text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikteki canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada olayın idarenin kusuruyla meydana geldiğine ilişkin iddiaların değerlendirilmemesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 10/10/2015 tarihinde bazı sivil toplum örgütlerinin çağrısı ile Ankara Gar Meydanı'nda düzenlenen açık hava toplantısında IŞİD-DEAŞ mensubu teröristler tarafından bombalı saldırı gerçekleştirilmiş, 100'ü aşkın katılımcı ölmüş ve aralarında Aydın'dan gelen başvurucunun da bulunduğu çok sayıdaki katılımcı ise yaralanmıştır (söz konusu patlama ilgili olarak İçişleri Bakanlığının yaptırdığı ön incelemeyle ilgili süreç, bu süreç sonundan düzenlenen soruşturma raporu ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan diğer işlemlere ilişkin tüm izahatlar için bkz. Hasan Kılıç, B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-15). Başvurucu, kaldırıldığı Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesinde (Hastane) 10/10/2015-12/10/2015 tarihleri arasında yatarak tedavi görmüştür. Başvurucu hakkında düzenlenen ''W40 : MADDELERİN DİĞER PATLAMASI '' şeklinde bir açıklamadan başka bir açıklama içermeyen 12/10/2015 tarihli raporda başvurucunun 21 gün istirahatinin uygun bulunduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 8/12/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığına (Bakanlık) müracaat ederek olay nedeniyle yaşadığını iddia ettiği ağır travma ve zararlar için 000 TL manevi tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Başvurucu, dilekçesinde olayda devletin istihbarat alanında ağır kusurlarının bulunduğu ve böylece saldırıyı önleyemediği iddialarında bulunmuştur. Talebin zımnen reddi üzerine başvurucu süresi içinde Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) 000 TL manevi tazminatın ödenmesi için dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde özetle olaydan önce yapılan ihbarların değerlendirilmesinde ağır kusurlar bulunduğunu ve açık hava toplantısına dair alınan güvenlik önlemlerinin yeterli olmadığını, toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme ve katılma haklarına ilişkin olarak devletin kendisine düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirmediğini öne sürmüştür. Bakanlık, olayın meydana geliş şekli dikkate alındığında idareye yüklenebilecek herhangi bir kusurun bulunmadığını, olayın bir terör saldırısı olduğunu ve miting alanı dışında ve kararlaştırılmış miting saatinden önce gerçekleştiğini, terör eylemi sonucu oluşan zararın tazmini isteminden kaynaklanan uyuşmazlığın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında çözümlenmesi gerektiğini, bu Kanun kapsamında da manevi zararların tazmini yoluna gidilemeyeceğini, diğer yandan sosyal risk ilkesi gereğince de sorumluluklarının bulunmadığını, talep edilen manevi tazminat miktarının fahiş olduğunu ileri sürülerek davanın reddedilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi 21/9/2017 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucuya 000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: ''... [T]erör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemenin yapılması gerekmektedir.Maddi olayın incelenmesinden; 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen patlamada davacının yaralandığı, patlama sırasında bacağına yabancı cisim isabet ettiği, yapılan operasyonla yabancı cismin çıkarıldığı, davacıya toplam 3 hafta çalışamaz raporları verildiği anlaşılmaktadır.Bakılan uyuşmazlıkta; davalı idare tarafından olayın bir terör saldırısı olduğunun belirtildiği, canlı bomba ile gerçekleştirilen patlama olaylarının çok sayıda vatandaşın ölümüne ve yaralanmasına sebep olduğu, nitekim 5233 sayılı Yasa uyarınca uğranılan maddi zarar nedeniyle davacıya maddi tazminat ödenmesine de karar verildiği göz önüne alındığında, olay nedeniyle yaralanan davacının yaşadığı elem ve üzüntü sebebiyle oluşan manevi zararının yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri ve hukuki değerlendirmeler ışığında sosyal risk ilkesi uyarınca idarece tazmin edilmesi gerekmektedir.Manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, kişinin manevi yaşamında ortaya çıkan acı ve elemin azaltılmasına yönelik tatmin aracı olma yönü ağır basan bir tazminat türüdür. Terör eyleminden dolayı ortaya çıkan manevi zarar sebebiyle hükmolunacak manevi tazminatın duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda ve zenginleşmeye yol açmayacak miktarda saptanması gerekmektedir.Bu durumda; davacının dava konusu olay nedeniyle duymuş olduğu acı ve üzüntü ile orantılı olarak takdiren 000,00-TL manevi tazminatın yerleşik Danıştay içtihatları ile kabul edildiği üzere davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idarece davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna varılmış, fazlaya ilişkin manevi tazminat istemi yerinde görülmemiştir.'' Başvurucu, anılan karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) nezdinde istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucu; istinafa başvuru dilekçesinde özetle idarenin Ankara Gar Meydanı'nda yapılan bombalı terör saldırısı eyleminde alması gereken önlemi almadığını, bu yüzden de kamu hizmetinin kötü işlemesi nedeniyle idarenin hizmet kusuru doğduğunu, davalı idarenin kusurlu eyleminden ötürü yaralandığını ve uzun süre tedavi gördüğünü, maruz kaldığı acı sonrası bir nebze olsun manevi tatmin sağlamak ve olayın sorumlularına sorumluluklarını hatırlatmak amacı ile Bakanlığa başvuruda bulunarak tazminat talep ettiğini, talebinin zımnen reddedilmesi üzerine açmış olduğu davanın 5233 sayılı Kanun kapsamında açılmış bir dava olarak değerlendirildiğini oysa davanın baştan beri idarenin kötü işleyen hizmeti ve böylece kusuruna dayalı olarak genel hükümlere göre açılmış bir dava niteliğinde olduğunu, buna rağmen bu hususun baştan itibaren gözden kaçırılarak eksik bir değerlendirme yapıldığını, davanın temelinin sosyal risk ilkesine dayandırıldığını ve manevi tazminat miktarının düşük belirlendiğini ileri sürmüştür. Bölge İdare Mahkemesi 23/5/2018 tarihinde istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. İstinaf başvurusunun reddine dair kararın 11/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 11/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,..." 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.'' Danıştay Onuncu Dairesinin 21/10/2020 tarihli ve E.2015/4478, K.2020/4057 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir: ''...[İ]dare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi de, Anayasanın öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir. Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.Sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun ile yasalaşması karşısında, terör eylemleri nedeniyle uğranılan maddi zararlara yönelik istemlerin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerektiği açıktır. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebebine dayanılarak2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmadığı gibi, olayda idarelerin hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun saptandığı durumlarda, olay terör eylemi olsa bile uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenemeyeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Danıştay Onuncu Dairesi'nin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: "Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile korunan etkili başvuru hakkı ile ilgili benimsediği ilkeler, somut başvuru ile ilgili görüldüğü ölçüde şu şekilde özetlenebilir:- maddede yer alan düzenlemenin amacı, Sözleşme'de korunan hakları ihlal edilen kişilerin AİHM önünde başvuruda bulunmadan önce ulusal düzeyde bir çözüme ulaşmalarını sağlamaktır (Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/11/2000, § 152). Etkili başvuru hakkı, Sözleşme kapsamındaki haklarının ihlal edildiğine dair savunulabilir bir iddiası bulunan kişilerin bu iddialarını, esasını inceleme ve uygun bir giderim sağlama kapasitesine sahip ulusal bir otorite önünde öne sürme imkânına sahip olmalarını gerektirir (S.S./Belçika ve Yunanistan [BD], B. No: 30696/09, 21/1/2011, § 288).- maddede düzenlenen etkili başvuru hakkının bağımsız bir varlığı yoktur ve bu hak yalnızca Sözleşme ve ek protokollerde düzenlenen esasa dair hakların tamamlayıcısı durumundadır. Bir başvurucunun maddeyi ileri sürebilmesi için diğer Sözleşme hükümleriyle korunan haklarının ihlal edildiğine dair savunulabilir bir iddiasının olması zorunludur (Zavoloka/Litvanya, B. No: 58447/00, 7/7/2009, § 35). AİHM, maddenin bağlantılı olarak veya birlikte ileri sürüldüğü hak bakımından bir ihlal bulduğunda etkili başvuru hakkına dair iddianın da savunulabilir olduğu sonucuna varmaktadır (Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96, 57834/00, 3/6/2004, § 138). Buna karşılık maddenin uygulanması için mutlaka başka bir Sözleşme hükmünün ihlal edildiğine karar verilmiş olması gerekmez (Nuri Kurt/Türkiye, B. No: 37038/97, 29/11/2005, § 117). - İhlalin giderilmesi için kabul edilecek başvuru yolunun ne tür bir çözüm sağlaması gerektiği konusunda ihlal edilen hakkın doğası belirli bir etkiye sahiptir (Budayeva ve diğerleri/Rusya, B. No: 15339/02, 2166/02, 20058/02, 11673/02, 15343/02, 20/3/2008, § 191). Devletler, hakları ihlal edilen kişilere hangi başvuru yolunu sağlayarak madde ile düzenlenen yükümlülüklerini yerine getireceklerine dair belirli bir takdir hakkına sahiptir ancak iç hukukta kabul edilecek başvuru yolu yalnızca hukuki zeminde değil pratikte de etkili olmalıdır. İhlal edildiği ileri sürülen hak yaşam hakkı ya da işkence ve kötü muamele yasağı gibi temel bir hak olduğunda Sözleşme'nin maddesi, hakları ihlal edilen kişilere tazminat ödenmesine ek olarak sorumluların tespiti ve cezalandırılmasına imkân tanıyacak şekilde kapsamlı ve etkili bir ceza soruşturması yapılmasını gerektirir (Kaya/Türkiye, B. No: 22729/93, 19/2/1998, §§ 106, 107).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22072
Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikteki canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada olayın idarenin kusuruyla meydana geldiğine ilişkin iddiaların değerlendirilmemesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru maliki ölmüş bulunan taşınmazın tapusunun yargı kararıyla olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı yoluyla zilyetliğe dayalı olarak edinen kişiler yararına iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ankara'nın Çankaya ilçesi Öveçler Mahallesi'nde bulunan 1966 ada 22 parsel sayılı 685 metrekare miktarlı bağ vasfındaki taşınmaz, tapuda başvurucunun miras bırakanı adına kayıtlı iken kayıt maliki 13/12/1956 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu, kayıt malikinin tek mirasçısıdır. İmar uygulamaları sonucu 27804 ada 1 parsel numarasını alan taşınmazda üçüncü kişilerce bir gecekondu inşa edilmiş olup bu evin yapılı olduğu 1970 yılından beri taşınmaz ve üzerindeki ev H.K.nın zilyetliğinde bulunmuştur. H.K.nın da ölümüyle diğer mirasçılar, miras paylarını mirasçılardan İ.K.ya devretmişlerdir. İ.K. tarafından 10/12/2001 tarihinde başvurucu aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Başvurucu da bunun üzerine müdahalenin önlenmesi ve yıkım istemli bir karşı dava açmıştır. Mahkeme 18/4/2005 tarihinde asıl davanın kabulüne ve karşı davanın ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun murisinin 1956 yılında ölümünden sonra imar uygulaması yapılana kadar tapuda intikal işleminin yapılmadığı vurgulanmıştır. Mahkemeye göre somut olayda 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı koşulları davacılar yararına gerçekleşmiştir. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 24/1/2006 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma ilamında, davacıların zilyetliğinin malik sıfatıyla geçtiğinin kanıtlanması gerektiği ancak bu hususun araştırılmamış olduğu belirtilmiştir. Daire ayrıca davalı tanıklarının dinlenilmemiş olmasını bozma gerekçesi olarak göstermiştir. Bozma ilamı sonrası Mahkeme 1/12/2009 tarihinde asıl davanın reddine ve karşılık dava yönünden ise esastan bir karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Mahkeme; H.K.nın 17/10/1978 tarihinde ölümünden sonra mirasçılar arasında bir paylaşım yapılmadığı için elbirliği mülkiyetinin söz konusu olduğunu, bu durumda ise mirasçılarından birinin terekenin kendi adına tescilini talep edemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme, İ.K.nın terekeye mümessil olarak atandığını saptamış ancak mümessilin de böyle bir davayı açamayacağını kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde, karşı dava yönünden ise taşınmaz üzerinde bulunan gecekondunun yıkılmış olduğu tespitine yer verilerek davanın konusuz kaldığı belirtilmiştir. Daire 19/10/2010 tarihinde temyiz edilen anılan hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma ilamında, dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre H.K.nın diğer mirasçıları tarafından miras paylarının davacı mirasçı İ.K.ya devredildiği belirtilmiştir. Daire bu sebeple miras payının devrine ilişkin olgu gözetilmeden davanın reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu vurgulamıştır. Daireye göre uyuşmazlığın çözümü için 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasına göre tapu kaydının hukuki değerini kaybedip kaybetmediğinin ve bu maddede yer alan koşulların davacı yararına gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması gerekmektedir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 28/2/2011 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Yargılama devam ederken uyuşmazlığa uygulanan 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "ölmüş ya da" kelimeleri Anayasa Mahkemesinin 17/3/2011 tarihli ve E.2009/58, K.2011/52 sayılı kararıyla Anayasa'nın ve maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal edilmiş ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir. Yürürlüğü durdurma kararı 2/4/2011 tarihli ve 27893 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Mahkeme 8/6/2011 tarihinde asıl davanın kabulü uyuşmazlık konusu taşınmazın tapusunun iptaline ve davacı-karşı davalı İ.K. adına tapuya tesciline karar vermiştir.Mahkeme, tanık beyanlarına göre İ.K. ve babası H.K.nın zilyetliğinin 1970 yılından itibaren çekişmesiz ve aralıksız olarak malik sıfatıyla taşınmazın tapuda başvurucu adına intikalinin yapıldığı 2000 yılına kadar devam ettiğini tespit etmiştir. Mahkemeye göre, somut olayda 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı koşullarının davacı yararına gerçekleştiği ispat edilmiştir. Başvurucu ve davacı-karşı davalının mirasçıları tarafından hüküm temyiz edilmiştir. Dairenin 19/11/2012 tarihli ilamıyla başvurucunun temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir. Daire, kayıt malikinin öldüğü 1956 yılından tapuda intikalin yapıldığı 2000 yılına kadar davacı İ.K. lehine 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kazanma koşullarının gerçekleştiğini kabul etmiştir. Daire ayrıca, yargılama sırasında anılan maddede yer alan "ölmüş" ibaresi iptal edilmekle birlikte Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürüyemeyeceğini ve kazanılmış haklar yönünden hukuki bir sonuç doğurmayacağını ifade etmiştir. Daire, 4721 sayılı Kanun'un maddesinin beşinci fıkrası uyarınca mülkiyetin birinci fıkrada öngörülen zamanaşımı koşullarının gerçekleştiği tarih itibarıyla kazanıldığına dikkati çekmiştir. Somut olayda da Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce mülkiyetin davacı tarafından kazanıldığına vurgu yapılmıştır. Daire bununla birlikte davacı-karşı davalının yargılama sırasında 19/4/2010 tarihinde ölmüş olduğunu ve mirasçılarının davaya dâhil edildiğini ancak ölü kişi adına tescil kararı verilemeyeceği hâlde ilk derece mahkemesince bu şekilde karar verilmiş olmasının doğru olmadığını belirterek hükmü bozmuştur. Ayrıca davanın niteliği gereği başvurucunun yargılama giderlerinden sorumlu tutulamayacağı da bozma gerekçesi olarak gösterilmiştir. Daire, başvurucunun karar düzeltme istemini ise 20/6/2013 tarihinde reddetmiştir. Mahkeme 12/11/2013 tarihinde asıl davanın kabulü ile uyuşmazlık konusu taşınmazın tapusunun iptaline ve davacı-karşı davalı İ.K. mirasçıları adlarına tapuya tesciline karar vermiştir. Yargılama giderleri ise davacılar üzerinde bırakılmıştır. Temyiz edilen hüküm, Dairenin 16/9/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltime istemi ise aynı Daire tarafından 16/9/2014 tarihinde reddedilmiştir. Söz konusu karar, başvurucu vekiline 27/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Orhan Yüksel [GK], B. No: 2013/604, 10/12/2015, §§ 22, 51, 56, 57, 64).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8123
Başvuru maliki ölmüş bulunan taşınmazın tapusunun yargı kararıyla olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı yoluyla zilyetliğe dayalı olarak edinen kişiler yararına iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, mahsup talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2018 tarihli kararı ile başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. 18/12/2019 tarihinde mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/6/2020 tarihinde düzenlenen müddetnameye göre başvurucunun Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kesinleşen cezası 6 yıl 3 ay olarak belirlenmiş, koşullu salıverilme tarihi 19/8/2023 ve hak ederek tahliye tarihi 11/3/2025 olarak tespit edilmiştir. Başvurucu 30/10/2020 tarihli dilekçesi ile Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/6/2020 tarihinde düzenlenen müddetnamede, 24/8/2016 ile 25/8/2016 tarihleri arasında gözaltında kaldığının belirtildiğini ifade ederek mahsup işleminin düzeltilmesi için başvuruda bulunmuştur. Kayseri İnfaz Hâkimliği 4/11/2020 tarihinde Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine müzekkere yazmak suretiyle başvurucunun yargılanarak mahkûmiyet kararı aldığı dosyasında başvurucunun gözaltında kalıp kalmadığını, kalmışsa ne kadar kaldığını sormuştur. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi 5/11/2020 tarihinde verdiği cevap yazısında, başvurucunun yargılama dosyasında gözaltında kalmadığını belirtmiştir. Kayseri İnfaz Hâkimliği 6/11/2020 tarihinde başvurucunun yapmış olduğu mahsup talebinin reddine karar vermiştir. İnfaz Hâkimliği bu kararı verirken Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2020 tarihinde verdiği cevap yazısına dayanmıştır. Başvurucu, 18/11/2020 tarihinde Kayseri İnfaz Hâkimliğinin ret kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi 25/11/2020 tarihli kararı ile İnfaz Hâkimliğinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Bu karar 4/12/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı 5/7/2021 tarihinde başvurucu hakkında yeniden müddetname düzenlemiştir. Söz konusu müddetnamede başvurucunun gözaltında kaldığını belirttiği iki günlük süre mahsup edilmiş ve Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kesinleşen cezası 6 yıl 3 ay olarak belirlenmiş, koşullu salıverilme tarihi 17/8/2023 ve hak ederek tahliye tarihi 9/3/2025 olarak tespit edilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/40231
Başvuru, mahsup talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun yasal dayanağının olmadığı ve makul olmayan bir süredir tutukluluğun devam ettiği gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 29/7/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği ile ekleri 13/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Adalet Bakanlığı, görüşünü 11/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 20/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 25/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan soruşturma kapsamında 25/3/2008 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 29/3/2008 tarihli ve 2008/38 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucunun, kamuoyunda “Ergenekon Davası” olarak bilinen ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülen E.2008/209 sayılı dava kapsamında cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Bu dava aynı mahkemenin E.2009/191 sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Başvurucu bu dava kapsamında tutuklu olarak yargılanmaktadır. 3713 sayılı Kanun’un maddesinin beşinci fıkrasına göre hakkında isnat edilen suçlar bakımından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen azami tutukluluk süresinin iki kat uygulanması gerektiği yönündeki hükmün Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli ve E.2012/100, K.2013/84 sayılı kararıyla iptal edilmesi üzerine başvurucu, tutukluluk haline son verilmesi istemiyle 5/7/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur. Başvurucunun talebi, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 12/7/2013 tarihli ve 2013/435 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karara yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli ve 2013/493 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 26/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçlardan mahkumiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, 29/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Mahkemece iptaline karar verilen kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya bunların belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Mahkeme gerekli gördüğü hâllerde, Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabilir.” 3713 sayılı Kanun’un maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:“Türk Ceza Kanununun 305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeleri hariç olmak üzere, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (5) numaralı fıkrası şöyledir:“Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5884
Başvuru, tutukluluğun yasal dayanağının olmadığı ve makul olmayan bir süredir tutukluluğun devam ettiği gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
0
Başvuru; itirazın iptali davasında hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular nihai hükmü 17/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 19/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10144
Başvuru; itirazın iptali davasında hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucunun terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca silahların eşitliği ilkesi ile bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma, gerekçeli karar ve savunma haklarının da ihlal edildiği iddia edilmiştir. Başvuru 13/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Arka Plan Bilgisi Başvuruya konu olayın arka planına ilişkin bilgiler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 9-B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1975 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim üyesidir. 11/1/2016 tarihinde 128 akademisyenin imzasıyla 2015 ve 2016 yıllarında Türkiye'nin doğusu ve güneydoğusunda terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar hakkında yayımlanan bildiriye başvurucu da imza atmıştır (sözü edilen bildiriye ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, §§ 10-14). Başvurucu hakkında başvuruya konu bildiriye imza attığı gerekçesiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca terör örgütü propagandası yapma suçlamasıyla soruşturma başlatılmış, aynı suç nedeniyle 25/9/2017 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yapılan yargılama neticesinde 9/4/2018 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçtan neticeten 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiş, başvurucu hakkında beş yıllık denetim süresi öngörülmüştür. HAGB kararına yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/5/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 16/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru tarihinden sonra 26/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesi, başvuruya konu bildiriye benzer şekilde imza atan diğer bir kısım akademisyenin ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (ayrıntılı bilgi için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri). Bunun üzerine başvurucu, ilk derece mahkemesinden yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. İlk derece mahkemesi başvurucunun yeniden yargılanma talebinin kabulüne karar vermiş, 21/10/2019 tarihinde yaptığı incelemede daha önce verilen HAGB kararının tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasına ve başvurucunun atılı suçtan beraatine hükmetmiştir. Beraat hükmü istinaf edilmeksizin kesinleşmiştir. Söz konusu beraat kararı gerekçesinde Mahkeme, Anayasa Mahkemesinin Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri başvurusunda verdiği ihlal kararına atıfta bulunarak Anayasa'nın maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğunu ve ihlal kararındaki gerekçeler itibarıyla atılı suçun unsurlarının oluşmadığını vurgulamıştır. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri (aynı kararda bkz. §§ 46-59).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18098
Başvuru, bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucunun terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca silahların eşitliği ilkesi ile bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma, gerekçeli karar ve savunma haklarının da ihlal edildiği iddia edilmiştir.
0
Başvuru, protesto gösterisine yapılan polis müdahalesi nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Soruşturmanın Başlaması 2015 yılının Temmuz ayında, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipler Birliğinin (TTB) de aralarında bulunduğu bazı sendika, meslek örgütü, vakıf ve platformların desteği ile Barış Bloku (Blok) adı altında bir topluluk kurulmuştur. Adı geçen Blok tarafından bu tarihten itibaren çeşitli miting, protesto ve yürüyüşler düzenlenmiştir (Tayyip Akbudak, B. No: 2018/5558, 11/9/2019, § 8). Adı geçen Blok tarafından 10/10/2015 Cumartesi günü Ankara'da "barış, emek ve demokrasi" konulu bir toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesi kararlaştırılmıştır (söz konusu toplantı ve gösteri yürüyüşünün arka plan bilgisi için bkz. Tayyip Akbudak, §§ 8-13). Aynı Blok tarafından 6/10/2015 tarihinde Adana'da, Ankara'da düzenlenecek olan mitinge destek amacıyla "Barışa Ses Ver" adlı basın açıklaması ve yürüyüş (eylem) organize edilmiştir. Toplantının yapılacağına dair Valiliğe bildirimde bulunulduğuna ilişkin olarak herhangi bir bilgi ve belge dosyada bulunmamaktadır. Başvurucu 6/10/2015 tarihinde Adana'da düzenlenen eyleme katılmış ve polis müdahalesi sırasında gözaltına alınmıştır. Başvurucu, ertesi gün kollukta şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde polis müdahalesi sırasında darbedildiğini belirterek polislerden şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Eylemi sosyal medyadan duydum ve katılma gereği duydum. Polisin uyarısını duymadım, çünkü o esnada hengame ve kargaşa çıktı, herhangi bir yol kapatma yada polise mukavemet eylemi içerisinde bulunmadım polis müdahalesi sırasında arada kaldığım için darp edilerek gözaltına alındım gözaltı esnasında da herhangi bir polise mukavemette bulunmadım tam tersi darp edildim, gözaltı işlemini yapan polislerden de şikayetçiyim..." Başvurucu, Savcılık tarafından kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma suçunu işlediği iddiasıyla tutuklaması talebiyle iki şüpheliyle birlikte sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Yapılan sorgusu sonucunda başvurucu, Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/10/2015 tarihli kararıyla adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle serbest bırakılmıştır.B. Soruşturma İşlemleri Eyleme müdahale eden polislerce 6/10/2015 tarihli Olay ve Yakalama Tutanağı tanzim edilmiş ve 7/10/2015 tarihli fezlekenin ekinde Savcılığa gönderilmiştir. Söz konusu tutanak içeriği Savcılıkça verilen takipsizlik kararına dayanak oluşturmuş ve takipsizlik kararı içinde belirtilmiştir. Adana Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen fezlekede yedi polis müşteki sıfatıyla, başvurucunun da aralarında bulunduğu üç kişi şüpheli sıfatıyla yer almıştır. Fezlekede şüphelilerin kimlik bilgileri altına emniyet tarafından kısa açıklamalar eklenmiştir. Buna göre şüpheli H.İ.B.nin "görevli polislere taş atarak saldırdığı", şüpheli T.A.nın "eyleme katıldığı, Çakmak Caddesinde dağılan grubu elleriyle işaret ederek dağılmasını engellediği ve eyleme devam etmelerini sağlayarak eylemi organize ettiği, Sayın Cumhurbaşkanımıza hakaret ettiği", başvurucu Deniz Uysal'ın ise sadece "eyleme katıldığı" bilgisinin yer aldığı görülmektedir. Savcılık 9/11/2015 tarihli tefrik kararıyla eyleme müdahale eden polisler hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu yönünden yürütülen soruşturmayı başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında yürütülen soruşturmadan ayırarak yeni bir soruşturma numarasına kaydetmiştir. Savcılık polisler hakkında yürütülen soruşturma kapsamında sadece başvurucunun da aralarında bulunduğu üç şikâyetçi hakkında tanzim edilen sağlık raporlarını Adli Tıp Kurumuna göndererek kesin rapor düzenlenmesini sağlamıştır. Şüpheli Savunmaları Soruşturma kapsamında herhangi bir polis memurunun şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmamıştır. Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında yürütülen soruşturma kapsamında polisler, müşteki sıfatıyla vermiş olduğu ifadelerde başvurucuya karşı bir eylemden ya da başvurucunun bir eyleminden söz etmemişlerdir. Sağlık Raporları Adana Devlet Hastanesi Adli Tıp Polikliniğinin 6/10/2015 tarihli ve 31194 sayılı raporunda başvurucunun darp nedeniyle getirildiği, sırtta sağ skapula üzerinde 2 cm'lik ekimoz, sağ omuzda 2 cm, 1 cm, 3 cm, 2 cm, 1 cm'lik ekimozlar, sağ kol arka kısımda 3x2 cm'lik ekimoz, sol kolda 3x2 cm'lik ekimoz, sağ el bileğinde çepeçevre ekimoz ve abrazyon, sol el bileğinde 1 cm'lik kanamalı abrazyon ve çepeçevre kızarıklık, her iki diz kapağında kanamalı yüzeyel abrazyonlar mevcut olduğu belirtilmiş ve Adana Devlet Hastanesi Adli Tıp Polikliniğinin 7/10/2015 tarihli ve 31323 sayılı raporunda ek lezyon saptanmadığının kayıtlı olduğu görülmüştür. Adana Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 14/1/2016 tarihli raporunda önceki raporlarda tarif edilen yaralanmanın yaşamsal tehlike oluşturmadığı, basit tıbbi müdahaleyle giderilecek ölçüde hafif olduğu bildirilmiştir. E. Başvurucu Hakkında Yürütülen Soruşturma Savcılıkça başvurucu ve şüpheli T.A. hakkında 9/11/2015 tarihli iddianameyle kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma suçlarından kamu davası açılmıştır. Aynı iddianame ile şüpheli H.İ.B.nin ise görevi yaptırmamak için direnme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, toplantı ve yürüyüşlere silah veya maddede belirtilen aletlerle katılma, toplantı ve gösteri yürüyüşünde görevlendirilenlerin görevlerini yapmalarına engel olma suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda Adana Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 23/6/2016 tarihli kararıyla başvurucunun kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma suçundan beraatine; kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçundan ise 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyiz edilen hükmün karar tarihi itibarıyla Yargıtay incelemesi devam etmektedir.F. Başvuruya Konu Soruşturma Neticesinde Verilen Karar Savcılık 5/2/2016 tarihli kararıyla şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhafelet, Görevli Memura Etkin Direnme, Görevli Memura Mukavemet ve Cumhurbaşkanına hakaret suçlarından haklarında fezleke düzenlenen müştekiler, Deniz Ünsal, [H.İ.B.] ve [T.A.nın] ifadeleri sırasında polisler tarafından darp edildiklerini iddia ettikleri, haklarında BTM ile giderilebilir şekilde doktor raporlarının düzenlendiği, Müştekilerle ilgili fezleke örneğinin de dosya içerisinde bulunduğu, fezleke de bulunan olay ve yakalama tutanağında;DİSK, KESK, TMMOB, Türk Tabipler Birliği Organizesinde 06/10/2015 günü saat 18:00 da, 10/10/2015 tarihinde Ankara İlinde düzenlenecek Emek Barış ve Demokrasi Mitingi ile ilgili İnönü parkında toplanılarak Atatürk parkına kadar kitlesel yürüyüş ve basın açıklaması düzenleneceği bilgisinin alınması üzerine, söz konusu yürüyüşle ilgili 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa göre bildirimde bulunulmadığının tespit edilmesi üzerine, Adana Emniyet Müdürlüğüne bağlı güvenlik şube müdürlüğü, Terörle Mücadele Şube müdürlüğü, Asayiş Şube Müdürlüğü Güven Timleri, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü, Radyo ve Fotofilm Şube Müdürlüğü, Bomba İmha Şube Müdürlüğü, Seyhan İlçe Emniyet Müdürlüğü, Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü görevlilerinin saat 17:00 da İnönü parkında görev aldıkları, İnönü parkında saat 17:15 den itibaren KESK konfederasyonuna bağlı sendikalar, DİSK konfedarasyonuna bağlı sendikalar, TMMOB, Türk Tabipler Birliği ve Öğrenci Kollektifleri üyelerinin bulunduğu yaklaşık 120 kişinin, gurubun kitlesel yürüyüş yapmak amacıyla toplandıkları,Grup üzerinde 'savaşa hayır, barış hemen şimdi, emek barış ve demokrasi mitinginde buluşalım, 10 Ekim 2015 Cumartesi sıhhiye meydanı toplanma, 10:00 Seyhan garı' pankartlarının açıldığı, 'direne direne kazanacağız, biji aşiti, biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız, ya siz, katil, hırsız, Erdoğan, baskılar bizi yıldıramaz, emekçiye değil dikdatöre barikat, faşizme karşı omuz omuza, savaşa hayır, barış hemen şimdi' gibi slogan attıkları,Gurup içerisinde daha önceki eylemlerde polise taş atan yüzlerini kapatarak eylemlere katılan şahısların olduğunun tespit edildiği, yürüyüş öncesi bir görevli ile Eğitim Sen Adana Şube Başkanı [A.K.] ile yapılan görüşmede, 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa göre yürüyüş yapmak amacıyla bildirimlerinin olmadığı, yürüyüş sırasında güvenliklerinin alınamayacağı, İnönü parkında gerekli güvenlik önlemlerinin alındığı, burada basın açıklaması yaparak dağılmaları konusunda yapılan uyarıya rağmen [A.K.nın] yürüyeceklerini, bu konuda ısrarlı olduklarını beyan etmeleri üzerine görüşmeye son verildiği, Güvenlik Şube Müdürlüğünden bir görevlinin guruba ses aracıyla yapmak istedikleri yürüyüşün yasa dışı olduğu, 2911 sayılı kanuna aykırı olduğu, yürüyüşyerine izin verilmeyeceği, bulundukları yerde basın açıklaması yapabilecekleri, caddeye çıkmaları halinde müdahale edileceği konusunda uyarı ve ikazda bulunulduğu, İnönü parkında HDP milletvekili [B.nin] içinde bulunduğu gurup, görüşmecinin ve ses aracıyla yapılan uyarı ve ikazlara rağmen üzerinde 'savaşa hayır, barış hemen şimdi, emek, barış ve demokrasi mitinginde buluşalım, 10 Ekim 2015 Cumartesi, sıhhiye meydanı, toplanma 10:00 tren garı' yazılı pankartları açarak yürüyüşe geçmesi ve görevli çevik kuvvet personelinin kapattığı park girişinin güney tarafından çakmak caddesine çıkmaları üzerine, çevik kuvvet personeli cadde üzerinde barikat kurarak gurubun bildirimsiz yürüyüşüne izin vermediği ve gurubun önünün kesildiği, gurubun İnönü parkına doğru dağıldığı sırada yakalanan [T.A.nın] pankartı taşıyan gurubun önüne geçerek barikat kuran çevik kuvvet personelinin yanına getirerek gurubun dağılmamasını sağlayıp eyleme devam etmelerini ve yolun trafiğe kapalı kalmasını sağladığı,Bir görevlinin ses aracı ile yapılan yürüyüşün 2911 sayılı kanuna aykırı olduğu, yolu trafiğe kapatarak suç işledikleri, müdahale edileceği konusunda uyarı ve ikazda bulunduğu, yapılan bu uyarı ve ikaza rağmen gurubun Çevik Kuvvet personeli önüne gelerek yürüyüşe devam etmek için ısrarcı olduğu, bunun üzerine guruba tekrar ses cihazı ile yolu trafiğe açmalarını son kez uyardığını, yoksa müdahale edileceğini, sol tarafta bulunan İnönü parkına geçerek basın açıklaması yapabileceklerini bildirmesine rağmen gurubun dağılmayarak çakmak caddesi üzerinde yolu trafiğe kapatarak 'polis defol, bu sokaklar bizim, faşizme karşı omuz omuza' şeklinde slogan atarak eylemlerine devam ettikleri, Eğitim Sen Adana Şube Başkanı [A.K.nın] megafonla dağılan gurubu barikat kuran çevik kuvvet personelinin yanına gelin, buraya gelin şeklinde anons ederek gurubun dağılmamasını ve polis önünde toplanmasını sağlayarak daha sonra cadde ortasında oturuyoruz şeklinde anons edip gurubun çakmak caddesini kapatarak yol ortasında oturma eylemine başlamasını sağladığı, yapılan oturma eylemi üzerine kamu düzeninin bozulması, başkalarının hak ve hürriyetlerinin kısıtlanması, dakikada onlarca toplu ulaşım araçlarının geldiği durağın yolun trafiğe kapatılarak işlevsiz hale gelmesi ve mesai saati sonrası evlerine gitmek için duraklarda bekleyen vatandaşların mağdur olması üzerine ses aracı ile yürüyüşlerine izin verilmeyeceği, demokratik hakları olan basın açıklamasını İnönü Parkına geçerek yapabilecekleri, oturma eylemi yaparak suç işledikleri, yolu trafiğe açmaları konusunda yapılan uyarı ve ikaza rağmen gurubun İnönü parkına geçmemeleri üzerine çevik kuvvet personeli tarafından gurubun kalkanlarla İnönü parkına doğru gitmelerinin sağlanmaya çalışıldığı sırada bazılarının güvenlik kuvvetlerine direndikleri, ellerinde bulunan flama sopaları ile polislere vurdukları, dağılmamaları üzerine orantılılık ilkesine göre gaz sıkarak ve kalkanlarla İnönü Parkına kadar geri gitmeleri sağlanıp, yolun trafiğe açıldığı, İnönü parkına gelen gurubun dağılmayarak eylemine devam ettiği, guruba burada hiç bir müdahalede bulunulmadığı, HDP Adana Milletvekili [B.nin] guruba yönelik konuşma yaptığı, daha sonra Eğitim Sen Adana Şube Başkanı [A.K.nın] megafonla guruba konuşma yaptığı, gurubun dağılmaması, şahısların pankart arkasına geçmesini anons ederek gurubu dağıtmayarak yürüyüşte ısrar ettiği,İnönü parkında gurup çevik kuvvet barikatının yanından yürüyüşe geçmek istemesi üzerine gurubun önünün kesilerek çakmak caddesine çıkmalarına izin verildiği, gurubun bu sırada çevik kuvvet personeline ellerinde bulunan filema sopalarıyla ve taş atarak saldırarak direnmeye devam ettikleri,Çevik Kuvvet personelinin yapmış olduğu müdahale sırasında gurup içerisinde polise taş atarak saldıran [H.İ.B.nin] güven timleri görevlilerince taş atarken suçüstü yakalandığı, aynı gurup içerisinde polise saldıran dağılmamakta direnen Deniz Uysal ve [T.A.nın] görevlilerce yakalandıkları,Görevli personele taşlı ve filema sopaları ile yapılan saldırı sırasında bir kısım personelin yaralandıklarının bildirildiği görülmekle, Müştekiler her ne kadar darp edildiklerini iddia etmiş iseler de, yukarıda belirtilen olay tutanağı içeriğine göre, izinsiz olarak yapılan toplantı ve gösteri sırasında uyarıya rağmen dağılmayarak görevlilere karşı geldikleri, müştekilerin bu sırada yaralandıkları, olayın içeriği ve müştekilerin raporlarına göre şüpheli polis memurlarının zor kullanma yetkisini kullandıkları, bu yetkinin aşıldığına dair delil bulunmadığı anlaşılmakla,Şüpheli polis memurları hakkında KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..." Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/3/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 15/3/2016 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 18/3/2016 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38), Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45) kararlarında ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması açıklanmıştır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6211
Başvuru, protesto gösterisine yapılan polis müdahalesi nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamu görevinden çıkarılmış olan başvurucunun umuma mahsus pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, vergi müfettişi olarak görev yapmaktayken olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. İlgili KHK hükümleri uyarınca başvurucunun pasaportu da iptal edilmiştir. Devam eden süreçte Polonya'da yerleşik olan eşinin yanına gitmek amacıyla pasaport tahdidinin kaldırılarak umuma mahsus pasaport düzenlenmesini talep eden başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. İşlemin iptali istemiyle açılan davada başvurucu, hakkında silahlı terör örgütü üyeliği kapsamında yürütülen soruşturmada yurt dışına çıkış yasağı kararı bulunmadığını belirtmiştir. Ankara İdare Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başlatılan soruşturmanın derdest olduğu ve başvurucunun KHK ile kamu görevinden çıkarıldığı, bu nedenlerle dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, ret kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş olup Ankara Bölge İdare Mahkemesi kesin nitelikte kararla istinaf başvurusunu reddetmiştir. Başvurucu nihai karardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35609
Başvuru, kamu görevinden çıkarılmış olan başvurucunun umuma mahsus pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; yasal mal rejiminin mal ayrımına dönüşümü talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi ve yargılama sürecinde edinilmiş mallar üzerindeki tasarruf yetkisinin kullanılamaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 8/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16920
Başvuru; yasal mal rejiminin mal ayrımına dönüşümü talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi ve yargılama sürecinde edinilmiş mallar üzerindeki tasarruf yetkisinin kullanılamaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, işveren ile güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyonca aralarında kişi yönünden irtibat bulunan 2019/20030 numaralı başvurunun 2019/14893 numaralı başvuru ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) şartlarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Kayapınar Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette (işveren) zabıta olarak çalışmaktadır. Belediye, başvurucunun terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde işverene bildirimde bulunmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle Diyarbakır İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 2/3/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 20/7/2016 tarihinde OHAL ilan edildiği, başvurucunun iş sözleşmesinin terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, veya iltisakı olduğundan bahisle feshedildiği ifade edilmiştir. Başvurucu, söz konusu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 22/6/2017 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının gerekçe yönünden ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; feshin başvurucu hakkında terör örgütü ile irtibatlı ya da iltisaklı olabileceği hususunda şüphenin bulunduğu belirtilerek 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesi kapsamında gerçekleştirildiği, bu nedenle başvurucunun işe iadesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Anılan karara karşı başvurucunun temyiz talebi Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 18/12/2017 tarihinde kabul edilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararının gerekçesinde; feshe dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğunun, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığının araştırılması gerektiği ifade edilmiştir. Kararda ayrıca başvurucu hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evraklarının, kolluk ile istihbarat birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan başvurucu ile ilgili bilgi ve belgelerin, yine Bank Asyada açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemlerin temin edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme 5/7/2018 tarihinde davanın reddine yeniden karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda gerekli araştırmanın yapıldığı, başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapmak, örgüt adına eylem ve faaliyette bulunmaktan dolayı soruşturma ve kovuşturmaların bulunduğunun görüldüğü ifade edilmiştir. Başvurucu; söz konusu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 14/2/2019 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının gerekçe yönünden ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinde başvurucu hakkında terör örgütü ile irtibatlı ya da iltisaklı olabileceği hususunda şüphenin bulunduğu tespit edilerek 667 sayılı KHK'nın maddesi kapsamında feshin gerçekleştirildiği, bu nedenle başvurucunun kamu kurumunda çalıştırılmasına yönelik yasal engel bulunduğu ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun PKK terör örgütü ile bağlantılı olduğu, örgüt adına suç işleme ve propaganda yapma suçlarından hakkında işlemler yapıldığının görüldüğü, bu nedenle de feshin en azından şüphe feshi kapsamında olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 29/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 3/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14893
Başvuru, işveren ile güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mardin ili Ömerli ilçesi Sulakdere köyünde ikamet etmekte iken 1993 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde mal varlığı zararlarının oluştuğunu iddia etmiştir. Başvurucu 7/10/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Mardin Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 15/8/2006 tarihli ve 2006/4-2969-4953 sayılı kararında başvurucunun talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından, belirtilen ret işlemi aleyhine Mardin İdare Mahkemesinde iptal ve tam yargı davası açılmıştır. Başvurucu İbrahim Sözmez 10/3/2007 tarihinde vefat etmiştir. Mardin İdare Mahkemesinin 3/3/2009 tarihli ve E.2007/1228, K.2009/323 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz başvurusu üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 6/3/2013 tarihli ve E.2011/6979 K.2013/1787 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı üzerine yapılan yeniden incelemede Mardin İdare Mahkemesinin 9/10/2013 tarihli ve E.2013/2017, K.2013/1917 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline, maddi tazminat istemi yönünden karar verilmesine yer olmadığına, manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir. Kanun yoluna başvurulmaması sonucu karar, temyiz incelemesi aşaması olmaksızın kesinleşmiştir. Bireysel başvuru formunda, iptal kararı akabinde yeni bir işlem tesis edilmesi için 4/12/2013 tarihinde Komisyona başvuruda bulunulduğu fakat idarece henüz bir işlem tesis edilmediği belirtilmiştir. 21/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16979
Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, belediye tarafından ilan asma tahsis ücreti tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, elektrik direklerindeki reklam panolarının kiraya verilmesi işiyle iştigal etmektedir. İstanbul Büyükşehir Belediyesince (Belediye) 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun maddesi ile yürürlükten kaldırılan ve 2004 yılına kadar yürürlükte bulunan 27/6/1984 tarihli ve 3030 sayılı mülga Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun'un ve maddelerinde düzenlenen hükümlere dayanarak elektrik direklerindeki reklam panolarının kiraya verilmesi işi dolayısıyla başvurucu Şirketten 1996-2002 yılları arası için Belediyece ilan asma tahsis ücreti tahsil edilmiştir. Başvurucu Şirket; idarenin sahibi olmadığı ve hizmet vermediği alanlar için ihale yapmadan ücret aldığını, elektrik direklerindeki panolardan sadece ilan reklam vergisi alabileceğinden bahisle mezkûr tahsilat işleminin hukuka aykırı olduğunu iddia etmiş ve 25/10/2007 tarihinde yapılan tahsilatların iadesi yönünden idare nezdinde düzeltme başvurusunun reddi üzerine yine Belediye nezdinde şikâyette bulunmuştur. İdare ise anılan başvuruyu 5/11/2007 tarihli işlemi ile reddetmiştir. Başvurucu Şirket 26/12/2007 tarihinde İstanbul Vergi Mahkemesinde (Mahkeme), anılan ret işleminin iptali ile yapılan tahsilatların ödeme tarihlerinden itibaren başlayacak yasal faizi ile birlikte iadesine karar verilmesi talebiyle dava açmıştır. Mahkeme 30/4/2009 tarihinde anılan davanın reddine karar vermiştir: i. Mahkeme uyuşmazlık konusu ücreti vergi benzeri mali yüküm olarak nitelendirmiştir. Mahkeme, olay tarihinde yürürlükte bulunan 3030 sayılı mülga Kanun'un ve maddelerinde yer alan hükümlerden maddede sayılan yerlere konulacak ilan ve reklamlara ait ilan asma tahsis bakım ücretlerinin büyükşehir belediyesine ödeneceği hususuna dikkat çekmiştir.ii. Mahkemeye göre ilgili yerlerdeki mahalli hizmetleri büyükşehir belediyeleri kanun gereği yerine getirdiklerinden dolayı ilan asma tahsis bakım ücreti alınabilmesi için başvurucunun Belediyeden herhangi bir hizmet talebinde bulunması gerekmemektedir. Bu itibarla ilan ve reklamın bu yerlerde yapılıp yapılmadığı önemli olduğundan başvurucunun Belediyeden hizmet talebinde bulunup bulunmamasının olaya etkisi yoktur.iii. Öte yandan başvurucu Şirketçe her ne kadar 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun düzeltme şikâyet müessesesi kapsamında 1996-2002 yılları arasında ödenecek olan ilan asma tahsis ücretlerinin yasal faizi ile birlikte iadesi istenmiş ise de 1996-2001 yılları arasında tahsil edilen ücretler için 213 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen beş yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra 25/10/2007 tarihinde başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından bu yıllar için tahsil edilen ilan asma tahsis ücretlerinin düzeltme şikâyeti kapsamında düzeltilemeyeceği sonucuna varılmıştır.iv. Mahkeme, 2002 yılına ilişkin olarak tahsil edilen ilan asma tahsis ücretlerinin ise ilgili mevzuat hükümleri uyarınca büyükşehir dâhilindeki meydan, bulvar, cadde ve ana yollarda bulunan elektrik direklerine asılacak ilan ve reklamlara ilişkin tahsis ücreti alma yetkisinin başvurucu Şirketin iddialarının aksine belediyeye ait olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme, kanun gereği idarenin ilgili alandan herhangi bir hizmet talebi olmadan vergi ve ücret tahakkuk ettirebileceği gerçeğinden hareketle 1996-2002 yıllarına ilişkin tahsil edilen ilan asma tahsis ücretlerinde ve tahsil edilen ücretlerin iadesi yönündeki başvurunun reddi işleminde kanuna aykırılık görmemiştir. Başvurucu Şirket tarafından temyiz edilen bu karar, Danıştay Dokuzuncu Dairesinin (Daire) 18/9/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu Şirketin karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 24/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucu Şirket vekiline 31/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Şirket 31/8/2015 tarihinde bireysel başvurularda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 3030 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Büyükşehir belediyelerine ait görevler:....c) Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayolları yapmak, yaptırmak, bakım ve onarımını sağlamak ve kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek, ..." 3030 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Büyükşehir belediyesinin gelirleri şunlardır: ...  (e) 6 ncı maddenin (A) fıkrasının (c) bendinde belirtilen alanlardaki ilan asma yerleri, elektrik direkleri, büfeler ile tercihli yollardaki bariyerlere konulacak her türlü ilan ve reklamların vergileri ile asma, tahsis ve bakım ücretleri, ..." 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Belediyeler bu Kanunda harç veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet (...) (2) için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkilidir. Belediye'ye tekel olarak verilmiş işler kendi özel hükümlerine tabidir." Anayasa Mahkemesi Kararı 2464 sayılı Kanun'un 4/12/1985 tarihli ve 3239 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin iptali istemine ilişkin Anayasa Mahkemesince verilen 26/1/2011 tarihli ve E.2009/42, K.2011/26 sayılı kararın ilgili kısımları şöyledir: "Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiş ve diğer fıkralarında da bu yükümlülüğün ilkeleri gösterilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında, 'Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.' denilerek verginin kanuniliği ilkesi benimsenmiştir. Verginin kanuniliği ilkesi, takdire dayalı keyfî uygulamaları önleyecek sınırlamaların yasada yer almasını gerektirmekte ve vergi yükümlülüğüne ilişkin düzenlemelerin konulması, değiştirilmesi veya kaldırılmasının yasa ile yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Buna göre vergide, yükümlü, matrah, oran, tarh, tahakkuk, tahsil, uygulanacak yaptırımlar ve zamanaşımı gibi konuların yasayla düzenlenmesi zorunludur.İtiraz konu kuralla, belediye meclislerine verilen, 'ücret' adı altında vergi, resim, harç veya benzeri mali yüküm tarifesi belirleme yetkisi değil, ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri hizmetlerin karşılığı olarak ücret tarifesi belirleme yetkisidir. Belediyelere tekel olarak verilmemiş, kişilerin isteği üzerine sunulan hizmetler için bir tarifeye dayalı olarak istenilen 'ücret'in vergi, resim, harç ve benzeri mali yüküm olarak nitelendirilmesi mümkün değildir." Danıştay İçtihadı Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 18/9/2012 tarihli ve E.2009/724, K.2012/4640 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "... Davacı şirket adına 2005 yılına ilişkin olarak tarh edilen ilan asma tahsis ücretinin kaldırılması istemiyle açılan davayı reddeden vergi mahkemesi kararının bozulması istenilmektedir. 2004 tarihinde 3030 sayılı Yasa'yı yürürlükten kaldırarak yürürlüğe giren 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun maddesinin fıkrasının (g) bendinde; Büyükşehir Belediyesinin yetki alanındaki meydan, bulvar, cadde ve ana yolları yapmak, yaptırmak, bakım ve onarımı sağlamak,kentsel tasarım projelerine uygun olarak bu yerlere cephesi bulunan yapılarailişkinyükümlülüklerkoymak,ilanvereklamasılacakyerlerivebunların şekil ve ebadını belirlemek, meydan, bulvar, cadde, yol ve sokak ad ve numaraları ile bunlar üzerindeki binalara numara verilmesi işlerini gerçekleştirmek görev ve sorumluluğunun büyükşehir belediyelerine ait olduğu, aynı Yasanın maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde de; 7'nci maddenin birinci fıkrasının (g) bendinde belirtilen alanlar ile bu alanlara cephesi bulunan binalar üzerindeki her türlü ilan ve reklamların vergileri ile asma tahsis ve bakım ücretlerinin büyükşehir belediyelerinin gelirleri arasında olduğu hükme bağlanmıştır. 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun maddesinde ise; belediyelerin bu Kanunda harç veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkili oldukları belirtilmiştir. 5216 sayılı Yasanın amacı maddesinde, büyükşehir belediyesi yönetiminin hukuki statüsünü düzenlenmek, hizmetlerin planlı, programlı, etkin, verimli ve uyum içinde yürütülmesini sağlamak olarak belirtilmiş, Yasada belediyelerin gelirlerine ilişkin yeni bir düzenlemeye yer verilmemiş, büyükşehir belediyeleri ile ilçe ve ilk kademe belediyelerinin görev, yetki ve sorumlulukları sayılarak ve mahali hizmetlerin gerçekleştirilebilmesi için genel bütçe vergi gelirleri ile belediye gelirlerinin ne şekilde taksim edileceği belirtilerek büyükşehir belediyeleri ile ilçe ve ilk kademe belediyeleri arasında ortaya çıkabilecek görev, yetki ve gelir uyuşmazlıklarının önlenmesi amaçlanmıştır. Yasaya göre Büyükşehir Belediyesinin yetki alanındaki meydan, bulvar, cadde ve anayollar ile bu alanlara cephesi bulunan binalar üzerindeki her türlü ilan ve reklamların hem vergilerini, hem de asma tahsis ve bakım ücretlerini Büyükşehir Belediyeleri almaya yetkilidir. Bunun dışında ana arterde olsa bile yol kenarındaki binaların ana caddeye cephesi olmayan yüzlerine, özel mülke konu bahçe, arsa veya araziye dikilen direklere ya da panolara konulan reklamların vergileri ise ilçe veya ilk kademe belediyelerince alınacaktır. Bu durumda asma tahsis ve bakım ücreti istenebilmesi için ilgilinin isteğine bağlı olarak ilan ve reklam konulan yerin ana arterde veya belediyenin özel mülkü olması nedeniyle belediyece tahsis edilmesi veya ilan ve reklamın asma ve bakım hizmetinin belediyece yapılması gerekmektedir.Ancak büyükşehir belediyesinin yetki alanındaki meydan, bulvar, cadde ve ana yolları yapmak, yaptırmak, bakım ve onarımı sağlamak kanun gereği büyükşehir belediyelerinin görevi olduğundan bu yerlere, bu yerlerde bulunan panolara, ağaçlara, belediyeye ait otobüs duraklarına, çöp kutularına, büfelere veya bu yerlerdeki direklere asılacak ilan ve reklamlardan tahsis bakım ücreti alınabilmesi için ilgilinin belediyeden herhangi bir hizmet talebinde bulunması gerekmemektedir. ..." Dairenin 15/12/2011 tarihli ve E.2008/4915, K.2011/8669 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "...Büyükşehir Belediyeleri Yasa'da belirtilen alanlardaki ilan ve reklamlardan asma tahsis ve bakım ücreti almaya yetkili ise de 5216 sayılı Yasa belediye gelirlerini de düzenleyen gelir yasası niteliğinde olmadığından ve yasada ücretin ne şekilde, hangi şartlarda alınacağına dair bir düzenleme bulunmadığından, asma tahsis ve bakım ücretinin 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun maddesi uyarınca hizmet karşılığı olarak belediye meclislerince düzenlenecek tarifeleregöre alınması mümkündür. Bu durumda asma tahsis ve bakım ücreti istenebilmesi için ilgilinin isteğine bağlı olarak ilan ve reklam konulan yerin ana arterde veya belediyenin özel mülkü olması nedeniyle belediyece tahsis edilmesi veya ilan ve reklamın asma ve bakım hizmetinin belediyece yapılması gerekmektedir. Ancak büyükşehir belediyesinin yetki alanındaki meydan, bulvar, cadde ve ana yolları yapmak, yaptırmak, bakım ve onarımı sağlamak kanun gereği büyükşehir belediyelerinin görevi olduğundan bu yerlere, bu yerlerde bulunan panolara, ağaçlara, belediyeye ait otobüs duraklarına, çöp kutularına, büfelere veya bu yerlere dikilen direklere asılacak ilan ve reklamlardan tahsis bakım ücreti alınabilmesi için ilgilinin belediyeden herhangi bir hizmet talebinde bulunması gerekmemektedir. ..." Dairenin 11/12/1996 tarihli ve E.1996/2451, K.1996/4245 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "...3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun maddesinin (A) fıkrasının (c) bendinde; büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayolları yapmak, yaptırmak, bakım ve onarımını sağlamak ve kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmenin büyükşehir belediyelerinin görevleri arasında sayıldığı, maddesinin (e) fıkrasındada; maddenin(A) fıkrasının (c) bendinde belirtilen alanlardaki ilan asma yerleri, elektrik direkleri, büfeler ile tercihli yollardaki bariyerlere konulacak her türlü ilan ve reklamların vergileri ile asma, tahsis ve bakım ücretlerinin büyükşehir belediyelerinin gelirleri arasında olduğu hüküm altına alınmıştır. Sözkonusu madde hükmünden, maddede sayılan bu yerlere konulacak ilan ve reklamlara ilan asma tahsis bakım ücretlerinin büyükşehir belediyesine ödeneceği anlaşılmaktadır. Bu yerlerdeki mahalli hizmetleri büyükşehir belediyeleri kanun gereği yerine getirdiklerinden ilan asma tahsis ücreti alınabilmesi için ilgilinin belediyeden herhangi bir hizmet talebinde bulunması gerekmemektedir. İlan ve reklamın bu yerlerde yapılıp yapılmadığı önemli olduğundan ilgilinin belediyeden hizmet talebinde bulunup bulunmamasının olaya etkisi yoktur. Dosyanın incelenmesinden, İstanbul Büyükşehir Belediyesi hudutları içinde muhtelif yerlerde market, kebapçı, kuruyemişçi ve elektrik direklerinde asılı panolar bulunduğunun saptandığı anlaşılmıştır. Uyuşmazlıkta ilan panolarının asılı bulunduğu elektrik direkleri, meydan ve cadde üstünde bulunduğundan ve bu yerler 3030 sayılı Kanunun 18/e maddesinde sayılan yerlerden olduğundan, bu kısım için tarh edilen ilan asma tahsis ve bakım ücretinde kanuna aykırılık bulunmamaktadır. ..." Dairenin 16/9/1997 tarihli ve E.1996/6361, K.1997/2527 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "... 3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun maddesinin (A)fıkrasının (c) bendinde; Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayolları yapmak, yaptırmak, bakım ve onarımını sağlamak ve kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmenin büyükşehir belediyelerinin görevleri arasında sayıldığı, maddesinin (e) fıkrasında da; maddenin (A) fıkrasının (c) bendinde belirtilen alanlardaki ilan asma yerleri elektrik direkleri, büfeler ile tercihli yollardaki bariyerlere konulacak her türlü ilan ve reklamların vergileri ile asma ,tahsis ve bakım ücretlerinin büyükşehir belediyelerinin gelirleri arasında olduğu hüküm altına alınmıştır. Sözkonusu madde hükmünden, maddede sayılan bu yerlere konulacak ilan ve reklamlara ait ilan ve reklam vergisi ile ilan asma tahsis bakım ücretlerinin büyükşehir belediyesine ödeneceği anlaşılmaktadır. Bu yerlerdeki mahalli hizmetleri büyükşehir belediyeleri kanun gereği yerine getirdiklerinden ilan asma tahsis bakım ücreti alınabilmesi için ilgilinin belediyeden herhangi bir hizmet talebinde bulunması gerekmemektedir. İlan ve reklamın bu yerlerde yapılıp yapılmadığı önemli olduğundan ilgilinin belediyeden hizmet talebinde bulunup bulunmamasının olaya etkisi yoktur. ..." Dairenin 31/10/2001 tarihli ve E.2000/2194, K.2001/3950 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "...3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun maddesinin (A) fıkrasının (c) bendinde; Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayolları yapmak, yaptırmak, bakım ve onarımını sağlamak ve kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmenin büyükşehir belediyelerinin görevleri arasında sayıldığı, maddesinin (e) fıkrasında da; maddenin (A) fıkrasının (c) bendinde belirtilen alanlardaki ilan asma yerleri, elektrik direkleri, büfeler ile tercihli yollardaki bariyerlere konulacak her türlü ilan ve reklamların vergileri ile asma, tahsis ve bakım ücretlerinin büyükşehir belediyelerinin gelirleri arasında olduğu hüküm altına alınmıştır. Sözkonusu madde hükmünden, maddede sayılan bu yerlere konulacak ilan ve reklamlara ait ilan ve reklam vergisi ile ilan asma tahsis ve bakım ücretlerinin büyükşehir belediyesine ödeneceği anlaşılmaktadır. Bu yerlerdeki mahalli hizmetleri büyükşehir belediyeleri kanun gereği yerine getirdiklerinden ilan asma tahsis bakım ücreti alınabilmesi için ilgilinin belediyeden herhangi bir hizmet talebinde bulunması gerekmemektedir. İlan ve reklamın bu yerlerde yapılıp yapılmadığı önemli olduğundan ilgilinin belediyeden hizmet talebinde bulunup bulunmamasının olaya etkisi yoktur. Kanun koyucu, ilan ve reklam bu yerlerde yapılmış ise hizmetin yasa gereği zaten yapıldığını ve belediyenin bir tahsiste bulunmuş sayılacağını kabul etmiştir. İlanın bu yerlerde yapılması halinde özel direkte veya elektrik direğinde olması sonucu değiştirmeyecektir. Doğrudan ana arterdeki tretuvar, yol yahut meydan üzerine konulan özel direklerle, yol kenarındaki binaların önünde bulunan özel mülke ait yerlere konulan özel direklerin durumları birbirinden farklıdır. Doğrudan tretuvar, yol yahut meydana dikilen direkler, ilan ve reklam vergisi yönünden yasada yazılan elektrik direkleri gibidir ve cadde, meydan ve bulvarlardaki bu kabil ilan ve reklamların vergileri büyükşehir belediyesine ait olduğu gibi kaldırım, yol, meydan üzerinde bulundukları sürece bu yerlerin tahsislerinin ve bakımlarının büyükşehir belediyesince yapıldığını kabul etmek gerektiğinden asma tahsis bakım ücretlerinin de aynı belediyelerce alınması gerekmektedir. Yasaya göre büyükşehir belediyesince ilan asılması için özel olarak ayrılmış ve düzenlenmiş yerlere, ana arterler üzerindeki elektrik direklerine, büfelere, tercihli yollardaki bariyerlere konulan ilan ve reklamların hem vergilerini, hem de asma tahsis ve bakım ücretlerini büyükşehir belediyeleri almaya yetkilidir. ..." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir: "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mülkiyet hakkını güvence altına alan Sözleşme'nin anılan maddesinin ilk ve en önemli koşulu, kamu makamları tarafından mülkiyet hakkına yapılan herhangi bir müdahalenin hukuka dayalı olması gerekliliğidir (Iatridis/Yunanistan [BD], B. No: 31107/96, 25/3/1999, § 58). Bu maddenin birinci paragrafının ikinci cümlesi, devletlere yalnızca hukukun öngördüğü koşullar dâhilinde mülkiyetten yoksun bırakma yetkisi vermiş; ikinci paragraf ise devletlere ancak hukuk kuralları uygulanarak mülkiyeti kamu yararına kontrol etme yetkisi tanımıştır. AİHM, hukuka dayalı olma ilkesini yalnızca bu maddede yer alan hükümlerden çıkarmamaktadır. Kararlarda, sıklıkla demokratik bir toplumun temel ilkelerinden biri olan hukukun üstünlüğü ilkesinin Sözleşme’nin bütün maddeleri için geçerli olduğu ifade edilmektedir (Iatridis/Yunanistan, § 58). AİHM'e göre hukukilik ilkesi, müdahalenin ilk olarak iç hukukta bir temelinin olması gerektiği anlamına gelmektedir (Shchokin/Ukrayna, B. No: 23759/03, 37943/06, 14/10/2010, § 51). AİHM, Sözleşme’de geçen hukuk ya da hukuka aykırı terimleriyle sadece iç hukuka atıfta bulunmakla kalmayıp aynı zamanda bu terimlerin hukukun üstünlüğü ile ilgili olduğunu belirtmektedir. Buna göre uygulanan iç hukuktaki düzenlemelerin hukukun üstünlüğü ilkesiyle de uyumlu olması gerektiği ifade edilmektedir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 67). Hukuka dayalı olma ilkesi, ayrıca iç hukukta uygulanan kanun hükümlerinin yeterli derecede erişilebilir, belirli ve öngörülebilir olmasını da içermektedir (Beyeler/İtalya [BD], B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 109; Hentrich/Fransa, B. No: 13616/88, 22/9/1994, § 42; Spaček, s.r.o./Çek Cumhuriyeti, B. No: 26449/95, 9/11/1999, §§ 56-61). Öte yandan Tkachenko/Rusya (B. No: 28046/05, 20/3/2018) kararında AİHM, iç hukuktaki düzenlemelere aykırı olan bir müdahalenin de hukukilik ölçütünü karşılamadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte herhangi bir usule aykırılığın müdahalenin hukukiliğiyle uyumsuz kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu bağlamda AİHM, hukukun doğru biçimde uygulanması ve yorumlanması konusunda sınırlı bir yetkisi olduğunu ve ulusal mahkemelerin yerine geçme gibi bir sorumluluğu olmadığını ancak bu kararların açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatasından yoksun olmaması gerektiğini vurgulamıştır (Tkachenko/Rusya, § 52). AİHM sonuç olarak somut olayda iç hukukta öngörülen kamulaştırma usulüne aykırı davranıldığını tespit ederek mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Tkachenko/Rusya, §§ 53-58).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15389
Başvuru, belediye tarafından ilan asma tahsis ücreti tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 26/4/2007 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/200 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 15/9/2009 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/11/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından yargılamaya Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/40 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucu Faraç Öğredik'in vefat etmesi üzerine Mahkemece 14/3/2013 tarihli duruşmada başvurucu vekili Avukat Seyhan Bingül Şimşek'e mirasçıların vekâletnamesini ve veraset ilamlarını sunmak üzere süre verildiği belirlenmiştir. Mahkemece veraset ilamında yer alan mirasçıların davaya dâhil edilerek adlarına davetiye çıkarıldığı, Avukat Seyhan Bingül Şimşek'in dâhilî davacılara ait vekâletnameleri ibraz ederek yargılamaya katılmaya devam ettiği anlaşılmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20409
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular hakkında ekli listenin (D) sütununda gösterilen suçlardan açılan kamu davalarında ekli listenin (E) sütununda belirtilen mahkemelerce başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiş ancak verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına yapılan itiraz, ekli listenin (F) sütununda gösterilen mahkemelerce reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararlarda esas olarak HAGB kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararlarda hukuka aykırılık bulunmadığı, HAGB'nin şartlarının gerçekleştiği hususlarına dayanılmıştır. Başvurucular, nihai kararları öğrendikten sonra süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2022/98159 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2022/98159 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/98159
Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, hakkında açılan ceza davasında görevli olmayan mahkemede yargılandığını ve lehine olan delillerin toplanması taleplerinin reddedildiğini, bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş, yeniden yargılama ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 7/3/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 2/6/2014 tarihli yazısı, 10/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, görüşünü 25/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun, 2009 yılında, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı olarak Kayseri ilinde yaptığı bir soruşturma ile ilgili olarak, soruşturmanın şüphelilerinden biri olan astsubay A.B., kendisine ve diğer iki astsubay olan O.G. ile İ.’ye işkence yaptığı iddiasıyla başvurucu hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Müştekiler gözaltında bulundukları 4/3/2009 ve 8/3/2009 tarihleri arasında Kocasinan ve Melikgazi İlçe Jandarma Komutanlığında nezarethanede tutulduklarını, uzun süre uykusuz bırakıldıklarını, zamanında yemek verilmeyerek aç bırakıldıklarını, bulundukları nezarethane koşullarının olumsuz olduğunu, soruşturmaya katılan sivil şahıs G.’nin kendilerini hipnoz yapmakla tehdit ettiğini ve sonuçta Fethullah Gülen grubu olarak bilinen oluşumla ilişkilerini ve bir kısım suçlamaları kabul ettiklerini ileri sürmüşlerdir. 22/7/2009 tarihinde Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun askeri savcı olması ve soruşturma yetkisinin Milli Savunma Bakanlığında olduğundan bahisle görevsizlik kararı vererek dosyayı Milli Savunma Bakanlığına göndermiştir. 24/5/2010 tarihinde, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı soruşturma yetkisinin Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığında olduğu gerekçesi ile karşı görevsizlik kararı vermiştir. Başvurucunun, karşı görevsizlik kararına yaptığı itiraz, 31/8/2010 tarihinde Genelkurmay Askeri Savcılığınca reddedilmiştir. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 23/11/2010 tarihli iddianamesiyle başvurucunun işkence yapmak suçundan üç kez cezalandırılması için kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:“…şüpheli Ahmet Zeki Üçok'un, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığında Hava Hakim Albay olarak görev yaptığı sırada, "Emre İtaatsizlikte Israr, Astlık-Üstlük Münasebetlerini Zedeleme, Amir veya Komutanlarına Karşı Güven Hissini Yok Etmeye Matuf Hareketlerde Bulunma" suçlarından dolayı haklarında Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığının 2009/221 Esas sayılı evrakı üzerinden soruşturma yürütülen ve suç tarihleri itibariyle Kayseri Hava İkmal Bakım Merkezi Komutanlığında görevli Astsubay Ali Balta ile Hava Ulaştırma Ana Üs Komutanlığında görevli Astsubaylar Orhan Güleç ve İsmail Dağ hakkında ki soruşturma işlemlerini yürütmek amacıyla yanında Askeri Savcı Yardımcısı Hava Hakim Üsteğmen Özgür Tüfekçi ve sivil memur Şafak Canlı ile birlikte 2009 tarihinde Kayseri iline geldikleri. Şüpheli Ahmet Zeki'nin, 2009 tarihinde mağdurlardan Ali ile yaptığı ön görüşmeden sonra mağdur Ali'yi, yasal haklarını ve üzerine atılı suçlamayı anlatmadan gözaltına aldırdığı. Şüphelinin, 2009 tarihinde ise mağdurlar Orhan ve İsmail'in, ifade sahibi sıfatıyla beyanlarını aldıktan sonra onları serbest bıraktığı. Şüphelinin, 2009 tarihinde mağdurlardan Ali'nin şüpheli sıfatıyla ifadesini aldığı. Mağdur Ali'nin, bu ifadesinde üzerine atılı suçlamaları kabul etmediği. Bunun üzerine, şüphelinin, mağdur Ali'yi sorgulamaları için jandarma istihbaratta görevli sivil görevlilere teslim ettiği. Şüphelinin, 2010 tarihinde mağdurlar İsmail ve Orhan'ı, yasal hakları ve üzerlerine yüklenen suçları anlatmadan gözaltına aldırdığı. Sivil jandarma görevlileri tarafından 2009 ile 2009 tarihleri arasında sorgulanan mağdur Ali'nin, bir şeyler bildiği hususunda şüpheliye bilgi verilmesi üzerine şüphelinin, kendisini daha önceden tanıdığı ve silahlı kuvvetlerde yarbay rütbesi ile emekli olan, ayrıca Para-Psikoloji ve Hipnoz konularında bilgisi ve deneyimi bulunan Gürol Doğan isimli şahsı telefonla arayarak İzmir'den çağırdığı. Gürol Doğan'ın, aynı gün akşam saatlerinde Kayseri iline geldiği ve şüpheli ile görüştükten sonra, gözaltında tutulan mağdurlar ile gece geç saatlerde sırayla görüşmeler yaptığı. Gürol Doğan'ın, mağdurlar ile yaptığı bu görüşmeler sırasında sorgu odasında mağdur ve Gürol Doğan dışında kimsenin bulunmadığı. Gürol Doğan'ın mağdurlar ile bu şekilde 2009 ila 2009 tarihleri arasında birebir görüşmeler yaptığı. Bu görüşmeler sırasında, mağdurlara, kendisinin hipnoz uzmanı olduğunu, soruşturma savcısı Ahmek Zeki Üçok tarafından Kayseri iline çağrıldığını, Hava İkmal Bakım Merkezi Komutanlığının DYS sistemine kimin müdahale ettiğini sorduğu. Mağdurların, ilk başlarda Gürol Doğan'ın bu sorularına yanıt vermedikleri, ancak mağdurların sürekli uykusuz tutuldukları, aç bırakıldıkları ve uygun olmayan şartlarda barındırıldıkları. Mağdurların, bu süreç içerisinde bedenen ve ruhen zayıf düştükleri. Gürol Doğan'ın, küçük bir odada kalan, bedenen ve ruhen zayıf düşen mağdurların gece geç vakitlerde yanlarına geldiği, karşılarına oturarak yaklaşık 30 cm mesafeden mağdurlarla göz teması kurarak onları yorduğu. Yorgun düşen mağdurlara, suçlarını itiraf etmelerini, itiraf etmedikleri takdirde göz teması ve konuşmaları ile kendilerinden her türlü bilgiyi alabileceğini, suçlarını itiraf etmeleri durumunda ise mağdurların serbest bırakılacağını hatta silahlı kuvvetler tarafından ödüllendirilebileceklerini söyleyerek olumlu ve olumsuz telkinlerde bulunduğu. Şüphelinin de sık sık mağdurlar ile görüşerek, suçlamaları kabul etmelerini, kabul ettikleri takdirde mağdurları serbest bırakacağını, subay olmaları için Genel Kurmay Başkanlığına yazı yazacağını, istedikleri yerde görev yapabileceklerini, aksi takdirde ceza alacaklarını ve ordudan atılacaklarını söyleyerek olumlu ve olumsuz telkinlerde bulunduğu. Mağdurların, özellikle mağdur Ali'nin, yorgun düştüğü anlarda Gürol Doğan'ın isteği doğrultusunda kendi el yazıları ile yazdıkları suç itirafı mahiyetinde ki dilekçeleri Gürol Doğan'a verdikleri. Bu dilekçelerde ki ifadelerin daha sonra bilgisayara aktarıldığı ve yazı haline getirtilerek mağdurlara imzalattırıldığı, bu şekilde şüphelinin, Askeri Savcı sıfatıyla 2009 tarihinde mağdurlar hakkında yaptığı soruşturma sırasında, 2009 tarihinde, soruşturmanın sujesi olmayan Gürol Doğan'ı, mağdurları tek başına sorgulaması için görevlendirdiği. Gürol Doğan'ın da şüphelinin isteği doğrultusunda, 2009 ile 2009 tarihleri arasında özellikle gece geç vakitlerde mağdurlar ile bire bir görüşmeler yaparak onları yorduğu, aşağıladığı, iradelerini olumsuz etkilediği ve tedirgin hale getirdiği. Gürol Doğan'ın bu eylemleri nedeniyle ruhsal travma ve duygusal çöküntü içerisine giren mağdurların, şüphelinin isteği doğrultusunda suç ikrarına yönelik itiraf dilekçeleri ve ifade verdikleri anlaşılmaktadır. K.unun 148/maddesinde, şüphelinin beyanının , onun özgür iradesine dayanması gerektiği, bu beyanı etkiyecek nitelikte kötü davranma, yorma veya bazı araçlar kullanarak bedensel ve ruhsal müdahale yapılamayacağı belirtilmiş, aynı maddenin fıkrasında ise yasaya aykırı bir yarar vaat edilerek alınan ifadenin geçerli olmayacağı belirtilmiş, yine Anayasanın 17/maddesinde, ayrıca Türkiye'nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1948 tarihinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin maddesinde, 1950 tarihli İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin maddesinde, 1984 tarihli İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin maddesinde işkencenin unsurları tanımlanarak yasakladığı bildirilmiş olup; Bu yasal düzenlemeler de tarif edilen işkence suçunun maddi unsurları dikkate alındığında, şüphelinin, Askeri Savcı olarak mağdurlar hakkında yaptığı soruşturma sırasında gerçekleştirdiği ve yukarıda açıklanan eylemlerinin T.K.unun 94/maddesinde düzenlenen ve aynı maddede unsurları tanımlanan "işkence" suçunu oluşturduğu. Şüphelinin, aynı soruşturma kapsamında 3 mağdura karşı gerçekleştirdiği bu eylemlerin T.K.unun 43/maddesi dikkate alındığında 3 ayrı işkence suçunu oluşturduğunun kabulü gerektiği. Şüphelinin üzerine atılı bu suçla ilgili savunma yapmadığı, aşamalarda ki savunma ve dilekçelerinde, soruşturma usulü ile ilgili itirazlarda bulunduğu anlaşılmakta ise de; Mağdurların ve vekillerinin aşamalardaki iddia ve beyanları, tanıklar Özgür Tüfekçi, Şafak Canlı ve Mesut Balta'nın anlatımları, Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/340 Esas, 2010/223 Karar sayılı dava dosyası ve bu dosyanın sanığı olan Gürol Doğan'ın anlatımları, mağdurların gözaltında tutulduklarına ilişkin kayıtlar ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, şüpheli hakkında atılı suçtan dolayı kamu davası açılmasını gerektirecek nitelikte kuvvetli suç şüphesinin oluştuğu… anlaşılmakla; Şüphelinin yargılaması mahkemenizde yapılarak, yükletilen suçları işlediği kanıtlandığında T.K.unun 94/maddesi.(Üç kez tatbiki) cezalandırılması…” Anayasa Mahkemesi, 16/6/2011 tarih ve E.2010/32, K.2011/105 sayılı kararı ile 26/10/1963 tarih ve 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanunu’nun “Millî Savunma Bakanınca hazırlık soruşturması açılmasına izin verildiği takdirde düzenlenmiş olan evrak gereği yapılmak üzere ilgilinin görevli bulunduğu yere en yakın askeri mahkemenin savcısına gönderilir” biçimindeki maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline, Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrasıyla 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin sözü geçen kararı 27/10/2011 tarih ve 28097 sayılı Resmî Gazete’de yayımlamıştır. Başvurucunun, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı nedeniyle dosyanın görevsizlik kararı verilerek Askeri Yargıtaya gönderilmesi yönündeki talepleri Mahkemece reddedilmiştir. Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi, 7/10/2011 tarihinde aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunduğundan bahisle başvurucu hakkındaki yargılamanın Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/270 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir. Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin 17/4/2012 tarihli kararı ile başvurucunun işkence yapmak suçundan üç kez cezalandırılarak toplam 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Katılan mağdurların hava kuvvetleri komutanlığının 2009/221 esas sayılı soruşturması kapsamında 4/3/2009 ve 8/3/2009 tarihleri arasında Kocasinan ve daha sonra Melikgazi ilçe jandarma komutanlığında nezarethaneye alınıp bu zaman dilimi içerisinde her 3 katılan mağdurun uzun süre uykusuz bırakılıp, zamanında yemeklerinin verilmemesi suretiyle bazen aç bırakılarak ve bulundukları nezarethane koşullarının olumsuz hale getirilmesi ve yine bu soruşturmaya iştirak eden sivil şahıs sanık Gürol Doğan’ın hipnoz yapma ve telkinleriyle irade ve irade beyanları etki altına alınmak suretiyle, mağdurlardan İsmail ve Orhan’ın beyanlarını mağdur Ali’nin beyanını teyit eder mahiyette ve DYS sistemine Ali’nin girdiği, aynı zamanda da söz konusu soruşturmayla bağlantılı olarak Fethullah Gülen grubuyla katılanı ilişkilendirmek, etki altına alınmış beyanlarında yazılı isimler yardımıyla bu suçun işlendiğine dair kurgulanan örgüyü tamamlamaya yönelik katılan mağdurların hukuki hakları ihlal edilerek maruz kaldıkları eylemlerin soruşturmada görevli sanık Ahmet Zeki Üçok tarafından gerçekleştirildiği ve emekli yarbay sanık Gürol Doğan’ın da sanığın bu suçuna iştirak ettiğine dair mahkememizde tam bir vicdanı kanı hâsıl olmuştur…5237 sayılı yasanın maddesinde işkence suçu tanımlanmış olup, Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın md si ve Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere dayalı özellikle insan haysiyetinin tecavüzlerden korunması için işkence teşkil eden fiillerin cezasız kalmaması amacıyla işkence fiilleri bağımsız bir suç olarak tanımlanmış olup, işkence teşkil eden fiiller bir yandan buna maruz kalan kişilerin vücut dokunulmazlığına ve onuruna saldırı niteliği taşımakta, beden ve ruh sağlığını bozmaktadır. Diğer yandan işkenceye maruz kalan kişi irade serbestisi bertaraf edildiği ve hatta algılama yeteneği etkilendiği için duyduğu acı ve elemin etkisiyle gerçek dışı bazı açıklama ve kabullenmelerde bulunabilir, bu nedenle belli bir suça ilişkin ikrar veya sair delil elde etmek için başvurulan işkence gerçeğin ortaya çıkarılmasına ve adaletin gerçekleşmesine engel olucu bir etki de doğurabilir. Böylece işkencenin ayrı bir suç olarak ceza yaptırımı altına alınması ceza muhakemesinin maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik, amacının gerçekleştirilmesine de hizmet eder.İşkence olarak bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan, bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesine aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması gerekir. İşkence teşkil eden fiiller aslında kasten yaralama, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyan fillerdir. Ancak bu fiiller ani olarak değil sistematik şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedir. Bir süreç içinde süreklilik arz eder tarzda işlenen işkencenin en önemli özelliği, kişinin psikolojik ruh sağlığı, algılama ve irade yeteneği üzerindeki tahrip edici etkilerinin olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi işkencenin bu kapsamda işlenen fiillere nazaran daha ağır bir ceza yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir.5237 sayılı TCK’nın 94/ Maddesinde işkence suçu bir kişiye karşı insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine aşağılanmasına yol açacak davranışlar olarak nitelendirilmiş olup, bu maddenin fıkrasında belirtilen nitelikli halleri incelediğimizde; bu suçun maddi unsuru yönüyle işkence suçunun oluşabilmesi için, 1-failin kamu görevlisi olması veya kamu görevlisinin eylemine iştirak eden olması, 2-fiili kamu görevi nedeniyle işlemesi, 3-fiilin genel kastla işlenmesi, 4- fiilin insan onuruna aykırı olması, 5- fiilin belli bir ağırlıkta olması, 6-fiilin mağdurun, a. bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine veya b. algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine veya c. aşağılanmasına yol açması gerekir.İşkence niteliğindeki hareketler kişiye maddi ve manevi yönden acı veya eza veren hareketlerdir. Hareketler manevi nitelikli de olabilir hatta kişi üzerinde doğrudan müdahalede bulunmaksızın oluşturulan ortam vasıtasıyla dolaylı olarak da işkence suçu işlenebilir. AİHM Yunanistan hakkında yapılan bir başvuru ile ilgili olarak manevi işkencenin mümkün olabileceğini kabul etmiştir.Maddi unsuru oluşturan hareketler olarak AİHS’nin Maddesi de bu hususa ışık tutmuş ve AİHM ayakta tutma, göz bağı, sanığı kuvvetli gürültüye maruz bırakma, uyutmama, yiyecek ve içeceğin azaltılmasına dair hareketleri sorgulama tekniği olarak işkence kapsamında kabul etmiştir. İşkence suçunun oluşması için genel kast yeterli olduğundan herhangi bir amaçla, saikle suç işlenebilecektir. Bir soruşturma kapsamında, korkutmak, cezalandırmak, ayrımcılık yapmak gibi saiklerle de bu suç işlenebilir. Bu suçun mağduru herhangi bir kimse olabilir, bu hususta herhangi bir sınır getirilmemiştir.Maddi ve manevi unsurlar: Yukarıdaki kanun metnine dayalı olarak işkence suçunun maddi ve manevi unsurlarının tespiti yönü ile somut olayı incelediğimizde,Her 3 katılan mağdurun da gece ve gündüz uyutulmamaya çalışılarak bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine sebebiyet verecek maddi davranış ve ithamlara maruz kalmakla beraber, kimi zaman yemek verilmemek yada geç verilmek suretiye aç bırakıldıkları ve hukuki hakları ihlal edilip hipnoz yapma ve telkinleri kullanılmak suretiyle algılama ve irade yeteneklerinin etki altında bırakıldıkları, CMK’daki göz altı süresi ve bu hususa ilişkin haklarının ihlal edildiği, yine sanık savunması ve müdafi huzurunda ifade verme hakları ihlal edilerek ifade vermeden önceki gecelerde katılan mağdurlara yapılan kurgunun yazdırıldığı, soruşturma savcısı sanık Ahmet Zeki Üçok’un huzurunda da el yazısıyla yazılmış bu yazıların dikte ettirilip çıktısının alındığı, dolayısıyla katılan mağdurların şüpheli statüsünde olarak CMK’daki hakları ihlal edilmiş halde alınan ifadelerine rağmen, yine de gözaltına alındıktan en geç 4 gün sonra hakim huzuruna çıkarılmaları gerektiği halde, yani 8/3/2009 tarihinde 4 günlük gözaltı süresi dolmalarına rağmen disiplin cezası bahanesiyle 17/3/2009 tarihine kadar oda hapsinde tutuldukları, tüm bu nezarethane sürecinde katılan mağdurların aileleriyle ve avukatlarıyla yasal hakları oldukları halde yasal hakları ihlal edilerek görüştürülmedikleri, nezarethane şartları ve nezarethanede şüphelilerin giriş çıkışı ile şüphelilerle görüşmeye ilişkin tutanakların ve kamera kayıtlarının ibraz edilemediği, mahkememize ibraz edilen nezarethane giriş çıkış ve görüş tutanağının da sanık Gürol Doğan’ın beyanıyla da anlaşıldığı üzere gerçeği yansıtmadığı, geceleri sorguya giren sivil şahıslar ile sanık Gürol Doğan’ın sorgulama yetki, sıfat ve görevi olmaksızın sorguya girip tartaklama, küfür ve hakaret ederek aşağılama, aç bırakma, gece gündüz uykusuz bırakma eylemlerine maruz kaldıkları ve geceleri sabaha kadar sorgulanıp istenilen sözlü ifadelerin dikte ettirilmeye çalışıldığı, insanüstü yetenek ve hipnoza dayalı yapılan tehdit ve telkinler ile mağdurların irade ve irade beyanlarının etkilendiği, aynı zaman da sistematik yapılan bu davranışlar neticesinde katılan mağdurların psikolojik etkilenmeleri sonucu katılan mağdurlar hakkında adli tıp kurumunca alınmış raporlardan anlaşılan ruhsal çöküntü ve ağır acı çekildiği göz önünde bulundurularak her bir katılan mağdur yönüyle işkence suçunun maddi ve manevi unsurlarının gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Eylemin nitelikli unsuru olarak TCK nun 94/2-b maddesinde avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla eylemin gerçekleştirilmesinin suçun nitelikli hali olarak düzenlendiği ancak nitelikli halin oluşabilmesi için kanunun bir metni olarak kabul edilen gerekçe kısmında kamu görevlisinin görevinin gereğini yerine getirmiş olmasından dolayı işkence suçunun gerçekleşmesi gerekmektedir ve burada TCK nun 87 ve 82 maddesine atıf yapmakta olup, buradaki düzenlemelerde de, söz konusu eylemde mağdurun nitelikli hali olarak yapması gerekeni yerine getirmesi durumunu düzenlediğinden ve somut olayımızda da katılanların yapması gerekeni yaptığından dolayı maruz kalınan bir durum söz konusu olmadığı aşikardır. Dolayısıyla, sanıkların eylemleri yönünden işkence suçunun nitelikli halinin gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Sanıkların katılanlara yönelik eylemleri sonucu CMK’daki ifade alma ve sorgudan önce şüpheliye/sanığa haklarının anlatılması (m.147), sanığın kendisini suçlamaya zorlanması yasağı (m. 148), sanığın müdafi ile görüşme hakkı (m. 154), yakınlarına haber verilmesi (m. 95), gözaltında ifade sırasında müdafiin hazır bulunabilmesi ve müdafiin hazır bulunmaksızın kolluk tarafından alınan ifadelerin hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli ve sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınmaması (m. 148/4), susma hakkı ve diğer hakları konusunda şüphelilerin aydınlatılması yükümlülüğü (CMK 90/4 md., yakalama gözaltı ve ifade alma yönetmeliğinin md.), gözaltı süresinin kısa tutulması gerekliliği, toplu olarak işlenen suçlarda delillerin toplanması güçlüğü ve şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle Cumhuriyet Savcısı gözaltı süresinin her defasında bir günü geçmemek üzere 3 gün süre ile uzatılmasına yazılı olarak emir verip kimse bu süreler geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetinden mahrum bırakılamaz (CMK m.91) şeklindeki yasal düzenlemelerle koruma altına alınan katılanların haklarını ihlal ettikleri anlaşılmıştır.İştirak: İşkence suçunun faili kamu görevlisidir (TCK.6/1-c). Kamu görevlilerinin hepsi fail olabileceğinden burada bir ayrım söz konusu olmayıp suça bu sıfatı bulunmayanların iştiraki halinde TCK madde hükmü bir yana bırakılarak özel bir hükümle (m. 94/4) bunların da kamu görevlisi gibi cezalandırılacağını belirtmektedir. Böylece kamu görevlisi olmayanların TCK madde gereğince yardım eden (TCK madde.39) olarak az ceza ile kurtulmaları önlenmek istenmiştir. Bu durumda kamu görevlisi olmayan kişilerin de kamu görevlisi gibi sorumlu olmaları gerekecektir.TCK.40/2 ye göre ”özgü suçlarda ancak özel faillik niteliği taşıyan kişi fail olabilir bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur“. Bu genel kurala TCK.94/4 de bir istisna getirilmiştir: “Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır”. Bu hükümle kamu görevlisi olmamasına rağmen suça iştirak eden ve genel kural gereği azmettiren veya yardım eden olarak cezalandırılacak olan kişiler kamu görevlisi gibi fail olarak cezalandırılacaktır; dolayısıyla bu müşterek faillik halini almaktadır. Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında, katılanlara yönelik işkence suçunu kamu görevlisi olana sanık Ahmet Zeki Üçok un işlediği ve kamu görevlisi olmayan sanık Gürol Doğan’ın ise bu sanığın eylemine iştirak ettiği ve sanık Gürol un da TCK 94/4 maddesi kapsamında kamu görevlisi gibi fail olarak kabul edilmesi gerekmiştir. İçtima: İşkence suçunda ister aynı kişiye karşı farklı zamanlarda olsun isterse birden fazla farklı kişiye olsun işkence suçu bakımından zincirleme suç hükümleri uygulanmaz; fail mağdur sayısınca cezalandırılacaktır (TCK43/3). Aynı kişiye karşı işlenen işkence suçunun işlemleri niteliğindeki hareketler ise farklı zamanlarda olsa bile tek bir işkence suçu söz konusu olur; işkenceyi oluşturan suçların hakaret yaralama gibi başka suçları da oluşturduğu taktirde fikri içtima kurallarını uygulamak gerekir. Kanunda belirtilen hareketler seçimlik nitelikte olduğundan mağdurun hem acı çekmesine hem de aşağılanmasına yol açacak hareketlerin yapılması durumunda iki ayrı işkence suçu değil, tek bir işkence suçu söz konudur. Aynı şekilde suçun sistematik ve sürekli olması gerektiğinden bu sistematiklik veya sürekliliği sağlayan hareketler ayrı ayrı birden fazla işkence suçunu değil tek bir işkence suçunu oluşturur.İçtima hükümlerine ilişkin bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında, sanıkların eylemlerinin her bir katılan mağdura yönelik olarak ayrı ayrı işkence suçunu oluşturduğu ve bu nedenle 3 ayrı işkence suçundan sorumlu tutulmaları gerekmiştir.İstanbul Protokolü Kapsamında: Türkiye’nin taraf olduğu evrensel ve bölgesel nitelikteki insan hakları sözleşmeleri içinde işkenceyi tanımlayan tek belge BM İşkenceye Karşı Sözleşme’dir. Sözleşmede yer alan tanım, başlangıç kısmında da belirtildiği şekliyle BM İşkenceye Karşı Bildirgeden uyarlanmıştır. Sözleşmenin birinci maddesindeki bu tanımdan çıkarılacak unsurlar şunlardır: İşkencenin bilerek ve isteyerek yapılmış kasıtlı bir eylem olduğu, Fiziksel ve zihinsel ağır, acı, ya da ıztırap verici olduğu, İşkence eyleminin, a. Bilgi edinmek ya da itiraf elde etmek, b. Gerçekleşen ya da gerçekleştirildiğinden şüphelenen eylemden ötürü cezalandırmak, c. Korkutmak ya da sindirmek, d. Ayrımcılığın herhangi bir türüne dayanan bir nedenle yapılmış olması, Bu eylemi bir kamu görevlisinin ya da onun rızası veya onayı ile bir üçüncü kişinin yapmış olması, Kanuni yaptırımlardan kaynaklanmış veya yaptırımın doğası gereği olan arizi biçimde ortaya çıkan acı veya ıztırap olmaması.Sözleşmenin iç hukuk açısından bağlayıcılığı göz önüne alındığında bu tanımın iç hukuk bakımından da öncelikle dikkate alınması gerektiği ve TCK da düzenlenen işkence suçunun da bu kriterleri taşıdığı anlaşılmaktadır.AİHS’in maddesinde de işkence ve kötü muamele kavramları tarif edilmemekle beraber, bilindiği üzere, sözleşme otonom nitelikte olup yani eylemler ve buna ilişkin mahkemenin uygulamaları ile canlı bir varlık halinde hayatını devam ettiren AİHS nde aranan kriterleri de yine AİHM’in işkenceyi diğerlerinden ayırt etmek üzere başlıca üç kurucu unsuru içerdiğini görürüz. Birincisi, mağdura uygulanan muamelenin vermiş olduğu fiziksel ya da zihinsel ızdırabın yoğunluğu. İkincisi, bu muamelenin iradi yani bilerek isteyerek gerçekleştirilmiş olması ve nihayet üçüncüsü itiraf, bilgi almak veya cezalandırmak gibi belli bir amaç. Kuşkusuz burada da en önemli unsur olarak acının yoğunluğu. Bunun tespiti bakımından da muamelenin süresi, mağdur üzerindeki etkileri, izlenen amaç gibi bir takım soyut ölçütler kullanılır. AİHS sisteminde bunlara ilk kez komisyon tarafından Yunanistan kararında değinilmiştir. İrlanda Birleşik Krallığı davasında AİH Komisyonu fiziksel şiddet dışında derin endişe ve strese yol açan zihinsel ızdırapların da işkence olabileceğini söylemiş, yine bu davada işkence olgularının olup olamayacağını tartışmış ve gözaltına alınan başvuruculara sorgulamada kullanılan beş farklı kombine tekniği içerisinde, ayakta bekletilme ve uykusuz bırakılmayı da işkence kapsamındaki sorgu tekniği olarak nitelendirmiştir. Dolayısıyla Komisyon işkence için fiziksel acının yanı sıra psikolojik acıların derin endişe ve ızdırapların da işkence içinde görülebileceğine karar vermiştir. Ülkemizin de taraf olduğu ve iç hukuk yönüyle bir teamüller demeti olan İstanbul Protokolü kapsamında, işkence iddialarında mağdurda yapılan muayenede fiziksel bulgunun tespit edilememiş olması ya da tanısal incelemelerde pozitif bir sonuç alınamamış olması işkencenin olmadığı anlamında yorumlanamaz. Unutulmaması gereken ve altı kalınca çizilmesi gereken diğer bir husus da işkencenin sadece bedene ait fiziksel lezyonlarla kendisini göstermeyeceği gerçeğidir. İşkence en büyük travmayı kişinin ruhsal bütünlüğünde yapmaktadır. Bu nedenle her işkence iddiasında mutlaka ruhsal travmanın varlığı ve boyutları araştırılmalıdır. Bu nedenle psikiyatrik muayenenin yaptırılması ve raporun aldırılması etkin soruşturmanın gereği olup işkence iddialarında psikiyatri konsültasyonu mutlaka istenmelidir. Bu kapsamda da mahkememizdeki derdest davada soruşturma evresinde ikmal edilmeyen bu husus kovuşturma evresinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulundan rapor alınması suretiyle ikmal edilmiş, yine katılan Ali Balta’nın Gülhane Askeri Tıp Akademisinde psiklojik tedavisine ilişkin evraklar ile hakkında verilen raporların olaylı birer sureti dosya içerisine konulmuştur. Hava Kuvvetleri Komutanlığının 2009/221 soruşturma nolu dosyası incelendiğinde; getirtilen bu klasörlerin içerisinde 4304 sayfa nolu tutanakta Askeri savcılığının 18 mart 2009 tarihli TİB e hitaben yazılmış müzekkere de, CMK kurallarına riayet edilmediği ve yine söz konusu klasörler içerisinden suret alınmak üzere dosyaya konan belgelerden anlaşıldığı üzere, ilgili kişiler hakkında süresi içerisinde mahkemede alınmış onaylarda olmadığı halde aramalar ve elkoymaların yapıldığı anlaşılmaktadır. Dosya içerisine konan sanık Ahmet Zeki Üçok tarafından yapılan soruşturma dosyasında 467-468-469-470-471-472 ve 473 sayfa nolu tutanakta Savcılığının kendi yazılı beyanları kapsamında mahkeme kararı olmaksızın evinde ve işyerinde arama yapılan 20 kişinin olduğu, iletişimin dinlenmesine ilişkin mahkeme kararı olmaksızın 48 kişinin dinlendiği sabit olup, yine 4289 sıra nolu askeri savcılığın kendi tutanağında da belirtildiği üzere, CMK’nun 217/2 maddesine aykırı olarak CD’lerin ve cevabi yazıların delil olarak kabul edilemeyeceği, yine CMK nun 137 maddesi gereğince hakim onayı alınmadığı halde ve en geç 10 gün içerisinde yok edilmesi gerektiği halde üzerinden 9 ay gibi uzunca bir zaman geçmesine rağmen imha edilmeyen kayıtların mevcut olduğu ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen CMK nun 230/1-b maddesi gereğince üzerinden geçen zaman dilimine de istinaden imha edilemeyip tüm bu dökümlerin tutanak altına alınarak ayrı bir dosyada muhafaza edildiği ve delillerin imha edilmesinin de yanlış, hukuki ya da hukuki olmayan yorumlara sebebiyet vereceği yönündeki kanaatleri içeren tutanakları mevcuttur. Hava Kuvvetleri komutanlığı Askeri savcılığına mahkememizce yazılan müzekkere cevabı olarak, 2010 havale tarihli yazılarda yine Orhan Güleç, İsmail Dağ ve Ali Balta nın gözaltı sürelerini her defasında 24 saati geçmemek üzere soruşturmayı yürüten askeri savcı tarafından gözaltı sürelerinin uzatıldığına dair kararların Orhan, İsmail ve Ali ye tebliğ edildiğine dair herhangi bir tebliğ ve tebellüğ belgesinin bulunmadığı bildirilmiştir.Katılan Ali Balta hakkında resmi belgede sahtecilik, astlık-üstlük münasebetlerini zedeleme, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye matur hareketlerde bulunmak suçlarından Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesine açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda; aynı mahkemenin 07/10/2011 tarih ve 2011/20-123 E.K sayılı kararı ile atılı suçlardan ayrı ayrı beraatine karar verildiği anlaşılmıştır. Yukarıdaki izah edilen pozitif hukuk normlarına aykırı yapılan soruşturmada ihlal edilen kuralların çokluğu ve çeşitliliği gözönüne alındığında, bu soruşturmaya ilişkin elde edilen tüm belge, beyan, ifade ve delillerin ve yine hüküm tesisine dayanak teşkil edebilecek ifadeler ile bu ifadelerin alındığı zaman mefhumu da dahil olmak üzere hiçbir olguya itibar edilemeyeceğine dair mahkememizde kanaat hasıl olmuştur. Her ne kadar sanıklar üzerlerine atılı suçu işlemediklerini savunmuş iseler de, Sanık Gürol Doğan ın herhangi bir yetki ve sorumluluk olarak resmi sıfatı olmaksızın kendi savunmasında da belirttiği üzere, katılanlarla ilgili yapılan soruşturmaya iştirak ettiğini beyan edip, zımni ikrarda bulunmuş olması, kendisinin özellikle hipnoz konusunda uzman olduğunu ve parapsikolog olduğunu beyan etmiş olması, katılanlar hakkında yütürülen soruşturma ile herhangi bir ilgisi bulunmamasına karşın özellikle başlangıçta iddialara ilişkin herhangi bir anlatımda bulunmayan katılanların konuşturulmasına yönelik olarak bu konularda uzman olması nedeniyle sanık Gürol un çağrıldığına dair beyanları, sanık Gürol un katılanların konuşturulması ve konuşturulması için zorlanması dışında söz konusu soruşturmaya iştirakini gerektirir herhangi bir sebebin bulunmaması, katılanların gerek soruşturma gerekse kovuşturma aşamasındaki istikrarlı ve samimi beyanları, yine sanık Gürol un katılanlara ilişkin yürütülen soruşturma da görev aldığına ve özellikle sabahları yorgun olduğuna ve uyumaya gittiğine, akşamları ise mesaisinin yeni başladığını ifade ettiğine ve sabahları elinde el yazısı ile yazılmış bir takım belgelerin bulunduğuna, bu belgelerin sonradan ifade olduğunu öğrendiğine, belgeler üzerinde sanık Ahmet Zeki Üçok ile sanık Gürol un birlikte görüştüklerine ve kendisinin bu konuşmalar sırasında dışarı çıkarıldığına dair katılanlar hakkında yapılan soruşturmada görevli tanık askeri savcı Özgür Tüfekçi nin beyanları ve bu beyanların katılanların uykusuz bırakıldıklarına ve geceleri kendilerine bir kısım beyanların dikte ettirilip el yazıları ile yazdırıldığına dair beyanlarını doğrular mahiyette olması, katılanlar Orhan ve İsmail in gözaltında bulundukları süre içerisinde katılan Ali yi gördüklerinde, katılan Ali nin bulunduğu psikolojik duruma ilişkin anlattıkları olumsuz tablo, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığının 01/02/2010 tarihli cevabi yazısı ile katılanların gözaltı sürelerinin uzatıldığına dair kararların katılanlara tebliğ edildiğine dair tebliğ-tebellüğ belgesinin bulunmadığını bildirir cevabi yazı, Hava Kuvvetleri Komutanlığının 2009/221 soruşturma nolu mahkememizce incelenen dava dosyasındaki hukuk ihlalleri birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların savunmalarına itibar etmenin mümkün bulunmadığı ve savunmalarının kendilerini suçtan kurtarmaya yönelik olduğu kanaatine varılmıştır. …Sanık müdafileri her ne kadar yargılamanın değişik aşamalarında bir den fazla konuya ilişkin olarak tevsii tahkikat talebinde bulunmuşlar ise de, söz konusu taleplerin esasa etkili olmayacağına dair mahkememizce ayrıntılı açıklamalar ile bu taleplerinin reddedildiği ve özellikle karar duruşmasının yapıldığı son celse sanık müdafilerinin aşama aşama taleplerde bulunup, bu taleplerinin reddedilmesi üzerine, daha evvel hazırlanmış başka taleplerini mahkememize yazılı olarak iletmiş olmaları, talepleri önceden yazılı olarak hazır olmasına rağmen bir seferde mahkememize iletilmemiş olmaları, mahkememizce daha evvel beyanları tespit olunmuş bir kısım tanıkların yeniden dinlenilmelerini talep etmeleri ve yine sanıklara ve sanık Ahmet Zeki müdafilerine iddia makamının esas hakkındaki mütalaasının tebliğ ve tefhim edilmesinden uzunca bir süre geçmiş olmasına ve mütalaanın verilmesinden sonra bir kaç duruşma daha yapılmış olmasına karşın sanık Ahmet Zeki’nin esasa ilişkin savunmalarını sunmak üzere 3 ay süre istemesinin yargılamayı sürüncemede bırakmaya yönelik olduğu kanaatine varılmış ve bu nedenle taleplerine itibar edilmemiş, Sonuç olarak; katılan mağdurların hava kuvvetleri komutanlığının 2009/221 esas nolu soruşturmayla ilgili olarak soruşturmayı yöneten sanık Ahmet Zeki Üçok’un talebiyle 4/3/2009 tarihinden itibaren nezarete alındıkları ve nezarethanede irade ve irade beyanlarının etki altına alınarak istenildiği şekilde beyanda bulunmaları amacıyla mevzuatta belirtilen nezarethane şartlarına uygun olmaksızın, CMK’nın ve ilgili yönetmeliklerin gözaltına ilişkin düzenlemelerine aykırı muameleye maruz kaldıkları, soruşturmada yetkili bulunan sanık Ahmet Zeki Üçok un bilgisi ve talimatları doğrultusunda sivil şahıslarla birlikte sanık G.’