzlük cezalarına ilişkin kararlara yönelik istinaf istemi İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesinin 14/3/2019 tarihli, tapu harcına ilişkin karara yönelik istinaf istemi ise İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesinin 19/3/2018 tarihli kararlarıyla esastan ve kesin olarak reddedilmiştir. Nihai kararlar 7/5/2019 ve 21/5/2019 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: "Mükellef, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettübeden gerçek veya tüzel kişidir.Vergi sorumlusu, verginin ödenmesi bakımından, alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişidir." 213 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatlar gibi tüzel kişiliği olmıyan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir.Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır. Bu hüküm Türkiye'de bulunmayan mükelleflerin Türkiye'deki temsilcileri hakkında da uygulanır.Temsilciler veya teşekkülü idare edenler bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilirler.Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını da kaldırmaz. (Ek fıkra: 21/3/2018-7103/9 md.) Tasfiye edilerek tüzel kişiliği ticaret sicilinden silinmiş olan mükelleflerin, tasfiye öncesi ve tasfiye dönemlerine ilişkin her türlü vergi tarhiyatı ve ceza kesme işlemi, müteselsilen sorumlu olmak üzere, tasfiye öncesi dönemler için kanuni temsilcilerden, tasfiye dönemi için tasfiye memurlarından herhangi biri adına yapılır. Limited şirket ortakları, tasfiye öncesi dönemlerle ilgili bu kapsamda doğacak amme alacaklarından şirkete koydukları sermaye hisseleri oranında sorumlu olurlar. Şu kadar ki bu fıkra uyarınca tasfiye memurlarının sorumluluğu, tasfiye sonucu dağıtılan tutarla sınırlıdır. (Ek fıkra: 21/3/2018-7103/9 md.) Beşinci fıkra kapsamına girmeyen tüzel kişilerin tüzel kişiliklerinin veya tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin sona ermesi halinde, sona erme tarihinden önceki dönemlere ilişkin her türlü vergi tarhiyatı ve ceza kesme işlemi, müteselsilen sorumlu olmak üzere, tüzel kişiliği olanların kanuni temsilcilerinden, tüzel kişiliği olmayan teşekküllerde ise bunları idare edenler (adi ortaklıklarda ortaklardan herhangi biri) ve varsa bunların temsilcilerinden herhangi biri adına yapılır." 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun maddesinin 21/3/2018 tarihli ve 7103 sayılı Kanun'un maddesiyle yürürlükten kaldırılan (9) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(Ek: 16/6/2009-5904/6 md.) Tasfiye edilerek tüzel kişiliği ticaret sicilinden silinmiş olan mükelleflerin tasfiye öncesi ve tasfiye dönemlerine ilişkin olarak salınacak her türlü vergi tarhiyatı ve kesilecek cezalar, müteselsilen sorumlu olmak üzere; tasfiye öncesi dönemler için kanuni temsilcilerden, tasfiye dönemi için ise tasfiye memurlarından herhangi biri adına yapılır ..." 667 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;...b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları,...kapatılmıştır. (2) ... kapatılan diğer kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılır, bunlara ait taşınmazlar tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilir ..." 670 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır ..." Danıştay Üçüncü Dairesinin 14/3/2022 tarihli ve E.2019/2058, K.2022/1086 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Bir şirketin borçlu kılınabilmesi ancak tüzel kişilik kazandığı tarih ile bu kişiliğin sona erdiği tarih arasındaki zaman diliminde olanaklıdır. Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre şirketlerin tüzel kişilikleri ticaret sicilinden silinmesiyle sona ermektedir. Ticaret sicilinden kaydı silinen ve hukuksal varlığı sona eren bir kurumun bu tarihten sonra haklara sahip olması, borçlu kılınması, temsili, yargı yerlerinden koruma istemesi mümkün değildir. Bu nedenle tasfiye edilerek tüzel kişilikleri sona eren kurumlar vergisi mükellefleri adına, tasfiyeye giriş tarihinden önceki dönemlerle ilgili olsa dahi vergilendirme yapılması mümkün bulunmamaktadır. Tüzel kişiliği sona eren ve bu nedenle borçlandırılmasına hukuken imkan bulunmayan kurumların hukuksal varlığının devam ettiği dönemlere ait olup, ikmalen veya re'sen tarhı gereken vergi ve kesilecek cezalardan sorumlu tutulacaklar konusundaki hukuki boşluk, 5520 sayılı Kanun'un maddesine eklenen ve yukarıda kuralına yer verilen fıkra ile giderilmiştir.Buna göre; tüzel kişi kanuni temsilcisinin tasfiyesi tamamlanmış ve ticaret sicilinden kaydı silinmiş tüzel kişiler adına 03/07/2009 tarihinden itibaren yapılacak tasfiyeye giriş tarihinden önceki dönemlere ilişkin tarhiyatların muhatabı olabileceği, başka bir ifadeyle söz konusu tarhiyatların müteselsilen sorumlu olmak üzere kanuni temsilcilerden biri adına yapılabileceği açıktır.Yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler uyarınca, tarhiyatın doğrudan kanuni temsilciler adına yapılabilmesi, asıl mükellefin tasfiye edilmesi ve tüzel kişiliğinin ticaret sicilinden silinmiş olması koşuluna bağlanmış olup tasfiye ve iflas hallerinde ticaret şirketlerinin mükellefiyetlerinin sona erdirilmesinde süreç; Türk Ticaret Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu'ndaki işlemler yerine getirilerek, tasfiye edilme veya iflasın kapanması tescil ve ilan edildikten sonra, tüzel kişiliğin ticaret sicili kayıtlarından terkin edilmesiyle gerçekleşmektedir.Ancak davacının kanuni temsilcisi olduğu [...] Anonim Şirketinin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca yapılan ihtar ve Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde yayımlanan ilana rağmen süresi içerisinde bildirimde bulunulmadığından, 19/10/2015 tarihinde ticaret sicilinden re'sen silindiği, yani 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun maddesinin fıkrasında yer verilen tasfiye süreci takip edilerek tasfiyesinin sonlandırılmadığı görülmektedir.Bu durumda, tasfiyeye girmeksizin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca re'sen kaydı silinen şirketin kanuni temsilcisi hakkında 5520 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrasında öngörülen tasfiye koşulunun gerçekleşmediği dikkate alındığında, yapılan tarhiyat hukuka uygun düşmediğinden yazılı gerekçeyle verilen Vergi Mahkemesi kararına yöneltilen istinaf başvurusunun reddine dair Vergi Dava Dairesi kararında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık bulunmamıştır.Nitekim Yasa Koyucu tarafından, 5520 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası kapsamına girmeyen tüzel kişilerin tüzel kişiliklerinin veya tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin sona ermesi halinde, sona erme tarihinden önceki dönemlere ilişkin her türlü, vergi tarhiyatı ve ceza kesme işleminde uygulanacak düzenleme eksikliği, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesine 7103 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen 21/03/2018 tarihinde yürürlüğe giren fıkra ile giderilmiştir." Danıştay Dördüncü Dairesinin 27/4/2022 tarihli ve E.2020/4472, K.2022/2938 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: Bölge İdare Mahkemesince; tüzel kişiliği sona eren ve bu nedenle borçlandırılmasına hukuken imkan bulunmayan kurumların hukuksal varlığının devam ettiği dönemlere ait olup ikmalen veya re'sen tarhı gereken vergi ve kesilecek cezalardan sorumlu tutulacakların, 5520 sayılı Kanunun maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan fıkrasında düzenlendiği, buna göre, tasfiyesi tamamlanmış ve ticaret sicilinden kaydı silinmiş tüzel kişilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki dönemlere ilişkin tarhiyatların muhatabının ilgili dönemdeki kanuni temsilciler olduğu, olay tarihinde yürürlükte olan anılan düzenleme uyarınca tarhiyatın doğrudan kanuni temsilci adına yapılabilmesinin, asıl mükellefin tasfiye edilmesi ve tüzel kişiliğinin ticaret sicilinden silinmiş olması koşuluna bağlandığı, bu durumda, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesinde öngörülen tasfiyeye ilişkin işlemler yerine getirilmeden tasfiyenin sona erdiğinin kabulü mümkün olmadığından, davacı adına cezalı tarhiyatın yapıldığı tarihte yürürlükte olan 5520 sayılı Kanunun maddesinin fıkrasında öngörülen, asıl borçlu mükellefin tasfiye edilme koşulu gerçekleşmemiş olup bu aşamada, ilgili dönemde kanuni temsilcisi bulunduğu şirketin ticaret sicilinden kaydının silindiği tarihten önceki dönemlere ilişkin olarak anılan fıkra hükmü uyarınca davacı adına vergi salınmasına ve ceza kesilmesine hukuken olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Belirtilen gerekçelerle istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir....213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 'Kanuni Temsilcilerin Ödevi' başlıklı maddesinde; tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirileceği, bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı, bu hükmün Türkiye’de bulunmayan mükelleflerin Türkiye’deki temsilcileri hakkında da uygulanacağı, tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını da kaldırmayacağı hüküm altına alınmıştır.5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 'Tasfiye' başlıklı maddesine 5904 sayılı Kanun’un maddesi ile eklenen fıkrasında; tasfiye edilerek tüzel kişiliği ticaret sicilinden silinmiş olan mükelleflerin tasfiye öncesi ve tasfiye dönemlerine ilişkin olarak salınacak her türlü vergi tarhiyatı ve kesilecek cezaların, müteselsilen sorumlu olmak üzere; tasfiye öncesi dönemler için kanuni temsilcilerden, tasfiye dönemi için ise tasfiye memurlarından herhangi biri adına yapılacağı, limited şirket ortaklarının, tasfiye öncesi dönemlerle ilgili bu kapsamda doğacak amme alacaklarından şirkete koydukları sermaye hisseleri oranında sorumlu olacakları; geçici maddesinde ise, 'Kanunun maddesinin fıkrası hükümleri, bu geçici maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılan her türlü vergi tarhiyatı ve kesilen cezalar hakkında uygulanmaz' hükmü yer almaktadır.Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde; öncelikle kanuni temsilcilerin sorumluluğunun Vergi Usul Kanunu’nda, tasfiye memurlarının sorumluluğunun ise Kurumlar Vergisi Kanunu’nda düzenlendiği; kanuni temsilciler yönünden, tüzel kişilere vergi kanunları ile yüklenen ödevlerin kanuni temsilciler tarafından yerine getirileceği, bu ödevlerin yerine getirilmemesi durumunda tüzel kişilerin varlığından alınamayan alacakların kanuni temsilcilerin varlığından alınacağı, kanuni temsilcilerin sorumluluklarının kendilerinden beklenen ödevlerin yerine getirilmemesi çerçevesinde devam ettiği (Anayasa Mahkemesi de 19/03/2015 tarih ve E:2014/144, K:2015/29 sayılı kararında benzer bir yorumda bulunmaktadır: '213 sayılı Kanun’un maddesinde, kanuni temsilciler için kabul edilen sorumluluk, kusura dayalı sorumluluktur. Buradaki kusur, vergilendirmeye dair ödevlerin ihlal edilmesidir. Buna göre, 213 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca kanuni temsilcilerin sorumlu tutulabilmesi için vergilendirme ödevlerini yerine getirmemiş olması gerekmektedir.'), dolayısıyla tasfiye edilmiş tüzel kişilerle ilgili tasfiye öncesi dönemlere ilişkin yapılacak takibatların (tarh, tahakkuk, tahsil) kanuni temsilci olarak vergi kanunlarının kendisine yüklediği ödevleri yerine getirmeyen kanuni temsilciler adına gerçekleştirileceği, tasfiye memurları yönünden; tasfiye döneminde tahakkuk eden vergilerin ödenmesi ile bu dönemde vergi kanunları gereğince ortaya çıkacak vergilerin tahakkuk ettirilip ödenmesinden ve bu ödevleri yerine getirmemesi nedeniyle yapılacak tarhiyatlardan tasfiye memurlarının sorumlu tutulduğu, ancak hem kanuni temsilcilere hem tasfiye memurlarına bu ödevleri yerine getirdiğini ispat etmeleri şartıyla sorumluluktan kurtulma fırsatı verildiği anlaşılmaktadır.Uyuşmazlıkta, davacının uyuşmazlık konusu vergilendirme döneminde [...] Anonim Şirketi'nin kanuni temsilcisi olduğu, anılan şirketin kanun hükmünde kararname ile kapatıldığı, şirkete ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrakın Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayıldığı, akabinde ticaret sicil kayıtlarının re'sen terkin edildiği ve söz konusu hususun Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde ilan edildiği, asıl borçlu şirketin tüzel kişiliğinin sona ermesi nedeniyle şirket hakkında düzenlenen raporlara istinaden dava konusu cezalı tarhiyatın 'kanuni temsilci' sıfatıyla davacı adına re'sen tarh edilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, tüzel kişiliği sona eren şirketin tüzel kişiliğinin sona ermesinden önceki dönemleriyle ilgili kanuni temsilci adına yapılan dava konusu cezalı tarhiyatta yukarıda açıklanan nedenlerle usul yönünden hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmış olup, bu haliyle davanın esası hakkında yeniden bir karar verilmesi gerektiğinden Vergi Dava Dairesi kararında hukuki isabet görülmemiştir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17968 | Başvuru, olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında kanun hükmünde kararnameyle kapatılan şirketin vergi yükümlülüklerinin ihlalinden doğan vergi ve cezanın kanuni temsilci adına tarh edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 5/4/2004 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, Yargıtayın 25/12/2014 tarihinde verdiği onama kararıyla sona ermiş ve karar kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19351 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, özel bir şirket bünyesinde çalışan başvurucunun ahlaki durum gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: A.G. isimli güvenlik şirketi (İşveren) bünyesinde bulunan ve yapılan hizmet alımı neticesinde 1/2/2010 tarihinden itibaren İzmir Sosyal Güvenlik Kurumu İl Müdürlüğünde (İl Müdürlüğü) güvenlik görevlisi olarak çalışan başvurucunun iş akdi, işveren tarafından 29/12/2015 tarihinde feshedilmiştir. Fesih bildiriminde; başvurucunun İl Müdürlüğünde güvenlik görevlisi olarak çalıştığı, aynı yerde kamu görevlisi olarak çalışan S.Ç. ile aralarında olduğu iddia edilen gönül ilişkisi gerekçesiyle iş ilişkisinin itibar ve güvenilirlik açısından olumsuz yönde etkilendiği vurgulanmıştır. Bildirimde bu nedenlerle işverenin iş akdini devam ettirmesinin beklenemez bir hâl aldığı vurgulanarak 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin (II) numaralı bendi uyarınca iş akdinin feshedildiği belirtilmiştir.A. S.Ç. Tarafından Açılan İdari Yargı Davası Süreci Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede; başvurucunun ilişki yaşadığı iddia edilen ve kamu görevlisi olan S.Ç.nin de benzer nedenlerle görevine son verildiği anlaşılmıştır. Anılan idari işlemin iptali amacıyla açılan dava sonucunda İzmir İdare Mahkemesinin 30/9/2016 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; S.Ç.nin başvurucu ile yaşadığı iddia edilen ilişkinin tamamıyla özel hayat kapsamında kaldığı belirtilmiştir. Anılan karar, yapılan istinaf ve temyiz başvurularının reddi üzerine kesinleşmiştir.B. Başvurucu Tarafından Açılan İşe İade Davası Süreci Başvurucu 26/1/2016 tarihinde İzmir İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) işe iade istemli dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu vekili; başvurucunun davalı İşverenin çalışanı olduğunu, İşverenin görevlendirmesiyle İl Müdürlüğünde güvenlik görevlisi olarak çalıştığını, iş akdinin geçersiz nedenlerle feshedildiğini ifade etmiştir. Davalı şirket vekili davaya cevabında; başvurucunun asıl işvereninin SGK İl Müdürlüğü olması sebebiyle müvekkili şirkete husumet yöneltilemeyeceğini, şirketin resmî ve özel kuruluşlara ihale usulü iş alarak işçi temin ettiğini, başvurucunun iş akdinin haklı nedenlerle feshedildiğini savunup davanın reddini talep etmiştir. Davalı SGK vekili davaya cevabında; SGK'nın davalı güvenlik şirketinin üst ihale makamı olduğunu, başvurucu ile kurum arasında imzalanan bir iş akdi olmadığını, bu sebeple müvekkili kurumun taraf sıfatının bulunmadığından husumet yöneltilemeyeceğini vurgulamıştır. İş Mahkemesi 5/6/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; mevzuat hükümleri tekrar edildikten sonra başvurucu ile S.Ç. arasında geçen konular nedeniyle S.Ç.nin de görevine son verildiği ve anılan işlemin iptali talebiyle açılan dava sonucunda İdare Mahkemesi tarafından verilen karar içeriğinin mevcut durumu doğruladığı vurgulanmıştır. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı istinaf başvurusu, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 30/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; işveren tarafından yapılan feshin haklı nedenle fesih sebepleri niteliğinde olmadığı ancak başvurucunun davranışının işyerinde olumsuzluklara yol açtığı ve işveren açısından iş sözleşmesinin devam ettirilmesinin beklenemeyeceği, bu itibarla geçerli fesih nedeni oluşturduğu anlaşıldığından ilk derece mahkemesi kararının yerinde olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı temyiz başvurusu Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/5/2018 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; Bölge Adliye Mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmadığı vurgulanmıştır. Nihai karar 2/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. H.Ç., B. No: 2017/14907, 30/9/2020, §§ 19- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22633 | Başvuru, özel bir şirket bünyesinde çalışan başvurucunun ahlaki durum gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; Yargıtay ilamında esasa yönelik itirazların karşılanmaması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/4/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 18/1/2002 tarihinden itibaren Turhal Belediyesinde işçi olarak çalışmakta iken 24/10/2011 tarihi itibarıyla 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca Sami Baklavacı Anadolu Lisesine nakledilmiş; başvurucu, iradesi dışında nakil işleminin gerçekleştiğini iddia ederek Turhal Asliye Hukuk Mahkemesinde (iş mahkemesi sıfatıyla)işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davası açmıştır. Mahkeme, 18/6/2013 tarihli ve E.2012/228, K.2013/465 sayılı kararıyla davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: "Bilirkişi raporları, sigorta dosyası, işyeri dosyası, bordrolar TİS.'ler ve dosyaya toplanan tüm belge ve bilgilerin bir bütün olarak incelenmesinden; davacının davalı işverene ait işyerinde 18/01/2002 tarihinde çalışmaya başladığı, 24/10/2011 tarihi itibariyle6111 sayılı yasanın 166 maddesi gereğincedavacının norm fazlası olması nedeniyle başka bir kamu kurumuna naklen tayin suretiyle nakledilerek davalı iş yerindedavacının iş akdinin nakil nedeni ile sona erdirildiği, davacının iş akdinin gerçek anlamda fesih sonucunu doğurmayacağı, sözleşmenin feshedilmiş sayılmaması nedeniylenakil ile beraber davacının Turhal Belediye Başkanlığı nezdinde doğumu feshe bağlı kıdem ve yıllık izin ücreti gibi alacaklarının talep edebilmesinin mümkün bulunmadığı, usul ve yasaya uygun denetime elverişli yerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen 08/03/2013 tarihli bilirkişi raporu dosya içerisinde mevcut bordrolar ve hesap ekstreleri ile mukayese edilmek suretiyle hükme esas alınarak neticededavacının davalıya ait iş yerindeki çalışmaları sonucunda 820,00 TL giyim yardımı alacağının bulunduğu, diğer taleplerine ilişkin alacakların bulunmadığı, bordroların bu hususu teyit ettiği, davacı vekilinin bu husustaki itirazlarının yerinde olmadığı anlaşılmış bu nedenlerle davanın kısmen kabul ile kısmen reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/12/2013 tarihli ve E.2013/23870, K.2013/24111 sayılı ilamıyla onanmıştır. İlamın ilgili kısmı şu şekildedir:"..Davacı temyizi açısından:Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacının yerinde bulunmayan tüm temyiz itirazlarının reddine,..." Onama ilamı 14/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 2/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. B.İlgili Hukuk 6111 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...(1) İl özel idarelerinin sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçiler, Karayolları Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına, belediyelerin (bağlı kuruluşları hariç) sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçiler, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadroları ile sürekli işçi norm kadro dâhilinde olmak üzere ihtiyacı bulunan mahalli idarelere atanır....(6) ...Devre konu işçiler bakımından devir tarihinden önce doğmuş ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devralan kurum sorumlu tutulamaz...." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"(1) Listelere kaydedilmiş kişiler arasından görevlendirilmiş olan bilirkişilere, il adli yargı adalet komisyonu huzurunda, “Bilirkişilik görevimi sadakat ve özenle, bilim ve fenne uygun olarak, tarafsız ve objektif bir biçimde yerine getireceğime, namusum, şerefim ve kutsal saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin ederim.” şeklindeki sözler, tekrarlattırılmak suretiyle yemin verdirilir. Bu bilirkişilere, görevlendirildikleri her dava veya işte ayrıca yemin verdirilmez; sadece görevlendirme yazısında, bilirkişilere önceden etmiş bulundukları yemine bağlı kalmak suretiyle oy ve görüş bildirmek zorunda oldukları hususu hatırlatılır.(2)Listelere kaydedilmemiş olan kişiler arasından bilirkişiler görevlendirilmişse, kendilerine, görevlendiren mahkemece, huzurda, göreve başlamadan önce, birinci fıkrada belirtilen şekilde yemin verdirilir. Yemine ilişkin tutanak, hâkim, zabıt kâtibi ve bilirkişi tarafından imzalanır.". 6100 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hâkimler hakkındaki yasaklılık ve ret sebepleriyle ilgili kurallar, bilirkişiler bakımından da uygulanır....(3) Ret sebeplerinden birinin bilirkişinin şahsında gerçekleşmesi hâlinde taraflar, bilirkişinin reddini talep edebileceği gibi, bilirkişi de kendisini reddedebilir......." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4570 | Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; Yargıtay ilamında esasa yönelik itirazların karşılanmaması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, 1997 yılında açtıkları hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış olması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 25/9/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 30/4/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucular tarafından vekilleri Av. Murat Nas’a ilişkin Fethiye yedinci noterliğinin 29/5/2013 tarih, 2635 ve 2634 yevmiye numaralı azilnameleri başvuru dosyasına ibraz edilmiştir. Adalet Bakanlığının 2/7/2013 tarih ve 63103 sayılı görüş yazısı 9/7/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili azilden sonraki 24/7/2013 havale tarihli dilekçesinde, Adalet Bakanlığı görüş yazısında yer alan, Anayasa Mahkemesi’nin zaman bakımından yetkisine dair değerlendirmelere iştirak etmediklerini belirterek, başvuru konusu yargılamanın başvurucuların kusuru olmaksızın yargılama makamlarının tutumu nedeniyle uzadığı yönündeki beyanını tekrar etmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Çanakkale ili Biga ilçesi Çelikgürü Köyü Milletkırı mevkiinde kain 2549764 m2 yüzölçümlü taşınmaz başvurucular murisi Sabri Ergun tarafından 22/10/1956 tarihinde satın alınmıştır. Murisin vefatı üzerine, başvuruculardan Tosun Tayfun Ergun tarafından 29/7/1997 tarihinde, taşınmaza bir kısım köy halkı tarafından tecavüz edildiği iddiasıyla Lapseki Kaymakamlığına başvurularak tecavüzün önlenmesi talep edilmiş, Lapseki Kaymakamlığının 11/8/1997 tarihli kararıyla, taşınmazın bir bölümünün dava konusu olduğu, diğer kısmı üzerinde ise köy halkının zilyetliği bulunmakla taşınmaza tecavüz edildiğinin sabit görülmediği belirtilerek, talep reddedilmiştir. Başvurucular tarafından, 3/9/1997 tarihinde Lapseki Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1997/133 sayılı dosyası üzerinden yetmiş davalı aleyhine müdahalenin meni ve ecrimisil davası açılmıştır. Lapseki Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1997/133 sayılı dosyasının yargılaması sırasında, taşınmazın bulunduğu bölgede kadastro tespit çalışmaları yapılması nedeniyle, Lapseki Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 22/10/1999 tarih ve E.1997/133, K.1999/137 sayılı görevsizlik kararı ile dosya Lapseki Kadastro Mahkemesine gönderilmiştir. Lapseki Kadastro Mahkemesine gönderilen dosyanın Mahkemenin E.2000/4 sırasına kaydı yapılmıştır. Kadastro çalışmaları sırasında dava konusu olduklarından bahisle Lapseki Kadastro Mahkemesine gönderilen tespit tutanakları ile ilgili dosya ise Mahkemenin E.1999/73 sırasına kaydedilmiş ve belirtilen tespit tutanaklarından bir kısmının Mahkemeye görevsizlik kararıyla aktarılmış olan E.2000/4 sayılı dosyada dava konusu edilen taşınmazlara ait olmaları nedeniyle, Mahkemenin 26/4/2004 tarih ve E.2000/4, K.2000/24 sayılı kararı ile, E.2000/4 sayılı dosyanın E.1999/73 sayılı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Lapseki Kadastro Mahkemesinin E.1999/77 ve E.1999/91 sayılı dosyalarının da ilgisi nedeniyle, münferit tarihlerde Mahkemenin E.1999/73 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Belirtilen birleştirme kararları sonrasında dosyanın ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğu anlaşılmaktadır. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir. ” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir. Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/12 | Başvurucular, 1997 yılında açtıkları hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış olması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın muvazaa konusundaki Yargıtay daireleri arasındaki görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/25026, 2018/25239 ve 2018/9344 numaralı başvuru dosyalarının hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle 2018/9288 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/9288 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular muhtelif tarihlerden itibaren Sağlık Bakanlığına (İdare) bağlı Darıca Farabi Devlet Hastanesinde veri hazırlama personeli olarak çalışmaktadır. Başvurucular; İdare ile alt işveren arasında yapılan sözleşmenin muvazaalı olduğunu, işe alımlarının idare tarafından yapıldığını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla idare aleyhine ayrı ayrı dava açmıştır. Davalarında; alt işveren ile yaptıkları iş sözleşmesinde belirtilen işlerde çalışmaları gerekmesine rağmen baştan beri asıl işverenin işlerinde çalıştıklarını, söz konusu durumun alt işveren ile asıl işveren arasındaki ilişkiyi muvazaalı hâle getirdiğini, bu sebeple de en baştan beri asıl işverenin işçisi sayılmaları gerektiğini ve buna bağlı olarak da kendilerine ilave tediye alacağının ödenmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Gebze İş Mahkemelerince (Mahkeme) davaların kabulüne karar verilmiştir. Gerekçeli kararlarda 2/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun ve maddelerinde yer alan düzenlemelere yer verildikten sonra muvazaanın tanımından ve 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'ndaki düzenlenme şeklinden bahsedilmiştir. Başvurucuların işyerinde alt işverenin işçisi olarak işe başladığı belirtilmiştir. Başvurucuların yüklendiği işe ilişkin teknik şartnameden yüklenmiş olduğu işin veri giriş işinden çok daha kapsamlı olduğunun anlaşıldığı söylenmiştir. Başvurucuların yürüttüğü bazı işlerin doktor talimatıyla yürütüldüğü ve hem idare çalışanları hem de alt işverenin işçileri tarafından yerine getirildiği, ayrıca başvurucuların alt işverene tahsis edilmiş özel bir alanda değil idarenin çalışanları ile birlikte aynı ortamda onlarla aynı işi yerine getirdiği tespitlerine yer verilmiştir. Bu tespitlerden hareketle de İdare ile alt işveren arasındaki sözleşmenin muvazaalı olduğu sonucuna varılmıştır. Muvazaa nedeniyle başvurucuların baştan beri İdarenin işçisi olarak sayılması gerektiği ve bu sebeple de Kanun ile tanınan ilave tediye alacağından yararlanma hakkı bulunduğu değerlendirilmiştir. İdare, Mahkemenin kararlarına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliyesi Mahkemesi Hukuk Dairesi (İstanbul BAM) mahkeme kararlarını kaldırarak davaları kesin olarak reddetmiştir. Kararlarda, yine 4857 sayılı Kanun'un ve maddelerine yer verildikten sonra muvazaanın 6098 sayılı Kanun'daki düzenlenme şeklinden bahsedilmiş ve yasal olarak verilmesi mümkün olmayan bir işin alt işverene bırakılması veya muvazaalı bir ilişki içine girilmesi hâlinde işçilerin baştan itibaren asıl işverenin işçileri olarak işlem görecekleri belirtilmiştir. Başvurucuların çalıştığı veri hazırlama işinin yardımcı iş niteliğinde olmasına bağlı olarak alt işverene verilebileceği açıklamasında bulunulduktan sonra başvurucuların en baştan itibaren asıl işverenin işinde çalıştırılmadığı, teknik şartnamelerine uygun olarak yalnızca alt işverenin işlerini yerine getirdikleri ifade edilerek asıl işveren ile alt işveren arasında muvazaalı ilişki bulunmadığı belirtilmiştir. Bu sebeple başvurucuların alt işverenin işçisi olduğu değerlendirilerek 6272 sayılı Kanun'da faydalanmasının ve ilave tediye alacağına hak kazanmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 6772 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Umumi, mülhak ve hususi bütçeli dairelerle mütedavil sermayeli müesseseler, sermayesinin yarısından fazlası Devlete ait olan şirket ve kurumlarla belediyeler ve bunlara bağlı teşekküller, 3460 ve 3659 sayılı kanunların şümulüne giren İktisadi Devlet Teşekkülleri ve diğer bilcümle kurum, banka, ortaklık ve müesseselerinde müstahdem olanlardan İş Kanununun şümulüne giren veya girmiyen yerlerde çalışmakta olan ve İş Kanununun muaddel birinci maddesindeki tarife göre işçi vasfında olan kimselere, ücret sistemleri ne olursa olsun, her yıl için birer aylık istihkakları tutarında ilave tediye yapılır.'' 6772 sayılı Kanun’un maddesi şu şekildedir:"Birinci maddede sözü geçen işçilerden maden işletmelerinin munhasıran yeraltı işlerinde çalışanlarına bu işlerde çalıştıkları müddetle mütenasip olarak her yıl için ayrıca birer aylık istihkakları tutarında bir ilave tediye daha yapılır.'' 6772 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Birinci ve ikinci maddelerde yazılı olan işçilere mezkür maddeler gereğince yapılan tediyelerden ayrı olarak her yıl için bir aylık istihkakları tutarını geçmemek üzere Cumhurbaşkanı karariyle aynı nispette bir ilave tediye daha yapılabilir.'' 6772 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Bu kanun neşri tarihinden itibaren mer'idir.'' Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/6/2020 tarihli ve E.2017/15570, K.2020/447 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davacı işçinin zaman zaman hasta taşıması, oksijen tüplerinin taşınması, tıbbi atıkların temizliği gibi işlerde çalıştırıldığı tanıklar tarafından açıklanmış ise de yapılan bu işleri arızi olarak yaptığı anlaşılmakla sözü edilen soyut anlatımlar karşısında davacının tamamen alt işverene verilen işlerin kapsamı dışında çalıştırıldığı ispatlanamadığından asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğundan söz edilemez. Böyle olunca ilave tediye ücretinin reddine karar verilmesi ve tazminata esas ücrette ilave tediye ücreti dikkate alınmaksızın hesaplama yapılarak emekli olmak suretiyle ayrılan davacı işçinin kıdem tazminatına hak kazandığının kabulü ile istekle ilgili hüküm kurulması gerekir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2019 tarihli ve E.2017/12251, K.2019/18361 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:''İşin sevk ve idaresinin asıl işveren olan davalı bakanlık tarafından yapıldığı, işin yapımındaki tüm araç gereç ve malzemenin asıl işverene ait olduğu, çalışma plan, süre ve koşullarının, fazla mesailerin ve izinlerin asıl işveren olan bakanlıkça belirlendiği, alt işveren değiştiği anda asıl işverene ait işyerinde çalışanların aynı şart ve koşullarda çalışmaya devam ettiği, hizmeti satın alınan alt işveren firmaların kendileri açısından işyeri oluşturabilecek ayrı bir iş organizasyonunun bulunmadığı, işe alım ve çıkarımlarda asıl işverenin söz sahibi olduğu, alt işveren ve asıl işveren işçilerinin birlikte çalıştıkları, yapılan işverenlik sözleşmelerinin muvazaalı olduğu anlaşılmıştır. Bu husus davalı tanık beyanları ile dahi desteklenmiştir.Bu itibarla: Taşeron firmaların sözleşmeye konu işi gerçekleştirmekten ziyade, işçi temini şeklinde bir mahiyete büründüğü, bu durumun 4857 sayılı Yasa'nın ve maddeleri ile yönetmeliğe uygun olmadığı, gerçek işverenin davalı Sağlık Bakanlığı olduğu, işçilerin taşeron firmalar değişmesine rağmen aynı konumda, sürekli ve kesintisiz olarak çalışmaya devam ettikleri, emir ve talimatları da davalı işyeri, kurum, amir ve yetkililerinden alarak görevlerini ifa ettikleri, gerektiğinde başka görevde istihdam edilmelerinin, hizmet alım sözleşmelerinin sadece şekil şartlarını tamamlamaya matuf olduğu anlaşıldığından, somut olayda da; davacının gerçek işvereni davalı T. Sağlık Bakanlığıdır ve davacı ilave tediyeye hak kazanacaktır.İlave tediye alacağının; kapsamı, yararlanacaklar, yararlanma şartları, miktarı ve ödeme zamanı 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkındaki Kanun ile düzenlenmiştir. Kanunun l'inci maddesinde, Devlet ve ona bağlı kurumların hangileri olduğu, ayrıca yararlanacak kişiler açıkça belirtilmiştir. Buna göre: A.) İşveren kapsamı yönünden Devlete ve ona bağlı olmak üzere; ) Genel, katma ve özel bütçeli daireler, ) Sermayesi değişen kurumlar, ) Sermayesinin yarısından fazlası Devlete ait olan şirket ve kurumlar ve bunlara bağlı kuruluşlar, ) Belediyeler ve belediyelere bağlı kuruluşlar, ) 3460 ve 3659 sayılı Kanun kapsamına giren, sermayesinin tamamı Devlete ait olan veya bu sermaye ile kurulan iktisadi Devlet Kuruluşları olarak belirlenmiş olup, sonuç itibari ile kapsam bakımından yasanın, Devlet tarafından yasa ve yasanın verdiği yetki ile idari işlemle kurulan ve kamusal yetki ve ayrıcalıklardan yararlanan kamu tüzel kişilikleri ve bunlara bağlı kuruluşlarda iş sözleşmesi ile çalışanlara uygulanacağından, davacının ilave tediye alacağının kabulü gerekirken, yazılı gerekçeyle reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/9/2018 tarihli ve E.2018/6848, K.2018/16298 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İlave tediye alacaklarının kapsamı, yararlanacaklar, yararlanma şartları, miktarı ve ödeme zamanı 6772 sayılı Devlet ve ona bağlı müesseselerde çalışan işçilere ilave tediye yapılması hakkındaki kanun ile düzenlenmiştir. Kanun'un maddesinde, Devlet ve ona bağlı kurumların hangileri olduğu, ayrıca yararlanacak kişiler açıkça belirtilmiştir.Somut uyuşmazlıkta; dosyadaki bilgi ve belgeler ile aynı işyerinde çalışan davacının eşinin benzer nitelikteki dosyası ve tanık anlatımları birlikte dikkate alındığında, davacının davalı bakanlığa bağlı Muradiye Devlet Hastanesinde temizlik görevlisi olarak işe alınmasına karşın hizmet alım sözleşmesine konu temizlik işi dışında fiilen hasta bakıcı olarak çalıştırıldığı ve fizik tedavi bölümünde fizik tedavi ile ilgili uygulamalara katılarak hemşirelerin yaptığı işlerin davacıya yaptırıldığı, yani davacının ağırlıklı olarak hastanenin asıl işlerinde çalıştırıldığı anlaşılmaktadır. Davacı işçi açısından alt işverenlik sözleşmelerinin muvazaalı bir ilişkiye dayandığı ve başlangıçtan itibaren T. Sağlık Bakanlığı işçisi olarak çalıştığı anlaşılan davacının ilave tediye alacağından yararlanacağı ortadadır. Davacının ilave tediye alacağı talebinin kabulü yerine yanılgılı değerlendirme ile talebin reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/3/2018 tarihli ve E.2017/6464, K.2018/5867 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta, Mahkemece, hastane kayıtları ve alt işverenlerle yapılan sözleşmeler üzerinde inceleme yapılarak davacının bu sözleşmeler çerçevesinde çalıştırılıp çalıştırılmadığı, sözleşmede belirtilen işlerin haricinde iş yapıp yapmadığı, gerekirse keşif incelemesi yapılarak araştırılmadan, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde davalılar arasındaki asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı olup olmadığı dosyaya özgü şekilde tartışılıp gerekçelendirilmeden, kendi içinde çelişkili gerekçe ile davacının ilave tediye alacağının hüküm altına alınması, T. Anayasa' sının 138, maddeleri ile HMK. nun maddesine aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/9/2018 tarihli ve E.2017/14348, K.2018/19830 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; davacı işçi, davalı ile dava dışı yüklenici firmalar arasında imzalanan hizmet alım sözleşmelerinin temizlik hizmetine ilişkin olduğunu; ancak, işçilerin yaptıkları işlerin temizlik işi olmadığını, davacının yardımcı personel/destek personeli olarak çalıştığını, bahsi geçen hizmet alım sözleşmelerinin muvazaalı olduğunu ileri sürmüş; iddiasını ispatlamak üzere tanık deliline dayanmıştır. Mahkemece; davacı tanıkları dinlenip bilirkişi raporu alınarak davalı yanca sunulan hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde değerlendirme yapılmış ve davalı ile yüklenici firmalar arasında 2011-2014 döneminde imzalanan hizmet alım sözleşmelerinin muvazaalı olduğu ve davacının davalı üniversite işçisi sayılması gerektiğine karar verilerek, dava konusu alacaklar hüküm altına alınmıştır. Ancak, mahkemece dinlenen davacı tanıklarından K.'nin davalıya karşı açtığı benzer mahiyette dava dosyasının bulunması nedeniyle davalı işveren ile husumetli olduğu ve çıkacak karardan kendisinin de menfaat sağlayacak durumda olduğu görülmektedir. Şu halde bu tanığın beyanına itibar edilemeyecektir. Davacı ile birlikte çalıştığını ifade eden diğer davacı tanığı ise, davacı ile birlikte fiilen yaptıkları işten bahsetmemiş, muvazaa iddiasına ilişkin olarak sadece emir ve talimatları hastane başhemşiresi ve yanı sıra şirket yetkililerinden aldıklarını beyan etmiştir. Davalıya ait hastanede ihbar olunan şirketin üstlendiği iş kapsamında çalışan davacıya işin yürütümü ile ilgili gün içinde davalı üniversite yetkililerince verilen emir ve talimatlar tek başına asıl işveren – alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğunu göstermez. Bu itibarla, dosya içeriğine göre muvazaa iddiasına ilişkin ispat yükünün yerine getirilemediği anlaşılmakla, mahkemeceilave tediye alacağı talebinin reddi gerekirken bu alacağın yazılı gerekçeyle hüküm altına alınması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/6/2017 tarihli ve E.2017/34648, K.2017/13236 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, Sağlık Bakanlığına bağlı Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde kan alma bölümünde laborant olan davacı tanık ifadelerine göre; kan alma, kan tahlili işi, bunun bilgisayara kaydına dair tüm işleri yapmaktadır. Tanık E.A.'nın Yargıtay Hukuk Dairesinden geçen 2012/6487 esas - 2014/11486 karar sayılı dosyasına göre de yaptıkları hizmetlerin tamamının hastanenin asıl işi niteliğinde olduğu, bu nedenle uzmanlık gereken işler kapsamında değerlendirilemeyeceği için alt işverenlere verilemeyeceği açıktır. Davalı hastane sağlık hizmeti işini her ne kadar ihale ile alıyor ise de ihaleler sonunda ihale alan firmaların değişmesine rağmen çalışanların hiç değişmediği çalışanların ihale süreçlerinden haberdar olmadığı gibi ihaleyi alan şirket yetkililerini de hiç tanımadıkları yapılacak işin çalışma şeklinin çalışma saatlerinin ve görev yerlerinin tamamen Numune Hastanesinin yetkililerince belirlendiği ve yine çalışanların izin gibi işlemlerini yine bu merkez yetkililerince düzenlendiği ve davacının davalı hastanenin işi dışında başka bir işte çalışmamış oldukları, alt işverenle yapılan ihale sözleşmesi ve teknik şartnamede değerlendirildiğinde, Sağlık Bakanlığının asıl işveren olduğu, Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile aralarındaki ilişkinin muvazaalı olduğu kabul edilmiştir. Aynı tarihte iş sözleşmeleri feshedilen ve davacı ile aynı işi yapan birçok işçinin açmış oldukları işe iade veya işçilik alacakları davalarında İş Mahkemelerince alt işverenle yapılan ihale sözleşmesinin muvazaalı olduğu ve Sağlık Bakanlığının asıl işveren olduğuna karar verilmiş olup verilen kararlar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Hal böyle olunca Mahkemece davacının davalı Bakanlığın çalışanı olması sebebiyle ilave tediye alacağına hak kazanacağı gözetilmeksizin kabulü yerine reddi hatalı olup tekrar bozmayı gerektirmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/1/2015 tarihli ve E.2014/35860, K.2015/1476 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişleri tarafından, 2008-2010 arasında bin işçi ile yapılan temizlik hizmetleri işi ile bu işten ayrılarak, 2009-2010 arasında ikiyüz işçi ile yapılan biyomedikal aletlerin temizlik işi sözleşmelerinin asıl işveren ile alt işveren arasında muvazaa tanımına uygun olarak yapıldığı, bu işlerde çalışan işçilerin baştan beri asıl işveren işçisi olduğu tespit edilmiş, davalı ve ilgili firmalar tarafından rapora usulüne uygun itirazda bulunulmamıştır. Dosya içeriğine göre, davacı bu ihalelerden biri kapsamında çalışmış olup dava tarihinde çalışmasını sürdürmektedir. Açıklanan muvazaa tespiti davacının çalıştığı 2008-2010 arasında bin işçi ile yapılan temizlik hizmetleri işi ile sınırlı olarak geçerlilik ifade edeceğinden, davacının ilave tediye alacağı muvazaa tespiti yapılmış olan bu dönem için hesaplanarak hüküm altına alınmalıdır. Söz konusu alacağın yazılı şekilde dava tarihine kadar kabul edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Diğer yandan hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri ve bireylerin meşru beklentilerinin korunması, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol, tam da yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94, ...34173/96, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008). AİHM, açık bir keyfîlik bulunan durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM'in görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50). AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının incelenen gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Ucar/Türkiye (k.k.) B. No: 12960/05, 29/9/2009). AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi içinde Sözleşme'ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandı ise ne ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53). AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki bu ilkelerin AİHM'in incelemek durumunda kaldığı çelişen yorumların bir yüksek mahkemenin birleştirici yetkisini uygulayabileceği yasal hükümlerle bağlantılı olarak yargı sisteminin aynı dalında meydana gelen davalar için öngörüldüğü belirtilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55, 80). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9288 | Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın muvazaa konusundaki Yargıtay daireleri arasındaki görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 14/9/2009 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38115 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2018/6508 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2017/15301 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince, uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15301 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 1/3/2021 tarihinde öğrendikten sonra 29/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/19885 | Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 23/4/2022 tarihinde öğrendikten sonra 18/5/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/57842 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aleyhe nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; dava dosyasına sunulan belgelere ulaşma imkânı sağlanmadığından, delillerin ileri sürülmesi hususunda taraflar arasında eşitlik gözetilmediğinden silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine riayet edilmemesi ve yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Erciş Topçu Alayı Hava Savunma Tabur Komutanlığı emrinde zorunlu askerlik görevini ifa ederken hastalandığını belirtmesi üzerine muayene ve tedavisini yaptırması amacıyla bağlı olduğu Birlik Komutanlığı tarafından Van merkezde bulunan hastaneye sevk edilmiştir. Başvurucu, hastane işlemleri için Van’da bulunduğu süreçte Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığına bağlı Asker Kabul ve Toplama Merkezinde (KTM) kalmıştır. Başvurucu 23/2/2012 tarihinde KTM’de bulunan ve depremde hasar görmesi nedeniyle girilmesi yasak olan binanın zemin kat penceresinden atlayarak ayağını kırdığı iddiasıyla Van Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine (Üniversite Hastanesi) kaldırılmış ve burada ameliyat edilmiştir. Üniversite Hastanesinden taburcu edildikten sonra Gülhane Askerî Tıp Akademisi Hastanesi Ortopedi Servisine müracaat eden başvurucunun burada yapılan muayenesi ve müteakiben uygulanan tedavisinin ardından 17/9/2012 tarihinde düzenlenen sağlık kurulu raporu ile askerliğe elverişli olmadığı tespit edilmiştir. Söz konusu rapora istinaden başvurucu terhis edilmiştir. Başvurucu 11/2/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (idare) başvurmuş ve olay nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararına karşılık tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi idarece cevap verilmemek suretiyle reddedilmiştir. Başvurucu, müracaatının zımnen reddedilmesi üzerine 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle idareye karşı 26/12/2012 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM)tam yargı davası açmıştır. Başvurucu; AYİM’e sunduğu dava dilekçesinde KTM’de hastaneye gitmek amacıyla bulunduğu ve çok hasta olduğu hâlde diğer askerlerle birlikte kendisine kar temizleme görevi verildiğini, bu sırada ayakları ıslandığı ve donma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı için ayaklarını ısıtmak amacıyla depremde hasar gören binaya girmek zorunda kaldığını belirtmiştir. Başvurucu; görevli astsubayın binaya geldiğini görmesi üzerine korkarak binanın zemin katındaki pencereden atlamak zorunda kaldığını ancak ayağının bu sebeple kırılmadığını, nitekim zeminin kar olup atladığı yüksekliğin de sadece 2 metre olması karşısında böyle bir ihtimalin bulunmadığını, yere düştükten sonra ayağına tekme atıldığını, dolayısıyla ayağının darp sebebiyle kırıldığını ifade etmiştir. Hastanede yanına gelen bir uzman çavuşun askerliğini uzatmakla kendisini tehdit etmesi nedeniyle olay sonrasında verdiği ilk ifadesinde gerçeği söyleyemediğini belirten başvurucu, darp olayı sonucu sakat kalmasında idarenin sorumluluğu bulunduğunu belirterek bu sebeple uğradığı zararının idarece tazmin edilmesini talep etmiştir. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 6/11/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiş ve 2/11/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesi gereğince, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarlarını dikkate alarak başvurucu aleyhine 530 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde; tıbbi kayıtlar, tanık ifade tutanakları ve dava dosyasındaki diğer bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde başvurucunun girdiği binanın depremde hasar görmesi nedeniyle girilmesi yasak bir bina olduğunun, binanın dört ana giriş kapısının da asma kilitlerle kilitli olup her kapıda binaya girilmesinin yasak olduğu yönünde levhalar asılmış olduğunun, ayrıca hasarlı binalara girilmemesi gerektiğinin sabah içtiması sırasında tüm askerlere tebliğ edildiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun olay sonrasındaki ifadesinde cep telefonunu şarj etmek için birkaç askerle birlikte binaya girdiğini ve komutanın geldiğini görmesi üzerine korkarak pencereden atladığını belirttiği, dolayısıyla olayın tamamen kendi kusuru ve emirler hilafına hareket etmesinden kaynaklandığı, bu sebeple idarenin meydana gelen zararı tazminle sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Mahkemenin 12/3/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 25/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5770 | Başvuru, aleyhe nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; dava dosyasına sunulan belgelere ulaşma imkânı sağlanmadığından, delillerin ileri sürülmesi hususunda taraflar arasında eşitlik gözetilmediğinden silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine riayet edilmemesi ve yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Telsiz Genel Müdürlüğünün teşkilat yapısının dönüştürülmesi hakkında yapılan yasal değişiklik ile genel müdür yardımcısı, daire başkanı, şube müdürü, başmüfettiş ve müfettiş kadrolarında görev yapan personelin idari veya teknik uzman kadrolarına atanmasına karşın Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uygun olmayan yasal düzenleme uyarınca bölge müdür yardımcısının belirtilen uzman kadrolara atanmaması üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa'nın ve maddelerinde güvence altına alınan eşitlik ve hukuk devleti ilkeleri ile yargı kararlarının bağlayıcılığını düzenleyen maddesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvurucu Telsiz Genel Müdürlüğünde 1990-2000 yılları arasında sırasıyla şef, şube müdürü ve bölge müdür yardımcısı olarak görev yapmıştır. 27/1/2000 tarihli ve 4502 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu, Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Telsiz Kanunu ve Posta, Telgraf ve Telefon İdaresinin Biriktirme ve Yardım Sandığı Hakkında Kanun ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Ulaştırma Bakanlığına bağlı Telsiz Genel Müdürlüğü kaldırılıp kamu tüzel kişiliğine, idari ve mali özerkliğe sahip Telekomünikasyon Kurumu kurulmuştur. Başvurucu da Telsiz Genel Müdürlüğüne bağlı Samsun Bölge Müdürlüğünde Bölge Müdür Yardımcısı olarak görev yapmakta iken Bakanlar Kurulunun 23/6/2000 tarihli ve 2000/1006 sayılı kararı ile 4502 sayılı Kanun uyarınca kurulan Telekomünikasyon Kurumunda uzman kadrosuna atanmıştır. 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu ile bu Kurum yeniden yapılandırılmış, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu olarak adı değiştirilerek üstlendiği görev ve yetkiler yeniden düzenlenmiştir. Başvurucu, 5809 sayılı Kanun'un maddesiyle 5/4/1983 tarihli ve 2813 sayılı Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun Kuruluşuna İlişkin Kanun'a eklenen geçici maddenin beşinci fıkrası uyarınca idari bir uzman kadrosuna atanması istemiyle 17/12/2008 tarihinde Kurumun İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığına başvurmuş ancak anılan yasa maddesinde sayılan unvanlar arasında Bölge Müdür Yardımcısı kadrosunun yer almadığı gerekçesiyle başvurucunun talebi 23/12/2008 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu idari uzman kadrosuna atanması talebinin reddi işleminin iptali ve yoksun kaldığı parasal haklarının faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle 29/6/2009 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 22/1/2010 tarihli ve E.2009/607, K.2010/54 sayılı kararı ile Samsun İdare Mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle yetki yönünden davanın reddine karar vermiştir. Yetkisizlik kararının kesinleşmesi üzerine yargılamaya Samsun İdare Mahkemesinde devam edilmiş, Mahkemenin 22/1/2010 tarihli ve E.2009/728, K.2010/54 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Uyuşmazlık konusu olayda, davacı tarafından 2813 sayılı Kanun'un geçici Maddesi uyarınca idari uzman kadrosuna atamasının yapılması istenilmekte ise de, yukarıda anılan yasa maddesinde idari uzman kadrosuna Telsiz Genel Müdürlüğünde genel müdür yardımcısı, daire başkanı, şube müdürü, başmüfettiş ve müfettiş kadrolarında görev yapanların atanacakları hükme bağlandığı görülmekte olup bu kadrolar arasında davacının bahsi geçen dönemde yürüttüğü bölge müdür yardımcısı kadrosunun sayılmamış olduğunun görülmesi karşısında dava konusu işlemde yasa hükmüne ve hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Davacının bahsi geçen yasa hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğu iddiası ise yerinde görülmemiştir." Temyiz edilen karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 11/11/2011 tarihli ve E.2010/2700, K.2011/6242 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 12/12/2012 tarihli ve E.2012/495, K.2012/8729 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucu vekiline 13/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2813 sayılı Kanun’un 4502 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik mülga maddesinin ikinci ve sekizinci fıkraları şöyledir:“. Bu Kanun ile 1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununda belirtilen genel esaslar çerçevesinde, Kanunlarla öngörülen yetki ve sorumlulukları uygulamak ve verilen diğer görevleri yapmak üzere kamu tüzel kişiliğini ve idari ve mali özerkliği haiz özel bütçeli Telekomünikasyon Kurumu kurulmuştur. Kurum görevlerini yerine getirirken bağımsızdır.. Kurum personelinden kadro karşılığı sözleşmeli olarak çalıştırılacak personelin unvan, sayısı, nitelikleri, ücretleri, diğer mali ve sosyal hakları, sözleşme esasları ile bu Kanuna ekli kadro unvan ve derecelerinde değişiklik yapılması Kurulun teklifi ve Devlet Personel Başkanlığının uygun görüşü üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir." Anayasa Mahkemesinin 12/12/2007 tarihli ve E.2002/35, K.2007/95 sayılı kararı ile 4502 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen 5/4/1983 tarihli ve 2813 sayılı Telsiz Kanunu’nun mülga maddesinin sekizinci fıkrasının iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "Anayasa’nın maddesi kapsamında olan Kurum personelinden, kadro karşılığı sözleşmeli olarak çalıştırılacak personelin unvanının, sayısının, niteliklerinin, ücretlerinin, diğer mali ve sosyal haklarının ve sözleşme esaslarının belirlenmesi ve kanuna ekli kadro unvan ve derecelerinde değişiklik yapılması yetkisi, itiraz konusu kuralla, Kurulun teklifi ve Devlet Personel Başkanlığının uygun görüşü üzerine Bakanlar Kuruluna bırakılmıştır.Buna göre, Kurum’da çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın maddesine aykırıdır." 2813 sayılı Kanun'un 5809 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kanunlarla verilen görevleri yerine getirmek ve yetkileri kullanmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz, idarî ve mali özerkliğe sahip Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu kurulmuştur. Kurum, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu ile Başkanlık teşkilatından oluşur." 2813 sayılı Kanun'a 5809 sayılı Kanun'un maddesiyle ilave edilen ek maddesi şöyledir:"4502 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi ile Telekomünikasyon Kurumu için ihdas edilen anılan Kanuna ekli (2) sayılı listedeki kadrolar bütün ek ve değişiklikleriyle iptal edilmiştir. Bilgi Teknolojileri ve İletişimKurumuhizmetlerinde kullanılmak üzere ekli (I) ve (II) sayılı cetvellerdeki kadrolar ihdas edilmiştir." 2813 sayılı Kanun'a 5809 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici maddesi şöyledir:"Bu Kanun ile yapılan yeni düzenleme sebebiyle Kurumda; Kurul Başkanı, üyeleri ve yönetici kadrolarında bulunanlar ile kadro veya görev unvanı değişmeyenler yeni kadrolarına hiçbir işleme gerek kalmaksızın atanmış sayılırlar. Bu şekilde atanan personele, atandıkları tarihteki eski kadrolarına ilişkin olarak almakta oldukları ödemelerin toplam net tutarı; atandıkları yeni kadrolarına ilişkin olarak yapılan her türlü ödemelerin (fazla mesai ücreti ve performansa dayalı ödül hariç) toplam net tutarından fazla olması hâlinde, aradaki fark atandıkları kadroda kaldıkları sürece herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın her ay tazminat olarak ödenir. İsteğe bağlı olarak, atandıkları kadro unvanında herhangi bir değişiklik olanlarla başka kurumlara geçenlere fark tazminatı ödenmesine son verilir.Kadro ve görev unvanı değişen veya kaldırılan personel bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde durumlarına uygun kadrolara atanırlar. Atama işlemi yapılıncaya kadar Kurumca ihtiyaç duyulan işlerde görevlendirilebilirler. Bunlar yeni bir kadroya atanıncaya kadar eski unvanlarına ait ödemeleri almaya devam ederler. Ataması yapılan personelin aylık ücretleri ile her türlü malî ve sosyal haklarında meydana gelen farklar hakkında da birinci fıkra hükmü uygulanır.Kurumda, telekomünikasyon uzman ve uzman yardımcısı kadrolarına atanmış veya bu unvanları almış sayılanlar herhangi bir işleme gerek kalmaksızın durumlarına göre bilişim uzmanı veya bilişim uzman yardımcısı kadrolarına atanmış veya bu unvanı kazanmış sayılırlar. Önceki kadrolarında geçirdikleri süreler, yeni kadrolarında geçirilmiş sayılır. Diğer mevzuatta geçen telekomünikasyon uzman ve uzman yardımcısı ibareleri, bilişim uzman ve uzman yardımcısı olarak anlaşılır.Kurumun hizmet birimleri ve teşkilatı, bu Kanuna uygun olarak düzenleninceye kadar, Kuruma verilen görevler, daha önce bu görevleri yapmakta olan birimler tarafından yapılmaya devam edilir.4502 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesi uyarınca Telekomünikasyon Kurumunun faaliyete başladığının Resmi Gazetede ilan edildiği tarihten önce, Telsiz Genel Müdürlüğünde genelmüdür yardımcısı, daire başkanı, şube müdürü, başmüfettişvemüfettişkadrolarındagörevyapmaktayken,15/8/2000tarihindeKurumkadrolarınaatananlardan;bu maddenin yürürlük tarihinde Kurumda telekomünikasyon uzmanı unvanlı kadroların dışındaki kadrolarda görev yapanlar bu maddenin yürürlüğünden itibaren öğrenim alanına göre idarî veya teknik uzman kadrolarına atanırlar." | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2424 | Başvuru, Telsiz Genel Müdürlüğünün teşkilat yapısının dönüştürülmesi hakkında yapılan yasal değişiklik ile genel müdür yardımcısı, daire başkanı, şube müdürü, başmüfettiş ve müfettiş kadrolarında görev yapan personelin idari veya teknik uzman kadrolarına atanmasına karşın Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uygun olmayan yasal düzenleme uyarınca bölge müdür yardımcısının belirtilen uzman kadrolara atanmaması üzerine açılan davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa nın 2. ve 10. maddelerinde güvence altına alınan eşitlik ve hukuk devleti ilkeleri ile yargı kararlarının bağlayıcılığını düzenleyen 138. maddesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ticari sır olduğu düşüncesiyle mahkeme tarafından istenilen ithalat faturalarının gönderilmemesinden dolayı idari yaptırıma tabi tutulması nedeniyle özel hayata saygı hakkının, mahkemece delillerin hatalı değerlendirilerek ret kararı verilmesi ve ilamda aleyhine para cezasına hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/10/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanıtarafından 25/05/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 27/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 5/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirketin taraf olmadığı, başka bir kişi tarafından Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) karşı, piyasadan temin edilen tıbbi malzeme bedelinin eksik ödenmesi nedenine dayalı olarak açılan davanın yargılaması sırasında Ankara İş Mahkemesi tarafındanbaşvurucuya ait ithalat faturaları istenilmiş, başvurucunun bu bilgilerin ticari sır niteliğinde bulunduğundan bahisle söz konusu faturaları mahkemeye göndermemesi üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Kabahatler Bürosunun 16/6/2011 tarihli ve 2011/2990 sayılı kararıyla 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarıncabaşvurucuya 155 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucunun söz konusu idari yaptırıma itirazı, Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin 19/8/2011 tarihli ve E.2011/701 Değişik İş sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“...yargılama faaliyetinin Türk Milleti adına yapıldığı, tüm kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek veya tüzel kişilerin yargılama faaliyetine yardımcı olma zorunluluğunun bulunduğu ve mahkemece istenilen belgelerin gönderilmesinin zorunlu olduğu, kaldı ki…gerektiğinde devlete ait sırların dahi yargılamalarda dosya içerisine konulduğu ve delil olarak değerlendirildiği göz önüne alındığında, ilgili firma temsilcisinin istenilen faturaların ticari sır niteliğinde olduğundan mahkemeye gönderilmeyeceğine ilişkin itirazı yerinde görülmemiş(tir).” Başvurucu, tarafına idari yaptırım uygulanması nedeniyle zarara uğradığını; benzer konuda Ankara Sulh Ceza Mahkemesine yaptığı itirazın, ithalat belgelerinin ticari sır kapsamında olduğu, bu nitelikteki belgelerin verilip verilmemesinin belgesahibinin takdirinde olduğu gerekçesiyle kabul edilmesine rağmen Ankara Sulh Ceza Mahkemesi tarafından davanın reddine karar verildiğini; buna göre davasının reddinde hâkimlik görevinin kötüye kullanılması veya ihmalinin söz konusu olduğunu ileri sürerek devlet aleyhine Yargıtay Hukuk Dairesinde 155 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebiyledava açmıştır. İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay Hukuk Dairesi, 1/10/2013 tarihli ve E.2012/56, K.2013/68 sayılı ilamıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Dava, hâkimlerin hukuki sorumluluğuna dayalı olarak maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Hâkimlerin yargısal faaliyetleri nedeniyle sorumlulukları, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun ve devamı maddelerinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Yasa’da gösterilen sorumluluk nedenleri, örnek niteliğinde olmayıp sınırlı ve sayılı durumları ifade etmektedir. Somut olayda, sorumluluğa dayanak yapılan olgular, ticari sır niteliğinde bulunduğu düşüncesiyle mahkemeye gönderilmeyen faturalar nedeniyle verilen idari yaptırım kararına yapılan itirazın reddedilmiş olmasına ve aynı konuda farklı kararlar verilmiş bulunmasına ilişkindir. Dosya kapsamından, tıbbi malzeme bedelinin eksik ödenmesi nedeniyle dava dışı gerçek kişi ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasındaki davanın yargılaması sırasında, davacı firma tarafından ithal edilen malzemelerin faturalarının gönderilmesinin istenildiği, ticari sır gerekçesiyle istemin yerine getirilmediği, bunun üzerine, idari yaptırım kararı verildiği ve itirazın da reddedildiği, aynı konuda bir başka mahkeme tarafından ise, itiraz isteminin yerinde görüldüğü anlaşılmaktadır. Dava konusu edilen olgular, yargı yetkisinin ve takdir hakkının kullanılmasına ilişkindir. Mahkeme kararlarına karşı, olağan ve olağanüstü yargı yolları açık olup, derece mahkemeleri tarafından farklı kararlar verilmesi de, yargı yetkisinin ve bu bağlamda takdir hakkının kullanılması olarak değerlendirilmelidir. Şu durumda, hukuki sorumluluk nedenlerinin bulunduğundan söz edilemez. Davanın reddi gerekir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi uyarınca, davanın esastan reddi halinde disiplin para cezasının takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir. Bu konuda, para cezasında yeniden değerleme oranında yapılması gereken artırım miktarı ile dava konusu olayın gelişim biçimi ve dosyaya yansıyan olgular göz önünde tutulmuştur. Diğer yandan, 6110 sayılı Yasa'nın maddesi ile düzenlenen 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/A maddesindeki kanun yoluna başvurulması için miktar veya değere ilişkin olarak öngörülen sınırlamalar, hâkim ve savcıların işlem, faaliyet veya kararlarına dayanılarak açılan her türlü tazminat ve rücu davalarında uygulanamaz hükmü uyarınca, dairemiz kararına karşı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu nezdinde temyiz yasa yolu açık bulunmaktadır..." Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/4/2014 tarih ve E.2014/4-375, K.2014/522 sayılı ilamıyla onamıştır. Onama ilamının gerekçesi şöyledir:"...Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında 2802 sayılı Kanun’un 93/A maddesinin inceleme tarihi itibariyle yürürlükten kaldırıldığı, bu nedenle miktar itibariyle temyiz yolunun açık olup olmadığı önsorun olarak incelenmiş, azınlıkta kalan bir kısım üyelerce usul kurallarının kamu düzenine ilişkin olduğu ve derhal uygulanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, gerek karar tarihi, gerekse de kararın temyiz edildiği tarih gözetildiğinde 93/A maddesinin yürürlükte olması nedeniyle temyiz yolunun açık olduğuna oyçokluğu ile karar verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kısa kararda, miktar itibariyle kararın kesin olduğu belirtilmiş, ancak karar gerekçesinde 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/A maddesi uyarınca bu tür davalarda yasa yolu için miktar ve değer sınırlaması bulunmadığından, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu nezdinde temyiz yasa yolunun açık bulunduğunun belirtilmesi karşısında, kısa karar gerekçeli karar çelişkisinin bulunup bulunmadığı hususu başka bir önsorun olarak öncelikle ele alınıp tartışılmış, kararın kesin olduğu yönündeki ifadenin açık olan yasa yolu hakkını ortadan kaldırmayacağı, bu nedenle de anılan hususun bir çelişki oluşturmayacağı gerekçesiyle kısa karar gerekçeli karar çelişkisi bulunmadığına oyçokluğu ile karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, Daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve dava konusu edilen olguların, yargı yetkisinin ve takdir hakkının kullanılmasına ilişkin olmasına ve sorumluluk şartlarının bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir." Başvurucu, Dairenin 1/10/2013 tarihinde tefhim edilen kısa kararında kararın kesin olduğu belirtildiği için 30/10/2013 tarihinde başvuruda bulunmuş olup başvurunun süresinde olduğu anlaşılmıştır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun "Devletin sorumluluğu ve rücu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.(2) Tazminat davasının açılması, hâkime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması yahut mahkûmiyet şartına bağlanamaz.(3) Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder.” 6100 sayılıKanun’un "Davaların açılacağı mahkeme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Yargıtay ilgili hukuk dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca; bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi ise Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılır.” 6100 sayılıKanun’un "Dava dilekçesi ve davanın ihbarı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Tazminat davası dilekçesinde hangi sorumluluk sebebine dayanıldığı ve delilleri açıkça belirtilir; varsa belgeler de eklenir.(2) Mahkeme, açılan tazminat davasını, ilgili hâkime resen ihbar eder.” 6100 sayılıKanun’un "Davanın reddi hâlinde verilecek ceza" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Dava esastan reddedilirse davacı, beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar disiplin para cezasına mahkûm edilir.” 6100 sayılıKanun’un maddesi şöyledir:"Tarafların ellerinde bulunmayan ve incelenmesine karar verilen delillerin getirtilmesi için, mahkemece ilgili resmî makam ve mercilerle üçüncü kişilere bu husus bildirilir. Mahkemeye getirtilmesi mümkün olmayan deliller, bulunduğu yerde incelenebilir veya dinlenebilir” 6100 sayılıKanun’un "Mahkemece belge aslının istenmesi ve geri verilmesi" kenar başlıklı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "(2) Belgenin aslını elinde bulunduran taraf, üçüncü kişi veya resmî makamlar, istenmesi hâlinde bunu mahkemeye vermek zorundadır.(3) Mahkeme, belge aslının verilmesi durumunda, belgenin saklanması için gerekli tedbirleri alır veya istendiğinde tekrar verilmek üzere belgeyi ibraz edene geri verebilir.” 5326 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî yaptırım kararı kesinleşir." 5326 sayılı Kanun'un maddesinin (10) numaralı fıkrası şöyledir: "Üçbin Türk Lirası dahil idarî para cezalarına karşı başvuru üzerine verilen kararlar kesindir." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7909 | Başvuru, ticari sır olduğu düşüncesiyle mahkeme tarafından istenilen ithalat faturalarının gönderilmemesinden dolayı idari yaptırıma tabi tutulması nedeniyle özel hayata saygı hakkının, mahkemece delillerin hatalı değerlendirilerek ret kararı verilmesi ve ilamda aleyhine para cezasına hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu boşanma davası sonrası açtığı nafakanın artırılması davasının makul sürede sonuçlandırılmaması ve dava neticesinde lehine takdir edilmiş olan nafakanın kaldırılmasına karar verilmesi nedeniyle, Anayasa’nın , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yoksun kaldığı nafaka alacaklarının kendisine ödenmesine ve uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 18/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 7/4/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 25/1/2008 tarihinde Ankara Aile Mahkemesinin E.2008/99 sırası üzerinde açtığı davada, davalı ile aralarındaki boşanma davası neticesinde lehine hükmedilen yoksulluk nafakası ve velayetleri kendisine bırakılmış olan çocuklar için takdir edilen iştirak nafakasının artırılmasını talep etmiştir. Davalı eski eş tarafından aynı esas sayılı dosya üzerinde açılan karşı dava ile yoksulluk nafakasının kaldırılması talep edilmiştir. Yargılama sırasında Ankara Aile Mahkemesinin E.2008/378 sırası üzerinde görülen ayrı bir dava neticesinde, müşterek çocukların velayetinin davalı babaya verilmesine hükmedilmiştir. Mahkemece yapılan yargılama neticesinde, 25/3/2009 tarih ve E2008/99, K.2009/390 sayılı karar ile, müşterek çocuklarının annede olan velayetlerinin babaya verilmiş olması ve başvurucunun dosya kapsamındaki delillerden evlenme olmaksızın evli imiş gibi bir başka şahısla birlikte yaşadığının tespit edilmesi gerekçelerine istinaden, başvurucunun davasının reddi ve davalı-karşı davacının davasının kabulüne ve yoksulluk nafakasının karşı dava tarihi olan 14/2/2008 tarihinden geçerli olmak üzere kaldırılmasına hükmedilmiştir. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/6/2013 tarih ve E.2013/8280, K.2013/9823 sayılı kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 8/10/2013 tarih ve E.2013/5625, K.2013/14137 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucu vekiline 20/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve 18/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9313 | Başvurucu boşanma davası sonrası açtığı nafakanın artırılması davasının makul sürede sonuçlandırılmaması ve dava neticesinde lehine takdir edilmiş olan nafakanın kaldırılmasına karar verilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 10. , 13. , 36. ve 4 maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yoksun kaldığı nafaka alacaklarının kendisine ödenmesine ve uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, boşanma davasında bildirilen tanıklardan bir kısmının dinlenmemesi ve temyiz duruşma tarihi usulüne uygun tebliğ edilmeyerek duruşmada bulunma hakkının engellenmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/4/2013 tarihinde Bakırköy Aile Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 18/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 26/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 11/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine Sarıyer (İstanbul ) Aile Mahkemesinde (Mahkeme) 15/10/2009 tarihinde boşanma davası açılmıştır. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu 28/4/2010 tarihli tanık listesinde altı tanık bildirmiş; bunlardan dördü duruşmada dinlenmiştir.Diğer iki tanığın da dinlenmesi yönünde başvurucunun talebi bulunduğuna ilişkin bilgiye dosya kapsamındaki belgelerden ulaşılmamıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda 22/6/2011 tarihli ve E.2009/1154, K.2011/718 sayılı karar ile başvurucunun kusurlu davranışları nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, tarafların boşanmalarına, müşterek çocukların velayetinin davacı anneye verilmesine, 000 TL manevi tazminat ile aylık 000 TL iştirak nafakasının başvurucudan alınarak davacıya verilmesine, başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucu bu kararı; davacının iddialarının ispatlanamadığı, evlilik birliğine aykırı eylemlerinin dikkate alınmadığı, davacıya karşı kusurlu davranışı bulunmadığı, affedilen olaylara davada dayanılamayacağı, davacı lehine hükmedilen manevi tazminatın yersiz ve fahiş olduğu, manevi tazminat talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğu gerekçeleriyle temyiz etmiştir. Başvurucu ayrıca temyiz incelemesinin duruşmalı yapılmasını talep etmiştir. Başvurucu adına avukatı E.O.H. tarafından sunulan 10/8/2011 havale tarihli temyiz dilekçesinde vekilin adresi “İnönü Cad. Mithatpaşa Apt. No: 48 Kat 6 Daire 12 Gümüşsuyu/İstanbul” olarak gösterilmiştir. Davacı da karşı (katılma yoluyla) temyiz dilekçesinde Mahkemece hükmedilen iştirak nafakası ve manevi tazminat miktarının düşük olduğunu ileri sürerek kararın bu yönlerden bozulmasını, diğer kısımlarının onanmasını talep etmiştir. Davacının karşı temyiz dilekçesini içerir tebligat evrakının, başvurucu vekilinin temyiz dilekçesinde belirttiği yukarıdaki adrese 2/9/2011 tarihinde gönderildiği, başvurucu vekiline 6/9/2011 tarihinde tebliğ edildiği ancak tebligattaki adresin üzerinin çizilerek “İnönü Cad. No:18/5” şeklinde değiştirilmiş olduğu görülmüştür. Yargıtay Hukuk Dairesince temyiz duruşma günü belirlenerek taraf vekillerine buna ilişkin davetiyeler çıkarılmış ancak başvurucunun ismi geçen vekilinin temyiz dilekçesinde yazan “İnönü Cad. Mithatpaşa Apt. No: 48 Kat 6 Daire 12 Gümüşsuyu/İstanbul” adresine çıkarılan davetiye adres değişikliği nedeniyle tebliğ edilememiştir. Temyiz duruşmasında davacı vekili hazır bulunmuş, başvurucu vekili duruşmaya katılmamıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 25/9/2012 tarihli ve E.2011/19949, K.2012/22437 sayılı ilamıyla Mahkeme kararını onamıştır. Onama ilamı şöyledir:“Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 2012 günü duruşmalı temyiz eden davalı Mustafa Mehmet Günyeli vekiline çıkarılan davetiyenin taşındığından bahisle tebligatın yapılamadığı görüldü. Karşı taraf temyiz eden davacı A.G. vekillerinden Av. E. geldi. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, tarafların yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA ... karar verildi.” Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 21/1/2013 tarihli ve E.2012/26627, K.2013/1108 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 4/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici maddesi gereğince temyize ilişkin hükümlerinin uygulanmasına devam olunan 18/6/1927 tarihli 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Yargıtay temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar. Ancak ... boşanma veya ayrılığa, velayete, nesebe ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri onmilyar lirayı aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz dilekçesi veya cevap dilekçesinden duruşma yapılmasını istemiş ise, Yargıtayca bir gün belli edilerek taraflara usulen tebligat yapılır. Tebliğ tarihi ile duruşma günü arasında en az onbeş gün bulunması gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye bakılmaz. Tebligat gideri verilmemişse duruşma isteği dikkate alınmaz.... Duruşma günü belli edilen hallerde Yargıtay, tarafları veya gelen tarafı dinledikten sonra ve taraflardan hiç biri gelmemiş ise dosya üzerinde inceleme yaparak kararını o gün tefhim eder....” 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır. Şu kadar ki; kendisine tebliğ yapılacak şahsın müracaatı veya kabulü şartiyle her yerde tebligat yapılması caizdir.” 7201 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır...” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2436 | Başvuru, boşanma davasında bildirilen tanıklardan bir kısmının dinlenmemesi ve temyiz duruşma tarihi usulüne uygun tebliğ edilmeyerek duruşmada bulunma hakkının engellenmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
BAŞVURUSU(Başvuru Numarası: 2020/7518) Karar Tarihi: 12/10/2023R.G. Tarih ve Sayı: 15/12/2023-32400 GENEL KURUL KARARGİZLİLİK TALEBİ KABUL Başkan:Zühtü ARSLANBaşkanvekili:Hasan Tahsin GÖKCANBaşkanvekili:Kadir ÖZKAYAÜyeler:Engin YILDIRIM Muammer TOPAL Emin KUZ Rıdvan GÜLEÇ Yusuf Şevki HAKYEMEZ Yıldız SEFERİNOĞLU Selahaddin MENTEŞ Basri BAĞCI İrfan FİDAN Kenan YAŞAR Muhterem İNCERaportör:Mehmet ALTUNDİŞBaşvurucu:Vekili:Av. Deniz TUNCEL Başvuru, veri güvenliğini sağlamaya yönelik gerekli teknik ve idari tedbirlerin alınmadığından bahisle Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından uygulanan idari para cezası nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; merkezi yurt dışında bulunan, farklı ülkelerde oteller işleten, otellere franchise hizmeti sağlayan ve bağlı şirketleri aracılığıyla devre mülklere lisans temin eden holding şirketi konumundadır. Başvurucu Şirket bir başka konaklama şirketini 2016 yılında devralmıştır. Başvurucu 8/9/2018 tarihinde devraldığı konaklama şirketinin konuk rezervasyon veri tabanındaki şüpheli işleme dair kurum içi güvenlik aracından bir uyarı almıştır. Yapılan incelemeler sonucunda 19/11/2018 tarihinde, bu şirketin konuk rezervasyon veri tabanına yetkisiz üçüncü bir kişinin eriştiği bilgisi teyit edilmiştir. Başvurucu 30/11/2018 tarihinde bir basın açıklaması yayımlamış, konuya dair bir web sitesini erişime açarak olaya ilişkin bilgi sağlamış ve ilgili kişilerin kendilerini nasıl koruyabileceklerine dair tavsiyelerde bulunmuştur. Ayrıca durumdan etkilenen ve geçerli elektronik posta adresi bulunan misafirlerine elektronik postalar göndermiştir. Başvurucu 3/12/2018 tarihinde Kişisel Verileri Koruma Kurumuna (Kurum) Türk vatandaşlarını ilgilendiren güvenlik olayı hakkında veri ihlali bildiriminde bulunmuştur. Bu bildirimde Şirket özetle;i. 500 milyon müşteri verisinin veri ihlali nedeniyle kopyalandığını,ii. Veri tabanının tutulduğu şirketin ağına Temmuz 2014'ten beri yetkisiz erişim olduğunu ve misafir veri tabanına yetkisiz erişimin 8/9/2018'de tespit edildiğini,iii. 500 milyon müşteriden yaklaşık 327 milyonunun kişisel verilerinin çalındığını,iv. İhlalden etkilenen verilerin ad/soyadı, posta adresi, telefon numarası, doğum tarihi, cinsiyeti, pasaport numarası, konaklama şirketinin hesap bilgileri, otel bilgileri, otele giriş ve çıkış bilgileri, ödeme kartı numaraları ve ödeme kartı son kullanma tarihleri, rezervasyon tarihi ve iletişim tercihlerini içeren bilgiler olduğunu ifade etmiştir. Yapılan bildirimin değerlendirilmesi neticesinde Kişisel Verileri Koruma Kurulunun (Kurul) 5/12/2018 tarihli kararıyla, devralınan konaklama şirketinin veri ağının güvenliği için yeterli önlemlerin alınmaması sonucunda gerçekleşen ihlalle ilgili olarak Türkiye'de yerleşik olan vatandaşların bu ihlalden etkilenip etkilenmediği, veri ihlalinden etkilenen, Türkiye'de yerleşik olan vatandaş bulunması hâlinde ihlal hakkında yapılan ve planlanan çalışma detayları hususlarında başvurucudan bilgi istenmesine, söz konusu ihlalin Kurum internet sayfasında ilan edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, sunduğu 28/3/2019 tarihli beyan dilekçesinde özetle;i. Yaklaşık 383 milyon müşteri kaydının olduğunu, bunlardan yaklaşık 24 milyonunda bölge/ülke adresi olarak Türkiye'nin belirtildiğini, bunun 383 milyon ayrı müşterinin veya 24 milyon Türk müşterinin olaya dâhil olduğu anlamına gelmediğini, çok kez aynı müşteri için birden fazla kayıt bulunduğunu,ii. Çalınan verilerin niteliği ve büyüklüğü karşısında verilerin tekilleştirilmesinin kolayca gerçekleştirilmediğini, geçen süre içinde saldırganın bu alandaki yetkinliği dikkate alındığında incelemenin ortaya çıkarabildiği bilgilerin sınırlı olduğunu,iii. Devralınan konaklama şirketinin veri sorumlusu olarak kabul edilmesi gerektiğini beyan etmiştir. Kurul tarafından 16/5/2019 tarihinde başvurucu hakkında 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası çerçevesinde veri güvenliğini sağlamaya yönelik gerekli teknik ve idari tedbirleri almadığından 000 TL ve aynı Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrasında yer alan ihlalin en kısa sürede bildirilmesi yükümlülüğüne uymadığından 000 TL olmak üzere toplam 000 TL idari para cezası uygulanmasına karar verilmiştir. Bu karar 12/7/2019 tarihinde, başvurucu muhatap gösterilmek suretiyle başvurucunun Türkiye'deki otellerini işleten dolaylı iştirakine tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/7/2019 tarihinde idari para cezasının kaldırılması talebiyle itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde özetle idari yaptırım kararının usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğini, 6698 sayılı Kanun'un yürürlük tarihinden önceki olaylara uygulandığını, veri sorumlusu olarak kendisinin kabul edilemeyeceğini, Kurul kararının gerekçeli olmadığını, 6698 sayılı Kanun'da ihlal bildiriminin en kısa sürede yapılmasının düzenlendiğini, kısıtlayıcı bir süre öngörülmediğini, idari para cezasının en yüksek hadden verilmesinin ölçüsüz olduğunu belirtmiştir. İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği 7/11/2019 tarihli kararı ile kabahatin işlendiği yeri dikkate alarak yetkisizlik kararı vermiş, dosyanın Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine hükmetmiştir. Başvurucu bu karara 13/12/2019 tarihli dilekçe ile itiraz etmiştir. İtiraz, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/12/2019 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Kararda, ticaret siciline kayıtlı yerin İstanbul/Acıbadem olduğu ve İstanbul Anadolu Adliyesi yetki sınırlarında bulunduğu kanaatiyle yetkisizlik kararının kaldırılarak esas hakkında karar verilmek üzere dosyanın İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine kesin olarak karar verilmiştir. Yetkisizlik kararı sonrası itirazı inceleyen İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 23/12/2019 tarihli kararı ile idari yaptırım kararına yapılan başvuruyu reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"... İdari yaptırım kararı ile ilgili düzenlenen tahkikat evrakı ve idari yaptırım kararı onaylı suretleri Hakimliğimizce celp edilmiş, evrak üzerinde yapılan incelemede; idarece düzenlenen tutanak ile eylemin sabit olduğu, sabit bulunan eylemin oluşturduğu kabahat nedeni ile hakkında idari yaptırım kararı düzenlenen idari yaptırımın yasa ve usule uygun olduğu anlaşılmakla itirazın reddine karar vermek gerekmiş[tir]...” Başvurucu, Hâkimliğin 23/12/2019 tarihli kararına itirazda bulunmuştur. İtiraz, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/1/2020 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"... Her ne kadar itiraz eden vekili İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hakimliği'nin 23/12/2019 tarih ve 2019/8868 d.iş sayılı kararına itiraz etmiş ise de; verilen kararda usule ve yasaya aykırılık bulunmadığı, verilen kararda değiştirilecek bir husus bulunmadığı anlaşılmakla itirazın reddine karar vermek gerekmiş aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.1-İtiraz eden vekilinin İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hakimliği'nin 23/12/2019 tarih ve 2019/8868 d.iş sayılı kararına yönelik İTİRAZININ REDDİNE,2-Kararın taraflara İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hakimliğince tebliğine,3-Kararın ve dosyanın gereği için İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hakimliğine gönderilmesine,Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda KESİN olarak karar verildi." Başvurucu, nihai karardan 21/1/2020 tarihinde haberdar olmuş; 19/2/2020 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. A. Ulusal Hukuk 6698 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Kanunun amacı, kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın gizliliği olmak üzere kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul ve esasları düzenlemektir." 6698 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:...ğ) Veri işleyen: Veri sorumlusunun verdiği yetkiye dayanarak onun adına kişisel verileri işleyen gerçek veya tüzel kişiyi,h) Veri kayıt sistemi: Kişisel verilerin belirli kriterlere göre yapılandırılarak işlendiği kayıt sistemini,ı) Veri sorumlusu: Kişisel verilerin işleme amaçlarını ve vasıtalarını belirleyen, veri kayıt sisteminin kurulmasından ve yönetilmesinden sorumlu olan gerçek veya tüzel kişiyi, ifade eder."... 6698 sayılı Kanun'un "Veri güvenliğine ilişkin yükümlülükler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Veri sorumlusu;a) Kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesini önlemek,b) Kişisel verilere hukuka aykırı olarak erişilmesini önlemek,c) Kişisel verilerin muhafazasını sağlamak,amacıyla uygun güvenlik düzeyini temin etmeye yönelik gerekli her türlü teknik ve idari tedbirleri almak zorundadır.(2) Veri sorumlusu, kişisel verilerin kendi adına başka bir gerçek veya tüzel kişi tarafından işlenmesi hâlinde, birinci fıkrada belirtilen tedbirlerin alınması hususunda bu kişilerle birlikte müştereken sorumludur.(3) Veri sorumlusu, kendi kurum veya kuruluşunda, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasını sağlamak amacıyla gerekli denetimleri yapmak veya yaptırmak zorundadır.(4) Veri sorumluları ile veri işleyen kişiler, öğrendikleri kişisel verileri bu Kanun hükümlerine aykırı olarak başkasına açıklayamaz ve işleme amacı dışında kullanamazlar. Bu yükümlülük görevden ayrılmalarından sonra da devam eder.(5) İşlenen kişisel verilerin kanuni olmayan yollarla başkaları tarafından elde edilmesi hâlinde, veri sorumlusu bu durumu en kısa sürede ilgilisine ve Kurula bildirir. Kurul, gerekmesi hâlinde bu durumu, kendi internet sitesinde ya da uygun göreceği başka bir yöntemle ilan edebilir. 6698 sayılı Kanun'un "Şikâyet üzerine veya resen incelemenin usul ve esasları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kurul, şikâyet üzerine veya ihlal iddiasını öğrenmesi durumunda resen, görev alanına giren konularda gerekli incelemeyi yapar....(5) Şikâyet üzerine veya resen yapılan inceleme sonucunda, ihlalin varlığının anlaşılması hâlinde Kurul, tespit ettiği hukuka aykırılıkların veri sorumlusu tarafından giderilmesine karar vererek ilgililere tebliğ eder. Bu karar, tebliğden itibaren gecikmeksizin ve en geç otuz gün içinde yerine getirilir...." 6698 sayılı Kanun'un "Kabahatler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...b) 12 nci maddesinde öngörülen veri güvenliğine ilişkin yükümlülükleri yerine getirmeyenler hakkında 000 Türk lirasından 000 Türk lirasına kadar, idari para cezası verilir."..." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Kararların gerekçeli olması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir...." Kişisel Verilerin Korunması Kanununa İlişkin Uygulama Rehberi 'nin "Veri Güvenliğine İlişkin Yükümlülükler" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Veri sorumlularının alması gereken teknik ve idari tedbirler konusunda veri sorumlularına rehberlik etmek amacıyla 'Kişisel Veri Güvenliği Rehberi' hazırlanmış olup bu rehbere, Kurumun internet sitesi olan www.kvkk.gov.tr üzerinden 'Yayınlar' bölümündeki 'Rehberler' adımından ulaşılabilir. Ayrıca, veri güvenliğine ilişkin yükümlülükleri belirlemek amacıyla düzenleyici işlem yapmak ise Kurulun yetki ve görevleri arasında yer almaktadır. Bununla birlikte, Kurul tarafından belirlenecek asgari kriterler esas alınmak üzere sektör bazında işlenen kişisel verilerin niteliğine göre ilave tedbirlerin alınması da söz konusu olabilecektir. ..." Kişisel Veri İhlali Bildirim Usul ve Esaslarına İlişkin Kişisel Verileri Koruma Kurulunun 24/1/2019 tarihli ve 2019/10 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "i. Kanunun 12 nci maddesinin (5) numaralı fıkrasının 'İşlenen kişisel verilerin kanuni olmayan yollarla başkaları tarafından elde edilmesi hâlinde, veri sorumlusu bu durumu en kısa sürede ilgilisine ve Kurula bildirir…' hükmünde yer alan 'en kısa sürede' ifadesinin 72 saat olarak yorumlanmasına,ii. Bu kapsamda veri sorumlusunun bu durumu öğrendiği tarihten itibaren gecikmeksizin ve en geç 72 saat içinde Kurula bildirmesine, veri sorumlusunca söz konusu veri ihlalinden etkilenen kişilerin belirlenmesini müteakip ilgili kişilere de makul olan en kısa süre içerisinde, ilgili kişinin iletişim adresine ulaşılabiliyorsa doğrudan, ulaşılamıyorsa veri sorumlusunun kendi web sitesi üzerinden yayımlanması gibi uygun yöntemlerle bildirim yapılmasına,iii. Veri sorumlusu tarafından Kurula haklı bir gerekçe ile 72 saat içinde bildirim yapılamaması halinde, yapılacak bildirimle birlikte gecikmenin nedenlerinin de Kurula açıklanmasına,...iv. Veri ihlalinin yurtdışında yerleşik veri sorumlusu nezdinde yaşanması halinde, bu ihlalin sonuçlarının Türkiye’de yerleşik ilgili kişileri etkilemesi ve ilgili kişilerin sunulan ürün ve hizmetlerden Türkiye’de faydalanmaları durumunda, bu veri sorumlusu tarafından da aynı esaslar çerçevesinde Kurula bildirimde bulunulmasına... [karar verilmiştir.]" 6698 sayılı Kanun uyarınca kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesini ve kişisel verilere hukuka aykırı olarak erişilmesini önlemek ve kişisel verilerin muhafazasını sağlamak amacıyla veri sorumlularının alması gereken teknik ve idari tedbirler Kişisel Veri Güvenliği Rehberi'nin teknik ve idari tedbirler tablosunda düzenlenmiştir. Bu tablonun kısmında teknik tedbirler, kısmında ise idari tedbirler gösterilmiştir. Ayrıca tablonun ilgili kısmı şöyledir:"Veri sorumlularının; kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesini önlemek, kişisel verilere hukuka aykırı olarak erişilmesini önlemek ve kişisel verilerin hukuka uygun olarak muhafazasını sağlamak amacıyla alabilecekleri teknik ve idari tedbirleri gösteren tablolar aşağıda verilmiştir. Teknik ve idari tedbirler belirlenirken, kişisel verilerin niteliği ve muhafaza edildiği ortam göz önünde bulundurulur."B. Uluslararası Hukuk 18/2/2016 tarihli ve 29628 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 30/1/2016 tarihli ve 6669 sayılı Kanun'la uygun bulunan 28/1/1981 tarihli Avrupa Konseyi Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi şöyledir:''Kişisel veriler: Kimliği belirli veya belirlenebilir bir gerçek kişi ('ilgili kişi') hakkındaki tüm bilgileri ifade eder." Avrupa Konseyi Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin "Verilerin Güvenliği" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Otomatik dosyalara kaydedilen kişisel verileri korumak için, bunların kaza sonucu veya izinsiz olarak imhasına veya kaza sonucu kaybolmasına veya bunların izinsiz olarak elde edilmesine, değiştirilmesine veya dağıtılmasına karşı uygun güvenlik önlemleri alınır." Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü'nün (GDPR) "Kişisel verilerin güvenliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İşleme güvenliği Kontrolör ve işleyici, son teknoloji, uygulama maliyetleri ve işleme faaliyetinin mahiyeti, kapsamı, bağlamı ve amaçlarının yanı sıra gerçek kişilerin hakları ve özgürlükleri açısından çeşitli olasılıklar ve ciddiyetlere sahip riskleri dikkate alarak, risk açısından uygun bir güvenlik seviyesi sağlamak üzere, uygun olduğu hallerde, aşağıdakiler de dahil olmak üzere uygun teknik ve düzenlemeye ilişkin tedbirler uygular:(a) kişisel verilerde takma ad kullanımı ve şifreleme;(b) işleme sistemleri ve hizmetlerinin gizliliği, bütünlüğü, elverişliliği ve esnekliğinin sürekli olarak sağlanabilmesi;(c) fiziksel veya teknik bir olay halinde, kişisel verilerin elverişliliği ve kişisel verilere erişimin vakitlice eski haline getirilebilmesi;(d) işleme faaliyetinin güvenliliğinin sağlanmasına yönelik olarak teknik ve düzenlemeye ilişkin tedbirlerin etkililiğinin düzenli olarak sınanması, ölçülmesi ve değerlendirilmesine ilişkin süreç. Uygun güvenlik seviyesi değerlendirilirken, iletilen, saklanan veya işlenen kişisel verilerin kazara veya yasa dışı olarak imha edilmesi, kaybı, değiştirilmesi, yetkisiz şekilde açıklanması veya bunlara erişim başta olmak üzere özellikle işleme faaliyetinin yol açtığı riskler göz önünde bulundurulur. maddede atıfta bulunulan onaylı davranış kuralları veya maddede atıfta bulunulan onaylı belgelendirme mekanizmasına uygun hareket edilmesi bu maddenin paragrafında ortaya konan gerekliliklere uygunluğun gösterilmesine ilişkin bir unsur olarak kullanılabilir. Kontrolör ve işleyici kontrolör ya da işleyicinin yetkisi ile hareket eden ve kişisel verilere erişimi bulunan herhangi bir gerçek kişinin, Birlik ya da üye devlet hukuku çerçevesinde bu yönde hareket etmesinin gerekmemesi durumunda, kontrolörden aldığı talimatlar haricinde bu verileri işlememesini sağlamak üzere adımlar atar." Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü'nün "Bir kişisel veri ihlalinin denetim makamına bildirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Bir kişisel veri ihlali olması durumunda, kişisel veri ihlalinin gerçek kişilerin hakları ve özgürlükleri açısından bir riske sebebiyet vermesinin muhtemel olmaması haricinde, kontrolör, gereksiz gecikmeye mahal vermeden ve, uygun olması halinde, ihlalden haberdar olduktan itibaren en geç 72 saat içerisinde, kişisel veri ihlalini madde uyarınca yetkin denetim makamına bildirir.Denetim makamına yönelik bildirimin 72 saat içerisinde yapılmadığı hallerde, bu bildirimle birlikte gecikme sebeplerine de yer verilir. İşleyici, bir kişisel veri ihlalinden haberdar olduktan sonra, herhangi bir gecikmeye mahal vermeden, kontrolöre bildirimde bulunur. paragrafta atıfta bulunulan bildirimde en azından:(a) uygun olduğu hallerde, ilgili veri sahibi kategorileri ve yaklaşık sayısı ile ilgili kişisel veri kaydı kategorileri ve yaklaşık sayısı da dahil olmak üzere kişisel veri ihlalinin mahiyeti açıklanır;(b) veri koruma görevlisi veya daha fazla bilginin elde edilebileceği başka bir temas noktasının isim ve irtibat bilgileri iletilir;(c) kişisel veri ihlalinin olası sonuçları açıklanır;(d) uygun olduğu hallerde, kişisel veri ihlalinin olası olumsuz etkilerinin azaltılmasına yönelik tedbirler de dahil olmak üzere kişisel veri ihlalinin ele alınması için kontrolör tarafından alınan veya alınması önerilen tedbirler açıklanır. Bilgilerin aynı zamanda sağlanmasının mümkün olmadığı hallerde ve ölçüde, bilgiler gereksiz herhangi bir ek gecikmeye mahal verilmeksizin aşamalı olarak sağlanabilir. Kontrolör kişisel veri ihlallerini kişisel veri ihlaline ilişkin bilgiler, etkileri ve gerçekleştirilen düzeltici işlemi de kapsayacak şekilde belgelendirir. Bu belgelendirme denetim makamının bu maddeye uyumluluğu doğrulamasını sağlar. Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü'nün "İdari para cezaları kesilmesine ilişkin genel koşullar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Her denetim makamı bu Tüzük’e ilişkin olarak 4, 5 ve paragraflarda atıfta bulunulan ihlaller ile ilgili olarak bu madde uyarınca idari para cezaları kesilmesinin her münferit durumda etkili, ölçülü ve caydırıcı olmasını sağlar. İdari para cezaları, her münferit durumun özelliklerine dayalı olarak, 58(2) maddesinin (a) ila (h) ve (j) bentlerinde atıfta bulunulan tedbirlere ek olarak veya bu tedbirler yerine kesilir. Her münferit durumda bir idari para cezası kesilip kesilmeyeceğine karar verilirken ve idari para cezası meblağına karar verilirken, aşağıdaki hususlar dikkate alınır: (a) ilgili işleme faaliyetinin mahiyeti, kapsamı veya amacı dikkate alındığında ihlalin mahiyeti, ciddiyeti ve süresinin yanı sıra etkilenen veri sahibi sayısı ve veri sahiplerinin yaşadığı zarar düzeyi;(b) ihlalin kasıtlı olması veya ihmalkarlıktan kaynaklanması;(c) veri sahiplerinin yaşadığı zararın azaltılması için kontrolör veya işleyici tarafından gerçekleştirilen herhangi bir işlem;(d) 25 ve maddeler uyarınca kendileri tarafından uygulanan teknik ve düzenlemeye ilişkin tedbirler dikkate alındığında, kontrolörün veya işleyicinin sorumluluk derecesi,(e) kontrolör veya işleyicinin geçmişte konuyla ilgili ihlalleri;(f) ihlalin düzeltilmesi ve ihlalin olası olumsuz etkilerinin azaltılması amacı ile denetim makamı ile gerçekleştirilen işbirliği derecesi;(g) ihlalden etkilenen kişisel veri kategorileri;(h) kontrolör veya işleyicinin ihlali bildirip bildirmediği ve bildirdiyse ne ölçüde bildirdiği başta olmak üzere, denetim makamının ihlalden haberdar edilme şekli;(i) 58 (2) maddesinde atıfta bulunulan tedbirlerin ilgili kontrolör veya işleyiciye karşı aynı konu ile ilgili olarak daha önceden alınmış olduğu hallerde, bu tedbirlere uyum;(j) madde uyarınca onaylı davranış kurallarına veya madde uyarınca onaylı belgelendirme mekanizmalarına uygun hareket edilmesi;(k) ihlal nedeniyle doğrudan veya dolaylı olarak elde edilen maddi menfaatler veya kaçınılan zararlar gibi durumun özellikleri açısından geçerli diğer ağırlaştırıcı veya hafifletici faktörler." Konuya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, §§ 32-38) | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7518 | Başvuru, veri güvenliğini sağlamaya yönelik gerekli teknik ve idari tedbirlerin alınmadığından bahisle Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından uygulanan idari para cezası nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, dava konusu işlem sonucunda parasal hak kaybı nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun tekniker unvanının iptal edilmesi işlemine karşı 22/11/2011 tarihinde açtığı davanın yargılaması 3/10/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesinedeniyle adil yargılanma hakkının ve parasal hak kayıpları nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39348 | Başvuru, dava konusu işlem sonucunda parasal hak kaybı nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2610 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, nefret söylemi içerdiği iddia edilen ifadelerden dolayı yapılan şikâyet üzerine kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/1341 sayılı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2015/1342 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu, 2005 yılında dershane açmak suretiyle faaliyetine başlayan ve başvuru tarihinde yedi şubesiyle bu alandaki faaliyetlerine devam etmekte olan bir anonim şirkettir. İkinci başvurucu da 2005 yılında dershane açmak suretiyle faaliyetine başlayan ve başvuru tarihinde beş şubesiyle bu alandaki faaliyetlerine devam etmekte olan bir anonim şirkettir. Başvurucular, o dönem Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan'ın (Başbakan) 4 ve 28 Mart 2014 tarihleri arasında yapılan mitinglerde kendileri yönünden eleştiri sınırlarını aşan ve nefret söylemi içeren ifadelerde bulunduğu gerekçesiyle nefret ve ayrımcılık suçları işlediğini iddia ederek suç duyurusunda bulunmuşlardır. Başvurucuların, nefret söylemi boyutuna vardığını iddia ettikleri ifadeler bireysel başvuru formunda şu şekilde belirtilmiştir: "Bunların okullarına, yurtlarına, dershanelerine çocuklarınızı göndermeyin, giden çocuklarınız varsa çekip alın, bunlara söğüşlenmeyin, bunlara paranızı vermeyin, bunlar sülük gibi emdiler sülük, çocukları anne babaya itaat edemez, etmez hale getirdiler, gece beddua seansı yaptırıyorlar, bundan sonra bizden bunlara su yok, bunları artık beslemeyin, Türkiye aleyhine, devlet aleyhine ulusal güvenliğimiz aleyhine çalışan bu casuslara paranızı kaptırmayın, bunlar okullarda artık ders vermeyi bıraktılar, şimdi 30 Martla ilgili propaganda yapıyorlar, dershanelerde ders veren 50 bin kişiden 15-20 binin pedagojik formasyonu bulunmadığı, bunlar zalimdir, bunların güç kaynaklarını bitireceğiz, yurtlarda, evlerde, ikna odalarında zulüm yapıldığı, bu darbe girişimini onların burunlarından fitil fitil getireceğiz ." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 8/10/2014 tarihinde söz konusu şikâyet hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, başvurucuların şikâyet ettikleri konuşmaların Başbakanlık göreviyle ilgili olduğu ve karar tarihinde şikâyet edilen kişinin Cumhurbaşkanlığı görevini yürütmekte bulunduğu, ilgili mevzuat uyarınca Başbakan ve Cumhurbaşkanı hakkında soruşturma yapma yetkisinin ise Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu, ayrıca Cumhurbaşkanı hakkında yalnızca vatana ihanet suçundan soruşturma yapılabileceği gerekçelerine yer verilmiştir. Başvurucular anılan karara itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 8/12/2014 tarihinde usul ve yasaya aykırılık olmadığı gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Ret kararı 23/12/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 22/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1341 | Başvuru, nefret söylemi içerdiği iddia edilen ifadelerden dolayı yapılan şikâyet üzerine kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi ile delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/3072 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, başvuruya konu davalarda yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bir kısım başvurucular ayrıca, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3072 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi ile delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18168 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, tedbir kararına karşı savunma hakkının kullanılamaması nedeniyle de savunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu; gerçek dışı beyan ve iddialara dayanılarak hakkında çok sayıda tedbir kararı verildiğini, çocuğuyla kişisel ilişki kurmasının engellendiğini, bu nedenle fiziksel ve ruhsal sağlığının bozulduğunu belirterek maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile yerleşme ve seyahat hürriyetinin ihlal edildiğinden de yakınmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 13/7/2021 tarihinde öğrendikten sonra 17/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/46801 | Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, tedbir kararına karşı savunma hakkının kullanılamaması nedeniyle de savunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, maddi ve manevi tazminat istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açılan davada Anayasa'nın maddesinde düzenlenen sosyal hukuk devleti ilkesiyle maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının ihlali iddiası hakkındadır. Başvuru, 4/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön inceleme neticesinde başvurunun, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 20/5/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular Bakanlığa bildirilmiş, Bakanlıkça 15/7/2015 tarihli dilekçe ile görüş sunulmayacağı belirtilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kara Harp Okulunda Sınıf öğrencisi iken kara/havacılık sınıflandırılması sırasında yapılan muayenede kendisine torakolomber skolyoz teşhisi konulması sonucu hakkında "Askeri öğrenciliğe devam edemez." kararı verilerek askerî öğrencilikten çıkartılmıştır. Başvurucu, Askerî Lise ve Kara Harp Okuluna kaydı sırasında yapılan sağlık kontrolleri sırasında idarenin gerekli özeni göstermemesi sonucu oluşan hizmet kusuru nedeniyle emsallerine göre 5 yıl öğrenim kaybından dolayı meydana gelen zararların tazmini amacıyla tarafına 000 TL maddi ve 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminatın ödenmesine karar verilmesi talebiyle 17/8/2010 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesinin 3/5/2012 tarihli ve E.2010/1275, K.2012/537 sayılı kararıyla başvurucunun maddi ve manevi tazminat talebinin reddine ayrıca yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) maddesi uyarınca takdir edilen 250 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, tazminat talebinin reddine ilişkin kararın yerinde olmaması, ayrıca davanın açıldığı tarihte 659 sayılı KHK'nın yürürlükte olmaması, davalı idarenin cevap dilekçesinin kurum tarafından verilmesi dolayısıyla davalı kurum vekillerinin avukatlık anlamında davaya bir katkısı olmamasına rağmen aleyhlerine vekâlet ücreti hükmedilmesinin hukuka aykırı olması gerekçeleriyle karar düzeltme talebinde bulunmuştur. AYİM Başsavcılığının (Başsavcılık) karar düzeltme hakkındaki 17/9/2012 tarihli düşüncesi 4/10/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 5/10/2012 tarihinde anılan düşünceye karşı beyanlarını sunmuştur. AYİM İkinci Dairesi 28/11/2012 tarihli ve E.2012/911, K.2012/1096 sayılı kararıyla karar düzeltme talebini reddetmiş ve karar 11/12/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine 4/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdari Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir:“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” 1602 sayılı Kanun’un "Dava dosyalarının Başsavcılığa verilmesi " başlıklı maddesi şöyledir:“Dilekçeler ve savunmalar alındıktan veya cevap süreleri geçtikten sonra, dava dosyaları Genel Sekreterlikçe Başsavcılığa verilir. Başsavcılığın düşüncesi alındıktan sonra dosyalar Genel Sekreterliğe geri gönderilir. Başsavcılık düşüncesi Genel Sekreterlikçe taraflara tebliğ edilir. Taraflar tebliğden itibaren yedi gün içerisinde cevaplarını yazılı olarak Mahkemeye bildirebilirler. Bu süre uzatılamaz. Tarafların cevapları alındıktan veya cevap süresi geçtikten sonra dosyalar görevli daireye Genel Sekreterlik aracılığı ile gönderilir.” 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı KHK’nın maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/100 | Başvuru, maddi ve manevi tazminat istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açılan davada Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen sosyal hukuk devleti ilkesiyle 36. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının ihlali iddiası hakkındadır. | 1 |