ın geceleri 2 saatten fazla süren sorgulama yaptığı, bu sorgulamaya, sorgulama yetkisi bulunmayan sivil şahıslar ile birlikte sanık G.’ın katıldığı, katılan mağdurlara parmaklarını tattırıp acı tatlı ve ekşiyi hissettirip olağan üstü güçlerinin olduğu intibaını verdiği, sivil şahısların katılan mağdurlara insan onuru ile bağdaşmayacak şekilde küfür ve hakaret edip tartaklamalarda bulundukları, sanık G.’ın da hipnoza ilişkin bilgi ve yetisi bulunduğunu belirtip telkinlerde bulunmak suretiyle katılanlardan kabul etmesi istenilen ifadeyi yazmalarını sağlamaya çalıştığı ve bu nedenle de özellikle A.B.’ya yönelik her gün görüştüğü, katılanlara gece kabul etmesi istenilen hususlar yazdırılıp, soruşturma sırasında katılanların uykusuz ve kimi zaman aç bırakıldıkları ve yine CMK.nun 156/madde ve fıkrasına aykırı olarak sanığın savunma hakları da ihlal edilerek Ankara Barosundan Avukat Ş.Y ve N.K.’ı getirtmek suretiyle avukat huzurunda ifadeler alınmış gibi katılan mağdurların önceden yazdırılıp dikte ettirilen ifadelerinin çıktısının alındığı ve söz konusu avukatların da bu ifadelere ilişkin avukatlık yasasına aykırı bir şekilde müdafiliğini üstlendiği, katılanların aleyhine cümlelerin zapta geçildiği, sanıkların Kayseri de yapılan bir soruşturmada Kayseri Barosundan avukat istemeyip sanık Ahmet Zeki’nin daha evvelden tanıdığı Ankara Barosu avukatlarının çağrılarak soruşturmada görev almalarının sağlanmasının, sanıkların kasıtlarını ortaya koyduğu, sanıkların eylemlerinin bir bütün olarak işkence suçunun kalıpları içerisinde kaldığı, eylemleri kişinin onuru ile bağdaşmayan bedensel ve özellikle ruhsal yönden acı çekmesine algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açan davranışlar olup, katılanlardan A.B. hakkında ATK Başkanlığı İhtisas Kurulunun verdiği raporda atipikpsikotik reaksiyon tablosunun geliştiği, katılan İ. ve O.G’e ilişkin de korku duyma, uykudan uyanma, kabus görme, geleceğinin kalmadığını düşünme gibi ruhsal etkilenme bulgularının tespiti ile ruhsal travmanın oluştuğu anlaşılmış, Bu şekilde sanık Ahmet Zeki Üçok un kamu görevlisi sıfatıyla üzerine atılı işkence suçunu işlediği ve sanık G.D’ın da atılı bu suça iştirak ettiği …” 22/5/2012 tarih ve 6318 sayılı Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 357 sayılı Kanun’un maddesi değiştirilmiş, değişiklik 3/6/2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 25/10/1963 tarih ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “Askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi halinde eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suç ise sanıkların yargılanmaları askeri mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir” biçimindeki maddesi Anayasa Mahkemesinin 20/9/2012 tarih ve 2011/80 E. ve K.2012/122 sayılı kararı ile iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı 1/12/2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmış ve 6 ay sonra 1/5/2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Temyiz üzerine, Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin 17/4/2012 tarihli kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 13/12/2012 tarihli ilamı ile onanmıştır. Yargıtay ilamının ilgili kısmı şöyledir: “…Somut olayda; sanık Ahmet Zeki Üçok'un olay tarihinde Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesinde askeri savcı olarak görev yaptığı ve Kayseri ilinde meydana gelen bir olaya ilişkin olarak mahallinde yürüttüğü soruşturmada 2009 tarihinde önce katılan Ali Balta'yı daha sonra 2009 tarihinde diğer katılanları gözaltına aldırdığı, katılanların önce Kocasinan ardından Melikgazi İlçe Jandarma Komutanlığı nezaret- hanelerinde ayrı ayrı tutuldukları, sanık Ahmet Zeki Üçok ve kimliği belirlenemeyen kişilerce sorgulandıkları, sanık Ahmet Zeki Üçok'un katılanları isteği doğrultusunda ifade vermeye zorladığı, bunu temin etmek için çeşitli vaatlerde bulunduğu, istediği ifadeyi vermemeleri halinde ise meslekten attıracağını söylediği, katılanların istediği yönde ifade vermemesi üzerine bunu sağlamak amacıyla kendi beyanına göre hipnoz ve zihin kontrolü konusunda çalışmaları olan emekli sanık Gürol Doğan'ı tüm yol ve konaklama masrafları Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nca karşılanmak üzere İzmir'den çağırdığı, Kayseri'ye gelen sanık Gürol Doğan'ın katılanların sorgulanmasına ilişkin hiç bir resmi görevi olmamasına rağmen geceleri sabaha kadar süren zaman dilimi içinde yakın mesafeden gözlerine bakmalarını isteyerek katılanlara sorular sorduğu, ayakta tutarak ve uyutmayarak, iradelerini zayıflatmak suretiyle kendilerine atılı suçu ikrara zorladığı, katılanların 2009 tarihine kadar gözaltında, bu tarihten sonra da 2009 tarihine kadar oda hapsinde tutuldukları, 2009 tarihinde ilk kez Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesinin huzuruna çıkarıldıkları, katılanların gözaltında kaldıkları süre içerisinde geceleri sanık Gürol Doğan, gündüzleyin de sanık Ahmet Zeki Üçok ve kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından sorgulandıkları, geceleri uyumalarına izin verilmediği, uzun süre uykusuz bırakıldıkları, uyuduklarında ise kısa sürede tekrar uyandırıldıkları, düzenli yemek verilmeyerek aç bırakıldıkları, kendilerine ve ailelerine yönelik tehdit ve hakaret sözlerine maruz bırakıldıkları, asgari koşullara sahip olmayan tuvaleti taşmış pis kokulu nezarethanelerde tutuldukları, hipnoz yöntemiyle iradelerinin etki altına alınmaya çalışıldığı, CMK'nun 91 vd. benzer düzenleme içeren 353 sayılı Yasanın maddesine aykırı olarak gözaltı sürelerinin uzatılmasına ilişkin kararların katılanlara tebliğ edilmediği ve gözaltına alındıkları hususunun yakınlarına bildirilmediği, sanık Ahmet Zeki Üçok tarafından şikayetçilere müdafi olarak Ankara'dan iki avukat çağrıldığı, böylece katılanların insan onuruyla bağdaşmayan bedensel ve özellikle ruhsal yönden acı çekmesine, algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açan davranışlara maruz kaldıkları, bunun sonucunda katılan Ali Balta hakkında Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun verdiği raporda atipik psikotik reaksiyon tablosunun geliştiği, müdahil İsmail Dağ ve Orhan Güleç’e ilişkin de korku duyma, uykudan uyanma, kâbus görme, geleceğinin kalmadığını düşünme gibi ruhsal etkilenme bulgularının belirlenmesi ile ruhsal travmanın oluştuğunun tespit edildiği anlaşıldığından kamu görevlisi sanık Ahmet Zeki Üçok ile Gürol Doğan'ın 5237 sayılı TCY.nın 94/1-4 maddesi kapsamında işkence suçunu birlikte işlediklerinin kabulü gerekmiştir. Bu açıklamalar doğrultusunda; 1- Sanık Ahmet Zeki Üçok hakkında katılanlar Ali Balta, İsmail Dağ ve Orhan Güleç'e yönelik eylemleri, sanık Gürol Doğan hakkında katılan Ali Balta'ya yönelik eylemi nedeniyle kurulan hükümlere yönelik sanıklar müdafiileri ve katılanlar vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesinde; Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre sanıklar Gürol Doğan ve Ahmet Zeki Üçok müdafilerinin, görevli mahkemenin Askeri Yargıtay olduğuna, suçun sabit olmadığına ve lehe hükümlerin uygulanmadığına, katılan Ali Balta vekilinin sanıklara alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi gerektiğine yönelik temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddiyle, sanık Ahmet Zeki Üçok hakkında katılanlar Ali Balta, İsmail Dağ ve Orhan Güleç'e yönelik eylemleri, sanık Gürol Doğan hakkında katılan Ali Balta'ya yönelik eylemi nedeniyle kurulan hükümlerin oybirliğiyle (ONANMASINA)…” Başvurucu onama kararını UYAP sistemi üzerinden 10/2/2013 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu, 7/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 357 sayılı Kanun’un maddesinin Anayasa Mahkemesinin 16/6/2011 tarih ve E.2010/32, K.2011/105 sayılı iptal kararından önceki hali şöyledir: “Millî Savunma Bakanı, soruşturma yapmaya memur edilen askeri adalet müfettişince düzenlenen ve düşüncesini de kapsayan evrakı inceler, elde edilen sonuca göre hazırlık soruşturması yapılması için izin verilmesi veya disiplin cezası tayinine yahut kovuşturma yapılmasına lüzum görmezse evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir. Millî Savunma Bakanınca hazırlık soruşturması açılmasına izin verildiği takdirde düzenlenmiş olan evrak gereği yapılmak üzere ilgilinin görevli bulunduğu yere en yakın askeri mahkemenin savcısına gönderilir. Bir suçtan dolayı yapılacak ceza soruşturması disiplin cezası uygulanmasına engel olmaz.” 357 sayılı Kanun’un maddesinin 22/5/2012 tarihli değişiklikten sonraki hali şöyledir: “Millî Savunma Bakanı, inceleme yapmakla görevlendirilen askeri adalet müfettişince düzenlenen ve düşüncesini de kapsayan evrakı inceler, elde edilen sonuca göre soruşturma yapılması için izin verilmesine veya disiplin cezası tayinine ya da soruşturma yapılmasına lüzum görmezse evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir. Millî Savunma Bakanınca soruşturma açılmasına izin verildiği takdirde düzenlenmiş olan evrak, gereği yapılmak üzere ilgilinin görevli bulunduğu yere en yakın askeri mahkemenin savcısına gönderilir. Ancak Askeri Yargıtay kadrolarında savcılık ve tetkik hâkimliği ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kadrolarında savcılık ve raportörlük görevi yapan askeri hâkimler ile Millî Savunma Bakanlığı kadrolarında görevli askeri hâkimler hakkında düzenlenen evrak Genelkurmay Başkanlığının bulunduğu yerde kurulan askeri mahkemenin savcısına gönderilir. Askeri savcı tarafından iddianame düzenlenmesi halinde iddianamenin kabulü ya da iadesi konusunda karar verilmek üzere soruşturma evrakı ve düzenlenen iddianame Askeri Yargıtaya gönderilir. Askeri Yargıtay Başkanlar Kurulunun belirleyeceği daire, iddianamenin kabulüne veya iadesine karar verir. İddianamenin iadesi kararına karşı, iddianameyi düzenleyen askeri savcı tarafından Askeri Yargıtay Daireler Kuruluna itiraz edilebilir. Haklarında iddianamenin kabulüne karar verilen askeri hâkimlerin kovuşturması iddianameyi değerlendiren Askeri Yargıtay dairesinde yapılır. İddianamenin kabulünden itibaren Askeri Yargıtay dairesinde yapılacak kovuşturmada savcılık görevini Askeri Yargıtay Başsavcılığı yürütür. Bir suçtan dolayı yapılacak ceza soruşturması disiplin cezası uygulanmasına engel olmaz.” 353 sayılı Kanun’un, Anayasa Mahkemesinin 20/09/2012 tarih ve 2011/80 E. ve 2012/122 K. Sayılı kararı ile iptal edilen maddesi şöyledir: “Askeri mahkemelere ve adliye mahkemelerine tabi kişiler tarafından bir suçun müştereken işlenmesi halinde eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suç ise sanıkların yargılanmaları askeri mahkemelere; eğer suç Askeri Ceza Kanununda yazılı olmayan bir suç ise adliye mahkemelerine aittir.” 26/09/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun, maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1966
Başvurucu, hakkında açılan ceza davasında görevli olmayan mahkemede yargılandığını ve lehine olan delillerin toplanması taleplerinin reddedildiğini, bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş, yeniden yargılama ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, Elâzığ'ın Merkez ilçesi Rüstempaşa Mahallesi Karuklar mevkiinde kâin 345 ada 26 parsel numaralı 429 m² büyüklüğündeki taşınmazı 17/7/2007 tarihinde üçüncü kişiden satın almıştır. Başvurucunun iddiasına göre anılan taşınmaz tapulama işlemi sonucunda 13/10/1956 tarihinde tapuya tescil edilmiştir. Devlet Demir Yolları Genel Müdürlüğü (TCDD) tarafından anılan taşınmazın 925 m²lik kısmı üzerinden Elâzığ-Van hudut demir yolu hattı geçirilmiştir. TCDD'nin iddiasına göre demir yolu hattının ihtilaf konusu taşınmazın üzerinden geçen kısmı 1942 yılında inşa edilmiştir. Başvurucu 3/4/2013 tarihinde Elâzığ Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) TCDD aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atılmasından dolayı fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak üzere 000 TL tazminat ödenmesi isteminde bulunmuştur. TCDD cevap dilekçesinde, taşınmazın 1942 yılında Muşlu A. oğlu S.den 28,16 TL'ye kamulaştırılarak Hazine adına tescil edildiğini belirtmiştir. 1955 yılında yapılan kadastro çalışmaları sonucunda taşınmazın Hazine yerine hatalı olarak üçüncü kişiler adına tespit ve tescil edildiğini ifade etmiştir. Cevap dilekçesinde ayrıca davanın zamanaşımına uğradığını ileri sürmüştür. Asliye Hukuk Mahkemesince keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. Bilirkişi heyetince tanzim edilen 3/6/2014 havale tarihli raporda, taşınmazın demir yolu inşa edilmek suretiyle el atılan 925 m²lik bölümünün değerini dava tarihi itibarıyla 307 TL olarak belirlemiştir. Başka bir bilirkişi heyetince düzenlenen 20/5/2015 havale tarihli raporda ise el konulan kısmın değeri 000 TL şeklinde hesaplanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 1/10/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, dosyadaki bilgi ve belgelere göre TCDD tarafından dava konusu edilen yerin 1942 yılında kamulaştırıldığı, demir yolu hattında 1942 tarihinden sonra herhangi bir genişletme işleminin, dolayısıyla fiilî el atmanın söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca fiilî el atma olsa bile bunun 9/10/1956 tarihinden önce gerçekleşmiş olması sebebiyle 5/1/1961 tarihli ve 221 sayılı Amme Hükmi Şahısları veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca tahsis tarihinde kamulaştırılmış sayıldığı ifade edilmiştir. 221 sayılı Kanun'un maddesi hükmüne yer verilen kararda, başvurucunun dava hakkının anılan Kanun'un yürürlüğe girdiği 12/1/1961 tarihten itibaren iki yıl sonra düştüğü kabul edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde; TCDD'nin 1942 yılında kamulaştırdığı taşınmaz ile dava konusu taşınmazın farklı olduğu, bunun Tapu İdaresinin ekte sunulan yazısından açıkça anlaşılabileceği belirtilmiştir. Temyiz dilekçesindeki açıklamaya göre kamulaştırılan taşınmaz 345 ada 16 parsel numaralı olup kök kaydı 8 numaralı parseldir. Başvurucunun satın aldığı taşınmaz ise 345 ada 26 parsel numaralıdır. Temyiz dilekçesinde, itilaf konusu 345 ada 26 parsel numaralı taşınmazın hiçbir zaman kamulaştırılmadığı ifade edilmiştir. Taşınmaza hangi tarihte el atıldığının belli olmadığının vurgulandığı temyiz dilekçesinde, taşınmaza 1956 tarihinden önce el atılsa bile başvurucunun mülkiyeti kazandığı tarihin, hatta kadastro tespitinin yapıldığı tarihin 13/10/1956 tarihinden sonra olduğu ve 221 sayılı Kanun'un uygulanmayacağı iddia edilmiştir. TCDD'nin temyize cevap dilekçesinde, dilekçe ekinde sunulan kamulaştırma planından da anlaşılacağı üzere ihtilaf konusu 345 ada 26 parsel numaralı taşınmazın 1942 yılında A. oğlu S.den satın alınan 8 parsel numaralı (istimlak parseli) taşınmaz olduğu belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 23/10/2018 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucu, karar düzeltme yoluna da müracaat etmiştir. Karar düzeltme dilekçesinde, davalının sözünü ettiği A. oğlu S.den 8 parsel numaralı taşınmazın hâlihazırda Hazine adına tescilli olan 345 ada 16 parsel numaralı taşınmaz olduğu belirtilmiş; ihtilaf konusu taşınmazın A. oğlu S. ile bir ilgisinin bulunmadığı ifade edilmiştir. Karar düzeltme istemi, Dairenin 25/6/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 21/7/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 20-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25619
Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, Genelkurmay Başkanı'na yönelik sözlerden dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri sosyal tesislerine girişin altı ay süreyle yasaklanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Kamuoyunda Balyoz davası olarak bilinen ve 367 kişinin yargılandığı davada aralarında emekli kuvvet komutanlarının da bulunduğu (Eski Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına'ya Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini, cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiş; eylemin eksik teşebbüs aşamasında kaldığı kabul edilerek 20 yıl hapis cezasına indirilmiştir.) ve haklarında mahkûmiyet kararı verilen325 sanıktan 237'sinin hakkındaki mahkûmiyet hükmü ile 36 sanık hakkındaki beraat hükmü 9/10/2013 tarihinde Yargıtay tarafından onanmıştır. 88 sanık hakkındaki mahkûmiyet kararı ise ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi veya beraat kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/06/2014, §§ 11-13). Kararın onanması sonrasında 21/10/2013 tarihinde o dönemki Genelkurmay Başkanıyazılı biraçıklama yapmıştır. Başvurucu 1958 doğumlu, emekli kıdemli piyade albay olup Harbiye 79 Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin başkanıdır. Başvurucunun o dönemki Genelkurmay Başkanı'na (muhatap) yönelik olarak 25/10/2013 tarihinde sarf ettiği sözler basında yer almıştır. Başvurucunun ifadeleri şu şekildedir:"Genelkurmay Başkanı'nın Balyoz açıklamasından sonra o koltukta bir gün, bir dakika daha oturmaması lazım" Başvurucunun o dönemki Genelkurmay Başkanı'nın yazılı açıklamasına yönelik sarf ettiği sözlere ilişkin bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde oluşturulan bir kurula bildirilmiştir. Söz konusu Kurul, başvurucunun muvazzaf personelin amir ve komutanlarına karşı duyduğu güven hissini zedelemeye yönelik aleyhe beyanlarda bulunduğu yönünde değerlendirme yapmış ve başvurucunun 13/11/2013 tarihinden itibaren altı ay süreyle Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) sosyal tesislerine girişini yasaklamıştır. Başvurucu, kendisine herhangi bir açıklama yapılmaksızın 27/11/2013 tarihinde Merkez Orduevine;29/11/2013 tarihinde de Gazi Orduevine alınmamıştır. Başvurucu 18/12/2013 tarihinde idareye yazılı olarak başvurmuş ve işlemin gerekçesini sormuştur. Talebine cevap verilmemesi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesine (AYİM)iptal davası açmıştır. Dava devam ederken işlemin dayanağının gizli, gizlilik dereceli bir belge (gizli belge) olduğu başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu 20/11/2014 tarihinde gizli belgeyi inceleme talebinde bulunmuştur. Aynı gün gizli belgeyi incelemesine izin verilmiştir. Başvurucuya göre gizli belge kendisinin açıklamasına ilişkin internet çıktısından ibarettir. AYİM 11/12/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmuştur. AYİM karar düzeltme talebini de 30/4/2015 tarihinde reddetmiştir. AYİM kararında; dava konusu işleme sebep olan başvurucunun açıklamalarının başvurucu tarafından yapıldığı noktasında tereddüt bulunmadığını belirtmiştir. AYİM emekli subay olan ve sonraki dönemde Harbiye 79 Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin başkanlığını yürüten başvurucunun Anayasa ile teminat altına alınan düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında düşüncelerini açıklayabileceğine ve yanlış bulduğu hareketleri de eleştirebileceğine işaret etmiştir. Bununla birlikte AYİM, başvurucunun yargılananlar arasında bazı muvazzaf ve emekli TSK personelinin de bulunduğu yargılamaya yönelik değerlendirmesi ve üslubunun eleştiri sınırlarını aştığını belirtmiştir. Yasaklama kararının 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren TSK İç Hizmet Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) dava konusu uyuşmazlıkta yasaklamaya dayanak teşkil eden hükümleriyle uyumlu olduğunu ifade etmiştir. AYİM kararında, 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun maddesinin (c) bendi ile ve maddelerine ve bu hükümler çerçevesinde askerî kurumun tanımına veher askerin sahip olması gereken manevi değerlere yer vermiştir. AYİM, sosyal tesislerin TSK mensupları arasında dayanışmayı artırmayı, mesleki, kültürel ilişkileri sosyal ve moral ihtiyaçları karşılama amacıyla kurulduğunu belirttikten sonra muvazzaf personelin yanında tabi üye olarak kabul edilen emekli personel tarafından da müştereken kullanıldığını ifade etmiştir. Askerî mahal niteliğinde olan bu tesislerin amacına uygun olarak bir düzen içerisinde idamesi için yararlanma hakkına sahip olanların davranış ve üslup yönünden kabul edilebilir ölçütlere sahip olması gerektiğini vurgulamıştır. AYİM; başvurucunun eyleminin orduevi ve diğer sosyal tesislerde TSK mensuplarının ve ailelerinin sosyal ve moral ihtiyaçlarını karşılama, dayanışmayı artırma, meslek ve sosyal gelişmelerini mümkün kılacak imkânları hazırlamaya yönelik niyet ve amacı olumsuz yönde etkilediğini belirtmiştir. AYİM, başvurucunun açıklamalarının TSK'da astlık-üstlük münasebetlerini zedeleyecek, amir ve komutanlara karşı güven hissini yok edecek nitelikte olduğuna işaret ederek sosyal tesislere alınmama işleminde hukuka aykırılık görmemiştir. Ayrıca AYİM geçici süreyi kapsayan yasaklama kararının ölçülü olduğunu belirtmiştir. Karar başvurucuya 15/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 10/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 211 sayılı Kanun'un işlem tarihinde yürürlükte olan "Ordu evleri ve askeri gazinolar" başlıklı maddesinin fıkrası şöyledir:"Silahlı Kuvvetler mensupları arasında tesanüdü artırmak mesleki ve kültürel inkişaflara, sosyal ve moral ihtiyaçları temin gayesi ile büyük garnizonlarda (Tümen ve eşidi askeri kurumlar ile daha büyük kıta ve kurumların, Deniz ve Havada eşitlerinin bulunduğu) ordu evleri kurulabilir." Aynı Kanun'un işlem tarihinde yürürlükte olan maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) (Değişik : 4/7/1988 - KHK - 336/1 md.; Aynen Kabul: 7/2/1990 - 3612/43 md.) Ordu evlerinin kadro, kuruluş, idare, murakabe ve muhasebeleri ile işletme şekilleri ve müştemilatı yapılacak bir yönetmelik ile tesbit ve tayin olunur..." Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin maddesinin fıkrasının bendinin ilgili kısımları şöyledir:" Subaylar, askeri memurlar ve astsubaylar ile bunların emeklileri orduevlerinin ve askeri gazinoların tabii üyeleridirler.Tabii üyeler ile orduevleri, askeri gazino ve öteki askeri sosyal tesislerden yararlanma hakkına sahip diğer kişilerin;...ç)Kendisine özel bir görev verilmediği halde görevi ve sıfatı icabı muvazzaflık yaptığı dönemde bulunduğu görev ve görev yerleri hakkında beyanat veren, yazı yazan veya sair surette açıklamada bulunan, astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye yönelik olarak açıkça aşağılayıcı söz ve davranışta bulundukları çeşitli komutanlık ve resmi kaynaklardan intikal eden bilgi ve belgelerden tespit edilenlerin orduevleri, askeri gazinolar ve diğer askeri sosyal tesislere girişleri, Genelkurmay Başkanlığınca geçici veya sürekli olarak yasaklanabilir."B. Uluslararası Hukuk İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi ve kamu görevlilerininitibar hakkının korunmasına ilişkin uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37; asker kişinin ifade özgürlüğü hakkında uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Adem Talas, [GK], B. No: 2014/12143, 16/11/2017, §§ 21-23; Engin Kabadaş, B. No: 2014/18587, 6/7/2017, §
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9734
Başvuru, Genelkurmay Başkanı na yönelik sözlerden dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri sosyal tesislerine girişin altı ay süreyle yasaklanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 14/3/2014tarihi ve sonrasında yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/10563, 2014/14985, 2014/17374, 2014/5922, 2014/8462, ve 2015/19221 sayılı bireysel başvuru dosyaları konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/3550 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. . Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Abdulhamit Kılınçaslan, Ahmet Kılınçaslan ve Mehmet Kılınçaslan'ın babaları olan muris ile başvurucular Abdulkadir Kılınçaslan, İdris Kılınçaslan, Mehmet Emin Kılınçaslan'ın büyükbabası ve İbrahim Kılınçaslan'ın babası olan murisin 1961 yılında Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları müdahalenin meni davası, Hazine tarafından aralarında başvurucu Yusuf Kılınçaslan'ın da bulunduğu davalılar aleyhine Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde 1966 yılında açılan kadastro tespitine itiraz davası üzerinde birleştirilmiş; söz konusu davada yerel Mahkemece verilen kararın Yargıtayca bozulması üzerine yerel Mahkemesine dönen dava dosyası, anılan Mahkemenin kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine devredilmiştir. 2013/93 Esas sayısını alan dava, yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3550
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; özel muayenehanesi bulunan tıp fakültesi öğretim üyesine üniversite ödeneği verilmemesi, ek ödeme ve döner sermaye ödemesi yapılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 26/11/2014 tarihinde yürürlüğe giren 19/11/2014 tarihli ve 6569 sayılı Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığına İlişkin Bazı Düzenlemeler İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na eklenen geçici maddeyle tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim üyelerinden, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih (26/11/2014 tarihi) itibarıyla mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunmakta veya özel sağlık kuruluşlarında çalışmakta olanlara, bu faaliyetlerini sona erdirinceye kadar üniversite ödeneği verilmeyeceği ve ek ödeme yapılmayacağı hükme bağlanmıştır. Sözü edilen yasal değişikliğin yürürlüğe girdiği 26/11/2014 tarihi itibarıyla başvurucuya üniversite ödeneği verilmesi ve ek ödeme yapılması durdurulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 22/6/2016 tarihli ve E.2016/13, K.2016/127 sayılı kararıyla 2547 sayılı Kanun'un geçici maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi iptal edilmiştir. Anılan karar 21/9/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Başvurucunun 1/1/2015-21/9/2016 dönemi için üniversite ödeneği verilmesi, ek ödeme ve döner sermaye ödemesi yapılması yolunda yaptığı idari başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan dava nihai olarak Bölge İdare Mahkemesince üniversite ödeneği yönünden esastan, döner sermaye ödemesi yönünden ise süre aşımından reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; üniversite ödeneğine ilişkin olarak Anayasa'nın maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği, iptal edilen kanuna uygun olarak tesis edilen işlemlerin geçerliliğini sürdüreceği belirtilmiştir. Kararda, 2547 sayılı Kanun'un geçici maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi kapsamında olmayan döner sermaye ödemesine ilişkin olarak ise genel hükümlere uygun şekilde süresi içinde idari başvuru yapılmadığı vurgulanmıştır. Nihai karar 4/12/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42069
Başvuru; özel muayenehanesi bulunan tıp fakültesi öğretim üyesine üniversite ödeneği verilmemesi, ek ödeme ve döner sermaye ödemesi yapılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, zorunlu hizmet süresi tamamlanmadan istifa edilmesi gerekçesiyle tıp hekimliği diploması ile uzmanlık belgesinin verilmemesi ve doktorluk mesleğinin icra edilememesi nedenleriyle zorla çalıştırma yasağı, çalışma ve sözleşme hürriyeti ile ailenin korunması ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/12/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 8/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 23/12/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden 1998 yılında mezun olmuş 5/1/2001 tarihinde Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde uzmanlık eğitimine başlamıştır. 6/7/2005 tarihinde girdiği ihtisas sınavını başarıyla tamamlayan başvurucu 3/10/2005 tarihinde Mardin Devlet Hastanesine ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı olarak atanmış 1/11/2005 tarihinde göreve başlamıştır. Başvurucu, ailevi sebepler ve psikolojik rahatsızlığını gerekçe göstererek birçok kez İstanbul iline tayinini talep etmiş ancak tayin talepleri reddedilmiştir. Başvurucu majör depresyon teşhisiyle yaklaşık on dört ay istirahat raporu kullanmıştır. Tayin taleplerinin reddedilmesi nedeniyle başvurucu 25/10/2007 tarihinde istifa etmiş ve uzmanlık belgesinin kendisine verilmesini talep etmiştir. Sağlık Bakanlığının anılan talebi zımnen reddetmesi üzerine başvurucu, Ankara İdare Mahkemesinde zımnen ret işleminin iptali istemiyle dava açmış, Mahkemenin 12/11/2008 tarihli ve E.2008/458, K.2008/1891 sayılı kararıyla 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun, 21 Haziran 2005 tarih ve 5371 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalısma Esaslarına Dair Kanun, Devlet Memurları Kanunu ve Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun ile Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile getirilen ek ve maddelerine atıfla dava reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun ek maddesinde "İlgili mevzuata göre yurt içinde veya yurt dışında öğrenimlerini tamamlayarak tabip, uzman tabip ve yan dal uzmanlık eğitimini tamamlayarak uzman tabip unvanını kazananlar, her eğitimleri için ayrı ayrı olmak kaydı ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından hazırlanan İlçelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralamasında yer alan;....Gün, Sağlık Bakanlığı veya Sağlık Bakanlığınca uygun görülen diğer kuruluşlarda Devlet memuru veya ilgililerin talebi halinde 2003 tarihli ve 4924 sayılı Kanuna tâbi sözleşmeli sağlık personeli olarak Devlet hizmeti yapmakla yükümlüdürler. Bu süreler ihtiyaca göre Sağlık Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile kısaltılabilir. Sürelerin hesabında fiilen çalışma esas olup, hafta sonu ve resmi tatil günleri fiili çalışmadan sayılır. Yıllık, mazeret ve hastalık izinli geçirilen günler ise yükümlülük süresine ilave edilir. "hükmüne Ekmaddesinde "Devlet hizmeti yükümlülüğü kapsamındaki personel, bu görevlerini tamamlamadan mesleklerini icra edemezler."hükmüne yer verilmiktedir.Davalı Bakanlıkça Devlet hizmet yükümlülüğü uygulamasını gösteren29/8/2005 gün ve 20785 sayılı Bakanlık "Onay"ının ve bu "Onay"da değişiklik yapan7/10/2005 tarih ve 24312 sayılı Bakanlık "Onay"ının maddesinde "Bakanlıkça tescil edilmiş olan tıp diplomalarının tescil edildikten sonrailgili Tıp fakültelerine gönderilmesi, ana dal ve yan dal tamamlayıp uzman olanların uzmanlık belge tescil işlemleri tamamlandıktan sonra Personel Genel Müdürlüğü'nce muhafaza edilmesi, Devlet hizmet yükümlülüğü olan tabiplere, yükümlülüğünü tamamladıktan ve Devlet hizmet yükümlülüğünü tamamladığına dair yazının Bakanlığımızca ilgili tıp fakültesine gönderildikten sonra tıp diplomasının ilgililere teslim edilmesi, uzmanlık belgesinin ise uzman olarak Devlet hizmeti yükümlülüğünü tamamladıktan sonra ilgililere teslim edilmesi"öngörülmüştür.Yukarıda belirtilen Davalı Bakanlık "Onay"ının maddesinin iptali istemiyle Danıştay Dairesi'nin açılan dava,28/2/2007 gün ve E:2006/625 K:2007/834 sayılı kararla reddedilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa TıpFakültesi'nden 1998 yılında mezun olan davacının Tıpta Uzmanlık Sınavında başarılı olarak Prof.Dr.Mahzar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde uzmanlık eğitimine başladığı, 6/7/2005 tarihinde yapılan ihtisas sınavında başaılı olarak uzman hekim unvanını almaya hak kazandığı, sonrasında da zorunlu devlet hizmet yükümlülüğü kuralları uyarınca 3/10/2005 tarihinde "Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı" olarak Mardin Devlet Hastanesi'ne atandığı ve 1/11/2005 tarihinde bu görevine başladığı, ancak görevine başlamasından sonra 2006 yılıl temmuz ayından başlama üzere farklı tarihlerdeeş durumu, ruhsal rahatsızlık ve babasının hastalığı gerekçeleriyle davalı idareye başvurarak yer değiştirilmesi talebinde bulunmasına karşılık bu isteminin yerinde görülmediği, bunun üzerine de 25/10/2007 tarihli dilekçesiyle görevinden istifa eden ve uzmanlkı belgesinin gönderilmesini isteyen davacınıntalebinin de cevap verilmemek suretiyle reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali istemiyle görülmemte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda; yukarıda belirtilen mevzuat hükümleriuyarınca tıp fakültesinden mezun olan ya da tıpta uzmanlık eğitimini tamamlayarak uzman unvanını almaya hak kazanan hekimlerin bu mesleklerini icra etmeleri zorunlu devlet hizmeti yükümlülüklerini yerine getirmeleri şartına bağlanmış olduğu ve söz konusu Kanun hükmünün anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla başvurulan Anayasa Mahkemesi'nin 13/3/2006 gün ve E:2006/21 K:2006/38 kararıyla da; belirtilen Kanun hükümlerinin anayasaya aykırı olmadığı sonucuna varıldığı dikkate alındığında davacı hakkında tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykılık görülmemiştir." Temyiz istemi üzerine anılan karar, Danıştay Dairesinin 12/6/2012 tarihli ve E.2009/1536, K.2012/4343 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 13/9/2013 tarihli ve E.2012/10777, K.2013/5919 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 13/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 13/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 3359 sayılı Kanunu'nun ek maddesi(Ek: 21/6/2005 – 5371/1 md.) şöyledir:"İlgili mevzuata göre yurt içinde veya yurt dışında öğrenimlerini tamamlayarak tabip, uzman tabip ve yan dal uzmanlık eğitimini tamamlayarak uzman tabip unvanını kazananlar, her eğitimleri için ayrı ayrı olmak kaydı ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından hazırlanan İlçelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralamasında yer alan;...Gün, Sağlık Bakanlığı veya Sağlık Bakanlığınca uygun görülen diğer kuruluşlarda Devlet memuru veya ilgililerin talebi halinde 2003 tarihli ve 4924 sayılı Kanuna tâbi sözleşmeli sağlık personeli olarak Devlet hizmeti yapmakla yükümlüdürler. Bu süreler ihtiyaca göre Sağlık Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile kısaltılabilir. Sürelerin hesabında fiilen çalışma esas olup, hafta sonu ve resmi tatil günleri fiili çalışmadan sayılır. Yıllık, mazeret ve hastalık izinli geçirilen günler ise yükümlülük süresine ilave edilir...." 3359 sayılı Kanunu'nun ek maddesi(Ek: 21/6/2005 – 5371/1 md.) şöyledir:"Tıp fakülteleri dekanlıkları ve eğitim hastaneleri baştabiplikleri mezun olan veya uzmanlık ve yan dal uzmanlık öğrenimini tamamlayan tabip ve uzman tabiplerin isim ve adreslerini onbeş gün içinde Sağlık Bakanlığına bildirmekle yükümlüdürler. Diploma ve uzmanlık belgelerinin Sağlık Bakanlığınca tescil işlemlerini müteakip en geç iki ay içerisinde, Devlet hizmeti yükümlülüğü olan personel, atama yerleri ve atama işlemine ilişkin süreç internet sayfasında ilân edilir. Bu ilân tebligat yerine geçer.Eş durumu ve sağlık mazereti nedeniyle yapılacak atamalar hariç personelin görev yerleri, tercih hakkı verilmek sureti ile kurayla belirlenir. (Ek cümle: 2/1/2014-6514/43 md.) Ancak beşinci ve altıncı grup ilçe merkezlerine bağlı yerleşim yerleri ile Bakanlar Kurulunca tespit edilecek il merkezi ve il merkezlerine bağlı yerleşim yerlerinde Devlet hizmeti yükümlülüğünü yerine getirenler, tekrar Devlet hizmeti yükümlüsü olduklarında istekleri dışında bu yerlere atanamazlar. Atama sonuçlarının internet sayfasında ilânını müteakip, gerekli hallerde belgelerini tamamlamak üzere ilgili personele yirmi gün süre verilir. Devlet hizmeti yükümlülük süresi, personelin atandığı yerde göreve katılması ile başlar...Devlet hizmeti yükümlülüğü kapsamındaki personel, bu görevlerini tamamlamadan mesleklerini icra edemezler." 10 Temmuz 2003 tarihinde yürürlükten kaldırılan 21 Ağustos 1981 tarihli ve 2514 sayılı Bazı Sağlık Personelinin Devlet Hizmeti Yükümlülüğüne Dair Kanun'un “Devlet hizmeti yükümlülüğü ”baslıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Tabipler pratisyenlikte iki yıl ve uzmanlıkta iki yıl olmak üzere toplam fiilen dört yıl süre ile Saglık ve Sosyal Yardım Bakanlıgının kanunlara göre tabip atamakla yükümlü oldugu kurum ve kuruluslarda ve diger bakanlıkların, yüksekögretim kurumları ve diger kuruluslarınSaglık ve Sosyal Yardım Bakanlıgınca tasvip edilen kadrolarında devlet hizmeti yapmakla yükümlüdürler.” 2514 sayılı mülga Kanun'un “Devlet Hizmeti Yükümlülügünü Yerine Getirmeyenler” baslıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kanun kapsamına giren kisiler devlet hizmeti yükümlülügünü yerine getirmeden mesleklerini serbest olarak icra edemezler."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9459
Başvuru, zorunlu hizmet süresi tamamlanmadan istifa edilmesi gerekçesiyle tıp hekimliği diploması ile uzmanlık belgesinin verilmemesi ve doktorluk mesleğinin icra edilememesi nedenleriyle zorla çalıştırma yasağı, çalışma ve sözleşme hürriyeti ile ailenin korunması ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli (1) numaralı tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması sebebiyle ekli (1) numaralı tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2018/4156 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/4156 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen ceza yargılamalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4156
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16032, 2014/16033 ve 2014/16034 sayılı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/14118 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 22/3/2007 tarihinde Başkale Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 25/9/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14118
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; bulundurulan dokümanların ve paylaşılan düşüncelerin derece mahkemelerince terör örgütünün eğitim faaliyeti olarak nitelendirildiği bir ev toplantısını düzenleyen başvurucunun terör örgütüne yardım etme suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü, tutuklama tedbirinin hukuki olmamasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını, özel yetkili mahkemelerde yargılama yapılmasının ise bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 15/12/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1988 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Kafkas Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü sınıf öğrencisidir. 23/6/2011 tarihinde saat 40 sıralarında Kars Emniyet Müdürlüğünün 155 Polis İmdat hattını arayan kimliği belirsiz bir kişi PKK terör örgütü ile irtibatlı kişilerin eylem hazırlığı içinde olduğu yönünde bir ihbarda bulunmuştur. İhbar şu şekildedir:"Bülbül Mahallesi Teyyare Meydan Sokak bitiminde dört katlı sıvasız bir evin en üst katında Bingöllü ve dağdan yeni inmiş olan [E.Z.] isimli şahıs ile örgüt mensubu [] ve [H.] isimli şahıslar bomba düzeneği hazırlıyorlar. Ayrıca bu eylemi [H.nin] vekilliğinin düşmesi nedeniyle provakasyon eylemi olarak yapacaklar." İhbarda ismi geçen E.Z. hakkında yakalama emri olduğu tespit edilmiş ve ihbarda belirtilen adreste arama ve elkoyma işlemi yapılabilmesi amacıyla gecikmesinde sakınca bulunan hâl nedeniyle Cumhuriyet savcısından karar alınmıştır. 23/6/2011 tarihinde saat 20 sıralarında kolluk kuvvetlerince ihbarda belirtilen adrese gidilmiş ve bahse konu adreste bulunan evin ışıklarının yandığı, pencerenin önünde yüzleri seçilemeyen iki kişi olduğu, bu kişilerin kolluk görevlilerini gördüklerinde hızlı bir şekilde ve panikle hareket ettikleri tespit edilmiştir. Kolluk görevlileri binaya girdikten sonra bina içine ağır bir yanık kokusu yayılmış, dördüncü kata çıkıldığında ise daire içinden koşuşturma sesleri gelmiştir. Ardından daire kapısı çalınmış ancak açılmamış, bunun üzerine çelik kapı zor kullanılarak açılıp içeri girilmiş, daire içindeki şüpheliler E.Z. ve O.K. ile birlikte Kafkas Üniversitesinin muhtelif bölümlerinde öğrenci oldukları anlaşılan H.A., Z., A., S.E., Ö.Ç., A.Ö., Ö.B., F.İ., T., Z.K., Z.Y., H.A. ve başvurucu Hanifi Yaliçli'nin bulunduğu görülmüştür. Daire içinde de yanık kokusu alınması ve banyo kısmından duman geldiğinin görülmesi üzerine banyoya girildiğinde banyodaki küvet içinde büyük kısmı yanmış vaziyette kâğıtların olduğu tespit edilmiştir. Dairede yapılan arama işlemi sonucunda PKK terör örgütü ile ona müzahir yapılanmalara ilişkin ve ayrıntıları ilk derece mahkemesi kararında zikredilen çok sayıda dokümana el konulmuştur. Dokümanlarda PKK terör örgütünün ideolojisi, amaçları, insan kaynakları, benimsediği yönteme ilişkin ayrıntılı bazı bilgiler ile PKK terör örgütünün güvenlik güçlerince öldürülen üyelerini kahramanlaştıran eylem hikâyeleri, şiir ve marşlar, silahlı olmayan örgüt üyelerinin sorumlulukları ve hareket tarzlarına ilişkin bilgilerin de yer aldığı tespit edilmiştir. Ele geçirilen bahse konu bilgi ve belgeler üzerine E.Z., O.K., Z., H.A. ve başvurucu hakkında PKK terör örgütüne üye olma suçundan soruşturmaya başlanmıştır. Başvurucu aynı suçtan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiş ve 28/10/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) E.Z., O.K. ve başvurucu hakkında PKK terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmaları istemiyle 24/11/2011 tarihinde iddianame düzenlemiştir. Olay nedeniyle Z. ve H.A. hakkında ise PKK terör örgütüne üye olma suçundan ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Yargılamayı yürüten (kapatılan) Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli-Mahkeme) 14/3/2012 tarihli celsede başvurucuyu tahliye etmiştir. Mahkeme yargılama sonucunda 11/4/2012 tarihinde başvurucunun eyleminin terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturduğu kanaatine varmış, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası ve maddesinin (7) numaralı fıkrası yollamasıyla aynı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince başvurucuyu 5 yıl hapis cezası ile cezalandırmıştır. Mahkeme eylemin terör örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenmesi nedeniyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası gereğince cezada yarı oranda artırım yaparak başvurucunun 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiş ancak başvurucunun cezasında 5237 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca takdiri indirim yaparak neticeten 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca diğer sanıklardan E.Z. hakkında PKK terör örgütüne üye olma suçundan 13 yıl 6 ay, O.K. hakkında ise aynı suçtan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile mahkûmiyet kararı vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında, öncelikle ele geçirilen dokümanları, sanık savunmalarını, sanıkların operasyon sırasındaki davranışlarını, eylemin gerçekleşme biçimini ve zamanını gözönünde bulundurmuş; daha sonra her bir sanık yönünden değerlendirmeler yapmıştır. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"...konuttaki mevcut ders ortamının örgütsel nitelikte bir eğitim faaliyeti gerçekleştirildiğini doğruladığı, döküman içerikleri gözetildiğinde 'gözaltında devrimci tutum, net duruş, örgüt-örgütlenme', 'PKK terör örgütünün silahlı kanadı olan H.P.G. (Hezen Parastina Gel-Halk Savunma Güçleri), ..A.S.T.A.R. Y.J.A. (Y.J.A.-STAR-Yekitiye Jine Azad-Star [Yüce Kadınlar Birliği-Star, Yüce Kadınlar Birliği]) [PKK terör örgütünün silahlı kanadı olan H.P.G.’nin kadın yapılanması]', 'KCK' (Koma civaken Kürdistan-Kürdistan Halklar Topluluğu) yazısı', 'Şehit Heval Beritan Eğitimi' dikkate alındığında bu ifadelerin tamamının silahlı terör örgütü PKK-KONGRA GEL-KCK terör örgütünün yapılanmasına ilişkin olan ve örgütsel anlamda örgüt üyelerinin örgütlenmede dikkat edecekleri hususlara yönelik ve yine örgütsel bilinçliliğe ve örgütsel amacı vurgulamayı amaçlayan ve nihayet örgüt üyelerinin silahlı terör örgütüne yönelik eylemsel faaliyetleri sırasında güvenlik güçlerince gözaltına alınmaları halinde buradaki örgütsel duruşa yani örgüte yönelik bilgi ve şifrelerin aktarılması suretiyle örgütün ortaya çıkarılmasına yönelik yanlışlara engel olunması amaçlı bilgileri içerdiği, bu haliyle mevcut ders ortamının tamamen oraya davet edilen üniversite öğrencilerine yönelik örgütsel eğitimi amaçladığı ve bu konuda mahkememizce bir duraksamanın yaşanmadığı, sanık savunmalarının bu anlamda yani o gün orada eğlenme amaçlı bir araya gelindiğine yönelik savunmaların temelden yoksun olduğu mahkememizce kabul edilmiş;Yine operasyon sürecinde sanıkların eldeki örgütsel materyalleri yok etme amaçlı olarak dökümanları yakmaya çalışmalarının sanıkların savunmalarında belirttiği silahlı terör örgütünün eğitiminin verilmediğine yönelik hususları tamamen boşluğa ittiği, ele geçen materyallerdeki bir kısım yazılar dikkate alındığında bir operasyon anında ne şekilde davranılacağı hususunun tamamen önceden belirlendiği, güvenlik güçlerince yapılan müdahale sırasında belirlenen bu hususlar çerçevesinde hareket edilerek örgütsel gizliliği gerektiren örgütsel materyallerin yok edilmeye çalışıldığı ancak bunda tamamen başarılı olunamadığı, bu durumun her bir sanık bakımından sanıkların örgütün yapısı, işleyişi ile örgütsel gizliliği bildiklerine ilişkin mahkememizde tam bir vicdani kanaati hasıl ettiği,Eylemin zamanı dikkate alındığında ise; tamamen örgütsel eğitimin gizliliğinin bir parçasını işaret ettiği, gündüz vakti çevreden gelecek insanlar ile bulundukları apartmana girecek insanları kontrol etmenin ve bu anlamda güvenlik güçlerince daha kolay bir şekilde yapılacak operasyona karşı bir tedbir niteliğinde olduğu, Eylemin gerçekleşme biçimi gözetildiğinde sanıkların hem gece vaktini seçmiş olmaları hem de sürekli olarak iki kişinin pencere önünde tedbir amaçlı olarak beklemeleri ve bu davranış biçiminden de sonuç almaları çünkü bekleyen kimselerin güvenlik görevlilerini görmeleri ile birlikte anında hareket ederek daha öncesinden aldıkları karar doğrultusunda evde bulunan örgütsel materyalleri yok etmek amaçlı davranış içerisine girdikleri, bu durumun da evde verilen örgütsel eğitimin bir parçası olarak ve örgüte ilişkin gizliliğin bir sonucu olarak sanıkların örgütsel bilinçliliğine ve bu anlamda örgütsel konumlarına işaret ettiği, normal gündelik yaşamdaki insanların davranış biçimleri olan bu tür bir güvenlik operasyonu sırasında gösterilecek şaşkınlığın sanıklarda aldıkları örgütsel eğitimin bir sonucu olarak tamamen profesyonel bir davranış biçimi olarak somuta yansıdığı, sanıklar bakımından bu durumun tam bir soğukkanlılıkla ve her bir evrenin tamamlanmasıyla sonuçlanan süreci ortaya çıkardığı, yani sanıkların önceden aldıkları karar ile ve yine tedbir amaçlı gözlemci bekletmeleri ve bunun sonucunda materyallerin yok edileceği kibritin dahi hazırlanması suretiyle evrakların yok edilmeye çalışılması ve bu süreçlerin tam bir soğuk kanlılıkla gerçekleştirilmiş olmasının bu haliyle sanıkların örgütün amaçları, faaliyetleri ve örgütün gizliliğe ilişkin bütün formasyonlarına sahip olduklarını gösterdiği ve bu durumun sanıklar [E.] ve [O.] bakımından örgütle aralarındaki organik bağa kuvvetli bir delil teşkil ettiği,Son olarak, yukarıda mahkememizce ortaya konulduğu şekliyle tamamen örgütsel bir eğitim amacıyla bir araya gelinen evde sanıklar dışında 12 öğrencinin daha bulunmasının sanıkların örgütsel faaliyetine işaret ettiği, bu anlamda bir üniversitenin farklı bölümlerinde 12 ayrı öğrencinin gece vakti bir araya gelmelerinin sanıkların örgütsel konumuna işaret ettiği, çünkü bütün tehlikeleri göze alarak bir kısım öğrencilerin gece vakti bir araya gelmelerinin çok güçlü bir yönlendirme ve saik olmaksızın ortaya çıkabilecek bir davranış biçimi olmadığı, sanık savunmaları da gözetildiğinde bu koordinenin sanık Hanifi [başvurucu] tarafından gerçekleştirildiği, sanık [O.nun] katkısının bulunduğu, örgütsel eğitimin ise özel olarak görevlendirilen ve bu tür eğitimleri vermekle sorumlu tutulan ve diğer sanıkların kendisi tarafından talimatlandırıldığı [E.] tarafından gerçekleştirildiği, bu haliyle belirtilen bu hususun da sanıkların örgütsel konumuna ve örgütle organik bağına ve yine örgüt ve kendi aralarındaki örgütsel hiyerarşiye işaret ettiği, aksi durumun yani örgütsel bir görevlendirme olmaksızın sanık [E.nin] İstanbul ilinden Kars iline gelerek hiç tanımadığı bir ev ortamında daha öncesinde tanımadığı 12 öğrenciye örgütsel eğitim vermesinin mümkün olmayacağı, bu haliyle sanık [E.nin] örgütsel eğitim vermek amaçlı görevlendirilmek suretiyle Kars iline gönderildiği, Kars ilinde sanık Hanifi tarafından karşılandığı, Hanifi'nin bu haliyle sanık [E.nin] konumunu ve hangi görevle görevlendirildiğini bildiği, yine sanık [O.nun] da hem Hanifi hem de [E.ye] ilişkin bu hususları bilerek sanıklarla irtibata geçtiği, bu durumunda yukarıda belirlendiği gibi yine sanıklar [E.] ve Hanifi bakımından örgütle hiyerarşik ve organik bağlarını ortaya koyduğu hususları mahkememizce belirlenmiş;Tüm bu belirlemeler çerçevesinde her bir sanık bakımından üzerlerine atılı eylemlere yönelik yapılan ayrı ayrı değerlendirmede ise;...3-Sanık Hanifi Yaliçli yönünden yapılan değerlendirmede; Sanığın olay günü daha öncesinde terör eğitimi vermek amaçlı görevlendirilen sanık [E.yi] Kars iline geldiğinde karşıladığı ve misafir ettiği, suç tarihinde de terör örgütü eğitimi verilecek eve götürdüğü, sanığın bu haliyle örgüt eğitimi veren ve örgüt hiyerarşisine dahil sanık [E.] ile buluşması, onu misafir etmesi ve ona refakat etmek sureti ile eğitim verecek eve götürmek şeklinde gerçekleşen ve yine olay gecesinde operasyon yapılan evde örgüt faaliyeti çerçevesinde verilen eğitimde bulunması sureti ile sonuçlanan olayda eyleminin silahlı terör örgütünün eğitiminin verildiği olayda sanık [E.] ile diğer sanık ve eğitim verilecek kişileri bir araya getirmek sureti ile tamamlandığı, bu haliyle sanığın eyleminin örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçunu oluşturduğu..." Hükmün başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 3/12/2012 tarihli kararıyla, hükümden sonra yürürlüğe giren 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun'un getirdiği değişiklikler kapsamında başvurucunun hukuki durumunun yeniden takdir ve tayininde zorunluluk bulunması gerekçesiyle mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı sonrası, kapatılan Mahkemenin dosyalarının devredildiği Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi 11/4/2013 tarihinde başvurucunun terör örgütüne yardım etme suçundan 6352 sayılı Kanun ile değişik 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrası uyarınca indirim yapmaksızın -bir önceki hükümle aynı şekilde- 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine, hükümle birlikte tutuklanmasına ve bu nedenle başvurucu hakkında yakalama emri düzenlenmesine karar vermiştir. Başvurucu, hükümle birlikte çıkarılan bu yakalama emrine istinaden 10/5/2013 tarihinde tutuklanmıştır. Mahkemenin mahkûmiyet kararının ilgili kısmı şu şekildedir: "...sanığın eyleminin silahlı terör örgütüne yardım etmek suçunu oluşturduğu, operasyon kapsamında evde ele geçen materyallerin niteliği, operasyon sürecinde sanıkların eldeki örgütsel materyalleri yok etme amaçlı olarak dökümanları yakmaya çalışmaları şeklinde gerçekleşen davranışları, yine eylemin zamanlaması dikkate alındığında tamamen örgütsel eğitimin gizliliğin tüm şartlarına riayet edilerek gerçekleştirmiş olması, eylemin geceleyin yapılması, eve örgütsel eğitim için davet edilen kimselerin sayısı dikkate alındığında ve bu anlamda sanığın kastının yoğunluğu gözetildiğinde sanık hakkında TCK'nın 220/7 maddesi gereğince indirime gidilmesine yer olmadığına karar verilmiş..." Mahkûmiyet kararının başvurucu tarafından yeniden temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 27/12/2013 tarihli kararı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Yargıtay ilamından 14/4/2014 tarihinde haricen haberdar olduğunu belirtmiş; 15/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 3713 sayılı Kanun'un "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur..." 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde terör örgütüne yardım etme suçu şu şekilde düzenlenmiştir: "64 ve 65 inci maddelerde beyan olunan hal haricinde her kim, böyle bir cemiyete ve çeteye hal ve sıfatlarını bilerek barınacak yer gösterir veya yardım eder yahut erzak veya esliha ve cephane veya elbise tedarik ederse üç seneden beş seneye kadar ağır hapis ile cezalandırılır." 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrasında suç örgütüne yardım etme suçu şu şekilde düzenlenmiştir: "Yukarıdaki madde uyarınca oluşturulan teşekküllerin mensuplarına bilerek ve isteyerek barınacak yer gösteren veya erzak yahut silah ve cephane tedarik veya yardım edenlere altı aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir. Bu yardım; dernek, siyasi parti, işçi ve meslek kuruluşlarına veya bunların yan kuruluşlarına ait bina, lokal, büro veya eklentilerinde veya öğrenim kurumlarında veya öğrenci yurtlarında veya bunların eklentilerinde yapılırsa bu fıkradaki ceza, bir kat artırılır." 765 sayılı mülga Kanun'u ilga eden 5237 sayılı Kanun'un "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin (7) numaralı fıkrasının 6352 sayılı Kanun'la değişmeden önceki hâli şöyledir:"Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin gerekçesinde (7) numaralı fıkraya ilişkin olan kısım şöyledir: "Yedinci fıkrada, örgüte hâkim olan hiyerarşik ilişki içinde olmamakla beraber, örgütün amacına bilerek ve isteyerek hizmet eden kişinin, örgüt üyesi kabul edilerek cezalandırılması öngörülmüştür. Bu nedenle, 'örgüte yardım ve yataklık' adıyla ayrı bir suç tanımlaması yapılmamıştır. Bu kavram altında söz konusu edilen fiiller, nitelik bakımından örgüte üye olmak dolayısıyla sorumluluğu gerektirmektedir." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrasına 6352 sayılı Kanun'un maddesiyle "Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir." cümlesi eklenmiştir. Bahse konu değişiklik gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Mevcut düzenlemeler nedeniyle, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen ya da örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişiler, Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları uyarınca örgüt üyesi olarak kabul edilmekte ve aynı maddenin ikinci fıkrası gereğince bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmaktadır. Örgütün silahlı olması durumunda ise, bu kişilere verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılmaktadır. Ayrıca, Türk Ceza Kanununun Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olanlar ise, 314 üncü maddenin ikinci fıkrası gereğince on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır....Öte yandan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinin yedinci fıkrası, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesinde yer alan örgüt mensuplarına bilerek ve isteyerek yardım ve yataklık etme suçuna karşılık gelecek şekilde düzenlenmiştir. Söz konusu maddede, örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişilerin örgüt üyesi olarak cezalandırılacağı hüküm altına alınmış; böylelikle, örgüte yardım ve yataklık sayılan fiillerin nitelik bakımından örgüte üye olmak dolayısıyla sorumluluğu gerektirdiği vurgulanmıştır. Örgüt üyesi olmaksızın, örgütün niteliğini bilerek örgütün yararına herhangi bir iş, görev veya hizmet yapılması örgüt üyeliği ile eşdeğer kabul edilmekte ve örgüt üyeliği ile benzer şekilde cezalandırılmaktadır. Mevcut düzenlemeler gözönüne alındığında, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan bir örgütün hiyerarşik yapısına dahil olarak, bu örgütün amaçları doğrultusunda diğer üyelerle birlikte veya tek başına aktif olarak suç işleyen örgüt üyelerine verilecek ceza ile söz konusu hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgütün çağrısı üzerine herhangi bir eyleme katılana örgüt üyesi gibi ceza verilmesi, ceza adaleti yönünden uygun görülmemiştir. Bu itibarla maddede yapılan değişikliklerle bu adaletin sağlanması amaçlanmaktadır." 5237 sayılı Kanun'un "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin (7) numaralı fıkrasının 6352 sayılı Kanun'la yapılan değişiklik sonrası son hâli şöyledir:"Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrasının atıf yaptığı terör örgütüne üye olma suçunu düzenleyen 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:" Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." Kanunlarımızda terör örgütüne yardım etme suçunun bazı özel görünüm biçimleri düzenlenmiştir. Bunlardan ilki olan 5237 sayılı Kanun'un "Silah sağlama" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yukarıdaki maddede tanımlanan örgütlerin faaliyetlerinde kullanılmak maksadıyla bunların amaçlarını bilerek, bu örgütlere üretmek, satın almak veya ülkeye sokmak suretiyle silah temin eden, nakleden veya depolayan kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Silah sağlama" kenar başlıklı maddesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Söz konusu maddelerin kullanılması suretiyle ve örgütün faaliyeti çerçevesinde çeşitli suçların işlenmesi hâlinde; bu silâh ve cephaneyi temin eden kişiler, aslında bu suçların işlenişine yardım eden olarak sorumlu tutulmaları gerekir. Ancak, söz konusu fiiller bu madde kapsamında müstakil bir suç olarak tanımlandığı için, sadece bu suçtan dolayı cezaya hükmetmek gerekecektir." Terör örgütüne yardım etme suçunun bir diğer özel görünüm biçimi olan 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun'un "Terörizmin finansmanı suçu" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"3 üncü madde kapsamında suç olarak düzenlenen fiillerin gerçekleştirilmesinde tümüyle veya kısmen kullanılması amacıyla veya kullanılacağını bilerek ve isteyerek belli bir fiille ilişkilendirilmeden dahi bir teröriste veya terör örgütlerine fon sağlayan veya toplayan kişi, fiili daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." Anayasa Mahkemesi İçtihadı Anayasa Mahkemesi 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrasında yer alan örgüte yardım etme suçuna yönelik açılan bir iptal davasını 2013 yılında karara bağlamış ve dava konusu kuralın Anayasa'nın maddesine aykırı olmadığı sonucuna varmıştır. Söz konusu hükmün mükerrer yargılama yasağı ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine aykırı olduğu iddialarını inceleyen Anayasa Mahkemesi; dava konusu kuralda, örgütlü suçlarla etkin mücadele edilmesinin sağlanması amacıyla örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmasa bile örgütün amacına ulaşmasını sağlamak üzere örgüte bilerek ve isteyerek yardım edenler yönünden bağımsız bir suç tipi oluşturulduğunu ve bu fiilin örgüte üye olmakla ortaya çıkan tehlikeye eş değer görüldüğünü, dolayısıyla kuralda aynı eyleme ilişkin mükerrer bir yargılamanın ve cezalandırmanın söz konusu olmadığını ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi ayrıca kanun koyucunun izlediği ceza politikası uyarınca yaptığı değerlendirme sonucunda örgüte yardım etme eylemini bağımsız bir suç olarak nitelemesinde ve bu eylemi suç olarak tanımladığı başka bir eylemle aynı tehlikede görerek aynı şekilde cezalandırmasında Anayasa'ya ve ceza hukukunun genel ilkelerine aykırı bir yön bulunmadığını da belirtmiştir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013). Yargıtay İçtihadı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (YCGK) ve ceza dairelerinin birçok kararı içinde terör örgütüne yardım etme suçu bakımından genel açıklamalara yer verdiği kararların ilgili kısmı şöyledir: i. "Uyuşmazlıkla ilgili silahlı terör örgütüne yardım etme suçuna ilişkin olarak; ...Silahlı terör örgütü üyesi olmasa bile bu örgüte bilerek ve isteyerek yardım edenler, TCK'nın maddesinin ikinci fıkrası uyarınca cezalandırılacaklardır.765 sayılı Türk Ceza Kanunu sistematiğinden tamamen farklı bir anlayışla düzenlenen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda, örgütün faaliyetleri doğrultusunda işlenen suçlardan da ayrıca sorumluluk esası kabul edilmiş, yardım etme eylemleri de yaptırım açısından örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilerek, bağımsız bir şekilde örgüte yardım suçuna yer verilmemiştir.Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişilerin örgüt üyesi olarak cezalandırılacağı hüküm altına alınırken, örgüte yardım sayılan eylemlerin nitelik bakımından örgüt üyeliğine denk sorumluluğu gerektirdiği kabul edilmiştir. Buna göre, örgüt üyesi olmaksızın, bilerek ve isteyerek örgütün bir iş, görev ya da hizmetinin yerine getirilmesi eylemi örgüt üyeliği olarak cezalandırılmakta iken; TCK'nın maddesinin fıkrasında 6352 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle, yapılan yardımın niteliğine göre cezanın üçte birine kadar indirilebileceği hüküm altına alınmıştır.Silahlı terör örgütüne yardım fiilinin oluşması için, failin örgüt üyeleriyle önceden bir anlaşma yapması veya yapılan planlara dahil olması zorunlu değildir. Yardım fiilinin örgüt üyelerinin tamamına veya üyelerden birine yapılması arasında bir fark bulunmamaktadır. Fakat, örgütün amacı ve kollektif faaliyetleri bilinerek ve istenerek yardım edilmesi zorunludur (Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s. 8934). Yardım edenler zamanlarının büyük bir bölümünü örgüte hasretmiş kişiler olmayıp kendi hayatlarının akışı içerisinde bazen örgüte ait işleri kabul eden şahıslardır. Örgüte yardım etme suçuna ilişkin olarak öğretide; 'Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte bilerek ve isteyerek yardım edilmiş olması gerekir. Başka bir ifadeyle, yardım fiilinin örgütün suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt olduğu bilinerek gerçekleştirilmiş olması gerekir. Fıkra metninde geçen 'bilerek' ibaresi doğrudan kastı ifade eder. Doğrudan örgüte değil de örgüt mensuplarına yardım edilmesi halinde, yardım edilen kişilerin suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt mensubu olduklarının da bilinmesi gerekmektedir. Örgüt mensuplarına yapılan yardım, aynı zamanda örgüte yapılan yardım olarak değerlendirmek gerekir. Ancak, bu yardımın örgütün amacını gerçekleştirmeye hizmet eden bir yardım olması gerekmektedir' (İzzet Özgenç, Suç Örgütleri, Seçkin Yayıncılık, Baskı, s. 38-39); 'Yardımın maddî bir yardım olması gerekli değildir. Örneğin suç örgütüne belli bir hususta bilgi ve belge sağlanması da yardım olarak kabul edilmelidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus yardımın örgüte yapılmasıdır. Kanun koyucu, yardımın niteliğini belirlemediği için örgüte bilerek ve isteyerek herhangi bir yardımda bulunan kişi bile bu durumda örgüt üyesi olarak cezalandırılacaktır. Örgüte sadece bir kez önemsiz nitelikte bir yardımda bulunan kişi bile, örneğin örgüt üyeleri arasında bir kez iletişim sağlayan kişi, bu hüküm nedeniyle örgüt üyesi gibi cezalandırılabilecektir' (Feridun Yenisey, Örgütlü Suçlar ve Terör Suçları Eğitim Modülü, s. 70) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür." (YCGK, E.2018/16-437, K.2019/203, 12/3/2019).ii. "...Yardım fiilini işleyen failin örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmaması, yardımda bulunduğu örgütün TCK’nın maddesi kapsamında silahlı terör örgütü olduğunu bilmesi, yardımın örgütün amacına hizmet eder nitelikte bulunması, yardım ettiği kişinin örgüt yöneticisi ya da üyesi olması gereklidir. Yardımdan fiilen yararlanmak zorunlu değildir. Örgütün istifadesine sunulmuş olması ve üzerinde tasarruf imkanının bulunması suçun tamamlanması için yeterlidir.Yardım fiilleri örgüte silah sağlama ve terörün finansmanı dışında tahdidi olarak sayılmamıştır. Her ne surette olursa olsun örgütün hareketlerini kolaylaştıran ve yaşantısını sürdürmeye yönelik eylemler yardım kapsamında görülebilir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 1991 tarih, Esas 9-242, Karar 305). Yardım teşkil eden hareketin başlı başına suç teşkil etmesi gerekmez. Yardım bir kez olabileceği gibi birden çok şekilde de gerçekleşebilir. Ancak yardım teşkil eden faaliyetlerde devamlılık, çeşitlilik veya yoğunluk var ise örgüt üyesi olarak da kabul edilebilecektir." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2019/501, K.2020/1954, 11/3/2020). Yargıtay birçok kararında hangi eylemlerin terör örgütüne yardım suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini açıklamıştır. Bahse konu kararlardan bazıları şunlardır: i. "Terör örgütüne yardım suçundan ise özel düzenleme yapılan örgüte silah sağlama (TCK md.), fon sağlama (6415 sy. md.) dışında örgüte veya örgüt üyelerine bilerek ve isteyerek barınma, nakletme, istihbari bilgi sağlama, örgüt mensuplarının araştırma ve yakalanmalarını engellemeye yönelik imkan sağlama gibi her türlü yardımdır. Yardımların somut bir suça yönelik olmasına gerek yoktur.Bu açıklamalar ışığında;...Hükmün gerekçesinde sanığın silahlı terör örgütü mensuplarına kullanmaları için araç sağlama şeklinde kabul edilen eyleminin, silahlı terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturacağı, hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, kabul ile çelişki oluşturacak şekilde ve suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2015/1071, K.2015/1440, 27/5/2015).ii. "...Sanığın örgütsel amaçla kullanılmak üzere çadır ve yer tahsis etmesi şeklinde gerçekleşen olayda silahlı terör örgütüne yardım suçunun oluşacağı gözetilmeden..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2016/2365, K.2016/5345, 26/10/2016).iii. "...Örgütün günü birlik ihtiyacını temin etmekten ibaret eyleminin silahlı terör örgütüne yardım olduğu yönündeki mahkeme kabulünde isabetsizlik olmayıp, yardımın niteliğine göre TCK'nın maddesinin fıkrasının cümlesinde yer alan düzenleme uyarınca hukuka, vicdana, dosya kapsamına uygun ve gösterilen indirim miktarı ile orantılı makul oranda indirim yapılması gerektiği gözetilmeden..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2018/3355, K.2019/3523, 2019).iv. "...Ticari taksinin bagajına koyduğu paket ve karton kutular içerisinden ayaklı dürbün ve gece görüş dürbünü ile çeşitli yiyecek ve giyecek maddeleri ele geçirilen sanığın silahlı terör örgütü mensuplarına kullanmaları için araç ve ihtiyaç maddesi sağlama şeklinde kabul edilen eyleminin, silahlı terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturacağı..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2017/628, K.2017/4838, 14/7/2017).v. "...Hakkında hükmolunan silahlı terör örgütü üyesi olma ve patlayıcı madde bulundurma suçlarına ilişkin mahkumiyeti Dairemizin ... sayılı kararı ile onanarak kesinleşen [H.A.ya], silahlı terör örgütünün İstanbul'da ses getirecek eylem hazırlığında olduğu istihbaratı üzerine başlatılan soruşturma kapsamında 23/4/2007 tarihinde yapılan aramada 5300 gram patlayıcı, üç adet elektrikli kapsül ve pil ile irtibatlandırılmış iki adet açma kapama düzeneğinin ele geçirildiği evi kiralamasında yardım ettiği anlaşılan, ablası ile aynı cezaevinde kalması nedeniyle de geçmişini ve silahlı terör örgütü ile irtibatını bildiğinde kuşku bulunmayan sanığın kanıtlanan eyleminin örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçunu oluşturduğu..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2012/1087, K.2012/5211, 24/4/2012).vi. "...Sanık [Ş.Ö.nün], tüm dosya kapsamıyla subut bulan örgüt üyesi [B.Ö.nün] kendisine teslim ettiği şifreli örgütsel dökümanları çantasında muhafaza ederek kuryelik yapma eyleminin silahlı örgüte yardım suçunu oluşturduğu gözetilmeden..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2009/779, K.2009/7936, 6/7/2009). vii. "...Sanığın kuryelik faaliyetinde devamlılık bulunduğunun tespiti halinde eyleminin silahlı terör örgütüne üye olmak suçunu, aksi halde silahlı terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturacağı da gözetilerek sonucuna göre hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2018/470, K.2018/2086, 19/6/2018).viii. "...Sanığın adı geçen hükümlülerle irtibata geçerek mont ve ayakkabılardan oluşan malzemelerin silahlı terör örgütüne ulaştırılmasını sağladığı ve bu suretle örgüte bilerek ve isteyerek yardım ettiği tüm dosya kapsamından anlaşılmış olup..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2008/21593, K.2009/7935, 1/7/2009).ix. "...Silahlı terör örgütünün kırsal alanda yer alan üyelerine, fon sağladıkları ya da topladıklarına ilişkin delil bulunmayan sanıkların, bedeli kim tarafından karşılandığı anlaşılamayan erzak maddelerini götürmek şeklinde gerçekleşen eylemlerinin TCK'nın 220/ maddesi delaletiyle 314/ maddesi uyarınca örgüte yardım etme suçunu oluşturacağı gözetilmeden..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2017/3829, K.2018/2296, 28/6/2018).x. "...Sanığın, Erciş ilçe merkezine gelen örgüt mensuplarına para karşılığında kullanmaları için araç kiralama, ihtiyaçlarını karşılama ve barındırma şeklinde kabul edilen eylemlerinin, silahlı terör örgütüne yardım suçunu oluşturacağı nazara alınmadan..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2019/3775, K.2019/5909, 3/10/2019).xi. "...Sanığın silahlı terör örgütü mensuplarını barındırmak ve silahlı terör örgütü mensuplarınca kullanılan arabayı güvenilir olması nedeniyle bahçesine muhafaza etmekten ibaret eylemlerinin, silahlı terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturacağı gözetilmeden..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2018/2918, K.2018/5439, 4/12/2018).xii. "...Sanıkların silahlı terör örgütü mensuplarına istihbari nitelikte bilgi sağlamaktan ibaret eylemlerinin, silahlı terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturacağı gözetilmeden..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2018/782, K.2018/2479, 27/6/2018).xiii. "...Sanığın, [K.] ile birlikte ülkeye izinsiz olarak giriş yapan örgüt mensupları[A.] ve [A.R.yi] Hatay’da karşılayarak sevk ve idaresindeki araçla İstanbul’a getirmekten ibaret eyleminin silahlı terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturacağı gözetilmeden..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2018/1838, K.2019/1972, 21/3/2019).xiv. "...Sanığın silahlı terör örgütü mensupları için silah saklama ve nakletmeden ibaret eylemlerinin, TCK 315'teki silahlı terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturacağı gözetilmeden..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2019/1688, K.2019/5457, 18/9/2019). Yargıtay ceza dairelerinin terör örgütüne yardım suçunun unsurlarının oluşmadığına dair verdiği bazı kararlar ise şunlardır:i. "...Sanığın satış ve dağıtım yasağı kapsamına alınan iki adet dergiyi arkadaşına göndermek üzere PTT müdürlüğünde kargoya verdikten sonra yakalanması şeklindeki eyleminde silahlı terör örgütüne yardım amacı da bulunmadığı gözetilerek atılı suçtan beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2015/2556, K.2015/1350, 14/5/2015).ii. "...Sanık [E.nin] [B.den] aldığı notların içeriğini bilmediğini savunması karşısında, sanığın silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım ettiğine dair savunmasının aksini gösteren her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşılması nedeniyle sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2015/504, K.2015/919, 22/4/2015). iii. "...Bir siyasi partinin il başkanı olan sanığın olay tarihinde devlet hastanesi önünde topluluğa hitaben yaptığı konuşma ile aynı gün yurtdışından yayın yapan bir TV kanalının canlı yayınlanan haber bültenine bağlanarak yaptığı konuşmanın yüklenen suçu unsurları itibariyle oluşturmadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ve Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin maddelerinde öngörülen ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları ile de desteklenen ifade özgürlüğünün kullanılması kapsamındaki konuşma içeriğinin de gerçekleştirildiği ortam ve bağlam nazara alındığında başka bir suçu oluşturmadığı gözetilerek, sanığın beraati yerine, yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2013/17814, K.2014/7167, 11/6/2014). iv. "...Sanığın kendisine yüklenen terör örgütünün propagandasını yapma, açıklamasını yayınlama ve suçu ve suçluyu övme suçlarını örgüt adına işlediğine ya da dergi yayınlamak eylemini terör örgütüne yardım kastı ile gerçekleştirdiğine dair her türlü kuşkudan uzak, kesin, inandırıcı ve yeterli delil elde edilemediği gözetilmeden, atılı suçtan beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2012/9218, K.2013/4944, 2/4/2013). v. "...Sanığın, çalıştığı kargo şirketi aracılığıyla terör örgütünün dağ kadrosunda faaliyette bulunan kardeşi [A.S.ye], babası olan diğer sanık [A.S.] tarafından gönderilmek istenen paketin, kime gönderildiğine ve içeriğine ilişkin bilgisinin olmadığına dair savunmasının aksine mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gözetilmeden anılan suçtan beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2011/11057, K.2013/2558, 20/2/2013).vi. Yargıtay Ceza Dairesinin 19/3/2013 tarihli ve E.2011/12110, K.2013/4307 sayılı kararına konu olayda ilk derece mahkemesi, sanığın PKK terör örgütünün almış olduğu kararlar doğrultusunda okula giden öğrencilerin önünü keserek "Bugün Ergani'de olay var okula gitmeyin, siz nereye gidiyorsunuz, bugün eylem var evinize gidin, okula gitmeyin" şeklinde sözler söyleyerek öğrencilerin okula gitmelerini engellediğini ve örgütün amaç ve stratejileri doğrultusunda örgütün eylem kararını yerine getirmek suretiyle PKK terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçunu işlediğini kabul etmiştir. Ancak Yargıtay Ceza Dairesi yukarıda anılan ilamıyla "...Sanığın savunmasının aksine silahlı terör örgütüne yardım kastı ile hareket ettiğine dair mahkumiyetine yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı" gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrasında örgüte yardım etme suçu bağımsız bir suç olarak yer almışken kanun koyucu, silahlı terör örgütüne silah sağlama suçu ve terörün finansmanı suçunu terör örgütüne yardım etme suçunun özel görünümleri olarak ayrıca düzenlemiştir. YCGK ve Ceza Dairesinin emsal kararlarından ikisi şu şekildedir: i. "...Genel nitelikte silahlı terör örgütüne yardım suçu dışında, TCK'nun maddesinde tanzim edilen silahlı terör örgütüne silah sağlama suçu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun yürürlükten kaldırılan maddesinde yer alan terörün finansmanı suçu ile 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanun'un maddesinde düzenlenen terörizmin finansmanı suçu, silahlı terör örgütüne yardım suçuna ilişkin özel nitelikte düzenlemelerdir. Bu aşamada uyuşmazlıkla ilgili terörün/terörizmin finansmanı suçlarının değerlendirilmesi gerekmektedir. ...Terör suçlarının işlenmesinde kullanılacağını bilerek ve isteyerek fon sağlama veya toplama eylemleri, 765 sayılı TCK'nun maddesinde düzenlenen örgüte yardım etmek suçu kapsamında değerlendirilirken, terörle daha etkin mücadele yapılması ve bu hususta uluslararası işbirliğinin sağlanması amacıyla 3713 sayılı Kanun'un suç tarihinde yürürlükte bulunan maddesinde, terörizme mali destek sağlanması bağımsız bir suç olarak düzenlenmiştir." (YCGK, E.2017/16-1104, K.2019/137, 26/2/2019)ii. "...Sanığın kırsalda faaliyet gösteren silahlı terör örgütü PKK mensuplarına değeri para ile temsil edilebilen giyim eşyası, tüp, pil, çadır brandası, bıçak, jilet, yiyecek gibi yaşam malzemesi vermek ve temin etmek suretiyle fon sağladığının anlaşılması karşısında, silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olmadan örgüte finansman temin etmesi şeklindeki eyleminin, suç tarihinde yürürlükte bulunan 3713 sayılı Kanunun 8/1 ve hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6415 sayılı Kanunun maddelerinde düzenlenen terörizmin finansmanı suçunu oluşturacağı gözetilerek, hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerekirken yazılı biçimde hüküm tesisi..." (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2015/6515, K.2016/5787, 10/11/2016)B. Uluslararası Hukuk 16/5/2005 Tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi 16/5/2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin (Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi) giriş bölümünde aşağıdaki ifadeler yer almıştır:"Avrupa Konseyi'nin üye devletleri ve imzacılar olarak;Terörizmi önlemek için etkin önlemler almayı ve özellikle, terör suçlarını işlemeyi alenen tahrike, terörist saflara katmaya ve eğitime karşı mukabelede bulunmayı arzu ederek;...Bu Sözleşmenin mevcut ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin ilkeleri değiştirme niyetinde olmadığını kabul ederek;Terörist eylemlerin doğası veya koşulların gereği olarak, halkı sindirmek veya bir hükümeti veya uluslararası örgütü bir eylemi yerine getirmeye veya yerine getirmekten kaçınmaya haksız olarak zorlamak veya bir ülkeyi veya uluslararası bir örgütü ciddi biçimde istikrarsız hale getirmek veya temel siyasal, anayasal, ekonomik ve toplumsal yapılarını yıkmak amacını güttüklerini hatırda bulundurarak;Aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terminoloji" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, "terör suçu" Ek'te sıralanan antlaşmalardan birinin kapsamına giren ve bu antlaşmalarda tanımlanan suçlar anlamına gelir." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terör suçunun işlenmesine alenen teşvik" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'bir terör eylemini işlemeye alenen teşvik', terör suçunun işlenmesini kışkırtmak niyetiyle, böyle bir eylemin dolaylı olsun veya olmasın terör suçlarını savunarak, bir veya birden fazla suçun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılması veya başka bir şekilde erişilebilir hale getirilmesi anlamına gelir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten işlendiği durumlarda, terörizm suçunu işlemeyi alenen teşviki ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terörist saflara katma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'terörist saflara katma' bir başka kişiyi terörist bir eylemi işlemeye veya bu eylemin işlenmesine katılmaya veya bir veya daha fazla suçun bir dernek veya grup tarafından işlenmesine katkıda bulunmak amacıyla bir dernek veya gruba katılmaya teşvik etmek anlamına gelmektedir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten bir suç işlendiği durumda, terörist saflara katmayı ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terörizm için eğitim" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "l) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'terörizm için eğitim', bir terör suçunu icra etmek veya bu suça katkıda bulunmak amacıyla, beceriyi bu amaçla kullanmak niyetiyle kazandığını bilerek, patlayıcıları, ateşli silahlan ve diğer silahları veya öldürücü ya da tehlikeli maddeleri yapmayı veya kullanmayı veya diğer özel yöntem ve teknikleri öğretmeyi sağlamak anlamına gelir.2) Her bir Taraf, l. paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten bir suç işlendiği durumda, terörizm için eğitimi ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terör suçunun işlenip işlenmemesi arasında fark bulunmaması " kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"Bir eylemin Sözleşmenin 5 ila maddelerinde belirtilen suçlardan birini teşkil etmesi için, bu eylemin bilfiil gerçekleşmiş olması gerekmeyecektir." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Koşullar ve güvenceler" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir: "l) Her bir Taraf, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Sözleşme, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve uluslararası hukuk uyarınca diğer yükümlülüklerinde yer aldığı şekilde ve o Tarafa uygulanabildiği durumlarda, insan hakları yükümlülüklerine, özellikle ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve din özgürlüğüne saygı göstererek bu Sözleşmenin 5 ila 7 ve maddelerde yer alan konuların suç haline getirilmesinin ihdasını, uygulanmasını ve yerine getirilmesini sağlayacaktır.2) Bu Sözleşmenin 5 ila 7 ve maddelerde yer alan konuların suç haline getirilmesinin ihdası, uygulanması ve yerine getirilmesinde ayrıca, izlenen meşru amaçlar ve demokratik toplum açısından gereklilik göz önünde bulundurularak orantılılık ilkesine bağlı kalınacak ve her türlü keyfilik, ayrımcılık veya ırkçı muamele dışında tutulacaktır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) İmret/Türkiye (B. No: 57316/10, 10/7/2018, § 15) kararına konu olayda yerel mahkeme, başvurucunun 19/2/2005 ile 1/2/2006 tarihleri arasında on kez kamuya açık toplantılara katıldığı ve bu etkinliklerin bazılarında PKK liderini öven konuşmalar yaptığı gerekçesiyle 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrası uyarınca hakkında mahkûmiyet kararı vermiştir. AİHM, başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi kapsamında toplanma özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasını incelemiştir. AİHM yaptığı incelemede şu tespitlerde bulunmuştur:i. Söz konusu hakka müdahale bakımından hukuka uygun ve kanunla öngörülmüş olma ifadeleri yalnızca ihtilaf konusu tedbirin iç hukukta yasal bir dayanağının bulunmasını gerektirmez, aynı zamanda bu dayanağın kanun kavramının niteliklerini taşıması yani ilgili kişiler için erişilebilir ve etkileri öngörülebilir olması gerekir (İmret/Türkiye, § 42).ii. Öngörülebilirlik kanunla öngörülmüş ifadesinin getirdiği gerekliliklerden biridir ve bununla kişilerin -gerekirse uygun tavsiye ile- belli bir eylemin yol açabileceği sonuçları makul olan derecede öngörebilmesi gerekir (İmret/Türkiye, § 43). iii. Bir kural, ancak kamu mercileri tarafından keyfî olarak veya herhangi bir tarafın zararına olacak şekilde kapsamlı biçimde uygulanmasına karşı bir koruma tedbiri sağladığında öngörülebilir nitelikte kabul edilebilir (İmret/Türkiye, § 44).iv. 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrasının erişilebilir olduğuna dair şüphe bulunmamaktadır (İmret/Türkiye, § 46).v. Yakın tarihte verilen Işıkırık/Türkiye (B. No: 41226/09, 14/11/2017) kararında 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (6) numaralı fıkrasının öngörülebilir olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Anlamsal yapıları bakımından 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (6) ve (7) numaralı fıkraları arasında temel bir farklılık görülmemektedir. Ne altıncı ne de yedinci fıkranın metinleri “adına” ve “bilerek ve isteyerek yardım etme” ifadelerinin anlamlarını tanımlamaktadır. Bir kişinin yerel mahkemelerce yasa dışı bir örgüte yardım sağlama niteliğinde olduğu değerlendirilen eylemleri, bu eylemler iç hukuk kapsamında bir suç teşkil etmese dahi kişinin örgüte üyelikten mahkûm edilmesine yol açabilmektedir (İmret/Türkiye, §§ 48, 49).vi. Gösteriler ve benzeri kamuya açık toplantılar bağlamında 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrası da dâhil olmak üzere bireylere cezai yükümlülük yükleyebilecek eylem ve faaliyetlerin niteliğine ilişkin kriterleri ortaya koyan yerleşik bir Yargıtay içtihadı bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle hem 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrası içinde barındırdığı ifadelerin tanımlarından yoksun bir şekilde formüle edilmiş hem de yerel mahkemeler toplantı ve gösteri yürüyüşleri bağlamında bu hükmün tutarlı bir adli yorumunu geliştirememiştir (İmret/Türkiye, §§ 52, 53).vii. Somut olayda bir yıllık süre zarfında PKK’nın stratejileri doğrultusunda düzenlendiği iddia edilen on gösteride sırf bulunmuş olması ve yerel mahkemelerce söz konusu örgütün lideri lehine olduğu değerlendirilen bir biçimde hareket etmiş ve düşünceler ifade etmiş olması yerel bir siyasetçi olan başvurucunun PKK’ya yardım ettiği ve dolayısıyla örgütün doğrudan bir üyesiymiş gibi cezalandırılabileceği sonucuna varılması için yeterli olmuştur. Buna karşılık 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası tek başına uygulandığında yerel mahkemeler sanığın hiyerarşik yapı içinde bulunup bulunmadığını ve eylemlerinin devamlılığı ile birlikte çeşitliliğini ve yoğunluğunu gözönünde bulundurmaktadır. Ancak aynı madde somut olayda olduğu gibi 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrasıyla birlikte uygulandığında başvurucu, bir hiyerarşi dâhilinde hareket edip etmediğine bakılmaksızın yalnızca eylemlerinin devamlılığına dayanılarak silahlı bir örgüte üye olma suçundan mahkûm edilmiştir. Bu kapsamda 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrasıyla birlikte uygulandığında 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamındaki mahkûmiyet kriterleri başvuranın zararına olacak şekilde kapsamlı bir uygulamaya konu olmaktadır (İmret/Türkiye, §§ 55, 56). viii. 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrası kapsamında hapis cezası biçimindeki ağır bir cezai yaptırımın uygulanması için potansiyel bir dayanak teşkil edecek eylemler öyle geniş bir yelpazeye yayılmaktadır ki ne söz konusu yasal hükmün lafzı ne de yerel mahkemelerin kapsamlı yorumu, kamu makamlarının keyfî müdahalelerine karşı yeterli düzeyde koruma sağlayabilmektedir (İmret/Türkiye, § 56). ix. Terörle mücadelenin yol açtığı zorluklar hafife alınmamaktadır. Ancak bir yasal normun böylesine kapsamlı bir şekilde yorumlanması ve Sözleşme’nin ve maddeleri kapsamına giren eylemler nedeniyle başvurucunun mahkûm edilmesi, barışçıl bir gösterici sıfatı ile PKK yapılanması dâhilinde suç işleyen şahıs sıfatı arasında herhangi bir ayrım kalmaması barışçıl toplanma özgürlüğünün özünü ve dolayısıyla demokratik bir toplumun temellerini sarsmıştır (İmret/Türkiye, § 57).x. Ayrıca başvurucu gibi göstericilerin yasa dışı silahlı örgüte üye olma suçundan yargılandıklarında 5 ila 10 yıllık ilave bir hapis cezası alma riskiyle karşı karşıya kalmalarının "çarpıcı düzeyde ağır ve bu kişilerin davranışlarıyla ciddi şekilde orantısız" olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle somut olayda uygulandığı şekliyle 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrasının ifade ve toplanma özgürlükleri haklarının kullanılması üzerinde ciddi bir caydırıcı etki yaratması kaçınılmazdır. Dahası söz konusu hükmün uygulanması yalnızca cezalandırılmış kişileri Sözleşme’nin ve maddeleri ile korunan haklarını yeniden kullanmaktan caydırmakla kalmayacak, muhtemelen aynı zamanda toplumun diğer mensuplarını da gösterilere katılmaktan ve daha genel manada açıkça siyasi tartışmaya katılmaktan caydıracaktır (İmret/Türkiye, § 58).xi. Tüm bu açıklamalar ışığında 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrasının uygulanışının öngörülebilir olmadığı ve başvurucunun Sözleşme’nin maddesi ile korunan hakkına yönelik keyfî müdahaleye karşı yasal koruma sağlanmadığı sonucuna varılmıştır (İmret/Türkiye, § 59). AİHM, Bakır ve diğerleri/Türkiye (B. No: 46713/10, 10/7/2018) kararında da İmret/Türkiye kararında yer verdiği gerekçelerle 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrasının uygulanışının öngörülebilir olmadığı ve başvurucuların Sözleşme’nin maddesi ile korunan haklarına yönelik keyfî müdahaleye karşı yasal koruma sağlamadığı sonucuna ulaşmıştır.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5224
Başvuru, bulundurulan dokümanların ve paylaşılan düşüncelerin derece mahkemelerince terör örgütünün eğitim faaliyeti olarak nitelendirildiği bir ev toplantısını düzenleyen başvurucunun terör örgütüne yardım etme suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü, tutuklama tedbirinin hukuki olmamasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını, özel yetkili mahkemelerde yargılama yapılmasının ise bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; denklik başvurusu talebinin reddi işlemine karşı açılan davada lehe olan yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, benzer durumda olan kişilere farklı uygulama yapılması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Arel Üniversitesi Elektrik Bölümü ön lisans mezuniyeti sonrası dikey geçiş ile Bulgaristan'da bulunan Sofya Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümüne geçmiş ve 2012-2014 yılları arasında eğitimini tamamlayarak mezun olmuştur. Başvurucu, lisans diplomasına denklik verilmesi istemiyle Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına (YÖK) başvurmuştur. YÖK tarafından başvurusuna cevap verilmemesi üzerine, başvurucu Ankara İdare Mahkemesinde zımnen ret işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 5/2/2016 tarihli kararla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde; gerekli araştırma, inceleme ve raporlandırma yapılmadan ve bu suretle işlemin gerekçeleri ortaya konulmadan eksik inceleme neticesinde tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca gerekçede; iptal kararının başvurucunun diplomasına doğrudan denklik belgesi verilmesi anlamına gelmediği, idarece gerekli araştırma ve incelemeler neticesinde ortaya çıkan sonuca göre işlem tesis edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. YÖK'ün temyiz istemini Danıştay Sekizinci Dairesi 24/1/2019 tarihinde, karar düzeltme talebini de 30/10/2019 tarihinde reddetmiştir. İptal kararı üzerine, YÖK tarafından üniversitelerden konuyla ilgili görüş alınmış ve Yürütme Kurulu 27/7/2016 tarihinde başvurucunun denklik talebi hakkında yeniden karar almıştır. Üniversitelerden gelen görüş doğrultusunda başvurucunun almış olduğu dersler ve 191 günlük eğitim süresinin yeterli olmadığı kanaatine varılmış, karar başvurucuya 24/8/2016 tarihli yazıyla bildirilmiştir. Başvurucu anılan kararın iptali istemiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 17/7/2017 tarihinde YÖK Yürütme Kurulunun aldığı kararın hukuka uygun olduğunu belirterek davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 9/5/2018 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve mahkeme kararı kaldırılarak dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Elektrik Mühendisliği alanında ülkemizdeki yükseköğretimin düzeyi ve içeriği ile davacının mezun olduğu yükseköğretim kurumunun eğitim düzeyi ve içeriği arasında farklılıklar bulunup bulunmadığı ve varsa bu farklılıkların denklik vermeyi seviye tespit sınavı şartına tabi tutmayı gerektirecek ölçüde önemli olup olmadığı hususlarında gerekli araştırma, inceleme ve raporlandırma yapılmadan, davacının sadece transkriptindeki ders isimlerinin Türkçe çevirisi ile Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Elektrik-Elekronik Mühendisliği Bölümünde okutulan derslerin isimlerinin karşılaştırması sonucu düzenlenen rapor sonrasında davacının eksik dersleri bulunduğu, elektrik mühendisliği bölümüne eşdeğer olmadığı ve ilgili ülkede yetersiz kalış süresi tespit edilmekle diploma denklik başvurusunun reddi yönünde Yükseköğretim Yürütme Kurulunca karar verildiği görülmektedir.Bu durumda, herhangi bir iç hukuk normu veya idarenin takdir yetkisiyle sınırlandırılması mümkün olmayan uluslararası bir sözleşmenin gerekliliklerine aykırı bir şekilde eksik inceleme neticesinde tesis edilen işlemdehukuka uyarlık görülmemiştir.Öte yandan, bu kararın, davacının diplomasına doğrudan denklik belgesi verilmesinin kabulü anlamına gelmediği, davalı idarece gerekli araştırma ve incelemeler neticesinde ortaya çıkan sonuca göre işlem tesis edilmesini gerektirdiği açıktır." Bölge İdare Mahkemesinin kararı üzerine YÖK Elektrik, Elektronik, Bilgisayar Mühendisliği Bilim Alanı Danışma Komisyonunca başvurucunun durumu tekrar görüşülmüş; aldığı derslerin Türkiye'deki elektrik mühendisliği şartlarını taşımadığı ve örgün eğitim için gerekli devam şartlarını yerine getirmediği sonucuna varılarak daha önce verilen kararın yerinde olduğu kanaatine ulaşılmıştır. Başvurucu, YÖK tarafından verilen karar üzerine 8/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında anılan yargı kararlarının uygulanmasına yönelik olarak bir işlem tesis edilip edilmediği hususunda 8/1/2020 tarihli yazıyla YÖK'ten bilgi istenmiştir. YÖK tarafından 30/1/2020 tarihli yazıyla yargılama süreçleri ve kararların uygulanmasına ilişkin alınan kararlar anlatılarak konuyla ilgili evrak gönderilmiştir. YÖK tarafından gönderilen yazıda Elektrik, Elektronik, Bilgisayar Mühendisliği Bilim Alanı Danışma Komisyonunca; Kırşehir Ahi Evran, Kocaeli, Yıldız Teknik, İstanbul Teknik ve Karadeniz Teknik Üniversitelerinden başvuruya konu meseleyle ilgili görüş alındığı vurgulanmıştır. Üniversiteler tarafından bilimsel gerekçelerle sunulan görüşte; başvurucunun aldığı eğitimin, ders ve ders içeriklerinin incelenmesi sonucunda alınan elektrik mühendisliği eğitiminin ülkemizdeki eğitime denk olmadığının ifade edildiği bu durumda da anılan görüşler doğrultusunda başvurucunun talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşıldığı, ret kararının da 25/12/2019 tarihli yazıyla başvurucuya bildirildiği belirtilmiştir. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun "Yükseköğretim Kurulunun görevleri" kenar başlıklı maddesinin (p) fıkrası şöyledir:  “ Yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarından alınmış ön lisans, lisans ve lisans üstü diplomaların denkliğini tespit etmek,” 6/11/2010 tarih ve 27751 sayılı ve Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren ve uyuşmazlık tarihinde yürürlükte olan Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği’nin maddesinin (c) fıkrası şöyledir:"c) Diplomayı veren yükseköğretim kurumunun ve eğitimin yapıldığı programın öncelikle faaliyet gösterdiği ülke yetkili makamlarınca diploma vermeye yetkili bir kurum olarak tanınması, akreditasyon ya da kalite güvencesi kuruluşları tarafından akredite edilmiş olması ve Kurul tarafından tanınması halinde; denkliği talep edilen yükseköğretim programının eğitim düzeyi, mezuniyet için gereken ulusal kredi ve/veya AKTS toplamı, kazanılması gereken bilgi, beceri ve yetkinlik açısından Türk yükseköğretim programına eşdeğer olup olmadığı, Türk yükseköğretiminde aynı veya benzer bir program bulunmuyor ise bu bentte sayılan diğer şartların sağlanması halinde eğitim düzeyi açısından Türk yükseköğretimine eşdeğer olup olmadığı incelenir, unvan kullanılması gerektiği durumlarda Yükseköğretim Kanununun 43 üncü maddesi gereğince inceleme yapılır. " 27751 sayılı Yönetmelik'in maddesinin birinci fıkrası ve (a) bendi şöyledir:"(1) Yapılan inceleme sonucunda;a) Diplomanın alındığı kurumun ilgili ülke makamları ve YÖK tarafından tanınmış bir kurum olduğu, eğitimin yapıldığı programın benzeri Türk yükseköğretim programına denk olduğu, eğitim düzeyi ve öğrenim alanı açıkça tespit edilenlere mezun olduğu düzeye göre ön lisans denklik belgesi, lisans denklik belgesi veya yüksek lisans denklik belgesi verilir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32405
Başvuru, denklik başvurusu talebinin reddi işlemine karşı açılan davada lehe olan yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, benzer durumda olan kişilere farklı uygulama yapılması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1993 doğumlu olan başvurucu 3/3/2016 tarihinden itibaren çeşitli taşeron şirketler bünyesinde Batman Belediyesinde (Belediye) işçi statüsünde çalışmakta iken başvurucunun9/1/2017 tarihinde iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle işveren aleyhine 30/1/2017 tarihinde dava açmıştır. Batman İş Mahkemesine (Mahkeme) sunulan dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, fesih bildiriminde fesih sebebinin açık ve kesin olarak bildirilmediğini, savunmasının alınmadığını ileri sürmüştür. Davalı şirket, sunduğu cevap dilekçesinde usule ilişkin olarak husumet itirazında bulunmuş; esasa ilişkin olarak ise iş akdinin Belediye tarafından 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) kapsamında tek taraflı olarak feshedildiğini belirtmiştir. Nitekim davalı Belediye de sunduğu cevap dilekçesinde usule ilişkin olarak benzer şekilde husumet itirazında bulunmuş; esasa ilişkin olarak ise 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında İçişleri Bakanlığının Belediyeye gönderdiği tevdi raporunda başvurucunun isminin bulunduğunu, bu kapsamda Belediye ile ilişkisinin devam etmesinin güvenlik açısından uygun görülmediğini, iş akdinin sona erdirildiğini, feshin usul ve yasaya uygun olduğunu savunmuştur. Mahkeme, 1/6/2017 tarihli kararında davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın tevdi raporunda, Batman Belediyesi'nde hizmet alımı şeklinde çalıştırılan davacının, PKK terör örgütü ile irtibat/iltisak durumunun bulunduğu tespit edildiği, 667 sayılı KHK kapsamında davacının iş akdi feshi için gereğinin yapılmasının Batman Belediye Başkanlığı'na bildirildiği, bu kapsamda davacının iş akdinin feshedildiği anlaşılmıştır. ...İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın tevdi raporuna göre, davacının PKK terör örgütü ile irtibatlı ve/veya iltisaklı kişiler arasında yer aldığı, Tevdi raporunun Batman Valiliği'ne gönderildiği, Batman Valiliği tarafından hizmet ihalesi ile alt işveren bünyesinde diğer davalı Batman Belediyesi Başkanlığı işyerinde çalışan davacı hakkında gerekli işlemlerin yapılmasının istendiği, bunun üzerine tevdi raporunda belirtilen şekilde 667 Sayılı KHK'nın 4/e maddesine istinaden davacının iş akdinin feshedildiği, aynı KHK'nin 4/2 fıkrası gereğince bu kapsamda işten çıkarılanların doğrudan veya dolaylı kamu hizmetinde görevlendirilemeyeceği düzenlemesinin yer aldığı, bu düzenleme gereği davacının alt işveren işçisi olarak asıl işveren Batman Belediyesi işyerinde istihdam edilemeyeceği, öte yandan İçişleri Bakanlığı'nın tevdi raporunda PKK terör örgütü ile irtibatlı ve/veya iltisaklı kişiler arasında yer aldığı tespit edilen ve Belediye'ye ismi bildirilen davacının, doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlar içerisine girdiği, işçi-işveren güven ilişkisini zedelediği ve bu nedenle işyerinde çalışmasının işyerinde olumsuzluklara yol açacağı ve kamusal tehlike arz ettiği, davacı hakkında yapılan işlemin, 667 Sayılı KHK kapsamında, devletin görevi ve vatandaşlarına karşı yükümlülüklerin gereği, terör örgütleriyle mücadeleye yönelik, zorunlu, acil ve orantılı olduğu görüldüğünden davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; sadece Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel İş Sendikası üyesi olduğunu, bunun dışında başka hiçbir kurum, kuruluş, yapılanma yahut örgüt ile irtibatının olmadığını, mahkeme kararında da bu hususa ilişkin doğruluğa ve bağlılığa uymayan davranışlar içine girdiği iddialarına dair tek bir kanıt sunulamadığını belirtmiştir. Hakkında açılmış idari, adli ya da bir cezai bir soruşturmanın olmadığını, herhangi bir mahkûmiyet kararı bulunmadığını ifade eden başvurucu; eksik inceleme neticesinde verilen karar nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve davanın kabulü gerektiğini savunmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 28/9/2017 tarihli kararı ile istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Somut olayda davacının 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında iş sözleşmesine son verildiği anlaşılmaktadır. KHK'nın Maddesinin Fıkrası uyarınca çıkarılan davacının aynı KHK'nın Maddesinin Fıkrası gereğince bir daha kamu hizmetinde doğrudan ya da dolaylı olarak çalıştırılamayacağı hükme bağlandığından, burada ifade edilen dolaylı görevlendirmenin alt işveren işçilerini kapsadığı değerlendirilmekle davacının işe iadesinin yasal olarak mümkün olmadığı; davanın reddine dair ilk derece mahkemesi kararının isabetli olduğu, davacı vekilinin istinaf başvurusunun yerinde olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Yapılan incelemede istinaf başvurusunun yukarıdaki gerekçelerle reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm oluşturulmuştur." Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı istinaf dilekçesinde belirttiği hususları yinelemek suretiyle temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme neticesinde 21/5/2018 tarihli karar ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle onanmasına hükmedilmiştir. Nihai karar 22/10/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34543
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 1999 doğumlu olan birinci başvurucu omuriliğindeki eğrilin (skolyoz) düzeltilmesi amacıyla 30/9/2015 tarihinde Ankara Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) ameliyat edilmiştir. Akabinde yatılı olarak tedavisi devam eden birinci başvurucu, genel durumunun kötüleşmesi üzerine 4/10/2015 tarihinde Ankara Üniversitesi Hastanesine (Üniversite Hastanesi) sevk edilmiştir. 12/11/2015 tarihine kadar Üniversite Hastanesinde tedavi gören birinci başvurucu, solunum destek cihazına bağlı şekilde ve bilinci kapalı olarak taburcu edilmiştir. Başvurucunun diğer sağlık kurumlarındaki tedavilerinden de bir sonuç alınamadığı anlaşılmıştır. Başvurucular 22/4/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; ameliyatı gerçekleştiren sağlık görevlilerinin hatalı müdahaleleri sonucunda birinci başvurucunun bitkisel hayata girdiğini, iyileşme imkânı bulunmadığını ve %100 engelli hâle geldiğini belirten başvurucular fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere 000 TL maddi tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Mahkeme, dosyayı bilirkişi incelemesi için Adli Tıp Kurumuna (ATK) göndermiştir. ATK İhtisas Kurulunun 31/10/2018 tarihli raporunda; başvurucudaki skolyoz tanısının doğru olduğu, ameliyatın gereklilik taşıdığı, oluşan neticenin komplikasyon olduğu, başvurucuya yönelik tüm işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Hastanede yapılan tüm tanı, tedavi ve takip işlemlerinin tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğu, idarenin kusurunun bulunmadığı bildirilmiştir. Başvurucular bu rapora itiraz ederek ameliyatı gerçekleştiren sağlık görevlilerinin hatası sonucunda birinci başvurucunun yatağa bağımlı hâle geldiğini ayrıca tıbbi müdahale öncesinde bu operasyonun muhtemel sonuçlarının kendilerine açıklanmaması nedeniyle de idarenin kusurlu olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme 24/9/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; ATK raporuna atıfla Hastanede yapılan teşhis, tedavi ve tıbbi müdahale hususunda idarenin ve sağlık görevlilerinin kusurlu hizmet ifa ettiğine ilişkin somut bir tespit bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde; ATK raporuna itiraz dilekçesinde belirtilen hususlar (bkz. § 6) yinelenmiş ayrıca Dr. N.E.Ö.nün 12/2/2016 tarihli beyanında transfüzyon setinde oluşan tıkanma nedeniyle bu işlemin sonlandırılarak kan ürünlerinin iade edildiği ve aynı gün başvurucuda solunum sıkıntısı başladığı ifade edilmesine karşın ATK raporunda ise anılan işlemin herhangi bir aksama olmadan tamamlandığının belirtildiği vurgulanarak Mahkemece bu çelişkinin giderilmediği ileri sürülmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire), 25/2/2020 tarihinde mahkemenin kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek kararı kesin olarak onamıştır. Başvurucular yasal süre içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/21690
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1994 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığında subay sınıfında göreve başlamıştır.Evli ve iki çocuk babasıdır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilmiş olan belgelere göre bazı askerî personel hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelenisimsiz bir ihbar üzerine istihbarata karşı koyma (İKK) zafiyeti konusunda idari tahkikat, İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından başlatılmıştır. Bu kapsamda istihbarat görevlileri tarafından konuyla ilgili personelin ifadeleri alınmıştır. Ayrıca hakkında tahkikat yürütülen kişilerin özlük dosyaları ile Hava Kuvvetleri Komutanlığına ait göreve mahsus e-posta (intranet, outlook) hesapları incelenmiştir. Bu incelemeler sırasında başvurucunun 2008 yılında, evli olan bir bayan sivil memura göreve tahsisli e-posta adresinden duygusal ve cinsellik içerikli mesajlar gönderdiği, bu kişinin de başvurucuya aynı içerikte iletiler gönderdiği tespit edilmiştir. Anayasa Mahkemesine sunulmuş belgelere göre istihbarat görevlileri tarafından alınan ifade tutanaklarında İKK zafiyeti kapsamında ifade alınmıştır. Tutanaklarda "ifadeyi alan" kısmı ve ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır. İfade tutanağında başvurucuya söz konusu sivil memurla tanışıklığının ne zaman başladığı, bu kişiyle irtibatı ve samimiyetinin ne düzeyde olduğu sorulmuştur. Bunun yanı sıra hizmet amaçlı olan intranet sisteminden sivil memur ile yaptığı yazışmalar gösterilerek cinsel içerikli karşılıklı yazışmalar hakkındaki düşüncesini belirtmesi istenmiştir. Aynı kişiye gönderdiği bir iletide, maillerin otomatik okunma ihtimaline karşı nasıl farklı bir karakterde yazacağını, bu şekilde yazılmış olanları nasıl okuyabileceğini anlattığı gösterilmiş ve intranet sisteminin özel amaçlarla kullanımının yasak olduğunu bilmesine rağmen niçin yazışmalarını devam ettirdiği ve gizlemek için çaba içine girdiği sorulmuştur. Başvurucunun imzalamış olduğu 15/6/2012 tarihli ifade tutanağında; anılan soruları yanıtladığı, sivil memur olan bayanla gerçek hayatta cinsel anlamda hiçbir şey yaşamadığını, sanal olarak hayalinde gerçekleştirdiği hususları yazarak mail olarak gönderdiğini söylediği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun ifade tutanağında intranet sistemini hizmet amaçları dışında kullanmanın yasak olduğunu bildiğini beyan ettiği belirtilmiştir. Bunun yanı sıra Anayasa Mahkemesine gönderilen belgeler arasında bulunan e-posta iletileri incelendiğinde başvurucunun söz konusu mesajları 2008 yılında göndermiş olduğu görülmektedir. Tahkikat sonucunda hazırlanan raporda, başvurucunun davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu belirtilerek başvurucu hakkında TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmesi teklifi getirilmiştir. Bu teklif doğrultusunda başvurucu hakkında 25/2/2013 tarihinde, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu, TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; psikolojik baskı altında ifadesinin alındığını, ifade tutanağını okumadan imzaladığını belirtmiştir. Başvurucu, bu ifade tutanağı ile outlook hesabından ele geçirilen iletilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilen deliller olduğunu, bu delillerin disiplin soruşturması dosyasına dâhil edilmesinde özel bir kasıt bulunduğunu ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra başvurucu; çok sayıda takdir belgelerinin bulunduğunu, hiçbir disiplin cezası bulunmadığını, çok başarılı çalışmaları olduğunu, özel yaşamına ait unsurların kurum disiplin ve düzenini tehdit eden bir yönünün bulunmadığını iddia etmiştir. AYİM, oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM'e göre başvurucuya isnat edilen davranışlar, TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamındadır ve bu nedenle başvurucunun TSK'daki görevini devam ettirmesi olnaklı değildir. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM'e göre söz konusu e-postalar başvurucunun özeli olan bir alandan değil hizmete yönelik kullanılan ve denetime açık olan intranet üzerinden elde edilmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Bir hâkim üye karara katılmamıştır. Muhalif üyeye göre başvurucuya isnat edilen fiillerin 2008 yılında gerçekleşmiştir ve aradan dört yıl gibi uzunca bir süre geçtikten sonra ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucunun geçmiş hizmetleri başarılıdır, takdir ve teşekkür belgeleri bulunmaktadır ve herhangi bir displin cezası bulunmamaktadır. Bu hususlar gözetildiğinde isnat edilen eylemin başvurucunun TSK'da hizmet etmesine engel teşkil edecek derecede vahamet arz etmemektedir. Dolayısıyla yaptırım, ölçülülük ilkesine uygun değildir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 17/6/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 8/7/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan maddesi, 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun ve maddeleri, 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma” kenar başlıklı ve maddeleri.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Özel hayata saygı hakkına kamumakamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale ettiğini tespit ettiğinde maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dudgeon/Birleşik Krallık, B. No: 7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç No.1, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). Ayrıca AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin, bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç başvurucunun maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek, müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72). AİHM'e göre gerek negatif yükümlülükler gerekse pozitif yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin etkili güvencelerin sunulması gerekmektedir (Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, §§ 55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B.No: 32346/96, 19/9/2000, §§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, §§ 50-55; Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67). Gerek negatif yükümlülük alanındaki usule dair güvencelere örnek olması gerekse Anayasa Mahkemesi önündeki mevcut başvuruyla benzerlikler içermesi bakımından Smith ve Grady/Birleşik Krallık (B. No: 33985/96, 33986/96, 27/9/1999, § 30) kararı incelenmelidir. Bu davada başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetlerinde görevli personeldir ve eş cinsel olmaları nedeniyle görevlerine son verilmiştir. Başvuruculardan Bayan Smith hemşire olarak, Bay Grady ise pilot olarak görev yapmıştır. Görevden alınmaları işlemine karşı açtıkları davada verilen kararda, her ikisinin de sicil ve görev performansının mükemmel derecede olduğu, herhangi bir disiplinsizliklerinin bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular, Kraliyet Hava Kuvvetleri polisi (İstihbarata karşı koyma ve güvenliğin sağlanması konularında görevlidir.) tarafından sorgulanmışlardır. Bu sorgulama sırasında sorgulama yapılmasının amacı açıklanmış, eş cinsel olanların Silahlı Kuvvetlerde çalıştırılmayacağı yönündeki devlet politikası hatırlatılarak başvurucuların karşılaşacağı sonuçlar belirtilmiştir. Başvuruculara hiçbir şey söylemek zorunda olmadıkları ancak konuşmaları hâlinde söyleyecekleri şeylerin aleyhe delil olarak kullanılabileceği uyarısı yapılmıştır. Bunun yanı sıra başvurucuların talepleri üzerine avukatlarıyla görüşerek hukuki yardım almalarına müsaade edilmiştir. Bayan Smith'in sorgusu sırasında bir kadın soruşturmacı da görüşmelere katılmıştır. Ayrıca görüşmelere başlanmadan önce Bayan Smith'e bazı soruların utanmasına sebep olabileceği, eğer böyle hissederse bunu belirtebileceği hatırlatılmıştır. Bayan Smith sorgudan önce bir avukatla görüşmüş ve avukatı hiçbir şey söylememesi, bazı basit sorulara cevap verebileceği yönünde tavsiyede bulunmuştur. Bay Grady'nin talebi üzerine de avukatının ve yine Kraliyet Hava Kuvvetlerinde pilot olarak görev yapan bir personelin objektif gözlemci olarak sorgulama sürecine katılması sağlanmıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 14, 25, 26, 27). AİHM, her iki başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu tespitini yapmıştır. AİHM, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken özel hayata saygı hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisinin daha dar tutulması gerektiğini, bu alanlara yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığının şart olduğunu vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 88, 89; Dudgeon/Birleşik Krallık, § 52). AİHM, demokratik toplumda gereklilik unsuru yönünden müdahale için gösterilen gerekçeleri incelediği sırada her iki başvurucu yönünden sorgulama sürecinideğerlendirmiştir. AİHM'e göre sorgulama süreci son derece müdahaleci niteliktedir. Başvurucuların özel hayatlarının en mahrem yönlerine, cinsel hayatlarına, aile ilişkilerine dair çok ayrıntılı sorular sorulmuştur. Sorgu tarzı oldukça saldırgan ve müdahalecidir. Hatta Hükûmet görüşünde de Bayan Smith'e sorulan üvey kızıyla cinsel ilişkisi olup olmadığı sorusunun savunulacak bir tarafı olmadığı belirtilmiştir (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, § 91). Ayrıca eş cinselliğin Silahlı Kuvvetlerden erken ayrılabilmek için bahane olarak kullanılıp kullanılmadığını anlamak amacıyla sorgulama yapıldığı belirtilmişse de söz konusu soruşturmaya kadar başvurucular cinsel yönelimlerini gizli tutmuşlardır ve görevden ayrılmak istemedikleri açıktır. Bu nedenle sorgulamanın devam ettirilmiş olmasının makul bir gerekçesi bulunmamaktadır. AİHM, Hükûmetin sorgulamanın devam ettirilmesiyle ilgili olarak ileri sürdüğü tıbbi riskler veya güvenlik riskleri, disiplinle ilgili sebeplerin de somut olayda mevcut olmadığını, bu yüzden başvurucuların cinsel yönelimlerini kabul etmelerine rağmen sorgu sürecinin devam ettirilmesi konusunda Hükûmetin ikna edici ve ciddi gerekçeler ortaya koyamadığını vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 106-110).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11094
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/691 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/691 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/691
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu tarafından "seyircisiz oynama" cezası verilmesi üzerine futbol müsabakasının izlenememesi nedeniyle mülkiyet ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Bursaspor Kulübünün 2013-2014 sezonu futbol müsabakalarını izlemek amacıyla kombine kartı (sezonluk taraftar bileti) satın almıştır. Profesyonel Futbol Disiplin Kurulunun (Disiplin Kurulu) 20/3/2014 tarihli toplantısında 17/3/2014 tarihinde oynanan Kayserispor-Bursaspor futbol müsabakasında yaşanan disiplin ihlalleri görüşülmüştür. Disiplin Kurulu bu toplantıda, taraftarlarının çirkin ve kötü tezahüratta bulunduğu ve bu eylemin aynı sezon içinde altıncı kez gerçekleştirildiğini gerekçe göstererek Bursaspor Kulübüne "resmî bir müsabakayı kendi sahasında seyircisiz oynama" müeyyidesi uygulamış ve ayrıca Kulübü 000 TL para cezası ile cezalandırmıştır. Bu kararda, Futbol Disiplin Talimatı'nın olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesinin (7) numaralı fıkrası dayanak olarak gösterilmiştir. Bursaspor Kulübü karara itiraz etmiş, Türkiye Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu (Tahkim Kurulu) 27/3/2014 tarihinde itirazı reddederek cezaların onanmasına karar vermiştir. Kararda, cezanın verilmesinde sübut, hukuki nitelik ve cezanın tayini bakımından bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 28/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4549
Başvuru, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu tarafından seyircisiz oynama cezası verilmesi üzerine futbol müsabakasının izlenememesi nedeniyle mülkiyet ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; terör örgütü üyeliği suçuyla ilgili olarak yapılan yargısal yorumların öngörülebilir olmaması ve mahkûmiyete esas olarak suç oluşturmayan bazı eylemlere de dayanılması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, ByLock isimli program verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi ve mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak bu verilere dayanılması, bilirkişi incelemesi yaptırılmaması, dijital verilerin mahkeme huzuruna getirilmemesi ve karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Fetullahçı Terör Örgütü ve Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi, oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Yargı organları kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğunu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğunu ortaya koymuştur (FETÖ/PDY'nin genel özellikleri için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; yargı organlarındaki örgütlenme biçimi için bkz. Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 22; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 11). Örgütlenme şekli olarak gizliliği esas alan FETÖ/PDY'nin üyelerine telkin ettiği yöntemler, istihbarata karşı koyma olarak nitelendirilebilecek düzeyde güvenlik önlemleridir. Bu bağlamda FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri olan Fetullah Gülen'in örgüt mensuplarına "Hizmet bir namaz ise tedbir onun abdestidir. Tedbirsiz hizmet abdestsiz namaz gibidir." şeklinde talimat verdiği ifade edilmiştir. Gizliliği sağlamak üzere örgüt tarafından başvurulan yöntemler arasında -diğer pek çok terör örgütünde olduğu üzere- kod adı kullanmak da yer almaktadır. Soruşturma ve kovuşturma makamlarının tespitlerine göre FETÖ/PDY'nin deşifre olmamak için bir tedbir olarak iletişimde başvurduğu temel yöntem yüz yüze görüşmedir, bunun mümkün olmadığı durumlarda ise kripto programlar üzerinden iletişimdir. Örgüt liderinin "Telefonla görüşme yapanlar hizmete ihanet etmiş olur." şeklindeki talimatı nedeniyle telefonla olağan usulde örgütsel görüşme yapılması yasaktır (bu konuda detaylı bilgi için bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin -ilk derece- 28/3/2019 tarihli ve E.2018/12, K.2019/45 sayılı kararı). Bu nedenle örgütsel iletişimde kullanılmak üzere güçlü kriptolu programlar geliştirilmiştir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 22). FETÖ/PDY'nin örgütsel haberleşme için oluşturduğu ve örgüt mensuplarınca kullanılan iletişim yöntemlerinden birinin ByLock uygulaması olduğu özellikle darbe teşebbüsünden sonra örgütle bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda tespit edilmiştir (Ferhat Kara, § 23). ByLock haberleşme programıyla ilgili kavramsal açıklamalara, programın tespiti, adli makamlara ulaştırılması ve adli sürece, yüklenmesine ve iletişimde kullanılmasına, genel ve örgütsel özelliklerine, yaygın uygulamalardan ayrılan yönlerine, ByLock verilerinin niteliği, anlamlandırılması ve kişilerle eşleştirilmesine ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına Ferhat Kara kararında yer verilmiştir (Ferhat Kara, §§ 23-67). Başvurucu 1988 doğumlu olup bireysel başvuruya konu olayın geçtiği tarihte Cizre ilçesinde öğretmen olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, terör örgütleriyle veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla irtibatı olduğu gerekçesiyle 1/9/2016 tarihinde 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Cizre İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünün 5/9/2016 tarihli ihbar yazısıyla, FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu düşünülen personelin Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesi üzerine başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sırasında, başvurucunun ByLock kaydının bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucu 17/2/2017 tarihinde yakalanıp gözaltına alınmış ve aynı tarihte ikametinde yapılan arama sonucunda başvurucuya ait Iphone 6 marka telefon ile kendi kullanımındaki GSM hattına ait SIM karta el konulmuştur. Başvurucu 17/2/2017 tarihinde Cizre Cumhuriyet Başsavcılığında müdafiinin de hazır bulunmasıyla alınan savunmasında; 2014 yılının Eylül ayında Cizre'de öğretmen olarak göreve başladığını, açığa alınana kadar okulda müdür yardımcılığı yapmakta olduğunu, üniversite sınavlarına kendi imkânlarıyla hazırlandığını, dershaneye gitmediğini, üniversite yıllarında da örgüte ait evlerde kalmadığını, öğrencilik yıllarında Asya Katılım Bankası A.Ş.de (Bank Asya) kredi kartı için hesap açtırdığını, başka bankalarda da hesabı olduğunu, ByLock programını kullanmadığını, evinde ele geçirilen cep telefonu ve GSM hattını kendisinin kullandığını beyan etmiştir. Başvurucunun Başsavcılıktaki ifadesi devam etmekte iken Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (EGM-KOM) Daire Başkanlığınca ByLock kaydı tespit edilen IMEI numarası internet üzerinden sorgulanmış ve bu numaranın General Mobile Discovery marka cep telefonuna ait olduğu görülerek başvurucudan sorulmuştur. Başvurucu bu telefonu kendisinin satın alıp hattını taktığını, kardeşi Ş.nin de telefonu kullandığını ve bozulunca sattığını, telefon ve hatta dair ByLock tespitlerini kabul etmediğini savunmuştur. Başvurucu, Cizre Sulh Ceza Hâkimliğindeki 17/2/2017 tarihli sorgu sırasında Başsavcılıktaki ifadesini kısmen tekrarlamış, önceki savunmasından farklı olarak lise yıllarında örgütle iltisaklı dershaneye gittiğini, üniversitede okurken de dört yıl boyunca örgüte ait evlerde kaldığını kabul etmiştir. Başvurucu sorgusunun ardından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. EGM-KOM tarafından Başsavcılığa sunulan 3/2/2017 tarihli "Yeni ByLock CBS Sorgu Sonucu" başlıklı raporda, başvurucunun kendi adına kayıtlı GSM hattı üzerinden, IMEI numarası tespit edilen bir cihaz vasıtasıyla ve ilk kez 12/10/2014 tarihinde ByLock iletişim programını kullandığı belirtilmiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının 24/10/2016 tarihli talimatı doğrultusunda EGM-KOM tarafından başvurucunun Bank Asyada hesabının olup olmadığı ve varsa bu hesaba dair para hareketleri araştırılmıştır. Banka ile yapılan yazışma sonucu temin edilen verileri inceleyen EGM-KOM, raporunu Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Anılan raporda başvurucunun Bank Asyada hesabının bulunduğu ve 25/12/2013 ila 22/4/2015 tarihleri arasında bu hesap üzerinden para yatırma-çekme, harcama, kart borcu ödeme gibi alacak ve borç türlerinden para hareketleri gerçekleştirdiği belirtilmiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmanın tamamlanması üzerine, yargılamanın il merkezindeki ağır ceza mahkemelerince yapılması için kamu davası açılmak üzere 2/3/2017 tarihinde Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) görevsizlik kararı verilmiştir. Başsavcılığın 9/5/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. İddianamede FETÖ/PDY'ye ilişkin açıklamalara yer verildikten sonra başvurucunun durumu değerlendirilmiştir. İddianamede başvurucunun örgütün haberleşme aracı olan ByLock programının kullanıcısı olduğu, örgütle bağlantısı nedeniyle kamu görevinden çıkarıldığı, savunmalarına göre öğrenim yıllarında örgüte ait dershanelerde eğitim görüp örgüt tarafından kontrol edilen evlerde kaldığı tespitine yer verilmiştir. ByLock haberleşme programının örgüt üyesi olmayanlar tarafından kullanılmasının mümkün olmadığının vurgulandığı iddianamede, başvurucunun ByLock kullanıcısı olmasının onun örgüt içinde yer alma ve örgüte bilinçli olarak destek olma iradesinin varlığının açık delili olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte, FETÖ/PDY'nin kendi mensuplarının eğitim, basın, ticaret, sağlık, taşımacılık, tekstil, gıda gibi sektörlerini finanse edebilmek için Bank Asyayı kurduğu, bu banka aracılığıyla örgüte ekonomik kaynak toplandığı belirtilmiş, başvurucunun Bank Asyada hesabının bulunduğu ve hesabını aktif olarak kullandığı vurgulanmıştır. İddianamede sonuç olarak başvurucunun örgüt hiyerarşisine dâhil olduğu kanaati ifade edilmiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 2/6/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmış ve başvurucunun Bylock yazışma içeriklerinin getirtilmesi için EGM-KOM'a yazı yazılmıştır. EGM-KOM tarafından düzenlenip Mahkemeye gönderilen ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'na göre başvurucu adına kayıtlı ve başvurucunun kullanımında olan söz konusu GSM hattı üzerinden ByLock sunucusuna yapılan internet bağlantısı sonucunda ByLock sisteminde oluşturulduğu belirtilen veriler aşağıdaki şekildedir:i. user-ID numarası "227777", kullanıcı adı "Burak01", şifre "Asd", adı "burak", tespit edilebilen ilk log tarihi: 08/11/2014, son online tarihi "19/12/2014, saat: 8:48:09".ii. "227777 ID'ye Bağlı İstatistik" başlığı altında "Veri" ve "Log" olarak kategorize edilen tespitlere göre yazışma/mail durumunun aktif/aktif olduğu, gönderilen mail sayısının 1 log, veri, gelen arama sayısının 4 veri, giriş sayısının 31 log, alınan mail sayısının 2 log, eklediği arkadaş sayısının 2 log, alınan mesaj sayısının 290 log, okunan mail sayısının 2 log, silinen arkadaş sayısının 4 log ile gönderilen mesaj sayısının 25 log olduğu görülmektedir. iii. "227777 ID'yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)" başlığı altında 7 veri bulunduğu, gerçek kullanıcıları tespit edilen User-ID kullanıcılarından ikisinin öğretmen olduğu tespit edilmiştir.iv. "227777 ID'nin Eklediklerine Verdiği İsimler (Roster)" başlığı altında 8 veri bulunduğu, bu bölümde de user-ID numaraları kendileriyle eşleştirilen ve bu user-ID'yi ekleyen aynı kişilere ait user-ID, ad-soyad, T. kimlik numarası ve meslek bilgilerine yer verildiği tespit edilmektedir. v. "227777 ID'nin Katıldığı Gruplar ve Grupların Kişi Listesi" başlığı altında toplam 1 grup bulunduğu, bu gruba dahil olan User-ID numaralarına ve bu numaraların gerçek kullanıcıları olan başvurucu ile birlikte ikisi öğretmen, biri de araştırma görevlisi oldukları tespit edilen kişilere ait kimlik bilgilerine yer verildiği anlaşılmaktadır. vi. "227777 ID'ye Bağlı Kişi Listesi" başlığı altında kullanıcıları tespit edilen ya da edilemeyen toplam 8 User-ID numarasına ve bu numaraların kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine yer verildiği görülmektedir. vii. "227777 ID'ye Bağlı Mail Listesi" başlığı altında kullanıcısı tespit edilen 1 User-ID numarasına ve bu numaranın kullanıcısına ait kimlik bilgilerine yer verilmiştir. viii. "Önem Arz Eden Yazışmalar ve Mailler" başlığı altında "Toplam Açıklama: 0", "227777 ID'ye Bağlı Yazışmalar" başlığı altında da "Toplam Kişi: 0" şeklinde açıklama yapıldığı görülmektedir. ix. "227777 ID'nin Arama Kayıtları" başlığı altında, söz konusu program kullanılarak farklı ByLock kullanıcılarıyla yapılan 4 arama kaydına dair tespitlere yer verildiği gözlemlenmektedir. x. "227777 ID'ye Bağlı IP Log Tablosu (Actions ID: 3, 8, 22, 26)" başlığı altında, bu tabloya bağlı veriler içerisinde tespit edilebilen 8/11/2014 ila 11/12/2014 tarihleri arasındaki 31 ayrı "Login" hareketine ait kayıtlara yer verilmiştir.xi. "227777 ID'ye Bağlı Tüm Log Tablosu" başlığı altında, bu tabloya bağlı veriler içerisinde tespit edilebilen 8/11/2014 ila 13/12/2014 tarihleri arasındaki 388 ayrı log kaydına ve bu tablonun "hareket" alt başlığında da her bir kayıt sırasında yapıldığı belirlenen hareket sayılarına yer verilmiştir. Yargılama 13/9/2017 tarihinde yapılan tek oturumda tamamlanmıştır. Başvurucu, müdafiinin hazır bulunmasıyla yapılan sorgusunda ByLock programını kullanmadığını, ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'na göre arkadaş listesinde ekli bulunan ve kendileriyle user-ID eşleştirmesi yapılan diğer kişileri tanımadığını, "Burak" kullanıcı adını kullanmadığını ileri sürmüştür. Sorgu sırasında, başvurucunun kendi kullanımındaki GSM hattının ByLock sunucularına ait IP adreslerine yaptığı bağlantılara ilişkin mahkeme kararına dayalı olarak temin edilen CGNAT kayıtları da başvurucuya okunmuştur. Başvurucu, söz konusu tespitlerin GSM hattına operatör tarafından tanımlanan IP numaralarının başka kişilerin kullanımındaki IP numaraları ile çakışmasından kaynaklanmış olabileceğini savunmuştur. Banka Asya hesabına yönelik olarak ise kullandığı diğer banka hesabındaki maaşını o dönem Cizre'deki terör eylemleri nedeniyle çekemediğini, bu nedenle parayı Bank Asyaya yatırdığını, bu bankayı kullanması için örgüt tarafından yönlendirilmediğini ileri sürmüştür. Başvurucunun müdafii de benzer savunmalarda bulunmuş, başvurucunun gerçekte ByLock kullanıcısı olup olmadığının tespiti için ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nda adları geçen diğer kişiler hakkında araştırma yapılmasını talep etmiştir. Mahkeme anılan tutanakta kendileriyle user-ID eşleştirmesi yapılan diğer kişilere dair tespit edilen sosyal konum ve meslek bilgilerinin başvurucu ile uyumlu olduğu ve CGNAT kayıtlarıyla ByLock tespitinin desteklendiği gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir. Mahkeme başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûmiyetine karar vermiştir. Gerekçeli kararda; başlangıçta terör kavramının hukukumuzdaki yeri açıklanmış, sonrasında hem FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amaçları ve yapılanmasıyla ilgili olarak hem de ByLock iletişim programına ve programın örgüt üyelerinin kullanımına sunulmuş örgütsel amaçlı bir uygulama olduğuna dair açıklamalara yer verilmiştir. Mahkeme ayrıca, Bank Asyanın FETÖ/PDY mensuplarınca para toplama ve mali kaynak oluşturma amacıyla yasal görünümle kurulduğu, 17/25 Aralık 2013 tarihinden sonra Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) aracılığıyla devlet tarafından mali ve bankacılık faaliyetleri bakımından bankanın yasal takibe alındığı tespitine değinmiştir. Bu kapsamda banka mali yapısının zayıf olduğu ve özellikle örgüte ait şirketlere usulsüz para aktarıldığı yönünde incelemeler yapıldığı sırada, bankanın mali (parasal) kaynak yönünden iyi durumda olduğunu göstermek amacıyla bizzat örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından verilen talimat doğrultusunda örgüte mensup olan kişilerce, özellikle 2014 yılı başından itibaren tasarruf ve kâr amacı gözetilmeksizin bankaya önemli miktarda paralar yatırıldığı vurgulanmıştır. Bu açıklamalardan sonra, başvurucunun 227777 user-ID numarası üzerinden Burak01 kullanıcı adıyla ByLock kullandığının tespit edildiği belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun ByLock arkadaş listesindeki diğer kişilerin meslek ve sosyal çevre bilgilerinin başvurucuyla, CGNAT kayıtlarında yer alan baz istasyonu verilerinin de başvurucunun konumuyla uyumlu olduğu değerlendirilmiş ve bu haberleşme programının kullanılmasının tek başına örgüt üyeliği suçunun işlendiğini gösterdiği ifade edilmiştir. Mahkeme; banka hesap hareketleri üzerinde yapılan inceleme raporunun ve ByLock tespitinin GSM hattı verileriyle uyumlu olması karşısında, el konulan cep telefonu üzerindeki dijital inceleme raporunun beklenmesine gerek görülmeden karar verildiğini belirtmiştir. Mahkeme, başvurucunun Bank Asyada hesabının bulunmasının örgüt üyeliği açısından tek başına delil niteliği taşımadığına ancak bu kabulü desteklediğine değinmekle birlikte, belirleyici delil olarak ByLock programı verilerine dayanılarak mahkûmiyet kararı verildiğini vurgulamıştır. Başvurucu karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde, ByLock tespitine dair verilerin birbiriyle çeliştiği, CGNAT verilerinin gerçeği yansıtmadığı, iletişim programları verilerinin özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, ByLock verilerinin hukuka aykırı yöntemle elde edildiği ve başvurucunun örgütün hiyerarşik yapısı içinde bulunulduğunu gösteren herhangi bir delil mevcut olmadan salt ByLock uygulamasının kullanılmış olduğuna dayanılmasının hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Öte yandan başvurucu, Bank Asya hesabının açılması ve kullanılması sırasında örgütsel bir talimat doğrultusunda hareket etmediğini savunmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) 7/11/2017 tarihinde istinaf talebini esastan reddetmiştir. (Kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesi, esastan ret kararını 21/5/2018 tarihinde onamıştır. Başvurucu nihai kararı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden 16/7/2018 tarihinde öğrendikten sonra 8/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25188
Başvuru; terör örgütü üyeliği suçuyla ilgili olarak yapılan yargısal yorumların öngörülebilir olmaması ve mahkûmiyete esas olarak suç oluşturmayan bazı eylemlere de dayanılması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, ByLock isimli program verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi ve mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak bu verilere dayanılması, bilirkişi incelemesi yaptırılmaması, dijital verilerin mahkeme huzuruna getirilmemesi ve karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2015/7620 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da hiç icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7620
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, memurluktan çekilmiş sayılma kararı nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bir Devlet Hastanesinde hemşire olarak görev yapan başvurucu 17/8/2012 tarihinde cinsel saldırıya uğradığını beyan ederek eski erkek arkadaşı hakkında anılan tarihte şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, polis merkezinde verdiği 17/8/2012 tarihli ifadesinde; erkek arkadaşının psikolojik rahatsızlığı olduğunu anlayınca ondan ayrıldığını ancak bu kişinin arabasıyla kendisini sürekli takip ettiğini, evinin önünde sabahladığını, kendisini öldürmekle tehdit ettiğini, telefonla sürekli arayıp rahatsız ederek hakaret ettiğini vurgulamıştır. Bu olaylar nedeniyle psikolojisinin bozulduğunu hatta otuz iki gün işe gidemediğini, son olarak da 16/8/2012 tarihinde evine zorla girdiğini, darbedip kendisine tecavüz ettiğini belirterek şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. Ankara Ulus Devlet Hastanesinin 26/11/2012 tarihli sağlık raporunda; başvurucunun ifade ettiği olay sonrası başlayan korku, uykusuzluk, sosyal işlevselliğinde bozulma şikâyetlerine yönelik tedaviye başlandığı belirtilmiştir. Ayrıca başvurucu hakkında Ankara Aile Mahkemesi tarafından 28/8/2012 tarihinde 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında koruma kararı verilmiştir. Bu arada başvurucunun 4/6/2012 tarihinden geçerli olmak üzere verilen on gün istirahat izni bitmesine rağmen görevine başlamadığı iddiasıyla 4/7/2012 tarihinde hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Anılan disiplin soruşturması kapsamında 30/11/2012 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu; psikolojik sıkıntıları nedeniyle günlük hayatını devam ettiremediğinden dolayı hata yapmış olabileceğini ancak kötü niyetinin olmadığını, geç de olsa raporlarını kuruma gönderdiğini beyan etmiştir. Yalnızlığın, maddi sıkıntıların ve yaşamış olduğu cinsel saldırının etkisi ile psikolojik olarak çöküntü yaşadığını ancak daha sonra gördüğü tedavilerle hayata dönmeye başladığını ve görevine dönmek istediğini belirtmiştir. Küçük bir yerde yaşaması ve başına gelenlerin duyulduğunu düşünmesi nedeniyle utandığını, psikolojisinin tekrar bozulabileceğini vurgulayan başvurucu yalnız yaşayan bir kadın olarak kendisine destek verilmesini talep ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca, hakkındaki adli ve tıbbi belgeleri soruşturma dosyasına sunmuştur. Soruşturma sonunda düzenlenen 6/12/2012 tarihli raporda, yapılan araştırmada başvurucunun ifadesini doğrulayan belgelere ulaşıldığı vurgulandıktan sonra başvurucunun 6/7/2012 tarihinden sonra görevine gelmediğinin sabit olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde düzenlenen özürsüz olarak bir yılda yirmi gün göreve gelmemek fiilini işlediği, bu nedenle anılan Kanun'un maddesi gereği memurluktan çıkarma cezası ile cezalandırılması kanaatine ulaşıldığı ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun yaşadığı sıkıntılar gözetilerek memurluktan çıkarma cezasının uygun görülmemesi hâlinde il dışına naklen atamasına karar verilmesi ve istirahat raporlarını zamanında kurumuna bildirmesi konusunda uyarılması gerektiği vurgulanmıştır. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu (İdare) 6/3/2013 tarihinde, başvurucunun 657 sayılı Kanun'un maddesi gereği 17/7/2012 tarihinden itibaren görevden çekilmiş sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan idari işlemin iptali istemiyle 7/6/2013 tarihinde Kastamonu İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde; eski erkek arkadaşı tarafından 5/7/2012 tarihinden itibaren devamlı olarak tehdit edildiğini ve tacize uğradığını, bu durum nedeniyle ruhsal durumunun bozulduğunu, korkudan evden çıkamaz hâle geldiğini, son olarak da 17/8/2012 tarihinde anılan kişinin cinsel saldırısına maruz kaldığını ve polise suç ihbarında bulunduğunu vurgulamıştır. İşe gidemediği altıncı gün telefonla il sağlık müdür yardımcısını arayıp durumunu anlatarak yıllık izin talep etmesine rağmen izin verilmediğini, işe gitmediği günlerle ilgili olarak Kurumun rapor talep ettiğini oysa taciz ve tehditler devam ettiği için evden çıkamadığını hatta ihtiyaçlarını komşularının karşıladığını, yaşadığı zorlukların dikkate alınmadığını ifade etmiştir. Davaya cevabında Kurum vekili; başvurucunun yaşadığını iddia ettiği olayların göreve devamsızlığın mazereti sayılamayacağını zira başvurucunun hürriyetinden yoksun bırakıldığına dair bir iddiasının olmadığını, cinsel saldırı ve tehdit karşısında da koruma kararı almasının hukuken mümkün olduğunu belirtmiştir. Olayların Ankara'da meydana geldiğini, başvurucunun Çankırı'nın Şabanözü ilçesindeki işine gitmesine engel bir durumun mevcut olmadığının anlaşıldığını, başvurucu hakkında daha sonra koruma kararı verilse de başvurucunun işe dönme talebinin olmadığını vurgulamıştır. Başvurucunun mazeretsiz olarak görevini terk ettiğinin disiplin soruşturması ve tutanaklarla da tespit edildiğini belirterek davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme 6/8/2013 tarihli ara kararı ile Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden (Hastane) 6/7/2012-17/7/2012 tarihleri arasında başvurucunun işe devam etmesini engelleyecek hastalığının olup olmadığını sormuştur. Anılan Hastane Sağlık Kurulu tarafından başvurucu muayene edilmiş ve önceki tedavi belgeleri gözetilerek 5/9/2013 tarihli rapor düzenlenmiştir. Bu raporda; başvurucunun daha öncede Hastanede muayene edildiği ve travma sonrası stres bozukluğu ile depresyon tanısı konularak ilaç tedavisinin başlandığı belirtilmiştir. 17/8/2012 tarihinde Adli Tıp Ana Bilim Dalında ve 28/2/2013 tarihinde Psikiyatri Bölümünde yapılan muayene sonuç kayıtlarından başvurucunun 17/8/2012 tarihinde maruz kaldığı cinsel saldırı öncesinde yaklaşık bir ay tehdit edildiği, kızına bir şey olacak korkusuyla geceleri uyuyamadığı, 4/7/2012 tarihinde benzer şekilde cinsel saldırıya uğradığı, evden çıkamaz hâle geldiği, hâlsizlik, hayattan zevk alamama gibi şikâyetlerinin olduğunun anlaşıldığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak hastanın öyküsünden ve belirtilen dosya notlarından başvurucunun 6/7/2012-17/7/2012 tarihleri arasında travma sonrası stres bozukluğu ile depresyon belirtileri olduğu, bu nedenle işe devam edemediği kanaatine ulaşıldığı ifade edilmiştir. Mahkeme 10/10/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun polis karakolunda verdiği ifade ve sağlık kurulu raporu hatırlatıldıktan sonra başvurucunun 6/7/2012-11/7/2012 tarihleri arasında altı gün süre ile ve 11/7/2012-17/7/2012 tarihleri arasında kesinti olmaksızın göreve gitmediğinin tutanaklarla ortaya konulduğu ve başvurucunun göreve gitmediğine ilişkin bir itirazının olmadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun göreve gidememesine yönelik ileri sürdüğü cinsel saldırı olayının 17/8/2012 tarihinde gerçekleştiği ve sağlık kurulu raporlarının bu cinsel saldırı olayı sonrası meydana gelen fizyolojik ve psikolojik duruma ilişkin hastanın öyküsü ile dosya notlarının değerlendirilmesi sonucu düzenlendiği gözetilerek başvurucunun göreve gitmemesine mazeret oluşturacak hukuken geçerli, somut ve objektif delillerin mevcut olmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onaltıncı Dairesi 12/11/2015 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararının yasaya ve usule uygun olduğu gerekçesiyle onanmasına karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 17/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 1/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun’un "Çekilme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memuru bağlı olduğu kuruma yazılı olarak müracaat etmek suretiyle memurluktan çekilme isteğinde bulunabilir. Mezuniyetsiz veya kurumlarınca kabul edilen mazereti olmaksızın görevin terk edilmesi ve bu terkin kesintisiz 10 gün devam etmesi halinde, yazılı müracaat şartı aranmaksızın, çekilme isteğinde bulunulmuş sayılır..." 657 sayılı Kanun’un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...d) Özürsüz olarak bir yılda toplam 20 gün göreve gelmemek...Geçmiş hizmetleri sırasındaki çalışmaları olumlu olan ve ödül veya başarı belgesi alan memurlar için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir..." 657 sayılı Kanun’un "Disiplin cezası vermeye yetkili amir ve kurullar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurluğundan çıkarma cezası amirlerin bu yoldaki isteği üzerine, memurun bağlı bulunduğu kurumun yüksek disiplin kurulu kararı ile verilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ile kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00 ve 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002 § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). Özel hayata saygı hakkına kamu makamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. AİHM, özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate devletin müdahale ettiğini tespit ettiğinde Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Dudgeon/Birleşik Krallık [GK], B. No: 7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç No.1 [GK], B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa [BD], B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). AİHM, kural olarak ilgili kişinin mesleki yaşantısına getirilen bir kısıtlamayı Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içinde kabul etmektedir (Sodan/Türkiye, B. No: 18650/05, 2/2/2016, § 37). AİHM tarafından öncelikle mesleki hayatın kişiliğin geliştirilmesi üzerindeki etkisi tartışılmış, mesleki hayata getirilen sınırlamaların bireyin yakın çevresiyle ilişkilerini geliştirmesi ve sosyal kimliğini şekillendirmesi üzerinde etki doğuracağı belirtilmiş ve bu bağlamdaki müdahalelerin maddenin kapsamına girebileceği değerlendirilmiştir. AİHM, bu konuya ilişkin her somut olay değerlendirmesinde özel hayat kavramının kapsamına ilişkin açıklamalarda bulunmuş; bu kavramın bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ile sınırlandırmayı ve dış dünyayı bu alandan tamamen uzak tutmayı hakkın koruma alanını aşırı şekilde sınırlayan bir yaklaşım tarzı olarak nitelendirmiştir (Fernández Martínez/İspanya [BD], B. No: 56030/07, 12/6/2014, § 109). AİHM, mesleki hayatla ilgili başvuru türlerinde özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulamaktadır: Birincisi özel hayata ilişkin bir unsurun anlaşmazlık nedeni olup olmadığı (sebebe dayalı yaklaşım), ikincisi ise itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir meselenin olup olmadığıdır (sonuca dayalı yaklaşım). AİHM'e göre özel hayata ilişkin unsurların mesleğin icrası bakımından aranan nitelik ve yeterlilik koşulları bakımından gözetilmiş veya kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alınmış olduğu durumlardan kaynaklanan başvurular sebebe dayalı yaklaşım çerçevesinde, özel hayata saygı hakkı kapsamı içinde değerlendirilir (Denisov/Ukrayna [BD], B. No: 2011/76639, 25/9/2018, §§ 100-103). AİHM, kişinin meslek hayatını etkileyen bir tedbir için öne sürülen gerekçelerin kişilerin özel hayatına ilişkin olmadığı ancak söz konusu tedbirin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu durumların konu edildiği başvuruların sonuca dayalı yaklaşım çerçevesinde Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içine girebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda söz konusu olumsuz etkilere ilişkin değerlendirmede AİHM, kişinin yakın çevresi üzerindeki, özellikle de maddi bakımdan ortaya çıkan sonuçları, diğerleri ile ilişki kurma ve geliştirme olanakları ile itibarı üzerindeki olumsuzlukları dikkate almaktadır (Denisov/Ukrayna, § 107). AİHM; sebebe dayalı yaklaşımın Sözleşme'nin maddesinin uygulanmasını gerekli kılmadığı durumlarda söz konusu tedbirin sonuçlarının özel hayatın üzerindeki etkilerine ilişkin bir inceleme yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Bununla beraber söz konusu bu ayrımın ilgili tedbirin altında yatan sebepleri ve tedbirin sonuçlarını incelerken her iki yaklaşımı birlikte uygulamasına engel teşkil etmediğini de belirtmektedir (Denisov/Ukrayna, § 109). AİHM, sonuca dayalı yaklaşım uyarınca inceleme yapılabilmesi için söz konusu meslekle ilgili tasarrufun özel hayat üzerinde doğurduğu etkilerin belirli önem ve ciddiyette olması koşulunu aramakta; asgari ağırlık seviyesine ulaşmış olması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM, sadece bu sonuçların çok ağır olduğu ve kişinin özel hayatını önemli derecede etkilediği durumlarda Sözleşme'nin maddesinin uygulanabilir olduğunu kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna, §§ 113-116). AİHM, sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbir öncesi ve sonrasındaki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki değerlendirilmektedir. Ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde başvurucunun iddia ettiği öznel algıların somut başvurudaki nesnel koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak incelemenin iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini kapsaması gerekmektedir. AİHM, başvurucuların şikâyet edilen tasarrufun özel hayatları üzerindeki olumsuz sonuçlarını somut verilere dayalı olarak uygun şekilde ispatlamakla yükümlü olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca başvurucular söz konusu şikâyetlerini ulusal merciler önünde de uygun şekilde dile getirmiş olmalıdır (Denisov/Ukrayna, §§ 113-117).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9416
Başvuru, memurluktan çekilmiş sayılma kararı nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 24/9/1985 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davası, Yargıtayın 1/10/2015 tarihli onama kararıyla sona ermiş ve karar kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20468
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde sözleşmeli istihkâm uzman çavuş olarak görev yapmaktayken bağlı olduğu birlik komutanlığı tarafından yayımlanan haftalık eğitim uygulama emriyle kışla içerisindeki sivil otopark yeri zemin dolgu ve düzeltme faaliyetini yürütmek üzere görevlendirilmiştir. Başvurucu, söz konusu görevi ifa ederken kullandığı kamyonun damperinin açılması sonucu meydana gelen kaza neticesinde yaralanmıştır. Gördüğü tedaviler sonucunda Ankara Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Hastanesi tarafından düzenlenen 9/8/2012 tarihli sağlık raporuyla başvurucu hakkında, vertabra füzyon ameliyatlısı teşhisine istinaden "TSK'da görev yapamaz." kararı verilmiştir. Söz konusu raporun Millî Savunma Bakanlığınca (MSB) 1/10/2012 tarihinde onaylanıp kesinleşmesinin ardından 14/3/2013 tarihinde sağlık nedeniyle başvurucunun TSK'dan ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, TSK'da görev yapma niteliğini kaybetmesine ve ilişiğinin kesilmesine sebep olan rahatsızlığının görevi sırasında ve görevi nedeniyle geçirdiği kaza sonucu meydana geldiğini belirterek bu olaydan ötürü uğradığı zararların karşılanması talebiyle 9/12/2013 tarihinde idareye başvurmuştur. Başvurunun zımnen reddi üzerine 28/2/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Daire), oyçokluğuyla verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. 12/3/2014 tarihli ve E.2014/430, K.2014/340 sayılı kararın gerekçesinde özetle şu hususlara yer verilmiştir: Öncelikle davanın idari eylemden doğan bir tam yargı davası niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. AYİM'in yerleşik içtihadına göre başvurucunun, TSK'da görev yapamayacağının tespit edildiği sağlık raporunun kesinleştiği 1/10/2012 tarihinden itibaren 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca bir yıllık süre içinde zorunlu idari başvuruda bulunması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun ise bu süreyi geçirdikten sonra 9/12/2013 tarihinde idareye başvurduğundan bu başvurunun zımnen reddi üzerine 28/2/2014 tarihinde açtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Karşıoyda ise dava açma süresinin zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren başlatılması gerektiği belirtilmiştir. Sağlık raporunun onaylanması ile başvurucunun rahatsızlığının tespit edildiği ancak bu rapora rağmen idarenin tasarrufu ile göreve devam etmesi mümkün olabileceğinden henüz zararın oluşmuş sayılamayacağına dikkat çekilmiştir. Başvurucunun TSK'dan ilişiğinin kesildiği 14/3/2013 tarihi itibarıyla zararın oluştuğunu öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği, dolayısıyla bu tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde yapılan zorunlu idari başvurunun ve akabinde açılan davanın süresinde olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 17/9/2014 tarihli ve E.2014/1231, K.2014/1255 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 20/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 1602 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38). Ayrıca bu sınırlama meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır, aksi takdirde sınırlama maddenin (1) numaralı fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985, § 57). Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin kanunlarda birtakım süreler öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings ve diğerleri/Birleşik Kralık, B. No: 22083/93, 22/10/1996, § 51). Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerekir (Beles ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, §§ 50, 51). AİHM, Eşim/Türkiye (B. No: 59601/09, 17/9/2013) kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvuranın mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış, tedavisi uzunca bir süre devam etmiş ve sonunda başvurucunun 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak amacıyla idareye başvurmuş ancak başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada AYİM söz konusu olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren hesaplayan yerel Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş; başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmaması tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı hakkındaki katı yorumunun, davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23, 25, 26). AİHM, Howald Moor ve Diğerleri/İsviçre (B.No: 52067/10 ve 41072/11, 11/3/2014) başvurusunda da Eşim/Türkiye başvurusundaki içtihadını sürdürmüştür. Başvuruya konu olayda başvuranlar,1965 yılından 1978 yılına kadar çalışma ortamında amyanta (asbest) maruz kalması sebebiyle oluşan hastalık nedeniyle 2005 yılında vefat eden bir teknisyenin eşi ve çocuklarıdır. Olayda hastalığın amyanttan kaynaklandığı 2004 yılında belli olmuş ve başvuranların mirasçısı 25/10/2005 tarihinde işveren aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. İsviçre Federal Mahkemesi, on yıllık zamanaşımı süresinin zararın ortaya çıktığı andan değil olayın oluş anından itibaren başlayacağını belirterek davacının 1995 yılından sonra amyanta maruz kalmadığını, 1995'ten önceki olaylar açısından ise taleplerin zamanaşımına uğradığına karar vermiştir. AİHM söz konusu başvuruda, zamanaşımına ilişkin kuralların, amyantın yol açtığı gibi tetikleyici olaylardan ancak yıllar sonra teşhis edilebilen hastalıklardan muzdarip kişilere sistematik olarak uygulanmasının, bu kişileri iddialarını mahkemeler önünde ortaya koyma olanağından yoksun bırakma ihtimali bulunduğuna dikkat çekmiştir. AİHM, kişinin belli bir hastalıktan muzdarip olduğunu bilemeyeceğinin bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu durumlarda bu gerçeğin zamanaşımı süresinin hesaplanmasında dikkate alınması gerektiğini belirterek zamanaşımı sürelerinin uygulanmasının başvuranların mahkemeye erişimini, söz konusu haklarının özüne halel getirecek derecede kısıtlamış olduğuna karar vermiştir (Howald Moor ve Diğerleri/İsviçre,§§ 77,78).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18135
Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç Kamuoyunda bilinen ismiyle Tahşiyeciler grubuna ilişkin yürütülen bir soruşturmada (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 10, 11) bir süre tutuklu kalan bir kişinin şikâyeti üzerine başvurucular da dâhil olmak üzere gazeteci, yapımcı, senarist, yönetmen ve emniyet görevlilerinin aralarında olduğu çok sayıda şüpheli hakkında iftira, sahtecilik ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 18/12/2014 tarihinde başvurucu Tufan Ergüder'i tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 19/12/2014 tarihinde başvurucuTufan Ergüder'in silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucular Erol Demirhan ve Ali Fuat Yılmazer yönünden ise aynı soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 26/12/2014 tarihinde başvurucuları tutuklanmaları istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 27/12/2014 tarihinde başvurucular Erol Demirhan ve Ali Fuat Yılmazer'in silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmalarına karar vermiştir. B. Serbest Bırakılmamaya İlişkin Süreç Başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme ve bu konuda karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte ilgili soruşturma dosyalarının gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde nöbetçi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucuların da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılıkça İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları tekrar İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. Başvurucular, nihai kararı 26/4/2015 tarihinde öğrendiklerini bildirmişlerdir. Başvurucular 8/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Sonraki Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin resmî belgede sahtecilik, iftira ve silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/281 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Devam eden yargılama sonunda Mahkeme 3/11/2017 tarihli kararıyla başvurucuların silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 12 yıl, iftira suçundan ise 4 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına; başvurucu Tufan Ergüder'in ise bu suçlardan ayrı olarak resmî belgede sahtecilik suçundan da 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili Süreç Başvurucuların da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler -sonrasında meslekten de çıkarılmışlar- 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -üyesi oldukları- FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiklerini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili kısımları şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd.maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir.Bu nedenle şüpheli/sanık,müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir.Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd.maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de, gerek ilgili madde metinlerinde açıkça 'şüpheli' kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, “mahkeme” niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır.Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr.HakanHakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir.Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr.Ersan ŞEN yorumluyorum 13 syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi, evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerle gönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına vetamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin, kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd. maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte, bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına başvurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in "www.he.o" isimli internet sitesinde yayınlanan "Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları" başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından "www.herkul.org" isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak "adanmış" bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7694
Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; yakalandıktan sonra yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gerekçesiz kararlarla devam ettirilen tutukluluğun makul süreyi aşması, kısıtlama kararından dolayı delillere erişememe nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2013 tarihinde İzmir Asliye Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Tutuklanması Süreci Başvurucu, olay tarihi itibarıyla Dokuz Eylül Üniversitesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığında şube müdür vekili olarak görev yapmaktadır. Bolvadin Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/50 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu 14/5/2013 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 15/5/2013 tarihinde kollukta müdafii ile birlikte ifade vermiştir. Başvurucuya ifade alma işlemi sırasında suçlandığı olaylar açıklanmış, diğer şüphelilerin ifadeleri okunmuş, suçlamaya ilişkin banka hesap hareketleri ve para transferleri ile suçlamaya dayanak iletişimin tespiti tutanaklarının içerikleri ve konuşma detayları bildirilmiştir. Başvurucunun kolluk görevlilerince alınan ifadesi 104 sayfalık bir ifade tutanağı ile kayıt altına alınmıştır. Bolvadin Cumhuriyet Başsavcılığı 16/5/2013 tarihinde başvurucunun ifadesini aldıktan sonra başvurucuyu,, tutuklanması istemiyle Bolvadin Sulh Ceza Mahkemesine sevk etmiştir. Bolvadin Sulh Ceza Mahkemesinin 16/5/2013 tarihli ve 2013/8 Sorgu sayılı kararı ile başvurucunun “suç işleme amacıyla örgüt kurma ve kamu kurumu zararına dolandırıcılık” suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şöyledir: “Dosya içerisinde mevcut Bolvadin Sulh Ceza Mahkemesinin 15/02/2013 tarih ve 2013/35 sayılı iletişimin dinlenilmesi kararına istinaden alınan tape kayıtları, suça konu hesaplardan para yatırma ve çekme işlemlerine ilişkin banka ATM'lerinden alınan fotoğraflar, şüphelilerin beyanları ve tüm soruşturma evrakı bir arada değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, müsnet eylemlerin kapsamı ve meydana gelen kamu zararının miktarı atılı suçların hapis ve para cezası olarak kanundaki yaptırımının alt ve üst hadleriyle delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması hususları bir arada değerlendirildiğinde şüphelilerin kaçma, delilleri karartma ve tanıklar üzerinde baskı yapacaklarına dair kuvvetli şüphenin varlığı, eylemi kapsamı ve mahiyeti itibariyle işinin öneminin verilmesi beklenen ceza ile orantılı olması,ayrıca müsnet suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunun CMK'nın 100/3-a, maddesinde yer alan katalog suçlardan olması, eylemi kapsamı ve mahiyeti ile meydana gelen zararın miktarı nazara alındığında şüphelilerin bırakılmasının toplumda infial oluşturabileceği, CMK'nın ve devamı maddelerindeki tutukluluk için aranan şartların bu olayda oluştuğu oluş ve kanaatine varılmakla...” Bolvadin Cumhuriyet Başsavcılığının 26/6/2013 tarihli ve K.2013/70 sayılı kararında soruşturmaya ilişkin olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik kararı verilmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 4/9/2013 tarihinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca başvurucu ile birlikte tutuklu bulunan tüm şüphelilerin tutukluluğunun devamına karar verilmesini talep etmiştir. Talebi değerlendiren İzmir Sulh Ceza Mahkemesi 4/9/2013 tarihli ve 2013/539 Değişik İş sayılı kararı ile “üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyetleri, mevcut delil durumu, tutuklanma tarihleri ve delillerinin henüz tam olarak toplanmamış olması” gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu 19/9/2013 tarihinde karara itiraz etmiş ancak İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin 19/9/2013 tarihli ve 2013/260 Değişik İş sayılı kararı ile bu itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu ret kararını 10/10/2013 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Kısıtlama Kararı Verilmesi Süreci Başvurucunun tutuklu olduğu soruşturma dosyasına ilişkin olarak Bolvadin Sulh Ceza Mahkemesinin 10/1/2013 tarihli ve 2013/8 Değişik İş sayılı kararı ile 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca “müdafilerin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceğinden müdafilerin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması yetkilerinin soruşturma aşamasında KISITLANMASINA” karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:  “Şüpheliler hakkında yürütülmekte olan hazırlık soruşturmasında eylemin vasfından kaynaklanan zorluk ile beraber kovuşturmada süratle ve de sağlıklı neticeye ulaşılabilmesi için “soruşturmanın genel gizliliği” ilkesi dışında, 5271 sayılı CMK"nun 153 maddesinde ve yine yasanın uygulanmasına ilişkin olan Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’ nin maddesinde açıkça düzenlendiği üzere soruşturmanın amacının tehlikeye düşürülmesine engel olunması amacına matuf olmak üzere şüpheliler ve müdafilerinin dosya içeriğini incelemesi ve belgelerden örnek almasının, yakalanan kişi ya da kişilerin veyahutta şüphelilerin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçen kimselerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hariç olmak üzere kısıtlanmasına dair karar verilmesinin gerekli olduğu, Cumhuriyet Savcısının bu husustaki talebinin hukuki ve de fiilsel yerindelik taşıdığı saptanılmakla birlikte verilen kısıtlama kararının yükümlülükleri ve de haklarıyla beraber suçtan zarar görenin vekili açısından da geçerli olduğu hususunda hüküm fıkrası oluşturulmasına ilişkin karar verilmesi gerektiği anlaşılmıştır.” Başvurucu 6/8/2013 tarihinde kısıtlama kararının kaldırılması için İzmir Sulh Ceza Mahkemesine başvurmuş, Mahkemenin 14/8/2013 tarihli ve 2013/528 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun talebi reddedilmiştir. Başvurucu 28/8/2013 tarihinde ret kararına itiraz etmiş, İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin 5/9/2013 tarihli ve 2013/254 Değişik İş sayılı kararında “iletişimin tespitine ilişkin kayıtların kanıt toplama niteliğinde olduğu, bu kayıtlar aracılığıyla yeni kanıtlara ulaşılabileceği, kısıtlama kararının kaldırılmasının soruşturmaya ve kanıtların toplanmasına engel oluşturabileceği, bu tür kayıtların bilirkişi raporu kapsamında kabul edilemeyeceği, ayrıca soruşturma konusu suçun örgütlü suç kapsamında yürütülmesi, suçların niteliği, şüpheli sayısı, suçta kullanılan yöntemlerin açığa çıkarılması ile kanıtların sağlıklı şekilde toplanabilmesi amacıyla kısıtlama kararı verildiği” gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Öte yandan başvurucu 6/8/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak soruşturma dosyasının kısıtlama kararı kapsamında olmadığını ileri sürdüğü bir kısım belge, rapor ve delillerin kendisine verilmesini talep etmiştir. Başsavcılık “yakalama, arama, el koyma ve ifade tutanakları” yönünden talebi kabul ederken diğer belgeler yönünden talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu, Başsavcılık tarafından verilen karara karşı 28/8/2013 tarihinde İzmir Sulh Ceza Mahkemesine itirazda bulunmuş ve teknik araçlarla izleme yapıldıysa teknik araçla izleme tutanaklarının, ayrıca soruşturma kapsamında bulunan tüm delillerin ve iletişimin tespitine dair tape kayıtlarının kendisine verilmesini talep etmiştir. Mahkemenin 29/8/2013 tarihli ve 2013/544 Değişik İş sayılı kararında “şüphelinin talep ettiği belgelerin gizlilik (kısıtlama) kararı çerçevesinde verilmesinin mümkün bulunmadığı” gerekçesiyle bu itirazın ve talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu 10/9/2013 tarihinde anılan karara itiraz etmiş ancak İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin 13/9/2013 tarihli ve 2013/521 Değişik İş sayılı kararı ile bu itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Bireysel Başvuru Süreci Başvurucu 21/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 23/10/2013 tarihli ve K.2013/5016 sayılı kararı ile soruşturmaya ilişkin olarak Bolvadin Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik kararı verilmiştir. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin 25/10/2013 tarihli ve 2013/2860 Değişik İş sayılı kararı ile Bolvadin Cumhuriyet Başsavcılığının 26/6/2013 tarihli yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Bolvadin Cumhuriyet Başsavcılığının 8/11/2013 tarihli ve E.2013/610 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında “suç işlemek amacıyla örgüt kurma, zimmet ve resmî belgede sahtecilik” suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu ile birlikte toplam 132 sanık hakkında cezalandırma talep edilmiştir. Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesi 12/11/2013 tarihinde, iddianameyi kabul etmiş ancak 12/11/2013 tarihli ve E.2013/201, K.2013/210 sayılı kararı ile davaya bakma hususunda İzmir ağır ceza mahkemelerinin yetkili oluğundan bahisle yetkisizlik kararı vermiştir. Mahkeme aynı kararda başvurucunun tutukluluğunun devamına da karar vermiştir. Dava dosyasının gönderildiği İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 13/3/2014 tarihli ve E.2014/103, K.2014/75 sayılı kararı ile davaya bakma hususunda Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili oluğundan bahisle (karşı) yetkisizlik kararı vermiştir. Mahkeme aynı kararda başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesi ile İzmir Ağır Ceza Mahkemesi arasındaki yetki uyuşmazlığının giderilmesine ilişkin olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 16/10/2014 tarihli ve E.2014/8728, K.2014/9797 sayılı ilamı ile İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi ilamı sonrasında dava, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/188 sayısını almış olup inceleme tarihi itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Resmi belgede sahtecilik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”. 5237 sayılı Kanun'un “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” 5237 sayılı Kanun'un “Zimmet” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 5271 sayılı Kanun’un “Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler” kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: “Kolluk, yakalandığı sırada kaçmasını, kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri aldıktan sonra, yakalanan kişiye kanunî haklarını derhal bildirir.” 5271 sayılı Kanun’un “Yakalama tutanağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yakalama işlemi bir tutanağa bağlanır. Bu tutanağa yakalananın, hangi suç nedeniyle, hangi koşullarda, hangi yer ve zamanda yakalandığı, yakalamayı kimlerin yaptığı, hangi kolluk mensubunca tespit edildiği, haklarının tam olarak anlatıldığı açıkça yazılır.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),...” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutukluluğun incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat istemi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; ...g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, ...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi” kenar başlıklı maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220),...(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz. (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7929
Başvuru, yakalandıktan sonra yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gerekçesiz kararlarla devam ettirilen tutukluluğun makul süreyi aşması, kısıtlama kararından dolayı delillere erişememe nedeniyle Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin ve gözaltındaki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile -Aksaray Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına ve 24/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde müdafii huzurunda Başsavcılıkta ifade vermiş, ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık aynı tarihte Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı isyanı idare etme, silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu Aksaray Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Aksaray Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde eski beyanını tekrar ederek isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucunun müdafii, başvurucunun sabit ikametgâh sahibi olduğunu belirterek adli kontrol tedbiri uygulanmasını talep etmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun anılan suçlardan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"... isnad edilen suçun işlendiğine dair somut delil niteliğindeki Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Sekreterliği 72305940-2016/4 tedbir-2699/29834 sayılı şüphelilerin de darbeye teşebbüs eylemlerinin ardında olduğu belirtilen FETÖ Terör Örgütü ile ilişkilendirilmesi sonucu tedbiren görevden uzaklaştırılmasına dair yazısı, bu kapsamda HSYK ilgili dairesinin disiplin soruşturmasının ve askeri darbe teşebbüsüne dair adli soruşturmanın devam etmesi, askeri darbenin başarılı olması sonrasında, darbe aktörü yapıyla uyumlu olduğu değerlendirilen şüphelinin de içinde bulunduğu şüphelilerin devletin üç temel erkinden biri olan yargı yetkisini kullanma gibi çok nitelikli bir görevde bulunmaları, Bakanlık tarafından görev gereği kendilerine tevdi olunan bilgisayar ve flash bellekte henüz teknik inceleme yapılamamış olması, HSYK ilgili dairesinin açığa alma tasarrufuna dayanak teşkil ettiği düşünülen; Devletin istihbarat birimleri tarafından darbe girişimi aktörü olan yapıyla irtibat içinde olduğuna dair muhtemel istihbari raporun henüz dosyaya intikal etmemiş kısacası delillerin henüz tam manasıyla toplanamamış olması birlikte değerlendirildiğinde; şüphelilerin müsnet suçu işlediğine dair 5271 Sayılı CMK.nın 100/1 maddesi gereği somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesi bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suçlamanın 5271 Sayılı CMK.100/3 çerçevesinde tutuklama sebebi varsayılan katalog suçlardan olduğu ve tutuklama nedeni bulunması, şüphelinin irtibatlı olduğu değerlendirilmesiyle açığa alınmasına gerekçe gösterilen cemaat yapılanmasının aktörü olduğu kalkışma esnasında sivil halktan, teşebbüs sahiplerine direnen TSK, Emniyet ve MİT mensuplarından çok sayıda şehit bulunması bu anlamda kalkışmanın geldiği aşama ve demokratik düzen üzerinde oluşturduğu zarar ve tahribat, yargılama neticesinde verilmesi muhtemel ceza birlikte değerlendirildiğinde şüpheliler hakkında adli kontrol tedbirinin uygulamasından sonuç alınamayacağı hususunda Hakimliğimizde oluşan kanaat ve ölçülülükilkesi uyarıncadaha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbirinin uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç,ortaya çıkan netice dikkate alındığında yetersiz kalacağı ve amaca hizmetetmeyeceği değerlendirilmekle şüphelinin tutuklanması talebinin kabulü ile 5271 sayılı CMK.nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca ... ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA ... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Niğde Sulh Ceza Hâkimliği 28/7/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başsavcılık 7/9/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucunun tutukluluk durumunu inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 7/3/2017 tarihinde tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara 15/3/2017 tarihinde itiraz ettiğini ancak sonucunun kendisine ya da müdafiine tebliğ edilmediğini, anılan karardan sonra da tutukluluk hâlinin devamına dair herhangi bir kararın tebliğ edilmediğini beyan etmiş ve itirazına ilişkin belgeleri sunmuştur. Başvurucu 7/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 13/7/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmış ve yine aynı tarihte atılı diğer suçlardan ise kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. 15 Temmuz darbe teşebbüsüne ve FETÖ/PDY'ye ilişkin genel değerlendirmelerin de yer aldığı iddianamede; FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve bu örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin açıklamalar yer almıştır. Ayrıca başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun çocuklarının FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakı nedeniyle kanun hükmünde kararname (KHK) ile kapatılan eğitim kurumlarında eğitim gördükleri bildirilmiştir.iii. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğu yönünde beyanların bulunduğu ifade edilmiştir. İddianamede, başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak başvurucunun Anadolu Adliyesinde görev yaptığı süreçte bir dönem zabıt kâtipliğini yapan Ş.Ö.nün kendisi hakkında yürütülen soruşturmada 1/2/2017 ve 2/2/2017 tarihlerinde verdiği beyanlara dayanılmıştır. Bu beyanların içeriği özetle şöyledir: "Ben adliyede Cumhuriyet savcısı Talip Demirezen'in yanında katip olarak görev yapıyordum. Talip Demirezen 17-25 Aralık olaylarından önce cemaatin sohbetlerine gitmem gerektiğini, olimpiyatlara da gidebileceğimi söylüyordu. Kendisinin çocuğu da örgüte ait okula gittiğini düşünüyorum. Çünkü telefonda oğlu ile ilgili hususları bir öğretmen ile görüşüyordu. Bu görüşmelerin ardından bana bu yapı ile ilgili olumlu şeyler söylüyordu. 17-25 Aralık olaylarından sonra ise benim yanımda konuşmamaya çalışıyordu. O dönemde ben de örgüt ile irtibatlı biri olduğumdan bu savcının yanına verildiğimi düşünüyorum. Ayrıca şunu belirtmek istiyorum. 2012 yılında Anadolu Adliyesi Cumhuriyet Başsavcı vekili olan Y.Ş. savcı Talip Demirezen'i telefonla arayarak 'bir dosya var sana getirecekler, bu dosyaya sen bakacaksın' demiş, telefonu kapattıktan sonra savcı Talip Demirezen onu bana söyledi. Polisler dosyayı getirip savcı beye verdiler. Bu dosyanın ne dosyası olduğunu bana söylemedi. Ben sonradan internette gezinirken bahse konu dosyanın içeriğine ilişkin bilgi sahibi oldum. Bu dosya ile ilgili emniyet savcının karar taleplerini hazır getiriyorlardı. Savcı bey de bu flashla getirilen talepleri inceleyip bana gönderiyordu. Sonrasında mahkemeden talepte bulunuyorduk. Bu dosyanın numarası 2012/..'di. İnternet üzerinde gezinirken E.E. adındaki gazetecinin twetter adresinde bahse konu dosya ile ilgili haber yapıldığını gördüm. Gazetecinin haberine göre dosya içerisinde B.E.nin de bulunduğu söyleniyordu. Ben o zaman bu dosyanın bilinçli olarak Talip Demirezen'e verildiğini düşündüm. Savcı Talip Demirezen' dosyanın içeriği ile ilgili bana bilgi vermiyordu. Dosyanın sıkıntılı bir dosya olduğunu, kimsenin yanında bu dosya ile ilgili konuşmamamı söylüyordu. Bu dosya üzerinden emniyet fiziki takip dinleme taleplerini savcı Talip Demirezen'e getiriyorlardı. Gelen talepleri mahkemeye intikal ettiriyorduk. 17-25 Aralık olaylarından sonra savcı Talip Demirezen bu dosya ile ilgili yetkisizlik kararı vererek Beykoz'a gönderdi. Benim bu hususu anlatma nedenim bahse konu dosyanın Başsavcı vekili tarafından FETÖ örgütüne yakınlığı nedeniyle savcı Talip Demirezen'e verildiğini düşünüyorum. Polisler bu dosya ile ilgili bana Acarlar'la ilgili rüşvet dosyası olduğunu söylüyorlardı. Ancak savcı Talip Demirezen dosyanın içeriği ile ilgili bana hiçbir bilgi vermiyordu. İnternette bu dosya ile ilgili haberleri görünce bu dosyanın hükümete karşı bir kumpas dosyası olduğunu anladım. 17-25 Aralık olaylarından önce cemaatle ilgili olumlu şeyleri sürekli bahseden Talip Demirezen bu süreçten sonra benim yanımda dahi konuşmamaya başladı." Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"Şüpheli hakkındaki beyanlar, araştırma raporları ve FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından verilen meslekten çıkarma kararı ve tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şüphelinin, Fetullahçı silahlı terör örgütünün ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, başkaca kişileri örgüte kazandırmak amacıyla yapı tarafından düzenlenen toplantılara yönlendirdiği, örgütle organik bağ kurduğu ve bu şekilde anılan silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını açmaya yetecek derecede yeterli şüphenin bulunduğu anlaşıl[mıştır.]" Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 28/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/167 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 31/10/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucu, aynı duruşmada iddia makamının talebine de uygun olarak Mahkemece tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair dosyada bulunan delillerin büyük oranda toplanmış olması, sanığın karartabileceği dosyada bir delilin bulunmaması, kaçma şüphesi içerisinde olduğuna dair dosyaya yansıyan delilin bulunmaması nazara alınarak bu aşamada adli kontrol hükümlerinin yeterli olacağı kanaati ile sanığın adli kontrol altına alınmak suretiyle tahliyesine ... [karar verildi.]" Başvurucu hakkında bilgi sahibi olan bir kısım tanık, Mahkemece talimat yoluyla dinlenilmiştir. Tanık beyanlarının içerikleri şöyledir: - Ş.Ö. beyanında "2012 ile 2017 yılları arasında zabıt katibi olarak görev yaptım 2013 yılının ilk aylarından Anadolu adliyesi faaliyete geçtiğinde buraya taşındık. Ben Cumhuriyet Savcısı Talip Demirezen'nin yanında bu tarihten itibaren çalışmaya başladım. Büromuz örgütlü suçlar bürosuydu. Ben bu savcının yanında çalıştığım süre zarfında açıktan FETÖ ile ilgiliherhangi bir telkinine şahit olmadım. Ancak bana kişisel olarak kendimi geliştirmek ve içinde bulunduğum yaşam koşullarının mufazakar olması nedeniyle bu yaşam koşuluna uygun yerlere gitmemi telkin etti. Bunlar açıkca FETÖ sohbetleri değildi. Savcı beyin elinde bulunan ifademde belirtmiş olduğum soruşturma ile ilgili başsavcı vekilinin aradığı doğrudur. Dosya daha sonra savcı beye geldi bununla ilgili herhangi bir operasyon yapılmadı ancak dinleme ve fiziki takip kararları dosyada verilmiştir. Bu kararların verilme usulü ilk ifademde anlattığım şekliyledir. Çünkü dosyada gizlilik kararı vardır. Sanığın çocuklarını FETÖ okuluna gönderdiğine bizzat şahit değilim ancak yanımda eğitimle ilgili olarak oğlunun fetöye ait okula gittiğini söylüyordu. Tam olarak FETÖ'yeait olduğunu söylemiyordu ancak ben söz konusu okulların örgüte ait olduğunu bildiğim için bu bilgiye vakıfım. Ben zabıt katipliğinden FETÖ şüphesiyle ihraç edildim. Bunla ilgili yargılama İstanbul 27 Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir" şeklinde ifade vermiş olup, hazırlık evresindeki beyanıyla ilgili çelişkiler kendisinden sorulduğunda ise; "Söz konusu ifademi verdiğim sırada etkin pişmanlıktan yararlanmak istediğimi belirtmiştim Cumhuriyet savcısı ve kolluk neye tanık olduysam onu anlatmamı istemişti, ben de o sebeple bu şekil verdim ancak ifademi sonradan okunduğumda bilgiye dayalı değil ancak yoruma dayalı olduğunu farkettim, ana hatları itibariyle size vermiş olduğum ifadem doğrudur. Bana sanık cemaat sohbetlerine gitmem konusunda telkinde bulunmadı" şeklinde ifade vermiştir.- G.Y. beyanında "Ben İstanbul'da ticaretle uğraşırım. İş yerimizde çalışanlar tarafından hırsızlık olayı oldu. Bununla ilgili bir şikayette bulunmuştum. Soruşturma o zaman Kartal Anadolu adliyesinde görülüyordu. Bizim dosyamızda sanık Talip Demirezen'e düştü. O zaman bu adliyede savcıydı. Bir kaç kere kendisi ile soruşturma için bilgi belge götürme amaçlı görüşmem oldu. O aşamada samimi sohbetlerimiz oldu. Ben Ak Parti İlçe teşkilatı kurucusu olduğumu söyledim. O ara 17-25 Aralık sonrası süreci vardı. Sanık bana bu süreci doğru buluyor musun bulmuyor musun diye sordu. Sanık cemaat tarafını çok fazla suçlu bulmuyorum diye şeyler söyledi. Bu samimi bir sohbet ortamında geçen konuşmalardı. Bizim işten ayrılan bir sanık bize İş Mahkemesinde bize dava açtı. Burada delil olarak kasa defterimizi vs belgeleri gösterdi. Bu şahıs bunları çöpten buldum diye mahkemeye söylemiş. Bu davadan 15-20 gün önce bizim iş yerimizde hırsızlık olayı olmuştu. Bizde şikayet etmiştik, polisler de gelip tutanak tutmuşlardı. Dava süreci devam ederken savcılıkta yürüyen soruşturmaya hırsızlık olayını bize dava açan şahıs yapmıştır diye suç duyurusunda bulundum. Bu şahıs savcılık soruşturmasında kendisinin defterleri ve cdleri davasını isbat etmek amacıyla aldığını beyan etmiş. Ayrıca biz bu işçiye şahitlik yapan hakkında da şikayette bulunmuştuk. Sanık olan savcı her ikisi hakkında soruşturmaya yer yok diye karar verdi. Ayrıca bu savcı resen iş mahkemesinde bizim dinlettiğimiz tanıklar hakkında yalancı tanıklıktan dava açtı. Bu dava halen devam etmektedir. Ben bunun üzerine savcının bu yaklaşımını benim Ak Parti Kurucusu olmama bağladım ve sanığı HSK'ya şikayet ettim. O zaman darbe yoktu. Bu cemaatten dolayı bana kafayı mı taktı diye düşündüm. Bu yüzden şikayette bulundum. HSK darbeden sonra bana cevap verdi. Biz bunu görevden aldık ve meslekten ihraç ettik dedi. Benim sanığın Fetö örgütü ile irtibatı ve iltisakı hakkında bilgi ve görgüm bundan ibarettir" şeklinde ifade vermiştir. Mahkeme 26/11/2019 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... 2/7/2016 tarihinde kolluk tarafından düzenlenen açık kaynak raporuna göre; Facebook ve Twitter isimli sosyal medya hesaplarında Talip Demirezen adına rastlanmadığı, eşi ve çocuklarına ait hesaplarda ise suç unsurunun bulanmadığının belirtildiği, örgüte ait Banka Asya'da sanığın hesabının bulunmadığı, kullandığı telefon üzerinden yapıya müzahir kuruluşlara bağış yapmadığının belirtildiği, sanığın kendi adına kayıtlı ADSL veya cep telefonu üzerinden bylock kullandığına dair bu aşamada bir tespitin yapılamadığı, yurt dışına çıkış kaydının olmadığı, sanığın İstanbul Anadolu Adliyesinde birlikte çalıştıkları yargı mensubu ve personelin tanık olarak beyanlarına başvurulduğu ancak bu kişilerin FETÖ/PDY kapsamında sanık ile ilgili bir bildiklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Sanığın yanında bir dönem katiplik yapan tanık Ş.Ö.nün beyanları düşünüldüğünde bir takım bilgiler vermişse de sanığın örgüt üyeliğine delalet edecek ve sempati boyutunu aşacak bir husus bulunmadığı, yine sanığın çocukları ile ilgili olarak 2014-2016 arası yapılan sorgulamada kızı P.nin 2014-2015 sezonunda örgüte müzahir Özel Sabahattin Zaim Ana Fen ortaokuluna gittiğinin tespit edildiği ancak bu durumun örgüt üyeliği için aranan sanığın eylemlerinde çeşitlilik, yoğunluk ve devamlılığın bulunması yönündeki Yargıtay içtihatları ışığında bu eylemlerde bulunmanın anılan suçun işlendiğini göstermeyeceği vicdani kanaatine ulaşılmıştır. Bu anlamda; silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan5271 sayılı CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca sanığın müsnet suçu işlediğine dair cezalandırılmasına yeterli her türlü şüpheden uzak kati ve inandırıcı delil ve emare elde edilememiş olması nedeniyle atılı suçtan beraatine karar [karar verilmiştir]" Başvurucu hakkında verilen beraat hükmüne karşı Başsavcılık "dosyadaki deliller yeterince tartışılmadan ve ayrıca başvurucu hakkında eksik kovuşturma ile hüküm kurulduğu", başvurucu ise "suçu işlemediğinin sabit olduğuna karar verilmesi gerektiği" gerekçesiyle ayrı ayrı istinaf yoluna başvurmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesinde derdesttir. A. İlgili Kanun Hükümleri İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-B. Yargıtay İçtihatları Silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 30/9/2019 tarihli ve E.2019/2653, K.2019/5656 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... sanığın örgütle iltisaklı olması nedeniyle kapatılan dershaneye gitmesinin, yurtlarda kalmasının ve çocuklarını göndermesinin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceği belirlenerek yapılan incelemede;..." Silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 21/5/2019 tarihli ve E.2018/7220, K.2019/3659 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Sanığın örgütle iltisaklı olması nedeniyle kapatılan okula çocuğunu göndermesinin ve Bank Asya nezdindeki mutad hesap hareketlerinin ve çalıştığı kurumdaki görev yaptığı birimlerin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceğinin gözetilmemesi;..." Silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 25/4/2019 tarihli ve E.2018/6390, K.2019/2961 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Sanık S.nin çocuğunu örgüte müzahir okula göndermesinin ve suç ve cezaların şahsiliği ilkesi uyarınca sanık Ö.nün eşinin FETÖ/PDY örgütünün Muş ilindeki Özel Çağlayan Ufuk İlköğretim okulunda görev yapmış olmasının ve yine sanıkların zaman gazetesine aboneliğinin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceğinin gözetilmemesi,..." Silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 1/4/2019 tarihli ve E.2018/5527, K.2019/2206 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Örgütle iltisaklı okul ve dershanelere çocuğunu göndermenin örgütsel faaliyet ya da bu suçun delili kapsamında değerlendirilemeyeceğinin gözetilmemesi,..."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25941
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin ve gözaltındaki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, işçi statüsünde çalışılan kamu kurumunda fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmaması ve bu konuda açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hak arama hürriyetinin, zorla çalıştırılma yasağının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 30/10/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile dava dosyasında yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/3/1994 tarihinden bu yana Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde radyoloji teknisyeni olarak çalışmaktadır. Başvurucu, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 1/12/2008 tarihinde yürürlüğe girmesinin ardından anılan Kanun’un maddesi uyarınca yaptığı işin niteliği ve iştigal ettiği iş kolu itibarıyla fiilî hizmet süresi zammından yararlanmaya başlamıştır. Bununla birlikte başvurucu, 10/2/2011 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde tespit davası açmış, işe başladığı tarih olan 1/3/1994 ile fiilî hizmet süresi zammından yararlanmaya başladığı Kasım 2008 arası dönemde de yaptığı iş gereği radyasyona maruz kaldığını belirtmiş, söz konusu dönem için fiilî hizmet süresi zammını hak ettiğinin tespitine hükmedilmesini ve bu döneme ilişkin fiilî hizmet zammı süresi primlerinin davalı Sağlık Bakanlığı tarafından Sosyal Güvenlik Kurumuna yatırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul İş Mahkemesi, 13/2/2013 tarihli ve E.2011/169, K.2013/124 sayılı kararı ile “… Tüm deliller ve dosya kapsamı bu şekilde değerlendirilerek; davacının davalı işyerinde başlangıçtan beri yaptığı işin aynı iş olduğu ve olumsuz koşullardan aynı şekilde etkilendiği anlaşılmakta ise de; 5510 sayılı Yasa’nın 01/12/2008 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra 2008 Kasım ayından itibaren itibari hizmetten yararlandığı, ancak bu tarihten önceki çalışma döneminde çalıştığı işyerinin 506 sayılı Yasa’da belirtilen işyerlerinden olmadığı…” gerekçesine dayanarak davanın reddine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 17/6/2013 tarihli ve E.2013/7957, K.2013/13692 sayılı ilamı ile kararı onamıştır. Onama ilamı başvurucuya 1/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5510 sayılı Kanun’un “Fiili hizmet süresi zammı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Aşağıda belirtilen işyerlerinde ve işlerde 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamında çalışan sigortalıların prim ödeme gün sayılarına, bu işyerlerinde ve işlerde geçen çalışma sürelerinin her 360 günü için karşılarında gösterilen gün sayıları, fiilî hizmet süresi zammı olarak eklenir. 360 günden eksik sürelere ait fiilî hizmet süresi zammı, 360 gün için eklenen fiilî hizmet süresi ile orantılı olarak belirlenir. Çalışmanın fiili hizmet süresi zammı kapsamında değerlendirilebilmesi için, tablonun (13) ve (14) numaralı sıralarında belirtilen sigortalılar hariç sigortalının kapsamdaki işyerleri ile birlikte belirtilen işlerde fiilen çalışması ve söz konusu işlerin risklerine maruz kalması şarttır. ...Aşağıdaki bentlerden birden fazlasına dahil olanlar için, en yüksek olan bentten fiilî hizmet süresi zammı uygulanır. Kapsamdaki İşler/İşyerleriKapsamdaki SigortalılarEklenecek Gün Sayısı…11) Radyoaktif ve radyoiyanizan maddelerle yapılan işlerDoğal ve yapay radyoaktif, radyoiyonizan maddeler veya bütün diğer korpüsküler emanasyon kaynakları ile yapılan işlerde çalışanlar.90 gün … ” Adana İş Mahkemesinin Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali için Anayasa Mahkemesine başvurduğu 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu mülga ek maddesi hükmünün Anayasa Mahkemesinin 4/10/2006 tarihli iptal kararından önceki hâli şöyledir: “506 sayılı Kanuna göre sigortalı sayılanların, aşağıda sayılan görevlerde geçen sigortalılık sürelerine, bu sürelerin her tam yılı için, hizalarında gösterilen süreler, sigortalılık süresi olarak eklenir. SigortalılarHizmetin geçtiği yerEklenecek süreI— a) 212 sayılı Kanunla değiştirilen 5953 sayılı basın mesleğinde çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki münasebetleri düzenliyen kanun kapsamına tabi olarak çalışan sigortalılarb) Basın kartı yönetmeliğine göre basın kartına sahip olmak suretiyle gazetecilik yaparken, kamu kurumlarına giren ve bu kurumlarda meslekleriyle ilgili görevlerde istihdam edilen sigortalılar5953 sayılı Kanunu Değiştiren 212 sayılı Kanunun birinci maddesi kapsamına giren işyerleriBasın müşavirlikleri90 gün90 günII— (Değişik bent: 20/06/1987 - 3395/13 md.) Basım ve gazetecilik iş yerlerinden 1475 sayılı Kanun ve değişikliklerine göre çalışan sigortalılara) Solunum ve cilt yoluyla vücuda geçen gaz veya diğer zehirleyici maddelerle çalışılan iş yerleri,b) Fazla gürültü ve ihtizaz yapıcı makine ve aletlerle çalışarak iş yapılan işyerleri,c) Doğrudan doğruya yüksek hararete maruz bulunarak çalışılan işyerleri,d) Fazla ve devamlı adali gayret sarf edilerek iş yapılan işyerleri,e) Tabii ışığın hiç olmadığı ve münhasıran suni ışık altında çalı şılan işyerleri,f) Günlük mesainin yarıdan fazlası saat 00’den sonra çalışılarak yapılan işyerleri,90 gün III— (Ek bent: 20/06/1987 – 3395/13 md.) Denizde Gemi adamları, gemi ateşçileri, kömürcüler, dalgıçlar.  90 günIIV— (Ek bent: 20/6/1987 - 3395/13 md.) Azotlu gübre ve şeker sanayiinde, fabrika, atölye, havuz ve depolarda, trafo binalarında çalışanlar. Çelik, demir ve tunç döküm, Zehirli, boğucu, yakıcı, öldürücü ve patlayıcı gaz, asit, boya işleriyle gaz maskesi ile çalışmayı gerektiren işlerde, Patlayıcı maddeler yapılmasında, Kaynak işlerinde çalışanlarda.90 gün Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 4/10/2006 tarihli ve E.2002/157, K.2006/97 sayılı (27/3/2007 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan) kararının ilgili kısmı şöyledir: “…İtibari hizmet süresinden yararlanmayı gerektiren olgu sanayi kolları farklı da olsa belli ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerin yapılmasıdır. Bu nitelikteki işleri yapan kişilerin aynı durumda olmadıkları ileri sürülemez. Aynı hukuksal durumda bulunanların farklı kurallara tabi tutulması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağından itiraz konusu Yasa kuralı Anayasa'nın eşitlik ilkesine yer veren maddesine aykırıdır. İptali gerekir. …  1964 günlü, 506 sayılı “Sosyal Sigortalar Kanunu”nun Ek maddesinin birinci fıkrasının 1987 günlü, 3395 sayılı Yasa ile eklenen IV numaralı bendinde yer alan “Azotlu gübre ve şeker sanayiinde, ...” ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,  … OYÇOKLUĞUYLA, 2006 gününde karar verildi.”