Başvurucu, “uyuşturucu madde ticareti yapmak” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/1/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 4/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan soruşturma kapsamında 31/1/2003 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi Yedek Hakimliğince 4/2/2003 tarih ve 2003/6 Sorgu sayılı karar ile başvurucunun “uyuşturucu madde ticareti yapmak” suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve diğer üç şüpheli hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 6/2/2003 tarih ve E.2003/151 sayılı iddianamesi ile “uyuşturucu madde ticareti yapmak” suçunu işledikleri iddiasıyla İstanbul 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (İstanbul 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi yerine kurulan, CMK madde ile görevli), 29/3/2005 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Anılan Mahkemece 13/4/2006 tarih ve E.2003/68, K.2006/96 sayılı karar ile başvurucunun “uyuşturucu madde ticareti yapmak” suçundan 6 yıl 3 ay hapis ve 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın, savcılık makamı ve başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesi, 10/4/2007 tarih ve E.2006/8818, K.2007/4335 sayılı ilâmıyla hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma üzerine, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada 23/9/2008 tarih ve E.2007/259, K.2008/208 sayılı karar ile başvurucunun “uyuşturucu madde ticareti yapmak” suçundan 7 yıl 6 ay hapis ve 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesi, 18/9/2013 tarih ve E.2010/37790, K.2013/7752 sayılı ilâmıyla "... önceki hükmün Cumhuriyet Savcısının temyizi üzerine sanık aleyhine bozulduğu, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 307/1- maddesi gereğince sanıktan bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan, sanık müdafiinin beyanı ile yetinilerek ve yazılı şekilde karar verilerek savunma hakkının kısıtlanması..." nedeniyle hükmün başvurucu açısından bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararı sonrasında yargılama sürecinin halen devam ettiği anlaşılmıştır. Başvurucu, 24/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları; 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1204 | Başvurucu, “uyuşturucu madde ticareti yapmak” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvurucu, aleyhine açılan ceza davasının yaklaşık 7 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 11/7/2013 tarihinde Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/10/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 4/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği 6/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 3/1/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş. görevlilerince 7/4/2006 tarihli kaçak elektrik kullandığından bahisle tutanak düzenlenmiştir. Kdz. Ereğli Cumhuriyet Başsavcılığının 18/8/2006 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçundan kamu davası açılmıştır. Kdz. Ereğli Asliye Ceza Mahkemesinin 28/12/2006 tarihli kararıyla başvurucunun elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçundan 2 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun kararı temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 25/5/2010 tarihli ilamı ile başvurucu hakkındaki mahkumiyet hükmü bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında yapılan yargılamada Kdz. Ereğli Asliye Ceza Mahkemesi 15/3/2012 tarihli kararıyla başvurucuyu 2 yıl hapis cezasına mahkum etmiş ve cezanın ertelenmesine karar vermiştir, bu karar katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 30/7/2012 tarihli yazı ile; Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin ve fıkrası gereği dosya incelenmeksizin Karadeniz Ereğli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Kdz. Ereğli Asliye Ceza Mahkemesince yapılan 6/9/2012 tarihli incelemede sanığın 13/4/2006 tarihinde katılan kurumun zararını peşinat ödemesi yaparak tazmin ettiği anlaşıldığından 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince ceza verilmesine yer olmadığına kararı verilmiş, bu karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay Ceza Dairesinin 24/4/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Söz konusu ilam 12/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine 11/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Zilyedin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.” 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun ve doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi dolayısıyla bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan dolayı kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın hakkında hüküm verilen kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, zararı tamamen tazmin etmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5410 | Başvurucu, aleyhine açılan ceza davasının yaklaşık 7 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Müşteki Ö. isimli kişinin işyerlerinin basılması olayları sonrasında verdiği şikâyet dilekçesiyle İstanbul Barosuna kayıtlı avukat olan başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım süpheli hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Terör ve Örgütlü Suçları Soruşturma Bürosunca soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 31/3/2018 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 1/4/2018 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde müdafii huzurunda ifade vermiş, ifadesinde özetle isnat edilen suçlamalarla bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık, suç işlemek amacıyla kurulan silahlı örgüte üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu 4/4/2018 tarihinde İstanbul Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgudaki savunması şöyledir:"Ben AÇ.nin yaklaşık 2,5 yıldır vekaletli avukatlığını yaptım. S.de avukatlığını yapmaktaydı. 1,5 yıl yaptıktan sonra bırakmıştır. A.Ç.nin yeniden yargılanma dosyalarını hazırladım ve başvurularını yaptım. Alacakları ile ilgili hiçbir dosyada vekalet koymadım. Ben bıraktıktan 6 ay sonra geçen sene bu zamanlar bir taşınmazı vardı. Ben o taşınmazın iadesi ile ilgili R.E.K. isimli borçlu ile protokol hazırladım. R.E.K. toplamda 100 milyon dolar civarında kredi kullanmış. A. bey bununla ilgili benim takip etmemi istemişti. Bu yer ile ilgili R. bey bütün ipotekleri kaldıracağını söylemişti. Daha sonra bu şahıs tutuklandı. Daha sonra bu kişi ile hiç görüşmedim. Bu şahsın taşınmazları karşılığında borcunu kapattık. Ancak hala 1,6 milyon borcu bulunmaktadır. Ö., A. beyle hiç alakası olmayan bir kişidir. A.Ç. benim müvekkilimdir. Daha önce bir kaç dosyasının temyizini yapmıştım. A.Ç., A.Ç.ile hastanede görüştüğünü bilirim. Dışarıda A.beyin alacaklarını tahsil etmemektedir. Ö. ile S.Y. ile olan davadan avukatlık ücreti olarak S. beyden 000 TL alacaktım. Ö.nün avukatı tehdit edildiklerini söylemişti. Bu mesele benim dışında olduğunu söyledim. Beni de şahit yazabileceklerini söyledim. Daha sonra ben S.Y.ye ulaşımadım ve bana söz verdikleri 000 TL'yi alamadım. Ben bu dosyadan elimi zaten çektim. Ben bu meseleyi hukuki yönden çözemeyince şahışlar inisiyatif alarak olayı çözmüşlerdir. Bu olay benim dışımda gelişmiştir. Bana okuduğunuz beyan bana ait değildir. Ben tehditte bulunmadım. Böyle bir şey olsaydı suç duyurusunda benim hakkında da suç duyurusunda bulunurlardı. Benim bu kişilerle somut bağımı ortaya koyacak hiçbir delil yoktur. N.A., A. beyin eşinin şoförlüğünü yapan kişidir. 1 Şubat 2018'dekigörüşmeden 8 ay önce ben vekilliğini bırakmıştım. Ancak A. bey rica ettiği için bu dosya ile ilgili protokümüz olduğu için ilgilendim. A.Ç.nin söylediği hiçbir şeyi R.E.K.ye iletmedim. R.E. çözüm odaklı davranmıştım. Ben tamamen mesleğimin gereğince hareket ettim. Benim bu kişileri tehdit ettiğime dair delil yoktur. Beni mağdur etmişlerdir. Buradan çıktıktan sonra ilk iş bu kişilerle ilgili suç duyurusunda bulunacağım. Atılı suçlamayı kabul etmiyorum." Sorgu sonucunda başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan silahlı örgüte üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"... Şüpheliler ... Şerzan Sümer'in üzerine atılı suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan ... suçlarını işlediklerine ilişkin soruşturma dosyası kapsamında bulunan usulüne uygun elde edilmiş telefon dinleme tapeleri, tanık beyanları, müşteki ifadeleri, aramalarda el konulan silah ve bu silahlara ait mermi ve fişekler örgüt lideri A.Ç.nın kendi el yazısı ile yazmış olduğu yazılar, sosyal medya paylaşımları, HTS kayıtları, şüphelilerin birbirleri ile irtibatını gösteren fotoğraf ve video kayıtları dikkate alındığında, şüphelilerin tespit edilen nitelikli yağmaya teşebbüs, silahla kasten yaralama, adam öldürmeye teşebbüs gibi 10 ayrı eylemde bulundukları, eylemlerin niteliği ve suçların işleniş biçimi dikkate alındığında sözkonusu suçların silahlı örgüt kapsamında işlendiğine ilişkin kuvvetli şüpheler olduğu, suç mağdurlarına yönelik teşhis işlemlerinin yaptırıldığı ve şüphelilerin birbirleri ile ve örgüt lideri konumundaki A.Ç. ile yoğun ve sürekli irtibatlarının olduğu, bu itibarlar şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işlediğine ilişkin somut olgulara dayalı kuvvetli şüphe nedenlerinin bulunduğu, yasada bu suç için ön görülen cezanın üst sınırına göre şüphelilerin kaçmaları, delilleri karartma şüphelerinin bulunması, atılı suçun CMK 100 maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle tutuklama sebeplerinin var kabul edilmesi gerekliliği, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağından CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince şüphelilerin ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA ... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 19/4/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"İtiraz konusu kararda kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil ve vakıaların soruşturma dosyasının içeriğine uygun şekilde ortaya konulduğu; tutuklamayı gerektiren nedenlerin ve tutuklama tedbirinin ölçülülük ilkesine uygun olduğunu, tutuklama yerine adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağını gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıklandığı, açıklamaların soruşturma dosyası içeriğine de uygun olduğu; tüm bu olgu, tespit ve nedenler karşısında İstanbul Sulh Ceza Hakimliği'nin itiraza konu tutuklama kararında usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmayıp, kararın yerinde olduğu sonuç ve vicdani kanaatine varılmakla, şüpheli müdafiilerinin yerinde görülmeyen itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, kararı 30/4/2018 tarihinde öğrendiğini beyan etmiş ve 21/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.Başvurucu, Başsavcılığın resen yaptığı değerlendirme sonucu 19/10/2018 tarihli kararıyla tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülmekte olan adli soruşturma kapsamında tutuklu bulunan şüpheli Şerzan Sümer suç işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütüne üye olma suçundan tutuklanmış ise de, tutuklu kaldığı süre, kendisine isnat edilen suçun kanunda öngörülen ceza miktarı, lehine tanık beyanı ve dolayısıyla suçun vasıf ve mahiyetinin değişme ihtimaline binaen bu aşamada tutuklu kaldığı sürede göz önünde bulundurularak tahliyesine karar verilmesi gerektiği anlaşıldığından5271 sayılı CMK'nun 103/2 maddesi gereğince tahliyesine... [karar verildi.]" Başsavcılık 20/12/2018 tarihli iddianamesi ile, başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan silahlı örgüte üye olma, silahla birden fazla kişi tarafından birlikte var olan veya varsayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanarak suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla yağmaya teşebbüse yardım etme suçlarından cezalandırılması istemiyle toplam 61 şüpheli hakkında aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. Organize suç örgütlerine ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede bahse konu örgütün hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve başvurucu ile birlikte diğer şüphelilerin eylemlerine değinilmiştir. İddianamede başvurucuya isnat edilen suçlamaya esas alınan olgular şöyledir:i. Başvurucunun aynı zamanda vekâletnameli avukatı olduğu A.Ç.nin adını kullanarak gerçekleştirdiği iddia edilen ve isnat edilen eylemlerle ilgili müşteki ve tanık beyanlarının bulunduğu ileri sürülmüştür.ii. Olayın müştekisi olan Ö.nün üç ayrı işyerinde gerçekleşen eylemlerin failleri ile başvurucu arasında olay tarihi ve sonrasında telefon trafiği olduğu belirtilmiştir.İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak müşteki ve bir kısım tanığın beyanları özetle şöyledir: - Müşteki Ö. şikâyetlerine ilişkin beyanlarında "Savcılık makamına vermiş olduğum dilekçede adı geçen S.Y.yi 2011 yılında bir gayrimenkul danışmanlık şirketinden tanırım. S.de beni bu vesile ile tanır. Kendisi de satmış olduğu işlerden komisyon alır. Ben 2014 yılında resmi faturalı beyanlı bir gayrimenkul satışı gerçekleştirdim. Bu gerçekleştirmiş olduğum satıştan komisyon aldım. S.Y.nin bu satıştan haberi olmuş olacak ki satışını gerçekleştirdiğim inşaat firmasından talep etmiş, onlardan bir şey alamayınca benim 0532 228 ... numaralı telefonumu tarihini şu an hatırlayamadığım ancak kayıtlarda bulunabilecek olan bir tarihte 0532 568 ... numaralı telefondan kedisini avukat Şerzan olarak tanıtan bir şahıs aradı ve bana hitaben 'siz bir ticaret yapmışsınız, bu ticaretten dolayı bir kişiye borcunuz var', bende kime borcum olduğunu sordum, telefondaki şahıs borçlu olduğum kişinin adını vermedi, oturalım konuşalım dedi. Bende kimseye borcum olmadığını, borçlu isem dava açabileceklerini söylediğimde, avukat bana 'dava açarız sıkıntı yok, fakat bu A.Ç.Beyin'in özel ricasıdır' dedi. Bende kendisini tanımadığımı, dava açabileceklerini söyleyerek telefonu sonlandırdım. Aradan bir hafta on gün kadar sonra beni aynı numara kendime ait olan telefonumdan tekrar aradı ve kendisinin avukat Şerzan olduğunu söyledi, bu seferki görüşmemizde benim kendisinin müvekkili olan S.Y.ye yapmış olduğum satıştan borçlu olduğumu, bu parayı ödememi söyledi. Bende kendisine yine aynı şekilde kimseye borcum yok diyerek telefonu kapattım. Akabinde 1 ay kadar sonra 21/11/2016 tarihinde eş zamanlı olarak Tercüman Sitesi ... Cevizlibağ Zeytinburnu ve Balıkesir Susurluk'ta bulunan Medist ... tesisimiz ile Yenidoğan Mahallesi ... Bayrampaşa da bulunan Medist Merkez ofisimizin ismini bilmediğimiz daha önce görmediğimiz şahıslar tarafından basıldığını öğrendim. Gelen şahıslar çalışanlarımıza nerede, neden avukatın telefonunu açmıyor, borcunu ödesin demişler, savcılığa verdiğim dilekçede bulunan telefon numaralarını bırakarak benim aramamı söylemişler. İş yerimize gelen şahıslar o tarihte Bayrampaşa da bulunan ofisimizde tadilat işleri yapan İ.S.ye kendilerinin A.Ç.nin adamı olduklarını, avukat Şerzan'ı arasın demişler. Ayrıca Mali Müşavirimiz B.A.ye de avukat Şerzan'ı arasın diyerek dilekçede mevcut telefon numarasını bırakmışlar. Balıkesirde faaliyet gösteren işyerimizde çalışanımız G. ve G.A.ya telefon numarası bırakıp biz Ç.nin adamlarıyız, avukat Şerzan'ı arasın, tekrar geleceğiz demişler. Ben bu konuları öğrendikten sonra avukatım ile beraber savcılığa suç duyurusunda bulundum. Benim kimseye borcum yoktur. Benden para talep eden kişiler birden fazla kişi ile gelerek beni korkutup, A.Ç.nin adını kullanarak benden para koparmaya, çökmeye çalışmaktadır. Bu nedenle S.Y. ve onun yönlendirmesiyle iş yerimize gelen şahıslardan davacı ve şikayetçiyim.... Burada belirtiğim gibi S.Y. isimli şahsı 2011 yılından beri tanırım. Ben Gayrimenkul alım satımı işi yaptığım süreçte S.Y.ye bana aracılık yaptığı bazı işlerde ben kendisine yasal bir sözleşme olmasa da komisyon verdim. Ancak 2014 yılından gerçekleştirdiğim resmi ve faturalı gayrimenkul satışında S.Y. isimli şahsın bir ilgisi olmadığı için yaptığım satıştan kendisine komisyon vermedim. Çünkü şahsın satışa herhangi bir katkısı olmadı ayrıca aramızda bir sözleşme de yoktu. Bu şahıs benim satış yaptığımı duyunca kendisince bu satıştan 140 milyon dolar komisyon aldığımı bunun %15'ini kendisine vermem gerektiği yani kendisine yaklaşık 21 milyon dolar para vermem gerektiğini söyledi ......Ben S.Y. isimli şahsın bu işi avukat Şerzan isimli şahıs ile birlikte A.Ç. isimli şahsın adamlarına ihale ettiğini düşünüyorum." şeklinde ifade vermiştir.- Müşteki Ö.nün vekili F.A. tanık sıfatıyla verdiği beyanda "2016 yılının Kasım ayında tam gününü hatırlamadığım bir günde müvekkilimiz olan Ö. çalıştığım büroyu telefonla arayarak 'kendinin üç farklı yerde bulunan ofisini üç ayrı ekip halinde şahısların bastığını, gelenlerin Ç.nin adamları olarak tanıttıklarını, bir numara bırakarak avukat Şerzan Sümer'i arayarak S.Y.ye ödemesi gereken bir milyon dört yüz bin TL paranın ödenmesini söylemişler, aksi takdirde kötü olur' diyerek Ö.yü tehdit etmişler, bu olay bana müvekkilimiz tarafından ulaştırılınca ben Şerzan Sümer'in bir avukat olup olmadığını araştırdım daha sonra böyle bir avukatın olduğunu öğrenince İstanbul Barosunda kayıtlı olan numarasını bulup avukat Şerzan Sümer'i kullandığı telefondan arayarak kendimi tanıttım, müvekkili olduğum Ö.nün üç ayrı ofisinde meydana gelen olayları söyleyerek kendisine A.Ç.nin avukatı olup olmadığını, S.Y. ile bir ilgisinin olup olmadığını ve müvekkilimin ofislerine yapılan baskınlarla bir ilgisinin olup olmadığını sorduğumda Şerzan Sümer'de bana cevaben 'A.Ç.nin vekaletli avukatı olduğunu, S.Y.nin de kendi müvekkili olduğunu, müvekkilim Ö.nün, S.Y.ye 000 TL borcu olduğunu kendi müvekkili S.Y.nin iddia ettiğini ve bu konuda icra takibi başlatacaklarını, ofisleri basan şahıslarla bir ilgisinin olmadığını ve böyle bir olayın yaşandığını ilk defa benden duyduğunu, bir hukuk adamı olarakta bu tarz hukuk dışı eylemleri benimsemediğini, A.Ç.nin vekaletli avukatı olduğunu ancak başka bir ilgisinin olmadığını' söyledi, ayrıca Şerzan Sümer'i benimle yaptığı telefon görüşmesinde genel olarak meslek etiği çerçevesinde iyi niyetli olarak konuştu, bu dönemde müvekkilim Ö.nün işyerlerine yapılan baskınlarla alakalı Savcılığa suç duyurusunda bulundum, ancak avukat Şerzan Sümer'in yaşanan bu olaylarla bir ilgisinin olmadığını kanaat getirdiğimden söz konusu dilekçede ismine yer vermedim ve hakkında şikayette bulunmadık" şeklinde ifade vermiştir.- A.Ç. isimli diğer bir şüpheli tanık sıfatıyla verdiği beyanda "S.F. isimli arkadaşının arkadaşı olan bir şahsın Ö. ile bir ticaret yaptığını ve alacağı olduğu, S.F.nin kendisinden yardım istemesi üzerine Av. Şerzan Sümer'den Ö. ile görüşmesini istediğini ve şahsın telefonunu verdiğini, Şerzan Sümer'in Ö.ye ulaşamadığını söylemesi üzerine arkadaşı Y.Ç.yi Ö. ile görüşmesi için ricada bulunduğu, Y.Ç.nin Ö.nün işyerine gittiğini, ancak şahsın orada olmadığını söylediğini, bunun üzerine kendisine Ö.nün şirket telefonunu aramasını söylediğini, olaya bu şekilde dahil olduğunu, Av. Şerzan Sümer'in Ö.ye 'dava açarız sıkıntı yok ancak bu A.Ç.nin özel ricasıdır' şeklinde beyanda bulununp bulunmadığını bilmediğini" ifade etmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"Örgüt üyesidir. Müşteki Ö.ye yönelik olarak gerçekleşen yağmaya teşebbüs eyleminin şüphelisi konumundadır. Şöyle ki Şerzan Sümer isimli şahsın müşteki Ö. isimli şahısı arayarak kendisini avukat olarak tanıttıktan sonra Ö.den S.Y. isimli şahsa olan borcunun ödemesini, bunun A.Ç.nın özel bir ricası olduğunu ve bu görüşmeyi üzerine kayıtlı olan 0532 568 ... hattan yaptığı bu hattın avukat olan şüpheli Şerzan Sümer tarafından kullanıldığını tespit edildiği, bu görüşmelerden sonra müştekinin iş yerlerinin A.Ç. adamları tafından yağmaya teşebbüs amacıyla basıldığıdosya kapsamından tespit olunmuştur." İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2/1/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2019/1 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 3/1/2019 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dosyanın İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince yapılan tensip incelemesi ile birlikte 11/3/2019 tarihinde karşı yetkisizlik kararı verilerek dosyanın yetkili mahkemenin belirlenmesi için İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 15/4/2019 tarihli kararıyla İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 11/3/2019 tarihli yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Yargılamaya İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin E.2019/166 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Mahkemede 19/6/2019 tarihli duruşmada başvurucu ile birlikte bir kısım sanığın savunmaları alınmıştır. Başvurucu, müdafii huzurunda verdiği savunmasında özetle avukatlık görevi dışında bir eylemi olmadığını belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:" ... (2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Örgütün silahlı olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır...." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.... (5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir." 13/9/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Soruşturmaya yetkili Cumhuriyet Savcısı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz.Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanununun duruşmanın inzibatına ilişkin hükümleri saklıdır. Şu kadar ki, bu hükümlere göre avukatlar tutuklanamayacağı gibi, haklarında disiplin hapsi veya para cezası da verilemez." 1136 sayılı Kanun'un "Kovuşturma izni, son soruşturmanın açılması kararı ve duruşmanın yapılacağı mahkeme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"58 inci maddeye göre yapılan soruşturmaya ait dosya Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne tevdi olunur. İnceleme sonunda kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde dosya, suçun işlendiği yer ağır ceza mahkemesine en yakın bulunan ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet Savcılığına gönderilir.Cumhuriyet Savcısı beş gün içinde, iddianamesini düzenliyerek dosyayı son soruşturmanın açılmasına veya açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine verir.İddianamenin bir örneği, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun hükümleri uyarınca, hakkında kovuşturma yapılan avukata tebliğ olunur. Bu tebliğ üzerine avukat, kanunda yazılı süre içinde bazı delillerin toplanmasını ister veya kabule değer bir istemde bulunursa nazara alınır, gerekirse soruşturma başkan tarafından derinleştirilir.Haklarında son soruşturmanın açılmasına karar verilen avukatların duruşmaları, suçun işlendiği yer ağır ceza mahkemesinde yapılır. (Ek cümle : 2/5/2001 - 4667/38 md.) Durum avukatın kayıtlı olduğu baroya bildirilir." 1136 sayılı Kanun'un "İtiraz hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"59 uncu maddede yazılı mahkemelerin tutuklama veya salıverilmeye yahut son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına dair kararlarına karşı Cumhuriyet Savcısı veya sanık tarafından genel hükümler uyarınca itiraz olunabilir.Bu itiraz, suçun işlendiği yer ağır ceza mahkemesi hariç olmak üzere, itiraz edilen kararı veren mahkemeye en yakın ağır ceza mahkemesinde incelenir." 1136 sayılı Kanun'un "Suçüstü hali" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü halinde soruşturma, bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından genel hükümlere göre yapılır" 1136 sayılı Kanun'un "Görevi kötüye kullanma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanun ve diğer kanunlar gereğince avukat sıfatı ile veya Türkiye Barolar Birliğinin yahut baroların organlarında görevli olarak kendisine verilmiş bulunan görev ve yetkiyi kötüye kullanan avukat Türk Ceza Kanununun 257 nci maddesi hükümlerine göre cezalandırılır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/16001 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, kapsam dışı personel statüsünde görev yapmakta iken çalıştığı kurumun özelleştirilmesi sonucunda 24/11/1994 tarih ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’a göre memur olarak atandığını, kıdem tazminatının ve yıllık izin ücreti alacağının ödenmesi talebiyle 14/2/2002 tarihinde idareye yaptığı başvurunun reddedildiğini, uğradığı parasal kayıpların ödenmesi istemiyle 20/3/2003 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde açtığı davanın Mahkemenin görevsizliği nedeniyle reddedilmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde devam eden yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 6/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 17/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 23/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Turban Turizm A.Ş.’de kapsam dışı personel statüsünde görev yapmakta iken 4046 sayılı Kanun’a göre Başbakanlık Konut Müsteşarlığına memur olarak atanmıştır. Başvurucu, işçi statüsünde çalıştığı döneme ait kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti alacağının ödenmesi talebiyle 14/2/2002 tarihinde Turban Turizm A.Ş.’ye yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine 20/3/2002 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemenin, 27/12/2002 tarih ve E.2002/560, K.2002/2962 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/7/2003 tarih ve E.2003/1451, K.2003/12439 sayılı ilâmıyla hüküm; kapsam dışı personelin kurumları ile olan ilişkileri nedeniyle oluşan uyuşmazlıklarda idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 11/11/2003 tarih ve E.2003/547, K.2003/595 sayılı kararla, Mahkemenin görevsizliği nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, kıdem tazminatı ve yıllık izin ücreti alacağının ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin idari işlemin iptali ve alacaklarının ödenmesi talebiyle 17/12/2003 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemenin, 11/11/2004 tarih ve E.2003/2262 ve K.2004/2156 sayılı kararıyla, davanın kıdem tazminatı ödenmesi talebine ilişkin kısmının, personele kıdem tazminatı adı altında yapılacak toplu ödemenin personelin çalıştırılmaması halinde mali sıkıntıya düşmesini önlemek amacıyla getirildiği, özelleştirme nedeniyle başka bir kamu kurumuna nakledilen başvurucunun sözleşmeli olarak çalıştığı dönemlerin kadro derecesinde dikkate alınarak sosyal güvenlik yönünden Emekli Sandığı ile ilişkilendirildiği, kıdem tazminatı alacağının doğmasına hukuken olanak bulunmadığı, davanın yıllık ücretli izin alacağının ödenmesi talebine ilişkin kısmının ise, başvurucunun 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre yıllık iznini amirinin uygun bulacağı süre ve zamanlarda kullanabileceğinin açık olduğu gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onbirinci Dairesinin 26/12/2007 tarih ve E.2007/4112, K.2007/10009 sayılı ilâmıyla; Mahkemece iş sonu tazminatı ile kıdem tazminatı arasında paralellik kurulduğu fakat iş sonu tazminatı ile kıdem tazminatının hukuki dayanaklarının farklı olduğu, başvurucuya kıdem tazminatı ödenmesi gerekirken aksi yönde tesis edilen işlemin hukuka uygun olmadığı, yıllık ücretli izin alacağına ilişkin ise 657 sayılı Kanun’a göre cari yıl ile bir önceki yıl hariç, önceki yıllara ait kullanılmayan izin haklarının düşeceğinin hükme bağlandığı, davacının memur olarak nakledilmesi nedeniyle kullanma imkanı kalmayan son iki yıla ait olanlar dışındaki yıllık izinlerine ait ücretin ödenmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Mahkemenin, 11/6/2008 tarih ve E.2008/840, K.2008/1078 sayılı kararıyla, kararın kıdem tazminatı talebinin reddine ilişkin kısmı hakkında direnme kararı verilmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 31/10/2013 tarih ve E.2010/327, K.2013/3395 sayılı ilâmıyla direnme kararı onanmıştır. Başvurucu, 18/4/2014 tarihinde karar düzeltme isteminde bulunmuş olup karar düzeltme incelemesi halen devam etmektedir. Başvurucu, 6/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bendi, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6134 | Başvurucu, kapsam dışı personel statüsünde görev yapmakta iken çalıştığı kurumun özelleştirilmesi sonucunda 24/11/1994 tarih ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’a göre memur olarak atandığını, kıdem tazminatının ve yıllık izin ücreti alacağının ödenmesi talebiyle 14/2/2002 tarihinde idareye yaptığı başvurunun reddedildiğini, uğradığı parasal kayıpların ödenmesi istemiyle 20/3/2003 tarihinde Ankara 7. İş Mahkemesinde açtığı davanın Mahkemenin görevsizliği nedeniyle reddedilmesi üzerine Ankara 6. İdare Mahkemesinde devam eden yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 30/5/2017 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede özetle başvurucunun ByLock kullanması ve tanık anlatımları neticesinde atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 5/6/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda -diğerlerinin yanı sıra- Başsavcılık ve İl Emniyet Müdürlüğüne ayrı ayrı müzekkere yazılarak sanığın ByLock programını kullanıp kullanmadığı konusunda ellerinde bulunan bütün bilgi, belge, yazışma içeriklerinin istenmesine, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (BTK) müzekkere yazılarak HTS ve CGNAT kayıtlarının istenmesine, tanık E.P.nin istinabe yoluyla dinlenilmesine karar verilmiştir. Duruşma üç celsede bitirilmiştir. Birinci celsede başvurucu hakkında düzenlenen ByLock raporu Mahkemeye sunulmuştur. Söz konusu rapora göre user-ID eşleştirmesi yapılamadığı ve içeriklerine rastlanmadığı belirtilmiştir. Tanık E.P.nin dinlenilmesi için yazılan talimata UYAP’tan yapılan kontrolde tanık adına çıkarılan davetiyenin bilatebliğ iade edilmesi nedeniyle talimat bilaikmal iade edilmiştir. Mahkeme tanığın dinlenilmesi için güncel adresine tekrardan talimat yazılmasına karar vermiştir. İkinci celsede BTK'ya yazılan müzekkereye cevap verilmiştir. Anılan cevap yazısında başvurucunun 229 kez ByLock sunucusuna erişim sağladığı tespit edilmiştir. Tanık E.P.nin dinlenilmesi için yazılan talimata tanığın adreste tanınmadığından dolayı bilaikmal cevap verilmiştir. Mahkemece tanığın daha önceden soruşturma evresinde alınan beyanı duruşmada başvurucuya okunmuştur. Tanık E.P.nin duruşmada okunan beyanının başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:"... Bingöl'de görev yaptığı esnada FETÖ/PDY terör örgütüne üye olanların halı saha maçları ve maç sonrasında da sohbet olarak nitelendirdikleri toplantıları düzenlediklerini, bu maçlara şüpheli Hakan TURAN'ın da geldiğini ve farklı FETÖ/PDY terör örgütüne müzahir evlerde bu toplantılara katıldığını... [gördüğünü beyan etmiştir.]" Yine aynı celsede başvurucu, önceki savunmalarını tekrar etmiş; BTK'dan gelen verileri kabul etmediğini, yaklaşık iki aylık bir süre içinde bu programa bu kadar erişim sağlanması hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, Bingöl'de görev yaparken ortak Wi-Fi kullandığını, bundan kaynaklanan bir hata olabileceğini, tanık E.P.yi tanıdığını ancak hakkında vermiş olduğu beyanları kabul etmediğini beyan etmiştir. İddia makamının esas hakkında mütalaa sunması üzerine Mahkeme, başvurucunun savunma hazırlamak için süre talebinin kabulüne ve duruşmanın yeni oturumunun 12/12/2017 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Üçüncü celsede başvurucu; müdafiinin de hazır bulunmasıyla esas hakkında mütalaaya karşı beyanında önceki savunmalarını tekrarlayarak isnat edilen suçu inkâr etmiştir. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanık aşamalardaki beyanında; ByLock tespit edilen 0 507 [...] 23 numaralı telefon hattının kendi üzerine kayıtlı olduğunu ve bu hattını yaklaşık 7-8 yıldır kullandığını, ancak ByLock programını kullanmadığını beyan ederek inkara yönelik savunmada bulunduğu, ByLock tespit edilen 0 507 [...] 