Zorla çalıştırma ve angarya yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7915
Başvuru, işçi statüsünde çalışılan kamu kurumunda fiilî hizmet süresi zammından yararlandırılmaması ve bu konuda açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hak arama hürriyetinin, zorla çalıştırılma yasağının, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu velayeti annesine verilen müşterek çocukla arasında tesis edilen kişisel ilişkinin yetersiz olduğunu ve bu hususta ileri sürdüğü itirazların karşılanmadığını belirterek Anayasa'nın , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile sonuçlarının ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 16/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/3/2015 tarihli görüş yazısı 13/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine Diyarbakır Aile Mahkemesinde 19/4/2011 tarihinde açılan boşanma davası sonucunda, Mahkemenin 3/10/2012 tarih ve E.2011/480, K.2012/1272 sayılı kararı ile, tarafların boşanmalarına, 2011 doğumlu müşterek çocuğun velayetinin davacı anneye verilmesine, başvurucuyla müşterek çocuk arasında, ayrı şehirlerde yaşamaları durumunda her yıl Temmuz ayının 1 ile günleri arasında, dini bayramların birinci günü saat 00'dan ikinci günü saat 00'a kadar; aynı şehirde yaşamaları halinde ise her ayın ilk ve üçüncü Pazar günü saat 00'den saat 00'e kadar ve dini bayramların birinci günü saat 00'dan ikinci günü saat 00'a kadar çocuğun başvurucuya teslimi suretiyle kişisel ilişki tesisine karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarih ve E.2012/25260, K.2013/11101 sayılı ilamı ile, müşterek çocuğun yaşı, bedeni ve fikri gelişimi dikkate alınarak babayla uzun süreli ve yatılı kalmayacak şekilde kişisel ilişki düzenlenmesi gerekirken yerel mahkeme kararındaki gibi düzenleme yapılmasının usul ve yasaya aykırı olduğu belirtilerek, gerekçeli kararın hüküm kısmındaki başvurucu ile müşterek çocuk arasındaki kişisel ilişkiye ilişkin hükmün, çocuğun her ayın birinci ve üçüncü Cumartesi günleri 00 ile 00 saatleri arasında, dini bayramların ikinci günü 00 ile 00 saatleri arasında davacı anneden alınarak başvurucu babaya verilmesi şeklinde düzeltilerek onanmasına hükmedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/11/2013 tarih ve E.2013/21938, K.2013/25892 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 4/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. 16/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Hâkimin takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler. Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9047
Başvurucu velayeti annesine verilen müşterek çocukla arasında tesis edilen kişisel ilişkinin yetersiz olduğunu ve bu hususta ileri sürdüğü itirazların karşılanmadığını belirterek Anayasa'nın 20. , 36. ve 4 maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile sonuçlarının ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, yakınlarının ölümü hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakını İ.K.nın kendisini evinde kontrol etmeye gelen arkadaşı tarafından 30/6/2009 tarihinde ölü olarak bulunması üzerine (kapatılan) Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında aynı gün soruşturma başlatmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 1/7/2009 tarihinde otopsi işlemi gerçekleştirilmiş ve otopsi raporunda şahsın kanında alkol veya uyutucu, uyuşturucu bulunmadığı, Citalopram, Nortriptilin bulunduğu, anal sürüntü incelemesinde sperm hücresi görülmediği belirtilerek kişinin ölümünün ası sonucu meydana geldiği kanaatine yer verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gerçekleştirilen olay yeri incelemesi sonucunda İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen tutanağın ilgili kısımları şöyledir:"...kapı kilidi kontrol edildi, kilidin çalışır vaziyette olduğu, kapıda zorlama ve kanırtma izi olmadığı ...üzerinde atlet, kilot boxer ve çorap giyili, yere sırt üstü uzanır vaziyetteayakları dizlerinden bükülü vücudunun altında boğazında üçlü prize ait kablonun fişe takılan kısmı boğazına iki kez dolanmış vaziyette, kablonun devamı piriz tarafı olan kısmı gerilmiş vaziyette, banyo kapısının pervazının üstünde kapı ile pervaz arasına geçirilmiş prizi arkada sıkışmış vaziyette durduğu şekilde cesedin başı yanında tabura şeklinde iskemlenin bulunduğu şekilde [İ.K.] isimli şahıs ölü olarak görüldü. Adli tabip tarafından fiziki incelemesi yapılmak üzere boğazına iki kez dolanmış olan kablonun ucu çıkarıldı, boğazında kablonun kalınlığında oluşmuş telem izleri, arkadaşı [T.] isimli şahsın beyanına göre; şahsın bir hafta önce sandalyeden düşerek yaralandığı, kaşı üzerinde ve sol dirsek üzerinde hafif yaraların oluştuğu, yaraların üzerinde sargı bantlarının yapıştırılmış şekilde olduğu, üzerinde giyili atlet sıyrılarak kontrol edildi, adli tabip tarafıııdan herhangi bir yara tespit edilemedi, cesedin mukayese amaçlı on parmak basım izleri alıııdı, salonda genel olarak esyaların bulunduğu, herhangi bir dağınıklığın olmadığı, ...çalışma odasında çeşitli ilaçların bulunduğu, ilaçlar adli tabip tarafından kontrol edildi, sağlık amaçlı olduğu bilgisi alındı, ayrıca çalışma odası masa üzerinde ölen kişinin yazmış olduğunu tahmin ettiğimiz ve detaylı olarak okuyamadığımız bir bölümünde 'hiç uyuyamadım 48 saattir, hayattan bıktım yaşamak zulüm oldu' şeklinde okunabilen yazılar yazılı ajandanın açık olarak durduğu görüldü, olay yerinin ilk hali ile çalışmaların devamında fotoğraf ve kamera çekimleri yapıldı, cesedin boğazında dolanmış kablonun ölçümleri yapıldı, uygun zemin ve yerlerde kimyasal tozlama yöntemi ile parmak izi incelemesi yapıldı, bulgu cetvelinde detayları belirtilen yerlerden parmak izi tespit edildi, daire genelinde bulunan diğer eşyalar bulunduğu hali ile sadece fotoğraf ve kamera çekimleri yapıldı, ölen kişi [İ.K.nın] nüfus cüzdanı Savcısı tarafından alındı, ekli bulgu cetvelinde belirtilen cesedin boğazından çıkarılan üçlü piriz ve bağlı kablosu ile üzerinde yazılar olan ajanda ilgili yerler gönderilmek üzere ayrı ayrı delil poşetleri içinde alındı, daire içinde bulunan eşyalar, dairenin yedek anahtarı Savcısının talimatı ile daire içinden hiç bir şey alınmadan polis merkezi görevlilerine tereke hakimliğine bildirilmek üzere teslim edildi..." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 24/11/2009 tarihinde, olayda herhangi bir kişiye kusur atfedilecek bir kanıtın bulunmadığı belirtilerek olayın ası sonucu gerçekleşmesi nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvuru dosyasında, başvurucuların karara itiraz ettiğine ilişkin bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmasızlık kararından sonra başvurucuların otopsi raporunda hata olabileceği yönünde iddiası bulunduğundan İstanbul Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulundan 10/4/2013 tarihli bir ek rapor temin edilmiştir. Bu raporun ilgili kısımları şöyledir:"...tespit edilen Citalopram düzeyinin tek başına öldürücü düzeyde olduğu, Nortriptyline, Diazepam, Amitriptyline ve Nordiazepam düzeylerinin tedavi düzeyinde olduğu, toksik düzeyde olmadığı, olay yeri inceleme bulguları, otopsisinde dış muayenede ve iç muayenede tespit edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde; kanında öldürücü düzeyde Citalopram tespit edilen kisinin ölümünün ası sonucu meydana gelmiş olduğu, 5-Adli dosyada mevcut kayıtlı bilgilerle kişinin olay öncesi fiziksel açıdan sağlıklı olduğu, otopsisinde telem dışında ölümüne müessir travmatik değişim bulunmadığı, olay yeri inceleme bulguları, otopsisinde dış muayenede ve iç muayenede tespit edilen bulgular, otopsi esnasında alınan doku örneklerinin Kimya İhtisas Dairesinde elde edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde; kanında öldürücü düzeyde Citalopram (depresyon tedavisinde kullanılan ilaç etken maddesi) ve yine depresyon tedavisinde kullanılan tedavi dozunda Nortiptilin, Diazepam, Amitriptirin, Nordiazepam ilaçlarının alımı sonrası bu ilaçların toksik etkilerinin ortaya çıkmasına kadarki geçen süreçte ası fiilinin kendisi tarafından gerçekleştirilmesinin mümkün olduğu oybirliğiyle mütalaa olunur." Başvurucular özel bir danışmalık şirketinden 14/3/2012 tarihinde, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalında görevli öğretim üyelerinden 15/2/2016 tarihinde birer bilimsel mütalaa temin etmiştir. Bu mütalaalarda yakınlarının intiharıyla N.Ö. isimli kişinin eylem ve söylemleri arasında nedensellik bağı bulunduğu tespitlerine yer verilmiştir. 15/2/2016 tarihli bilimsel mütalaanın ilgili kısmı şöyledir:"... ...başarılı bir hekim olan müteveffa [İ.K.nın] özel hayatında nikahlı eşi ile boşanma süreci yaşarken arkadaş çevresinin etkisi [N.Ö.] isimli bir bayanı önce dürüst bulduğu ve güven duyduğu daha sonra duygusal anlamda da sevgi beslediği ...umumi vekaletname vererek tüm takibi gereken işlerinde ... vekil tayin ettiği ... [N.Ö.nün] ... bankalardaki ... paraları kendisinin ... hesaplarına aktardığı ... [N.Ö.nün] ... sözel şiddet uygulayarak kişiyi öldürtmekle tehdit ettiği ... ......[N.Ö.] isimli şahıs ile arasında yaşanan tüm bu olayların sonucunda ağır bir travmaya maruz kaldığı... ağır bir depresyon tablosuna dönüştüğü, kişinin dış dünya ile iletişiminin tamamen ortadan kalktığı, beslenme ve bakım ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz hale geldiği, ... ağır bir depresyon klinik tablosunda iken hayatına intihar ederek son verdiği dolayısıyla; [N.Ö.] isimli kişinin eylemleri ve söylemleri ile müteveffa [İ.K.nın] intihar ederek hayatına son vermesi arasında doğrudan sebep sonuç ilişkisi (nedensellik bağı) bulunduğu kanaatimizi bildirir bilimsel mütalaadır." Bu mütalaalar üzerine başvurucular 16/3/2016 tarihli dilekçeyle, söz konusu mütalaaların yeni delil olduğundan bahisle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen 24/11/2009 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararının kaldırılmasını talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/5/2016 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararının gerekçesine göre usul ve yasaya uygun olduğu değerlendirmesiyle talebin reddine karar verilmiştir. Hâkimlik kararı, başvurucu vekiline 30/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup bireysel başvuru 28/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk Anayasa Mahkemesinin Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 87, 91-96) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/12166
Başvuru, yakınlarının ölümü hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun bir gazetede yayımlanan köşe yazısında kullandığı ifadelerin hakaret kabul edilerek adli para cezasına hükmedilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Suriye'de 2011 yılında iç savaş başlamış, iç savaş boyunca birbiriyle mücadele eden birçok farklı grup ortaya çıkmıştır. Suriye'deki iç savaş, başladığı günden itibaren Türkiye kamuoyunca yakından takip edilmiş; bu bağlamda Suriye iç savaşı ve tarafları hakkında basın ve yayın organlarında hemen hemen her gün yüzlerce haber, analiz ve yorum yapılmıştır. Olayların geçtiği tarihte ulusal bir gazetede dış politika yazarı olan, iki ulusal televizyon kanalında dış politika üzerine programlar yapan gazeteci A.A. 18/12/2012 günü bir ulusal TV kanalında yayımlanan haber ve yorum programına davet edilmiştir. Ünlü bir akademisyen ile bir gazetecinin moderatörlüğünü yaptığı ve ABD'nin Orta Doğu politikası ile bölgeye etkilerinin tartışıldığı programda güncel bir konu olan Suriye'deki gelişmeler işlenmiş ve A.A. olaylar hakkındaki düşüncelerini açıklamıştır. A.A. Suriye'de meydana gelen olayları devrim, rejime karşı örgütleri de devrimciler olarak nitelendirmiştir. Başvurucu, gazeteci olup olayların meydana geldiği tarihte Yurt gazetesinde (gazete) çalışmaktadır. Gazetenin 20/12/2012 tarihli nüshasında başvurucu tarafından kaleme alınan "Gazeteci mi CIA ve EL KAİDE Gülü mü" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Başvurucunun köşe yazısının temelini A.A.nın ilgili televizyonda yayımlanan programdaki ifadelerine cevap ve eleştiri oluşturmuştur. Başvurucu yapmış olduğu haberde şu ifadeleri kullanmıştır: "A.A. cihatcıları 'devrimci' ilan etti. Büyük basının en Amerikancı kalemlerinden A.A., Suriye'deki cihatçı katilleri devrimci ilan etti. Önceki akşam NTV'de yayınlanan Dünyanın Merkezi programına katılan A.A. Prof. H. K'nın Suriye'deki gerçekleri anlattığı konuşmasına, 'Suriye'deki devrim hakkında sadece Türkiye solunda böyle bir algı var. Gerçekte burada bir devrim oluyor. Devrim illa üretim araçlarının el değiştirmesi değildir, orada 35 kişiyi öldüren zalim bir rejime karşı insanlar ayaklanmıştır. Suriye devrimcilerini tanımanızı isterim' diye yanıt verdi".'... A.A. Hanım Niye Görmüyor. Peki, geçekler bu kadar açıkken, Suriye muhalefetinin 'en muteber' temsilcileri bile 'Alevilerin, gayri müslimlerin kökünü kurutacağız' açıklamaları yaparken, A.A.'nın şeriatçı isyancıları devrimci ilan etme kaygısının nedeni ne? Y.K., Y. için 'Milliyet'in Washington temsilcisi değil, Washington'ın Milliyet temsilcisidir' diye yazmıştı. Y.'nin Milliyet'ten ayrılıp Taraf'a geçmesinin ardından Milliyet'te yıldızı parlamaya başlayan A.A., anlaşılan o ki bir süredir 'Washington'ın yeni Milliyet temsilcisi' oldu. E, bu da sorumuzun yanıtını veriyor sanırız." Haberin gazetede yayımlanması üzerine, A.A. ilgili yazıda kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle Savcılığa şikâyette bulunmuş ve nihayetinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) başvurucunun sanık olduğu ceza davası görülmüştür. Mahkeme, yapılan yargılama sonucunda 28/11/2013 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Mahkeme, karar gerekçesinde "Gazeteci mi CIA ve EL KAİDE Gülü mü" başlıklı köşe yazısının başlık ve içerik bakımından farklı olduğunu, EL KAİDE'nin tüm dünyaca terör örgütü olarak kabul edildiğini, CIA'in yabancı bir ülkenin istihbarat örgütü olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme başvurucunun ilgili başlıkta müşteki ile EL KAİDE ve CIA'in aralarında bir bağ olduğu algısını doğurduğunu belirterek ilgili ifadelerin muhatap kişinin şeref ve saygınlığına zarar verdiğini belirtmiştir. Başvurucu, Mahkemenin kararına 4/12/2013 tarihinde itiraz etmiş; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun yapmış olduğu itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucunun başka bir suçtan dolayı ceza alması sebebiyle İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararı kaldırılarak başvurucu hakkındaki 740 TL adli para cezası hükmünün açıklanmasına karar verilmiştir. İlgili karar hakaret suçu yönünden kesin karar olup başvuru yolu bulunmamaktadır. Başvurucu 13/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur...."B. Uluslararası Hukuk İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi ile ifade ve basın özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkı arasındaki ilişkiyle ilgili uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Haci Boğatekin (B. No: 2014/18101, 26/10/2017, §§ 16-20) kararı.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11228
Başvuru, başvurucunun bir gazetede yayımlanan köşe yazısında kullandığı ifadelerin hakaret kabul edilerek adli para cezasına hükmedilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, alacağını tahsil amacıyla vekili vasıtasıyla icra takibi başlattığı Ankara İcra Müdürlüğünün ilgili dosyasında, İcra Müdürlüğünce borçlunun MERNİS ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kaydının, Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden çıkarılması talebinin reddi sebebiyle adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 15/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 14/5/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, alacağını tahsil amacıyla borçlu aleyhine avukatı aracılığıyla Ankara İcra Müdürlüğünün 2012/12547 esas sayılı dosyasıyla 19/9/2012 tarihinde icra takibi başlatmıştır. Başvurucunun avukatının, İcra Müdürlüğünden haciz işlemi için takip borçlusunun MERNİS’te kayıtlı adresinin ve çalıştığı işyerine ait SGK kayıtlarının UYAP üzerinden çıkarılması talebi, borçluya ait kayıtların alacaklı vekilince UYAP üzerinden çıkartılarak İcra Müdürlüğüne sunulması gerektiği gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun avukatı, İcra Müdürlüğünün red kararına karşı Ankara İcra Hukuk Mahkemesine şikâyette bulunmuştur. Mahkeme, 14/11/2012 tarih ve E.2012/923, K.2012/952 sayılı kararıyla İcra Müdürlüğü kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine kesin olarak karar vermiş ve karar başvurucuya 21/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Ankara İcra Müdürlüğünün 16/5/2013 tarihli Anayasa Mahkemesine hitaben gönderdiği dosya inceleme tutanağına göre, başvurucu vekilinin 8/11/2012 tarihinde kendisinin bildirdiği borçlunun adresine tebligatın yapılması yönünde talepte bulunduğu, bu talebin İcra Müdürlüğünce kabul edilmesi üzerine bildirilen adrese tebligatın yapıldığı, 6/12/2012 tarihinde de borçluya ait araç kaydına haciz konulduğu, maaş haczi müzekkeresi yazıldığı anlaşılmaktadır.B. İlgili Hukuk 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İcra Mahkemesi” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:“İcra ve iflas dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikayetlerle itirazların incelenmesi icra mahkemesi hakimi yahut kanun gereğince bu görev kendisine verilmiş olan hakim tarafından yapılır. …” Adalet Bakanlığı ile Türkiye Barolar Birliği arasında imzalanan “Veri Erişimi, Paylaşım ve Kullanım Esaslarına Dair Protokol”ün maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“…Avukatlarca UYAP sistemi üzerinde doğrudan dış kurum bilgi ve belgelerinin görüntülenmesi ilgili kurum onayı ile sağlanır. Bu konudaki çalışma alanları MERNİS ve AKS (Adres Kayıt Sistemi) öncelikli olmak üzere, araç kayıt, tapu kayıtları, Sosyal Güvenlik Kurumunun elektronik ortamda sağladığı veriler olarak belirlenmiştir.”
Ayrımcılık yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/463
Başvurucu, alacağını tahsil amacıyla vekili vasıtasıyla icra takibi başlattığı Ankara 30. İcra Müdürlüğünün ilgili dosyasında, İcra Müdürlüğünce borçlunun MERNİS ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kaydının, Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden çıkarılması talebinin reddi sebebiyle adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, ceza soruşturması aşamasında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1945 doğumlu olup İstanbul'da yaşamaktadır.A. Bireysel Başvuru Öncesi Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan hakkında soruşturma yürütülen başvurucunun mal varlığı hakkında elkoyma tedbiri uygulanmasını 18/5/2017 tarihinde talep etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği aynı gün talebi kabul etmiş ve başvurucunun mal varlığı değerlerini kaçırmaya yönelik işlemlerinin önlenmesi amacıyla almış olduğu yaşlılık aylığı hariç olmak üzere tüm bankalardaki hesaplarına, tapuda kayıtlı tüm taşınmazlarına, ortağı ve sahibi olduğu şirketlerdeki hisselerine elkonulmuştur. Kararda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi dayanak olarak gösterilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 23/5/2017 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 24/5/2017 tarihinde yer bakımından yetkisizlik kararı vererek dosyanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu 1/8/2017 tarihinde elkoyma kararına itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 15/8/2017 tarihinde kanun yolu açık olmak üzere itirazı reddetmiştir. Kararda elkoyma kararının usul ve yasaya uygun olduğu, kararın gerekçesinin yerinde olduğu, soruşturmanın devam ettiği ve kararda değişiklik yapılmasını gerektirir bir neden bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 8/9/2017 tarihinden itirazın reddi kararına karşı kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 20/9/2017 tarihinde, başvurucunun itirazın reddi kararına karşı itirazını kesin olmak üzere reddetmiştir. Bu karar başvurucuya 29/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 5/4/2018 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı tekrar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 15/1/2019 tarihinde tedbir uygulanan mal varlığının suçtan elde edildiğine dair tespit bulunmaması ve terör örgütü üyeliğine ilişkin delil yetersizliği gerekçesiyle başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına ve adli kontrolün kaldırılmasına karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 15/1/2019 tarihinde başvurucunun mal varlığını suçtan elde ettiğine dair delil bulunmadığı gerekçesiyle elkoyma tedbirinin kaldırılmasını talep etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği aynı gün başvurucunun mal varlığı üzerindeki elkoyma kararını kaldırmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35297
Başvuru, ceza soruşturması aşamasında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talebi kabul edilmiş, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16025, 2014/16027, 2014/16031 ve 2015/751 sayılı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16014 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 23/3/2007 tarihinde aleyhlerine açıldığını iddia ettikleri kadastro tespitine itiraz davası, Yargıtayın 5/5/2016 tarihli onama kararıyla sona ermiş ve kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16014
Başvuru, makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, üçüncü kişiler tarafından darp iddiasıyla ilgili olarak yapılan yargılamada zamanaşımından düşme kararı verilmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 26/12/2013 tarihinde Anamur Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formunun ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesi tarafından başvurunun kabul edilebilirliği hakkında bir karar verilmediği, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca ancak kabul edilebilirlik hakkında bir karar verildikten sonra görüş bildirilebileceği belirtilerek başvuru hakkında herhangi bir görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP)elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuru konusu olayların meydana geldiği tarihte 30 yaşında olan başvurucu, Anamur’da ikamet etmektedir. Başvurucu ile amcasının oğlu İ.Ç. arasında arazi ihtilafı bulunmaktadır. Olayla İlgili Sanık N.K. Hakkında Yapılan Soruşturma Başvurucu 30/3/2005 tarihinde darbedilmiştir. Başvurucunun Anamur Devlet Hastanesine götürülmesi üzerine Anamur Cumhuriyet Başsavcılığının 2005/473 Hazırlık sayılı dosyasında resen soruşturma başlatılmıştır. 30/3/2005 tarihinde saat 00'de düzenlenen olay yeri tespit tutanağında ve krokisinde, olayın meydana geldiği Dragon Çayı’na 5 m mesafede 20 cm çapında kan izi bulunduğu belirtilmiştir. Sanık N.K. 31/3/2005 tarihinde Anamur Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmıştır. Sanık 3/5/2005 tarihli celsede Anamur Asliye Ceza Mahkemesi tarafından tahliye edilmiştir. Başvurucunun Adli Raporları Mersin Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 26/8/2005 tarihli raporunda, 30/3/2005 tarihinde yapılan muayenesinde, kafa arkasında 2-3 cm’lik, solda 9-10 cm’lik, vertekste (kafanın en üst noktası) 2-3 cm’lik,kafa arka solda 4-5 cm’lik skalp (saçlı deri) kesisi, sol el parmak dorsal volerde (el ayası) üçer cm’lik kanamalı yara, ekstansör tendon kesisi, sol el sırtında yaygın hematom ve erezyon, sağ el ve parmaklardasıyrıklar, sol kalçada 2x3 cm’lik erezyon, sol baldırda 1x6 cm’lik ekimoz, sırtın solunda, sol omuzda yaygın ekimoz, göğüs önde 1x15 cm’lik ekimoz mevcut olduğu, yatırılarak takibe alındığı, genel anestezi altında sütür uygulandığı, 5/4/2005 günü taburcu edildiği kayıtlı olmakla arızasının; şahsın hayatını tehlikeye maruz kılmadığı, 15 gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği, uzuv tatili yönünden rapor tanzimi için olay tarihinden 18 ay sonra şahsın müracaatının uygun olacağı kayıtlıdır. Başvurucunun on sekiz ay sonra uzuv tatili yönünden adli muayene raporunun aldırıldığına dair başvuru dosyası ve UYAP kayıtlarında bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır. Sanık N.K. Hakkında Açılan Kamu Davası Anamur Cumhuriyet Başsavcılığının 4/4/2005 tarihli ve E.2005/221 sayılı iddianamesiyle sanık N.K. hakkında kasten yaralama suçundan Anamur Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianame şöyledir:“Sanığın (N.K.), eniştesi İ.Ç. ile İ.nin amcasının oğlu müşteki (başvurucu) arasında husumet bulunduğu, suç tarihinden birkaç gün öncesinde müşteki ile İ.nin husumet nedeniyle yaptıkları tartışma sırasında müştekinin İ.ye hakaret etmesine kızgınlık duyan sanığın, suç tarihinde müştekinin yanına giderek, sanığın müştekiyi taş, sopa ve tekme ile darp ederek hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği, müşteki beyanı, sanık ikrarı, doktor raporu ve tüm hazırlık evrakı kapsamından anlaşılmakla … sanığın cezalandırılmasına karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur.” Açılan kamu davası Anamur Asliye Ceza Mahkemesinin 2005/146 sayılı esasına kaydedilmiştir Müşteki (Başvurucu) Beyanları 30/3/2005 tarihinde saat 50'de kolluk görevlileri tarafından başvurucunun olay sonucunda kaldırıldığı hastanede bulunduğu sırada ifade verecek durumda olmadığına dair tutanak düzenlenmiştir. Başvurucu 15/9/2005 tarihli Mahkemedeki beyanında, sanığın eniştesi olan İ.Ç.nin amcasının oğlu olduğunu, sabahleyin babası ve arkadaşı H.K. ile çilek tarlasına giderken yolda babasının kendilerinden ayrıldığını, arkadaşı H.K. ile birlikte tarlada çalıştıklarını, öğleden sonra saat 00 civarında işlerini bitirdiklerini, H.K.nin evine gitmek üzere yola çıktığını, ırmak kenarında dinamoyu kapatmaya giderken N.K., İ.K., S.K. A.Y. ve A.K.nin ellerinde sopalarla kendisine saldırdıklarını söylemiştir. Başvurucunun 5/12/2005 tarihli Cumhuriyet savcılığındaki beyanı da aynı mahiyettedir. Sanıklar S.K., İ.Ç., A.K. ve A.Y Hakkında Açılan Kamu Davaları Anamur Asliye Ceza Mahkemesi tarafından başvurucunun duruşmadaki beyanları nazara alınarak suç ihbarında bulunulması üzerine başvurucunun ifadesinde adı geçen diğer şüpheliler N.K. İ.Ç., A.K. ve A.Y. hakkında başvurucuyu darbettikleri iddiasıyla Anamur Cumhuriyet Başsavcılığının 19/10/2007 tarihli ve E.2007/730 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır. Açılan dava Anamur Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/425 sayılı esasında kayıtlı iken Mahkemenin 6/3/2008 tarihli kararıyla her iki dosya birleştirilerek yargılamaya E.2005/146 sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. Sanıkların Savunmaları Sanık N.K. 30/3/2005 tarihli kollukta, 31/3/2005 Cumhuriyet Savcılığında ve sorgu hâkiminde, 3/5/2005 tarihli duruşmadaki savunmalarında; eniştesi olan İ.Ç. ile İ.Ç.nin amcasının oğlu olan E.Ç. ve Bilal Çiçek’in (başvurucu) iki üç gün önce münakaşa ettiklerini duyduğunu, 30/3/2005 tarihinde bu durumu öğrendiğini, Bilal Çiçek’le dere kenarında karşılaştığını, "Ayıp değil mi enişteme terbiyesizce laflar söylüyorsunuz?" dediğini, kendisine küfrederek kolundaki cekete elini atınca silah ya da bıçak çekeceğini zannederek yerden aldığı odun parçası ve taşla kafa, göğüs ve bacağına vurduğunu söylemiştir. Sanıklar S.K., İ.Ç., A.K. ve A.Y. 6/3/2008 tarihli duruşmadaki savunmalarında olay günü olay yerinde bulunmadıklarını söyleyerek suçlamaları reddetmişlerdir. Tanık Beyanları Başvurucunun arkadaşı H.K. 15/9/2005 tarihli duruşmadaki beyanında, olay günü başvurucu ile birlikte saat 00’e kadar tarlada çalıştıktan sonra kendisinin ana yolda başvurucuyla buluşmak üzere ayrıldığını, başvurucunun dinamoyu kapatmaya gittiğini, başvurucunun yanında beş kişi gördüğünü, birinin beyaz Toros marka bir araçla, diğerlerinin de yaya olarak kaçtığını, bu kişilerden K. ve İ.Ç. isimli olanlarını tanıdığını, diğer üçünü tanımadığını, kaçanlardan ikisinin elinde sopa olduğunu gördüğünü, sopalı kişilerden birinin İ.Ç. olduğunu, kendisinin bulunduğu yerle olay yeri arasında 200 m kadar mesafe olduğunu, aralarında geçen konuşmayı duymadığını söylemiştir. Başvurucunun komşusu tanık T. 15/9/2005 tarihli celsedeki beyanında, olay günü çilek ilaçlamak için başvurucudan ilaç motoru aldığını, motoru çalıştıramayınca başvurucunun yanına gelmek üzere hareket ettiğinde yolda elleri sopalı beş kişi gördüğünü, birlikte başvurucuyu dövdüklerini, daha sonra H.K.nin ıslık çalarak yapmayın diye bağırması üzerine kaçtıklarını söylemiştir. Kendisinin olay yerine 50 m mesafede olduğunu, sanık N.K.nin dayısı R.K.nin beyaz bir arabayla gelerek sanığı araca aldığını, diğer dört kişinin ise yaya olarak kaçtıklarını, başvurucunun kardeşi E.Ç. ile H.K.nin ve birkaç kişinin daha gelerek başvurucuyu taksiye bindirip hastaneye götürdüklerini söylemiştir. Başvurucunun babası tanık Ç. 15/9/2005 tarihli celsede ifadesinde;olay günü oğlu Bilal, komşuları H.K. ile birlikte çilek tarlasına doğru gittiklerini, kendisinin tarladan ayrılarak bir cenazeye gittiğini, oğlu Bilal ve tanık H.K.nin tarlada kaldıklarını, cenaze evinde N.K.nin dayısı R.K.ye birinin telefon açtığını, R.K.nin cenaze evinden ayrıldığını, bir süre sonra geri gelerek oğlumu yeğenlerinin dövdüğünü ölmediyse git bak dediğini, oğlu Bilal’i H.K. ve diğer oğlu E.Ç.nin alıp hastaneye götürdüklerini duyduğunu, oğlunun başına olay nedeniyle 35 dikiş atıldığını beyan etmiştir. Sanık N.K.nin teyzesinin oğlu tanık S.B. 15/9/2005 tarihli duruşmadaki ifadesinde; olay günü N.K.nin kendisini çağırarak Akine Köprüsü’ne götürmesini istediğini, Köprü’de başvurucunun kardeşi E.Ç. ile N.K.nin karşılaştıklarını, E.Ç.nin, "Kardeşimi sen mi dövdün?" diye N.K.ya sorduğunu, onun da "Hayır ağabeyim dövdü." şeklinde cevap verdiğini söylemiştir. Tanık K. 15/9/2005 günlü celsedeki beyanında; olayı görmediğini, olay günü bir yakınının taziye ziyaretine gittiğini, yeğeni N.K.nin kendisini arayarak buluştuklarını, ne olduğunu sorduğunda Bilal Çiçek’i dövdüklerini, öldü mü bilmiyorum, beni Ormancık Köprüsü’ne götür dediğini belirtmiştir. Kovuşturma Sonucunda Verilen Kararlar Mahkemenin 4/6/2009 tarihli ve E.2005/146, K.2009/470 sayılı kararıyla tüm sanıkların 765 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası uyarınca 800 TL adli para cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir: “…İddia, Sanık savunmaları, Katılan beyanı ve tüm dosya kapsamı bir bütün halinde değerlendirildiğinde; Sanıkların, Katılanı yaraladıkları ve böylelikle üzerlerine atılı kasten yaralama suçunu işledikleri sabit olmuştur. Sanıkların eylemi 765 sayılı yasanın 456/1, maddesi kapsamında kalmakta olup, 765 sayılı yasa ve 647 sayılı yasaya göre sanıklar hakkında hüküm kurulduğunda sanıkların sonuç olarak 800'er TL Adli Para Cezası ile Cezalandırılmaları sonucu ortaya çıkmaktadır. 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı yasaya göre sanıkların eylemi değerlendirildiğinde ise; Sanıkların eylemi 5237 sayılı yasanın 86/1 maddesi kapsamında kalmaktadır. Bu suç için öngörülen ceza ise 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıdır, 765 sayılı yasada sanıkların üzerine atılı suçun alt ve üst sınırları ile 765 sayılı sayılı yasanın 647 sayılı yasa ile birlikte uygulanması durumunda 765 sayılı yasanın sanıkların daha lehine sonuç doğurduğu anlaşıldığından sanıklar hakkında 765 sayılı ve 647 sayılı yasanın uygulanmasına karar vermek gerekmiştir. …Sanıkların, Katılanın zararlarını gidermemiş olması nedeniyle sanıklar hakkında 5271 sayılı CMK'nın 231 maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilerek iddia makamının mütalaasına uygun olarak aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.” Kararın temyiz edilmesi üzerine hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 18/1/2012 tarihli ve E.2011/24396, K.2012/1558 sayılı kararıyla bozulmuştur. Bozma kararı şöyledir:  “…1-) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumuna ilişkin uygulama esasları ve koşullarının belirlendiği Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun Dairemizce de benimsenen 2009 tarih, 2008/11-250 E, 2009/13 K. sayılı kararında ‘suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesinde zarar yönünden, kanaat verici basit bir araştırmayla belirlenecek maddi zararların esas alınması, manevi zararların bu kapsama dahil edilmemesi gerektiği’ görüşünün benimsenmesi dikkate alınarak mahkeme tarafından mağdurda meydana gelen zarar, kanaat verici ve basit bir araştırmayla saptanıp, sanıktan tespit olunan bu zararı giderip gidermeyeceği sorulup ve diğer koşulların da mevcudiyeti halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla ilgili olarak bir karar verilmesi gerekirken, belirtilen eksiklikler yerine getirilmeden ve denetime imkan verecek şekilde bir değerlendirme yapılıp, hükümde ‘sanıkların müdahilin zararlarını gidermedikleri anlaşıldığından...’ biçimindeki gerekçeyle sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi, 2-) Gerekçeli kararda suçun işlendiği zaman dilimi, yine tutuklu kalınan tarih ve süre ile halen tutuklu olup olmadığı hususları gösterilmeyerek K.'nun 232/1-c-d maddesine muhalefetedilmesi, 3-) Hükmün başında sanık S.K.nin açık kimliğine yer verildiği halde hüküm fıkrasında bu sanıkla ilgili kararın ne olduğu, uygulanan kanun maddeleri, verilen ceza miktarı açıkca gösterilmemek suretiyle hükümde çelişki yaratılması,…” Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda Mahkeme 11/10/2012 tarihli ve E.2012/536, K.2012/1027 sayılı kararıyla sanıklar hakkında açılan kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar vermiştir. Düşme kararının gerekçesi şöyledir: “…İddia, katılan beyanı, sanıklar savunmaları, tanıklar anlatımı, bozma ilamı, hekim ve tıbbi raporlar, adli sicil kayıtları, nüfus kayıt örnekleri ve tüm dosya kapsamı incelendiğinde;sanıkların 30/03/2005 tarihinde işledikleri iddia edilen müessir fiil (yaralama) suçundan 765 sayılı TCK'nin 456/2 maddesi uyarınca cezalandırılması talep edilmişse de açılan kamu davasında suç tarihinin 30/05/2005 tarihi olduğu ve suç tarihine göre sanıkların lehine olan 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 102/ ve 104/ maddeleri gereğince zaman aşımı suresinin (uzayan zaman aşımı süresi) 30/09/2012 tarihinde dolduğu anlaşıldığından sanıklar hakkındaki kamu davasının gerçekleşen dava zaman aşımı nedeniyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun223/8 maddesi gereğince ayrı ayrı düşmesine kararvermek gerekmiş ve buna uygun aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” Bu karar, başvurucu tarafından süresi içinde temyiz edilmiştir. Başvurucu 26/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm bireysel başvuru yapıldıktan sonra Yargıtay Ceza Dairesinin 30/10/2014 tarihli ve E.2014/28464, K.2014/34743 sayılı ilamıyla onanmıştır.B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun , ve maddeleri şöyledir:“Madde 456 - (Değişik: 6123 – 9/7/1953) Her kim katil kasdiyle olmaksızın bir kimseye cismen eza verir veya sıhhatini ihlâle aklî melekelerinde teşevvüş husulüne sebep olursaaltı aydan bir seneye kadar hapsolunur.Fiil, havastan veya âzadan birinin devamlı zaafını yahut söz söylemekte devamlı müşkülâtı veya çehrede sabit bir eseri yahut yirmi gün ve daha ziyade aklî veya bedeni hastalıklardan birini veya bu kadar müddet mütat iştigallerine devam edememesini mucip olmuş veya hayatını tehlikeye mâruz kılmış veya gebe bir kadın aleyhine işlenip de vaktinden evvel çocuk doğmasını intaç etmiş ise ceza iki seneden beş seneye kadar hapistir....Madde 102 - (Değişik: 3531 – 29/6/1938) Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku âmme davası: …4 - Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı âmmeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene… geçmesiyle ortadan kalkar. …Madde 104 (Değişik: 3038 – 11/6/1936) Hukuku âmme davasının müruruzamanı, mahkûmiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya Müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruruzaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruruzamanı kesen muameleler müteaddid ise müruruzaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruruzaman müddetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilâvesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir.“Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilir…”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/29
Başvuru, üçüncü kişiler tarafından darp iddiasıyla ilgili olarak yapılan yargılamada zamanaşımından düşme kararı verilmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, meslek hastalığına bağlı ölüm sebebiyle açılan tazminat davasında Mahkemece hükme esas alınan ve Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenmiş raporu hazırlayan heyette uyuşmazlık konusunda uzman kişiler bulunmadığı hâlde bu rapora dayalı olarak davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/6/2013 tarihinde Zonguldak İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 25/11/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi, Türkiye Taş Kömürü Kurumuna ait madenlerde işçi olarak çalıştıktan sonra 19/6/2001 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucular, murislerinin meslek hastalığına bağlı olarak gelişen kalp hastalığı sonucu vefat ettiği iddiasıyla işveren aleyhine maddi ve manevi tazminat davaları açmışlardır. Bu davalar, bağlantı nedeniyle Zonguldak İş Mahkemesinin (Mahkeme) E.2010/537 sayılı dosyasında birleştirilerek görülmüştür. Mahkeme 29/12/2011 tarihli ve E.2010/537, K.2011/900 sayılı kararında dosyada yer alan ve birbirini teyit eden raporlara göre ölümün meslek hastalığı sonucu meydana gelmediğinin anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/4/2012 tarihli ve E.2012/4119, K.2012/6547 sayılı ilamında Adli Tıp Kurumundan rapor alınması gerekirken eksik inceleme sonucu karar verildiği gerekçesiyle anılan karar bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesi şöyledir:“Mahkemece, Yüksek Sağlık Kurulu raporuna davacı yanca itiraz edildiğine göre, Adli Tıp Kurumu, giderek Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu Genel Kurulu’ndan rapor alınması gerektiği açıktır. … O halde davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.  SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, … karar verildi.” Mahkemece bozma ilamına uyularak Adli Tıp Kurumu Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulundan rapor alınmış ve bu rapora göre de ölümün meslek hastalığı sonucu meydana gelmediğinin anlaşıldığı gerekçesiyle 27/12/2012 tarihli ve E.2012/315, K.2012/720 sayılı kararda davanın ikinci kez reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“…[D]osyamızın 2012/315 yeni esasa kaydı yapılmış, taraf vekillerinin beyanlarının da alınmasının ardından Mahkememizce usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilerek yargılamaya devam edilip sonuçlandırılmıştır.  Davacı vekili bozma ilamına ilişkin beyanında; Adli Tıp Genel Kurulundan rapor aldırılmasını, davalı vekili ise önceki kararda direnilmesine karar verilmesini talep ettiklerini bildirmişlerdir.  Yargıtay bozma ilamı sonrası yapılan yargılama safahatında; ilamda belirtilen nedenlerle davacı murisinin ölümünün meslek hastalığı sonucu olup olmadığı yönünde, Adli Tıp İhtisas Kurulundan rapor aldırılması cihetine gidilmiş, anılan kurulca düzenlenen 08/08/2012 tarihli raporda da davacılar murisinin ölümünün kalp hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu, ölümünün meslek hastalığına bağlı olmadığına oy birliği ile karar verilmiştir.  Her ne kadar davacılar vekilince Adli Tıp İhtisas Kuruluna raporuna itirazla bu kere de konunun uzmanı doktorlardan oluşturulacak bilirkişi heyetinden rapor aldırılması talep edilmiş ise de; [y]argılamamız aşamasında aldırılan ve birbirini teyit eden üç rapor ile davacı murisinin sağlığındaki son mesleki maluliyetinin de % 19 gibi düşük seviyede olması ve özellikle son aldırılan Adli Tıp İhtisas Kurulu raporunda davacı murisinin ölüm nedeni de açıklanmış olmakla davacı vekilinin somut verilere de dayanmayan iş bu itiraz ve taleplerine Mahkememizce itibar olunmamıştır. Yapılan yargılama sonunda; 5510 SY'nın [m]addesi ve yürürlükten kalkan 506 Sayılı Yasanın maddesinde öngörülen ve Yargıtay bozma ilamında da belirtilen prosedür uyarınca, davacılar murisinin ölümünün meslek hastalığı (Pnömokonyoz) sonucu meydana gelmediğine ilişkin birbirlerini doğrulayan konsey, YSK ve Adli Tıp İhtisas Kurulunca düzenlenen raporlar karşısında davacılar murisinin ölümünün kalp hastalığı sonucu meydana geldiğinin anlaşılmış olması nedeniyle, davanın reddine dair … hüküm kurulmuştur.” Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/4/2013 tarihli ve E.2013/3381, K.2013/7284 sayılı ilamıyla onanmıştır. Karar 20/5/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular 13/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Bu Kanun gereğince, yurt dışında tedavi için yapılacak sevklere, çalışma gücü kaybı, geçici iş göremezlik ödeneklerinin verilmesine ilişkin raporlar ile iş kazası ve meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücü veya çalışma gücü kaybına esas teşkil edecek sağlık kurulu raporlarının usûl ve esaslarını, bu raporları vermeye yetkili sağlık hizmeti sunucularının sahip olması gereken kriterleri belirlemeye, usûlüne uygun olmayan sağlık kurulu raporu ve dayanağı tıbbî belgeleri düzenleyen sağlık hizmet sunucusuna iade ederek belirlenen bilgileri içerecek şekilde yeniden düzenlenmesini istemeye Kurum yetkilidir. Usûlüne uygun sağlık kurulu raporu ve dayanağı tıbbî belgeler ile gerekli diğer belgelerin incelenmesiyle; yurt dışında tedavi için yapılacak sevklere, vazife malûllük derecesini iş kazası veya meslek hastalığı sonucu tespit edilen meslekte kazanma gücünün kaybına veya meslekte kazanma gücünün kaybı derecelerine ilişkin usûlüne uygun düzenlenmiş sağlık kurulu raporları ve diğer belgelere istinaden Kurumca verilen karara ilgililerin itirazı halinde, durum Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunca karara bağlanır.Bu maddenin uygulamasına ilişkin usûl ve esaslar, Sağlık Bakanlığı ile Kurumun birlikte çıkaracağı yönetmelikle düzenlenir.” 14/4/1982 tarihli ve 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Adli Tıp Genel Kurulu;a) Adli tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hakimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı, sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri,b) Adli tıp ihtisas kurullarınca oybirliğiyle karara bağlanamamış olan işleri,c) Adli tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri,d) Adli tıp ihtisas kurulları ile ihtisas dairelerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri,e) Adli tıp ihtisas kurulları ile adli tıp ihtisas dairelerinin ve adli tıp şube müdürlüklerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri,f) Adli tıp ihtisas kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri,Konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceler ve kesin karara bağlar.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4210
Başvuru, meslek hastalığına bağlı ölüm sebebiyle açılan tazminat davasında Mahkemece hükme esas alınan ve Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenmiş raporu hazırlayan heyette uyuşmazlık konusunda uzman kişiler bulunmadığı hâlde bu rapora dayalı olarak davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yöneticileri tutuklanan şirkete kayyım atanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından sunulan görüş başvuruculara tebliğ edilmiş; başvurucular, süresi içinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirketler farklı sektörlere ilişkin malzeme üretimi yapan, ithalat-ihracat faaliyetinde bulunan, ülke genelinde toptan, kurumsal ve bayi kanallarıyla pazarlama yapan, çeşitli idari birimlerden alınan ruhsat ve çalışma izin belgelerine istinaden atış poligonları ve silah tamir bakım kaplama boyama atölyeleri işleten firmalardandır. Dünyadaki farklı silah markalarının yetkili teknik servis hizmetini veren başvurucular, ayrıca Makine Kimya Endüstrisi ana bayiliklerini de yürütmektedirler. Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca suç işlemek için örgüt kurmak, resmî belgede sahtecilik, rüşvet alıp vermek ve fuhşa teşvik etmek suçlarına ilişkin olarak yapılan bir soruşturma kapsamında başvurucu şirketlerin ortaklarından O.K. 14/12/2010, E.R.T. 20/12/2010, A. 14/12/2010 tarihlerinde Büyükçekmece Sulh Ceza Mahkemesinin 2010/515 ile 2010/472 değişik iş sayılı kararları ile tutuklanmışlardır. Anılan soruşturma kapsamında Büyükçekmece Sulh Ceza Mahkemesinin 9/12/2010 tarihli kararı ile O.K., E.R.T. ve diğer bir kısım yetkililerin mal varlıklarına bankalar ve şirketlerdeki her türlü hesaplarına, alacaklarına ve şirketlerdeki paylarına el konulmuştur. Tutuklanan kişiler hakkında Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/407 esasına kayden kamu davası açılmış olup buna ilişkin yargılama hâlen devam etmektedir. Bu arada Mahkemenin 19/8/2011 tarihli kararı ile şüpheliler tahliye edilmişlerdir. Başvurucular, dosya içeriğinden tespit edilemeyen bir tarihte Bakırköy Asliye Ticaret Mahkemesinde şirketlerinin yönetimlerine kayyım atanması talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme 13/4/2012 tarihli kararı ile bu talebin reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların mal varlığına el konulmasının kayyım tayini için yeterli bir neden olmadığı, tutuklu olan ortak ve yöneticilerin de 19/8/2011 tarihinde tahliye edildikleri ve bu nedenle kayyım atanması için gerekli koşulların oluşmadığı belirtilmiştir. Bu karar temyizen Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/5/2013 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Başvurucular; şirket ortakları ve yetkili temsilcilerinin tutuklanması nedeniyle şirketlere kayyım atanması gerektiği hâlde atanmadığını, maddi imkânsızlık ve vekâleten şirketleri yönetecek kimsenin bulunamaması nedenleriyle şirketlerin aciz duruma düştüğünü ve zarar ettiklerini belirterek maddi ve manevi tazminat talebiyle Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmışlardır. Mahkeme 22/11/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; şirket ortağı ve yöneticisi konumunda olan davacılarla ilgili kamu davasının hâlen Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmekte olup elkoymanın haksız olup olmadığı konusundaki değerlendirmenin ancak bu dosyada esas karar ile birlikte yapılması gerektiğine işaret edilmiştir. Şirketlerin kayyım atanmaması nedeniyle değer kaybına uğradığı iddiasını da değerlendiren Mahkeme, yöneticilerin 19/8/2011 tarihinde tahliye edildikleri, şirketlerin vekâlet verilmesi yoluyla yönetilmesinde herhangi bir yasal sakınca bulunmadığı gibi doğrudan doğruya şirketlerin acze düşmesiyle kayyım atanmaması arasında nedensellik bağı da kurulamayacağı hususlarına değinmiştir. Mahkemeye göre kayyım atanması ile ilgili açılan davanın da koşulları oluşmadığından bahisle Bakırköy Asliye Ticaret Mahkemesince reddedilmiş olduğu dikkate alınmalıdır. Mahkeme, soruşturma aşamasında tarafların talebinin olmadığını gözeterek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde yazılı elkoyma gerekçesine dayanan tazminat talebinin de bu aşamada koşulları oluşmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesince 30/6/2014 tarihinde onanmıştır. Nihai karar, başvurucuların vekiline 27/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 27/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması halinde; soruşturma ve kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkeme, şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak kayyım atayabilir. Atama kararında, yönetim organının karar ve işlemlerinin geçerliliğinin kayyımın onayına bağlı kılındığı veya yönetim organının yetkilerinin ya da yönetim organının yetkileri ile birlikte ortaklık payları veya menkul kıymetler idare yetkilerinin tümüyle kayyıma verildiği açıkça belirtilir. Kayyım tayinine ilişkin karar, ticaret sicili gazetesinde ve diğer uygun vasıtalarla ilan olunur....... (4) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir.a) Türk Ceza Kanununda yer alan, Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde 79, 80), Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188), Parada sahtecilik (madde 197), Fuhuş (madde 227), Kumar oynanması için yer ve imkân sağlama (madde 228), Zimmet (madde 247), Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama (madde 282), Silahlı örgüt (madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (madde 315), Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337),Suçları,b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları,c) Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu,d) Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar,e) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar...." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,..." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Vesayet makamı, yönetimi kimseye ait olmayan mallar için gereken önlemleri alır ve özellikle aşağıdaki hâllerde bir yönetim kayyımı atar:... Bir tüzel kişi gerekli organlardan yoksun kalmış ve yönetimi başka yoldan sağlanamamışsa,..." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlar.Temsilci, hukuki işlemi yaparken bu sıfatını bildirmezse, hukuki işlemin sonuçları kendisine ait olur. Ancak, karşı taraf bir temsil ilişkisinin varlığını durumdan çıkarıyor veya çıkarması gerekiyor ya da hukuki işlemi temsilci veya temsil olunandan biri ile yapması farksız ise, hukuki işlemin sonuçları doğrudan doğruya temsil olunana ait olur...." 6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Vekâlet sözleşmesi, vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir." 6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Kendisine bir işin görülmesi önerilen kişi, bu işi görme konusunda resmî sıfata sahipse veya işin yapılması mesleğinin gereği ise ya da bu gibi işleri kabul edeceğini duyurmuşsa, bu öneri onun tarafından hemen reddedilmedikçe, vekâlet sözleşmesi kurulmuş sayılır." 3/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Ticaret Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Haklı sebeplerin varlığı hâlinde temsil yetkisi, bir ortağın başvurusu üzerine, mahkemece kaldırılabilir. Gecikmesinde tehlike bulunan hâllerde mahkeme temsil yetkisini ihtiyati tedbir olarak kaldırıp bu yetkiyi bir kayyıma verebilir. Kayyımın atanmasını, görevlerini, mahkemece verilen temsil yetkisini ve bunların sınırlarını, mahkeme resen tescil ve ilan ettirir...." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/11/2012 tarihli ve 2010/15040, K.2012/19028 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava, anonim şirkete kayyım atanmasına ilişkin olup; mahkemece, davalı şirket yöneticilerine isnat edilen suçlamaların TCK’nun maddesinde düzenlenen görevi ihmal suçundan kaynaklandığı, bu suçun CMK’nun maddesinde düzenlenen katalog suçlar arasında yer almadığı, davalı şirkete kayyım tayinini gerektirir zorunluluk bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Oysa, davacı taraf davalı şirket yönetim kurulu üyeleri hakkında Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü müfettişleri tarafından rapor hazırlandığını, sonrasında haklarında Cumhuriyet Savcılığına şikayette bulunulduğunu, yönetim kurulu üyelerinin şirketi daha fazla zarara sokmalarının önlenmesi için kayyım atanmasını talep ederek işbu davayı açmıştır. Mahkemenin gerekçesinde belirttiği Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi, suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi durumunda soruşturma ve kovuşturma sürecinde kayyım atanmasına ilişkin olup, anılan düzenlemenin dava konusu olaya tatbiki mümkün değildir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir...." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin temel amacının, bir kişiyi mülkiyet dokunulmazlığına devlet tarafından haksız bir şekilde müdahale edilmesine karşı korumak olduğunu belirtmektedir. Ancak Sözleşme’nin maddesi gereğince her bir sözleşmeci taraf kendi yetki alanı içerisinde bulunan herkesin, Sözleşme’de açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlayacaktır. Bu genel ödevin ifası, Sözleşme tarafından güvence altına alınmış olan hakların fiilî kullanımını sağlamaya yönelik pozitif yükümlülükler içerebilir. 1 No.lu Protokol’ün maddesi bağlamında, bu pozitif yükümlülükler devletin mülkiyet hakkını korumak için gerekli tedbirleri almasını gerektirebilir (Ališić ve diğerleri/Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 60642/08, 16/7/2014, § 100; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143). AİHM ayrıca mülkiyet hakkı kapsamında pozitif yükümlülükler bakımından öncelikler ve kaynaklar konusunda yapılması gereken işlemler ve tedbirler ile ilgili seçenekleri değerlendirmenin kamu otoritelerine ait olduğunu, bu seçenekler değerlendirilmeden devlete olanaksız ya da çok ağır bir yük yüklenmemesi gerektiğini, büyük kaynak ihtiyacı gerektiren tedbirler bakımından zorlu toplumsal ve teknik alanlarda devletin geniş bir takdir hakkına sahip olduğunu belirtmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 107).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4638
Başvuru, yöneticileri tutuklanan şirkete kayyım atanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması ve hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 7/12/2007 tarihinde açtığı dava 5/11/2019 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 26/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/542
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması ve hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, haksız yere şikâyet sonucu soruşturma geçirilmesi nedeniyle şeref ve itibarın zarar gördüğünden bahisle maddi ve manevi varlığın korunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1964 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde Afyonkarahisar'ın İscehisar İcra Müdürlüğünde (Müdürlük) zabıt kâtibi olarak çalışmaktadır. İscehisar ilçesinde avukatlık yapan Ç. (avukat), başvurucudan İscehisar İcra Hukuk Mahkemesinde bulunan bazı dosyaların Müdürlüğe iadesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun bu talebi reddetmesi üzerine avukat, söz konusu icra dosyalarının iadesinin keyfî olarak yapılmadığı ve işlemden kalkma tehlikesinin bulunduğu iddiası ile İscehisar Cumhuriyet Başsavcılığına görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma suçlarından işlem yapılması istemiyle şikâyette bulunmuştur. Şikâyet üzerine yapılan soruşturma sonunda başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Şikâyet dilekçesinde şu ifadelere yer verilmiştir:"...İscehisar İcra müdürlüğünün ... Dosyası İscehisar icra hukuk mahkemesinin ... nolu dosyası arasına alınmış yargılama sürecinde dosya icra müdürlüğüne hiç iade cdilmcmiştir. Dosya çek alacağına ilişkin olduğu için altı ay işlem yapılmadığından (dosya) düşmüştür. Müvekkilimin alacağı sürüncemede kalmıştır. Görevli memur Ali Abbas Yalman'dan en son bugün dosyayı istediğimde dosyanın işinin bitmediğini, veremeyeceğini söylemiştir. Ancak dosya kararlı dosya olduğundan icra dosyası ile hiçbir iş bulunmamaktadır. Memur görevini yapmayarak görevi ihmal suçunu ve ihtarlara rağmen dosyayı vermeyerek ... müvekkili maddi zarara uğrattığından görevi kötüye kullanma suçunu işlemiştir...." Avukat ayrıca İscehisar Adalet Komisyonu Başkanlığına şikâyette bulunmuştur. Avukatın şikâyet dilekçesinde başvurucunun "yüksek sesle konuştuğu", "fevri tavırlar ve nahoş görüntüler sergilediği", "yerli yersiz rapor almak suretiyle adliyedeki işleri sürüncemede bıraktığı", "sürüncemede bıraktığı işe örnek olarak da ... dosyanın İcra Müdürlüğüne gönderilmesi istenmesine rağmen, dosyanın gönderilmediği ve bu şekilde kötü niyetli davrandığı", "bu nedenle görev yerinin değiştirilmesi gerektiği" yönünde ifadeler kullanılmıştır. Şikâyet üzerine yapılan disiplin soruşturması sonucunda İscehisar Asliye Hukuk Mahkemesince başvurucu hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu, avukat tarafından yapılan haksız şikâyetlere maruz kaldığı gerekçesiyle Afyonkarahisar Baro Başkanlığına şikâyette bulunmuş; bunun üzerine Baro tarafından avukat hakkında disiplin kuruluna sevk kararı verilmiştir (Bu süreçle ilgili başvuru dosyasında ilave bilgi veya belge bulunmamaktadır.). Avukatın kendisi hakkındaki şikâyetlerinin “iftira” boyutuna vardığı, bu yüzden ruh sağlığının bozulduğu, amirleri ve arkadaşları arasında iş yapmayan kişi görünümüne düştüğü gerekçeleriyle başvurucunun açtığı manevi tazminat davası İscehisar Asliye Hukuk Mahkemesince kabul edilmiş ancak avukat tarafından kararın temyizi üzerine Yargıtay aşağıdaki gerekçelerle kararı bozmuştur:"...Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.Davaya konu olayda; davalı avukat, İcra Hukuk Mahkemesi dosyalarında esas hakkında karar verildiği gerekçesiyle işi biten icra müdürlüğü dosyalarının icra müdürlüğüne iadesini talep etmiş, davacı da dosyaların henüz işi bitmediği gerekçesiyle iadeden kaçınmıştır. Bunun üzerine davalı vekil olarak işlerini takip ettiği müvekkili adına sözkonusuşikayet dilekçelerini Adalet Komisyonu Başkanlığı'na ve Cumhuriyet Savcılığı'na vermiştir. Bu durumda, yerel mahkemece şikayet için yeterli emare olması nedeniyle davalının anayasal şikayet hakkını kullandığı sonucuna varılarak, istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, şikayet hakkını hukuka uygun kullanmadığı gerekçesiyle, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...." İlk derece mahkemesince Yargıtayın bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verilmiştir. Bu kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine Yargıtay 13/4/2015 tarihinde kararı onamıştır. Onama kararı 11/6/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Manevi Tazminat Talebinin Kanuni Dayanakları 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "İlke" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” 4721 sayılı Kanun’un "Davalar" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Davacının, maddî ve manevî tazminat...istemde bulunma hakkı saklıdır." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun "Kişilik hakkının zedelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir."B. Yargıtay İçtihadı Yargıtayın kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile hak arama hürriyeti ve şikâyet hakkı arasındaki dengenin nasıl kurulması gerektiğine ilişkin yerleşik içtihadı şöyledir (Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/12/2017 tarihli ve E.2016/938, K.2017/8564 sayılı, 18/12/2017 tarihli ve E.2016/2768, K.2017/8377 sayılı kararları):"...Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.  Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın “Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği” başlığını taşıyan maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır... Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikâyet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır..."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11456
Başvuru, haksız yere şikâyet sonucu soruşturma geçirilmesi nedeniyle şeref ve itibarın zarar gördüğünden bahisle maddi ve manevi varlığın korunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, sosyal medya paylaşımında kullanılan ifadenin hakaret kabul edilerek adli para cezasına hükmedilmesiyle nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; ifade özgürlüğü dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve N.A.K. (müşteki) ulusal ölçekte yayın yapan basın kuruluşlarında gazeteci olarak çalışan, tanınmış kişilerdir. Müştekinin bir televizyon kanalında sunduğu programın yayından kaldırılması üzerine "Twitter" sosyal paylaşım platformunda bir kullanıcı "Gündüzleri kaynım bana kaydı, akşamları Fidan kalsın mı? Ne yapsa olmuyor işte!" şeklinde bir paylaşımda bulunmuştur. Başvurucu ise bu paylaşımı retweet ederek "Taze kaşarın programı yayından kaldırılmış." ifadesini kullanmıştır. Müşteki 24/1/2014 tarihinde, başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle şikâyette bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 29/11/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"Bir televizyon kanalında program suncusu olan müştekiye karşı şüpheli sosyal paylaşım sitelerinden 'taze kaşarın programını yayından kaldırılmış, gündüzleri kaynım bana kaydı, taze kaşarın yarasını üflemesi gerçekten göz yaşartıcı, bu kaşarlar zaten doğru olanın peşinde değiller ki, ne kadar çirkef o kadar şöhret onlar, doğuştan mı arsızlar sonradan mı arsızlar o bilinmez ama hakaret edilmekten aşağılanmaktan zevk alırlar' gibi paylaşımlarda bulunmuştur.Şüpheli savunmasında olayı doğrulamış ancak yazdıklarında kişi adı belirtmeyerek ve müştekiyi hedef almayarak genel yorumlar yaptığını belirtmiş ise de dosya da mevcut mesaj dökümleri ve diğer deliller ile dosya kapsamı karşısında bu savunmanın inkara yönelik bölümüne itibar edilmemiş, müştekinin şikayetçi olması sebebiyle de şüphelinin müsnet suçu işlemiş olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır" Yargılamayı yapan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 16/7/2019 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 610 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İddia, savunma, katılan beyanı, uzlaştırma raporu, tutanaklar ve tüm dosya kapsamına göre; Olay tarihinde sanığın katılanı kastederek twitter isimli sosyal medya hesabından 'Taze kaşarın proğramı yayından kaldırılmış' paylaşımını yaptığı, paylaşımın 01/11/2013 tarihinde yapıldığı, şikayetin 24/01/2014 tarihinde yapıldığı ve süresinde olduğu anlaşılmakla sanığın cezalandırılmasına, her ne kadar sanık hakkında TCK 43 maddesinin de uygulanması talep edilmiş ise de iddianamede bahsedilen diğer paylaşımların sanık tarafından yapılmadığı, yukarıda bahsedildiği şekilde sanığın paylaşımının altına yapılan yorumlar olduğu, yorumlarda sanığın sorumlu tutulamayacağı anlaşılmakla sanığın alenen hakaret suçundan cezalandırılmasına karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir" A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır... (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37; Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29456
Başvuru, sosyal medya paylaşımında kullanılan ifadenin hakaret kabul edilerek adli para cezasına hükmedilmesiyle nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyonca, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/9168
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumlarında bulunan başvuruculara gelen veya başvurucular tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular nihai hükmü öğrendikten sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/8156 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2020/8156 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8156
Başvuru, ceza infaz kurumlarında bulunan başvuruculara gelen veya başvurucular tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; haksız yakalama ve gözaltına alma işlemlerinden doğan manevi zararın tazmini istemiyle açılan davada yeterli tazminata hükmedilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tazminat miktarı belirlenirken toplantı hakkına müdahale edildiğinin dikkate alınmaması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsünden sonraki süreçte kamu görevinden çıkarılan başvurucu, iddiasına göre başvuruya konu olayın gerçekleştiği tarihte Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) üyesidir. Bakırköy İlçe Emniyet Müdürlüğünün talebi üzerine Bakırköy Kaymakamlığı 7/4/2017 tarihinde; kamu güvenliği ile esenliğinin korunması amacıyla 16/4/2017 tarihinde yapılacak halk oylamasına ilişkin propaganda süresince KESK üyelerinin Bakırköy Cumhuriyet (Özgürlük) Meydanı’nda basın açıklaması yapmasını ve benzeri etkinliklerde bulunmasını yasaklamıştır. Sözü edilen yasaklama kararı 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun maddesinin (Ç) fıkrasına dayandırılmıştır. Karardan anlaşıldığına göre KESK üyeleri haftanın belirli günlerinde meydanda yaklaşık beş saat süren eylemler yapmakta ve siyasi partilerin sesli yayın düzenlerini bozarak gerginliğe sebebiyet vermektedir. Aralarında başvurucunun da olduğu on iki kişiden oluşan bir grup KESK üyesi ile eski üyesi, 8/4/2017 tarihinde saat 00 sıralarında Bakırköy Cumhuriyet Meydanı’na girmek istemiş ancak polisin engeliyle karşılaşmıştır. Polislerce düzenlenen tutanağa göre; - Yasaklama kararı grup üyelerine okunduğu gibi grup üyelerinin kararı görüp okuması da sağlanmıştır ancak “Direne direne kazanacağız.”, “Kahrolsun faşizm.”, “İşimizi geri alacağız.” ve “Baskılar bizi yıldıramaz.” şeklinde sloganlar atan grup üyeleri birbirlerine kenetlenmiş ve dağılmamakta ısrar etmiştir. Grup üyelerini dağıtmak için polis kademeli olarak güç kullanmıştır. Sonuç olarak grup üyeleri saat 08 sıralarında kelepçelenerek gözaltına alınanların bindirildiği araca alınmıştır.- Grup üyelerinin yanlarında getirdiği poşetlerin içinde “Haksız hukuksuz ihraçlara hayır”, “İşimizi geri alacağız”, “KHK zulmüne son”, “Öğretmenim, öğrencilerimi geri istiyorum”, “İşimizi geri alacağız”, “Emekçiyiz, haklıyız, kazanacağız” ve “Zafer direnen emekçilerin” yazılı pankartlar, dövizler ve el ilanları bulunduğu saptanmıştır. - Saat 30 sıralarında Bakırköy Cumhuriyet Meydanı’nda toplanıp sloganlar atan ve polisin uyarılarına rağmen dağılmamakta ısrar eden dört kişi de gözaltına alınmıştır. - Saat 41 sıralarında telefonla görüşülen nöbetçi Cumhuriyet savcısı; şüpheliler hakkında kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünde dağılmamakta ısrar etme suçu nedeniyle işlem yapılması, poşetteki eşyanın sahiplerine teslim edilmesi ve soruşturma evrakının ikmal edilerek gönderilmesi yönünde polise talimat vermiştir. Başvurucunun gözaltına alınması nedeniyle saat 52’de adli rapor alınmıştır. Polis, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesinde düzenlenen direnme suçu nedeniyle hakkında yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun ifadesini almak istemiş fakat başvurucu, susma hakkını kullanmıştır. Saat 22’de gözaltından çıkışı nedeniyle hakkında adli rapor düzenlenen başvurucu, polis karakoluna götürülmüş ve ilerleyen saatlerde serbest bırakılmıştır. Serbest bırakma zamanı polis tutanaklarında yer almamaktadır. Aralarında başvurucunun da yer aldığı şüpheliler hakkında direnme suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İddianamede, şüphelilerin yasaklama kararına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak amacıyla diğer şüphelilerle meydanda toplandıkları ve kolluk görevlilerinin yaptığı ihtarlara rağmen meydana ilerlemek istedikleri belirtilmiştir. Yargılamayı yapan Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi, eylemin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında olduğu ve suç teşkil etmediği gerekçesiyle sanıkların beraatine karar vermiştir. Aleyhine kanun yoluna başvurulmadığı için anılan karar 26/2/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 10/6/2020 tarihinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesine dayanarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) tazminat davası açmıştır. Manevi tazminat olarak 000 TL talep eden ve hakkında verilen beraat kararının 26/2/2020 tarihinde kesinleştiğini belirten başvurucu, dava dilekçesinde özetle şu iddialarda bulunmuştur:- Kamu görevinden çıkarılmış bazı sendika üyelerine yönelik etkinlik kapsamında, ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullandığı sırada yakalanarak gözaltına alınmış ve bir sonraki gün gecenin ilerleyen saatlerinde serbest bırakılmıştır. Yapılması planlanan basın açıklaması, kolluk müdahalesi nedeniyle yapılamamıştır. Kanuna aykırı toplantıda ve gösteri yürüyüşünde dağılmamakta ısrar etme suçunu işlediği iddiasıyla yargılanmış ve beraat etmiştir. - Yakalama ve gözaltı işlemleri nedeniyle mağdur edilmiştir. - Kişinin haksız bir şekilde yakalanarak özgürlüğünden yoksun bırakılması kişilik haklarını zedeleyen ağır bir ihlaldir. Dolayısıyla hükmedilecek manevi tazminat, diğer tazminat sebepleriyle hükmedilene kıyasla daha fazla olmalıdır. Ceza Mahkemesi 22/9/2020 tarihinde başvurucuya 100 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, anılan karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvuruda dile getirdiği iddialara göre kamunun kusuru ile gözaltına alınıp hakkındaki yargılama neticesinde beraat etmesi nedeniyle belirlenen manevi tazminat miktarı yetersizdir. Başvurucunun istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince esastan reddedilmiştir. Buna ilişkin karar başvurucu vekilince 3/5/2021 tarihinde öğrenilmiş, başvuru 11/5/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/23140
Başvuru, haksız yakalama ve gözaltına alma işlemlerinden doğan manevi zararın tazmini istemiyle açılan davada yeterli tazminata hükmedilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tazminat miktarı belirlenirken toplantı hakkına müdahale edildiğinin dikkate alınmaması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 5/9/1985 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası sonucu yerel Mahkemece verilen karar Yargıtay tarafından bozulmuş ve bozma sonrası tekrar verilen karar, 26/12/2014 tarihinde Yargıtayca onanarak dava sona ermiş ve karar kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20474
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular tarafından Ceyhan Mal Müdürlüğü (İdare) aleyhine açılan kamulaştırma bedelinin artırılması davasında, Yargıtay bozma kararı sonrasında 1/10/2002 tarihinde taşınmazın kamulaştırma bedeli olarak belirlenen 500 TL'nin 000 TL arttırılarak 500 TL'ye yükseltilmesine ve artış bedelinin 17/9/2000 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte başvuruculara ödenmesine hükmedilmiştir. Sonrasında başvurucular tarafından başlatılan icra takibi dosyasında kamulaştırma bedeli olarak başvuruculara 4/6/2003 tarihinde 191,31 TL ödenmiştir. Ardından muhtıranın iptaline ilişkin İcra Hukuk Mahkemesinde görülen davada, İdarenin 9/6/2003 tarihi itibarıyla 244,63 TL dosya borcu olduğu tespit edilmiştir. Başvurucular tarafından temyiz edilen bu karar, kanun yolu denetiminden geçerek 30/5/2006 tarihinde kesinleşmiştir. Bu karar sonrasında başvuruculara 3/7/2007 tarihinde 480 TL ödenmiştir. Başvurucular, makul sürede yargılanma hakkının ve kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 20/10/2006 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde başvuruda bulunmuştur. AİHM, Seçer ve diğerleri/Türkiye kararı ile kamulaştırma bedelinin geç ya da eksik ödenmesine ilişkin şikâyetler açısından Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Tazminat Komisyonu) başvurulması gerektiğini ifade etmiş ve başvurucular tarafından yapılan başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Başvurucuların 23/2/2018 tarihinde Tazminat Komisyonuna başvurması üzerine 26/9/2018 tarihinde değer kaybı iddialarına yönelik şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle reddine, yargı kararının geç icrasına yönelik şikâyet açısından ise başvuruculara toplam 000 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucuların istinaf talebini inceleyen Bölge İdare Mahkemesi 23/1/2019 tarihinde itirazın reddine karar vererek mülkiyet hakkına yönelik şikâyet açısından kamulaştırma bedeline işletilen faizin enflasyon oranına yakın olması nedeniyle Tazminat Komisyonu kararında hukuka aykırı bir husus bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucular nihai hükmü 20/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 22/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9254
Başvuru, kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Buharkent Kaymakamlığı Çiftçi Malları Koruma Başkanlığında 2006-2014 yılları arasında bekçi olarak çalışmaktayken iş akdinin feshedilmesi üzerine 6/11/2014 tarihinde Nazilli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) -iş mahkemesi sıfatıyla- işçilik alacaklarının ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Mahkeme 23/1/2018 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne ve toplam 559,09 TL'nin faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine kararvermiştir. Tarafların kararı istinaf etmemesi üzerine karar 3/5/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu vekili 27/3/2018 tarihinde Denizli İcra Müdürlüğünün E.2018/2001 sayılı dosyasında 954,35 TL alacak için icra takibi başlatmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden icra dairesi dosyası incelendiğinde başvurucuya ödeme yapılmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu 3/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesince başvurucunun uygulanmadığını ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucuya bir ödeme yapılıp yapılmadığı hususlarında Denizli İcra Müdürlüğünden bilgi istenmiştir. Gönderilen yazı ve eklerinde icra takip dosyasının 27/3/2018 tarihinde açıldığı, ödeme yapıldığına ilişkin olarak dosyada herhangi bir bilgi bulunmadığı ve alacağın 261,10 TL olduğu belirtilmiştir. Buharkent Çiftçi Malları Koruma Başkanlığından gelen cevapta başvurucuya herhangi bir ödeme yapılmadığı ifade edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25880
Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, baro levhasına yazılmaya ilişkin kararın kamu görevinden çıkarılma nedeniyle mahkemece iptal edilmesinden dolayı özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2018/29527 numaralı başvuru dosyasının konu ve kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/38953 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/38953 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 4/5/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Darbe teşebbüsüne karşı koyan güvenlik görevlileri ile bu teşebbüse tepki göstermek üzere sokaklara çıkan sivillere uçaklar, helikopterler, tanklar, diğer zırhlı araçlar ve silahlarla saldırılmış; bu saldırılar sonucunda toplam 251 kişi hayatını kaybetmiş; binlerce kişi de yaralanmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç ile FETÖ/PDY'nin yapısına ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-46) kararında yer almaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde Millî Güvenlik Kurulu (MGK), söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma, devlet içindeki illegal yapılanma, kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma, paralel devlet yapılanması, terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması ve bir terör örgütü olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararlarının her biri basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY 2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde "Legal Görünümlü İllegal Yapılar" başlığı altında "Paralel Devlet Yapılanması" adıyla yer almıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 28, 33). Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu ve bu örgütün 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğunu kabul etmişlerdir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10). Yargı kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğu ortaya konulmuştur. FETÖ/PDY'nin şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içinde ve bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalıştığı ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlendiği tespitlerine yer verilmiştir (bu konuda bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararı).B. Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Darbe teşebbüsünün bastırılmasının ardından Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üçer aylık sürelerle uzatılan OHAL 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir. OHAL ilanı ve OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri (aynı kararda bkz. §§ 47-66) kararında yer almaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). Ayrıca OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanmasına da karar verilmiş, bu konuda genel ve soyut normlar ihdas edilerek alınan tedbirlerin yanı sıra kişiler hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler de tesis edilmiştir. Örneğin 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesiyle millî güvenliğe karşı tehdit oluşturduğu tespit edilen ve FETÖ/PDY'ye aidiyeti, iltisakı veya örgütle irtibatı olan kimi kamu görevlilerinin başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın kamu görevlerinden çıkarılmalarına karar verilmiştir. Ayrıca aynı maddede; bu kapsamdaki kişilerin mahkûmiyet kararı aranmaksızın memuriyetle ilişiklerinin kesileceği, bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmeyecekleri, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilmeyecekleri de hüküm altına alınmıştır (kamu görevinden çıkarma tedbirlerine ilişkin detaylı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61). Yine 670 sayılı KHK'nın maddesinde; 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK'nın ve maddeleri kapsamında kamu görevinden çıkarılanların uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan ve üyeliği, müsteşar, hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacakları; bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme); Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. OHAL'in uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50). Başvurucunun Baro Levhasına Yazılma Talebine İlişkin Süreç Başvurucu 2003 yılında hukuk fakültesini bitirmiş ve 27/10/2003 ile 26/10/2004 tarihleri arasında Bolu Barosunda avukatlık stajını tamamlayarak 18/1/2006 tarihinde baro levhasına yazılmıştır. Başvurucunun kaydı, talebi üzerine 8/3/2006 tarihinde baro levhasından silinmiştir. Başvurucu, Millî Savunma Bakanlığı bünyesinde bir süre uzman olarak çalıştıktan sonra 2010 yılında Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunda (Kurum) iletişim uzmanı olarak göreve başlamıştır. Başvurucu, önce Kurum Başkanlık makamının 20/7/2016 tarihli kararıyla görevden uzaklaştırılmış; akabinde 670 sayılı KHK'nın maddesiyle millî güvenliğe karşı tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY'ye aidiyeti, iltisakı veya bu örgütle irtibatı olduğu değerlendirilen kamu görevlilerine ilişkin listede başvurucunun ismine de yer verilerek 17/8/2016 tarihinde kamu görevinden çıkarılmıştır. Kamu görevinden çıkarılmasının ardından başvurucu, baro levhasına avukat olarak yeniden yazılma talebiyle Ankara Barosuna (Baro) başvurmuştur. Başvurucunun talebi Baro Yönetim Kurulunun 2/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; avukatlığa engel olan hâlleri düzenleyen 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesi gereğince her ne kadar kesinleşmiş mahkeme kararı veya disiplin kurulu kararı aranmakta ise de kamu görevinden çıkarılmanın OHAL süresince disiplin hukukunu da kapsayacağı ve başvurucunun talebinin OHAL'in sona ermesinden sonra yeniden değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, avukatlığa engel bir hâlinin bulunmadığını ileri sürerek anılan ret işlemine karşı Türkiye Barolar Birliğine (TBB) itiraz etmiş ve Baro Yönetim Kurulunca verilenkararın kaldırılmasını talep etmiştir. TBB Yönetim Kurulu, avukatlığın kamu görevi olmadığı ve başvurucunun Baro levhasına yazılmasının istihdam olarak nitelendirilemeyeceği gerekçeleriyle 15/12/2016 tarihinde itirazın kabulüne ve Baro Yönetim Kurulunun 2/11/2016 tarihli kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Söz konusu karar, Bakanlık tarafından uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere 24/2/2017 tarihinde TBB'ye geri gönderilmiştir. Geri gönderme kararının gerekçesinde;i. 1136 sayılı Kanun'un maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, anılan Kanun'un , ve maddelerinin de bu kapsamda hükümler içerdiği, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde de avukatların yargı görevi yapan kişilerden sayıldığı vurgulanmıştır. ii. Kamu hizmetinin idare hukuku esaslarına göre çalıştırılan ve kamu görevlisi olarak nitelendirilen kişilerce yapılmasının zorunlu olmadığı, kamu hizmetinin bir kısmının kamu görevlisi olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan ancak işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce de yerine getirildiği ifade edilmiştir. iii. Avukatların verdikleri hizmetlerin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği, adalet, yargı, hukuk işlerinin kamu hizmetinin en yoğun ve kamu kavramının anlam olarak en önde gelen alanlarından olduğu belirtilmiştir. 670 sayılı KHK ile başvurucu hakkında alınan tedbirin avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileriyle işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususlarının gözardı edilmemesi ve idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışamama şeklinde dar yorumlanmaması gerektiği vurgulanmıştır. Böyle dar bir yorumun KHK'nın amacıyla bağdaşmadığı ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı ileri sürülmüş ve söz konusu tedbirin ilgilinin bir daha kamu hizmetinde çalışamamasını da içerdiği ifade edilmiştir.iv. Ayrıca KHK ile alınan tedbirin yalnızca idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlarla sınırlı tutulmasının memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı ve hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması açısından yaşamsal bir öneme sahip yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği belirtilmiştir. TBB Yönetim Kurulu 24/3/2017 tarihli kararıyla, 15/12/2016 tarihli kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılmasına karar vermiştir. Israr kararının gerekçesinde;i. Kamu hukuku usulüne göre tasarrufta bulunan veya işlem yapanlarla bu işlemlerin yapılmasına kamu hukuku usulü çerçevesinde katkı sunan, bu kişilere faaliyetlerinde yardımda bulunanların kamu görevini ifa ettikleri, kamu hukuku usulüne göre tasarrufta bulunmayan veya işlem yapmayan ve bu faaliyetlere kamu hukuku usulü çerçevesinde yardımda bulunmayanların ise kamu hizmeti gördükleri belirtilmiştir. ii. Kamu görevi kavramı; yasama ve yargı faaliyetlerinin yanı sıra devletin olmazsa olmaz birincil amaçlarının gerçekleşmesi için devlete özgü, devletçe yapılması zorunlu, egemen gücün, yetkinin ve kamu hukuku kurallarına göre oluşturulan idarenin kullanılmasını ve örgütlenmesini yansıtan etkinlikler bütünlüğü olarak tanımlanmıştır. Kamu hizmeti kavramı ise devletin ikincil amaçlarını gerçekleştirmek için başkalarına da bırakabileceği etkinlikler şeklinde açıklanmıştır.iii. İster dar isterse geniş anlamda kullanılsın kamu görevlilerinin mutlaka kamu kesimindeki bir örgüte (kamu kurum ya da kuruluşuna) bağlı olarak çalıştıkları vurgulanmıştır. Bu durumda taksiciler, dolmuşçular ya da fırıncılar gibi kamuya yararlı bir hizmeti yerine getirenlerin veya serbest avukatlar gibi yaptıkları hizmetin kamu hizmeti olduğu yasalarca kabul edilenlerin kamu kesimindeki bir kuruluşta çalışmadıkları sürece kamu görevlisi olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. iv. Anayasa'ya göre kamu görevlilerinin ayırt edici özelliğinin bu kişilerin genel idare esaslarına göre yürütülen kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri görmelerinden kaynaklandığı ve Anayasa'nın maddesinde memurlar kavramının yanında yer verilen diğer kamu görevlileri deyiminin ise kamu kuruluşlarında kamu hukuku kurallarına tabi olarak çalışanları ifade ettiği belirtilmiştir. v. 31/12/1960 ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nda serbest meslek faaliyetlerinin tanımlandığı ve 1136 sayılı Kanun'da belirtilen kamu hizmeti kavramı ile kamu görevi kavramının karıştırılmaması gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca Sağlık Bakanlığı tarafından il sağlık müdürlüklerine 28/9/2016 tarihinde gönderilen yazıda, KHK kapsamında kamu görevlerinden çıkarılan tabip, diş tabibi ve diğer sağlık meslek mensuplarının özel sağlık kuruluşlarında istihdam edilmelerine engel bir hâlin bulunmadığı yönünde Bakanlığın uygulamasına zıt bir görüş bildirildiği belirtilmiştir. vi. Bu bağlamda kamu görevinden ihraç edilen hukuk fakültesi mezunlarının da serbest bir meslek dalı olan avukatlığı yapmalarına engel bir hâlin olmadığı, başvurucu hakkında herhangi bir ceza soruşturmasının veya kovuşturmasının da bulunmadığı ifade edilmiştir. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yeniden yazılmasına ilişkin TBBkararının kesinleşmesi üzerine 14/4/2017 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Yürütmenin durdurulması talebini de içeren dava dilekçesinde;i. Terör eylemlerinin türüne ve niteliklerine ilişkin olarak 12/4/1991 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında açıklamalarda bulunarak MGK tarafından 26/2/2014 ile 26/5/2016 tarihleri arasında gerçekleştirilen toplantılarda; FETÖ/PDY'nin millî güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, yasa dışı ekonomik boyutu bulunan ve diğer terör örgütleri ile iş birliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapıldığı; bu terör örgütü ile tüm kurum ve birimlerin birlikte etkin bir şekilde mücadele etmesine dair kararların alındığı hatırlatılmıştır. ii. Devlet organlarına sızan FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerin sadece demokratik hukuk düzenine tehdit oluşturmakla kalmadıkları, 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe teşebbüsünde bulunmak suretiyle de millî güvenliğe karşı fiilen büyük bir tehdit oluşturdukları ifade edilmiştir. Bu nedenle darbe teşebbüsünün akabinde devlet kurumlarının FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı veya bu örgüte mensubiyeti olduğu değerlendirilen kişilerden hızlı bir şekilde arındırılabilmesi amacıyla OHAL KHK'larının çıkarıldığı belirtilmiştir.iii. Bu kapsamda yürürlüğe giren 670 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bu KHK ile meslekten veya kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğinin hükme bağlandığı vurgulanmıştır. Söz konusu meslekten veya kamu görevinden çıkarma tedbirinin adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütlerinin ve millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir mahiyetinde olduğu ifade edilmiştir.iv. Yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin hukuki sorunların ve anlaşmazlıkların adalete ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesi, hukuk kurallarının tam olarak uygulanması, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması, hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması bakımından yaşamsal bir öneme ve değere sahip olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda hukuk kurallarının tam olarak uygulanması konusunda yargı organlarına, yetkili kurul ve kurumlara yardımda bulunmanın bağımsız savunmayı serbestçe temsil eden avukatlığın amaçlarından biri olduğu ileri sürülmüştür.v. 1136 sayılı Kanun'un maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, yine anılan Kanun'un maddesinde yer alan düzenlemenin avukatlığın kamu hizmeti niteliğinde olması esasına dayandığı belirtilerek aynı Kanun'un ve maddelerinin mesleğin kamu hizmeti niteliğinde olduğunun bir göstergesi olduğu, 5237 sayılı Kanun'un maddesinin bu durumu teyit ettiği iddia edilmiştir.vi. Kamu hizmetinin bir kısmının idare tarafından idare hukuku esaslarına göre çalıştırılan ve kamu görevlisi olarak adlandırılan kişilerce gerçekleştirildiği, diğer bir kısmının ise idare hukuku anlamında kamu görevlisi olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan ancak işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce yerine getirildiği ifade edilmiştir. Avukatların verdiği hizmetin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. vii. Anayasa Mahkemesinin 23/6/1989 tarihli bir kararına yer verilerek avukatlık mesleğinin kamu hizmeti ve serbest meslek olarak iki yönlü olduğunun kabul edildiği; adalet, yargı, hukuk işlerinin kamu hizmetinin en yoğun ve kamu kavramının anlam olarak en önde gelen alanı olduğu belirtilmiştir. 670 sayılı KHK kapsamında meslekten veya kamu görevinden ihraç edilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine ilişkin olarak alınan tedbirin avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususlarının gözardı edilerek yorumlanmaması gerektiği ifade edilmiştir. Söz konusu düzenlemenin idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışamamak şeklinde dar yorumlanmasının KHK'nın amacıyla bağdaşmayacağı ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı iddia edilmiştir.vii. Ayrıca söz konusu tedbirin sadece idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlarla sınırlı tutulmasının memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı, hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması bakımından hayati önemi bulunan ve yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği vurgulanmıştır. Bu nedenlerle 670 sayılı KHK ile kamu görevinden ihraç edilen başvurucunun avukat olarak baro levhasına yazılmasının yerinde olmadığı ve TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen ısrar kararında hukuki isabet bulunmadığı ileri sürülmüştür. Davalı TBB tarafından sunulan 1/5/2017 tarihli cevap dilekçesinde 24/3/2017 tarihli ısrar kararında belirtilen hususlara yer verilerek başvurucunun 1136 sayılı Kanun'da sayılan avukatlığa engel hâlleri taşımadığı belirtilmiştir. Başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabul edilmesine ilişkin verilen kararın ve bu yönde tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu, davanın reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilerek yürütmenin durdurulması için gerekli olan koşulların bulunmadığı ve bu yöndeki talebin reddine karar verilmesi gerektiği yönünde savunulmuştur. Başvurucu 29/5/2017 tarihinde Mahkemeye sunduğu dilekçe ile davalı TBB yanında davaya müdahale talebinde bulunmuştur. Mahkeme 24/10/2017 tarihli kararıyla koşulları oluştuğu gerekçesiyle TBB tarafından tesis edilen işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Söz konusu karara karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 28/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme 13/6/2018 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; i. 1136 sayılı Kanun'un ve maddelerinde yer alan düzenlemeler dikkate alındığında avukatlık mesleğinin kamu hizmeti yönünün güçlendirildiği ifade edilmiştir.ii. Yine 1136 sayılı Kanun'un maddesi ile 5237 sayılı Kanun'un maddesi gözönüne alındığında avukatlık mesleğinin idare hukuku anlamında kamu hizmeti veren diğer serbest mesleklerden önemli ve farklı bir konuma taşındığının görüldüğü belirtilmiştir.iii. 2/1/2017 tarihli ve 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK'nın maddesi gereğince, kamu görevinden çıkarılan kişilerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyecekleri, meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacakları, bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları yönündeki düzenleme hatırlatılmıştır. Söz konusu hüküm gereğince, kamu görevinden çıkarılan kişinin avukat olarak baro levhasına yazılmasına ve avukat unvanını kullanmasına imkân bulunmadığı belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun avukat olarak baro levhasına yazılamayacağı sonucuna varıldığı ve baro levhasına yazılmasına ilişkin kararda ısrar edilmesine yönelik davaya konu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı ifade edilmiştir. Söz konusu karara karşı TBB ve başvurucu tarafından yapılan istinaf Bölge İdare Mahkemesinin 11/9/2018 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; Mahkemece verilen kararın usule ve hukuka uygun olduğu, kaldırılmasını gerektiren bir nedenin bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 9/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. 