23 numaralı telefon hattının kendi üzerine kayıtlı olup bu telefon hattını kullandığına dair sanığın savunmasına, Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı'nın ByLock sorgu raporuna, sanığın ByLock sunucusuna 3229 kez erişim sağladığına dair BTK HIS (CGNAT) sorgusuna, hakkındaki tanık beyanlarına ve tüm dosya kapsamına nazaran sanığın bu programı kullandığının her türlü şüpheden uzak, kesin teknik verilerle tespit edildiği, ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanılması nedeniyle sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile bağlantısının subuta erdiği, üzerine atılı silahlı terör örgütü FETÖ/PDY'ye üye olma suçunu işlediği anlaşılmakla cezalandırılmasına... [karar verilmiştir.]" Başvurucu, istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- tanık E.P.nin mahkeme huzurunda dinlenilmediğini, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlantı kurulmadığını, soru sorma hakkının kullandırılmadığını belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 22/6/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 6/8/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak tanık sorgulama hakkı, suçta ve cezada kanunilik ilkesi, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri, müdafiden yararlanma hakkı ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28006 | Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Türkiye İmar Bankası TAŞ'ın yetkisiz olarak devlet iç borçlanma senedi satışında devletin sorumluluğunun bulunması ve zararın tazmini için açılan davanın dava devam ederken çıkarılan kanuna dayanılarak reddedilmesi, bu kanunda öngörülen giderim yolunun zararları tam olarak karşılamaması ve ilgili davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/9/2013 tarihinde Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıylayapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 13/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye İmar Bankası TAŞ'tan (Banka) 4/6/2003 tarihinde 400 TL işlem bedelli 18/2/2004 vadeli nominal değeri 117,10 TL olan devlet iç borçlanma senedi (DİBS) satın almıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Bankanın, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından 21/11/1990 tarihinde aracılık faaliyetlerinin durdurulmasına ve borsa üyelik belgesi iptal edilmiş olmasına rağmen çeşitli gazete ve televizyonlarda ilan ve reklamlar vererek bono ve tahvil piyasası işlemleri yapmaya devam ettiğini, çifte kayıt tuttuğunu ya da DİBS işlemlerini kayıtlarına yansıtmadığını, özellikle 2002 yılından sonra yoğun olarak müşterilere satılan DİBS’lerin neredeyse tamamının karşılıksız çıktığını ve açığa satılmış olduğunu tespit ederek 3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı karar ile 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun maddesinin 3 numaralı fıkrası uyarınca adı geçen Bankanın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinlerini kaldırmış; Bankanın yönetim ve denetimini de TMSF’ye intikal ettirmiştir. Bu gelişmeler üzerine başvurucu, BDDK ve SPK'ya ayrı ayrı başvurarak ödediği meblağın iadesini istemiştir. BDDK başvuruyu zımnen reddetmiş, SPK Başkanlığı ise el konulan söz konusu Bankanın devlet iç borçlanma senetlerini satış yetkisi olmaması nedeniyle bu senetlerin karşılıklarının ödenemeyeceğini başvurucuya 17/10/2003 tarihli ve 013253 sayılı yazısı ile bildirmiştir. Başvurucunun senet karşılılıklarının ödenmemesine ilişkin işlemin iptali ve oluşan zararının tazmini amacıyla 22/12/2003 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı davada 3/10/2006 tarihli ve E.2003/1920, K.2006/1975 sayılı kararla dava konu işlemin iptaline ve hizmet kusuru saptanan idarelerin işlem tutarı olan 399,98 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödemesine hükmedilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin bu kararına karşı iki taraf da temyiz kanun yoluna başvurmuş, dosya temyiz aşamasında iken yürürlüğe giren 24/5/2007 tarihli ve 5667 sayılı Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesi Hakkında Kanun ve 13/7/2007 tarihli ve 2007/12398 sayılı Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesine İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Karar uyarınca başvurucu tarafından ilgili idareye müracaatta bulunularak ibraname imzalaması sonucunda başvurucuya iç borçlanma senedi karşılığı olarak 23/11/2007 tarihinde 245,04 TL ödeme yapılmıştır. Danıştay Dairesi 12/4/2010 tarihli ve E.2008/13934, K. 2010/3171 sayılı kararında, uyuşmazlığın 5667 sayılı Kanun ile 13/7/2007 tarihli ve 2007/12398 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca ortaya çıkan yeni hukuki durum çerçevesinde sonuçlandırılması gerektiği gerekçesiyle yerel Mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararına uyan Ankara İdare Mahkemesi 19/7/2010 tarihli ve E.2010/1353, K.2010/1417 sayılı kararıyla yasal düzenleme ile giderilecek olan zararın tazmini istemiyle açılan davanın konusunun kalmadığı gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 14/10/2011 tarihli ve E.2010/4981, K. 2011/4455 sayılı ilamı ile onanmış; karar düzeltme talebi ise 4/7/2013 tarihli ve E.2012/1284, K. 2013/2051 sayılı ilamla reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam, başvurucuya 16/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4389 sayılı mülga Kanun’un ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir: “Madde 10 ... ... b) Tasarruf mevduatı, gerçek kişiler tarafından bu nam altında açtırılan ve ticari işlemlere konu olmayan mevduattır. ... … 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin rehinlere ve 1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanununun alacağın devir ve temlikine ilişkin hükümleri ile diğer kanunların verdiği yetkiler ve koyduğu yükümlülükler saklı kalmak şartıyla, mevduat sahiplerinin mevduatlarını geri alma hakları hiçbir suretle sınırlandırılamaz. Mevduat sahibi ile banka arasında vade ve ihbar süresi hakkında kararlaştırılan şartlar saklıdır.” “Madde 16 ... Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankada mevduat sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik tedbirleri alır. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankanın 17 nci maddede sayılan ilgililerinin mal, hak ve alacaklarına Fonun talebi üzerine mahkeme tarafından teminat şartı aranmaksızın ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz konulabilir. Bu şekilde alınan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karar tarihinden itibaren altı ay içinde dava ve icra-iflas takibine konu olmaz ise kendiliğinden ortadan kalkar. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırıldığı tarihten itibaren bankanın alacaklıları, alacaklarını temlik edemez veya bu sonucu doğurabilecek işlemleri yapamazlar. Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankadaki sigortalı mevduatı doğrudan veya ilan edeceği başka bir banka aracılığı ile ödeyerek, mevduat sahipleri yerine bankanın doğrudan doğruya iflasını ister. Bu görev ve yetki münhasıran Fona aittir. ...” 5667 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “(1) Mülga 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 3/7/2003 tarihli ve 1085 sayılı Kararı ile bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketi tarafından, Banka bünyesinde karşılığında Devlet iç borçlanma senedi bulunmamasına rağmen ikincil piyasada Devlet iç borçlanma senedi satışı adı altında toplanan tutarlar, başvuru halinde bu Kanunda belirlenen esaslar çerçevesinde Hazine Müsteşarlığınca ihraç edilecek özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri kullanılmak suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu aracılığıyla ödenir. (2) Bu Kanun uyarınca yapılacak ödemelerde; hak sahipliğinin tespitinde Müflis Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketinin kayıtları esas alınır. Hak sahiplerinden talep toplanması, talep toplamanın şekli ve süresi, hak sahipliğinin ispatında aranacak belgeler, ödemeye aracı olacak bankanın tespiti, nakden ve defaten yapılacak ödemenin şekli ve süresi ile kesinleşmiş idarî yargı kararlarına veya bu nitelikteki kararlara dayalı icra takiplerine ilişkin her türlü ödemeler, uygulanacak faiz oranı ile faizin başlangıç tarihi, hak sahiplerine yapılacak ödeme nedeniyle istenebilecek ibraname ve diğer belgelerin içeriği ile ödemelere ilişkin diğer usûl ve esaslar Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir. (3) Bu Kanun kapsamında yapılacak ödemelerde, Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketine Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla yatırılan tutarları ifade eden işlem tutarları esas alınır.” 5667 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Devlet iç borçlanma senedi alımı amacıyla Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketine yatırılan tutarlar nedeniyle idarî yargı mercilerinde açılan davalar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır.” 5667 sayılı Kanun'un maddesine göre Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan 13/7/2007 tarihli ve 2007/12398 sayılı Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet İç Borçlanma Senedi Satışı Adı Altında Toplanan Tutarların Ödenmesine İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Karar'ın (BKK) , ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir: "MADDE 1- (1) Bu Kararın amacı; bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketince Devlet iç borçlanma senedi satışı adı altında toplanan tutarların ödenmesine ilişkin esas ve usullerin düzenlenmesidir.”“MADDE 3-1) Banka tarafından toplanan işlem tutarları ve bu Kararın 4 üncü maddesinin altıncı fıkrası uyarınca işleyecek faizleri, bu Karar hükümlerine göre başvuran hak sahiplerine, ekte yer alan taahhütname ve ibraname ödeme sırasında Ödeme Bankası tarafından alınmak kaydıyla, Fon aracılığıyla ödenir. Fon tarafından, bu fıkra kapsamında aktarılan tutarlara ilişkin bilgiler yazılı ve elektronik ortamda BDDK, SPK ve Müsteşarlığa bildirilir.(2) Bu Karar kapsamında kesinleşmiş idari yargı kararlarına dayanan her türlü ödemeler; hak sahiplerinin kesinleşme şerhli ilam ve aşağıdaki belgelerle birlikte BDDK ve SPK'ya ayrı ayrı yapacakları yazılı başvuru üzerine, anılan idarelerin Fona yapacakları ortak bildirimini müteakip, Fon tarafından ödeme tarihine kadar hesaplanacak faizleri ile birlikte Ödeme Bankasına altmış gün içinde aktarılır....”"MADDE 4-(1) 3 üncü maddenin birinci fıkrası kapsamında ödeme talep edenkişiler tarafından, bu Kararın yayımı tarihinden itibaren yirmi gün içinde, iadeli taahhütlüposta yolu ile veya özel şirketler aracılığıyla imza karşılığı teslim suretiyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu adına başvuru merkezi olarak belirlenen “Büyükdere Caddesi Bentekİşhanı No:47 K:1Mecidiyeköy 34387 Şişli – İstanbul” adresine başvurulur....(6) Bu madde kapsamındaki ödemelerde anapara olarak işlem tutarı esas alınır. Söz konusu tutara, 19/1/2004 tarihinden bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru süresinin son gününe kadar, Türkiye İstatistik Kurumunca bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen başvuru süresinin son günü itibarıyla açıklanmış olan en son Tüketici Fiyat Endeks sayısının, tahakkuk dönemi başlangıç tarihinde açıklanmış en son Tüketici Fiyat Endeks sayısına bölünmesi ile bulunan oran üzerinden faiz tahakkuk ettirilir....(10) Bu maddenin birinci fıkrasında yer alan yirmi günlük sürenin bitiminden sonra yapılacak başvurular ile süresi içerisinde yapılmış olmakla birlikte bu maddenin dördüncü fıkrası hükmü saklı kalmak kaydı ile evrakı eksik olan başvurulara ilişkin ödemeler, gecikmeli talebin Fona ulaştığı veya eksik bilgi ve belgelerin tamamlanarak Fona ulaştırıldığı tarihten itibaren altmış gün içinde Fon tarafından, altıncı fıkra çerçevesinde hak sahiplerine ödenmek üzere Ödeme Bankasına aktarılır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7125 | Başvuru, Türkiye İmar Bankası TAŞ ın yetkisiz olarak devlet iç borçlanma senedi satışında devletin sorumluluğunun bulunması ve zararın tazmini için açılan davanın dava devam ederken çıkarılan kanuna dayanılarak reddedilmesi, bu kanunda öngörülen giderim yolunun zararları tam olarak karşılamaması ve ilgili davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, PKK/KCK silahlı terör örgütü ile bağlantılı çok sayıda suçtan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüsü olarak Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 1/10/2019 tarihli kararında; başvurucuya A. tarafından gönderilen mektubun ve 5 adet fotoğrafın incelenmesi sonucunda terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan ifadeler içerdiği tespit edildiğinden anılan mektubun ve 5 adet fotoğrafın alıkonulmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Bolu İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) yapılan şikâyet mevzuat hükümleri ile Anayasa Mahkemesi içtihatlarına yer verilerek reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, gönderilen mektubun genelinde terör örgütü ile ilgili bilgilerin yer aldığı, terör örgütüne ilişkin bağlılık ve hedeflerin gerçekleştirileceğine dair yorumların bulunduğu, bu yorumların üçüncü kişilere ulaşmasıyla örgüt üyesi diğer kişilerle haberleşmenin sağlanabileceği belirtilmiştir. Ayrıca bu durumun suçun işlenmesinin tekrarlanması anlamında ceza güvenliğini tehlikeye sokabileceği belirtilerek Disiplin Kurulu kararının usul ve yasaya uygun bulunduğu vurgulanmıştır. Bu karara yönelik itirazın incelenmesinde ise Bolu Ağır Ceza Mahkemesi tarafından itiraz konusu yapılan mektup yönünden itirazın reddine, 5 adet fotoğraf yönünden ise itirazın kısmen kabulü ile zarf içerisindeki 5 adet fotoğraf ile sınırlı olmak üzere Hâkimlik kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 3/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 22/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına Komisyonca karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3828 | Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aynı eyleme dayalı olarak ikinci kez yargılama yapılmasının aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırılmama (ne bis in idem) ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş; başvurunun adil yargılanma, özel hayat ve aile hayatına saygı hakları ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında anılan terör örgütünün İzmir'in Kemalpaşa ilçesindeki özel eğitim kurumları ile dershane yapılanmasının Altın Kiraz Eğitim ve Öğretim Kurumları adlı şirket bünyesinde oluşturulduğu, Yamanlar Kolejinin de bu şirkete bağlı olarak terör örgütü tarafından kurulup işletildiği, bu sayede örgütün gelir ve eleman temin ettiği tespit edilmiş ve söz konusu eğitim yapılanması içinde bulunduğu değerlendirilen çok sayıda kişi gözaltına alınmıştır. Başvurucu, 23/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Kemalpaşa Yamanlar Kolejinde fizik öğretmeni olarak çalıştığı gerekçesiyle anılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmıştır. Soruşturma sonucunda FETÖ/PDY'nin eğitim yapılanması içinde bulunduğu tespit edilen okullarda öğretmenlik yapan başvurucu hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 30/4/2017 tarihli iddianamesi ile silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu tespit edilen okullarda 2014 yılından itibaren öğretmen olarak çalışması ve Bank Asyada hesabının bulunması hususları silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği iddiasına delil olarak gösterilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/90 sayılı dosyası üzerinden görülen yargılama sonucunda başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı, mahkȗmiyetine yeterli somut delillerin bulunmadığı gerekçesiyle 27/11/2017 tarihinde beraatine hükmedilmiştir. Hüküm, temyiz edilmeksizin 5/12/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Öte yandan, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY hakkında yürütülen başka bir soruşturma kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü Koruma Daire Başkanlığı kadrosunda polis memuru olarak çalışmakta iken 2/1/2017 tarihli ve 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile meslekten ihraç edildiği ve adına kayıtlı ..04 numaralı hat üzerinden ByLock uygulamasını kullandığı tespit edilen U., silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği şüphesiyle gözaltına alınmıştır. U., soruşturma kapsamında kolluk tarafından alınan ifadesinde -diğerlerinin yanı sıra- adına kayıtlı ..04 numaralı hattı üniversiteden sınıf arkadaşı olan başvurucuya verdiğini ve bu hattın açıldığı tarihten itibaren başvurucu tarafından kullanıldığını ileri sürerek üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiştir. Bunun üzerine, ..04 numaralı hat üzerinden ByLock kullanıcısı olduğu ve silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği şüphesiyle soruşturma kapsamında 20/3/2018 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, aynı tarihte tutuklanmıştır. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından Başsavcılığın 22/5/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve U. hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun U. adına kayıtlı olan 507 ... 04 numaralı hattı kullandığı, bu hat üzerinden ilk olarak 19/8/2014 tarihinde ByLock uygulamasına giriş yapıldığı ve kullanıcı adının "muhammed0386", şifresinin "1591fb." olduğunun tespit edildiği iddia edilmiştir. İddianamede ayrıca söz konusu hat üzerinden yapılan görüşmelerin incelenmesi sonucunda bu hat ile başvurucunun ailesinin kullandığı telefon hatları arasında yoğun bir şekilde görüşme yapıldığının anlaşıldığı iddiasına da yer verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamanın 18/7/2018 tarihli celsesinde başvurucu, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmaya katılarak savunma yapmıştır. Başvurucu savunmasında özetle U. ile üniversiteden sınıf arkadaşı olduklarını, U. adına kayıtlı olan 507 ... 04 numaralı hattı indirimli kamu tarifesinden faydalanmak amacıyla U.dan alarak belirli bir süre kullandığını, telefon hattına ilişkin tarife sona erince U.dan hattı kapatmasını istediğini ve böylece hattı kapattırdığını, ByLock uygulamasını kullanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu savunmasında ayrıca aynı suç nedeniyle daha önce İzmir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yargılanarak beraat ettiğini, önceki davayla mevcut dava arasında tek farkın ByLock uygulamasını kullandığı iddiası olduğunu belirtmiştir. Yargılama devam etmekte iken başvurucu 11/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre yargılama sonucunda Mahkemece başvurucu hakkında temadi eden örgüt üyeliği iddiasından İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/90 sayılı dosyasında beraat kararı verildiği belirtilerek aynı fiili ve faili kapsayan davaların varlığı, hukuki kesinti bulunmaması, beraat kararı verilen eylemlerin tarihinin mevcut davaya konu iddianamede belirtilen eylemleri de kapsaması gerekçesiyle mükerrer açıldığı değerlendirilen davanın 16/1/2020 tarihinde reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Muhammed ŞAHİN hakkında daha önce İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/90 Esas 2017/135 karar sayılı dosyasında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği suçundan yargılandığı, sanık Muhammed ŞAHİN'nin örgütün haberleşme aracı olan ByLock kullanmadığı, gizli tanıklar İNCİ, ELMAS, KARANFİL ve NİLÜFER'in Muhammed ŞAHİN'in bu yapı içerisinde olduğunu bilmedikleri örgüt içinde fazla faal olmadığını, aksine devletini ve milletini seven biri olduğunu belirtikleri, Bankasyada örgüt liderini talimatı üzerine para yatırmaksızın sadece maaş hesabının bulunmasının, konum ve kişisel özellikleride nazara alındığında sempati ve irtisak boyutunu aşan örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı mahkümiyete yeterli somut delil bulunmadığı gerekçesi ile beraatine karar verildiği, verilen kararın kesinleştiği anlaşıldığından sanık hakkında aynı fiili ve faili kapsayan davaların varlığı, hukuki kesinti bulunmaması, beraat kararı verilen eylemlerin tarihinin iş bu davaya konu iddianamede belirtilen eylemleri de kapsaması bakımından sanık hakkında dava mükerrer açıldığından CMK 223/ maddesi gereğince davanın reddine karar verilerek aşağıda belirtildiği şekilde hüküm kurulmuştur." Karara karşı Başsavcılık tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Cumhuriyet savcısı istinaf başvurusunda; başvurucunun diğer sanık U. adına kayıtlı olan telefon hattı üzerinden ByLock uygulamasını kullandığını, başvurucunun örgüt üyesi olduğuna dair tanık beyanının bulunduğunu, yine başvurucunun örgüte müzahir okullarda çalışıp Bank Asyada hesap açtırdığını ileri sürmüş ve başvurucu hakkında atılı suçtan mahkȗmiyet karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. UYAP üzerinde yapılan incelemede dava dosyasının Ankara Bölge Adliye Mahkemesi önünde derdest olduğu görülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31568 | Başvuru, aynı eyleme dayalı olarak ikinci kez yargılama yapılmasının aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırılmama (ne bis in idem) ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucunun sosyal medyada bir siyasetçiye yönelik söylediği sözler nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1976 yılında İstanbul'da doğmuştur. Kendini Ermeni kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tanımlayan başvurucu; radyo programı, televizyon programcılığı, köşe yazarlığı, oyunculuk ve yazarlık yapmaktadır. Başvurucunun azınlıkların sorunlarını işlediği program ve yayınları bulunmaktadır. Ö. Alman Yeşiller Partisi eş başkanıdır ve Türkiye'den Almanya'ya göç eden bir ailenin oğludur. 17/3/2015 tarihinde bir grup Alman milletvekili tarafından yapılan Ermenistan ziyareti sırasında Ö. sözde soykırım anıtının önüne çelenk bırakmış ve Türkiye'yi sözde soykırımı tanımaya davet etmiştir. Bir haber sitesi www.twitter.com (Twitter) isimli sosyal paylaşım sitesinde "[Ö.] Ermenistan'da Soykırım Anıtına Çelenk Koyup Türkiye'yi Ermeni Soykırımını Tanımaya Çağırdı" başlıklı haber ile Ö.nün Ermenistan ziyareti ve yapmış olduğu açıklama hakkında bilgi vermiştir. Haberin yayımlandığı tarihte Ankara Büyükşehir Belediye başkanı olan İ.G. (davacı) söz konusu habere bağlantı vererek Twitter'daki kişisel hesabından bir paylaşımda bulunmuştur. Davacının paylaşımı "Alman Yeşiller Partisi MV'ne merakımdan soruyorum.. Lütfen cevap ver [Ö.] ... Senin kökenin Ermeni mi?" şeklindedir. Davacının paylaşımının ardından başvurucu, Twitter'daki şahsi hesabından;"Cevap ver [Ö.] ?""m.g. ermeniymiş bağrıma taş basıp deyiverdim", "Sana resmen Ermeni dedim. Dava aç bence? @06m.g.","Başkenti resmen Ermeni'ye vermişler Yazıklar olsun...","Abi Pazar günü bekliyorum kiliseye? @06m.g.", "Hep beraber yastayız... #m.g.ermeniymiş", "Yeterince durumu izah ettiysek tamamdır. [G.] iğrenç bir adam. Ve bin yıldır dediğim gibi: Yaşasın halkların kardeşliği" şeklinde paylaşımda bulunmuştur. Davacı, başvurucu tarafından kullanılan ifadelerin hakaret içerdiği ve bu sözler ile kişisel haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 23/3/2015 tarihinde manevi tazminat davası açmıştır. Cevap dilekçesinde başvurucu, yaptığı paylaşımların davacı tarafından yapılan kışkırtıcı paylaşımlara cevap niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, davacının daha önceki açıklamalarında da Ermenilerin hainlik eden ve başkalarıyla iş birliği yaparak ülkeye kötülük yapan bir etnik grup olduğunu ima ettiğini belirtmiş; davacının bu eylemlerinin nefret söylemi olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu; davacının daha önce de görsel medyada ve Twitter'da Ermenilere yönelik aşağılayıcı sözler sarf ettiğini, Ermeni kelimesini hakaret ve alçaltıcı bir sıfat olarak kullandığını belirterek davacının Ermenilere karşı sistematik olarak sözlü saldırıda bulunduğunu iddia etmiş ve dilekçesinde bu iddiasını temellendirmek amacı ile iki ayrı örnek vermiştir. Bu örneklerden ilki davacının 14/10/2014 tarihli "Ama doğuda Kürt geçinip aslında kökeni ateist Ermeni olanlar var...(Bu arada vatanına bağlı Ermeni kardeşlerimizi tenzih ederim)." şeklindeki Twitter paylaşımıdır. Yine katıldığı televizyon programlarında davacı tarafından kullanılan "HDP listesinde 100 Ermeni milletvekili var. Parlamentoya girecek olurlarsa ilk işleri Avrupa Parlamentosu'na gidip Ermenistan'ın özgürlüğünün verilmesini isteyecekler. Bunların önümüzdeki dört sene için planları budur... Güneydoğu'daki bütün Kürtleri kaçırmak için baskı yapacaklar ve öldürecekler dövecekler, tehdit edecekler. Böylece Doğu ve Güneydoğu'yu boşaltıp Ermenilere kalmasını sağlayacaklar. Yapacakları plan bu.. Kobane olaylarında 6-7 Ekimde Kur'an, Kur'an kursu cami yaktılar. Hiç Kürt, Müslüman cami yakar mı? Ateist, Zerdüşt, Marksist olan Ermeniler yakar. Bunlar Kur'an'a, camiye düşmanlar... Seçimden sonra Ermeni PKK'yı tarihe gömeceğiz..." şeklindeki ifadeler de başvurucu tarafından davacının Ermeni milletini aşağılama ve kötü gösterme amacı ile yapmış olduğu açıklamalara örnek olarak gösterilmiştir. Kışkırtıcı bir üslup benimseyen davacı tarafından hukuk yollarının kendisi ile aynı görüşte olmayan bireyleri yıldırmak amacı ile kullanıldığını, bugüne kadar binlerce kişiye karşı dava açıldığını ifade eden başvurucu, bu bağlamda hakkında açılan davanın da hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) görülen dava sonucunda davanın kısmen kabulüyle başvurucunun 500 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Davacının önceki bazı beyanlarında başka kişiler hakkında da Ermeni oldukları yönünde aşağılayıcı ifadelerde bulunması nedeniyle bu sözleri eleştiri ve ifade açıklaması amaçlı olarak kullandığını savunmaktadır. Davacının konumu, siyasi kişiliği itibariyle kamuoyu gündemine yansımış söz ve davranışları nedeniyle bunlara karşı yapılacak eleştirilere katlanması beklenir. Ancak bu eleştirilerin düşünce açıklaması ve eleştiri sınırları içinde kalması doğrudan kişiliğe yönelen ağır ve aşağılayıcı ifadeler içermemesi gerekir. Davacının gerek davaya konu yazıdan önceki sözü, gerekse önceden kamuoyuna yansımış sözleri sonrasında kendi kökeni de Ermeni olan davalı tarafından kullanılan davaya konu sözlerin önemli bir bölümün ağır eleştiri nitelikli olmakla birlikte 'iğrenç' sözü içerdiği anlam itibariyle (insanda iğrenme duygusu uyandıran, tiksindiren) ifade açıklaması ve eleştiri sınırları dışında doğrudan davacının kişiliğine yönelik aşağılama niteliğindedir. Bu nedenle davalının hukuka aykırı biçimde davacının kişilik haklarına zarar vermiş olduğundan manevi tazminattan sorumludur." Kararı temyiz eden başvurucu temyiz dilekçesinde; manevi tazminata hükmedilebilmesi için sözlerin muhatabı olan kişinin kişilik değerlerine yönelik haksız bir saldırının bulunması gerektiğini, dava konusu paylaşımlarda bulunmasının esas sebebinin davacının önceki eylemleri olduğunu, kullandığı sözlerin Mahkeme tarafından bağlamından koparılıp yalnızca "iğrenç" kelimesine odaklanılarak manevi tazminata hükmedildiğini belirtmiştir. Kararı inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 11/12/2018 tarihli ilamla hükmün onanmasına karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 8/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4585 | Başvuru, başvurucunun sosyal medyada bir siyasetçiye yönelik söylediği sözler nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin internet sitesinde yer alan bir habere erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Oğuz Güven, olayların meydana geldiği tarihte, ulusal ölçekte yayın yapan gazetenin internet sitesinin yayın yönetmeni; başvurucu Miyase İlknur, içeriğine erişimin engellenmesi kararı verilen haberin yazarı olan gazetecidir. Başvurucu Yeni Gün Haber Ajansı da Cumhuriyet gazetesinin ve internet sitesinin yayımcısıdır. Bahse konu internet sitesinde 16/3/2015 tarihinde başvurucu Miyase İlknur tarafından kaleme alınan "İşte 'Merkez Evler'in Çok Özel Malikleri" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haberde, inşaatı İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı bir şirket tarafından üstlenilen projeden bazı siyasetçiler ile bürokratların ev satın aldığı ileri sürülmüştür. Haberin ilgili kısmı şöyledir: "Topkapı’da nakliyat ambarlarının bulunduğu arazide dönüşecek bir yapılaşma bulunmamasına karşın AKP’li belediye bu alanı “kentsel dönüşüm” kapsamına alarak “akıllı evler” olarak tanımlanan lüks konutlar yaptı. Kentsel dönüşüme uğrayan alanlarda öncelikli amaç o alanda binası bulunan yurttaşları konut sahibi yapmaktı. Malum arazide dönüştürülecek konut olmadığı için olsa gerek AKP’li siyasiler ve bürokratlar kendi mal varlıklarını dönüştürerek birer ikişer akıllı ev sahibi oldular. Üstelik bu evleri de “prestijli satış” adı altında maliyetine satın aldılar. Topkapı Merkez Evler’de kimlerin konutu yok ki?...Mülkiye başmüfettişiyken Adapazarı’nda arsa alımı ile ilgili dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı T. E. ile ... A. Ş. yönetimi hakkında “soruşturmaya gerek yok” diyerek dosyayı kapatan Vali H. A. de ucuz fiyatlı daireleri görünce coşup bir daire almış. H. A. 'nin dairesi kendisi, annesi ve babası üzerine yani 3 hisseli bir daire....Evlerin yapıldığı Topkapı Evleri Zeytinburnu Belediyesi sınırları içerisinde bulunuyor. İmar planları Zeytinburnu Belediyesi’nde onaylandığı için bu belediyenin başkan, bürokrat ve meclis üyeleri de pas geçilmemiş elbet. ...Gazeteci şüpheciliği işte...Bu arada siteden ev alan birçok kişinin soyadı bize İBB’nin üst düzey bürokratlarını ve AKP yöneticilerini anımsattı nedense. Belki de akrabalıkları yoktur. Bizimki gazeteci şüpheciliği. ... Belki de soyadı benzerliğidir kim bilir?... A. Ş.'ye oturan köşeyi dönüyor... A. Ş. Genel Müdür İ. Y. ve yardımcılarının mal varlığına ilişkin gazetemizde yer alan Miyase İlknur’un haberlerinin yayımlanmasının ardından birçok yazar ve gazete habere atıfta bulundu. Haber sosyal medyada en fazla tartışılan, konuşulan gündem maddelerinden biri oldu...." Haberde bahsi geçen Vali (başvuru konusu olayda müşteki) çoklu ortaklık ile mülkiyetini edindiği daireyi herkes için belirlenen genel fiyat listesi üzerinden, her vatandaşa tanınan hak çerçevesinde satın aldığını, herhangi bir imtiyaz elde etmediğini, satın aldığı dairenin edinildiği bedelin kayıtlarda mevcut olduğunu, bu bedelin rayiç bedelin altında olmadığını, daireyi hangi şartlarda ve nasıl satın aldığını belgelerle ispat edebilecek durumda olduğunu, gerçeği yansıtmayan haberin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu ileri sürerek internet içeriğine erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. Sakarya Sulh Ceza Hâkimliği 9/6/2015 tarihinde haber içeriğine erişimin engellenmesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: "Somut olayımız irdelendiğinde dava dilekçesinde belirtilen ve dökümü yapılarak dilekçeye eklenen internet ortamında yapılan talebe konu yayının içeriği incelendiğinde; masumiyet karinesi ve kişinin lekelenmeme hakkına aykırı olarak haber verilip kamuoyunun bilgilendirilmesi sınırı aşılarak kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici nitelikte olduğu kanaatine varılmakla 5651 Sayılı Kanuna göre Hakimliğimizin görev alanı dikkate alınarak dilekçede belirtilen internet sitesindeki başvuran H. A. ile ilgili yayına erişimin engellenmesine dair aşağıdaki yazılı hüküm tesis edilmiştir." Sakarya Sulh Ceza Hâkimliğinin kararında erişimin engellenmesi talebinin muhatabı olarak gösterilen başvurucular Oğuz Güven ve Miyase İlknur'un anılan karara itirazı Sakarya Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/7/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 30/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 31/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kuralları için bkz. Ali Kıdık, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, §§ 21- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15242 | Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin internet sitesinde yer alan bir habere erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, aleyhine açılan tazminat davasının yaklaşık 13 yıl sürdüğünü, kararın hatalı olduğunu, makul sürede yargılanma ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 28/2/2013 tarihinde Konya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 11/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 4/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 10/12/2013 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Konya ilinde, 9/7/2000 tarihinde meydana gelen trafik kazasında bir kişi ölmüştür. Başvurucu hakkında, taksirle bir kişinin ölümüne sebebiyet vermek suçundan cezalandırılması için Konya Cumhuriyet Başsavcılığının 21/8/2000 tarihli iddianamesiyle kamu davası açılmıştır. Konya Asliye Ceza Mahkemesinin 2/7/2003 tarihli kararıyla başvurucunun cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyiz üzerine ilk derece mahkemesinin kararı Yargıtay Ceza Dairesi’nin 22/12/2004 tarihli kararıyla bozularak dosya, mahkemesine iade edilmiştir. Bozma üzerine yapılan yargılama sonucunda Konya Asliye Ceza Mahkemesinin 16/5/2005 tarihli kararıyla, başvurucunun cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyiz üzerine ilk derece mahkemesinin kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 16/5/2007 tarihli kararıyla bir kez daha bozularak dosya mahkemesine iade edilmiştir. Bozma üzerine yapılan yargılama sonucunda Konya Asliye Ceza Mahkemesinin 16/4/2008 tarihli kararıyla açılan kamu davasının zaman aşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında ceza kovuşturması devam ederken müteveffanın yakınlarınca 13/9/2000 tarihinde Konya Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açılmıştır. Konya Asliye Hukuk Mahkemesi 31/1/2011 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vererek başvurucu aleyhine maddi ve manevi tazminata hükmetmiştir. Temyiz üzerine Konya Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/4/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesinin onama kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi aynı Dairenin 12/12/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Bekletici sorun” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bir davada hüküm verilebilmesi, başka bir davaya, idari makamın tespitine yahut dava konusuyla ilgili bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığına kısmen veya tamamen bağlı ise mahkemece o davanın sonuçlanmasına veya idari makamın kararına kadar yargılama bekletilebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1743 | Başvurucu, aleyhine açılan tazminat davasının yaklaşık 13 yıl sürdüğünü, kararın hatalı olduğunu, makul sürede yargılanma ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde kaydedildiğine yönelik şikâyet hakkında etkili bir ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle kişisel verilerin korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2014 yılı itibarıyla Kırşehir Emniyet Müdürlüğünde şube müdürü olarak görev yapmaktadır. 