12/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'ye üye olma suçu kapsamında düzenlenen 5/7/2017 tarihli iddianame Ankara Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmiş ve yapılan yargılama neticesinde Mahkemenin 11/3/2020 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğini gösteren her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delilin bulunmadığı, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği belirtilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığın mahiyeti" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir.Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder." 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığın amacı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder.Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir." 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığa kabul şartları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Avukatlık mesleğine kabul edilebilmek için :a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,b) Türk hukuk fakültelerinden birinden mezun olmak veya yabancı memleket hukukfakültesinden mezun olup da Türkiye hukuk fakülteleri programlarına göre noksan kalanderslerden başarılı sınav vermiş bulunmak,c) Avukatlık stajını tamamlayarak staj bitim belgesi almış bulunmak,...e) Levhasına yazılmak istenen baro bölgesinde ikametgahı bulunmak,f) Bu Kanuna göre avukatlığa engel bir hali olmamak gerekir." 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığa kabulde engeller" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Aşağıda yazılı durumlardan birinin varlığı halinde, avukatlık mesleğine kabul istemi reddolunur: a) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak, ...Adayın birinci fıkranın (a) bendinde yazılı cezalardan birini gerektiren bir suçtan kovuşturma altında bulunması halinde, avukatlığa alınması isteği hakkındaki kararın bu kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebilir...." 1136 sayılı Kanun'un "Redde veya kovuşturma sonuna kadar beklenmesine dair karara itiraz" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Baro yönetim kurullarının adayın levhaya yazılması hakkındaki kararları, karar tarihinden itibaren onbeş gün içinde Türkiye Barolar Birliğine gönderilir. Türkiye Barolar Birliği kararın kendisine ulaştığı tarihten itibaren bir ay içinde uygun bulma ... kararını ... onaylamak üzere karar tarihinden itibaren bir ay içinde Adalet Bakanlığına gönderir ... Ancak Adalet Bakanlığı uygun bulmadığı kararları bir daha görüşülmek üzere, gösterdiği gerekçesiyle birlikte Türkiye Barolar Birliğine geri gönderir. Geri gönderilen bu kararlar, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca üçte iki çoğunlukla aynen kabul edildiği takdirde onaylanmış, aksi halde onaylanmamış sayılır; sonuç Türkiye Barolar Birliği tarafından Adalet Bakanlığına bildirilir....... Adalet Bakanlığının uygun bulmayıp bir daha görüşülmek üzere geri göndermesi üzerine Türkiye Barolar Birliğince verilen kararlara karşı ... Adalet Bakanlığı ... idari yargı merciine başvurabilir...." 1136 sayılı Kanun'un "Avukata karşı işlenen suçlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Görev Sırasında veya yaptığı görevden dolayı avukata karşı işlenen suçlar hakkında, bu suçların hakimlere karşı işlenmesine ilişkin hükümler uygulanır." 5237 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Ceza kanunlarının uygulanmasında;... c) Kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi,d) Yargı görevi yapan deyiminden; yüksek mahkemeler, adlî ve idarî mahkemeler üye ve hakimleri ile Cumhuriyet savcısı ve avukatlar, ... anlaşılır." 670 sayılı KHK'nın "Kamu personeline ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan;a) Ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden,...başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.(2) Birinci fıkra gereğince kamu görevinden, ... çıkarılan kişilerin, mahkûmiyet kararı aranmaksızın, rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; bunların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır; bunlar hakkında ayrıca 4 üncü madde hükümleri uygulanır. Bunların silah ruhsatları, gemi adamlığına ilişkin belgeleri ve pilot lisansları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir. Bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamazlar. Bu kişiler hakkında ilgili bakanlık ve kurumlarca ilgili pasaport birimine derhal bildirimde bulunulur. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir." 679 sayılı KHK'nın "Kamu personeline ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli ... listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.(2) ... kamu görevinden çıkarılan kişilerin, mahkûmiyet kararı aranmaksızın, rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; bunların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bunların silah ruhsatları, gemi adamlığına ilişkin belgeleri ve pilot lisansları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir. Bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamazlar. ....(3) ... kamu görevinden çıkarılanlar, varsa uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve müsteşar, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamazlar ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamazlar." 670 sayılı KHK'da yer alan düzenlemeler 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaşmıştır. 670 sayılı KHK'nın maddesinin yukarıda aktarılan ilgili kısmı da 7091 sayılı Kanun'un maddesinde aynen kabul edilmiştir. 679 sayılı KHK'da yer alan düzenlemeler 6/2/2018 tarihli ve 7084 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaşmıştır. 679 sayılı KHK'nın maddesinin yukarıda aktarılan ilgili kısmı da 7084 sayılı Kanun'un maddesinde aynen kabul edilmiştir. İlgili Yargı Kararlarıa. İdari Yargı Mahkemelerince Verilen Kararlar Danıştay Sekizinci Dairesinin 12/11/2014 tarihli ve E.2012/5257, K.2014/8567 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:".... madde ile avukatlık mesleğinin kamu hizmetinin yanında bir serbest meslek olduğu hususu değerlendirilmeksizin sadece yürütülen hizmetin kamu hizmeti olduğundan bahisle kamu görevlilerinin uymakla yükümlü olduğu yürürlükteki mevzuat hükümleriyle getirilen kurallara benzer nitelikte bir uygulama yapılarak bu kurallar serbest meslek icra eden avukatlar açısından da geçerli hale getirilmiştir.Yukarıda yer verilen kurallarda da belirlendiği şekli ile avukatlık, sunulan hizmet açısından bir kamu hizmeti; mesleki faaliyet olarak ise bir serbest meslektir. Bu bakımdan; mesleğin kendine özgü kuralları bulunduğundan avukatlık mesleği Anayasada yapılan kamu görevlisi tanımı içinde de değerlendirilmemektedir. Aksine bir yaklaşımla sadece yürütülen hizmetin kamu hizmeti olmasından hareketle kamu görevlilerinin tabi olduğu kurallara tabi kılınması mesleğin niteliği ve gerekleri ile örtüşmeyecektir...." Bölge İdare Mahkemesinin 10/3/2020 tarihli ve E.2020/112, K.2020/516 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Dosyanın incelenmesinden, hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üyelik suçundan dolayı Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının ... sayılı dosyasında yürütülen ceza soruşturması bulunan S.K.'nın Bursa Barosu levhasına avukat olarak yazılmasına ilişkin talebinin kabulüne dair Bursa Baro Yönetim Kurulu kararının Türkiye Barolar Birliği tarafından uygun bulunduğu, davacı Bakanlık tarafından kararın bir daha görüşülmek üzere geri gönderilmesine ilişkin Onayına uyulmayarak Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunun ... sayılı kararı ile ilk kararda ısrar edilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.İdare Mahkemesince, Bursa Barosu levhasına yazılmak için başvuran S.K. hakkında, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne üye olmak suçundan Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının ... sayılı dosya ile ceza soruşturmasıyürütüldüğü görülmekte olup; hakkında Avukatlık Kanunu'nun 5/1-a. maddesi kapsamında 'Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar' kapsamında değerlendirilebilecek bu soruşturma konusu suçun niteliği ve ağırlığı itibariyle, Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri ile haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunan kişilerin kamu görevinden uzaklaştırıldığı, avukatlık mesleğininin kamu görevi niteliği ve mesleki özelliği göz önüne alındığında, ilgilinin avukatlık mesleğine alınıp alınmayacağı hususundaki kararın kovuşturma sonuna kadar bekletilmesi yönünde kanuni bir zorunluluk bulunmayıp baro yönetim kuruluna takdir yetkisi tanınmış ise de, idare hukukunun genel prensipleri uyarınca davalının takdir yetkisini kamu yararı ve avukatlık hizmetinin gereklerine uygun olarak kullanmak zorunda olması karşısında, isnat edilen suçun niteliği ve ağırlığı itibariyle ceza soruşturması ve/veya kovuşturması sonucunun beklenmesi kamu yararı ve hizmet gereklerine daha uygun olacağı halde, bu husus gözardı edilerek, bu aşamada baro levhasına yazılmasına karar verilmesi kararının onaylanması yönünde tesis edilen dava konusu ısrar kararında hukuka uygunluk görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.Bu durumda, müdahil S.K. hakkında Fetö terör örgütü üyeliği nedeniyle ceza soruşturması bulunduğu gerekçesiyle baro levhasına yazılmasının soruşturma sonucuna kadar bekletilmesi gerektiği gerekçesiyle dava açılmış ve İdare Mahkemesince dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş ise de, dosyaya ibraz edilen S.K. hakkındaki Fetö terör örgütü üyeliği suçlaması ile ilgili kovuşturmaya yer olmadığına dair ... sayılı Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı kararı karşısında adı geçen hakkında ceza soruşturmasının ortadan kalktığı,kovuşturma bulunmadığı, kamu görevinden veya meslekten çıkarılması yönünde bir işlem olmadığı, baro levhasına yazılmasına engel halin ortadan kalktığı sonucuna varıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık, adı geçenin hak yoksunluğuna sebebiyet vereceği açık olanmahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin istinaf isteminin kabulü ile Ankara İdare Mahkemesinin ... sayılı kararının kaldırılmasına, 2577 sayılı Yasanın değişik maddesinin fıkrası uyarınca esastan incelenen davanın reddine ... kesin olarak ... oybirliğiyle karar verildi.b. Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesinin 28/12/1968 tarihli ve E.1968/10, K.1968/66 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Anayasa'nın maddesi herkesin kanun önünde eşit olduğundan ve hiç kimseye, hiçbir aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağından bahseder. Bu madde de hükme bağlanan, hukukî eşitliktir. Avukatlık Kanunu, avukatlığı kamu hizmeti saymıştır. Fakat serbest avukat, işi seçmek, dilediğini kabul etmek, dilediğini reddetmek hakkına sahiptir. Vekâlet verenle, alan arasındaki ilişkileri özel hukuk kuralları düzenler; buna karşılık Hazine avukatları Maliye Bakanlığı kadrolarına atama tasarrufu ile alınmış memurlardır. Hazine avukatının işveren daire île olan ilişkisi, kamu hukuku ilişkileri içindedir. Bunların sorumları serbest avukatlara oranla daha ağır esaslara bağlanmış, ayrıca özlük işleri Devlet memurları gibi düzenlenmiştir. Bu koşullar çerçevesinde, memur avukatla serbest avukatın başka başka hükümlere bağlanmasında eşitliğe aykırı bir nitelik yoktur. ..." Anayasa Mahkemesinin 1/3/1985 tarihli ve E.1984/12, K.1985/6 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Avukatlık mesleği ile ilgili bir düzenleme yapılırken bu mesleğin herşeyden önce bir serbest meslek olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Avukatlık bir kamu hizmeti addedilmiş olsa dahi, kamusal yönü çok yoğun olan Devlet memuriyeti görev ve hizmetleriyle ayni nitelikte görülüp aynı ölçütlere tabi kılınamaz. ..." Anayasa Mahkemesinin 4/6/2003 tarihli ve E.2002/132, K.2003/48 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Anayasa'nın maddesinde, "Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez." denilmektedir.Bu madde ile güvence altına alınan kamu hizmetine girme hakkı idare hukuku esaslarına göre devlet memuriyetine girme hakkını ifade etmektedir. Serbest meslek olan avukatlık bu anlamda bir kamu hizmeti değildir. Her ne kadar Avukatlık Yasası'nın maddesi, avukatlığın kamu hizmeti olduğuna işaret ediyor ise de, yasakoyucunun herhangi bir serbest meslek faaliyetini kamu hizmeti olarak tanımlaması onun Anayasa'nın maddesi anlamında bir kamu hizmeti olduğunu göstermez. ..."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (K.A. ve A./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). AİHM'e göre mesleki hayat özel hayat kavramı dışında tutulamaz. Özel hayat unsurları gerekçe gösterilerek mesleki hayata getirilen sınırlamalar, bireyin sosyal kimliğini etkilediği ölçüde Sözleşme’nin maddesinin kapsamına girebilmektedir. AİHM, bireylerin genellikle iş yaşamında dış dünyayla ilişkiler kurduğunu hatırlatarak bireyin kimliğini oluşturmasının ve sosyalleşmesinin önemli bir aracı olan dış dünyayla ilişki kurma hakkının iş çevresini de kapsadığını, bu durumun serbest meslek bağlamında özellikle geçerli olduğunu ifade etmiştir (Niemitz/Almanya, B. No: 137/1088, 16/12/1992, § 29; Özpınar/Türkiye, B. No :20999/04, 19/10/2010, § 45; Campagnano/İtalya, B. No: 77955/01, 23/3/2006, § 53). AİHM, kural olarak ilgili kişinin mesleki yaşantısına getirilen bir kısıtlamayı Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içinde kabul etmektedir (Sodan/Türkiye, B. No: 18650/05, 2/2/2016, § 37). AİHM tarafından öncelikle; mesleki hayatın kişiliğin geliştirilmesi üzerindeki etkisi tartışılmış, mesleki hayata getirilen sınırlamaların bireyin yakın çevresiyle ilişkilerini geliştirmesi ve sosyal kimliğini şekillendirmesi üzerinde etki doğuracağı belirtilmiş ve bu bağlamdaki müdahalelerin maddenin kapsamına girebileceği değerlendirilmiştir. AİHM, bu konuya ilişkin her somut olay değerlendirmesinde özel hayat kavramının kapsamına ilişkin açıklamalarda bulunmuş ve bu kavramın bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ile sınırlandırmayı ve dış dünyayı bu alandan tamamen uzak tutmayı hakkın koruma alanını aşırı şekilde sınırlayan bir yaklaşım tarzı olarak nitelendirmiştir (Fernández Martínez/İspanya [BD], B. No. 56030/07, 12/6/2014, § 109). AİHM, Denisov/Ukrayna ([BD], B. No: 76639/11, 25/10/2018) kararındamesleki hayatın bazı durumlarda özel hayat alanına girebileceğini, kişiler ve başkaları arasındaki etkileşim alanının bir parçasını teşkil edebileceğini hatırlattıktan sonra bu tür davalarda özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulayabileceğini açıklamıştır. AİHM bu kapsamda;sebebe dayalı yaklaşım olarak nitelendirdiği birinci yaklaşım türünde, uyuşmazlık nedeninin özel hayata ilişkin bir unsura dayanıp dayanmadığını irdelemiştir. İkinci yaklaşım türü ise AİHM tarafından sonuca dayalı yaklaşım olarak belirlenmiş ve itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir yönünün olup olmadığı sorgulanmıştır (Denisov/Ukrayna, § 102). AİHM, sebebe dayalı yaklaşıma ilişkin yaptığı değerlendirmelerde;özel hayata ilişkin unsurların söz konusu görev için belirleyici kriter olarak kabul edildiği ve itiraz edilen tedbirin kişinin özel hayatına ilişkin tercihleriyle çakışan birtakım sebeplere dayandığı durumlarda ileri sürülen şikâyetlerin özel hayat kapsamına gireceğini ifade etmiştir. AİHM; kişilerin giyim tarzı, inancı, makyajı ya da cinsel tercihleri gibi özel hayatına ilişkin unsurlar dikkate alınarak mesleğiyle ilgili birtakım tedbirlere veya müdahalelere tabi tutulmasını bu yaklaşım tarzına örnek olan dava konuları olarak belirtmiştir (Denisov/Ukrayna, § 103). AİHM sonuca dayalı yaklaşıma ilişkin yaptığı değerlendirmelerde isekişilerin mesleki hayatlarına yönelik bir tedbirin/müdahalenin özel hayata ilişkin bir sebebe dayanmadığı ancak söz konusu tedbirin kişilerin özel hayatı üzerinde ciddi şekilde olumsuz etkiler doğurduğu veya doğurma ihtimalinin bulunduğu durumlarda Sözleşme’nin maddesi bağlamında bir meselenin ortaya çıkabileceğini ifade etmiştir. AİHM; ortaya çıkan sonuçların ilgili kişinin iç alanı üzerindeki etkisini, çevresi ile ilişki kurma ve geliştirme olanaklarını ve itibarı üzerindeki etkisini dikkate alarak değerlendirme yapacağını vurgulamıştır (Denisov/Ukrayna, § 107). AİHM, sonuca dayalı yaklaşımın benimsendiği durumlarda mesleki hayata yönelik tedbirin/müdahalenin neden olduğu etkilerin belirli bir ağırlık düzeyine ulaşması gerektiğini belirtmiş ve ihlal iddiasının ciddiyetine veya ağırlığına ilişkin yaptığı değerlendirmelerde özellikle Sözleşme’nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendinde düzenlenen önemli bir zarara/dezavatanja maruz kalınıp kalınmadığına ilişkin kriteri dikkate almıştır (Denisov/Ukrayna, § 110). AİHM; Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki sonuca dayalı yaklaşımın esası gereği ağırlık eşiğine ulaşıldığına ilişkin ikna edici delillerin başvurucular tarafından sunulması gerektiğini, başvurucuların dava konusu olan tedbirlerin özel hayatları ve yaşadıkları üzüntünün mahiyeti ve boyutu üzerindeki somut yansımalarını ortaya koyarak açıklamakla ve bu iddiaları uygun bir şekilde desteklemekle yükümlü olduklarını vurgulamıştır. AİHM ayrıca, iç hukuk yollarının tüketilmesi gerektiğine ilişkin kural uyarınca bu tür iddiaların ulusal makamlar önünde yeterli şekilde dile getirilmesi gerektiğini de hatırlatmıştır (Denisov/Ukrayna, § 114). AİHM, sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbirden önceki ve sonraki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki değerlendirilmekte; ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde, başvurucunun iddia ettiği öznel algıların somut başvuruda mevcut nesnel koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak incelemenin iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini içermesi gerekmektedir (Denisov/Ukrayna, § 113). AİHM, yakın tarihli Polyakh ve diğerleri/Ukrayna (B. No: 58812/15, 53217/16 ..., 17/10/2019) kararında; Arındırma Yasası olarak isimlendirilen düzenlemelerle kamu görevinden çıkarılan kişilerin yaptığı başvuruları karara bağlamış ve özel hayata saygı hakkının kapsamına ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. Mahkeme; tedbirin özel hayata ilişkin sebeplere dayanmadığını tespit etmiş ve sonuca dayalı yaklaşım bakımından bir değerlendirme yapmıştır (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, §§ 203-211). Öte yandan AİHM, Lekavičienė/Litvanya davasında, avukatlık mesleğinin onuruna, ilkelerine aykırı davranışlarda bulunduğu ve yüksek ahlaki karaktere sahip olmadığı gerekçesiyle baro levhasına yazılma talebi reddedilen başvurucunun şikâyetlerini ele almış ve avukatlık mesleğine ilişkin çeşitli tespitlerde bulunmuştur (Lekavičienė/Litvanya, B. No: 48427/09, 27/6/2017). Mahkeme; hukuk fakültesi mezunu olan başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin reddedilmesinin onun itibarını ve mesleki ilişkilerini etkilediğini belirtmiş ve verilen kararla Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen temel haklara müdahale edildiğini kabul etmiştir (Lekavičienė/Litvanya, § 37). AİHM; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin R(2000)21 sayılı Tavsiye Kararı’na değinmiş ve adaletin tesis edilmesinde önemli ve özel rolleri bulunan avukatların bağımsız şekilde görev yapan profesyoneller olduklarını, birçok konuda sorumluluklarının bulunduğunu, avukatların meslek hayatlarında dürüst ve onurlu davranmaları gerektiğini, sır tutmakla yükümlü olduklarını ifade etmiştir. AİHM; evrakta sahtecilik ve dolandırıcılık yapan, bu nedenle hakkında ceza soruşturmaları başladıktan sonra ismini baro levhasından sildiren başvurucunun baro levhasına yeniden yazılma talebinin reddedilmesinde keyfi bir durumun bulunmadığı, diğer bireylerin haklarını korumak ve yargı sistemini doğru şekilde işletmek amacıyla başvurucuya yönelen müdahalenin demokratik toplum düzenin gereklerine uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ayrıca AİHM, hâkim ve savcılara çok daha sıkı koşulların uygulandığını belirtmiş ve neticede özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Lekavičienė/Litvanya, §§ 51-57). Mateescu/Romanya davasında ise AİHM, Romanya vatandaşı olan ve on sekiz yıldan fazla süredir hekim olarak görev yapan başvurucunun hukuk fakültesinden mezun olduktan avukatlık stajı yapma isteğiyle yaptığı başvurunun Bükreş Barosu tarafından reddedilmesi olayını incelemiştir (Mateescu/Romanya, B. No: 1944/10, 14/1/2014). Mezuniyetinin ardından girdiği baro sınavında başarılı olan başvurucunun staj başvurusu, avukatlık ruhsatı almak için gerekli olan iki yıllık stajın hekimlik mesleğine devam ederken yapılamayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Baro, başvurucuya bu iki meslekten birini seçmesi gerektiğini bildirmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucu tarafından yargı mercileri önünde yapılan itirazlar da reddedilmiştir (Mateescu/Romanya, §§ 11-15). AİHM, özel hayata yönelik müdahalelerin, kanunla öngörülmüş olma, meşru amaç taşıma ve meşru amacın gerçekleştirilmesi bakımından demokratik bir toplumda gerekli olma koşullarını taşımadığı sürece özel hayata saygı hakkının ihlaline neden olacağını hatırlatmıştır. AİHM; kanunla öngörülmüş olma koşulunun, müdahale konusunda iç hukukta temel düzenlemelerin olması, bunların öngörülebilir, anlaşılabilir ve erişilebilir nitelikte olması gibi birtakım özellikler içermesi gerektiğini ifade etmiştir (Mateescu/Romanya, §§ 26-29). Bu bağlamda AİHM, avukatlık mesleğinin icra edilebilmesi ilişkin kabul edilen kuralların/yasal düzenlemelerin öngörülebilir olmadığına karar vermiştir. Bunun gerekçesi ise söz konusu kuralların, bir mesleğin yapılmasının avukatlık mesleğinin icrasına engel olduğunun başvurucu açısından anlaşılmasını sağlayacak ölçüde öngörülebilir olmaması olarak açıklanmıştır. Neticede AİHM, başvurucunun özel hayatına ilişkin müdahalenin öngörülebilir olmadığı gerekçesiyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Mateescu/Romanya, §§ 31-33). AİHM içtihatlarına göre kanunla öngörülme kriteri, kendi içinde üç temel prensibi içermektedir. İlk olarak müdahale teşkil eden eylem, mevzuatta yer alan bir düzenlemeye dayanmalıdır. İkinci olarak bu düzenlemenin mutlaka şeklî anlamda kanunla yapılması zorunlu olmayıp anılan şart, devletin temel hak ve özgürlüklere müdahalesi için kendisine yetki veren bir hukuk kuralının varlığı şeklinde anlaşılmalıdır. Buna göre müdahalenin dayanağını teşkil eden düzenleme, ilgili kişi açısından yeterli derecede ulaşılabilir olmalıdır. Son olarak söz konusu düzenleme, hitap ettiği kişiler bakımından davranışlarını ona göre yönlendirme ve belli koşullar çerçevesinde eylemleri neticesinde meydana gelebilecek sonuçları öngörebilmeye olanak sağlayacak açıklıkta olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 6205/73 ..., 25/3/1983, §§ 86-88).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38953
Başvuru, baro levhasına yazılmaya ilişkin kararın kamu görevinden çıkarılma nedeniyle mahkemece iptal edilmesinden dolayı özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ulusal radyo yayın lisansı talebinin idare tarafından reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Müjde FM ismiyle İstanbul ilinde radyo yayıncılığı yapmakta olan başvurucu, 30/5/2011 tarihli dilekçesiyle Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan (RTÜK), yerel radyo yayın lisansının ulusal radyo yayın lisansına dönüştürülmesi talebinde bulunmuştur. RTÜK tarafından cevap verilmemesi üzerine başvurucu, talebinin yanıt verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi, 3/7/2012 tarihinde başvurucunun davasını reddetmiştir. Mahkeme, RTÜK tarafından ilgili Kanun'da öngörülen sıralama ihalesi yapılana kadar, yayında olan kuruluşların izin verilen yerleşim yerleri ile sınırlı olarak yayınlarına devam etmelerine imkân tanındığından, başvurucunun ulusal radyo yayın lisansı talebinin reddedilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmediğini belirtmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay 31/1/2014 tarihinde, bozma nedenlerinden hiçbirisinin bulunmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Danıştay başvurucunun karar düzeltme talebini de 12/6/2014 tarihli kararıyla reddetmiştir. Ret kararı 31/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13819
Başvuru, ulusal radyo yayın lisansı talebinin idare tarafından reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığında muvazzaf subay statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı davranışlarda bulunduğuna dair isimsiz bir e-posta gönderilmesi üzerine başvurucu hakkında idari tahkikat başlatılmıştır. İstihbarata karşı koyma faaliyeti çerçevesinde 2/5/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından başvurucunun ifadesi alınmıştır. Söz konusu ifade metninde başvurucunun ifadesine hangi kapsamda başvurulduğu hususu belirtilmemiştir. Anılan ifade metnine göre başvurucuya nerelerde görev yaptığı, sanal ortamdaki herhangi bir sosyal paylaşım sitesinde üyeliğinin olup olmadığı, İnternet üzerinden veya yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu kadınların kimler olduğu, gösterilen bazı görüntülerin kendisine ait olup olmadığı sorulmuştur. Başvurucu, sorulan soruları ayrıntılı olarak yanıtlamış ve ifade tutanağını imzalamıştır. Tahkikat sonucunda hazırlanan raporda, başvurucunun davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu belirtilerek TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmesi teklifi getirilmiştir. Bu teklif doğrultusunda başvurucu hakkında 30/12/2013 tarihinde, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu vekili, davalı idarece gönderilen gizli nitelikli belgeleri incelemesi ve belgelerin bir örneğinin kendisine verilmesi yönünde talepte bulunmuştur. AYİM Birinci Dairesi 6/5/2014 tarihli kararıyla davalı idare savunması ekinde gizli zarf içerisinde gönderilen bilgi ve belgelerin başvurucu vekili tarafından incelenmesine ve başvurucu vekiline bu belgelere karşı beyanda bulunması için otuz günlük ek süre verilmesine karar vermiştir. Mahkeme, belgelerden suret alma talebini ise reddetmiştir. Başvurucu vekili 20/6/2014 tarihinde söz konusu belgeleri incelemiştir. Başvurucu vekili 23/6/2014 tarihli dilekçesinde, idarenin savunmasına ve gizli belgelere karşı beyanda bulunmuştur. Ayrıca başvurucu vekili, AYİM Başsavcılığının düşüncesine karşı beyan dilekçesinde ve karar düzeltme dilekçesinde söz konusu belgeler hakkında görüş ve beyanlarını sunmuştur. Başvurucu vekili söz konusu dilekçede; başvurucunun göreviyle ilgisi olmayan -özel yaşantısına ilişkin- soruların sorulduğunu, hukuka aykırı bir sorgu neticesinde elde edilen beyanlarının delil olarak kullanılamayacağını, başvurucunun takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. AYİM, oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM kararında, geçmiş sicil ve disiplin durumu itibarıyla başarılı bir personel olmasına karşın başvurucunun iyi ahlak sahibi olmak vasfını taşımadığı ve tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı şeklinde değerlendirmeler yer almıştır. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığını, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığını belirtmiştir. Karara katılmayan bir Daire üyesi tarafından kaleme alınan karşıoy yazılarında ise söz konusu eylemlerin mahremiyet alanına ilişkin olduğu ve başvurucu tarafından iradi bir şekilde alenileştirilmediği, olumlu olan geçmiş sicil durumunun dikkate alınmadığı ayrıca yasa dışı yöntemlerle elde edilen delillere dayanılarak işlem tesis edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 3/12/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 31/12/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30) ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka (Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26-33) yer vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/20292
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesinden ötürü maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 19/3/2021 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 11/11/2010 doğumlu olan başvurucuya evre nöroblastom (kötü huylu bir tür tümör) tanısı konulmuştur. Hastane tarafından düzenlenen 5/1/2021 tarihli sağlık raporunda başvurucunun tedavisinde dinutuximab beta etken maddeli Qarziba isimli ilacın kullanımının uygun görülmesi sonrasında, başvurucunun doktorunun Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna başvurusu üzerine söz konusu ilacın 6 aylık kullanım dozunun ithalinin uygun görüldüğü bildirilmiştir. İlaç bedelinin ödenmesi talebiyle SGK'ya yaptığı başvurusunun reddi üzerine başvurucu, ret işleminin iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açıp idari işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini de talep etmiştir. İdare Mahkemesi dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. SGK'nın itirazının reddedilmesinin ardından başvurucu, yürütmeyi durdurma kararı sonrasında ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa ödenmesi için SGK'ya yeniden başvurmuştur. SGK'ca başvurucunun ilacı temin etmesi durumunda ilaç bedelinin geri ödenebileceği bildirilmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 19/3/2021 tarihinde tedbir talebini kabul etmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede, İdare Mahkemesinin 31/5/2021 tarihinde "...tedavi sürecini takip eden doktor ve sağlık kurulu tarafından, hastalığın tedavisinde kullanılması uygun görülen ve kullanılması hastanın tercihine bırakılmayan Dinutuximab Beta etken maddeli ilacın 'Kurum tarafından finansmanın sağlanması ve ilacın yurt dışından ithali için gerekli ödemenin derhal Türk Eczacıları Birliği Yurt Dışı İlaç Temin Birimine yapılması' talepli başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı..." gerekçesiyle ilaç bedelinin ödenmesi talepli başvurunun reddine ilişkin işlemin iptaline karar verdiği anlaşılmıştır. Söz konusu karara karşı SGK vekili tarafından 11/6/2021 tarihinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi devam etmektedir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3236
Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesinden ötürü maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yürütülen bir soruşturma kapsamında başvurucu hakkında çeşitli adli kontrol tedbirleri uygulanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Bireysel Başvuruya Konu Süreç 1979 doğumlu olan başvurucu 3/5/2016 tarihinde kurulmuş ve 31/10/2016 tarihli ve 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (677 sayılı KHK) ile kapatılmış olan Özgürlükçü Hukukçular Derneği (Dernek) Gaziantep Şubesi üyesidir. Derneğin 677 sayılı KHK ile kapatılması üzerine başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 2016/84264 sayılı dosyası ile soruşturma başlatılmıştır. Yürütülen soruşturma esnasında Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 12/2/2021 tarihinde; hakkında Derneğin Yönetim ve Denetim Kurullarında faaliyet göstererek terör örgütünü finanse ederek lojistik malzeme temin edip örgüte yardım/yataklık yaptığı, eğitim adı altında örgütsel propaganda yaparak kırsala eleman temini ve müzahir yapıyı artırma faaliyetleri yürüttüğü iddiası bulunan başvurucunun ikamet adresinde arama yapılmasına, arama esnasında ele geçirilen suç unsurlarına el konulmasına ve el konulan dijital materyaller üzerinde inceleme yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar doğrultusunda 13/2/2021 tarihinde başvurucunun evi aranarak suç unsuru olduğu değerlendirilen materyallere el konulmuş ve başvurucu gözaltına alınmıştır. Başvurucu bir gün süreyle gözaltında kalmıştır. Başvurucu; hukuka aykırı olduğu iddiasıyla arama, elkoyma ve gözaltı kararlarına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 13/2/2021 tarihinde; soruşturma kapsamında delillerin toplanmasına devam edildiği ve delilleri karartma şüphesinin bulunduğu, ayrıca Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/2/2021 tarihli kararına istinaden başvurucunun ikamet adresinde yapılan arama ve elkoyma işleminde herhangi bir hukuka aykırılığın veya usuli eksikliğin bulunmadığı gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu söz konusu karara da itiraz etmiş, itirazı inceleyen Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 9/4/2021 tarihinde başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Gerekçeli kararında Hâkimlik; başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma yürütüldüğünü ve elde edilen delillere göre makul şüphenin mevcut olduğunu, arama, elkoyma ve gözaltı işlemlerinde bir hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Devamında Hâkimlik, arama esnasında ele geçirilen telefonun şifresini başvurucunun kolluk kuvvetlerine vermek istememesini de gözönüne alarak delil kaçırmanın önlenmesi için arama işlemi yapılmasının zorunlu olduğunu, başvurucu avukat olmasına rağmen söz konusu aramanın evde ve görev suçlarıyla ilgili olmaksızın yapıldığını ve usule uygun olduğunu belirtmiştir. Öte yandan Derneğin PKK/KCK terör örgütünün eylem, ideoloji ve stratejileri doğrultusunda faaliyette bulunduğunun tespit edildiği, kapatıldıktan sonra da farklı isim ve mecralarda faaliyetlerine devam ettiği, başvurucunun da söz konusu Derneğin kurucu üyesi olduğu, örgütün faaliyetlerini duyurması ve eylemlere katılacak şahısları haberdar etmesi için başvurucuya talimat verildiği, başvurucunun örgütün basın açıklamalarına ve protesto eylemlerine katıldığının tespit edildiği gerekçeleriyle başvurucu, adli kontrol tedbirleri uygulanması talebiyle nöbetçi sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 14/2/2021 tarihinde; başvurucunun üzerine atılı terör örgütü üyeliği suçunun vasıf ve mahiyeti ile katalog suçlardan olmasını gözönüne alarak başvurucu hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığına dair deliller bulunduğu ve başvurucunun avukatlık mesleğini icra ediyor olduğu gerekçeleriyle başvurucunun yurt dışına çıkamamak, il sınırlarını terk etmemek ve belirlenen yerlere başvurmak şeklinde adli kontrol hükümlerine tabi tutulmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara itiraz etmiş; itirazı inceleyen Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 9/3/2021 tarihinde başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Başvurucunun adli kontrol tedbirlerine yeniden itiraz etmesi üzerine Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 12/3/2021 tarihinde başvurucu hakkında uygulanan il dışına çıkamama şeklindeki adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına, diğer adli kontrol tedbirlerinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 19/4/2021 tarihinde öğrendikten sonra 21/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Başvurucu, hakkında devam eden adli kontrol tedbirlerine yeniden itiraz etmiş; itirazı inceleyen Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği27/4/2021 tarihinde, başvurucu hakkında uygulanan belirlenen yerlere başvurmak şeklindeki adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına, yurt dışına çıkamamak şeklindeki adli kontrol tedbirinin ise devamına karar vermiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 22/6/2022 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucu Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 5/1/2023 tarihli kararla başvurucunun anılan suçtan beraatine karar vermiş, hükümle birlikte başvurucu hakkında uygulanan yurt dışına çıkamama şeklindeki adli kontrol tedbirini kaldırmıştır. Söz konusu hüküm 13/1/2023 tarihinde kesinleşmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/22082
Başvuru, yürütülen bir soruşturma kapsamında başvurucu hakkında çeşitli adli kontrol tedbirleri uygulanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 15/3/2011 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 9/9/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıylaAnayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40593
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuruculardan Agit Tufan, Çetin Emre, Mazlum Güner, Nusret Konak, Ramazan Avinç, Sabri Berktaş (B. No: 2018/23835); İmdat Saruhan (B. No:2018/34863); İsmet Arslan (B. No:2018/35938) bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Ekli tablonun (B) sütununun sırası ile sırası arasında yer verilen başvuru dosyalarının konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle 2018/23835 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/23835 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, yargılandıkları ceza davalarında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23835
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/6/2005 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 19/6/2007 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/2/2008 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2008/303 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 21/5/2014 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/3/2015 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkeme, başvurucu vekilinin bulunduğu 10/9/2015 tarihli duruşmada davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırma neticesinde tarafların temyiz talebinde bulunmadığı anlaşılmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2986
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; işyerinde incelemenin kanuna aykırı olması nedeniyle konut dokunulmazlığı hakkının, rekabeti kısıtlayıcı davranışlarda bulunulduğu gerekçesiyle idari para cezası uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının, cezanın miktarının tayininde diğer müteşebbislerin ihracat ciroları dikkate alınmadığı hâlde başvurucunun ihracat cirolarının da hesaba katılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının, aynı fiilin ikinci kez soruşturulması nedeniyle yeniden yargılanmama ve cezalandırılmama ilkesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, yargılama devam ederken yürürlüğe giren kanunla karar düzeltme aşamasının kaldırılması nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Bölüm tarafından başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, otomotiv pazarında faaliyet gösteren ve Ford Motor Companynin belli modellerinin imal ve satış hakkını alan bir anonim şirkettir. Başvurucu Şirketin ana faaliyet konusu Ford marka araçların ve parçalarının üretimi, ithalatı, ihracatı ve dağıtımıdır. Başvurucu Şirket, Kocaeli ve Eskişehir'deki iki fabrikasında araç ve yedek parça üretimi yapmaktadır.A. Ön Araştırma ve Soruşturma Süreci Birinci Ön Araştırma Süreci Tüm dünyada 2009 yılında yaşanan ekonomik krizin etkilerinin atlatılabilmesi amacıyla Bakanlar Kurulunun 16/3/2009 tarihli ve 27171 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 13/3/2009 tarihli ve 2009/14802 sayılı kararıyla yeni binek otomobil ve hafif ticari araçlarda uygulanan özel tüketim vergisi oranlarında indirime gidilmiştir. Söz konusu Bakanlar Kurulu kararı 15/6/2009 tarihine kadar yürürlükte kalmıştır. Bakanlar Kurulu kararının yürürlüğe girmesini müteakiben otomobil üreticilerinin ortak hareket ederek otomobil arzını kısıtladıkları ve 2009 yılının Nisan ayından itibaren fiyat artışına gittikleri yolunda çok sayıda şikâyet, Rekabet Kurumuna ulaşmıştır. Rekabet Kurulu (Kurul) 29/4/2009 tarihli kararıyla şikâyete konu eylemlere ilişkin olarak 7/12/1994 tarihli ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un ve maddelerinin ihlal edilip edilmediği hususunda soruşturma açılmasına gerek olup olmadığının tespiti amacıyla ön araştırma yapılmasına karar vermiştir. Ön araştırma sonucu düzenlenen 18/6/2009 tarihli raporda, 4054 sayılı Kanun'un maddesinin ihlalini teşkil edecek şekilde anlaşmanın veya uyumlu eylemin mevcudiyetine dair yeterli delil bulunmadığı görüşü açıklanmıştır. Ön araştırma raporunu ele alan Kurul 24/6/2009 tarihinde soruşturma açılmasına gerek olmadığına karar vermiştir. Kararda özetle şu değerlendirmeleri yapmıştır:i. 4054 sayılı Kanun'un maddesinde; belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmaların, uyumlu eylemlerin ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemlerinin hukuka aykırı ve yasak olduğu belirtilmiştir. ii. Birbirini etkileyebilecek az sayıda firmanın bulunduğu oligopol piyasasında faaliyet gösteren firmalar arasında herhangi bir anlaşma olmamasına rağmen paralel davranışlar ortaya çıkabilmektedir. Bu davranışlar, piyasa koşullarından kaynaklanan bilinçli tercihin sonucudur. Dolayısıyla sadece paralel davranışın varlığına dayanılarak firmaların uyumlu eylem fiilini işlediği sonucuna ulaşılamaz. Uyumlu eylemin varlığından söz edilebilmesi için bunun tarafların davranışlarından açıkça anlaşılan bir koordinasyon içinde gerçekleşmesi gerekir. iii. Uyumlu eylem (1) teşebbüsler arasında koordinasyon ya da iş birliğinin bulunması, (2) bu koordinasyonun taraflar arasında doğrudan ya da dolaylı bir bağlantıdan kaynaklanması, (3) bağlantının amacının rakiplerin gelecekteki davranışlarındaki belirsizliklerin kaldırılmasına yönelik olması şartlarının bir arada bulunması hâlinde gerçekleşmiş olur. iv. Pazarda faaliyet gösteren firma sayısı azaldıkça firmalar arası koordinasyon ihtimali artar. Sağlayıcıların homojenliği de pazarın arz yönünü etkileyen bir unsurdur. Pazara giriş engelinin bulunması firmalar arasındaki koordinasyonu kolaylaştırır. Ürünlerin homojenliği fiyattan sapmaların hemen fark edilmesine yol açar. Pazarın şeffaf olması da koordinasyon ihtimalini artırmaktadır. Olgun ve doymuş pazarlarda da koordinasyon riski fazladır. Şikâyet konusu pazar, oligopolistik piyasa özelliklerine sahip olmasına rağmen yoğunlaşma oranı nispeten düşük olan, ürünlerin homojen olduğu, olgun ve doymuş olmayan bir pazardır. v. On iki teşebbüsün yetkilileriyle yapılan görüşmelerde, özel tüketim vergisi indirimi sonrasında talep artışı olduğu ve stokların azaldığı ifade edilmiştir. Firmaların stok ve satış rakamlarına bakıldığında özel tüketim vergisi indiriminden sonra firmaların stoklarının azaldığı görülmüştür. Grafiklerde gösterilen stok, ihracat, satış ve ithalat verileri firmaların arzı kontrol etmek için ortak hareket ettikleri iddiasını doğrular nitelikte değildir. Dağıtıcı ve üretici teşebbüsler hakkında yürütülen ön soruşturma sürecinde yapılan incelemelerde arzı kontrol etmek suretiyle rekabeti engellemeye, kısıtlamaya ve bozmaya yönelik olarak firmalar arasında uyumlu bir eylem tespit edilememiştir. vi. Özel tüketim vergisi indirimi sonrası dönemde firmaların fiyat hareketleri ve zam oranları incelendiğinde binek otomobillerde fiyat artışının olduğu gözlemlenmiştir. Ancak bunda özel tüketim vergisi indirimi ve talep artışının etkili olduğu anlaşılmıştır.vii. Şikâyete konu paralel fiyat artışlarının teşebbüsler arasında rekabeti kısıtlayıcı bir koordinasyona dayandığını gösteren herhangi bir iletişim veya bilgi paylaşımına rastlanmamıştır. Sonuç olarak teşebbüsler arasında rekabeti kısıtlayıcı herhangi bir anlaşma ya da uyumlu eylemin bulunduğuna dair belge ve bulgu elde edilememiştir. İkinci Ön Araştırma Süreci Kurul, aynı tarihli (24/6/2009 tarihli) kararıyla Otomotiv Distribütörleri Derneği ve Otomotiv Sanayi Derneği üyesi müteşebbislerin dernek çatısı altında geleceğe ilişkin fiyat, üretim, satış konularında bilgi ve tahmin paylaşımı suretiyle 4054 sayılı Kanun'un maddesini ihlal edip etmediği konusunda soruşturma açılmasına gerek olup olmadığının tespiti amacıyla ön araştırma yapılmasına karar vermiştir. Ön araştırma yapmak üzere yetkilendirilen rekabet uzmanları -diğer müteşebbislerin işyerlerinin yanı sıra- 29/7/2009 tarihinde başvurucunun Kocaeli'nin Gölcük ilçesindeki adresine gelerek yerinde inceleme yapmıştır. Yapılan inceleme sonucu şirket personelinin bilgisayarından temin edilen elektronik postalardan oluşan 78 yaprak belge teslim alınmıştır. Ön araştırma sonucu düzenlenen 28/8/2009 tarihli raporda, on altı teşebbüs hakkında soruşturma açılmasına karar verilmesi önerisinde bulunulmuştur. Raporda özetle şu tespitler yapılmıştır:i. Binek, hafif ticari ve ticari araç satışlarına yönelik tüm alt modeller bazında satış adedi bilgilerinin aylık olarak paylaşıldığı görülmüştür. Her iki derneğin toplantılarında teşebbüslerin pazarın tamamına yönelik tahminlerini paylaştıkları tespit edilmiştir. Toplantı tutanakları incelendiğinde toplantıların amaçlarından birinin sektörün gelecekteki durumunun yanı sıra toplam binek ve ticari araçlara yönelik tahminlerin paylaşılması olduğu anlaşılmıştır. Sektördeki teşebbüsler arasında stok ve hedef satış rakamları ile satış stratejilerinin de paylaşıldığına rastlanmıştır. Sektördeki aktörler arasında gerek dernek toplantılarında gerekse bireysel iletişim kanalları aracılığıyla geleceğe dönük fiyat stratejisi görüşmelerinin yapıldığı belirlenmiştir. ii. Bilgi değişimi rekabetin kısıtlanması potansiyeline sahiptir. Bilgi değişimi gelecekle ilgili belirsizlikleri azaltarak piyasanın öngörülebilirliğini artırmak suretiyle rekabeti sınırlayabilmekte ve teşebbüsler arası koordinasyona yol açabilmektedir. Bununla birlikte bilgi değişiminin per se (doğası gereği) rekabeti bozucu olduğu yaklaşımının kabulü mümkün olmayıp bunun rekabeti bozup bozmadığı her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir. Bu durumda piyasadaki etkinliğin artırılmasıyla sınırlı sonuç doğuran bilgi değişimiyle rekabeti bozan bilgi değişiminin birbirinden ayrıştırılması gerekir. Hangi bilginin rekabeti bozucu nitelikte olduğu değerlendirilirken pazarın yapısı, ürünün özellikleri ve paylaşılan bilginin niteliği dikkate alınır. iii. Bilgi değişiminin 4054 sayılı Kanun'un maddesinde yasaklanan fiil kapsamına girip girmediği değerlendirilirken dikkate alınacak ilk unsur pazarın yapısıdır. Pazar yapısı; pazarın yoğunlaşma derecesi, arz ve talep yapısı ile mal veya hizmetin niteliğine işaret etmektedir. Pazarın yoğunlaşma oranı yükseldikçe rekabeti sınırlayıcı etkisi de artar. Yoğunlaşmanın yüksek olduğu oligopolistik pazarlarda gerçekleşecek bilgi değişimi, şeffaflığı artırarak rakipler arasındaki koordinasyonu güçlendirecek ve rekabeti sınırlayacaktır. iv. Ticari sır niteliğinden uzaklaşan ve kamusallaşan bilginin paylaşılmasının rekabete etkisi sınırlı olur. Aynı şekilde geçmişe yönelik bilginin paylaşımı da rekabet üzerinde kayda değer bir tesirde bulunmaz. Buna karşılık geleceğe yönelik fiyat paylaşımı bir teşebbüsün piyasada uygulayacağı ticari stratejiyi açığa çıkaracağından rekabeti kısıtlamaktadır. Böyle bir durumda bilgi paylaşımının etkilerine bakılmaksızın rekabeti ihlal ettiği kabul edilmektedir. v. Teşebbüsler tarafından gerçekleştirilen bir faaliyetin 4054 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi için rakipler arasında bir anlaşma, uyumlu eylem ya da teşebbüs birliği kararı bulunması gerekir. Bu yönüyle önem taşıyan olgu, rakiplerin uzlaşmış olmasıdır. vi. Somut olayda yapılan inceleme ışığında ön inceleme konusu teşebbüslerin eylemlerinin (1) mevcut ve geleceğe yönelik bilgi paylaşımı ve (2) fiyat görüşmeleri şeklinde iki ayrı nitelik taşıdığı tespit edilmiş ve bunlar ayrı ayrı değerlendirilmiştir. vii. Binek ve ticari araçlarda pazardaki ilk on iki aktörün pazar payı %80'in üzerindedir. Hafif ticari araçlarda ise ilk dört aktör pazarın %70'nden fazlasına hâkimdir. Bu unsurlar gözetildiğinde pazardaki yoğunlaşmanın düşük olmadığı değerlendirilmektedir. Yapılan araştırmalar tüketici gelirindeki değişimlerin otomotiv sektöründeki talebi büyük oranda etkilediğini göstermektedir. Binek otomobil ve ticari araç pazarında heterojen bir ürün yapısı mevcuttur. Bu nedenle piyasadaki rekabet bütünüyle fiyat rekabetine değil; kalite, yeni model geliştirme yeteneği, ürün çeşitliliği ve servis ağının yaygınlığı gibi faktörlere de dayanmaktadır. viii. Ön araştırma kapsamında aktörlerin mevcut pazar payları ve fiyatları, pazar tahminleri ile stok, hedef ve satış stratejisine ilişkin bilgileri paylaştığı tespit edilmiştir. Söz konusu bilgiler tüm aktörlerin iradelerinin uyuşması sonucu paylaşılmaktadır. Tarafların sattığı araç adedinin ve pazar tahminlerinin paylaşılmasının rekabeti kısıtlayıcı bir yönünün bulunmadığı değerlendirilmektedir. Buna karşılık stok, hedef ve satış stratejilerinin paylaşılmasının rekabeti bozucu etkisi vardır. ix. Tarafların paylaştığı fiyat stratejileriyle ilgili olarak üç temel belge mevcuttur. Bunlardan ilki 17/5/2006 tarihli olup 2006 yılında avroda meydana gelen yükselmeye bağlı olarak bir firmanın Ford'un da dâhil olduğu rakip üç marka yetkilileriyle görüşmesine ilişkindir. Görüşmeye ilişkin belgede, her üç marka yetkilisinin de görüşünün avrodaki artışın fiyatlara yansıtılması ancak bunun için kurun dengeye ulaşmasının beklenmesi gerektiği yönünde ifade yer almaktadır. Diğer iki belge ise 20/10/2008 ve 24/10/2008 tarihli Otomotiv Distribütörleri Derneği ve Otomotiv Sanayi Derneği Pazarlama Komitesi toplantılarıdır. Söz konusu toplantılarda 2008 yılındaki avro artışı karşısında rakip firmaların fiyat stratejileri görüşülmüştür. x. 2006 yılındaki görüşme sonrası her dört katılımcının da fiyat artışı yaptığı gözlemlenmiştir. 2008 yılındaki görüşmeler sonrasında ise tarafların kur artışının aksine önce indirime gittiği ve yeni yılla birlikte fiyat yükselttiği görülmektedir. Kurun yükselmesine rağmen tarafların fiyat artışı yerine indirime gitmesi, fiyatlandırma politikasında söz konusu görüşmelerin etkili olduğunu göstermektedir.xi. Fiyat, satın alma sürecindeki en önemli faktörlerden olduğu için fiyat stratejisine yönelik görüşmelerin rekabeti engellemeye, kısıtlamaya ve bozmaya yönelik olduğu kabul edilmektedir. Bu itibarla fiyat stratejisine yönelik görüşmelerin uyumlu eylem veya anlaşmaya yol açmak suretiyle 4054 sayılı Kanun'un maddesini ihlal edecek nitelikte olduğu değerlendirilmektedir. xii. Sonuç olarak mevcut pazar payları ve fiyatları ile genel pazar tahminlerinin paylaşılmasının rekabeti engelleyici, bozucu ve kısıtlayıcı bir etkisi bulunmadığından bunlarla ilgili olarak soruşturma açılmasına gerek olmadığı kanaatine varılmıştır. Buna karşılık stok, hedef ve satış stratejilerinin paylaşılması ile fiyat stratejilerine ilişkin görüşmelerin 4054 sayılı Kanun'un maddesine aykırılık teşkil ettiği ve bunlar yönünden soruşturma açılması gerektiği değerlendirilmiştir. Kurul 9/9/2009 tarihli toplantısında başvurucunun da aralarında bulunduğu teşebbüsler hakkında soruşturma açılmasına karar vermiştir. Rekabet Kurumu 17/9/2009 tarihli yazıyla savunmasını otuz gün içinde göndermesini başvurucuya ihtar etmiştir. Söz konusu yazıda ön araştırma raporundaki tespitlerin özetine de yer verilmiştir. Soruşturma Süreci Başvurucu; Rekabet Kurumuna sunduğu savunmasında öncelikle yerinde incelemenin Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasındaki usule uygun olarak yapılmadığını, ayrıca savunma talep yazısındaki özetin etkili bir savunma yapılması için yeterli olmadığını ileri sürmüştür. Savunmada; rekabetin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken paylaşılan bilginin niteliğinin ve ilgili pazarın yapısının önem taşıyacağı hatırlatılmış, rakipler arasında hassas bilgilerin paylaşılmasının tek başına uyumlu eylem olarak yorumlanmasının mümkün olmadığı iddia edilmiştir. Kurulun önceki kararlarında bilgi paylaşımının per se uyumlu eylem olarak kabul edilmediği öne sürülen savunmada, Avrupa Birliği Komisyonunun uygulamasının da bu yönde olduğu belirtilmiş, otomotiv piyasasının rekabetçi yapısı nedeniyle bilgi paylaşımının otomatik olarak rekabeti bozmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun bilgi edinme hakkı çerçevesinde yaptığı başvuru üzerine ön şoruşturma raporu ve ekleri 22/3/2010 tarihli yazı ekinde başvurucuya gönderilmiştir. Başvurucu, ön soruşturma raporu ve eklerinin tebliğinden sonra 22/4/2010 tarihinde ek savunma göndermiştir. Ek savunmada başvurucu, fiyat stratejisine yönelik görüşmelerin per se ihlal olarak kabul edilmesi gerektiğine yönelik raportör görüşünü eleştirmiştir. Bu bağlamda Kurulun ve Avrupa Birliği Komisyonunun önceki kararlarında bilgi paylaşımının tek başına bir ihlal nedeni olarak kabul edilmediğine, somut olayın koşullarına bakılarak bir değerlendirme yapıldığına ve ihlale yol açabilmesi için rekabet parametreleri üzerinde önemli ölçüde olumsuz tesir göstermesi gerektiğine işaret etmiştir. Başvurucu, rakiplerin anlayış birliği ve ortak hareket güdüsü içinde bulunduğunun ortaya konulamadığını ileri sürmüştür. 2006 yılında yaşanan kur artışının fiyatlandırma stratejisinde etkili olduğunu ifade ettiği ek savunmada başvurucu, anılan dönemde maliyetlerde %20 oranında artış meydana gelmesine rağmen Ford Otomotivin sadece %15 oranında fiyat artışı uyguladığını belirtmiştir. 2008 yılındaki krizden en çok otomotiv sektörünün etkilendiğini, üretim kapasite kullanım oranının düştüğünü, sektörde ciddi daralmaların meydana geldiğini ifade etmiş, 2008 yılı sonunda öncelikli hedefin mevcut stokların eritilmesi olması sebebiyle fiyatlarda indirime gitmek mecburiyetinde kalındığını, 2009 Ocak ve Şubat aylarında yapılan zamların ise artan maliyetlerin karşılanmasına yönelik olduğunu açıklamıştır. Otomotiv Sanayi Derneği toplantısında pazara yönelik genel değerlendirmelerde bulunulduğunu ve bunların delil değerinin olmadığını iddia etmiştir. Delil olarak dayanılan elektronik iletilerinin içeriğine yönelik eleştirileri dile getirmiş ve bunların delil değerinin bulunmadığını vurgulamıştır. Rekabet Kurumu raportörlerince yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen 8/9/2010 tarihli raporda başvurucunun da aralarında bulunduğu on dokuz müteşebbisin 4054 sayılı Kanun'un maddesini ihlal eder nitelikte eylemlerde bulunduğu sonucuna ulaşılmış ve söz konusu teşebbüslere 4054 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca idari para cezası uygulanması önerilmiştir. Soruşturma raporunda, soruşturmada elde edilen ve çoğunluğu elektronik posta dökümlerinden oluşan belgelerin içeriklerine yer verildikten sonra soruşturulanların savunmalarında ileri sürülen itirazlar karşılanmıştır. Soruşturma raporunda genel itibarıyla ön inceleme raporundaki değerlendirmelerin benzeri yapılmıştır. Bununla birlikte raporda aktörlerin fiyat politikasına yönelik görüşmelerinin 2009 yılında da devam ettiği belirtilmiştir. Raporda özel tüketim vergisi indirimine ilişkin Bakanlar Kurulu kararının 16/3/2009 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanmasından sonra (19/3/2009 tarihinde) Otomotiv Distribütörleri Derneğinin on üç markanın temsilcilerinin katılımıyla bir toplantı düzenlediği vurgulanmıştır. Soruşturma kapsamında 14/9/2009 tarihinde Anonim Şirketinde ve 15/9/2009 tarihinde de A. Anonim Şirketi ile N. Anonim Şirketinde gerçekleştirilen yerinde incelemelerde elde edilen 19/3/2009 ve 16/6/2009 tarihli belgelerden (bazı elektronik posta içeriklerinden) özel tüketim vergisi indiriminden sonra da aktörlerin fiyat artışına gidecekleri yönünde açıklamalarda bulunduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Yapılan inceleme sonucunda özel tüketim vergisi indirimin gerçekleştiği mart ayında fiyatlarda düşük olmakla birlikte izleyen aydan itibaren neredeyse tüm müteşebbislerin fiyat artışına gittiği açıklanmıştır. Raporda, fiyat artışına gittiği hâlde 19/3/2009 tarihli toplantıya katılmadığı tespit edilen üç teşebbüsün eyleminin 4054 sayılı Kanun'un maddesini ihlal eder nitelikte olmadığı da değerlendirilmiştir. Buna karşılık anılan toplantıya katılan başvurucunun eyleminin ihlal oluşturduğu kanaati açıklanmıştır. Başvurucu soruşturma raporuna karşı savunmasını 11/11/2010 tarihli dilekçeyle Rekabet Kurumuna sunmuştur. Başvurucunun savunmasında, esas itibarıyla ön soruşturma raporundaki iddialar daha da detaylandırılmıştır. Önceki aşamalarda ileri sürdüğü iddialara ek olarak özel tüketim vergisi indiriminden sonraki dönemdeki (19/3/2009 tarihinden sonraki dönem) fiillerle ilgili olarak daha önce 24/6/2009 tarihli kararla soruşturma açılmamasına karar verildiği hâlde bunların soruşturma konusu edilmesinin hukuk güvenliği ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir. Kurul 18/4/2011 tarihli kararla başvurucunun 4054 sayılı Kanun'un maddesini ihlal ettiği sonucuna ulaşarak Kanun'un maddesi uyarınca 2010 mali yılı sonunda oluşan ve Kurul tarafından belirlenen gayrisafi gelirlerinin takdiren binde 9'u oranında olmak üzere 704,73 TL idari para cezası uygulanmasına oybirliğiyle karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, soruşturma raporundaki tespitlere yer verildikten sonra dosyadaki belgelerden otomotiv sektöründeki belirli teşebbüslerin 2006 yılından bu yana fiyat stratejisi belirlemeye yönelik olarak toplantı ve kişisel mesajlaşma yoluyla görüşmelerde bulunduklarının anlaşıldığı vurgulanmıştır. Kararda; fiyatın satın alma süreci ve kaynak tahsisini belirleyen en önemli faktörlerden biri olduğu, bu nedenle fiyata ilişkin görüşmelerin rekabeti bozucu etkisi konusunda fikir birliği bulunduğu ifade edilmiştir. Söz konusu görüşmelerin gerçekleşmemiş olması hâlinde fiyatların nasıl olacağı hususunda kesin bir öngörüde bulunmanın mümkün olmayacağının belirtildiği kararda, bununla birlikte soruşturma kapsamında yapılan analizlerde 2006 ve 2009 yıllarında fiyatların daha düşük olabileceğinin tahmin edildiği vurgulanmıştır. Kararda sonuç olarak fiyat stratejisine ilişkin görüşmelerin uyumlu eylem veya anlaşma mahiyetinde olduğu, 4054 sayılı Kanun'un maddesini ihlal eder nitelikte olduğu açıklanmıştır. İhlal olarak nitelendirilen davranışların 2006-2009 yılları arasında devam eden tek bir uzlaşmanın sonucu olduğunun kabul edildiği kararda, katılım süresi bir yılın üzerinde olan başvurucuya uygulanacak cezanın yarı oranında artırıldığı, buna karşılık ihlal konusu faaliyetin yıllık gayrisafi gelirinde çok düşük bir payının bulunması sebebiyle indirim uygulandığı belirtilmiştir. Başvurucu, erken ödeme imkânından yararlanarak idari para cezasını 193,71 TL olarak ödediğini belirtmiştir.B. İdari Yargı Süreci Başvurucu, idari para cezası ile 15/2/2009 tarihli ve 27142 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan ''Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar ile Hakim Durumun Kötüye Kullanılması Hâlinde Verilecek Para Cezalarına İlişkin Yönetmelik" (Yönetmelik)' in iptali istemiyle 30/9/2011 tarihinde Danıştay Onüçüncü Dairesinde (Daire) dava açmıştır. Dava dilekçesinde özetle şunları ileri sürmüştür:i. Özel tüketim vergisi indiriminin yürürlüğe girmesinden sonraki döneme ilişkin olarak Kurulun 24/6/2009 tarihli kararıyla soruşturma açılmamasına karar verildiği hâlde bu dönemin de yeniden soruşturulması hukuka aykırıdır. ii. Ceza uygulanmasına ilişkin idari işlemin tesis sürecine dair açık ve belirli bir usul bulunmamaktadır. Tüm teşebbüslerle ilgili olarak tek bir karar verilmesi hukuka uygun değildir.iii. Ön araştırma evrelerinde kanunda öngörülen sürelere uyulmamıştır. Bu bağlamda ön araştırma yapan raportör, görüşünü 4054 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen otuz günlük süre içinde Kurula vermemiştir. Yine Kurul, anılan Kanun'un maddesinin birinci fıkrasında belirtilen on günlük süre içinde karar verme yükümlülüğüne uymamıştır. iv. Savunma istem yazısında etkili bir savunma yapmayı mümkün kılacak olgulara yer verilmemiştir. Ön araştırma raporu sonradan tebliğ edilmiş ise de bunun üzerine Kurula sundukları ek savunmanın dikkate alındığı karardan anlaşılamamaktadır. v. Yerinde inceleme, 4054 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen usule uygun olarak yapılmamıştır. Yerinden inceleme yetki belgesinde somutlaştırma yapılmamış, genel ifadelere yer verilmiştir. vi. Yönetmelik'in maddesinde öngörülen hafifletici nedenler uygulanmamıştır. Örneğin incelemeye yardımcı olunduğu ve ilk defa incelemeye konu edildiği hususlarının hafifletici neden olarak dikkate alınması konusunda Kurulun takdir yetkisi bulunmamaktadır. vii. Para cezasının dayanağı olan Yönetmelik hükmü 4054 sayılı Kanun'a aykırıdır. Ceza oranlarının teşebbüslere göre farklılaştırılmasının gerekçesi kararda açıklanmamıştır. viii. 4054 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "nihai karardan önceki mali yılsonu oluşan yıllık gayrisafi gelirinin %10'u" ibaresi, yaptırım uygulanacak mali yılın ve gayrisafi gelirin önceden belirli olmaması sebebiyle Anayasa'nın maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesine, cezanın miktarının idarenin incelemesinin uzamasına bağlı olarak artabilmesi nedeniyle maddesinde düzenlenen suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırıdır. ix. 4054 sayılı Kanun'un yerinde inceleme usulünü düzenleyen maddesi Anayasa'nın ve maddelerine aykırıdır. Kişilerin mesleki ve ticari faaliyetleri kapsamındaki kâğıt ve eşyalarının yanı sıra işyerleri de özel hayata saygı hakkının koruması kapsamında olduğundan Anayasa'daki özel güvenceler bunlara ilişkin aramalar yönünden de geçerlidir. x. Geleceğe yönelik fiyat stratejisinin görüşülmesinin rekabeti bozucu bir davranış olarak kabulü doğru değildir. Bilgi paylaşımının ancak rekabeti sınırlandırdığının somut olarak ortaya konulması hâlinde 4054 sayılı Kanun'un ihlali olarak değerlendirilmesi gerekir. Somut olayda ise bu şekilde bir tespit yapılmadan bilgi paylaşımının per se rekabeti bozduğu kabul edilmiştir. xi. 2006-2009 yılları arasındaki fiillerin tek bir uzlaşı kararına dayandığı tespitinin temeli bulunmamaktadır. Zira söz konusu fiillerin kesintisiz bir biçimde devam ettiği ortaya konulamamıştır. 2006 ve 2009 yılındaki fiyat artışının sebebi kurdaki yükseliş olup teşebbüsler arasında bir anlaşma bulunmamaktadır. Aksini gösteren deliller Kurul tarafından dikkate alınmamıştır. Rekabet Kurumunun savunma yazısında özetle şunlar ileri sürülmüştür:i. Özel tüketim vergisi indiriminden sonraki dönemin mükerrer soruşturulduğu iddiası yerinde değildir. Kurulun soruşturma açılmasına yer olmadığına dair 24/6/2009 tarihli kararı ihlale yönelik yeterli delil bulunmamasına dayanmaktadır. Buna mukabil ön araştırma sonucunda özel tüketim vergisi indirimi dışındaki dönemlerde teşebbüslerin koordinasyon içinde hareket ettiklerini gösteren belgelerin elde edilmesi sebebiyle teşebbüsler hakkında yeni bir soruşturma açılmasına karar verilmiştir. İkinci kez yapılan soruşturma sırasında 14/9/2009 tarihinde Anonim Şirketinde ve 15/9/2009 tarihinde de A. Anonim Şirketi ile N. Anonim Şirketinde gerçekleştirilen yerinde incelemelerde özel tüketim vergisi indiriminden sonraki dönemde de koordinasyonun sürdürüldüğünü gösteren 19/3/2009 ve 16/6/2009 tarihli belgeler elde edilmiştir. Söz konusu belgeler önceki ön inceleme esnasında mevcut olmayıp ikinci ön inceleme sırasında temin edilmiştir. Yeni delil elde edilmesi sebebiyle özel tüketim vergisi indiriminden sonraki dönemin de yeniden soruşturmaya konu edilmesi hukuka aykırı değildir. ii. Kurul, birden fazla teşebbüsün fiilini aynı kararda ele almakla birlikte her bir teşebbüs yönünden münferit değerlendirme yapmıştır. Ayrıca 4054 sayılı Kanun'un maddesinde yasaklanan fiilin mahiyeti dikkate alındığında incelemenin tek bir kararda yapılması işin doğası gereğidir. iii. Kurum raportörleri 4054 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen otuz günlük süresi içinde raporu Kurula sunmuştur.iv. Soruşturmaya konu iddiaların türü ve niteliğini içeren bilgiler savunma talep yazısında başvurucuya gönderilmiştir. Soruşturmanın selameti açısından bu aşamada ön inceleme raporu başvurucuya tebliğ edilmemiş ise de sonraki aşamalarda başvurucuya gönderilmiştir. v. Yerinde inceleme yetki belgesinde incelemenin konusu açık bir biçimde belirtilmiş ve yetki belgesi kanuni hükümlere uygun olarak düzenlenmiştir. vi. Kurul, temel cezanın yanında hafifletici ve ağırlaştırıcı nedenleri de dikkate alarak nihai ceza miktarını belirlemiştir. İncelemeye yardımcı olunmasının bir indirim sebebi olabilmesi için başvurucunun kanunen zorunlu olan iş birliğinin ötesine geçerek Rekabet Kurumunun kendi imkânlarıyla elde edemeyeceği bilgi ve belgeleri sunmuş olması gerekir. Somut olayda da böyle bir durum bulunmamaktadır. Ayrıca ilk defa soruşturmaya konu olma biçiminde bir indirim nedeni Yönetmelik'te öngörülmemiştir. vii. Para cezasının dayanağı olan Yönetmelik hükmü hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini temin edecek nitelikte düzenlenmiş olup 4054 sayılı Kanun'a aykırı değildir. Öte yandan cezalar her bir müteşebbis yönünden şahsileştirilerek belirlenmiş, bunun gerekçesi detaylı bir biçimde Kurul kararında açıklanmıştır.viii. Dava dilekçesinde savunulanın aksine "nihai karardan önceki mali yılsonu" ibaresi belirsizliğe yol açmamakta, aksine hukuki güvenlik sağlamaktadır. Söz konusu düzenlemeyle teşebbüslerin karara en yakın tarihli ödeme gücü esas alınmakta ve buna da üst sınır getirilerek hukuki güvenlik sağlanmaya çalışılmaktadır. Kural, aynı durumda bulunan herkes yönünden uygulanacağından suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile eşitlik ilkesine de aykırı değildir. Ayrıca "yıllık gayrisafi gelirinin" ibaresiyle cezanın uygulanacağı parametre netleştirildiğinden bu ibarenin Anayasa'ya aykırılığından söz edilemez. ix. Yerinde yapılan inceleme, zor kullanma yetkisi içermediğinden arama kararı niteliğinde değildir. Bu sebeple Anayasa'nın ve maddelerindeki özel güvencelere aykırılık oluşturmamaktadır. x. Teşebbüslerin geleceğe yönelik fiyat stratejilerinin belirlenmesine yönelik eylemlerin salt bilgi değişimi mahiyetinde görülmesi mümkün olmayıp bu eylemler 4054 sayılı Kanun'un maddesinin ihlalidir. Öte yönden bu eylemler salt bilgi değişimi mahiyeti taşısa bile doktrin ve içtihat dikkate alındığında per se rekabeti bozucu yönünün bulunduğu kabul edilmektedir. Otomotiv sektöründe fiyatın talebin belirlenmesinde tek unsur olmadığı doğru olmakla birlikte talebin belirlenmesinde temel unsur fiyattır. Dolayısıyla geleceğe yönelik fiyat stratejilerinin paylaşılması rekabeti bozucu fiil niteliğindedir. Bayilerin ortalama kâr marjı dikkate alındığında bilgi değişiminin fiyatları etkilememesi mümkün değildir. Kaldı ki söz konusu bilgi değişiminin ihlal oluşturabilmesi için fiyatları etkilemesi de gerekmez. xi. İhlalin kesintisiz bir biçimde sürdürüldüğü hususu soruşturma raporuyla saptanmıştır. Kaldı ki eylemlerin kesintiye uğradığının kabul edilmesi hâlinde teşebbüsler yönünden daha ağır sonuçlar ortaya çıkacaktır. xii. Başvurucu, satış fiyatlarını bağımsız bir biçimde belirlediğini ileri sürmekteyse de soruşturma sürecinde elde edilen elektronik iletiler ile toplantı belgelerinden başvurucunun 2006 yılından beri fiyat politikasını sektördeki diğer bazı aktörlerle koordinasyon içinde belirlediği anlaşılmıştır. Daire 6/4/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Daire kararında öncelikle başvurucunun Yönetmelik hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğu iddiası karşılanmıştır. Bu meseleye yönelik olarak kararda özetle şunlar ifade edilmiştir:i. Bir hiyerarşik normlar sistemi olan hukuk düzeninde alt düzeydeki normların yürürlüklerini üst düzeydeki normlardan aldığı kuşkusuzdur. Normlar hiyerarşisinin en üstünde evrensel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunmaktadır. Hiyerarşik olarak daha altta bulunan kanunlar Anayasa'ya, tüzükler kanunlara, yönetmelikler ise kanun ve tüzüklere dayanmaktadır. Bir normun daha üst konumda bulunan bir norma aykırı veya bunu değiştirici nitelikte bir hüküm getirmesi mümkün değildir.ii. Kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerklikte bir kamu kurumu olan Rekabet Kurumunun 4054 sayılı Kanun'un tanıdığı görev ve yetkilerle sınırlı olarak yönetmelik çıkarma yetkisi olduğu kuşkusuzdur.iii. 4054 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca verilecek idari para cezaları 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun genel hükümlerine tabi olup Rekabet Kurumu tarafından idari para cezaları alanında yapılacak düzenlemelerde belirtilen 5326 sayılı Kanun'un genel hükümlerinde yer alan düzenlemelerin dikkate alınması gerektiği açıktır. Bu noktada idari yaptırımlar konusunda genel kanun olan 5326 sayılı Kanun'un "Kanunilik ilkesi" kenar başlıklı maddesinde yaptırımın türü, süresi ve miktarı bakımından mutlak olarak kanunilik ilkesi benimsenmiştir.iv. 4054 sayılı Kanun'un maddesinde; yaptırımın türü idari para cezası, miktarı ise teşebbüs veya teşebbüs birliğinin nihai karar tarihinden bir önceki yıl cirosunun %10'una kadar olarak belirlenmiştir. Anılan maddeye göre nispi olarak belirlenen idari para cezasına ilişkin oran noktasında Kurulun takdir yetkisi bulunmaktadır. Dava konusu Yönetmelik hükümlerinde ise idari para cezası dışında bir idari yaptırım öngörülmediği ve %10 sınırının üzerine çıkacak bir oran belirlenmediği açık olduğundan Yönetmelik hükümlerinde idari yaptırımların kanuniliği ilkesine aykırı bir yön bulunmamaktadır.v. Ayrıca Kurul, 4054 sayılı Kanun’un maddesine göre teşebbüs veya teşebbüs birliğinin cirosunun %10’una kadar ceza uygulama yetkisine sahip olup bu sınırın hiçbir şekilde aşılamayacağı açıktır. Anılan maddede "...ihlâlin tekerrürü, süresi, teşebbüs veya teşebbüs birliklerinin piyasadaki gücü, ihlâlin gerçekleşmesindeki belirleyici etkisi, verilen taahhütlere uyup uymaması, incelemeye yardımcı olup olmaması, gerçekleşen veya gerçekleşmesi muhtemel zararın ağırlığı gibi hususları..." denilmek suretiyle idari para cezasının belirlenmesinde dikkate alınacak hususlar örnek kabilinden sayılmıştır. Bu anlamda Yönetmelik ile yapılan düzenlemenin Kurulun bireysel olaylar bakımından sahip olduğu takdir yetkisini bir düzenleyici işlemle gelecekteki bütün benzer olaylar için ortaya koyması olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Nispi olarak belirlenen idari para cezalarında idari para cezası uygulayacak makama geniş bir takdir yetkisi verilmesi, idari yaptırımların muhatapları açısından eşitlik ve hukuki güvenlik ilkeleri bakımından sakıncalar yaratabilmektedir. Bu noktada nispi idari para cezaları açısından miktar veya oran aralığının dar tutulması veya belirtilen aralıkta takdir yetkisinin kullanımında idarenin eşitlik ilkesi çerçevesinde objektif kriterleri belirlemesi bu sakıncaların asgari düzeye indirilmesini temin edebilecektir. İdari para cezası miktarının tespitinde objektif kriterlerin belirlenmesi, idarenin takdir yetkisinin yargısal denetimine olanak sağlaması ve bu bağlamda hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesi yönünden önem arz etmektedir. vi. Cezanın 4054 sayılı Kanun'da öngörülen azami yüzde onluk oranı aşmamak üzere belirlenmesine yönelik olarak ve anılan Kanun'un verdiği takdir yetkisinin objektifleştirilmesi amacıyla yapılan dava konusu düzenlemelerde üst hukuk normlarına ve dayanak Kanun hükümlerine aykırılık görülmemiştir. Daire kararında daha sonra idari para cezasının hukukiliği incelenmiştir. İdari para cezasının hukuka uygun olduğu sonucuna varılan kararın gerekçesinin buna ilişkin kısmı özetle şöyledir:i. 4054 sayılı Kanun'un maddesiyle, belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ile teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemleri açıkça yasaklanmıştır. Diğer yandan 4054 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasında bu Kanun'un maddesinde yasaklanmış davranışlarda bulunanlara, ceza verilecek teşebbüs ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyelerinin nihai karardan bir yıl önceki mali yıl sonunda oluşan ya da bunun hesaplanması mümkün olmazsa nihai karara en yakın mali yıl sonunda oluşan ve Kurul tarafından saptanacak olan yıllık gayrisafi gelirinin %10'una kadar idari para cezası verileceği belirtilmiştir.ii. 4054 sayılı Kanun'un genel gerekçesinde; rekabetin sağlandığı bir piyasa ekonomisinde fiyat ve kâr göstergelerinin müdahalelerden uzak olarak belirleneceği, rekabetin piyasa ekonomisinin işlerliğini sağlayan araç durumundaki bir süreç olduğu, rekabeti oluşturacak şartların bulunmaması durumunda piyasa ekonomisinin sağlıklı bir şekilde işlemesinin mümkün olamayacağı, bu sürecin sağlıklı işlemesini temin etmek bakımından teşebbüslerin rekabete aykırı fiil ve davranışlardan sakınması gerektiği belirtilmiştir.iii. 4054 sayılı Kanun'un maddesinin gerekçesinde; maddenin amacı bakımından anlaşmanın medeni hukukun geçerlilik koşullarına uymasa bile tarafların kendilerini bağlı hissettikleri her türlü uzlaşma ya da uyuşma anlamında kullanıldığı, anlaşmanın yazılı veya sözlü olmasının bir öneminin olmadığı belirtilmiştir. 4054 sayılı Kanun’un maddesine göre anlaşma, uyumlu eylem veya teşebbüs birliği kararlarının rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı amaç taşıması yeterli olup -amacın bu olması koşuluyla- söz konusu davranışların ayrıca piyasada rekabeti bozucu etkilerinin görülmesi veya bu etkilerin ispatı aranmayacaktır. Bir başka anlatımla rekabeti ihlal edici amacın belirlenebildiği durumlarda, rekabete aykırı olduğu iddia edilen fiil ve davranışların mahiyetinin tespit edilmesi asgari seviyede önem taşımaktadır. Nitekim 4054 sayılı Kanun'un aktarılan hükümleri ve buna ilişkin gerekçelerde özetle rekabetin ihlal edilmesini amaç edinen fiil ve davranışların yasaklandığı belirtilmiştir. iv. Rekabet açısından önemli olduğuna kuşku bulunmayan geleceğe ilişkin hassas bilgilerin piyasada rekabet edilen başka bir teşebbüsle paylaşılmasında rekabeti ihlal edici bir amacın olduğu şüphesi ortaya çıkacaktır. Nitekim gerek Avrupa Birliği Adalet Divanının (ABAD) "T-Mobile" kararında gerekse doktrinde rakipler arasında gelecekteki davranışlarına yönelik belirsizlikleri ortadan kaldırabilecek nitelikte olan bilgi paylaşımlarının rekabete aykırı olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Paylaşılan bilgi geleceğe ilişkin fiyat veya buna ilişkin stratejik bir bilgi olduğu takdirde rekabeti ihlal etme amacının ayrıca irdelenmeye ihtiyaç duyulmayacak şekilde ortada olduğu da açıktır. Bunun yanında teşebbüsler arası bilgi paylaşımlarının piyasada bir etkisinin olmadığı ileri sürülebilirse de belirtilen rekabete hassas bilgi paylaşımının teşebbüslerin gelecekte piyasada alacakları kararlarda etkili olacağının aksi ispatlanmadıkça kabul edilmesi gerekmektedir. Bu durum, ABAD'ın Polypropylene ve Sugar kararlarında teşebbüsler aleyhine bir karine olarak değerlendirilmiştir. Bir başka anlatımla fiyatların yükseltilmesi hususunda rakipler arasında kesin bir anlaşmaya varılmasa dahi bir rakibin geleceğe ilişkin fiyatlama stratejisini açıkladığı bir toplantıya sadece katılmış olmak da bir karine olarak kabul edilmektedir.v. Başvurucu 17/5/02006 tarihinde avrodaki artışın fiyatlara yansıtılması konusunda 4 teşebbüs arasında gerçekleşen görüşmelere katılmıştır. Başvurucu 19/3/2009 tarihli Otomotiv Distribütörleri Derneği toplantısına da katılmıştır. Anılan toplantıya katılan teşebbüsler kısa vadede zam yapacaklarına dair beyanlarda bulunmuştur. Bu hâliyle anılan toplantıda doğrudan doğruya geleceğe yönelik fiyat stratejisi paylaşımının yapıldığı, yine aynı mahiyette bilgilerin bireysel iletişimler yoluyla da paylaşıldığı Kurul kararında yer verilen delillerden anlaşılmaktadır.vi. Dava konusu Kurul kararında teşebbüsler özelinde önce temel para cezası belirlenmiş, ardından Yönetmelik'te yer alan sebeplere uygun olarak artırım ve indirimler uygulanmıştır. İdari para cezasının belirlenmesine ilişkin Kurul kararında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. vii. 4054 sayılı Kanun'un , ve maddelerinde öngörülen ön araştırma ve soruşturma sürecine ilişkin süreler düzenleyici (disipliner) nitelikte olup hak düşürücü süre niteliğinde değildir. Bu sebeple söz konusu sürelere uyulmaması esasa etkili olmayan usul eksikliği niteliği taşımaktadır. viii. Öte yandan Kurulun daha önce soruşturma açmama yönünde karar almış olması nedeniyle daha sonra yapacağı soruşturmalarda elde ettiği delillerle birlikte yapacağı değerlendirmelere dayalı olarak ceza veremeyeceği sonucuna ulaşılamayacağı da açıktır. Bu itibarla başvurucunun bu konuda ileri sürdüğü iddialar da geçerli görülmemiştir.ix. Bu durumda dosyadaki bilgi ve belgeler değerlendirildiğinde başvurucunun yeni binek ve hafif ticari araçlar pazarında faaliyet gösteren ve ihlale taraf olan diğer teşebbüslerle geleceğe yönelik fiyat ve satış stratejileri ile hedef ve stok bilgilerini toplantı ve/veya bireysel iletişimler yoluyla paylaşmak suretiyle 4054 sayılı Kanun'un maddesini ihlal ettiği anlaşıldığından hakkında idari para cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir. Başvurucu, bu karara karşı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunda (İDDK) temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, esas itibarıyla önceki aşamada ileri sürdüğü iddiaları tekrarlamıştır. İDDK 20/5/2019 tarihinde, usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek Daire kararını onamıştır. Nihai karar 5/11/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4054 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır." 4054 sayılı Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde mal ve hizmet piyasalarında faaliyet gösteren ya da bu piyasaları etkileyen her türlü teşebbüsün aralarında yaptığı rekabeti engelleyici, bozucu ve kısıtlayıcı anlaşma, uygulama ve kararlar ile piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmaları ve rekabeti önemli ölçüde azaltacak birleşme ve devralma niteliğindeki her türlü hukuki işlem ve davranışlar, rekabetin korunmasına yönelik tedbir, tespit, düzenleme ve denetlemeye ilişkin işlemler bu Kanun kapsamına girer." 4054 sayılı Kanun'un "Rekabeti sınırlayıcı anlaşma, uyumlu eylem ve kararla" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemleri hukuka aykırı ve yasaktır.Bu haller, özellikle şunlardır:a) Mal veya hizmetlerin alım ya da satım fiyatının, fiyatı oluşturan maliyet, kar gibi unsurlar ile her türlü alım yahut satım şartlarının tesbit edilmesi,b) Mal veya hizmet piyasalarının bölüşülmesi ile her türlü piyasa kaynaklarının veya unsurlarının paylaşılması ya da kontrolü,c) Mal veya hizmetin arz ya da talep miktarının kontrolü veya bunların piyasa dışında belirlenmesi,d) Rakip teşebbüslerin faaliyetlerinin zorlaştırılması, kısıtlanması veya piyasada faaliyet gösteren teşebbüslerin boykot ya da diğer davranışlarla piyasa dışına çıkartılması yahut piyasaya yeni gireceklerin engellenmesi,e) Münhasır bayilik hariç olmak üzere, eşit hak, yükümlülük ve edimler için eşit durumdaki kişilere farklı şartların uygulanması,f) Anlaşmanın niteliği veya ticari teamüllere aykırı olarak, bir mal veya hizmet ile birlikte diğer mal veya hizmetin satın alınmasının zorunlu kılınması veya aracı teşebbüs durumundaki alıcıların talep ettiği bir malın ya da hizmetin diğer bir mal veya hizmetin de alıcı tarafından teşhiri şartına bağlanması ya da arz edilen bir mal veya hizmetin tekrar arzına ilişkin şartların ileri sürülmesi,Bir anlaşmanın varlığının ispatlanamadığı durumlarda piyasadaki fiyat değişmelerinin veya arz ve talep dengesinin ya da teşebbüslerin faaliyet bölgelerinin, rekabetin engellendiği, bozulduğu veya kısıtlandığı piyasalardakine benzerlik göstermesi, teşebbüslerin uyumlu eylem içinde olduklarına karine teşkil eder.Ekonomik ve rasyonel gerçeklere dayanmak koşuluyla taraflardan her biri uyumlu eylemde bulunmadığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir." 4054 sayılı Kanun'un "Yerinde inceleme" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kurul, bu Kanunun kendisine verdiği görevleri yerine getirirken gerekli gördüğü hallerde, teşebbüs ve teşebbüs birliklerinde incelemelerde bulunabilir. Bu amaçla teşebbüslerin veya teşebbüs birliklerinin:a) (Değişik:16/6/2020-7246/4 md.) Defterlerini, fiziki ve elektronik ortam ile bilişim sistemlerinde tutulan her türlü verilerini ve belgelerini inceleyebilir, bunların kopyalarını ve fiziki örneklerini alabilir, [(a) bendinin ilk hâli şöyledir: Defterlerini, her türlü evrak ve belgelerini inceleyebilir ve gerekirse suretlerini alabilir,]b) Belirli konularda yazılı veya sözlü açıklama isteyebilir,c) Teşebbüslerin her türlü mal varlığına ilişkin mahallinde incelemeler yapabilir.İnceleme, Kurul emrinde çalışan uzmanlar tarafından yapılır. Uzmanlar incelemeye giderken yanlarında incelemenin konusunu, amacını ve yanlış bilgi verilmesi halinde idari para cezası uygulanacağını gösteren bir yetki belgesi bulundururlar. (Ek fıkra: 1/8/2003-4971/25 md.) İlgililer istenen bilgi, belge, defter ve sair vasıtaların suretlerini vermekle yükümlüdür. Yerinde incelemenin engellenmesi veya engellenme olasılığının bulunması durumunda sulh ceza hakimi kararı ile yerinde inceleme yapılır. " 4054 sayılı Kanun'un "İdarî para cezası" kenar başlıklı maddesinin üç ila yedinci fıkraları şöyledir: "Bu Kanunun 4, 6 ve 7 nci maddelerinde yasaklanmış davranışlarda bulunanlara, ceza verilecek teşebbüs ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyelerinin nihai karardan bir önceki mali yıl sonunda oluşan veya bunun hesaplanması mümkün olmazsa nihai karar tarihine en yakın mali yıl sonunda oluşan ve Kurul tarafından saptanacak olan yıllık gayri safi gelirlerinin yüzde onuna kadar idarî para cezası verilir.Teşebbüs veya teşebbüs birliklerine üçüncü fıkrada belirtilen idarî para cezaları verilmesi halinde, ihlalde belirleyici etkisi saptanan teşebbüs veya teşebbüs birliği yöneticilerine ya da çalışanlarına teşebbüs veya teşebbüs birliğine verilen cezanın yüzde beşine kadar idarî para cezası verilir.Kurul, üçüncü fıkraya göre idarî para cezasına karar verirken, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 17 nci maddesinin ikinci fıkrası bağlamında, ihlalin tekerrürü, süresi, teşebbüs veya teşebbüs birliklerinin piyasadaki gücü, ihlalin gerçekleşmesindeki belirleyici etkisi, verilen taahhütlere uyup uymaması, incelemeye yardımcı olup olmaması, gerçekleşen veya gerçekleşmesi muhtemel zararın ağırlığı gibi hususları dikkate alır.Kanuna aykırılığın ortaya çıkarılması amacıyla Kurumla aktif işbirliği yapan teşebbüs ya da teşebbüs birlikleri veya bunların yöneticileri ve çalışanlarına, işbirliğinin niteliği, etkinliği ve zamanlaması dikkate alınarak ve gerekçesi açık bir şekilde gösterilmek suretiyle üçüncü ve dördüncü fıkralarda belirtilen cezalar verilmeyebilir veya bu fıkralara göre verilecek cezalarda indirim yapılabilir.Bu maddeye göre verilecek idarî para cezalarının tespitinde dikkate alınan hususlar, işbirliği halinde para cezasından bağışıklık veya indirim şartları, işbirliğine ilişkin usul ve esaslar Kurulca çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir. " 4054 sayılı Kanun'un "Önaraştırma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kurul, resen veya kendisine intikal eden başvurular üzerine doğrudan soruşturma açılmasına ya da soruşturma açılmasına gerek olup olmadığının tespiti için önaraştırma yapılmasına karar verir.Önaraştırma yapılmasına karar verildiği takdirde Kurul Başkanı, meslek personeli uzmanlardan bir ya da birkaçını raportör olarak görevlendirir.Önaraştırma yapmakla görevlendirilen raportör 30 gün içinde elde ettiği bilgileri, her türlü delilleri ve konu hakkındaki görüşlerini Kurula yazılı olarak bildirir." 4054 sayılı Kanun'un "Önaraştırmanın sonuçlanması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Önaraştırma raporunun Kurula teslimini takip eden 10 gün içinde, Kurul elde edilmiş olan bilgileri değerlendirerek karar vermek üzere toplanır ve soruşturma açılmasına veya açılmamasına karar verir." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararın düzeltilmesi" kenar başlıklı mülga maddesi şöyledir:" Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca;a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması,b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,d) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmış olması,Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir. Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulları ile bölge idare mahkemeleri, kararın düzeltilmesi isteminde ileri sürülen sebeplerle bağlıdırlar. Kararın düzeltilmesi istekleri esas kararı vermiş olan daire, kurul ve bölge idare mahkemesince incelenir. Dosyanın incelenmesinde tetkik hakimliği yapanlar, aynı konunun düzeltme yoluyla incelenmesinde bu görevi yapamazlar." 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un maddesiyle 2577 sayılı Kanun'un maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece idari yargılama usulündeki karar düzeltme kanun yolu mekanizmasının hukuki varlığı 6545 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 28/6/2014 tarihi itibarıyla sona ermiştir. Yönetmelik'in "Para cezasının belirlenmesine ilişkin ilkeler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Teşebbüs ile teşebbüs birliklerine veya bu birliklerin üyelerine verilecek para cezası belirlenirken;a) Bu Yönetmeliğin 5 inci maddesi çerçevesinde temel para cezası hesaplanır. Temel para cezası, Kanunun 4 üncü veya 6 ncı maddelerinde yasaklanmış, piyasa, nitelik ve kronolojik süreç olarak birden fazla bağımsız davranışın saptanması halinde, her bir davranış için ayrı ayrı hesaplanır.b) Temel para cezasının hesaplanmasından sonra, bu Yönetmeliğin 6 ncı ve 7 nci maddeleri çerçevesinde, ağırlaştırıcı ve hafifletici unsurlar göz önünde bulundurularak arttırma ve/veya indirme yapılır. (2) Bu Yönetmelik hükümleri gereğince belirlenecek para cezası miktarı, ceza verilecek teşebbüs ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyelerinin nihai karardan bir önceki mali yıl sonunda oluşan veya bunun hesaplanması mümkün olmazsa nihai karar tarihine en yakın mali yıl sonunda oluşan ve Kurul tarafından saptanacak olan yıllık gayri safi gelirlerinin yüzde onunu aşamaz. Bu sınırı aşan para cezaları, ceza verilecek teşebbüs ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyelerinin yıllık gayri safi gelirlerinin yüzde onuna indirilir ve koşulları bulunuyorsa bu Yönetmeliğin 7 nci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ile Aktif İşbirliği Yönetmeliği hükümleri uygulanır. (3) Teşebbüs veya teşebbüs birliklerine, Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen para cezalarının verilmesi halinde, ihlalde belirleyici etkisi saptanan teşebbüs veya teşebbüs birliği yöneticilerine ve çalışanlarına verilecek para cezası, teşebbüs veya teşebbüs birliğine verilen cezanın yüzde beşini aşamaz." Yönetmelik'in "Temel para cezası" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Temel para cezası hesaplanırken, Kanunun 4 üncü ve 6 ncı maddelerinde yasaklanmış davranışlarda bulunan teşebbüs ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyelerinin, nihai karardan bir önceki mali yıl sonunda oluşan veya bunun hesaplanması mümkün olmazsa nihai karar tarihine en yakın mali yıl sonunda oluşan ve Kurul tarafından saptanacak olan yıllık gayri safi gelirlerinin;a) Karteller için, yüzde ikisi ile yüzde dördü,b) Diğer ihlaller için, binde beşi ile yüzde üçü,arasında bir oran esas alınır. (2) Birinci fıkrada yazılı oranların belirlenmesinde, ilgili teşebbüs veya teşebbüs birliklerinin piyasadaki gücü, ihlal neticesinde gerçekleşen veya gerçekleşmesi muhtemel zararın ağırlığı gibi hususlar dikkate alınır. (3) Birinci fıkraya göre belirlenen para cezası miktarı;a) Bir yıldan uzun, beş yıldan kısa süren ihlallerde yarısı oranında,b) Beş yıldan uzun süren ihlallerde bir katı oranında,arttırılır." Yönetmelik'in "Ağırlaştırıcı unsurlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Temel para cezası,a) İhlalin tekerrürü halinde, her bir tekrar için,b) Soruşturma kararının tebliğinden sonra kartele devam edilmesi halinde,yarısından bir katına kadar arttırılır. (2) Temel para cezası,a) Kanunun 4 üncü veya 6 ncı maddeleri kapsamında ortaya çıkan rekabet sorunlarının giderilmesine yönelik olarak verilen taahhütlere uyulmaması halinde, yarısından bir katına kadar,b) İncelemeye yardımcı olunmaması halinde yarısına kadar,c) Diğer teşebbüslerin ihlale zorlanması gibi hallerde dörtte bire kadar,arttırılabilir." Yönetmelik'in "Hafifletici unsurlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Temel para cezası, yasal yükümlülüklerin yerine getirilmesi haricinde incelemeye yardımcı olunması, ihlalde kamu otoritelerinin teşvikinin veya diğer teşebbüslerin zorlamasının bulunması, zarar görenlere gönüllü olarak tazminat ödenmesi, diğer ihlallere son verilmesi, ihlal konusu faaliyetlerin yıllık gayri safi gelirler içerisindeki payının çok düşük olması gibi haller ilgili teşebbüs veya teşebbüs birliği tarafından ispatlanırsa, dörtte bir ile beşte üç arasında indirilebilir." B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler 4/6/2003 tarihli ve 4868 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan Birleşmiş Milletler Medenî ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin ilişik beyanlar ve çekince ile onaylanması Bakanlar Kurulunca 7/7/2003 tarihinde kararlaştırılmıştır. Bu Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Herkes mahkemeler ve yargı organları önünde eşittir. Herkes, bir suçla itham edildiğinde ya da bir hukuk davasında hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilirken, yasalar uyarınca kurulmuş, yetkili, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde adil ve kamuya açık bir ya da ulusal güvenlik gerekçeleriyle ya da tarafların özel hayatları bunu gerektirdiğinde, ya da özel durumlarda, mahkeme, açıklığın adalete zarar vereceği düşüncesine vardığı takdirde, mahkemenin gerekli gördüğü ölçüde, basın ve dinleyiciler duruşmaların tümü ya da bir kısmının dışında tutulabilirler. Ancak, küçüklerin çıkarları aksini gerektirmedikçe, ya da duruşmalar çocukların vesayetine ilişkin evlilikle ilgili uyuşmazlıklar hakkında olmadıkça, ceza ya da hukuk davalarında verilecek herhangi bir kararın aleni olması zorunludur. ... Hiç kimse, bir ülkenin yasalarına ve ceza usulüne göre daha önce kesin olarak mahkum olmuş ya da beraat etmişse, aynı fiil için yeniden yargılanamaz ve cezalandırılamaz." Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "Adil Yargılanma Hakkı" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Kesinleşmiş bir kararla beraat eden bir sanık aynı sebepten dolayı yeni bir yargılamanın konusu olamaz." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir" Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün "Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Hiç kimse, bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkum edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı, aynı devletin yargı yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkum edilemez." Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün maddesi bağlamında öncelikle yapılan takibatların cezai nitelikte olup olmadığını değerlendirmektedir. Bu çerçevede Sözleşme'nin maddesi için geliştirilen şu üç ölçüt uygulanmaktadır: (1) hukuka aykırı eylemin ulusal mevzuattaki hukuki tasnifi, (2) eylemin niteliği, (3) ilgili kişinin maruz kaldığı cezanın ağırlığının derecesi (A ve B/Norveç [BD], B. No: 24130/11, 29758/11, 15/11/2016, § 105; Sergey Zolotukhin/Rusya [BD], B. No: 14939/03, 10/2/2009, § 53). AİHM ayrıca başvurucuya yöneltilen birden fazla suçlamanın bulunduğu durumlarda başvurucunun suçlandığı cezai haksızlığın yaptırıma maruz kaldığı idari haksızlık ile benzer olup olmadığının belirlenmesinin zorunlu olduğunu vurgulamaktadır (Sergey Zolotukhin/Rusya, § 58). AİHM’e göre Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün maddesi, bire bir veya maddi olarak aynı olgulardan kaynaklanan ikinci haksızlık nedeniyle soruşturulmayı veya yargılanmayı yasaklamaktadır (Sergey Zolotukhin/Rusya, § 82). Buna göre anılan maddede düzenlenen güvence daha önceki bir mahkûmiyetin veya beraatin kesin hüküm gücü kazandığı hâlde yeni bir soruşturmanın başladığı durumlarda devreye girer. Bu madde, yeni bir dava/süreç başlatılarak yeniden yargılanmaya veya soruşturulmaya karşı korunmayı içerdiği için yeni suçlamanın kabul edilmesinin veya reddedilmesinin bir önemi bulunmamaktadır (Sergey Zolotukhin/Rusya, § 83). AİHM Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün maddesi bağlamında beraat veya mahkûmiyet kararından söz edilebilmesi için yargısal bir kararın bulunmasının zorunlu olmadığını belirtmektedir (Mihalache/Romanya [BD], B. No: 54012/10, 8/7/2019, §§ 94, 95). AİHM bir kararın beraat veya mahkûmiyet kararı olup olmadığı belirlenirken söz konusu kararın maddi içeriği ile başvurucunun durumuna etkisinin dikkate alınması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM'e göre Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün maddesinde yer alan "mahkûm edildiği ya da beraat ettiği" ibaresi sanığın olayın tüm koşullarının değerlendirilmesi suretiyle ceza sorumluluğu hakkındaki yargının tesis edildiğini, diğer bir ifadeyle davanın esasıyla ilgili belirlemenin yapıldığını ima etmektedir. Böyle bir değerlendirmenin yapıldığının söylenebilmesi için kararı veren otoritenin ulusal hukuk tarafından davanın esasıyla ilgili değerlendirme yaparak karar verme yetkisiyle donatılması hayatidir. Söz konusu otorite davadaki delilleri inceleyebilmeli ve değerlendirebilmeli, başvurucunun soruşturma makamlarının müdahalesine yol açan olayların birine veya tümüne dahlini cezai sorumluluğunun doğup doğmadığının tespiti yönünden değerlendirebilmelidir. Bir kimse hakkındaki suçlamadan sonra başlatılan ceza soruşturmasının ardından mağdurlar dinlenerek ve deliller yetkili otoritelerce toplanıp incelenerek gerekçeli bir şekilde kararın verildiği durumlarda davanın esasıyla ilgili belirleme yapıldığından söz edilebilecektir (Mihalache/Romanya, §§ 97, 98). Diğer taraftan AİHM, Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün maddesinin amacının daha önce nihai bir kararla sonuçlanan bir ceza yargılamasının tekrarlamasının yasaklanması olduğunu hatırlatmaktadır (Sergey Zolotukhin/Rusya, § 107). Aleyhine olağan kanun yollarına başvuru imkânı bulunan kararlar, bu yollara başvuru için öngörülen süreler aşılmadıkça (7) No.lu Protokol'ün maddesinin kapsamı dışındadır. Öte yandan yargılamanın yenilenmesi veya eski hâlin iadesi gibi olağanüstü başvurular kararın kesinleşip kesinleşmediğinin tespitinde dikkate alınmaz (Sergey Zolotukhin/Rusya, § 108). AİHM Sözleşme'nin maddesi kapsamında konut kavramının şirketlerin yönetim ofislerini, şubeleri ile diğer işyerlerini de kapsayacak şekilde yorumlanabileceğini belirtmiştir (Socıété Colas Est ve diğerleri/Fransa, B. No: 37971/97, 16/4/2002, § 41).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40991