16/6/2014 tarihinde, bazı haber sitelerinde "Kırşehir'de polisleri alevi, problemli, alkol alır diye fişlemişler" başlıklı haberler yayımlanmıştır. Haberde, İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli bir başkomiser tarafından tutulduğu ileri sürülen bir ajandadan bahsedilmiş ve söz konusu ajandada bulunduğu belirtilen yazılara ilişkin görseller paylaşılarak başvurucu ile birlikte birçok emniyet mensubunun fişlendiği iddia edilmiştir. Haber içeriğinde verilen görsellerde başvurucunun isminin karşısına - (eksi) işareti konulduğu görülmektedir. Başvurucu, anılan dönemde İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli tek bir başkomiser olduğunu belirterek başkomiser K.Y. ve fişlemeyi gerçekleştiren kişiler hakkında Kırşehir Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) 18/7/2014 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu; söz konusu fişlemeler nedeniyle görev yerinin değiştirildiğini, bunun neticesinde "Emniyette paralel temizlik" başlığı altında haberler yapıldığını, kendisinin ve atama işlemlerine tabi tutulan diğer personelin zan altında bırakıldığını ve aşağılandığını iddia etmiştir. Hakkında tutulan söz konusu yasa dışı notlar nedeniyle çevresine izahatta bulunamadığını, insanların kendisinden uzaklaşmaya çalıştığını ve işyerindeki olumsuz tutumun psikolojik taciz boyutuna ulaştığını ileri sürmüştür. Başvurucu, şüpheli olarak ismini verdiği K.Y.nin, ajandasının çalındığına ilişkin polis merkezine müracaatta bulunduğunu, dolayısıyla haberde adı geçen kişinin K.Y. olduğunun kesin olduğunu belirtmiş; tazminata ilişkin haklarını saklı tutarak delillerin toplanmasını, olayın aydınlatılmasını ve şüpheli ya da şüphelilerin cezalandırılmalarını talep etmiştir. Başsavcılık tarafından kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme veya yayma, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme ve ayrımcılık suçları kapsamında yürütülen soruşturmada; haber içeriklerinde kullanılan görseller, yazı ve imza incelemesinde kullanılmak üzere ilgili yerlerden talep edilmiş ve ajandanın çalındığı iddiasıyla ilgili olarak yürütülen adli soruşturma ile şüpheli hakkında açılan idari soruşturma kapsamında elde edilen deliller dosyaya eklenmiştir. Ayrıca 18/7/2014 tarihinde başvurucunun ve 3/6/2015 tarihinde şüpheli K.Y.nin ifadeleri alınmıştır. Şüpheli K.Y. ifadesinde; görevi gereğince aldığı duyumları not ettiği bir ajandasının bulunduğunu, ajandada yer alan notların sahada yapılan istihbarat faaliyetleri kapsamında elde edildiğini ve teyide muhtaç ham bilgilerden ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Elde edilen bilgileri ancak teyit ettikten ve devletin güvenliğini tehdit edecek durumların oluştuğuna kanaat getirdikten sonra kıymetlendirerek ilgili birimlere ulaştırdığını vurgulamış ve soruşturmaya konu olan notları herhangi bir yere iletmediğini belirtmiştir. K.Y.; istihbarat şube müdürlüğüne vekâlet ettiği dönemde arkadaşının vefat etmesi üzerine üç gün izin aldığını, izin için ayrılmadan önce ajandasını çekmeceye koyup kilitlediğini ve anahtarını da masasının üzerinde bulunan kalemliğe bıraktığını, döndüğünde herhangi bir şüphe duymadığı için ajandasının yerinde olup olmadığını özellikle kontrol etmediğini, basında çıkan haberler üzerine ajandasının çalındığı konusunda bilgi sahibi olduğunu ifade etmiştir. Hırsızlık olayıyla ilgili olarak şikâyeti üzerine başlatılan adli soruşturmadan kamera kayıtlarının yetersiz olması nedeniyle bir sonuç alınamadığını dile getiren K.Y.; kimseyi fişlemediğini, söz konusu notların herkesin not edebileceği türden bilgilerden oluştuğunu, hatta ajandasında kendi arkadaşlarının da isimlerinin bulunduğunu, hırsızlık olayı olmadığı takdirde bu bilgilerden kimsenin haberinin olmayacağını ve yapılan atama işlemlerinde de ajandada bulunan birçok kişinin görev yerinde herhangi bir değişiklik olmadığını belirtmiştir. Ayrıca açılan idari soruşturma neticesinde hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verildiğini ve aklandığını ifade eden K.Y.; yayımlanan görsellerde kendisine ait olmayan el yazısıyla yazılmış isim listelerinin de bulunduğunu, birtakım eklemelerin yapıldığını ve bu durumun Kayseri Polis Kriminal Laboratuvarında yapılan el yazısı karşılaştırmalarıyla ortaya konulduğunu ileri sürmüştür. Başsavcılık, 31/8/2015 tarihinde şüpheli K.Y. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde; haber sitelerinde yayımlanan ve şüpheli K.Y. tarafından bir kısmının doğru olduğu kabul edilen görsellerin asıllarının elde edilemediği, şüpheliye ait ajandanın herhangi bir resmî belge niteliği taşımadığı, içerdiği notların da gerçek ve resmî olmadığı, bu hususların sabit olduğu, ayrıca ajandanın şüphelinin istek ve iradesi ile bir başkasına verildiğine ilişkin bir delilin de bulunamadığı belirtilmiştir. Kararda, şüpheli tarafından ikrar edilen sayfaların olması nedeniyle ayrıca ekleme yapılıp yapılmadığı hususunun soruşturmanın sıhhati açısından bir önem arz etmediği dile getirilmiştir. Somut olayda şüpheli tarafından tutulan ve müştekiler tarafından doğruluğu reddedilen notların kişisel veri olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı, notlarda yer alan bilgilerin bir sisteme kayıtlı olmaması nedeniyle hukuka aykırı olarak ele geçirilmiş bilgiler olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. Ayrıca kararda, ayrımcılık suçunun unsurlarının oluşmadığı ve başvurucu ile birlikte diğer müştekiler hakkında yapılan görev değişikliklerinin hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddialar hakkında Başsavcılıkça yapılacak bir işlemin bulunmadığı belirtilmiştir. Karara karşı yapılan itiraz Kırşehir Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, Başsavcılık tarafından verilen kararın usule ve mevzuata uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 9/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kişisel verilerin kaydedilmesi " kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.Kişisel verinin, kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin olması durumunda birinci fıkra uyarınca verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Nefret ve ayırımcılık" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle;a) Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini,b) Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını,c) Bir kişinin işe alınmasını,d) Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını,engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür." 6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. ..." 2577 sayılı Kanun’un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18988 | Başvuru, kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde kaydedildiğine yönelik şikâyet hakkında etkili bir ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle kişisel verilerin korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; itirazın iptali davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, mal varlığına ilişkin olarak uygulanan ihtiyati haczin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Devam eden yargılamada başvurucu 23/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4094 | Başvuru; itirazın iptali davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, mal varlığına ilişkin olarak uygulanan ihtiyati haczin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, atama işleminin iptali istemiyle açılan davada verilen iptal kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden başvuruya konu yargılama dosyasına ilişkin tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bitlis Eren Üniversitesinde genel sekreter olarak görev yapmakta iken şube müdürü olarak atanmış; bu işlemin iptali için açtığı davada Van İdare Mahkemesinin 8/5/2013 tarihli ve E.2011/1216, K.2013/428 sayılı kararıyla işlemin iptaline karar verilmiştir. İdare tarafından bu kararın uygulanması amacıyla 4/9/2013 tarihli ve 2013/31-1 sayılı işlemle başvurucu, önce eski görevi olan genel sekreterliğe atanmış; ardından aynı tarihli ve 2013/31-4 sayılı işlemle yeniden şube müdürlüğü kadrosuna atanmıştır. Başvurucu, bu işlemin de iptali istemiyle dava açmıştır. Van İdare Mahkemesi 8/5/2014 tarihli ve E.2013/1990, K.2014/1197 sayılı kararıyla başvurucunun Üniversite genel sekreterliğinden alınması işleminde şekil unsuru bakımından hukuka aykırlık bulunduğu gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal etmiştir. Anılan karar üzerine idare 19/6/2014 tarihli ve 7879 sayılı işlem ile 6/3/2014 tarihli ve 28933 Mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi gereği genel sekreterlik kadrosunun dolu olduğu gerekçesiyle başvurucuyu tekrar şube müdürü olarak atamıştır. Başvurucu 25/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra Danıştay Beşinci Dairesinin 6/6/2016 tarihli ve E.2016/3014, K.2016/3597 sayılı kararıyla davanın derdestlik nedeniyle incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle Van İdare Mahkemesinin anılan E.2013/1990, K.2014/1197 sayılı iptal kararı bozulmuştur. Başvurucu tarafından karar düzeltme başvurusunda bulunulmuş olup başvuru henüz sonuçlanmamıştır. İlgili hukuk için bakınız Bülent Türk [GK], B. No: 2014/7002, 1/12/2016, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14205 | Başvuru, atama işleminin iptali istemiyle açılan davada verilen iptal kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluk incelemelerinin uzun süre hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluk incelemesi sonunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ve tutukluluğun devamına dair karara yapılan itirazın değerlendirilmemesi/geç değerlendirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca diğer iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilerek bu kararda incelenen şikâyetler yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) DEAŞ silahlı terör örgütü ile bağlantılı suçlar nedeniyle başlatılan bir soruşturma kapsamında Başsavcılığın talimatıyla 4/7/2018 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 17/7/2018 tarihinde başvurucuyu terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Sorgu tutanağına göre başvurucuya isnat edilen suçlar anlatılmış ve sorgu esnasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Soruşturma evresinde başvurucunun tutukluluk durumu farklı tarihlerde ve farklı mahkemelerce dosya üzerinden ya da başvurucu ve/veya müdafiinin dinlenilmesi suretiyle değerlendirilmiştir. Bu kapsamda başvurucu, mahkeme önüne en son İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 12/2/2020 tarihinde yapılan tutukluluk incelemesinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile çıkarak tutukluluk hâline dair beyanlarını müdafii ile birlikte sözlü olarak dile getirmiştir. Yapılan incelemede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiş, bu karara yapılan itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince dosya üzerinden incelenerek 20/2/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine başvurucunun tutukluluk durumu 6/3/2020 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince dosya üzerinden incelenmiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başsavcılık 12/3/2020 tarihli iddianamesi ile terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) iddianame 8/4/2020 tarihinde kabul edilmiş ve E.2020/101 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme yaptığı tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun 6/4/2020 tarihli tahliye talebinin reddine, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, başvurucunun tutukluluk incelemelerinin 28/4/2020 ve 21/5/2020 tarihlerinde, ilk duruşmanın ise 19/6/2020 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Mahkeme daha önce alınan karar gereği başvurucunun tutukluluk durumunu 28/4/2020 tarihinde başvurucunun aynı tarihli tahliye talebi ile birlikte, 21/5/2020 tarihinde ise başvurucunun 13/5/2020 tarihli tahliye talebi ile birlikte değerlendirerek dosya üzerinden incelemiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun 28/4/2020 tarihli tutukluluk hâlinin devamı kararına yaptığı itiraz da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 3/6/2020 tarihinde dosya üzerinden incelenerek reddedilmiştir. Mahkemece ilk duruşma daha önce alınan karar gereği 19/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Bu duruşmaya başvurucu müdafii bizzat, başvurucu ise SEGBİS vasıtasıyla katılarak atılı suça ilişkin savunmaları ile tutukluluk hâline dair beyanlarını sözlü olarak dile getirme imkânına sahip olmuşlardır. Başvurucu 30/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemece 20/8/2020 tarihli duruşmada başvurucu hakkındaki davanın ayrılmasına karar verilmiş ve başvurucu hakkındaki yargılamaya E.2020/187 sayılı dosya üzerinden devam olunmuştur. Mahkeme 26/1/2021 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine, 7/10/2021 tarihli duruşmada ise başvurucunun beraatine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. A. İlgili Mevzuat 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler" 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici madde şöyledir:"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:...c) Tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir. Tahliye talepleri en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanabilir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 108 inci maddesi uyarınca yapılan tutukluluğun incelenmesi en geç, otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden, doksanar günlük sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek suretiyle resen yapılır.” 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"(1) Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla;a) Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hükmü içeren diğer kanunlarda taraflar bakımından belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim tarafından tayin edilen süreler ile arabuluculuk ve uzlaştırma kurumlarındaki süreler 13/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden,b) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlarda belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim veya icra ve iflas daireleri tarafından tayin edilen süreler; nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere tüm icra ve iflas takipleri, taraf ve takip işlemleri, yeni icra ve iflas takip taleplerinin alınması, ihtiyati haciz kararlarının icra ve infazına ilişkin işlemler 22/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden, itibaren 30/4/2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durur. Bu süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlar. Durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılır. Salgının devam etmesi halinde Cumhurbaşkanı durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabilir ve bu döneme ilişkin kapsamı daraltabilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır.(2) Aşağıdaki süreler bu maddenin kapsamı dışındadır:a) Suç ve ceza, kabahat ve idari yaptırım ile disiplin hapsi ve tazyik hapsi için kanunlarda düzenlenen zamanaşımı süreleri.b) 5271 sayılı Kanunda düzenlenen koruma tedbirlerine ilişkin süreler.c) 6100 sayılı Kanunda düzenlenen ihtiyati tedbiri tamamlayan işlemlere ilişkin süreler.(3) 2004 sayılı Kanun ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlar kapsamında;a) İcra ve iflas daireleri tarafından mal veya haklara ilişkin olarak ilan edilmiş olan satış gününün durma süresi içinde kalması halinde, bu mal veya haklar için durma süresinden sonra yeni bir talep aranmaksızın icra ve iflas dairelerince satış günü verilir. Bu durumda satış ilanı sadece elektronik ortamda yapılır ve ilan için ücret alınmaz,b) Durma süresi içinde rızaen yapılan ödemeler kabul edilir ve taraflardan biri, diğer tarafın lehine olan işlemlerin yapılmasını talep edebilir,c) Konkordato mühletinin alacaklı ve borçlu bakımından sonuçları, durma süresince devam eder,ç) İcra ve iflas hizmetlerinin aksamaması için gerekli olan diğer tedbirler alınır.(4) Durma süresince duruşmaların ve müzakerelerin ertelenmesi de dâhil olmak üzere alınması gereken diğer tüm tedbirler ile buna ilişkin usul ve esasları;a) Yargıtay ve Danıştay bakımından ilgili Başkanlar Kurulu,b) İlk derece adli ve idari yargı mercileri ile bölge adliye ve bölge idare mahkemeleri bakımından Hâkimler ve Savcılar Kurulu,c) Adalet hizmetleri bakımından Adalet Bakanlığı,belirler."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2017/7338, K.2018/7621 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “...5271 sayılı CMK'nın koruma tedbirlerine dayalı tazminat isteme koşullarını düzenleyen 142/1 maddesinde, karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği belirtilmekle birlikte, bazı hallerde tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyası ya da soruşturma dosyasında esas hakkında bir karar verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi gerekmez. Keza, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, kişinin yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talepler hakkında karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır.Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir ...” Yargıtay Ceza Dairesinin 14/12/2015 tarihli ve E.2014/19906, K.2015/19237 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:Davacı vekili 2013 tarihli dava dilekçesi ile müvekkilinin silahlı terör örgütü üyeliği suçundan 14/04/2012 tarihinde yakalandığını, üç gün gözaltında tutulduğunu, daha sonra 2012 tarihinde çıkarıldığı ... Özel yetkili (Mülga CMK. madde ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesi sonrası, tutuklanma talebiyle sevk edildiği (CMK Madde ile görevli) ... Ağır Ceza Mahkemesi Hakimliği'nce 2012 tarih ve 2012/35 sorgu sayılı karar ile tutuklanıp ... tipi Cezaevine gönderildiğini ve daha sonra müvekkili hakkında tutuklandığı suç dolayısıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK Madde ile görevli)'ca hazırlanan 12/04/2013 tarih, 2013/174 sayılı iddianame ile ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı dosyasında kamu davası açıldığını, ilk duruşmaya 22/08/2013 tarihinde çıkabildiğini, müvekkilinin yakalanma anından itibaren yaklaşık 16 ay tutuklu bir vaziyette, hakim karşısına çıkarılmayarak çok uzun süre tutuklulukta kaldıktan sonra duruşmaya çıkarılmış olması nedeniyle CMK’nın l41/l-d maddesindeki makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmamış olması nedeniyle, 000 TL. manevi tazminatın, yakalama tarihinden itibaren faizi ile birlikte, yargılama harç ve masraflarının ve vekalet ücretinin davalı hazineden alınarak taraflarına verilmesini talep etmiş, mahkemece yapılan inceleme ve değerlendirme sonunda '... Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı ceza dosyasında davacı (sanık) hakkında yapılan yargılamanın devam ettiğini, CMK’nın 142/ maddesi gereğince karar ve hükümlerin kesinleşmesi şartının gerçekleşmediği' gerekçesiyle dava dilekçesinin CMK’nın 142/ maddesi gereğince reddine karar verilmiş itiraz üzerine inceleme yapan ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2014 tarih, 2014/1024 değişik iş sayılı kararı ile verilen kararın temyizi kabil kararlardan olduğu gerekçesi ile itiraz yönünde karar verilmesine yer olmadığına dair kararı üzerine esasa ilişkin kararın temyizi kabil olduğu kabul edilerek dosya incelendi, gereği düşünüldü;1-5271 sayılı CMK’nın tazminat istemenin koşulları başlığını taşıyan maddesinde;'Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde' bulunulabileceği hükme bağlanmış ve kanundaki bu düzenleme nedeniyle, tazminat istemine konu davaların esasıyla ilgili verilen kararların kesinleşmesi veya verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararların kesinleşmesinden itibaren dava açma süresinin başlayacağı kabul edilmiş, yerleşik uygulama bugüne kadar da bu şekilde sürdürülmüştür.Ancak; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı açıkça anlaşılmaktadır.Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep konusunda karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Somut olayda da tutukluluk süresinin uzun olduğu gerekçesi ile yasa ve mevzuat ihlali yapıldığına ilişkin iddiaya dayalı tazminat talebi asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talep niteliğinde bulunmadığından hüküm verilmesine veya kesinleşmesine gerek bulunmamaktadır....Somut olayda tazminat isteminin haklı olup olmadığı irdelemesini yapacak olan mahkemenin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunup bulunmadığının ve makul sürede yargılama merci huzuruna çıkarılıp çıkarılmadığının tespitidir....Bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle 2012 tarihinde tutuklanan tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin ve makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanak dosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19/son maddesi 'Hürriyeti kısıtlanan kişilerin en kısa zamanda bırakılmasının' sağlanmasını öngördüğü gibi yine Anayasa'nın 90/son maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalardan olan ve uygulama önceliği olan, İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/ maddesindeki 'Yakalanan veya tutuk durumda bulunan herkes hemen bir hakim veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır' düzenlemeleri ile birlikte 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141/1-d maddesine göre, 'Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen' kişilere de tazminat verilmesini öngördüğünden, soruşturma ve kovuşturma sürecinde tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı da irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi,...İsabetsiz olup ... [hükmün] BOZULMASINA ... oybirliğiyle karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 5/5/2014 tarihli ve E.2014/3087, K.2014/10836sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacının maddi tazminat talebinin reddi ile, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:Davacı vekili 2007 tarihli dilekçesi ile davacının kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmadığı, serbest bırakılmadığı ve hakkında karar verilmediği nedeni ile 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunulmuş olup, yapılan inceleme sonunda mahkemece, davacının tazminat talebinin dayanağı olan yargılandığı mahkemedeki davanın henüz sonuçlanmamış olması nedeniyle davanın CMK'nın 142/1 maddesi gereğince reddine dair, 2008 tarih ve 2007/320 esas, 2008/90 sayılı hükmünün davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 2012 tarih, 2012/25534 esas, 2012/22659 karar sayılı ilamı ile, davacı vekilinin sair temyiz itirazları reddedildikten sonra, '2006 tarihinde tutuklanan sanık (davacı) hakkında 2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verildiği, sanığın değişik cezaevlerine nakli dolayısıyla 2007 tarihinde savunmasının talimatla alındığı ve 2007 tarihinde yargılandığı mahkeme huzuruna çıkarılıp serbest bırakıldığı, davacının 5271 sayılı CMK'nın 141/1-d maddesindeki Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı' ve yargılandığı mahkemede hazır bulundurulmadığından tazminata hak kazandığı, Dairemizin 2012 tarih ve 2011/15700 esas ve 2012/9187 karar ve 2012 tarih ve 2012/20227 ve 18818 sayılı kararlarında da belirtildiği gibi bir kısım koruma tedbirleri nedeniyle sanıklar hakkındaki davaların sonuçlanmasının gerekmediği, devam eden davada davacının beraat etmesi halinde de ayrıca CMK'nın 141/1-e maddesindeki 'Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilenler' kapsamında tazminat talep edebileceği hususu gözetilmeden 'Tazminat istemine konu davanın derdest olup sonuçlanmadığı ve kesinleşmediği' gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi,' nedeniyle bozulmuş olup; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep konusunda karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesinin veya verilen hükmün kesinleşmesinin beklenmesine gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir.Bu kapsamda somut olay incelendiğinde; 2006 tarihinde tutuklanan sanık (davacı) hakkında 2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verildiği, sanığın değişik cezaevlerine nakli dolayısıyla 2007 tarihinde talimatla savunmasının alındığı ve 2007 tarihinde yargılandığı mahkeme huzuruna çıkarılıp serbest bırakıldığı, kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve yargılandığı mahkemede hazır bulundurulmadığı ve 5271 sayılı CMK.nun 141/1-d maddesi gereğince manevi tazminata hak kazandığı, bunun için davanın sonuçlanmasının ve beraat etmesinin gerekmediği, her ne kadar davacı maddi tazminat isteminde bulunmuş ise de, davanın tutuklu sanığın (davacının) makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmamış olmasına dayalı olması, bu aşamada maddi bir kaybının oluşmamış olması, yargılandığı davada beraatine karar verilecek olması durumunda maddi zararlarını ayrıca isteyebilecek olması gerekçesiyle maddi tazminat talebinin reddi ile, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hükümde isabetsizlik görülmemiştir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20339 | Başvuru, tutukluluk incelemelerinin uzun süre hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluk incelemesi sonunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ve tutukluluğun devamına dair karara yapılan itirazın değerlendirilmemesi/geç değerlendirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, siyasi partilerin devlet yardımından yararlanmaları için milletvekili genel seçimlerinde %3 oy alma şartının aranmasının seçim hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Büyük Birlik Partisi tarafından 12/6/2014 tarihinde, diğer başvurucu Saadet Partisi tarafından ise 24/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan başvuru yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu Büyük Birlik Partisinin 2014/8843 sayılı başvurusu için İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, başvurucu Saadet Partisinin 2014/10107 sayılı başvurusu için İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Saadet Partisinin 2014/10107 sayılı başvurusunun, konu bakımından aynı olması nedeniyle diğer başvurucu Büyük Birlik Partisinin 2014/8843 sayılı başvurusu ile birleştirilmesine ve incelemenin birleştirilmiş dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 5/9/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiş; Bakanlık, verilen ek süre sonunda 10/11/2014 tarihinde görüşlerini Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüşü 13/11/2014 tarihinde başvurucu Büyük Birlik Partisine tebliğ edilmiş; başvurucu, karşı beyanlarını 27/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. İkinci Bölümün 1/12/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Yüksek Seçim Kurulunun, 12 Haziran 2011 tarihli Dönem Milletvekili Genel Seçiminde başvurucu Büyük Birlik Partisinin %0,75 oranında, diğer başvurucu Saadet Partisinin %1,26 oranında oy aldığına ilişkin 22/6/2011 tarihli ve K.1070 sayılı kararı, 23/6/2011 tarihli ve 27973 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Başvurucular, Dönem Milletvekili Genel Seçimleri’nde 10/6/1983 tarihli ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun Maddesinin birinci fıkrasında öngörülen %10’luk seçim barajının altında kalmaları nedeniyle milletvekili çıkaramadıkları ve 22/4/1983 tarihli ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun ek Maddesinin beşinci fıkrasında öngörülen %7 oranından fazla oy alamadıkları için siyasi partilere yapılan devlet yardımından yararlanamamıştır. 2820 sayılı Kanun’un ek Maddesinde 2/3/2014 tarihli ve 6529 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucunda siyasi partilerin devlet yardımı alabilmeleri için öngörülen, milletvekili genel seçimlerinde toplam geçerli oyların %7’sinden fazla oy oranına ulaşma şartı %3’e indirilmiştir. Başvurucular Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde aldıkları oy oranını, 2015 yılında yapılacak milletvekili genel seçiminde de almaları durumunda söz konusu hükümlerin uygulanacağını ve bu nedenle devlet yardımından yararlanamamaları hâlinde hak ihlalinin söz konusu olacağını belirterek bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurunun incelendiği tarihten önce 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde başvurucu siyasi Partiler seçim ittifakı yaparak Saadet Partisi çatısı altında %2,06 oranında; 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde ise Büyük Birlik Partisi %0,53, Saadet Partisi %0,68 oranında oy almıştır.B. İlgili Hukuk 2839 sayılı Kanun’un Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Genel seçimlerde ülke genelinde, ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde, geçerli oyların %10’unu geçmeyen partiler milletvekili çıkaramazlar. Bir siyasi parti listesinde yer almış bağımsız adayların seçilebilmesi de listesinde yer aldığı siyasi partinin ülke genelinde ve ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde yüzde onluk barajı aşması ile mümkündür.” 2820 sayılı Kanun’un Maddesi şöyledir:(12/8/1999 tarihli ve 4445 sayılı Kanun’un 6 maddesi) Siyasi partilerin gelirleri amaçlarına aykırı olamaz.Siyasi partiler aşağıda belirtilen gelirleri elde edebilirler:a) Parti üyelerinden alınacak giriş aidatı ile üyelik aidatı,b) Partili milletvekillerinden alınacak milletvekilliği aidatı,c) (Değişik bent: 7/8/1988 tarihli ve 3420 sayılı Kanun’un Maddesi) Milletvekili, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği ve il genel meclis üyeliği aday adaylarından alınacak özel aidat, (Bu aidatlar 64 üncü maddedeki esaslar dahilinde siyasi partilerin yetkili merkez karar organlarınca tespit ve tahsil olunur.)d) Parti bayrağı, flaması, rozeti ve benzeri rumuzların satışından sağlanacak gelirler,e) Parti yayınlarının satış bedelleri,f) Üye kimlik kartlarının ve parti defter, makbuz ve kağıtlarının sağlanması karşılığında alınacak paralar,g) Partice tertiplenen balo, eğlence ve konser faaliyetlerinden sağlanacak gelirler,h) Parti mal varlığından elde edilecek gelirler,i) Bağışlar.j) (Ek bent: 27/6/1984tarihli ve 3032 sayılı Kanun’un 1 maddesi) Devletçe yapılan yardımlar.(h) bendinde yazılı parti mal varlığından elde edilen gelirler hariç olmak üzere, diğer bentlerde yazılı kaynaklardan elde edilen gelirlerden hiçbir surette vergi, resim ve harç alınmaz.” 2820 sayılı Kanun’un ek Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Yüksek Seçim Kurulunca son milletvekili genel seçimlerine katılma hakkı tanınan ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun 33 üncü maddesindeki genel barajı aşmış bulunan siyasi partilere her yıl Hazineden ödenmek üzere o yılki genel bütçe gelirleri “(B) Cetveli” toplanmış beşbinde ikisi oranında ödenek mali yıl için konur. (Değişik ilk cümle: 12/8/1999 tarihli ve 4445 sayılı Kanun’un Maddesi) Bu ödenek, yukarıdaki fıkra gereğince Devlet yardımı yapılacak siyasi partiler arasında, bu partilerin genel seçim sonrasında Yüksek Seçim Kurulunca ilan edilen toplam geçerli oy sayıları ile orantılı olarak bölüştürülmek suretiyle her yıl ödenir. Bu ödemelerin o yılki genel bütçe kanununun yürürlüğe girmesini takiben on gün içinde tamamlanması zorunludur.(Mülga üçüncü fıkra: 12/8/1999 tarihli ve 4445 sayılı Kanun’un Maddesi) (Değişik fıkra: 2/3/2014 tarihli ve 6529 sayılı Kanun’un Maddesi) Bu madde uyarınca yapılacak yardımlar sadece parti ihtiyaçları veya parti çalışmalarında kullanılır.(Değişik fıkra: 2/3/2014 tarihli ve 6529 sayılı Kanun’un Maddesi) Milletvekili genel seçimlerinde toplam geçerli oyların %3’ünden fazlasını alan siyasi partilere de Devlet yardımı yapılır. Bu yardım en az Devlet yardımı alan siyasi partinin ikinci fıkra gereğince almış olduğu yardım ve genel seçimlerde aldığı toplam geçerli oy esas alınarak kazandıkları oyla orantılı olarak yapılır. Bu fıkra uyarınca yapılacak yardım bir milyon Türk Lirasından az olamaz. Bunun için her yıl Maliye Bakanlığı bütçesine yeterli ödenek konulur.(Ek fıkra: 7/8/1988 tarihli ve 3420 sayılı Kanun’un Maddesi) Yukarıdaki fıkralarda öngörülen yardım miktarları; bu yardımdan faydalanabilecek siyasi partilere, milletvekili genel seçiminin yapılacağı yıl üç katı, mahalli idareler genel seçim yılı için iki katı olarak ödenir. Her iki seçim aynı yıl içerisinde yapıldığında bu ödemenin miktarı üç katı geçemez. Bu fıkra gereğince yapılacak katlı ödemeler, Yüksek Seçim Kurulunun seçim takvimine dair kararının ilanını izleyen 10 gün içinde yapılır.(Ek fıkra: 12/8/1999 tarihli ve 4445 sayılı Kanun’un Maddesi) Bu Kanunun 76 ncı maddesi hükmü dairesinde gelirleri Hazineye irad kaydedilen ve taşınmaz malları Hazine adına tapuya tescil edilen siyasi partilere, bu madde gereğince yapılacak Devlet yardımından, Hazineye irad kaydedilen gelirin Hazine adına tapuya tescil edilen taşınmazların toplam değerinin iki katı indirilir.” | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8843 | Başvuru, siyasi partilerin devlet yardımından yararlanmaları için milletvekili genel seçimlerinde %3 oy alma şartının aranmasının seçim hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, türbanla ilgili mevzuat ve mahkeme kararları çerçevesinde öğretim üyesi olarak yaptığı hukuka uygun eylem ve işlemler nedeniyle eğitim ve öğretimin engellenmesi suçundan İzmir Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda mahkûmiyetine karar verilmesinin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 6/8/2013 tarihinde İzmir Asliye Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 12/7/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Astrofizik Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yapmakta iken 1/7/2012 tarihinde emekli olmuştur. Başvurucunun Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görev yaptığı dönemde matematik bölümü öğrencisi olan müşteki, 2011 yılı içinde eğitim ve öğrenimini engellediği iddiasıyla başvurucu hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, 12/4/2011 tarih ve Soruşturma No: 2011/30195, Karar No: 2011/96 sayılı görevsizlik kararıyla, 6/11/1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi gereğince soruşturmanın yapılması amacıyla dosyanın Ege Üniversitesine gönderilmesine karar verilmiştir. Ege Üniversitesi Rektörlüğünün 2/1/2012 tarihli kararıyla başvuran hakkındaki iddialarla ilgili olarak son soruşturmanın açılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz üzerine Danıştay Dairesinin 21/3/2012 tarih ve E.2012/106, K.2012/458 sayılı kararıyla itirazın reddine, lüzum-u muhakeme kararının onanmasına, başvurucunun Türk Ceza Kanunu'nun maddesi gereğince yargılanmasına, yargılamanın İzmir Asliye Ceza Mahkemesinde yapılamasına karar verilmiştir. Başvurucunun, 2011 yılında Ege Üniversitesi Matematik Bölümü öğrencisi olan şikayetçiyi, başörtülü olarak bölüm binasına girmek istemesi üzerine uyardığı, daha sonra ısrarla güvenlik görevlisini çağırarak bölüm binasının dışına çıkardığı, şikayetçiye karşı fiziki engellemeleri defalarca uyguladığı, zaman zaman derse girip, dışarı çıkması için rahatsız edici davranışlar sergilediği, bir çok kez fotoğraflar çekerek huzursuz olmasına neden olduğu, öğrencilerin kılık ve kıyafeti konusunda herhangi bir idari görevi olmadığı halde bu durumu ilgili birimlere bildirmek yerine doğrudan müdahalede bulunmak suretiyle eğitim ve öğretimi engellediği iddiasıyla yapılan yargılama sonunda, İzmir Asliye Ceza Mahkemesi 13/9/2012 tarih ve E.2012/974, K.2012/1418 sayılı kararıyla, başvurucunun 2 yıl 1 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme kararında, başvurucunun, astronomi bölümü öğretim üyesi olduğu halde matematik bölümü öğrencisi katılan hakkında eğitim ve öğrenim hakkını engelleyecek şekilde yetkisiz tutanaklar düzenlediği, binaya girişi engelleyecek şekilde durarak kapıyı tuttuğu, rızası dışında fotoğraf çektiği, katılanın başörtülü olması nedeni ile hakaret oluşturan sözler kullandığı, katılan perukla geldiğinde de benzer şekilde engellemek suretiyle isnat edilen suçun işlediğini belirtmiştir. Bu karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/6/2013 tarih ve E.2013/835, K.2013/17101 sayılı ilamıyla onanmış ve aynı tarihte kesinleşmiştir. Bu karar başvurucu tarafından 24/7/2013 tarihinde öğrenilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/11/1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun Ek maddesi şöyledir:“Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Eğitim ve öğretimin engellenmesi" başlıklı maddesi şöyledir:"Cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla;…b) Öğrencilerin toplu olarak oturdukları binalara veya bunların eklentilerine girilmesine veya orada kalınmasına,Engel olunması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur." 