Başvuru, işyerinde incelemenin kanuna aykırı olması nedeniyle konut dokunulmazlığı hakkının, rekabeti kısıtlayıcı davranışlarda bulunulduğu gerekçesiyle idari para cezası uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının, cezanın miktarının tayininde diğer müteşebbislerin ihracat ciroları dikkate alınmadığı hâlde başvurucunun ihracat cirolarının da hesaba katılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının, aynı fiilin ikinci kez soruşturulması nedeniyle yeniden yargılanmama ve cezalandırılmama ilkesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, yargılama devam ederken yürürlüğe giren kanunla karar düzeltme aşamasının kaldırılması nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, kınama disiplin cezasına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açılan davanın reddedilmesi, AYİM'in yapısından dolayı tarafsız ve bağımsız bir mahkeme olmaması, AYİM daire kararlarına karşı başvurulabilecek etkili bir kanun yolunun bulunmaması ve karar düzeltme para cezasına hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/1/2014 tarihinde Malatya İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 4/2/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Malatya Asker Hastanesi Baştabipliğinde sivil memur (hemşire) olarak görev yaptığı sırada hastanedeki görevlendirmelerle ilgili tartışmalar ve alınan sağlık raporunun amirine zamanında verilmesi hususundan kaynaklandığı anlaşılan sebeplerle ilgili olarak 17/11/2011 tarihinde, 23/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (c), (h), (j) ve (l) alt bentleri uyarınca kınama disiplin cezasıyla cezalandırılmıştır. Başvurucunun bu işleme karşı yaptığı itiraz, Genelkurmay Başkanlığının 20/12/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, söz konusu disiplin cezasının iptali talebiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 13/2/2013 tarihli ve E.2012/388, K.2013/225 sayılı kararı ile özetle başvurucunun henüz geçerlilik kazanmamış raporu Kuruma onaylatmadan ve ilk amirine bilgi vermeden izinsiz olarak görev yerini terk ettiğinden bahisle ceza verilemeyeceği ve bueylemin kınama cezası dışında bırakılması gerektiği belirtildikten sonra başvurucunun, başhemşire S. tarafından yapılan görevlendirmeye saygı hudutlarını aşan davranış ve sözleriyle hoşnutsuzluğunu belli ederek itiraz ettiği, personel arasında eşlerinin mesleklerine bakılarak ayrımcılık yapıldığını ileri sürerek işyerinin huzurunu bozduğu, böylelikle hâl ve hareketi ile saygısız davranmak, verilen emirlere itiraz etmek, iş arkadaşlarına, iş sahiplerine söz ve hareketle sataşmak ve Kurumun huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak fiillerine sebebiyet verdiğinin anlaşıldığı; kınama cezasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle oyçokluğuyla davanın reddine karar verilmiştir. Karara, karşıoy yazan iki üye ise özetle başvurucunun Malatya Asker Hastanesinde göreve başlamasını müteakip yapılan görevlendirmeler nedeniyle psikolojisinin bozulduğu ve kendisine negatif ayrımcılık yapıldığını düşündüğü, Malatya Devlet Hastanesinden alınan rapor hakkında amirine bilgi vermemesi dışında somut olarak hangi eylemiyle askerî terbiye ve teamüller ile 657 sayılı Kanun'a uymayan davranışlarda bulunduğunun ortaya konulmadığı, savunma yazısındaki ifadeleriyle sonraki beyanlarının disiplin suçunu oluşturması hâlinde bunlara ilişkin disiplin soruşturmasının ayrı bir savunma hakkı tanınarak yapılması gerekirken bu konularda savunma hakkı verilmeden cezalandırılmasının, savunma hakkı tanınmadan disiplin cezası verilemeyeceğine dair anayasal ve yasal düzenlemeye ters düştüğü, davacının başhemşire olan amirinin yaptığı görevlendirmeler konusunda rahatsızlıklarının bulunduğu, mevcut bilgi ve belgeler, tanık beyanları ile amiri S.nin doğrudan veya tevilli beyanlarından, görevlendirme işlemlerinde davacı aleyhine uygulamalar yaptığının anlaşıldığı, başvurucunun yasal hakkı olan müracaat ve şikâyet hakkını kullanarak amirine derdini anlatmaya çalıştığı, başka bir deyişle hak arama hürriyetini kullandığı, sarf ettiği sözlerde bir saygısızlık bulunmadığı, raporun Kurumu tarafından onaylanmamış olması ve ilk amirine bilgi vermeden izinsiz olarak görev yerini terk ettiği yönündeki eyleminin 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun (olay tarihinde yürürlükte olan şekliyle) maddesine göre disiplin suçu teşkil etmeyeceği, davacıya yazılı savunmada yüklenen eylemlerin herhangi bir disiplin suçunu oluşturmadığı, kınama cezasının sebep unsuru yönünden hukuka aykırı olduğu şeklinde kanaat belirtmişlerdir. Bu karara yapılan karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 4/12/2013 tarihli ve E.2013/1139, K.2013/1423 sayılı kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Söz konusu karar, 24/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez." 657 sayılıKanun'un maddesinin birinci fıkrasının (B) bendi şöyledir:"Kınama: Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir.Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:... c) Görev sırasında amire hal ve hareketi ile saygısız davranmak,...h) İş arkadaşlarına ve iş sahiplerine söz veya hareketle sataşmak,...j) Verilen emirlere itiraz etmek,...l) Kurumların huzur, sükün ve çalışma düzenini bozmak.,..."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/816
Başvuru, kınama disiplin cezasına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde AYİM) açılan davanın reddedilmesi, AYİM in yapısından dolayı tarafsız ve bağımsız bir mahkeme olmaması, AYİM daire kararlarına karşı başvurulabilecek etkili bir kanun yolunun bulunmaması ve karar düzeltme para cezasına hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, mahkemeye erişim hakkına ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında başlatılan adli soruşturma sonunda açılan kamu davasının 22/2/2019 tarihli duruşmasında hazır bulunmuş; Antalya Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) okunan hükümle mühür bozma suçundan hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu müdafii 25/2/2019 tarihli süre tutum dilekçesini Mahkemeye sunmuştur. Anılan dilekçe Mahkeme Kalemi tarafından sehven vekâletname olarak kaydedilmiştir. Süre tutum dilekçesine Mahkemenin Yazı İşleri Müdürü 27/12/2019 tarihinde "başvurucunun müdafii tarafından 25/2/2019 tarihli ve 27290 sayılı vekâletname ekinde gönderilen süre tutum dilekçesinin sisteme vekâletname olarak kaydedildiği, müdafinin müracaatı üzerine aksaklığın fark edilerek 24/4/2019 tarihinde dilekçenin istinaf başvuru dilekçesi olarak yeniden UYAP'a kaydedildiği" şerhi düşmüştür. Başvurucunun Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesine (Ceza Dairesi) yapmış olduğu istinaf başvurusunun "Antalya Asliye Ceza Mahkemesinin istinafa konu kararı ile sanık hakkında mühür bozma suçundan mahkumiyet kararı verildiği, kararın 22/02/2019 tarihinde sanığın yüzüne karşı verildiği, sanık müdafinin hüküm tarihinden sonra ibraz ettiği vekaletname ile 24/04/2019 tarihinde istinaf yasa yoluna başvurduğu, CMK.nın maddesine göre Bölge Adliye Mahkemesine başvurunun 7 günlük yasal süresi içerisinde yapılmadığı" gerekçesiyle itiraz kanun yolu açık olmak üzere 16/10/2019 tarihinde reddine karar verilmiştir. Başvurucu Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesine sunmuş olduğu itiraz dilekçesinde; süresinde istinafa başvurmasına rağmen Mahkeme Kalemi tarafından istinaf dilekçesinin UYAP' a sehven vekâletname olarak tarandığını, bu hatanın giderilmesi için 25/2/2019 tarihinde gönderdiği ve UYAP kayıtlarında mevcut olan istinaf başvurusunu 24/4/2019 tarihinde yeniden gönderdiğini, istinaf incelemesi sırasında hatalı olarak 24/4/2019 tarihli dilekçenin esas alındığını ileri sürmüştür. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 27/11/2019 tarihli kararı ile Ceza Dairesinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazının kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu 30/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Kanun yollarına başvurma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır." 5271 sayılı Kanun’un "Avukatın başvurma hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Avukat, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir." 5271 sayılı Kanun’un "İstinaf" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İlk derece mahkemelerinden verilen hükümlere karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Ancak, onbeş yıl ve daha fazla hapis cezalarına ilişkin hükümler, bölge adliye mahkemesince re'sen incelenir." 5271 sayılı Kanun’un "İstinaf istemi ve süresi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) İstinaf istemi, hükmün açıklanmasından itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu sanık hakkında 263 üncü madde hükmü saklıdır.(2) Hüküm, istinaf yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar." 5271 sayılı Kanun’un "Dosya üzerinde ön inceleme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"(1)Dosya üzerinde yapılan ön inceleme sonunda;...b) Bölge adliye mahkemesine başvurunun süresi içinde yapılmadığının, incelenmesi istenen kararın bölge adliye mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olmadığının, başvuranın buna hakkı bulunmadığının anlaşılması hâlinde istinaf başvurusunun reddine,Karar verilir. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/76 md.) Bu kararlar itiraza tabidir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de -maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında- mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, [GK] B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM, yasal yollara başvuru için süre ve usul kuralları öngörülmesinin amacının adaletin iyi yönetimini güvenceye bağlamak ve hukuki güvenlik ilkesini sağlamak olduğunu hatırlatmakta; bunun yanında yargısal başvurulara ilişkin usullerin, özellikle tebligat sistemi ışığında uyulması gereken başvuru sürelerinin hesaplanmasının Sözleşme'nin maddesinin gerektirdiği şekilde mahkeme hakkının etkililiğini güvence altına alacak nitelikte olması zorunluluğuna vurgu yapmaktadır. AİHM'e göre başvurucunun kamu otoritelerinin menfaati ile kendi menfaati arasında adil denge tesis eden tutarlı bir sisteme güvenebilme imkânına ve özellikle haklarına doğrudan müdahale teşkil eden ilgili idari işleme itiraz edebilecek açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olması önem taşımaktadır (Geffre/Fransa (k.k.), B. No: 51307/99, 23/1/2003). AİHM, dava hakkını süre koşuluna bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; AİHM'in rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 20). Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012, § 42). AİHM'e göre temyiz için öngörülen süre sınırlarına ilişkin kurallar, adaletin iyi yönetimini ve bilhassa hukuki belirlilik ilkesine riayet edilmesini sağlamayı hedefler. Bu kuralların uygulanması beklenir. Ancak söz konusu kurallar veya bu kuralların uygulanması, davacıların mevcut bir başvuru yolundan faydalanmalarına engel teşkil etmemelidir. Ayrıca madde istinaf veya temyiz mahkemeleri bakımından uygulanırken ilgili yargılama sürecinin özel koşullarına bağlı kalınmalı ve ulusal yasal düzende yapılan yargılamaların bütünlüğü ile temyiz mahkemesinin bu yargılamalardaki rolü dikkate alınmalıdır. Usulen temyize ilişkin kabul edilebilirlik koşulları, sıradan bir temyize kıyasla daha katı olabilir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 32, 33).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3259
Başvuru, ceza mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı kararı kapsamında il sınırları dışına çıkmama ve elektronik kelepçeyle takip şeklinde yükümlülükler getirilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD)vatandaşıdır. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Hatay Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda 8/2/2018 tarihinde 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda 19/9/2018 tarihinde başvurucunun 4 yıl 12 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve karar 20/3/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, İskenderun T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunurken İskenderun İnfaz Hâkimliğinin 29/5/2019 tarihli kararı ile başvurucunun cezasının koşullu salıverilme tarihine (17/4/2020) kadar olan kısmının 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 105/A maddesi uyarınca denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına karar verilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, ceza infaz kurumundan çıkarılarak 29/5/2019 tarihinde Hatay Denetimli Serbestlik Müdürlüğüne (Müdürlük) nakledilmiş ve 30/5/2019 tarihinde Denetimli Serbestlik Müdürlüğüne gerekli müracaatı yapmıştır. Müracaatı sonrasında, başvurucu hakkında risk ve ihtiyaç değerlendirmesi yapılmıştır. Yapılan değerlendirmeye göre 5275 sayılı Kanun'un 105/A maddesi ve 5/3/2013 tarihli ve 28578 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği'nin (Mülga Yönetmelik) - maddeleri kapsamında bir denetim planı hazırlanmış ve bu denetim planı başvurucuya tebliğ edilmiştir. Hazırlanan denetim planında başvurucuya 31/5/2019-29/8/2019 tarihleri arasında haftada dört gün, 30/8/2019-28/11/2019 tarihleri arasında haftada iki gün, 29/11/2019-17/4/2020 tarihleri arasında haftada bir gün polis merkezinde imza atma, 108 gün Hatay İl Müftülüğü bünyesinde kamuya yararlı bir işte ücretsiz çalışma, 17/6/2019 tarihinde saat 30, 8/7/2019 tarihinde saat 30, 29/7/2019 tarihinde 30'da olmak üzere üç bireysel görüşme, 20/8/2019 tarihinden itibaren ayda bir olmak üzere 16/4/2020 tarihine kadar eğitim seminerine katılma, 17/6/2019 tarihinden itibaren ayda bir olmak üzere 16/4/2020 tarihine kadar vaka sorumlusuyla görüşme yükümlülükleri getirilmiştir. Müdürlük tarafından başvurucunun UYAP kayıtlarında yer alan kesinleşmiş mahkeme ilamı ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının incelenmesi neticesinde ABD vatandaşı olarak NASA’da çalıştığına dair bilgilerin yer aldığı, ceza infaz kurumundan çıktıktan sonra da gerek ulusal basında gerekse sosyal medya hesaplarında gündemde olduğu, hakkında birçok iddianın yer aldığı hususları birlikte değerlendirilerek yükümlülüklerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır. Mülga Yönetmelik'in maddesinin (5) numaralı fıkrası gereğince, başvurucunun dosyası durumu yeniden değerlendirilmek üzere İnfaz Bürosu tarafından Değerlendirme ve Planlama Bürosuna gönderilmiştir. Yapılan değerlendirme sonucunda Müdürlük İnfaz İşlemleri Değerlendirme Komisyonu 31/5/2019 tarihli kararı ile denetim planına diğer yükümlülüklerine ek olarak ikamet adresi gözönünde tutularak Hatay ili merkez ilçeleri Antakya ve Defne ilçe sınırları içinde denetim ve gözetim altında bulundurulma yükümlülüğü yüklenmesine karar verilmiştir. Kararda elektronik kelepçe bulunmadığı için bu yükümlülüğün infazının başvurucunun ikamet ettiği yerin Polis Merkezi Amirliğince takip edilmesi istenmiştir. Başvurucu hakkında gözden geçirilmiş denetim planı düzenlenmiş ve işin aciliyeti ve önemi dikkate alınarak 31/5/2019 tarihinde saat 40'ta kolluk marifetiyle başvurucuya tebliğ edilmiştir. Değerlendirme Komisyonunun kararında "...kesinleşmiş mahkeme ilamı ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının incelenmesinde, yükümlünün ABD vatandaşı olarak NASA’ da çalıştığına dair bilgilerin yer aldığı, ayrıca yükümlü İ.K’ dan çıktıktan sonra da gerek ulusal basında gerekse sosyal medya hesaplarında ABD devlet Başkanı Donald Trump tarafından atılan sosyal medya mesajları ile 'Serkan Gölge'ye atfen bu kişinin bir an önce ABD’ ye döneceğine inancım tamdır şeklindeki açıklamaları birlikte değerlendirildiğinde, yükümlünün söz konusu kararın infazı tamamlanmadan ülke sınırlarını terk edeceği kanaatine varıldığında yükümlü hakkında Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliğinin 83/ maddesinde yer alan, 'Hükümlünün risk durumu, işlediği suçun nitelikleri, .... Göz önünde bulundurularak diğer yükümlülüklere ek olarak belirlenen yer veya bölgelere gitmekten yasaklama ya da belirlenen bir bölgede denetim ve gözetim altında bulundurulma yükümlülüklerinden birine veya her ikisine birlikte karar verilebilir' denilmek sureti ile, özellikle toplumda infial uyandırır mahiyetteki ulusal haberler, yükümlünün ceza infaz kurumundan çıktıktan sonra yurt dışına izinsiz olarak çıkmak için Hatay Emniyet Müdürlüğü Pasaport Birimine de haricen müracaat ettiği öğrenilen yükümlünün hakkındaki infazı etkisiz kılmaya yönelik olarak tutum ve davranışları nedeni ile yönetmeliğin 83/ Maddesi uyarınca diğer yükümlülüklerine ek olarak ikamet ettiği adres değerlendirilerek, yükümlünün Hatay Merkez ilçeleri olan Antakya ve Defne Merkez ilçe sınırları içerisinde denetim ve gözetim altında bulundurulma yükümlülüğü yüklenmek sureti ile denetim planının bu şekilde yeniden hazırlanmasına" şeklinde gerekçe belirtilmiştir. Tedbirin infazı devam etmekte iken Değerlendirme Komisyonu 13/6/2019 tarihli kararıyla bir bölgede denetim ve gözetim altında bulundurulma yükümlülüğünün (Antakya ve Defne ilçe sınırları içinde bulundurulma yükümlülüğü) Yönetmelik'in ve maddeleri uyarınca elektronik cihaz ile takibinin yapılmasına karar verilmiştir. Değerlendirme Komisyonunun kararında "...Müdürlüğümüzde o tarih itibari ile elektronik izleme cihazı bulunmaması nedeni ile iş bu yükümlülüğün takibinin kolluk marifeti ile infazına başlanıp devam olunmakta iken, Antakya Kaymakamlığı ilçe Emniyet Müdürlüğünün 10/6/2019 tarih ve 30622554-70697-(62396)-E.2019061011514302358 sayılı yazısı ile, adı geçen yükümlü hakkında uygulanmakta olan tedbirin Müdürlüklerince yerine getirildiğini, ancak Müdürlüğün yetki alanı itibari ile Hatay ilinin oldukça geniş bir bölümünde kolluk görevini ifa ettiklerini, olay sayısının fazlalığı, ekip sayısının olaylara müdahale aşamasında gecikmelere neden olduğu, bu nedenle kendileri tarafından da söz konusu yükümlülüğün takip ve denetiminde oldukça güçlük yaşandığı ve başka mağduriyetlere neden olduğu, takibin elektronik yöntemle yapılıp yapılmayacağı hususunda değerlendirme yapılmasının talep edildiği anlaşılmış olup,... her ne kadar kolluk marifeti ile şu aşamada takibi yapılmakta ise de, İlçe Emniyet Müdürlüğünün talebinin haklı ve yerinde olduğu, zira Antakya ilçe Emniyet Müdürlüğünün yetki sınırları düşünüldüğünde Hatay İI Merkezinin yaklaşık 3/4' üne tekabül eden bir alanı kapsadığı ve adli ve idari vakaların yaklaşık %85' inin bu müdürlük yetki sınırlarında meydana geldiği, dolayısı ile özellikle 2016 yılındaki kalkışma hareketi sonrası Emniyet Teşkilatı içerisinde de bir takım personelin görevle ilişiğinin kesilmesi neticesinde personel sıkıntısının da mevcut olduğu, bunun yanı sıra, yükümlünün de kolluk tarafından sürekli izlenmek sureti ile yükümlülüğün infazının da yükümlü açısından da rahatsızlık verici bir durum olduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu yükümlülüğün infazının Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliğinin maddesi uyarınca söz konusu bu yükümlülüğün elektronik cihaz ile takip edilmesinin uygun olduğuna..." şeklinde gerekçe belirtilmiştir. Başvurucu ilgili karara karşı İnfaz Hâkimliğine başvuruda bulunmuş ise de Hatay İnfaz Hâkimliği; Yönetmelik uyarınca başvurucunun hakkında belirlenen yükümlülüğün değiştirilmesini öncelikle Komisyondan talep etmesi, Komisyon tarafından yapılan değerlendirme sonucu verilen karara karşı İnfaz Hâkimliğine şikâyet yoluna başvurması gerektiğini belirterek talebin usulden reddine karar vermiştir. İnfaz Hâkimliğinin usulden ret kararı üzerine Müdürlük tarafından yeniden bir değerlendirme yapılmıştır. Müdürlük Değerlendirme Komisyonu 28/6/2019 tarihinde bir bölgede denetim ve gözetim altında bulundurulma yükümlülüğünün elektronik cihaz ile takibine dair kararlarda herhangi bir isabetsizlik bulunmaması nedeniyle itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiştir. Hatay İnfaz Hâkimliği 4/7/2019 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "Dosyanın incelenmesinde hükümlü hakkında Hatay Denetimli Serbestlik Müdürlüğünün 31/5/2019 tarihli ... kararı ile Hatay İli Merkez İlçeleri Antakya ve Defne İlçeleri sınırları içerisinde denetim ve gözetim yükümlülüğü yüklenmesine ve Müdürlükte elektronik kelepçe bulunmadığından denetim planındaki bu yükümlülüğün Antakya Şehit Özen Polis Merkezi Amirliğince takip edilmesine karar verildiği, ancak Antakya İlçe Emniyet Müdürlüğünün 10/6/2019 tarihli yazısı doğrultusunda Hatay Denetimli Serbestlik Müdürlüğünün 13/6/2019 tarih ve 2019/1262 İİDK sayılı kararı ile hükümlünün elektronik kelepçe ile takibine karar verildiği anlaşılmakla; Hakimliğimizce yapılan değerlendirmede ilgili mevzuatça hüküm altına alındığı üzere hükümlü hakkında yapılan değerlendirmeler neticesinde hükümlünün risk durumu ve işlediği suçun nitelikleri dikkate alınarak hükümlü hakkında ek yükümlülükler yüklenebileceği gibi, elektronik yöntemle takibinin yasal mevzuata uygun olduğu, hükümlü hakkında belirlenen denetim planının hükümlünün risk ve ihtiyaç durumuna göre belirlendiği anlaşıldığından Hatay Denetim Serbestlik Müdürlüğünün 13/6/2019 tarih ve 2019/1262 İİDK sayılı kararının usul ve yasaya uygun olduğu kanaatine varılarak " şeklinde değerlendirme yapılarak yükümlü Serkan Gölge'nin talebinin reddine... [karar verildi.]" İnfaz Hâkimliğinin ret kararı doğrultusunda başvurucuya verilen bir bölgede denetim ve gözetim altında bulundurulma yükümlülüğü kapsamında 5/7/2019 tarihinde elektronik kelepçe takılmış ve kolluk marifetiyle yapılan denetim sonlandırılmıştır. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına itiraz etmiş ve Hatay Ağır Ceza Mahkemesinin24/7/2019 tarihli kararı ile yapılan itiraz kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar 17/9/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Değerlendirme Komisyonu 11/10/2019 tarihinde elektronik yöntemlerle takip edilen bir bölgeden ayrılmama yükümlülüğünün kaldırılmasına, denetim planında yer alan diğer yükümlülüklerin ise devamına karar vermiş ve elektronik kelepçe aynı tarihte sökülmüştür. İlgili kararın ilgili kısmı şöyledir: "...yükümlünün ... daha önce yine Müdürlüğümüze hitaben yazmış olduğu 17/9/2019 tarihli talep dilekçesinde de yine kendisi hakkında uygulanmakta olan bir bölgede denetim ve gözetim altında bulundurulma yükümlülüğü 'Hatay ili Merkez ilçeleri olan Antakya ve Defne ilçe sınırlarını terk etmeme' yükümlülüğünün kendisi hakkında maddi ve manevi külfet getirdiği, yaşlı ve ağır hasta olan ve ilçe dışında yaşayan hiç bir akraba ve aile dostunu ziyarete gidemediğini, eğitim durumuna uygun bir iş görüşmesi fırsatı karşısına çıktığına sırf bu yükümlülüğü ihlal durumu ortaya çıkmaması adına bu görüşmelere de gidemediğini ileri sürmüş olup, yükümlünün her iki dilekçesinde ileri sürdüğü hususlar yükümlünün dosyaya yansıyan iyi hali de göz önüne alındığında, ortaya çıkan mağduriyetin varlığının kabul edilebilir olduğu, kaldı ki kanunun asıl amacının yükümlülerin toplum içerisinde takip edilerek, topluma uyum sağlamayı ve yükümlülerin hayatlarını kolaylaştırmayı amaçladığı da göz önüne alındığında, yükümlü hakkında ikinci denetim planı ile uygulanmasına karar verilen bir bölgede denetim ve gözetim altında bulundurulma yükümlülüğünün (Hatay ili Merkez ilçeleri olan Antakya ve Defne ilçe sınırlanın terk etmeme) sonlandırılması, denetim planında yer alan diğer yükümlülüklerin ise yazılı şekilde devamı gerektiğine ... [karar verilmiştir.]" Denetim planında belirtilen yükümlülükleri tamamladıktan sonra başvurucunun Hatay Ağır Ceza Mahkemesinin 18/4/2020 tarihli kararıyla koşullu salıverilmesine karar verilmiştir. A. Ulusal Hukuk 3/7/2015 tarihli ve 5402 sayılı Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanunu'nun"Elektronik cihazların kullanılması suretiyle takip" kenar başlıklı 15/A maddesi şöyledir: "(1) Şüpheli, sanık ve hükümlülerin toplum içinde izlenmesi, gözetimi ve denetimi elektronik cihazların kullanılması suretiyle de yerine getirilebilir. (Ek cümle:14/4/2020-7242/59 md.) Bu izleme, rızası alınmak koşuluyla şüpheli, sanık ve hükümlüye ait elektronik cihazlar kullanılmak suretiyle de yapılabilir. (2) İzleme, gözetim ve denetime ilişkin esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir." Mülga Yönetmelik'in "Denetim Bürosu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Yükümlülerin toplum içinde denetim ve takibi, gerektiğinde kollukla işbirliği içerisinde denetim bürosunda görevli denetimli serbestlik memurları tarafından yerine getirilir.(2) Denetimli serbestlik müdürü, yükümlü sayısını ve yükümlülerin risk durumlarını göz önünde bulundurarak, yeteri kadar denetimli serbestlik memurunu denetim bürosunda görevlendirir. (3) Denetim bürosunda görevli personel içerisinden, izleme merkezi ile birebir çalışmak ve iletişimi sağlamak üzere elektronik izleme müdahale ekibi oluşturulur. (4) Denetimli serbestlik personeli denetim ve kontrollerde, yükümlülerin özel hayatlarının gizliliğine dikkat ederler, yükümlülere onur kırıcı ve aşağılayıcı muamelede bulunamazlar. (5) Denetim bürosunda görevli denetimli serbestlik memurları, denetime ihtiyaç duyulan hallerde iş durumu gözetilerek müdürlüklerde mesai saatleri içinde veya mesai saatleri dışında vardiya usulü ile çalıştırılabilirler. (6) Denetim bürosunda görevli denetimli serbestlik memurları, işin niteliğine göre üniformalı olarak da çalıştırılabilirler. (7) Denetim bürosunda görevli denetimli serbestlik memurlarının görevleri şunlardır:a) Yükümlülerin denetim ve takiplerini yapmak.b) Denetim sonuçları hakkında vaka sorumlusuna bilgi vermek.c) Yükümlülere elektronik kelepçe takmak ve elektronik izleme cihazlarını kurmak.ç) Elektronik izleme merkezinden yükümlülerin denetim ve kontrolüne ilişkin iletilen talepleri yerine getirmek.d) Yükümlüyü çalışacağı kuruma yerleştirmek, eğitim kurumuna ya da programına kaydettirmek.e) Hakkında hapis cezasının konutta çektirilmesine karar verilen hükümlünün, ikametgâh adresine gidilerek infaza ilişkin işlemleri başlatmak.f) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezalarının infazına karar verilen hükümlülerden kendi işini kuran ve işletenler ile bir iş sözleşmesine dayalı olarak çalışanları, koşullu salıverilme tarihine kadar çalıştıkları yerlerde düzenli olarak denetlemek.g) Görevlendirilmeleri halinde denetimli serbestlik müdürlüğünün ve denetimli serbestlik çalışanlarının güvenliğini sağlamak.ğ) Müdürün denetime ilişkin vereceği diğer görevleri yapmak." Mülga Yönetmelik'in "Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezaların infazı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezaların infazı; koşullu salıverilmesine bir yıl ve daha az süre kalan iyi halli hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla cezanın koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infaz edilmesidir. (2) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezalarının infazına karar verilen hükümlüler hakkında;a) Kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılma,b) Bir konut veya bölgede denetim ve gözetim altında bulundurulma,c) Belirlenen yer veya bölgelere gitmeme,ç) Belirlenen programlara katılma,yükümlülüklerinden bir veya birden fazlasına tâbi tutulmasına hazırlanan denetim planına göre komisyon tarafından karar verilir." Mülga Yönetmelik'in "Yükümlülüklerin belirlenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Denetimli serbestlik müdürlüğüne süresinde müracaat eden hükümlünün risk ve ihtiyaçları dikkate alınarak; toplum içinde denetimine ilişkin esaslar ile eğitim ve iyileştirilmesine yönelik programlar belirlenir, bu doğrultuda hükümlü hakkında uygulanacak yükümlülükler tespit edilir. (2) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezasının infazına karar verilen her hükümlü hakkında kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılma yükümlülüğünün uygulanmasına karar verilir.(3) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezasının infazına karar verilen yüksek riskli hükümlüler hakkında ayrıca bir konutta denetim ve gözetim altında bulundurulma yükümlülüğü verilir. (4) Hakkında kamuya yararlı bir işte çalışma yükümlülüğü uygulanmayan her hükümlü hakkında belirlenen bir bölgede denetim ve gözetim altında bulundurma yükümlülüğüne karar verilir. (5) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezasının infazına karar verilen hükümlünün risk ve ihtiyaçları dikkate alınarak, ihtiyacı olduğu belirlenen her hükümlü hakkında eğitim ve iyileştirilmeye yönelik belirlenen programlara katılmasına karar verilir. (6) Hükümlünün risk durumu, işlediği suçun nitelikleri, özellikle çocukların ve suç mağdurlarının korunması göz önünde bulundurularak diğer yükümlülüklere ek olarak belirlenen yer veya bölgelere gitmekten yasaklama ya da belirlenen bir bölgede denetim ve gözetim altında bulundurma yükümlülüklerinden birine veya her ikisine birlikte karar verilebilir. (7) Hükümlüler hakkında belirlenen yükümlülükler; hapis cezasından daha ağır sonuçlar doğuracak şekilde uygulanamaz. Yükümlülükler, hükümlünün denetimine, topluma kazandırılmasına ve iyileştirilmesine imkân verecek ve infazı mümkün olacak şekilde belirlenmelidir." Mülga Yönetmelik'in "Elektronik izleme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Elektronik izleme; şüpheli, sanık veya hükümlülerin elektronik yöntem ve araçlar ile toplum içinde izlenmesini, gözetim ve denetim altında tutulmasını sağlayan, mağdurun ve toplumun korunmasını destekleyen kararların infaz edilmesinde kullanılan bir yöntemdir." Mülga Yönetmelik'in "Elektronik cihaz ile takip edilecek yükümlülerin belirlenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Haklarında belirli yerlere gitmekten yasaklama veya belirlenen konut, yer veya bölgeden çıkmama ya da belirlenen kişilere yaklaşmamaya dair verilen denetimli serbestlik kararları, elektronik cihaz kullanılmak suretiyle yerine getirilebilir. (2) Mevcut risk durumu, tedbir, yükümlülük ve denetimin gereklilikleri, mağdurun veya toplumun korunma ihtiyacı dikkate alınarak, vaka sorumlusunun talebi üzerine komisyon, yükümlünün elektronik cihaz ile takibini elektronik izleme şube müdürlüğüne önerir. (3) Elektronik cihaz takılması önerilen yükümlünün bilgileri elektronik izleme şube müdürlüğüne iletilir. Şube müdürlüğünce, izleme merkezinin kapasitesi, yükümlünün durumu, mahkeme kararının niteliği ve infaz kabiliyeti teknik yönden değerlendirilerek yükümlünün elektronik cihaz ile izlenip izlenmemesine karar verilir." Mülga Yönetmelik'in "Elektronik cihazların kurulması ve kelepçe takılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Elektronik cihazlar kullanılmak suretiyle izlenmesine karar verilen yükümlüler, görevli denetimli serbestlik personeli tarafından bilgilendirilir. Elektronik cihazın özelliğine göre yükümlü müdürlüğe davet edilerek veya yükümlünün evine gidilerek elektronik izleme ünitesi kurulur ve devreye sokulur. Elektronik cihazlarla takip edilecek yükümlünün kimlik bilgileri görevli personel tarafından kontrol edilir. (2) Yükümlü, elektronik kelepçe, diğer cihazlar ve ilgili ünitenin kullanımı ile uyulması gereken kurallar ve uymamanın sonuçları konusunda yazılı olarak bilgilendirilir. (3) Elektronik cihazlar kullanılmak suretiyle takibine karar verilen yükümlü, elektronik kelepçe takılmasına ve ilgili ünitenin kurulmasına rıza göstermek, cihazları kullanılır durumda bulundurmak, kararın infazı için gerekli olan kısıtlamalara ve cihazların kullanımına ilişkin belirlenen kurallara uygun hareket etmek zorundadır. Bu kurallara aykırı davranış yükümlülüğünün ihlali sayılır. (4) İzleme merkezi tarafından yükümlünün kurallara aykırı davrandığının belirlenmesi halinde, müdahale ekibi durumdan derhal haberdar edilir. Elektronik izleme şube müdürlüğü, yükümlünün kurala aykırı davranışını denetimli serbestlik müdürlüğüne yazılı olarak da bildirir. Kurala aykırı davranışın vaka sorumlusu tarafından yükümlülüğün ihlali olarak değerlendirilmesi halinde durum komisyona iletilir." Mülga Yönetmelik'in "Elektronik cihazların ve kelepçenin sökülmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Yükümlülüğün sona ermesi veya ihlal edilmesi, yükümlünün ceza infaz kurumuna alınması ya da yükümlünün elektronik cihazların kullanılması suretiyle takibinden vazgeçilmesi durumunda, elektronik cihazlar ve kelepçe görevli denetimli serbestlik personelince sökülür. Cihaz, gerekli kontroller yapılarak yükümlüden tutanak karşılığında teslim alınır. (2) Elektronik cihaz ve kelepçe izleme merkezi bilgilendirilmeden sökülmez. Elektronik cihaz ve kelepçe sökülmesine ilişkin talep üzerine izleme merkezi tarafından sistemden elektronik takip sonlandırılır ve elektronik takibe ilişkin gerekli bilgiler ilgili müdürlüğe iletilir." 5275 sayılı Kanun'un "Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı" kenar başlıklı 105/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) (Değişik:14/4/2020-7242/46 md.) Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla, açık ceza infaz kurumunda veya çocuk eğitimevinde bulunan ve koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, hükmün infazına ilişkin işlemleri yapan Cumhuriyet başsavcılığının bulunduğu yer infaz hâkimi tarafından karar verilebilir. (2) (Değişik:14/4/2020-7242/46 md.) Açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartları oluşmasına karşın, iradesi dışındaki bir nedenle açık ceza infaz kurumuna ayrılamayan veya bu nedenle kapalı ceza infaz kurumuna geri gönderilen iyi hâlli hükümlüler, diğer şartları da taşımaları hâlinde, birinci fıkrada düzenlenen infaz usulünden yararlanabilirler. (5) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle cezasının infazına karar verilen hükümlünün, koşullu salıverilme tarihine kadar;a) Kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılması,b) Bir konut veya bölgede denetim ve gözetim altında bulundurulması,c) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemesi,d) Belirlenen programlara katılması,yükümlülüklerinden bir veya birden fazlasına tabi tutulmasına, denetimli serbestlik müdürlüğünce karar verilir. Hükümlünün risk ve ihtiyaçları dikkate alınarak yükümlülükleri değiştirilebilir.... (6) Hükümlünün;a) Ceza infaz kurumundan ayrıldıktan sonra, talebinde belirttiği denetimli serbestlik müdürlüğüne beş gün içinde müracaat etmemesi,b) Hakkında belirlenen yükümlülüklere, denetimli serbestlik müdürlüğünün hazırladığı denetim ve iyileştirme programına, denetimli serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerileriyle hakkında hazırlanan denetim planına uymamakta ısrar etmesi,c) Ceza infaz kurumuna geri dönmek istemesi, hâlinde, denetimli serbestlik müdürlüğünün talebi üzerine, koşullu salıverilme tarihine kadar olan cezasının infazı için açık ceza infaz kurumuna gönderilmesine, denetimli serbestlik müdürlüğünün bulunduğu yer infaz hâkimi tarafından karar verilir.... (9) Yükümlülüklerin gereklerine ve denetim planına uygun davranan hükümlünün koşullu salıverilmesi hakkında denetimli serbestlik müdürlüğü tarafından hazırlanan gerekçeli rapor, 107 nci ve 108 inci maddeler uyarınca işlem yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilir. (10) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezaların infazına ilişkin esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir." B. Uluslararası Hukuk Uzun/Almanya (B. No: 35623/05, 2/9/2010) kararına konu olayda başvurucu ve başka bir kişi, üyesi (S.) oldukları aşırı solcu bir grup tarafından yapılan bombalı bir saldırıya karışmaktan şüphelenildikleri gerekçesiyle izlemeye alınmıştır. Bu kapsamda Federal Adalet Mahkemesi başsavcısı ilgililerin GPS (Global Positioning System veya Türkçe karşılığıyla Küresel Konumlama Sistemi) ile takip edilmelerine izin vermiş ve böylece S.nin arabasına bir GPS alıcısı yerleştirilmiştir. Başvurucu ve S. yakalanmış ve birçok bombalı saldırıya karışmaktan suçlu bulunmuşlardır. Mahkûmiyet kararları, özellikle, S.nin arabasının gittiği yerler ile bombalı eylemlerden birinin işlendiği yer arasında bağlantı kurulmasını sağlayan GPS sistemiyle elde edilen verilere dayandırılmıştır. AİHM; GPS ile yapılan gizli izlemelerin diğer görüntü ve ses kaydına dayanan gizli izlemelere göre kişinin özel hayatına daha az müdahale ettiğini, çünkü görüntü ve ses kaydına dayanan gizli izlemelerle kişi hakkında daha çok bilgi elde etmenin mümkün olduğunu, bu yöntemlerle kişinin düşüncelerini, duygularını, eylemlerini dahi kaydetmenin söz konusu olabildiğini belirtmiştir. AİHM somut olayda üçüncü bir kişiye (S.) ait bir arabaya yerleştirmiş olsalar da yetkili makamların bu şekilde hareket etmelerindeki niyetin aynı zamanda başvurucuyla ilgili olarak da bilgi toplamak olduğunu zira soruşturma makamlarının önceden yaptıkları tahkikatlardan iki kişinin arabayı ortak kullandıklarını bildiğini belirtmiş ve başvurucunun mağdur sıfatının bulunduğunu kabul etmiştir. AİHM GPS sistemiyle yapılan takibin soruşturma makamlarına, başvurucunun üç ay boyunca, bulunduğu yerleri ve yer değiştirmelerini gösteren verileri sistematik bir şekilde toplama ve muhafaza etme olanağı sağladığını, ayrıca soruşturma makamlarının bu verileri başvurucunun bütün yer değiştirmelerini takip etmek, ek soruşturmalar yapmak ve sonradan yargılamada kullanılan başka deliller toplamak için kullandığını tespit etmiştir. AİHM bu gerekçelerle başvurucunun GPS sistemiyle takip edilmesinin ve bu şekilde elde edilen verilerin kullanılmasının özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturduğu sonucuna varmıştır (Uzun/Almanya, §§ 51-53).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/33644
Başvuru, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı kararı kapsamında il sınırları dışına çıkmama ve elektronik kelepçeyle takip şeklinde yükümlülükler getirilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun bir şirket hakkında yaptığı sosyal medya paylaşımından dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1974 doğumlu olup Bolu'da ikamet eden sade bir vatandaştır. Müşteki T. ise telekomünikasyon alanında faaliyet gösteren, haberleşme ve iletişim sektöründe ticari faaliyetleriyle kamuoyu tarafından tanınan bir şirkettir. Müşteki, ticari faaliyetlerinin yanı sıra kültür, sanat, spor ve eğitim alanlarında yürütülen birçok toplumsal sorumluluk proje ve kampanyalarına da destek sağladığını belirtmektedir. 2016 yılının Mart ayı başlarında ulusal bir gazetede E. Vakfı ve bir dernekle bağlantılı olduğu söylenen yurtlarda bir kısım öğrencilerin yurt sorumlusu bir öğretmen tarafından tacize uğradığına ve konunun yargıya intikal ettiğine ilişkin bir haber yayımlanmıştır. Kamuoyunda büyük infial uyandıran olay, resmî makamlar ve sivil toplum kuruluşlarınca yakından takip edilmiş; ayrıca ulusal ve uluslararası yayın organlarında sayısız habere konu olmuştur (ayrıntılar için bkz. Hayriye Özde Çelikbilek, B. No: 2016/13543, 24/10/2019, § 10). Bahse konu haberlerin ardından müşteki şirket ile E. Vakfı arasında mali destek ilişkisi bulunduğu iddiaları kamuoyunun gündemine gelmiş ve haberlere konu edilmiştir (benzer nitelikteki haber için bkz. Ceyhun Tunç, B. No: 2017/20822, 14/9/2021, § 11). Nitekim müşteki şirket, iddialara ilişkin olarak 24/3/2016 tarihli kamuoyu açıklamasında bulunmuştur. İlgili açıklama şöyledir:"Türkiye’nin T.’si olarak,..., onbinlerce gencimize umut ışığı olan, geleceğe daha güvenle yürümelerini sağlayan Kardelenler, Van İçin Türkiye Kumbarası, Engelsiz Eğitim, Gönül Köprüsü gibi projeler, milyonlarca insanımızın da takdirini ve gönlünü kazanmıştır. Tüm bu projelerle 16 yıl boyunca kesintisiz olarak 100 binin üzerinde eğitim bursu sağladık. Saygıdeğer kamuoyumuzun bilmesini isteriz ki, doğrudan öğrencilerimize giden burslarla, biz herhangi bir vakfı, derneği veya sivil toplum kuruluşunu değil, öğrencilerimizin eğitimini destekliyoruz,..., ülkemizin geleceğinin garantisi olan gençlerimizi desteklemeye devam edeceğiz" Başvurucu, anılan haberlerin ardından müşteki şirket ile E. Vakfı arasındaki mali destek ilişkisini işaret ederek 25/3/2016 tarihinde bir sosyal medya platformundaki hesabından (Twitter) "#E. Vakfı sponsorluğunu bırakana kadar T.'ye tecavüzcell desek mesela?" şeklinde bir gönderi paylaşmıştır. Müşteki şirket, başvurucunun anılan paylaşım ile tecavüze destek verme ithamında bulunduğunu ve bu nedenle ticari itibarının zarar gördüğünü belirterek İstanbul Anadolu Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) manevi tazminat davası açmıştır. Müşteki, Vakfa ait yurtta gerçekleşen cinsel istismar olayı ile bir ilgilerinin bulunmadığını, desteklerinin vakıflara değil öğrencilere yönelik olduğunu, yaşanan olayın sosyal medyada çarpıtıldığını ve şirket aleyhine bir karalama kampanyasına dönüştürüldüğünü ileri sürmüştür. Mahkeme 13/7/2017 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulü ile başvurucunun davacıya 000 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...,Dava konusu olaya bakıldığında kamuoyuna yansıyan adli olayın gerçekleştiği vakıf kapsamında bazı öğrencilere destek bursu sağladığı belirten davacı şirketin olayla doğrudan ilişkilendirilemeyeceği, toplumda infial yaratan olayla bağlantılı olarak davacı şirket hakkında "tecavüzcell" denilerek tecavüze destek olduğu ithamının ve bu kapsamdaki paylaşımda yer alan ifadelerin küçük düşürücü nitelikte ağır ve rencide edici olduğu, eleştiri sınırlarında kaldığının kabul edilemeyeceği, AİHM kararlarında belirtildiği üzere davacı şirkete haksız olgu isnadı mahiyetinde olup kişisel değer yargısı olarak nitelendirilemeyeceği bu nedenle basın özgürlüğü kapsamında kabulünün mümkün olmadığı anlaşılmakla TBK'nın Maddesi anlamında manevi tazminat koşullarının oluştuğu ve davacı yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır". Karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 12/12/2018 tarihli ilamıyla Mahkeme kararının vekâlet ücretine ilişkin kısmının bozulmasına, tazminata ilişkin kısmının ise kesin olarak onanmasına karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Ceyhun Tunç, §§ 20-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4947
Başvuru, başvurucunun bir şirket hakkında yaptığı sosyal medya paylaşımından dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36436
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/15831 sayılı bireysel başvuru dosyasının, 2017/20808 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmazlar, 22/2/2011 ve 17/1/2014 tarihlerinde onaylanan 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planlarında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazların kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, belirtilmiştir. 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi gereğince 1/1000 ölçekli uygulama imar planının kesinleştiği tarihten itibaren beş yıl içerisinde davalı belediyece ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Somut olayda ise imar planlarının onaylandığı tarihten itibaren karar tarihi itibarıyla taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin dolmadığı bu nedenle hukuki el atmadan bahsedilemeyeceği belirtilerek tazminat talebi reddedilmiştir. Karar, kanun yolundan geçerek kesinleşmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20808
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, müşterek çocuğun Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) annesi tarafından götürülmesi ve geri dönmesine izin verilmemesi üzerine, 25 Ekim 1980 tarihli Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme (Lahey Sözleşmesi) kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 10/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/2/2014 tarihli toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına, başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru evrakının bir örneği görüş için gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/4/2014 tarihli görüş yazısı 29/4/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. İkinci Bölüm tarafından 25/6/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ABD vatandaşı olup Türk vatandaşı olan A. A. ile 31/5/2011 doğumlu müşterek bir çocukları vardır. Müşterek çocuğun, mutat meskeni olan ABD’den annesi tarafından götürüldüğü ve geri dönmesine izin verilmediği iddiası ile başvurucu tarafından ABD Dışişleri Bakanlığına, Lahey Sözleşmesi kapsamında iade işlemlerinin başlatılması hususunda başvuruda bulunulmuştur. Söz konusu talep, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Lahey Sözleşmesi kapsamında Türk Merkezi Makamı konumunda olan Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğüne (Genel Müdürlük) iletilmiştir. Talep, Genel Müdürlük tarafından 19/1/2012 tarihinde, çocuğun iade işlemlerinin başlatılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 11/6/2012 tarihli davaname ile Ankara Aile Mahkemesinin E.2012/757 sayılı dosyası üzerinde iade davası açılmıştır. Mahkemece 16/6/2012 tarihinde düzenlenen tensip zaptı sonrasında, iki duruşma icra edilmiş ve 1/10/2012 tarihli ve E.2012/757, K.2012/1403 sayılı karar ile dava reddedilmiştir. Ret gerekçesi olarak tarafların müşterek bir çocuklarının bulunduğu, tarafların ABD’de yaşadıkları, davalı kadının kız kardeşinin düğünü için müşterek çocuk ile birlikte Türkiye’ye geldiği, akabinde Ankara Aile Mahkemesinin E.2011/1268 sayılı dosyası üzerinde boşanma davası açtığı, söz konusu dava kapsamında çocuğun geçici velayetinin anneye verilerek başvurucu baba ile çocuk arasında kişisel ilişki tesisine karar verildiği, Lahey Sözleşmesi’nin maddesinde düzenlenen derhâl iade koşullarının oluşmadığı, çocuğun yaşı, anneye muhtaç hâli de dikkate alınarak talebin reddi yönünde tam bir vicdani kanaat oluştuğu belirtilmiştir. Karar temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ve E.2012/26180, K.2013/3223 sayılı kararı ile onanmış ve karar gerekçesinde, dosya kapsamından, iadeden kaçınma koşullarının oluşmadığının ve Lahey Sözleşmesi’nin maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin nazara alındığının anlaşılmasına göre yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine karar verildiği belirtilmiştir. Karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/5/2013 tarihli ve E.2013/9169, K.2013/13947 sayılı kararı ile reddedilmiş, ret kararı 27/6/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. 10/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Lahey Sözleşmesi kapsamında yürütülen iade sürecinin yanı sıra, başvurucunun eşi tarafından Ankara Aile Mahkemesinin E.2011/1268 sayılı dosyası üzerinde açılan boşanma davası sonucunda tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin anneye verilmesine ve başvurucu baba ile çocuk arasında kişisel ilişki tesisine hükmedilmiş, karar derece mahkemelerinden geçerek 13/10/2014 tarihinde kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 22/11/2007 tarihli ve 5717 sayılı Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Yön ve Kapsamına Dair Kanun’un “Amaç” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanunun amacı; velâyet hakkı ihlâl edilerek Sözleşmeye taraf bir ülkeden diğer bir taraf ülkeye götürülen veya alıkonulan çocuğun mutat meskeninin bulunduğu ülkeye iadesine veya şahsî ilişki kurma hakkının kullanılmasına dair 25/10/1980 tarihli Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Sözleşmenin uygulanmasını sağlamaya yönelik usûl ve esasları düzenlemektir.” 5717 sayılı Kanun’un “Kapsam” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanun, bir kişiye veya bir kuruma tek başına veya birlikte kullanılmak üzere tevdi edilmiş bulunan ve yer değiştirmenin veya alıkonulmanın gerçekleştiği sırada fiilen kullanılmakta olan velâyet veya şahsî ilişki kurulması haklarının ihlâlinden hemen önce mutat meskeninin bulunduğu taraf ülkelerden birinde bulunan çocuklara uygulanır.” 5717 sayılı Kanun’un , , ve maddeleri Lahey Sözleşmesi’nin maddesi şöyledir: “İşbu sözleşmenin amacı: a) Taraf Devletlere gayrikanuni yollardan götürülen veya alıkonan çocukların derhal geri dönmelerini sağlamak; b) Taraf bir Devletteki koruma ve ziyaret haklarına, diğer taraf Devletlerde etkili biçimde riayet ettirmek.” Lahey Sözleşmesi’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bir çocuğun yer değiştirmesi veya geri dönmemesi: a) Çocuğun, yer değiştirmesinden veya geri dönmemesinden hemen önce mutat ikametgahının bulunduğu Devlet kanunu tarafından, bir şahsa, müesseseye veya başka bir kuruma, tek başına veya müştereken verilen koruma hakkının ihlali şeklinde meydana geldiği taktirde; ve b) Bu hak, yer değiştirme veya geri dönmeme anında tek başına veya müştereken fiili biçimde kullanılmakta veya bu olaylar meydana gelmese kullanılacak idi ise, Kanuna aykırı addedilir. (a) da söz konusu edilen koruma hakkı, özellikle, kanuni bir yetkiden, adli veya idari bir karardan veya bu Devletin kanununa göre yürürlükte olan bir anlaşmadan doğabilir.” Lahey Sözleşmesi’nin maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Bir çocuğun, maddede belirtildiği şekilde, kanuna aykırı olarak yeri değiştirilmiş veya çocuk alıkonulmuş ve çocuğun bulunduğu taraf Devletin adli veya idari makamına müracaat anında, yer değiştirme veya alıkonulmadan itibaren bir yıldan az zaman geçmişse, müracaatta bulunulan makam, çocuğun derhal geri dönmesini emreder. Yukarıdaki fıkrada öngörülen bir yıllık sürenin sona ermesinden sonra bile müracaatta bulunulursa, adli veya idari makamın, keza çocuğun geri dönmesini emretmesi gerekir, yeter ki, çocuğun yeni çevresine intibak ettiği tespit edilmesin.” Lahey Sözleşmesi’nin maddesi şöyledir: “Yukarıdaki madde hükümlerine rağmen, talepte bulunulan Devletin adli veya idari makamı, geri dönmeye itiraz eden kişi, kurum veya örgüt: a) Çocuğun şahsının bakımını üstlenmiş bulunan kişi, kurum veya örgütün, yer değiştirme veya alıkoyma döneminde koruma hakkını etkili şekilde yerine getirmediğini veya yer değiştirmeye veya alıkoymaya muvafakat etmiş olduğunu veya daha sonra kabul etmiş olduğunu veya, b) Geri dönmesinin çocuğu fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı veya başka bir şekilde, müsamaha edilemeyecek bir duruma düşüreceği yolunda ciddi bir risk olduğunu tesbit ederse, çocuğun geri dönmesini emretmek zorunda değildir. Adli veya idari makam keza çocuğun, geri dönmek istemediğini ve görüşünün gözönünde bulundurulmasının uygun olacağı bir yaşa ve olgunluğa erişmiş bulunduğunu gözlerse, geri dönmesini emretmeyi reddedebilir. Bu maddede yer alan şartların değerlendirilmesinde, adli veya idari makamların, çocuğun sosyal durumuna ilişkin bilgileri, merkezi makam veya çocuğun mutat ikametgâhı devletinin diğer herhangi bir yetkili makamı tarafından sağlanan bilgileri gözönünde bulundurması gereklidir.” Lahey Sözleşmesi’nin ve maddeleri
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5126
Başvuru, müşterek çocuğun Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) annesi tarafından götürülmesi ve geri dönmesine izin verilmemesi üzerine, 25 Ekim 1980 tarihli Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme (Lahey Sözleşmesi) kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
1
Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu, hakkında yürütülen yargılamanın adil olmadığını, yasa önünde eşitlik, masumiyet karinesi, suç ve cezaların şahsiliği ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın , , , , , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 7/11/2012 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 12/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1948 doğumlu olup Adalet Bakanlığı Silivri Ceza İnfaz Kurumunda hüküm özlü olarak bulunmaktadır. “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren iskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs etmek” suçunu işlediği iddiasıyla, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 6/7/2010 tarih ve 2010/185 soruşturma, 2010/564 esas sayılı iddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilerek başvurucu hakkında 19/7/2010 tarihinde kamu davası açılmıştır. Başvurucunun, “dosyadaki delil durumu, kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanılmamış oluşu, sanığın konumu itibariyle delillere etki yapma ihtimalinin olması, tanıkların henüz dinlenilmemiş oluşu, atılı suçun CMK. maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması, belirtilen bu sebeplerle adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı …” gerekçesiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 11/2/2011 tarihli kararıyla tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, müteaddit defalar tutukluluk haline son verilmesini yetkili mahkemelerden talep etmiş ancak bu talepleri ile ilgili bir sonuç elde edememiştir. Başvurucunun, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/9/2012 tarih ve E.2010/283 sayılı kararı ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren iskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs etmek” suçundan 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri uyarınca 18 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve “tutuklu sanıklara verilen hürriyeti bağlayıcı cezanın miktarı, tutuklu kaldıkları süre, verilen ceza miktarına göre kaçma şüphesi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı” gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu karara 26/9/2012 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 23/10/2012 tarih ve 2010/737 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 6/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk Başvurucu hakkında isnat olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur …” Aynı Kanun’un maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Tutuklama nedenleriMadde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Kanun yollarına başvurma hakkıMadde 260 – (1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/682
Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu, hakkında yürütülen yargılamanın adil olmadığını, yasa önünde eşitlik, masumiyet karinesi, suç ve cezaların şahsiliği ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 2. , 6. , 9. , 1 , 19. , 36. , 37. , 38. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
0
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve resen yapılan tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak gerçekleştirilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Ankara Emniyet Müdürlüğünün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 31/3/2020 tarihli yazıda, başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım kişinin Covid-19 salgını nedeniyle vatandaşların tedirgin olduğu bir dönemde sosyal medya sitelerinde yaptıkları paylaşımlarla insanlar arasında korku ve panik yaratmaya sebep oldukları belirtilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bu yazı üzerine başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 31/3/2020 tarihinde Gebze Cumhuriyet Başşavcılığına gönderdiği talimat yazısında başvurucunun ikametgâhında arama yapılarak başvurucuya ait bilgisayar, cep telefonu gibi dijital materyallere el konulması ve başvurucunun Ankara'ya getirilmek üzere gözaltına alınması talimatını vermiştir. Aynı gün Gebze Cumhuriyet Başsavcılığı Gebze Sulh Ceza Hâkimliğinden (Hâkimlik) arama ve elkoyma talebinde bulunmuştur. Hâkimlik aynı gün talebi kabul ederek 1/4/2020 tarihinde başvurucunun ikametgâhında ve üzerinde arama yapılmasına izin verilmesine ve suç unsuru eşyaların tespit edilmesi hâlinde bu eşyalara el konulmasına izin verilmesine karar vermiştir. Hâkimlik kararına istinaden başvurucunun ikametgâhında arama gerçekleştirilmiştir. O sırada evde bulunan başvurucunun anne ve babasından alınan bilgi üzerine başvurucunun evde olmadığı, Ankara'da bulunduğu tespit edilmiştir. Bu nedenle evde sadece arama yapılmış ve dijital materyallere el konulmuştur. Başvurucu 31/3/2020 tarihinde Ankara'da bir otelde gözaltına alınmış ve üzerinde bulunan cep telefonuna el konulmuştur. Gözaltına alınmasından sonra 1/4/2020 tarihinde başvurucu Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde müdafii huzurunda ifade vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 1/4/2020 tarihinde başvurucu hakkındaki soruşturma evrakının Terör Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerine teslim edilmesi ve bundan sonraki tahkikatın adı geçen Müdürlük tarafından yapılması talimatını vermiştir. Terör Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından 3/4/2020 tarihinde başvurucunun yeniden ifadesi alınmıştır. Savcılık 3/4/2020 tarihinde başvurucuyu terör örgütünün propagandasını yapma suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Sevk yazısının ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli Oktay Yaşar'ın 'oktayyasar' kullanıcı adıyla aktif olarak kullanmış olduğu Twitter isimli sosyal medya hesabı üzerinden; 6/4/2015 tarihinde 'Gülen Cemaatine yakın 4 isim bağımsız olarak seçime giriyor', 7/2/2015 tarihinde 'Gülen keşke dini cemaat yerine siyasi parti kursaymış', 3/2/2015 tarihinde 'Fetullah Gülen, gözyaşlarını tutamadı' şeklinde paylaşımlarda bulunduğunun tespit edildiği, şüphelinin kendisine ait twitter hesabından göndermiş olduğu bu paylaşımların;FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü liderini mağdur göstermeye çalışan ve bu örgütü ile liderinin eylemlerini meşru göstermek amacı içeren beyanlar olması dolayısıyla şüphelinin bu paylaşımlarının aleni olarak TMK md.7/2 kapsamında terör örgütü propagandası yapma suçunu oluşturduğu, şüphelinin bu ve buna benzer eylemlerini; halen kendinin kullanımında olan 'Ankara Kuşu' kullanıcı isimli twitter hesabından, gerek söz konusu silahlı terör örgütünü zımnen övme gerekse Devlet organlarını ve yöneticilerini küçük düşürerek asılsız haber ve bilgi içerikleri paylaşma şeklinde devam ettirdiği de dosya içeriğinde paylaşım içeriklerinden anlaşıldığı,Bu kapsamda halen soruşturulma safhasında bulunan ve şüpheliye ait olan suç delili niteliğindeki farklı kullanıcı isimli twitter paylaşım içeriklerinin hesap sahibi olan şüpheli tarafından karartılma ihtimalinin bulunduğu, ayrıca şu aşamada şüphelinin talep edilen HTS kaydı sonucu iletişim halinde olduğu şahıslar yönünden incelemediğinden bu şahıslar üzerinden ulaşılacak yeni delillerin yine şüpheli tarafından yok edilme durumunun var olduğu hususları da birlikte değerlendirildiğinde; Şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri uyarınca tutuklanmasına karar verilmesi kamu adına talep olunur." Başvurucu 3/4/2020 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği huzuruna çıkarılmıştır. Başvurucu sorgusunda "Benim FETÖ ile herhangi bir bağım yoktur. Başkaca bir terör örgütü ile de herhangi bir bağım yoktur. 2 sene önce FETÖ ile alakalı olarak da hakkımda soruşturma yapıldı, KYOK kararı aldım. Benim darbe girişimi ile alakam da yoktur. @Ankara-kusu isimli twitter hesabını ben kurdum ve tek başıma ben yönetmekteyim. Geçimimi sosyal medyalarda reklam vererek sağlıyorum. Bunun haricinde şu anda başkaca bir gelirim yoktur. Suçsuzum." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucunun müdafii de sosyal medya içeriklerinde FETÖ/PDY'ye ilişkin yazı içeriğinin olmadığını, bu paylaşımların kamu yararı gözeten haber niteliğinde olduğunu, başvurucu hakkında 2018 yılında FETÖ/PDY üyeliği hakkında soruşturma yapıldığını ve hakkında takipsizlik kararı verildiğini, terör örgütüyle bir bağlantısının olmadığını, FETÖ/PDY'yi savunan paylaşımlarının bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucu sorgusunun ardından terör örgütünün propagandasını yapma suçundan tutuklanmıştır. Kararın gerekçesi şöyledir:"Şüphelinin üzerine atılı terör örgütü propagandası yapmak suçunu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, şüphelinin kendisine ait ve kendisinin yönettiği sosyal medya adresi üzerinden yapılan terör örgütünü öven, eylem ve düşüncelerini meşru gösteren paylaşımlarının bulunması, sosyal medya adresinin hedef kitlesi, atılı suçun üst sınırı, delillerin önemli bir çoğunluğunun henüz toplanmamış olması, şüphelinin kaçma şüphesinin bulunması, bu aşamada şüpheli hakkında adli kontrol hükümleri uygulanmasının yetersiz kalacağı göz önüne alınarak CMK. vd. maddeleri gereğince tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 8/5/2020 tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucu ifadesinde "... Oktayyasar kullanıcı isimli Twitter hesabı bana aittir, ben söz konusu tarihlerde bana sormuş olduğunuz üç ayrı twiti de attım, ancak benim bu twitleri atmamda gerek propaganda kastım gerekse propaganda unsurunu oluşturacak bir eylem bulunmamaktadır. Ben bu zamana kadar bu örgüt ile savaşmış biriyim. Benim bu twiti attığım tarihlerde insanlar bu terör örgütü başına sayın Gülen ya da Hocaefendi derken ben sadece ismiyle kendisine hitap ediyordum. Bu sebeple bu zamana kadar terör örgütü propagandası oluşturacak herhangi bir eylemim bulunmamaktadır. Bu konuda üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum..." şeklinde beyanda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 8/5/2020 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir: "Şüpheli Oktay Yaşar'ın 'oktayyasar' kullanıcı adıyla aktif olarak kullanmış olduğu Twitter isimli sosyal medya hesabı üzerinden; 6/4/2015 tarihinde 'Gülen Cemaatine yakın 4 isim bağımsız olarak seçime giriyor' , 7/2/2015 tarihinde 'Gülen keşke dini cemaat yerine siyasi parti kursaymış' , 3/2/2015 tarihinde 'Fetullah Gülen, gözyaşlarını tutamadı' şeklinde paylaşımlarda bulunduğunun tespit edildiği, şüphelinin kendisine ait twitter hesabından göndermiş olduğu bu paylaşımların;FETÖ/PDY silahlı terör örgütü liderini mağdur göstermeye çalışan ve bu örgütü ile liderinin eylemlerini meşru göstermek amacı içeren beyanlar olması dolayısıyla şüphelinin bu paylaşımlarının aleni ve birden farklı zamanda zincirleme olarak TMK md.7/2 kapsamında terör örgütü propagandası yapma suçunun yasal unsurlarını oluşturduğu, şüphelinin bu ve buna benzer eylemlerini; halen kendinin kullanımında olan 'Ankara Kuşu' kullanıcı isimli twitter hesabından, gerek söz konusu silahlı terör örgütünü zımnen övme gerekse Devlet organlarını ve yöneticilerini küçük düşürerek asılsız haber ve bilgi içerikleri paylaşma şeklinde devam ettirdiği de dosya içeriğinde paylaşım içeriklerinden anlaşıldığı, terör örgütü propagandası suçunu gerektirir bu eylem dışında şüpheli hakkında başlatılan soruşturma kapsamında gerek diğer sosyal medya paylaşımları ve kişisel yazışmaları gerek aldırılan HTS raporu çerçevesinde düzenlenen görüşme analizi gerekse de toplanan sair deliller çerçevesinde şu aşamada Silahlı Terör Örgütü Üyesi olduğuna yönelik kamu davası açmaya yeter şüphe gerektirecek herhangi bir delil tespitinin bulunmadığı,Şüpheli Oktay Yaşar'ın 3/4/2020 ve 8/5/2020 tarihlerinde alınan ifadelerindeki savunmalarından özetle; bu zaman kadar herhangi bir terör örgütü içerisinde bulunmadığını, yapmış olduğu sosyal medya paylaşımlarının da örgüt propagandası gerektirecek durumda olmadığını, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini beyan ettiği,Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; şüphelinin şu aşamada Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmamakla birlikte Terör Örgütü Propagandası yaptığının, birden farklı tarihte zincirleme olarak yapmış olduğu sosyal medya paylaşımları ile sabit olduğu, her ne kadar şüphelinin üzerine atılı suçlamaları kabul etmediği görülse de Terör Örgütü liderini mağdur göstermeye çalışan ve bu örgütü ile liderinin eylemlerini meşru göstermek amacı içeren propaganda konusu paylaşımları sebebiyle üzerine atılı suç ile ilgili olarak hakkında kamu davası açmaya yeter şüphenin oluştuğu anlaşılmakla, şüphelinin eylemine uyan yukarıda yazılı sevk maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi ... [talep olunur]." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 12/5/2020 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2020/138 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 12/5/2020 tarihinde suç yerinin Kocaeli olduğu gerekçesiyle yetkisiz olduğuna, dosyanın Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu 2/6/2020 tarihinde Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu dilekçeyle tahliye talebinde bulunmuştur. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi 5/6/2020 tarihinde yaptığı tensip incelemesi sırasında başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme tensip incelemesinde "silahlı terör örgütü propagandası yapma suçundan hakkında kamu davası açılan sanıkla ilgili düzenlenen iddianame metni incelendiğinde, propaganda suçu unsurlarını oluşturduğu gerekçesiyle 'oktayyasar' isimli kullanıcı hesabından yapılan 3/2/2015, 7/2/2015 ile 6/4/2015 tarihli 3 farklı paylaşım ve içeriğine yer verdikten sonra, iddianame metninde devamla, sanığın kendisi tarafından kullanılan 'ankara_kusu' kullanıcı isimli bir diğer twitter hesabından da örgüt propagandası niteliğindeki benzer eylemlerini devam ettirdiğinin iddia edildiği, ancak 'ankara_kusu' isimli hesaptan yapılan hangi tarihli paylaşımın dava konusu edildiği iddianamede açıkça gösterilmediği gibi bunu belirlemeye yönelik soruşturma evrakı arasındaki bir tutanak, tespit vs. bilgi veya belgeye herhangi bir atıf da yapılmadığı; öte yandan soruşturma belgeleri incelendiğinde, 29/3/2020 tarihli Araştırma Raporuna göre hesabın aktif edildiği 6/11/2016 ile inceleme tarihine kadar geçen süreçte 'ankara_kusu' isimli twitter hesabından toplam 033 adet paylaşım yapıldığının belirtildiği; sağlıklı bir yargılama yapılabilmesi için her şeyden önce suçlamanın çerçevesinin belli olması gerektiği, 'ankara_kusu' isimli hesaptan yapılan on binlerce paylaşımın hepsi dava konusu edilmiş olamayacağına göre, bunlar içersinden varsa 3713 sayılı Yasa’nın 7/ maddesinde tanımı yapılan propaganda suçu şüphesi doğuran paylaşımların belirlenmesi, sanığa da buna göre kendisini savunma imkanı tanınması gerektiği, mahkememiz kanaatine göre her ne kadar düzenlenen iddianamesi bu yönüyle CMK’nun maddesine uygun bulunmamış ise de, Ankara Ağır Ceza Mahkemesince iddianame kabul edilip kovuşturma aşamasına geçildiğinden, gelinen bu aşamada, 'ankara_kusu' isimli hesaptan yapılan suç unsuru paylaşım varsa belirlenmesi ve somut biçimde gösterilmesi zaruret arz ettiğinden; dosyanın bütünüyle Kocaeli Başsavcılığına gönderilmesi suretiyle, soruşturma evrakı arasındaki sosyal medya ortamında sanık tarafından yapılan paylaşımların gösterildiği dijital materyal inceleme ve çıkartım raporları, Araştırma Raporları incelenerek, sanık tarafından kullanıldığı beyan ve kabul edilen 'ankara_kusu' isimli twitter hesabından yapılan paylaşımlarında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçu şüphesi doğuran herhangi bir paylaşım bulunup bulunmadığı araştırılarak tespiti hâlinde birleştirmeye esas olmak üzere yeniden iddianame tanzimi yoluyla gereğinin takdir ve ifa edilmesinin istenmesine" şeklinde bir ara karar vermiştir. Başvurucu 9/6/2020 tarihinde tutukluluk hâlinin devamı kararına itiraz etmiştir. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi 11/6/2020 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 19/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi 22/6/2020 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yazdığı müzekkerede başvurucu tarafından kullanıldığı beyan ve kabul edilen "ankara_kusu" isimli Twitter hesabından yapılan paylaşımlarında FETÖ/PDY'nin propagandasını yapma suçu şüphesi doğuran herhangi bir içerik bulunup bulunmadığının araştırılarak tespiti hâlinde birleştirmeye esas olmak üzere yeniden iddianame tanzimi yoluyla gereğinin takdir ve ifa edilmesini istemiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 25/6/2020 tarihinde bu müzekkereye cevap vermiştir. Müzekkere cevabı şöyledir:"Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2020/69794 soruşturma sayılı dosyası üzerinden Oktay Yaşar isimli şahıs ile ilgili olarak terör propagandası yapmak suçuyla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında; şüpheli üzerine atfedilen ve 08/05/2020 tarihinde düzenlenen iddianamede, üzerine atılı suç unsuru olduğu değerlendirilen eylemlerin; şüphelinin 'oktayyasar' kullanıcı adıyla aktif olarak kullanmış olduğu hesaptan paylaşılan 6/4/2015,03/2/2015 ve 07/2/2015 tarihli -iddianame içeriğinde siyah puntoyla belirtilen- paylaşımlardan ibaret olduğu, bunun dışında Oktay Yaşar isimli şahsın 'Ankara Kuşu' isimli twetter hesabında herhangi bir örgüt propagandası suçunu oluşturacak şekilde paylaşımının tespit edilemediğinden ötürü bu hesaptaki tweetlerin konu yapılarak herhangi bir kamu davası açılmadığı, her ne kadar iddianamenin paragrafında şüphelinin devlet organlarını ve yöneticilerini küçük düşürecek asılsız haber ve bilgi içeriklerini Ankara Kuşu isimli twetter hesabında paylaşmaya devam ettiği belirtilmiş olsa da bu twetter hesabından iddianameye konu terör örgütü propagandası oluşturacak her hangi bir paylaşımın tespit edilemediği, iddianamenin paragrafında geçen bu açıklamaya yer verilmesindeki amacın, Oktay Yaşar'ın örgüt propagandası yapmak dışında halen etik olmayan habercilik anlayışı çerçevesinde hareket ettiğinin anlatılmasının amaçlandığı, dolayısıyla Oktay Yaşar'a yönelik Ankara Kuşu isimli twetter hesabında örgüt propagandası oluşturacak herhangi bir paylaşımın dava konusu yapılmadığı, Sonuç olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 08/05//2020 tarih 2020/3077 iddianame numaralı iddianame konusu olan terör örgütü propagandası suçunu oluşturan eylemlerin, şahsın 'oktayyasar' isimli kullanıcı hesabından paylaşmış olduğu 3 adet twettten ibaret olduğu, bunun dışında 'ankara_kusu' kullanıcı adıyla şahsa yönelik olarak herhangi bir suç ithamında bulunulmadığı, kaldı ki böyle bir iddianın olmuş olması durumunda iddianame içeriğinde mahkemenizin 22/06/2020 tarihli yazısında da belirtildiği üzere söz konusu tweet içeriklerinin yer almasının elzem olduğu, bu kapsamda yukarıda izah edildiği üzere Oktay Yaşar'a yönelik iddianame konusu eylemlerin iddianame içeriğinde açıklanan 3 adet paylaşım olduğu hususunda; gereği bilgilerinize arz olunur." Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi 18/8/2020 tarihli ilk duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Sanığa yüklenen suç bakımından yürütülen soruşturma ve kovuşturmasında bugüne kadar hakkında koşulları bulunduğu gerekçesiyle tutuklama koruma tedbirine başvurulmuş ve atılı suçun sanık tarafından işlendiği hususunda her ne kadar dosya içersinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren birtakım delillerine rastlanmış ise de ve ayrıca atılı suçun tutuklama nedeninin varsayıldığı katalog suçlardan olduğu saptanmış ise de; tutuklamanın bir tedbir olduğu ve bu koruma tedbirinin kişi özgürlüğünü en ağır derecede sınırlayan bir tedbir mahiyetinde bulunduğu, tutuklulukta geçirdiği süresi, dosyada elde edilen diğer bulgular, savunmasının alınmış ve hakkındaki delillerin büyük ölçüde toplanmış olması, sanığın kişisel ve ailevi durumu, gibi nedenleri dikkate alındığında bu aşamadan sonra tutukluluğun daha fazla sürdürülmesinin ölçülü olmayabileceği, ileride telafisi imkanı olmayacak zarara neden olabileceği sonuç ve hukuki kanaatine varılmakla, tutuklama müzekkeresinde yazılı suçtan sanığın bihakkın tahliyesine ... [karar verildi.]" Mahkeme 12/11/2020 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Dava konusu olay ve eylemler incelendiğinde; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 08/05/2020 tarih 2020/69794 soruşturma ve 2020/18153 esas sayılı iddianamesi ile silahlı terör örgütü propagandası yapma suçundan hakkında kamu davası açılan sanıkla ilgili düzenlenen iddianame metni incelendiğinde, propaganda suçu unsurlarını oluşturduğu gerekçesiyle 'oktayyasar' isimli Twitter sosyal medya kullanıcı hesabından yapılan 3 ve 7 Şubat 2015 ile 6 Nisan 2015 tarihli 3 farklı paylaşım ve içeriğine yer verildiği görülmekle; Mahkememizce yapılan yargılama neticesinde, silahlı terör örgütü propagandası yapma suçunun yasal tanımı karşısında, sanık tarafından yapılan paylaşımların 2015 yılının başlarında olduğu da dikkate alınarak sanığın iddianameye konu eylemleri değerlendirildiğinde, Yargıtay Ceza Dairesi'nin 11/3/2019 tarih, 2018/3111 esas - 2019/1706 karar ve yine Yargıtay Ceza Dairesi'nin 7/22017 tarih, 2015/7522 esas - 2017/850 karar sayılı kararlarında da belirtildiği gibi söz konusu eylemin terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini öven, meşru gösteren ya da bu yöntemlere başvurulmasına teşvik eden bir muhteva içermediğinin anlaşıldığı, bu şekilde silahlı terör örgütü propagandası yapmak suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı tespit edilmekle, 5271 sayılı CMK.nun 223/2-a maddesi gereğince iş bu kamu davasından sanığın beraatına karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Bu karara karşı Savcılık istinaf yoluna başvurmuştur. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Besime Konca, B. No: 2017/5867, 3/7/2018, §§ 43-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/16865
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve resen yapılan tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak gerçekleştirilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, Bugün gazetesinde yayımlanan bir haberde gerçeğe aykırı bilgilere yer verilmesi nedeniyle başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeni ile de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/2/2014 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 12/4/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri Deniz Kuvvetleri Komutanlığından oramiral rütbesi ile 30/8/2003 tarihinde emekli olmuş bir subaydır. 20/10/2007 tarihli Bugün gazetesinde çıkan bir haberde Emekli Albay B.Y.nin yargılaması süren bir davada Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu cevap dilekçesindeki beyanlarına atfen "Albaydan Şok Suçlama" ve "Erbil Paşayı hapse yollayan B.'den müthiş iddia: Askeri hakim benden 000 ABD doları istedi, Oramiral Alpkaya rüşvet aldı." başlıkları altında başvurucunun adı ve fotoğrafları kullanılarak yayın yapılmıştır. Başvuru formuna eklenen gazete nüshasındaki haber içeriği şöyledir: "ALBAY'DAN ŞOK İDDİALAR Verdiği ifadelerle Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Oramiral İ.E.'nin cezaevine girmesine neden olan Albay B., 'Yargılanırken bir hakim albay 60 bin dolar istedi. Üst düzeyde rüşvet çarkı dönüyor.' dedi. Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde yargılanan ve hapse girdikten sonra mahkemedeki verdiği ifadeler üzerine emekli Oramiral İ.E.'nin sanık sandalyesine oturmasına sebep olan Albay B., yine ortalığı karıştıracak şok iddialarda bulundu, Hazineyi 30 bin YTL zarara uğrattığı için dava açılan , mahkemeye cevap dilekçesi gönderdi. 'nin, Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu dilekçe, zehir zemberek açıklamalarla dolu. İşte Albay 'nin, Kuzey Deniz Saha Komutanlığında bugüne kadar yaşanan süreçle ilgili şok iddiaları:DEVLET ZARARDAMarmara Depremi sonrasında Donanma Komutanlığı bünyesindeki birliklerde büyük oranda hasar meydana geldi. 26 Ağustos 1999'da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevine getirilen Oramiral İ.E. döneminde, deprem yaralarının sarılması için çok miktarda malzeme alımı yapıldı. Bu alımlardan Lojistik Başkanı Tümamiral Ö.E. ve ekibi sorumluydu. Albay 'ye göre; Tümamiral Ö.E. zamanında Deniz Kuvvetleri bünyesinde çok büyük oranda yolsuzluklar, usulsüzlükler yapıldı ve devlet trilyonlarca zarara uğratıldı.NEREDE SORUŞTURMAOramiral E.'nin 2001'de emekli olmasının ardından Albay B., Albay T. ile birlikte yeni göreve başlayan Komutan Bülent Alpkaya'ya Kuzey Deniz Saha Komutanlığı'ndaki bütün yolsuzlukları içeren klasör halindeki dosyaları verdi. Alpkaya, Deniz Kuvvetlerini trilyonlarca lira zarara uğratan Lojistik Başkanı Tümamiral Ö.E. ve ekibi hakkında derhal soruşturma başlatacağını söyledi. KOMUTANA RÜŞVETAncak yeni komutan, Tümamiral E. hakkında soruşturma açtırmadı. Albay , 'Daha sonra duyduğumuza göre Tümamiral E.'nin Bülent Alpkaya'ya yüklü miktarda para vererek kendisi ve ekibi hakkında açılacak soruşturmayı engellediğini öğrendik.' dedi.USULSÜZ EMİRLERAlbay B., Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askeri Hakimliği'ne atanan Hakim Albay Y. hakkında da şok iddialar ortaya attı. 'ihaleye fesat karıştırmak' suçundan tutuklandığını ve 5 ay cezaevinde yattığını belirten Albay , kendisiyle ilgili bir rüşvet isteme olayını da şöyle anlattı: 'Hapisten çıktım ve üç gün sonra ifade için tekrar çağrıldım. Odasında ifade almak isteyen Albay Y., elinde tuttuğu dosyaları göstererek yüzüme karşı 'B. Albayım, elimde gördüğün bu dosyalar hakkında gerekli işlemleri yapabilirim, ya da yapmayabilirim. Bu tamamen sana bağlı. İstediğim 60 bin dolar parayı verirsen hakkında hiç bir işlem yapmam. Parayı vermezsen seni perişan ederim.' dedi." Başvurucu, söz konusu haberin gerçek dışı olduğunu, kendisinin ve bağlı olduğu kurumun yıpratılmak istendiğini, kişilik haklarının saldırıya uğradığını belirterek Bugün gazetesi, gazetenin sorumlu müdürü ve eser sahibine karşı İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/383 Esas sayılı dosyası ile 10/12/2007 tarihinde manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucu, davalılardan B.Y.M'nin İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/383 esas sayılı dosyası için verdiği cevap dilekçesinde, yine İstanbul , ve Asliye Ticaret Mahkemelerine verdiği dilekçeler ile savunma hakkının sınırlarını aşarak şahsına yönelik hakarette bulunduğu ve ayrıca başvuruya konu yayının gerçekleşmesine Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesine sunmuş olduğu dilekçedeki beyanları ile neden olduğu iddiasıyla bu davalıya karşı İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde 2008/53 Esas sayılı dosya ile manevi tazminat davası açmış, bu dava aralarındaki irtibat nedeniyle İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/383 esas sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. Mahkeme 25/3/2010 tarih ve E.2007/383, K.2010/75 sayılı kararı ile davalı gazete sorumlu müdürü ile eser sahibi hakkında açılan dava atiye bırakıldığından bu davalılar yönünden hüküm kurulmasına yer olmadığına karar vermiş, diğer davalılar gazete tüzel kişiliği ile B.Y. yönünden ise davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Mahkememizce dosya kapsamı ve toplanan tüm delillere göre davaya konu edilen 20 Ekim 2007 tarihli Bugün gazetesinde yayımlanan 'Albaydan şok suçlama', devamında "Erbil Paşa'yı hapse yollayan B.'den müthiş iddia, askeri hakim benden 000 ABD doları istedi, Oramiral Alpkaya rüşvet aldı.' vs. İddialarının birçok basın yayın organı tarafından yayımlandığı, davaya konu yayının davalı Albay B.'nin Kuzey Deniz Saha Komutanlığında yolsuzluklar olduğuna dair iddiaların kamuoyuna duyurulmasıyla haber yayını yapıldığı ve söz konusu iddiaların yargıya, mahkemelere taşındığı, yapılan haberde davacıya her hangi bir ithamda ya da suçlamada bulunulmadığı, iddiaların kamuoyunu bilgilendirmek maksadı ile yapıldığı, davacının kişilik haklarını ihlal edici, küçük düşürücü mahiyette olmadığı, gerçek ve güncel olan, verilmesinde kamu yararı ve toplumsal ilgi bulunan haberlerde basın, özgürlüğünden doğan genel yararla ilgili olaylarda toplumu aydınlatarak kamuoyunu oluşturmak görevini yerine getirmekle bir kamuoyu görevini yerine getirdiği ve kamu hizmeti yaptığından bir tazminata hükmolunamayacağı anlaşıldığından bu dava ve birleşen davanın reddine..." Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/6/2011 tarihli ve E.2010/6420, K.2011/7588 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 18/9/2013 tarihli ve E.2012/2913, K.2013/14484 sayılı kararı ile oyçokluğu ile reddedilmiş ve anılan karar, 20/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Öte yandan, başvurucu tarafından B.Y. aleyhine yazılı ileti ile görevinden dolayı kendisine hakaret ettiği ileri sürülerek cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin 4/10/2011 tarihli ve E.2010/ K.2011/1357 sayılı kararıyla sanık, çeşitli mahkemelere vermiş olduğu dilekçeler ile başvurucuya hakaret ettiği gerekçesiyle 620 TL adli para cezası ile cezalandırılmış ve hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Başvurucu 16/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1016
Başvuru, Bugün gazetesinde yayımlanan bir haberde gerçeğe aykırı bilgilere yer verilmesi nedeniyle başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeni ile de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular; Mersin'in Aydıncık ilçesi sınırları içinde yapılması planlanan Kültür Balıkçılığı Projesi (proje) için verilen Çevresel Etki Değerlendirilmesi (ÇED) olumlu kararının iptaline karar verilmesi talebiyle Mersin İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucular ÇED raporunun özensiz şekilde hazırlandığını, anılan rapordaki pek çok veri ve bunlara bağlı yorumların bilimsellikten uzak ve dava konusu edilen işlemin hukuka ve mevzuata aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi 17/7/2020 tarihinde davanın, başvurucu Mersin Barosu Başkanlığı bakımından ehliyet yönünden reddine, diğer davacılar bakımından ise esastan reddine karar vermiştir. Kararın davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmının gerekçesinde başvurucu Mersin Barosu Başkanlığının meşru, kişisel ve güncel bir menfaatinin bulunmadığı belirtilmiştir. Kararın işin esasına yönelik gerekçesinde ise 12/9/2019 tarihli ara kararı uyarınca yerinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesinin sonucundan bahsedilmiştir. Neticede yapılması planlanan projenin çevreye olası etkilerinin irdelendiği ve yürürlükteki mevzuata göre bir eksiklik olmadığı hususunun bilirkişi raporu ile sabit olduğu vurgulanarak dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucular bu karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde çevre sorunlarına neden olabilecek nitelikteki işlemlerde baroların menfaatinin bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği, proje ile ilgili alınan bilirkişi raporunun yetersiz olduğu ve İdare Mahkemesince yeterli araştırma ve inceleme yapılmadan karar verildiği belirtilmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 21/10/2020 tarihinde İdare Mahkemesi kararının ve dayandığı gerekçenin usule ve hukuka uygun olduğunu belirterek temyiz talebinin reddine ve anılan kararın onanmasına kesin olarak karar vermiştir. Başvurucular nihai hükmü 3/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra 30/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/1130