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Cezanın belirlenmesi” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hakim, somut olayda;a) Suçun işleniş biçimini,b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,d) Suçun konusunun önem ve değerini,e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,g) Failin güttüğü amaç ve saiki,Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6401 | Başvurucu, türbanla ilgili mevzuat ve mahkeme kararları çerçevesinde öğretim üyesi olarak yaptığı hukuka uygun eylem ve işlemler nedeniyle eğitim ve öğretimin engellenmesi suçundan İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda mahkûmiyetine karar verilmesinin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, kuruluş tarihinden itibaren üç yıl içinde bir kısım ilçe kongrelerini yapmayan başvurucu partinin ilgili yönetim kurulu başkanları olan başvurucular hakkında idari para cezasına hükmedilmesi nedeniyle tüm başvurucular yönünden ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin; kanuni dayanağı olmadan ve savunma alınmadan idari para cezası uygulanması nedeniyle gerçek kişi başvurucular yönünden suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 4/4/2014, 19/9/2014 ve 7/11/2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine doğrudan ve İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/9/2015 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 30/9/2015 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinde bulunan 2014/4664, 2014/15218 ve 2014/17503 sayılı başvuruların, başvurucu ve konu bakımından aynı olması nedeniyle 2013/4663 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Tüzel kişi başvurucu Halkın Kurtuluş Partisi (HKP), yasal olarak kurulmuş ve faaliyetlerini sürdüren bir siyasi partidir. Diğer başvurucular ise HKP’nin farklı yerlerdeki ilçe teşkilat sorumlularıdır. Başvuruculardan Deniz Dönmez'e Gaziantep Valiliğinin 27/11/2013 tarihli ve 33 sayılı oluru ile Parti İlçe Teşkilatı Yönetim Kurulu başkanı sıfatıyla 731 TL idari para cezası; Mehmet Yüce'ye Gaziantep Valiliğinin 27/11/2013 tarihli ve 32 sayılı oluru ile Parti İlçe Teşkilatı Yönetim Kurulu başkanı sıfatıyla 731 TL idari para cezası; Türkan Bayyar'a Bartın Valiliğinin 21/4/2014 tarihli ve 2226 sayılı oluru ile Parti İlçe Teşkilatı Yönetim Kurulu başkanı sıfatıyla 759 TL idari para cezası ve Çağatay Döldöş'eBorçka Kaymakamlığının 10/12/2013 tarihli ve 77 sayılı oluru ile Parti İlçe Teşkilatı Yönetim Kurulu başkanı sıfatıyla 731 TL idari para cezası verilmiştir. Kararların birbiri ile uyumlu ortak gerekçesi şöyledir:“Konu ile ilgili olarak, “Halkın Kurtuluş Partisi … İlçe Teşkilâtı hakkında il/ilçe kongresini zamanında yapmadıklarından dolayı 5253 sayılı Dernekler Kanununun 32/b maddesine istinaden İlçe Teşkilâtı Yönetim Kurulu Başkanına … TL idari para cezası uygulanması…” Gerçek kişi başvurucuların anılan işlemlere karşı yaptıkları itirazlar, Gaziantep Sulh Ceza Mahkemesinin 7/2/2014 tarihli ve 2014/3 ve 2014/8 Değişik İş sayılı kararları (Deniz Dönmez ve Mehmet Yüce), Bartın Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/8/2014 tarihli 2014/51 Değişik İş sayılı kararı (Türkan Bayyar) ve Borçka Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/9/2014 tarihli 2014/10 Değişik İş sayılı kararı (Çağatay Döldöş) ile idari para cezasının miktarı itibarıyla kesin olarak reddedilmiştir. Gaziantep Sulh Ceza Mahkemesinin karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"... Başvuru dilekçesi, başvuruya konu bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde; Başvuranın başkanı bulunduğu Halkın Kurtuluş Parti Gaziantep … İlçe teşkilatı 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununa tabi olup aynı kanunun 14/6, 19/3 ve 20/7 hükümleri uyarınca siyasi parti Merkez-il-ilçe teşkilatlarının en fazla 3 yıl içerisinde kongre yapma zorunluluğu bulunduğundan, 2820 sayılı kanunun 29/1 hükmünün ''Dernekler kanununun bu kanuna aykırı olmayan hükümleri Siyasi Partilerin her kademedeki kongreleri içinde uygulanır'' düzenlemesi doğrultusunda, … tarihinde İlçe Teşkilatının kurulmasını takiben 3 yıl dolmasına rağmen kongre yapmadığının tespiti üzerine ''Dernek Genel Kurulunu süresi içinde toplantıya çağırmayan Dernek Yöneticisinin idari para cezasıyla cezalandırılacağına ilişkin'' 5253 sayılı Dernekler Kanununun 32/b hükmü kıyasen uygulanmak suretiyle HKP … İlçe Teşkilatı Başkanı olan başvuran hakkında temsilcisi bulunduğu siyasi parti teşkilatını süresi içinde kongreye çağırmaması nedeniyle tesis olunan idari yaptırım kararında usul ve yasaya aykırı yön bulunmadığı kanaatine varılarak, başvurunun reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.” Bartın Sulh Ceza Hakimliğinin karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"... Dosya kapsamındaki tüm bilgi ve belgeler ile yukarıda izah edilen mevzuat çerçevesinde yapılan değerlendirmede; her ne kadar itiraz eden vekili itiraza konu dilekçesinde partinin kurulmasından bu yana yeni üye yapamadıklarından dolayı ilk genel kurul toplantısını yapamadıklarını bu nedenle işlenemez suç mahiyetinde bulunduğunu, Medeni Kanun’un maddesinde “... Ancak, bu toplantıya katılan üye sayısı, yönetim ve denetim kurulları üye tam sayısının iki katından az olamaz” hükmünün düzenlendiğini itiraz dilekçesinde belirtmiş ise de, yukarıda 2820 sayılı Yasa’nın ilgili madde [14/, 19/, 20/, 29/ ve ] hükümlerinde belirtildiği üzere il ve ilçe kongresinin büyük kongrenin yapılmasına engel olmayacak şekilde parti tüzüğünde gösterilecek süreler içerisinde toplanacağı ve genel kurul toplantılarının iki yıldan az 3 yıldan fazla olmayacak süre içerisinde yapılacağı hükmünün düzenlendiği, ilçe seçim genel kurul toplantılarında toplantı yeter sayısının sağlanamaması halinde toplantının nasıl yapılacağı hususunda herhangi bir düzenleme yapılmamış ise de,büyük kongre toplantısının toplantı yeter sayısına ilişkin düzenleme getirdiği ve buna göre ilk çağrıda toplantı yeter sayısının elde edilememesi halinde ikinci çağrı üzerine yapılacak toplantıda toplantı yeter sayısının aranmayacağının hükme bağlandığı, 2820 sayılı Kanun’da düzenlenmeyen konularda Medeni Kanun’un ancak bu Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, Medeni Kanun’un toplantı yeter sayısını düzenleyen maddesinin ise özel kanun niteliğindeki 2820 sayılı Kanun’un 14/6 ve 14/9 maddesinde düzenlenen amir nitelikteki hükümlere aykırılık teşkil etmesi nedeniyle uygulanmasının mümkün olmadığı kanaatine varılmakla ilgili mevzuata uygun olarak verilen idari para cezasına ilişkin itirazın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir." Borçka Sulh Ceza Hakimliğinin karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"... 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 14/6, 19/3 ve 20/7 maddeleri gereğince siyasi partilerin her kademe kongrelerinin iki yıldan az üç yıldan fazla olmayacak bir süre içerisinde toplanması mecburidir. Bu hükümlere aykırı davranılması Siyasi Partiler Kanunu’nun 29/1 ve 118 maddelerinde yer alan atıf nedeniyle Dernekler Kanunu hükümlerine göre işlem yapılması gerekmektedir. Dernekler Kanunu’nun 32 maddesinin b fıkrasında “Genel kurulu süresinde toplantıya çağırmayan, genel kurul toplantılarını kanun ve tüzük hükümlerine aykırı olarak veya dernek merkezinin bulunduğu veya tüzüğünde belirtilen yer dışında yapan dernek yöneticilerine beşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Mahkemece, kanun ve tüzük hükümlerine aykırı olarak yapılan genel kurul toplantılarının iptaline de karar verilebilir.” Denilmektedir. Bu madde hükmüne göre başkanı olduğu siyasi parti ilçe kongresini zamanında toplantıya çağırmayan Çağatay Döldöş hakkında idari para cezası düzenlenmesinde herhangi bir usulsüzlük bulunmamaktadır.” Nihai kararlar, başvuruculara 5/3/2014, 22/8/2014 ve 9/10/2014 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular sırasıyla 4/4/2014, 19/9/2014 ve 7/11/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/4/1983 tarihli ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun “İl teşkilâtı” başlıklı maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:" İlçe kongresi, il kongresinin yapılmasına engel olmayacak şekilde parti tüzüğünde gösterilen süreler içinde toplanır.” Halkın Kurtuluş Partisi Tüzüğü’nün “Yerel örgütler ve kongreler” başlıklı maddesinin (c) bendi şöyledir:“YEREL KONGRELER: Üç yılda bir birbirlerini tamamlayacak sırayla toplanır.” 2820 sayılı Kanun’un “Kongrelerle ilgili genel hükümler” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“22 Kasım 1972 tarihli ve 1630 sayılı Dernekler Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri, siyasi partilerin her kademedeki kongreleri için de uygulanır.” 2820 sayılı Kanun’un “Genel ceza hükümleri” başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunla, 22 Kasım 1972 tarihli ve 1630 sayılı Dernekler Kanununa yapılan atıflar hakkında, söz konusu Kanunda yer alan ve bu Kanun hükümlerine aykırı bulunmayan ceza müeyyideleri, siyasi partiler ve sorumluları hakkında da uygulanır.” 2820 sayılı Kanun’un “Diğer sebeplerle başvuru” başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Bir siyasi partinin bu Kanunun 101 inci maddesi dışında kalan emredici hükümleriyle diğer kanunların siyasi partilerle ilgili emredici hükümlerine aykırılık halinde bulunması sebebiyle o parti aleyhine Anayasa Mahkemesine, Cumhuriyet Başsavcılığınca re`sen yazı ile başvurulur.Anayasa Mahkemesi, söz konusu hükümlere aykırılık görürse bu aykırılığın giderilmesi için ilgili siyasî parti hakkında ihtar kararı verir.” 22/11/1972 tarihli ve 1630 sayılı mülga Dernekler Kanunu’nun “Ceza hükümleri” başlıklı bölümünde yer alan maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Genel kurul toplantılarını kanun ve tüzüklerine aykırı olarak yapan dernek yöneticileri hakkında, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, ikibin liraya kadar ağır para cezası hükmolunur. Gerektiğinde, kanun ve tüzüğe aykırı yapılan genel kurul toplantılarının iptaline de mahkemece karar verilebilir.” 4/11/2004 tarihli ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu'nun “Cemiyetler ve Dernekler kanunlarına yapılan atıflar” başlıklı maddesi şöyledir:“Diğer kanunlarda, 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu, 1630 sayılı Dernekler Kanunu veya 2908 sayılı Dernekler Kanunu ile bunların ek ve değişikliklerine veya belli maddelerine yapılan atıflar, bu Kanuna veya bu Kanunun aynı konuları düzenleyen madde veya maddelerine yapılmış sayılır. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde aynı konuları düzenleyen 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun ilgili hükümlerine atıf yapılmış sayılır.” 5253 sayılı Kanun’un “Ceza hükümleri” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir:“Genel kurulu süresinde toplantıya çağırmayan, genel kurul toplantılarını kanun ve tüzük hükümlerine aykırı olarak veya dernek merkezinin bulunduğu veya tüzüğünde belirtilen yer dışında yapan dernek yöneticilerine beşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Mahkemece, kanun ve tüzük hükümlerine aykırı olarak yapılan genel kurul toplantılarının iptaline de karar verilebilir.” 5253 sayılı Kanun’un “Cezaların uygulanması” başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanunda yazılı olan idarî yaptırımlara karar vermeye mahalli mülki amir yetkilidir.” | Örgütlenme özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4663 | Başvuru, kuruluş tarihinden itibaren üç yıl içinde bir kısım ilçe kongrelerini yapmayan başvurucu partinin ilgili yönetim kurulu başkanları olan başvurucular hakkında idari para cezasına hükmedilmesi nedeniyle tüm başvurucular yönünden ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin; kanuni dayanağı olmadan ve savunma alınmadan idari para cezası uygulanması nedeniyle gerçek kişi başvurucular yönünden suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi neticesinde elde edilen kayıtların imha edilmediği ve alenileştirildiği ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Hizbullah terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 2011 yılında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sürecinde başvurucu hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri uygulanmıştır. Başvurucunun da aralarında bulunduğu altmış dört şüpheli hakkında Başsavcılık tarafından 2/11/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına (takipsizlik) karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, şüpheliler hakkında telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi tedbiri uygulandığı ve söz konusu tedbirin uygulanmasına 22/5/2013 tarihinde son verildiği belirtilmiştir. Kararda; yürütülen soruşturmada operasyon yapılmasını gerektirecek mahiyette yeterli delile ulaşılamadığı, şüphelilerin gerçekleştirdiği görüşmelerin güncel görüşmeler kapsamında kaldığı ve neticede delil elde edilemediğinden şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği ifade edilmiştir. Kararda, mahkeme kararlarına dayanılarak icra edilen iletişimin dinlenmesi, tespiti, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin tedbirlerin kaldırıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca ilgili kişilere gerekli bildirimlerin yapılmasına, adli emanet memurluğunda bulunan kayıtlı materyallerin aynı maddenin (3) numaralı fıkrası uyarınca imha edilmesine, bu hususta anılan merciye yazı yazılmasına da karar verilmiştir. Başvurucu; telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesine ilişkin koruma tedbirinin kanuna aykırı şekilde iki yıldan fazla süre boyunca uygulandığını, söz konusu koruma tedbiri neticesinde elde edilen ve 2/11/2015 tarihli takipsizlik kararıyla birlikte imha edilmesine karar verilen kayıtların Başsavcılık tarafından farklı mahkemelere gönderildiğini, kayıtların 11/4/2016 tarihinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) yüklendiğini ve bu suretle alenileştirildiğini ileri sürerek 5271 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açmıştır. Elâzığ Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kayda alınan ve 000 TL manevi tazminat talebi içeren 13/5/2016 havale tarihli dava dilekçesinde başvurucu, imha edilmesi gereken söz konusu kayıtların -tespit edebildiği kadarıyla- yirmi dört farklı dava dosyasına girdiğini iddia etmiş ve bu hususta mahkeme adı, esas numarası gibi detaylı bilgiler sunmuştur. Başvurucu; takipsizlik kararının üzerinden beş ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen soruşturma kapsamında elde edilen dinleme kayıtlarının imha edilmemiş olmasının ve bu kayıtların UYAP'a yüklenip farklı mahkemelere gönderilerek alenileştirilmesinin 5271 sayılı Kanun'da yer alan usullere açıkça aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Kişinin mahremiyetine ve haberleşmesine yönelik müdahaleler dolayısıyla oluşan zararların devlet tarafından tazmin edilmesi gerektiğini, fiilî durumun Cumhuriyet savcılarının eksik ve yanlış şekilde yaptığı işlemlerden kaynaklandığını ve açtığı davanın 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmeye uygun olduğunu iddia etmiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından Mahkemeye sunulan esas hakkındaki mütalaada yasal koşulların oluşmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkeme 13/1/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, koruma tedbiri neticesinde elde edilen kayıtların aleniyet kazanmadığı ve 5271 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen tazminat koşullarının oluşmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, söz konusu kararın bozulması ve davanın kabulüne karar verilmesi talebiyle Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesine istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/5/2015 tarihli kararı zikredilmiş ve kanunların her sorunu çözemeyeceği, sorunların çözümü için uygun kurallar manzumesini ortaya koydukları, sorunların ise ancak karar vericileri tarafından çözülebileceği ifade edilmiştir. Dinleme kayıtlarının ifşa edildiği açık olmasına rağmen davanın reddedilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilmiş ve oluşan manevi zararların 5271 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında giderilmesi yönündeki talebin yersiz gerekçelerle reddedildiği ileri sürülmüştür. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 19/7/2018 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde mahkeme kararında usule ve mevzuata ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 5/9/2018 tarihinde öğrenilmiştir. 11/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, yargı mercilerince verilen kararlar, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, §§ 19- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27076 | Başvuru, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi neticesinde elde edilen kayıtların imha edilmediği ve alenileştirildiği ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ziyaret gününün öğrenim gören çocuklarıyla görüşmeyi sağlayacak şekilde belirlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) tutuklu olarak bulunan başvurucu; çocuğunun eğitim durumu nedeniyle hafta içi belirlenen ziyaret gününün hafta sonuna alınması için Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığına (Kurul) müracaat etmiştir. Başvurucunun talebi reddedilmiştir. Ret kararlarının gerekçesinde; ceza infaz kurumunda kapasitenin üzerinde mahpus barındırılması, personel yetersizliği ile kurum asayiş ve güvenliği gözönüne alındığında ziyaret gününün belirlenenden başka bir güne alınmasının güvenlik sorunlarına neden olacağı vurgulanmıştır. Başvurucunun bu karara karşı Osmaniye İnfaz Hâkimliğine yaptığı şikâyet, Kurul kararındaki gerekçelere istinaden reddedilmiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz da Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 7/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 8/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32096 | Başvuru, ziyaret gününün öğrenim gören çocuklarıyla görüşmeyi sağlayacak şekilde belirlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Elektrik abonesi olan başvurucu Şirket, elektrik faturalarına yansıtılan kayıp kaçak, dağıtım, iletim, sayaç okuma, perakende hizmet satış bedelleri ile bunlara dayalı alınan katma değer vergisinin haksız olarak tahsil edildiğini ileri sürerek 22/1/2015 tarihinde perakende satış yapan şirkete karşı alacak davası açmıştır. Denizli Asliye Ticaret Mahkemesi 30/11/2017 tarihinde konusuz kalan dava hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, başvurucunun davanın açıldığı tarihteki içtihada göre davayı açmakta haklı olmakla birlikte dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 4/6/2016 tarihli ve 6719 sayılı Kanun ile 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa eklenen geçici madde uyarınca davanın konusuz kaldığı belirtilmiştir. Başvurucu, lehine kazanılmış hak oluştuğu ve yasal değişikliğin geriye yürütülemeyeceği iddiasıyla istinaf yoluna başvurmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 18/5/2018 tarihinde, kararın usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunu kesin olmak üzere esastan reddetmiştir. Nihai karar 5/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/28337 | Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, farklı tarihlerde tek başına oturma eylemi yapan başvurucu hakkında emre aykırı davrandığı gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 15/1/2019 ile 24/10/2019 arası farklı tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Kişi yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/7464, 2019/10612, 2019/10725, 2019/10739, 2019/13154, 2019/20199, 2019/25706, 2019/25789, 2019/25810, 2019/32812 ve 2019/35616 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2019/1628 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1964 doğumlu olup Sarıyer İlçe Sağlık Müdürlüğünde çalışmakta iken arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması nedeniyle 15/8/2018 tarihinde başvurucunun işine son verilmiştir. Başvurucu, işine son verilmesine karşı sesini duyurmak amacıyla 3/9/2018 tarihinden itibaren Sarıyer Kaymakamlığına (Kaymakamlık) yakın mesafede bulunan Şehit Öğretmenler Parkı'nda oturma eylemine başlamıştır. Başvurucu her gün saat 00 sıralarında Şehit Öğretmenler Parkı'nda oturma eylemi yapmıştır. Başvurulara konu tarihlerde başvurucunun söz konusu alanda eylem yapacağı bilgisinin alınması üzerine kolluk kuvvetleri eylemin başlamasından önce alana gelmiş, başvurucunun eylemine başlaması ve "İşimi geri istiyorum, direne direne kazanacağız!" şeklinde sloganlar atmaya başlaması üzerine eylemin izinsiz ve kanuna aykırı yapıldığı ve eyleme son verilmesi gerektiği yönünde uyarılar yapmıştır. Başvurucunun söz konusu uyarılara rağmen eylemine devam etmesi üzerine kolluk kuvvetleri tarafından başvurucuya yasal hakları hatırlatılarak üst araması yapılmış, adli muayene raporu alınmak üzere başvurucu sağlık kurumuna götürülmüş ve akabinde Polis Merkez Amirliğinde idari işlemler uygulandıktan sonra salıverilmiştir. Başvurucu hakkında 24/9/2018 ile 1/8/2019 tarihleri arasında farklı günlerde gerçekleştirdiği oturma eylemleri nedeniyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucuya her bir oturma eylemi için 100 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen İdari Yaptırım Tutanaklarında başvurucunun eylemine dair herhangi bir bilgi yer almamış, yalnızca 5326 sayılı Kanun'un maddesine aykırı davrandığı belirtilmiştir. Başvurucu söz konusu idari para cezalarına ayrı ayrı itiraz etmiştir. İtirazları inceleyen ilgili İstanbul sulh ceza hâkimlikleri (hâkimlikler) başvurucunun itirazlarını farklı tarihlerde kesin olarak reddetmiştir. İtirazları inceleyen Hâkimliklerden;i. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği "Her ne kadar muteriz vekili müvekkili hakkında düzenlenen idari cezanın iptalini talep etmiş ise de; muteriz vekilinin sunduğu itiraz dilekçesi ve ekleri, ceza tutanağını düzenleyen kurumca verilen cevabi yazıdaki bilgi ve belgeler incelendiğinde, 2911 sayılı Kanunda belirtildiği üzere 48 saat öncesinden gerekli makamlardan izin alınmadığı, dosya kapsamında muteriz vekili tarafından izin alındığına dair herhangi bir belge sunulmadığı, bahse konu etkinliğin toplumda infial yaratabileceği ve kamu güvenliğini tehlikeye sokabileceğine kanaat getirilmekle 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu'nun Maddesi uyarınca Sarıyer Kaymakamlığı İlçe Emniyet Müdürlüğü Tarabya Polis Merkezi amirliği tarafından düzenlenen idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu, muteriz vekilinin dilekçesinde ileri sürülen itiraz sebeplerinin ceza tutanağının aksini ispata yeterli olmadığı, cezanın iptalini gerektirir muteriz vekilinin yeterli somut delilleri de bulunmadığı görüldüğünden, itirazın reddine karar verilmesi gerekmiştir.",ii. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği "İtiraz edenin dilekçesi, ekleri, idareden gelen cevabi yazı, bilirkişi raporu ve tüm dosya birlikte değerlendirildiğinde; itiraz eden hakkında Ferahevler Mahallesi Sarıyer Kaymakamlığı yanı Deniz sokak üzerinde bulunan Şehit Öğretmenler Parkı içerisinde eylem yapıldığı bilgileri üzerine kolluk görevlilerinin olay yerine intikal ettiği, itiraz edenin söz konusu parkta oturma eylemi yaptığı, bu esnada 'Direne direne kazanacağız, İşimi geri istiyorum, Bu daha başlangıç, Mücadeleye devam, İnsanlık onuru işkenceyi yenecek' şeklinde bağırır vaziyette başlaması ile, kolluk görevlilerinin kendisine 'kanunsuz ve izinsiz bir şekilde kamu kurumu çevresinde ve umuma açık park alanında yasa dışı eylem yaptığı, yaptığı eylemin izinsiz ve yasa dışı olduğu, derhal bu eyleme son vermesi gerektiği, eyleme son vermediği takdirde orantılı olarak zor kullanarak eylemi sonlandıracaklarını' yüksek ve anlaşılır bir şekilde söylediklerini, şahsın defalarca uyarılmasına rağmen bu yasa dışı eyleme ve slogan atmaya son vermemesi üzerine itiraz edenin gerekli idari işlemlerin yapılabilmesi için yasal hakları yüzüne anlaşılır bir şekilde okunup söylendiği, şahıs üzerindeki kaba üst aramasında herhangi bir suç ve suç unsuru materyale rastlanmadığını, devamında darp-cebir raporu alınarak Tarabya Şehit Kemal Aykut Genç Polis Merkezi Amirliğine intikal ettirildiği, gerekli işlemlerin ardından salıverildiği hususunun her bir idari para cezası için ayrı ayrı tutulan tutanak içeriklerinden anlaşıldığı, idari yaptırıma konu yasa metni ve olay tutanakları bir bütün olarak değerlendirildiğinde verilen idari yaptırım kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 28/8-a maddesi uyarınca itirazın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.",iii. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği "İtiraz dilekçesi, gelen cevabi yazı ve tüm dosya birlikte değerlendirildiğinde; 03/09/2018 tarihinden itibaren Sarıyer İlçe Kaymakamlığı yanında bulunan parkta oturma eylemi gerçekleştirilmiştir. Buna dayanarak idari para cezası uygulanmıştır. Kaymakamlıkça uygun olmadığı ilan edilen yerlerde toplantı ve gösteri yapıldığı anlaşıldığından yasal dayanağı bulunmayan itirazın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.",iv. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği "Tüm dosya kapsamı, itiraz dilekçesi ve gelen yazı cevabı birlikte değerlendirildiğinde; KHK ile işten atılan muterizin işine dönmek istemesi ile alakalı olarak Şehit Öğretmenler Parkı içerisinde oturma eylemine başladığı bu esnada 'Direne direne kazanacağız, işimi geri istiyorum, bu daha başlangıç, mücadeleye devam, insanlık onuru işkenceyi yenecek' şeklinde bağırır şekilde sloganlar atmaya başladığı, kendisine Kanunsuz ve izinsiz bir şekilde kamu kurumu çevresinde ve umuma açık park alanında yasa dışı eylem yaptığı, yaptığı eylemin izinsiz ve yasa dışı olduğu, kolluk kuvvetlerince derhal bu eyleme son vermesi gerektiği, eyleme son vermediği takdirde orantılı olarak zor kullanarak eylemi sonlandırıcaklarını yüksek ve anlaşılır bir şekilde söylendiği, ancak defalarca uyarılmasına karşın yasa dışı eyleme ve slogan atmaya son vermemesi üzerine şahsın gerekli idari işlemler yapılarak salıverildiği anlaşılmakla, başvuruya konu edilen eylemlerin gerçekleştiği, başvuranın dilekçesinde idari yaptırım kararının aksine hiçbir delil bulunmadığı ve idari yaptırım kararının da hukuka uygun olduğu anlaşılmakla itirazın 5326 sayılı yasanın 28/8-a maddesi gereğince reddine karar vermek gerekmiştir.",v. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği "Her ne kadar muteriz itirazını 5326 sayılı Kanunun maddesine göre belirtilen 15 (on beş) günlük süre içerisinde yapmış ve hakkında düzenlenen idari cezanın iptalini talep etmiş ise de; muterizin sunduğu itiraz dilekçesi ve ekleri, ceza tutanağını düzenleyen kurumca verilen cevabi yazıdaki bilgi ve belgeler incelendiğinde; dosyada bulunan 01/10/2018, 24/09/2018, 27/09/2018, 28/09/2018, 05/10/2018, 04/10/2018 ve 09/10/2018 tarihli tutanaklarda belirtildiği üzere yapılan eylemde 'Dirine Direne Kazanacağız, İşimi Geri İstiyorum, Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam, İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek' şeklinde sloganlar atıldığı açıkta görülmektedir. Bu hali ile düzenlenen idari yaptırım karar defteri 97-95-93-91-90 ve 88 sıralarına kayıtlı idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu, muterizin dilekçesinde ileri sürülen itiraz sebeplerinin ceza tutanağının aksini ispata yeterli olmadığı, cezanın iptalini gerektirir muterizin yeterli somut delilleri de bulunmadığı görüldüğünden, itirazın reddine karar verilmesi gerekmiştir.",vi. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği "5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesinde belirtilen kabahate uyduğu, takdir ve tespitte hata olmadığı, tutanak içeriğine göre sadece idari işleme tevessül edildiği, adli işleme gidilmediği, kabahatler kanununun 15/3 maddesi söz konusu olmadığı, idari para cezaları usul ve yasaya uygun temin edildiği anlaşılmış olmakla itirazın her bir ceza tutanağı yönünden ayrı ayrı reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." şeklinde değerlendirmelerde bulunmuştur. Kararlar farklı tarihlerde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İncelenen dosyalarda yeterli bilgi bulunmadığından Sarıyer Kaymakamlığından eylemlerin gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan ve Sarıyer'de gerçekleşecek her türlü eylem ve etkinliğin yapılacağı yerlere ilişkin bir karar veya Kaymakamlık emri bulunup bulunmadığı, varsa kararın bir örneği ile karar duyurusunun hangi vasıtalarla ve hangi tarihte yapıldığı hususlarında bilgi ve belge talep edilmiştir. Valiliğin 23/6/2021 tarihli yazısında, 26/9/2018 tarihli bir yasaklama kararına yer verilmiştir. Yazıda karar duyurusunun hangi vasıtalarla ve hangi tarihte yapıldığı hususlarında bir bilgi bulunmamaktadır. Yazıda örneği gönderilen söz konusu yasaklama kararı şöyledir:"Kanun Hükmünde Kararnameler [KHK] ile meslekten ihraç olan şahıslara destek verme amacıyla, idaremiz dahilinde bulunan yerlerde (alanlarda) çeşitli eylem ve etkinliklerin düzenlendiği ve düzenlenebileceği yapılan çalışmalar sonucu anlaşılmıştır.Bahse konu etkinliklerin yapılabilmesi için 2911 sayılı Kanunda belirtildiği gibi 48 saat öncesinden gerekli makamlardan izin alınmadığı, bahse konu etkinliğin toplumda infial yaratabileceği ve kamu güvenliğini tehlikeye sokabileceğinin değerlendirildiğinden;Ayrıca düzenlenmek istenen etkinliklerin yapılacağı yerlerin 2911 sayılı Kanun kapsamında vatandaşlarımızın yoğun olarak kullandığı yerler olduğu, insan ve araç trafiğini engellediği bilinmekte olup, ilçemizde mevcut bulunan kamu düzeninin olumsuz yönde etkileneceği, suç işleneceğine dair açık ve yakın bir tehlikenin oluşabileceği, kişi dokunulmazlığı, emniyet ve kamu esenliğini tehlikeye düşürebileceği, telafisi güç olayların meydana gelebileceği değerlendirildiğinden;Konu ile ilgili olarak idaremiz dahilinde bulunan '.......' kamu kurum ve kuruluşları binalarının önü ve çevresinde, umuma açık park ve bahçelerde yapılmak istenen etkinliklerin; 5442 Sayılı İl İdaresi Kanununun 32/ç maddesi gereğince '....'Yukarıda anılan mevzuat gereği ve 2911 sayılı Kanun kapsamında, idaremiz dahilinde KHK'lar ile memuriyetten ihraç olan şahıslara destek vermek amacı ile yapılmak istenen etkinliklerle alakalı olarak toplumsal olaylara sebebiyet verebileceği ve genel kamu düzenini bozabileceği değerlendirildiğinden ve 2911 Sayılı Kanunda belirtildiği üzere 48 saat öncesinden gerekli makamlardan izin alınmadığından yapılması düşünülen etkinliklerin ilçemiz dahilinde bulunan tüm alanlarda 26 Eylül 2018-9 Ekim 2018 [Tarihler her bir kararda değişiklik göstermektedir] tarihleri arasında yapılması emniyet açısından uygun olmadığı.." Başvurucunun eylemini gerçekleştirdiği ve başvurularına konu ettiği tarihlerde Kaymakamlık tarafından ilçe genelinde her türlü etkinliğin yasaklanmasına yönelik yukarıda bahsi geçen kararla aynı mahiyette ancak farklı tarihleri içerir birden çok karar alınmıştır. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un "Emre aykırı davranış" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"(1) Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir. (2) Bu madde, ancak ilgili kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde uygulanabilir." 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 32/Ç maddesi şöyledir: "İlçe sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının tasarrufa mütaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi kaymakamın ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için kaymakam gereken karar ve tedbirleri alır.Bu hususta alınan ve ilan edilen karar ve tedbirlere uymıyanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: “ Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar... Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda (...) ahlakın (...) korunması (...) için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre maddenin ikinci paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (benzer kararlar için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08, 60641/08, 7/2/2012, § 101). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1628 | Başvuru, farklı tarihlerde tek başına oturma eylemi yapan başvurucu hakkında emre aykırı davrandığı gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sözleşmenin hükümsüzlüğünün tespiti ve uyuşmazlığın giderilmesi davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, esaslı iddiaların mahkeme ve Yargıtay kararlarında cevaplandırılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/5/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Sakarya-Hendek-Bolu-Ankara otoyolu projesinin Bolu Dağı girişiyle ilgili yapım işi A.S.A firmasına ihale edilmiş ve 29/1/1987 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) ile ilgili firma arasında sözleşme imzalanmıştır. A.S.A firması 19/1/1990 tarihli ek sözleşme ile Gümüşova-Gerede otoyolu (Kesim-2) Bolu Dağı Geçişinin yapımı ve bir yıllık bakımı işini taahhüt etmiştir. Anılan firma ile başvurucu şirket, aralarında27/7/1998 tarihinde düzenlenen sözleşmede, Gümüşova-Gerede otoyolu (Kesim-2) Bolu Dağı Geçişinin yapımı ve bir yıllık bakımı işini birlikte yürütmek üzere taahhütte bulunmuşlardır. Sözleşme, Ankara Noterliğince 31/7/1998 tarihinde onaylanmış ve taraflarca 3/8/1998 tarihinde ortak girişim beyannamesi düzenlenmiştir. Sözleşmede, hak ve menfaatlerin %50 oranında taraflarca paylaşılacağı, anlaşmazlık hâlinde tahkime gidileceği, ortak girişimin pilot firmasının A.S.A olduğu kararlaştırılmıştır. Ortak girişim talebi İdare tarafından uygun bulunmuş ve taraflarca ihaleye konu yapım işi birlikte yürütülmeye başlanmıştır. Ortak girişimin taahhüdü devam ederken başvurucunun alacaklıları olan faktoring şirketlerinin başlattıkları icra takibinde, başvurucunun ortaklık payından doğmuş ve doğacak kâr ve tasfiye payına 31/5/2001 tarihinde haciz konulmuş, başvurucu ve A.S.A firması arasındaki ortaklığın feshi ve tasfiyesi yönünde Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2001/421 sayılı dosyasında dava açılmıştır. İcra takibi ve dava süreci devam ederken ortak girişimin sona erdiği ve tasfiye sürecine girdiği gerekçesiyle A.S.A firmasının söz konusu işe ait yükümlülükleri tek başına üzerine alarak işi tamamlayacağı, yapılan tüm iş ve faaliyetlerden üçüncü taraflara ait her türlü hak ve menfaatler karşısında A.S.A'nin tek başına sorumlu olacağı, İdarenin hiçbir şekilde muhataplığının ve sorumluluğunun olmayacağı yönünde İdare ile A.S.A firması arasında 14/11/2002 tarihinde "Gümüşova-Gerede Otoyolu Bolu Dağı Geçişi (Kesim-2) Ek (Zeyilname-8)"başlıklı sözleşme (Ek Sözleşme) düzenlenmiştir. Başvurucunun Ek Sözleşme'nin hükümsüzlüğü, uyuşmazlığın giderilmesi ve hakem tayini konularında Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/976 sayılı, Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2004/323 Değişik İş sayılı, Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2004/508 sayılı, Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2004/667 sayılı, Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2007/1 sayılı, Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2008/396 sayılı dosyalarında açtığı davalar görevsizlik, ret ve uyuşmazlığın Mahkemede görülmesi gerektiği yönündeverilen kararlarla sonuçlanmıştır. Başvurucu en son 24/11/2009 tarihinde, Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin (Mahkeme) E.2009/716 sayılı dosyasında açtığı davada, İdarenin muvafakatı alınarak A. S. A. firması ile ortak girişim oluşturulmak suretiyle sürdürülen işte, kendisinin rıza ve muvafakati alınması gerekirken İdare ve A.S.A firmasının kendi aralarında düzenledikleri 14/11/2002 tarihli Ek Sözleşme ile ortaklıktan doğan haklarından mahrum bırakıldığını, Ek Sözleşme'nin yetkisi olmayan genel müdür imzasıyla düzenlendiğini, yok hükmünde olduğunu, adi ortaklıktan doğan haklarının tasfiye sonuna kadar devam edeceğini, bu haklarının fiilen elinden alındığını, tek taraflı olarak gerçekleştirilen işlemle sözleşme özgürlüğünün ihlal edildiğini belirterek Ek Sözleşme'nin hükümsüzlüğünün tespiti ve uyuşmazlığın giderilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 15/9/2011 tarihli kararında, başvurucu ile davalı A.S.A firması arasındaki ortaklığın 31/5/2001 tarihinde sona erdiğini, kamu yararı nedeniyle ihale yapım işinin sürüncemede bırakılmamasının zorunlu olduğunu, bu nedenle 14/11/2002 tarihli Ek Sözleşme'nin düzenlendiğini, Ek Sözleşme'nin gerçekte ortak girişimin fesih ve gayesinin sona ermesine bağlı olarak tamamlanması yönünde, yeni bir sözleşme olarak düzenlendiğinin kabul edilmesi gerekeceğini, ortak girişim beyannamesinde pilot firmanın A.S.A olduğunun kabul edildiğini, ödemelerin verilen tedbir kararları dışında dahi tasfiye payının hesaplanmasına kadar bu firmaya verilmesinin, taraflar arasındaki anlaşmaya aykırı olmadığını, İdarenin Ek Sözleşme ile kalan işten A.S.A'yı sorumlu tutması ve üçüncü kişilere karşı muhatap kılmasının, işin ihalesinin zorunlu ve doğal sonucu olarak kabul edilmesi gerektiğini, davacı ile İdare arasında hakem heyeti önünde görülen aynı nitelikteki davada verilen mahkeme kararının davalı İdare lehine kesin hüküm teşkil ettiğini, bu davada A.S.A taraf olmasa daanılan ilamın A.S.A açısından da lehe kesin delil niteliğinin bulunduğunu, ayrıca başvurucunun, Ek Sözleşme'nin hükümsüzlüğünü talep etmekteki amacının, feshin gerçekleştiği ana kadar yapılacak ödemelerin A.S.A yerine ortak girişim adına yapılması olarak değerlendirildiğinde, Ek Sözleşme'nin ortak girişimin tasfiye sürecini etkiler bir yönünün bulunmadığını belirterek davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 20/3/2013 tarihli ilamında, delillerin takdirinde yanlışlık olmadığı, kararın usul ve kanuna uygun olduğunu belirterek hükmü onamıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 16/1/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu vekili Mahkemeye verdiği 14/4/2014 tarihli dilekçesinde Yargıtay karar düzeltme ilamının kendilerine tebliğini talep etmiş, ret kararı 24/4/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 22/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7070 | Başvuru, sözleşmenin hükümsüzlüğünün tespiti ve uyuşmazlığın giderilmesi davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, esaslı iddiaların mahkeme ve Yargıtay kararlarında cevaplandırılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutukluyken açık görüş hakkından yararlandırılmama nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL üçer aylık sürelerle uzatılarak 18/7/2018 tarihine kadar devam etmiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Darbe teşebbüsü öncesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütüne [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)] üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçları kapsamında yürütülen soruşturma sürecinde Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış ve Alanya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) Ceza İnfaz Kurumuna gönderdiği 2/9/2016 tarihli yazısında, yürütülmekte olan FETÖ/PDY soruşturması kapsamında tutuklanarak ceza infaz kurumunda barındırılan şüpheliler hakkında avukatları ile görüştürülmeleri, telefon görüşmeleri ve ziyaretçileri ile görüştürülmeleri hususlarında ilgili mevzuat hatırlatılmıştır. Bu kapsamda 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca tutukluların eşleri, ikinci dereceye kadar kan ve birinci dereceye kadar kayın hısımları ile vasileri ve kayyımları ile 15 günde 1 defa olmak üzere 10 dakikayı geçmeyecek şekilde telefonla haberleşmelerinin sağlanmasına ve tutukluların belgelendirmesi koşuluyla eşi, anne-babası ve çocukları tarafından haftada bir ve yarım saati geçmemek üzere, kurumca uygun görülecek bir günde ziyaret edilebilmelerine karar verildiği bildirilmiştir. Başvurucunun eşi N.G. 14/11/2016 ve 24/11/2016 tarihli dilekçeler ile Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu bulunan başvurucu hakkındaki görüş süreleriyle ilgili kısıtlamaların ve açık görüş yasağının kaldırılması talebinde bulunmuştur. Alanya İnfaz Hâkimliğinin 8/12/2016 tarihli yetkisizlik kararı ile dosyanın görevli ve yetkili Diyarbakır İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) gönderilmesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, talep konusu ilgili kısıtlamaların Başsavcılıkça getirilmiş olduğu vurgulanarak itirazları incelemenin İnfaz Hâkimliğinin yetkisinde olduğu belirtilmiştir. Anılan karara karşı başvurucunun eşi tarafından yapılan itiraz, Alanya Ağır Ceza Mahkemesinin 22/12/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın kesinleşmesi üzerine söz konusu dosya İnfaz Hâkimliğine gönderilmiştir. Başvurucu, Alanya İnfaz Hâkimliğine hitaben yazdığı 28/12/2017 tarihli dilekçesinde görüş hakkıyla ilgili kısıtlamaların ve özellikle açık görüş yasağının kaldırılması talebinde bulunmuştur. Öte yandan Ceza İnfaz Kurumunun İnfaz Hâkimliğine gönderdiği 12/2/2018 tarihli yazıda, Başsavcılığın soruşturması kapsamında 2/9/2016 tarihli yazısı gereğince başvurucunun eşi, annesi, babası ve çocuklarıyla haftada bir kez ve yarım saati geçmemek üzere kapalı görüş hakkından yararlandığı ancak açık görüş yasağının devam ettiği bildirilmiştir. İnfaz Hâkimliğinin 21/2/2018 tarihli kararı ile başvurucunun 28/12/2017 tarihli dilekçesi ve Alanya İnfaz Hâkimliğinin yetkisizlik kararına ilişkin dosyası birlikte değerlendirilerek talebin reddine karar verilmiş ve karara karşı tebliğden itibaren bir hafta içinde itiraz yoluna müracaat edilebileceği bildirilmiştir. Kararın gerekçesinde, öncelikle Ceza İnfaz Kurumuna başvuru yapılarak bu hususta bir karar alınmadan doğrudan İnfaz Hâkimliğine talepte bulunulmasının ilgili mevzuata uygun olmadığı açıklanmıştır. Söz konusu karar 27/2/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden başvurucunun İnfaz Hâkimliği kararına karşı herhangi bir itirazda bulunmadığından kararın 7/3/2018 tarihinde kesinleştiği ve 16/3/2018 tarihinde Ceza İnfaz Kurumundan tahliye edildiği anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi daha önceki içtihadında mahpusların açık görüş hakkının sınırlandırılmasına dayanak oluşturan ulusal ve uluslararası mevzuat ile konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına yer vermiştir (Halil Berk, B. No: 2017/8758, 21/3/2018, §§ 18-37; Ö., B. No: 2017/34584, 22/3/2018, §§ 18-37). 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun "İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:"Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir....Şikayet yoluna, kendisi ile ilgili olmak kaydıyla hükümlü veya tutuklu ya da eşi, anası, babası, ayırt etme gücüne sahip çocuğu veya kardeşi, müdafii, kanuni temsilcisi veya ceza infaz kurumu ve tutukevi izleme kurulu başvurabilir...." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları şöyledir:"İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikâyetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir.İtiraz, infaz hâkimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine yapılır. İnfaz hâkimi aynı zamanda bu mahkemenin üyesi olduğu takdirde itirazla ilgili karara katılamaz." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/8582 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutukluyken açık görüş hakkından yararlandırılmama nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/37760 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2018/37760 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, kamu kurumlarında (İdareler) ve bu İdarelere hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken yapılan tespitler ve ilgili birimlerce başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının İdarelere bildirilmesi üzerine başvurucuların iş akitleri İdarelerce ve Şirketçe feshedilmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve İdareler aleyhine dava açmıştır. Davalı İdareler ve Şirket cevap dilekçesinde; ilgili birimlerin yazıları ekinde davacının bilgilerinin de yer aldığı listede bulunan kişilerin terör örgütü yapılanması ile irtibatı ve iltisakı olduğu tespitine yer verildiğini, başvurucuların iş akitlerinin bu kapsamda ve 667 sayılı KHK'nın maddesi gereği feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Ekli tablonun (D) sütununda belirtilen ilk derece mahkemelerince davaların kabulüne -bir davada ise karar verilmesine yer olmadığına- karar vermiştir. İlk derece mahkemesi kararlarında; başvurucuların terör örgütleri ile bağlantılı ya da ilişkili olduklarına yönelik somut herhangi bir bilginin sunulmadığı, haklı ve geçerli bir fesih nedeni bulunmadığı ve bu nedenle yapılan fesihlerin geçersiz olduğu gerekçesine yer verilmiştir. Anılan kararlara karşı istinaf başvurusu üzerine ekli tablonun (E) sütununda belirtilen bölge adliye mahkemesi ilgili dairelerince (Bölge Adliye Mahkemesi) istinaf istemleri kabul edilerek davaların reddine karar vermiştir. Kararlarda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve başvurucuların terör örgütü yapılanmalarıyla irtibatlı olduğu şüphesi nedeniyle taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelediği, iş ilişkisinin olumsuz etkilendiği ve bu durum nedeniyle davalı işveren bakımından iş sözleşmesinin artık katlanılamaz derecede bir yük ve sıkıntı teşkil ettiği vurgulanmıştır. Temyiz yolu açık kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince (Daire) reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker ([GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-35). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37760 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 11/11/2012 tarihinde sağ gözüne metal parça isabet etmesi sonucunda yaralanarak aynı gün saat 00 sıralarında Uşak Devlet Hastanesine (Hastane) görme bozukluğu şikâyeti ile müracaat etmiştir. Hastane Acil Servisinde görev yapan pratisyen hekim A. tarafından yapılan muayenede başvurucuya konjoktivite tanısı konulmuş ve pansuman yapılarak taburcu edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, ertesi gün 24'te görme bozukluğunun arttığını belirterek yeniden Hastaneye gitmiş, göz hastalıkları uzman hekimi S. tarafından muayenesi yapılarak USG ve kafa grafileri incelenmiştir. Bu tetkikler sonucunda başvurucunun göz küresi içinde birikintiler bulunduğunun belirlenmesi nedeniyle Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine (Tıp Fakültesi) sevk edilmiştir. 13/11/2012 tarihinde Tıp Fakültesine giden başvurucunun muayenesinde göz içinde yabancı cisim bulunduğu belirlenerek tedavisine başlanmıştır. Görme yetisini tümüyle kaybettiği anlaşılan başvurucu, bu süreçte iki kez ameliyat edilmiş ancak olumlu sonuç alınamaması nedeniyle tedavisine son verilmiştir. Başvurucu 28/11/2013 tarihinde üçüncü kez ameliyat edilerek sağ gözünün içi boşaltılmış ve protez uygulaması yapılmıştır. Zararlarının tazmini amacıyla idareye yaptığı müracaata olumsuz cevap alan başvurucu 12/11/2014 tarihinde Manisa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açarak idareden maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir. Başvurucu dava dilekçesinde; Hastanede yapılan ilk müdahalenin yetersiz olduğunu, pratisyen hekim A.nın uzman hekimden görüş alması gerekmesine karşın yalnızca pansuman yaparak kendisini taburcu etmesi nedeniyle hizmet kusuru bulunduğunu ifade etmiştir. İdarenin cevap dilekçesinde; olayda hizmet kusurundan söz edilemeyeceği, meydana gelen neticenin tıbbi komplikasyon olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, yargılama sırasında Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulundan (ATK) bilirkişi raporu almıştır. 28/4/2017 tarihli raporda; başvurucunun görme kaybının retina yaralanmasına bağlı olarak kaza anında oluştuğu, kornea ve lenste hasar olmaması nedeniyle acil koşullarında teşhis konulamayabileceği bildirilmiştir. Başvurucudaki yaralanmanın uzman bir doktor tarafından poliklinikte biomikroskop ve göz dibi muayenesi ile tespit edilebileceğini belirten raporda, görme kaybı tarif edilmesi nedeniyle doktor A.nın başvurucuyu kısa süre içinde uzman hekime yönlendirmesi gerektiğine değinilerek doktorun eyleminin tıp kurallarına uygun olmadığı vurgulanmıştır. Raporda ayrıca başvurucuyu muayene ederek sevk işlemini yapan doktor S.nin uygulamalarının tıp kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme 4/10/2017 tarihinde manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne, maddi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ATK raporuna atıfta bulunularak somut olayda Acil Servis doktoru A.nın eksik tıbbi müdahalede bulunduğu belirlendiğinden manevi tazminatın kısmen kabul edildiği belirtilmiştir. Gerekçede, başvurucunun görme kaybının kaza anında oluştuğu, bu nedenle aynı gün içinde ameliyata alınmış olması hâlinde dahi, sağ gözündeki görme kaybının engellenemeyeceğine ilişkin ATK raporuna itibar edilerek maddi tazminat talebinin reddedildiği belirtilmiştir. Bunun yanında başvurucunun idarenin kusurundan kaynaklanan ve salt bu eylem nedeni ile ödemek zorunda kaldığı somut ve kanıtlanabilir bir zararının bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu ve idare, istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucunun dilekçesinde; Mahkemenin maddi tazminat talebine dayanak olan delilleri toplamadığı, manevi zararın boyutu nazara alındığında yalnızca 000 TL tazminata hükmedilmiş olmasının hakkaniyete aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İdare vekilinin dilekçesinde ise sağlık personelinin ağır kusuru bulunmadığından idarenin tazminat ödeme yükümlülüğü olmadığı belirtilmiştir. İstinaf talebini inceleyen İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesi (Daire), ATK raporunda doktor A.ya yalnızca konsültasyon eksikliği nedeniyle kusur izafe edildiğini ancak anılan uygulama nedeniyle başvurucunun tedavi süresinin uzaması, gözündeki hasarın artması ve enfeksiyon gelişmesi yönünde bir değerlendirme yapılmadığını belirterek Tıp Fakültesinden bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Tıp Fakültesinin 4/4/2008 tarihli raporunda; yaralanmanın yeri ve biçimi nedeniyle geçen zamanın tedavi sürecini olumsuz etkilemediği, başvurucunun yaralanmasının doğal bir sonucu olarak sağ gözünün işlevini yitirdiği bildirilmiştir. Daire, 12/4/2018 tarihinde başvurucunun istinaf isteminin reddine, davalı idarenin istinaf isteminin kabulü ile manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin kararın kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; bilirkişi raporları uyarınca başvurucunun ameliyatına kadar geçen sürenin gözünü kaybetmesinde belirleyici olmadığı, idarenin ağır hizmet kusuru olmaması nedeniyle manevi zararlardan sorumlu tutulamayacağı belirtilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 18/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22738 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş kazası neticesinde ölüm olayının meydana gelmesiyle ilgili olarak idareye karşı açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Olayda vefat eden 1/10/1963 doğumlu Y.B. başvurucuların eşi ve babaları olup olay tarihinde 48 yaşındadır. Devlet Su İşleri (DSİ) Yaylakavak Barajı'nda bekçi olarak çalışmakta olan Y.B. 28/12/2011 tarihinde sabah saatlerinde su seviyesini ölçmek için gittiği barajdan evine dönerken eğimli arazide kayarak başını kaya parçasına vurmuş ve üzerine kaya düşmesi sonucu hayatını kaybetmiştir. 28/12/2011 tarihli olay yeri inceleme raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...Maktulün üzerine yuvarlandığı belirtilen ve 6 numara ile işaretlenen kaya parçasının kopmuş olduğu mevkinin tespiti hakkında yapılan araştırmada maktulün 320 cm ve 350 cm batı istikametinde maktulün üst kısmı yamaçtaki 40 ebadındaki kayalık zeminden kaya parçası kopma izinin olduğu tespit edildi. 7-8 olarak tespit edilen zeminde oluşmuş kaya parçası izinden maktul istikametine ve 6 numara ile işaretlenen kaya parçasına kadar zeminde kaya yuvarlanma izlerinin ve küçük kaya parçacıklarının oluşmuş olduğu görüldü. 6 numara ile işaretlenen kaya parçasının ölçüsü kayanın renk ve özellikleri bakımından olay öncesi 7-8 sayılı bulgu numarası ile işaretlenen zeminde bulunduğu sırada maktulün muhtemelen zemin alt hizasının bir kısmı boş olan bu kayanın üzerine basması sonucu kayanın bulunduğu yerden aşağıya yuvarlanabileceği ve dengesini kaybederek yere düşen maktulün üzerine gelebileceği değerlendirildi......Maktulün 6 metre kuzey istikametinde kayalık ve ağaçlık küçük bir alana sıkışmış vaziyette baş kısmından kendi ön ayağına bağlı büyükbaş hayvan tespit edildi. Bu hayvanın maktule ait olduğu anlaşıldı..." 28/12/2011 tarihli otopsi raporunda Y.B.nin kesin ölüm nedeninin kafa travmasına bağlı intraserebral hemaroji kaynaklı ölüm olduğu tespit edilmiştir. Y.B.nin eşi olan başvurucu Serpil Besli kendisi ve çocuğu başvurucu Esma Besli adına velayeten 30/1/2012 tarihinde DSİ Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara İş Mahkemesinde (Mahkeme) 000 TL maddi tazminat ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Mahkeme 8/2/2012 tarihli ara kararıyla Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) İş Teftiş Kurulu Başkanlığından soruşturma evrakına dair tüm bilgi ve belgelerin gönderilmesinin istenmesine, dava dilekçesinin DSİ'ye tebliğ edilmesine karar vermiştir. DSİ Genel Müdürlüğü, Y.B.nin baraj su seviyesini ölçtükten sonra dönüş esnasında sürekli kullandığı güzergâh dışına çıkarak önceki günlerde otlatmış olduğu büyükbaş hayvanın yanına gittiğini, bu sırada üzerine bastığı kaya parçasının hareket etmesi nedeniyle ayağının kayarak düştüğünü, başını kaya parçasına çarparak yaralandığını ve hareket eden kaya parçasının üzerine düşmesi sonucunda öldüğünü, idareye kusur izafe edilemeyeceğini, Y.B.nin dönüş yolundan saparak kendisine ait büyükbaş hayvanı kontrol etmek için büyük ve keskin kayaların bulunduğu yolu tercih ettiğini, olayın iş kazası olmadığını iddia ederek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. SGK Rehberlik ve Teftiş Başkanlığının 12/2/2013 tarihli inceleme raporunun sonuç ve kanaat bölümünün ilgili kısmı şöyledir:"...a)[YB.nin] maruz kaldığı kaza olayının 5510 sayılı Kanunun maddesinin (a) fıkrası uyarınca iş kazası olarak kabul edilmesi gerektiği,b) Kazada işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı davrandığı anlaşılan DSİ Şube Müdürlüğü hakkında 5510 sayılı Kanunun maddesinin birinci fıkrası ile sağlık hizmet giderleri açısından aynı kanunun maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca işlem yapılması gerektiği, yine 5510 sayılı Kanunun ve Maddelerinde yer alan kaçınılmazlık ilkesinin uygulanmasına ise mahal bulunmadığı,...kanaatine varılmıştır." Mahkeme 17/7/2013 tarihli ara kararıyla bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. 5/8/2013 tarihli bilirkişi raporu Mahkemeye sunulmuştur. Anılan bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...Olay tarihinde DSİ'ye ait Yaylakavak Barajında bekçi olarak istihdam edilen [Y.B.nin] işyerinde tek başına çalıştığı, baraj sahası içinde ailesi ile birlikte lojmanda ikamet ettiği sabah saatlerinde baraj su seviyesini kontrol etmesinden sonra dönüş yolunda yamaçta üzerine çıktığı kayadan aşağıya düşerek yaralanıp vefat ettiği olayda maddi gerçeklik olarak kazanın çalışanın görev sahası içinde meydana gelmiş olması nedeniyle idarenin hayvan beslemesine müsaade etmiş olabileceği 5510 sayılı kanunun iş kazası tanımında kazanın çalışanın görev sahası içinde meydana gelmiş olması şartı arandığından ve kazanın da [YB.nin] çalışma sahasında meydana gelmiş olması nedeniyle ölümlü kazanın 5510 sayılı kanun kapsamında iş kazası olarak tanımlanması gerekir.DSİ İdaresinin [Y.B.nin] bekçi olarak görevli olduğu baraj sahasında işlerini yürüttüğü sırada barajı kontrol için kullandığı yol güzergahını değiştirmemesi için yazılı uygulanabilir talimatların hazırlanmasında geliş gidiş yollarındaki tehlikeli bölgelerde nasıl davranması hareket etmesi gerektiği noktasında eğitim verilmesinde, hayvan besleme işlerini mesai saatleri dışında yapması gerektiği noktasında gerekli talimatların verilmesinde veyahut müsaade edilmemesi noktasında gerekli telkin ve yaptırımların uygulanmasında ihmali ve yukarıda sayılan nedenlerle illiyet bağı bulunan DSİ Genel Müdürlüğünün yüzde elli oranında kusurlu olduğuKazalının üzerinde bulunduğu kayadan dikkatsizliği tedbirsizliği veyahut kaya yapısının sağlamlığı gözle muayene etmeden üzerine çıkarak yere düşüp başını çarpması ve üzerine kaya parçasının düşerek vefat eden [Y.B.nin] yüzde elli oranında kusurlu olduğu kanaatine varılmıştır..." Başvurucular 9/4/2014 tarihinde maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebiyle yeni bir dava açmış ve daha önce başvuruculardan Serpil Besli ile Esma Besli'nin açtığı maddi tazminat talepli dava ile bu davanın birleştirilmesini talep etmişlerdir. Başvurucular aynı tarihte bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme 15/4/2014 tarihinde başvurucular tarafından açılan davaların birleştirilmesine karar vermiştir. 5/6/2014 tarihli karar ile de asıl davanın kabulüne; birleşen davanın kısmen kabul, kısmen reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:" ...Maktulün de olayın meydana geliş şekli itibariyle dikkatsizlik ve tedbirsizlik neticesi kendi yaralanması ve müteakiben ölümüne sebebiyet vermesi olgusu da dikkate alındığında her iki yanında ölüm olayının meydana gelmesinde eşit düzeyde ve %50 şer kusuru bulundukları sonucuna varıldığı......davacı Serpil Besli açısından 491,97 TL maddi tazminat talebinin kabulü, davacı Esma Besli'nin zararı kurum tarafından karşılandığından maddi tazminat talebinin reddi, davacıların sosyal ve ekonomik durumu, maktulün olayı hazırlayıcı kusurunun büyüklüğü nazara alınarak manevi tazminat taleplerinin davacı eş Seripil Besli bakımından 000 TL, çocuklar Esma ve Enes Besli bakımından ise 000 er TL lık kısmının kabulü, bakiye taleplerinin reddi yönünde hukuki kanaat hasıl olmuş..." Anılan karar başvurucular tarafından tazminat miktarının az olduğu iddiasıyla; DSİ Genel Müdürlüğü tarafından da hükme esas alınan bilirkişi raporunun keşif yapılmadan alındığı, olayın iş kazası olarak nitelendirilemeyeceği iddialarıyla temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 23/2/2015 tarihli kararı ile "bir işverenin çalışanına karşı özen yükümlülüğü bulunduğunu ancak bu akdi yükümlülüğün sınırsız olmadığını, zararlandırıcı olayın kazaya uğrayanın ağır kusurundan kaynaklanması durumunda illiyet bağının kesileceğini, bekçilik işi ile ilgisi olmayan kendi hayvanını kontrol etme işi sırasında yüzde 60-70 oranında eğimli bir araziye çıkan Y.B.nin ağır kusurunun illiyet bağını keseceğini, işverenin özen yükümlülüğü kapsamında alınacak bir tedbirin bulunmadığını" belirterek mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Mahkeme 17/6/2015 tarihli kararıyla Dairenin bozma kararına uymuş ve davanın reddine karar vermiştir. Anılan karar, Dairenin 16/11/2015 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar, başvuruculara 20/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 23/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun "İş kazasının tanımı, bildirilmesi ve soruşturulması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İş kazası;a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, (...)meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olaydır." 5510 sayılı Kanun'un "İş kazası ve meslek hastalığı ile hastalık bakımından işverenin ve üçüncü kişilerin sorumluluğu" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir. İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır. (...)İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir. " 5510 sayılı Kanun'un "Sigortalının kendisinden kaynaklanan sebeplerle tedavi süresinin uzaması, iş göremezliğinin artması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) ve (c) bentleri şöyledir:"...Sigortalının aşağıdaki sayılan nedenlerden dolayı iş kazasına veya meslek hastalığına uğraması, hastalanması, tedavi süresinin uzaması veya iş göremezliğinin artması hallerinde geçici iş göremezlik ödeneği veya sürekli iş göremezlik geliri;...b) Ceza sorumluluğu olmayanlar hariç, ağır kusuru yüzünden iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulan veya hastalanan sigortalının kusur derecesi esas alınarak üçte birine kadarı Kurumca eksiltilir.c) Kasdî bir hareketi yüzünden iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulan, hastalanan veya Kurumun yazılı bildirimine rağmen teklif edilen tedaviyi kabul etmeyen sigortalıya, yarısı tutarında ödenir..."B. Uluslararası Hukuk 1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartı’nın yerini almak üzere Avrupa Konseyi tarafından 1996 tarihinde kabul edilen (gözden geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı'nın "Güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Âkit Taraflar, işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak, güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarına sahip olma hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak üzere;1- İş güvenliği, iş sağlığı ve çalışma ortamı hakkında tutarlı bir ulusal politika oluşturmayı, uygulamayı ve bunu belli aralıklarla gözden geçirmeyi, bu politikanın temel hedefi, iş güvenliği ve iş sağlığını iyileştirmeyi ve özellikle çalışma ortamının doğasından kaynaklanan tehlike sebeplerini en aza indirmek yoluyla, çalışma sırasında ortaya çıkan ya da bununla bağlantılı olan hastalıkları ve kazaları önlemeyi;2- Güvenlik ve sağlık alanlarında yönetmelikler hazırlamayı;3- Denetim yoluyla bu yönetmeliklerin uygulanmasını sağlamayı;4- Tüm çalışanlar için, aslen koruma ve danışmanlık işlevlerine sahip iş sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesini desteklemeyi;taahhüt ederler." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur (...)" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletlerin yalnızca kasti ve hukuka aykırı ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda kendi egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak amacıyla gerekli tedbirleri almaları için devletlere pozitif yükümlülük yüklediğini de hatırlatmaktadır (B/İngiltere, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM’e göre Sözleşme’nin maddesi devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere [BD], B. No: 23452/94,28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/İngiltere, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/ 2004, § 71). AİHM, Ciechonska/Polonya (B. No: 19776/04, 14/6/2011, § 67) kararında devletin yaşama hakkını güvence altına alma görevinin kamuya açık alanlarda bireylerin güvenliğini sağlamaya yönelik makul tedbirler almayı, ciddi bir yaralanma ya da ölüm olayının yaşanması durumunda olayların tespit edilmesi, hatalı kişilerin sorumlu tutulması ve mağdura uygun telafinin sağlanması bakımından yeterli nitelikteki yasal yolların mevcut olduğunu güvence altına alan etkili ve bağımsız bir adli sisteme sahip olmayı kapsadığını kaydetmiştir. Ancak AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesikapsamında, yetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak/koşulsuz değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit, yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogenov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03, 27311/03,20/12/ 2011, § 209). Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük; modern toplumların güvenliğini sağlamadaki zorluklar, insan davranışlarının öngörülemezliği ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiği akılda tutularak yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogenov ve diğerleri,§ 209; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, § 69). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27841 | Başvuru, iş kazası neticesinde ölüm olayının meydana gelmesiyle ilgili olarak idareye karşı açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması,resen yapılan tutukluluk incelemelerinin ve/veya itiraz değerlendirmelerinin duruşma yapılmadan karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; el koyma kararı nedeniyle mülkiyet hakkının, savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Vergi hâkimi olarak görev yapmakta olan başvurucu, Mersin Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY üyesi olma suçundan yürütülen bir soruşturma kapsamında 16/7/2016 tarihinde Mersin Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 20/7/2016 tarihinde Başsavcılıkta alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle; eğitim hayatı boyunca ve meslek hayatına başladıktan sonra FETÖ/PDY ile hiçbir bağının olmadığını, örgüte ait evlerde ya da yurtlarda kalmadığını, örgütün yayınlarına abone olmadığını, örgütün güçlü olduğu dönemlerde unvanlı görev almadığını ve darbe teşebbüsü ile hiçbir ilgisi olmadığını beyan etmiştir. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle Mersin Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Hâkimlik tarafından aynı gün yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu sorguda Savcılıkta verdiği ifadeye benzer beyanlarda bulunmuştur. Hâkimlik 21/7/2016 tarihli sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...[diğerleri] ve Şenol Coşkun'un üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarının vasıf ve mahiyeti, haklarında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve tutuklama nedenlerinin bulunması, aleyhlerine mevcut adli bulgular, delillerin tamamen toplanmamış olması, suçun kanundaki ceza miktarı, suçun CMK.nın Maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, verilmesi beklenen ceza ile tutuklamanın ölçülü olması ve adli kontrolün yetersiz kalacağının anlaşılması nedenleri ile CMK.nın 100 ve devamımaddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, itirazı inceleyen Mersin Sulh Ceza Hâkimliği 26/7/11/2016 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı 23/8/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma bu tarih itibarıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında devam etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 7/12/2016 tarihinde yaptığı resen tutukluluk incelemesi sonunda, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 12/1/2017 tarihinde görev yönünden yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma bu tarih itibariyle Antalya Cumhuriyet Başsavcılığında (Savcılık) devam etmiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, Antalya Sulh Ceza Hâkimliği kararı yerinde bularak itirazı 1/2/2017 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu itirazın reddine dair kararı 7/2/2017 tarihinde öğrendiğini beyan etmiş ve 8/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Savcılığın 15/7/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. İddianamede, başvurucunun örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas olarak başvurucunun ByLock kullanıcısı olduğu, tanık beyanlarında başvurucunun örgüt üyesi olduğu yönündeki ifadeler ve başvurucunun Yargıçlar ve Savcılar Birliği Derneğine (YARSAV) üyelik kaydının bulunduğu olgularına dayanılmıştır. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"...tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller gözetildiğinde, yine FETÖ/ PDY silahlı terör örgütünün örgüt yapısı ile çalışma sistemi düşünüldüğünde şüphelinin suçsuzluğuna ilişkin savunmasına itibar edilemeyeceği, dolayısıyla şüphelinin FETÖ/ PDY silahlı terör örgütüne organik bağ kurduğu, hakim olan hiyerarşik ilişki içerisinde örgütün amacına bilerek ve isteyerek yardımda bulunduğu, böylelikle devletin güvenliğine, anayasal düzene ve hukuki düzenin işleyişine karşı suç işlemek için kurulmuş silahlı terör örgütüne üye olmak suretiyle üzerine atılı olan 'silahlı terör örgütüne üye olma’ suçunu işlediği anlaşılmıştır." Antalya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 26/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/244 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkeme 8/5/2018 tarihli birinci celsede başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucu anılan karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucu hakkındaki yargılama bireysel başvurunun incelendiği tarih itibariyle istinaf aşamasında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/10093 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, resen yapılan tutukluluk incelemelerinin ve/veya itiraz değerlendirmelerinin duruşma yapılmadan karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; el koyma kararı nedeniyle mülkiyet hakkının, savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits
No saved queries yet
Save your SQL queries to embed, download, and access them later. Queries will appear here once saved.