Başvuru, çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; acil, yoğun bakım ve icap nöbetlerine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı bağlamında ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Cerrahisi Kliniğinde 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu hükümlerine tabi uzman doktor olarak görev yapmaktadır (22/2/2018 tarihli ve 7100 sayılı Kanun'un , ve maddeleri uyarınca yükseköğretim kurumlarına tahsis edilen okutman, uzman, çevirici, eğitim-öğretim planlamacısı kadroları kaldırılarak bunların yerine öğretim görevlisi kadrosu ihdas edilmiş olup başvurucunun kadrosu da öğretim görevlisi kadrosuna dönüşmüştür.). Başvurucu; göğüs cerrahisi uzmanı olarak tuttuğu acil, yoğun bakım ve icap nöbetlerine ilişkin nöbet ücretlerinin ödenmesi talebiyle Ege Üniversitesi Rektörlüğüne (İdare) başvuruda bulunmuştur. İdare, başvuruya süresinde cevap vermemiştir. Başvurucu, söz konusu idari işleme karşı İdare aleyhine 17/5/2016 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde; işlemin hukuka aykırı olduğu, aynı nitelikte kamu hizmeti veren fakat farklı mevzuat hükümlerine göre istihdam edilen emsal personele ve nöbet tutan tıpta uzmanlık öğrencilerine nöbet ücreti ödemesi yapıldığı, hekim olarak istihdam edilen personele nöbet ücreti ödenmesine cevaz vermeyen bir hüküm bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, bu nedenle kendisine nöbet ücreti ödenmemesinin eşitlik ilkesine ve hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürerek dava konusu işlemin iptali ile ödenmeyen nöbet ücretleri toplamı olan 762,40 TL'nin yasal faizi ile birlikte tazminini istemiştir. Mahkeme 19/7/2017 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline ve ödenmeyen nöbet ücretleri toplamı olan 762,40 TL'nin davalı İdareye başvuru tarihi olan 19/2/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme kararına karşı İdare tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuş, istinaf incelemesi sonucunda İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 28/12/2017 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun kabulüyle kesin olarak davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, öncelikle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun ek maddesinde sayılan sağlık kuruluşlarında normal, acil veya branş nöbeti tutan personele ödenecek nöbet ücretlerinin düzenlendiği belirtilmiştir. 2547 sayılı Kanun'a tabi uzman doktor olan başvurucunun 657 sayılı Kanun'un nöbet ücreti ödenmesine ilişkin ek maddesinde sayılan personel arasında yer almadığı tespiti yapıldıktan sonra yine anılan maddede atıf yoluyla gösterilen 2547 sayılı Kanun'un maddesinin (e) bendi kapsamına da girmediği sonucuna varılmıştır. Anılan gerekçe doğrultusunda davacıya nöbet ücreti ödenmesinin mümkün bulunmadığına hükmedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 2/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un ek maddesi şöyledir: “Yataklı tedavi kurumları, seyyar hastaneler, ağız ve diş sağlığı merkezleri, aile sağlığı merkezleri, toplum sağlığı merkezleri ve 112 acil sağlık hizmetlerinde haftalık çalışma süresi dışında normal, acil veya branş nöbeti tutarak, bu nöbet karşılığında kurumunca izin kullanmasına müsaade edilmeyen memurlar ile sözleşmeli personele, izin suretiyle karşılanamayan her bir nöbet saati için (nöbet süresi kesintisiz 6 saatten az olmamak üzere), aşağıda gösterilen gösterge rakamlarının aylık katsayısı ile çarpılması sonucu hesaplanacak tutarda nöbet ücreti ödenir. (Ek cümle:2/1/2014-6514/10 md.) Bu ücret yoğun bakım, acil servis ve 112 acil sağlık hizmetlerinde tutulan söz konusu nöbetler için yüzde elli oranında artırımlı ödenir. Ancak ayda aile sağlığı ve toplum sağlığı merkezlerinde 60 saatten, diğer yerlerde ve hiçbir şekilde 130 saatten fazlası için ödeme yapılmaz. Bu ücret damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz. (Değişik tablo: 27/3/2015-6639/10 md.)Göstergea) Eğitim görevlisi, başasistan, uzman tabip 150b) Tabip, tıpta uzmanlık mevzuatında belirtilen dallarda, bu mevzuat hükümlerine göre uzmanlık belgesi alan tabip dışı personel, aynı dallarda doktora belgesi alanlar 135c) Diş tabibi ve eczacılar 120ç) Mesleki yükseköğrenim görmüş sağlık personeli 90d) Lise dengi mesleki öğrenim görmüş sağlık personeli 75e) Diğer personel 55Bu madde hükmü, üniversitelerin yataklı tedavi kurumlarında çalışan ve 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 50 nci maddesinin (e) bendi kapsamında bulunanlar ile yataklı tedavi kurumlarında çalışan ve 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Kanunun ek 14 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında bulunanlar hakkında da uygulanır. İcap nöbeti tutan ve bu nöbet karşılığında kurumunca izin kullanmasına müsaade edilmeyen memurlar ile sözleşmeli personele, izin suretiyle karşılanamayan her bir icap nöbeti saati için, icap nöbeti süresi kesintisiz 12 saatten az olmamak üzere, yukarıda nöbet ücreti için belirlenen ücretin yüzde 40'ı tutarında icap nöbet ücreti ödenir. Bu şekilde ücretlendirilebilecek toplam icap nöbeti süresi aylık 120 saati geçemez.Bu madde uyarınca yapılacak ödemeler, döner sermayesi bulunan kurumlarda döner sermaye bütçesinden karşılanır.” 2547 sayılı Kanun'un maddesinin (l) ve (n) bentleri şöyledir: “(l) (Değişik: 22/2/2018-7100/2 md.) Öğretim Elemanları: Yükseköğretim kurumlarında görevli öğretim üyeleri, öğretim görevlileri ve araştırma görevlileridir.... (n) (Değişik: 22/2/2018-7100/2 md.) Öğretim Görevlisi: Yükseköğretim kurumlarında okutulan dersleri vermek, uygulama yapmak veya yaptırmakla yükümlü olan öğretim elemanıdır." 2547 sayılı Kanun'un maddesinin (e) bendi şöyledir: “Tıpta uzmanlık öğrenimi yapanlara verilecek aylık veya ödeneklerin tespitinde, aynı durumda bulunan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığındaki personelin aylık ve ödenekleri gözönünde tutulur." 2547 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Üniversite öğretim elemanları ve üst kuruluşlar ile üniversitelerdeki memur ve diğer görevlilerin özlük hakları için bu kanun, bu kanunda belirtilmeyen hususlar için Üniversite Personel Kanunu, Üniversite Personel Kanununda bulunmayan hususlar için ise genel hükümler uygulanır." 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu'nun maddesi şöyledir: “Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümleri uygulanır." 13/10/1984 tarihli ve 18544 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Lisansüstü Öğrenim Görenlerden Öğretim Yardımcısı Kadrolarına Atanacakların Hak ve Yükümlülükleri ile Tıpta Uzmanlık Öğrencilerinin Giriş Sınavları Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Tıpta uzmanlık öğrencileri ile yüksek lisans, sanatta yeterlik ve doktora öğrencilerinin öğretim yardımcılığı kadrolarına atanmaları 2547 sayılı kanunun maddesi esaslarına uyulmak kaydıyla aynı kanunun 2880 sayılı kanunla değişik maddesindeki usule göre yapılır." Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"2547 sayılı kanunun Maddesine göre öğretim yardımcılığı kadrolarına geçici olarak atanıp, yükseklisans, doktora, sanatta yeterlik ve tıpta uzmanlık öğrenimlerini başarı ile tamamlayarak yükseklisans, doktora veya sanatta yeterlik diploması veya tıpta uzmanlık belgesi alanların kadro ile ilişkileri kendiliğinden kesilir.Hizmetlerine ihtiyaç görülenlerin 2547 sayılı kanunun 2880 sayılı kanunla değişik maddesine göre öğretim yardımcısı olarak yeniden atanmaları mümkündür."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı birinci maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Sözleşme'nin maddesi ise şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, mülkiyet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yerleşik içtihadına göre Sözleşme'nin maddesi, Sözleşme ve eki protokollerde yer alan diğer hak ve özgürlükleri tamamlayıcı bir nitelik taşımaktadır. Dolayısıyla sadece güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerden yararlanılması bağlamında uygulanan bu hakkın bağımsız bir şekilde uygulanabilmesi ise söz konusu değildir (Fâbian/Macaristan [BD], B. No: 78117/13, 5/9/2017, § 112; Rasmussen/Danimarka, B. No: 8777/79, 28/11/1984, § 29). Zira madde yalnızca Sözleşme’de bulunan hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından yapılan ayrımcılığı yasaklamaktadır (Gaygusuz/Avustralya, B. No: 17371/90, 16/9/1996, § 36). Bu sebeple bu hakkın ihlal edildiğine ilişkin şikâyet, Sözleşme’deki hangi hak veya özgürlük bakımından ayrımcılık yapıldığı iddiasını da içermelidir. Zira Sözleşme ve protokollerin güvence altına aldığı başka hak ve özgürlüklerin kapsamına girmedikçe maddenin uygulanma imkânı yoktur (Rasmussen/Danimarka, § 29). AİHM'e göre farklı muamele nesnel ve makul bir gerekçeye sahip olmaması hâlinde ayrımcı olarak nitelendirilir. Diğer bir deyişle meşru bir amaç taşımadığı veya kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmadığı tespit edilen farklı muamele, ayrımcılık oluşturur (Fabris/Fransa [BD], B. No: 16574/08, 7/2/2013, § 56). AİHM, taraf devletlerin başka koşullarda benzer durumlar teşkil eden farklılıkların ayrımlı bir muameleyi gerektirip gerektirmediğinin ve ne ölçüde gerektirdiğinin değerlendirmesinde takdir yetkileri bulunduğunu kabul etmektedir. Bu takdir alanının kapsamı koşullara, olayın konusuna ve arka planına göre değişiklik gösterir (Stummer/Avusturya [BD], B. No: 37452/02, 7/7/2011, § 88). Özellikle ekonomik ve toplumsal stratejiye ilişkin genel tedbirlerin uygulanması söz konusu olduğunda devletin geniş bir takdir yetkisinin olduğu kabul edilmektedir (Hämäläinen/Finlandiya [BD], B. No: 37359/09, 16/7/2014, § 109). AİHM; Sözleşme'nin maddesine ilişkin başvurularda ölçülülük kriteri çerçevesinde izlendiği iddia edilen amacın önemi, bu amaca özgülenen ayrımcı müdahalenin başvurucunun mülkiyet hakkına müdahalesinin ağırlığı, ayrımcı müdahalenin amacın gerçekleştirilebilmesi için uygun ve elverişli olup olmadığı, söz konusu amacın izlenebilmesi için ayrımcı müdahalenin yapılmasının zorunlu olup olmadığı, başvurucunun ayrımcı müdahaleden mağduriyetinin giderilmesi için devlet tarafından önlem alınıp alınmadığı gibi unsurları denetlemektedir. Ayrıca AİHM, meşru bir kamu politikasını destekleyen bir müdahalenin uygulamada kabul edilemez derecede geniş olup olmadığını veya bazı kişilere makul olanın ötesinde veya aşırı bir yük yükleyip yüklemediğini saptamaya çalışmaktadır (Thlimmenos/Yunanistan [BD], B. No: 34369/97, 6/4/2000, § 47; Guberina/Hırvatistan, B. No: 23682/13, 22/3/2016, §§ 66-74; Fâbian/Macaristan, §§ 112-117). Maggio ve diğerleri/İtalya (B. No: 46286/09, 31/5/2011) kararına konu olayda başvurucuların emekli aylıklarının İsviçre'de çalıştıkları dönemde ödedikleri primlere göre daha fazla hesaplanması gerektiğini belirterek yaptıkları talepler ulusal makamlarca reddedilmiştir. Buna göre başvurucuların ilki emekli aylığı almaya başladığı 1996 yılından 2009 yılına kadar 372 avro yerine 873 avro almış, 2010 yılından sonra da kendisine 900 avro yerine 178 avro ödenmiştir. Bununla birlikte AİHM; başvurucuların bütünüyle sosyal güvenlik aylığından yoksun bırakılmadığını, yurt dışında çalıştıkları dönemde ödedikleri primlerin daha az olduğunu ve bu azaltmanın genel bir eşitliği sağlamaya yönelik olduğunu vurgulamıştır. AİHM sonuç olarak devletin sosyal güvenlik alanındaki geniş takdir yetkisine de işaret ederek müdahalenin başvuruculara aşırı bir külfet yüklemediği sonucuna varmıştır (Maggio ve diğerleri/İtalya, §§ 59-64). Mülkiyet hakkının ayrımcılık yasağı ile bağlantılı olarak incelenmesi neticesinde de müdahalenin makul ve nesnel bir amacı olduğu belirtilerek ihlal olmadığına karar verilmiştir (Maggio ve diğerleri/İtalya, §§ 68-75). Stummer/Avusturya ([BD], B. No: 37452/02, 7/7/2011) kararına konu olayda ise ceza infaz kurumunda hükümlü olunan sürede yapılan çalışmaların emekliliğe esas alınmaması şikâyet edilmiştir. AİHM öncelikle Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin mülk edinme hakkı tanımadığını belirterek taraf devletlerin sosyal güvenlik yardım veya ödemelerini nasıl yapacağı konusunda takdir haklarının bulunduğunu kabul etmiştir. Ancak bir taraf devletin sosyal güvenlik ödemesi yapılmasına dair yasal bir düzenleme yapması durumunda bu yasal düzenlemeye dayalı olarak söz konusu ödemelerin veya yardımların Sözleşme'nin anılan maddesi çerçevesinde mülk oluşturduğunu vurgulamıştır. AİHM ayrıca somut olayda olduğu gibi başvurucuya kısmen veya tamamen ödeme yapılmamasının şikâyet edildiği hâllerde Sözleşme'nin maddesinin ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi ile bağlantılı olarak incelenebileceğine değinmiştir. Diğer bir deyişle mülkiyet hakkına ilişkin söz konusu Sözleşme maddesi herhangi bir biçimde sosyal güvenlik ödemesi alınması hakkı içermese dahi taraf devletin böyle bir ödeme oluşturması durumunda bu ödemenin Sözleşme'nin maddesine uygunluğunun incelenmesi gerektiği belirtilmiştir (Stummer/Avusturya, §§ 81-84). AİHM, Sözleşme'nin maddesinde yer alan diğer statü kavramının sınırlı olmadığını belirterek hükümlü olmanın anılan maddenin amacı çerçevesinde ayrımcılığa temel oluşturabilecek kişisel statü hâllerinden biri sayılabileceğini kabul etmiştir (Stummer/Avusturya, § 90). Kararda, başvurucu hükümlünün diğer çalışanlar ile benzer durumda oldukları tespit edilmiş; önemli sayılabilecek prim ödemesi yapılmadığı gözetilerek sosyal güvenlik sisteminin korunması çerçevesinde müdahalenin meşru bir amacının olduğu belirtilmiştir (Stummer/Avusturya, §§ 91-98). Son olarak makul ve nesnel bir amacı bulunduğu belirtilen müdahalenin başvurucuya aşırı bir külfet yüklemediğinden ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır (Stummer/Avusturya, §§ 99-111).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9074
Başvuru, acil, yoğun bakım ve icap nöbetlerine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı bağlamında ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, en son Danıştay tetkik hâkimi olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsü sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle öğretim hayatı boyunca FETÖ ile irtibatlı ve iltisaklı okulda ve dershanede okumadığını, yurtlarında veya evlerinde kalmadığını, 2006 yılında başladığı üniversite eğitiminin ilk altı ayında akrabasında kaldığını, sonrasında arkadaşlarıyla ev kiraladığını, 2010 yılında mezun olduğunu, aynı yıl sınavı kazandığını ve hâkim adayı olarak mesleğe başladığını, bu süreden önce olduğu gibi bu süreden sonrada örgüt ile bağlantısının olmadığını, Bank Asya hesabının olmadığını, 2014Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde bir görevinin veya ziyaretinin olmadığını, Adalet Akademisinde herhangi bir görevinin olmadığını, yurt dışına hiç çıkmadığını belirtmiştir. Başsavcılık başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 21/7/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu müdafi huzurunda yaptığı savunmasında önceki anlatımlarına benzer beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 21/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler Ü.A., R.T., O.(Başvurucu), Y., H.A., B.B.A., B.Ö. ve A.A. üzerlerine atılı bulunan Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında somut delillerin bulunması, yakın tehdidin halen devam ediyor olması, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağından, 2802 Sayılı Yasanın 94, CMK’nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında, isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK.nun maddeleri uyarınca şüphelilerin ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]" Başvurucunun söz konusu tutuklama kararına itiraz etmesi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği itirazı değerlendirmiş ve 21/9/2016 tarihli kararıyla itirazın kabülüne ve başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Tahliye kararının ilgili kısmı şöyledir: "Şüpheliler ... ile O.nun (Başvurucu) üzerine atılı müsnet suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin var olduğu ancak şüpheli O.nun eşinin hamile olduğu ... sabit ikametgah sahibi olması, an itibariyle tutuklu kaldıkları süre gözetilerek Ankara Sulh Ceza Hâkimliği'nin 21/7/2016 gün ve 2016/98 sorgu sayılı tutuklama kararına yapmış oldukları itirazın kabulü ile şüpheliler ... ve O. hakkındaki tutuklama kararının kaldırılmasına ve başka suçtan hükümlü veya tutuklu değil ise derhal salıverilmesine, şüpheliler ... ve O.nun CMK 109/3-a maddesi gereğince yurt dışını çıkışının yasaklanması suretiyle adli kontrol altına alınmasına... [karar verildi.]" Başvurucu 21/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Soruşturma aşamasında 18/10/2016 tarihinde şüpheli sıfatıyla dinlenen U.E. özetle İstanbul'da üniversiteyi okuduğunu, burada cemaat yurdunda ve evlerinde kaldığını, 2010 yılında mezun olduktan sonra Ankara'ya adli ve idari yargı sınavlarına hazırlanmak için geldiğini ve örgütün sınavlara hazırlık evinde kaldığını, hâkim adayı olarak mesleğe başladığında da bu evlerde kalmaya devam ettiğini, kimlerle birlikte bu evlerde kaldığını, kendi evleriyle irtibatlı bir başka evde kimlerin kaldığını, birlikte yaptıkları sohbet, yemek organizasyonlarında neler konuşulduğunu, evlerde kimlerin ne görevleri olduğunu, evlerin sorumlularının kimler olduğunu anlattıktan sonra aşağıdaki ifadelere yer vermiştir: "... Ayrıca ben bizim dönemden bu yapıya müzahir olduğunu bildiğim diğer şahısların isimlerini de söylemek istiyorum. Bunlardan ... ve O. Emek mahallesinde aynı evde oturmaktaydı. (...)" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 17/9/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili yapılan değerlendirmeler şöyledir:"Şüphelinin adı geçen örgütle irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından meslekten çıkarıldığı ve bu kararın kesinleştiği, Alınan kararlar doğrultusunda yapılan aramalarda ayrıntıları tutanaklarda belirtilen dijital materyaller (cep telefonu ve bilgisayar) dışında suç unsurunun ele geçmediği, dijitallerle ilgili imaj alma işlemlerinin yapılıp emanete kaydının yapıldığı ancak raporun henüz dosyaya girmediği, gelince mahkemeye gönderileceği,Cumhuriyet Başsavcılığımız bylock bürosunca düzenlenen 14/9/2018 tarihinde evrak ve ekindeki belgelerde; şüphelinin bylock kaydının bulunmadığının belirtildiği, Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne veri havuzu sorgulama raporunun düzenlenmesi için yazılan talimatın henüz dönmediği, HTS analiz çalışmaları neticesinde düzenlenen raporda; şüphelinin kullandığı telefon ile; haklarında FETÖ kapsamında soruşturma yürütülen bir kısım kişilerle görüşmesinin bulunduğunun belirtildiği ancak bu kişilerin genellikle yargı mensubu olduğu ve örgütün üst düzey yöneticisi olduklarına dair de bir tespite yer verilmediği,Şüphelinin Dönem İdari Yargı Yıllık Kurulu Üyesi olarak adaylık döneminde görev aldığı,Şüpheliyle ilgili ifadelerden; U.E. ifadesinde;kendisinin 2011 yılında hakim adayı olarak göreve başladığını ve yapıya ait evde kaldığını, şüphelinin de kendisiyle aynı dönem ve yapının mensubu olduğunu, şüphelinin de yapıya ait Emek' de bulunan evde İ.E.G., , B. ve Ş.Y. ile birlikte kaldıklarını beyan ettiği,şüphelinin suçlamayı kabul etmediği anlaşılmıştır." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 2/10/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/525 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.Tanık U.E.nin başvurucu ile aynı evde kaldığını iddia ettiği kişilerin kovuşturma aşamasında talimatla alınan ifadelerinin ilgili kısımları şöyledir: i. B.: "Adalet Akademisinde aynı dönem 50 kişilik bir grup olduğumuz için ortak alanlarda görüşüp konuşuyorduk, bu nedenle O.yu tanıyorum, ayrıca Danıştay'da farklı dairelerde olsak da aynı binada olduğumuz için tanıyorum, O.nun bu yapı ile ilgili bağlantısı olduğuna şahit değilim, ben de uyandırdığı izlenim daha çok iktidar yanlısı bir arkadaş olduğudur, ben kendisi ile aynı evde kalmadım, nerede kaldığını da bilmiyorum."ii. İ.E.G.: "Şüpheli benim dönem arkadaşım olur. (...) Ben kendisiyle hiçbir zaman aynı evde kalmadım. Ben kendi evimde kalıyordum. Sanığın ise o tarihlerde nerede ikamet ettiğini bilmiyorum. Sanıkla çok samimi değildim. Dolayısıyla kendisinin Fetö PDY Terör örgütü ile bir irtibatının olup olmadığını bilmiyorum. Ankara ili Emek Mahallesinde örgüte ait bir evde kesinlikle beraber kalmadım. Ben o tarihlerde Ankara İdare Mahkemesinde çalışıyordum. Kendisi Danıştay'daydı sadece staj döneminde kendisiyle tanıştık. Kendisiyle özellikle buluşmamız olmadı. Ancak Danıştay da denk geldiğinde görüşmemiz oldu".iii. : "Sanığı 2011 yılında idari hakimlik stajı döneminden tanırım. Fetö/Pdy silahlı terör örgütü ile irtibatına dair bilgim ve görgüm yoktur. (...) U.E.nin beyanında geçtiği üzere ben sanıkla hiçbir zaman sanıkla aynı evde kalmadım. Staj döneminde ben evliydim kendi evimde kalıyordum." Başvurucu 22/2/2019 tarihinde Mahkemeye yazılı savunmasını sunmuştur. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı özetle şöyledir:"... Aleyhine olan beyanın gerçeği yansıtmadığını, kolluk raporlarının lehine olduğunu, bylock ve Bank Asya kaydının olmadığını, hayatının hiçbir dönemimde Fethullahçı ideolojiyi benimsemediğini, sohbet toplantılarına katılmadığını, bu yönde aleyhinde tanık beyanının olmadığını, bu kapsamda herhangi bir eylemine rastlanmadığını, hakim adaylığı döneminde örgütün evinde kalmadığını, örgüt telkiniyle veya suç işlemek kastıyla yıllık kurulunda görev almadığını, iradesini örgüte terk etmediğini, aleyhe tanıkla üniversiteden tanışıklığının olmadığını kendisinin Ankara Üniversitesi mezunu olduğunu, tanığın ise İstanbul Üniversitesi mezunu olduğunu, staj döneminde aynı sınıfta olması nedeniyle tanışıklıklarının olduğunu, kendisiyle mesleki faaliyet kapsamında veya özel hayatta hiçbir irtibatının olmadığını, HTS kayıtlarından anlaşılacağı üzere hiç bir görüşmelerinin olmadığını, tanığın 18/10/2016 tarihli ek beyanında kendisiyle aynı dönemden yapıya muzahir olduğunu bildiği isimleri söylemek istediğini, bunların İ.E.G., , B. ve Ş.Y. ile O.(Başvurucu) olduğunu, bunların Emekte aynı evde kaldığını beyan etmiştir. Hayatının hiçbir döneminde Emek Mahallesinde ikamet etmediğini, öğrenim hayatı ve staj eğitimi boyunca kendisine ait evde kaldığını, aynı evde kaldığı iddia edilen nin staj döneminde evli olduğu ve kendi evinde kaldığı, ayrıca üniversiteleri ve memleketleri farklı olan 5 hakimin aynı evde kalmasını aklın, izanın ve mantığın kabul edemeyeceği bir iddia olduğunu ve aleyhe beyanın gerçeği yansıtmadığını savunmuştur. Adalet Akademisi Dönem sonunda hatıra kalması amacıyla sosyal bir faaliyet olarak yıllık kurulunda bulunduğunu, meslekte kaldığı 4 yıllık süre boyunca aynı dairede tetkik hakimi olarak çalıştığını, odasını bile değiştirmediğini, hiçbir özel göreve atanmadığını, yurt içinde veya dışında dil kurslarına gönderilmek, burslu yurt dışı eğitimine gönderilmek gibi hiçbir ön plana çıkarılma veya kamu bürokrasisine refere edilme gibi eylem yaşamadığını, yargı bürokrasisine kendini tanıtma amacının olmadığını belirtmiştir ..." Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48 ve ilgili Yargıtay kararları için bkz. A., B. No: 2016/63999, 9/1/2020, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/22180
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediği gerekçesiyle Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 17/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/3/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1959 doğumlu olup Silivri 7 No.lu L Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu, 6/8/2007 tarihinde gözaltına alınmış ve 9/8/2007 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde E.2008/35 sayılı dosya kapsamında yargılanmasına devam edilen başvurucu, tutukluluk süresinin 5 yılı doldurması üzerine 7/8/2012 tarihli dilekçe ile Mahkemeye başvurarak tahliye talebinde bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun tahliye talebini; “sanığa yüklenen suçların birden çok olması, her bir suçun ayrı ayrı ağır cezalık vasfında ve 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılanlardan olması, bu suçların her biri için 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) fıkrasında öngörülen 5 yıllık azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği, iddia ve sanık ikrarları, fiziki takip, arama yoklama ve el koyma tutanağı, tape kayıtları ve dosya kapsamındaki tüm deliller değerlendirildiğinde sanıklar hakkındaki kuvvetli suç şüphesinin devam ediyor olması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 5271 sayılı Kanun açısından makul süreyi aşan bir durumun bulunmadığı, kaçma şüphesinin bulunduğu” gerekçesiyle 9/8/2012 tarih ve 2012/665 Değişik İş sayılı kararıyla reddetmiştir. Başvurucu, tahliye talebinin reddine dair karara, 23/8/2012 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 13/9/2012 tarih ve 2012/667 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiş ve ret kararı 8/10/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu hakkındaki ceza davası ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.B. İlgili Hukuk 5271sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/266
Başvurucu, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediği gerekçesiyle Anayasa’nın 10. ve 19. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu nihai hükmü 31/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 4/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38024
Başvuru, kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, özel yetkili mahkemece yargılama yapılması nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının ve diğer bazı anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca yapılan inceleme neticesinde bireysel başvuru formunun II-B bölümünün eksik açıklamalardan oluştuğunun görülmesi dolayısıyla yeniden düzenlenmesi ve hangi hakların hangi nedenlerle ihlal edildiğinin açıklanması gerektiğinin anlaşılması nedeniyle anılan eksikliğin giderilmesi gerektiği noktasında 20/11/2018 tarihinde bir eksikliğin giderilmesi bildirimi hazırlanmıştır. Söz konusu bildirim başvurucuya 25/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 9/1/2019 tarihinde söz konusu bildirime istinaden tamamıyla yeni bir başvuru formu düzenleyerek Anayasa Mahkemesine göndermiştir. Başvurucu vekili yeni sunduğu başvuru formunda ilk başvuru formunda ileri sürdüğü şikâyetler haricinde yeni şikâyetler ileri sürmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1987 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte İzmir'de ikamet etmektedir. Başvurucu; PKK terör örgütüne üye olduğu gerekçesiyle üç gün gözaltında tutulduktan sonra 23/3/2008 tarihinde, terör örgütüne üye olma ve mala zarar verme suçlarından tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 22/5/2008 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütüne üye olma ve mala zarar verme suçlarından cezalandırılmasını talep etmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 8/9/2008 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Yapılan yargılama sonunda Mahkeme 24/1/2014 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine hükmetmiş, mala zarar verme suçu yönünden ise beraat ve düşme kararları vermiştir. Aynı kararla başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına da hükmolunmuştur. Mahkemenin terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin değerlendirmesi şu şekildedir:"PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik seksiyonunu oluşturan Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketine (YDGH) yönelik 2007 tarihinde İzmir’de güvenlik güçlerince yapılan operasyon sonucunda örgütün Ege Bölge sorumlusu olan [S.Y.] ve arkadaşları hakkında soruşturma sonucu gözaltına alınan şüphelilerden 14 örgüt mensubunun tutuklanması üzerine aralarında örgütün bölge sorumlusu olan ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan [S.Y.]’ın yerine örgüt tarafından Ege bölge sorumlusu olarak [R.S.]’nin görevlendirildiği, [R.S.]’nin Türk asıllı olması ve örgüt içerisindeki faaliyetlerinin yetersiz bulunması gerekçesiyle yerine sanık []'in görevlendirildiği, terör örgütünün gençlik yapılanması içerisinde yer alan sanıklar [A.A.], [E.Y.], Ercan Ekmekçi[Başvurucu], [B.] ve [F.Y.]in bölge sorumlusu olan [S.Y.], [R.S.] ve daha sonra bölge sorumlusu olarak görevlendirilen sanık [] ile tape kayıtlarına yansıyan telefon görüşmelerinden sanıkların PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik örgütlenmesi olan Yurtsever Demokratik Gençlik bölge sorumlusu ve diğer örgüt mensuplarıyla irtibat halinde oldukları, örgüt mensupları ve Yurtsever Demokratik Gençlik sorumlularıyla toplantı ve görüşmeler yaptıkları, bu görüşmeler neticesinde örgütün almış olduğu kararlar sonucunda başlatılan EDİ BESE kampanyası doğrultusunda gençliğin daha aktif ve hareketli olması, özellikle İstanbul’da baş gösteren araçların yakılması eylemlerinin kamuoyunda gündem yarattığından aynı tür eylemlerin İzmir’de de gerçekleştirilmesi yönünde alınan karar doğrultusunda İzmir ilinde de izinsiz gösteri ve yürüyüş, molotof kokteyli atma, araç yakma gibi eylemlerin gerçekleştirildiği anlaşılmıştır.İddia, savunma, mahkememizce yapılan yargılama, iletişim tespit tutanakları, fotoğraftan teşhis tutanağı, [R.S.] ve diğer sanıkların ifadeleri, dosyada mevcut tüm tutanak ve belgelerden; sanıklar ve diğer örgüt mensuplarının tape kayıtlarına yansıyan görüşmeleri, [R.S.]’nin olayların akışına uygun anlatımları, diğer sanık ifadelerinden, sanıklar [A.A.] ve [B.] haklarında her ne kadar terör örgütü yöneticisi olmak suçundan haklarında kamu davası açılmış ise de bu iki sanık ile diğer sanıklar Ercan Ekmekçi[Başvurucu], [E.Y.] ve [F. Y.]’in, terör örgütü yöneticileriyle yaptıkları görüşmeleri ve bu görüşmeler sonucunda örgüt içerisindeki faaliyetleri, bu faaliyetler sonucunda olay tarihinde meydana gelen bir çok izinsiz gösteri ve yürüyüşlerin yapıldığı, molotof kokteyli atma, araç yakma gibi eylemlerin gerçekleştirildiği anlaşılmış ve açığa çıkmış olmakla terör örgütü üyesi oldukları anlaşılan sanıkların eylemlerine uyan 5237 Sayılı TCK nun 314/2 ve 3713 Sayılı Yasanın 2006 tarih, 5532 Sayılı Yasanın maddesiyle değişik 5/ maddesi uyarınca cezalandırılması gerektiği vicdani kanaatine varılmıştır." Mahkûmiyete ilişkin kararı başvurucunun temyiz etmesi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 7/11/2016 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, nihai karardan 21/3/2017 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş; 17/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20132
Başvuru, özel yetkili mahkemece yargılama yapılması nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının ve diğer bazı anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, sosyal medya paylaşımları nedeniyle iki yarıyıl okuldan uzaklaştırma cezası alan başvurucunun açmış olduğu davada şartları oluştuğu hâlde yürütmeyi durdurma talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Olayların gerçekleştiği tarihte Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi sınıf öğrencisi olan başvurucu hakkında sosyal medya paylaşımları nedeniyle terör örgütü propagandası yapma suçundan bir ceza davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Dicle Üniversitesi Yönetimi (İdare), başvurucunun ceza yargılamasına konu olan eyleminin, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan "Mahkeme kararıyla kesinleşmiş olmak kaydıyla, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, böyle bir örgütü yönetmek veya bu amaçla kurulan örgüte üye olmak, üye olmamakla birlikte örgüt adına faaliyette bulunmak veya yardım etmek" eylemine karşılık geldiği gerekçesiyle başvurucunun iki yarıyıl uzaklaştırma cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, söz konusu disiplin cezasına karşı yürütmeyi durdurma talepli olarak Diyarbakır İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. İdare Mahkemesi, başvurucunun yürütmeyi durdurma talebini 26/8/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucunun bu karara yönelik itirazı da Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü İdari Dava Dairesince (Bölge İdare Mahkemesi) kesin olarak reddedilmiştir. İdare Mahkemesi 27/12/2019 tarihli kararıyla, HAGB kararlarının kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü niteliğinde olmadığını, belli şartlarla denetim süresi sonunda davanın düşmesi sonucuna varacak bir karar mahiyetinde olduğunu, ancak söz konusu disiplin cezasının dayanağı olan Yönetmelik'e göre anılan cezanın verilebilmesi için kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün olması gerektiğini belirterek dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. İdarenin anılan karara yönelik istinaf başvurusu, Bölge İdare Mahkemesinin 23/6/2021 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 7/7/2021 öğrendikten sonra 2/8/2021 tarihinde adli yardım talepli olarak bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/46126
Başvuru, sosyal medya paylaşımları nedeniyle iki yarıyıl okuldan uzaklaştırma cezası alan başvurucunun açmış olduğu davada şartları oluştuğu hâlde yürütmeyi durdurma talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına gönderilmek üzere ceza infaz kurumuna verilen dilekçelerin fotokopileri ve evrak kayıt numaralarının verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL üçer aylık sürelerle uzatılarak 18/7/2018 tarihine kadar devam etmiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Darbe teşebbüsü öncesinde Cumhuriyet savcısı olan başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında silahlı terör örgütüne [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)] üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçları kapsamında yürütülen soruşturma sürecinde Yalvaç Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış ve sonrasında İzmir 3 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (Kurul) 11/8/2017 tarihli kararıyla bir kısım hükümlü/tutuklunun çeşitli kurum ve kuruluşlara gönderdikleri dilekçe ve yazışmaların fotokopisinin çekilmesi ve dilekçe çıkış numaralarının kendilerine verilmesi taleplerinin reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; Ceza İnfaz Kurumunda barındırılan hükümlü/tutuklularca günlük 500-600 talep ve şikâyet dilekçesi yazıldığı, günlük 300-350 dilekçenin ilgili makamlara gönderildiği ve hâlen hükümlü/tutuklu mevcudunun 400 civarında olduğu belirtilmiştir. Gerekçede; Kurum kapasitesi ile iş yoğunluğunun fazlalığına (kapalı-açık görüş, avukat, noter görüşü, duruşma, hastane sevk işlemi, sağlık işlemleri, telefon görüşü gibi) vurgu yapılmıştır. Bu iş yoğunluğu içinde işlem gören ve çıkışı yapılan dilekçelerin tekrar çıkış numarası verilerek fotokopisinin çekilmesinin ve tekrar hükümlü/tutuklu odalarına dağıtılmasının mevcut iş yükünü daha da artırmakta olduğu ifade edilmiştir. Diğer yandan mahkemelere ve çeşitli kurum ve kuruluşlara aynı gün gönderilmesi gereken süreli dilekçelerin gönderilmesinde aksaklıklar yaşandığı, çıkış numarası ve evrak fotokopisi işlemlerinin hükümlü tutukluların avukatları, vasileri, yasal temsilcileri tarafından ilgili kurum ve kuruluşlardan takibinin yapılabileceği dile getirilmiştir. Başvurucu 14/8/2017 tarihli dilekçesinde, Kurul kararının hukuka aykırı olduğunu ve bilgi edinme hakkı çerçevesinde kanunla verilmiş bir hakkın idarenin kararı ile kısıtlanamayacağını belirterek Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu, şikâyetinde somut olarak hangi amaçla ve hangi makama göndermek istediği dilekçenin fotokopisi ve kayıt numarasının verilmediğine ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır. Başvurucunun Kurul kararının kaldırılması talebiyle yaptığı şikâyet başvurusu İnfaz Hâkimliğinin 15/9/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, Kurul kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmayıp hukuka uygun olduğu ve takdir hakkının kötüye kullanıldığına dair bir delilin de bulunmadığı açıklanmıştır. Başvurucunun anılan karara itirazı Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 25/10/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararda, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 8/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 28/6/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kamu davasının açıldığı, Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada 1/2/2018 tarihli karar ile FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan başvurucunun mahkûmiyetine ve hükmen tutukluluk hâlinin devamına karar verildiği anlaşılmaktadır. Anılan karara karşı başvurucunun istinaf başvurusu Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 24/5/2018 tarihli kararı ile esastan reddedilmiş ve başvurucunun temyiz istemi de Yargıtay Ceza Dairesinin 10/6/2019 tarihli kararı ile esastan reddedilerek hüküm onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37790
Başvuru, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına gönderilmek üzere ceza infaz kurumuna verilen dilekçelerin fotokopileri ve evrak kayıt numaralarının verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kanun hükmünde kararname uyarınca ruhsatı iptal edilen ateşli silahların zapt edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1974 doğumlu olup Hatay'da ikamet etmektedir. Başvurucu, olayların geçtiği tarihte Hatay'da Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktadır. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde -bir daha uzatılmayarak- son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı ve OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Darbe teşebbüsü sonrasında Adana Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında FETÖ/PDY terör örgütü üyeliği suçlamasıyla soruşturma başlatmıştır. Başvurucu 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış, Hatay Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Soruşturma sırasında Bor Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/7/2016 tarihli arama ve el koymaya izin kararı uyarınca 29/7/2016 tarihinde başvurucunun evinde arama yapılmış ve üç adet ruhsatlı tabancası ile bunlara ait fişeklere (silahlar) el konulmuştur. 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasında görevlerine son verilen yargı mensuplarının silah ruhsatlarının iptal edileceği düzenlenmiştir. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. Aynı hükme 6749 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasında da yer verilmiştir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (Hâkimler ve Savcılar Kurulu/HSK) Genel Kurulu da 24/8/2016 tarihinde başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar vermiştir. Başvurucunun yeniden inceleme talebi HSK Genel Kurulunun 29/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 2/3/2017 tarihinde tahliye edilmiştir. Başsavcılık tarafından düzenlenen 17/12/2017 tarihli iddianamede başvurucunun terör örgütüne üye olduğu kanaatine varılarak 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca cezalandırılması talep edilmiş ancak başvuru konusu silahların müsaderesi ya da iadesine ilişkin bir talepte bulunulmamıştır. Başvurucu 18/4/2018 tarihinde davaya bakan Adana Ağır Ceza Mahkemesinden (Ağır Ceza Mahkemesi) silahların iadesini istemiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 19/11/2018 tarihinde başvurucunun mahkûmiyetine yeterli delil bulunmadığını belirterek beraatine karar vermiştir. Kararda, zapt altına alınan silahlarla ilgili olarak herhangi bir hüküm kurulmamıştır. Bunun üzerine başvurucu 15/1/2019 tarihli dilekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine göre silahların iadesine karar verilmesini istenmiştir. Başsavcılık ise 12/2/2019 tarihli mütalaa yazısında, başvurucunun meslekten çıkarılması nedeniyle 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuya ait silahların ruhsatlarının iptal edildiğini dile getirmiştir. Ardından 1/2/2017 tarihli ve 29966 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Milli Savunma veya İç Güvenlik Hizmetleriyle Doğrudan İlgili Silah, Mühimmat, Araç ve Gereç İle Sarf Malzemesinin Tahsisine İlişkin Yönetmelik (Tahsise İlişkin Yönetmelik) gereğince silahların Hatay İl Valiliği Tahsis Komisyonuna gönderilmesini Ağır Ceza Mahkemesinden talep etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 12/2/2019 tarihli ek kararında, Başsavcılığın talebini kabul ederek meslekten çıkarılan başvurucuya ait silahların Tahsise İlişkin Yönetmelik gereğince Hatay Valiliği İl Tahsis Komisyonuna (Tahsis Komisyonu) gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yapmış olduğu -başvurucu istinaf talebinde bulunmuş- itiraz Adana Ağır Ceza Mahkemesince 12/3/2019 tarihinde reddetmiştir. Nihai karar 19/3/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucun meslekten çıkarılmasına ilişkin HSK kararının iptali talebiyle Danıştay Beşinci Dairesinde açılan davanın 1/12/2022 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Kararın temyiz yolu açık olarak verildiği ve henüz kesinleşmediği derdest olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 15/2/2019 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine soruşturma ve kovuşturma sürecinde gerçekleşen arama, el koyma, tutukluluk ve gözaltı işlemleri için koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açmıştır. Hatay Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamanın derdest olduğu Danıştay Beşinci Dairesinde açılan davanın kesinleşmesinin bekletici mesele yapıldığı anlaşılmıştır. A. İlgili Mevzuat 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "(1) Müsadere kararı verilmesi gereken hâllerde, kamu davası açılmamış veya kamu davası açılmış olup da esasla beraber bir karar verilmemişse; karar verilmesi için, Cumhuriyet savcısı veya katılan, davayı görmeye yetkili mahkemeye başvurabilir. (2) Kamu davası açılmış olup da iade edilmesi gereken eşya veya malvarlığı değerleri ile ilgili olarak esasla birlikte bir karar verilmemiş olması durumunda, mahkemece re'sen veya ilgililerin istemi üzerine bunların iadesine karar verilir." 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "(1) 256 ncı maddeye göre verilmesi gereken kararlar, duruşmalı olarak verilir. (2) Müsadere veya iade olunacak eşya veya diğer malvarlığı değerleri üzerinde hakkı olan kimseler de duruşmaya çağrılır. Bu kişiler, sanığın sahip olduğu hakları kullanabilirler. (3) Çağrıya uymamaları, işlemin ertelenmesine neden olmaz ve hükmün verilmesini engellemez." 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "(1) 256 ncı maddeye göre verilecek hükümlere karşı Cumhuriyet savcısı, katılan ve 257 nci maddede belirlenen kişiler için istinaf yolu açıktır." 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca; Yargıtay daire başkanı ve üyeleri hakkında Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca; Danıştay daire başkanı ve üyeleri hakkında Danıştay Başkanlık Kurulunca; hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca ve Sayıştay meslek mensupları hakkında Sayıştay Başkanının başkanlığında, başkan yardımcıları ile Sayıştay Başkanı tarafından belirlenecek bir daire başkanı ve bir üyeden oluşan komisyonca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir. Görevlerine son verilenlerin silah ruhsatları ve hususi damgalı pasaportları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir." 6749 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca; Yargıtay daire başkanı ve üyeleri hakkında Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca; Danıştay daire başkanı ve üyeleri hakkında Danıştay Başkanlık Kurulunca; hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi daire başkanı ve üyeleri hakkında Başkanlar Kurulunca; Askeri Yargıtay daire başkanı ve üyeleri hakkında Başkanlar Kurulunca; askeri hâkimler hakkında Millî Savunma Bakanının başkanlığında, Millî Savunma Bakanı tarafından birinci sınıf askeri hâkimler arasından seçilecek iki askeri hâkimden oluşan komisyonca ve Sayıştay meslek mensupları hakkında Sayıştay Başkanının başkanlığında, başkan yardımcıları ile Sayıştay Başkanı tarafından belirlenecek bir daire başkanı ve bir üyeden oluşan komisyonca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir. Bu kararlar, Resmî Gazete’de yayımlanır ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. Meslekten çıkarma kararlarına karşı ilgili kanunlarda yer alan hükümler uyarınca itiraz edilmesi veya yeniden inceleme talebinde bulunulması üzerine verilen kararlar da Resmî Gazete’de yayımlanır ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. Görevden uzaklaştırılanlar veya görevlerine son verilenlerin silah ruhsatları ve pasaportları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından on beş gün içinde tahliye edilir." 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'un ek maddesi şöyledir:"Terör veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen ya da 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlar ile uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçları sebebiyle elkonulan, millî savunma veya iç güvenlik hizmetleriyle doğrudan ilgili silah, mühimmat, araç ve gereç ile sarf malzemesinin delil olarak saklanmasına gerek bulunmaması halinde, bu eşyaların Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığına tahsis edilmesi, mahallin en büyük mülki amiri tarafından soruşturma evresinde hâkim veya kovuşturma evresinde mahkemeden talep edilebilir. Talep üzerine verilen kararlara karşı itiraz edilebilir. Soruşturma veya kovuşturma sonunda elkonulan eşyanın iadesine karar verildiği takdirde iadenin konusunu rayiç değer oluşturur. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Adalet, İçişleri, Maliye ve Millî Savunma Bakanlıklarınca müştereken çıkarılan yönetmelikle belirlenir." Tahsise İlişkin Yönetmelik'in "Amaç ve kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Yönetmelik terör veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen ya da 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlar sebebiyle el konulan veya adli emanette bulunan, millî savunma veya iç güvenlik hizmetleriyle doğrudan ilgili silah, mühimmat, araç ve gereç ile sarf malzemesinin Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığına tahsis edilmesi ve rayiç değerinin tespiti ile ödenmesine ilişkin usul ve esasları kapsar." Tahsise İlişkin Yönetmelik'in "Tahsis kararı ve işlemi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim veya mahkemece tahsis talebi hakkında ivedilikle karar verilir. (2) Hâkim veya mahkeme tarafından verilen tahsis talebinin kabulü veya reddi kararlarına karşı talepte bulunan Vali, Cumhuriyet savcısı ve dosyanın tarafları itiraz edebilir. İtirazlar hakkında ivedilikle karar verilir. (3) Hâkim veya mahkemenin verdiği karar doğrultusunda tahsis işlemi gerçekleştirilir." Tahsise İlişkin Yönetmelik'in "İade veya müsadere kararı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Tahsise konu eşyanın soruşturma veya kovuşturma sonunda iadesine veya müsaderesine karar verilmesi halinde, kesinleşmiş karar, gerekli ödeme ve kayıt güncelleme işlemlerinin yapılması için eşyanın tahsis edildiği kuruma tahsis kararı da eklenmek suretiyle gönderilir. (2) Müsadere kararı verilmesi halinde tahsis edilen eşya tahsis edilen kurumun malı olarak işlem görür. (3) İade veya müsadere kararlarının ilgili kuruma gönderilmesi ile mahkeme ve Cumhuriyet başsavcılığına ait adli emanet kayıtları kapatılır." Tahsise İlişkin Yönetmelik'in "Rayiç değerin tespiti ve bedelin ödenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma veya kovuşturma sonunda el konulan eşyadan iadesine karar verilenlerin, ilgili kurumların tabi olduğu taşınır mal yönetmeliği hükümleri uyarınca kurum envanterine kaydedilmesi sırasında izlenen usule göre rayiç değeri tespit edilir. (2) Tahsis yapılan kurum tarafından rayiç değer üzerinden belirlenen bedel, kurum bütçesinden karşılanmak suretiyle eşya sahibine ödenir. (3) Ödeme gerçekleştiğinde işlem sonucu, soruşturma veya kovuşturma dosyasına eklenmek üzere Cumhuriyet başsavcılığı veya mahkemeye gönderilir. Ödeme işlemi sonucu, İçişleri Bakanlığına (Jandarma Genel Komutanlığına) da gönderilir." 1/6/1991 tarihli ve 20888 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik'in (Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik) "Silah ruhsatı verilmesini engelleyen haller" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi şöyledir: "Aşağıda belirtilen kişilere ikinci fıkradaki hükümler saklı kalmak kaydıyla ateşli silah ve mermilerini taşıma ya da bulundurma izni verilmez ve verilmiş ruhsatlar iptal edilir....j) Mahkeme kararı ile veya haklarında verilen mahkumiyet kararının sonucu olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılanlara, rütbesinin geri alınmasına hükmolunanlar ile 6413 sayılı Kanun hükümleri uyarınca ayırma işlemine tabi tutulanlara, 3269 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrası ve 3466 sayılı Kanunun mülga 15 inci maddesi uyarınca disiplinsizlik ya da ahlaki durum sebebiyle ayırma işlemine tabi tutulanlara, 3269 sayılı Kanunun 12 nci maddesi uyarınca başarısız görülenler ile 3466 sayılı Kanunun 13 üncü ve 16 ncı maddeleri uyarınca ilişikleri kesilenlere veya 1402 sayılı Kanunun 2 nci maddesi gereğince emekli edilenler ile disiplin kurulları ya da mahkeme kararıyla veya kanuni düzenleme ile meslekten ya da Devlet memurluğundan çıkarılanlara veya haklarında verilen mahkumiyet kararı sonucu memuriyetle ilişiği kesilenlere ya da milli güvenliğe tehdit oluşturan terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanlara." Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik'in "Taşıma veya bulundurma hakkının kaybı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Taşıma veya bulundurma ruhsatı verilen kişilerden sonradan 16 ncı maddede belirtilen hallerden birine girmesi nedeniyle silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybedenlerin, yeni ruhsat talepleri kabul edilmeyeceği gibi mevcut silah ruhsatları iptal edilerek, silahlar zaptedilir. Bu silahların, zaptedildiği tarihten itibaren altı ay içinde silah sahibinin isteği dikkate alınarak, silah satın almaya hak kazanmış kişilere devri sağlanır. Bu süre içinde devri sağlanamayan silahlar ilgili kanunlara göre işlem yapılmak üzere adli makamlara intikal ettirilir.Bu Yönetmeliğin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası hükümlerine göre ruhsatı iptal edilen silahlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır." Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik'in "Ruhsatlı silahların devri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Taşıma veya bulundurma ruhsatlı silaha sahip olanlar, ruhsatlarında nitelikleri yazılı silahlarını bu Yönetmelik hükümlerine göre silah taşıma veya bulundurma ruhsatı verilebilecek olan kişilere satış veya hibe yoluyla devredebilir ya da Türk Silahlı Kuvvetlerine, Genel Komutanlığa, Sahil Güvenlik Komutanlığına veya Genel Müdürlüğe hibe edebilirler."B. Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 30/6/2022 tarihli ve E.2018/137, K.2022/86 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Dava konusu kural, devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesini öngörmektedir. Silah ruhsatının edinilmesinin belirli şartlara bağlanması, bu şartların ortadan kalkması ya da silah edinilmesi amacına aykırı durumların (güvenlik vs.) oluşması hâlinde ruhsatın iptal edilmesi, kamu yararının önemli bir yönü olan kamu güvenliğinin sağlanması ve bu yöndeki faaliyetlerin kontrol edilmesini amaçlayan tedbirler kapsamındadır. Dolayısıyla devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek kamu görevinden çıkarılan kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesi -bu işlemin silahın devri sonucunu doğurduğu gözetildiğinde- mülkiyet hakkını sınırlamaktadır. Anayasa’da yer alan ve yukarıda yer verilen üçüncü kural devlete, mülkiyetin kullanımı veya mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi vermektedir. Mülkiyetten yoksun bırakmaya göre daha geniş takdir yetkisi veren düzenleme yetkisinin kullanımında da kanunilik, meşruluk ve ölçülülük ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Buna göre mülkiyet hakkının düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı amacıyla ve kanunla kullanılmalıdır (Orhan Yüksel, B. No: 2013/604, 10/12/2015, §§ 57, 58). Kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesinin şartı olarak öngörülen devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla bağlantıları nedeniyle kamu görevinden çıkarılmalarında kriter olarak kullanılan iltisak ve irtibat ibarelerinin genel kavram niteliğinde olduğu, objektif anlamının kapsam ve sınırlarının durum ve şartlara göre yargı içtihatlarıyla belirlenebileceği (AYM, 14/11/2019 tarihli ve E.2018/89, K.2019/84; 2018/81, 2021/45, 24/6/2021) dikkate alındığında kuralla mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı açıktır. Kamu görevinden çıkarılan kişilerin silah ruhsatlarının iptalini öngören kuralın, millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ve korunması suretiyle kamu yararını hedeflediği bu yönüyle sınırlamanın Anayasa’nın maddesinde belirtilen sınırlama sebebine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın anayasal anlamda meşru bir amacının bulunduğu açıktır. Kural kapsamında kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesinin millî güvenlik aleyhine yürütülen faaliyetlerin ortadan kaldırılması ve kamu düzeninin sağlanması amacına ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez. Silah ile kamu güvenliği kavramları arasındaki yakın ilişki dikkate alındığında silah ruhsatı ile ilgili şartları (edinme ya da iptali) belirlemede kanun koyucunun geniş bir takdir yetkisi vardır. Esasen devletin bu konudaki yaklaşımı, güvenlik politikalarıyla ilgili tercihinden kaynaklanmaktadır. Silah edinilmesinde bireysel menfaatlere karşı toplumsal yarar öncelikli bir konumdadır. Bu da devlete, kamu güvenliğini tehdit eden bir tehlikeyle karşı karşıya kalındığında geçici ya da sürekli olarak kişilerin silah ruhsatını iptal etme veya askıya alma gibi tasarruflarda bulunma imkânı sağlamaktadır. Dolayısıyla, millî güvenliğe karşı faaliyetlerde bulunduğuna karar verilen yapı oluşum veya gruplarla bağlantılı oldukları gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesini düzenleyen kuralla, millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ve korunması amacına ulaşma bakımından kişilerin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirildiği söylenemez. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın ve maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.... Cümlenin “…bu silahların mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun ek 8 inci maddesine göre ilgili idarelerce işlem tesis edilir.” Bölümü... 3713 sayılı Kanun’un ek maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde, 5237 sayılı Kanun’da yer alan devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, millî savunmaya, devlet sırlarına karşı işlenen suçlar ile casusluk suçundan mahkûm olanların yanı sıra devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılan ve ruhsatları iptal edilen kişilerin silahlarının mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verileceğive6136 sayılı Kanun’un ek maddesine göre ilgili idarelerce işlem tesis edileceği öngörülmüştür...... Mülkiyetin kamuya geçirilmesi idari bir tedbir olarak 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddede, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idarî para cezası ve idarî tedbirlerden ibaret olduğu, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerin ise idari tedbir olduğu belirtilmiştir. Bu itibarla anılan kanun kapsamında mülkiyetin kamuya geçirilmesi, kabahatin konusunu oluşturan ya da kabahat niteliğindeki fiillerin işlenmesi nedeniyle ortaya çıkan eşyaların mülkiyetinin devlet veya kamu kurum ve kuruluşlarına devredilmesini sağlayan bir yaptırım türüdür. Ayrıca 5237 sayılı Kanun’un maddesinde kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunacağı, suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşyanın da kamu güvenliği, kamu sağlığı ve genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edileceği belirtilmiştir. Yine aynı maddede üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyanın da müsadereye konu olacağı hükme bağlanmıştır. Bu itibarla özel mülke konu olan bir eşyanın devlet ya da kamu kurumlarına devredilmesi sonucu dışında mülkiyetin kamuya geçirilmesi ile müsadere arasında amaç, konu ve kapsam yönünden farklılıkların bulunduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi birçok kararında, idarenin bir yargı kararına gerek olmaksızın kanunların açıkça verdiği bir yetkiye dayanarak idare hukukuna özgü yöntemlerle doğrudan doğruya bir işlem tesis ederek uyguladığı yaptırımlarla verdiği cezaları idarî yaptırım olarak nitelendirmiştir (AYM, E. 1996/48, K.1996/41, 23/10/1996). Kuşkusuz idareye kanunla hürriyeti bağlayıcı cezalar dışında para cezası, disiplin cezası ya da belirli bir haktan geçici olarak yoksun kılma gibi yaptırımlar uygulama yetkisinin verilmesinde anayasal bir engel bulunmamaktadır (AYM, E.2000/43, K.2004/60, 13/5/2004). Kural kapsamında belirli suçlardan mahkûm olan ve kamu görevinden çıkarılan kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesinin bir sonucu olarak bu kişilere ait silahların mülkiyetinin idarece kamuya geçirilmesine karar verileceği düzenlenmekle kanun koyucunun kamu düzeni, millî güvenlik ve kamu güvenliğini sağlama amacı güderek herhangi bir kabahat ya da suç konusu oluşturmayan silahların da mülkiyetinin devlete devredilmesi sonucunu doğuran söz konusu yaptırımı ihdas ettiği anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kuralda öngörülen yaptırımın 5326 sayılı Kanun ile diğer mevzuat hükümleri kapsamı dışında kalan idari bir tedbir niteliğinde olduğu açıktır. ... Maddede belirtilen suçlardan mahkûm olanlarla kamu görevinden çıkarılan kişilere ait silahların ruhsatlarının iptal edilerek bunların mülkiyetinin kamuya geçirilmesi mülkiyet hakkını sınırlamaktadır.... 5237 sayılı Kanun’da yer alan bazı suçlardan mahkûm olanlarla millî güvenlik ve kamu düzenine aykırı faaliyette bulunan yapı ve oluşumlarla ilgisi bulunduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin silahlarının ruhsatının iptal edilerek mülkiyetinin devlete devredilmesinin, kamu düzeni ve millî güvenlik aleyhine ortaya çıkabilecek birtakım faaliyetlerin önlenmesinde etkili bir araç olduğu söylenebilir. Dolayısıyla kuralın genel olarak millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanmasını ve korunmasını hedeflediği, bu yönüyle sınırlamada kamu yararı amacının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan sınırlama meşru bir amaca dayanmaktadır. Mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa'nın ve maddelerine göre ölçülü olabilmesi için öncelikle kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması gerekir. Madde belirtilen suçlardan mahkûm olanlarla devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı ve oluşumlarla bağlantısı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerle ilgili kural kapsamında öngörülen tedbirin yukarıda belirtilen amaçlara ulaşma bakımından elverişli olmadığı söylenemez. Kuşkusuz kanun koyucunun silahların edinilmesiyle ilgili şartları tespit ederek bu konuda idari tedbirler öngörmesi mümkündür. Kanun koyucu bu çerçevede 5326 sayılı Kanun ve diğer mevzuat hükümleri dışında kamu görevinden çıkarılmanın bir sonucu olarak bu kişilerin silahlarının mülkiyetinin kamuya geçirilmesine yönelik idari tedbir düzenlemiştir. Söz konusu idari tedbirin uygulanmasında anılan Kanun’daki gibi eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi için kabahatin konusunu oluşturması ya da kabahat niteliğindeki fiillerin işlenmesi nedeniyle ortaya çıkması zorunluluğu aranmamıştır. Kanun koyucunun bu yönde bir tercihte bulunması takdir yetkisi kapsamında değerlendirilebilir. Ancak mülkiyet hakkı sınırlandırılırken ilgili kamu yararı amacını gerçekleştirmeye en uygun aracın seçilmesi gerekmektedir. Başka bir ifadeyle kuralın gerekliliği, meşru amacı gerçekleştirmede mülkiyet hakkına daha az sınırlama oluşturabilecek başka araçlara başvurulması imkânının bulunup bulunmadığıyla belirlenebilecektir. Mülkiyet hakkına sınırlama getiren araçlardan hangisinin seçileceği öncelikli olarak kanun koyucunun takdirindedir. Ancak bu yetki sınırsız değildir. Tercih edilen aracın temel hakka yönelik sınırlamayı ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince sınırlamanın gerekli olmadığı sonucuna ulaşılabilir. Ancak bu konudaki denetim, seçilen aracın isabetli olup olmadığından ziyade hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu etkinin ağırlığına ilişkindir (Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 67). Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, kişilerin aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Sınırlamanın orantılılığını değerlendirirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemi, diğer taraftan da sınırlamanın niteliği ve bu kapsamda kişilere yüklenen külfetin dikkate alınması gerekir (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60). 1/6/1991 tarihli ve 20888 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik’in maddesinin birinci fıkrasının (j) bendinde, millî güvenliğe tehdit oluşturan terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılmak, silah ruhsatı verilmesini engelleyen veya iptalini gerektiren hâller arasında sayılmıştır. Anılan Yönetmelik’in maddesinde taşıma veya bulundurma ruhsatlı silaha sahip olanların, ruhsatlarında nitelikleri yazılı silahlarını yönetmelik hükümlerine göre silah taşıma veya bulundurma ruhsatı verilebilecek olan kişilere satış veya hibe yoluyla devredebileceği belirtilmiştir. Yönetmelik’in maddesinde de taşıma veya bulundurma ruhsatı verilen kişilerden sonradan silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybedenlerin, yeni ruhsat taleplerinin kabul edilmeyeceği gibi mevcut silah ruhsatları iptal edilerek, silahların zapt edileceği, bu silahların, zapt edildiği tarihten itibaren altı ay içinde silah sahibinin isteği dikkate alınarak, silah satın almaya hak kazanmış kişilere devrinin (satış veya hibe yoluyla)sağlanacağı, bu süre içinde devri sağlanamayan silahlarla ilgili kanunlara göre işlem yapılmak üzere adli makamlara intikal ettirileceği belirtilmiştir. Bu itibarlı kişilerin silah ruhsatının iptal edilmesi hâlinde bu silahların mülkiyeti doğrudan devlete intikal etmemekte silah sahiplerinin iradesi gözetilerek satış veya hibe yoluyla devrine imkân tanınmaktadır. Dava konusu kural kapsamında ise belirli suçlardan mahkûm olanlarla devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara bağlantısı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan ve ruhsatları iptal edilen kişilerin silahları herhangi bir giderim yolu veya devir imkânı öngörülmeksizin doğrudan mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmektedir. Söz konusu silahların herhangi bir suçta (veya kabahatte) kullanılması ya da suça (kabahate) konu faaliyetler sonucu elde edildiğinin tespit edilmesi hâlinde bu silahlar hakkında 5237 sayılı Kanun veya diğer mevzuat hükümleri çerçevesinde giderim yolu öngörülmeksizin müsadere ve benzeri tedbirlerin uygulanması da mümkündür. Dolayısıyla herhangi bir suçta (ya da kabahatte) kullanıldığı ya da suça (kabahate) ilişkin faaliyetten elde edildiği veya bizatihi suç konusu oluşturduğu tespit edilmediği hâlde kişilerin mülkiyetinde bulunan silahların, kamu görevinden çıkarılmalarına bağlı olarak üçüncü kişilere devir imkânı tanınmaksızın ya da herhangi bir tazminat yolu öngörülmeksizin doğrudan devlete devredilmesini öngören kuralın millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması amaçlarına ulaşma bakımından gerekli olduğu söylenemez. Dolayısıyla kural kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir...."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11051
Başvuru, kanun hükmünde kararname uyarınca ruhsatı iptal edilen ateşli silahların zapt edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, çocuk ile babası arasında kişisel ilişki kurulmasına karar verilmesinin çocuğun menfaatlerine aykırı olduğundan bahisle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 27/10/2008 tarihinde doğan bir kız çocuğunun annesidir ve çocuğun velayeti başvurucuda bulunmaktadır. Çocuğun babası 5/8/2011 tarihinde çocuk ile aralarında şahsi ilişki kurulması talebiyle Ümraniye Aile Mahkemesinde dava açmıştır. Babanın talebi üzerine Mahkemenin 9/8/2011 tarihli kararıyla tatil döneminde baba ve çocuğun görüşmelerini teminen çocuğun 14/8/2011 tarihinde saat 00'dan 22/8/2011 tarihi saat 00'a kadar babasına verilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, çocuğun babasına "Çocuğun altını değiştirdin mi?" şeklinde mesaj göndermiş, bu mesaja karşılık olarak çocuğun babası ise başvurucuya"İlkini ben ikincisini menente (çocuğun halası) değiştirtti ben memelerini yiyorum diye :)" şeklinde bir telefon mesajı göndermiştir. Başvurucu, 17/8/2011 tarihli dilekçesiyle Aile Mahkemesine müracaat etmiş ve söz konusu telefon mesajından bahisle, babanın çocuğuna böyle sözler söylemesinin uygun olmadığını belirtmiştir. Ayrıca çocuğun sekiz gün süreyle aralıksız olarak anneden ayrı kalmasının çocukta travma yaratacağını iddia etmiş ve şahsi ilişki kurulmasına dair kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Ümraniye Aile Mahkemesinin 17/8/2011 tarihli ara kararıyla başvurucunun dilekçesindeki iddiaların ciddiyeti, çocuğun psikolojik durumu dikkate alınarak 9/8/2011 tarihli şahsi ilişki kurulmasına dair kararın tedbiren kaldırılmasına, şahsi ilişki konusunun uzman bilirkişi raporu alındıktan sonra yeniden değerlendirilmesine hükmedilmiştir. Aile Mahkemesi bünyesinde görev yapan uzman psikolog tarafından hazırlanan 19/12/2011 tarihli raporda, taraflar arasında devam eden bir çatışmanın olduğu, aralarındaki anlaşmazlığın çocuk üzerinden sürdürüldüğünün anlaşıldığı belirtilmiştir. Çocuğun rapor tarihinde üç yaşını tamamlamış olduğu, bakımının davalı anne tarafından sağlandığı, çocuğun davacı babayla düzensiz aralıklarla biraraya geldiği, bu nedenle babayı baba olarak tanımakla birlikte henüz güven ilişkisi geliştiremediğinin saptandığı ifade edilmiştir. Taraflar arasındaki anlaşmazlık dikkate alındığında, çocuğun babasıyla görüşmelerinde davalı annenin yanlarında bulunmasının bir fayda sağlamayacağı, ancak çocuğun yaşının küçük olması ve babayla henüz güven ilişkisinin kurulamamış olması nedeniyle sekiz yaşına gelinceye kadar güven duyduğu bir başka yetişkinin gözetiminde önce yarım gün daha sonra tam gün yatılı olmayacak şekilde kademeli olarak ilişkisinin uygun olacağı, sekiz yaşından sonra ise yatılı olacak şekilde şahsi ilişki kurulabileceği görüşü bildirilmiştir. Bunun yanı sıra raporda, babanın yazdığı mesaj içeriği ile ilgili olarak, mesajda geçen sözlerin eğitsel açıdan yanlış bir yaklaşım olmakla birlikte kültürel olarak normalleşmiş bir sevme biçimi olabileceği gibi istismar belirtisi de olabileceği, çocuğun yaşı gereği kendini sözel olarak ifade etmekte yetersiz olması nedeniyle tek seferlik görüşmede bu konuda sağlıklı bilgi almanın mümkün olmadığı belirtilmiş ve değerlendirme yapılamadığı bildirilmiştir. Ancak bu konu bakımından çocuğun İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından takibe alındığı, buranın raporunun dikkate alınması gerekeceği ifade edilmiştir. Mahkemenin 23/12/2011 tarihli duruşmasında, babaya söz konusu telefon mesajı gösterilmiştir. Davacı baba, annenin "Çocuğun altını değiştirdin mi?" şeklindeki mesajına karşılık olarak mesaj yazdığını, çocuğun altını kız kardeşinin değiştirdiğini, memelerini yiyorum şeklinde değil, memişlerini yiyorum şeklinde mesaj çektiğini, çocuğun iyi olduğunu, onunla oynadığını anlatmak için bu şekilde mesaj yazdığını belirtmiştir. Mahkemenin 23/12/2011 tarihli duruşmasında, baba ile çocuk arasında kararda belirtilen tarihlerde pazar günleri üç saat süreyle davalı annenin de bulunduğu bir ortamda şahsi ilişki kurulmasına tedbiren karar verilmiştir. Çocuk hakkında babanın uygun olmayan sözler söylediği isnadı üzerine çocuk istismarı şüphesi konusunda İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında görevli uzmanlartarafından çocuk hakkında psikiyatrik takibe başlanmış ve ayrıca beş seanslık oyun terapisi yapılmıştır. Anılan kurum uzmanı tarafından hazırlanan 18/1/2012 tarihli (Bu tarihte çocuk üç yaş iki aylıktır.) bilirkişi raporunda, çocukta anneden ayrılık kaygısı saptandığı, annenin söylemleri uyarınca babanın çocuğuna duygusal ve cinsel istismara uyan yaklaşımlar sergilediğinin anlaşıldığı, çocuğun babasıyla anne eşliğinde görüşmesinin uygun görüldüğü bildirilmiştir. Aynı birim tarafından verilen 18/11/2013 tarihli (Bu tarihte çocuk beş yaşındadır.) bilirkişi raporunda ise çocukta anneden ayrılma kaygısı bulunduğu, velayetinin annesinde kalmasının çocuğun ruhsal ve bedensel gelişimi bakımından uygun olacağı kanaati bildirilmiştir. Söz konusu raporda; çocukla yapılan görüşmede, çocuğun babasıyla ilgili "Kötü hareketler yapıyor, annemden uzaklaştırıyor, ben onun yanında sıkılıyorum." şeklinde ifadelerde bulunduğu belirtilmiştir. Aile Mahkemesi bünyesinde görev yapan sosyal hizmet uzmanı tarafından hazırlanan13/8/2013 tarihli inceleme raporunda şu tespitler yer almıştır: - Taraflar arasında anlaşmazlık ve çekişme bulunduğu, çocuğun beş yaşında olduğu, fiziksel gelişiminin yaşına uygun olduğu, annesini çok sevdiği, babasını tanıdığı, ancak uzun zamandır görmemesi nedeni ile bir güvensizlik ve yabancılaşma hissettiği belirtilmiştir.  - Gözlemlendiği kadarıyla babanın, eğitimli, düzenli bir aile yaşantısı olan, sosyal ilişkileri iyi, kızını saf ve temiz duygularla seven bir profilde olduğu bildirilmiştir. Taraflar arasında çok ciddi anlaşmazlık bulunduğundan çocuğun annesinin yanında babası ile görüşmesinin çocuğa bir yarar sağlamayacağı, bununla birlikte çocuğun anneden ayrılarak uzun süre görmediği ve güvenmediği, baba ve onun akrabalarının yanında yatılı kalmasının veya başka bir şehre tatile gitmesinin de şu aşamada çocuğun psiko-sosyal gelişimini olumsuz etkileyebileceği kanaati ifade edilmiştir. - Buna göre, çocuk ile baba arasında şahsi ilişki kurulmasının önemli olduğu, ancak baba ile yakınlaşıp kaynaşabilmesi için şahsi ilişkinin ilk üç aylık sürede ayda iki kez hafta sonu yatılı olmayacak şekilde ve bir uzman görevli eşliğinde gerçekleştirilmesinin uygun olacağı, yatılı ilişki hususunda ise sonraki aşamalarda durumun yeniden değerlendirilmesi gerekeceği görüşü önerilmiştir. Mahkemenin 24/2/2012 tarihli kararıyla dava usulden reddedilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/2/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma üzerine İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinde yapılan yargılamada15/8/2013 tarihli duruşmada, çocuk ile babası arasında nasıl şahsi ilişki kurulması konusunda tereddüde mahal verilmeyecek ve her iki tarafın kaygılarını giderecek şekilde detaylı heyet raporu alınmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda Mahkemece İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalında görevli üç adli tıp uzmanı ve iki çocuk psikiyatrisi uzmanı -hekimlerden oluşan- beş kişilik heyetten bilirkişi raporu aldırılmıştır. Söz konusu heyet tarafından hazırlanan 29/1/2014 tarihli bilirkişi raporunda; çocuğun babası ile kuracağı şahsi ilişkide yatılı olmaksızın sadece gündüz saatlerinde, beş-yedi saat ile sınırlı olmak kaydıyla annesi veya çocuğun güven duyduğu bir kişi refakatinde görüştürülmesinin uygun olacağı görüşü bildirilmiştir. Bunun yanı sıra Mahkemece tanık beyanları dinlenmiştir. Davacı babanın eşi, mevcut evliliğinden bir kızı ve önceki evliliğinden bir oğlu olduğunu, davacı babanın her iki çocuğa da çok iyi babalık yaptığını, çocuklarını davacıya gözü kapalı emanet edebileceğini belirtmiş ve davacının iddia edildiği gibi çocuğa yönelik olumsuz davranışlarının olmadığını ifade etmiştir. Başvurucunun tanıkları ise babanın çocuğa maddi olarak hiçbir yardımının olmadığını, nafaka ödemediğini, sorumsuz bir kişilikte olduğunu beyan etmişlerdir. Davacı babanın başvurucuya yönelik hakaret içeren söylemlerde bulunduğunu, gayriahlaki kelimeler söylediğini belirtmişlerdir. Mahkemece 15/8/2013 tarihli duruşmada müşterek çocuğun da beyanı alınmıştır. Duruşma tutanağında, çocuğun babasının yüzüne dik dik baktığı, sırtını döndüğü, göz göze gelmek istemediğinin gözlemlendiği belirtilmiştir. Ayrıca, çocuğun babasıyla kalmak istemediğini, annesini sevdiğini, babasını sevmediğini beyan ettiği ifade edilmiştir. İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinin 17/7/2014 tarihli kararıyla davanın kabulüne ve çocukla baba arasında ilk altı ay süreyle yatılı olmaksızın; altı aydan sonra ise yatılı olacak şekilde kararda belirtilen tarihlerde şahsi ilişki kurulmasına hükmedilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde, dosya içerisindeki tüm veriler değerlendirildiğinde çocuk ile baba arasında şahsi ilişki kurulmasının her iki tarafın da menfaatine olduğu ifade edilmiştir. Tarafların temyizi üzerine söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/1/2015 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmış ve çocuğun babayla yatılı olmaksızın, kararda belirtilen tarihlerde saat 00 ile saat 00 arasında kişisel ilişki kurmasına karar verilmiştir. Yargıtay kararının gerekçesinde, dosya içerisinde bulunan raporlar ve çocuğun üstün menfaati gereği çocuk ile baba arasında bu aşamada yatılı kişisel ilişki kurulmasının doğru olmadığı belirtilmiştir. Tarafların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 3/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 5/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir: "Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür.Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ebeveyn ile çocuk arasındaki şahsi ilişkinin konu edildiği davalarda çocuğun menfaatlerinin diğer tüm hususlardan üstün tutulması gereklidir. Mahkemeye göre bu menfaatin iki yönü bulunmaktadır. İlk olarak çocuğun üstün menfaati sağlıklı bir ortamda gelişmesinin sağlanmasını içermektedir, bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesi hiç bir koşulda ebeveynin çocuğun sağlığına ve gelişimine zarar verebilecek davranışlarını korumaz. İkinci olarak çocuğun üstün menfaatlerine aykırı olmadıkça ailesi ile bağlarını sürdürmesi çocuğun hakkıdır. Bu bağlamda çocuğun aile bağları ancak istisnai durumlarda koparılabilir ve aile bağlarının koptuğu durumlarda, çocuğun üstün menfaati kişisel ilişkinin sürdürülmesi ve koşullar uygun olduğunda ailenin yeniden bir araya gelmesi için gerekli tüm tedbirlerin alınmasını gerektirir (Gnahore/Fransa, B. No: 40031/98,19/9/2000, § 59). AİHM kararlarında aile bağlarının sürdürülmesi konusunda kamu makamlarına düşen yükümlülüğün mutlak olmadığı, her olayın özel koşullarına bağlı olarak alınacak tedbirlerin nitelik ve kapsamının farklılaşabileceği belirtilmiştir. AİHM'e göre kamu makamlarınca konuyla ilgili tüm tarafların hukuki menfaatlerinin gözetilmesi, özellikle çocuğun üstün menfaati dikkate alınarak tarafların menfaatleri arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (P. ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 22457/08, 15/11/2011, § 128).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14805
Başvuru, çocuk ile babası arasında kişisel ilişki kurulmasına karar verilmesinin çocuğun menfaatlerine aykırı olduğundan bahisle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
BAŞVURU KONUSU Başvuru, ceza infaz kurumunda avukat ile telefonla görüşmeye izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Niğde E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucunun avukatı ile telefonla görüşme talebi Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (İdare ve Gözlem Kurulu) 18/10/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) uygulanmasına yönelik 25/7/2016 tarihli yazısına dayanılarak, tutuklu olanların belgelendirilmek şartıyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları, vasi veya kayyımları tarafından ziyaret edilebilecekleri; ayrıca sayılan kişilerle sınırlı olarak on beş günde bir telefonla görüşme hakkının olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu İdare ve Gözlem Kurulu kararına karşı itiraz dilekçesinde; daha önce güven ilişkisinin sarsılması nedeniyle iki avukatını azlettiğini, telefonla görüşmek istediği avukatının ise Van Barosuna bağlı olarak çalıştığını ve hakkında devam eden ceza soruşturması ile birlikte farklı illerde derdest olan idari davalarını takip ettiğini, sürekli yüz yüze görüşmelerinin mümkün olmadığını belirterek, hakkını arayabilmek, savunma hakkını kullanabilmek ve avukatlık hizmetinden etkin bir şekilde yararlanmak için avukatıyla telefonla görüşmesinin sağlanması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca mevzuatta avukatla telefonla görüşmenin düzenlenmemesi nedeniyle talebinin reddedilmesinin hakkaniyete uygun olmadığını vurgulamıştır. Niğde İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 13/12/2016 tarihli kararında; 667 sayılı KHK’nın maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendini tekrarladıktan sonra sadece anılan maddede sayılan kişilerle telefonla görüşülebileceğini vurgulayarak avukat ile görüşme talebiyle İdare ve Gözlem Kurulu kararına itirazın reddine hükmetmiştir. Başvurucunun anılan karara yukarıda belirtilen nedenlerle yaptığı itiraz, Niğde Ağır Ceza Mahkemesinin 30/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Gerekçede, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, başvurucunun 12/5/2017 tarihinde tahliye edildiği anlaşılmıştır. Nihai karar 11/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Hükümlünün telefon ile haberleşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir. " 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... (3) Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir.  (4) Tutuklu, savunması için istediği müdafii seçmek ve görevlendirmek hakkına sahiptir...(5) Tutuklunun müdafii ile olan haberleşmesine ve kurum düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir suretle engel olunamaz ve kısıtlamalar konulamaz. (6) Özel kanunda yer alan hükümler saklıdır." 5275 sayılı Kanun'un "Kısıtlayıcı önlemler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Tehlikeli hâlde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince aşağıdaki tedbirler uygulanabilir: ...b) Belirli süre ile dışarıyla ilişkisinin, ziyaretçi kabulünün ve telefongörüşmelerinin kısıtlanması..." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama,... telefonla haberleşme hakkı,... konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) "İdare ve gözlem kurulunun görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi şöyledir:"g) Tehlikeli hâli bulunan ya da örgüt mensubu olan hükümlülerle ilgili olarak, telefon görüşmeleri ile radyo, televizyon yayınları ve internet olanaklarından yararlanma hakkının kısıtlanmasına karar vermek," İnfaz Tüzüğü'nün "Telefonla görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kapalı kurumda bulunan hükümlüler, belgelendirmeleri koşuluyla eşi, üçüncüdereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yapabilir. (2) Telefonla görüşmeleri aşağıda belirtilen esaslara göre yapılır:a) Hükümlüler, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası ile hücreye koyma cezasının infazı sırasında olmamak koşuluyla, idarenin kontrolünde bulunan ve kurumun uygun yerlerine yerleştirilen telefonlardan yararlandırılır,...e) Hükümlüler, telefon görüşmesi hakkına sahip oldukları konusunda bilgilendirilir,f) Hükümlülerin telefonla görüşme gün ve saatleri, kurumda bulunan telefon adedi, başvuru sırası, kurumun asayiş ve güvenliği dikkate alınarak idare tarafından belirlenir. Hükümlüler görüşebilecekleri yakınlarından bir veya birden fazla kişi ile haftada bir kez ve bir telefon numarasıyla bağlantı kurarak kesintisiz görüşme yapabilir. Herhangi bir nedenle görüşme gerçekleşememişse daha önceden bildirilen numaralardan bir diğeriyle görüşebilir. Konuşma süresi görüşme başladığı andan itibaren on dakikayı geçemez. Ancak tehlikeli hükümlü oldukları idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen hükümlüler onbeş günde bir kez olmak ve on dakikayı geçmemek üzere sadece eşi, çocukları, annesi ve babası ile görüşebilir,g) Hükümlünün, kurumun güvenliğini tehlikeye düşüren, suç oluşturan veya bir suça azmettirme ya da yardım etme sonucunu doğurabilecek konuşmalarda bulunduğu dinleme sırasında belirlendiğinde, görüşme derhâl kesilir. Bu hâlde hükümlü hakkında adlî veya idarî soruşturmaya esas olacak işlemler kurum en üst amiri tarafından yapılır,h) Suç işlemek amacıyla kurulan silâhlı örgütün yöneticiliğini yapmaya devam eden, bu konuda herhangi bir yöntemle, kurum içi veya dışındaki kişilere talimat veya mesaj veren hükümlülere idare ve gözlem kurulu kararıyla telefon görüşmesi hiçbir şekilde yaptırılmaz,..." İnfaz Tüzüğü'nün "Telefon görüşmesi yaptırılmayacak hâller " kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlülere tanınan telefonla görüşme hakkı;a) Genel ve kısmî aramalar sırasında,b) Yemek dağıtım saatlerinde,c) Kurum asayiş ve güvenliğini bozucu her türlü bireysel veya toplu olaylar sırasında, kullandırılmaz." İnfaz Tüzüğü'nün "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... (3) Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir. (4) Tutuklu, savunması için istediği müdafii seçmek ve görevlendirmek hakkına sahiptir... (5) Tutuklunun müdafii ile olan haberleşmesine ve kurum düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir suretle engel olunamaz ve kısıtlamalar konulamaz.a) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz,b) Soruşturma evresinde, aynı anda en fazla üç avukat tutuklu ile görüşebilir. Avukatlar aynı anda birden fazla tutukluyla görüşemez. (6) Özel kanunda yer alan hükümler saklıdır." İnfaz Tüzüğü'nün "Kısıtlayıcı önlemler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Tehlikeli hâlde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince aşağıdaki tedbirler uygulanabilir:...b) Belirli süre ile dışarıyla ilişkisinin, ziyaretçi kabulünün ve telefon görüşmelerinin kısıtlanması,..." İnfaz Tüzüğü'nün "Tutuklulara uygulanacak hükümler ve yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesişöyledir" Tüzüğün; 1, 4, 6, 9 ilâ 14, 22, 24 ilâ 27, 29 ilâ 31, 40 ilâ 46, 67 ilâ 73, 75 ilâ 96, 99 ilâ 108, 110 ilâ 117, 119 ilâ 132, 143 ilâ 171, 174, 176 ilâ 179, 185, 188, 189 uncu maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir."6749 sayılı Kanun olarak TBMM tarafından 18/10/2016 tarihinde kabul edilen 667 sayılı KHK'nın "Soruşturma ve kovuşturma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...e) Tutuklu olanlar, belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir. Adalet Bakanlığı ile Cumhuriyet başsavcılığının yetkileri saklıdır. Tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak onbeş günde bir ve bu bentte sayılan kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilirler..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Herkes .... yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), haberleşme hürriyetine yapılan müdahalelerin demokratik toplumda zorunluluk teşkil etmesine ilişkin kriteri incelediği kararlarda, öncelikle, ceza infaz kurumlarında bulunan kimselerin yazışmalarının belirli ölçüde kontrolünün başlı başına Sözleşme'nin ihlaline sebebiyet vermeyeceğini, keza ceza infaz kurumunun olağan ve makul gereksinimleri dikkate alınarak bir değerlendirmede bulunmanın gerekli olduğunu belirtmiştir (Mehmet Nuri Özen/Türkiye, § 51; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 6205/73, 7052/75, 7061/75, 7107/75, 7113/75, 7136/75, 25/3/1983, § 98). AİHM kararlarına göre haberleşme özgürlüğüne yapılan müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 85-90; Klass ve Diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, B. No: 13590/88, 25/3/1992, § 34). AİHM içtihatlarında ifade edilen demokratik toplumda zorunluluk kavramı, müdahale teşkil eden eylemin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanması ve takip edilen meşru amaç bakımından orantılı olması unsurlarını içermektedir (Silver ve diğerleri /Birleşik Krallık, § 97).AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda, mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 99-105). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir.2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir,... Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar ..."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16005
BAŞVURU KONUSU Başvuru, ceza infaz kurumunda avukat ile telefonla görüşmeye izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı bir iddianın karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve gerekçeli karar hakkı ile hakkaniyete uygun yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye'de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelenen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma süreç içinde cemaat, Gülen cemaati, Fetullah Gülen cemaati, hizmet hareketi, gönüllüler hareketi ve camia gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Anılan yapılanma, süreç içinde özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş; bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 75). Buna karşılık hareket tarzı ve icraatları öteden beri toplumda tartışma konusu olan bu yapılanmanın örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak özellikle 2013 yılı sonrasında pek çok soruşturma ve kovuşturma yürütülmüştür. Bu kapsamda bu yapılanmaya mensup kişilerin -yapılanmanın amaçları doğrultusunda- suç delillerini yok etme, devlet kurumlarının ve üst düzey devlet görevlilerinin telefonlarını dinleme, devletin istihbarat faaliyetlerini deşifre etme, kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarına ilişkin soruları önceden elde edip mensuplarına verme gibi eylemlerde bulundukları belirlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma belgelerinde, yapılanma Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 22, 27). Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Kocaeli Bölge Trafik Şube Müdürlüğünde emniyet amiri olarak görev yapmakta iken 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü sonrasında 1/9/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) ile terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle ihraç edilmiştir. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY üyeleri tarafından örgütsel iletişimi sağlamak amacıyla kullanılan ByLock programının başvurucu tarafından kendi adına kayıtlı GSM hattı üzerinden kullanıldığı yönündeki tespit üzerine başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılık 15/8/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu, sorgusunda daha önceden kullandığı akıllı telefonunun bozulduğunu, bu telefonda sadece WhatsApp isimli uygulamayı kullandığını, başka bir program kullanmadığını, bozulan telefonunun yerine yeni bir akıllı telefon almadığını ve isnat edilen suçu kabul etmediğini beyan etmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılık tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 10/1/2017 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede özetle 672 sayılı KHK ile kamu görevinden ihraç edilen başvurucunun 505 [...] 58 numaralı cep telefonu hattından ByLock programını kullandığının ByLock raporundan, FETÖ/PDY ile irtibatları nedeniyle haklarında işlem yapılan Ş. ve A. ile iletişim hâlinde olduğunun ise HTS kayıtlarından tespit edildiği ileri sürülmüştür. Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı (EGM-KOM) tarafından düzenlenen 19/12/2016 tarihli "ByLock Listesi" başlıklı tutanakta 137[...]92 kimlik numaralı başvurucunun 505 [...] 58 numaralı GSM hattı ile 220368 ID numaralı ByLock kullanıcısı olduğuna ilişkin tespitlere yer verilmiş ve emniyet amiri olduğu belirtilen başvurucu, kırmızı renk ile kodlanmıştır. İddianamenin kabulü ile açılan dava Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2017/30 sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 13/1/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğüne müzekkere yazılmak suretiyle başvurucunun yeniden ByLock sorgusunun yapılarak düzenlenecek raporun gönderilmesinin istenmesine ve duruşmanın 28/2/2017 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanan "Yeni ByLock CBS Sorgu Sonucu" başlıklı 26/1/2017 tarihli tutanak duruşma öncesinde Mahkemeye iletilmiştir. Anılan tutanakta, 137[...]92 kimlik numaralı başvurucunun 505 [...] 58 numaralı cep telefonu hattı ile 352[...]279 IMEI numaralı cihaz aracılığıyla ilk tespit tarihi 14/10/2014 olacak şekilde ByLock kullandığına ilişkin kayıtlara yer verilmiştir. Başvurucu; müdafiinin hazır bulunduğu 28/2/2017 tarihli ilk celsede alınan savunmasında 505 [...] 58 numaralı cep telefonu hattını 10-15 yıldır kullandığını ancak ByLock programını kullanmadığını, ByLock kullanımına ilişkin olarak yapılan tespitleri kabul etmediğini, bu kayıtların istihbari nitelikte olması nedeniyle delil olarak kullanılamayacağını ve ByLock raporunda belirtilen IMEI numaralı telefonunun darbe girişiminden 10-15 gün önce bozulduğunu beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca HTS raporunda belirtilen Ş.yi şahsen tanımadığını, yaptığı görev gereği irtibat kurmuş olabileceğini, A.nın ise hem meslektaşı hem de komşusu olması nedeniyle bu kişiyle irtibat kurmasının normal olduğunu ifade ederek suçlamaları inkâr etmiştir. Söz konusu celsede başvurucuya dosyada mevcut olan Bylock Sorgu Sonucu Tutanağı okunmuş; başvurucu, aleyhine olan hususları kabul etmediğini beyan etmiştir. Anılan celsede iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Başvurucu müdafii, kabul etmemekle birlikte ByLock programı kullanılarak emir ve talimat alındığı hususunun sabit olmadığını savunmuştur. Başvurucu da esas hakkında mütalaaya karşı beyanında önceki savunmalarını tekrarladığını ve terör örgütü üyesi olmadığını ifade etmiştir. Söz konusu celsede hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: "Sanık savunması, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile ilgili açıklamalar, açılmış bulunan kamu davaları, Milli Güvenlik Kurulu Kararları, İfadeler, arama tutanakları, inceleme tutanakları, [ByLock] sorgusu, [ByLock] teknik raporu ve tüm dosya kapsamının birlikte değerlendirilmesinden;26/01/2017 tarihli [ByLock] raporunda; 0505[...]58 nolu GSM hattı ile Yunus Usluer [Başvurucu] isminin belirtildiği, sanığın alınan savunmasında; sözü edilen GSM hattını kullandığını kabul ettiği, yine sanık savunmasına göre [ByLock] raporunda tespit tarihi olan 14/10/2014 tarihinde kullandığı cep telefonunun bozulması üzerine attığını beyan etmesi karşısında sanıktan ele geçirilen cep telefonunun incelenmesinin beklenmesine gerek olmadığı, tüm bu olgular karşısında özellikle 26/01/2017 tarihli [ByLock] raporu ile sanık savunması birlikte değerlendirildiğinde, sanık savunmasının soyut olduğu ve inandırıcı olmadığı kanaatine varılarak [ByLock] raporuna göre sanığın [ByLock] uygulamasını kullandığının kabul edildiği, kriptolu [ByLock] haberleşme programının da münhasıran FETÖ/PDY mensuplarınca kullanıldığı da göz önüne alındığında sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve söz edilen terör örgütüne organik bağ ile bağlı olduğu anlaşılmakla sanığın üzerine atılı bulunan Silahlı Terör Örgütüne Üye olma suçunu işlediğinin sabit olduğu ve cezalandırılması gerektiğine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucunun bu karara karşı yaptığı istinaf kanun yolu başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 20/6/2017 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 24/7/2017 tarihinde temyiz kanun yolu başvurusunda bulunmuştur. Başvurucunun 220368 ID numaralı ByLock kullanıcısı olduğuna ilişkin 20/6/2017 tarihli ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ile örgüt tarafından teslimiyeti, sadakati ve bağlılığı en üst seviyedeki örgüt mensuplarını ifade eden "A5" şeklinde kodlandığına ilişkin 22/2/2018 tarihli veri inceleme raporu, istinaf başvurusunun esastan reddi sonrasında dava dosyasına gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 27/9/2018 tarihinde temyiz isteminin reddi ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Anılan kararda istinaf incelemesi sonrasında dosyaya gelen belgelere ilişkin herhangi bir değerlendirmeye yer verilmemiştir. Başvurucunun 247954 ID numaralı ByLock kullanıcısı olduğuna ilişkin 25/12/2018 tarihli ikinci ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı hükmün kesinleşmesinden sonra 26/2/2019 tarihinde dava dosyasına girmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir...." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"ByLock iletişim sisteminde bağlantı tarihinin, bağlantıyı yapan IP adresinin, hangi tarihler arasında kaç kez bağlantı yapıldığının, haberleşmelerin kimlerle gerçekleştirildiğinin ve içeriğinin tespiti mümkündür. Bu kapsamda, bağlantı tarihi ve bağlantıyı yapan IP adresi ile hangi tarihler arasında kaç kez bağlantı yapıldığının belirlenmesi durumunda, somut olayın koşullarına göre kişinin bu özel iletişim sisteminin bir parçası olduğu kabul edilecek, ayrıca bu ağa dahil olan kişilerin ağ içinde başka kişi ya da kişilerle yaptıkları görüşme içeriklerinin olması da aranmayacaktır. Haberleşmelerin kimlerle yapıldığının ve içeriklerinin tespiti ise, kişinin terör örgütü içindeki hiyerarşik konumunun (örgüt yöneticisi/örgüt üyesi) belirlenmesinde yol gösterici olacaktır.ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu terör örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti, kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacaktır ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 2/5/2018 tarihli ve E.2018/395, K.2018/1566 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2017 tarih, 2017/MD-956 E.2017/370 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen Dairemizin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 2017 tarih, 2015/3 Esas, 2017/3 sayılı kararında da belirtildiği üzere, By[L]ock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının her türlü şüpheden uzak, kesin kanaata ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacağının kabul edildiği gözetilerek; ByLock kullanıcısı olduğunu kabul etmeyen ve aleyhine başka yeterli delil de bulunmayan sanığın, ByLock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde, [ByLock] kullanıcı[sı] olduğuna dair delilin suç vasfının tayini açısından belirleyici nitelikte olması karşısında, ilgili birimlerden ayrıntılı olarak ByLock tesbit ve değerlendirme raporu ile HIS (CGNAT) sorgu kayıtları getirtilip değerlendirilerek, duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra bir karar verilmesi gerekirken, sanığın [ByLock] kullanıcısı olduğuna dair yetersiz belgelere dayanılarak eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi, ... [bozmayı gerektirmiştir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 28/6/2018 tarihli ve E.2018/1279, K.2018/2142 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"ByLock kullanıcısı olduğunu kabul etmeyen sanığın ByLock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde ByLock kullanıcısı olduğuna dair delilin suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olması karşısında, ilgili birimlerden ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme tutanağı getirtilip değerlendirilerek duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra bir karar verilmesi gerekirken, EGM KOM Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen yetersiz By[L]ock CBS sorgu tutanağına dayanılarak eksik araştırmayla yazılı şekilde hüküm kurulması... [bozmayı gerektirmiştir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 8/3/2021 tarihli ve E.2020/7011, K.2021/2107 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"ByLock kullanıcı tespitleri ByLock sunucusunda kayıtlı IP adresleri üzerinden tespit edilebilmektedir. ByLock sunucusunda kaydı olan kullanıcıların User-ID (Kullanıcı No) tespiti yapılabilmekte ve mesaj içeriklerinin çözümü gerçekleştirilebilmektedir. Bu nedenle ByLock tespit değerlendirme tutanağında yer alan User-ID (Kullanıcı No), şifre ve gruba kayıtlı kişilerin tespiti bu kişilerin birbirleriyle olan ilişki ve irtibatların ortaya konulması sanığın hukuki durumunun belirlenmesi bakımından önemlidir. [...]Bu nedenle ancak operatör kayıtları ve User-ID eşleştirmesi doğru yapılabilen kişilerin gerçek ByLock kullanıcısı olduklarının kabulü gerekeceğinden, kişinin örgütsel gizliliği sağlamak ve haberleşmek amacıyla ByLock sistemine girdiğinin ve bu sistemi kullandığının, User-ID, şifre ve grup elemanlarını içerir ByLock tespit değerlendirme tutanağı ve CGNAT kayıtlarını içeren belgeler ile kesin olarak kanıtlanması zorunludur." Yargıtay Ceza Dairesinin 30/6/2021 tarihli ve E.2020/2018, K.2021/4527 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dairemizin 2018 tarih 2017/3618 Esas 2018/705 sayılı kararı ile 'ByLock iletişim sisteminin' FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle ağlantısını gösteren delil olduğunun kabul edildiği dikkate alınarak, somut dosyada sanığın ByLock kullanıcısı olup olmadığının atılı suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olması karşısında; 'ByLock tespit ve değerlendirme tutanağı'nın dosyaya getirtilmesi, değerlendirme ve tespit tutanağının temin edilememesi halinde, operatör kayıtları ile eşleştirme yapılmak üzere Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan getirtilen CGNAT kayıtları ile HTS sonuçları karşılaştırılıp belirtilen hat üzerinden ByLock kullanan kişinin sanık olup olmadığı doğrultusunda bilirkişiden teknik rapor alınarak yargılamaya devamla bir hüküm kurulması gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması... [bozmayı gerektirmiştir.]"
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/38137
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı bir iddianın karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; idare tarafından bir süre toplantı, gösteri yürüyüşü ya da benzer etkinliklerin yasaklanması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, bu kararın yürütmesinin durdurulması isteminin geç karara bağlanması nedeniyle ise toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların hepsi Kahramanmaraş'ta ikâmet etmekte, Mehmet Deliter dışındaki başvurucular anılan ilin Dulkadiroğlu ilçesi Sivricehöyük Mahallesi'nde oturmaktadır. 2016 yılının başlarında Suriye uyruklu göçmenler için Sivricehöyük Mahallesi'nde 000 kişilik bir geçici barınma merkezinin inşasına başlanmıştır. Başvurucular kendileri de dâhil olmak üzere yöre insanlarının söz konusu merkezin gerek çevresel etkilerinin gerek sosyal etkilerinin çok yıkıcı olacağı ve geri dönülemez hasarlar yaratacağı sebepleriyle yapımına karşı olduklarına dair Kahramanmaraş Valiliği (Valilik), milletvekilleri ve sivil toplum kuruluşlarıyla görüşmeler yapmak ya da basın açıklamaları organize etmek şeklindeki demokratik yollarla düşüncelerini kamuoyuna merkezin inşasına başlanmadan önce bildirdiklerini belirtmiştir. Başvurucular bu süreçte merkezin yapımını protesto etmek için çeşitli etkinlikler yapıldığını ve hiçbirinde yasa dışı bir olay yaşanmadığını da ifade etmiştir. Valilik, İl Jandarma Komutanlığının talebi üzerine 5/5/2016 tarihinde, 6/5/2016 tarihinden 5/6/2016 tarihine kadar il genelinde Sivricehöyük Mahallesi'nde yapılacak geçici barınma merkezini protesto etmek amaçlı her türlü toplantı ve etkinliğin yasaklanmasına karar vermiş ve kararı resmî internet sitesinden duyuru olarak yayımlamıştır. Söz konusu karar şu şekildedir:"Kahramanmaraş ili Dulkadiroğlu ilçesi Sivricehöyük Mahallesi sınırları içerisinde Suriye uyruklu misafirler için planlanan ve inşasına başlanılan 000 kişi kapasiteli geçici barınma merkezinin yapımına karşı çıkan bazı siyasi oluşumlar, dernek, platform ve marjinal gruplar tarafından çeşitli etkinliklerin yapıldığı ve yapılmaya çalışıldığı bilinmektedir. Alınan istihbari bilgiler, sosyal ağlar üzerinde yapılan paylaşımlar, geçmiş yıllarda ilimizde yaşanan müessif olaylar ile terör örgütü yöneticilerinin yapmış oldukları açıklamalar göz önünde bulundurulduğunda, yapılacak her türlü eylem ve etkinliklerin marjinal gruplarca provoke edilebileceği, yasa dışı örgütlerce olayların propaganda malzemesi olarak kullanılabileceği, eylemler sırasında gösterici grupların arasına sızabilecek illegal örgütlere mensup kişilerce güvenlik kuvvetlerine karşı taşlı, sopalı, molotoflu, el yapımı bombalı ve silahlı saldırılar gerçekleştirilebileceği ve vatandaşlarımızın hassasiyetlerini istismar etmeye çalışan gruplar tarafından mezhepsel bir çatışma ortamı yaratılmaya çalışılabileceği değerlendirilmektedir. Cumhuriyetin temel nitelikleri, devletin ülkesi ve milletin bölünmez bütünlüğü ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin engellenmemesi, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla 6/5/2016 tarihinden 5/6/2016 tarihine kadar il genelinde Sivricehöyük Mahallesinde yapılan geçici barınma merkezini protesto amaçlı her türlü toplanma, basın açıklaması, toplantı, gösteri yürüyüşü, miting, oturma eylemi, stand açma, çadır kurma vb. etkinliklerin yasaklanmasına karar vermiştir." İl Jandarma Komutanlığının ilgili istihbarat raporunda; Suriyeli sığınmacılar için yapılan barınma merkezi konusunun bu projeye karşı çıkan bazı siyasi oluşumlar, dernek, platform ve marjinal gruplar tarafından 25/3/2016 tarihinden itibaren gündemde tutulmaya çalışıldığı ve basın açıklaması, kanuna aykırı toplantı, çadır kurarak ateş yakma ya da nöbet tutma gibi çeşitli etkinlikler yapıldığı, 3/4/2016 tarihinde ise özellikle sosyal medyadan yapılan çağrılar üzerine Sivricehöyük Mahallesi'nde toplanan kalabalık içinde bir grubun güvenlik güçlerine yönelik taşlı saldırıda bulunduğu, çıkan olaylarda iki güvenlik görevlisinin yaralandığı ve olaya karıştıkları tespit edilen şüpheliler hakkında yasal işlem başlatıldığı hususlarına yer verilmiştir. Söz konusu istihbarat raporunda, PKK terör örgütü yöneticilerinin bahse konu barınma merkeziyle ilgili yaptıkları açıklamalara da yer verilmiştir. Bu açıklamalar şu şekildedir:"5/4/2016 tarihli basın haberinde, PKK/KCK terör örgütü yöneticilerinden Abbas (kod) isimli [K.] 'Eğer birileri getirilir de Kürdün evine, mahallesine Suriye'den, Kafkasya'dan Orta Asya'dan birilerinin getirilip ben buraya yerleştireceğim ve buraya kamp kuruyorum derse hepsi yok edilir. Bu konuda Kürtler amansız olmalılar. Sen beni yok etmek için geliyorsun, o zaman ben de kendimi savunurum. Onlara karşı yürütülecek her mücadele meşru savunma kapsamındadır. Kürt halkının varlık ve özgürlük savaşı kapsamındadır.'12/4/2016 tarihli basın haberinde, PKK/KCK terör örgütü yöneticilerinden [B. H.] isimli örgüt mensubu: 'Gurgum'da (Maraş) yapılmak istenen DAİŞ kamplarının AKP'nin mülteci politikalarıyla ilişkili olduğu, mültecileri dışarıda Avrupa'ya karşı içeride ise Kürtlere karşı Kürdistan'da kullandığı, şimdi asıl amacın Kürdistanı tamamen boşaltılırsa sonuca ulaşabileceğini düşündüğü, Kürt kentlerinin bombalanmasının da aynı amaca yönelik olduğu, Kürdistan'a mültecilerin yerleştirilmek istendiği, mülteci olarak görünenlerin bir çoğunun DAİŞ'çi oldukları, yoksa Kürt halkının Araplarla, Afganlarla herhangi bir sorunun olmadığı, DAİŞ'çileri Kürt Alevilerine karşı savaştırmak istedikleri, bu sorunun sadece Maraş'ın sorunu değil, tüm Alevilerin sorunu olduğu, bütün Alevi ve Kürtlerin ayağa kalkması gerektiği, topyekün saldırıya karşı topyekün direniş geliştirilmesi gerektiği.'17/4/2016 tarihinde sosyal medya üzerinden Serhat Engizek (kod) isimli terör örgütü mensubu: 'Sadece pasif eylemlerle sonuç almak mümkün değildir. Daha ciddi örgütlenmek ve yine ciddi eylemselliklerde bulunmak gerekiyor. İş makinaları harıl harıl çalışıyor sadece oturuluyor, protesto ediliyor, bu yetersizdir. Bununla sonuç almak mümkün değildir. Daha güçlü bir direniş gerekiyor. Özellikle alevi gençlerinin, kadınlarının herkesin bu direnişe katılması gerekiyor. Kendi topraklarını, kendi yaşam alanlarını savunması gerekiyor. O araçları durduracak güç oluşturmaları gerekiyor. Kendi toprakları içerisindeki işgali durdurmaları gerekiyor. Birkaç slogan atarak, birkaç açıklama yaparak bunu durduramayacaklar. Onun için daha ciddi örgütlenecekler ki bunu durdurabilsinler.'4/5/2016 tarihli basın haberinde, PKK/KCK terör örgütü sözde Halklar ve İnançlar Komite üyesi Delal Afşin (kod) isimli örgüt mensubu: 'Karadenizde yapılan eylemlerde gördük, özellikle de kadınlar bu eylemlere öncülük etti. Terolarda da radikal eylem geliştirmenin zamanı gelmiştir. Çünkü kamp yapma çalışmaları büyük bir ivedilikle devam ediyor. O açıdan halkın gücü ile tüm Alevilerin hatta demokratım diyen kesimlerin 7 Mayıs'ta kitlesel bir biçimde katılması önemlidir.' " İlgili istihbarat raporunda ayrıca 7-8/5/2016 tarihlerinde otuza yakın sayıda dernek, vakıf, federasyon ile arasında dergâh ve ocakların da bulunduğu sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla özellikle İstanbul, Kocaeli, Ankara, Mersin, Sivas, Malatya, Adıyaman ve Gaziantep olmak üzere yurt genelinden ücretsiz otobüsler kaldırılacağı ve Sivricehöyük Mahallesi'ne getirileceğine dair istihbarat alındığı, bu konuda "Yaşamıma, Maraşıma, Obama Dokunma" başlıklı bir bildirinin de bulunmuş olduğu hususlarına yer verilmiştir. Valilik tamamen aynı gerekçelerle (bkz. § 10) 5/6/2016-30/9/2016 tarihleri arasında birer aylık periyotlarla dört defa daha il genelinde anılan geçici barınma merkezini protesto etmek amacıyla yapılan her türlü etkinliğin yasaklanmasına karar vermiştir. Başvurucular 6/5/2016 ile 5/6/2016 tarihleri arası için verilen 5/5/2016 tarihli ilk yasaklama kararına karşı 20/5/2016 tarihinde yürütmenin durdurulması talebiyle iptal davası açmıştır. Yürütmenin durdurulması talebini inceleyen Kahramanmaraş İdare Mahkemesi (Mahkeme) 25/5/2016 tarihinde, dava konusu işlemin sebebi açıklanarak dayanağını oluşturan tüm bilgi ve belgelerin gönderilmesinin davalı idareden istenmesine dair ara kararı kurmuş ve yürütmenin durdurulması talebi hakkında ara kararı gereği davalı idarece yerine getirildikten ya da savunma yapıldıktan sonra inceleme yapacağını belirtmiştir. Mahkeme ara kararının gereğinin yerine getirilmesi ve savunma yapılması için davalı idareye otuz gün süre vermiştir. Mahkeme 29/6/2016 tarihinde yürütmenin durdurulması talebinin reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; idari işlemin uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebileceği, somut olayda ise söz konusu şartların gerçekleşmediğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Başvurucular yürütmenin durdurulması talebinin reddine dair karara itiraz etmiştir. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 18/8/2016 tarihinde, yürütmenin durdurulması talebinin reddine dair kararda kanuna aykırılık bulunmadığından bahisle itirazı reddetmiştir. Başvurucular, itirazın reddine dair karardan 20/9/2016 tarihinde haberdar olduklarını beyan etmiştir. Başvurucular 27/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular Valiliğin yasaklama kararlarından başka bir tanesi aleyhine daha yürütmeyi durdurma talebiyle dava açtıklarını belirtmişlerse de bu konuda bireysel başvuru formlarında başka hiçbir bilgi ya da açıklamaya yer vermedikleri anlaşılmıştır. Aynı şekilde başvurucular, yürütmenin durdurulması talebinin reddedildiği bireysel başvuru konusu davanın daha sonraki süreciyle ilgili de hiçbir açıklamada bulunmamıştır. A. Ulusal Hukuk 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun "Toplantının ertelenmesi veya bazı hallerde yasaklanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " İdari dava türleri şunlardır: ... a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,..." 2577 sayılı Kanun'un "Tebligat ve cevap verme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya ... tebliğ olunur.... Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. ......" 2577 sayılı Kanun'un "Yürütmenin durdurulması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir ...... Yürütmenin durdurulması istemli davalarda 16 ncı maddede yazılı süreler kısaltılabileceği gibi, tebliğin memur eliyle yapılmasına da karar verilebilir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık ((k.k.)) B. No: 8440/78, 16/6/1980, § 150) kararında, yapılmak istenen gösteri yürüyüşünün yasaklanmasına dair müdahalenin kanuni dayanağında belli bir toplantı ya da yürüyüşün yasaklanmasına izin verilmediğini, yalnızca genel olarak toplantıların tamamı ya da -yine spesifik bir amaç belirlenmeden- belli nitelikteki toplantı ya da yürüyüşlerin yasaklanabileceğinin öngörüldüğünü, ayrıca bu yasaklamanın belirli bir süre uyarınca verilebileceği hususlarını dikkate almış; bu doğrultuda ilgili mevzuatın belli toplantı ya da yürüyüşler yönünden keyfî olarak uygulanmasını önleyebilecek garantileri içerdiğini kabul etmiştir. AİHM'in bu değerlendirmesi, somut olayda yasaklama nedeniyle başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmediğine dair kararının gerekçelerinden birini oluşturmuştur. AİHM, toplantı hakkının ihlal edildiğine karar verdiği Alekseyev/Rusya (B. No:4916/07, 25924/08 ve 14599/09, 21/10/2010) kararında ayrıca başvurucunun toplantı hakkıyla bağlantılı olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinde öngörülmüş olan etkili başvuru hakkının ihlal edilip edilmediğini de incelemiştir. AİHM öncelikle taraf devletlerin anılan haktan doğan yükümlülüklerini nasıl yerine getirecekleri konusunda bir takdir yetkileri bulunmasına rağmen söz konusu hak uyarınca ulusal otoritelerin, Sözleşme kapsamındaki ilgili hakkın ihlal edildiği iddiasının esasını inceleyebilecekleri ve ihlal edildiğine hükmetmeleri hâlinde uygun giderim usulüne karar verebilecekleri bir ulusal başvuru yolunun mevcut olması gerektiğini belirtmiştir (Alekseyev/Rusya, § 97). AİHM anılan kararda, yapılmak istenen etkinliğin zamanının başvurucu ile diğer katılımcılar için önemli olduğu ve yetkili otoritelere zamanında bildirim yapıldığı da dikkate alındığında somut olayda etkili bir başvuru yolunun mevcudiyetinden bahsedilebilmesi için etkinliğin planlandığı tarihten önce idarenin yasak kararının kaldırılabileceği bir giderim usulü bulunması gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla AİHM, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının etkin kullanımı için ilgili başvuru yollarında kamu otoriteleri için makul süre kısıtlamaları öngörülmesinin önemli olduğunu ifade etmiştir (Alekseyev/Rusya, § 98). AİHM somut olayda ise ilgili mevzuat toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanacakların bildirimde bulunması için belirli süre kısıtlamaları öngörmüşken kamu otoriteleri yönünden belirlenen zamandan önce etkinliğe onay verilmesi konusunda bağlayıcı bir süre kısıtlaması olmadığını gözönüne alarak ancak planlanan etkinlik zamanından sonra bir karar verilebilmesini sağlayan başvuru yolunun uygun giderim sağlayacak bir başvuru yolu niteliğinde görülemeyeceğine ve bu nedenle başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğine karar vermiştir (Alekseyev/Rusya, §§ 99, 100). AİHM Alekseyev ve diğerleri/Rusya (B. No: 14988/09) kararında da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verdikten sonra planlanan etkinlik tarihinden önce yargı yoluna başvurulmuş olmasına rağmen her defasında yargı mercileri tarafından söz konusu tarihten sonra karar verildiğini de dikkate alarak yine toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edilmiş olduğuna hükmetmiştir (Alekseyev ve diğerleri/Rusya ve ekli listedeki diğer 50 başvuru, 27/11/2018, §§ 6, 21, 22).
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/23696
Başvuru, idare tarafından bir süre toplantı, gösteri yürüyüşü ya da benzer etkinliklerin yasaklanması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, bu kararın yürütmesinin durdurulması isteminin geç karara bağlanması nedeniyle ise toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, kanser hastasının tedavisinde gerekli ilacın ithali için ilaç bedelinin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan tedbir talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. 29/3/2021 tarihinde başvurucunun tedbir talebinin incelenmesine gerek olmadığına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 66 yaşında olan başvurucuya bronş ve akciğer maling neoplazmı (akciğer kanseri) tanısı konulmuştur. Başvurucunun tedavisini izleyen hekim, atezolizumab etkin maddeli Tecentriq isimli ilacın kullanımı için Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna başvurmuştur. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, başvurucunun ilacı kullanımının 6 ay süreyle uygun olduğunu bildirmiştir. Başvurucu, SGK'dan ilaç bedelini karşılamasını talep etmiştir. SGK'nın talebi reddetmesi üzerine başvurucu adı geçen ilaç bedelinin SGK tarafından karşılanması için ihtiyati tedbir talebiyle 13/8/2020 tarihinde Ankara İş Mahkemesine (İş Mahkemesi) dava açmıştır. İş Mahkemesi 13/8/2020 tarihinde tedbir istemini kabul etmiştir. Başvurucu, SGK tarafından kesinti uygulanarak ödeme yapıldığını belirterek İş Mahkemesinden ek karar talep etmiştir. İş Mahkemesi bu talebi reddetmiştir. SGK vekilinin, ihtiyati tedbir talebinin kabulü kararına itiraz etmesi üzerine İş Mahkemesi istinaf yasa yolu açık olmak üzere itirazın reddine karar vermiştir. SGK vekilinin istinaf talebi ise Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından 24/12/2020 tarihinde kabul edilerek tedbir kararı kaldırılmıştır. Başvurucu 26/1/2021 tarihinde Anayasa Mahkemesinden ilaç bedelinin SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 29/3/2021 tarihinde başvuruya konu ilaç bedellerinin SGK tarafından ödendiğinin tespit edilmesi doğrultusunda tedbir incelemesi yapılmasını gerektirir bir durum bulunmadığına karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede; İş Mahkemesi 20/10/2021 tarihinde başvurucunun 1/4/2021 tarihinde hayatını kaybetmesi sonrasında mirasçıları tarafından süresi içerisinde davanın yenilenmemesi üzerine davanın açılmamış sayılmasına karar vermiş, bu karar tarafların istinaf başvurusunda bulunmaması üzerine kesinleşmiştir. Başvurucu vekili 9/7/2021 tarihinde başvurucunun öldüğünü öğrendiğini belirterek başvurucunun mirasçılarına başvuruya devam etmek isteyip istemediklerinin sorulmasını Anayasa Mahkemesinden talep etmiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3015
Başvuru, kanser hastasının tedavisinde gerekli ilacın ithali için ilaç bedelinin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan tedbir talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/32778
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru süresi içinde yapılmıştır. Komisyon 23/1/2023 tarihinde hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/52826
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, Bakanlar Kurulu kararı olmaksızın acele kamulaştırma yöntemi ile taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bakanlar Kurulunun 30/9/2004 tarihli ve 25599 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 14/9/2004 tarihli ve 2004/7892 sayılı kararının başlığı "Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunca Yapılacak Kamulaştırmalarda 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun 27 nci Maddesinin Uygulanmasına Dair Karar" olarak gösterilmiştir. Söz konusu kararın maddesi ile enerji yatırımlarının bir an önce gerçekleştirilmesi amacıyla elektrik, doğal gaz ve petrol piyasalarındaki faaliyetlerin gerektirdiği ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunca (EPDK) yapılacak kamulaştırma işlemlerinde 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesinin uygulanacağı düzenlenmiştir. Anılan Bakanlar Kurulu kararının iptali için dava açılmıştır. Danıştay Altıncı Dairesi 19/6/2013 tarihinde acelecilik hâlinin somut olarak belirtilmediği gerekçesiyle davayı kabul etmiş ve kararı iptal etmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 27/5/2015 tarihinde kararı onamış, 8/6/2016 tarihinde de karar düzeltme istemini reddetmiştir. Başvurucu 1949 doğumlu olup Kayseri'nin Akkışla ilçesinde ikamet etmektedir. Kayseri'nin Akkışla ilçesi Yeni Mahalle 107 ada 14 parselde kayıtlı 161,59 m² yüz ölçümündeki dükkân vasfındaki taşınmaz başvurucu adına tapuda kayıtlıdır. Akkışla Belediyesi (Belediye) Encümeni 16/6/2017 tarihinde 1/000 ölçekli uygulamalı imar planında yola isabet eden, başvurucuya ait taşınmazın 48,51 m²lik kısmının kamulaştırılmasına karar vermiştir. Başvurucuya ait taşınmaz üzerine 14/7/2017 tarihinde Belediye lehine 2942 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca kamulaştırma şerhi konulmuştur. Belediye Kıymet Takdir Komisyonu 13/7/2017 tarihinde söz konusu taşınmazın kamulaştırma bedelini 845,44 TL olarak belirlemiştir. Belediye 27/9/2017 tarihinde başvurucu ile söz konusu bedel üzerinden anlaşma sağlamıştır. Buna karşın başvurucu tapuda ferağ vermemiştir. Belediye 28/5/2018 tarihinde taşınmaza acele elkoyma talebiyle birlikte başvurucu aleyhine kamulaştırma bedelinin tespiti davası açmıştır. Belediye; dava dilekçesinde imar planında yol olarak gösterilen, başvurucuya ait taşınmazın bir kısmının kamulaştırılmasına karar verildiğini belirtmiştir. Belediye; taşınmazın uzlaşma ile satın alınmak istendiğini belirtir iadeli taahhütlü tebligatın iade olduğunu, dolayısıyla başvurucu ile kamulaştırma konusunda uzlaşma sağlanmadığını ifade etmiştir. Belediye, imar planı gereğince yol olarak kamulaştırılmasına karar verilen, başvurucuya ait taşınmazın 48,51 m²lik kısmı yönünden 2942 sayılı Kanun'un maddesi gereğince ileride açılacak davaya esas teşkil etmek üzere kamulaştırma bedelinin tespitini ve acele elkoyma kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucu 14/6/2018 tarihinde cevap dilekçesi sunmuştur. Başvurucu; acele kamulaştırma koşullarının bulunmadığını, kalan kısmı kullanabilmesi mümkün olmadığından taşınmazın tamamının kamulaştırılması zorunluluğu bulunduğunu ve taşınmazın merkezî konumu değerlendirilerek kamulaştırma bedelinin tespit edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Sarıoğlan Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 29/6/2018 tarihinde davayı kabul etmiştir. Mahkeme, taşınmazın 48,51 m²lik kısmına 2942 Kanun'un maddesi uyarınca acele el konulmasına ve acele elkoyma bedelinin alınan bilirkişi raporu doğrultusunda 832,62 TL olarak tespitine karar vermiştir. Mahkeme; kararın gerekçesinde, açılan davanın kanuni dayanağının 2942 sayılı Kanun'un maddesi olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, taşınmazın 48,51 m²lik kısmı hakkında Bakanlar Kurulunun 30/9/2004 tarihli ve 25599 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan kararı ve 2942 sayılı Kanun'un maddesi gereğince acele kamulaştırma talep edildiğini ifade etmiştir. Mahkeme, söz konusu Kanun'un maddesi ile anılan Bakanlar Kurulu kararı dikkate alındığında Belediyenin acele kamulaştırma talebinde haklı olduğunu tespit etmiştir. Mahkeme acele elkoyma hükmü yönünden kararın kesin olduğunu, diğer hususların ise ileride açılacak bedel tespiti ve tescil davasında değerlendirileceğini açıklamıştır. Nihai karar 13/7/2018 tarihinde başvurucu vekili tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 13/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, dava dilekçesi ve idare tarafından verilen belgelerin birer örneği de eklenerek taşınmaz malın malikine meşruhatlı davetiye ile veya idarece yapılan araştırmalar sonucunda adresleri bulunamayanlara, 1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 28 inci maddesi gereğince ilan yoluyla tebligat suretiyle bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur....Mahkemece belirlenen günde yapılacak duruşmada hakim, taşınmaz malın bedeli konusunda tarafları anlaşmaya davet eder. Tarafların bedelde anlaşması halinde hakim, taraflarca anlaşılan bu bedeli kamulaştırma bedeli olarak kabul eder ve sekizinci fıkranın ikinci ve devamı cümleleri uyarınca işlem yapar.Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar. Yapılacak keşifte, taşınmaz malın bulunduğu yerin bağlı olduğu köy veya mahalle muhtarının da hazır bulunması amacıyla, muhtara da davetiye çıkartılır ve keşifte hazır bulunması temin edilerek, muhtarın beyanı da alınır.Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır. (Değişik sekizinci fıkra: 19/4/2018-7139/26 md.) Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hâkim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hâkim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. Tarafların anlaşması halinde kamulaştırma bedeli olarak anlaşılan miktar peşin ve nakit olarak, hak sahibi adına bankaya yatırılır. Tarafların anlaşamaması halinde hâkim tarafından kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedelin mahkemece belirlenecek banka hesabına yatırılması ve yatırıldığına dair makbuzun ibraz edilmesi için idareye onbeş gün süre verilir. Kamulaştırma bu Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise ilk taksitin yine peşin ve nakit olarak hak sahibi adına, hak sahibi tespit edilememiş ise ileride ortaya çıkacak hak sahibine verilmek üzere 10 uncu maddeye göre mahkemece yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılması ve yatırıldığına dair makbuzun ibraz edilmesi için idareye onbeş gün süre verilir. Gereken hallerde bu süre bir defaya mahsus olmak üzere mahkemece uzatılabilir. İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına, hâkim tarafından kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedelin veya hak sahibinin tespit edilemediği durumlarda ise ileride ortaya çıkacak hak sahibine verilmek üzere bloke edildiğine dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup, tarafların bedele ilişkin istinaf veya temyiz hakları saklıdır. İstinaf veya temyiz incelemesi sonucunda kesinleşen kamulaştırma bedeli, hak sahibine peşin ve nakit olarak ödenen tutardan daha az olması durumunda aradaki fark ilgilisinden talep edilir. İdare tarafından hak sahibi adına yapılan ödeme tarihi ile geri ödemeye ilişkin yazının ilgilisine tebliğ edildiği tarih arasındaki süre için faiz alınmaz...." 2942 sayılı Kanun'un "Hakların sınırlandırılması ve mülkiyetin idareye geçmesi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi şöyledir:  “Mülkiyetin idareye geçmesi, mahkemece verilen tescil kararı ile olur." 2942 sayılı Kanun'un "Acele kamulaştırma" kenar başlıklı maddesinin olay tarihindeki hâli şöyledir:"3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın (Değişik ibare: 24/4/2001 - 4650/15 md.) 10 uncu madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına (Değişik ibare: 24/4/2001 - 4650/15 md.) 10 uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.(Ek fıkra: 19/4/2018-7139/29 md.) Mahkemece verilen taşınmaz mala el koyma kararı tapu müdürlüğüne bildirilir. Taşınmaz malın başkasına devir, ferağ veya temlikinin yapılamayacağı hükmü tapu kütüğüne şerh edilir. El koyma kararından sonra taşınmaz mal 20 nci madde uyarınca boşaltılır.Bu Kanunun 3 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak kamulaştırmalarda yatırılacak miktar, ödenecek ilk taksit bedelidir." 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun "Belediyenin yetkileri ve imtiyazları" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (h) bendi şöyledir: “h) Mahallî müşterek nitelikteki hizmetlerin yerine getirilmesi amacıyla, belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde taşınmaz almak, kamulaştırmak, satmak, kiralamak veya kiraya vermek, trampa etmek, tahsis etmek, bunlar üzerinde sınırlı aynî hak tesis etmek. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin kamu otoritelerince mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayanmasını zorunlu kıldığını ifade etmiştir. AİHM ayrıca demokratik toplumun temel ilkelerinden olan hukuk devletinin Sözleşme'de mündemiç bir kavram olduğunu vurgulamıştır (Vistiņš and Perepjolkins/Letonya [BD], B. No: 71243/01, 25/10/2012, § 95). Ancak AİHM, kanunilik ilkesinin sağlanması bakımından müdahalenin iç hukukta yasal bir temelinin varlığının tek başına yeterli olmadığını, kanunun belli bir kaliteye de sahip olması gerektiğini vurgulamış; bu bağlamda kanunun hukuk devleti ilkesine uygun olmanın yanında keyfîliğe karşı güvenceler içermesi gerektiğine de işaret etmiştir (Vistiņš and Perepjolkins/Letonya, § 96). AİHM'e göre mülkiyetten yoksun bırakma yetkisi tanıyan bir yasa kuralının kanunilik kriterini taşıdığından söz edilebilmesi için yeterli düzeyde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olması gerekir. Öngörülebilirliğin derecesinin tespitinde söz konusu kanunun içeriği, düzenlediği alanın mahiyeti ve temas ettiği kişilerin sayısı ile statüsü büyük önem taşımaktadır. Öngörülebilirlik, özellikle kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı koruma önlemleri getirilmiş olmasını gerektirmektedir. Öte yandan kanunun öngörülebilirlik ilkesinin önemiyle orantılı asgari usule ilişkin güvenceler içermesi gerekir (Vistiņš and Perepjolkins/Letonya, § 97). AİHM, her hukuk sisteminde kanun hükümlerinin yargısal yoruma tabi tutulmasının kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. AİHM'e göre müphem hususların açıklığa kavuşturulması ve değişen koşullara uyum sağlanması her zaman için bir ihtiyaçtır. Kanunun -kesinliği arzulanan bir husus olmakla birlikte- değişen koşullara uyum sağlama kapasitesine sahip olması da önemlidir. Birçok kanun kaçınılmaz olarak -az veya çok- belli bir derecede muğlaklık içerir. Muğlaklık barındıran bu kanunların yorumlanması ve uygulanması ise bir pratik sorunudur. Bu çerçevede kanunların müphem yönlerini açıklığa kavuşturmak ve yorumda ortaya çıkan şüpheleri dağıtmak mahkemelerin görevidir (OAO Neftyanaya Kompaniya Yukos/Rusya, B. No: 14902/04, 20/9/2011, § 568). Bu yüzden kanunilik şartı, hukuk kurallarının yargısal makamlarca yorumlanmasını dışladığı biçiminde anlaşılamaz (OAO Neftyanaya Kompaniya Yukos/Rusya, § 569). AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının öncelikli olarak ulusal otoritelerin yetkisinde olduğuna dikkat çekmektedir. Bununla birlikte AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının sonuçlarının Sözleşme ve AİHM içtihatlarıyla uyumlu olup olmadığını denetlemenin görevi olduğunu ifade etmektedir (Shchokin/Ukrayna, B. No: 23759/03, 37943/06, 14/10/2010, § 52).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24998
Başvuru, Bakanlar Kurulu kararı olmaksızın acele kamulaştırma yöntemi ile taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, izinsiz afiş astığı için başvurucuya idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1986 doğumlu olan başvurucu işsizdir ve Mersin'de ikamet etmektedir. 4/2/2016 tarihinde saat 30 civarında Tuzla İçmeler Köprüsü altına 90x70 cm boyutlarında yetkili mercilerden izin almaksızın bazı afişler asmıştır. Söz konusu afişlerin asıldığı, fotoğraflarla tespit edilmiştir. Toplanmış kişilerin resimlerini de içeren afişlerde büyük puntolarla "Kıdem tazminatı hakkımızı gasp ettirmeyelim- BDSP" ve "Emeğin özgürlüğün mücadelesinde biz de varız- 21 Şubat İstanbul 00 Kadın İşçi Kurultayı- Gündem [Gündem içeriği okunamamıştır] İşçi Emekçi Kadın Komisyonları" yazmaktadır. İnternet üzerinden yapılan araştırmada, İşçi-Emekçi Kadın Komisyonlarının “Emeğin özgürlüğü mücadelesinde biz de varız!” sloganıyla düzenlediği Kadın İşçi Kurultayı (Kurultay) 21/2/2016 tarihinde İstanbul'da Petrol-İş Sendikası Genel Merkezinde yapılmıştır. Kurultay'a Türkiye'nin farklı illerinden gelen kadın işçiler katılmış ve Kurultay'da “Kadın işçilerin örgütlenmesinin önündeki engeller” ve “Emeğin korunması ve özgürleştirilmesi” konulu sunumlar gerçekleştirilmiştir. Ayrıca serbest kürsü bölümünde de kadın işçiler örgütlenme deneyimlerini paylaşmıştır. Tuzla Belediyesi (İdare) tarafından başvurucu hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 400 TL idari para cezası uygulanmış ve afişlerin asıldığı gün başvurucunun huzurunda hazırlanan idari yaptırım kararı kendisine tebliğ edilmiştir. 5326 sayılı Kanun'un maddesine göre 2016 yılında uygulanacak idari para cezasının alt sınırı 219 TL ve üst sınırı ise 732 TL'dir. Başvurucu, idari para cezasına karşı 18/2/2016 tarihinde İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) itiraz etmiştir. Hâkimlik 11/3/2016 tarihinde başvurucunun itirazını itiraz kanun yolu açık olmak üzere reddetmiştir. Hâkimlik kararında, 5326 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen kabahatin tanımına yer verilmiş; izinsiz afiş asma eyleminin fotoğraflar ile tespit edildiği, düzenlenen tutanak ve beyan ile eylemin sabit olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun itirazın reddine ilişkin karara karşı yaptığı itiraz da İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğince 28/3/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 4/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 4/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un "İdari para cezası" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "İdari para cezası, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle de belirlenebilir. Bu durumda, idari para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulur." Aynı Kanun’un "Afiş asma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) ... cadde veya sokak kenarlarındaki kamuya ait ... alanlara, rızası olmaksızın özel kişilere ait alanlara bez, kâğıt ve benzeri afiş ... asan kişiye, yüz Türk Lirasından üçbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Aynı içerikteki afiş ve ilânlar, tek fiil sayılır. (2) Birinci fıkra hükmü, yetkili makamlardan alınan açık ve yazılı izne dayalı olarak asılan afiş ve ilânlar açısından uygulanmaz...... (4) Bu kabahatler dolayısıyla idarî para cezasına, kolluk veya belediye zabıta görevlileri karar verir...." Yukarıda yer verilen Kanun maddesinin gerekçesi ise şöyledir: "Toplumun tüm bireylerinin kullanımına tahsis edilmiş bulunan meydan ve parklara, cadde veya sokak kenarlarındaki kamuya ait duvar veya alanlara; yetkili makamlardan açık ve yazılı bir izin alınmadıkça, bez, kağıt ve benzeri afiş veya ilân asılması, bu madde hükmü ile kabahat olarak tanımlanmıştır. Görüntü kirliliği oluşturan bu şeyler, özel kişilere ait alanlara da, ilgilisinin rızası bulunmadıkça asılamaz. Doğal olarak, bu tür afiş ve ilânlar tek nüsha olmayacağından, aynı içerikte olmak kaydıyla, sayısı ne kadar olursa olsun, bütün afiş ve ilânlar tek fiil olarak kabul edilmektedir. Böylece, birinci fıkra hükmünde özel bir içtima hükmüne yer verilmiştir. Yetkili makamdan verilen izne dayalı olarak afiş ve ilân asılması durumunda, fiil hukuka uygun olacaktır. Ancak bunun sağlıklı kontrolü için izin yazısında afiş ve ilânın asılacağı zaman dilimi açıkça gösterilmelidir. İzinde gösterilen sürenin sonunda afiş ve ilânların, izin alan kişi tarafından derhal toplatılmaması, kabahat oluşturmaktadır. İlgilisi tarafından toplanmadığı için, bu afiş ve ilânların kamu adına toplatılması halinde, ayrıca toplatma masrafı da tahsil edilir. Seçim döneminde afiş ve ilân asılması hususu seçim mevzuatında özel olarak düzenlendiğinden, bu hüküm bakımından kapsam dışı bırakılmıştır."B. Uluslararası Hukuk Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin genel ilkeler bakımından uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 115-124) ve Bölüm tarafından verilen Osman Erbil (B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 45-53) ve Rıza Gökçen Erus ve diğerleri (B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30) kararları ile afiş asma eylemi nedeniyle sendika üyelerine idari para cezası verilmesinin sendika hakkının ihlali olduğu yönünde karar için bkz. Abdulvahap Can ve diğerleri (B. No: 2014/3793, 8/11/2017, §§ 19-23).
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9009
Başvuru, izinsiz afiş astığı için başvurucuya idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/16243
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Karabük T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucu, muhatabını Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) Ankara Temsilciliği olarak belirttiği bir mektup göndermek istemiştir. Başvurucuyla birlikte on bir hükümlü tarafından imzalanan 20/7/2015 tarihli söz konusu mektupta yer alan ifadelerden bir kısmı şöyledir:"... Sayın PDK yetkilileri,...DAİŞ karşısında direnebilen, gücünü kırarak geriletebilen tek güç PYD öncülüğünde savaşan YPG/YPJ ve Rojava halkıdır. ... Bu konuda PYD Eşbaşkanı Sayın Salih Müslim'in çağrısı esastır... T.; ... Kürt halkının imhasında ısrar etmektedir. ... Kürt halkının ve Rojava'da büyük bedellerle gerçekleştirilen ulusal başarıların teminatı, ulusal birliği ilkeler temelinde sözleşmeye ve kurumlaşmaya kavuşturmaktır. Bunun için de Ulusal Kongreyi gerçekleştirmektir. ... başta PDK olmak üzere ... herkesi Ulusal Kongrenin gerçekleşmesi için toplanmaya ... çağırıyoruz." İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 21/7/2015 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla mektup içeriğinde çizilemeyecek kadar çok sakıncalı ifade görüldüğü gerekçesiyle mektubun muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Karabük İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itiraz 31/7/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararda, Disiplin Kurulunun itiraza konu edilen kararında usule ve yasaya aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Karabük Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 4/9/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 11/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektuplara ceza infaz kurumunun ilgili kurulları tarafından yapılan müdahalelere dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16260
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ateşli silahla yaralama olayı hakkındaki ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, PKK terör örgütüne yardım ve yataklık ettiği isnadıyla yargılanıp beraat eden ve 18/6/2007 tarihinde vefat eden A.nın eşidir. A. 20/7/1994 tarihinde Şırnak'ın Nusaybin ilçesinde silahlı saldırı sonucu hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır. A. Nusaybin Devlet Hastahanesine kaldırılmış ve hayati tehlikesi bulunduğundan olayın hemen sonrasında beyanına başvurulamadığı 20/7/1994 tarihinde müdahale eden doktorca tutanak altına alınmıştır. Aynı gün olay yerine gelen kolluk görevlileri tarafından olay yerinde kan izlerine, mermi çekirdeği ve boş kovanlara rastlanmış; bunlar muhafaza atına alınmıştır. A. nın kaldırıldığı hastaneye intikal eden kolluk görevlilerince şahsın sırtından ve kolundan ikişer kurşunla yaralandığı, beyanına başvurulamayacak hâlde olduğu anlaşılmıştır. Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında resen soruşturma başlatmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20/7/1994 tarihinde Olay Yeri Keşif Tutanağı, kolluk görevlilerince 22/7/1994 tarihinde Olay ve Zapt Etme Tutanağı düzenlenmiş, olay yerinin bir krokisi çizilmiştir. Nusaybin İlçe Emniyet Müdürlüğünce (Emniyet Müdürlüğü) düzenlenen 25/7/1994 tarihli tahkikat evrakında yaralama olayının faillerinin araştırılmaya devam edildiği, A. hakkında yapılan arşiv tetkikinden şahsın 1982 yılında PKK terör örgütüne üye olmak, 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'na muhalefet ve sahte kimlik kullanmak, 1989 yılında ise PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak suçlarından yakalandığının ve takipli şahıslardan olduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Ayrıca olayın radikal İslami bir örgütün mensuplarınca gerçekleştirilmiş olabileceği değerlendirmesinde bulunulmuştur. 29/7/1994 tarihli Diyarbakır Bölge Kriminal Polis Laboratuvarınca düzenlenen ekspertiz raporunda, olay yerinden elde edilen kovanların tek bir silahtan atıldığı, faili meçhul olaylar arşivine geçici olarak kaydedilerek atışın yapıldığı silahın tespit edilmesi hâlinde bu hususun ek ekspertiz raporuyla bildirileceği ifade edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma görevinin kendisine ait olmadığı gerekçesiyle 22/8/1994 tarihli görevsizlik kararıyla soruşturma evrakını Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığına (DGM Başsavcılığı) göndermiştir. DGM Başsavcılığı 2/11/1994 tarihinde, olayın failleri yakalanana kadar gerekli soruşturmanın sürdürülmesi ve üçer aylık dönemlerde bilgi verilmesi için Başsavcılık, Mardin İl Emniyet Müdürlüğü ve İl Jandarma Komutanlığına müzekkere yazmıştır. DGM Başsavcılığı 2/11/1994 tarihinde Başsavcılıktan A.nın beyanının alınmasını talep etmiştir. A. 30/11/1994 tarihli beyanında özetle PKK terör örgütüne yardım ve yataklık etme suçundan yargılanıp beraat ettiğini, olay sırasında arkasından ateş edilmesi nedeniyle failleri göremediğini, faillerden şikâyetçi olduğunu söylemiştir. DGM Başsavcılığı 23/4/1998 tarihinde aynı kurumlara yeni bir müzekkere yazmış ve olayın tahkikatının yapılarak üç ayda bir bilgi verilmesi talimatını yinelemiştir. Bu aşamadan sonra Cumhuriyet Başsavcılığı ile Emniyet Müdürlüğü arasında 27/12/1994 ile 22/3/2006 tarihleri arasında olayın faillerinin araştırılmaya devam edildiği yönünde bilgi içeren mutat yazışmalar yapılmıştır. A. nın nüfus kayıt örneğinden 18/6/2007 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK mülga madde ile görevli) tarafından 31/12/2007 tarihinde olaya dair daimî arama kararı vermiş, karar soruşturmanın zamanaşımı süresine kadar devam etmesi talimatıyla Başsavcılığa gönderilmiştir. Bu aşamadan sonra Cumhuriyet Başsavcılığı ile Emniyet Müdürlüğü arasında 18/1/2008 ile 23/1/2012 tarihleri arasında olayın faillerinin araştırılmaya devam edildiği yönündeki mutat yazışmalara devam edilmiştir. Başvuru evrakının incelenmesi neticesinde Emniyet Müdürlüğünce Başsavcılığa yazılan, faillerin tespit edilemediğine ilişkin son yazının 23/1/2012 tarihli olduğu anlaşılmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi uyarınca kurulan mahkemeler ile Cumhuriyet Başsavcılıkların görevlerine son verildiği, soruşturma yetkisinin yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle 12/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Başsavcılığa göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, adam öldürmeye teşebbüs, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmak suçları için olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda öngörülen ve lehe olan yirmi yıllık dava zamanaşımı süresinin 20/7/2014 tarihinde dolduğu gerekçesiyle 21/11/2014 tarihinde olayın kovuşturulmasına yer olmadığına karar vermiştir. Karara karşı yapılan itiraz, Mardin Sulh Ceza Hâkimliğince 31/12/2014 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 24/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 24/4/2015 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuka ilişkin bilgiler Anayasa Mahkemesinin Sultani Acar (B. No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 29-61) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10210
Başvuru, ateşli silahla yaralama olayı hakkındaki ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/12/2005 tarihinde vekalet ilişkisinden doğan alacağının tahsili talebiyle dava açmıştır. Karaman Asliye Hukuk Mahkemesi 21/5/2009 tarihli kararı ile başvurucu tarafından açılan davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/9/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 5/4/2011 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 24/1/2012 tarihli karar ile başvurucu tarafından açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/2/2013 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 11/12/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Karar başvurucuya 14/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1830
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, hakkında yapılan haberler nedeniyle başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/4/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasını kararlaştırmıştır. Bölüm Başkanı başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1989 doğumlu olup Düzce'de ikamet etmektedir. 4/5/2014 tarihinde aynı şehirde yaşayan 81 yaşındaki S.Y.nin mağduru olduğu nitelikli cinsel saldırı meydana gelmiştir. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının başlattığı soruşturmada mağdur S.Y.nin ek ifadesindeki beyanları sebebiyle başvurucu gözaltına alınmış ve bir gün gözaltında kalmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucunun suçun faili olduğuna dair müştekinin soyut beyanları dışında herhangi bir delil bulunmadığı, aleyhine delil toplanan diğer şüpheli S.K.nın ise suçu ikrar ettiği gerekçesiyle başvurucu yönünden kovuşturmaya yer olmadığına 1/10/2014 tarihinde karar verilmiştir. Yaşananlar üzerine olay, basına yansımış ve haberturk.com internet sitesinde 5/5/2014 tarihinde "Düzce'den iğrenç haber! 81 yaşındaki nineye tecavüz etti." başlığıyla haberleştirilmiştir. Yine Vatan gazetesi 6/5/2014 tarihli nüshasında "Düzce'de 25'lik genç 85'lik nineye..." başlıklı haber yapmıştır. Haberde kullanılan ifadeler şu şekildedir: "Düzce'de, evine zorla girdiği 81 yaşındaki kadına tecavüz ettiği iddia edilen 25 yaşındaki S.Y. [haberin orijinalinde isim rumuzlanmıştır] gözaltına alındı. Olay önceki gün Sallar Mahallesi'nde meydana geldi. Yalnız yaşayan 81 yaşındaki S.Y.nin evine zorla giren S.Y., iddiaya göre önce dövdüğü yaşlı kadına ardından tecavüz etti. Düzce Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırılan yaşlı kadın tedavi altına alındı. Düzce Emniyet Müdürlüğünün yürüttüğü soruşturma kapsamında deliller de değerlendirilerek kadına tecavüz ettiği iddia edilen S.Y., evinde gözaltına alındı. İfadesinde suçlamaları kabul etmeyen S.Y., dün öğle saatlerinde adliyeye sevk edildi. Polis delil torbalarının içerisindeki yorgan, yastık ve diğer delilleri de adliyeye götürdü." Haberde metnin hemen üzerinde başvurucunun gözaltına alındığı esnada sol profilinden çekildiği anlaşılan fotoğrafına yer verilmiş, fotoğrafın sol alt kısmında ise "Tecavüzcü gözaltına alınırken yastık ve yorgan da kanıt olarak götürüldü." yazılmıştır. Başvurucu, kendisinin işlemediği bir suçtan ötürü suçu işlemiş gibi haber yapıldığı, üstelik yüzü buzlanmaksızın Fotoğrafı haberde paylaşıldığı için basın yoluyla kişilik haklarına saldırıldığı iddiasıyla Düzce Asliye Hukuk Mahkemesinde, Gazetecilik A.Ş., Haber Ajansı A.Ş. ve Reklam Ltd. Şti. aleyhine ilk davalı yönünden 000 TL, diğer iki davalı yönünden 000 TL olmak üzere toplam 000 TL tutarında manevi tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, ihtilaflı haberlerde tecavüzcü sapık olarak yansıtıldığını, fotoğrafının da tecavüzcü ifadesiyle paylaşıldığını belirtmiştir. Buna rağmen olayı haberleştiren dava dışı gazetelerde haberin başlığında iddia vurgusu olduğunun, fotoğrafının buzlama, şeritle kapama ya da karartma yöntemi ile tanınmaz hâle getirildiğinin altını çizmiştir. Düzce Asliye Hukuk Mahkemesi, davalılar Gazetecilik A.Ş. ve Haber Ajansı A.Ş. yönünden her bir davalıdan 000 TL manevi tazminat tahsil edilmek üzere davanın kısmen kabulüne, davalı Reklam Ltd. Şti. yönünden ise kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği iddia edilen haberle ilgili olarak dosyada delil bulunmadığından davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde davalı Gazetecilik A.Ş.nin ihtilaflı haberinde henüz soruşturma aşamasındayken davacının fotoğrafı paylaşılarak fotoğrafta davacıdan tecavüzcü diye bahsedildiğini, haber metninde ise davacının nineyi döverek ona tecavüz ettiği yönünde kesin bir dil kullanıldığını belirtmiştir. Haber Ajansı A.Ş. tarafından servis edilen haberde de kullanılan ifadelerin kesinlik içerdiği, toplumda infial yaratabilecek bir olayda ihtilaflı haberlerin yeterince özenli hazırlanmadığı, başlık ve içeriğin uyumsuz olduğu, davacının yüzünün tanınmaya elverişli şekilde paylaşıldığı ve böylece masumiyet karinesinin ihlal edildiği, özel hayatında mağduriyetine sebebiyet verildiği değerlendirilmiştir. İlk derece mahkemesinin kararına karşı istinaf yoluna gidilmesi üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi haberin güncel nitelikte olup mahiyeti gereği olayın haberleştirilmesinde kamu yararı bulunduğunu, konuyla ilgili olarak yayım tarihi itibarıyla haberin görünür gerçeğe uygun olduğunu değerlendirmiş; tüm davalılar yönünden davanın reddine karar vermiştir. İstinaf incelenmesinde bunlara ilaveten ihtilaflı haberlerin başlığının gazetecilik tekniği ile uyumlu olarak okuyucuyu cezbetmek için kesin dille yazıldığı, fotoğrafın ise davacının adliyeye sevk edilirken çekildiği ve haberle ilgili olduğu, söz konusu haberlerin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Yargıtay, temyiz incelemesinde davacı ile ilgisi bulunmayan bir eylemin davacı tarafından gerçekleştirildiği şeklinde asılsız haber yapılması ve haberde davacının fotoğrafının açık şekilde paylaşılmasının basın özgürlüğünün sınırlarını aştığı kanaatine varmış, davacı yararına uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi için kararı bozmuştur. Bozma kararı neticesinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi; davalı Reklam Ltd. Şti. yönünden davanın reddine, diğer davalılar yönünden ise davanın kısmen kabulüne, her bir davalıdan ayrı ayrı 000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte tahsiline karar vermiştir. Nihai kararın 8/3/2021 tarihinde başvurucunun vekili tarafından Ulusal Yargı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden okunduğu görülmüştür. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "İlke" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” 4721 sayılı Kanun'un "Davalar" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının, maddî ve manevî tazminat...istemde bulunma hakkı saklıdır." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Sorumluluk" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun'un "Kişilik Hakkının Zedelenmesi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir." 9/6/2004 tarihli 5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Basın özgürlüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”B. Uluslararası Hukuk Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1948 tarihli ve 217 (111) sayılı kararı ile kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin maddesi aşağıdaki gibi düzenlenmiştir: "Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfî karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere mâruz kalamaz. Herkesin bu karışmalara ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmağa hakkı vardır." Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı 2000 yılında kabul edilmiş olmasına rağmen 1/12/2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması ile beraber Avrupa Birliği'ne üye devletleri hukuken bağlayıcı nitelik kazanan Temel Haklar Şartı'nın somut olayla ilgili ve maddeleri ise aşağıdaki gibidir: "Madde – Özel ve aile yaşamına saygıHerkes, özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.Madde – Kişisel bilgilerin korunması Herkes, kendisine ilişkin kişisel bilgilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu tür bilgiler, belirtilen amaçlar için ve ilgili kişinin muvafakatine veya yasada öngörülen başka meşru temele dayalı olarak adil şekilde kullanılmalıdır. Herkes, kendisi hakkında toplanmış olan bilgilere erişme ve bunlarda düzeltme yaptırma hakkına sahiptir. Bu kurallara uyulması, bağımsız bir makam tarafından denetlenecektir." Avrupa Konseyinin İlgili Tavsiye Kararları Gazetecilik etiğine ilişkin olarak Avrupa Konseyinin 1/7/1993 tarihli kararında "Gazeteciliğin İşlevi ve Etik Faaliyeti" başlığı altında somut olaya dair aşağıdaki ilkelere değinilmiştir:" Gazetecilik faaliyeti kapsamındaki bilgi ve fikirler, özellikle henüz karara bağlanmamış davalarda, masumiyet karinesini ihlal etmemeli ve yargı kararı şeklinde hüküm içermekten kaçınmalıdır. Bireylerin mahremiyet hakkına saygı gösterilmelidir. Kamusal hayatta görev alan kişiler, özel hayatlarının kamusal hayatları üzerinde etki ettiği durumlar haricinde, mahremiyetlerinin korunması hakkını haizdir. Bir kişinin kamusal görevinin olması, onun mahremiyete saygı hakkından mahrum olduğu anlamına gelmez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkı ile maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü arasında bir denge kurma girişimi, İnsan Hakları Avrupa Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından geliştirilen yakın tarihli içtihatta detaylıca ele alınmıştır." Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin ceza yargılamalarına dair bilgilerin yayımlanmasına ilişkin hukuki kuralların düzenlenmesi hakkında 10/7/2013 tarihli tavsiye kararında medyanın kamuyu sürmekte olan ceza yargılamaları hakkında bilgilendirmesinin hem ceza hukukunun caydırıcı etkisinin görünür hâle gelmesi hem de ceza adaleti sisteminin işleyişi üzerinde halk denetiminin sağlanması açısından oldukça önemli olduğu belirtilmiştir. Buna karşın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) , ve maddelerinde düzenlenen haklar ve özgürlükler arasında meydana gelmesi olası çatışmalar ile söz konusu hak ve özgürlükler arasında her somut olayın kendine özgü şartları dikkate alınarak bir dengeleme yapılması, AİHS'ten doğan yükümlülüklere uyulmasının sağlanmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) denetleyici rolünün de gözönünde tutulması gerektiği eklenmiştir. Söz konusu tavsiye kararının ekinde düzenlenen (1) numaralı ilkeye göre kamu, medya aracılığıyla adli makamların ve emniyet birimlerinin çalışmaları hakkında bilgi alabilmelidir. Tavsiye kararının devamında ise gazetecilerin ceza yargılaması sisteminin işleyişi hakkında haber yaparken uymaları gereken sınırlar belirtilmiştir. Bu ilkelerin somut olayla ilgili kısmı şu şekildedir: "İlke 2 - Masumiyet karinesi Masumiyet karinesi ilkesine saygı duyulması, adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle, devam eden ceza yargılamalarıyla ilgili bilgi ve fikirler, suçlu veya şüphelinin masumiyet karinesi hakkına zarar vermeyecek şekilde medyada yer almalı veya yayımlanmalıdır....İlke 8 – Devam eden ceza yargılamalarında mahremiyetin (özel hayatın) korunmasıŞüpheli, sanık veya mahkûm kişiler veya ceza yargılamalarıyla ilgisi bulunan diğer taraflar hakkında bilgi edinimi düzenlenirken, Sözleşme'nin maddesi uyarınca özel hayatın korunması hakkına saygı gösterilmelidir. Bu kapsamda çocuklar ya da dezavantajlı gruplara dahil diğer bireylere olduğu gibi şüpheli, sanık ve mahkûm aileleri ile tanık ve mağdurlara da özel bir koruma sağlanmalıdır. Her durumda, kimliklerini ortaya çıkarabilecek bir bilginin yayımlanmasının, bu ilkede belirtilen kişiler üzerinde oluşturabileceği zararlı etkilere de özellikle dikkat edilmelidir." AİHS ve AİHM İçtihadı AİHS'in "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." AİHM Times Newspapers Ltd/Birleşik Krallık (No 1 ve 2) (B. No: 3002/03, 23676/03, 10/3/2009, §§ 41, 42) kararında, basının halkın yararına olan ciddi meseleleri işlediği hâllerde dahi sınırsız bir ifade özgürlüğünün söz konusu olmadığını vurgulamıştır. AİHM'e göre basın, ifade özgürlüğünü kullanırken görev ve sorumluluklarına uygun davranmalıdır. Bu görev ve sorumluluklar, basının yayımladığı haberlerin bireylerin şeref ve hakları üzerinde ağır etkiler yaratma riski taşıdığı durumlarda özellikle önem arz etmektedir. Bu bağlamda AİHM Büyük Dairesi, aynı gün verdiği iki önemli kararda [-Von Hannover/Almanya (2) [BD] (B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012) ve Axel Springer AG/Almanya [BD] (B. No: 39954/08, 7/2/2012)] özel hayata saygı hakkı ile ifade hürriyetinin dengelenmesinde kullanılan ilkeleri sistematik olarak açıklamıştır. Bunlar kısaca, ifade özgürlüğüne konu açıklamanın kamu yararına ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı (Von Hannover/Almanya (2), § 109; Von Hannover/Almanya, B. No: 59320/00, 24/9/2004, §§ 63-66), ilgili kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin niteliği, haber veya makalenin konusu (Von Hannover/Almanya (2), § 110; kamu tarafından tanınan kişiler yönünden korumanın daha esnek olacağına ilişkin karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k.), B. No: 14991/02, 14/6/2005), ilgili kişinin daha önceki davranışları (Von Hannover/Almanya (2), § 111), yayının içeriği, şekli ve etkileri (Von Hannover/Almanya (2), § 112), bilgilerin elde edilme şartları ve gerçekliği (Axel Springer AG/Almanya, § 93; Von Hannover/Almanya (2), § 113) ve uygulanan yaptırımın niteliğidir (Axel Springer AG/Almanya, § 95). Worm/Avusturya (B. No: 22714/93, 29/8/1997) kararında AİHM, başvurucunun çoğunlukla politik konular hakkında yayım yapan bir dergide Avusturya eski finans bakanının vergi kaçırdığı şüphesiyle sanık sıfatıyla yargılandığı bir ceza davası hakkında yayımlanan yazısıyla, bahsi geçen ceza yargılamasının gidişatını etkilediği kabul edilerek gazetecinin mahkûmiyetine karar verildiği somut olayda demokratik bir toplumda ifade özgürlüğüne yapılan bu müdahalenin gerekli olup olmadığını incelemiştir. Yerel mahkemeye göre gazeteci başından beri sanık sıfatıyla yargılanan eski bakanın vergi kaçırdığını düşündüğünden söz konusu haber yazısında sadece sanığı eleştirmemiş, aynı zamanda son derece net bir dil kullanarak okuyucuyu sanığın suçlu olduğuna ikna etme ve mahkûmiyetini önden bildirme uğraşına girişmiştir. AİHM bu kararda sonuç olarak yerel mahkemenin ifade özgürlüğüne müdahalesinin meşru amaçla orantılı olduğuna ve somut olayda gazetecinin ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir. Worm/Avusturya kararına paralel şekilde Tourancheau ve July/Fransa (B. No: 53886/00, 24/11/2005) kararında da sürmekte olan bir ceza yargılaması hakkında başvurucu gazetecilerin yaptığı haber sebebiyle haklarında ceza mahkûmiyetine karar verildiği somut olayda AİHM, gazetecilere verilen cezanın meşru amaçla orantılı olduğu kanaatine varmıştır. Şöyle ki gazetecilerin henüz ceza yargılaması kesinleşmeden sanıklardan birinin duruşma öncesinde gazetecilere verdiği röportajda diğer sanığın suçlu olduğuna dair açıklamalarının haber içerisine net bir dille, objektiflikten uzak şekilde yerleştirilmesinin şeref ve itibarın korunması hakkına ve masumiyet karinesine saldırı teşkil edeceği değerlendirilmiş; bu durumda sürmekte olan bir ceza yargılamasına dair kamuya bilgi verme ve kamunun da bu bilgilere erişme noktasında somut olayda daha üstün bir menfaati olmadığı kanaatine varılmıştır. Geçirdiği kaza sebebiyle travma sonrası stres bozukluğu yaşadığını iddia eden başvurucunun davacısı olduğu tazminat davasında, sigorta şirketinin karşı delil olarak sunduğu gizli detektiflerce çekilmiş görüntülerin özel hayata saygı hakkını ihlal edip etmediğini incelediği De La Flor Cabrera/İspanya (B. No: 10764/09, 27/8/2014) kararında AİHM, özel hayat kavramının kapsamının geniş olup sınırlı bir tanım yapmaya elverişli olmadığını, kişinin kimliği ile ilgili pek çok unsuru içerdiğini ve bunlardan birinin de kişinin fotoğrafı olduğunu belirtmiştir. Şu hâlde fotoğrafın paylaşılması kadar kişinin videoya kaydedilmesi de özel hayatına müdahale teşkil etmektedir. Fotoğrafın haberde ilgili kişinin tanınmasına imkân verecek şekilde paylaşılmasıyla ilgili Sciacca/İtalya (B. No: 50774/99, 11/1/2005) kararında ise AİHM, bir kişinin fotoğraflarının yayımlanmasının özel hayat kapsamında kaldığının, başvurucunun kamusal bir figür ya da siyasetçi olmayıp bir ceza soruşturmasının öznesi olduğunun altını çizmiştir. Somut olayda AİHM, özel bir okulda öğretmenlik yapan başvurucunun tanınırlığı bulunmayan sıradan bir kişi olması nedeniyle özel hayat sınırlarının çok daha geniş olup kişinin ceza soruşturmasının öznesi oluşunun bu sınırları daraltmadığı sonucuna ulaşmıştır. AİHM'in Tarman/Türkiye (B. No: 63903/10, 21/2/2018) kararı, eldeki başvuru yönünden oldukça önemlidir. Somut olayda Almanya'da yaşayan Türk vatandaşı başvurucunun, Diyarbakır Valiliğine bir saldırı düzenleneceğine dair savcılığa şikâyette bulunması üzerine şikâyet ettiği diğer kişilerle birlikte hakkında soruşturma başlatılması ve göz altına alınması neticesinde Takvim ve Star gazeteleri olayı sırasıyla "4 canlı bomba aranıyor", "4 canlı bomba için alarm verildi" başlıklarıyla haber yapmıştır. Her iki gazete de haberde başvurucunun fotoğrafını paylaşmış, Takvim gazetesi başvurucunun isim ve soy ismini açık şekilde yazarken Star gazetesi sadece isminin baş harfini belirtmekle yetinmiştir. Başvurucu haberlerin kişilik haklarına saldırdığı gerekçesiyle gazeteler aleyhine ayrı ayrı manevi tazminat davası açmıştır. Takvim gazetesi aleyhine görülen yargılamada, haberin yayım tarihi itibarıyla görünür gerçeğe uygun olduğundan basının ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı değerlendirilmiş ve dava reddedilmiştir. Yargıtay ise kararı onamıştır. Star gazetesi aleyhine görülen yargılamada ise ilk derece mahkemesinin başvurucu lehine verdiği karar Yargıtay tarafından haberin görünür gerçeğe uygun olması nedeniyle bozulmuş, ilk derece mahkemesi de bozma kararı üzerine davayı reddetmiştir. Başvurucu, somut olayda masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuşsa da AİHM, ihtilafın özünde başvurucu hakkında yapılan haberler sebebiyle devletin başvurucunun özel hayatına saygı hakkını üçüncü kişilerin müdahalesine karşı koruyamadığı iddiası olduğundan başvuruyu, özel hayata saygı hakkı kapsamında maddeden incelemiştir. Kişinin itibarının korunmasının özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirildiğinin bir kez daha altını çizen AİHM, kişinin isminin, fotoğrafının da özel hayat kavramı içerisinde olduğunu hatırlatmıştır. AİHM'e göre somut olayda devletin AİHS'in maddesi ile maddesi arasında adil denge kurup kurmadığı incelenmelidir. Bu bağlamda yapılan incelemede yerel mahkemelerce davanın reddine dair verilen kararlarda, söz konusu iki hak arasında dengeleme yapılırken değerlendirilmesi gereken kriterlerin dikkate alınmadığını, başvurucu hakkındaki ceza soruşturmasının tehdit ve şantaj suçları ile ilgili olup sonunda hakkında takipsizlik kararı verildiğini, buna rağmen ihtilaflı haberlerde başvurucunun fotoğrafı da yayımlanarak canlı bomba olduğunun okuyucuya aktarıldığını, haberlerin içeriğinin maddi vakıaların açıklanması ya da değer yargısı niteliğinde olup olmadıklarının dahi değerlendirilmediğini, soruşturma dosyasında mevcut verilere göre karar verildiğini belirten AİHM, haber içeriğinin görünür gerçeğe uygunluk kontrolünün dengeleme yaparken tek başına yeterli olmadığını vurgulamıştır. Tehdit ve şantaj suçları kapsamındaki soruşturmanın şüphelisi başvurucu hakkında kimlik ve fotoğrafı da paylaşılarak terörist canlı bomba olduğu yönünde haber yapılmasını basın özgürlüğü kapsamında değerlendiren yerel mahkeme kararlarının haklar arasında denge kurmaktan uzak olduklarını kabul etmiş ve başvurucunun özel hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, Hájovský/Slovakya (B. No: 7796/16, 1/10/2021) kararında ise mahremiyet hakkı ile ifade özgürlüğü arasında üye devletin adil bir denge kuramadığı kanaatine varmıştır. Somut olayda Bratislavalı başvurucu, taşıyıcı annelik yoluyla baba olmak istediği için Slovakya’da taşıyıcı annelik hukuken düzenlenmiş bir kurum da olmadığından eşiyle birlikte ülke çapında yayımlanan bir gazeteye anonim bir ilan vermiştir. Bu ilanda başvurucu ve partnerine taşıyıcı annelik yapmayı kabul eden kişiye, karşılığında finansal bir ödül verileceği duyurulmakla birlikte her türlü görüşmenin de gizli tutulacağı taahhüt edilmiştir. Bunun üzerine araştırmacı gazeteci bir muhabir, taşıyıcı anne adayı olduğu izlenimi vererek başvurucuyla görüşmüş ve görüşmeyi gizli kamerayla kaydetmiştir. Ardından gazetecinin başvurucunun çocuk satın aldığı yönündeki haberi kamera görüntüleriyle beraber Slovak televizyonunda yayımlanmıştır. Yine konuyla ilgili popüler bir gazetede doğmamış çocuğu takas başlığıyla haber yapılmış ve haberde başvurucunun kamera kayıtlarından elde edilen görüntüsüne de yer verilmiştir. Başvurucunun manevi varlığının korunması amacıyla gazete aleyhine açtığı tazminat davası yerel mahkemelerce söz konusu haberin kamuyu ilgilendiren bir konuda okuyucuyu bilgilendirme amacıyla yapıldığı, taşıyıcı annelik meselesinin son derece hassas ve tartışmalı bir konu olduğu, başvurucunun gazeteye ilan vererek kamunun ilgisini bilerek üzerine çektiği, gazete haberinin televizyonda yayımlanan haberden alınan gerçek bilgilerle yapıldığı gerekçesiyle reddedilmiştir. AİHM somut olayı değerlendirirken hikâyenin kendisinden ziyade haberde başvurucunun görüntülerinin kullanılması üzerinde detaylıca durmuştur. AİHM'e göre sırasıyla fotoğrafları yayımlanan kişinin tanınırlığı, haberden önceki davranışları ile haberin konusu, haberin içeriği, şekli ve yayımlanmasının sonuçları, genel menfaate ilişkin bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı, fotoğrafların elde ediliş yönteminin ayrı ayrı her somut olay özelinde değerlendirilmesi gereklidir. Ayrıca AİHM bir kişi hakkında haber yapılmasının ötesinde kişinin fotoğrafının da haberde paylaşılmasının müdahaleyi artırdığını, şeref ve itibarın korunması hakkı yönünden özel bir önem kazandığını vurgulamıştır. Bu bağlamda AİHM; başvurucunun tanınan kamusal bir figür olmadığının, yine de gazeteye taşıyıcı anne aradığına dair ilan vererek kamusal arenaya adım attığının, öte yandan anonim ilan vererek aslında kendini kamuya tanıtma iradesi taşımadığını gösterdiğinin altını çizmiştir. Haberin konusu yönünden taşıyıcı anneliğin kamunun ilgisini çeken tartışmalı bir mesele olduğu, buna karşılık haberin tonu ve haberde kullanılan ifadelerle başvurucu hakkında negatif bir imaj çizildiği kabul edilmiştir. Mezkûr kararda AİHM, başvurucunun görüntülerinin bir kez televizyonda yayımlanmasının artık başvurucuya maddenin sağladığı korumayı ortadan kaldırmadığını belirtmiştir. Ayrıca başvurucunun izni olmaksızın görüntülerinin kaydedildiği de hesaba katıldığında haber metninin kamusal ilgiyi haiz olduğu ve haberin yayımlanmasında kamu menfaati olduğunu değerlendirmişse de başvurucuyu okuyucularca tanınır kılan fotoğraflarının maskelenmeksizin ya da buzlanmaksızın yayımlanmasının haberin içeriğine herhangi bir katkısı olmadığından başvurucunun özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. AİHM bu karardan yaklaşık altı yıl önce verdiği Haldimann ve diğerleri/İsviçre (B. No: 21830/09, 24/05/2015) kararında ise gazetecilerin sigorta brokeri ile yaptıkları görüşmeyi gizli kamerayla kaydetmeleri ve yayımlamaları nedeniyle yerel mahkemece cezalandırılmalarının gazeteci başvurucuların ifade özgürlüğünü ihlal ettiği kanaatine varmıştır. AİHM'in bu sonuca ulaşmasında gazetecilerin gizli çektikleri görüntüleri sigorta brokerinin yüzünü buzlayarak, sesini de değiştirerek yayımlamaları belirleyici olmuştur. AİHM kişiler arası ilişkilerde AİHS'in maddesine uyulmasını güvence altına alacak tedbirlerin seçiminin ulusal makamların takdirinde olduğunu, bu konudaki yükümlülüğü yerine getirmenin niteliğinin özel hayata yönelik müdahaleye göre farklılık oluşturabileceğini ifade etmiştir. Devletlerin madde uyarınca uygun bir yasal koruma çerçevesi oluşturma ve uygulama yükümlülüğünün her zaman ceza hükümlerinin tatbik edilmesi anlamına gelmeyeceğini de vurgulanmıştır (Söderman/İsveç [BD], B. No: 5786/08, 12/11/2013, § 79; P./Portekiz, B. No: 27516/14, 7/9/2021, §§ 40, 41).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/24447
Başvuru, hakkında yapılan haberler nedeniyle başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tasarrufun iptali talebiyle açılan davada yeterli inceleme yapılmaması, delillerin yanlış değerlendirilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 4/2/2015 tarihinde açılan davada yargısal süreç Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 2/11/2018 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak kesin olarak verdiği kararla sona ermiştir. Başvurucu yeterli inceleme yapılmaması, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 21/1/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2182
Başvuru, tasarrufun iptali talebiyle açılan davada yeterli inceleme yapılmaması, delillerin yanlış değerlendirilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, maddi zararın karşılanması talebiyle açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 3/7/2012 tarihinde dava açmıştır. Van İdare Mahkemesinin kararı temyiz edilmiştir. Yargılama devam etmektedir. Başvurucu, idare mahkemelerinde açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 20/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21719
Başvuru, maddi zararın karşılanması talebiyle açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1